You are on page 1of 520

Togan Yayınları

TARİKAT, SİYASET, TİCARET VE


CİNAYET (Masonlarla El Ele)

Araştırma İnceleme 1
1
02

1
1
Yazarı i Ergün Po1;rnz
Kapak Tasarım ! :vlat Yapım (Serr:1in Sezer)
Dizgi ! Şükran Coşkı.;n
Sayfa Tasarımı Veysel Coşkun
Baskı Çalış Ofset (0212) 482 11 04

3. Basım Haziran 2007/ İstanbul

ISBN 1978-9944-337-01-3

Togan Yayıncılık BİZİM AVRASYA YAYINCILIK kuruluşudur.

Bizim Avrasya Yay. Turiz. 1

İnş. ve San. Tic. Ltd.Şti. i Ali Fakih cad. !\'o: 26-B


1 Kocamustafapaşa/Fatih/İstanbul
Tel 0212 585 66 28
0212 518 22 94 -
İrtibat Tel: Slö 23 28

Tüm haklan saklıdır. Bu kitabın tamamı ya da bir kısmı 5846 sayılı yasanın
hüküm!erıne göre, kitabı yayınlayan TOGA'.\l YAYJNLARI'nın ve yazarının izni
olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile
çoğaltılamaz. yayınlanamaz. depolanamaz.
Ergün Poyraz

. .

TA R iKAT, SiYASE T,
. .

TiCARET VE CiNAYET
(Masonlarla El Ele)

r.ga n
yayıncıl�k 1
"Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası
içinde kendilerine kürtlük fikri, çerkezlik fikri ve
hatta /azlık fikri, boqnak/ık fikri propaganda
edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız
vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü
olan bu yanlış isimlendirmeler, birkaç düşman
aleti, mürteci beyinsizden başka hiçbir millet
ferdi üzerinde üzüntüden başka hiçbir tesir
hasıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradı da
umum Türk camiası gibi aynı müqterek maziye,
tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyor... "

cır c;J.<:,.A.tatiirk
Kemal'in askerleri E. Binb. İhsan Güven
ve Dr. Necip Hablemitoglu'na
lcindekiler

önsöz• 1 5
Domuz Yağı, Pembe Köşk... • 23
Çek Elini Oradan• 3 1
Tarikatlar Gerçeği• 3 5
Nakşibendi Tarikatı• 3 5
Tarikatın Mahiyeti• 39
Ş ahı Nakşibend• 40
Küçük H atmenin Yapılışı• 42
Büyük H atmenin Yapılışı• 43
Nakşibendiler'de Kılık Kıyafet• 45
S arık, Ş alv ar Uzun Sakal• 45
lngiliz Siyaseti• 45
Müridin, Şeyhin Huzurunda Riayet Etmesi Gereken Edepler• 48
Türk Siyasi Yapılanmasının Göbeğinde Yer Alan Tarikat• 50
Genelkurmay K ayıtlarında Nakşibendilik • 51

S ağ Duyu P artisi• 54
Hak Yol Vakfı• 63
B azı Şirketler• 65
Cübbeli ve Şirketleri• 66
Cübbeli Lakabı • 69
Ünlü Nakşibendiler• 7 1
Şerefe Ülkerler Şerefe• 72
Bira• 74
Ahh K albim • 74

9
Ülker'e F arklı Görüşten 8 Yeni Akıl Hocası• 76
Bir Karışık Vakıf Daha• 78
Yasin Al Kadı Hisselerini Ülkerlere Devrediyor• 79
L adin'in Finansörüne Vergi Kolaylığı• 79
Hilafet Özlemcisiyle Ortaklık • 80
Ermeni Ortaklar• 8 1
Essselamu Aleyküm Ya Murat Ülker• 82
Gülen'in Hedise Evyap'la İlgili Söylediği Sözler• 87
Komünistlik Yapmayın
Devlet Malını 30 Milyon Dolara Vadeli Al, 82 Milyon Dolara Peşin Sat• 90
Paşa'da Şirket Çok• 9 1
Şeyhin Fakültesi • 92
N akşi Şeyhi Öncü • 93
B ağışlar Vakf a • 93
Gar abet F akülte • 94
Darende, Tarikatın Kurtarılmış İlçesi • 94
Süleyman Demirel Ve lnönü Kurdu• 95
Milli Eğitimde Hizbullahçılar• 95
Destere Necmi'nin Torunları • 96
ikizlerin Olacak Hanım• 98
Telefonda Müjde• 1 0 1
Simitçilikten B aşbakanlı'ğa Giden Yolda Saklanan Şirketler• 1 04
Türk Suudi Yatırım Holding Anonim Şirketi• 1 08
Bir Garip Ortaklık Daha• 1 09
Atatürk'ten İntikam Alacağız Diyen Masonlar• 1 1 1
Yazar Tayyip y a d a B al Tutan P armağını Yalar• 1 1 5
Generalleriyle Dalga Geçen Memleketler• 1 1 6
B aşkanlık Sistemi• 1 20
Kissinger Tekke açıyor, M ason Doğan Hızlan Onu Kutsuyor• 1 22
Ve Demirel Sahnede• 1 23
Museviler Tayyip Erdoğan'ı Ödüle E:loğuyor• 1 24
Bu Sözlere Arınç Ne Dedi• 1 25

10
Arınç'ın Yemek Parası• 1 25
Devlet Bütçesinden Erotik Film• 1 26
AKP Hıristiyan Demokratlar'a " Gözlemci" Oldu• 1 27
Kimlik Değişimi• 1 28
Arınç'ta Sorunlu• 1 3 1
Atatürk, Kimlikçilere Röntgen Tutmuştu• 1 32
. .

işgalci ABD Askerlerini Kahraman ilan Ediyor• 1 32


ABD'de Y ahudi Mafyası: AD L ve Gülen Efendi'nin Diyalog Masalı• 1 32
Şeyh Nazım Kıbrısi Kimdir, N akşiliği Nereden Geliyor• 1 35
Şeyh Nazım, Türkler'in Mallarını Rumlar'a Satıp Adayı Terk Etmelerini
istemişti• 1 38
Şeyh Nazım'ın K abaran Suç Dosyası • 1 39
Nazım'a T MT'den Tutuklama, Rumlar'dan Dokunulmazlık• 1 4 1
Şeyh Nazım'ın Dergahında Uyuşturucu• 1 4 1
Şeyh Nazım'ın Kafa Yapısı• 1 42
Merve Kav akçı ve lngilizci Şeyh Nazım Kıbrısi• 1 44
lslami ilimleri Araştırma ve Yayma Vakfı• 1 45
Erdoğan-Kabbani Görüşmesi• 1 46
K abbani Kimdir• 1 46
Tayyip'in Dünürü• 1 47
Hilafet Ve H alifesiz Müslümanlar• 1 48
Müslüman Ailede Gençliğin Eğitimi• 1 55
Kışla Gibi Kamplar• 1 74
Delik Ne K adar Büyük Olursa Yamaması O Denli Güç Olur• 1 75
Birlik V akfı• 1 76
Kırıkkale Toplantısı• 1 77
Abdulkadir Aksu• 1 78
H ablemitoğlu ve Güven Cinayetleri• 1 80
Hesabı Sorulur • 1 83
Bu N asıl N amus Borcu • 220
Hablemitoğlu Cinayeti Sis Perdesinin Ardında• 221
Mehmet Y avuz Vakfı• 230

11
İhsan Güven Cinayeti• 231
Ihsan Güven Kimdir• 231
Cumhur Asparuk-lhsan Güven Telefon Görüşmesi• 238
İhsan Güven'i de Kaybettik• 246
IBDA-C ve Tek Kurşun• 247
Tetiği Çektiği İddia Edilenin İf adesi • 252

Planlayıcının ifadesi • 270


Nurculuk• 281
il. Abdulhamid: Efgani lngiliz Maskarası• 283
Ezher'e M asonluğu Sokan Abduh• 283
M asonik Troyka İngilizlerle İşbirliği Halinde• 284
S aid-i Nursi Akıl Almış • 284
Temel Dayanak "Masonik Troyka"nın Menar'ı• 285
Teşkilat- Mahsusa • 287
İstihbarat Dünyasının Gülü • 290

Genelkurmay Belgelerinde Nurculuk• 29 1


Emniyet'in Gülen Değerlendirmesi• 321
Gülen ve istihbarat• 321
Sudan'daki Okul• 325
Şeytan Yolu• 326
Cihadın Fonksiyonları • 3 3 1
Bu Kavga Kimin• 332
Fetullah'ın itirafları Ve Feryatl arı• 337
Kemter Kıtmir ve Fetullah • 338
Neden İftira Hadisesi Örneği• 340
Fetullah'tan Elim itiraflar • 342
Kıtmir• 343
Koşun, Coşun Kurban Derilerine Kadar Verin • 346

Himmet Toplantılarında Yolunanlar• 348


Fetullah Aile Ve Çocuk • 349
Fetullah'ın Allah ve Peygamber Sevgisi de Yalanmış• 351
Fetullah'tan Bir itiraf Daha; Kur'an-ı Sattım• 352

12
Fetullah ve Masonlar• 354
Masonlardan Gülen'e Destek• 356
Hukukta Gülen'in Konumu• 356
Süleymancılık• 362
Süleymancılık Mason ilişkisi• 363
Avukatlar• 369
Mason Ediz Hun ve Süleymancılar• 370
Genelkurmay Kayıtlarında Süleymancılık• 370
Süleymancılar da Miras Kavgası• 378
Tarikatların Anası; Masonluk• 382
Takiyye S anatının Üstad-ı Azamları• 383
Mason Eşleri Localara Giremez• 387
Kıllı Kuğular • 389
Tekris T öreni• 392
ip ve Kılıç'ın hikmeti • 397

Masonların Ağaları• 397


Atatürk'ün Kovduğu M asonlar• 398
Atatürk'ten İntikam Alacağız Diyen Masonlar• 400
Ordu Savunma B ak anlığı'nın Emrine• 402
Tampliye Şövalyeri• 404
Türk ve İslam Düşmanı M ason Mozart ve Ülker • 405

Türk Kalp Vakfı, Trilyoner Türkücü İbrahim Tatlıses'in Oğluna "Fakirlik


Y ardımı" Y apmış• 407
Ülker'den Bir İlk Daha• 4 1 1
TA Ç Vakfı• 4 1 2
K adir Topbaş Taç Vakfı'nda• 4 1 6
Noel B ab a Ülkesi• 4 1 6
Turizm B akanı'na TAÇ Soruları• 4 1 8
M asonik D ayanışma• 4 1 9
Y aşar Nuri'nin Partisinde Bir M ason• 4 1 9
Keçi Kanı• 420
Dulkarı Torbası mı, Cukka mı• 426

13
lsis Efsanesi-Dul Kadın • 429

33. Derecelik Masonluk Mertebeleri • 430

Bir aderler • 431

K adiri Tarikatı • 445

Adnan Oktar Grubu • 458


İskender Evrenosoğlu Grubu • 475

Belli b aşlı Tarikatlar • 482

Zübük ya da B ay B aşkan • 489

Hay ali ; Amerikan Hastanesinde Ölmek • 503

Son Söz Olarak • 51 O

14
ônsöz

Yol, yollar anlamına gelen Tarikatlar; Tasavvufta, Allah' a ulaşmak için


tutulan yol olarak kabul edilir. Bu yol boyunca yapılan yolculu k bir şeyhin
öncülüğünde gerçekleşir. Her yolun ; kurucusu, öncüsü t ar afından belirle­
nen birtakım kuralları, töreleri v ardır. Tüm İslam kaynaklarının ittifak ettiği
üzere Hicri 6. (M. 12) yüzyıldan b aşlayarak çok sayıda t arikat kurulmuş ve
bunlar şubelere, kollara ayrılarak bütün lslam dünyasına y ayılmış ve günü­
müze kadar gelmişlerdir.
Mutasavvıflara göre Allah'a ulaş an yollar s ayısızdır. Herkesin vuslatı
ayrı ayrı kural, yöntem ve yollarl a gerçekleşebilir. Esas ol an yönelmedir.
Örneğin Kabe'nin belirli bir y anında bulunmak değil, ona yönelmek önem­
lidir. Kabe'ye ulaştır an bu yöneliştir. Gerçi başbakan olmuş t arikat mensu­
bu kişiler rüyalarında Kabe'nin içine girdikleri halde kıble aramaları bu ko­
nuda bazı tersli klerin olduğunu gösteriyordu.
Tasavvufta tarikatların Allah'a ulaşmak için tutulan yol olarak kabul edil­
mesinin, insanları s adece her t arikatın ve bu t arikatın şıhının Allah'a ve
cennete ulaştırabileceklerini iddia etmelerinin aslında Mezheplerin Arapla­
rı bölüp, parçalaması, haçlılar a silahla, kuvvetle yenemedikleri T ürkleri z a­
yıflatıp, tarihten silme k, yok etmek için yeni bir ilham kaynağı oluyor, bu ne­
denle de t ari katları icat etmeye b aşlıyorlardı.
Bu uğurda çeşit çeşit t arikatlar üretilip, türetiliyor. Üretilen tarikatlar kul­
l anılarak insanlar bölünüyor, birbirine düşman kamplara çekiliyordu. lngi­
lizlerin önderliğinde Nakşibendilikten, Süleymancılığa, Süleymancılıktan,
K adiriliğe, K adirilikten Rufailiğe, Rufailikten Nurculuğa, Nurculuktan Ma­
sonluğa boy, boy renk renk, çeşit çeşit tarikatlar s ahneye sürülüyordu.
İ ngiliz Müstemlekeler N azırlığı d aha açık deyişle Sömürgeler B akanlığı,
Suudi Arabistan'da kurduğu Vehhabi mezhebine dayalı devleti, Amerika ile

15
Tarikat . Siyaset, Ticaret ve Ci nayet

beraber sağmal inek gibi sağıp, sömürerek semizleşirken, gözünü diğer ül­
kelere dikiyor, Osmanlı nı n son zama nları nda iyice hız alan parçalanma sü­
recine yeni yeni hain tipleri ile ivme kazandırmaya çalışıyordu.
İ ngiltere'nin 1900'1ü yıllarda bulduğu hainlerin en başında "Said-i Nursi"
kod adlı Kürt Said gelmekteydi . Kürt Said önce l ngiliz istihbaratına çalış­
mış, ardından Ruslara esir düştü yalanlarıyla Rus istihbaratının elemanı ol­
muş, Rusları n savaşlarda yok olacağını düşünerek bu kere Almanya'ya
geçip, Almanları n ya nında savaşılması gerektiğine dair fetvalar vermiş, Al­
manya'da kaldığı otelde Sheel yöneticileri ile görüşerek tekrar İ ngiliz istih­
baratına girmiş. ve Teşkilat-ı Mahsusa ile de irtibata geçerek, bu zır cahil
haline bakmada n istihbarat birimlerini n şişirmeleriyle "Di n alimi(!?)" rolüne
soyunmuştu.
1908 il . Meşrutiyet Hareketinde başrollerde Kürt Said-i görmekteydik.
Bu Hareket birçok lslamcı aydın tarafında n desteklenirken, padişaha yakı n
duran bazı tarikatlar bu hareketi desteklemeyerek sessiz kalmayı tercih
ederler. A ncak onlar da seslerini 1909 yılında gerçekleşen 3 1 Mart olayın­
da yükseltiyorlardı.
1909'un Nisan ayında ayakla nan di nci guruplar, yö netime bir süre de
olsa egemen olurlar. Bunu n sonucunda. Hükümet üyeleri ile ittihat ve Te­
rakki yöneticileri lsta nbul'u terk etmek zorunda kalırlar. Pla nlı bir şekilde
sahneye kona n bu irtica'i ayaklanma çok kısa bir süre içi nde bastırılır.
İsyana katılan Said-i Nursi ya da namı diğer Kürt Said çevresi ile birlik­
te Kürtçülüklerini maskelemek için din maskesine bürünen tarikatları n he­
men hemen tamamı ve sözde aydınlar bir süre sonra kurulacak ola n İngi­
liz yanlısı Hürriyet ve itilaf Fırkasına katılıyorlardı. Bu sözde dinciler, tarikat­
ları n büyük bir bölümü açık işgal koşullarında da Padişah Vahdettin gibi iş­
galcilerin ka natları altına giriyorlardı.
Başta l ngilizler olmak üzere işgalcilerin hizmetine giren Kürt Said ve
benzeri mürteciler ile bazı tarikatlar işbirliğinin boyutlarını Ulusal Kurtuluş
Savaşı'nı başarısızlığa uğratmak için İngiltere ve Amerika'nın pla nladığı ve
orga nize ettiği din maskesine bürünen bölücü isyanlarda başı çekmeye ka­
dar sürdüreceklerdi.. . 192 1 yılında Koçgiri, 19 24'de Şeyh Sait, yine
1924'de Nasturi, 1925 Sason, 1925 Roçkotan ve Roman, 1926 ve 1930
Ağrı, 1926 Koçuşağı, 1937 Dersim isyanları. .. Haçlı ordularını n yüzyıllarca
kuwet kullanarak yapamadıklarını gerçekleştirme yolunda kendilerine bü-

16
Ergün Poyraz

yük bir saha kazandırıyordu. Bu isyanların sonucunda ise başta Musul ve


Kerkük olmak üzere birçok kayıplara uğramaya devam edecektik.
Mason Şeyhülislamlarla birlikte hareket ederek Ulusal Kurtuluş Sava­
şını engellemeye çalışan, Türklüğe ve Ulusal Kurtuluş savaşına katılanla­
ra hakaretler yağdıran Şeyhülislam Mustafa Sabri'yi eski bir Rum yerleşim
birimi olan Potamya kökenli Başbakan Tayyip'in danışmanı ve dünürü Ye­
ni Şafak Gazetesi yazarı Sadık Albayrak yere göğe sığdıramıyordu. Tay­
yip'in Belediye Başkanlığı döneminde Belediye iştiraklerinden Kültür
A.Ş'de çalışıyor görünen Sadık Albayrak "Hilafet ve Kemalizm" adlı kitabı­
nın ark,a kapağında yer alan tanıtım yazısında Cumhuriyet rejimine karşı ki­
nini kusuyordu:
" . . . Cumhuriyet'e gelince; mukabilinde işlenen bu kadar tahribata göre
bari bu Cumhuriyetin aslı olsa insanın yüreği o derece yanmaz. Halbuki
Kemalist T ürkiye kadar Cumhuriyetten uzak hiçbir memleket yoktur. işte
ben, içte ve dışta bulunan bütün Mustafa Kemal dalkavuklarının, utanma­
mak ve kızarmamak için idman görmüş yüzlerine bağırarak söylüyorum ki,
Türkiye Cumhuriyeti feci bir yalandan ibarettir....
Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri'nin bu yorumları yakın tarihimizin
gizli kalmış yönlerini açığa çıkaran bir belgesef niteliğindedir..."
"Yeni T ürkiye darağaçlı cumhuriyet ve inkilap sisteminin bir ürünüdür"
diyen Tayyip'in dünürü AKP'li Sadık Albayrak Mustafa Sabri'nin Türklüğü
aşağılayan sözlerini de kutsuyordu:
" Böylece eski Türk diyerek, Müslümanlığını överken, Yeni Türk'ü ise,
tamamen İslamdan kendini soyutlamış saydığı gibi, vatandaşlıktan atılma­
sı üzerine, yazdığı bir şiirle " İstifa ediyorum" diyerek, bu başlık altında ken­
dini ortaya koyup;
Tövbe ya Rabb'i tevbe T ürklüğüme!
Beni Türk milletinden addetme!" demiştir.
Potamyalı Tayyip'in dünürü AKP'li Sadık Albayrak'ın kitabında Atatürk'e
yapılan hakaretlerin ardı arkası kesilmiyordu. Cumhuriyetin Savcılarının ise
gıkı çıkmıyordu. Bazıları da bunlarla "şiir gibi anlaşıyoruz" deme gafletinde
bulunuyordu.
" Mustafa Kemal'in ve Ankara hükümetinin kahpeliklerini, sahtekarlıkla­
rını şu ufacık mukaddimeye (önsöz) sığdıracak değilim. Demek isterim ki

17
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bu şekil dfeğiştirmeleri, bu zıtlıkları işleyebilmek için insan utanmazlıkta da


kahraman olmalıdır. Hele dinsizlik olmadan haksızlığın, hayasızlığın bu de­
recesi tasavvur olunamaz..."
Başbakan Tayyip'in dünürü Sadık Albayrak, yayına hazırladığı kitabın­
da ulusal kurtuluş savaşımızın kahramanı yüce Atatürk ve onun silah arka­
daşları için " İki paralık Mustafa Kemal Kuvveti" diyor, aşağıdaki hezeyanla­
rı hiçbir takibata ve tepkiye muhatap olmadan sergiliyordu:
"... İki paralık Mustafa Kemal kuvvetinin baskısına boyun eğerek İngiliz­
lerin, Fransızların ve sair devletlerin lstanbul'dan çekip gitmelerini ancak
Kemalistlerin idam ettiği T ürk aklı kabul edebilir..."
AKP'li dünür Sadık Albayrak'ın kitabında Türkler ; "Cibiliyetsiz ve milli­
yetsiz" olarak vasıflandırılırken "Arap Milliyetçiliği", "Arap Dili" ve "Araplaş­
mak" baş tacı ediliyordu.
" ... En doğrusu milliyetçilerin iddiası vechile eğer milliyetin kıymeti var­
sa bu hususun en önemli noktasını lisan meselesinin teşkil etmesi lazım
geldiğine ve Arap dilinin ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul et­
meyecek derecede üstünlüğü haiz olduğuna nazaran insanın, milliyetin
küçüğüne sahip olup ta onun ile iftihar edeceğine büyüğüne malik olarak
onunla iftihar etmesi daha karlı ve daha makul olur...."
Nurculuk tarikatının lideri Said-i Nursi, Nakşibendiler ve diğer tarikatlar
kah Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda faaliyetlerde bulunu­
yorlar, kah "asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl" diyerek İngilizlerle işbirliğine
giriyorlardı. Vatan evlatları çeşitli cephelerde topraklarımızı savunurlarken,
Şeyh Sait'in açıklamalarında da gördüğümüz gibi tarikatların büyük bir kıs­
mı devletin zayıf düşmesini kolluyor, besiye çektikleri müritlerini isyanlara
hazırlıyordu.
1930'da Menemen, 1933'te Bursa ve 1935'te de Siirt'te " Şeriat istiyo­
ruz", "din elden gidiyor" diyerek halkın dini duygularını istismar etmek iste­
yen Nakşibendiler, bazı saf insanları da yanlarına alarak ayaklanma girişi­
minde bulunuyorlardı. Menemen'de Asteğmen Kubilay'ı şehit eden Nakşi­
bendilerin isyanı, askeri birliklerin müdahalesiyle bastırılıyordu.
O gün ayaklanmaya katılanların çoğunluğunun Girit asıllı Nakşibendiler
olduğu görülüyordu. 11 Ekim 2005 tarihli Tempo Dergisi ayaklanmalara ka­
tılıp asılan bir Yahudi'nin adeta ağıtını tutuyordu. Menemen isyanında bak­
kallık yapan Yahudi Jozef Efendi'nin suçunun sadece Kubilay'ın kesik ba-

18
Ergün Poyraz

şının Yeşil bayrağa asılmasındaki ipi satmaktan ibaret olduğu belirtiliyordu.


