Professional Documents
Culture Documents
ON BEŞ YIL
D İN Î HATIRALAR
Yazan:
HAFIZ YAŞAR OKUR
Riyaset-i Cumhur İncesaz Hey’eti
Şefliğinden Emekli
t : o m ‘s e j .
2 ı a u tju i i s21
| ız^joprç m?îi?ıuın§ı?ıv un?[S|
SABAH YAYINLARI
Lâleli, Şair Haşmet Sokak No. 23
Telefon: 22 60 36
İÇİNDEKİLER
1 — Başlangıç
2 — Ramazanda
3 — Bayram tekbiri
8 — Atatürk'ün yazdığımersiye
3
IIA M Z YA ŞAR O K t'K ’UN
K IS A HAC T liR C Ü M r s İ
Ğ
rerek başarı kazanmış ve üst teğmen rütbe
siyle vazifeye başlamıştır. 1917 de Sultan Re-
şad m emriyle, saray baş müezzinliğine tâyin
edilmiş ve bu iki vazifeyi beraberce yürütmüş
tür.
Sultan Reşad’m ölümünden sonra, Sultan
Vahdettin ve onun kaçışmdan sonra Halife
Abdülmecid’in yanlarında da ayni vazifeleri
ifa etmiştir. 1924 yılında Hilâfetin ilgası üze
rine, Ankara’da teşkil olunan Riyaseti Cum
hur ince saz heyetine yüzbaşı rütbesiyle tâyin
edilerek aziz Atatürk'ün teveccüh ve takdir
lerini kazanmış ve bir müddet sonra binbaşı
lığa terfi ederek Fasıl Heyeti Şefliğine tâyin
edilmiştir. 1930 yılında talebi üzerine emekli
ye ayrılmışsa da, Atatürk'ün vefatına kadar,
Atatürk kendisini yanından ayırmamıştır.
Musiki sahasındaki derin vukufu, sesinin
güzellik ve mânâsı, bestekârlığı yanında, Ata
türk'le 15 yıl beraber olmanın ve onun tevec
cüh ve muhabbetini kazanmış olmak gibi bü
yük bir mazhariyeti haiz olan Hâfız Yaşar
Bey, Hâlen 78 yaşında olup, İstanbul'da ika
met buyurmaktadırlar.
7
1. BAŞLANGIÇ
2. RAMAZANDA
11
3. BAYRAM TEKBÎRLERİ
12
«— Efendim, dedi: Türkün Tanrısı var*
dır. Bu «Tanrı» şeklinde okunursa daha mu
vafık olur kanaatindeyim.»
ı:
Rıza Efendinin bu teklifini Cemil Bey
pek ilgi çekici bulmuş olmalı ki, arzetmek
üzere hemen Atatürk'ün huzuruna girdi. Dön*
düğü zaman hepimizi Gazinin yanına götürdü.
Atatürk, tekbir tercümesinin sadeleştirilmesi
hususunda gösterilen arzu üzerine:
«— Peki arkdaaşlar, dedi: Tekbirin ter
cümesini okuyunuz bakalım.»
Okundu,: «Tann uludur, Tann uludur.
Taıuıdan başka Tanrı yoktur. Tann uludur,
Tann uludur ve lıamd ona mahsustur.»
Atatürk bu tercüme şeklini çok beğendi.
O gece geç vakitlere kadar huzurlannda ka
lındı, hep bu konu üzerinde saatler süren ir
şat edici direktiflerde bulundular ve hafızla-
nn ertesi akşam yine -gelmelerini emrettiler.
Ertesi akşam ayni zevatla Atatürk'ün hu
zurunda toplandık. Gazi, Cemil Sait Beyin
Kur'ân tercümesini getirtti. Ayağa kalkıp
Kur'ân-ı Kerîmi ellerine aldılar. Ceketinin ön
lerini iliklediler. «Fâtiha Sûresi» nin tercüme
sini açıp halka hitap ediyormuş gibi okudu
lar. Bu davranışlariyle onlara halka hitap
san’atım öğretmiş oluyorlardı.
