You are on page 1of 152

Ali Yıldırım

Alevi Öğretisinin
Kaynağı Olarak

BEKTAŞİ
FIKRALARI
Bektaşi Fıkraları

Yazan
Ali Yıldırım

© 2016, Bu kitabın tüm yayın hakları Siyah Beyaz Yayınları’na aittir. Tanıtım
amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz.

Yayın Yönetmeni Murat Kaplan


Sayfa Tasarımı Ayhan Aslan
Kapak Tasarımı Hüseyin Arslanbaş

1. Baskı Temmuz 2016, İstanbul


Yayınevi Sertifika No 14813

Baskı ve Cilt
Alioğlu Matbaacılık Basın Yayım Kağıt San. Tic. Ltd. Şti.
Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3 A
Bayrampaşa / İstanbul
Tel: 0212 612 95 59 Faks: 0212 613 09 83
Matbaa Sertifika No: 11946

Siyah Beyaz Kitap


Kayışdağı Mah. Baykal Sok.
No: 50/3 Ataşehir / İstanbul
Tel: 0216 660 10 53

www.siyahbeyazyayinlari.com
“Okuma alışkanlığınıza renk katmak için...”

www.kulturperest.com.tr
İnternetteki kültür adresiniz...
Ali Yıldırım

Alevi Öğretisinin
Kaynağı Olarak

BEKTAŞİ
FIKRALARI
İÇİNDEKİLER

Alevilik: Anadolu’nun Özgün İnancı / 7


Fıkraların Kaynak Değeri / 7
Fıkraların Kaynak Değeri / 10
Fıkraların Konusu ve Hedefi / 10
Fıkraların Yaratılması / 11
Fıkra ve Nüktelerdeki Yaşam Biçimi / 12
İslamla İslamı Aşmak / 12
İslamın Beş Şartı Karşısında Fıkralar / 13
Ramazan Orucu ve Bektaşiler / 14
İçki Yasağı ve Bektaşiler / 18
Fıkraların Tarihselliği Gerçekliği ve Geçerliliği / 22
Farklı Bir Dünya Görüşü / 24
Bektaşî Tanrı Île Söyleşîr / 24
Fıkralarda Çoğu Zaman Dinsellik Bir Vesiledîr / 27
Söz Oyunu Öz Tepkisi / 29
Tipiklik Unsuru. / 30
Dünyanın Yaratılışı / 30
Siyasal Eleştiri / 31
Yolun Canlı Tabloları / 32
Bektaşi Fıkraları / 35
Kaynakça / 151
Bektaşi Fıkraları

ALEVİLİK:
ANADOLU’NUN ÖZGÜN İNANCI
Alevilik Anadolu’nun binlerce yıllık öz ve özgün
inancıdır.
Alevi inanç ve ibadetleri “semavi” dinlerden tü-
müyle farklı kaynaktan doğduğu, insan, doğa ve ev-
ren anlayışı, temel ilkeleri bir bütün olarak farklı ol-
duğu için onlarla ortak özellikler göstermez. Alevilik
herhangi bir dinin mezhebi, tarikati, yorumu olmadı-
ğı gibi bir dinden “sapma” bir kol da değildir.
Alevilik kendine özgü tarihi, teolojisi, ritüelleri
bulunan insan ve doğa merkezli bağımsız bir inanç
sistemidir.

FIKRALARIN KAYNAK DEĞERİ


Alevi - Bektaşiliği anlamada, kavramada, yerli ye-
rine oturtmada ne yazık ki yeterli yazılı kaynaklara
sahip değiliz. Aleviliğin tarihsel değeri ve gelişimini
analiz etmemize yarayacak yazılı metinler yok dene-
cek kadar azdır. Bu kaynak yokluğunun bir boyutu
Alevi inancının yolunun kendi muhalif karakterinden
kaynaklanmaktadır. Anadolu’da tek tanrılı dine geçiş
süreciyle birlikte egemen merkezi otorite ile sürekli
bir ihtilaf içerisinde olan yoksul Anadolu insanının
inancı Alevilik gizlilik / muhaliflik koşullarında kendi
değerlerini yazıya geçirecek olanaklara sahip olama-
mıştır. Yüzyıllar boyunca süren eylemlilik hali merke-
zi resmi inancın egemenliğindeki öğretim kurumları
olan medreselerden zorunlu olarak uzak kalış (ya da
medreselerin dışında kalış) çok büyük bir kesiminin
okuma-yazma bilmemesi sonucunu doğurmuştur.

7
Ali Yıldırım

Yazı-öğretim bir yerleşiklik, bir güven ister, ikti-


darla belli bir mesafede durmayı / uyuşmayı, bir bir-
likteliği gerektirir. Kendi tebası ile sürekli bir iç sa-
vaş içerisinde bulunan Bizans / Osmanlı geleneğinin
tebasına bu fırsatı vermediği bir gerçektir. Merkezi
yerleşim yerlerinde yer alamayan, merkezden uzak-
laşmak zorunda kalan Aleviler ulaşım olanaklarının,
yolların uzağında, dağ başlarında, yaylalarda orman-
lık alanlarda konumlanmışlardır. Bu insanlar inanç-
ları ve üretim sürecindeki konumları gereği büyük
şehirlerde barınma imkânı bulamamışlardır.
Gerek kendini korumak gerekse merkezde yer
alamamak nedenleriyle Anadolu insanının “ulema”
yetiştirmesi söz konusu olmamıştır. Ayrıca ve esas
olarak da inançlarının temeli ‘ulemayı’ kabul eder bir
nitelik arz etmemektedir. Bundan dolayıdır ki Alevi-
nin aydını da kendisine benzeyecektir. Bizansın-Os-
manlının ulemasına benzeyen uleması olamaz. Os-
manlının şairine benzeyen şairi olamaz. Sarayın
zevklerine benzeyen zevkleri, adetleri olamaz.
Alevi pirleri ya da Anadolu Erenleri kendi gücünü
kendi etkinliğini yine kendi toplumunda bulur, yüz-
yılların deneyimini onlarla paylaşarak pirliğini var
eder ve sürdürür.
Osmanlının uleması ona hep yabancıdır, dili ile de
giyimi ile de davranışları ile de.
Alevi yoluna ilişkin yazılı kaynaklar gün yüzüne
çıkmadığı gibi var olduğu söylenilen ya da düşünülen
kaynaklar da merkezi otoritenin gazabından kurtula-
mamıştır. Bektaşi dergâhlarına yapılan baskınlarda,
dergâhların teftişi sırasında ya da yapılan ihbarlar
üzerine var olan kitaplara el konulup, yakılmış, ta-
rumar edilmiştir. Osmanlı Şeyhülislamları salt kitap
bulundurduğu için bu insanların katlinin vacip oldu-
ğu yönünde fetvalar vermişlerdir.

8
Bektaşi Fıkraları

Kitap düşmanlığının en feci uygulandığı ve Ale-


vi-Bektaşi yolunun belgelerine karşı tam bir düş-
manlık uygulandığı özel bir tarih 1826’dır. Yeniçeri
Ocağının dağıtılması bahane edilerek Bektaşi der-
gâhlarının imhası sırasında bu dergâhlarda bulunan
ne kadar yazılı belge varsa zaptiyelerce yakılıp imha
edilmiştir.
Hacı Bektaş Veli dergâhı postnişini Hamdullah
Çelebi’nin 1826’da Amasya’ya sürgün edilişi sırasın-
da yanına aldığı dergah kütüphanesinde bulunan ki-
taplar da bu imhadan paylarını almıştır.
Anadolu Aleviliğine ilişkin kaynak-belge bulun-
mamasının bu türden haklı gerekçeleri vardır.
Peki bu sorunun aşılabilmesinde, Aleviliğin tarih-
sel sürecinin anlaşılabilmesinde ele alabileceğimiz
tüm kaynaklardan tamamen mahrum muyuz?
Şu müjdeli haberi verebiliriz: Yüzyılların baskısı-
na direnen inanç-gelenek-yol kendi varlığını-değerle-
rini gizlemeyi, yaşatmayı bir sonraki kuşaklara bir
sır olarak aktara aktara günümüze değin ulaştırmayı
başarmıştır.
Yaşanan bir Alevilik ve onun bir inancı-yolu var-
sa, bu yola inanca ilişkin bilgiler nasıl canlı ise bu
taşımanın ve yaşatmanın bizatihi kendisinin bir kay-
nak değeri yok mudur?
Kuşkusuz durum tümden de vahim değildir.
Yani tümüyle tarihin derinliklerinde kaybolmuş
bir durum yoktur. Söz konusu olan Alevi yolu ölen
bir din-kültür değildir. Bugün tüm boyutları ve canlı-
lığıyla yaşayan kültür-inanç dünü de canlandırmaya
yetecek ipuçlarını, enerjiyi bağrında taşımaktadır.

9
Ali Yıldırım

FIKRALARIN KAYNAK DEĞERİ


Alevi yoluna ilişkin yazılı kaynakların –şu an için–
yeterli oranda bulunmayışı sorunu nasıl giderilebilir?
İşte burada Aleviliğin Bektaşiliğin var olan mater-
yallerinin bilimsel bir biçimde ele alınıp değerlendiril-
mesi söz konusu olacaktır. Kuşkusuz bu materyalle-
rin başında Alevi ozanlarının deyişleri gelir.
Bir başka değerli kaynak ise Alevi-Bektaşi uluları-
na ilişkin menakıpnamelerdir.
Burada ele alacağımız bir başka kaynak ise Bek-
taşi fıkralarıdır.
Genel anlamda fıkra ‘kısa ve özlü anlatımı olan,
nükteli, güldürücü hikâyecik, anlamlı küçük parça’
olarak tanımlanabilir.
Bu tanımlama kapsamında şöyle de sorulabilir,
Bektaşi fıkraları Alevi öğretisini çözümleyip anlama-
mıza olanak sağlayabilir mi?
Bu soruya duraksamaksızın evet diyebiliriz. Bek-
taşi fıkraları Aleviliğin kimi kırmızı çizgilerini ortaya
koyup anlatabilecek birer kaynak değerindedir.
Fıkralar Bektaşiliği tarihselliği içerisinde çeşitli
yönleriyle açıklayıp tarif edecek niteliklere/özellikle-
re sahiptir.

FIKRALARIN KONUSU VE HEDEFİ


Toplumsal/kolektif düşünüş hangi fıkranın Bek-
taşi doğasına düşmesini uygun gördü ise o fıkra Bek-
taşi fıkraları defterine yazılmıştır.
Bektaşi fıkralarının temel konusu Osmanlı Hane-
danının egemen/resmi dinsel anlayışına karşı top-
lumsal eleştiridir. Kuşkusuz şeriat salt bir inançtan
öte tüm toplumsal sisteme egemen olduğu için yani
üretimden paylaşıma kadar tüm yaşam alanının tek
geçerli ideolojisi olduğu için şeriat eleştirisi bir inanç

10
Bektaşi Fıkraları

eleştirisinin çok ilerisine vararak sistem eleştirisi ola-


rak değerlendirilebilir. Bu eleştirinin katlı bir niteli-
ği vardır diyebiliriz. Bir inanç olarak şeriat, bir idari
kurum olarak şeriat, bir yargı kurumu olarak şeriat
eleştirilen bu bütünlüktür.
İnançsal değerler bağlamında yapılan eleştirinin
bile üstü kazındığında altından toplumsal gerçeklik
çıkar.
İnançsal eleştirisi zamanla daha açık bir biçimde
siyasal eleştiri boyutuna da kayarak Osmanlı’nın bo-
zuk düzeni, toplumsal hayatta yaşanan çelişkiler ve
eksiklikler halini de alarak Bektaşi babasının şahsın-
da kolektif muhalefetin sözcüsü/simgesi halini alır.
Artık fıkrada siyasal eleştiri söz konusu ise kişinin
inancı değil içinde bulunduğu toplumsal / ekonomik
durum onun bağlayıcı noktası haline gelir ve fıkrayı
bu yönüyle sahiplenir.

FIKRALARIN YARATILMASI
Fıkralar halkın kolektif yaratma gücünün eseri-
dirler. Bu nedenledir ki ortak yaratı olarak halkın
ortak düşüncelerini ve görüşlerini yansıtırlar. Orta-
ya konulan eleştiriler kolektif benliğin / deneyimin
ifadesidir. Bektaşi babaları ise halkın sözcüsüdürler.
Halkın ortak düşünce tutum ve davranışını temsil
eden Bektaşi kendi özelinde/somutunda genelin eği-
limini yansıtır.
Bektaşi egemen resmi din adamlarının dogmatik,
statik, sabit anlayışlarına karşı hayatında mizahi ve
eleştirel bir tavır takınır.
Akla, mantığa, insan doğasına, hayatın olağan ay-
kırı gelen düşünce ve davranış her kimden gelir ise
gelsin Bektaşinin eleştirilerinden mutlaka payını ala-
caktır.

11
Ali Yıldırım

FIKRA VE NÜKTELERDEKİ YAŞAM BİÇİMİ


Bektaşi denen insan zarif, doğru, iyiliksever, çalış-
kan, benden bencillikten arınmış, tüm insanlar için
yaşanılası bir dünya isteyen bir zattır. Zaten nükte
söyleyebilmek için, nükteden anlayabilmek için de
ince ruhlu, sanatın ve edebiyatın inceliklerinin farkı-
na varmış olmak gerekir. Bektaşinin anlayıp, o yolun
dışında kalanların kolayca farkına varamayacağı bir
dil de söz konusudur. İnce manalı, zarif şakalı söz
söyleme üslubu Bektaşi’nin bir karakteri olmuştur.
Bektaşilerin nasıl yaşadıklarını, nasıl düşündük-
lerini, dünyaya nasıl baktıklarını, egemen sınıflara,
hanedana, padişaha, ulemaya, hocaya, hacıya, şeriat
emirlerine / hükümlerine nasıl yaklaştıklarını, nasıl
değerlendirdiklerini, onları nerelere koyduklarını en
açık ve somut bir biçimde Bektaşi fıkralarında gör-
mekteyiz.
Bu nükteler içerdikleri espriye, insanı gülümse-
ten özüne karşın aslında tarihin derinliklerinden sü-
zülüp gelen ve her biri nice can kan pahasına ortaya
çıkan birer tanıklıklardır.

İSLAMLA İSLAMI AŞMAK


İslam’ın inanç ve ibadete ilişkin şartları karşısın-
da Aleviler o şartları aşmak, kendi inançları ile her-
hangi bir ilişkisi bulunmayan o şartları inançlarına
aykırı gördükleri için yerine getirmemek için İslam’la
İslam’ı aşmak olarak niteleyebileceğimiz incelikli tak-
tikler, açıklama biçimleri geliştirmek yoluna gitmiş-
lerdir.
İşte Bektaşi fıkraları bu yaklaşımın temel taşla-
rındandır.

12
Bektaşi Fıkraları

İSLAMIN BEŞ ŞARTI KARŞISINDA FIKRALAR


Açıklandığı gibi dinsel eleştiri, şeriat eleştirisi asıl
olarak Osmanlı toplumsal düzenine yönelik bir eleş-
tiridir. Bu eleştiri birkaç başlık altında yürür. Aslın-
da eleştiri birtakım akla, mantığa, insan doğasına ve
yaradılışına uymayan kurallara, uygulamalara, ku-
rumlara yönelerek ortaya çıkar ama eleştirinin şid-
deti din kurumunun varlık koşullarını sorgulamaya
kadar varır.
Kuşkusuz bu bir inançsızlık boyutuna varmaz.
Ama var olanla hiç de ilgisi olmayan, insanı ve yaşa-
nılan dünyayı esas alan bir reddiye sözkonusu olur
ve bu da bambaşka bir inancın o eleştirilen inançla
hiçbir ilgisi olmayan bir inancın habercisi olur.
Aynı topraklar üzerinde yaşanmasına karşın ege-
men dinsel anlayışın çizdiği, tasarladığı ve herkesi
uydurmaya çalıştığı dünya ile Bektaşi’nin dünyası,
dünyaya bakışları ve yaşayışları tümüyle ayrıdır,
farklıdır.
Bu nedenledir ki resmi dinsel anlayışın emir ve
yasaklarının Bektaşi dünyasında hiçbir yeri yoktur,
İşte bu dünyaya ve hayata iki farklı yaklaşım çok açık
bir biçimde fıkra ve nüktelerde kendisini ifade eder.
Bektaşi için egemen dinsel anlayışın şartları, onun
uyulmasını zorunlu gördüğü emirler, bağnazlığın ve
biçimselliğin işretleridir ve asla kabul edilemez.
Bektaşilik “iyi insan olmayı” her şeyin temeli ola-
rak gördüğü için bunun dışındaki kayıtlamalar ve
zorunluluklara asla kendisini hapsetmez, işte resmi
dinsel anlayışın şartları olarak sayılan unsurlar ko-
nusunda Bektaşinin yaklaşımı ve yorumu tümüyle
farklıdır ve bu şartlar konusundaki tavrı birçok fıkra
ve nükteye konu olmuştur.

13
Ali Yıldırım

RAMAZAN ORUCU VE BEKTAŞİLER


Egemen dinsel anlayışın inanç buyruklarının “an-
lamsızlığı” nüktelerde dile getirilir. Bektaşilere göre
eğer oruç nefsin terbiyesi ise bu terbiye yemek yeme-
mek ile gerçekleşemez.
Diğer yandan yoksul insanlar hep zaten açtır ve
neden ayrıca da ramazanda oruç tutmaları/aç kal-
maları gerekli olsun.
Ramazan günü yemek yediği için dayak yediğinde
“on bir ay aç gezerim halimi sormazsınız, bir gün ye-
mek yerin beni döversiniz” sözü bunu anlatır.
Bektaşiler öteden beri Ramazan orucu konusun-
da kayıtsızdırlar. Bu kayıtsızlık yalnızca yerine getir-
meme, eda etmeme yani pratikte gerçekleştirmeme
şeklinde olmaktan çok öte tümüyle böyle bir emre
inanmama şeklindedir. Fakat Osmanlı resmi dinsel
anlayışının yaklaşımı ise Ramazan orucunu tutma-
yanlara yönelik olarak son derece katıdır. Egemen
dinsel anlayışa göre İslam’ın şartlarından biri Rama-
zan orucu tutmaktır.
Bir yabancı seyyah gözlemlerini aktarıyor:
“Ramazan ayında oruç tutmayan kimseler de var-
dı. Fakat onlar çok zaman gizlice yerler ve içerlerdi.
Çünkü onlar bunu aleni olarak yaparlarsa başlan
derde girerdi.
Ramazan ayında şarap içenler ağızlarına kızgın
kurşun dökülmek sureti ile cezalandırılır, bazen de
ölüme mahkûm edilirlerdi. Ceza birkaç defa tatbik
edilmiş, fakat şimdi oldukça azdır.”1
Ramazan’da oruç tutmayanların katledilmeleri
yönünde Osmanlının en yüksek dinsel otoritesi olan
şeyhülislamların fetvaları vardır. Sözgelimi:
Şeyhülislam Ebussuud Efendi verdiği fetvalarda:
1. Jean Thevenot, 1655-1656’da Türkiye, İst., 1978
14
Bektaşi Fıkraları

“Ramazan orucunun farz olduğunu inkâr edip,


ramazan geldiğinde oruç tutmayan kimselerin katlle-
rininin mubah olduğunu söylemiştir.”
Fetvalar dinsel buyruklardır ve yargısal açıdan
uyulmaları zorunludur. Zaten bir müşkülat anında
sorunun dinsel açıdan çözümünün ne olduğunu or-
taya konulması için verilirdi.2
Şeyhülislam’ın bu ölüm emrine rağmen Bektaşile-
rin Ramazan Orucu tutmadığını dile getiren ve insani
temellerde bunun gerekçelerini ortaya koyan onlarca
Bektaşi fıkrası vardır:

AÇLIKTAN HASTAYIM
Ramazanda oruç yiyen Bektaşi’yi yakalayıp yar-
gılamak üzere kadının huzuruna çıkarmışlar: Kadı
öfkeyle:
— Bre adam, demiş. Mübarek Ramazanda göz
göre göre oruç yenir mi?
— Ne yapayım özürüm var, der Bektaşi.
— Nedir özrün?
— Hastayım,
— Nerenden, ne hastasısın?
— Açlıktan hastayım, açlıktan!

ZORLA KÂFİR ETMEK İSTİYORSUNUZ


Bir zamanlar Bektaşilerin idamına fetva çıkmış,
ne kadar Bektaşi varsa ya idam edilmiş ya da sü-
rülmüştü. (II. Mahmut’un 1826’da Bektaşi dergâh-
larına yönelik imha hareketi günlerinde olmalı) işte
bu nazik günlerden birinde bir Bektaşiyi Ramazanda
yemek yerken yakalamışlar. Oruç yediği gerekçesiy-
le doğru kadının karşısına çıkarmışlar. Kadı hiddetle
haykırır:
2. Bak, A.Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Ankara 1986, sf. 162
15
Ali Yıldırım

— Bre sen kâfir misin?


— Hayır Müslümanım.
Bu cevaba büsbütün hiddetlenen kadı, yanında-
kilere emreder.
— Yıkın şu kâfiri falakaya, kâfirliğini söyleyinceye
kadar dayak atın. Pestilini çıkarın.
Bu korkunç emri işiten Bektaşi,
— Biraz insaf edin yahu, der. Huzurunuzda bir
kâfir Müslüman olsa ona ikram edersiniz, şimdi ben
Müslüman iken zorla kâfir etmek istiyorsunuz, bu ne
biçim iş!

BİR GÜN FAZLA TUTMUŞ


Bir iftar davetinde bulunanlardan birine sormuş-
lar:
— Kaç gün oruç tutun?
— Hastalığım nedeniyle ancak bir gün tutabildim,
demiş.
Aynı soruyu orada bulunan bir Bektaşiye sorun-
ca, baba erenler hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
— Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş.
Bektaşi ile oğlu arasında geçen konuşmaya konu
olan aşağıdaki fıkra ise, Osmanlı zulmünü ve Bekta-
şilerin trajik durumunu göstermesi açısından dikka-
te değer.

EKMEĞİNİ GİZLİ YİYOR


Bektaşi her nasılsa Ramazan’da oruç tutmuş. Fa-
kat öğleden sonra dayanamayarak, evin bir gizli kö-
şesine çekilerek bir şeyler atıştırmaya başlamış. Bu
sırada bazı sesler duyan oğlu içeriye seslenmiş:
— Kim var orda?
Bektaşi yanıt vermiş:

16
Bektaşi Fıkraları

— Baban olacak korkak heriftir. Çünkü kendi ek-


meğini, çalınmış mal gibi, halktan gizli yemeye mec-
bur oluyor.

NAMAZ VE BEKTAŞİLER
Şeriatın şartlarından biri de namaz kılmaktır.
Namaz kılmamakta ölüm cezasını gerektiren bir
suç olmuştur. Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafın-
dan verilen bir fetvada:
“Bir kişi namazı inkâr edip ‘inanana namaz gerek-
mez dese ona ne yapmak gerekir’ sorusuna şeyhülis-
lamın cevabı ‘katli gerekir’ şeklindedir.”3
Bektaşilikte ise camiye gidip beş vakit namaz kıl-
mak yoktur. Bu denli ağır yaptırıma rağmen Bektaşi-
ler kendi tutumlarında ısrar emişlerdir.
Bektaşilerin bu zorunlu, dayatılan biçimsel ibadeti
reddediş tutumları da birçok fıkraya konu olmuştur:

SİZİN SORACAĞINIZ BAKKAL BORCUDUR


Paşalardan biri, dostlarından bir Bektaşi ile soh-
bet ederken, namazdan konu açılır. Paşa sorar:
— Erenler, borcunuz var mı?
— Evet, bakkal Mehmet’e on lira borum var.
— Hayır, öyle değil namaz borcunu sordum, de-
yince
— Onu Allah sorar, sizin soracağınız ancak bak-
kal borcudur! der Bektaşi.

GÖZÜM ORASINI SEÇMİYOR


Bektaşi’ye sormuşlar:
— Niye namaz kılmıyorsun?
Kitabı açıp göstermiş
— Bak burada yazıyor, ‘namaz kılmayın’ diyor.
3. A.Yıldırım, agy, sf. 162
17
Ali Yıldırım

— İyi ama onun üstü de var ‘abdestiniz kaçmışsa,


namaz kılmayın’ diye yazıyor.
Bektaşi başını sallamış:
— Valla benim gözüm orasını seçmiyor”.

BAK BEN ADIMIMI ATIYOR MUYUM


Bektaşi namaz kılmaz, camiden yana adımını at-
maz.
Bir cami hocası bir deveyi elindeki sopa ile döve-
rek camiden çıkarır. Bunu gören erenler dayanama-
yarak hocaya bağırır:
— Vurma be hoca efendi, o zavallı ne yaptığını bil-
mez, bak ben adımımı atıyor muyum?
O kadar da değil tabi, bazen Bektaşinin de camiye
gittiği olurmuş!

BEN SANA GÖSTERİRDİM AMA


Bektaşi yağmurdan kaçıp kapısını açık bulduğu
camiye dalmış. Bakmış kimse yok, başlamış şarabını
yudumlamaya.
İçeriden sesler işiten hoca kapıdan bakınca baba
erenlerin muhabbet halini görüp:
— Tuu utanmaz herif, diye tükürmüş.
Bektaşi hiç bozuntuya vermeden hocaya dönüp;
— Elimde önemli işim olmasaydı, ben sana cami-
ye tükürmek nasılmış gösterirdim, demiş.