Oysa her Yahudi gibi doğuştan Mason olan Jozef, Masonluğu ve Yahudi­
liği gereği isyancılarla işbirliği yapmış, Kubilay'ın kesik başı karşısında co­
şarak, kesik başın Yeşil bayrağa bağlanması için ipi koşarak getirip isyan­
cılara vermişti.
Fakat ne yazık ki, Menemen isyanının baş aktörlerinden aslı Giritli bir
Rum olan Derviş Vahdeti'nin torunu bugün Meclis'te en yüksek mevkilere
tırmanabilmiştir.
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı "Bu Kadar De­
mokrasi Fazla" başlıklı yazısında, İnternet sitelerinde Başbakan Erdoğan'a
sorular başlığı ile yazılan yazılara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete
sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan
gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve Mason ilişkisini açıkladığı ve Er­
doğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazı özetle
şöyleydi:
"Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık T ürki­
ye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde. Tüm
paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği ya­
pıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason lo­
calarının kapatılmasının hesabını Kemalizmi, Atatürkçülüğü, Atatürk'ü Tür­
kiye'den silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaklar. İshak Alaton bana bu
konuda teminat verdi"
Nakşibendilerin Arapça ezan okunması talebiyle gösteri yaptıkları yıl ;
1933 olarak tarihteki yerini alıyor, 1935 senesinde Siirt'te yine Nakşibendi
isyanları baş gösteriyordu.
İttihat ve Terakki, konumunu daha da güçlendirecek değişik örgütlen­
melere yönelir. Bunlar içinde Teşkilat-ı Mahsusa oldukça önemli bir yer tu­
tuyordu. ittihatçılar, bu tür örgütlenmeyle gelişebilecek herhangi bir muha­
lefeti, anında sindirmeyi amaçlıyorlardı. örtülü ödeneklerden para aktarılan
bu devlet bünyesindeki illegal yapı içinde başını Kürt Said'in çektiği sözde
din adamları, tarikatçılar ve politikacılar ve hepsinden hakim bir sınıf olarak
Masonlar ağırlıktaydı. Değişik meslek guruplarının yer aldığı bu yapılanma­
da; doktorlar, mühendisler, gazeteciler ile Cemal Kutay gibi yazarlar yer
alıyordu. Bazı askerler de bu yapının önemli temel taşlarını oluşturuyorlar­
dı.

19
Tarikat, Siyaset, T icaret ve Cinayet

Kürt Said'i izinden gidilece k en büyük, en yüce, en ulu biri olara k tanım­
layan, onun yolunun anca k T ür kiye'yi kurtaracağını, geliştireceğini, büyü­
teceğini iddia eden böyyü k Atatür kçü Cemal Kutay; Kürt Said'ln Teş kilat-ı
Mahsusa'nın adamı olduğunu il k ilan edenlerden oluyordu. Kasım 2005'de
AKP i ktidarına yakınlığı ile bilinen Yeni Şafa k Gazetesi Kürt Said'in Teşki­
lat-ı Mahsusa'da görev yaptığını duyuruyordu.
Adeta bir Mason yapılanması şe klinde gelişen ittihat ve Tera kki'nin Al­
man emperyalizmi ile kuca k kucağa olduğu bir dönemde kurulan Teşkilat­
ı Mahsusa, Na kşibendiler'den Mevleviler'e, Mevleviler'den Melamiler'e,
Melamiler'den Süleymancı'lara, Süleymancı'lardan Nurculuğa kadar bir­
çok tari kata ulvili k kazandırmak için onlara keramet yollarını açıyordu...
Cumhuriyet'in ilanıyla birli kte, kendi kabu klarına çe kilerek varolma mü­
cadelesi veren tari katların; Ameri ka n-lngiliz ve Alman deste kli olara k in­
sanlarımız üzerinde baskılarını yoğunlaştırmaları 1946 yılından itibaren
açık bir şekilde görülüyordu.
İnönü marifetiyle, Amerika ile ya kınlaşmanın tohumlarının atıldığı 1946
yılında başlayan süreçte tarikatların gelişimi daha da hızlanır. Süleyman
Hilmi Tunahan'ın vaizli k belgesinin CHP tarafından kendisine verilmesi de
bu yıl içinde olur. CHP'nin tari katlar üzerinde ki hesapları 1947 yılında ger­
çe kleştirdiği Kurultay programında iyice gün yüzüne çıkıyordu. CHP, sımsı­
kı yapıştığı i ktidar koltuğunu kaybetmemek ve oy potansiyelini yükseltmek
için gericiliğe ciddi boyutlarda tavizler veriyordu.
CHP, i ktidarının son yıllarında, DP ile irticai a kımlara destek yarışına gi­
rişir. Bu destek ve teşvik döneminde İsmet İnönü'nün baş kanlığında ki CHP
i ktidarı, din istismarcılığı uğruna okullara yeniden din dersleri koyuyor, te k­
ke ve türbelerin yeniden açılması için çalışmalar yapıyor, yeni ilahiyat Fa­
kültelerini faaliyete geçiriyor, Kur'an kursları ve imam Hatiplerin yaygınlaş­
tırılması için yasal düzenlemeler yapıyor, ancak ilk seçimlerde tepe takla k
gidiyordu.
Tarikatlar, tabi bu arada hep kendini gizleyen, unutturan tarikatların sa­
rı k üzerine melon şapka ta kanlarından masonlar, Adnan Menderes'in baş­
kanlığını yaptığı DP'nin saflarında toplanıyordu.
Adnan Menderes hü kümetlerinde; lzmir'den milletvekili olara k Meclis'e
giren 33. Dereceli mason olan Zühtü Hilmi Velibeşe, E konomi ve Ticaret
Ba kanı olara k kabinede yerini alıyordu. Adalet Bakanı Halil Özyörük, Sa-

20
Ergün Poyraz

vunma Bakanı Refik Şevket ince, İçişleri Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu,


Maliye Bakanı Halil Ayan, Sağlık Bakanı Nihat Reşat Belger, Gümrük Ba­
kanı Hadi Hüsmen, İşletmeler Bakanı Muhlis Ete kabinede yer alan diğer
mason biraderlerdendi. Menderes hükümetlerindeki mason bakanlar bu
kadar mı tabi ki hayır!..
İzmir' de Yunan bayrağına saygı durmayı mason gazeteciler ve birader­
leri tarafından "Demokratlık" örneği olarak lanse edilen ve ayrıca Nazlı llı­
cak'ın babası olan Muammer Çavuşoğlu, Celal Yardımcı, Enver Güreli, Sıt­
kı Yırcalı, Hayrettin Erkmen, F. Rüştü Zorlu, Kemal Zeytinoğlu , Behçet Uz,
Nedim Ökmen, Zeyyat Mandalinci, Mümtaz Tarhan, Medeni Berk, Haluk
Şama�, İzzet Akçal, Sebati Ataman, Servet Somuncuoğlu gibi isimler de
. .
merkezi lngiltere'de olan ve lngiliz Papaz Anderson tarafından kuralları ko­
nulan masonların saflarında yer alıyordu.
lnönü'nün yol vermesiyle yavaş yavaş baş gösteren tarikatlar DP iktida­
rı ile birlikte faaliyetlerine hız veriyorlardı. Bu dönemde ikisi Nakşibendi kö­
kenli olmak üzere üç yeni tarikat şekilleniyordu. Bunlar Said-i Nursi ya da
asıl kimliğiyle Kürt Said tarafından kurulan ve Nakşibendilik'in kollarından
olan Nurculuk, 1888-1959 yılları arasında yaşayan Süleyman Hilmi Tuna­
han tarafından kurulan Süleymancılık ve Kemal Pilavoğlu tarafından bu dö­
nemde faaliyete geçirilen Ticanilik, sahada yerlerini alıyorlardı. Ancak terör
destekçisi ülkelerin yani Amerika- lngiltere ve Almanya'nın daha çok Nakşi­
bendiler, Süleymancılar ve Nurcuları güçlendirmesi sonucunda Halvetilik
kökenli Ticanilerin diğer tarikatlar gibi çok fazla büyüme şansı olmuyordu...
Ülkemizin sömürgeleşme sürecfhe balıklama daldığı bu dönem de. Din
tüccarlığını ilke edinen İslamcıların örgütlenmesinin önündeki tüm engeller
birer birer kaldırılıyordu. Ardı sıra dernekler açılıyor, dergiler çıkarılıyor ve
İslamcı partiler kuruluyordu. Cevat Rıza Atilhan gibi insanların kurduğu İs­
lamcı partiler bu dönemde bir varlık gösteremiyorlardı. Bir süre sonra da bu
partiler ya mahkemelerce kapatılıyor ya kendi kendilerini kapatıyorlar ya da
başka partilere katılıyorlardı.
Erbakan'ın 1969 yılında bağımsız olarak başlattığı hareket 1970 yılında
Milli Nizam Partisi ya da kısa adıyla M NP olarak siyasi arenada yer bula­
caktı. M NP kapatılınca yerini M SP'ye bırakıyor, 1974 yılında Demokratik
solcularla M SP'liler hükümet oluyorlardı. Yahudi ve Mason düşmanlığıyla
oy toplayan M SP'liler hükümet ortağı olduklarında Mason ve Yahudilerle
kapalı kapılar ardında "Al takke ver külah" ilişkilerine giriyorlardı.

21
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Ci nayet

1974 Kıbrıs Harekatı dolayısıyla seferberlik ilan edildiğinde, Yunanis­


tan'la çıkabilecek olası bir savaş sürecinde "Halkın hayati ehemmiyetine
haiz ekonomik ihtiyaçları karşıladıkları" gerekçesi ile personeli silah altına
alınmaması istenen büyük çoğunluğunu Yahudi, Mason, Rum ve Ermeni
fabrika ve kuruluşların oluşturduğu görülüyordu. MSP'li Sanayi Bakanının
belirlediği listede yer alan bu kuruluşlarda çalışanlar askere alınmayacak
bunların yerine, devlet kuruluşlarında çalışan gariban vata n evlatları, fakir
halk çocukları cepheye gideceklerdi. MSP'li bakanın saptadığı savaş halin­
de personeli askere alınmayacak fabrika ve kuruluşlar şunlardı:
"Vakko , İ GS, Titiz Konfeksiyon, Hacı Ömer Sabancı Holding, Sancak
Tül, Hacı Resul Mahmut ipekçi, Mücellidün Dokuma ve Büküm Fabrikası,
Güney Sanayi, Çukobirlik, Cem Standart Düdüklü Te ncere Fabrikası, Bo­
hemia Kristal Avize Fabrikası, Garbon Işıl Avize Fabrikası, Eczacıbaşı Se­
ramik, Jumbo Çatal Bıçak, Halıfleks, Atlas Halı Fabrikası, Akkuş Sandalye
İmalathanesi, Ulus Doğrama ve Mobilya Fabrikası, Arçelik, Mintaks, ÇBS,
DY O, Puro, Komili"
Siyasal İslam, Yahudi , Mason, Ermeni ve Rum işbirliği her saha ve her
ortamda gelişiyor, al takke ver külah, al kipa ver sarık, muhabbetleri kapa­
lı kapılar ardında sergileniyordu. MSP'li Sanayi Bakanları; Siyasal lslam,
Yahudi, Mason, Ermeni ve Rum'lardan oluşan kurum ve kuruluşlara dev­
let kesesinden bugünün parası ile trilyonlar yağdırıyorlardı. İşte Siyasal İs­
lam'ın 70'1i yıllarda teşvik yağdırdığı firmalar:
"Döktaş ; Toplam yatırım ;300 milyon, Teşvik belge No:680, tarih,
16.05.1975... Döktaş'ın Koç ve AKP hükümetinin gölge başkanı Zapsu ve
ailesi ortaklı olarak faaliyette bulunmaktadır...
Ege Mosan , Toplam yatırım 3 10 milyon 500 bin teşvik belge no: 2652,
tarih ; 13.07. 1976...
Motosan, toplam yatırım: 14 milyon 450 bin , teşvik belge no ;2807, ta­
rih ; 16.07. 1976...
Türk Traktör, toplam yatırım:?4 milyon 389 bin , teşvik belge no ; 1623,
tarih 28.0 1. 1975...
T.O.E, teşvik belge no; 1862, tarih ;23.06.1975
Ege Otomotiv, Toplam yatırım; 136 milyon 500 bin, teşvik belge
no ; 1875, tarih 30.06. 1975...

22
Ergün Poyraz

Burta k, toplam yatırım; 901 milyon, teşvi k belge no; 188 1, tarih;
03.07. 1975...
Hema;toplam yatırım; 5 14 milyon398 bin, teşvi k belge no; 2002, ta­
rih;3 1. 1 2. 1975...
Ahmet V.M.Holding, toplam yatırım; 834 milyon 500 bin, teşvik belge
no; 2744, tarih; 12.08. 1976...
Elmet metal A.Ş, toplam yatırım;733 milyon 500 bin , belge no ; 28 10, ta­
rih; 10.09. 1976...
Mermerler A.Ş, toplam yatırıııı;728 milyon, teşvi k belge no;3454, tarih;
21.04.rnn...
Otosan A.Ş , toplam yatırım 1 milyar 643 milyon, teşvik belge no; 371 1 ,
tarih;03.06.1977...
Anadolu Endüstri Holding, Toplam yatırım; 2 milyar 450 milyon, teşvi k
belge no; 37 16, tarih;03.06. 1977...
Anadolu Endüstri Holding, Efes Pilsen biralarının üretim ve dağıtımını
yapan Tuncay ôzilhan'ın sahibi olduğu firma!.. Firmanın Manisa'da bulu­
nan Polinas adlı şir ketinin orta kları arasında Ülker gurubu yer alma ktadır.
Polinas'ta Y önetim Kurulu Başkanı Sabri Ülker, Baş kan Vekili Tuncay ôzil­
han'dır.
Neyse biz yine dönelim lslamcı , Yahudi , Mason, Ermeni, Rum ve Arap
- Kürt ittifa kına;
Ege Otomotiv.toplam yatırım;83 1 milyon, teşvik belge no;3743, ta­
rih; 14.06. 1977...
Ercanlar A.Ş, toplam yatırım; 1 milyar 20 milyon, teşvi k belge no;3923
tarih;2 2.04. 1977...
ILT OR, A.Ş, toplam yatırım , 1 18 milyon, teşvi k belge no; 3923, tarih
22.04. 1977
Çimsetaş, toplam yatırım: 1 milyar 260 milyon, tarih; 03.0 1. 1978 ...

Domuz Yağı, Pembe Köşk...


ABD ve İngiliz Emperyalizmi ül kemizdeki tarikatları , ARA MCO aracılı­
ğıyla besliyordu. 1953'te Arap Amerikan orta k petrol şirketi olara k kurulan
ARA MCO, aslında işbirli kçi Suudi Tipi Ameri kancı lslamcılığın finans mer­
kezi olara k faaliyetlerine hız veriyordu. İngiltere ve Ameri ka'nın izin verdiği

23
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kadar lslamcı olan yapılanmalara buradan ekonomik kaynak aktarımı yapı­


lıyordu.
1960'1arın başında ARA MCO, geri çekilecek onun finanse ettiği RABi­
TA devreye sokulacaktır. Suudi Arabistan'dan yollanan petro-dolarlarla
beslenen tarikatlar, DP iktidarı döneminde ayağa kalkar. Ve giderek yay­
gınlaşmaya başlar. ABD ve İngiltere'nin kucağında gelişen Nakşibendiler,
Nakşibendi kökenli Nurcular ve Süleymancılardı. Bu dönemde başta Nak­
şibendilik olmak üzere Süleymancılık ve Nurculuk dışındaki tarikatların çok
fazla gelişme şansı olmuyordu.
27 Mayıs ihtilalinin ardından DP kapatılıyor, DP'nin görevini Anıeri­
ka'nın emir kulu olmaya and içmiş Adalet Partisi devralıyordu. Öyle ya ;
Menderes ABD ve lngiltere'ye yeterince kapıkulu olamamış, bir de millet­
vekilleri aracılığı ile mason derneklerini kapattırmaya çalışrrıışlı.
Demokrat Parti'nin Afyon Milletvekili, asker kökenli Gazi Yiğitbaşı,
30.4. 195 1 tarihli T B M M T utanak Dergisi'nin 6. Cilt 368 ve 369. sayfaların­
da yer alan açıklamalarında gördüğümüz üzere; "2 bin senelik Tevrat dini­
ne veya dinsizliğine yahut da yeni bir dine tapan , gizli bir tarikat mahiyeti
taşıyan, dindar milletimizin zamanla maneviyatını mahvedecek olan, yu­
kardan beri türlü zararları yüksek huzurunuzda arz edilen mason derneği­
nin şu saf ve temiz T ürk yurdunda yaşaması çok tehlikelidir..." diyerek Ma­
sonların ülkemiz aleyhine olan faaliyetlerini belgeleyip bu Derneğin kapa­
tılmasını istiyordu.
Mason Localarının kapatılmasını isteyen Afyon Milletvekili Gazi Yiğitba­
şı 27 Mayıs ihtilali ile gözaltına alınıyordu. Ancak asker kökenli, bu millet­
vekili için hiçbir suçlama yapılamıyordu. Hakkında hiçbir suçlama olmayan
Yiğitbaşı Yassıada'da tutuklu iken şaibeli bir şekilde hayatını kaybediyordu.
Masonlar günlerce aylarca Yığitbaşı'na bu önergeyi hazırlatanı, ve eline
vererek Meslis'te seslenmesini sağlayanı arıyorlar ancak bulamıyorlardı.
Menderes, masonların zararlı bir tarikat olduğunu anlatan ve kapatıl­
masını isteyen Peyami Sefa'ya maddi destek sağlıyordu.
1959 yılına gelindiğinde Menderes'in uçağı İngiltere'de kaza yapıyor ve
Menderes hastaneye kaldırılıyordu. Ardından Mason doktorlar devreye gi­
riyor, Menderes'in bir yıl dinlenmesini ve görev almamasını rapor ediyorlar­
dı. Menderes ise Başbakanlığı bırakmak istemiyor, Müsteşarı Ahmet Salih
Korur'dan raporun yok edilmesini istiyordu. Menderes'in müsteşarı Ahmet

24
Ergün Poyraz

Salih Korur, Ankara Büyük Locası Büyük Üstadı olan bir Masondu. Korur
aynı zamanda Ankara Doğuş Locası'nın kurucularındandı. Bu olayın üze­
rinden geçmeden 1960 darbesi yapılıyor, Menderes ve m asonlar aleyhin­
de çalışan arkadaşları Y assıada'ya kapatılıyordu. Yassıada'da Menderes'i
savunma görevini Ankara B arış Locası kurucularından Av. Burhan Apaydın
alıyordu. M ahkemede sergilediği agresif d avr anışları sonucunda tutuklanı­
yor ve B almumcu'ya götürülüyordu. S avunmasız kalan Menderes üç ay
sonra idam oluyor, idamdan bir hafta sonra d a Burhan Apaydın s alınıyor­
du. 1961 Ekim'inde yapılan genel seçimler sonucunda kardeşiyle birlikte
Ankara Milletvekili olar ak Meclis'e giriyor, Anayasa Komisyonu B aşkanlı­
ğı'na tüm p artilerin oy birliği ile getiriliyordu.
196 1 Anayasasını hazırlayanlardan tarihçi Profesör Enver Ziya Karal , Ko­
sova doğumlu bir Mason, Profesör Sıddık Sami Onar Yahudi dönmesiydi.
D arbenin ardından kurulan hükümet adeta mason resmi geçitini andırı­
yordu. Önce Devlet ardından İçişleri B akanlığı görevine getirilen Nasır Zey­
tinoğlu 1 Ekim 1955 yılında İzmir'de kurulan Ümit Locası'nın kurucu üyele­
rindendi. Adalet B akanı Ekrem T üzemen, Tüzemen'den sonra gelen Ke­
mal T ürkoğlu, Dışişleri B akanı Selim S arper, B ayındırlık Bakanı Mukbil
Gökdoğan, Gökdoğ an'ın ardından aynı bakanlığa getirilen D aniş Koper. Ti­
caret Bakanı Mehmet B aydur, B aydur'dan sonra Ticaret B akanlığı'na yine
bir Mason ol an Cihat lren getiriliyordu. Tekel Bakanı Fethi Aşkın, Ulaştırma
B akanı Orhan Mersinli, Sanayi B akanı Ş ahap Koc atopçu hep mason bira­
derlerdendi. Kocatopçu , Yahudilerce kurulan 500. Yıl V akfı'nın d\ı kurucu­
larındandı. S anayi B akanı Muhtar Uluer. Turizm B akanı Zühtü Tarhan M a­
son locasından gelen bakanlar arasında yer alıyordu.
Bülent Ecevit'in başbakanlığı döneminde kendine isyan eden gurupla­
rın başını da m ason milletvekilleri çekiyordu. Ecevit'in o dönemde h asta­
landı(!) diyerek y attığı hastanenin s ahibi Mehmet Haberal, Ankara'da bulu­
nan Doğuş Locasının 4 24 no'lu üyesiydi.
Tayyip Erdoğan'ın, selefi Ecevit'in eski doktoru Haberal'ın ricasıyla
B aşkent Üniversitesi Hastanesi'ni açmak için Konya'ya gittiği b asında yer
alıyor ve 'komplo' iddiası nedeniyle Ecevit'in ted avisinden el çektirilen Prof.
Mehmet H aberal'la hastane açarken, 'Ona sahip çıkacağım' dediği haber
oluyordu. Tayyip; Haberal'ın kendisine İhsan Doğramacı'nın emaneti oldu­
ğunu vurguluyordu.