Sonra hepsine ayn ayrı hangi camide mu
kabele okuduklarım sordu. Aldığı cevaplar
üzerine şu tavsiyede bulundu:
«— Arkadaşlar! Hepinizden ayn ayn
memnun kaldım. Bu mübarek ay vesilesiyle
camilerde yaptığınız mukabelenin son sahife-
14
terini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Hal
km dinlediği mukabelenin mânâsını anlama
sında çok fayda vardır;»
Yemekten sonra huzurlarından ayrılırken
bana dönerek:
’* «— Siz kalınız Yaşar Bey» dedi. Dr. Reşit
Galip ve Kılıç Ali Beyler de orada idi. Onlara
dönerek:
«— Gazeteleri haberdar ediniz, dediler.
Yaşar Bey öbür gün Yere Batan Camiinde
«Yâsin Sûresi» nin tercümesini okuyacaktır.
Camide yapılacak merasimin tanzimine sîzleri
memur ediyorum.»
İS
Nasıl olur, diyorlardı. Kur*ân nasıl
Türkçe okunurmuş?»
Halbuki gazeteler haberi yanlış aksettiri
yorlardı. Ben Türkçe Kur’ân okumayacaktım.
«Yâsın Sûresi »ni Arapça okuyacak, Cemil Sait
Beyin tercümesini de cemaate nakledecektim.
Cuma günü Yere Batan Camiine gittiğim
zaman kalabalık camiden taşmış, siokaklan
sarmış, trafik durmuştu. Halkı yarmaklığıma
imkân yoktu. Baş komiserin yardımiyle bin
bir müşkülâtla içeriye girebildim. Cami de
pencere içlerine kadar doluydu. Bir köşeye et
rafı şallarla süslü hir kürsü konulmuştu. Et
rafı da gazeteciler ve foto muhabirleriyle çev
riliydi.
Cemaatin arasından kürsüye doğru iler
lemeğe çalışırken dışardan kuvvetli bir koma
sesi geldi Kalabalık «Gazi geliyor» diye dal-
16
galandı. Halbuki gelenler Maarif Vekili Reşit
Galip ve Kılıç Ali Beylerdi. Kürsüye çıktım.
Nefesler kesilmişti, bütün gözler bende idi.
Arapça «Besmele» yi şerifi çekip arkasından
yine Arapça olarak «Yasin Sûresi»» ni okuma
ya başladım. Kur’ânı Türkçe okuyacağımı zan
edenlerin gözlerindeki hayret ifadesini görü
yordum. Sûreyi «Sadakallaül’azîm» diye bitir
dikten sonra:
«— Vatandaşlar, diye siöze başladım. On
altıncı sûre olan «Yasin», seksen üçüncü Âyet
tir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Şim
di size tercümesini okuyacağım:
«Müşfik ve rahim olan Allahın ismiyle
başlarım. Hakim olan Kur’an hakkı için ka
sem ederim ya Muhammet! Sen, tariki müs
takime sevkeden bir Resulsün. Kur’an sana
aziz ve rahim olan Tann tarafından nâzil ol
muştur.»
’ G
Sûreye böylece devam ederek seksen
üçüncü Âyetin sonunu da şöyle okudum:
«Her şeyin hükümdar ve hâkim-i mutla-
ki olan Tanrıya hamdolsun. Hepiniz ona rücû'
edeceksiniz.»
«Yasin» Sûresi böylece hitama erdikten
sonra, Türkçe olarak şu duayı yaptım:
«Ulu Tannm! Bu okuduğum Yâsini şe
riften hâsıl olan sevabı Cenab-ı Muhammed
Efendimiz Hazretlerinin ruh-i saadetlerine
17
ulaştır Tannm! Hak ve adalet üzere hareket
edenleri sen pâyidar eyle!
Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar
kıl. Türk milletini Sen muhafaza eyle. Şanlı
Türk ordusunu ve onun değerli, kahraman,
kumandan ve erlerini karada, denizde, hava
da her veçhile muzaffer kıl Yarabbi! Vatan
uğrunda feda-yı can ederek şehit olan asker
kardeşlerimizin ruhlarını şad eyle. Vatanımı
za kem gözle bakan düşmanlarımızı perişan
eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle.
Memleketin ve milletin refahına çalışan bü
yüklerimizin umurlarında muvaffak bilhayr
eyle. Âmin.»
18
5, AYA SOFYA CAMİİNDEKİ
BÜYÜK MEVLİD
19
Kadir Gecesi Ayasofya Camiinde ilk defa radyo ile
verilen Mevlidden bir sahne. Hafız Büyük Zeki, Sa
d etle Kaynak, Beylerbeyli Fahrî, Sultan Selimli Rı
za, Muallim Nuri, Hafız Yasar Okur (Şef).
20
Sultan Ahmet Caraîindeki büyük Mevlidden bir go-
rimüş. (Baştan sıra ile) Hafız Yaşar Okur, Hafız
Burhan, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Muallim Hafız Nuri,
Beylerbeyli Hafız Fahri.
21
lanan bir kalabalık vardı.
Ancak polisin yardımiyle müezzin mahfi
line kadar gidebildik. Teravih namazını Hacı
Faik Efendi kıldırdı. Namaz arasında İlâhî
ve âyin-i şerif okundu. Hoparlörler camiin
her tarafına konulmuştu. Bu dinî merasim
Türkiyeden ilk defa radyo ile bütün dünyaya
yayılıyordu.
Sıra Mevlide geldi. Yirmi hafızın iştira
kiyle okunan Mevlid pek muhteşem ve ulvî
oldu. Perde perde yükselen bu İlâhî nağme
ler Aya Sofya Camiinin cidarlarından Türki
ye sathına ve bütün dünyaya yayılıyordu. Ce
maat sanki büyülenmiş, gaşyolmuştu. Hele
muazzam cemaatin de iştirak ettiği o tekbir
sadalan, insana havalanacakmış gibi bir ha
fiflik hissi veriyordu. Bu ulvî ve İlâhî nağme
leri. Atatürk de radyosu başında dinliyorlardı.
Ertesi akşam huzuruna çağıran Atatürk
bana şunları söyledi :
«— Dinî merasimi radyodan takip ettim.
Çok memnun ve mütehassis oldum. Arkadaş
larınız Hafız beyleri yarın akşam saraya ifta
ra dâvet ediyorum. Kendilerini haberdar edi
niz. »
Atamın bu baha biçilmez iltifatları haya
tımın en büyük mânevi servetidir.
Ertesi akşam hafızlar saraya geldi. Üst
katta muazzam ve mükellef bir iftar sofrası
hazırlanmıştı. Atatürk de sofrada bizimle be
22
raber iftar etmek lûtfunda bulundular. İftar
dan sonra hafızlara ayrı ayrı Kurıân okut
tular. Hepsi tekei teker iltifatlarına mazhar
oldular. Huzurlarından ayrılırken hafızları
Ser Yâver Beyin odasına götürmekliğimi em
rettiler. Orada hafızlara iki yüzer lira ihsan
da bulunuldu. Sonra yine Atatürk’ün emriyle
hafızlar otomobillerle evlerine kadar götürül
düler.