İÇKİ YASAĞI VE BEKTAŞİLER

“Ey zahit şaraba eyle ihtiram,


İnsan ol terk et bu kıyl-ü kali
Ehline helaldir na ehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali”

18
Bektaşi Fıkraları

Egemen dinsel anlayışın içki yasağına karşı Bek-


taşi erenlerin tutumunu konu edinen çok sayıda
Bektaşi fıkrası vardır.
Şeriat anlayışı içki içmeyi bir suç olarak görür ve
Hadd-i Şirb olarak adlandırır. Ulemanın ortak görü-
şüne göre başta şarap olmak üzere her çeşit sarhoş-
luk verici içkiler haram yani kesin olarak dinen ya-
saktır.
Osmanlı bir katre şarabın içilmiş olmasını dahi
suç sayarak cezalandırma yoluna gitme eğiliminde
olmuştur. İçki içme yasağı kanunnamelerle de dü-
zenlenmiştir:
“Eğer bir kişi hamr içse, kadı tazir ura, iki ağaca
bir akçe cürm alına”
Kuran’ın içki içmeyi yasakladığını ileri süren ule-
ma tanrının bu suça bir ceza öngörmemiş olmasını
açıklamada zorlansa da kendileri ceza koymaktan
vazgeçmezler.
Osmanlı Devletinde içki yasağı konusunda çifte
standartlı ve keyfiliğe dayanan bir uygulamanın var-
lığı görülür. İçki yasağı zamana, döneme, iktidarda
bulunan padişaha, diğer yüksek yöneticilerin kimli-
ğine göre hep değişmiş, hep farklılık göstermiştir.
Ne var ki hükümler şu ya da bu oranda esnese de
içki içilmesi Müslümanlar için hep yasak kapsamın-
da olmuştur.
Hıristiyanlar için ise böyle bir yasak söz konusu
olmamış, Hıristiyanlar İstanbul’un çeşitli mahallele-
rinde meyhaneler işletmişlerdir.
Osmanlı içki içme yasağı söz konusu olunca Ale-
vileri-Bektaşileri bir Müslüman unsur olarak gör-
müş-değerlendirmiş ve içki yasağını onların şahsın-
da da tatbik etmeye kalkışmıştır.
Alevi-Bektaşi inancı ise böyle bir yasağı tarihinin
hiçbir döneminde kabullenmemiş, anlamlı bulma-

19
Ali Yıldırım

mıştır. Bu yasağı her fırsatta canı pahasına ihlal et-


mekten kaçınmamış, ihlalden geri durmamıştır.
Macar elçilik heyetinde görevli Hans Dernschv-
vam4 İstanbul izlenimlerini anlatıyor:
“Türkiye’de şarap seyrek içilir. Herhangi bir kim-
se şarap içerse çok kötü muameleye maruz kalır, eli
yüzü boyanır. Türkler memleketlerinde güzel üzüm
bağlan yetiştirirler, fakat şarabım aleni olarak içe-
mezler.”
Yine Osmanlının en yüksek dinsel otoritesi olan
şeyhülislamların içki içenlerin katli yönünde fetvası
dahi vardır.
Şeyhülislam Ebussuud Efendi:
“Şarap içerken bu ne hoş bir nesnedir diyen bir
kimsenin katli gerekir” yönünde fetva vermiştir.

YALNIZ İNSANLAR İÇER


Bektaşinin bu fetvaya yanıtı ise şöyledir.
Bir hoca baba erenlere sormuş
— Bre zındık, 76. suresinin 21. ayeti “rableri onla-
ra tertemiz içecekler içirir”der, sen niye rakı içersin?
Baba erenler;
— İyi ya işte, ben pislik olmasın diye ayrılık ya-
rasına alkol dökerim” demiş ve eklemiş “İçkiyi yalnız
insanlar içer”.

GERİSİNİ ALLAH BİLİR


Dergâhta dervişler bağ bozumundan sonra Baba
erenlere sormuşlar:
— Erenler, üzüm çok boldu, pestil yaptık, pekmez
yaptık, şıra yaptık yine de arttı, bir yol göster, ne ya-
palım? Baba erenler cevaplamış;

4. Hans Dernschvvam, “İstanbul’dan Anadolu’ya Seyahat Günlüğü”, 1988


20
Bektaşi Fıkraları

— En iyisi siz onları iyice sıkın, tahta fıçılara dol-


durup iyice kapatın, sonra da götürün mahzene bıra-
kın, gerisini Allah bilir.

AĞIZA GÖRE DEĞİŞİR


Bektaşi’ye sormuşlar:
— Rakı helal midir, haram mıdır?
Bektaşi yanıt vermiş:
— Ağıza göre değişir.

ELBETTE MEYHANE
Bektaşiyi komşuları rica minnet camiye götür-
müşler. Hoca başlamış vaaza:
— Ey cemaat bir yer vardır ki zengin, fakir, genç,
ihtiyar, dertli, neşesiz, gamlı, kederli kim görse gönlü
ferahlar, yüzü güler, şen mutlu çıkar. Neresidir orası
bilin haklım?
Bektaşi yanıt vermiş,
— Neresi olacak, meyhane...

DESENE AHRETTE DE YAŞADIK


Bektaşi arkadaşlarının ısrarına dayanamayıp ca-
miye gitmiş. Hoca vaazında içki içmenin fenalıklarını,
zararlarını sayıp dökmüş. Hatta içki içenlerin Sırat
Köprüsü’nden boyunlarında dünyada içtikleri bütün
içki şişeleri asılı olduğu halde geçeceklerini söylemiş.
Bektaşi sormuş:
— Hocam, boyuna asılan şişeler boş mu olacak
dolu mu?
Hoca durumu daha da ağırlaştırmak için:
— Boş olur mu, elbette dolu olacak diye cevap ver-
miş.
Bektaşi heyecanla:
— Hay sağ olasın hoca, desene ahirette de yaşadık
demiş.

21
Ali Yıldırım

FIKRALARIN TARİHSELLİĞİ
GERÇEKLİĞİ VE GEÇERLİLİĞİ
Sosyal muhalefet kendisini Bektaşi fıkrası ile ifa-
de eder. Fıkraları ortaya çıkaran onlarca tipik olay bi-
leşir ve bir süzgeçten geçip en vurucu ve yalın haliyle
fıkra olur. Fıkraların sosyal muhalefeti dile getirmesi,
somut gerçekliğin bir ürünü olmasıdır ki yüzyıllar-
dır ağızdan ağıza dolaşarak, kolektif illegal muhalefet
metinleri olarak günümüze ulaşmıştır.
Toplumsal gerçekliğin bir yanına karşılık gelme-
yen bir fıkranın yüzyıllarca yaşaması mümkün ola-
bilir mi? Fıkraları yaşatan, onu bu günlere taşıyan
fıkralarda insanların kendi gerçekliğini bulmasıdır.
Fıkraların ortak gerçekliğin ifadecisi olmalarıdır.
Tarihin hiçbir döneminde en haşmetli padişahla-
ra ait olaylar bile halkın dilinde yaşamamıştır. Fıkra
halkın dilinde tüm canlılığı ile yaşamışsa bu onun
kolektif gerçekliğin bir sonucu olduğunu açıkça ka-
nıtlamaya yeter.
Bektaşi fıkra ve nükteleri tarihseldir. Her bir nük-
tenin oluşum süreci içeriğindeki güldürme öğesinin
yanı sıra onca acının eseridir.
Bektaşi nükteleri salt güldürmez, onda derin bir
düşünme, ders, deneyim boyutu söz konusudur.
Şeyhülislamların vermiş oldukları fetvalar ele alı-
nıp değerlendirme yapıldığında bugün fıkra olarak
anlatılan olayların aslında yaşanmış birer gerçeklik
olduğu somut olarak görülür.
Müezzin ezan okurken Bektaşinin dönüp, “bin
kere de çağırsan bizden sana varacak olan yoktur”
nüktesi ve sonrasında bu sözü söyleyenin başına ge-
lenler ve bunun bir nükte halini alması tarihsel bir
gerçeklikten kaynaklanır.

22
Bektaşi Fıkraları

BİZDEN SANA GELEN OLMAZ


Birkaç Alevi kasabaya inmiş. Dolaşırlarken öğlen
ezanı okunmaya başlamış. Bir camideki ezan bit-
meden diğer camide başlıyor, uzadıkça uzuyormuş.
Durum garibine giden Alevi başını minareye doğru
çevirerek bağırmış:
— Değil üç beş, bin kere de çağırsan bizden sana
gelen olmaz.”
Bu olaya ilişkin Şeyhülislam Ebussuud Efendinin
fetvası şöyledir:
“Mesele:
Zeyd, Anır-i müezzin ezan okurken:
“Bin kere çağırsan, bizden sana varır yoktur” dese
ne lazım gelir?
El Cevap: İstihzadır, kâfir olur, avreti baindir.”

TENHA CENNETTEN
“Tenha cennetten kalabalık cehennem yeğdir” nük-
tesi ve sözü söyleyenin başına gelenler de somuttur.
Yine bir fetvadan okuyoruz:
“Mesele: Zeyd latife ile “Kesret-i Cennetten, tenha
tamu yeğdir” dese ne lazım gelir?
— El Cevap: Kâfir olur.”

SENİ GÖRÜNCE
ORTALIKTA CAN MI KALIR!
II. Mahmut Bektaşilere yönelik yoğun bir baskıya
yönelmişti.
Bir gün bir Bektaşi dergâhını bastırır. Tüm eren-
ler kaçıp gizlenirler. Yalnız yaşlı bir Bektaşi, kaçama-
yarak orada kalır.
II. Mahmut yaşlı Bektaşiye sorar:
— Erenler, canlar nerede?

23
Ali Yıldırım

Bektaşinin yanıtı anlamlıdır:


— Şevketli sultanım, seni görünce ortalıkta can
mı kalır!
Evet fıkra diye gülümseten bu sözler tarihin de-
rinliklerinde yaşanmıştır.

FARKLI BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ


Şeriatın dar kalıpçı anlayışı karşısında, özgürlü-
ğün, hoşgörünün, farklı düşüncenin, sıra dışının,
başkaldırışın, çizmeyi aşanın, yoldan çıkanın vb. top-
lumsal ve kolektif -ortak/ortaklaşmış- muhalefeti /
muhalefet sözleri’dir Bektaşi Fıkraları. . .

BEKTAŞÎ TANRI ÎLE SÖYLEŞİR


Şeriatın şartlarına yönelik reddiye Bektaşi fıkrala-
rının konusunu oluşturduğu gibi, şeriatın tanrı anla-
yışından büsbütün farklı bir tanrı anlayışı fıkralarda
ifadesini bulur.
Bektaşi Fıkralarında deyişlerde olduğu gibi Bek-
taşi babası tanrı ile senli benli konuşur. Onun tanrı-
sı soyut değil somuttur. Onun için tanrı korkulacak,
çekinilecek, insanın üzerinde bir varlık değil ona bir
arkadaş kadar yakın, sohbet edilecek kadar dost bir
konumdadır.
Bektaşi anlayışına göre Tanrı iyiliktir. Yeryüzün-
deki tüm canlı ve cansız varlıklar tanrısal bir öz ta-
şırlar ve değerlidirler. Tanrı soyut değil somuttur.
Tanrı evren bir bütündür, İnsan da bu bütünün bir
parçasıdır. Yani insan tanrının bir yansımasıdır. O
halde kutsal olan, secde edilmesi gereken varlığında
tanrıdan bir parça taşıyan insandır. Tanrı ile insan
arasındaki ilişki efendi kul ilişkisi değil bir bütünün
parçalan olma ilişkisidir.

24
Bektaşi Fıkraları

YOK DEMEYE DİLİN VARMIYOR


Hoca camide Allah üzerine vaaz veriyormuş.
— Ne yerdedir, ne göktedir, ne sağdadır, ne solda-
dır, ne alttadır, ne üstedir, bütün mekândan münez-
zehtir! demiş.
Her nasılsa camiye gelen baba erenler lafa girmiş:
— Hoca, hoca, yok diyeceksin de dilin varmıyor!
Tanrı ile söyleşmenin, onu dost bilmenin sonu-
cu tanrıyı korkulan, buyurgan tanrı olmaktan çıkar-
maktır. Burada içkin bir materyalist tavır gizlidir.
Kendi ile sohbet edilen tanrının artık nasıl buyurgan
tanrılığı kalabilir? Dünyada yaşanan haksızlıkların,
zulümlerin, yoksullukların hesabı ondan sorulmaz
mı? Nasıl olur da hiç hak etmeyen insanlar bu kadar
haksızlıklara uğrarlar?
İşte bütün bu durumlar sonrasında egemen din-
sel anlayışın biçimsel tanrı anlayışı ile eğlenmeye, bu
tavırlarından dolayı onu soruşturmaya, sorgulamaya
sıra gelir.
“Son derece alımlı giyimli bir kişinin “ben filan pa-
şanın kuluyum” sözü üzerine baba erenlerin tanrıya
dönüp utan be tanrılığından utan bir falan paşanın
kuluna bak bir de senin kuluna bak yargısı son de-
rece dikkate değer.
Bu fıkrada kulluk anlayışına oklar yöneltilirken
aynı şekilde ya da asıl payını alan tanrı olmaz mı?
Bektaşi tanrıdan hesap sormada, onu sorgulama-
da bir an bile tereddüt etmez.
Bu durumda şeriat Bektaşiyi hiç tereddüt etme-
den mülhid, kâfir olarak niteleyecektir.
Bektaşi şeriatın/kitabın kendine göre akla mantı-
ğa uygun olmayan emirlerini yadsıyarak aklı, somu-
tu elle tutulur gözle görülür olanı ifade eder. O’nun
üstün bellediği tek şey gerçekliğin ta kendisidir, baş-
ka hiçbir güç değil.

25
Ali Yıldırım

Akla, gerçekliğe, mantığa hayatın kendisine ay-


kırı ters gelen ne varsa hangi ad altında sunulursa
sunulsun Bektaşice kabul görmez. Tanrı buyruğu
olarak sunulan ve tartışma kabul etmeyen emirler,
yargılar Bektaşi tarafından ince zeka ürünü sözlerle
eleştirilmekten asla geri durulmaz.

HER GÜN TACİZ ETMEM


Baba erenlere ‘ramazan ayı dileklerin kabul oldu-
ğu aydır, Tanrıdan ne dilersen yerine gelir’ demişler.
Bektaşi ikna olmaya hazır. O da gitmiş camiye, çok-
tan beri ödeyemediği borcunu ödemek için başlamış
Tanrıya seslenmeye,
— Yarabbi, evine ilk defa geldiğim gündür, ben
bunlar gibi günde beş defa gelip seni taciz etmem.
Borcumu verecek kadar para ihsan eyle bir daha gel-
mem demiş.

RIZKINI VERMEDİKTEN SONRA


Yoksul bir Bektaşi derenin kıyısına oturmuş, ça-
murdan adamlar yaparak vakit geçiriyormuş. Yoldan
geçen bir cami hocası babaya takılmak için,
— Kolay gelsin erenler, ne yapıyorsun?
Bektaşi bir yandan işine devam ederken:
— Adam yapıyorum, demiş.
Hoca hiddetlenmiş,
— Olur mu hiç erenler, hâşâ adam yapmak Allaha
mahsustur.
Bektaşi cevabını yapıştırmış:
— Neden olmasın, rızkını vermedikten sonra yap
yap salıver demiş.

26
Bektaşi Fıkraları

FIKRALARDA ÇOĞU ZAMAN


DİNSELLİK BİR VESİLEDİR
Asıl sorun insanın/halkın gündelik dertlerini/so-
runlarını ortaya koymaktır. Eleştiriler, yergiler gözle
görülür, elle tutulur somut konulara / hedeflere yö-
neliktir.
Dünyanın haksızlıkları karşısında bunun bir ka-
der olduğu, alınyazısı olduğu anlayışına karşı çık-
mak aslında toplumsal adaletsizliğe ve eşitsizliklere
karşı çıkmaktan başka bir şey değildir. O nedenle-
dir ki insanın başına gelecek her şeyin önceden tanrı
tarafından belirlenmiş olduğu tüm yoksullukların ve
eşitsizliklerin kaynağının bu olduğu anlayışı Bektaşi-
nin gözünde bir değer ifade etmez. O kader anlayışını
şiddetle reddeder.
İnsanların yazgısı tanrı tarafından önceden çizildi
ise, tüm bu yoksulluklar karşısında tanrının adaleti
hiç de yerinde değildir. Hiç de adil değildir. Konu iki
fıkrada dile getirilir:
Bektaşi çocuklara şeker dağıtırken sorar tanrı
gibi mi pay edeyim, kul gibi mi diye? Çocukların Tan-
rı gibi demesi üzerine kimine bir kimine beş kimine
onar şeker dağıtır. Çocukların itirazı üzerine, ‘bakın
etrafınıza kimi yoksul kimi varlıklı, tabi ki adil değil’
der ve şekerleri bu kez eşit biçimde pay eder.
Aynı şekilde:
Bektaşi meyve isteyen birine ‘Allanın yarattıkla-
rından mı kulun yarattıklarından mı’ diye sorar. ‘Al-
lanın yarattıklarından’ cevabını alınca taş armutla-
rından yenilmesi imkânsız meyveleri getirip önüne
kor. Kendinin elinde ise aşılayıp, baktığı, yetiştirdi-
ği sulu sulu armutlar vardır. Burada insan emeğine
olan saygı dile getirilir, insan eliyle harcanacak çaba-
nın önemine vurgu yapılır, işi Allaha havale emenin
kulu zorda bırakacağı anlatılır.

27
Ali Yıldırım

Bektaşinin insan tarafından, Tanrı adına yapılan


tanrı bölüşümünün ve tanrı yaratımının yerinde ve
olgun olmadığını ifade etmesi dikkate değer. Eşitlik
ancak insan eliyle sağlanabilir.
Kader yani eşitsizlik insanın elliyle ortadan kaldı-
rılabilir, bunun uğraşı verilmelidir.
Dünyadaki haksızlıkları, adaletsizlikleri, eşitsiz-
likleri, “kader”e bağlayıp alın yazısı diye sineye çeken
zihniyete de Bektaşi tahammül edemez.
Halkı bu düşünce ile kandırmağa çalışan ve böy-
lece kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak iste-
yen kimseleri şiddetle eleştirir. Bektaşi böylece hal-
ka insanların meydana getirdikleri adaletsizliklerle,
haksızlıklarla mücadele etmenin gereğini ifade eder.
Kuşkusuz bu kader anlayışı bizzat şeriatın ken-
disinden kaynaklanır. Egemen dinsel anlayışa göre
insanın başına ne geliyorsa -iyilikte, kötülükte- bu
tanrıdandır. Kuran hükmüdür! Bu hükme bakmak
gerekiyor. Şeriat insanı haksızlığa, yoksulluğa, eşit-
sizliğe boyun eğmeye, kadere razı olmağa ikna etme-
ye çalışıyor. Kader tanrının bir eseri olduğuna göre
ona uyulması telkininde, hatta emrinde bulunuyor.
Kuşkusuz bu birtakım zulümkarların suçunu/
sorumluluğunu/payını ortadan kaldırmaz.
Bektaşi bu anlayışı şiddetle eleştirir:

BAŞIM GÖVDEME BAĞLI


Bir mecliste dini konular konuşuluyormuş. Cami-
nin imamı hararetle;
— Şahsen benim başım Kuran’a bağlı, Müslüma-
nız ve her Müslümanın başı Kurana bağlı olmalıdır
diyormuş.
Oradakiler hep beraber hocayı onaylarken, biri
dönüp konukları olan Bektaşiye sormuş:

28
Bektaşi Fıkraları

— Erenler sen ne diyorsun, senin başın nereye


bağlı?
Bektaşi hiç düşünmeden cevap vermiş,
— Nereye olacak, benim başım gövdeme bağlı.

ASLANIN DİŞİSİ DE ASLAN DEĞİL Mİ


Bektaşi babasını yemeğe çağırmışlar. Sofrada
ufak ufak demlenilmeye başlanılmış. Ev sahibi çakır-
keyf olunca, oğlunu yanına çağırıp başlamış “asla-
nım benim, aslanım benim diye sevmeye”
Adamın kızı hizmet etmekteymiş. Gayette becerik-
liymiş. Tembel tembel oturan oğlunu seven ev sahi-
bine dönüp:
— A benim iki gözüm, erkek arslan arslan da, dişi
arslan arslan değil mi demiş.

SÖZ OYUNU ÖZ TEPKİSİ


Bektaşi babasının söz oyunu Türkçenin incelik-
lerini kullanarak yine yobazı, akıl düşmanını yerdi-
ği fıkralarda karşımıza çıkar. Söz oyunu yapar fakat
asıl iş/ustalık/vuruculuk söz oyununda değil içeri-
ğindedir.
Sözgelimi
“Ben fakir bir adamım yemin bulur yemin içerim,
şarap bulur şarap içerim” fıkrasında olduğu gibi.

BAYRAMDAN BAYRAMA
Bektaşiye sormuşlar:
— Rakı içer misin?
— Ak-şam-daaan ak-şa-ma
— Namaz kılar mısın?
— Bayramdanbayrama, bayramdanbayrama!

29
Ali Yıldırım

VALLAHİ İÇMEM
Bir Bektaşiyi şarap içiyor diye yakalayıp kadının
huzuruna çıkarmışlar. Kadı sormuş:
— Sen şarap içermişsin, gerçek mi?
— Haşa efendim.
— And içer misin?
— Vallahi içerim, billahi içerim!
— Öyleyse şimdiden sonra içmeyeceğine and iç!
— Vallahi içmem, billahi içmem!
Bektaşi fıkralarında dinle dünya işlerinin istismar
edilmesine, tanrı ile insan arasına girilmesine, tanrı
adına konuşulmasına onun rolüne, vekilliğine kalkı-
şılmasına ince eleştiriler vardır.
Türlü bağnazlıkların baskısından bunalmış, dü-
şünce ve inanç özgürlüğüne özlem duyan insanların
elinde birer özdeyiştir fıkralar. Fıkralar anlatılmak
istenilen gerçeğin ortaya çıkması için toplumsal zekâ
veya ortak yaratıcılık amacıyla seçilmiş araçlardır.

TİPİKLİK UNSURU
Fıkraları vurgulu, etkili kılan onun tipiklik unsu-
rudur. Tipiklik benzer olayların yaşana yaşana, tek-
rarlana tekrarlana bir nükte ile ifade edilebilir hale
gelmesidir. Aksi bir durum yani tek bir olay üzerine
fıkra ortaya çıkmaz, çıksa bile yaşayamaz, yok olup
diğer.
Ortada ortaklaşa yaşanan ve ortak bir anlayışın
tepkisini, eleştirisini gösteren bir durum söz konu-
sudur.

DÜNYANIN YARATILIŞI
Alevi teolojisi esas olarak dünyanın nasıl yaratıl-
dığı üstüne kafa yarmaz sorular sormaz. O var olanı
kabul ederek yüzünü yaşanan hayata döner.

30
Bektaşi Fıkraları

Diğer yandan dünyanın yaratılışına dair aklına


mantığına sığmayan açıklamaları da eleştirmekten
geri durmaz.

ALTI GÜNDE YARATILAN DÜNYA


Bektaşi’ye sormuşlar, akıllarınca onu sıkıştıra-
caklar:
— Baba erenler, dünya neden böyle inişli çıkışlı,
dağlık, derelik de dümdüz değil?
Baba erenler gülmüş:
— Be kardeşim, altı günde yaratılan dünya, ancak
bu kadar olur...
Bektaşi fıkraları, Bektaşinin şahsında kolektif bir
eleştiri, bir tepkidir. Yani nükte ile dile gelen, ifade
edilen herhangi bir tekil şahıs değildir. O tekil şahı-
sın donunda kolektif kişiliktir.
Bektaşi babası bir kolektif kişiliktir.

SİYASAL ELEŞTİRİ
Egemen dinsel anlayışa yönelik eleştirilerin yanı
sıra fıkralar siyasal eleştiri mesajları da taşırlar.
Fıkralar egemen anlayış karşısında bir savunma
silahı işlevi görürler. Bu savunma egemen değere
karşı bir saldırıya da dönüşür. Çünkü varoluş ko-
şulu, yaşamsal bir direnme/ihtiyaç noktasında bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmışlardır. Açık, net, ke-
sin bir dille söylenmek istenilen söylenir. Zayıfın güç-
lüye, baskı altında tutulanın egemene, mazlumun
zalime karşı başkaldırı/mücadele/kafa tutma aracı
olarak ortaya çıkmışlardır.
Bektaşi fıkralarında Osmanlı hanedanı onu var
kılan idarecileri ile cisimleşen bir kurum olarak fık-
raların hedefi olur.
Bektaşi babası hanedanı onun memurlarının şah-
sında topa tutar. Zaten devlette, egemenlik ilişkileri

31
Ali Yıldırım

de ancak yöneticileriyle somutlanır. Soyut bir devlet


bulmak bilimsel olmayıp politika bilimi ile açıklana-
maz. Bektaşi devleti simgeleyen sadrazamı, veziri,
kazaskeri, şeyhülislamı, kadıyı, valiyi ve hatta padi-
şahı nükteleri ile eleştirirken biz buradan toplumsal
sistemin eleştirisinin ipuçlarını elde ederiz.
Bu yöneticilerin şahsında baskı, zulüm, zorbalık,
rüşvet, iltimas, adam kayırma, adaletsizlik gibi top-
lumu yaralayan konular, düzenin çürüyen yanlan ele
alınır.