25
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Erdoğan ve Haberal, hastane açılış törenini, proto kolde kendilerine ay­


rılan yerde "el ele" izledi. Erdoğan sı k sık Haberal'ın kulağına eğilere k bir
şeyler anlattı. Daha sonra kürsüye çıkan Erdoğan, " İhsan Doğramacı ba­
na, 'Bu Haberal'a sahip çı kın' dedi. Biz görevde olduğumuz sürece Habe­
ral'a sahip çıkacağız. Bu ül kede taş üstüne taş koyanı başımızın üstünde
taşırız. Derdimiz üzüm yemek, bağcıyla işimiz yo k" dedi.
Ecevit'i düşürme k için isyan bayrağı açan ve 9'1ar olara k isimlendirilen
gurubun başı olan DSP eski milletvekili Cengiz Güleç An kara Doğuş Loca­
sı'nın 551 No'lu üyesiydi. Çengiz Güleç, 14 temmuz 2002 tarihinde Zaman
Gazetesi'nden Nuriye A kman'a verdiği demeçte "D SP'li 9'1ardan Prof.
Dr.Cengiz Güleç: Öz kan hiçbir zaman Ecevit'in oğlu olmadı" diyordu.
Güleç'in, bir zamanlar etrafında pervane olduğu yoldaşları ile ilgili Fe­
tullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen Zaman Gazetesi'ne verdiği demecinde
şunlar da yer alıyordu:
"D SP'nin psikiyatrist milletve kili, 9'1u muhalif gruptan Prof . Dr. Dr.Cen­
giz Güleç, son günlerin ço k konuşulan isimlerinin kara kter analizini yaptı.
Nuriye A kman'a konuşan Güleç'e göre Kemal Derviş'in çok naif bir ki­
şiliği var. Çabuk kırılabiliyor ve duygusal tepkiler gösteriyor. Siyasi manev­
rayı önceden okuyabilme sezisi yok. İsmail Cem ise inat derecesinde ka­
rarlı. Aynı zamanda yeni angajmanlara çevresini çabu k ikna edebilen bir
yapısı var. Anca k DSP'den ayrılır ken yaptığı konuşma inandırıcı değildi.
Hüsamettin Öz kan ise aşırı nazik görünüyor. Anca k Güleç'e göre, aşırı na­
zi k kişiliğin ar kasında genelde saldırganlı k eğilimi yatıyor.
Güleç'in Ecevitler'le ilgili değerlendirmesi ise şöyle: "Bülent Bey, haya­
tı çekip çevirmede ço k beceri kli değil. Böyle olunca, o yapıya Rahşan Ha­
nım'ın koruyucu, kuşatıcı, anaç rolü denk düşer. Sayın Ecevitler'in sosyal
ilişkilere açık oldu kları iddia edilemez."
Cengiz Güleç, Sosyal Demokrasi Derneği Bilim Kurulu Üyesiydi.
Bir baş ka isyancı gurupla 11 Temmuz 2002 tarihinde Ecevit'e bayra k
açara k 6 ar kadaşı ile birli kte istifa eden Samsun D SP Es ki milletve kili Ma­
son Doğuş locası üyesi Tank Cengiz AKP hü kümeti döneminde hentbol fe­
derasyonunun başına getiriliyordu.
Ankara Doğuş mason locası üyesi olan ve aynı zamanda T.P.A.O Ge­
nel Müdürlüğü'nde Petrol Y ü kse k Mühendisi olara k görev yapan A. Nec-

26
Ergün Poyraz

det Pamir "Bakü Ceyhan Boru Hattı: Orta Asya ve Kafkasya'da Bitmeyen
Oyun," adlı kitabı Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nce 1999 yılında
yayınlanan Necdet Pamir, 25 Kasım 1998 tarihinde kurulan Sosyal De­
mokrasi Derneği Bilim Kurulu Üyeleri arasında yer alıyordu.
14 Haziran 2005 tarihinde SHP'ye katılan Ankara Galatasaraylılar Bir­
liği Başkan'ı olan ve bir süre Kanal D Ankara Temsilciliği de yapan Gaze­
teci Ertan Karasu, Ankara Mason Doğuş locası üyesiydi.
Trabzon doğumlu gazeteci Yaşar Albayrak Mason And locası üyesi
olarak basındaki yerini alıyordu.
HQrriyet Grubunda; Tufan Türenç, Doğan Hızlan, Yener Süsoy mason
biraderlerden sadece birkaçıydı.
TRT'de ise masonların adeta bir başka kalesiydi, Fatih Orbay, Tansu
Polatkan ilk akla gelen isimlerdendi.
Turkish Daily News Genel Yayın Müdürü, Yusuf Kanlı, Ankara Gökku­
şağı locası Muhteremlerinden .. Gazetenin Yayın Kurulu ise şu isimlerden
oluşuyordu:
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. Hüseyin Bağcı
Hasan Köni, 26.02.2000 tarihinde Üçgül locasında, "Avrupa Birliği aday
üyeliği"ni anlatıyordu.
20. 1 2. 1999'da Nar locasında Avrupa Birliği için konferansı bu kere bir
başka Üstad Can Baydarol veriyordu.
Can Baydarol, 8.4.2002 tarihinde "Cehalet ve Taassup" adlı konuşma­
sını yine Nar Locası'nda yapıyordu ...
Bir başka Üstad adayı Nasuh Mahruki ise 11.05.2000 tarihinde "Deği­
şik kültürler, farklı coğrafyalar" konusunda bildiklerini kardeşlerine anlatı­
yordu....
Ahmet Emin Aslan 200 1 yılında "Kendini Bil" başlıklı konuşmasıyla Pu­
sula Locası'nda arzı endam ediyordu...
Bingür Sönmez, Locaların tababetle ilgili en fazla konferans veren Üs­
tadlarındandı.
Ahmet Mete lşıkara, Masonları Deprem konusunda eğitiyordu.
Zaman Gazetesi yazarlarından Eser Karakaş, 20. 12. 1999 tarihinde
mason kardeşlerine il. Cumhuriyet'ini anlatıyordu...
Sanatçı Ediz Hun ve Zeki Alasya Mason Localarının kıdemli konferans­
çıları olarak mason saflarında yerlerini alıyorlardı.

27
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Daha kimler yok ki; Kenan Işık, Çetin Yıldırımakın, Eralp Özgen, Mus­
tafa Koç, Ünsal Yavuz, Kutlu Payaslı, Bozkurt Güvenç, Danyel Hamitoğul­
ları, Nazmi Bilgin, Yıldırın Devletkuşu, Ertan Karasu, Gazanfer Can, Atilla
Celal Bayar, Jak Baruh, Kirkor Sahakoğlu, Hansjörg Kurz, Andon Prizya­
nos, Firuz Nikravan, Ergun Aybars, Yani Skarlatos, Burhan Apaydın, Leon
Levi Coşkun, Hakan Yavuz, Ertuğrul Bülent Eyiler, Sezai Bermanbek, Sa­
muel Kohen, Moiz Varon, David Kohen, Avran Ventura, Mişel Yahni, Mah­
fi Eğilmez, İzak Abudaram, Elyo Medina, Pulad Verbas, Vefa Çetin, Mete
Akyol, Manuel Akcanbazyan, Musa Yahya, Ali Nail Kubalı, Alp Ulusoy, Ro­
land Kunze Concewitz, Şadan Gökovalı, Avram Selaniko, Kimon Mingiuri,
Jak Hayim...
Tabi ki, isimler bu kadar değil, binlerce bu nedenle böyle değişik konu­
ları içeren bir kitapta isimlerin hepsini işlemek mümkün değil... Diğer isim­
leri bu kitabın ardından kaleme alacağım masonluğu ve masonları anlatan
kitaba bırakıp biraderlere devam edelim.
" Görevini kötüye kullanana af' Başlığı ile Uyum locasına bağlı olan ma­
son biraderlerden Tuncer Tükel basına malzeme oluyor diğer masonlar gi­
bi masonik yönü gazetelerde yer alınıyordu. T ükel'in isminin geçtiği haber
şöyleydi:
"Anayasa Mahkemesi'nin 46 1 6 sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Ce­
zaların Ertelenmesine Dair Yasa'nın kapsamını genişletmesiyle Ankara
Adliyesi'ndeki bazı davalar da yasa kapsamına girdi.
A OÇ eski Müdürü lbrahim Tuncer Tükel ve T ürkiye Şoförler ve Otomo­
bilciler Federasyonu Başkanı Derviş Günday da yeni düzenlemeden son­
ra, 46 1 6 sayılı Yasa'dan yararlanacak... "

Ankara Yıldız Mason Locasına kayıtlı ve değişik Mason localarında Tra­


fik konferansları veren Hidayet Manavoğlu 24.04.2002 Hürriyet internetim
sayfasında"... Şoförler Federasyonu yöneticilerine 1 0 ay hapis başlığı altın­
da "yolsuzluk" iddialarıyla yer alıyordu:
Mason Yıldız Locası biraderlerinden olan O.Mesut Sezgin Gazi Üniver­
sitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Eğitimi Bölü­
mü, Konaklama İşletme Eğitimi öğretim Üyesi olarak görev yapıyordu.
Kutup Yıldızı Locasında Diş hekimlerini, Hacettepe Üniversitesi Diş He­
kimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı Osman Köseoğlu temsil ediyordu.

28
Ergün Poyraz

Üçgül Locasının ünlüleri arasında Eralp Özgen, Ünsal Yavuz, Bozkurt


Güvenç
Mülkiye Baş Müfettişi Refik Ali Uçarcı, Ankara Mason Atanur Locası'nın
1 21 numaralı üyesi. Hablemitoğlu cinayetinin soruşturulması(!) kapsamın­
da Savcı Cengiz Köksal tarafından ifadesi alındı. Ankara 26. Asliye Hukuk
Mahkemesinde 2004/193 no.lu dosyada bir tanık, Refik Ali Uçarcı'nın Hab­
lemitoğlu'nun Köstebek adlı kitabının basılmasını önlemek için Emniyet
Genel Müdür Yardımcılarından biri tarafından görevlendirildiğini anlattı.
Refik Ali Uçarcı becerikli(!) Başmüfettişlerden, Mason Localarında ma­
sonlar;:ı masonluğu anlatırken, Başmüfettişliği döneminde Nüfus İşleri Ge-
. .
nel Müdürü olan ilhan Atış'la birlikte lber adlı bir şirket kurmuş. AKP hükü-
metinin işbaşına gelmesiyle ortaklarından ilhan Atış Valilik makamı kapar­
ken, kendi emekli olup Kızılay Baş Müfettişliğine geçiyordu.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk'ün ölü­
münde masonlar yine başrolde yer alıyordu. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuri­
yetin ilk dönemlerinde Van Milletvekilliği yapan İbrahim Arvas'ın 'Tarihi Ha­
kikatler" adlı anılarını anlattığı kitabından öğrendiğimize göre; Atatürk, Kö­
kü dışarıda bir Yahudi Tarikatı olarak nitelediği mason localarını kapatmış,
doktoru Mim Kemal Öke başkanlığındaki masonları "Haydi defolun bura­
dan, cehennem olun gidin Yahudi uşakları" sözleri ile kovmuştu.
Bu olayın ardından Atatürk rahatsızlanmaya başlamış, hastalığı birkaç
yıl içinde iyice vücudunu sarmıştı. Bu arada Fransa'dan doktorlar getirili­
yor, nedense gelen doktorlar hep masonlardan seçiliyordu. Atatürk'ün
ölüm raporu altında imzası olan doktorlardan Mim Kemal Öke 26. 1 2.1 925
yılında " Muhibbanı Hürriyet-Özgürlük Dostları" Locasında 2 1 2 matrikül nu­
marası ile tekris olmuş 33. Dereceye kadar yükselmiş bir masondu. Yine
Atatürk'ün ölüm raporunda imzası bulunan bir diğer doktor; Neşet Ömer İr­
dalp 24.03.1 9 1 1 yılında Resne Locasında Masonluğa adım atmıştı.
Atatürk'ün ölümünün üzerinden daha 36 saat geçmeden 1 937 yılında
Başbakanlıktan azlettiği İsmet İnönü masonlarla işbirliği yapıp onların des­
teğini alarak Cumhurbaşkanı oluyor, Atatürk'ün Dolmabahçe'deki cenaze­
sine katılmadığı gibi Etnoğrafya müzesinde 1 1 yıl beklettiği Atatürk'ün na­
şının Anıtkabire nakledilme törenlerinde de bulunmuyordu. Pullardan ve
paralardan Atatürk'ün resmini kaldırıp kendi resmini bastırıyor, heykellerini
depolara kaldırttırıyor, kapattığı Mason Localarının birer birer açılmasına
destek veriyordu.

29
Tarikat, Siyaset, T icaret ve Cinayet

Atatürk'ün ölümünün ertesi günü gayrı resmi faaliyetlerine başlayan


Mason Locaları resmi olarak 1 939 yılının ilk aylarında aradıkları ortama ka­
vuşuyorlardı.. 1 6 Ocak 1 939 yılında lstanbul'da Üstatlığını Ali Galip Taş'ın
yaptığı ideal locasını yine aynı yıl İstanbul'da Mustafa Hakkı Nalçacı üstat­
lığında Masonik çalışmalara başlayan ve Kültür Locası ile, İzmir'de yer
alan Ülkü Locası takip ediyordu. Ülkü Locası'nın üstatlığına Cevdet Hamdi
Balım getiriliyordu.
Kürt Said'e her fırsatta övgüler düzen ve Nurculuğun yayılmasında en
büyük emeği geçenlerden Mason Süleyman Demirel'in başbakanlığından
sonra masonlar devletin her kademesinde yer buluyorlardı.
Günümüzde AKP iktidarı da Masonlar için dikensiz Gül Bahçesi duru­
mundaydı. Örneğin Leyla Şahin'in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki
davasına sürpriz olarak giden Dışişleri Avukatı Münci Özmen Ankara'da
faaliyet gösteren And Locasına bağlı bir Masondu .
Tayyip Erdoğan'ın Protokol Müdürü de Masondu. 0 1 .03.1 951 yılında
Aydın'da doğan Fuat Tanlay, 09.06.1988 yılında kurulan Ankara Kutup Yıl­
dızı Locası'nın üyesiydi. Tayyip'in lsrail gezisinde Protokol Müdürü olması­
na rağmen Kıbrıs Rumlarının "Kıbrıs Cumhuriyeti" yazan kartvizitleri ile top­
lantıya gelmelerini görememiş, müdahalede bulunamamıştı.
AKP hükümetinin Turizm Müdürü Selami Karaibrahimgil bir başka Ma­
sondu. Karaibrahimgil, reklam Y ıldızı ve şarkıcı Nil Karaibrahimgil'in amca­
sı ve Modern Folk Üçlüsü'nün de üyesiydi.
AKP hükümetinin iktidara gelmesiyle el konulan Star Gazetesi'nin baş
yazarlığına getirilen Seyfettin Halit Kakınç ise bir başka Mason biraderler­
dendi.
Ankara Mason Doğuş Locası biraderlerinden Güneri Ersel Ceyhun, 1 2
ocak 2003 Yeni Şafak Gazetesi'nin haberine göre; AKP Hükümeti tarafın­
dan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nda Avrupa Birliği Koordinasyon Genel
Müdür Yardımcılığı'na getiriliyordu.
Mardin doğumlu Umman Hamitoğulları Ankara And locası üyelerinden
Gümrük Müsteşarlığı'nda " Genel Müdür Yardımcısı" olarak görev yapmak­
tadır. Bağlı olduğu And locasında tek gümrükçü kendisi değildir. Bu locada
birçok gümrükçü yer almaktadır. Gürbulak Gümrükler Baş Müdürü Ali Rı­
za Altınok bunlardan sadece biridir.

30
Ergün Poyraz

Kutup Yıldızı Locasının kurucuları arsında ilginç isimler yer alıyordu:


Burhan Apaydın, Can Pulak, Ercan Çitlioğlu ve diğerleri...
Tayyip Erdoğan yaptığı açıklama ile Doğuş Locası Masonlarından Meh­
met Haberal'ın kendisine İhsan Ooğramacı'nın emaneti olduğunu açıklıyor­
du.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasındaysa, Ecevit'in Haberal'ı Cumhur­
başkanlığına aday göstermesi basında şu şekilde yer alıyordu:
"Ecevit'te Dışişleri Bakanı lsmail Cem ile Başkent Hastanesi'nin sahibi
Mehmet Haberal'ı ı aday gösterdi. Burada Ecevit'in tercihlerine bir parag­
raf açmak gerekiyor. Ecevit'in Cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği İsmail
Cem, kısa bir süre sonra O SP'yi parçalayarak YTP'yi kurdu. Mehmet Ha­
beral ise Ecevit'in rahatsızlığında yanlış tedavi uygulamakla suçlandı. Yani
Ecevit'in seçtiği iki isim de ilerleyen günlerde kendisinin hasmı oldu. Ne ka­
dar acı değil mi?"
Haberal, 2000'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, dönemin Anayasa
Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer önerilmeden önce, dönemin
Başbakanı Ecevit'in Cumhurbaşkanı adayıydı.

Çek Elini Oradan


Temmuz 2000'de gündem Haberal'ın Gökçek ile birlikte Anıtkabir'in gö­
rüntüsünü kapatacak bir girişimde bulunmasıyla çalkalanıyordu. Milliyet
Gazetesi'nde Melih Gökçek manşette şu şekilde yer alıyordu: " Çek elini
oradan"
"Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Anıtkabir'in tam
karşısında 8 katlı bir hastane yapılması için izin vermiş. Bu kararın 50 yıl­
lık, "Anıtkabir'in ihtişamı engellenemez" ilkesine karşı ilk girişim olduğu ya­
zılıyor haberde.
Başkent Hastanesi yaptırıyormuş bu binayı . Çankaya Belediyesi tara­
fından daha önce mühürlenen inşaata mühürler sökülerek devam ediliyor­
muş.
Gökçek, "Kamu yararı gördüğüm her şeye izin veririm" diye konuşmuş.
Başkent Üniversitesi yetkilileri de, "Binanın göze batması bir önyargı" de­
mişler.
Güneri Civaoğlu ABD'den bir örnek veriyor bu konuda. Washington'da

31
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

hiçbir bina; Capitol diye adlandırılan AB D Parlamentosu'nun şehrin her ta­


rafından görülmesini engelleyecek yükseklikte olamayacağını söylüyor.
Melih Gökçek'e değil de, Başkent Üniversitesi'nin başında bulunan
Mehmet Haberal'a hayret etmiş. Çünkü onun Atatürk'e karşı bir hareketin
içinde olabilecek kişilikte olmadığını sanıyor. .."
Hizbullahçı Fidan Güngör de M T T B yöneticileri arasında yer bulurken,
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve diğerleri de MTTB'de rahle-i tedrisattan
geçiyordu.
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemi­
toğlu gibi aydınlar teker teker katledilirken, Tarikatlar ülkeyi adeta parselli­
yor, Tayyip Erdoğan Başbakan olurken Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı
oluyordu.
Necmeddin-i Kübra'nın "Tarikatlarda On Esas" adlı kitabında tarikatla­
rın ana gayeleri şöyle açıklanıyordu:
"Yola çıkan ilk cadde " Şeriat" caddesidir. Şeriat, dünya ve ahireti birbi­
rine bağlayan köprüdür. Ahiret, yaratılmış bir alemdir. Yaratan dururken ya­
ratılana itibar etmek suçtur, günahtır. Bunun içindir ki, süfiler Süleyman
mülküne değer vermemişlerdir. Çünkü o mülk de mahluktur. Onlar, cennet
nimetlerine de iltifat etmemişlerdir. Cennet de sonradan yaratılmış bir yer­
dir."
" Gönenli Mehmed Efendi" adlı kitabında Mustafa Özdamar, "Köke İs­
yan Devrinde Bir Gayret Abidesi" adlı kitabında tarikatların içlerindeki hın­
cı dışarı vuruyordu:
"Cumhuriyet devrini bana tarif et, deseler, aynen şöyle tarif ederim: Kö-
. . .
ke isyan devridir!.. iki kök vardır: Birincisi din, lslam! .. ikincisi de, bu mille-
tin İslam'a bağlı tarihi!.. Dinimize ve tarihimize bağlı her şeye isyan devri­
dir, Cumhuriyet devri!..
Evet, köke isyan devri ... Nelere isyan edilmedi ki?..
Milletin, ecdadın, dinine isyan edildi, laiklik getirildi!.. İlmine isyan edil­
di, Medreseler kapatıldı!.. irfanına -kültürüne isyan edildi, kılık kıyafet dev­
rimi yapıldı!."
Yine Mustafa Özdamar'ın " Hadim-Ol Kur'an üstaz Süleyman Hilmi Tu­
nahan" adlı kitabının 13 1. sayfasında "parasız eğitim" başlığı altında tarikat
kültürü ile yetişen insanların bu eğitimlerinin parasız olduğu gibi yine tale­
belere üste para verildiğini aktarıyordu.

32
Ergün Poyraz

"Okutacağı kitapları parasıyla alıp öğrencilere parasız dağıtan Üstad,


"Talebeden para alınmaz, talebeye para verilir" diyor. Öğrencilerine ihtiyaç­
larını kendi evinden karşılamalarını öğütlüyor."
Yine aynı yayında, tarikat eğitiminde maddi desteğin faydaları şu şekil­
de yer alıyordu:
"Eğitimden parayı kaldırması, üstelik öğrenciye para vermesi, evinin
yolunu bulabilecek aklı olanı eğitim için kabul etmesi ve bir senede İslami
ilimleri öğreteceğini söylemesi ve başarması, günümüz eğitimcileri için bir
güzel model olmuştur..."
Mustafa Özdamar'ın "Gönenli Mehmed Efendi" adlı kitabının 8 1 . sayfa­
sında "Talebelere Para" adlı başlıkta Tarikat kültürü ve eğitiminden gelen
insanların bugün iktidara gelince kıblelerinin niye para olduğunun da bir
nevi cevabı veriliyordu:
"Ben, 1 949 yılında askerliğimi yaparken bizim birader Nuruosmaniye
Kur'an Kursunda okuyordu. ilk defa ondan duydum Gönenli Hoca Efen­
di'nin insanları hayretlere gark eden gayretlerini.
işte o dar, o zor yıllarda Gönenli Hoca Efendi hem ders verir, hem de
her gün için bir lira para verirmiş talebelerine...
Sadece kendi talebelerine değil, başka kurslarda okuyan talebelere de
yaparmış aynı yardımı.
- Ya Rabbi, ne biçim okul bu ki, talebesine hem ders veriyor, kurs veri­
yor, hem de günlük nafakası için harçlık ödüyor!.. Allahu Ekber! Ne harika
bir sistem bu? Hem de o yasağın içinde...
- Evet! Hatta bizim birader, Gönenli Hoca Efendi'de değil, Hasan Ak­
kuş'da okuduğu halde, her gün üç arkadaş giderler, o parayı alırlarmış.
Gönenli Hoca Efendi eline geçen bütün imkanları eğitime ve öğretime
harcamış benzeri az bir insandı. Hatta öyle ki bir kış mevsimi nakit para im­
kanları donup durunca, önce evindeki para edebilecek eşyayı satmış... O
yetmeyince bu defa da evini satılığa çıkarmış...
Bu şekilde çalışıp çabalayan bir Hoca Efendi daha vardı o yıllarda: Fah­
reddin Kiğili Efendi! .. O mübarek de öyleydi, Allah rahmet eylesin... O da
çok talebe yetiştirdi ..."
Tarikatlar aracılığı ve para ile devşirtilen kökleri arızalı isimler ikibinli yıl­
larda en önemli mevkileri işgal ediyor, bu işgal sırasında kimi Rumların gu-

33
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ruru olur ken, kimi Ermenilerin Gülü pozisyonunu alıyor, kimi ise uncubaşı
edasıyla ülkemizi de ğirmen zannedip tüm kaynaklarını Yahudilere aktar­
mak için s akallarını buduyordu. P arayla devşirilmelerinin sonucu olacak
"Allah , din, iman" gibi kavramları bir kenara atarak kıblelerini yeşil dolarla­
ra çeviriyor, Yahudi cemaatlarından ödüller al arak, Allah'ın kullu ğundan
Yahudi'nin mü ritli ğine dönüyorlardı.
Bu muhtedilerin y ani dönmelerin çevresini Kürt Teali Cemiyeti'nin artık­
ları , torunları sarıyor hep birli kte "Hilafet O rdusunu" oluşturuyorlardı.
M asonlar, tarikatlar, din taciri partiler ; kimi s arı ğın üzerine Melon şapka
takmış, kimi melon şap kayı s arıkla kamufle etmiş, kimi gece hahamlı k ya­
parken gündüz imamlık olup nam az kıldırmış, kimi gündüz, gezici - seyyar
vaizlik yaparken gece p ap azlı k yapmış. lngiliz ve Amerikan istihbaratından
alıp d a ğıttıkları paralara kutsiyet masalları uydurup, S af insanlarımızı kan­
dırıp aldatar ak, ülkemizi sömürme k suretiyle Amerika ve İngiltere'ye peş­
keş çekmenin son versiyonl arını sergiliyorlardı.
Bunlann maskelerini biraz olsun indirmek dile ğiyle...