23
6. İRAN ŞAHI VE KERBELÂ MERSİYESİ
24
misafir hükümdarın ellerini öptüm. Ata:
«— Şah hazretlerine Kerbelâ şehâdetine
ait bir mersiye okuyunuz» dediler. Emirleri
üzerine mersiyeyi Isfahan makamından oku
dum:
/
^ u - j i \J
r* y * J *> PLP
^v-A w C-^
f" •—
.— j
25
Hem ciğer pâre-i Zehra Fatlme Hayrün-
nlsa
Ehli Beyti mücteba âli abâsm ya Hüseyn
Satıa gülle dokunan mü’min eder mi mağ
firet
Gonca-î gülsen sarâyî Mustafasın ya Hü
seyn
Ehli Mahşer desti Hayderden içerken
Kevseri
Sen susuzlukla şehid-i Kerbelâsm ya Hü
seyn
26
vecd içinde ve sağ elini göğsüne koymuş ol
duğu halde dinliyordu. Gözlerinin yaşardığı
na da şahit oldum. Mersiye bitince Atatürk:
«— Nasıl efendim? diye sordular. Güzel
okuyor mu benim Hafızım?»
Pehlevi Hazretleri kendilerine hâs o Aze
ri şivesiyle:
«— Hub, hub... Teşekkür ederim» diye
mukabelede bulundular.
Biraz istirahat ettikten sonra, bir de Fa
risî âyini okumaklığımı emir buyurdular.
Farsça hüzzam âyinini okudum:
27
Mâ hestü nemîdânem
H urşîdi ruhadyânem
Bu aynhk oduna
Ah nice bir yânem
Ah nice bir yânem.
Sevdayı rûhi
Şüd hasılı mâhâyli
Mecnun gibi vâveyli
Oldum deli divane
Ah deli divane.
Şah Hazretleri fevkal’âde mütehassis ol
dular ve elimi sıkarak beııi tebrik etitler. Son
ra Atam misafirine dönerek:
«— Bir de bizim Türkçe Mevlidimiz var
dır. Dinlemek arzu eder misiniz?» dediler.
Şahın gösterdiği arzu üzerine Miraç Bahrini
bilhassa Isfahan makamından okudum:
Söyleşirken Cebrail ile kelâm
Geldi Refref önüne verdi selâm
Miraç Bahri bitince Şehmşah Hazretleri:
«— İlk defa Türkçe Mevlid dinliyorum.
Çok hoşuma gitti. Hafızınızı müsaade ederse
niz, İnşaallah İran'a bekliyorum» dediler.
Atatürk de va’dettiler.
O gece Şah hazretlerinin gösterdiği ilgi
üzerine Mevlid şairi Süleyman Çelebi hakkın
da kendilerine malûmat verdiler. Orkestra
terennüme başlarken ellerini öperek yanların
dan ayrıldım. Atatürk, sabaha karşı Şah haz
retlerine veda’ ederek maiyetiyle Dolmabah-
çe sarayına döndüler,
28
7. ATATÜRK'ÜN BALIKESİR’DEKİ
HUTBESİ
29
lerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyeti
bulunmak elzemdir.
İşte bizim burada din ve dünya için, i!
tikbâl ve istiklâlimiz için, bilhassa hâklmiy<
timiz için neler düşündüğümüzü meydana kc
yalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söyleme
İstemiyorum. Millî emelleri, millî iradeyi ya
nız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün mi
let fertlerinin arzularının, emellerinin blliı
mesi neticesinden çıkarmak gerektir. Binaeı
aleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyoı
sanız serbestçe sormanızı rica ederim.»
Atatürk, Balıkesir Paşa Camimdeki h
tabesini yaptıktan sonra halkın suallerine c<
vap vereceğini söyliyerek minberden inmi:
tir. Gaziye halk tarafından yirmi ayrı sual s<
rulmuştur. Bunların hepsini tesbit eden At;
türk, hutbeler hakkında soruyu şöylece ceva]
landırmıştır:
«— Hutbeler hakkında sorulan sualde
anlıyorum ki, bîı günkü hutbelerin tarzı, mi
letimizin hissiyat-ı fikriye ve lisaniyle, med
nî ihtiyaçlariyle mütenasip görülmemektedi
Efendiler! Hutbe demek halka hitap e
mek, yâni söz söylemek demektir. Hutbeni
ma’nası budur. Hutbe denildiği zaman buı
dan bir takım ma’nalar ve mefhumlar çıkan
manialıdır. Hutbeyi Irad eden hatiptir. Yâı
söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazret
Peygamber zaman ı saadetlerinde hutbeyi keı
30
dileri verirlerdi.