SEVABI KADI BOĞMAK


Bektaşi rüyasında cennete gider. Orada bir öküz,
bir deve, bir koyun ve bir ayı görür. Birer birer onlara
cennette ne aradıklarını sorar:
Öküz,
— Ben der, Adem’in çift sürdüğü öküzüm, bu yüz-
den cennete geldim.
Deve,
Ben Muhammedi Mekke’den Medine’ye taşıdım.
Koyun,
— Ben Hazreti İsmail’e gökten inen kurbanım!
Ayıya sıra geldiğinde Bektaşi babası o söyleme-
den,
— Senin sevabın da, herhalde bir kadı boğmuş ol-
maktır der.
Fıkraların, fıkralarda geçen somut kişi adların-
dan, somut yer adlarından somut zaman saptama-
larından tam bir gerçekliğe karşılık geldiğini, bir ger-
çeklik ifadesi olduğunu görebiliriz.

YOLUN CANLI TABLOLARI


Bektaşi fıkraları toplumsal çelişkileri ve bozuk-
lukları eleştirirken iyinin, güzelin, doğrunun, haklı-
nın yanında tavır alır.

32
Bektaşi Fıkraları

Nükteler karşısındakini bir parça gülümsetse


dahi asıl etkisi düşündürmesindedir.
Fıkralar halkın sesi, gücü, sağduyusu, zekâsı, ak-
lıdır.
Yukarıda kısaca anlatımlardan da görüleceği üze-
re Bektaşi fıkra ve nükteleri Alevi-Bektaşi yolunu
anlamada, kavramada, yerli yerine oturtmakta de-
ğerlendirilmesi gereken vazgeçilmez bir kaynak nite-
liğindedir.
Aleviliğin tarihsel gelişimini inanç ve yol karakte-
rini, değerlerini kavrayabilmek için üzerinde durul-
mayan ve bu nedenle de kadri bilinmeyen kaynakla-
rın başında Bektaşi fıkra ve nükteleri yer alıyor.
Alevi-Bektaşi yolunun temel bir kaynağı olarak
fıkra ve nüktelerin incelenmesi gereğine ilk kez eliniz-
de ki bu çalışma ile dikkat çekiliyor. Bektaşi fıkrala-
rını, fıkra sözünden ötürü tebessümle karşılamanın
ötesine geçerek içerdiği derin bilgilere ulaştığımızda
zengin bir hazine ile yüz yüze geliyoruz. Bu fıkrala-
rın Alevi düşünce sistemine, inancına, yoluna, kül-
türüne, tapınmasına ilişkin eşsiz veriler sunuyorlar.
Aleviliğe ilişkin bilgilenme ihtiyacı duyanlara yalnız-
ca Bektaşi fıkralarını sunmanın, onları bu yola dair
eksiksiz bir biçimde aydınlatmaya, Alevi dünyasının
değerlerinin ayrımına varmaya çok önemli katkısı
olacağını düşünüyorum. Ağızdan ağıza söylene söy-
lene günümüze ulaşan Bektaşi fıkraları tarihselliğe
tutulan ayna işlevi görüyor. Zaman, fıkraları Bektaşi
anlayışını ifade eden en rafine sözler haline getiriyor.
Aynı şekilde canlı, somut yaşanmışlıkların siste-
matik bir biçimde sürüp gitmesi fıkralara gerçeklik
olarak yansıyor. Her fıkra acıların, baskıların, yoğun
bir yaşanmışlığın ürünü olarak ortaya çıkıyor. İçin-
de bulunulan ekonomik-sosyal ortam, çelişkiler, yö-

33
Ali Yıldırım

nelimler fıkralarda ifadesini buluyor. Fıkralar kendi


dünyasının tanımlayıcısı oluyorlar.
Fıkraların Anadolu kültür tarihi, Anadolu halkı-
nın toplumsal tarihi açısından da yadsınmayacak bir
önemi var.
Şeriatı kendisine resmi anlayış yaparak her tür-
lü sosyal muhalefeti şeriat adına ortadan kaldırmaya
kalkışan Osmanlı hanedanına karşı sosyal muha-
lefet de dinsel bir kimlikle ortaya, çıkıyor. Osman-
lı’da yoksul Anadolu köylüsünün ideolojisi, bayrağı
Alevilik-Bektaşilik oluyor. Bu bayrağı şöyle bir ara-
ladığımızda sınıf mücadelesini olanca çıplaklığı ile
kaşımızda buluyoruz. Fıkralara işte bu sosyal muha-
lefetin metinleri olarak bakmamamız için hiçbir ne-
den görülmüyor.

34
Bektaşi Fıkraları

BEKTAŞİ
BEKTAŞİ FIKRALARI
FIKRALARI 35
Bektaşi Fıkraları

SEN BANA BİLMECE SORUYORSUN


Hasta bir Bektaşi babası, kurban bayramının
ilk günü ağırlaşmış. Bunu haber alan komşusu bir
imam, cübbesini giydiği gibi soluğu erenlerin başu-
cunda almış. Onun ahrete imanı bütün olarak gön-
dermek niyetindeymiş.
— Söyle bana erenler! Demiş, “Allaha, peygambe-
re, Kuran’a inanıyor musun?
Baba erenler, o halinde bile acı acı gülmüş.
— İşin mi yok, be imam efendi demiş. Ben burada
can çekişmekle meşgulüm, sen kalkmışsın bana bil-
mece soruyorsun!..

BEN BURAYA KADAR BİLİYORUM


Bektaşi hiçbir zaman “lailaheillallah” (Allah’tan
başka tapınacak kimse yok) demezmiş. “La ilahe” de-
yip susarmış, bir gün sormuşlar;
— Devamını neden söylemiyorsun? diye.
Bektaşi’nin cevabı;
— Ben buraya kadar biliyorum.

37
Ali Yıldırım

PARA İLE İMAN


Yolda Bektaşi Babaya, dilencinin biri yaklaşır;
— Allah rızası için, diye sadaka ister.
Baba
— Oğlum, Allah’ın burada bu kadar kelli felli kul-
ları var.
Onlara uğramadan doğru posta bize çatmanda
sebep ne?
— E, para ile imanın kimde olduğu belli olur mu?
— Söyle bakalım, bende para mı var, yoksa iman
mı?
Dilenci düşünür;
— Beybaba sende olsa olsa para var
Baba güler;
— Aman ne güzel! Bende iman olmadığını sen
para olmadığını da ben biliyorum.

SEKSEN YILDIR BOĞUŞUYORUZ


Baba Erenler’e sormuşlar;
— Allah var mı?
Baba Erenler cevap vermiş
— Elbette var, hem de seksen yıldır boğuşuyoruz,
hep onun dediği oluyor.

38
Bektaşi Fıkraları

YA BALIKLARI DÜŞÜNÜRSE
Bektaşi çok dalgalı bir denizde yolculuk yapıyor-
muş. Bir ara o kadar korkmuş ki “Aman Allah” diye
seslenmiş.
Onun bu halini gören yolcular:
— Baba ne korkuyorsun. Allah kerimdir, demişler.
Bektaşi’nin yanıtı şöyle olmuş:
— Ben de biliyorum kerim olduğunu, ya bu defa
balıkları düşünürse!...

KABAHAT TARLAYI GÖSTERENDE


Bir köyde yağmur duasına çıkarlar. Bektaşi de
bunlara uyar. Cemaatin arkasından giderken eline
geçirdiği bir ağaç dalını kendi tarlasına dikerek başı-
nı yukarı kaldırır:
— Bizim tarla da işte burası. Bari iyice bir yağmur
yağdır da sulansın der.
Yağmur duası biter, herkes evine döner ve o ak-
şam şiddetli bir yağmur ve dolu yağar. Bektaşi sa-
bahleyin tarlasını gezmeğe gider. Bir de ne görsün,
dolu kendi tarlasındaki ekini mahvedip toprağa kat-
mış. O vakit de başını yukarı kaldırarak Allah’a şöyle
hitap eder:
— Kabahat sende değil, sana tarlayı gösterende.

39
Ali Yıldırım

BİR EŞEĞİ BİLE


BEKLEYEMEDİKTEN SONRA
Bir gün Bektaşi, mademki Allahın evidir, o halde
en güvenilir yerde orasıdır, diye eşeğini cami avlu-
sundaki bir ağaca bağlar. Bağlarken de “Allaha ema-
net” demeyi unutmaz. İşini bitirir, eşeğini almak için
camiye döner. Bir de bakar ki eşeği çalmışlar. O za-
man şöyle der;
— Ey Allahım, senin evinde sana emanet ettiğim
başı bağlı bir eşeği bile bekleyemedikten sonra cümle
âlemi nasıl idare edeceksin?

ŞUNU BEN YAPSAM CANIMA OKURDUN


Bektaşi, ırmak kıyısında otururken, biri elinde
biri kucağında iki çocukla bir kadın gelir.
Kadın, babaya rica eder, “ Çocuğun bir tanesini
tut, ötekini karşıya geçireyim, gelir bunu da alırım”
der. Baba çocuğa bakar, anne küçük çocuğu karşıya
geçirdikten sonra döner, ötekini alır. Fakat tam ırma-
ğın ortasında ayağı kayınca çocukla beraber boğulur
gider.
Bektaşi yüzme bilmediği için yardım edemez.
Bir yandan bu acıklı manzarayı gören, diğer ta-
raftan karşıdaki çocuğun ağlamasını işiten Bektaşi,
başını yukarı kaldırarak şöyle seslenir:
— Hey Allahım! Şunu ben yapsam, canıma okur-
dun vallahi!

40
Bektaşi Fıkraları

BEN İÇİYORUM
SEN SARHOŞ OLUYORSUN
Felekten bir gün çalmak isteyen baba erenler kıra
çıkmış, ocağı yakmış, nevalelerini pişirmeye başla-
mış, bir yandan da demleniyormuş; derken bir fırtına
çıkmış, ocağı söndürmüş, şişe devrilmiş, her şey bir
yana savrulmuş. Ortalık allah bullak olunca Bektaşi
ellerini göğe kaldırmış:
— İmanım, ben içiyorum, sen sarhoş oluyorsun!
Bu nasıl iştir anlayamadım! demiş.

DAHA ÇAKMAĞINI
ÇAKIP NE BAKIYORSUN?
Kıraç bostanına karpuz eken Bektaşi babası ürü-
nün bol olmasını garantiye almak için Tanrıyı bosta-
na ortak etmeye karar vermiş.
— Allah’ım bu sene seninle bostanda ortağız. İyi
ürün ver. Yarısını ben alayım, yarısı senin olsun…
Yarıdan yarıya ortağımsın.
Gerçekten de o sene karpuz o kadar bol olur ki,
Bektaşi ne yapacağını bilemez. Olacak ya, ertesi ak-
şam müthiş bir fırtına çıkar. Dolu bütün karpuzları
yarar. Sel tarlayı silip süpürür. Bektaşi tarlaya ko-
şar, bakar ki; hiçbir şey kalmamış. İşte tam bu sırada
yıldırım çakar ve bir an ortalık gündüz gibi aydınlık
olur. Baba dayanamaz ve şöyle seslenir:
— İşte yapacağını yaptın. Daha çakmağını çakıp
neye bakıyorsun? Bostan falan kalmadı.

41
Ali Yıldırım

PEPE MUSA İLE KONUŞURSUN


Bektaşinin biri, nasılsa bir gün camiye gitmiş.
Hoca kürsüye çıkmış, vaaz veriyormuş. Musa Pey-
gamberin pepe olduğundan, dilinin açılması için Al-
laha dua ettiğinden Tur dağında Tanrı ile konuştu-
ğundan söz ederken Bektaşi duramaz, ellerini göğe
kaldırarak:
— Dağ başında Pepe Musa ile konuşursun. Gel
benimle konuş, sana neler söyleyeceğim, der.

ZORLA KÂFİR ETMEK İSTİYORSUNUZ


Padişah II. Mahmut’un Bektaşi dergâhlarını ka-
pattırdığı yıllardı. İstanbul’da birçok Bektaşinin ida-
mına fetva çıkmış, ne kadar Bektaşi babası varsa ya
sürülmüş, ya da idam edilmişti.
İşte bu günlerde Bektaşinin birini Ramazan’da
oruç yerken yakalarlar, doğru İstanbul kadısının
karşısına çıkarırlar.
Kadı hiddetle haykırır;
— Bire sen kâfir misin?...
— Hayır Müslümanım.
Bu cevaba büsbütün hiddetlenen kadı, yanında-
kilere emreder;
— Yıkın şu kâfiri falakaya... Kâfirliğini söyleyince-
ye kadar dayak atın… Pestilini çıkarın.
Bu korkunç emri işiten Bektaşi:
— Biraz insaf edin yahu, der. Huzurunuzda bir
kafir Müslüman olsa ona ikram edersiniz, şimdi ben
Müslüman iken zorla kafir etmek istiyorsunuz, bu ne
biçim iş!..

42
Bektaşi Fıkraları

NE ZAMANDAN BERİ MÜSLÜMANSIN?


Baba Erenler, Ramazanda kahvede nargilesini
içip keyif çatarken, birdenbire içeri zaptiye girer ve
Bektaşiye çıkışır;
— Efendi! Sen Müslüman değil misin? diye sorar.
Bektaşi;
— Elhamdülillah Müslümanım! diye yanıt verir.
Zaptiye, Bektaşinin soğukkanlılığına hayret eder.
— Ne zamandan beri Müslümansın?
— Kalu beladan beri!
— Kalu bela, ne demektir?
Derviş omuzlarını silkerek şöyle der;
— “Kalu” ben “bela” sen! Nereden geldin be adam!
Haydi git işine!

SEN DE Mİ ÇOCUKLARA UYDUN?


Bektaşi, Bir Ramazan günü sokakta açlığını gide-
riyormuş. Oradaki bir mollanın kışkırtması üzerine
mahallenin çocukları babayı taşlamaya başlamışlar.
Biçare kaçmış ve şehrin dışına çıkıp yakasını çocuk-
lardan kurtarmış…
Tam o sırada hava ansızın kararmış ve dehşetli,
iri taneli bir dolu yağmaya başlamış.
Zavallı baba, bu kez de doludan kaçmış ve bir
yandan da göğe bakarak şöyle demiş:
— Yarabbi! Sen de mi çocuklara uydun?

43
Ali Yıldırım

YARAT YARAT SALIVER


Günlerce demsiz kalan Bektaşi nasılsa eline ge-
çirdiği bir kaç kuruşla, ufak bir şişe ve bir de ciğer
almış. Dalgın dalgın giderken köpeğin biri elindeki
elindeki ciğeri kapıp kaçmaz mı? Keyfi kaçan Bektaşi
başını yukarı kaldırarak;
— Onun bunun rızkıyla besleyecek olduktan son-
ra, yarat yarat salıver!.. demiş.

SEN ÜSTÜME BİNECEK YOLLADIN


Bektaşi bir yaz günü yokuşu tırmanıp çıkarken,
içinden “Ah, bana bir binecek nasip et Yarabbi” diye
dua eder dururmuş. Biraz sonra bir atlı asker karşı-
sına çıkarak emretmiş:
— Baba, haydi şu atımın yavrusunu sırtla da yo-
kuşu çıkar!
Baba, itiraz etmeye imkân olmadığını anlayınca,
kısrağın tayını yüklenmiş, bin bir sıkıntı ile bir süre
yürüdükten sonra gücü kesilmiş. Zaten yokuş da bit-
mek üzere olduğundan sipahi, babanın haline acı-
yarak artık zorlamamış. Atlı asker oradan uzaklaşır
uzaklaşmaz, baba ellerini havaya doğru kaldırarak;
— Allah’ım, demiş ben senden üstüne binecek is-
tedim, sen bana üstüme binecek yolladın. Acaba ben
mi anlatamadım, yoksa sen mi anlamadın?..

44
Bektaşi Fıkraları

GÖMLEĞİM KURUMASIN DİYE


O yıl kuraklık köy halkının belini bükmüş. Ahali
yağmur duasına çıkmış, ama nafile, Tanrı’nın rah-
meti bir türlü yağmıyor. Bektaşi işe karışmış;
— Bir gün ben de duaya geleyim.
Köylüyle birlikte yağmur duasına çıkan Baba
Erenler:
— Siz bu işi bana bırakın demiş.
Sonra yanlarındaki kuyudan çektiği suyla gömle-
ğini yıkayıp ağaca asmış. Bir süre sonra güneş kay-
bolmuş, bulutlar toplanmış, bir yağmur yağmış ki, o
kadar olur…
Köylü sormuş;
— Baba Erenler bu işi nasıl yaptın?
Baba şöyle demiş:
— Bugünlerde yukarıdakiyle aram hiç iyi değil,
Gömleğim kurumasın diye yağdırdı.

AÇ KULLARINA
AZIK YETİŞTİRMEKTENSE
Bir zamanlar büyük bir kıtlık olmuş. Halk açlık-
tan kırılırken bir de salgın hastalık baş göstermiş,
insanlar yığın yığın ölmeğe başlamış. Bu hale daya-
namayan baba erenler ellerini göğe açarak:
— Hey Allahım, aç kullarına azık yetiştirmektense
böyle toptan öldürmek sana daha kolayına mı geliyor
demiş.

45
Ali Yıldırım

EŞEKLE İNEĞİ
BİRBİRİNDEN AYIRAMADIN
Yoksul Bektaşi’nin bir besili ineği ile bir uyuz eşe-
ği vardı. Fakat eli son derece dardı. Üç boğazı geçin-
dirmeye yetmiyordu geliri. Bir gece açtı ellerini yal-
vardı Tanrı’ya. Beni şu eşekten kurtar diye.
Ertesi sabah ahırın kapısını açtı ki ne görsün?
İnek ölmüş, uyuz eşek kalmış!
O öfkeyle sokağa fırlayan Bektaşi, toplamış milleti
başına. Göstermiş yerde yatanı:
— Bu nedir?
— İnek.
— Ya şu kaşınıp duran uzun kulaklı yaratık?...
— Eşek…
Baba Ereneler:
— Ey kurban olduğum Allahım der. Şu köylüler
kadar olamadın. Sana bin ricada bulunduk, eşekle
ineği birbirinden ayıramadın?

BAK DA SEN UTAN


Baba erenlerin geçmekte olduğu sokakta zaptiye-
ler önünü keser ve ona beklemesini söylerler. Parlak
sırmalı elbiseler giymiş oynak bir ata binmiş olan bir
adam ağır ağır köşkün kapısından çıkmaktadır. Bu
ihtişamlı adamın önünde herkes yerlere kadar eğilir.
Erenler merak edip sorar:
— Kimdir bu zat?
— Mehmet Ali Paşa’nın kullarından biri derler.
Baba erenler o an bir kendi perişan haline bir pa-
şanın kulu denilen adama bakar. Başını göğe kaldırır:
— Hey Allahım!.. der. Bir kendi kuluna, bir de pa-
şanın kuluna bak ve halinden sen utan!

46
Bektaşi Fıkraları

ŞU ÇIPLAKLARI DA GİYDİRSEYDİN
Bektaşi, bir köyden geçerken, perişan ve çıplak
durumda pek çok insan görür. Sonra da temiz, bol
tüylü koyunlar... Kendi kendine der ki:
— Ey Allah’ım koyunları giydirdiğin gibi, şu çıp-
lakları da giydirseydin olmaz mıydı?

MADEN OLDUĞUNU BİLMESEM


Bektaşi dervişlerinden biri aç kalmış açlık canına
yettiğinden, kendi kendine söylenirmiş:
— Hey Allahım, kulunu yaratırsın sonra da rızkını
vermeyip aç bırakırsın, âciz mahlûklarınla eğlenmek
yaraşır mı? Halim sana mâlum. Diyerek yaradana
yakarıp durur.
Kendi kendine konuşarak yürürken, yol üstünde
parlak bir şey gözüne ilişir. Hemen alıp bakar ki sarı
bir altın. Doğru şehre koşar, karnını doyurur, çubu-
ğunu yakar. Liranın üstü olarak aldığı gümüş para-
lara baka baka şöyle söylenir:
— Hey kudretine hayran olduğum sarı mangır,
hani senin maden olduğunu bilmesem, mutlaka Al-
lah diye sana tapardım.

47
Ali Yıldırım

ALLAHIN TAKSİMİ BÖYLEDİR


Çocuklar, ceviz toplamışlar. Bölüşecekler... Fa-
kat, sen çok aldın, ben az aldım, diye kavga ediyorlar.
Bu sırada baba erenler oradan geçiyorlarmış. Kavga
ettiklerini görünce sormuş:
— Çocuklar, neden dövüşüyorsunuz?
Birisi, durumu anlatmış. Baba erenler araya gir-
miş.
— Durun bakalım. Ben size bu cevizleri bir güzel
dağıtırım.
Gelmiş, cevizleri toplamış. Sormuş:
— Çocuklar, ben bir kulum. Kul taksimimi istersi-
niz. Allah taksimi mi?
— Allah taksimi, diye bağırmış bütün çocuklar.
Bunun üzerine baba erenler, kimi çocuğu on ce-
viz, kimisine bir ceviz, kimine üç ceviz vermiş.
— İşte bölüştürdüm, diye gülmüş.
Çocuklar bu bölüştürmeden hiçbir şey anlamayıp
itiraz etmişler.
Baba erenler gülmüş
— Çocuklar siz Allah taksimi istemediniz mi? Ba-
kın bir şu dünyaya... Herkese aynı şekilde mi vermiş
Allah? Kimine bir, kimine bin.. Allah taksimini istedi-
ğinize göre herkes payına razı olsun.

48
Bektaşi Fıkraları

TADINA BAKMADIN MI?


Bektaşi’nin biri yazın sıcağında seyahat ederken,
bir su kenarına canını zor atar. Gölgesine sığındığı
ağaçtan, biraz sonra meyveler düşmeye başlar. Karnı
acıkmış olan baba, bunlardan bir kaç tanesini ağzına
atmasıyla:
— Hay Allah kahretsin, murdar şey, diye küfret-
mesi ve çıkarıp atması bir olur.
Biraz ilerde oturan bir softa bunu işitince:
— Behey mel’un, zındık herif, Allah’ın Kuran’da
methettiği mübarek zeytine böyle küfredilir mi?
— Demek Allahın Kuran’da methettiği mübarek
meyve budur öyle mi? Der ve avucuna bunlardan bir
kaç tanesini alarak başını havaya kaldırır:
— Hey Allahı, şu nesneyi methetmeden önce bir
defacık olsun tadına bakmadın mı?

BEN HER GÜN TACİZ ETMEM


Cami hocası “Ramazan ayı, dileklerin kabul olun-
duğu aydır. Allahtan ne istersen verir” diye vaaz ve-
riyormuş.
Bektaşinin biri de bunu duymuş. Çoktan beri ve-
remediği borcunu ödemek amacıyla Allahtan dilekte
bulunmak için camiye gitmiş.
— Yarabbi, evine ilk defa geldiğim gündür. Ben
bunlar gibi günde beş defa gelip seni taciz etmem.
Borcumu verecek kadar para ihsan eyle. Bir daha
gelmem, demiş.

49
Ali Yıldırım

BİRAZ DAHA DAYAN ALLAHIM


Bektaşi bir gemiye biner.
Gemi sahilden ayrılır ayrılmaz, fırtına başlar. Fır-
tına gittikçe azar. Herkes korku içindedir.
Nihayet adaklar başlar:
— Yarabbi, kurtulayım, beş koyun kesip fakir fu-
karaya dağıtacağım.
— Allahım! Canımı kurtar, fakirlere para dağıta-
cağım.
— Ey ulu Tanrım! Şu beladan sağ salim kurtula-
yım, malımın yarısını fakirlere vereceğim.
— Yarabbi, yardım et!..
Kenarda sessiz sedasız duran Bektaşi şöyle der:
— Allahım! Tam alışveriş zamanı. Biraz daha da-
yan, hepsi vere vere benim gibi züğürt kalacak.

O HIRSIZI BİLİR
Hırsız, Bektaşi babanın kapısını sökerek çalıp gö-
türmüş. Bunun farkına varan baba, mahallesindeki
mescidin kapısını kaldırdığı gibi kendi evine getirip
takmış. Komşuları bunu neden yaptığını sorunca,
Baba Erenler şu yanıtı vermiş:
— Benim evimin kapısını çaldılar. Ben de hırsızı
bulup cezalandırmayı Allah’a bıraktım. Çünkü hır-
sızın kim olduğunu pekâlâ bilir. Onu yakalasın ve
benim kapımı alıp kendi evine taksın.

50
Bektaşi Fıkraları

TESLİS
Dergaha yeni katılan dervişlerden biri ‘Hak, Mu-
hammed, Ali’ üçü birdir biri üçtür söylemine akıl er-
dirememiş. Evvela rehberine, bilemeyince onun dela-
letiyle mürşidine sormuş:
— Ne olursunuz, şu Allah, Muhammed ve Ali fark-
larını bana öğretir misiniz?
Mürşid yolun hazmolunması devrelerine girme-
yen bu konuyu açıklamaktan çekinmeyerek başla-
mış şöyle anlatmaya:
— Yavrum üçü birdir, biri üçtür. Bir dersen günah
olur, üç dersen günah olur. Çünkü, Allah Allahtır, Ali
Allahtır, Muhammed onun kuludur, hem mürşididir.
İkisi birdir. Fakat aslında üçü birdir. Biri de üçtür.
Baş, gövde ve ayaklar gibi...
Talibin aklı bir türlü ermediğinden aval aval bak-
mış. Mürşid devamla daha çok, fakat hep aynı çerçe-
ve içinde söz söylemiş. Sonunda adamcağızın nefesi
tükendiği ağzı köpürdüğü halde kendi de içinden çı-
kamamış ve kızarak sonmuş:
— Anladın mı evlat bundan ibarettir.
Talip haklı olarak “anlamadım” demiş. Bunun
üzerinde Bektaşi babası asabileşerek sesini yükselt-
miş:
— Anladım de, anladım de, de demiş. Yoksa an-
lıyamazsın. Otuz yıldır bu kapının ekmeğini yerim,
ben de anlıyamadım.