Ergün Poyraz, Ankara 31 Ocak 2005

34
Tarikatlar Gerçeği

İ slam dünyasında tarikatlar, 1 . haçlı seferinde bozguna uğrayan


Hıristiyanların galip gelmek için Müslümanları francala dilimleri gibi
parçalara ayırmak suretiyle zayıflatmak fikrinden doğmuştur. Bu ne­
denle tarikatlar ilk olarak 1 2. yüzyıldan sonra görülmeye başlamış­
lardır. Tarikat, Arapça'da "yol" yani gidilecek yollar anlamına gelir.
Tarikatlar yolların tek hakiminin kendileri olduğunu ilan ederek Cen­
nete sadece kendilerine tabi olanların şeyhleri önderliğinde gidebi­
leceklerini iddia etmektedirler.
ilk olarak 1 2. yüzyıldan sonra kurulmaya başlayan tarikatlar, Hı­
ristiyan papazların sinsi sinsi uyguladıkları politikalar nedeniyle sü­
reç içinde birçok alt kollara ayrılmaktan kurtulamamışlardır. Öyle ki,
saymakla bitmeyecek kadar çok tarikatlar ortaya çıkmıştır. Bilinen
1 2 ana tarikata yüzlerce kollar eklenmiş, bu tarikatların herbiri di­
ğerlerini cehennem ehli ve dinsiz olarak göstermeye kadar da git­
miştir...

Nakşibendi Tarikatı
Nakşibendi tarikatının kurucusu Behaeddin Nakşbend'dir. Tam
adı Muhammed B. Muhammed el Buharl'dir. Nakşibent, 1 2 1 8 tari­
hinde Buhara'ya 9 km. uzaklıkta Kasr-ı Hindüvan ya da Kasr-ı Ari­
fan olarak adlandırdıkları yörede dünyaya geldi.
Nakşibendi tarikatının bandrolsuz olarak el altından satılan ve
Menzil Yayınları 'nca basılan "Yüce Nakşibendi Tarikatı" adlı yayınla­
rında, şeyhin, müritlerinden daha fazla gayret göstermesinin sonu­
cunda en kısa yoldan cennet vaad edilir. Bu tarikatın inancına göre

35
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Nakşi Şıhları diğer Şıhlardan daha ehliyetli ve Allah'a daha yakındır.


Salik yani tarikat yolundaki varılacak hedefin en kestirmesini Nakşi­
bendiliğin gerçekleştireceğini iddia eder. Hazretler sanki "hızlı tren",
Allah'a da haşa sanki özel kalem müdürleriymiş havasında sadece
kendilerinin götürebileceğini iddia ediyorlardı .Tarikat yayınlarında
kendilerini şu şekilde anlatıyorlardı:
" ... ilim müşahede ve keşif sahibi kimselerin tecrübeleri ile Nak­
şibendi tarikatı bütün tarikatların en kolayıdır. ilahi ahadiyetin tecel­
lisine mazhar olabilmek için Nakşibendi tarikatı insanı en kısa yol­
dan ulaştırır.. Çünkü Nakşide müridin çalışmasından fazla mürşit
çalışır. Mürşit çok çalışır ve kalbindeki feyizleri müridin kalbine ak­
tarır.
Nakşibendi Tarikatı ehli sünnet vel cemaat itikadı üzerine bulun­
mak bidat ve uydurmalardan kaçınmaktır. Kötü ve çirkin huy ve alış­
kanlıklardan arınmak güzel ve yüce ahlak sahibi olmaktır. Bu tari­
katta cezbe hali her şeyden önce gelir. Cezbeden sonra salik per­
delerinin ardındaki gizli aleme ulaşmış demektir. Meczupluk hali iki
şekilde olur.
Birincisi: Sulukun başında gelip geçer bu Nakşibendi tarikatında
olmaktır.
ikincisi: Salik bütün makamları aştıktan sonra, zuhur eden bir
haldir ki; bu diğer tarikatlarda görünmemektedir. Bu sebeple "Nak­
şibendi tarikatı diğer tarikatların dolaşıp ulaştıkları son makamı da­
ha yolun başında iken ulaşır ve müride bunu gösterir" denilmiştir.
Nakşibendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından da­
ha selahiyetlidir. Fakat bundan Nakşibendi tarikatının evliyası diğer
tarikatların evliyasından daha faziletlidir manası anlaşılmasın. An­
latmak istediğimiz mana şudur:
Nakşibendi tarikatı diğer tarikatlardan daha kısa mesafelidir ve
daha kolaydır.
Nakşibendi tarikatının salikleri diğer tarikatların saliklerinden da­
ha faziletlidir.

36
Ergün Poyraz

Mesela; Erkek kadından yaratılış bakımından daha güçlüdür ve


üstündür dediğimiz zaman bir gerçeği ifade etmiş oluruz. Aynen bu­
nun gibi Nakşibendi tarikatının usul ve temelleri de diğer tarikatlar­
dan daha g üçlü ve üstündür.
Nakşibendi tarikatında ilk önce kalp zikri gelir. Oysa diğer tarikat­
larda kalp zikri ikinci derecede gelmektedir. Nakşibendi tarikatında
normal olarak yemek içmek uyumak, evlenmek, ve çalışmak vardır.
Açlık ve uykusuzluk derecesi diğer tarikatlara nazaran ikinci planda
gel � ektedir. Bulundukları her yerde muhabbet kalplerinin tellerini
ilahi merkeze bağlarlar. Elleri işte kalpleri ilahi tefekkürdedir. Halk
içinde kalıpları ile bulunurlar.
Kalpleri ise Hak'la beraberdir.
Kuran-ı kerimde şöyle buyurmaktadır: "(Allah'ın) öyle kulları var­
dır ki. Onları Allah'ı anlamaktan ne ticaret ne de iş alıkoyamaz." Kı­
sacası Nakşibendi tarikatı sahabilerin uyguladıkları usul ve kaideler­
dir. Sahabiler hangi yolu takip etmişlerse ne fazla ne eksik o yolu
olduğu gibi takip etmektir. Sünnete bağlı kalmak zahir ve batın işle­
rini ve durumlarını aynı ölçülerde düzeltmektedir.
Hayat işlerinden hiçbirini ihmal etmeden kalp huzuru bulmak ve
manevi alemden feyiz almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu
feyz almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu feyiz ve nurlar kar­
şısında eşittir. Kolay ve tatlıdır. H içbir derecede ve makamında zor­
luk yoktur. B u tarikatın piri ve önderi Hz. EBUBEKiR (R.A). halifele­
rin öncüsü ve ilki idi. Bu tarikat da diğer tarikatların önderi ve lideri­
dir. Nurların ve sırların kaynağıdır. Diğer tarikatlarda olduğu gibi bu
tarikatta da bazıları sünnete aykırı olarak oynama ve benzeri davra­
nışlarda bulunmaktadırlar. Bunların bu davranışları hiç şüphesiz
Nakşibendi tarikatıyla ilgisi yoktur. Bunlar cahil ve sapık kişilerin
kendi kendilerine uydurdukları safsatalardır. Özet olarak Nakşiben­
di tarikatı en g üzel en olgun, en açık, en tatlı, en kısa, en kolay var­
dırıcı ve ulaştırıcı bir tarikattır. Bir şair şöyle demektedir. "Nakşiben­
di tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak vasıflandıra­
maz."

37
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yüce Allah (c.c) onun tatlı şarabını sunsun gizli ilim hazinelerinin
kapılarını bizim için açsın.
Minhacul-Abidiyn kitabında şöyle denilmektedir. "Nakşibendi ta­
rikatı uzunluk ve kısalığı diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolla­
rın mesafelerine benzemez. Bu tarikat ruh ayağı ile yürüyen bir ta­
rikattır. Tefekkürlerine çok önem verilen ve iman lezzetlerini esas
olarak kabul eden bir tarikattır. ilahi nurlara mazhar olan bir mürit bu
tarikatta daha erken ermektedir. Kimi bir saat, kimi bir hafta, kimi bir
ay, kimi bir yıl, kimi de altmış yılda ermektedir. Bazıları da yüz yıl ağ­
layıp sızlanmaktadır. Fakat kalbinde hiçbir iz olmamıştır. Samimiyet
ve ihlas her işin başında gelmektedir"
Hadimide:
"Nakşibendi tarikatı keşif ve kerametler tarikatıdır. Resulullah
(s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Batın ilmi Yüce Allah'ın sırlarından bir sırdır. Yüce Allah bunu
sevdiği kullarının kalbine tecelli buyurur."
Hiç şüphesiz bu ilim hangi kalbe girerse orada bir aydınlık bir ge­
nişlik meydana gelir.
Tatarhaniye kitabında da şöyle denilmektedir:
"Keşif ve Kalp ilmi, öğretmek ve öğrenmek ile elde edilemez; ya­
şanarak, çalışarak elde edilir. Bu kalp ilmi değil hal ilmidir. Kuran-ı
Kerim'de yüce Allah şöyle buyurmaktadır.
"Bizim için çalışanlara , hiç şüphesiz yolumuzu gösteririz."
l mam-ı Taftazani Şarul-Makasid adlı kitabında şöyle denmekte-
dir:
"Kul bütün makamları aşıp ilahi tecellilere ulaşınca zati Ahadiye­
nin sırlarına mazhar olur. Bu dereceye erişen bir kul kendi sıfatını ve
varlığını, yüce Allah'ın varlığında unutur, kaybeder. Varlık dünyasın­
da Yüce Allah'ın varlığından başka bir şey görmez. Gördüğü d uy­
duğu ve bildiği sadece O'dur. Hadis-i Kutside: "Kul nafilelerle bana
yaklaşmaya devam eder. Takiben onun tutan eli, yürüyen ayağı ve
konuşan dili olurum" diye işaret edilen mana budur. Bu tarikat bilgi-

38
Ergün Poyraz

leri ile elde edilir, kalp ve ruhun sı rlarıyla mazhar olmak için nefsin
kötülüklerinden arınmak gerekir .
. . . Eğer sana kimin oğlusun diye sorarlarsa sen de tarikatın oğlu­
yum diye cevap ver. Eğer tarikat kimin oğlu diye sorarlarsa sende
"tarikat Muhammed Mustafa (s.a.v)'nın. Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz.
Ali (r.a)'nın oğludur." Diye cevap ver tarikata bağlanma nikah bağı
gibidir. Fatiha, üç ihlas ve salavat nikahtaki mehr yerine okunur. Te­
vekkülün sözlük anlamı ise, bedenini ibadete kalbini Allah'a bırak­
maktır. Bazıları da tevekkül, her şeyini Allah'a bırakmaktır derler.
Resu.l ullah (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Onu bağla
sonra Allah'a tevekkül et."
Nakşibendi tarikatının temel esaslarının hususiyetine gelince:
Mürit kendisine verilen emirleri zaruret olmadan bırakmamalıdır.
Dört mezhebin temel esaslarına göre amel etmesi daha uygundur.
Kötülük ve çirkinlikten arınarak güzel alışkanlıklar edinmeye çalışıl­
malıdır.
Bazı kitaplarda bu temeller uzun uzadıya açıklanmış ve sayıları­
nı bine çıkarmışlardır.

Tarikatın Mahiyeti
Tarikatın mahiyeti ; ibadete devam etmek, belli saat ve zamanlar­
da zikir yapmaktır. Tarikat, hakikat ve şeriat hükümlerine göre dav­
ranışlarda bulunmaktır. Allah'tan başka hiçbir gaye ve hedef edin­
memektir. iç ve dış dünyasını her türlü kusurlardan arındırmak ve
yüce gayeler peşinde koşmaktır. Kalbini bütün yalancı sevgilerden
temizlemek ve ilahi tecellilere ermekten engel olan her türlü bağlar­
dan kurtulmaktır. Her zaman Allah'la beraber olarak hırs, kin ve
düşmanlıklardan uzaklaşmaktır. Bunun içinde kendini ve nefsini da­
ima kontrol altında bulundurmaktır. Resulullah (s.a.v)'ın yolunda bu­
lunmak ve sünnetine dört elle sarılmaktır. Resulullah (s.a.v) bir ha­
disinde:
" Benim için bir saat vardır ki o saatte hiç melek-i mukarreb ve
nebiyyi mürsel aramıza giremez" diye buyurmuşlardır.

39
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Şahı Nakşibend
Nakşibendiler el altından dağıttıkları kitaplarının şeyhlerinin ha­
yatını anlatırken onu "Büyük Veli" olarak niteliyorlardı.
" ... Hayatı: Asıl adı Muhammed Bahauddin olan bu büyük veli da­
ha çok Şahı Nakşibend diye tanınmıştır.
Nakşibendi silsilesinin büyüklerinden Hace Muhammed Baba
Semmasi (k.s) hazretleri Şahı Nakşibendi (k.s) Hazretleri daha
doğmadan Kasr-ı Arifan köyünden geçerken bu topraklarda böyle
büyük bir zatın ortaya çıkacağını müjdelemiş ve Şahı Nakşibendi
(k.s) hazretleri dünyaya gelince onu manevi terbiyesini halifesi Sey­
yid Emir Külal (k.s) hazretlerine emanet etmiştir.
Şahı Nakşibendi hazretleri Seyyid Emir Külal hazretlerinin elin­
de yetişmesine rağmen yine bu silsilenin sadatlarından olan Abdül­
halik Gucdevani hazretlerinin ruhaniyetinden feyiz almış ve bu yüz­
den kendisine üveysi denilmiştir.
Seyyid Emir Külal hazretlerinin hizmetinde yedi yıl kalarak mürit­
lik yapan Şah-ı Nakşibendi hazretleri onun müridi olmasına rağmen
seyyid Emir Külal hazretlerinin aksine gizli zikir (zikr-i hafi) yapmak­
taydı . Seyyid Emir Külal hazretlerinin müritleri bu durumdan şika­
yetçi olmalarına rağmen Seyyid Emir Külal hazretleri onu takdir et­
miş, bu duruma müdahele etmemiştir.
Seyyid Emir Külal hazretleri vefatından önce müritlerine Şahı
Nakşibendi hazretlerine bağlanmalarını bildirmiş ve H .772 (M.
1 3 1 8) yılında vefatından sonra ise Şahı Nakşibendi tarikatının başı­
na geçmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi Şahı Nakşibendi daha çok
Abdulhalık Gucdevani hazretlerinin belirlediği esaslara bağlı kalmış
ve tarikata "rabıta" Şahı Nakşibendi tarafından canlandırılmıştır.
iki defa Haca giden Şahı Nakşibendi Herat, Merv, Nisabur gibi
yerlere uğrayarak büyük velileri ziyaret etmiş ve tarikatını yaymıştır.
Muhammed Parisa, Alaaddin Attar gibi büyük velileri ziyaret et­
miş ve tarikatını yaymıştır.
Muhammet Parisa, Alaadiin Attar gibi büyük velileri yetiştiren

40
Ergün Poyraz

Şahı Nakşibendi hazretleri Hicri 791 (M.1 389) pazartesi günü ahi­
ret hayatına göçmüştür. 73 yaşında vefat eden Şahı Nakşibendi
hazretlerinin türbesi Buhara yakınlarındadır.
Eserlerinin başlıcaları şunlardır:
Evrad-ı Bahiyye, Tuhve, Hediyetü's- salikin, Hayatname.
imamı Rabbani buyuruyor:
Yüce Allah, kıyamet gününe kadar, bizim bu halka halka yolu­
muza girecek olan kadınların, erkeklerin isimlerini bildirdi.
Bendeki bu bağlılık çocukların vasıtası ile kıyamet gününe kadar
en üstün tarikat olarak kalacak. İ mam-ı Mehdi dahi, bu üstün bağlı­
lık yolundan gelecektir.
"Allah'a giden yol yaratıklarının nefesleri sayısıncadır" müjdesi
buna işarettir. Eğer zakir hiçbir an mevlayı düşünmekten geri dur­
mazsa, kendine uyku bastırdığı anda bile Hakkı zikretmekten ayrıl­
mazsa, onun uykusu da gündüzde olduğu gibi hep huzurda olur.
Fakru fena devletini çok tez bulur. Zira bu zat isminin hususiyetleri
ve tesirleri pek çoktur, bundaki tesirler sıfatların isimleriyle meşgul
bulunmakta yoktur. Bu isme devam eden ; yani "Allal:ı, Allah , Allah"
deyip giden zakir, huzur dolu olarak Ondan güç kazanır, bu alemde
de ruhlar aleminde de tasarruf sahibi olur ve her muradını alır. . .
"

Tarikat topluca yaptıkları zikri "Hatme-i Hacegan" olarak isimlen­


diriyor. Hatme-i Hacegan'ın çok önemli bir özelliğinin bu zikir halka­
sına yabancı , yani bu tarikata mensup olmayanların alınmaması ol­
duğunu vurguluyordu. Hatmenin yapılışına dikkat edilecek olursa
neredeyse bütün günü alan başka işlere zaman ayrılmasına imkan
vermeyen bir ibadet olduğu görülür, bu durum yine kendi yayınların­
da şöyle anlatılıyordu:
"Hatme-i Hacegan yani hatme yapılan bir zikrin sevabının Pey­
gamber efendimizin, ulu ashabının ve bu tarikatın sadatlarının,
müntesiplerinin ruhlarına hediye edildiği zikir meclisidir. İ kindi ve
yatsı namazından sonra yapılır.
Hatme, zikir meclisinde bulunanların içerisinde "inşirah" (Elem

41
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Neşrahleke) suresini bilenlerin sayısına göre büyük hatme ve küçük


hatme olmak üzere ikiye ayrılır.
Zikir meclisinde bulunanlar içerisinde " i nşirah" suresini bilenlerin
sayısı imam hariç olmak üzere 1 O kişinin altında ise o cemaat kü­
çük hatme yapar. 1 O kişinin üzerinde ise büyük hatme yapar.
Yukarıda belirttiğimiz gibi hatme meclisine yabancılar alınmazlar.
Zikir faslı bitip hatme duası denilen dua kısmı başladığı andan itiba­
ren gözler kapatılır, kesinlikle bitene kadar açılmaz.

Küçük Hatmenin Yapılışı


Küçük hatme, hatme başlamadan evvel 1 00 adet sayı taşı ce­
maate eşit olarak dağıtılır. Yine hatme başlamadan evvel kimin kaç
Fatiha okuyacağı belirtilir. İ mamın estağfiru llah demesiyle gözler
kapatılır ve 25 estağfirullah çekilir. Hatmeyi idare eden kimsenin
manen sadatı kiram olduğu düşünülür ve biraz istimdat rabıtası ya­
pılır.
Daha sonra imam "Fatiha-i Şerife" komutunu verir. Birinci fati­
ha'da kim kaç fatiha okuyacaksa onlar o kadar fatiha okurlar. Birin­
ci fatihada 7 adet fatiha okunur. Bu fatihaların okunuş sırası imam
dahil sağ taraftan 7 kişidir. Fatihalardan sonra imam salavat-ı şeri­
fe der, herkes elindeki taş adedince salavat (Allahümme salli ala
Seyyidina Muhammedin ve ala ali Seyyidina Muhammed) okur. 1 00
tane salavat okunmuş olur. Sonra imam "Ya Baki Entel Baki" der,
yine herkes elindeki taş adedince "Ya Baki Entel Baki" der. i mam bu
komutu beş defa tekrar eder. Her tekrar edişinde cemaat "Ya Baki
Entel Baki" der. Böylece 500 defa "Ya Baki Entel Baki" demiş olur.
Sonra imam "Fatiha'-i şerife" komutunu verir. Bu sefer imamın
solundaki 7 kişi birer fatiha okur. Bundan sonra imam salavat-ı şe­
rife der. Herkes elindeki taş adedince salavat okur, böylece 1 00 sa­
lavat daha getirilmiş olur.
Küçük hatmede 1 4 fatiha, 200 salavat, 500 defa da "Ya Baki En­
tel Baki" zikirleri yapılmış olur.

42
Ergün Poyraz

Bundan sonra imam elindeki taşları kutuya koyar ve kutuyu sa­


ğındaki kişinin önüne sürer, o da kutuya taşları koyar, böylece kutu
herkesin önüne giderek taşlar toplanır.
Bu esnada imam hatme duası adı verilen duayı okur. Bu dua
içersinde Hz. Peygamber'ın ismi geçtiği zaman "(sallahu aleyhi ve
sellem)" sahabelerin ismi geçtiği zaman "radyallahu anhüm," sadat­
ların ismi toplu olarak geçtiği zaman kaddesallahu taala esrarehüm
ecmain," tek tek geçtiği zaman ise "kaddesallahu sırehul aliyye ve­
ya kuddise sırehu" denilir.
Hatme duası okunurken ismi geçen zat-ı kiramların manen hat­
mede hazır oldukları ve manevi hediyeler getirdikleri , bu hediyeleri
hatmeyi idare eden sadat-ı kirama verdikleri sadat-ı kiramın ise bu
hediyeleri taleplerine göre sofılere dağıttığı düşünülür. Bu esnada
sofilerin gaflet içerisinde olmayıp, manevi hastalıklarına göre ilaçla­
rı mürşidinden talep etmeleri gerekir. Bu ilaçlar, sıkıntı ve belalara
sabır, muhabetullah, tevazu v.s dir.
Hatme duasının okunması bittikten sonra imam, hatme ikindiden
sonra yapılmışsa Nebe suresi (Amme) yatsıdan sonra yapılmışsa
Mülk suresini (Tebareke) okur. Bu sureleri bilmiyorsa inşirah sure­
sini veya bildiği bir sureyi okur. Ondan sonra imam "Estağfirullah"
der.
Hatme meclisindekiler de 25 Estağfırullah çekip bir müddet rabı­
ta yaptıktan sonra gözlerini açarlar. Estağfirullah çekilirken gaflet
içinde hatme yaptığını düşünerek istiğfar edilir.
Tarikatın büyükleri küçük hatmede 1 33 Kuran hatim sevabının
olduğunu söylediler.

Büyük Hatmenin Yapılışı


Hatme cemaatinde bulunanlar içersinde "inşirah" suresini bilen­
lerin sayısı 1 O kişinin üzerindeyse büyük hatme yapılır. Büyük hat­
mede bir de imama yardımcılık görevi yapan görevli vardır.
Büyük hatmede 1 00 küçük 1 O büyük işaret taşı kullanılır. imamın

43
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yardımcısı hatme başlamadan önce 21 tane küçük taşı ayırıp ima­


ma verir. İ mam Estağfırullah dediği zaman cemaat gözlerini kapatır
ve 25 tane Estağfirullah çeker. Elemneşrahleke bilenler sağ ellerini
açıp beklerler imam yardımcısı biraz rabıta yaptıktan sonra, gözleri­
ni açar. 79 tane kalan küçük işaret taşını imamın sağından itibaren
elemneşrahleke bilenlere dağıtır. Sonra imamın önündeki 1 0 büyük
taştan 6 tanesini alır ve imamın sağındaki 6 kişiye verir, dönerken
de toplar, imam "Fatiha-i Şerife" deyince bu altı kişi ve imam birer
fatiha okur sonra imam salavat-ı şerife deyince elinde taş bulunan­
lar ve imam taş adedince salavat getirirler. 1 00 adet salavat okunur.
Sonra imam "Elemneşrahlekei şerife" deyince imam hariç elinde
taş bulunan kişiler 79 adet "Elemneşrahleke" okurlar. Bu arada
"Elemneşrahleke" suresini bilmeyenler ellerini açarlar. i mam elinde­
ki taşların bir kısmını, yardımcısına verir. Yardımcıda aldığı bu taşla­
rı imamın solundan itibaren öncelikle Elemneşrahleke bilmeyenlere
olmak üzere dağıtır. Sonra imam " İ hlas, şerife" der. Elinde taş bulu­
nan kişiler taş adedince ihlas (kulhuvallahu ehad) suresini okur.
i mam bu komutu 1 0 defa tekrar eder. Böylece 1 000 (bin) adet ihlas
suresi okunmuş olur.
Sonra imam, yardımcıya 7 büyük taşı verir. Yardımcı da bu taş­
ları imamın solundaki 7 kişiye verir, dönerken de toplar. imam fati­
ha-ı şerife deyince bu 7 kişi birer fatiha okur. Sonra imam, salavat­
ı şerife der, elinde taş bulunanlar taş adedince salavat okurlar.
Sonra imam elindeki taşları yardımcısına verir. Yardımcı imamın
sağından itibaren herkesin elindeki taşları toplar. Kutuyu imamın
önüne koyup yerine oturur. i mam da bu arada hatme duasını oku­
maya başlar. Hatme duası ve sonrasında okunan sure kısmı küçük
hatme ile aynıdır. İ mamın "Estağfirullah demesiyle hatme sona
erer.
Büyükler büyük hatmeden 333 Kuran hatim sevabı alındığını
söylediler. Buna delil olarak da Hz. Peygamber'in ihlas bir Kuran
hatmidir mealindeki hadisi şerifini örnek verdiler. . . "

44
Ergün Poyraz

Nakşibendiler'de Kılık Kıyafet


Nakşibendi tarikatında erkekler, takım elbise giydiklerinde siyah
rengi tercih ediyor. Fes takıp etrafına sarık sararlar ve sarığın uç kıs­
mını arkaya doğru bir iki karış uzatırlar. Ayakkabı yerine lastiğin içi­
ne mest giyip bellerine sarı kuşak bağlarlar. Taşlı gümüş yüzük ve
99'1uk tesbih Üzerlerinde mutlaka olur. Kadınlar ise türban taktıkları
gibi çarşaf da giyerler. Eşleri hariç kimseyle konuşmazlar.