Gerek Peygamber Efendimiz, gerek Hule-
fayı Raşidinin hutbelerini okuyacak olursanız
görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hu-
lefayı Raşidinin söylediği şeyler, o günün me
seleleridir. O günün askerî, idari, malî, siya
sî ve İçtimaî konularıdır.
İslâm ümmeti çoğalıp, İslâm memleket
leri genişlemeye başlayınca, C e p a b - ı Peygam
ber ve Hulefayı Raşidinin hutbeyi her yerde
bizzat kendilerinin irat etmelerine imkân kal
madığından halka söylemek istedikleri şeyleri,
bildirmeye bir takım zevatı memur etmişler
dir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyü
ğü idi.
Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda orta
ya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu
göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söy
lerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir
şart lâzımdı. O da milletin reisi olan zatın hal
ka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması,
halkı, umumî ahvalden haberdar etmek son
derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık
söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet ha
linde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve mil
letin zararına olan şeyleri reddederek, şunun
veya bunun arkasından gitmiyecektir.
Ancak, millete ait işleri milletten gizli
tuttular. Hutbelerin halkın anlamıyacağı bir
dilde olması ve onların da bugünkü icabat ve
31
İhtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Pa
dişah namım taşıyan müstebitlerin arkasın
dan köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması
ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey de
ğildir. Yüz, iki yüz, hattâ bin sene evvelki
hutbeleri okumak ,insanları cehl ve gaflet için
de bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her
halde halkın kullandığı dili kullanması lâzım
dır. Geçen sene B. M. M. de irat ettiğim bir
nutukta demiştim ki: «Minberler halkın di
mağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir
nur menbaı olmuştur.» Böyle olabilmesi için
minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve
anlaşılması, fennî ve iİmî, hakikatlere uygun
olması lâzımdır. Hatiplerin siyasî, İçtimaî ve
medenî ahvali her gün takip etmeleri zaruri
dir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış
telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler
tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uy
gun olmalıdır ve olacaktır.»
Hutbelerin dili ve konusu hakkında Ata
türk’ün son paragrafta belirttiği fikirler her
hangi şüphe ve tereddüde yer vermiyecek ka
dar açık ve kesindir.
32
8. ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI MERSİYE
33
Sûreyi yine gözleri yaşararak nihayetine
kadar dinlediler. O akşam da saz hey’etini is
temediler ve erkenden yemeklerini getirttiler.
Ertesi sabah Yalovaya teşrif ettiler. Bir
hafta sonra döndükleri zaman bu sefer de hu
zurlarına çıktığımda çok üzüntülü idiler:
«— Al kağıt, kalem.. Söylediklerimi not
et» diye emir buyurdular. Hanen o anda söy
ledikleri şu sözleri tesbit ettim:
Büyük Türk ordusu
Büyük bir kahramanım toprağa veriyor
Ulu Türk milleti
Değerli bir evlâdım toprağa veriyor.
Toprak!
Bu değerliyi koynuna almaktan zevk mi
duyuyorsun?
Bize dersin ki
Bu kıymetliniz bağrımda
Açacaktır kahraman çiçekleri
Sükûn buluruz
Sükûn buluruz
Ancak o zaman
Gözlerimizin yaşı
Seni sular.
Dikte ettirdikleri bitince şu emri verdiler:
«— Şimdi kütüphaneye gidiniz, hu güf
teyi mersiye şeklinde besteleyip bana getiri
niz.»p
Güfteyi pek kısa bir zamanda besteledim,
34
huzurlarında okudum. Çök memnun ve müte
hassis oldular. Bir kaç defa tekrar ettirdik
ten sonra:
«— Bu mersiyeyi yarın Millî Müdafaa
Müsteşarı Derviş Paşanın kabrine koyunuz»
diye emrettiler. Ertesi günü Derviş Paşanın
cenazesi büyük merasimle Maçka Mezarlığına
götürüldü. Merasim sırasında mersiyeyi se
gah makamında okudum. Gözlerimizin yaşı
toprağı suladı ve ancak o zaman sükûn bul
duk.