51
Ali Yıldırım

KENDİ OĞLUNA
HAYRI DOKUNMAYANIN
Baba erenler komşusu cami hocasının “Allahın
her şeye kadir olduğu” yönündeki sözlerinin anlamı-
nı düşünmüş taşınmış, içinden çıkamadığı için hoca-
dan sormaya karar vermiş:
— Komşu, demiş bizim Peygamberimiz Allahın
sevgilisi gözbebeği değil midir? Böyle olduğu halde ne
hikmettir ki, Yezid diye biri ortaya çıkıyor, Peygam-
berin torunlarını Kerbela’da zulümlerle şehit ediyor.
Cenabı Hak her şeye kadir ise, peygamberimizin to-
rununun katline neden göz yumdu?
Hoca, verecek cevap bulamayınca Bektaşi’ye çı-
kışmış:
— Hayrihi ve şerrihi min Allahi taalâ... Yıkıl kar-
şımdan, kafir oldun!
“Kâfir oldun!” sözü üzerine Bektaşi kendi kendine
söylenmiş:
— Madem kâfir oldum, ben de gider papaza danı-
şırım!
Aynı soruyu papaza da sormuş. Papaz:
— Bak dostum, demiş bizim peygamberimiz İsa
üstelik Allahın oğludur. Ama yine de nasıl öldü, bil-
miyor musun? Başına dikenli taç giydirdiler, çarmıha
gerip kollarını ayaklarını kan revan içinde çivilediler.
Bektaşi bunun üzerine papazın sözünü kesip şöy-
le demiş:
— Anladım, anladım... Kendi oğluna hayrı dokun-
mayanın torunlarına dokunur mu? diyeceksin...

52
Bektaşi Fıkraları

ALLAHI RAHATSIZ ETME!..


Bektaşi, namazı bitirip tespih çeken ve her tanede
Allah’ın adını anan, Ömer adlı softaya seslenmiş:
— Ömer!
— Ne var?
— Ömer!
— Ne var yahu?
— Ömer!
Ömer dayanamayıp ayağa fırlamış. Bizimkinin ya-
kasına yapışmış:
— Ne var be? Ne diyeceksen desene...
Baba erenler gülmüş.
— Kardeş, dur hele dur! Bak ben sana üç defa
adını söyledim, öfkeden beni dövmeye kalkıştın. Hâl-
buki sen, günde beş defa ve doksan dokuz kez Allah’a
sesleniyorsun. Gör ki şimdi Allah sana nasıl kızıyor...

DUASI MAKBUL DEĞİL


Dilencinin biri, bir Bektaşi dervişine:
— On para ver, sana dua edeyim! demesiyle, Bek-
taşi onluğu verip:
— Duanı istemem, der. Dilenci:
— Hayırlı duamı niye istemiyorsun, deyince Bek-
taşi:
— Dua bir işe yarasaydı duayı kendine ederdin de
dilencilikten kurtulurdun! demiş.

53
Ali Yıldırım

İSLAMIN ŞARTI
Softanın biri, Bektaşi’yi aklınca din bilgisinden sı-
nava çekmiş.
— İslamın şartı kaçtır?
— Birdir!
— Bre adam! Sen daha İslamın şartını bilmiyor-
sun, bir de dervişim diye geziyorsun!
Bektaşi taşı gediğine koymuş:
— Kızma be hocam! Hac ve zekatı siz kaldırdınız,
namaz ile orucu da biz kaldırdık, geriye kala kala ke-
lime-i şahadet kalmadı mı?

BESMELEYİ VAKTİNDE
ÇEKMELİYDİN!
Adamın biri çocuğunu döver. Her dayağa başlar-
ken de besmele çekermiş. Bektaşinin biri bunu göre-
rek besmele çekmesinin sebebini sormuş. Adam şu
cevabı vermiş:
— Allah tesirini halketsin diye besmele çekiyorum.
Bunu işiten Bektaşi şöyle demiş:
— İmanım, sen o besmeleyi oğlanı yapmadan önce
çekmeliydin!...

54
Bektaşi Fıkraları

ŞIMARTIYORUZ
Hava son derece sıcak. Bektaşiyi fena halde ha-
raret sarmış. Çarşıya gitmiş, bir karpuz almış. Serin
bir gölgelik bularak oraya oturmuş. Karpuzu yeme-
ğe hazırlanmış. Fakat kesip de ağzına bir lokma alır
almaz fena halde sinirlenerek önce karpuzcuya bir
küfür basmış, sonra da:
— Hey Allahım, şu karpuzu yaratırken biraz şe-
keri mi esirgedin? Kullarına bir nimet ihsan eder-
sin. Fakat onu da hiçbir zaman tam vermezsin, diye
söylenmeğe başlamış. Karpuz son derece tatsızmış.
Fakat, Bektaşi verdiği paraya acıyarak atmağa kıya-
mamış. İçini yeyip kabuklarını bir kenara atmış. O
sırada oradan geçen bir fakirin gözüne karpuz ka-
bukları ilişmiş. Fakir hemen oraya çömelmiş. Karpuz
kabuklarını alıp kemirmeğe ve her kemirdikçe de:
— Çok şükür yarabbi, bana bugün de bir nimet
ihsan ettin. Aman ne leziz karpuzmuş, diye söylen-
meye başlamış. Bektaşi dayanamamış. Hemen yerin-
den fırlamış. Ellerini beline dayamış:
— Ben onun içini yedim. Fakat tatsız olduğu için
Allaha şükretmedim. Sen kabuklarını yiyorsun, hiç
durmadan şükrediyorsun. İşte böyle gereksiz yere
dalkavukluk ediyorsunuz onu şımartıyorsunuz, diye
bağırmış.

55
Ali Yıldırım

ALLAHI KEL ALIŞTIRDINIZ


Bektaşinin biri bir yere gidiyormuş. Giderken bir
pınar başına varmış. Oraya oturmuş. Bakmış bir fa-
kir yolcu soğan ile ekmek yiyor. Fakir ekmeği yedik-
ten sonra “elhamdü lillâh” (çok şükür yarabbi) de-
miş. Bunun üzerine Bektaşi:
— Yahu, böyle soğanla kuru ekmek yiyerek şük-
rettiğinizden değil mi ki Allahı kel alıştırdınız, demiş.

ALLAHIN YAZISI
Bir toplulukta Kuran’ın anlatım mükemmelliğin-
den söz ediliyormuş. Birisi sormuş:
— Allahın sözü bu kadar güzeldir, acaba yazısı
nasıldır?
Mecliste hazır bulunan Bektaşi soruyu yanıtla-
mak için atılmış:
— Herhalde hiç güzel değildir.
Hep birden sormuşlar:
— Baba, nerden bildiniz?
Bektaşi yanıtlamış:
— Nerden olacak alnımın kara yazısından!..

56
Bektaşi Fıkraları

RIZKINI VERMEDİKTEN SONRA


Yoksul Bektaşi, derenin kıyısına oturmuş, çamur-
dan adamlar yaparak vakit geçiriyormuş. Yoldan ge-
çen bir tanıdık merak edip sormuş:
— Kolay gelsin erenler, ne yapıyorsun?
Bektaşi bir yandan işine devam ederken:
— Adam yapıyorum, demiş.
Adam bilgiç bilgiç:
— Olur mu, adam yapmak Allah’a mahsustur. Ko-
lay mı, adam yapmak?
Bektaşi bu hiç sözün altında kalır mı?
— Neden olmasın. Rızkını vermedikten sonra yap
yap salıver, demiş.

ACABA KİME VERDİ?


Bektaşi nasılsa camiye gitmiş. Girerken eşeğini
bağlayacak bir yer bulamayarak, “Allah’a emanet”
deyip, avluya bırakıp içeri girmiş.
Namazdan sonra çıkıp eşeği bulamayınca, kendi
kendine şöyle demiş:
— Benim gibi, kim bilir kaç insan kendisinden
eşek istedi. O da tutup birine verdi herhal!...

57
Ali Yıldırım

ALLAHIN KULU
YALNIZ SEN DEĞİLSİN!
Hoca ile Bektaşi yol arkadaşı olmuşlar. Hocanın
atı, Bektaşinin ise eşeği varmış. Akşam çayırlık bir
yere gelmişler, geceyi burada geçirmeye karar ver-
mişler. Yemeklerini yedikten sonra, yatacakları sıra-
da hoca:
— Yarabbi, beygirimi sana emanet ettim, sen sak-
la, demiş.
Bektaşi de:
— Pirim, benim eşeği de sen bekle, diye ısmarla-
mış.
Hoca hayret ve kızgınlıkla.
— Efendi, Allah’a emanet et. Günaha giriyorsun,
demişse de Bektaşi aldırmamış. Yatıp uyumuşlar.
Sabahleyin bir de bakmışlar ki, hocanın atını
kurtlar yemiş, eşek ise otluyor. Hoca hayretle söy-
lenmiş:
— Bu nasıl şey? Allah’a emanet ettiğim beygir git-
miş. Bektaşinin eşeği ise duruyor.
Bunu duyan Bektaşi şöyle demiş:
— Bunda hayret edecek bir şey yok Hoca Efendi.
Allah’ın kulu yalnız sen değilsin ya, muhakkak bek-
leyeceği daha önemli şeyler vardı. Hâlbuki bizim Pirin
biricik dervişi benim. Hesap soracağımı bildiği için
malımı sabaha kadar bekledi.

58
Bektaşi Fıkraları

BİZİ UÇURANLAR MÜRİDLERDİR


Bektaşi şeyhlerinden birine;
— Sizin göklerde uçtuğunuzu söylerler, doğru
mu? diye sorarlar.
Bektaşi başını sallayarak cevap verir:
— Biz uçmayız. Bizi uçuranlar müridlerdir

UĞURSUZLUK HANGİMİZDE?
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber
akşama kadar uğraştığı halde bir keklik bile vura-
maz. Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir
dervişin uğursuzluğuna bağlar. Sokaklara seslenir.
Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külâhlı, sırtı
kambur birinin önünden geçtiğini ve hemen bu ada-
mı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi baba-
larından meyhor Hamza Babayı yaka paça huzura
getirirler. Sultan:
— Bre uğursuz, ne bakar!... Bugün sabahleyin kar-
şıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastla-
madım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini...
Baba bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini
açıklamak için söz alır:
— A devletlûm siz beni gördünüz bir keklik vura-
madınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gör-
düğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin
uğursuzluk hangimizde!...

59
Ali Yıldırım

CİMRİLİĞİ ÜSTÜNDE
Bektaşi, hamamda yıkandıktan sonra, bedelini
ödemek için elini cebine atmış, ama görmüş ki tek
kuruşu yok... Ne yapsın?
— Hey koca Tanrım, demiş ya bana hamamcıya
ödeyecek kadar para ver, ya da şu hamamı yık...
Rastlantı bu ya, tam o sırada bir deprem olmuş,
hamam sallanmış, gürültü patırtı arasında herkes
sokağa çıkmış. Bektaşi de hamamcıya parayı öde-
mekten kurtulmuş. O sevinçle yürüyüp giderken, bi-
raz ötede bir yoksulun dua ettiğini görmüş. Adamca-
ğız ellerini açıp:
— Allahım, diye yakarıyor, ne olur bana 100 ku-
ruş ihsan et, diyormuş. Bektaşi yoksulu uyarmış:
— Nafile yere dua etme! Seninkinin bugünlerde
hasisliği üstünde. Bana bir kuruş vermemek için
koskoca hamamı yıkayazdı, sana 100 kuruş verme-
mek için dünyayı başımıza geçirir.

FAKİRLİĞİN ZIDDI
Üç beş kişi toplanmış konuşuyorlardı. Fakirliğin
iyiliğinden, sabır eden yoksulun cennete daha evvel
gideceğinden, öbür dünyada kazanacağı ödüllerden,
uzun uzadıya söz ediliyordu. Sonra konuşmaya hiç
katılmayan Bektaşi’ye düşüncesini sordular:
— Erenler, siz ne dersiniz?
Derviş yanıt verdi:
— Dediğiniz doğru, fakat ben yine de Cenabı
Hak’tan fakirliğin zıddı olan fenalığı vermesini isterim.

60
Bektaşi Fıkraları

BAŞIM GÖVDEME BAĞLI


Bir mecliste dini konular konuşuluyormuş. Köy
camisinin imamı bir görüş ileri sürmüş:
— Şahsen benim başım Kuran’a bağlı.. Çünkü
Müslümanız ve her Müslümanın başı Kuran’a bağ-
lıdır.
Softanın bu görüşü büyük oranda kabul görmüş
ancak, kenarda konuşulanları dinleyen Bektaşi der-
vişinden hiç ses çıkmamış. Birisi sormuş:
— Erenler sen ne diyorsun? Senin başın nereye
bağlı.
Bektaşi hiç düşünmeden cevap vermiş.
— Benim başım gövdeme bağlı.

ALLAHA KABAHAT BULMA


İki Bektaşi dervişi bir kış günü yola çıkmışlar. Fa-
kat biraz sonra müthiş bir kar fırtınasına tutulmuş-
lar. Kuytu bir tarafa çekilerek soğuktan titremeğe
başlamışlar. Dervişin biri, soğuğun ve tipinin şidde-
tine tahammül edememiş:
— Hey Allahım! Şurada iki garip dervişi soğuktan
dondurmak senin şanına düşer mi? diye söylenmiş.
Arkadaşı derhal şu cevabı vermiş:
— Derviş Mehmet, Allaha kabahat bulma. Bu işe
o karışmaz. Başımıza gelen bu iş o ferman dinlemez
Mart ayının halt etmesidir.

61
Ali Yıldırım

AHRETTE CÜMBÜŞ VAR


Bektaşinin biri dergâhın kapısına çömelmiş çubu-
ğunu çekerken bir cenaze geçer. Hafifçe doğrularak
cemaatin birine sorar:
— Kim bu?
— Tanbûri Esad Efendi...
Az sonra bir cenaze daha görünür. Bektaşi yine
sorar:
— Bu kim?
— Udi Ali Efendi...
Biraz sonra bir cenaze daha görünür. Erenler tek-
rar sorar:
— Bu da kim?
— Gazelhan Hâfız Safvet Efendi...
Çok geçmeden, Darbukacı Hâzım’ın cenazesinin
geçtiğini de gören Bektaşi, çubuğundan uzun bir ne-
fes çekip gülümser:
— Desene bu akşam ahrette cümbüş var!...

62
Bektaşi Fıkraları

TUTAR SAHİBİNE TESLİM EDERİM


Yanya vilâyetinin Parmadi kasabanın köylerinden
birine bir hoca gelerek misafir olmuş. Karye ahâlisi
Bektaşi yoluna mensupmuş. Hocayı gayet güzel ağır-
layıp sohbete dalmışlar.
O esnada bir köylü gelerek hoca efendiden sor-
muş:
— Hoca efendi, ben geçen gün bir koyun çaldım
idi. Bunun günahı var mı?
— Tabi günahı vardır. Tövbe eder ve koyunu sahi-
bine iade eylersen günahtan kurtulursun.
— Fakat koyunu kestim yedim.
— O halde sahibine bedelini verir ve onunla helal-
laşırsın.
— Sahibini de bilmem. Buradan sürü ile geçiyor-
lardı.
— Öyle ise yarın kıyamette o koyun çıkar, senden
bu beni çaldı diye davacılık eder.
— Mademki koyun çıkacak, boynuzlarından tu-
tar orada sahibine teslim ederim, olur biter, cevabını
verir.

63
Ali Yıldırım

KİBİRSİZ EVLİYA
Babaya sormuşlar:
— Evliya nasıl olur?
Baba:
— Nasıl olacak? Senin, benim gibi biri...
— Peki, sen evliya mısın?
— Evliyayım elbette!
— Öyleyse bir keramet göster bakalım. Mesela şu
karşıdaki ağacı yürüt..
Bektaşi ciddileşmiş ve ağaca doğru.
— Yürü ya mübarek, diye seslenmiş.
Fakat hiç ağaç yürür mü? Bir kez daha, bir kez
daha...
Ağacın yürüyeceği yok. Baba bakmış ki olacak
gibi değil.
Kalmış ve kendisi ağaca doğru yürümüş.
Ne yaptığını sorduklarında, gayet sakin yanıt ver-
miş:
— Kardeşler, evliyada gurur, kibir olmaz. Ağaç
bize gelmedi mi, kalkıp biz ona gideriz, olur biter!

64
Bektaşi Fıkraları

GANİ BABA’NIN MUSKASI


Sivas vilayetinin Divriği kazasında Anzagar ismin-
de bir köy vardı. Gani Baba isminde âlim ve fazıl bir
zat bir Bektaşi tekkesi açmıştı. Ve başına kalabalık
bir muhip kitlesi toplamıştı. Gani Babanın şöhreti
günden güne etrafa yayılıyordu. O nispette de mu-
hiplerinin adedi arttıkça artıyordu. Hatta Sarı Çiçek
Yaylasının en ücra köşelerine çekilip derebeyi salta-
natı süren aşiret reisleri bile ona karşı büyük bir hür-
met besliyorlar... Vakit vakit ziyaretine geliyorlardı.
Arapkir civarında, Maraş yakınlarına kadar yayıl-
mış olan meşhur Atma aşiretinin reisi Battal bey is-
minde bir zat vardı. Bu Battal Beyin koyun sürülerini
bekleyen koca çoban köpeklerinden biri hastalandı.
Yapılan ilaçlar fayda etmedi. Battal Bey son derece
müteessir bir halde düşünürken birden bire aklına
Gani Baba geldi. Derhal hasta köpeği bir hayvanın
sırtına yüklettirdi. Yanına semiz bir koyun katarak
adamlarına teslim etti. “Bunları Baba Erenlere götü-
rün Köpeğe bir muska versin. Koyunu da kesin afiyet-
le yesin” dedi. Battal beyin adamları köpekle koyunu
tekkeye götürdüler. Gani Babaya teslim ettiler. Battal
Beyin söylediklerini de söylediler. Gani Baba oturdu,
hemen bir muska yazdı. Köpeğin boynuna taktı.
Hasta hayvanı tekrar Battal Beye yolladı. Aradan
birkaç gün geçti. Köpek tamamen iyileşti. Battal Be-
yin de artık keyfi yerine geldi.

65
Ali Yıldırım

Bu mesele derhal etrafa yayılmaya başladı. Divri-


ği kasabasında fena akisler yaptı. Divriği kadısı, bu
meseleyi duyar duymaz fena halde hiddetlendi. “Vay,
zındık herif... Köpeğin boynuna muska asmış ha?..
Bu dinsiz Bektaşinin katli vaciptir” diye bağırıp ça-
ğırmağa başladı. Kadının taassup damarları o kadar
galeyana geldi ki dayanamadı. Hemen kağıt kaleme
sarılarak: “Burada, Gani Baba isminde bir zındık
ve mülhid türemiştir. Kuran’ı mübinin ayetlerinden
muskalar yazıp köpeklerin boyunlarına takıyor...
Bundan dolayı halk heyecan içindedir. Bu herifin
derhal şer’an icabına bakılmazsa, çok fena neticelen
husule gelecektir” diye resmi bir tahrirat yazdı. İstan-
bul’a, Şeyhülislama yolladı.
O tarihte Şeyhülislam Dürrüzâde Abdullah Efendi
idi. Bu zat da fena halde hiddetlendi. Derhal Gani
Babanın katline fetva vermek istedi. Fakat Sultan
Hamidin de iradesini almak için Divriği kadısının
tahriratını, Mâbeyn baş kitâbetine gönderdi. Sultan
Hamid, kadının tahriratını dikkatle gözden geçirdi.
Buna ciddi bir mana veremedi:
— Derhal bir heyet gitsin. Bu meseleyi tahkik et-
sin. Eğer Divriği kadısının sözleri doğru ise o Bekta-
şi Babası muhâfaza altında İstanbul’a getirilsin diye
iade etti.
Saray adamlarından, Bâb-ı Ali erkânından ve Şey-
hülislam tarafından intihab edilen ulemâdan oluşan
heyet seçildi. Divriği’ye gönderildi. Tahkikata girişil-
di. Divriği kadısı yana yakıla meseleyi anlattı:
— Daha birkaç gün evvel, o taraftan gelenlerden
sordum. Muska, daha hâlen köpeğin boynunda asılı
imiş... Bundan daha kuvvetli delil mi olur? Bu herif
mutlaka şer’an katledilmelidir, diye bağırmaya baş-
ladı.

66
Bektaşi Fıkraları

Heyet tarafından Battal Beyin köyüne zaptiyeler


gönderildi. Köpek getirildi. Muska, hakikaten köpe-
ğin boynunda idi.
Derhal, Kaymakamın odasında bir meclis kurul-
du. Evvelâ, Divriği kadısı tarafından bildirilen mus-
kanın köpeğin boynunda asılı olduğuna dair bir zabıt
tutuldu. Sonra büyük bir merak ve heyecanla açılan
muska okundu. Köpeğin boynundan çıkarılan kâğıt-
ta, şu satırlar bulunuyordu.
Tamah ettim etine,
Muska verdim itine,
Tutarsa tutmazsa da ipime...

67
Ali Yıldırım

NEFİRİMİ BENİMLE
BİRLİKTE GÖMÜNÜZ
Bir Bektaşinin yanından hiç ayırmadığı sevgili bir
nefiri (borusu) vardı. Bir gün derviş hastalanır, iyileş-
mesinden ümit kesilir. Arkadaşları yanına gelip:
— İnşallah iyileşirsiniz. Fakat her ihtimali düşün-
mek gerekir. Eğer bir vasiyetiniz, son arzunuz varsa
haber veriniz, derler. Derviş:
— Son arzum sevgili nefirimi benimle beraber
gömmenizdir, deyince oradakiler hayretle:
— Onu mezarda ne yapacaksınız?
— Dünyada bana çok defa lâzım oldu. Mahşerde
de lâzım olacağına şüphem yoktur. Çünkü orada yuf
borusu çalacak çokları vardır. Onlara karşı yuf boru-
su çalacağım, cevabını verir.

ÇOK YAMANSIN
Bektaşinin biri dere kenarından geçerken eşeği
çamura saplanır. Yularından çekmeğe başlar. Hay-
van çabaladıkça çamura gömülmektedir. Zavallı der-
viş bağırır “Yetiş ya Ali!...”
Yalvarmanın da faydası olmaz. Hayvan artık kı-
mıldayamayacak bir hale gelir. O sırada babanın se-
sini işiten bir yolcu yanına yaklaşır. “Çekil baba” der.
Hemen eşeği kuyruğundan yakalayarak “Yetiş ya
Osman” demekle beraber hayvanı çamurdan çıkarır.
Manzaraya şahit olan Bektaşi gülümseyerek:
— İmanım Ali, der. Sen çok yamansın vesselâm.
İyi işlere kendin koşarsın. Böyle pis işler oldu mu Os-
man’ı gönderirsin!...

68
Bektaşi Fıkraları

HEPSİNİ BİRER KEZ ALDATTIM


Bir gemi Karadeniz’de şiddetli fırtınaya tutulmuş.
İçindekiler kurtuluş için evliyalara adaklar adamış-
lar. Yolcular arasındaki Bektaşi de bunlara ilgisizce
bakarmış. Kendisine bildiği evliyadan birine bir şey
adamasını söylemişler. Bektaşi, önce aldırmamış
ama baskı karşısında.
— Bu fırtınadan kurtulursam, adını bilmediğim
velinin türbesine, bir kurban adağım olsun, demiş.
Yolcular, hayretle sormuşlar:
— Yahu! Hiç adını bildiğin evliya yok mu?
Baba Erenler yanıt vermiş:
— Pek çok ama, hepsini birer kez aldattım!

GÖNÜL RAHATLIĞIYLA
Bektaşi babalarından biri öleceği sırada, oğlunu
yanına çağırarak, vasiyette bulunur:
— Yavrum ben ölünce nefirimi de (Boynuzdan ya-
pılmış boru) mezara beraber gömdür. (İslam’da böyle
bir adet yoktur)
Oğlu hayretle sormuş:
— Niçin baba?
— Mahşer günü Hazreti Adem’den Hazreti Hü-
seyin’e kadar bütün büyüklerin ayaklarına kapanıp
şefaatlerini dileyeceğim. Kabul ederlerse ne âlâ, et-
mezlerse hepsine bir “yuuh” borusu çekerek gönül
rahatlığıyla cehenneme gideceğim.

69
Ali Yıldırım

BİZDEN SANA GELEN OLMAZ


Birkaç Alevi kente inmiş. Dolaşırlarken öğlen eza-
nı okunmaya başlamış. Bir camideki ezan bitmeden
diğer camide başlıyor, uzadıkça uzuyormuş. Aynı
sözleri duymaktan bıkan Alevi başını minareye doğru
çevirerek bağırmış.
— Değil bir, bin kere seslensen bizden sana gelen
olmaz...