Sank, Şalvar Uzun Sakal


Nakşi gruplardan İ skenderpaşa cemaatinin erkekleri beyaz fes
ve yeşil sarık takıyor. Uzun sakal, mest ve şalvar tercih ediyorlar.
Kadınlar ise tülbent ve başörtüsü takıyor. Menzil Dergahı müridi er­
kekler ise hakim yaka gömlek ve bol pantolon giyer. Yaşlı kadınlar
çarşaf, genç kızlar ise beyaz tesettür ve türbanı tercih ediyor. lsma­
ilağa cemaati erkekleri ise yeşil veya beyaz cüppe, siyah şalvar gi­
yerken, kadınlar siyah çarşaf giyer.

lngiliz Siyaseti
Bu ibadet olarak gösterilen merasimlerin hergün tekrarlandığı ve
yapılmasının mecburi olduğu düşünülünce İ ngilizlerin tarikatların
kurulup yayılmasında büyük rol oynamalarının anlamı bir kere daha
ortaya çıkar. insanlarımız bu zikir ve benzeri serenomilerle oyalan­
maktan ne ilme ne fenne ne de sanata vakit ayıramamışlar sürekli
olarak bu tarikat yuvalarında kafa sallamakla ömürlerini geçirmişler­
di. Tarikatlarda zikir ve benzeri davranışların yanında rabıta yani
Şeyhle bütünleşme merasimleri vardı ki tam evlere şenlik. Yine
noktası virgülüne dokunmadan nakşilerin kitabından izleyelim:
" . . . Rabıta
Gizli zikirden sonra , Nakşıbendiye halidiye Tarikat-ı Aliyye'nin
ikinci sırada esas olan bir işi de şudur. Rabıta; Aşağıda onu anlata­
cagız.
Rabıtanın anlamı şudur:

45
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bir müridin gördüğü kamil şeyhinin suretini zihnine hazır etme­


si . . .
Bunun sebebi de, o m üridin tam olarak fenaya ve bekaya ulaş­
ması içindir. Oralara ulaşmak için şeyhinin ruhaniyetinden nurların­
dan yardım isteyecektir.
ilahi cezbenin elde edilmesi, hak yolcusu salikin kemal mertebe­
lerine ulaşması için; rabıtanın tesiri , zikirden daha fazladır.
Bu işin aslına şer'an bir delil olarak bize; alimlerin velisi, velilerin
alimi Mevlana Halid efendimizin özel bir risalede rabıtayı yazıp ls­
tanbul'a Dar'ül-Hilafet-i Aliyye'ye göndermesi yeter. Bir başlıktan
sonra, onda şöyle yazdı :
Bize ulaşan haberlere göre; Yüce Hakk'ın sırlardan gafil gezen
bazıları , rabıtayı tarikatta bid'at sayıyorlar, yine onlar sanıyorlar ki:
böyle bir şeyin aslı hakikati yoktur.
Durum, hiçte onların sandıkları saydıkları gibi değildir. Nakşıben­
diye-i Aliyye tarikatımızda asıl olan işlerde onun büyük bir aslı var­
dır. Hatta o en büyük vusul sebeplerinden biridir. Tam manası ile,
Kitab-ı Aziz'e (Kuran'a), sünneti Resul'e tutunduktan sonra rabıta
gelir.
Büyüklerimizden bazıları, sülukü , Hak yoluna girmeyi, rabıtadan
ibaret saymıştır. Onlar arasında rabıtadan başka emirler veren dahi
vardır. Hem de onun, fenafillah makamının öncüsüdür.
Büyüklerimizden bazıları da Kuran'da 9. sırayı alan Tevbe sure­
sinin 1 1 9. Ayeti ile gelen emri, rabıtaya işaret saymışlardır:
"Ey iman edenler, Allah'tan çekinin; özü sözü doğru kimselerle
olun."
Büyük efendilerden:
Hace Ahrar.
Namı ile meşhur olan Şeyh Ubedullah Ahrar özetle demiştir ki:
"Özü sözü doğrularla olmak . . ."

işi, hem surette , hem de manada olanlarla olmaktır.

46
Ergün Poyraz

Daha sonra;
"Olun . . .
"

Emrindeki oluşu da şöyle tefsir etti:


Bu rabıtadır.
Bu türlü tefsir ise, bilenlere gizli bir şey değildir.
Reşahat'ta dahi, bu rabıta işi ayrıntıları ile yazılmıştır.
Herhalde onlar, rabıtanın manasını ıstılah olarak hiç düşünme­
mişlerdir; eğer düşünselerdi rabıtayı inkar yoluna kesinlikle sap­
mazıardı. Zira rabıta, tarikatta şu derneğe gelir:
Müridin, fenafillah makamına ulaşan şeyhinin ruhaniyetinden
yardım istemesidir.
Müridin şeyhinin suretine rabıta edip onun gibi olmaya çalışma­
sı; huzurunda nasıl feyz alıyorsa . . . huzurunda olmadığı zaman dahi
aynı şekilde feyz alması içindir. Onun rabıta yolu ile şeyhinin sure­
tine girmesi de kendisi için huzuru ve nuru tamamlar, bu rabıta se­
bebi ile de d üzeni bozuk işlerden ayrılır; kötü işlerden çıkar.
Rabıta işi, öyle bir şeydir ki: Onu ancak alnında, yüce Allah'ın
hüsran yazdığı kimseler inkar edebilirler. Böyle bir hale girmekten,
manadan yana yoksun kalmaktan Allah'a sığınırız.
Eğer rabıtayı inkar eden kimse, evliyaya inanan kimselerden ise
onları dinlemelidir. Zira onlar açıkça rabıtanın faydalarını saymışlar­
dır; büyük faydalarını da anlatmışlardır. Hatta rabıtanın faydası üze­
rine görüş birliği etmişlerdir. Bu durum onların güzel sözlerini ince­
leyenlere gizli değildir; onların huzur dolu nefeslerini koklayanlar bu
güzel kokuyu alırlar.
Eğer rabıtayı inkar eden kimse, onlara inanmıyorsa, mutlaka şe­
riat imamlarına inanmamaktadır. Dört mezhep imamlarından her bi­
ri , rabıta işine açık açık işaret etmişlerdir. Onların görüşlerinin geç­
tiği yerleri kaynak göstererek işaret edeceğim, kalbinde hastalığı ol­
mayanlar oraya başvursunlar.
Sırf nefis atına binip gitmekle evliya inkar edilemez; nefsani bir
gaye ile de onları inkar etmek mümkün değildir. . . . "

47
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Müridin, Şeyhin Huzurunda Riayet Etmesi Gereken Edepler


"Müridin Şeyhin Huzurunda Riayet Etmesi Gereken Edepler"
başlığı altında müridin yani tarikata girenin tarikat Şıhına adeta kö­
le olmasının kuralları yine tarikat yayınlarında aşağıdaki şekilde yer
alıyordu:
" . . . 1 , İ stek ve maksatlarının ancak mürşidin tavassutu ile olacağı­
na inanmalıdır. Eğer muhabbeti başka bir şeyhe dönerse
m ürşidinin tasarrufundan mahrum kalır (feyz) alamaz.
2. Mürşidin tasarrufatını elde etmek için teslim olunmalıdır. Ayrı­
ca edepli olmalı ve her hususta mürşidine hizmet etmelidir.
Çünkü muhabbetin usulü de bu yoldan bilinir.
3. Bütün işlerde mürşidin isteğini feda etmelidir.
4. Mürşidin sevdiği işlerden kaçınmamalıdır. Mürşidin iyi ahlak
ve kemalatına hürmetten böyle hareket etmek gerekir.
5. Mürid müşahede ettiği her türlü makam ve keşfe kendi ken­
dine hüküm vermeyip itimat etmemelidir.
6. Halini mürşide arz ettikten sonra talepsiz olarak verilecek ce­
vabı beklemelidir. Bir kimse mürşidine bir şey sorduğu zaman
m ürid cevap vermeye kalkmamalıdır.
7. Mürşidin meclisinde yüksek sesle konuşmamalı. Böyle ko­
nuşmak edep dışıdır. Şöyle nakil olunur. Bir gün i mamı Züfer
abdest alıyordu. İ mamı Azam Ebu Hanife onun yanına uğra­
dı. Talebesi olan imamı Züfer ona kıyam etmedi ve hürmette
zaif kaldı. Eğer böyle olmasa idi İ mamı Züfer ilmen imamı
Azamın en büyük talebesi olurdu.
8. Kalbinde mürşidinin hallerine bir itirazda bulunmamalı ve su­
izanna düşmemelidir. Mürşidin söz ve hallerinden anlamadı­
ğı durumları hayra yorup teslim olmalı . Musa Hızır'ın kıssası­
nı hatırlamalıdır. Çünkü itiraz etmek çok çirkindir. Bundan do­
ğacak perde için ilaç yoktur. Bu müridin feyiz yollarını kapatır.
9. Hayır ve şer gibi bütün hadiseleri mürşidine arz etmelidir. Ta
ki mürşidi tedavi etsin çünkü o tabip gibidir. Mürşid müridin

48
Ergün Poyraz

haline agah olduğu vakit onun ıslahına ve hastalığına tedavi­


sine yönelir.
Bu sebepten benim halim mürşidime malum diye hallerini bil­
dirmemek doğru değildir. Çünkü bazı kere mürşid keşiflerin­
de hata edebilir. Zira evliyanın keşfinde hata yapması ulema­
nın içtihatta hata yapması gibidir. içtihatta hata yapan dahi
sevap kazanır.
Zahiri şeriata uymadıkça bu keşiflerde amel yapılmaz ta ki
sahih dahi olsalar. Bunlar üzeri.
1 O. Talibe de sadakat, sıddık, nimet ve meşakkati bozulmamalı­
dır. Maneviyatı bozan şeyleri dedikoduları ümitsizlik verme­
meli. Allah'tan murat ettiği feyzin elde edilmesini ancak mür­
şidin (aracılığı) olabileceğini itikat ederek mürşide olan mu­
habbeti ve bağlılığı nefsinden , malından, evladından ziyade
olmalıdır.
11. Mürşidin adet fiillerinin hepsini taklit etmeye veya yapmaya
kalkışmamalıdır. Çünkü mürşidi makam ve hal icabı bazı
amellerde bulunur ki mürşidin bu ameli mürid için uygun ol­
mayabilir.
1 2. Mürşidin emrettiği şeyleri yorumsuz ve geciktirme en yerine
getirilmelidir. Aksi hareket feyzin kesilmesine en büyük et­
kendir.
1 3. Zikir, teveccüh ve murakabeden mürşidin telkin ettiği şeylere
amel etmelidir. Mürşidin telkin ettiği virdlere bağlı bulunmak
gerekir.
1 4. Mürşidi ile beraber olduğu zaman itidalı elden bırakmamalı, fi­
ilde sözde, sualde ve cevapta ileri gitmemelidir. Çünkü böyle
şeyler şeyhin büyüklüğünü müridin kalbinden giderir.
1 5. Kelam vakitlerini bilmeli , mürşidinden gelecek cevaba tama­
men yönelerek dinleyici olduğu halde derecesi ve halid mik­
tarınca lüzumundan ziyade olmaksızın edep ve müşaherette
riayetle söz etmelidir.
1 6. Mürşidinin esrarını gizlemelidir.

49
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

1 7. Cenabı Hakkın mürşid vasıtasıyla hediye ettiği kerametler,


keşifler, haller ve hatıraları mürşitten gizlenmemelidir.
1 8. Ehli olmayan insanların yanında mürşidinden sohbet naklet­
memelidir. Onların akılları ve fehimleri (anlayışları) derecesin­
de nakil etmek mümkün olabilir.
1 9. Mürşide bağlanmak hasıl olduğu zaman "Allah'u Teala'nın
marifetlerini talep etmek için size geldim" demelidir. Mürşidin
kabulünden sonra bir şey istemeyip meyil ve rağbet mürşidi­
ne hizmet eder. Ta ki, mürid için mürşid yanında kabul tam
hasıl olsun. Eğer mürşidi bir şey telkin ederse velev ki bildiği
daha olsa hatırına bir şey getirmeksizin o şey ile iştigal etme­
lidir.
20. Başkasının selamını mürşidine tebliğ etme vazifesini üzerine
almamalıdır.
21 . Mürşidi ile karşılaşınca gözünü başka şeylerden çevirerek
tam manasıyla teveccüh etmelidir.
22. Mürşidinin gözü önünde abdest bozmamak, tükürmemek,
sümkürmemek, huzurunda nafile namazı kılmamak gerekir.
(ancak beraber kılabilir)
23. Mürşidin emrettiği vazifeleri ihmal etmeden yapmalı, sükun
ve istirahat etmeksizin derhal yerine getirmeye gayret etme­
lidir. . .
"

Türk Siyasi Yapılanmasının Göbeğinde Yer Alan Tarikat


MSP'nin katıldığı Milliyetçi Cephe kabinelerinde Nakşibendi kö­
kenden gelen Necmettin Erbakan'a rağmen istediği oranda etkili
olamayan Nakşibendi Tarikatı 12 Eylül'ün ardından kurulan Özal
hükümetleri döneminde iktidarını adeta perçinliyordu. Nakşibendi
kökenli Turgut Özal'ın dönemi ve ardından gelişen süreç bu tarikat
için dikensiz gül bahçesi oluyordu. Birbiri ardına kurulan şirketler,
vakıflar, dernekler, çıkarılan yayınlar sonucunda Tarikat, tüm Türki­
ye'de kök salıyor, dal - budak geliştiriyordu.

50
Ergün Poyraz

Genelkurmay Kayıtlannda Nakşibendilik


24 MAYIS 2002 tarihinde "Genelkurmay İ stihbarat Başkanlığı",
" İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" başlığı altında irticai un­
surların, Mayıs 2001 tarihinden Mayıs 2002 tarihine kadar olan dö­
nemdeki faaliyetlerini de kapsayacak şekilde " İ rticai Örgütlerin Teh­
dit Değerlendirmesi" adıyla kapsamlı bir doküman hazırlıyor bu ha­
zırladığı belge ve bilgileri tüm birimlerine gönderiyordu. Bu dokü­
manda "Nakşibendilik" şu şekilde yer alıyordu:

" ... Nakşibendi Tarikatı


1. Genel:
a. Tarihi Gelişimi:
Esasları , Hicri 7 1 8 ( 1 2 1 8) yılı nda Buhara'da doğan ve Türk so­
yundan olan Muhammed Bahaüddin Nakşibend tarafından konul­
muş, lslam ülkelerinde ve özellikle yurdumuzda yaygın olan bir ta­
rikattır. Nakşibendi tarikatını kuran Muhammed Bahaüddin Nakşi­
bend, Hacegan Tarikatı şeyhlerinden Muhammed Baba SEMMASI
tarafından yetiştirilmiştir. Söz konusu tarikat, Osmanlı lmparatorlu­
ğu'nun da resmi tarikatı olmuştur.
Nakşibendi tarikatı , Bahaeddin Nakşibend'in halifelerinden Ala­
attin ATTAR, Zahid BEDAHŞI ve Muhammed PARSA tarafından
çok geniş bir bölgeye yayılmış ve bilhassa Yesevi tarikatının bulun­
duğu bölgelerde geniş taraftar kazanmıştır. İ mam Rabbani zama­
nında iyice kuvvetlenen tarikat, bundan sonra i mam Rabbani'nin
oğulları vasıtasıyla hem nakli, hem tasavvufi ve hem de pozitif ilim­
lerin öğretildiği bir medrese (okul) ve halka açık bir müessese hali­
ne gelmiştir.
Tarikatın lstanbul'a ilk gelişi, Fatih Sultan Mehmet zamanında
Molla ilahi vasıtasıyla olmuştur. Ancak bununla birlikte tarikatın Os­
manlılar'da genişlemesi 1 8 nci asırda gerçekleşmiştir. Bu dönemde
Mevlana Ziyaeddin BAGDADI ile genişleyen tarikatın , aynı zaman-

51
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

da Osmanlı Padişahlarından da büyük himaye ve itibar gördüğü bi­


linmektedir.
Sünniliğin ön planda tutulduğu , zikir ve adabında sükunetin ha­
kim olduğu bu tarikat, Türk kültürüne, halk eğitimine ve Anadolu bir­
liğine büyük katkılar sağlamış bir tarikat olarak kabul edilmektedir.
Nakşibendi Tarikatı tarihi, gelişimi içerisinde çeşitli kollara ayrıl­
mıştır. Değişik dönemlerde tarikat silsilesi içerisindeki bazı zatların
isimlerine izafeten farklı şekillerde isimlendirilmiş ancak, Bahaeddin
Nakşibend'ten sonra genel olarak "Nakşibendilik" adıyla anılmıştır.
Tarikatın gelişimi:
. .

( 1 ) Hz. Ebu Bekir'den Ebu Yezit BISTAMl'ye kadar "Sıddıkiye",


(2) B İ STAM İ ' den Abdülhalik GÜCDÜVAN İ 'ye kadar "Tayfuriye",
(3) A.GÜCDÜVAN İ 'den Muhammed Bahaeddin Nakşibend'e
kadar "Haceganiyye",
(4) Bahaeddin Nakşibend'den Ubeydullah AHRAR'a kadar
"Nakşibendiyye",
(5) Ubeydullah AHRAR'dan imam Rabbani'ye kadar "Nakşi­
bendiyye-i Ahrariyye",
(6) imam Rabbani'den Şemseddin MAZHAR'a kadar "Nakşi­
bendiyye-i Müceddidiyye (Rabbaniyye)",
(7) Şemseddin MAZHAR'dan , Mevlana Halid'e kadar "Nakşi­
bendiyye-i Mazhariyye",
Mevlana Halid'den sonra da "Nakşibendiyye-i Halidiyye" olarak
anılmıştır.
b. Amacı:
Devletin sosyal, siyasi, ekonomik ve hukuki temel nizamlarını di­
ni esas ve inançlara göre düzenlemektir.
c. Stratejisi:
İslami esaslara dayalı devlet düzeninin ihyası yönünde, doğal ta­
ban olarak nitelenen sünni toplumun desteğini almak suretiyle par-

52
Ergün Poyraz

lamenter sistem içerisinde nihai amaca ulaşma yönünde bir strate­


ji benimsemişlerdir.
2. Teşkilatı:
a. Günümüzde Faaliyet Gösteren Önemli Nakşibendi Gruplan
taraftar kitleleri dikkate alınarak:
( 1 ) l skender Paşa (Esad COŞAN) Cemaati,
(2) Erenköy Cemaati (Musa TOPBAŞ (Sami RAMAZANOGLU)
grubu),
(3) İ smailağa Cemaati ,
(4) Adıyaman (Reşit EROL) Menzil Grubu şeklinde tasnif edil-
mektedir.
b. Yurt içi Ve Yurt Dışı Faaliyetleri:
(1 ) lskender Paşa Cemaati:
Ünlü Nakşibendi Şeyhi Ahmed Ziyaüddin GÜMÜŞHAN EVl'nin
1 850'1i yıllarda kurmuş olduğu Gümüşhanevi Dergahı içerisinde ye­
tişen ve Nakşibendi Tarikatı'nın önde gelen isimlerinden biri olarak
bilinen Mehmet Zahit KOTKU'nun . kurucu . ve ilk şeyhliğini yaptığı
gruptur. 1 958 yılından itibaren lstanbul lskender Paşa Camii'nde
imamlık yapan KOTKU'nun 1 980 yılında ölmesi üzerine, tarikat li­
derliğini damadı Prof. Esad COŞAN üstlenmiştir. (Prof. Esad CO­
ŞAN , 03 Şubat 200 1 tarihinde Avustralya'da bir trafik kazasında öl­
müş ve yerine oğlu Nurettin COŞAN cemaat lideri olmuştur)
Mehmet Zahit KOTKU , faaliyetlerin kanunlar çerçevesinde sür­
dürülmesine azami hassasiyet göstermiş ve bunun neticesi olarak
da herhangi bir adli soruşturmaya maruz kalmamıştır.
KOTKU döneminde basın yayın alanında herhangi bir faaliyeti gö­
rülmeyen grubun , Prof. Esat COŞAN'ın başa geçmesiyle birlikte bu
alanda önemli'atılımlar yaptığı görülmüştür. Bu meyanda çıkartmış ol­
duğu mecmua ve dergilerin, açmış olduğu radyo istasyonlarının yanı
sıra TV. kanalı kurma çalışmalarını da hızlandırdığı gözlenmektedir.
Prof. Dr. M .Esad COŞAN'ın vefatından sonra cemaatin yönetici­
liğine getirilen oğlu Nureddin COŞAN'ın ise dini konulardaki yeter-

53
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

sizliği, uzun yıllar yurt dışında yaşaması, giyim ve yaşam tarzı gibi
hususlar nedeniyle, cemaat içerisinde eleştirilere maruz kaldığı ve
adı geçenin yöneticiliğinin, bir kısım cemaat mensubunca uygun
görülmediği öğrenilmiştir.
Bu bağlamda Nureddin Coşan'ı tasvip etmeyen cemaat men­
suplarının bir kısmının, Adıyaman Menzil grubuna bağlanmaya baş­
ladıkları yönünde bilgiler mevcuttur.

Sağ Duyu Partisi


Burada rapora biraz ara vererek Nurettin Coşan'ın şirketlerine
ve siyasi yapılanmasına bakalım. Nurettin Coşan tarikata yakın
isimlerle 29 ağustos 2002 tarihinde Sağduyu adlı bir siyasi parti ku­
ruyordu. Partinin ilkelerinin bazıları şu şekildeydi:
"Anayasamızda yer alan temel hak ve özgürlükler, çağdaş kriter­
lerin gereği olarak geliştirilecek ve tam bir eşitlik ilkesi içinde tüm
vatandaşlarımıza uygulanacaktır.
Cumhuriyetimizin temel nitelikleri ve yapısı korunacaktır. Bir ta­
kım yargılamaların internet ortamından yapılması sağlanacak ve bu
surette çok büyük bir tasarruf imkanı yaratılacaktır. . .
Demokratik hayatın bütün gereklerinin çağdaş bir Türkiye' de ya­
şanır hale gelmesi en büyük amacımızdır. . .
Enflasyonu ve faiz oranları düşük, parası değerli bir ekonomi, te­
mel amaçlarımızdandır denilen parti programında; hiçbir anlamı ve
yararı olmayan üniversiteye giriş sınavı kaldırılacaktır" deniyordu
Parti programında şifreli maddelerde vardı. Örneğin; "Kültürel
yozlaşma, müstehcenlik ve şiddet unsurlarının ön plana çıkarılma­
sı, kitabın hayatımızdan hergün biraz daha uzaklaştırılması, partimi­
zin öncelikle mücadele edeceği konular olacaktır. . ."

