Professional Documents
Culture Documents
Alevi Öğretisinin
Kaynağı Olarak
BEKTAŞİ
FIKRALARI
Bektaşi Fıkraları
Yazan
Ali Yıldırım
© 2016, Bu kitabın tüm yayın hakları Siyah Beyaz Yayınları’na aittir. Tanıtım
amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz.
Baskı ve Cilt
Alioğlu Matbaacılık Basın Yayım Kağıt San. Tic. Ltd. Şti.
Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3 A
Bayrampaşa / İstanbul
Tel: 0212 612 95 59 Faks: 0212 613 09 83
Matbaa Sertifika No: 11946
www.siyahbeyazyayinlari.com
“Okuma alışkanlığınıza renk katmak için...”
www.kulturperest.com.tr
İnternetteki kültür adresiniz...
Ali Yıldırım
Alevi Öğretisinin
Kaynağı Olarak
BEKTAŞİ
FIKRALARI
İÇİNDEKİLER
ALEVİLİK:
ANADOLU’NUN ÖZGÜN İNANCI
Alevilik Anadolu’nun binlerce yıllık öz ve özgün
inancıdır.
Alevi inanç ve ibadetleri “semavi” dinlerden tü-
müyle farklı kaynaktan doğduğu, insan, doğa ve ev-
ren anlayışı, temel ilkeleri bir bütün olarak farklı ol-
duğu için onlarla ortak özellikler göstermez. Alevilik
herhangi bir dinin mezhebi, tarikati, yorumu olmadı-
ğı gibi bir dinden “sapma” bir kol da değildir.
Alevilik kendine özgü tarihi, teolojisi, ritüelleri
bulunan insan ve doğa merkezli bağımsız bir inanç
sistemidir.
7
Ali Yıldırım
8
Bektaşi Fıkraları
9
Ali Yıldırım
10
Bektaşi Fıkraları
FIKRALARIN YARATILMASI
Fıkralar halkın kolektif yaratma gücünün eseri-
dirler. Bu nedenledir ki ortak yaratı olarak halkın
ortak düşüncelerini ve görüşlerini yansıtırlar. Orta-
ya konulan eleştiriler kolektif benliğin / deneyimin
ifadesidir. Bektaşi babaları ise halkın sözcüsüdürler.
Halkın ortak düşünce tutum ve davranışını temsil
eden Bektaşi kendi özelinde/somutunda genelin eği-
limini yansıtır.
Bektaşi egemen resmi din adamlarının dogmatik,
statik, sabit anlayışlarına karşı hayatında mizahi ve
eleştirel bir tavır takınır.
Akla, mantığa, insan doğasına, hayatın olağan ay-
kırı gelen düşünce ve davranış her kimden gelir ise
gelsin Bektaşinin eleştirilerinden mutlaka payını ala-
caktır.
11
Ali Yıldırım
12
Bektaşi Fıkraları
13
Ali Yıldırım
AÇLIKTAN HASTAYIM
Ramazanda oruç yiyen Bektaşi’yi yakalayıp yar-
gılamak üzere kadının huzuruna çıkarmışlar: Kadı
öfkeyle:
— Bre adam, demiş. Mübarek Ramazanda göz
göre göre oruç yenir mi?
— Ne yapayım özürüm var, der Bektaşi.
— Nedir özrün?
— Hastayım,
— Nerenden, ne hastasısın?
— Açlıktan hastayım, açlıktan!
16
Bektaşi Fıkraları
NAMAZ VE BEKTAŞİLER
Şeriatın şartlarından biri de namaz kılmaktır.
Namaz kılmamakta ölüm cezasını gerektiren bir
suç olmuştur. Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafın-
dan verilen bir fetvada:
“Bir kişi namazı inkâr edip ‘inanana namaz gerek-
mez dese ona ne yapmak gerekir’ sorusuna şeyhülis-
lamın cevabı ‘katli gerekir’ şeklindedir.”3
Bektaşilikte ise camiye gidip beş vakit namaz kıl-
mak yoktur. Bu denli ağır yaptırıma rağmen Bektaşi-
ler kendi tutumlarında ısrar emişlerdir.
Bektaşilerin bu zorunlu, dayatılan biçimsel ibadeti
reddediş tutumları da birçok fıkraya konu olmuştur:
18
Bektaşi Fıkraları
19
Ali Yıldırım
ELBETTE MEYHANE
Bektaşiyi komşuları rica minnet camiye götür-
müşler. Hoca başlamış vaaza:
— Ey cemaat bir yer vardır ki zengin, fakir, genç,
ihtiyar, dertli, neşesiz, gamlı, kederli kim görse gönlü
ferahlar, yüzü güler, şen mutlu çıkar. Neresidir orası
bilin haklım?
Bektaşi yanıt vermiş,
— Neresi olacak, meyhane...
21
Ali Yıldırım
FIKRALARIN TARİHSELLİĞİ
GERÇEKLİĞİ VE GEÇERLİLİĞİ
Sosyal muhalefet kendisini Bektaşi fıkrası ile ifa-
de eder. Fıkraları ortaya çıkaran onlarca tipik olay bi-
leşir ve bir süzgeçten geçip en vurucu ve yalın haliyle
fıkra olur. Fıkraların sosyal muhalefeti dile getirmesi,
somut gerçekliğin bir ürünü olmasıdır ki yüzyıllar-
dır ağızdan ağıza dolaşarak, kolektif illegal muhalefet
metinleri olarak günümüze ulaşmıştır.
Toplumsal gerçekliğin bir yanına karşılık gelme-
yen bir fıkranın yüzyıllarca yaşaması mümkün ola-
bilir mi? Fıkraları yaşatan, onu bu günlere taşıyan
fıkralarda insanların kendi gerçekliğini bulmasıdır.
Fıkraların ortak gerçekliğin ifadecisi olmalarıdır.
Tarihin hiçbir döneminde en haşmetli padişahla-
ra ait olaylar bile halkın dilinde yaşamamıştır. Fıkra
halkın dilinde tüm canlılığı ile yaşamışsa bu onun
kolektif gerçekliğin bir sonucu olduğunu açıkça ka-
nıtlamaya yeter.
Bektaşi fıkra ve nükteleri tarihseldir. Her bir nük-
tenin oluşum süreci içeriğindeki güldürme öğesinin
yanı sıra onca acının eseridir.
Bektaşi nükteleri salt güldürmez, onda derin bir
düşünme, ders, deneyim boyutu söz konusudur.
Şeyhülislamların vermiş oldukları fetvalar ele alı-
nıp değerlendirme yapıldığında bugün fıkra olarak
anlatılan olayların aslında yaşanmış birer gerçeklik
olduğu somut olarak görülür.
Müezzin ezan okurken Bektaşinin dönüp, “bin
kere de çağırsan bizden sana varacak olan yoktur”
nüktesi ve sonrasında bu sözü söyleyenin başına ge-
lenler ve bunun bir nükte halini alması tarihsel bir
gerçeklikten kaynaklanır.
22
Bektaşi Fıkraları
TENHA CENNETTEN
“Tenha cennetten kalabalık cehennem yeğdir” nük-
tesi ve sözü söyleyenin başına gelenler de somuttur.
Yine bir fetvadan okuyoruz:
“Mesele: Zeyd latife ile “Kesret-i Cennetten, tenha
tamu yeğdir” dese ne lazım gelir?
— El Cevap: Kâfir olur.”
SENİ GÖRÜNCE
ORTALIKTA CAN MI KALIR!
II. Mahmut Bektaşilere yönelik yoğun bir baskıya
yönelmişti.
Bir gün bir Bektaşi dergâhını bastırır. Tüm eren-
ler kaçıp gizlenirler. Yalnız yaşlı bir Bektaşi, kaçama-
yarak orada kalır.
II. Mahmut yaşlı Bektaşiye sorar:
— Erenler, canlar nerede?
23
Ali Yıldırım
24
Bektaşi Fıkraları
25
Ali Yıldırım
26
Bektaşi Fıkraları
27
Ali Yıldırım
28
Bektaşi Fıkraları
BAYRAMDAN BAYRAMA
Bektaşiye sormuşlar:
— Rakı içer misin?
— Ak-şam-daaan ak-şa-ma
— Namaz kılar mısın?
— Bayramdanbayrama, bayramdanbayrama!
29
Ali Yıldırım
VALLAHİ İÇMEM
Bir Bektaşiyi şarap içiyor diye yakalayıp kadının
huzuruna çıkarmışlar. Kadı sormuş:
— Sen şarap içermişsin, gerçek mi?
— Haşa efendim.
— And içer misin?
— Vallahi içerim, billahi içerim!
— Öyleyse şimdiden sonra içmeyeceğine and iç!
— Vallahi içmem, billahi içmem!