KAÇIN SİZLERİ EZMESİN


Bektaşi eşeğini yol kenarında çayıra salmış. Kendi
de bir ağacın gölgesinde istirahate çekilmiş. Başıboş
kalan hayvan otlaya otlaya bir yarın kenarına ka-
dar gelmiş. Bektaşi hayvanın uçuruma yuvarlanmak
üzere olduğunu görünce aklı başından gitmiş. Yerin-
den fırlamış, seğirtmiş. Fakat tam Bektaşi eşeğin yu-
larına yapışırken hayvanın ayağı kaymış, uçuruma
sarkmış. Bektaşi bütün kuvvetiyle yulara asılmış.
Eşeği kurtarmak için çekmeğe başlamış. Fakat mer-
kebin ağır ağır uçuruma doğru daha fazla kayması-
na mani olamamış. Bektaşi yulara asılmakta devam
ederken haykırmaya başlamış:
— Ya Ali imdada gel, eşek gidiyor!
— Ya Hasan, merhamet et hayvan gidiyor!
— Ya Hüseyin, meded eyle, merkep gidiyor!
— Ya Hacı Bektaş, koş yetiş ben de gidiyorum!
Bektaşi de takat kalmamış, bir kere daha seslen-
miş: yuları koyuvermiş:
— Ya Ali, Ya Hasan, Ya Hüseyin, Ya Hacı Bektaş-ı
Veli, pirim, sultanım, eşeği bırakıyorum. Geldiyseniz
kaçılın, bari sizleri ezmesin!

70
Bektaşi Fıkraları

SIK SIK SU İLE OYNANIR MI?


Bektaşinin biri, bir bayram günü camiye dalmış.
Derhal cemaate uyup namaz kılmağa başlamış. Fa-
kat namaz kılarken kendini tutamayıp hafiften yel-
lendiğinden, yanındaki adam kokudan anlamış. O
durumda Bektaşinin namaza devam ettiğine hayret
etmiş. Hemen Bektaşinin kulağına eğilerek:
— Azizim... Abdestiniz bozuldu. Gidip abdest taze-
lesenize, diye fısıldamış.
Bektaşi hiç aldırmamış. Fakat inatçı bir sofu olan
adam, bu ihtarı bir daha tekrarlamış. Hemen o da
sofunun kulağına eğilerek:
— Be imanım... Cenabı Hakkın bizi kuru balçık-
tan yarattığını bilmiyor musun? Öyle sık sık su ile
oynanır mı ya?...

BEN KILDIM OLDU


Bektaşinin biri, bir softaya sormuş:
— Abdest almadan namaz kılmak olur mu?
— Kesinlikle olmaz.
Bektaşi gülmüş:
— Amma da yaptın! Ben kıldım, pekâlâ oldu.

71
Ali Yıldırım

SIRA ONA DA GELİR


Bektaşi abdest alıyormuş. Onun ilkin sol ayağını
yıkadığını gören softa müdahale etmiş.
— Erenler, güzel abdest alıyorsun ama ters oldu.
Önce sağ ayağını, daha sonra sol ayağını yıkaman
gerek.
Bektaşi yanık vermiş:
— Niye acele ediyorsun imanım? Bu bitsin, elbet
sıra ona da gelir.

SENİN O DEDİĞİN SULU NAMAZDIR!


Softanın biri, namaza alıştırarak hayır kazanmak
için babalardan birini bulmuş ve demiş ki: “Eğer her
gün namaz kılarsan, sana günde beş lira verece-
ğim...”
Babanın canına minnet... “ Hay hay” demiş ve ca-
miye gitmeye başlamış. Softa, babanın durumunu
izlerken, onun abdest almadan camiye girdiğini gör-
müş. Gidip sert bir dille çıkışmış:
— Erenler! Bu nasıl iş? Namazı, abdest almadan
kılıyorsun. Sevap kazanacağın yerde üstelik günah
işliyorsun. Abdestsiz namaz olur mu?
Baba Erenler hiç istifini bozmadan şöyle demiş:
— Bak birader, senin o dediğin sulu namazdır. O,
değil beş, on liraya bile çekilmez.

72
Bektaşi Fıkraları

BUYURURSAN ABDEST DAHİ ALIRIZ


Bektaşinin biri bir sofuya misafir olur. Namaz
vakti gelince sofu:
— Erenler, kalk namaz kılalım!... der.
Bektaşi:
— Eyvallah mirim!... diye kalkar, beraberce namaz
kılarlar. Bir aralık sofu, Bektaşinin abdestsiz namaz
kıldığının farkına varır ve sorar:
— Sen galiba namazı abdestsiz kılıyorsun. Zira
abdest aldığını görmedim!...
— Behey imanım, der Bektaşi: Namaz kıl dedin
kıldık. Şayet buyurursan abdest dahi alırız...

ZATEN ABDESTSİZ KILMIŞTIM


Yoksul bir Bektaşiye:
— Namaz kıl, sana para vereceğiz, demişler. Bek-
taşi de “Kısa günün karı” diyerek, yarım-yamalak bir
abdest alıp namaz kılmış.
Fakat, ne var ki, sözlerinde durmamışlar ve Bek-
taşiye vaat ettikleri parayı vermemişler. Bektaşi bu,
hiç altta kalır mı?
— Vermezseniz vermeyin demiş, zaten abdestsiz
kılmıştım!

73
Ali Yıldırım

SİZ BİR DE ABDESTLİ NAMAZIMI GÖRÜN


Bektaşi, camide namaz kılıyormuş. Softalar, gör-
müşler ve demişler ki:
— Bak bak! Bir de bunlara namaz bilmez derlerdi.
Maşallah, ne de güzel namaz kılıyor.
Bizim ki dayanamamış, namazını bölüp konuş-
muş:
— Erenler, demiş siz bir de benim abdestli nama-
zımı görün!

GÖZÜM ORASINI SEÇMİYOR


Bektaşiye sormuşlar.
— Niye namaz kılmıyorsun?
Kitabı açıp göstermiş:
— Bak burada yazıyor, “namaz kılmayın” diyor!
— İyi ama onun üstü de var, “ abdestiniz kaçmış-
sa, namaz kılmayın” diye yazıyor.
Bektaşi başını sallamış:
— Valla, benim gözüm orasını seçmiyor.

74
Bektaşi Fıkraları

SİZİN SORACAĞINIZ BAKKAL BORCUDUR


Paşalardan biri, dostlarından bir Bektaşi ile soh-
bet ederken, namazdan konu açılır. Paşa sorar:
— Erenler, borcunuz var mı?
— Evet, Bakkal Mehmet ağaya on lira borcum var.
— Hayır öyle değil, namaz borcunu sordum, de-
yince,
Bektaşi:
— Onu Allah sorar. Sizin soracağınız ancak bak-
kal borcudur, der.

DAVETİYENİZDE YALNIZ İFTAR YAZILI


İkinci Abdülhamit döneminde Edirne Valisi Arif
Paşa, Ramazan günlerinde, vilayet ve ordu erkânına
iftar yemekleri verirmiş. Yine böyle bir davette iftar
edildikten sonra, Paşa konuklara şöyle seslenmiş:
— Haydi efendiler, namazı da birlikte kılalım.
Davetliler arasında bulunan Bektaşi, cebinden
davetiyeyi çıkarmış, okuduktan sonra seslenmiş:
— Vali efendimiz! Davetiyenizde yalnız iftar yazılı,
namazdan bahsetmiyorsunuz.

75
Ali Yıldırım

HAK DER DURURUZ


Bir Mevlevi dervişi bir Bektaşi canla sohbet edi-
yormuş.
Azizim biz ibadetimizde hak der döneriz demiş.
Bektaşi yanıtlamış:
Azizim biz de hak der dururuz!

HERKES KENDİNDE OLMAYANI İSTER


Arkadaşların hatırını kıramayıp camiye giden
Bektaşi, bakmış herkes dua ediyor, o da başlamış
dua etmeye: “Ey ulu tanrım, bana bir rakı parası ver!”
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldır-
mış: “Rabbim, bana iman ver!”
İki duayı da işiten hoca, Bektaşiye: “Bak, herkes
ne istiyor tanrıdan, sen rakı parası. Utanmıyor mu-
sun?” demiş.
Bektaşi usulca: “Ne yapalım hoca efendi, herkes
kendisinde olmayanı ister!..”

76
Bektaşi Fıkraları

EL KILAR DA SEN DURUR MUSUN?


Bir Bektaşiye sorarlar:
— Namaz kıldınız mı?
— Toplandılardı, elbette kılmışlardır.
— Sen de kıldın mı?
— El kılar da sen durur musun be birader.

SEN ÜÇ GÜN TERK ET DE BAK


Zevzek herifin biri, bir Bektaşi ile konuşurken
sözü inanç konusuna getirmiş. Bektaşilerin bazı hal-
leriyle bir hayli alay etmiş. Ve sonra Bektaşiye sor-
muş:
— Namaz nedir? Bektaşi derhal cevap vermiş:
— Farzdır.
— E... namazın farz olduğunu biliyorsunuz da ni-
çin kılmıyorsunuz?
— Biz namaz kılmamakla büyük bir kusurda ol-
duğumuzu biliyoruz. Fakat alışkanlığımız olmadığı
için bir türlü bu farzı yerine getiremiyoruz.
— Kırk gün sürekli namaza devam ediniz. Derhal
alışır, gidersiniz.
Bektaşi gülmüş:
— Hele sen üç gün terk et de, bak bir daha aklına
getirebilir misin? Diye mukabele etmiş.

77
Ali Yıldırım

BİRİ DE NAMAZI YESE


Ramazanda adamın birini, oruç yedi diye yaka-
layıp döverek mahkemeye götürüyorlarmış. O sırada
geçmekte olan bir Bektaşi dervişi hayretle sormuş:
— Bu adamı niçin döğüyorlar?
Kalabalıktan biri cevap vermiş:
— Orucu yemiş de onun için dövüyor ve mahke-
meye götürüyorlar.
Baba başını sallayarak yürümüş ve kendi kendi-
ne:
— Ne tuhaf hal! Halk bu adama yaptığı hizmetten
dolayı teşekkür edeceğine dövüyor. Keşke biri de çı-
kıp şu beş vakit namazı yese, demiş.

BAK BEN HİÇ CAMİYE


GİDİYOR MUYUM?
Bektaşinin biri, bir caminin önünden geçiyormuş.
Caminin içinde bir gürültü duymuş. Merak ederek
durmuş. O esnada camiden bir merkep dışarı fırla-
mış. Arkasında da eli sopalı bir cami hademesi var-
mış. Hem eşeği dövüyormuş, hem de;
— Seni meret seni... Girecek başka yer bulamadın
mı? diye bağırıyormuş.
Bektaşi, hemen hayvanın yanına yaklaşmış. Ku-
lağına eğilmiş:
— Cami hademesinin hakkı var. Girecek başka yer
bulamadın mı? Bak ben hiç oraya giriyor muyum?

78
Bektaşi Fıkraları

KİMİN YÜREĞİNİN
YANDIĞINI ALLAH BİLİR
Ramazana tesadüf eden bir bağbozumu mevsi-
minde bağcının biri pekmez kaynatmakla uğraşırken
Bir Bektaşi çıka gelip:
— Bereketli olsun! Diyerek tepsi içindeki çamçağı
alır ve uzatır. Bağcı, boş kabı olup olmadığını sorun-
ca:
— Hele sen doldur, hak kabını yaratır, der. Bağcı,
çamçağı doldurur, verir. Bektaşi bir nefeste içip:
— Eyvallah, diye tekrar uzatınca, bağcı:
— Ben seni oruçlu sanarak pekmezi dağarcığına
koyacaksın diye verdim. Hâlbuki sen mübarek günde
içtin, der.
Bektaşi:
— Erenler! Ben yolcuyum, ayağımın tozuyla bura-
ya geldim. Seferi olduğum için içtim, cevabını verir.
Bağcı istemeyerek çamçağı bir daha doldurup ve-
rir. Dede bu sefer de bir solukta içip:
— Eyvallah, diye çamçağı uzatınca:
— Dedem, bu kadar pekmez içilmez, sonra yüre-
ğin yanar, deyince baba:
— Hele sen doldurmağa bak, kimin yüreğinin yan-
dığını Allah bilir, der.

79
Ali Yıldırım

CAMİYE GELİYORLAR
ÜSTELİK PARA VERİYORLAR
Bektaşi dervişlerinden biri, bir cami kapısında es-
kicilik yaparmış. Bir gün seyyahlar gelerek kayyumu
sormuşlar. Kayyum gelince bunların önüne düşerek
camiyi gezdirmişler. Seyyahlar ayrılırken bolca bah-
şiş vermişler. Uzaktan bunları seyreden Bektaşi şöy-
le demiş.
— Yahu, ben kırk yıldır şurada yaşarım, bir kere
camiye girmek aklıma gelmedi. Bu adamlar dünya-
nın bir ucundan camiyi görmek için masraf edip geli-
yorlar; bir de üstelik para veriyorlar!

ÖNEMLİ İŞİM OLMASAYDI


Bektaşi camiyi tenha bularak girmiş, rakı içiyor-
muş. Pencereden içeri bakan biri bu durumu görünce:
— Tuu... Utanmaz herif! Diye tükürmüş.
Bektaşi hiç bozuntuya vermeden şöyle seslenmiş:
— Elimde önemli bir işim olmasaydı. Ben sana ca-
miye tükürmek nasılmış gösterirdim.

80
Bektaşi Fıkraları

BAYRAMDAN BAYRAMA
Bektaşiye sormuşlar.
— Rakı içer misin?
— A-k-ş-a-m-d-a-a-a-n a-k-ş-a-m-a...
— Namaz kılar mısın?
— Bayramdanbayrama, bayramdanbayrama...

AHİRET YOLCUSUYUM
Bektaşiyi oruç yerken yakalayıp, kadının huzuru-
na götürmüşler. Kadı kızmış:
— Bre zındık, niye oruç yiyorsun?
Bektaşi, hiç istifini bozmamış:
— Seferiyim! O yüzden oruç tutmadım:
Biri atılmış:
— Kırk senedir burada oturur, kadı efendi, seferi
değildir. Yalan söylüyor, deyince Bektaşi şöyle demiş:
— Dünyada iki-üç gün daha oturacağıma dair
elimde senet mi var? O yüzden ahiret yolcusuyum!...

81
Ali Yıldırım

YEDİĞİ İÇTİĞİ YOK!


Bektaşinin birini Ramazanın on beşinci günü
oruç yerken görmüşler. Hemen kadının huzuruna
götürmüşler.
Kadı meseleyi sorunca Bektaşi:
— Efendim, bu gün ayın kaçı?
— On beşi
— Daha bitmesine ne kadar var?
— On beş gün.
— Etti mi otuz! Bir ay otuz günden fazla da olmaz
ya! O halde nesini yeyip içmişim? İşte tastamam du-
ruyor demiş.

YUMUŞASIN DİYE
Bektaşi, Ramazanda erik yiyerek gidiyormuş.
Bunu gören softanın biri çatmış:
— Yahu! Müslüman adam oruç yer mi?
Bektaşi aldırmamış:
— Yiyen kim? Ben oruçluyum!
Şaşıran softa, avurdunun şişkinliğini işaret edip
sormuş:
— Peki ağzındaki nedir?
Bektaşi düşünmeden yanıt vermiş:
— Eriktir. Ramazan değil.

82
Bektaşi Fıkraları

ÇOK MEMNUN OLDU!


Bektaşiye sormuşlar:
— Erenler, mübarek Ramazan geldi, gidiyor. Aca-
ba kendisini memnun edebildin mi?
Bektaşi gülmüş:
— Mübarek çok memnun oldu, gelecek yıl on gün
erken gelecekmiş!...

BİR GÜN FAZLA TUTMUŞ


Bir iftar davetinde bulunanlardan birine sormuş-
lar:
— Kaç gün oruç tuttun?
— Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabil-
dim! Demiş.
Aynı soruyu, orada bulunan Bektaşiye sorunca,
hiç istifini bozmadan yanıt vermiş.
— Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!

83
Ali Yıldırım

NİYE DOKUNSUN
Bektaşiye sormuşlar:
— Baba erenler!... Nasıl bu Ramazan sana dokun-
du mu?
Bektaşi gülümsemiş ve hemen cevap vermiş:
— Ben o mübareğe bir şey yapmadım ki, o da
bana dokunsun.

BURAYA ÇIKAMAZ
Çamlıca tepesinde bulunan Bektaşi tekkesine
mahallenin imamı, bir Ramazan günü konuk gider.
Meğer o sırada Baba demleniyormuş. Hiç istifini boz-
madan:
— Hu Erenler, Deyip imama rakı kadehi uzatır.
İmam, hiddetle bağırır:
— Tüh utanmaz herif! Mübarek gün ayıp, günah
değil mi, sizin buraya Ramazan gelmedi mi?
Bektaşi hayretle imamın yüzüne bakarak şöyle
mırıldanır:
— Herhalde bunca yıllık Ramazan senden de, ben-
den de çok ihtiyardır, değil mi?... Bu ihtiyar Ramazan
nasıl olur da, bu dik tepeye kadar çıkabilir?

SEFERE ÇIKACAĞIM
Babanın birine sormuşlar:
Ramazan geliyor ne yapacaksın?
Sefere çıkacağım, demiş

84
Bektaşi Fıkraları

ORUÇ ALTI YAPIYORUM


Hâli vakti yerinde bir Bektaşi, Ramazanda mü-
kemmel bir kahvaltı sofranın başına geçmiş. İştahlı
iştahlı karnını doyuruyordu. Birden bire içeriye giren
bir komşusu sordu:
— Ne o erenler kahvaltı mı ediyorsun?
Bektaşi pişkinlikle cevap verdi:
— Hayır evlat, kahvaltı değil, oruç altı yapıyorum.

MÜBAREK SÜNNETİ DE Mİ
TERK EDEYİM
Bektaşi Ramazandan on beş yirmi gün kadar
önce evlenmiş. Karısı Bektaşi adetlerini bilmeyen bi-
risiymiş.
Ramazan gelmiş... Kadın bakmış ki kocası namaz
kılmıyor. Oruç da tutmuyor. Fakat muntazam sahur
yemeklerine katılıyor. Bu durum kadına pek tuhaf
gelmiş,
— Efendi!... Namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyor-
sun. Fakat her gece sahur yemeği yiyorsun. Bunun
hikmeti nedir? diye sormuş.
Bektaşi, ciddiyetini koruyarak cevap vermiş:
— A hanım!... Oruç tutmak farzdır. Sahur yemek
ise sünnettir. Bir türlü becerip de farzı yerine getire-
miyorum. Mübarek sünneti de mi terk edeyim.

85
Ali Yıldırım

ALLAH AFFEDER FAKAT...


Bir gün Bektaşiye sormuşlar:
— Baba erenler... Niçin oruç tutmazsın?
— Vallahi tutmak isterim ama, halim mecalim yok.
— Eğer iftara çağırsalar gider misin?
— Aaaa... Doğrusu ne yapar eder giderim.
— Canım bu nasıl olur? Allahın emrini dinlemi-
yorsun da kulların davetine gidiyorsun?
— Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı
Hak, merhametlilerin merhametlisidir. Bir eşref sa-
atine gelirse, kullarının günahını derhal affedebilir.
Fakat insanlar böyle mididir ya? Onlar en küçük bir
sebepten güceniverirler. Bunun için davetlere derhal
gitmek gerekir.

BU KUYTU YERDE İŞİ NE?


Bektaşi dedesi bir Ramazanda kuytu ve de salaş
meyhanelerden birinde demleniyormuş. Yoldan ge-
çenlerden biri içine bakarak:
— Be adam, demiş mübarek Ramazan’da güpe-
gündüz ayıp değil mi, deyince.
Bektaşi şu cevabı vermiş:
— O kadar mübarek olan Ramazan’ın bu kuytu ve
salaş yerde işi ne?

86
Bektaşi Fıkraları

SAHUR DAVULU
Bundan senelerce evvel Aksaray civarındaki ma-
halle bekçilerinden birine teravihden sonra mahalle-
nin külhanbeyleri, reçel diye esrar macunu yedirmiş-
ler. Adamcağız fena halde dalgaya düşmüş. Sahur
vaktine kadar bazısı tatlı, bazısı korkunç bin bir ha-
lusinasyondan sonra bakmış ki diğer mahallelerde
davul çalınıyor. Hemen o da kendi davulunu boynuna
takmış, çalarak yola düzülmüş. Fakat esrarın şiddeti
daha geçmediği için de farkında olmadan adımlarını
davulun tokmağına uydurmuş. Kendini kapmış ko-
yuvermiş. Böylece bir iki saat durmadan yürümüş.
Çeşitli mahalleleri birkaç defa dönmüş. Nihayet gele
gele Unkapanı Köprüsüne gelmiş. Fakat imsak topu
çoktan atılmış, sabah ezanı okunmuş, ortalık ağar-
mış, o hâlâ farkında değil. Güneş doğarken köprüyü
geçmiş. Meyit yokuşundan yukarı Beyoğlu’na doğru
tırmanmaya başlamış. O sırada zaptiyeler de civar-
da sabahın tenhalığından faydalanarak cigarasını fo-
surdatarak geçen bir Bektaşiyi yakalamışlar. Zaptiye
kapısına götürüyorlarmış. Bektaşi o sırada yokuşun
orta yerinde davul çalarak gelen bekçiyi görünce:
— Uğur ola, bekçi baba. Bu ne davulu böyle?
Bekçi cevap vermiş:
— Sahur davulu efendim, mahalleyi sahura kal-
dırıyorum.
Bektaşinin gözleri parlamış. Zaptiyelere dönerek
— Eee, artık beni bırakın demiş. Madem ki herkes
sahura yeni kalkıyor, imsak vakti ben yeniden niyet
ederim!...

87
Ali Yıldırım

MÜSLÜMAN OLSAN ORUÇ TUTARDIN


Bektaşi Ramazanın sıcak bir gününde sokaktan
geçerken, Yahudinin karpuzu dilim dilim keserek
sattığını görür. Sıcaktan dili damağına yapışan Bek-
taşi yanaşarak sekiz on dilim karpuz yer ve parasını
vermeden yola düzülür. Yahudi peşinden bağırır:
— Efendi, karpuzların parasını vermedin.
Bektaşi Yahudiye dönerek rahat rahat cevap verir:
— Bizim kitapta “Kâfirin malı Müslümana helal-
dir!” diye yazıyor. Sana ne parası vereyim ki?...
Yahudi direnir:
— Bizim kitapta da öyle yazar ama sana ne? ...
Müslüman olsan oruç tutardın!...

E, ŞİMDİ ANLAT
Bir yaz Ramazanında çarşıda gezerken Bektaşiyi
fena halde hararet basmış. Çevredekilerin müdaha-
lesinden çekinerek biraz sabretmişse de nihayet da-
yanamamış. Hemen ağzını çeşmeye dayayarak kana
kana içmeğe başlamış. O sırada oradan bir sofu ge-
çiyormuş. Hemen Bektaşinin omzundan yakalamış.
— Yahu, ne yapıyorsun? Mübarek günde orucun
sakatlandı? Diye bağırmış. Fakat Bektaşi bu ihtara
hiç aldırmamış. Hararetini giderecek kadar su içip
ağzını da sildikten sonra, sofuya:
— Affedersin, oruç keyfiyle söylediğini pek iyi du-
yamadım. E, şimdi anlat bakalım.

88
Bektaşi Fıkraları

YARIN DEĞİL ÖBÜR GÜN


İhtiyar bir Bektaşi derviş şehrin dışında tenha
bir yerde bulunan kulübesinde yaşar, oradan nadi-
ren erzak ve ihtiyaçlarını almak için çıkarmış. Ra-
mazandan iki gün önce kasabaya gelerek un kahve
gibi malzemesini aldıktan sonra kulübesine gideceği
sırada birine sormuş:
— Evlat! Ramazan-ı şerif ne vakit?
— Yarın değil öbür gün baba.
— Eyvallah evlat. Fakat mâlûm ya, yaşlılıktan
unutuyorum. Sana zahmet olmazsa şunu bir kâğıda
yaz da bana ver.
Babanın isteği üzerine “Ramazan yarın değil öbür
gün” diye yazılıp dervişe verilir. İhtiyar bunu sarığın
kenarına sokarak kulübesine gider. Kahvesini pişirir,
uykuya yatar. Ertesi gün sarığın kenarındaki kâğıdı
çıkarıp bakarak kendi kendine:
— Yarın değil, öbür gün, daha vaktimiz var, diye-
rek kahveye devam eder.
Her gün kâğıda bakıyor, daha vaktimiz var diye-
rek zevkle meşgul olurken bir gün arka arkaya top
atışları duyup merak eder ve dışarı çıkarak kasabaya
gider. İlk rastladığı adama:
— Evlat, birçok top atıldı, ne vardı? diye sorunca
o da:
— Baba bayram oldu, cevabını verir. Bunun üze-
rine derviş bıyık altından gülerek yavaşça:

89
Ali Yıldırım

— Bu yılda Ramazanı böyle geçirdik seneye Allah


kerim, diyerek dinlenmek için kahvenin yolunu tu-
tar. Kahvede çubuğunu içerken:
— Hey mübarek Ramazan, öyle gelip gitti ki habe-
rimiz bile olmadı der. Bu sırada oradakilerden biri,
babanın sözünü duyunca şaka yapmak isteyerek:
— Yahu haberiniz var mı?
— Hayırola, ne var ki?
— Ne olacak Ramazan yanlış tutulmuş. Şimdi
mahkemede idim. İspat ettiler, yeniden tutulacak-
mış, deyince baba başını kaldırır ve:
— Ne dedin evlat, Ramazan yeniden mi tutulacak?
— Evet baba efendi. Yanlışlıkla Şaban ayında Ra-
mazan yapılmış deyince, baba şiddetle öfkelenir ve:
— Vallah tutmam, billah tutmam. Onu önceden
düşünselerdi. Günahı onların boynuna, diye haykı-
rarak herkesi güldürür.