Parti programına sinema sanatı şu şekilde giriyordu:


"Sanatın, halkı aydınlatan ve bilinçlendiren bütün kollarına des­
tek verilecek, Türkiye'deki sinema sanatının, ABD'deki Hollywood
standartlarına kavuşması için gerekli alt yapının kurulması için des­
tek verilecektir. . .
"

54
Ergün Poyraz

Parti programında HIV virüsü de düşünülmüş, "HIV Virüsü dün­


yanın ortak sorunudur. Ülkemiz insanlarının etkilenmesini en aza in­
dirgemek için her türlü önlem alınacaktır" deniyordu.
öğretimin özel ve vakıf üniversitelerine devredileceği belirtiliyor,
sağlık hizmetlerinin özelleştirileceği vurgulanıyordu .30 Eylül 2002
tarihinde partinin Genel Başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Yücel Ağar­
gün, Genel Sekreterliği'ni ismet Yılmaz alırken , Merkez Yürütme
Kurulu Üyeliklerine şu isimler getiriliyordu:
Prof. Dr. Mehmet Yücel Ağargün, İ smet Yılmaz, Bahri Teker,
Muzbah Gürsel Yavuz, Muharrem Nureddin Coşan . . .
Nakşibendi tarikatının şimdiki lideri Muharrem Nureddin Co­
şan'ın dedesi bugünkü AKP hükümeti de Başbakan Erdoğan , Mali­
ye Bakanı U nakıtan ve birçok bakan ve milletvekilinin Şıhı Mehmed
Zahid Kotku , Nakşibendilerin Yayınevi olan Seha Neşriyat'tan çıkan
"Cihad" adlı kitabında şunları emirler yağdırıyordu:
"Kılıçlar cennetin anahtarı olup, cennet de kılıçların gölgesinde­
dir." Bu sözler Kotku'nun kitabının 30. Sayfasında yer alırken ,
34. Sayfa'da;" Aman kardeşim hemen okuyup maaş alıp masa
başlarında oturmaya heves etme." öğüdü veriliyordu.
Sayfa 96'ya geldiğimizde; "Şeriatın bulunmadığı yerde tarikatın
olmasına imkan yoktur. Eğer o şeyhler, dervişler, göklerde uçsalar
bile sinek kadar kıymeti yoktur. .. " denilerek nihai hedef gösteriliyor­
du.
"Gençlerin Cihada Göre Yetiştirilmesi" başlığı altında "Cihad"
kavramı açıklanıyor, kendileri için ne kadar önemli olduğu vurgula­
nıyordu:
"Müslümanlığın bekası ancak Cihad iledir, onun i çin her Müslü­
man'ın daha çocukluğundan itibaren atıcılık öğrenmesi sünnettir.
Düşman karşısından kaçmak iman zafiyetinin alametidir. Ölüm bir
keredir, ecel gelmedikçe ölüm olmaz. Halid bin Velid birçok muha­
rebelere girdiği halde, nihayet yatağında öldüğüne çok esef etmek­
te olduğunu mü'şir kitabesi humus büyük camiindeki dikili ve çok

55
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

uzun bir sütun üzerinde yazılıdır. Harpten kaçmak bir korkaklık ala­
metidir ve dünyaya haris olduğunu ispat eder. Allah'a iman eden bi­
lir ki, Allah'ın takdiri bozulmaz."
1 26. sayfada Cihada gidemeyenlerin gideceklere destek olması
emrediliyordu:
"Sen kendin gidemezsen hiç olmazsa gazaya gideceklere yar­
dım et. Onları günün silahları ile destekle . Geride bıraktığı aile efra­
dını gözet. Bunları yapmadığın takdirde gelecek belalara el ayak
olursun . Gazaya gitmeyenler, gidenlere de yardım elini uzatmayan­
lar, acaba yarının görünmeyen tehlikesini görmezler mi? Yoksa gör­
mezden mi gelirler? Her nasıl da olsalar bu gibiler hem kendileri için
zararlı yoldadır; hem de mensup oldukları lslam camiasının çökme­
sine ve düşmanların elinde oyuncak olmasına sebep olacakların­
dan, mes'uliyetlerinin ne kadar büyük olduğunu idrak etmelerinin ve
ona göre çalışmalarının gerekli olduğunu hatırlatmak isterim."
Sayfa 1 34'ü okurken yine hilafet özlemlerinin canlandığını görü­
yorduk:
"Bu hilafet lslam ulemasının hakkı iken ipin ucunu kaçırmışlar ve
idareleri güçlü kuvvetlilerin ellerine bırakmışlar. Onlar da bizim eli­
mizden bütün hürriyetimizi almış, mektep medrese ve tekkeler ka­
patılmış ve birçok ulema-i kiram, Şeyhülislam Sabri Efendi, Zahid
Kevseri ve emsali zevat memleketten kaçmış ve bir çoğu da kovu­
larak bir daha memlekete sokulmamışlardır. Bu acı azmış gibi, ho­
caların sarıklarını camii dışında sarmamaları emredilmiş, hatta bir
vakitler Kur'an-ı Kerimi okuyan ve okutanların tecziyelerine kadar
gidilmişti. Lehülhamd o günler geçti. lslamiyet yine ayakta. Allah
Teala hakikaten dininin hafızı ve hamisidir. Karanlık günler geçer, yi­
ne gün doğup İ slam parlar. Herkes rahat ve huzura kavuşur. Ule­
ma-i kirama, dünyada peygamberlerin halifesi olma payesi verildik­
ten başka bir de ahirette onlara, şehidlik derecesi verilmiştir."
1 37. Sayfa' da masonlarla ilgili açıklamaları yer alıyordu:
" ... Şu mason denilen adamların kimler olduğunu hala ve hala

56
Ergün Poyraz

öğreneceğimiz yok. İ şte bunlar, asıl maskeli kafirlerdir. Kendileri


Müslüman adı altında, kafirlerin yapamayacağını yaparlar. Bir taraf­
tan da propagandalarına devam ederler. En birinci silahları , elde et­
tikleri cahil hocalardır. işte bu hocalar bizi uyuttular. Aman bunu
yapmayın Müslüman'a yakışmaz, aman bunu da yapmayın kafir
olursunuz diye, çeşitli iftiralarla Müslümanları aldatıp, dinlerden ve
hakiki din adamlarından soğuttular ve aralarını açtılar. Bunun neti­
cesinde medreseleri kapattırdılar.
Artık ne din öğrenimi ve ne de öğrencisi kaldı. Buna göre sen du­
rumu hesap eyle. Avrupa'ya tahsile giden çocuklarımızdan bazıları­
nın da, büsbütün dinden imandan çıkarak, kimi mason, kimi de ko­
münist, kimisi de anarşist olarak çeşitli fakat hepsi de Müslümanlı­
ğa zararlı, muzır hem de çok muzır olarak döndükleri gibi, bazen de
filan kişi Müslümanlığı bırakmış, Hıristiyan olmuş, hem de Katolik
papazı olmuş diye duyuyoruz. Evet bu adam Müslümanlıktan çık­
makla (mürted) olmuştur. Kıtali de vaciptir. . .
"

Biz yine dönelim Genelkurmay belgelerine:


"Son dönemde cemaat tarafından , imam Hatip Lisesi mezunla­
rının polis olmalarına imkan tanımayan yasa hakkında, Cumhurbaş­
kanı'na söz konusu kanunu imzalamaması hususlarını içeren mek­
tup, faks ve e-mail gönderme şeklinde bir kampanya başlatılması
kararı alındığı istihbar olunmuştur.
Anılan. grubun faaliyetlerini özellikle Hak Yol Eğitim ve Kültür
.

Vakfı ile ilim, Kültür, Sanat Vakıfları (iLK-SAV) çevresinde takip et-
mek mümkündür. Nakşibendi Tarikatının günümüzdeki yayın organ-
. .

lan arasında lslam , Kadın ve Aile, ilim Sanat, Panzehir gibi dergiler
yer almaktadır. ..
"

(2) Erenköy Cemaati:


Nakşiler içerisinde bir diğer kol ise Mahmut Sami RAMAZANO G ­
LU'nun liderliğinde faaliyete başlamış ve günümüze kadar gelmiş

57
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

olan Erenköy Cemaati'dir. M.Sami RAMAZANOGLU, bir ara Gü­


müşhanevi Dergahı içerisinde yer almışsa da, daha sonra Kalemi
Dergahının Şeyhi Erbil'li Mehmed ESAD Efendi'ye bağlanmıştır.
Ömrünün kalan kısmını lsl am'ın k � tsal topraklarında geçirmek � ma­
_
cıyla, 1 979 yılında SUUDi ARABISTAN 'a giden RAMAZANOGLU,
1 984 yılında orada vefat etmiştir.
Onun yerine grubun yayın organı Altınoluk Dergisinde Sadık DA­
NA adıyla yazıları çıkan Musa TOPBAŞ geçmiş, Ahmet TAŞGETl­
REN, İ smail Lütfi ÇAKAN ve Tahir BÜYÜKKÖRÜKÇÜ gibi şahıslar
da cemaatin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. Grubun lide­
ri Musa TOPBAŞ'ın maddi yönden durumunun iyi olduğu ve özellik­
le zamanının büyük bir kısmını ticari ilişkileri doğrultusunda yurt dı­
şında geçirdiği gözlenmektedir.
1 986 yılında ilk olarak yayın hayatına başlayan Altınoluk Dergisi
çevresinde halen faaliyetlerini sürdürdüğü bilinen grubun, Muradiye
Kültür ve Eğitim Vakfı ile irtibatlı olarak çeşitli illerimizde özel okul
ve üniversite hazırlık dershaneleri açmak suretiyle eğitim faaliyetle­
ri içerisinde bulunduğu da bilinmektedir.
1 6 Temmuz 1 999 tarihinde ölen Musa TOPBAŞ'ın yerine, oğlu
Osman N uri TOPBAŞ geçmiştir.

(3) İ smail Ağa Cemaati:


Mehmet Zahit KOTKU'nun ölümüne kadar ls�ender Paşa Ce­
maatı içinde yer alan Mahmut USTAOSMANOGLU, KOTKU'nun
ölümüyle birlikte ayrı hareket etmeye başlamış ve kamuoyunda Is­
mail Ağa Cemaati olarak bilinen yeni bir grubu oluşturmuştur.
İ smini, Mahmud USTAOSMANO G LU'nun imamlığını yaptığı İ s­
mail Ağa Camiinden alan grup, daha ziyade caminin hemen yanına
inşa edilmiş olan Kur'an Kursları ve bilhassa bu kurslara iştirak
eden talebelerin kıyafetleriyle dikkatleri çekmektedir. lstanbul/Fatih
Semtinde yoğun olarak yaşayan grubun elemanları, sarık, şalvar ve
cübbeden oluşan giyim tarzlarıyla diğer Nakşi gruplardan farklılık
göstermektedirler.

58
Ergün Poyraz

Radikal tavırlarıyla da diğer gruplardan farklılık gösteren bu gru­


bun katı bir imaj vermiş olması, tabana yayılmasında engel teşkil et­
miş ve zannedildiğinin aksine geniş bir yapılanmaya gidememiştir.
Söz konusu cemaatin son dönemde de eskiden olduğu gibi eği­
tim faaliyetlerine ağırlık verdiği ve Cübbeli Ahmet Hoca lakabı ile ta­
nınan Ahmet ÜN LÜ'nün çeşitli illerimizde verdiği vaazları , yine eği­
tim seviyesi belli bir düzeyin altındaki halk kitlesi arasında dikkat
çekmeye ve taraftar bulmaya devam ettiği gözlenmektedir. Bu me­
yanda söz konusu cemaatin eğitim faaliyetleri kapsamında ;
1 8 Ekim 2001 tarihinde lstanbul/Silivri-Akören köyü civarında
medrese olarak adlandırılan bir çiftlik evinde 1 8 yabancı uyruklu şa­
hıs (Gürcü ve Çeçen) ile yaşları 8-2 1 arasında değişen 41 T.C. uy­
ruklu şahsın irticai faaliyet içerisinde irticai yayınlarla birlikte yaka­
landıkları, Çiftlik evinde İ smailağa Cemaati � rasında Mahmut Efen­
di olarak tanınan Mahmut USTAOSMANOGLU ile Cübbeli Ahmet
Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut ÜNLÜ'nün sözde felsefi görüş­
lerinin öğretildiği,
Ayrıca anılan merkezde;
- İ rticai eğitim ve öğretime ilave olarak, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin mevcut Anayasal düzeninin yıkılarak yerine anayasası­
nın Kur'an olduğu şeriat esaslarına dayalı bir devletin kurulmasının
gerektiği,
- Şeriat yönetim şeklinin öncelikle Türkiye'de kurularak, bunun
diğer devletlere de örnek teşkil etmesi gibi konuların işlendiği tespit
edilmiştir.
Bunun yanı sıra cemaat hakkında elde edilen diğer bilgilerden ;
- Cemaate bağlı olarak; İ stanbul/Fatih ilçesinde kız ve erkek öğ­
rencilerin ayrı ayrı olmak üzere bazı evlerde 1 5-20 kişilik öğrenci
gruplarına paralı ve illegal olarak yatılı medrese eğitimi verildiği,
- Anılan cemaat mensuplarının yasal olarak açılan Kur'an kurs­
larını da kendi aralarında medrese olarak adlandırdıkları ve burada
eğitim gören öğrencilere medrese ismi ile hazırlanmış belgeler ve
karne tanzim ettikleri,

59
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

- Cemaat mensuplarının , lstanbul'da; Eyüp, Küçükçekmece,


Sultanbeyli ve Ümraniye ilçelerinde de faaliyette bulundukları belir­
lenmiştir.
- Son zamanlara kadar herhangi bir yayın organı bulunmayan bu
grubun , 1 995 yılı içerisinde Furkan isimli bir dergi çıkartmaya baş­
ladığı bilinmektedir. İ smail Ağa Dergahı, 1 999. yılı içerisinde irticai
.

terör örgütü IBDA/C'nin hakimiyetine girmiştir. IBDA-C'nin lideri da-


hil çok sayıda mensubunun tutuklanması ve örgütün irticai çevreler­
de destek bulamaması, İ smailağa Dergahı'rn marjinal hale getirmiş­
tir. Söz konusu dergahın kısa sürede kendisini toparlaması beklen­
memektedir.
Nakşibendi Tarikatı- İ smailağa grubu içerisinde Cübbeli Ahmet
hoca lakabı ile tanınan ve Mahmut USTAOSMANOGLU'nun talebe­
lerinden olan, Ahmet Mahmut ÜNLÜ 1 7.01 .2002 günü İstanbul ilin­
de yakalanarak gözaltına alınmış, 1 8 . 0 1 . 2002 günü l stanbul
DGM'ce görevsizlik kararı verilerek sevk edildiği İ stanbul İ li Fatih
Cumhuriyet Savcılığınca tutuklanarak l stanbul Bayrampaşa Özel
Tip Cezaevine gönderilmiştir.

(4) Adıyaman-Menzil Dergahı:


Ülkemizdeki Nakşibendiler içerisinde yer alan bir başka kol ise
Adıyaman'ın Menzil Köyü'nde, kendine has faaliyetleriyle dikkat çe­
ken Siirt'li Şeyh Muhammed Reşit EROL'un Dergahı'dır. M . Reşit
EROL diğer kollardan ayrı olarak Nakşi Şeyhliğini babasından al­
mıştır.
Vatandaşlarımızın "Menzil Dergahı" olarak adlandırdığı Menzil
Köyü, halk arasında adeta kötü alışkanlıklardan kurtulma için ziya­
ret edilmesi gereken bir yer olarak görülmekte ve bu maksatla da
büyük bir ziyaretçi akınına uğramaktadır.
Menzil'e giden ziyaretçilerin, şeyhin dergahında yemek yedikle­
ri, arkasında namaz kıldıkları, sohbetlerine katıldıkları ve yapılan tel­
kinler neticesinde de bazı kötü alışkanlıklarını terkettikleri bizzat gi­
denlerin yaşadıkları hususlar olarak anlatılmaktadır.

60
Ergün Poyraz

1 903 yılında Ankara'da geçirdiği bir kalp krizi sonucu ölen Mu­
hammet Reşit EROL'un yerine kardeşi Abdülbaki EROL geçmiştir.
Adıyaman Menzil Grubu Nakşibendilerin son dönemde legal or­
ganizasyonlar bünyesinde bir taraftan bol ve düzenli gelir getirici
açılımlarına devam ederken diğer taraftan taban genişletme amaç­
lı faaliyetlerde bulundukları gözlenmektedir. Bu meyanda;söz konu­
su grup tarafından;
- 2002 yılı içerisinde, FM bandında yayın yapacak bir radyo is­
tasyorıunun faaliyete geçirilmesinin planlandığı, "Semerkand FM"
adıyla kurulacak olan radyo istasyonunun, öncelikli olarak Ankara
ve İ stanbul'a m üteakiben de Türkiye genelinde yayın yapacağı ,
- Bahse konu grubun fikirleri doğrultusunda yayın yapan Semer­
kant Dergisinin merkezi tarafından, illerde bulunan grup mensupla­
rına ziyaretler yapılarak, grubun söz konusu illerdeki faaliyetleri
hakkında bilgi alışverişinde bulundukları ,
- İ stanbul'da "Biltek" isimli bir ilköğretim okulunun yaptırılması
kararı alındığı, yaptırılacak okula cemaat mensuplarının 1 000 Dolar­
lık hisselerle ortak olabilecekleri ,
- 2001 yılı içerisinde "Eğitim, Dergi ve Ticaret" alanında Türki­
ye'de başlatılan çalışmalardan olumlu sonuçlar alması üzerine, ay­
nı çalışmanın Avrupa'da da uygulamaya geçirilmesi kararı aldığı, ni­
tekim , Rusya/Moskova'da bulunan cemaat mensubu öğrencilere
yönelik Ekim 2001 ayı içerisinde bir dergah açıldığı öğrenilmiştir.
- Bunun yanı sıra Adıyaman Menzil grubu yönetim kademesi dü­
zeyinde Adıyaman/Kahta-Menzil köyünde 21 -22 Temmuz 2001 gü­
nü yapılan toplantıda gündeme gelen hususlar, bölgede oluşan top­
lumsal hassasiyet açısından dikkat çekmiştir.
Söz konusu toplantıda; "Mayıs-Temmuz 2001 ayları arasında
Menzil köyüne ziyarete gelen taraftar kafilelerine, bölgede kontrol
yapan güvenlik güçlerince fişleme yapıldığı şeklindeki şayialar ve
kaba davran ıldığının belirlenmesi bağlamında, tepki gösterilmesin­
den korkulduğu, bu nedenle cemaat mensuplarının, itidalli davran­
maları için uyarılması gerektiği" ifade edildiği,

61
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bu meyanda, Adıyaman /Menzil'e alternatif oluşturmak maksa­


dıyla cemaat yöneticisi Abdülbaki EROL'un babasının doğduğu Si­
irt'e de Menzil Köyü benzeri bir yapılanma gerçekleştirilmesinin
planlandığı öğrenilmiştir.
Günümüzde grubun, Afyon Termal Kaplıcalarında bulunan tesis­
leri, özellikle yaz aylarında Abdülbaki EROL'un da buraya gelmesi
ile birlikte ikinci bir ziyaret merkezi olma özelliğini kazanmıştır.
Ayrıca Ankara Esenboğa yolundaki Pursaklar mevkiinde bulu­
nan külliye, sağlığında M . Reşit EROL'un, günümüzde de Abdülba­
ki EROL'un ziyaret edip kaldıkları mekanlar arasında bulunmakta­
dır.
Ayrıca, ABD'nin Afganistan'a yaptığı harekatla ilgili olarak;
Radikal isla rn.! yorum ve uygulamaları ile belirginleşen Mahmut
USTAOSMANOGLU grubu Nakşibendi kesimin, Müslüman-Hıristi­
yan m ukayesesi noktasından hareketle Müslümanı kayıtsız şartsız
destekleme görüşü doğrultusunda tavır aldıkları,
İ smailağa Cemaati mensuplarının da, cep telefonları ile; "Şu an­
da Müslüman kardeşlerimize kafirler hain saldırıya başladılar. Allah
için duaya, Resülüllah için salavata, Müslüman kardeşlerimiz için
bu gece gözyaşı dökelim, En az 10 kardeşini uyar. Allah yardımcı­
mız olsun. Amin" yazılı mesajlar gönderdikleri belirlenmiştir.

3. Yan Kuruluşlan ve Destekleyen Sivil Toplum Örgütleri:


a. i llegal kuruluşlarla belirlenmiş bir faaliyetine rastlanmamıştır.
Legal alanda kurmuş oldukları;
( 1 ) Muradiye Kültür ve Eğitim Vakfı (Eren köy Cemaati),
(2) Hakyol Eğitim ve Kültür Vakfı ( İ skender Paşa Cemaati) kana­
lıyla faaliyetlerini sürdürmektedirler.
b. Kurmuş oldukları şirketler.okullar, dersaneler ile yayın organ­
larından elde ettikleri paralar ile faaliyetlerini idame ettirmek­
tedirler. Yaygın bir halk kitlesrne de sahip olduğundan , bu kit­
lenin de önemli sayılabilecek derecede yardımları olduğu bi­
linmektedir.

62
Ergün Poyraz

4. Destekleyen Basın Yayın Organlan:


a. Altınoluk Dergisi (Erenköy Cemaati Yayını),
. .

b. lslam Dergisi (lskenderpaşa Cemaati Yayını),


c. Kadın ve Aile Dergisi (lskenderpaşa Cemaati Yayını),
. .
d . ilim Sanat Dergisi (lskenderpaşa Cemaati Yayını),
e. Panzehir Dergisi (lskenderpaşa Cemaati Yayını),
f. Furkan ( İ smail Ağa Cemiyeti Yayını) Halen kapalıdır.),
g . Yavuz TV. ve Yıldız TV. (Kocaeli),
h . ' Akra FM ( İ skender Paşa Cemaati),
ı. Beyan Dergisi ( İ smail Ağa Cemaati)
j. Yavuz TV ve Yıldız TV (lskender Paşa Cemaati).

5. Mali Kaynaklan:
Kurmuş oldukları şirketler, okullar, dershaneler ile yayın organla­
rından elde ettikleri paralar ile faaliyetlerini idame ettirmektedirler.
Yaygın bir halk kitlesine de sahip olduğundan , bu kitlenin de önem­
li sayılabilecek derecede yardımları olduğu bilinmektedir. . . "

Hak Yol Vakfı


Tam adı; Hak Yol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı . Sarıgü­
zel Caddesi No:1 3'de merkezini kuran vakfın faaliyet sahaları şöy­
le belirleniyordu:
"Matbaa kurar...
Yayınlar yapar. Sesli olarak: Bant, Plak, yazılı olarak; Kitap, bro­
şür, gazete, dergi, tiyatro eserleri, filmler gibi. . .
Konferans, seminer, kurs, vaaz, açık oturum, kongre, sempoz­
yum vs. tertip eder...
Yarışlar, şenlikler, ihtifallar, anma günleri yapar. . .
Daimi kursla'i Kur'an, lisan, biçki- dikiş vs. Okullar, kreşler
açar. . . Yurt, kamp, sahil siteleri ve pansiyonlar açar. . . Spor tesisleri
ve şehir içi salonları kurar.