Bektaşi fıkralarında dinle dünya işlerinin istismar
edilmesine, tanrı ile insan arasına girilmesine, tanrı
adına konuşulmasına onun rolüne, vekilliğine kalkı-
şılmasına ince eleştiriler vardır.
Türlü bağnazlıkların baskısından bunalmış, dü-
şünce ve inanç özgürlüğüne özlem duyan insanların
elinde birer özdeyiştir fıkralar. Fıkralar anlatılmak
istenilen gerçeğin ortaya çıkması için toplumsal zekâ
veya ortak yaratıcılık amacıyla seçilmiş araçlardır.
TİPİKLİK UNSURU
Fıkraları vurgulu, etkili kılan onun tipiklik unsu-
rudur. Tipiklik benzer olayların yaşana yaşana, tek-
rarlana tekrarlana bir nükte ile ifade edilebilir hale
gelmesidir. Aksi bir durum yani tek bir olay üzerine
fıkra ortaya çıkmaz, çıksa bile yaşayamaz, yok olup
diğer.
Ortada ortaklaşa yaşanan ve ortak bir anlayışın
tepkisini, eleştirisini gösteren bir durum söz konu-
sudur.
DÜNYANIN YARATILIŞI
Alevi teolojisi esas olarak dünyanın nasıl yaratıl-
dığı üstüne kafa yarmaz sorular sormaz. O var olanı
kabul ederek yüzünü yaşanan hayata döner.
30
Bektaşi Fıkraları
SİYASAL ELEŞTİRİ
Egemen dinsel anlayışa yönelik eleştirilerin yanı
sıra fıkralar siyasal eleştiri mesajları da taşırlar.
Fıkralar egemen anlayış karşısında bir savunma
silahı işlevi görürler. Bu savunma egemen değere
karşı bir saldırıya da dönüşür. Çünkü varoluş ko-
şulu, yaşamsal bir direnme/ihtiyaç noktasında bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmışlardır. Açık, net, ke-
sin bir dille söylenmek istenilen söylenir. Zayıfın güç-
lüye, baskı altında tutulanın egemene, mazlumun
zalime karşı başkaldırı/mücadele/kafa tutma aracı
olarak ortaya çıkmışlardır.
Bektaşi fıkralarında Osmanlı hanedanı onu var
kılan idarecileri ile cisimleşen bir kurum olarak fık-
raların hedefi olur.
Bektaşi babası hanedanı onun memurlarının şah-
sında topa tutar. Zaten devlette, egemenlik ilişkileri
31
Ali Yıldırım
32
Bektaşi Fıkraları
33
Ali Yıldırım
34
Bektaşi Fıkraları
BEKTAŞİ
BEKTAŞİ FIKRALARI
FIKRALARI 35
Bektaşi Fıkraları
37
Ali Yıldırım
38
Bektaşi Fıkraları
YA BALIKLARI DÜŞÜNÜRSE
Bektaşi çok dalgalı bir denizde yolculuk yapıyor-
muş. Bir ara o kadar korkmuş ki “Aman Allah” diye
seslenmiş.
Onun bu halini gören yolcular:
— Baba ne korkuyorsun. Allah kerimdir, demişler.
Bektaşi’nin yanıtı şöyle olmuş:
— Ben de biliyorum kerim olduğunu, ya bu defa
balıkları düşünürse!...
39
Ali Yıldırım
40
Bektaşi Fıkraları
BEN İÇİYORUM
SEN SARHOŞ OLUYORSUN
Felekten bir gün çalmak isteyen baba erenler kıra
çıkmış, ocağı yakmış, nevalelerini pişirmeye başla-
mış, bir yandan da demleniyormuş; derken bir fırtına
çıkmış, ocağı söndürmüş, şişe devrilmiş, her şey bir
yana savrulmuş. Ortalık allah bullak olunca Bektaşi
ellerini göğe kaldırmış:
— İmanım, ben içiyorum, sen sarhoş oluyorsun!
Bu nasıl iştir anlayamadım! demiş.
DAHA ÇAKMAĞINI
ÇAKIP NE BAKIYORSUN?
Kıraç bostanına karpuz eken Bektaşi babası ürü-
nün bol olmasını garantiye almak için Tanrıyı bosta-
na ortak etmeye karar vermiş.
— Allah’ım bu sene seninle bostanda ortağız. İyi
ürün ver. Yarısını ben alayım, yarısı senin olsun…
Yarıdan yarıya ortağımsın.
Gerçekten de o sene karpuz o kadar bol olur ki,
Bektaşi ne yapacağını bilemez. Olacak ya, ertesi ak-
şam müthiş bir fırtına çıkar. Dolu bütün karpuzları
yarar. Sel tarlayı silip süpürür. Bektaşi tarlaya ko-
şar, bakar ki; hiçbir şey kalmamış. İşte tam bu sırada
yıldırım çakar ve bir an ortalık gündüz gibi aydınlık
olur. Baba dayanamaz ve şöyle seslenir:
— İşte yapacağını yaptın. Daha çakmağını çakıp
neye bakıyorsun? Bostan falan kalmadı.
41
Ali Yıldırım
42
Bektaşi Fıkraları
43
Ali Yıldırım
44
Bektaşi Fıkraları
AÇ KULLARINA
AZIK YETİŞTİRMEKTENSE
Bir zamanlar büyük bir kıtlık olmuş. Halk açlık-
tan kırılırken bir de salgın hastalık baş göstermiş,
insanlar yığın yığın ölmeğe başlamış. Bu hale daya-
namayan baba erenler ellerini göğe açarak:
— Hey Allahım, aç kullarına azık yetiştirmektense
böyle toptan öldürmek sana daha kolayına mı geliyor
demiş.
45
Ali Yıldırım
EŞEKLE İNEĞİ
BİRBİRİNDEN AYIRAMADIN
Yoksul Bektaşi’nin bir besili ineği ile bir uyuz eşe-
ği vardı. Fakat eli son derece dardı. Üç boğazı geçin-
dirmeye yetmiyordu geliri. Bir gece açtı ellerini yal-
vardı Tanrı’ya. Beni şu eşekten kurtar diye.
Ertesi sabah ahırın kapısını açtı ki ne görsün?
İnek ölmüş, uyuz eşek kalmış!
O öfkeyle sokağa fırlayan Bektaşi, toplamış milleti
başına. Göstermiş yerde yatanı:
— Bu nedir?
— İnek.
— Ya şu kaşınıp duran uzun kulaklı yaratık?...
— Eşek…
Baba Ereneler:
— Ey kurban olduğum Allahım der. Şu köylüler
kadar olamadın. Sana bin ricada bulunduk, eşekle
ineği birbirinden ayıramadın?
46
Bektaşi Fıkraları
ŞU ÇIPLAKLARI DA GİYDİRSEYDİN
Bektaşi, bir köyden geçerken, perişan ve çıplak
durumda pek çok insan görür. Sonra da temiz, bol
tüylü koyunlar... Kendi kendine der ki:
— Ey Allah’ım koyunları giydirdiğin gibi, şu çıp-
lakları da giydirseydin olmaz mıydı?
47
Ali Yıldırım
48
Bektaşi Fıkraları
49
Ali Yıldırım
O HIRSIZI BİLİR
Hırsız, Bektaşi babanın kapısını sökerek çalıp gö-
türmüş. Bunun farkına varan baba, mahallesindeki
mescidin kapısını kaldırdığı gibi kendi evine getirip
takmış. Komşuları bunu neden yaptığını sorunca,
Baba Erenler şu yanıtı vermiş:
— Benim evimin kapısını çaldılar. Ben de hırsızı
bulup cezalandırmayı Allah’a bıraktım. Çünkü hır-
sızın kim olduğunu pekâlâ bilir. Onu yakalasın ve
benim kapımı alıp kendi evine taksın.
50
Bektaşi Fıkraları
TESLİS
Dergaha yeni katılan dervişlerden biri ‘Hak, Mu-
hammed, Ali’ üçü birdir biri üçtür söylemine akıl er-
dirememiş. Evvela rehberine, bilemeyince onun dela-
letiyle mürşidine sormuş:
— Ne olursunuz, şu Allah, Muhammed ve Ali fark-
larını bana öğretir misiniz?
Mürşid yolun hazmolunması devrelerine girme-
yen bu konuyu açıklamaktan çekinmeyerek başla-
mış şöyle anlatmaya:
— Yavrum üçü birdir, biri üçtür. Bir dersen günah
olur, üç dersen günah olur. Çünkü, Allah Allahtır, Ali
Allahtır, Muhammed onun kuludur, hem mürşididir.
İkisi birdir. Fakat aslında üçü birdir. Biri de üçtür.
Baş, gövde ve ayaklar gibi...