90
Bektaşi Fıkraları

İNSAN SEVDİĞİ GİDİNCE


BAYRAM YAPAR MI?
Yine bir Bektaşi, bir Ramazan bildiklerinden biri-
ne iftara gider. Yemekler yenilip keyifler çatılıp soh-
bete girişilir. Ev sahibi der ki:
— Baba can, nasıl, ramazandan memnun musun?
— Eyvallah, azizim, çok memnunum. Siz nasılsı-
nız?
— Oooo, memnunum demek de söz mü? Mübare-
ği o kadar severim ki keşke senede bir kere geleceği-
ne iki kere gelse!...
— (Gülerek) İnanmam!
— Neden?
— Ya siz Ramazan çıksın diye dört gözle bekler, çı-
kar çıkmaz bayramlar, şenlikler, tebrikler edersiniz.
Bir adam sevdiği gidince bayram etmez, mâtem eder.
Bak hiç bizim bayram ettiğimizi gördün mü? Biz iki-
sini de hoş görenlerdeniz!...

ON BİR AY AÇ GEZDİM
Bir Bektaşiyi “oruç yedin” diye yakalamışlar.
Bektaşi şöyle demiş:
— Yahu, on bir ay aç gezdim, kimse halin nedir,
demedi. Bugün karnımı doyurmak istedim, yakaladı-
nız. Bu olacak şey mi?

91
Ali Yıldırım

KÖYÜN DAVARLARI ZOR GEÇİYOR


Yolcunun biri memleketine giderken yolu bir Bek-
taşi köyüne düşmüş. Ramazan ayı içinde olmasına
rağmen köyde bir Baba erenler; kırık dökük bir köp-
rünün karşısına uzanmış çubuğunu tüttürmektey-
miş. Yolcu sormuş:
— Efendi, buralara Ramazan gelmedi mi?
Baba Erenler:
— Evlat, demiş şu gördüğün yıkık köprüden bizim
köyün davarları bile zor geçip köye geliyorlar. Kosko-
ca Ramazan nasıl geçip gelsin?

BENİM TENEKE
KULÜBEME GELİR Mİ?
Bektaşi teneke kaplı fakir kulübesinde oturmuş,
sessiz sedasız oruç yiyormuş. Pencerenin önünden
geçen bir sofu bunu görmüş:
— Hayrola baba.... Galiba senin eve Ramazan gir-
memiş.
Bektaşi boynunu bükerek gülmüş:
— A imanım... Mübarek Ramazan saraylara ve ko-
naklara gider. On bir ayın sultanı olan o nazlı misafir
benim teneke kulübeme gelir mi?

92
Bektaşi Fıkraları

HELE BAYRAMA KADAR DÜŞÜNEYİM


Baba erenlere sormuşlar:
— Ramazan geliyor, oruç tutacak mısın?
Baba, cevap vermiş:
— Hele Bayram’a kadar düşüneyim, daha zamanı
var?

OTUZ KİŞİYLE ÇIKARDIK


Bektaşiye sormuşlar:
— Bu Ramazanı nasıl çıkardın?
Anında yanıt vermiş:
— Otuz kişi toplandık, bin günde çıkarıverdik.

93
Ali Yıldırım

AHRETTE GELİR
HESABI DENKLEŞTİRİRİM
Bektaşinin biri karısının ısrarına dayanamayarak
Ramazanda bir gün oruç tutmuş. Ramazan geçmiş,
bayram geçmiş. Bir mecliste oturup konuşurlarken
söz, oruç konusuna gelmiş. Mecliste bulunan sofu-
lardan biri büyük bir üzüntü ile:
— Yarın ahrette hesabını nasıl vereceğim bilmem
ki... Bu Ramazan bir oruç kaçırdım, demiş.
Bektaşi derhal söze karışarak o sofuya hitap et-
miş:
— Hiç merak etme erenler... Tamamiyle rahat ol...
Eğer ahrette hesap verirken zorda kalırsan hemen
bana haber gönder, Ben gelir hesabı denkleştiririm.

BU SENE GELEMEZ
Bektaşiye:
— Mübarek Ramazan iki gün sonra geliyor. Artık
oruçluyuz, demişler. Bektaşi yanıt vermiş:
— Bu sene gelemez.
— Neden?
— Ben onu geçen sene yemiştim!

94
Bektaşi Fıkraları

ONU DA BİZ TUTUVERDİK


Bektaşinin biri Ramazanda nasılsa bir gün oruç
tutmuş. O akşam davetli olduğu evde iftar sofrasına
oturmuşlar. Misafirlerden biri yana yakıla dert yan-
mış:
— Arkadaşlar sormayın. Bu Ramazan bir gün oru-
cumu kaçırdım. Bilemezsiniz ne kadar üzülüyorum.
Bektaşi hemen teselli etmiş:
— Beyhude üzülme birader, demiş. O senin ka-
çırdığın oruç yabana gitmedi. Onu da biz tutuverdik.

SEN OT MU YERSİN?
Bir Bektaşi dedesi, Ramazanda kasabaya gider-
ken “kentte yemek yiyemeyeceğim” diye düşünüp,
kenarda bir gölgeliğe çekilip dağarcığından çıkardığı
ekmek peyniri yemeye başlamış. O sırada yoldan ge-
çenlerden biri görüp takılmış:
— Bak hele! Dede, mübarek günde ekmek yiyor!
Dede kaşlarını çatarak yanıt vermiş:
— Sen ot mu yersin, be çocuğum?

95
Ali Yıldırım

BEN GİDERSEM GELEMEM


Bektaşiye takılmışlar:
— Yahu! Ramazan geldi, gidiyor, sen hâlâ oruç tu-
tacaksın!
Bektaşi:
— Mübarek Ramazan gelir gider, yine gelir yine
gider... Fakat ben gidersem, bir daha gelemem!

NAMAZ MI, ORUCU MU?


Baba Erenlere sormuşlar:
— Namazı mı seversin, orucu mu?
Bektaşi hiç tereddüt etmeden cevap vermiş:
— Yendiği için orucu severim!

BAKLAVAYI KİM YİYECEK


Mevlevi, Bektaşi ve softa yemekten sonra ikram
edilen bir tepsi baklava için rüyaya yatarlar. En ha-
yırlı düşü gören baklavayı alacak.
Yatar, uyurlar.
Sabah olunca sofu: “Ne düş gördünüz anlatın ba-
kalım?” der.
Mevlevi sikkesini başına geçirerek: “Hayırdır in-
şallah göklere çıktım” der.
Hoca da: “Ben ise düşümde cennete gittim,” der.
Bektaşi: “Erenler, ben de gece birinizin göklere
uçtuğunu, diğerinizin de cennette gezdiğini görünce,
‘artık bunlar fani dünyaya dönmezler’ diyerek kalkıp
baklavayı götürdüm!..” der.

96
Bektaşi Fıkraları

GEÇ GEL, ERKEN GİT Kİ


İTİBARIN ARTSIN
Bir yıl nasılsa bayram, Ramazanın yirmidokuzun-
cu günü gelmiş. Böylece ramazan yirmi sekiz gün
çekmiş. Bunu gören Bektaşi şöyle demiş:
İşte böyle, her zaman bir gün sonra gel. Bir gün
evvel git ki itibarın artsın!

ORUCUNU SIKI TUT


Bektaşi dedelerinden biri, bir Ramazan günü köy
ağalarından birine misafir olur. Ağa buna akşamları
türlü yemekler ikram eder. Bir iki gün sonra Bekta-
şinin akşamdan kalan yemekleri ertesi gün yiyerek
sigara içtiğini gören ağanın çocuğu durumu babası-
na söyler. Ağa kızar, dedeye yemek yedirmez. İki gün
iki gece aç kalınca dedenin canı boğazına gelir. Ertesi
gün sabahleyin, ağanın uşaklarından biri sigara içe-
rek köylülerin yanına gelir ve:
— Kusura bakmayın, ben bu gece sahura kal-
kamadım, orucu kaçırdım, diyerek sigarasından bir
nefes çekince, Bektaşi galeyana gelerek:
— Be adam, senin kaçırdığın oruç, benim iki gün
iki gecedir anamı belledi. Orucunu sıkı tut da başka-
larına zararın dokunmasın, der.

97
Ali Yıldırım

BİR YE DE BİN ŞÜKRET


Bir yaz günü Bektaşinin birini Ramazanda oruç
yiyor diye yakalamışlar, hapse koymuşlar. Öğle vak-
ti her tarafı dehşetli bir sıcak basmış... Zavallı Bek-
taşi, hararetten bunalarak aç ve susuz pencereden
bakıp dururken birdenbire gözü bir karpuzcuya iliş-
miş. Karpuzcu pencerenin karşısındaki serin gölge-
ye oturmuş, kan gibi kırmızı bir karpuzu dilim dilim
keserek, sularını akıta akıta yiyormuş. Bu manzara
karşısında, Bektaşinin aklı başından gitmiş. Hemen
demir parmaklıklara sarılarak karpuzcu ile konuş-
maya başlamış.
— Ayol karpuzcu! Ramazan olduğunu unuttun
mu?
— Hayır.
— Hayır diyorsun ama sonra seni de benim gibi
buraya tıkarlar.
— A efendi... Ramazandan bana ne? Ben Müslü-
man değilim, Yahudiyim.
— Yaa. Eh öyleyse, bir ye de bin şükret.

BİR DE SAHURU ÖĞLENE ALSALAR


Bektaşiye sormuşlar:
— Erenler Ramazanı sever misin?
Baba yanıtlamış:
— İftara bayılırım, bir de sahuru öğlene alsalar,
Ramazanı da çok severim.

98
Bektaşi Fıkraları

EKMEĞİNİ GİZLİ YİYOR


Bektaşi nasılsa oruç tutmuş. Fakat öğleden son-
ra dayanamayarak, bir odaya kapanıp yemek yemeye
başlamış. Bu sırada oğlu, odada kaşık tabak tıkırtısı
duyunca bağırmış:
— Kimdir o?
Bektaşi yanıt vermiş:
— Baban olacak korkak heriftir. Çünkü kendi ek-
meğini çalınmış mal gibi, halktan gizli yemeye mec-
bur oluyor!

SANA NE?
Bektaşi Ramazanda bir yere oturup karnını doyu-
rurken, oradan geçen biri takılır:
— Baba! Ramazan geldi bilmiyor musun?
Bektaşi gayet sakin:
— Bana ne?
Softa yine saldırır:
— Müslüman değil misin?
Bektaşi kızar:
— Sana ne?

99
Ali Yıldırım

ALLAH SİZE YİRMİ YEDİ YIL


ÖMÜR VERSİN
Cemalletin Efendi şeyhülislam olduğu sene, tesa-
düfen Ramazan ayı yirmi dokuz gün olmuş. Ertesi
sene de müneccim başının bir yanlış hesabı yüzün-
den yirmi sekiz gün gelmiş.
Bektaşinin biri doğru şeyhülislamı ziyarete gide-
rek kabulünü niyaz etmiş. İçeriye almışlar. Hemen
Cemalleddin Efendiyi etekliyerek:
— Allah efendimize yirmi yedi yıl ömür versin ve
bu makamdan ayırmasın, diye dua etmiş. Bu şekilde
duanın sebebini kendisine sorulunca Bektaşi şu ce-
vabı vermiş:
— Efendim, kudûmünüz şerefine geçen sene mü-
bârek Ramazanın bir gününden, bu sene iki günün-
den kurtulduk. Siz bu mevkide kaldıkça her sene
birer gün eksilmek suretiyle yirmi yedi yıl sonra mü-
barekten büsbütün kurtulacağız da onun için!...

FAKİRE DE CAN GELDİ


Bektaşi yazın o sıcak günlerden birinde ve Ra-
mazanda, ağzını çeşmenin musluğuna dayayıp kana
kana su içerken softanın biri görmüş ve:
— Erenler! Ne yapıyorsun, oruç gitti!, deyince.
Bektaşi ağzını musluktan çeker ve gülerek:
— Oruç gitti ama fakire de can geldi a dostum!...

100
Bektaşi Fıkraları

BEKTAŞİ OZANIN YANITI!


Birgün ham sofular, nasıl her defasında bizim
Bektaşiye yükleniyorsa, bu kez de bir Bektaşi oza-
nına yüklenmeye çıkışmaya başlamışlar; “Nasıl olur
da bu mübarek Ramazan’da bir gün olsun oruç tut-
mazsın” diye. Bizimkinin derdi başka, ham sofunun
derdi başka. Bir söylemişler, yanıt vermemiş; iki söy-
lemişler, yanıt vermemiş, bakmış adamlar başından
gidecek gibi değil, iyisi mi bir dörtlükle şunların ceva-
bını vereyim” demiş:
— Mah-ı ramazan geldi sebu yok meh yok
Cepte sarfeyleyecek nukud-u peyderpey yok
Ey ruze cehennem ol yoksa yerim seni
Zira evde yiyecek ve içecek hiçbir şey yok
(Ramazan ayı geldi, şarap testisi yok, şarap yok.
Cepte harcayacak hiç para da yok.
Ey oruç, hemen çek git yoksa seni yerim.
Çünkü evde yiyecek-içecek hiçbir şey yok.)

TUZAK KURDUM BEKLİYORUM


Canlardan birine, Ramazanda sormuşlar:
— Erenler, kaç tane oruç tuttun?
— Henüz nasip olmadı. Tuzak kurdum bekliyo-
rum...

101
Ali Yıldırım

ŞAİR EŞREFİN BİR KITASI


Malum ya... Meşhur hicviyeci Şair Eşref Bektaşi
idi. Eşref bir Ramazan hastalanmış. Dostları, ziya-
retine gelmeye başlamış. Eşrefin Bektaşi olduğunu
bilmeyenlerden bazıları merak etmişler:
— Vah vah Ramazanda hastalık fenadır. Şimdi
orucu ne yapacaksın? Diye sormuşlar. Eşref gülmüş
ve şu kıtayı söylemiş.
Kizible ülfeti yoktur dilimin.
Olsa da dolma yalancı yutmam
Nâtuvânım o kadar açlıktan
Ramazan kaçsa bir ay da tutmam.

YALNIZ RAMAZANDA ORUÇ TUTMAM


Bektaşinin birine sormuşlar:
— Erenler, söyle bakalım, on iki aydan en çok
hangisini seversin?
— Ramazanı.
— Peki ama oruçla başın hoş mu?
— Yalnız ramazanda oruç tutmam, ama başka
her zaman tutarım.
— Anlıyamadım.
— Bunda anlaşılmayacak ne var. Ramazanda her
akşam bir tekke de iftar ederim oruçtan kurtulurum.
Fakat başka zaman tekkelerde aş yok ki...

102
Bektaşi Fıkraları

KEŞKE BAYRAMI DA YESEYDİ


Ramazanın son günü, karısı ile çocukları, bay-
ramlık almak için Babayı sıkıştırırlar. Şuradan bura-
dan birkaç kuruş bulup çarşıya giderlerken, bir ada-
mı yakalayıp götürdüklerini görünce, Bektaşi bunun
sebebini sorar:
— Ramazanı yemiş, onun için götürüyoruz!
Baba adama dönerek şöyle der:
— Behey imanım, Ramazanı yiyeceğine, ne olur,
şu bayramı yiyeydin de, hem kendini derde sokma-
yaydın, hem de beni bayramlık masrafından kurta-
raydın, olmaz mıydı?

ONBEŞTE GELECEK SENEDEN YEDİM!


Ramazan Bayramı sabahı üç beş arkadaş, sohbet
sırasında, kaçar gün oruç yediklerini birbirlerine so-
rup itiraf ediyorlarmış. Orada bir köşede oturan Bek-
taşi’ye aynı şeyi sorunca, Baba Erenler hiç düşünme-
den yanıtlamış:
— Kırk beş gün...
— Yahu! Ramazan otuz gündür, on beşi nereden
buldun?
— On beş de gelecek seneninkinden yedim!

103
Ali Yıldırım

ÇORBAYA ELİMİ SÜRMEYECEKTİM


Bektaşinin biri bir Ramazan akşamı İstanbul so-
kaklarında şaşkın şaşkın dolaşıyor iftar edecek zen-
gin bir kapı arıyormuş.
Şehzadebaşı civarından geçerken bakmış ki kapı-
sı ardına kadar açık bir konak... Rastgele içeri dalı-
yor. Bektaşi:
— Eyvallah...
Diyerek içeri dalmış ve misafirlerin arasına karış-
mış.
Biraz sonra uşaklardan biri gelerek:
— Sofraya buyurun... diye misafirleri yemeğe da-
vet etmiş.
Hep birlikte yemek sofrasının etrafına dizilmişler.
Ortada çeşit çeşit, renk renk reçelleri, peynirleri, su-
cukları, dumanı üstünde pideleri, mis kokulu simit-
leri görünce yutkunmaya başlar. Bekliye bekliye da-
yanamaz, nihayet simidin kenarından koparıp reçele
daldırır. Tam ağzına atarken yanındaki adam Bekta-
şiyi dirseğiyle dürter:
— Patladın mı be herif. Beş dakika daha sabre-
demedin mi?

104
Bektaşi Fıkraları

Bektaşi mahcup olur ve lokmayı yavaşça bir ke-


nara bırakarak beklemeğe başlar. Nihayet top atılır,
herkes orucunu bozar, Bektaşi de tam reçele yana-
şacağı zaman hizmetçiler reçel takımını kaldırıp çor-
bayı getirirler.
Bektaşi bu sefer de yaya kalmamak için kaşığı ka-
par ve kaynar çorbaya saldırır.. Saldırır amma ağzına
götürür götürmez yerinden fırlar ve feryadı basar:
Eyvah... Yandım!
Ve o acı ile yanındakilere çıkışır:
Be adam... Bu hep senin aksiliğinden oldu. Sen
karışmasaydın, ben o canım reçellerle, peynirlerle,
sucuklarla çoktan karnımı doyurmuş olacak ve bu
çorbaya elimi sürmiyecektim. Mademki sen benim
ağzımın yanmasına sebep oldun, öyle ise cezandır
çek... deyip kaynar çorba kasesini yakalayınca heri-
fin başına geçirir.

105
Ali Yıldırım

YOLCUYUM
Oruç yerken yakalanan Bektaşiye Kadı sormuş:
— Niçin oruç tutmuyorsun?
— Yolcuyum.
— Ramazanla bayramın arası kaç gündür.
— Otuz!
— İşte otuz günlük mesafeyi kat edecek kimse
herhalde yolcudur.

SAKATLARIM AMA YİNE GELİR


Bir Bektaşinin Ramazanda pideyi kokladığını gör-
müşler.
— Ne yapıyorsun baba, orucun sakatlandı, de-
yince Bektaşi gülerek şu karşılığı vermiş:
— Ben onu her Ramazan sakatlarım, fakat her yıl
bir gün bile şaşmadan yine gelir.

KURTARICI AY
Ramazanda oruç yiyenler hakkında verilen ceza-
lardan ve takibattan bıkıp, tedirgin olan Bektaşinin
biri, bayrama kurtarıcı ay, der. Bayram gecesi:
Ramazanım seni kimler almış kale
Var dua eyle karındaşın olmuş Şevvâle...
Beyitini okuyarak Ramazanı uğurlamış.

106
Bektaşi Fıkraları

BE MÜBAREK!
GÖZÜME Mİ GİRECEKSİN?
Ramazan ayının girmesine bir iki gün kalmıştı.
Mahalle kahvesinde Ramazanın hangi gün başlaya-
cağına dair konuşuyorlardı. Hocanın biri:
— Ay görülmeyince Ramazan başlamış olmaz.
Oruç tutmak için ayı görmek şarttır, dedi.
Bu sözler Bektaşinin kafasına girdi. Eve gelir gel-
mez karısına:
— Hanım, evde ne kadar perde varsa sımsıkı in-
dir, dedi.
Bektaşinin karısı, birdenbire kocasının maksadı-
nı idrak edemedi:
— Niçin efendi?..
Bektaşinin gayet ciddi bir tavırla:
— A hanım, niçin olacak? Bu gün yarın ramazan
ayı başlıyacakmış. Fakat oruç tutmak için ayı gör-
mek şartmış. Perdeler açık olursa belki ay gözlerime
ilişiverir. Böyle bir şeye meydan vermemek için sen
şu perdeleri sımsıkı indir.
Bektaşi gündüzleri aldırmıyordu. Geceleri de ma-
halle kahvesine giderken pek ihtiyatlı davranıyordu.
Semâda her gece biraz daha büyüyen ayı görmemek
için gözlerini yerden ayırmıyordu. Bir gün akşama
kadar yağmur yağmıştı. Akşam vakti yağmur dinmiş,
hava açılmıştı. Fakat sokağın çukur yerlerinde, bir
takım birikinti sular kalmıştı.

107
Ali Yıldırım

Bektaşi o akşam da mûtâdı vechiyle mahalle


kahvesine gitti. Giderken ayı görmemek için gözleri-
ni yerden ayırmamağa itina etti. Lâkin dönüşte yine
büyük bir dikkatle önüne bakarak yürürken gözleri
birden bire o birikinti sulardan birine ilişti. Semâda-
ki ay suya aksetmişti. Bektaşi birden bire irkildi. Su
birikintisinin içinde görünen aya hitâben:
— Be mübarek!... Başımı semaya kaldırmıyorum,
diye yere indin de gözüme mi gireceksin? Nereme gi-
rersen gir. Şu orucu tutmayacağım, vesselam...

108
Bektaşi Fıkraları

BAYRAM GELİNCE YANACAĞIM


Ailesinin bayram masraflarından bıkan bir Bekta-
şiye takılmışlar:
— Ramazan çıkıyor, gözün aydın!
— Ramazanın çıktığına yanmam, bayram gelince
yanacağım... demiş.

UNUTMUŞ
Bektaşinin biri dalgın bir halde sigarasını tüttü-
re tüttüre yolda gidiyormuş. Karşısına yeniçeri ağası
çıkmış. Hiddetle sormuş:
— Bu ne hal? Mübârek Ramazan gününde oruç
tutmuyor sigara mı içiyorsun?
Bektaşi şaşkın şaşkın karşılık vermiş:
— Unuttum ağa.
Yeniçeri:
— Neyi unuttun?
Bektaşi sâfiyetle:
— Sokakta olduğumu... demiş.

109
Ali Yıldırım

EŞEKLİĞİNDEN
Dostlarının baskılarına dayanamayan Baba Eren-
ler, camiye gitmiş, hocanın vaazını dinliyordu. Hoca,
içkinin kötülüğünü anlatmak için aklına ne geliyorsa
söylüyordu. Bir ara şöyle dedi.
— Bir eşeğin önüne, bir kova su ile bir kova şa-
rap koysanız hangisini içer? Elbetteki suyu içer. Peki
eşek niçin şarabı içmez?
Bektaşi dayanamayıp seslendi:
— Neden olacak, eşekliğinden...

İÇMEK DEĞİL, YÜRÜMEK KÖTÜ


Baba erenler, bir gün rakıyı fazla kaçırmış. Eve
dönerken yalpalıyor, yürümekte güçlük çekiyormuş.
Onu bu halde görenlerden biri:
— Baba demiş, bak içmek ne kadar kötü.
Bektaşi şu cevabı vermiş:
— İçmek değil evlat, yürümek kötü!..

110
Bektaşi Fıkraları

NEREDE İÇECEĞİMİZİ BİLİRİZ!


Bektaşi babasını, caminin mihrabında rakı içiyor
diye ihbar etmişler.
Babayı, şeyhülislam kapısındaki şeyhler meclisi-
ne çağırıp sorgulamışlar.
Kadı sormuş:
— Hakkınızda camide rakı içiyor diye şikâyet var,
aslı var mı?
Baba, şöyle demiş:
— Azizler, ben rakı içmez değilim. Fakat hepi-
niz bilirsiniz ki, rakı keyif için ve ferah yerde içilir.
Bu hususta bizim tekke cidden elverişlidir. Hal böy-
le iken rahatımı terk ederek, cami mihrabı gibi dar,
manzarası, penceresi olmayan bir yerde tıkılıp iç-
mekten zevk alınır mı?
Kadılar susarlar.
Şeyhülislam, şikâyetçilere der ki:
— Bundan sonra bu zındıkları şikâyet ederken
daha ince düşünün.

DÜŞMAN
Bektaşinin birisi her gün şarap içmek âdetindey-
miş.
Bunu hoş görmeyenler, kendisine sormuşlar:
— Baba Erenler, içki sağlımızın düşmanıdır, sen
neden içiyorsun
Bektaşi de:
— Düşman olduğunu bildiğimden onu yok etmek
için içiyorum, demiş.

111
Ali Yıldırım

HALT ETME MAHMUT!


Ramazanda, Baba Erenleri rakı içerken yakalar,
şişeyi koltuğunun altına verir, Bektaşi düşmanı pa-
dişah ikinci Mahmut’un huzuruna çıkarırlar. Bektaşi
babaya:
— Elinde ne var, göster bakalım, der.
Bektaşi, cübbesinin altında tuttuğu şişeyi sağ
elinden sol eline geçirerek, sağ elini gösterir. Bunun
üzerine padişah, babadan, sol elini göstermesini is-
ter. Baba, şişeyi çabucak yer değiştirir. Padişah bu-
nun üzerine der ki:
İkinci Mahmut, bu kez yeni bir emir verir:
— Şimdi de iki adım ileri yürü bakalım.
Baba bunun üzerine dayanamaz ve patlar:
— Halt etme Mahmut! Bana şişeyi kırdırtacak-
sın!...