63
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kütüphane, arşiv ve müzeler tesis eder. Araştırma ve inceleme


.•

enstitüleri kurar. . .
ihtiyaç sahiplerine borç vermek, tahsil ve araştırma bursları ver­
mek, Nişan, düğün ve sünnet yardımları yapmak gibi faaliyetleri de
bünyesine alacağını vaat eder.
Vakfın gelir sahası ise şöyle belirleniyordu;
Vakıf kurucularının ortaya koyduğu sermaye ... Her üyenin ilk gi­
rişte ödeyeceği giriş aidatı ve her ay ödeyeceği aidatlar... Her türlü
şartlı ve şartsız bağışlar,
Mevcut mal ve nakit varlığını nemalandırmak için gerekli tedbir­
leri alır. . .
Her türlü ticaret, sanat, sanayi , ziraat, hayvancılık, madencilik,
turizm , ulaştırma sahalarında şirket ve işletmeler kurar. Kurulu olan­
lara ortak olur veya ortak alır. . . ithalat ve ihracat yapar. . . patent ruh­
sat, bayilik alır ve verir. . .
Menkul ve gayrımenkul alır ve satar. Kiralar, kiraya verir.
Zekat, fitre, kurban derisi vs. toplar.
Yurt içinden ve yurt dışından, doğrudan doğruya veya vasiyet
yoluyla hakiki veya hükmi şahıslar tarafından bağışlanan menkul
veya gayrımenkullar ve her türlü kıymet ve haklar. . .
Hak Yol Vakfı'nın Kurucuları şu isimlerden oluşuyordu:
Mahmut Esat Coşan
Y. Kenan Kul
Mehmet incili
Selçuk Yurtseven
Ömer Faruk Diker
Şeref şensöz
Rüstem Altınbaş
Abidin çetin
Enver Ergün . . .

64
Ergün Poyraz

Bazı Şirketler
Nakşibendilerin Lideri Muharrem Nurettin Coşan'ın ilişkili olduğu
şirketlere bakınca karşımıza; Sağlıktan Turizm'e, Eğitimden, Radyo
ve Televizyonculuğa, Otomotiv'ten Gıda sektörüne, Tarım ve hay­
vancılıktan, İ nşaat'a , Sigorta'dan Kağıt ve Matbaa'ya kadar muaz­
zam bir yapılanma ortaya çıkıyor. Nurettin Coşan'ın ilişkili olduğu
şirketler:
4048/8 Sicil No.lu, Merkezi Küçükçamlıca'da olan Ak-Ra Tele­
vizyo� Habercilik Ve Yapım Anonim Şirketi. . .
1 7026 / 8 Sicil No.lu, Merkezi Kartal'da bulunan Tasfiye Halinde
Sürur Gıda Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi . . .
22890 1 / O Sicil No.lu, Merkezi Güneşli'de yer alan , Davet Ya­
yıncılık Radyo Televizyon Ve. Habercilik Ticaret Anonim Şirketi
23 1 546 / O Sicil No.lu Asfa Eğitim Tesisleri Anonim Şirketi , Üs­
küdar'da faaliyet gösteriyor.
231 770 I O Sicil No'lu yine Üsküdar merkezli, Vera İ ç Ve Dış Ti­
caret Anonim Şirketi . . .
31 8298 / O Sicil No.lu, Tomar Kağıtçılık Matbaacılık Sanayi Ve Ti­
caret Anonim Şirketi, Topkapı'da . . .
32 1 1 1 9 I O Sicil No.lu Fatih merkezli, Sim-Ağ İ htiyaç Maddeleri
Pazarlama Anonim Şirketi. . .
328709 I O Sicil No.lu Küçükçamlıca adresinde faaliyet gösteren
Serıer Holding Anonim Şirketi...
1 1 1 45 / 8 Sicil No. lu Ümraniye'de aynı isimle çalışan, Ümraniye
Sağlık Tesisleri Ve Ticaret Anonim Şirketi. . .
23597 / 8 Sicil No.lu, Kadıköy'de faal Medi Zinde Sağlık Hizmet­
leri Anonim Şirketi . . .
250650 I O Sici l No.lu Fatih'te çalışan lspa Turizm Taşımacılık Ve
Ticaret Anonim Şirketi. ..
285 1 33 / O Sicil No.lu, Yenibosna'da faaliyet gösteren Haksağ
Sağlık H izmetleri Anonim Şirketi . . .

65
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

285 1 34 / O Sicil No.lu Fuzul Otomotiv Dış Ticaret Ve inşaat Sa­


nayi Anonim Şirketi , Fatih'te . . .
287934 / O Sicil No.lu şirket Fatih'te, Bonanza Modern Tarımcı­
lık Ve Hidropolik Sistemler Limited Şirketi, ismiyle ticari sahada ye­
rini almış.
2958 1 6 / O Sicil No.lu, Grafik Reprodüksiyon Sanayii Anonim
Şirketi, Mecidiyeköy' de faal . . . ·

296928 / O Sicil No.lu Topkapı merkezli Tasfiye Halinde Ümran


inşaat Taahhüt Ve Ticaret Anonim Şirketi . . .
3 1 1 849 / O Sicil No.lu Üsküdar'da faal Yıldız Danışmanlık Tele­
vizyon Reklam Prodüksiyon Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi . . .

3220 1 7 / O Sicil No.lu Fatih merkezli Akva Sigorta Aracılık Hiz­


metleri Anonim Şirketi. . .
406965 / O Sicil No.lu, Yavuz Radyo Televizyon Yayıncılık Ano­
nim Şirketi, Üsküdar' da yer almakta . . .
439877 / O Sicil No.lu Küçükçamlıca'da bulunan Necat inşaat Ve
Dış Ticaret Sanayi Anonim Şirketi. ..
233427 / O Sicil No.lu Fatih'de faaliyette bulunan, Seha Neşriyat
Ve Ticaret Anonim Şirketi . . . "

Cübbeli ve Şirketleri
Cübbeli Ahmet, Gölcük depreminden sonra yaptığı ve Depremi
Allah'ın ceza için verdiği, ölen küçük çocuklar için ölmeselerdi de
gavur mu olsalardı" türünden konuşmalarıyla tanındı. Futbol saha­
sından büyük külliye inşaatı için para toplarken "paralar gidi gidi ve­
riyor" cümleleri de Ünlü'nün ününe ün kattı .
Ünlü son günlerde eşine Acarkent villalarından aldığı 2 milyon
dolarlık villasıyla gündeme geldi . Eşi bu villalara gidip gelirken
BMW 5 cipini kullandığı görülüyordu.
1 1 Şubat 2005 tarihli Milliyet gazetesinde "Hocaların Villa Kav­
gası" başlıklı haberde şu bilgiler yer alıyordu:

66
Ergün Poyraz

"Karagümrüklü Fahri Hoca (Vural), kamuoyunda (Cüppeli Ah­


met Hoca) olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü'nün, Acarkent'teki 2
milyon dolarlık villasını ihbar ettiği gerekçesiyle kendini öldüresiye
dövdürdüğünü iddia etti . Ünlü hakkında suç duyurusunda bulunan
Vural, Adli Tıp'tan darp raporu da aldı.
Fatih Hoca ifadesinde, Ünlü ile aralarındaki husumetin nedenini
şöyle anlattı . '27 yıldır Çarşamba cemaatine üyeyim . 2000'de Fa­
tih'te buluştuğum Ünlü ile arkadaşlarına, Bayrampaşa'daki bir fab­
rikayı yeniden işletmek için 1 50 bin mark verdim. Almanya'daki
Türk işçilerden de din sömürüsü yaparak 4.5 milyon mark topladı­
lar. 3 Ay sonra da şirketi batmış gibi göstererek beni ve gurbetçile­
ri dolandırdılar.
Bu kişilerden paramı isteyince beni darp ettiler. Haziran 2001 'de
bu olay nedeni ile Yusuf Ünlü'yü bacaklarından vurdum. Ve iki yıl
cezaevinde yattım . Tahliyemden sonra tehdit edilince, ailemle Ga­
ziosmanpaşa'ya taşındım. Fakat, izimi buldular, 3 kez arabama za­
rar verdiler. 22 Ocak günü de Star TV'de Cüppeli Hoca'ııırı Acar­
kent'teki villasını göstermişlerdi. Bu olayı basına benim verdiğimi
zannetmektedirler, ancak kesinlikle ben bilgi vermedim . . .
"

Cübbeli'nin ortaklıklarında bulunduğu şirketler de şunlardı:


302697 / O No'lu, Fatih'te kurulan ve Tasfiye Halinde olan Rah­
met Su Gıda Ve Tarım Ürünleri Ticaret Limited Şirketi . . .
Ahmet Mahmut Ünlü'nün buradaki ortağı İsmail Şirin'di. . .
378406 / O Sicil No'lu, Avcılar'da kurulan, Furkan Otomotiv Sa­
nayi Rotasyon Servis Hizmetleri Ve Dış Ticaret Limited Şirketi'nde
Ahmet Mahmut Ünlü'nün ortakları şu isimlerden oluşuyordu.
"Hamza Sağlamer, Medine Sağlamer, Arzu Sağlamer, Şermin
Sağlamer, Çiğdem Sağlamer, Mehmet Sağlamer "
iflas halinde olan ve Bayranıpaşa'da 2251 88 / O Sicil No ile fa­
aliyete geçirilen Şirket; Ok Çivi Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirke­
ti'ydi.
Şirketin son ortakları baba Yusuf Ünlü ile Burhan Özdemir ve Ali
Avcı'ydı.

67
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Aralarında Ahmet Mahmut Ünlü'nün de bulunduğu eski ortaklar


şu isimlerden oluşuyordu:
Mehmet Saim Burçak, Lütfü Cenik, Naim Engin, Abdülhalim Şa­
hinoğlu, Derya Ergen , Tahir Ünlü , Rabia Ünlü, Mustafa Öztürk,
Fahrettin Dündar, Mustafa Öztürk . . . "

Tarikatlara yakın sitelerde Cübbeli ile ilgili şu masallar yer alıyor­


du. Bu anlatılanları görünce tüm tarikat liderlerinin çocukluklarının
aynı merkezden programlanmış gibi hemen hemen aynı olması
bunlar kimler tarafından şablon haline getirilip insanlarımıza sunu­
luyor sorusunu da akla getiriyordu:
" ... Tarihler 60'1ı yılların başlarını gösterirken, Fatih'te bir nikah ak­
di gerçekleştirilmektedir. Bir tarafta genç bir iş adamı olan Yusuf
Ünlü diğer tarafta da Rabia Ünlü. N ikahı kıyan da, İ smailağa Ca­
mii'nin genç İ mam Hatibi Mahmut Ustaosmanoğlu. O yılları Yusuf
Ünlü'ye sorduk. O'da yılların bitkinliğini bir kenara bırakıp, hafızası­
nı o günlere yönlendiriyor, belki de bu hatıratla yeniden kendisini
yaşıyor. . .
"Ahmet, 27 Şubat 1 965 yılında Fatih Çarşamba'da dünyaya gel-
di. Ahmet'in doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev, İ smailağa Cami­
si'ne çok yakındı. O, henüz üç yaşlarında iken benimle birlikte lsma­
ilağa Camisi'ne gidip gelmeye başladı . O kadar küçüktü ki, bazı ca­
mi cemaati , Ahmet'i camiye getirmememi istiyordu. "Bu yaşta ço­
cuk, camiye getirilir mi?" diyorlardı. Ezan okunduğunda evden çık­
mamla beraber peşime takılır, beraberce camiye giderdik.
İsmailağa Camii o zamanlar bu derece yoğun ilgi odağı değildi .
Mahmut Hocaefendi'nin cemaati bugünkü gibi olmadığı için, namaz
sonlarında onunla oturup mihrapta muhabbet eder, beraber de ca­
miden çıkardık.
Yine bir gün namazdan sonra camiden, Mahmut Efendi ile birlik­
te çıkıyorduk. Karlı bir hava vardı ve eski İ smailağa Camisi'nin mer­
divenleri buz tutmuştu . Efendi Hazretleriyle beraber merdivenler­
den iniyorduk.Yaklaşık olarak dört yaşlarında olan Ahmet'te yanı­
mızdaydı, Ahmet bir anda elimden fı rladı, o buzlu merdivenlerden

68
Ergün Poyraz

kayarak yere düştü. Ben o sırada Ahmet'i tuttum ve ona biraz sitem
ettim. Sitem edince, Efendi Hazretleri dedi ki:
Sen ona fazla kızma, onun. terbiyesini bize bırak, zira biz ona ge­
rekli terbiyeyi öğretiriz, dedi. lsmailağa Camii Şerifi Ahmet'in ikinci
evi olmuştu . Efendi Hazretleri'nin de manevi himayesine girmişti.
Evde olmadığı zamanlarda başka yerde aramamıza gerek yoktu,
biliyorduk ki Ahmet camidedir.

Cübbeli Lakabı
O zamanlar caminin karşısında terzi Fahri Efendi vardı. Fahri
Efendi, bizzat Efendi'nin hizmetinde bulunurdu. Küçük Ahmet ilk
ilim tahsilini Fahri Efendi'den aldı. Fahri Efendi'nin de küçük Ah­
met'in yaşlarında bir oğlu vardı, bir de aynı mahallede bir doktor
komşuları vardı, onun da aynı yaşlarda bir oğlu vardı. Bu üç çocu­
ğa Fahri Efendi ders vermeye başlamıştı. İ şte küçük Ahmet'in ilk
ilim tahsili bu şekilde başlamış oldu.
Küçük Ahmet o dönemlerde cübbe ve sarığa çok meraklıydı, an­
nesinin namazlığını alıp başına sarar, namaz kılardı. Kibrit kutusun­
dan cami yapar, çöplerinden de cemaat yapar ve onlara namaz kıl­
dırırdı.
Fahri Efendi'den ders aldıkları sırada, doktorun oğlunun da adı­
nın Ahmet olması üzerine, Fahri Efendi bu iki çocuğa hitap etmede
karışıklık olmasın diye, Bizim Ah-met'e "Cübbeli Ahmet" ismini koy­
du. O gün bu gündür, Ahmet Hoca "Cübbeli Ahmet" diye anılır oldu .
Küçük Ahmet çocukluk yaşlarından itibaren cübbe giymeye baş­
ladı. O zamanlar cübbe şalvar giyilmediğinden bu kadar küçük bir
çocuğun cübbe giymesi çevrede dikkat uyandırıyordu . . . "

Cübbeli ve şirketleri hakkında bu bilgileri verdikten sonra döne­


lim Genelkurmay'ın Nakşibendilikle ilgili değerlendirmesine;

Değerlendirme:
( 1 ) lskender Paşa (Esad COŞAN) Cemaati ,
Tarikatın Esad COŞAN'ın ölümünden sonra kamuoyuna eski yo-

69
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ğunlukta gelmediği, bunun da tarikatın liderliğine getirilen N ureddin


COŞAN'ı onaylamadığı anlamına gelebileceği , bu nedenlerle söz
konusu tarikatın faaliyetlerinde bir durgunluk yaşandığı kıymetlendi­
rilmektedir. Yine de ticari, siyasi ve taban açılarından oturmuş bir
yapısı olan tarikatın kısa süre içerisinde eski etkinliğini yeniden gös­
terebileceği, tarikat lideri konusundaki sıkıntıları Nureddin COŞAN'ı
değiştirerek aşmaya çalışacağı değerlendirilmektedir.
(2) Erenköy Cemaati (Musa TOPBAŞ (Sami RAMAZANOGLU)
grubu),
Söz konusu grubun önümüzdeki dönemde yurt içi ve yurt dışın­
daki eğitim ve ticari faaliyetlerine devam edeceği değerlendirilmek­
tedir.
(3) İsmailağa Cemaati,
Söz konusu cemaatin IBDA/C terör örgütü ile ilişkisi olması ve
bu örgüte karşı Güvenlik güçlerinin başarılı operasyonlarda bulun­
ması, anılan cemaati de olumsuz olarak etkilemiştir. Ayrıca cema­
atin önemli isimlerinden Cübbeli Ahmet H OCA'nın hapis cezası al­
ması, cemaat açısından büyük bir olumsuzluk oluşturmuştur.
Bu nedenle söz konusu cemaatin önümüzdeki dönemde geçmi­
şe oranla çok daha etkili olarak eğitim ve propaganda faaliyetlerini
sürdüreceği değerlendirilmektedir.
(4) Adıyaman (Reşit EROL) Menzil Grubu, şeklinde tasnif edil­
mektedir.
Son dönemde söz konusu grubun her alandaki faaliyetlerini ar­
tırdığı, irticai faaliyetlere karşı alınan tedbirlerden, eğitim ve finans
alanlarında ciddi bir etkinlikte bulunmadığı için yasal sınırlandırma­
lardan etkilenmediği, bu nedenle içindeki faaliyetlerini artırarak de­
vam ettirdiği, özellikle de son 1 yıl içerisinde yurt dışına açılım yap­
tığı gözlenmektedir.
Anılan grubun önümüzdeki dönemde yasal bir engelle karşılaş­
madan taban genişletme ve yurt dışındaki eğitim ve ticari faaliyetle­
rinde ciddi bir atılım göstereceği değerlendirilmektedir.

70
Ergün Poyraz

Ülkemizde mevcut tarikatlar içinde en yaygın ve etkili olanlardan


biridir. Bütün tarikatların ana kaynağı ve Osmanlı Padişahlarının da
Nakşibendi olması halk arasında ayrı bir önem taşımaktadır. Tarikat
içindeki İsmail Ağa Cemaati dışındaki diğer gruplar kanunlara say­
gılıdır. İsmail Ağa Cemaati taraftarları , diğer gruplara göre daha ca­
hil, daha fakir ve daha katıdır. lstanbul'da Fatih semtinde daha yo­
ğun olan bu grup önem arzetmektedir. Potansiyel gücü itibarıyla
tehdit olma özelliğini koruyan bir tarikat olduğu kıymetlendirilmekte­
dir.
Nakşibendilerin, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgele­
rimizde etkili olduğu, bu bağlamda Tarikatın Türk siyasal ve dini ha­
yatındaki etkinliğinin bundan sonra da devam ettireceği , bazı siyasi
partilerin ise, oy kaygısıyla bu Tarikat ile temaslarını sürdüreceği de­
ğerlendirilmektedir. . . "

Ünlü Nakşibendiler
AKP Kurucusu ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ersin Nazif Gür­
doğan "Görünmeyen Üniversite" adlı kitabında Nakşibendi olduğu­
nu açıkladığı Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, hakkında "Dolandırıcı­
lık, Nitelikli dolandırıcılık" ve benzeri soruşturmaların bir çoğundan
iktidar olmanın nimetleri sonucu çıkardıkları aflar sayesinde rahatla­
mıştı.
Unakıtan, birçok şirkette lslamcı kesimin önde gelen isimleriyle
yani Ülker'lerle, Kığılı'larla, Topbaş'larla, Yurdagül'lerle, Karamolla­
oğlu'larla ortaklıklarda bulunuyordu. Maliye Bakanı olduktan sonra
Yahudi sermayesine çok ılımlı baktığı, İsrail istihbaratının önemli
isimlerinden Ofer'lerle de dost olduğu, ülkenin birçok kaynaklarını
bunlara aktarmak için çabalar gösterdiği izleniyordu.
İslamcı kesimin önde gelen isimlerinden Ülkerlerin, ortakları ara­
sında Başbakan Erdoğan da vardı. Erdoğan Başbakanlığında Ülker
Ürünlerin reklamını yapmaktan bir an bile vazgeçmedi , kah Ülker çi­
kolatalarını çocuklara dağıttı, kah göstere göstere Kola Turka içerek

71
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bu tutumunu sürdürdü, yaklaşık bir sene gibi sürede altmış milyar­


lık hissesi ikibuçuk trilyona yükseldi. lslamcı Ülker'in daha başka il­
ginç ortaklıkları da görülüyordu:

Şerefe Ülkerler Şerefe


"Önce güneş, hava, su; sonra bol gıda gelir, akşama babacığım
unutma Ülker getir" Çocukluğumuzda televizyon reklamlarında sık­
ça bu sözleri dinlerdik. Herhalde bundan sonra reklamlarında "ak­
şama babacığım Ülker yerine Efes getir" sözleri yer alacak. İnançlı
saf insanlarımızı alkol satan dükkanların önünden geçmenin ne
denli günah olduğu anlatıldı. İ nsanlar hasta çocuklarına bile alkol
satan dükkanlardan kızamık şekeri bile almadı. Dükkanlar ve üreti-
. .

len gıda maddeleri lslami ve lslami olmayan diye ikiye ayrıldı. Hep
belli markalar camilerde belli kesimlerin imamlarınca dikte ettirildi.
Ülker grubu da lslami sermayenin başını çekiyor, ürünlerinde do­
muz ürünlerini kullanmadığını özellikle vurguluyordu. Alkolse zinhar
yanlarından bile geçmiyordu.
Bir gün Efes Pilsen biralarının üretim ve dağıtımını yapan Anado­
lu Endüstri Holding'in sitesini incelerken ilgimi bir şirket çekti . Poli­
nas isimli bu şirkette Holding hisselerinin olduğunu söylüyor ancak
ortaklarını belirtmiyordu. Aynı şekilde Ülker grubu da sitelerinde Po­
linas adlı şirkette ortaklıkları olduğunu söylüyor, ancak onlar da or­
takları hakkında bilgi vermiyorlardı.
23 Eylül 2004 tarihli Ticaret Sicili gazetesini incelerken hiç olma­
yacak gibi gelen bir d urumla karşılaşıyor, Efes Ülker ya da Özilhan
ve Ülker ortaklığına rastlıyordum.
Ticaret sicil gazetesinde bu ortaklık şu şekilde yer alıyordu:
"Ticaret ünvanı: Polinas Plastik Sanayii ve Ticaret Anonim Şirke­
ti . . .
Merkezi lzmir'de 1 378 Sokak No:4/1 Kordon iş hanı, Alsancak,
adresinde olup, ticaret sicilinin merkez- 57823 numarasına kayıtlı
yukarda unvanı yazılı şirket'in 26.04.2004 tarihinde yapılan olağan
genel kurul toplantısında,

72
Ergün Poyraz

Ana sözleşmesinin 4. ve 6. maddelerinin tadil edildiği, yönetim


kurulu üyeliklerine;
Sabri Ülker, Orhan Özokur, Murat Ülker, Hüseyin Avni Metinka­
le, Georg R Wiederkehr, Dan Zelouf, Tuncay Özilhan, Mustafa Uy­
sal, Mahmut Mahir Kuşçulu, A. Cumhur Büyükakıncı 3 yıl için;
Denetim Kurulu Üyeliklerine;
Güneş Yıldız, Ataman Yıldız, Musa Doğan, Ahmet Bal 1 yıl için
seçildikleri bildirilmiş tescil ve ilanı istenilmiş olmakla buna dair olan
tutanak ve 06.07.2004 tarihli kararın sicile T.t.K.h göre 1 0.09.2004
tarihinde tescil edildiği ilan olunur.
Yine aynı günkü genel Kurulda Efes-Ülker ortaklığının 1 . derece-
de imza yetkilileri şu şekilde oluşuyordu;
Sabri Ülker Yönetim Kurulu Başkanı. . . .