Talibin aklı bir türlü ermediğinden aval aval bak-
mış. Mürşid devamla daha çok, fakat hep aynı çerçe-
ve içinde söz söylemiş. Sonunda adamcağızın nefesi
tükendiği ağzı köpürdüğü halde kendi de içinden çı-
kamamış ve kızarak sonmuş:
— Anladın mı evlat bundan ibarettir.
Talip haklı olarak “anlamadım” demiş. Bunun
üzerinde Bektaşi babası asabileşerek sesini yükselt-
miş:
— Anladım de, anladım de, de demiş. Yoksa an-
lıyamazsın. Otuz yıldır bu kapının ekmeğini yerim,
ben de anlıyamadım.
51
Ali Yıldırım
KENDİ OĞLUNA
HAYRI DOKUNMAYANIN
Baba erenler komşusu cami hocasının “Allahın
her şeye kadir olduğu” yönündeki sözlerinin anlamı-
nı düşünmüş taşınmış, içinden çıkamadığı için hoca-
dan sormaya karar vermiş:
— Komşu, demiş bizim Peygamberimiz Allahın
sevgilisi gözbebeği değil midir? Böyle olduğu halde ne
hikmettir ki, Yezid diye biri ortaya çıkıyor, Peygam-
berin torunlarını Kerbela’da zulümlerle şehit ediyor.
Cenabı Hak her şeye kadir ise, peygamberimizin to-
rununun katline neden göz yumdu?
Hoca, verecek cevap bulamayınca Bektaşi’ye çı-
kışmış:
— Hayrihi ve şerrihi min Allahi taalâ... Yıkıl kar-
şımdan, kafir oldun!
“Kâfir oldun!” sözü üzerine Bektaşi kendi kendine
söylenmiş:
— Madem kâfir oldum, ben de gider papaza danı-
şırım!
Aynı soruyu papaza da sormuş. Papaz:
— Bak dostum, demiş bizim peygamberimiz İsa
üstelik Allahın oğludur. Ama yine de nasıl öldü, bil-
miyor musun? Başına dikenli taç giydirdiler, çarmıha
gerip kollarını ayaklarını kan revan içinde çivilediler.
Bektaşi bunun üzerine papazın sözünü kesip şöy-
le demiş:
— Anladım, anladım... Kendi oğluna hayrı dokun-
mayanın torunlarına dokunur mu? diyeceksin...
52
Bektaşi Fıkraları
53
Ali Yıldırım
İSLAMIN ŞARTI
Softanın biri, Bektaşi’yi aklınca din bilgisinden sı-
nava çekmiş.
— İslamın şartı kaçtır?
— Birdir!
— Bre adam! Sen daha İslamın şartını bilmiyor-
sun, bir de dervişim diye geziyorsun!
Bektaşi taşı gediğine koymuş:
— Kızma be hocam! Hac ve zekatı siz kaldırdınız,
namaz ile orucu da biz kaldırdık, geriye kala kala ke-
lime-i şahadet kalmadı mı?
BESMELEYİ VAKTİNDE
ÇEKMELİYDİN!
Adamın biri çocuğunu döver. Her dayağa başlar-
ken de besmele çekermiş. Bektaşinin biri bunu göre-
rek besmele çekmesinin sebebini sormuş. Adam şu
cevabı vermiş:
— Allah tesirini halketsin diye besmele çekiyorum.
Bunu işiten Bektaşi şöyle demiş:
— İmanım, sen o besmeleyi oğlanı yapmadan önce
çekmeliydin!...
54
Bektaşi Fıkraları
ŞIMARTIYORUZ
Hava son derece sıcak. Bektaşiyi fena halde ha-
raret sarmış. Çarşıya gitmiş, bir karpuz almış. Serin
bir gölgelik bularak oraya oturmuş. Karpuzu yeme-
ğe hazırlanmış. Fakat kesip de ağzına bir lokma alır
almaz fena halde sinirlenerek önce karpuzcuya bir
küfür basmış, sonra da:
— Hey Allahım, şu karpuzu yaratırken biraz şe-
keri mi esirgedin? Kullarına bir nimet ihsan eder-
sin. Fakat onu da hiçbir zaman tam vermezsin, diye
söylenmeğe başlamış. Karpuz son derece tatsızmış.
Fakat, Bektaşi verdiği paraya acıyarak atmağa kıya-
mamış. İçini yeyip kabuklarını bir kenara atmış. O
sırada oradan geçen bir fakirin gözüne karpuz ka-
bukları ilişmiş. Fakir hemen oraya çömelmiş. Karpuz
kabuklarını alıp kemirmeğe ve her kemirdikçe de:
— Çok şükür yarabbi, bana bugün de bir nimet
ihsan ettin. Aman ne leziz karpuzmuş, diye söylen-
meye başlamış. Bektaşi dayanamamış. Hemen yerin-
den fırlamış. Ellerini beline dayamış:
— Ben onun içini yedim. Fakat tatsız olduğu için
Allaha şükretmedim. Sen kabuklarını yiyorsun, hiç
durmadan şükrediyorsun. İşte böyle gereksiz yere
dalkavukluk ediyorsunuz onu şımartıyorsunuz, diye
bağırmış.
55
Ali Yıldırım
ALLAHIN YAZISI
Bir toplulukta Kuran’ın anlatım mükemmelliğin-
den söz ediliyormuş. Birisi sormuş:
— Allahın sözü bu kadar güzeldir, acaba yazısı
nasıldır?
Mecliste hazır bulunan Bektaşi soruyu yanıtla-
mak için atılmış:
— Herhalde hiç güzel değildir.
Hep birden sormuşlar:
— Baba, nerden bildiniz?
Bektaşi yanıtlamış:
— Nerden olacak alnımın kara yazısından!..
56
Bektaşi Fıkraları
57
Ali Yıldırım
ALLAHIN KULU
YALNIZ SEN DEĞİLSİN!
Hoca ile Bektaşi yol arkadaşı olmuşlar. Hocanın
atı, Bektaşinin ise eşeği varmış. Akşam çayırlık bir
yere gelmişler, geceyi burada geçirmeye karar ver-
mişler. Yemeklerini yedikten sonra, yatacakları sıra-
da hoca:
— Yarabbi, beygirimi sana emanet ettim, sen sak-
la, demiş.
Bektaşi de:
— Pirim, benim eşeği de sen bekle, diye ısmarla-
mış.
Hoca hayret ve kızgınlıkla.
— Efendi, Allah’a emanet et. Günaha giriyorsun,
demişse de Bektaşi aldırmamış. Yatıp uyumuşlar.
Sabahleyin bir de bakmışlar ki, hocanın atını
kurtlar yemiş, eşek ise otluyor. Hoca hayretle söy-
lenmiş:
— Bu nasıl şey? Allah’a emanet ettiğim beygir git-
miş. Bektaşinin eşeği ise duruyor.
Bunu duyan Bektaşi şöyle demiş:
— Bunda hayret edecek bir şey yok Hoca Efendi.
Allah’ın kulu yalnız sen değilsin ya, muhakkak bek-
leyeceği daha önemli şeyler vardı. Hâlbuki bizim Pirin
biricik dervişi benim. Hesap soracağımı bildiği için
malımı sabaha kadar bekledi.
58
Bektaşi Fıkraları
UĞURSUZLUK HANGİMİZDE?
Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber
akşama kadar uğraştığı halde bir keklik bile vura-
maz. Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir
dervişin uğursuzluğuna bağlar. Sokaklara seslenir.
Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külâhlı, sırtı
kambur birinin önünden geçtiğini ve hemen bu ada-
mı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi baba-
larından meyhor Hamza Babayı yaka paça huzura
getirirler. Sultan:
— Bre uğursuz, ne bakar!... Bugün sabahleyin kar-
şıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastla-
madım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini...
Baba bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini
açıklamak için söz alır:
— A devletlûm siz beni gördünüz bir keklik vura-
madınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gör-
düğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin
uğursuzluk hangimizde!...
59
Ali Yıldırım
CİMRİLİĞİ ÜSTÜNDE
Bektaşi, hamamda yıkandıktan sonra, bedelini
ödemek için elini cebine atmış, ama görmüş ki tek
kuruşu yok... Ne yapsın?
— Hey koca Tanrım, demiş ya bana hamamcıya
ödeyecek kadar para ver, ya da şu hamamı yık...