İNSAN ÖLÜRKEN DÜŞMANLARIYLA


BARIŞMALI
İçkiye aşırı tutkun Bektaşi ölüm döşeğinde yatar-
ken bir yudum su istemiş. Niçin istediğini soranlara
da şöyle demiş:
— İnsan ölürken düşmanlarıyla bile barışmalı!...

112
Bektaşi Fıkraları

BUYRUN CENAZE NAMAZINA


İçkinin şiddetle yasak olduğu bir zamanda, giz-
li meyhanelerden birinde demlenen Bektaşi, sallana
sallana giderken birden bire tanıdık bir yüz ile kar-
şılaşmış. Hemen teklifsizce elini o tanıdığın omzuna
koyarak, sormağa başlamış:
— İmanım seni iyice gözüm ısırıyor. Acaba nerede
gördüm. Fenerdeki Çardaklı meyhanede mi?
— Hayır.
— Öyleyse, Tavukpazarı’ndaki Küplü’de.
— Hayır.
— Eh, o halde, mutlaka Uzunodalar’da
— Hayır.
— Allah Allah... Bari söyle de meraktan kurtula-
yım.
— Herhalde sen beni selamlık ettiğin zaman gör-
müş olacaksın.
Bektaşi karşısındaki adamın padişah olduğunu
anlamış. Artık söyleyecek söz bulamamış. Hemen
oraya sırtüstü yatarak:
— Ey ahali... Ben kalıbı değiştiriyorum, buyrun
cenaze namazına, diye bağırmış.

113
Ali Yıldırım

O RAMAZANDA OLUR...
Bektaşinin biri bir kadına tutulmuş. Onunla ev-
lenmek istemiş. Fakat kadın Bektaşinin içki içmeme-
sini şart koşmuş. Bektaşi de kadını kaçırmamak için
bu şartı kabul ettiğine dair söz vermiş.
Aradan beş on gün geçtikten sonra Bektaşi da-
yanamamış. Senelerden beri alışkın olduğu bir mey-
haneye uğrayarak birkaç dem aldıktan sonra eve
gelmeğe başlamış. Meğer kadın Bektaşiden pek hoş-
lanmış. Arada içki içilemeyeceğine dair mukavele
olduğu halde kadın kocasının zevkini hoş görmeğe
mecbur kalmış.
— A efendi, her akşam meyhaneye gidiyorsun.
Bir hayli para sarf ediyorsun. Bir binlik doldurup eve
getirsen, ben her akşam sana elimle mezeler yapsam,
tepsiler donatsam, karşına geçip otursam, ara sıra
ben de çakıştırsam, çakıştırdıkça neşelenip şarkılar
söylesem, oyunlar oynasam fena mı olur? Diye yal-
varmaya başlamış.
Bektaşi derhal karısının sözünü kesmiş:
— Hiç yorulma karıcığım. Anlattığın şeyler faki-
rin arayıp da bulamadığım şeylerdir. Ancak şu var ki
içkinin evlerde içilmesi ancak Ramazana mahsus bir
adettir.

114
Bektaşi Fıkraları

KİMDEN ŞİKÂYETÇİ
İstanbulun meşhur ayaklanmalarının birinde pa-
dişah sarayının etrafını saran halkın “istemezük, is-
temezük” diye bağırmalarına hiçbir şeyden habersiz
içkili Bektaşi de katılır, o da “istemezük” diye bağır-
maya başlar. Neyi istemediklerini anlamak maksa-
dıyla halkın arasına katılan padişah soruşturma ne-
ticesinde sadrazamı istemediklerini anlar.
Bu arada padişah Bektaşiyi de sorguya çeker.
Hiçbir şeyden haberi olmayan baba erenler:
— Ben meyhanede Anastas’ı birkaç günden beri
şaraba fazla su kattığı için istemiyorum, deyince bu
cevaptan hoşlanan padişahın ihsanına nâil olur.

MERDİVENLERİ
TAŞTAN YAPMIŞLAR DA!
Bektaşi babası birkaç arkadaşıyla oturmuş dem-
leniyordu. Bir an gelince elindeki kadehi iterek:
— Artık içmeyeceğim, diye haykırdı.
Arkadaşlarından biri hayretle sordu:
— Senin bu kadarla yetindiğin yoktu, nerden ica-
betti bu?
Bektaşi içini çekti:
— Yoktu ama, yeni taşındığım evin merdivenleri-
ni taştan yapmışlar da!...

115
Ali Yıldırım

ESKİSİ GİBİ RAKI GETİRSİNLER


Yanya mülhakatından birinde, bir Bektaşi tekkesi
varmış. Tekkenin hiçbir geliri olmadığı gibi dervişler
hep rençber çiftçi makulesi fukaradan olduklarından
haftadan haftaya tekkeye geldikçe herkes kudretine
göre bir erzak ile baba efendi için ayrıca bir iki şişe
veya desti dem getirirlermiş. Bir aralık dede sultan
ağırca hastalanır. Bir tabib çağırırlar. Tabib hastayı
muayene ve ilaç tertib ettikten sonra rakıyı kulliyen
terk edip şarap içmesini tavsiye ederler. Dede sultan
da canlara bundan sonra şarap getirmelerini emre-
der. Canlar miktarını sorarlar. Baba “sabah taâmın-
da bir, akşam taâmında da iki desti” der ki her hafta
yirmi bir desti eder. “Eyvallah” derler. Ertesi hafta o
miktar şarabı getirirler. Amma bir daha tekkeye kim-
se ayak basmazlar. Zira o taraflarda rakının okkası
altmış paraya, şarabın okkası ise dört kuruşa oldu-
ğundan evvelce verdikleri beş on kuruşa kudretleri
yetmez. Dede sultan işi anlar canlara “ben şarabı ra-
kıya çevirdim. Yine eskisi gibi rakı getirsinler” diye
haber gönderir.

YALNIZ İKİ DEFA İÇİLİR!


Bektaşinin birine:
— Ramazanda rakı içilir mi? diye sormuşlar.
Dede şu cevabı vermiş:
— Yalnız Ramazana mahsus olmak üzere biri ilk
günü “Hoş geldin!” diye diğeri son günü “Uğurlar ol-
sun” diye iki defa içilir.

116
Bektaşi Fıkraları

BEKTAŞİYE GÖRE
Bektaşiyi, rica minnet camiye götürmüşler. Hoca
başlamış anlatmaya:
— Ey cemaat! Bir yer vardır ki zengin, fakir, genç
ihtiyar, dertli, neşesiz, gamlı, kederli kim görse gönlü
ferahlar, yüzü güler, şen mutlu çıkar. Neresidir orası,
bilin bakayım?
Bektaşi yanıt vermiş:
— Neresi olacak meyhane....

ÜZÜMÜ SIKIP FIÇILARA KOYARIZ


Sultan Abdülmecit, bir gün Boğaziçi’nde büyük
bir üzüm bağının tam ortasındaki köşkünde oturan
Bektaşi Babasını ziyaret gitmiş. Bektaşi o gün komşu
bağdaki bir arkadaşının yanındaymış. O dönünceye
kadar padişah bağın her tarafını dolaşmış. Bektaşi
dönünce karşılıklı konuşmaya başlamışlar:
— Erenler, bağın maşallah çok büyük. Üzümü ne
yapıyorsun?
Bektaşi:
— Müritlerle ve canlarla birlikte yeriz sultanım.
— Buradaki üzüm yemekle biter mi?
— Yiyemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu
içeriz.
— Peki sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?
— Vallahi sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara ko-
yarız. Allah ne isterse o olur. Gerisine karışmak had-
dimize düşmez!

117
Ali Yıldırım

ŞARAP OL YA MÜBAREK
Sultan Mecid zamanında bir aralık içki yasağı ilan
edilmiş ve bir aralık da yasak son derece şiddetlenmiş.
Geceleri sokaklarda devriyeler dolaşıyormuş. Te-
sadüf ettikleri kimseleri, sarhoşları veyahut üzerinde
içki şişesi bulunanları tevkif ediyorlarmış.
Bir iki gün bu içki yasağına tahammül eden Bek-
taşi, artık daha fazla sabredememiş. Her nasılsa bir
yerden eline bir şişe şarap geçirmiş. Tenha sokaklar-
dan acele acele evine giderken birden bire bir devri-
yeye rast gelmiş. Devriye zabiti Bektaşinin telaşından
şüphelenerek sormuş:
— Nereden geliyorsun?
Bektaşi sükûnetini muhafaza ederek cevap vermiş:
— Camiden
— Eee... Nedir bu telaşın?
— Efendim, akşam namazını Ayasofya camisinde
kıldım. Yatsı namazını da Fatih’te kılmak istiyorum.
Camiye bir an evvel yetişip de ilk safta yer almak için
biraz acele ediyorum.
Bektaşi bu sözleri söylerken devriye zâbiti de bü-
yük bir dikkatle Bektaşiyi gözden geçirmiş. Birden
bire gözleri Bektaşinin koltuğunun altındaki şişkinli-
ğe ilişmiş. Parmağıyla orayı göstererek:
— Nedir o?... demiş.
— Hiç demiş.
Devriye zâbiti büsbütün şüphelenmiş:
— Canım, hiç olur mu? Orada bir şey var, nedir
o? Haydi bakalım çıkar, diye ısrar etmiş.
Bektaşi şişeyi çıkarmaya mecbur kalmış. Vaziye-
tin vehâmetini anlayarak derhal kendini toparlamış.

118
Bektaşi Fıkraları

Boğazından tuttuğu şişeyi büyük bir cesaretle zâbite


uzatmış:
— Buyurun bakın, arzettiğim gibi hiç...
— Nasıl hiç? Şişenin içi dolu...
— Elbette dolu olacak, boş şişe de taşınmaz ya?...
— Ne var şişenin içinde?...
— Hiç efendim, su...
— Ver bakayım şunu.
— Buyurun bakın... Fakat bakmadan evvel, ben
bir keramet göstermek isterim.
— Ne kerameti?
— Malum ya efendim. Biz yani Bektaşi fukarala-
rı saf adamlarızdır. Bize pek ilişmeğe gelmez. Çünkü
bir sözle istediğimiz herhangi bir şeyin şeklini değiş-
tiriveririz. Meselâ bakın, bu şişede su var. Ben bir
sözle bu suyun şeklini değiştireceğim.
Bektaşi şarap şişesini yukarı kaldırmış. Şişeye hi-
taben:
— Şarap ol! Ya mübârek, diye bağırmış ve sonra
şişeyi zâbite uzatmış:
— Buyurun, bakın eğer şu şişenin içindeki su,
bir anda şarap olmadıysa bana ne isterseniz yapın,
der demez devriye zâbiti gülmeğe başlamış. Bektaşi-
nin kulağına eğilerek:
— Baba erenler, ben bunu yutmadım ama, hadi
neyse geç git, diye mırıldanmış.
Bektaşi geniş bir nefes almış. O da zâbitin kulağı-
na eğilerek:
— İmanım, şişenin içindekini sen yutmadın ama,
şimdi eve gider gitmez ben onu senin aşkına yuta-
cağım. Dua et ki kerâmete inanmıyan başka devriye
zâbitine rast gelmeden, eve kadar gideyim. Haydi sana
da bana da uğurlar olsun deyip süratle uzaklaşmış.

119
Ali Yıldırım

KABAHAT ŞİŞELERİN
Devrin hükümdarı, geceleri tebdil kıyafet ederek
İstanbul’u teftiş ediyormuş. Bir gece yol üstünde biri-
nin boylu boyunca yattığını görmüş, beraberindekile-
re kaldırılmasını emretmiş. Bir de bakmışlar ki yatan
bir Bektaşidir ve içkinin etkisiyle sızmış. Bektaşiyi
kaldırıp hükümdarın karşısına dikmişler ve üstünü
arayarak koynundan çifte rakı şişesi çıkarmışlar.
Hükümdar sormuş:
— Erenler, bu ne hal?
Bektaşi utanmış, fakat bir şey söylemesi lazım.
Şişeleri gösterip şöyle demiş:
— Sultanım yapan da bu yaptıran da!... Bana
sorma ona sor! Göreyim bakalım ne cevap verecekler!
Bu söz hükümdarın hoşuna gitmiş ve tekkesine
götürülmesini emretmiş.

KÖROLASICAYI KALDIRIP ATTIM


Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyor-
muş. Cemaat arasında bulunan Bektaşinin fena hal-
de canı sıkılmış. Gitmek üzere kalkayım derken, koy-
nundaki şarap şişesi kayıp yere düşmüş. Baba hiç
istifini bozmadan:
— Körolasıcayı kaldırıp attım. Sizde varsa. Tam
zamanı, siz de atın! Diyerek yürüyüvermiş.

120
Bektaşi Fıkraları

ŞER›İ HİLE
Bir Ramazan günü, tam iftar vakti Bektaşinin biri
çilingir sofrası kurarak atıştırıyormuş. Tam kafayı
tütsülediği sırada tanıdıklarından bir hoca kendisini
ziyarete gelmiş. Bektaşiyi bu halde görünce sormuş:
— Baba erenler... Kolay gele... Ramazan olduğu-
nu unuttun galiba?
— Hocam fakir için her gün Ramazan... Kimseye
fenalık vermeden neş’elenmeğe çalışıyorum.
Bu sırada sokaktan geçen zaptiye devriyesi Bekta-
şi ile hocayı suçüstü yakalıyarak kadının huzuruna
götürmüş. Kadı hiddetlenerek Bektaşiye sormuş:
— Adın ne senin bakalım?
Bektaşi hiç tereddüt etmeden:
— Yorgi... diye cevap verir.
— Madem ki ismin Yorgi imiş. Seninle işimiz yok.
Sen bir tarafa çekil bakalım.
Sonra hocaya dönerek:
— Ya senin adın ne?
— Osman!
— Yazık sana hem Müslüman hem de hoca ola-
caksın. Ramazanda ne diye şarap içiyorsun. Yıkın
şunu.
Mübaşirler hocaya ağız açtırmadan derhal yaka-
larlar ve yere yatırarak sopa çekmeğe hazırlanırlar.
Bu esnada Bektaşi araya girerek:

121
Ali Yıldırım

— Durun efendim, maruzatım var. Şu hali görüp


de İslam dininin yüksekliğine hayran olmamak kabil
değil. Şimdi ben de Müslüman olmak istiyorum.
Kadının gözleri parlamış.
— Pekala!
— Yalnız sizden bir isteğim var, şu adamın ceza-
sını affediniz.
Kadı bunu kabul etmiş ve Bektaşiye iman telkin
ile cezayı affetmiş.
Mahkemeden çıkarken Bektaşi:
— Bak hocam, Hıristiyan oldum, kendimi, İslam
oldum oldum seni kurtardım, demiş.

122
Bektaşi Fıkraları

VALLAHİ İÇMEM, BİLLAHİ İÇMEM


Bir Bektaşiyi şarap içiyor diye yakalayıp kadı
efendinin huzuruna götürmüşler.
Kadı sormuş:
— Sen şarap içermişsin, gerçek mi?
— Hâşâ efendim!
— And içer misin?
— Vallahi içerim, billahi içerim!
— Öyleyse, şimdiden sonra içmeyeceğine and iç!
— Vallahi içmem, billahi içmem!

SEN BİRLİKTE YAŞA


Adamın biri, Bektaşiyle eğlenmek için:
“Erenler, senin kerametin meşhurdur. Ben çok
sevdiğim eşeğimi her zaman yanımda görmek iste-
rim. Bir nefes etsen de iki ayaklı olsa...”
Bektaşi istifini bozmadan;
“Evet, hakkın var, fakat eşek uzakta. Şimdi sana
bir nefes edeyim, çok geçmez sen dört ayaklı olur,
eşeğinle birlikte yaşarsın!”

123
Ali Yıldırım

DERGAH NE TARAFTA?
Canlardan biri, geziye çıkmış. Uğradığı bir kentte
ilk rastladığı adama sormuş:
— Erenler, dergâh ne taraftadır, tarif eder misin?
Adamcağız, gayet ciddi bir şekilde:
— Sağdan gider, yüz metre sonra sola saparsın...
diye tarife başlamış.
Baba lafı bölüp sormuş:
— Kuzum efendim, orası meyhaneye çıkmaz mı?
— Hayır, meyhane şu karşı yoldan yürüyüp sola
sapınca karşına gelir.
Baba rahatlamış:
— Eyvallah! Güzel anlattın, şimdi dergâhın yerini
tam olarak öğrendim.

KİMİN ELİYLE
Bir Bektaşi her ne olursa ‘‘Allahtan...’’ dermiş.
Bir gün bir külhanbeyi bu Bektaşinin ensesine
okkalı bir tokat patlatmış. Bektaşi arkasını dönün-
ce külhanbeyi; “Baba erenler ne bakıyorsun? Allah-
tan!..” demiş.
“Eyvallah evlat... Ben de Allahtan olduğunu bili-
yorum, ama hangi pezevengin eliyle yaptırdı diye me-
rak ettim; ona baktım!..”

124
Bektaşi Fıkraları

BAŞIM ÜŞÜDÜ DE BEN GİYDİM


Bektaşinin biri, seyahati sırasında bir eve misa-
fir olur. Ev sahibi her akşam rakı içtiği halde o gün
misafirden çekinerek içmez. Gece yatağının yanına
alarak bardağına doldurur doldurur içermiş. Ev sa-
hibi bir ara küçük su dökmek için dışarı çıkar. İşin
farkına varan Bektaşi karanlıkta yavaşça kalkıp dolu
bardağı alarak kafaya diker ve yatağına girer.
Dışardan gelen ev sahibi yatağına girer ve barda-
ğı elini gezdirerek bulur ve boş olduğunu anlayınca
“acaba döküldü mü” diye sağa sola elini sürmeğe
başlar. Farkına varan Bektaşi:
— Efendi, ne arıyorsun?
— Gecelik takkemi şuraya koymuştum, bulamı-
yorum deyince Bektaşi:
— İmanım nâfile arama, onu başım üşüdü de ben
giydim.

SU İÇERKEN BİLE
BESMELEYİ UNUTURMUŞ!
Bursa’nın ünlü Bektaşi şeyhlerinden Zaik Efendi
için:
— Şarabı besmele ile içer, demişler.
Baba bunu işitince bozulmuş:
— Yahu, bunlar adamı deli ederler vallahi! Ben
su içerken bile besmeleyi unutuyorum da şarap içer-
ken nerden aklıma gelecek.

125
Ali Yıldırım

BEN BU KADARINI YAPTIM


Bektaşilerden biri, içkinin yasak olduğu devirde,
bir şişe şarap almış. Cübbesinin altına saklamış gi-
derken padişah rast gelmiş.
— Nedir o cübbenin altındaki diye sormuş.
Bektaşi de:
— Abdest suyu sultanım, demiş.
Padişah:
— Çıkar bakalım, şarap olmasın, deyince Bekta-
şi:
— Padişah hürmetine şarap ol ya mübarek, diye-
rek şişeyi çıkarır. Padişah bakar ki şarap:
— Şimdi de su yap bakalım, der.
Bektaşi gayet sakin cevap verir:
— Ben bu kadarını yaptım. Padişahımızın kudreti
daha büyüktür. Ötesini siz yapın Sultanım, der.

TERSİNE
Kafayı tütsüleyen bir Bektaşi sallana sallana gi-
derken yakından tanıdığı bir Rum hekimle karşılaşır.
Elini omzuna koyarak:
— Yorgo, der geçen gün bir bardak şarabın insa-
na kuvvet vereceğini söylüyordun.
Hekim başını sallar:
— Evet öyledir.
Bektaşi dudaklarını büzer:
— Laf, Apostol’da on bardak içtim, gördüğün gibi
ayakta duracak halim yok.

126
Bektaşi Fıkraları

ARAFAT NEREDE, BİZ NEREDE


Bir kurban bayramı sabahı Baba Erenler erkence
uyanıp, akşam mahmurluğunu gidermek için, hafif-
ten demlenmeye ve penceresinin önüne oturarak, gü-
neşin doğmasını beklemeye başlar.
Bayram namazına yetişmek üzere tekbir getirerek
acele acele camiye koşan bir softanın gözüne, elinde
kadehiyle Bektaşi çarpar. Softanın tutuculuk damarı
kabarır haykırır:
— Be hey Allah’tan korkmaz, kuldan sıkılmaz,
zındık herif! Mübarek bayram günü, halk camile-
re koşarken sen böyle büyük günahlar işlemekten
utanmıyor musun?
Softa köpürürken, rahat rahat içkisini yudumla-
yan Bektaşi şöyle der:
— Hoca, acele etme! Şu mübarek gün dediğin ne-
dir, anlat da ona göre davranayım!
Adam bilgiç ve mağrur anlatır:
— Bu mübarek gün Beytullah’a yüzler sürerek,
Arafat’a çıkıp haccı ekberi tamamlayan Müslüman-
ların şerefine kurbanlar kesilir, bayramlar edilir, an-
ladın mı?
Bu arada ikinci kadehini yuvarlayan Bektaşi ya-
nıt verir:
— Aman hocam! Çok tuhafsın, Arafat nerede, biz
nerede? Onu hacca gittiğimiz zaman düşünürüz.

127
Ali Yıldırım

BİR DAHA BAŞIMA SARIK SARMAM


Bir Ramazan akşamı evinde demlenen Bektaşinin
aklına birden bire Ayasofya meydanındaki ağaçların
altı gelmiş.
Bektaşi şişeyi koynuna sokunca ağaçların altına
gelmiş. Kalabalığa girmiş, nasılsa boş bir masa bula-
bilmiş. Bir nargile ısmarlamış. Bir taraftan nargileyi,
diğer taraftan da cebinden çıkardığı şişedeki rakıyı
çekiştirmeye başlamış. Ramazan gecesi başında sa-
rık bulunan Bektaşinin bu hareketi orada derhal bir
galeyan uyandırmış. Sofular derhal ayaklanmış. Bek-
taşiyi yakalamışlar. İte kaka karakola götürmüşler:
— Bu adamın küstahlığı birkaç günlük adliye ce-
zasıyla ört bas edilemez. Biz bunun şer’an cezasını
isteriz, diye ayak diremişler.
Karakol amiri halkın galeyanına teskin için Bek-
taşiyi o gece hapsetmiş. Ertesi gün doğruca Mahmut
Paşa Mahkemesine göndermiş.
Kadı Bektaşiyi karşısına almış sorguya başlamış:
— Bu Ramazan ayında hiç namaz kıldın mı?
— Hayır erenler.
— Kaç gün oruç tuttun?
— Allah bilirken ne yalan söyliyeyim. Oruç da
tutmadım erenler.
— E, baba, namaz kılmazsın, oruç tutmazsın,
bari mübarek günde başında koskoca sarık olduğu
halde içmeğe utanmaz mısın?
Bu söz üzerine Bektaşi hemen başındaki sarığı çı-
karmış. Koltuğuna altına almış:
— Kadı efendi hazretleri... Hiç canını sıkma. İs-
teğin şekilde yemin edeyim. Bir daha başıma sarık
sarmam, diye bağırmış.

128
Bektaşi Fıkraları

O RUFAİLERİN İŞİDİR
Canlardan biri, bir şişe rakı alıp, cübbesinin al-
tına gizleyerek gidiyormuş. Yolda ağasına rastlamış.
Ağa şüphelenerek sormuş:
— Cübbenin altındaki nedir? Aç bakalım.
Bektaşi cübbeyi açınca şişe meydana çıkmış.
Ağa sert bir şekilde sormuş:
— İçindeki ne?
Bektaşi:
— İyi su ağam!
Ağa öfkeyle şişeye uzanmış:
— Ver bakalım!
Bektaşi, şişeyi kaldırıp bağırmış:
— Rakı ol ya Mübarek!
Ağa şişeyi alıp koklamış rakı olduğunu anlamış.
Fakat Bektaşi babasını sözle bastıracağını sanarak
şöyle demiş:
— Köftehor! Suyu rakı etmek hüner değil, şurada
bir yangın var, bir türlü söndüremiyorlar. Git bir ne-
fes et de sönsün.
Bektaşi yanıtı yapıştırmış:
— Yok imanım! Ateşe biz karışmayız. O Rufailerin
işidir.

129
Ali Yıldırım

GASSALA ZAHMET OLMASIN


Dördüncü Murat tütün içmeği yasak etmişti. So-
kaklarda münâdiler dolaşıyor, tütün içenlerin öldü-
rüleceğini “şürb-ü dühan edenler siyaset olunur”
sözleriyle herkese ilan ediyordu.
Dördüncü Murat bununla kalmıyor, geceleri ted-
bil gezip İstanbul’un en ücra köşelerine kadar yok-
luyordu. Bir gece derviş kılığına girerek Edirnekapı
semtine uzanmıştı. Gezip dururken bir kıyıda baca-
sından harıl harıl duman çıkan salaş bir kahve gör-
dü. Merak edip içeriye girdi. Kahveciye selam verip
oturdu.
Burada başka kimse olmadığını görünce büsbü-
tün merak etti ihtiyar kahveci tütün içip içmediğini
sorunca içtiğini söyledi. Bunun üzerine kahveci onu
gizli bir merdivenden bodruma indirdi. Burada gizlice
tütün içiliyordu. Köşede bir Bektaşi dervişi oturmuş
çubuk içiyordu. Bektaşi ile Dördüncü Murat arasın-
da şu kısa görüşme oldu:
— Evlat, nereden teşrif?
— Topkapıdan.
— Topkapıdan mı İsm-i şerif?
— Murad.
— Murad mı dedin? Şöyle böyle Murad mı, yoksa
kuyruğunda hanlığı manlığı da mı var?
— Eh, eyvallah bulunur.
Bektaşi karşısındaki derviş kılıklı adamın Sultan
Murad’ın kendisi olduğunu anlayınca ayağa kalkar:
— Ey canlar gassâla zahmet olmasın, ben cena-
zemi yıkamağa gidiyorum.