35
9. ÇANAKKALE’DE MEHMET ÇAVUŞ ÂBİ
DESİNDE OKUNAN BÜYÜK MEVLİT
37
Akşam saat yediye doğru Galata rıl
dan ayrılan Gülcemâl vapuru hınca hı,
lu.. Kamaralar da evvelden tutulmuş.,
dar kalabalık ki, Mevlidhanlann bazik
vertede sabahı ettiler. Gece yatsı nama
sonra vapurun salonunda iki hatm-i şe
bir Mevîid okundu. Altı hafızdan müı
bir heyet tarafından vapurun kaptan gi
sinde okunan salâ ve tekbir sadalan s
yükseliyordu.
Sabah saat dokuzda motörlerle Ge
ya çıkıldı. Kadın, erkek geniş bir kal
bizi karşıladı. Tahsis olunan otomol
Mehmet Çavuş âbidesine gidildi. Açık bi
dayız. Zümrüt gibi yeşillik.. Her taraf
raklarla donatılmış ve misafirlere n
defne dallariyle süslenmiş çardaklar
mış, ovanın ortasına kırmızı şanlı sanc
za sarılmış bir kürsü vazolunmuştu.
On hafızdan mürekkep bir heyet
nün etrafında toplandı. Hep bir ağızda
bir alındı, arkasından tevşih okundu. S
hafızlar kürsüye çıkıp Mevlidi kıraat (
lardı. Tam velâdeti- Peygamberi oku
zaman, İstanbuldan beri merasime ı
eden Müftü Hafız Fehmi Efendinin tens;
«— Yaşar Bey, buyurun velâdet b
siz okuyacaksınız» dediler.
Kürsüye çıktım. Başladım okumağa.
38
acep nur kim güneş pervanesi) mısrama ge
lince, birdenbire bir fırtına koptu. Her taraf
toz duman içinde kaldı. Zaten epeydir kara
bulutlarla kapalı gök, bütün bütün karardı.
Arkasmdan müthiş, bardaktan boşanırcasına
bir yağmur başladı. Kürsünün etrafında İlâhî
ve tevşih okuyan hafızlar koşarak çardak alt
larına sığındılar. Meydanda kimse kalmadı.
Fakat ben Mevlide devam ettim. Sırsıklam
olduğum halde, kıpırdamadım. Beş dakika
sonra da yağmur- dindi, hava açıldı. Her taraf
güneş içinde idi. O zümrüt yeşil ovada şehit
lerimizin kokulan esmeğe başladı. Mevlit de
hitama erdi. Hatmi şerifler kıraat edildikten
sonra İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi
tarafından yapılan beliğ ve veciz bir dua ile
merasim hitam buldu. Bundan sonra şehitle
rimizin kabirleri ziyaret edildi ve nutuklar
irat olundu. Tahsis edilen otomobillere bine
rek Gelibolu'ya geldik. Motörlerle Çanakkale
açıklarında demirli bulunan Gülcemâl vapu
runa binerek akşam üstüne doğru îstanbula
döndük.
Ertesi akşam Dolmabahçe sarayına git
tim. Atamın huzurlarına kabul edildim. Ça
nakkale merasiminin tafsilâtını verirken bu
fırtına bahsine gelince, Atatürk, o yağmur ve
rüzgâra rağmen Mevlide devam edişime o ka
dar mütehassis oldu ki hiç unutmam.. Elini
tekrar, tekrar masaya vurarak :
39
«— Aferin Hafızım, çok güzel yapn
Vazife başında iken taş yağsa, insan
den kıpırdamaz» diye iltifatta bulundu