Rastlantı bu ya, tam o sırada bir deprem olmuş,
hamam sallanmış, gürültü patırtı arasında herkes
sokağa çıkmış. Bektaşi de hamamcıya parayı öde-
mekten kurtulmuş. O sevinçle yürüyüp giderken, bi-
raz ötede bir yoksulun dua ettiğini görmüş. Adamca-
ğız ellerini açıp:
— Allahım, diye yakarıyor, ne olur bana 100 ku-
ruş ihsan et, diyormuş. Bektaşi yoksulu uyarmış:
— Nafile yere dua etme! Seninkinin bugünlerde
hasisliği üstünde. Bana bir kuruş vermemek için
koskoca hamamı yıkayazdı, sana 100 kuruş verme-
mek için dünyayı başımıza geçirir.
FAKİRLİĞİN ZIDDI
Üç beş kişi toplanmış konuşuyorlardı. Fakirliğin
iyiliğinden, sabır eden yoksulun cennete daha evvel
gideceğinden, öbür dünyada kazanacağı ödüllerden,
uzun uzadıya söz ediliyordu. Sonra konuşmaya hiç
katılmayan Bektaşi’ye düşüncesini sordular:
— Erenler, siz ne dersiniz?
Derviş yanıt verdi:
— Dediğiniz doğru, fakat ben yine de Cenabı
Hak’tan fakirliğin zıddı olan fenalığı vermesini isterim.
60
Bektaşi Fıkraları
61
Ali Yıldırım
62
Bektaşi Fıkraları
63
Ali Yıldırım
KİBİRSİZ EVLİYA
Babaya sormuşlar:
— Evliya nasıl olur?
Baba:
— Nasıl olacak? Senin, benim gibi biri...
— Peki, sen evliya mısın?
— Evliyayım elbette!
— Öyleyse bir keramet göster bakalım. Mesela şu
karşıdaki ağacı yürüt..
Bektaşi ciddileşmiş ve ağaca doğru.
— Yürü ya mübarek, diye seslenmiş.
Fakat hiç ağaç yürür mü? Bir kez daha, bir kez
daha...
Ağacın yürüyeceği yok. Baba bakmış ki olacak
gibi değil.
Kalmış ve kendisi ağaca doğru yürümüş.
Ne yaptığını sorduklarında, gayet sakin yanıt ver-
miş:
— Kardeşler, evliyada gurur, kibir olmaz. Ağaç
bize gelmedi mi, kalkıp biz ona gideriz, olur biter!
64
Bektaşi Fıkraları
65
Ali Yıldırım
66
Bektaşi Fıkraları
67
Ali Yıldırım
NEFİRİMİ BENİMLE
BİRLİKTE GÖMÜNÜZ
Bir Bektaşinin yanından hiç ayırmadığı sevgili bir
nefiri (borusu) vardı. Bir gün derviş hastalanır, iyileş-
mesinden ümit kesilir. Arkadaşları yanına gelip:
— İnşallah iyileşirsiniz. Fakat her ihtimali düşün-
mek gerekir. Eğer bir vasiyetiniz, son arzunuz varsa
haber veriniz, derler. Derviş:
— Son arzum sevgili nefirimi benimle beraber
gömmenizdir, deyince oradakiler hayretle:
— Onu mezarda ne yapacaksınız?
— Dünyada bana çok defa lâzım oldu. Mahşerde
de lâzım olacağına şüphem yoktur. Çünkü orada yuf
borusu çalacak çokları vardır. Onlara karşı yuf boru-
su çalacağım, cevabını verir.
ÇOK YAMANSIN
Bektaşinin biri dere kenarından geçerken eşeği
çamura saplanır. Yularından çekmeğe başlar. Hay-
van çabaladıkça çamura gömülmektedir. Zavallı der-
viş bağırır “Yetiş ya Ali!...”
Yalvarmanın da faydası olmaz. Hayvan artık kı-
mıldayamayacak bir hale gelir. O sırada babanın se-
sini işiten bir yolcu yanına yaklaşır. “Çekil baba” der.
Hemen eşeği kuyruğundan yakalayarak “Yetiş ya
Osman” demekle beraber hayvanı çamurdan çıkarır.
Manzaraya şahit olan Bektaşi gülümseyerek:
— İmanım Ali, der. Sen çok yamansın vesselâm.
İyi işlere kendin koşarsın. Böyle pis işler oldu mu Os-
man’ı gönderirsin!...
68
Bektaşi Fıkraları
GÖNÜL RAHATLIĞIYLA
Bektaşi babalarından biri öleceği sırada, oğlunu
yanına çağırarak, vasiyette bulunur:
— Yavrum ben ölünce nefirimi de (Boynuzdan ya-
pılmış boru) mezara beraber gömdür. (İslam’da böyle
bir adet yoktur)
Oğlu hayretle sormuş:
— Niçin baba?
— Mahşer günü Hazreti Adem’den Hazreti Hü-
seyin’e kadar bütün büyüklerin ayaklarına kapanıp
şefaatlerini dileyeceğim. Kabul ederlerse ne âlâ, et-
mezlerse hepsine bir “yuuh” borusu çekerek gönül
rahatlığıyla cehenneme gideceğim.
69
Ali Yıldırım
70
Bektaşi Fıkraları
71
Ali Yıldırım
72
Bektaşi Fıkraları
73
Ali Yıldırım
74
Bektaşi Fıkraları
75
Ali Yıldırım
76
Bektaşi Fıkraları
77
Ali Yıldırım
78
Bektaşi Fıkraları
KİMİN YÜREĞİNİN
YANDIĞINI ALLAH BİLİR
Ramazana tesadüf eden bir bağbozumu mevsi-
minde bağcının biri pekmez kaynatmakla uğraşırken
Bir Bektaşi çıka gelip:
— Bereketli olsun! Diyerek tepsi içindeki çamçağı
alır ve uzatır. Bağcı, boş kabı olup olmadığını sorun-
ca:
— Hele sen doldur, hak kabını yaratır, der. Bağcı,
çamçağı doldurur, verir. Bektaşi bir nefeste içip:
— Eyvallah, diye tekrar uzatınca, bağcı:
— Ben seni oruçlu sanarak pekmezi dağarcığına
koyacaksın diye verdim. Hâlbuki sen mübarek günde
içtin, der.
Bektaşi:
— Erenler! Ben yolcuyum, ayağımın tozuyla bura-
ya geldim. Seferi olduğum için içtim, cevabını verir.
Bağcı istemeyerek çamçağı bir daha doldurup ve-
rir. Dede bu sefer de bir solukta içip:
— Eyvallah, diye çamçağı uzatınca:
— Dedem, bu kadar pekmez içilmez, sonra yüre-
ğin yanar, deyince baba:
— Hele sen doldurmağa bak, kimin yüreğinin yan-
dığını Allah bilir, der.
79
Ali Yıldırım
CAMİYE GELİYORLAR
ÜSTELİK PARA VERİYORLAR
Bektaşi dervişlerinden biri, bir cami kapısında es-
kicilik yaparmış. Bir gün seyyahlar gelerek kayyumu
sormuşlar. Kayyum gelince bunların önüne düşerek
camiyi gezdirmişler. Seyyahlar ayrılırken bolca bah-
şiş vermişler. Uzaktan bunları seyreden Bektaşi şöy-
le demiş.
— Yahu, ben kırk yıldır şurada yaşarım, bir kere
camiye girmek aklıma gelmedi. Bu adamlar dünya-
nın bir ucundan camiyi görmek için masraf edip geli-
yorlar; bir de üstelik para veriyorlar!
80
Bektaşi Fıkraları
BAYRAMDAN BAYRAMA
Bektaşiye sormuşlar.
— Rakı içer misin?
— A-k-ş-a-m-d-a-a-a-n a-k-ş-a-m-a...
— Namaz kılar mısın?
— Bayramdanbayrama, bayramdanbayrama...
AHİRET YOLCUSUYUM
Bektaşiyi oruç yerken yakalayıp, kadının huzuru-
na götürmüşler. Kadı kızmış:
— Bre zındık, niye oruç yiyorsun?
Bektaşi, hiç istifini bozmamış:
— Seferiyim! O yüzden oruç tutmadım:
Biri atılmış:
— Kırk senedir burada oturur, kadı efendi, seferi
değildir. Yalan söylüyor, deyince Bektaşi şöyle demiş:
— Dünyada iki-üç gün daha oturacağıma dair
elimde senet mi var? O yüzden ahiret yolcusuyum!...
81
Ali Yıldırım
YUMUŞASIN DİYE
Bektaşi, Ramazanda erik yiyerek gidiyormuş.
Bunu gören softanın biri çatmış:
— Yahu! Müslüman adam oruç yer mi?
Bektaşi aldırmamış:
— Yiyen kim? Ben oruçluyum!
Şaşıran softa, avurdunun şişkinliğini işaret edip
sormuş:
— Peki ağzındaki nedir?
Bektaşi düşünmeden yanıt vermiş:
— Eriktir. Ramazan değil.