130
Bektaşi Fıkraları

BELKİ ALTI DAHA İYİDİR


Bir toplantıda ahlakın bozulduğundan bahsedili-
yormuş...
Orada bulunanlardan birisi, “Böyle giderse, dün-
ya alt-üst olacak!..” diye hayıflanmış.
Bunu duyan bir Bektaşi, “Ne dertleniyorsun
yahu!..” diye atılmış, “Belki altı üstünden daha iyi çı-
kar!..”

NE DAĞDA DOMUZ,
NE BAĞDA KARPUZ
Köy Bektaşilerinden birisi, oğluyla şehirdeki Bek-
taşi babasına armağan olmak üzere bir koyun gön-
derir. Baba delikanlıya hürmet eder, yemeğe alıkor.
Yemekte külbastı ile çok nefis bir şarap varmış. İkisi
de delikanlının hoşuna gitmiş.
— Baba efendi, bu nasıl şarap, ne hoş külbastı?
Diye sorar. Baba:
— Evlat, şarap sizin bildiğiniz şaraplardan de-
ğildir. Tekkenin bağında yetiştirdiğimiz karpuzlar ol-
gunlaşınca, yıllanmış şarabı alırız, karpuzu kökün-
den ayırmadan üzerinde bir delik açar, şarabı oraya
aktarırız. On gün sonra şarabı karpuzdan boşaltırız.
İşte bu gördüğün şarap böyle bir şaraptır. Külbastıya
gelince bu da yaban domuzunun yavrusunun etin-
den yapılmıştır. Sakın bunu ervahlara söyleme; yok-
sa ne dağda domuz, ne bağda karpuz kalır, demiş.

131
Ali Yıldırım

KENDİN DOLDUR KENDİN İÇ


Bir Ramazan günü hoca camide vaaz vermektedir.
— Eyy cemaatı Müslimin. Cennete gidecek mü-
minlere Kevser şarabı vaad olunmuştur. O şarap ki
akış billûr, nar, lezzet ve neş’esi asla hiçbir şeyle kı-
yas olunamaz. Ancak bunun içilmesi elbette herke-
se nasip olmayacaktır. Yalnız bütün dünya nimet-
lerine nefsini kapamış, bu fani alemde hiçbir lezzeti
tatmamış, mümin, ameli salih olan kullarına, bizzat
Hazreti Ali tarafından, elmas ve yakut taşlarla süslü
bardaklarda sunulacağını söyleyince, bu kıratta bir
babayiğit bulunamayacağına, dünya yüzünde bu şa-
rabı hak eden bir mümin olmayacağına aklı yatan
Bektaşi:
— O halde, doldur doldur kendin iç ya Ali, diye-
rek kalkmış ve sıvışmış.

BEN DE OLSAM İÇERİM


Bektaşi yoluna mensup bir kadının huzuruna,
rakı içerken yakalanan birisini getirmişler. Kadı, suç-
luya birçok soru sormuş. Sonuçta adamın, bir dere
kenarında, serin çınarın gölgesinde, dereye şişesini
salmış; yanında bir çoban, kaval çalarken sevgilisi-
nin göğsüne yaslanarak, beyaz peynir ve kavundan
ibaret mezesiyle, rakı içtiğini saptamış.
Bu manzarayı, gözünün önüne getirerek, ağzı su-
lanan kadı, kendini tutamayarak şunları söylemiş:
— Böyle bir yerde, böyle bir durumda, ben de ol-
sam içerim. Hayri yavrum serbestsin!

132
Bektaşi Fıkraları

ZİNA ALETİ
Yine o tarihlerde bir Bektaşiyi şüphe üzerine tu-
tup ağanın yanına götürürler. Ağa yanındakilere:
— Ağzını koklayın, der.
Koklarlar ve:
— Kokmuyor, derler. Bunun üzerine Ağa:
— Koynunu, ceplerini arayın, der. Ararlar, bir boş
şişe çıkarırlar. Koklarlar ki rakı kokuyor. Ağa
— Değnek, der.
Bektaşi:
— Aman Ağa, içmedim ki neden dövdürüyorsun?
der:
Ağa:
— İçmedim ama içki aleti taşıyorsun, deyince
Bektaşi:
— Ağam ona bakarsan bende zina aleti de var,
ama kullanmadıktan sonra o suçu işlemiş olmam ki!
Deyince bu haklı cevap üzerine dayaktan kurtulur.

TEZKİRESİ BOZUK
Canlardan biri, büyük rakı şişesine “Tezkiresi bo-
zuk” adını verir. “Tezkiresi bozuğu getir, Tezkiresi bo-
zuğu götür” dermiş. Bir gün buna sormuşlar:
— Baba “Tezkiresi bozuk” ne demektir? Şişeye
niçin bu adı veriyorsun?
Baba şöyle demiş:
— İçki içeceklerini sandıkları her kimin elinde
bunu görseler içindeki sirke, zeytinyağı ve hatta gül-
suyu bile olsa içkidir derler. İşte bu sebeple ona o adı
taktım.

133
Ali Yıldırım

YÜZ PARA İLE HACCA GİDİLMEZ YA


Zenginlerden biri, fakir bir Bektaşiye yüz para ve-
rip, peşinden seslenir:
— Biliyorum, bu parayı alınca doğru meyhaneye
gideceksin...
Baba cevap verir:
— A evladım, yüz parayla Hacca gidilmez ya...
der.

HEM AND İÇERİM,


HEM DE RAKI İÇERİM
Bektaşinin birini komşuları yakaladılar. İte kaka
mahkemeye götürdüler. Kadının huzuruna çıkara-
rak:
— Efendim, biz bu adamı rakıya tövbe ettirmek
istedik. Defalarca and içirdik. Fakat bir türlü ıslah
edemedik. Gene içmekte devam ediyor, dediler.
Kadı başını Bektaşiye çevirerek:
— Canım, komşularının hatırını niçin kırıyor-
sun? Mademki onlar rakı içmeni istemiyorlar, sen ni-
çin içiyorsun, dedi.
Bektaşi evvela bir lâ havle çekti, sonra:
— A kadı efendi!... Hep onların dedikleri olacak
değil ya... Onlar bana and iç diyorlar. Hatırlarını kır-
mıyorum, and içiyorum. Sonra canım rakı istiyor, bi-
raz rakı içiyorum. Komşularımın hatırı var da bana
onlardan daha yakın olan canımın hatırı yok mu?
Ben hatırşinas bir adamım. Ne komşularımın ne de
canımın hatırını kırmak istemem. Hem and içerim,
hem rakı içerim.

134
Bektaşi Fıkraları

NASIRIM BİRAZ BEKLESİN


Bektaşi babası, doktora giderek nasırdan yakınır.
Doktor, haline üzülür. Parası gitmesin diye reçete
yazmaz, evine almış olduğu turfanda domatesten iki-
sini çıkarıp verir ve “Yatarken kesip nasırına bağla-
masını” tavsiye eder. Zavallı derviş, bedavadan gelen
pahalı domatesleri görünce sevinçle bağırır:
— Bre imanım! Yazık değil mi? Hele nasırım biraz
daha beklesin. Bunları meze yaparak bu gece sayen-
de eski ağıza yeni tat ile yaşıyacağım! Nur ol emi!

KEFEN PARASI
Bir eve konuk olan Bektaşi dervişi, akşam yeme-
ğinden sonra ev sahibine der ki:
— Şayet ben burada ölürsem, ne yaparsın?
Ev sahibi yanıt verir:
— Allah gecinden versin ama, ölürsen hürmetle
kefenleyerek gömdürürüm!
— Öyleyse beni ölmüş farz edip, şu kefen parasını
himmet etseniz, hiç fena olmaz!
Adam gülerek, kesesini açar ve Bektaşiye bir hayli
para verir. Bektaşi hemen rakı meze aldırarak içki
sofrası kurar ve:
— Şu kefen parası çok işe yaradı doğrusu, deyip
rakıyı yudumlar.

135
Ali Yıldırım

KAFAM OLSAYDI İKİ SARHOŞUN


ARASINA GİRERMİYDİM?
Canlardan biri bir meyhanede demleniyormuş.
Nasılsa iki delikanlı kavgaya tutuşmuşlar. O da bun-
ları ayırmak için araya girmiş. Sarhoşlardan birinin
fırlattığı kadeh başına rast gelerek yaralanmış. Etra-
fındakiler:
— Baba erenler, kafana bir zarar oldu mu? diye
sorunca.
Baba şu cevabı vermiş:
— Kafam yok ki zarar olsun. Kafam olsaydı iki
sarhoşun arasına girer miydim?

KALP FERAHLATICI
İçkinin yasak olduğu bir devirde zaptiyenin biri
Bektaşiyi cübbesinin altında sakladığı rakı şişesiyle
yakalar:
— Nedir bu?
Baba erenler gülümser:
— Müferrihü’l-kulûb! (Kalp ferahlatıcı)
Zaptiye bu sefer sırtındaki cübbeyi gösterip sorar:
— Ya bu?
— Settârü’l-uyûp! (Ayıp örtücü)
Parmağını göğe kaldırıp Allahı işaret ederek tekrar
sorar:
— Ya bu?
Bektaşi samimi bir imanla şu karşılığı verir:
— Gaffârü’z-zünûb! (Günah affedici)

136
Bektaşi Fıkraları

SİRKE ŞARABA DÖNERSE


HİÇ ŞAŞIRMASIN
Bektaşi meyhanede oturmuş demleniyormuş. Ka-
pıdan içeriye bir çocuk girmiş. Doğruca tezgâha git-
miş. Elindeki şişeyi meyhaneciye vermiş. Şişenin dol-
durulmasını beklemiş. Bu vaziyet Bektaşinin hoşuna
gitmemiş. “Acaba kimin çocuğu? Bu yaşta meyhane-
de ne işi var?” diye söylenmiş. Fakat sabredememiş.
Çocuk şişeyi alıp çıkarken:
— Baksana evlat, diye seslenmiş ve yanına gelen
çocuğa sormuş:
— Sen kimin oğlusun?
— Hacı Recep Efendinin.
— Burada ne işin var?
— Sirke aldım, eve götürüyorum.
— Ee, sirkeyi neden sirkeciden almadın?
— Sirkeci çok fazla su katıyor. Evden beğenmi-
yorlar. Onun için buraya geldim.
Bektaşi manalı manalı gülümsemiş.
— Anlaşıldı oğlum, sende de istidat var. Hacı Ba-
bana selam söyle, bu meyhaneye biz de vaktiyle sirke
almak için gele gele alıştık. Eğer günün birinde sirke
şaraba dönerse, Hacı Recep Efendi hiç şaşırmasın!

137
Ali Yıldırım

BU SORU MEZARDAKİ
MELEKLERE DÜŞER
Bektaşinin birini sarhoş diye kadının huzuruna
çıkarırlar. Kadı sarhoşluk derecesini anlamak için:
— Rabbin kimdir? demesiyle Bektaşi:
— Bu sorduğun kadılara taallük etmez. Mezarda-
ki meleklere ait bir meseledir, der ve bu söz kadının
hoşuna gittiğinden salıverir.

YA HİÇ SOPA YEMEMİŞ,


YA SAYMASINI BİLMİYOR
Bektaşi dedelerinden birisini, bir Ramazan günü
demlenirken görüp yaka paça yeniçeri ağasının hu-
zuruna çıkarırlar. Ağa kükreyerek:
— Bre utanmaz! Allahtan nasıl korkmadın da, şu
mübarek günde bu haltı ettin?... der ve sonra adam-
larına dönüp:
— Götürün! Sırtına beş yüz sopa vurun emrini
verir. Beş yüz rakamını işitince gözleri faltaşı gibi açı-
lan dede:
— Ağa hazretleri! Kusura Bakma! Ya sen ömrün-
de hiç sopa yememişsin, ya da sayı saymasını bilmi-
yorsun, der.

138
Bektaşi Fıkraları

NİYE KORKAYIM?
Haksızlıklarıyla ünlü bir kadı, Bektaşi dervişi ile
karşılaşınca çıkışmış:
— Be hey imansız! Allahtan korkmuyor musun,
her gün içki içiyorsun?
Bektaşi yanıtı yapıştırmış:
— Ben gündüzleri içmem, geceleri içerim. Sen her
gün, güpegündüz Allah’ın hakkını yemekten kork-
muyor musun da, ben geceleri içki içmekten korka-
cağım?...

UTANACAK ZAMANI BEN BİLİRİM


Bektaşinin aklına esmiş, meyhanenin önüne bir
sandalye atarak, meyhaneciye:
— Getir bakalım bizim şu akşam nafakasını. Bu-
gün canım burada demlenmek istedi, demiş.
Meyhaneci küçük bir masa ile rakı ve meze getir-
miş. Bektaşi oturmuş, gelip geçenlere aldırmayarak
çekiştirmiş:
Oradan geçen sofulardan biri dayanamamış, he-
men Bektaşinin yanına yaklaşmış:
— Yahu burada alenen içmeğe, zıkkımlanmaya
utanmıyor musun? Bari meyhaneye gir de gizli bir
yerde iç diye bağırmış.
Bektaşi dik dik sofunun yüzüne bakmış:
— Hoca!... Hadi işine git. Utanacak zamanı ben
bilirim, o senin dediğin ancak Ramazanda olur.

139
Ali Yıldırım

SIRAT KÖPRÜSÜ
Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana
dolana, sağa sola yalpalayarak giden
Bektaşi’yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış:
— Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü na-
sıl geçersin?
Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap ver-
miş:
— Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım mı
var

SELAMÜNALEYKÜM EY KÜP!
Bektaşi meyhaneye girmiş. İçerisi tıklım tıklım...
Kimseye değil de orada duran şarap küpüne selam
vermiş:
— Selamünaleyküm ey küp!
— Erenler, demişler biz burada insanız, niye bize
selam vermiyorsun da şarap küpüne selam veriyor-
sun?
Bektaşi şöyle yanıtlamış:
— Bu meyhaneyi bildim bileli, bu küp burada du-
ruyor. Üstelik içi şarap dolu. Hiç onun sarhoş oldu-
ğunu görmedim. Siz ise iki kadeh içiyorsunuz, yap-
madık rezalet bırakmıyorsunuz. Şu an bile hepiniz
dut gibisiniz. Bence küp sizden makbuldür. Onun
için ona selam verdim.

140
Bektaşi Fıkraları

YERSİZLİK
Bektaşi Ramazan gününde rahat içki içecek bir
yer bulamayınca, mahallenin küçük mescidinin ten-
ha bir köşesine çekilmiş, çilingir sofrasını kurmuş,
ağır ağır demleniyordu.
Kazara mescide uğrayan softanın biri, durumu
görünce küplere bindi:
— Bu senin yaptığın... dedi, ahlaksızlıktır, ter-
biyesizliktir, dinsizliktir, imansızlıktır, Allahsızlıktır!
Utanmıyor musun?
— Değil be erenler, dedi, hiçbiri değil sadece yer-
sizliktir.

PİSLİK OLMASIN DİYE


Hoca, Bektaşiye sorar:
— Bre zındık, Kuran-ı Kerim’in 76. suresinin
21.ayeti “Rableri onlara tertemiz içecekler içirir” bu-
yurur. Sen niye rakı içersin?
Baba Erenler şöyle yanıtlar:
— İyi ya işte, ben pislik olmasın diye suyun yarı-
sına alkol döker de içerim.

141
Ali Yıldırım

UTANCINDAN KIZARIVERDİ
Sultan Mahmud’un koyduğu içki yasağı sırasın-
da Bektaşinin biri akşam evine dönerken tanıdı-
ğı Bir Yahudi’den büyük bir şişe kırmızı şarap alıp
yola koyulmuş. Biraz sonra kol gezen iki Yeniçeriye
rastlamış, korkusundan hemen oradaki bir duvara
yaslanıp şişeyi arkasına saklamış. Fakat bunu gören
Yeniçerilerden biri:
— Baba erenler, arkandaki o şişe nedir? diye sor-
muş.
Bektaşi anlamamazlıktan gelerek:
— Hangi şişe evlat? diye sormuş yeniçerilere:
— Hadi canım saklama arkandaki şişeyi çıkar da
görelim, demişler.
Bektaşi:
— Haa, o mu ? Şey... süt işte.
İçlerinde biri:
— Amma yaptın ha onun rengi kırmızı gibi görü-
nüyor.
— Oğlum, beyazdı ama sizi görünce korkusun-
dan kızarıverdi.

142
Bektaşi Fıkraları

NEDEN OLACAK EŞEKLİĞİNDEN


Her nasılsa bir gün Bektaşi camiye gitmiş. İmam
o günkü vaazında alkolün kötülüklerinden bahsedi-
yormuş. Bir ara cemaate dönüp şöyle buyurmuş:
“Efendiler, eşeğin önüne bir kova su koyun, bir
kova da rakı... Hangisini içer?”
Cemaat hep bir ağızdan: “Suyu hoca efendi,
suyu...”
İmam efendi kendini tutamayıp daha da ileri git-
miş:
Peki bir kova su koyun, bir kova da şarap… Han-
gisini içer?
Cemaat yine hep bir ağızdan cevaplamış: “Suyu
hoca efendi, suyu…”
İmam efendi sormuş:
Peki neden suyu içer?
Bektaşi sonunda dayanamamış:
“Eşekliğinden hoca efendi eşekliğinden…”

143
Ali Yıldırım

DAHA BİR KADEHTE


İçkiyi yasak eden padişah, tebdili kıyafet ederek
veziriyle gezmeye çıkmış. Üsküdar’ı geçmek için bin-
dikleri kayıkta bulunan bir Bektaşi tam denizin orta-
sında şişesini çıkarıp bir kadeh içmiş, birer kadeh de
vezirle padişaha ikram etmiş.
Padişah Bektaşiye:
— Padişahımız yasak etti, biz içmeyiz! demiş:
Bektaşi ısrar etmiş, onlar içmemişler. Bektaşi:
— İçin yoksa şimdi kayığı deviririm! diye tehdit
edince, zorla birer kadeh içmişler. Bektaşi ikinci ka-
dehi uzatınca, vezir:
— Kendine gel, ben vezirim! Demiş.
Bektaşi gülmüş:
— Bak daha birinci kadehte vezir oldun, ikinciyi
iç bak o zaman bu da padişah olur, demiş.

MEZARLIKTA
Bektaşinin biri rakı şişesini almış, biraz da zey-
tin, peynir tedarik ederek eski bir mezarın içine dalıp,
demlenmeğe başlarmış.
Bu sırada civardan geçmekte olan bir zaptiye dev-
riyesi babayı mezarda rakı içerken görünce:
— Bre zındık, bu mübarek günde oruç tutmadı-
ğın yetmiyormuş gibi, üstelik bir de rakı içiyorsun.
Sende hiç utanma yok mu?
Bektaşi babası istifini bozmadan karşısına dikilen
zaptiyeye:
— Yoook ağa, der. İşte burada hata ediyorsun.
Senin buraya karışmaya hakkın yoktur. Ben şu anda
ehli kuburdanım, buraya ancak o diyarın zaptiyesi
karışabilir.

144
Bektaşi Fıkraları

NASIL DİLİN VARIYOR DA


HARAM DİYORSUN?
Ham sofular sade ipekten dokunmuş kumaşla ya-
pılan elbiseleri giymezlerdi. Böyle kumaşları haram
sayarlardı. İpekle iplik karışık kumaşları kullanmak-
ta ise bir sakınca görmezlerdi.
Bir gün Bektaşinin biri bir su başına gitti. Orada
sırtını ağaca verip kendi kendine demlenirken yanına
bir ham sofu yaklaştı:
— Be adam! Bu yaşa gelmişsin, artık ibadet ile
vakit geçirmen icap ederken daha hâlâ haram işler-
sin. Bu yaşta hâlâ o pis şeyi kullanman ayıp değil
mi? diye bağırdı.
Bektaşi bu şiddetli taarruza hiç aldırmadı. Büyük
bir sükûnetle konuşmağa:
— Zaten ben de o pisi, temiz bir yere göndermi-
yorum ki!
— Peki nasıl utanmadan, ak sakalına döküyor-
sun?
— Kırılası ellerim titriyor, yoksa bir damlasını bile
ziyan etmezdim.
— Haram olduğunu bilmiyor musun?
— Kuzum hoca, haram olan nedir?
— Ne olacak? İşte şu önündeki zıkkım... Rakı
— Ee, müsaade et de ben de sana bir şey sorayım.
— Sor.
— İpekli kumaş giymek haram mıdır, değil midir?
— Haramdır.
— Eee, şu arkandaki mintan ipekli değil mi?
— İplik karışırsa haramlığı zâil mi olur?
— Elbet.
— A hocam! Şu önümdeki rakıya baksana! Ya-
rıdan fazlası su karışık. Şu halde buna nasıl dilin
varıyor da haram diyorsun?

145
Ali Yıldırım

AĞIZA GÖRE DEĞİŞİR


Bektaşiye sormuşlar:
— Rakı helal midir, haram mıdır?
Bektaşi yanıt vermiş:
— Ağıza göre değişir!

TARİF EDEBİLİR MİSİN?


Dördüncü Murat’ın içki yasağı sırasında, bir top-
lantıda içkinin kötülüklerini anlatan konuşmacı, sö-
zünün bir yerinde;
— Bir yerde, içki âleminin gizlice yapıldığını duy-
dum. Gençler ve orta yaşlılar sabahlara kadar içki
içip muhabbet ediyorlarmış. Hatta saz çalıp, semah
da dönüyorlarmış...
Bektaşi atılmış:
— Erenler, şu anlattığın yeri bana tarif edebilir
misin acaba?

ÖYLEYSE ŞİŞEYİ TUT DA...


Bektaşi, Ramazanda meyhaneden çıkmış, sallana
sallana gidiyordu. Tabii daha içmeye devam edeceği
için, şarap şişesi de elindeydi. Kısa bir süre yürüdük-
ten sonra, yoldan geçen birini durdurup sordu:
— Sen Bektaşi misin?
Adam:
— Hayır, Allah yazdıysa bozsun, deyince rica etti.
— Öyleyse şu şarap şişesini tut da, burnumu si-
leyim.

146
Bektaşi Fıkraları

KESERSEM ÖLÜMDEN
NE FARKI KALIR?
Bektaşi hastalanır. Onu o halde görenler:
— Ee artık rakıyı kesmelisin, diye öğüt verirler.
Bektaşi:
— Kesemem, deyince karşılık verir.
— Ama kesmezsen ölürsün!
Bektaşi:
— Kesmezsem ölürüm, ben de biliyorum. Fakat
onu kestikten sonra yaşamın ölümden ne farkı kalır
ki ?

DAHA KÖTÜSÜ
Bektaşinin birinin önüne iki şişe şarap koyup sor-
muşlar:
“Baba erenler, sen anlarsın, bak bakalım şarap-
lardan hangisi daha iyi?”
Bektaşi babası, şaraplardan birinden bir yudum
çekmiş suratını buruşturup öteki şişeyi göstermiş:
“Bu iyi.”
Soranlar itiraz etmişler:
“Ama erenler, daha onu tatmadın bile!..”
Bektaşi omuz silkmiş: “Olsun...” demiş, “Nasıl
olsa bundan daha kötü olamaz!..”

147
Ali Yıldırım

ELBİSELERİNİN TARAFINA
Biri Bektaşiye sormuş:
“Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman
yüzümü ne tarafa döneyim?”
Bektaşi şöyle demiş: “Elbiselerini bıraktığın tara-
fa!..”

KUSUR GÖRMEYİZ
Bektaşi Mevleviye; “Sizin hırkalarınızın yenleri ne-
den bu kadar geniş olur?” diye sormuş.
Mevlevi açıklamış: “Başkalarında gördüğümüz
kusurları örtmek için.”
Bu kez Mevlevi sormuş; “Ya sizin hırkalarınızın
yenleri niye bu kadar dar olur?”
Bektaşi açıklamış: Biz kimsede kusur görmeyiz.

148
Bektaşi Fıkraları

ZOR VE KOLAY OLAN


Bektaşi’ye;
— En zor ve en kolay olan nedir, diye sormuşlar?
Bektaşi de;
— Ne olacak, en kolay nasihat etmek, en zor olan
kendini bilmek, demiş.

AMA KAYIK KÜÇÜK


Bektaşi kiraladığı kayıkla karşı kıyıya geçmekte-
dir.
Dalga çoğalır, azgınlaşır. Bektaşi telaşlanır. Ka-
yıkçı;
— Korkma, Allah büyüktür diye, Bektaşiyi tesel-
liye çalışır.
Bektaşi;
— Öyle, Allah büyüktür de, kayık küçüktür kayık
der.

149
KAYNAKÇA

Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir? Ankara 1987

Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Atasözleri ve

Deyimler, İstanbul 1977

Pertev Naili Boratav, Bektaşilik ve Bektaşi Fıkraları Üzerine Bir-

kaç Söz,M.Eloğlu, O.Tansel, Bektaşi Dedikleri içinde, İst. 1977

Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara 1999

Bahri Alptekin, Bektaşi Fıkra ve Nükteleri, Ankara 1997

Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Ankara 1996

You might also like