82
Bektaşi Fıkraları
83
Ali Yıldırım
NİYE DOKUNSUN
Bektaşiye sormuşlar:
— Baba erenler!... Nasıl bu Ramazan sana dokun-
du mu?
Bektaşi gülümsemiş ve hemen cevap vermiş:
— Ben o mübareğe bir şey yapmadım ki, o da
bana dokunsun.
BURAYA ÇIKAMAZ
Çamlıca tepesinde bulunan Bektaşi tekkesine
mahallenin imamı, bir Ramazan günü konuk gider.
Meğer o sırada Baba demleniyormuş. Hiç istifini boz-
madan:
— Hu Erenler, Deyip imama rakı kadehi uzatır.
İmam, hiddetle bağırır:
— Tüh utanmaz herif! Mübarek gün ayıp, günah
değil mi, sizin buraya Ramazan gelmedi mi?
Bektaşi hayretle imamın yüzüne bakarak şöyle
mırıldanır:
— Herhalde bunca yıllık Ramazan senden de, ben-
den de çok ihtiyardır, değil mi?... Bu ihtiyar Ramazan
nasıl olur da, bu dik tepeye kadar çıkabilir?
SEFERE ÇIKACAĞIM
Babanın birine sormuşlar:
Ramazan geliyor ne yapacaksın?
Sefere çıkacağım, demiş
84
Bektaşi Fıkraları
MÜBAREK SÜNNETİ DE Mİ
TERK EDEYİM
Bektaşi Ramazandan on beş yirmi gün kadar
önce evlenmiş. Karısı Bektaşi adetlerini bilmeyen bi-
risiymiş.
Ramazan gelmiş... Kadın bakmış ki kocası namaz
kılmıyor. Oruç da tutmuyor. Fakat muntazam sahur
yemeklerine katılıyor. Bu durum kadına pek tuhaf
gelmiş,
— Efendi!... Namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyor-
sun. Fakat her gece sahur yemeği yiyorsun. Bunun
hikmeti nedir? diye sormuş.
Bektaşi, ciddiyetini koruyarak cevap vermiş:
— A hanım!... Oruç tutmak farzdır. Sahur yemek
ise sünnettir. Bir türlü becerip de farzı yerine getire-
miyorum. Mübarek sünneti de mi terk edeyim.
85
Ali Yıldırım
86
Bektaşi Fıkraları
SAHUR DAVULU
Bundan senelerce evvel Aksaray civarındaki ma-
halle bekçilerinden birine teravihden sonra mahalle-
nin külhanbeyleri, reçel diye esrar macunu yedirmiş-
ler. Adamcağız fena halde dalgaya düşmüş. Sahur
vaktine kadar bazısı tatlı, bazısı korkunç bin bir ha-
lusinasyondan sonra bakmış ki diğer mahallelerde
davul çalınıyor. Hemen o da kendi davulunu boynuna
takmış, çalarak yola düzülmüş. Fakat esrarın şiddeti
daha geçmediği için de farkında olmadan adımlarını
davulun tokmağına uydurmuş. Kendini kapmış ko-
yuvermiş. Böylece bir iki saat durmadan yürümüş.
Çeşitli mahalleleri birkaç defa dönmüş. Nihayet gele
gele Unkapanı Köprüsüne gelmiş. Fakat imsak topu
çoktan atılmış, sabah ezanı okunmuş, ortalık ağar-
mış, o hâlâ farkında değil. Güneş doğarken köprüyü
geçmiş. Meyit yokuşundan yukarı Beyoğlu’na doğru
tırmanmaya başlamış. O sırada zaptiyeler de civar-
da sabahın tenhalığından faydalanarak cigarasını fo-
surdatarak geçen bir Bektaşiyi yakalamışlar. Zaptiye
kapısına götürüyorlarmış. Bektaşi o sırada yokuşun
orta yerinde davul çalarak gelen bekçiyi görünce:
— Uğur ola, bekçi baba. Bu ne davulu böyle?
Bekçi cevap vermiş:
— Sahur davulu efendim, mahalleyi sahura kal-
dırıyorum.
Bektaşinin gözleri parlamış. Zaptiyelere dönerek
— Eee, artık beni bırakın demiş. Madem ki herkes
sahura yeni kalkıyor, imsak vakti ben yeniden niyet
ederim!...
87
Ali Yıldırım
E, ŞİMDİ ANLAT
Bir yaz Ramazanında çarşıda gezerken Bektaşiyi
fena halde hararet basmış. Çevredekilerin müdaha-
lesinden çekinerek biraz sabretmişse de nihayet da-
yanamamış. Hemen ağzını çeşmeye dayayarak kana
kana içmeğe başlamış. O sırada oradan bir sofu ge-
çiyormuş. Hemen Bektaşinin omzundan yakalamış.
— Yahu, ne yapıyorsun? Mübarek günde orucun
sakatlandı? Diye bağırmış. Fakat Bektaşi bu ihtara
hiç aldırmamış. Hararetini giderecek kadar su içip
ağzını da sildikten sonra, sofuya:
— Affedersin, oruç keyfiyle söylediğini pek iyi du-
yamadım. E, şimdi anlat bakalım.
88
Bektaşi Fıkraları
89
Ali Yıldırım
90
Bektaşi Fıkraları
ON BİR AY AÇ GEZDİM
Bir Bektaşiyi “oruç yedin” diye yakalamışlar.
Bektaşi şöyle demiş:
— Yahu, on bir ay aç gezdim, kimse halin nedir,
demedi. Bugün karnımı doyurmak istedim, yakaladı-
nız. Bu olacak şey mi?
91
Ali Yıldırım
BENİM TENEKE
KULÜBEME GELİR Mİ?
Bektaşi teneke kaplı fakir kulübesinde oturmuş,
sessiz sedasız oruç yiyormuş. Pencerenin önünden
geçen bir sofu bunu görmüş:
— Hayrola baba.... Galiba senin eve Ramazan gir-
memiş.
Bektaşi boynunu bükerek gülmüş:
— A imanım... Mübarek Ramazan saraylara ve ko-
naklara gider. On bir ayın sultanı olan o nazlı misafir
benim teneke kulübeme gelir mi?
92
Bektaşi Fıkraları
93
Ali Yıldırım
AHRETTE GELİR
HESABI DENKLEŞTİRİRİM
Bektaşinin biri karısının ısrarına dayanamayarak
Ramazanda bir gün oruç tutmuş. Ramazan geçmiş,
bayram geçmiş. Bir mecliste oturup konuşurlarken
söz, oruç konusuna gelmiş. Mecliste bulunan sofu-
lardan biri büyük bir üzüntü ile:
— Yarın ahrette hesabını nasıl vereceğim bilmem
ki... Bu Ramazan bir oruç kaçırdım, demiş.
Bektaşi derhal söze karışarak o sofuya hitap et-
miş:
— Hiç merak etme erenler... Tamamiyle rahat ol...
Eğer ahrette hesap verirken zorda kalırsan hemen
bana haber gönder, Ben gelir hesabı denkleştiririm.
BU SENE GELEMEZ
Bektaşiye:
— Mübarek Ramazan iki gün sonra geliyor. Artık
oruçluyuz, demişler. Bektaşi yanıt vermiş:
— Bu sene gelemez.
— Neden?
— Ben onu geçen sene yemiştim!
94
Bektaşi Fıkraları
SEN OT MU YERSİN?
Bir Bektaşi dedesi, Ramazanda kasabaya gider-
ken “kentte yemek yiyemeyeceğim” diye düşünüp,
kenarda bir gölgeliğe çekilip dağarcığından çıkardığı
ekmek peyniri yemeye başlamış. O sırada yoldan ge-
çenlerden biri görüp takılmış:
— Bak hele! Dede, mübarek günde ekmek yiyor!
Dede kaşlarını çatarak yanıt vermiş:
— Sen ot mu yersin, be çocuğum?
95
Ali Yıldırım
96
Bektaşi Fıkraları
97
Ali Yıldırım
98
Bektaşi Fıkraları
SANA NE?
Bektaşi Ramazanda bir yere oturup karnını doyu-
rurken, oradan geçen biri takılır:
— Baba! Ramazan geldi bilmiyor musun?
Bektaşi gayet sakin:
— Bana ne?
Softa yine saldırır:
— Müslüman değil misin?
Bektaşi kızar:
— Sana ne?
99
Ali Yıldırım
100
Bektaşi Fıkraları
101
Ali Yıldırım
102
Bektaşi Fıkraları
103
Ali Yıldırım
104
Bektaşi Fıkraları
105
Ali Yıldırım
YOLCUYUM
Oruç yerken yakalanan Bektaşiye Kadı sormuş:
— Niçin oruç tutmuyorsun?
— Yolcuyum.
— Ramazanla bayramın arası kaç gündür.
— Otuz!
— İşte otuz günlük mesafeyi kat edecek kimse
herhalde yolcudur.
KURTARICI AY
Ramazanda oruç yiyenler hakkında verilen ceza-
lardan ve takibattan bıkıp, tedirgin olan Bektaşinin
biri, bayrama kurtarıcı ay, der. Bayram gecesi:
Ramazanım seni kimler almış kale
Var dua eyle karındaşın olmuş Şevvâle...
Beyitini okuyarak Ramazanı uğurlamış.
106
Bektaşi Fıkraları
BE MÜBAREK!
GÖZÜME Mİ GİRECEKSİN?
Ramazan ayının girmesine bir iki gün kalmıştı.
Mahalle kahvesinde Ramazanın hangi gün başlaya-
cağına dair konuşuyorlardı. Hocanın biri:
— Ay görülmeyince Ramazan başlamış olmaz.
Oruç tutmak için ayı görmek şarttır, dedi.
Bu sözler Bektaşinin kafasına girdi. Eve gelir gel-
mez karısına:
— Hanım, evde ne kadar perde varsa sımsıkı in-
dir, dedi.
Bektaşinin karısı, birdenbire kocasının maksadı-
nı idrak edemedi:
— Niçin efendi?..
Bektaşinin gayet ciddi bir tavırla:
— A hanım, niçin olacak? Bu gün yarın ramazan
ayı başlıyacakmış. Fakat oruç tutmak için ayı gör-
mek şartmış. Perdeler açık olursa belki ay gözlerime
ilişiverir. Böyle bir şeye meydan vermemek için sen
şu perdeleri sımsıkı indir.
Bektaşi gündüzleri aldırmıyordu. Geceleri de ma-
halle kahvesine giderken pek ihtiyatlı davranıyordu.
Semâda her gece biraz daha büyüyen ayı görmemek
için gözlerini yerden ayırmıyordu. Bir gün akşama
kadar yağmur yağmıştı. Akşam vakti yağmur dinmiş,
hava açılmıştı. Fakat sokağın çukur yerlerinde, bir
takım birikinti sular kalmıştı.
107
Ali Yıldırım
108
Bektaşi Fıkraları
UNUTMUŞ
Bektaşinin biri dalgın bir halde sigarasını tüttü-
re tüttüre yolda gidiyormuş. Karşısına yeniçeri ağası
çıkmış. Hiddetle sormuş:
— Bu ne hal? Mübârek Ramazan gününde oruç
tutmuyor sigara mı içiyorsun?
Bektaşi şaşkın şaşkın karşılık vermiş:
— Unuttum ağa.
Yeniçeri:
— Neyi unuttun?
Bektaşi sâfiyetle:
— Sokakta olduğumu... demiş.
109
Ali Yıldırım
EŞEKLİĞİNDEN
Dostlarının baskılarına dayanamayan Baba Eren-
ler, camiye gitmiş, hocanın vaazını dinliyordu. Hoca,
içkinin kötülüğünü anlatmak için aklına ne geliyorsa
söylüyordu. Bir ara şöyle dedi.
— Bir eşeğin önüne, bir kova su ile bir kova şa-
rap koysanız hangisini içer? Elbetteki suyu içer. Peki
eşek niçin şarabı içmez?
Bektaşi dayanamayıp seslendi:
— Neden olacak, eşekliğinden...
110
Bektaşi Fıkraları
DÜŞMAN
Bektaşinin birisi her gün şarap içmek âdetindey-
miş.
Bunu hoş görmeyenler, kendisine sormuşlar:
— Baba Erenler, içki sağlımızın düşmanıdır, sen
neden içiyorsun
Bektaşi de:
— Düşman olduğunu bildiğimden onu yok etmek
için içiyorum, demiş.
111
Ali Yıldırım
112
Bektaşi Fıkraları
113
Ali Yıldırım
O RAMAZANDA OLUR...
Bektaşinin biri bir kadına tutulmuş. Onunla ev-
lenmek istemiş. Fakat kadın Bektaşinin içki içmeme-
sini şart koşmuş. Bektaşi de kadını kaçırmamak için
bu şartı kabul ettiğine dair söz vermiş.
Aradan beş on gün geçtikten sonra Bektaşi da-
yanamamış. Senelerden beri alışkın olduğu bir mey-
haneye uğrayarak birkaç dem aldıktan sonra eve
gelmeğe başlamış. Meğer kadın Bektaşiden pek hoş-
lanmış. Arada içki içilemeyeceğine dair mukavele
olduğu halde kadın kocasının zevkini hoş görmeğe
mecbur kalmış.
— A efendi, her akşam meyhaneye gidiyorsun.
Bir hayli para sarf ediyorsun. Bir binlik doldurup eve
getirsen, ben her akşam sana elimle mezeler yapsam,
tepsiler donatsam, karşına geçip otursam, ara sıra
ben de çakıştırsam, çakıştırdıkça neşelenip şarkılar
söylesem, oyunlar oynasam fena mı olur? Diye yal-
varmaya başlamış.
Bektaşi derhal karısının sözünü kesmiş:
— Hiç yorulma karıcığım. Anlattığın şeyler faki-
rin arayıp da bulamadığım şeylerdir. Ancak şu var ki
içkinin evlerde içilmesi ancak Ramazana mahsus bir
adettir.
114
Bektaşi Fıkraları
KİMDEN ŞİKÂYETÇİ
İstanbulun meşhur ayaklanmalarının birinde pa-
dişah sarayının etrafını saran halkın “istemezük, is-
temezük” diye bağırmalarına hiçbir şeyden habersiz
içkili Bektaşi de katılır, o da “istemezük” diye bağır-
maya başlar. Neyi istemediklerini anlamak maksa-
dıyla halkın arasına katılan padişah soruşturma ne-
ticesinde sadrazamı istemediklerini anlar.
Bu arada padişah Bektaşiyi de sorguya çeker.
Hiçbir şeyden haberi olmayan baba erenler:
— Ben meyhanede Anastas’ı birkaç günden beri
şaraba fazla su kattığı için istemiyorum, deyince bu
cevaptan hoşlanan padişahın ihsanına nâil olur.
MERDİVENLERİ
TAŞTAN YAPMIŞLAR DA!
Bektaşi babası birkaç arkadaşıyla oturmuş dem-
leniyordu. Bir an gelince elindeki kadehi iterek:
— Artık içmeyeceğim, diye haykırdı.
Arkadaşlarından biri hayretle sordu:
— Senin bu kadarla yetindiğin yoktu, nerden ica-
betti bu?
Bektaşi içini çekti:
— Yoktu ama, yeni taşındığım evin merdivenleri-
ni taştan yapmışlar da!...
115
Ali Yıldırım
116
Bektaşi Fıkraları
BEKTAŞİYE GÖRE
Bektaşiyi, rica minnet camiye götürmüşler. Hoca
başlamış anlatmaya:
— Ey cemaat! Bir yer vardır ki zengin, fakir, genç
ihtiyar, dertli, neşesiz, gamlı, kederli kim görse gönlü
ferahlar, yüzü güler, şen mutlu çıkar. Neresidir orası,
bilin bakayım?
Bektaşi yanıt vermiş:
— Neresi olacak meyhane....
117
Ali Yıldırım
ŞARAP OL YA MÜBAREK
Sultan Mecid zamanında bir aralık içki yasağı ilan
edilmiş ve bir aralık da yasak son derece şiddetlenmiş.
Geceleri sokaklarda devriyeler dolaşıyormuş. Te-
sadüf ettikleri kimseleri, sarhoşları veyahut üzerinde
içki şişesi bulunanları tevkif ediyorlarmış.
Bir iki gün bu içki yasağına tahammül eden Bek-
taşi, artık daha fazla sabredememiş. Her nasılsa bir
yerden eline bir şişe şarap geçirmiş. Tenha sokaklar-
dan acele acele evine giderken birden bire bir devri-
yeye rast gelmiş. Devriye zabiti Bektaşinin telaşından
şüphelenerek sormuş:
— Nereden geliyorsun?
Bektaşi sükûnetini muhafaza ederek cevap vermiş:
— Camiden
— Eee... Nedir bu telaşın?
— Efendim, akşam namazını Ayasofya camisinde
kıldım. Yatsı namazını da Fatih’te kılmak istiyorum.
Camiye bir an evvel yetişip de ilk safta yer almak için
biraz acele ediyorum.
Bektaşi bu sözleri söylerken devriye zâbiti de bü-
yük bir dikkatle Bektaşiyi gözden geçirmiş. Birden
bire gözleri Bektaşinin koltuğunun altındaki şişkinli-
ğe ilişmiş. Parmağıyla orayı göstererek:
— Nedir o?... demiş.
— Hiç demiş.
Devriye zâbiti büsbütün şüphelenmiş:
— Canım, hiç olur mu? Orada bir şey var, nedir
o? Haydi bakalım çıkar, diye ısrar etmiş.
Bektaşi şişeyi çıkarmaya mecbur kalmış. Vaziye-
tin vehâmetini anlayarak derhal kendini toparlamış.
118
Bektaşi Fıkraları
119
Ali Yıldırım
KABAHAT ŞİŞELERİN
Devrin hükümdarı, geceleri tebdil kıyafet ederek
İstanbul’u teftiş ediyormuş. Bir gece yol üstünde biri-
nin boylu boyunca yattığını görmüş, beraberindekile-
re kaldırılmasını emretmiş. Bir de bakmışlar ki yatan
bir Bektaşidir ve içkinin etkisiyle sızmış. Bektaşiyi
kaldırıp hükümdarın karşısına dikmişler ve üstünü
arayarak koynundan çifte rakı şişesi çıkarmışlar.
Hükümdar sormuş:
— Erenler, bu ne hal?
Bektaşi utanmış, fakat bir şey söylemesi lazım.
Şişeleri gösterip şöyle demiş:
— Sultanım yapan da bu yaptıran da!... Bana
sorma ona sor! Göreyim bakalım ne cevap verecekler!
Bu söz hükümdarın hoşuna gitmiş ve tekkesine
götürülmesini emretmiş.
120
Bektaşi Fıkraları
ŞER›İ HİLE
Bir Ramazan günü, tam iftar vakti Bektaşinin biri
çilingir sofrası kurarak atıştırıyormuş. Tam kafayı
tütsülediği sırada tanıdıklarından bir hoca kendisini
ziyarete gelmiş. Bektaşiyi bu halde görünce sormuş:
— Baba erenler... Kolay gele... Ramazan olduğu-
nu unuttun galiba?
— Hocam fakir için her gün Ramazan... Kimseye
fenalık vermeden neş’elenmeğe çalışıyorum.
Bu sırada sokaktan geçen zaptiye devriyesi Bekta-
şi ile hocayı suçüstü yakalıyarak kadının huzuruna
götürmüş. Kadı hiddetlenerek Bektaşiye sormuş:
— Adın ne senin bakalım?
Bektaşi hiç tereddüt etmeden:
— Yorgi... diye cevap verir.
— Madem ki ismin Yorgi imiş. Seninle işimiz yok.
Sen bir tarafa çekil bakalım.
Sonra hocaya dönerek:
— Ya senin adın ne?
— Osman!
— Yazık sana hem Müslüman hem de hoca ola-
caksın. Ramazanda ne diye şarap içiyorsun. Yıkın
şunu.
Mübaşirler hocaya ağız açtırmadan derhal yaka-
larlar ve yere yatırarak sopa çekmeğe hazırlanırlar.
Bu esnada Bektaşi araya girerek:
121
Ali Yıldırım
122
Bektaşi Fıkraları
123
Ali Yıldırım
DERGAH NE TARAFTA?
Canlardan biri, geziye çıkmış. Uğradığı bir kentte
ilk rastladığı adama sormuş:
— Erenler, dergâh ne taraftadır, tarif eder misin?
Adamcağız, gayet ciddi bir şekilde:
— Sağdan gider, yüz metre sonra sola saparsın...
diye tarife başlamış.
Baba lafı bölüp sormuş:
— Kuzum efendim, orası meyhaneye çıkmaz mı?
— Hayır, meyhane şu karşı yoldan yürüyüp sola
sapınca karşına gelir.
Baba rahatlamış:
— Eyvallah! Güzel anlattın, şimdi dergâhın yerini
tam olarak öğrendim.
KİMİN ELİYLE
Bir Bektaşi her ne olursa ‘‘Allahtan...’’ dermiş.
Bir gün bir külhanbeyi bu Bektaşinin ensesine
okkalı bir tokat patlatmış. Bektaşi arkasını dönün-
ce külhanbeyi; “Baba erenler ne bakıyorsun? Allah-
tan!..” demiş.
“Eyvallah evlat... Ben de Allahtan olduğunu bili-
yorum, ama hangi pezevengin eliyle yaptırdı diye me-
rak ettim; ona baktım!..”
124
Bektaşi Fıkraları
SU İÇERKEN BİLE
BESMELEYİ UNUTURMUŞ!
Bursa’nın ünlü Bektaşi şeyhlerinden Zaik Efendi
için:
— Şarabı besmele ile içer, demişler.
Baba bunu işitince bozulmuş:
— Yahu, bunlar adamı deli ederler vallahi! Ben
su içerken bile besmeleyi unutuyorum da şarap içer-
ken nerden aklıma gelecek.
125
Ali Yıldırım
TERSİNE
Kafayı tütsüleyen bir Bektaşi sallana sallana gi-
derken yakından tanıdığı bir Rum hekimle karşılaşır.
Elini omzuna koyarak:
— Yorgo, der geçen gün bir bardak şarabın insa-
na kuvvet vereceğini söylüyordun.
Hekim başını sallar:
— Evet öyledir.
Bektaşi dudaklarını büzer:
— Laf, Apostol’da on bardak içtim, gördüğün gibi
ayakta duracak halim yok.
126
Bektaşi Fıkraları
127
Ali Yıldırım
128
Bektaşi Fıkraları
O RUFAİLERİN İŞİDİR
Canlardan biri, bir şişe rakı alıp, cübbesinin al-
tına gizleyerek gidiyormuş. Yolda ağasına rastlamış.
Ağa şüphelenerek sormuş:
— Cübbenin altındaki nedir? Aç bakalım.
Bektaşi cübbeyi açınca şişe meydana çıkmış.
Ağa sert bir şekilde sormuş:
— İçindeki ne?
Bektaşi:
— İyi su ağam!
Ağa öfkeyle şişeye uzanmış:
— Ver bakalım!
Bektaşi, şişeyi kaldırıp bağırmış:
— Rakı ol ya Mübarek!
Ağa şişeyi alıp koklamış rakı olduğunu anlamış.
Fakat Bektaşi babasını sözle bastıracağını sanarak
şöyle demiş:
— Köftehor! Suyu rakı etmek hüner değil, şurada
bir yangın var, bir türlü söndüremiyorlar. Git bir ne-
fes et de sönsün.
Bektaşi yanıtı yapıştırmış:
— Yok imanım! Ateşe biz karışmayız. O Rufailerin
işidir.
129
Ali Yıldırım
130
Bektaşi Fıkraları
NE DAĞDA DOMUZ,
NE BAĞDA KARPUZ
Köy Bektaşilerinden birisi, oğluyla şehirdeki Bek-
taşi babasına armağan olmak üzere bir koyun gön-
derir. Baba delikanlıya hürmet eder, yemeğe alıkor.
Yemekte külbastı ile çok nefis bir şarap varmış. İkisi
de delikanlının hoşuna gitmiş.
— Baba efendi, bu nasıl şarap, ne hoş külbastı?
Diye sorar. Baba:
— Evlat, şarap sizin bildiğiniz şaraplardan de-
ğildir. Tekkenin bağında yetiştirdiğimiz karpuzlar ol-
gunlaşınca, yıllanmış şarabı alırız, karpuzu kökün-
den ayırmadan üzerinde bir delik açar, şarabı oraya
aktarırız. On gün sonra şarabı karpuzdan boşaltırız.
İşte bu gördüğün şarap böyle bir şaraptır. Külbastıya
gelince bu da yaban domuzunun yavrusunun etin-
den yapılmıştır. Sakın bunu ervahlara söyleme; yok-
sa ne dağda domuz, ne bağda karpuz kalır, demiş.
131
Ali Yıldırım
132
Bektaşi Fıkraları
ZİNA ALETİ
Yine o tarihlerde bir Bektaşiyi şüphe üzerine tu-
tup ağanın yanına götürürler. Ağa yanındakilere:
— Ağzını koklayın, der.
Koklarlar ve:
— Kokmuyor, derler. Bunun üzerine Ağa:
— Koynunu, ceplerini arayın, der. Ararlar, bir boş
şişe çıkarırlar. Koklarlar ki rakı kokuyor. Ağa
— Değnek, der.
Bektaşi:
— Aman Ağa, içmedim ki neden dövdürüyorsun?
der:
Ağa:
— İçmedim ama içki aleti taşıyorsun, deyince
Bektaşi:
— Ağam ona bakarsan bende zina aleti de var,
ama kullanmadıktan sonra o suçu işlemiş olmam ki!
Deyince bu haklı cevap üzerine dayaktan kurtulur.
TEZKİRESİ BOZUK
Canlardan biri, büyük rakı şişesine “Tezkiresi bo-
zuk” adını verir. “Tezkiresi bozuğu getir, Tezkiresi bo-
zuğu götür” dermiş. Bir gün buna sormuşlar:
— Baba “Tezkiresi bozuk” ne demektir? Şişeye
niçin bu adı veriyorsun?
Baba şöyle demiş:
— İçki içeceklerini sandıkları her kimin elinde
bunu görseler içindeki sirke, zeytinyağı ve hatta gül-
suyu bile olsa içkidir derler. İşte bu sebeple ona o adı
taktım.
133
Ali Yıldırım
134
Bektaşi Fıkraları
KEFEN PARASI
Bir eve konuk olan Bektaşi dervişi, akşam yeme-
ğinden sonra ev sahibine der ki:
— Şayet ben burada ölürsem, ne yaparsın?
Ev sahibi yanıt verir:
— Allah gecinden versin ama, ölürsen hürmetle
kefenleyerek gömdürürüm!
— Öyleyse beni ölmüş farz edip, şu kefen parasını
himmet etseniz, hiç fena olmaz!
Adam gülerek, kesesini açar ve Bektaşiye bir hayli
para verir. Bektaşi hemen rakı meze aldırarak içki
sofrası kurar ve:
— Şu kefen parası çok işe yaradı doğrusu, deyip
rakıyı yudumlar.
135
Ali Yıldırım
KALP FERAHLATICI
İçkinin yasak olduğu bir devirde zaptiyenin biri
Bektaşiyi cübbesinin altında sakladığı rakı şişesiyle
yakalar:
— Nedir bu?
Baba erenler gülümser:
— Müferrihü’l-kulûb! (Kalp ferahlatıcı)
Zaptiye bu sefer sırtındaki cübbeyi gösterip sorar:
— Ya bu?
— Settârü’l-uyûp! (Ayıp örtücü)
Parmağını göğe kaldırıp Allahı işaret ederek tekrar
sorar:
— Ya bu?
Bektaşi samimi bir imanla şu karşılığı verir:
— Gaffârü’z-zünûb! (Günah affedici)
136
Bektaşi Fıkraları
137
Ali Yıldırım
BU SORU MEZARDAKİ
MELEKLERE DÜŞER
Bektaşinin birini sarhoş diye kadının huzuruna
çıkarırlar. Kadı sarhoşluk derecesini anlamak için:
— Rabbin kimdir? demesiyle Bektaşi:
— Bu sorduğun kadılara taallük etmez. Mezarda-
ki meleklere ait bir meseledir, der ve bu söz kadının
hoşuna gittiğinden salıverir.
138
Bektaşi Fıkraları
NİYE KORKAYIM?
Haksızlıklarıyla ünlü bir kadı, Bektaşi dervişi ile
karşılaşınca çıkışmış:
— Be hey imansız! Allahtan korkmuyor musun,
her gün içki içiyorsun?
Bektaşi yanıtı yapıştırmış:
— Ben gündüzleri içmem, geceleri içerim. Sen her
gün, güpegündüz Allah’ın hakkını yemekten kork-
muyor musun da, ben geceleri içki içmekten korka-
cağım?...
139
Ali Yıldırım
SIRAT KÖPRÜSÜ
Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana
dolana, sağa sola yalpalayarak giden
Bektaşi’yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış:
— Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü na-
sıl geçersin?
Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap ver-
miş:
— Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım mı
var
SELAMÜNALEYKÜM EY KÜP!
Bektaşi meyhaneye girmiş. İçerisi tıklım tıklım...
Kimseye değil de orada duran şarap küpüne selam
vermiş:
— Selamünaleyküm ey küp!
— Erenler, demişler biz burada insanız, niye bize
selam vermiyorsun da şarap küpüne selam veriyor-
sun?
Bektaşi şöyle yanıtlamış:
— Bu meyhaneyi bildim bileli, bu küp burada du-
ruyor. Üstelik içi şarap dolu. Hiç onun sarhoş oldu-
ğunu görmedim. Siz ise iki kadeh içiyorsunuz, yap-
madık rezalet bırakmıyorsunuz. Şu an bile hepiniz
dut gibisiniz. Bence küp sizden makbuldür. Onun
için ona selam verdim.
140
Bektaşi Fıkraları
YERSİZLİK
Bektaşi Ramazan gününde rahat içki içecek bir
yer bulamayınca, mahallenin küçük mescidinin ten-
ha bir köşesine çekilmiş, çilingir sofrasını kurmuş,
ağır ağır demleniyordu.
Kazara mescide uğrayan softanın biri, durumu
görünce küplere bindi:
— Bu senin yaptığın... dedi, ahlaksızlıktır, ter-
biyesizliktir, dinsizliktir, imansızlıktır, Allahsızlıktır!
Utanmıyor musun?
— Değil be erenler, dedi, hiçbiri değil sadece yer-
sizliktir.
141
Ali Yıldırım
UTANCINDAN KIZARIVERDİ
Sultan Mahmud’un koyduğu içki yasağı sırasın-
da Bektaşinin biri akşam evine dönerken tanıdı-
ğı Bir Yahudi’den büyük bir şişe kırmızı şarap alıp
yola koyulmuş. Biraz sonra kol gezen iki Yeniçeriye
rastlamış, korkusundan hemen oradaki bir duvara
yaslanıp şişeyi arkasına saklamış. Fakat bunu gören
Yeniçerilerden biri:
— Baba erenler, arkandaki o şişe nedir? diye sor-
muş.
Bektaşi anlamamazlıktan gelerek:
— Hangi şişe evlat? diye sormuş yeniçerilere:
— Hadi canım saklama arkandaki şişeyi çıkar da
görelim, demişler.
Bektaşi:
— Haa, o mu ? Şey... süt işte.
İçlerinde biri:
— Amma yaptın ha onun rengi kırmızı gibi görü-
nüyor.
— Oğlum, beyazdı ama sizi görünce korkusun-
dan kızarıverdi.
142
Bektaşi Fıkraları
143
Ali Yıldırım
MEZARLIKTA
Bektaşinin biri rakı şişesini almış, biraz da zey-
tin, peynir tedarik ederek eski bir mezarın içine dalıp,
demlenmeğe başlarmış.
Bu sırada civardan geçmekte olan bir zaptiye dev-
riyesi babayı mezarda rakı içerken görünce:
— Bre zındık, bu mübarek günde oruç tutmadı-
ğın yetmiyormuş gibi, üstelik bir de rakı içiyorsun.
Sende hiç utanma yok mu?
Bektaşi babası istifini bozmadan karşısına dikilen
zaptiyeye:
— Yoook ağa, der. İşte burada hata ediyorsun.
Senin buraya karışmaya hakkın yoktur. Ben şu anda
ehli kuburdanım, buraya ancak o diyarın zaptiyesi
karışabilir.
144
Bektaşi Fıkraları
145
Ali Yıldırım
146
Bektaşi Fıkraları
KESERSEM ÖLÜMDEN
NE FARKI KALIR?
Bektaşi hastalanır. Onu o halde görenler:
— Ee artık rakıyı kesmelisin, diye öğüt verirler.
Bektaşi:
— Kesemem, deyince karşılık verir.
— Ama kesmezsen ölürsün!
Bektaşi:
— Kesmezsem ölürüm, ben de biliyorum. Fakat
onu kestikten sonra yaşamın ölümden ne farkı kalır
ki ?
DAHA KÖTÜSÜ
Bektaşinin birinin önüne iki şişe şarap koyup sor-
muşlar:
“Baba erenler, sen anlarsın, bak bakalım şarap-
lardan hangisi daha iyi?”
Bektaşi babası, şaraplardan birinden bir yudum
çekmiş suratını buruşturup öteki şişeyi göstermiş:
“Bu iyi.”
Soranlar itiraz etmişler:
“Ama erenler, daha onu tatmadın bile!..”
Bektaşi omuz silkmiş: “Olsun...” demiş, “Nasıl
olsa bundan daha kötü olamaz!..”
147
Ali Yıldırım
ELBİSELERİNİN TARAFINA
Biri Bektaşiye sormuş:
“Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman
yüzümü ne tarafa döneyim?”
Bektaşi şöyle demiş: “Elbiselerini bıraktığın tara-
fa!..”
KUSUR GÖRMEYİZ
Bektaşi Mevleviye; “Sizin hırkalarınızın yenleri ne-
den bu kadar geniş olur?” diye sormuş.
Mevlevi açıklamış: “Başkalarında gördüğümüz
kusurları örtmek için.”
Bu kez Mevlevi sormuş; “Ya sizin hırkalarınızın
yenleri niye bu kadar dar olur?”
Bektaşi açıklamış: Biz kimsede kusur görmeyiz.
148
Bektaşi Fıkraları
149
KAYNAKÇA