Tuncay Özilhan Yönetim Kurulu Başkan Vekili . . .


Orhan Özokur Yönetim Kurulu Üyesi . . .
Murat Ülker Yönetim Kurulu Üyesi. . .
Yener M . Sonuşen Müşavir. . .
Hüseyin Avni Metinkale Yönetim Kurulu Üyesi ...
Georg R. Wıeserkehr Yönetim Kurulu Üyesi. ..
Dan Zelouf Yönetim Kurulu Üyesi. . .
Mustafa U ysal Yönetim Kurulu Üyesi . . .
Mustafa Kuşçulu Yönetim Kurulu Üyesi. . .
A . Cumhur Büyükakıncı Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür. . .
Sadettin Korkut Genel Müdür Yardımcısı . . .
Levent Sipahi Genel Müdür Yardımcısı. ..
Özilhan-Ülker ortaklığı tabii ki Polinas ile sınırlı değil, "Nasaş Alu­
minyum Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi"nde Sabri Ülker ve Tun­
cay Ôzilhan ortaklığının diğer isimleri de şu şekilde yer alıyordu:
Şinasi Çelikkol
Metin Tokpınar
Nuh Kuşçulu
M. Fethi Ağalar

73
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kamil Yazıcı
Cevat Höbek
Yücel Sayın
Şerif Elçi
Güngör Aydınoğlu
Klaus Von Eichmann
Rene vermeire
Demir Demirgil
Cemalettin Özabacı
İ rem Nuhoğlu

Bi ra
Tüsiad Eski Başkanı ve Ülkerlerin ortağı Tuncay Özilhan'ın sahi­
bi olduğu Efes birası'nın reklamlarında, "Dünya karması açıklandı"
başlığı altında "Biraullah" ifadesi kullanılarak, Allah'ın ismine haka­
ret ediliyordu.
Şeriatçı Vakit gazetesi, I BDA-C'nin yayın organı görünümündeki
"Aylık" dergilerde bu duruma tepki gösterilirken, Tuncay Özilhan
için "Tescilli İslam Düşmanı" deniyordu. Oysa Tuncay Özilhan'ın or­
takları arasında yer alan Ülkerler için her iki yayın organından da
hiçbir tepki ve hatta eleştiri bile gelmiyordu.

Ahh Kalbim
Ülker grubu "Türkiye'nin lezzetten ödün vermeyen en sağlıklı
margarini "Ülker Kalbim" .. " diyerek, 8Mart 2003 tarihinde Çırağan
Otel'de, yeni ürünleri olan "kalbim" marka margarin yağının tanıtımı­
nı yapıyorlardı. Ülker grubu bu yağın kalbe çok iyi geldiği reklamını
yaparak yağ sektöründe yer almaya çalışıyordu. Çalışır ya, bunda
anormal ne var derseniz, anormallik bundan sonra başlıyordu. Mar­
garinin üzerinde ve tanıtım filmlerinde "lstanbul Kalp Cerrahisi Vak­
fı" destekler ibareleri bulunuyordu.

74
Ergün Poyraz

Toplumsal olması ve insanların yarararları için kurulan veya en


azından böyle olduğunu açıklayan bir vakfın, bir şirketin çıkarmış ol­
duğu bir ürünü desteklemesi ancak bizim gibi az gelişmiş ülkerde
görülebiliyordu .
"İstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı Başkanı Prof. Dr. Tayyar Sarıoğlu,
tanıtım günü; Ülker yağlarını öve öve bitiremiyordu.
lstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı ; istanbul'da 200 milyon lira serma­
ye ile kurulmuş. Gayesi kuruluş senedinde şöyle gösteriliyordu:
"Kalp, solunum sistemi ve damar hastalıklarının teşhis tedavi ve
önlenmesi için bu hastalıkların çağdaş teşhis, tedavi ve önlenmesi
usullerinin ve bilgilerini kullanmak; bir tedavi yolu olan cerrahi im­
kanlarını çağdaş anlayışla tatbik etmek veya bu tarzda edilmesine
yardımcı olmak veya bu yolda, çalışanlarla işbirliğinde bulunup yar­
dımlaşmak; hastalıklardan korunmak için lüzumlu koruyucu hekim­
lik tedbirlerini ve yollarını öğretmek ve öğretilmesine yardımcı olmak
ve göğüs, kalp ve damar cerrahisinin gelişmesi için TC Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı'nca uygun görülecek esaslar çerçevesin­
de İstanbul Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi'nin, aynı tıp
alanında görevli yurt içi resmi ve özel kuruluşlarla, özellikle yurt dı­
şında dünyaca ünlü merkez veya merkezlerle ve özel kuruluşlarla
da işbirliği yaparak hizmet veren bir örnek merkez haline gelmesi­
ne katkıda bulunmak; gayesi istikametinde çalışan resmi ve hususi
kuruluşlarla işbirliği yapmak . . . .
"

Bu amaçlarla kurulan vakıf, bu kadar detayla uğraşmaktansa,


Ülker'in çıkardığı yağı destekleyerek sorunu çözmeyi ummuş her­
halde . . .
lstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı'nın kurucuları arasında Mason ve
Yahudiler, silah kaçakçılığına adı karışanlar, Valiler, Fetullah'a yakın
isimler, doktor ve diğer vardı:
"Bedrettin Dalan, Jak Kamhi, Aydın Doğan, A. N ihat Gökyiğit,
Yavuz Canevi , inal Batu, Can Pulak, Ahmet Aydın Balak, Nevzat
Ayaz, Ali Talip Özdemir, Beyhan Cenkci , Mehmet Barlas, Barlas

75
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Küntay, Saffet Arıkan Bedük, Şarık Tara, Saffet Ulusoy, Bülent


Akarcalı, Üçler Aksoy, Emin Aktar, Ertaç Tinar, Nurdan Tinar, Sevim
Carıik, Süha Ünüvar, Ali Rıza Hiçdönmez, Mehmet Ülkü, Metin üğ­
dül, Cemal Tuğ, Servet Okumuş, Cezmi Mutlu, Ahmet Gazanfer Bil­
ge, H üseyin Kaya, Şakir Kaya, Hidayet Kaya, Recep Ali Kaya , Mu­
zaffer Kaya, Tahsin Kaya, Mutahar Kotevoğlu, Birol Güven, Bahri­
ye Güven, Ramadan Dilmen, Sadık Semih Demiralp, Gökay Daloğ­
lu, Zekai Baloğlu, Turgut Işık, Safter Aktuğ, Hikmet Keçeli, Mustafa
Kalaycıoğlu, Salih Binbay, Selahattin Cizrelioğlu, Hakkı Değer,
Cengiz Zengin, Mine Pakoğlu, Mustafa Pakoğlu, Metin Esen, Alev
Esen, Reha Aral, Tuna Gürsel. . . .
Prof. Dr. Mehmet Abuç, Prof. Dr Şaban Karataş, D . Zühal Ay­
kaç, Dr. Sevim Canik, Dr. Semih Tulpar, Dr. Salih Öncel , Op. Dr.
Özge Sezarman, Dr. Fikret Maçin, Doç. Dr. Besim Yiğiter, Dr. Sami
Ünal, Dr. Tanju Ulufer, Dr. Ayşen Takımoğlu, Dr. Ulu Sungu, Dr. Ak­
gün Sayman, Dr. Hayri Özyıldırım, Dr. Azmi Özler, Dr. Ahmet Narin,
Dr. Ali Mert, Dr. Mürşit Koryak, Dr. Atila Kayıhan, Dr. ilhan Gökyay,
Dr. Mustafa Diken , Dr. Sabri Dağsalı, Dr. Hüseyin Çetin. Dr. Aydın
Çağıl, D r. İ zzet Arıkan, Dr. Dursun Ünal, Dr. Hüseyin Toklu, Op. Dr.
Hüseyin Tosun, Dr. Tuna Tezel, Dr. Hikmet Tezel , Dr. Serap Aykut,
Dr. Atila Kanca, Pro. Dr. Ercüment Kopman, Doç. Dr. Ergin Eren,
Dr. Yücel Edil, Dr. Tuncer Kopuzoğlu, Dr. Ayhan Caner, Dr. Eyü An­
gı, Dr. Gülşah Teyyareci, Dr. Enver Bozyakalı, Dr. Tandoğan Tok­
göz . . .
Vakfın 2004 yılı Yönetim Kurulu Üyeleri ; Başkan; Dr. lbrahim Ye­
keler, Başkan Vekili; Op. D r. Remzi Tosun, Muhasip Üye; Doç. Dr.
Hakan Gerçekoğlu , Üyeler; Op. Dr. Fikri Yapıcı, Gülşah Teyyare­
ci. . . .

Ülker'e Farklı Görüşten 8 Yeni Akıl Hocası


Murat Ülker, Ülker İstişare Konseyi'nin üyelerini seçti : Alev Coş­
kun, Tu rhan Özer, Oltan Sungurlu, A.Nail Kubalı, Galip Demirel, 11-
ter Türkmen , Rona Yırcalı ve Rıfat Hassan.

76
Ergün Poyraz

4 milyar doları aşan cirosu, Başbakan, Maliye Bakanı, gibi ortak­


lıkları ve değişik ilişkileri ile Türkiye'nin en dikkat çekici gruplarından
biri olan Ülker, Nisan ayında gerçekleştirdiği ve gençlere daha çok
sorumluluk verilen yeniden yapılanma sürecinin devamında, ilginç
isimleri bünyesine kattı:
Alev Coşkun, Galip Demirel, Rıfat Hassan, Turhan Özer, Ali Na­
il Kubalı, llter Türkmen, Rana Yırcalı ve Oltan Sungurlu, grup faali­
yetleri ve yansımalarını takip ederek grubun dış dünyadan nasıl gö­
rünüp algılandığını yorumlayacak, şirketlerin aktivite ve ürünleri
hakkı'nda yeni fikirler üretecek.
Grupta Nisan 2005'te başlayan yeniden yapılanma, halka açık
tek kuruluş olan Ülker Sanayi Gıda'nın başına Ali Ülker'in atanma­
sı ile başladı. Onursal Başkan Sabri Ülke � 'in oğlu , İcra Kurulu Baş­
kanı Murat Ülker ile birlikte · çalışacak bir 'istişare Konseyi' kuruldu,
buraya grup içinden Metin Yurdagül ve Necdet Buzbaş atandı. Ül­
ker'den o tarihlerde yapılan açıklamada, konseyin 'ihtisas sahibi'
yeni isimlerle g üçlendirileceği duyurulmuştu. işte isimler dün açık­
landı. Konsey, İ cra Kurulu'nun üstünde değil, Murat Ülker'in yanın­
da yer alacak. Dün Gru p Sözcüsü Metin Yurdagül imzasıyla yapılan
açıklamada, Ülker'in İ stişare Konseyi'nin 8 yeni üyesinin isimleri sı­
ralandı:
Dr. Alev Coşkun; Turizm ve Tanıtma Eski Bakanı, Cumhuriyet
Gazetesi yazarı . .. lzmir eski Milletvekili . . .
Galip Demirel; Emekli Vali, Müsteşar, 1 8. Dönem, Malatya Mil­
letvekili- TBMM iç işleri Komisyonu Başkanı. . .
Rıfat Hassan; Mason, Tüccar, sanayici, Yahudi cemaatinin eski
başkanlarından, Akmerkez'in ortaklarından . .
Dr. Ali Nail Kubah; iş adamı, çeşitli şirketlerde genel müdür ve
yönetim kurulu başkanlığı yaptı . Danışmanlık şirketi sahibi. ..

Turhan Özer; Emekli Koramiral. . .


Oltan Sungurlu; Adalet ve Milli Savunma Eski Bakanı, 1 7, 1 8,
1 9, 20. dönem Gümüşhane Milletvekili. . .

77
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

llter Türkmen; Dışişleri Eski Bakanı, Emekli Büyükelçi . . .


Rona Yırcalı; DEIK, Balıkesir Sanayi Odası , Dünya Odalar Fede­
rasyonu (WCF), TEV Başkanı. Çeşitli dernek ve konsey üyesi . . .
Neler Yapacaklar
Bugüne kadar yapılan toplantılarda grubun AB'ye uyum çalışma­
larını gözden geçirerek kurumsal itibar yönetimi değerlendirilmele­
rini yapan ve her ay toplanacak konseyin faaliyet konuları da şöyle
belirlendi:
··

"Ülker Grubu temel politikalarının sosyal sorumluluk çerçevesin­


de oluşturulması, grup faaliyetleri ve yansımalarının takip edilerek
grubun dış dünyadan nasıl görünüp algılandığının yorumlanması ,
yönetime veri sağlamak ve destek olmak, grup şirketlerinin aktivite
ve ürünleri hakkında yeni fikirler üretmek yönünde çalışmalar yap­
mak . . .
"

Bir Kanşık Vakıf Daha


Şeriatçı, � ason, Yahudi, Liberal, vb. isimlerden oluşan bir Vakıf
da; Beşiktaş imar Güzelleştirme ve Sosyal yardım Vakfı'ydı.
Merkezi lstanbul'da olan Vakfın Kurucuları arasında Korkut
Özal'ın hemen bütün şirketlerindeki ortağı Talat İçöz, Anap'ın İstan­
bul eski il Başkanı Eymen Topbaş, AKP'li Sanayi Bakanı Ali Coş­
kun , Mehmet Alacacı, Üzeyir Garih, İshak Alatan, Turgut Özal'ın
bacanağı eski Bakan Ali Tanrıyar, Aydın Doğan, H. Bayram Güneş,
bulunuyordu.
Vakfın diğer kurucu üyeleri de şunlardı:
Mükerrem Taşcıoğl u , Mü mtaz Kola, Turgut Işık, İ lyas Özgüer,
Sıtkı Çiftçi, Yılmaz Sanlı, Adil Karaağaçlı, İbrahim Polat, Kemal De­
deman, Mehmet Huntürk. Hüseyin Kocabıyık, Hüseyin Anlar, Cen­
giz Aslan, Çetin Biraniç, Tekin Günver, Fikri Akşit, lbrahim Yalçı n ,
M . Salih Tatlıcı, Hasan Çolakoğlu, Faruk Ebubekir, İbrahim Bodur,
Gündüz Sevilgen, N urullah Gezgin, Ahmet Ekmekçioğlu, Abdulka­
dir Çavuşoğlu, Engin Pak, Ahmet Yiğitbaş, Haydar Akın, Hulusi Çe­
tinoğlu, Orhan Demirtaş, Mehmet Güler, Yalçın Sürmeli . . .

78
Ergün Poyraz

Yasin Al Kadı Hisselerini Ülkerlere devrediyor


Usame Bin Laden'in en yakın adamlarından biri olduğu söylenen
Yasin Al Kadı "Ak Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketin"de ortak­
lığını, Ülkerlere bırakıyordu. O dönemde Ak Gıda'da Mehmet Fatih
Saraç yer alıyordu.
Bahar Su Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi 4.7.2000 tarihinde
22 nolu ve Murat Ülker ve Orhan Özokur'a geniş yetkiler veren ka­
rarlarda imzası bulunan isimlerin arasında Yasin Al Kadı yer alıyor­
du.

Ladin'in Finansörüne Vergi Kolaylığı


24 haziran 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi Unakıtan'la ilgili bir bel­
ge daha yayınlıyordu:
" .. Usame Bin Ladin'e finansman desteği sağladığı gerekçesiyle,
Birlişmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yasaklılar listesinde yer alan
ve ABD'nin de mal varlığını dondurduğu Yasin El Kadı'nın ortağı ol­
duğu Caravan Dış Ticaret ve İ nşaat Limited Şirketi'ne sağlanan ver­
gi kolaylığı için Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın "Olur" verdiği orta­
ya çıktı .
Vergi Barışı Kanunu yürürlüğe girmeden önce Bakanlığa baş
vurduğu belirtilen Caravan için, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın
yeniden inceleme yapılması için "olur" verdiği ortaya çıkıyordu. Ver­
gi Barışı Kanunu 27 Şubat 2003 tarihli resmi gazetede yayınlanarak
yürürlüğe girdi.
Gelirler Genel Müdürü Osman Arıoğlu tarafından Bakanlık ma­
kamına sunulan 8 Şubat 2003 tarihli ve 5630 sayılı yazıda, 'mükel­
lef tarafından Bakanlığımıza yapılan başvuruda2 denilerek, Cara­
van Dış Ticaret Limited Şirketi'nin düzeltme talebinden söz ediliyor.
Hesap uzmanları Ömer Ergenç ve Bekir Bayraktar tarafından hazır­
lanan ilk rapor doğrultusundavergi dairesinin 28 ,9 tirilyon lira tarhi­
yat yaptığı belirtilen yazıda, Caravan'ın baş vurusunda, bu verginin
28.9 trilyon değil, 2 1 .3 trilyon lira olması gerektiği görüşü yer alıyor.

79
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yazıda Bakanlık Müsteşarı Hasan Basri Aktan , Müsteşar Yar­


dımcısı Mehmet Şirin'in "Uygun görüşle arz" imzası yer alı rken Ba­
kan Kemal Unakıtan'ın aynı tarihli "Olur" u dikkat çekiyor. Hesap
Uzmanları Kurulu'na havale edilen söz konusu "Olur", Hesap Uz­
manları Kurulu Başkan Yardımcısı lbrahim Yumuşak tarafından, ilk
incelemeyi yapan hesap uzmanlarından Ömer Ergenç'e gönderildi.
Şirketin Maliye Bakanlığı'na yap.tığı başvuruda, yapılması gereken
tarhiyatın 28.9 trilyon değil, 21 .3 trilyon lira olması gerektiği belirtil­
mişti . Dolayısıyla şirket 7.6 trilyon daha az vergi ödemesi gerektiği­
ni savu nmuştu . Hesap uzmanlarınca yeniden yapılan ikinci incele­
mede, üçüncü bir rakam çıkartılarak, vergi 4.6 trilyon lira düşürüldü.
Vergi daireleri işlem Yönergesi'ne göre, vergi yükümlüsünün,
denetim elemanlarınca hazırlanan bir raporun hatalı olduğunu iddia
etmesi halinde, konunun ilgili vergi dairesince veya yargı yoluyla
çözülmesi gerekiyor. Yükümlünün, raporu aldıktan bir ay sonra ilgi­
li vergi dairesine baş vurması, sonuç alınamaması halinde de mah­
kemeye gitmesi gerekiyor. Bu iki geçerli yol denenmeksizin , bir ra­
porun , Bakan "olur"uyla aynı denetim elemanlarınca incelenmesinin
usule aykırı olduğu belirtiliyor... "
Ülkerlerle , Bakan U nakıtan aynı şirkettelerdi. Ülkerle, Yasin Al
Kadı aynı şirkettelerdi. Ülkerle, Başbakan Erdoğan ortaktı . Sonra
bu fakir ülkenin uçan trilyonları, siz ne bekliyordunuz ki? ...

Hilafet Özlemcisiyle Ortaklık


Müsiad Kurucusu ve Başkanı Erol Mehmet Yarar, "Hilafetin Tür­
kiye'den yıkıldığını" söylüyor "ve yine Türkiye'den ayağa kalkacağı­
nı" anlatıyordu. Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel hazırladığı
Milli Görüş iddianamesinde Erol Yarar'ın da diğer sanıklarla birlikte
anayasal nizamı yıkma girişiminde bulunduğunu iddia ediyordu.
MÜS İ AD'ın eski Genel Başkanı, Ülker ortağı Erol Yarar'ın Nurcu
Zehra Vakfı'nda, Kürt Said'le aynı paralelde yaptığı konuşma bu in­
sanların amaçlarını bir kere daha gözler önüne sermektedir:

80
Ergün Poyraz

"Sancak düştüğü yerden kalkacak . .


B u işin kilidi Türkiye'dir. İslam ümmetinin sancağı buradan kal­
kacak, Allah'ın izniyle ... Hadis-i Şerif söyledi arkadaşlar. . . Hilafet
sancağı nereden düşerse oradan kalkacak .
. . . Bak, hep dünyayı düşündürüyor Allah. Bize öyle vizyon ver­
miş. Köyümüzü , kasabamızı, bölgemizi değil, dünyayı kavramak,
Allah'ın arzından hakikaten, Allah'ın bir halife yaratacağı temsilci. . .
Allah'ı temsil eden, Allah'ın arzını temsil eden bütün yakasını düşü­
nen; kuzey, güney, batı böyle bir kavrayış, Allah lütfetmiş. işte bunu
takip etmek buna göre gitmek, buna göre çalışmak, İşte Zehra Vak­
fı !. . . . Medrese-tül Zehra'dan çıkan talebelerdir. inşallah bu vizyonla
çıkması lazım. Medrese-tül Zehra ; Allah inşallah Said-i Nursi haz­
retlerinin o güzel ifadeleriyle buyurmuş oldukları o Medrese-tül Zeh­
ra'yı kurmayı ve böyle bir vizyonu bütün bir dünyayı yönlendirecek
vizyonu gençlerimize aşılamayı nasip etsin. Bütün temennimiz bu­
dur.
Bakalım sancak ne zaman göklere dikilecek? .... Onun içinde
Medrese-tül Zehra'nın talebeleri de olacak. Bir bakacağız ki, Al­
lah'ın izniyle lslam Ordusu'nda!. .."

Ülkerler, Müsiad Kurucusu Erol Yarar ile de otomobilcilik dalında


OMC Otomotiv Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adı altında bir or­
taklık kuruyorlardı. Daha sonra buradaki hisselerini Ömer Özargun
ile Nadir Haluk Vardar'a devrediyorlardı.

Ermeni Ortaklar
Ülkerlerin Amerikalı, Alman, Yahudi, Rum ortaklarının yanında
Ermeni ortakları da yer alıyordu. Doğan Matbaacılık Ambalaj Sana­
yi ve Ticaret Anonim Şirketi adı altında faaliyete geçirdikleri şirket­
teki Ermeni ortakları şu isimlerden oluşuyordu:
Dikran Mihran Acemyan
Dikran Acemyan
Fotini Acemyan

81
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Aynı şirketteki diğer ortakları ise ; Karabet Kalender, Vahram Se­


rap, Sevim Bardakçı , Sebahattin Saraç, Yener Mehmet Sonu­
şen'den oluşuyordu.
Ermeni-Azeri savaşında Ermenilere Ülker grubundan 18 ton
malzeme gönderiliyor, bu malzemenin çikolata olduğu iddia edili­
yordu . Savaşın ortasında Azeriler ekmek bulamaz, bir milyon savaş
kaçkını açlık ve sefaletle penç�leşirken, Ermeniler, Ülkerler saye­
sinde çikolata dağlarına kavuşuyorlardı.
Aynı Ülkerler yıllardır, milliyetçi- mukaddesatçı çevrelerinde en
büyük hamileri (koruyucu-kollayıcıları) arasında yer alıyorlardı. Söz­
gelimi bunlardan biri de Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vak­
fı'ydı. . . Fetullahçıların Abant toplantılarının tertipçilerinden olan bu
vakfın ihdas ettiği 'Türk Dünyasına Üstün Hizmet Ödülü" Ülkerlere
de verilmişti. Ermenistan'a uygulanan ambargoyu delmek te Türk
Dünyasına üstün hizmetin bir göstergesi olmalıydı!
Ne demişler! Al gülüm ver ödülüm pardon ver gülüm.

Essselamu Aleyküm Ya Murat Ülker


28 Şubat döneminin en cıvcıv günlerinden birinde kemale ermiş
bir paşamız İrticai kuruluşların başında geldiği gerekçesiyle bunalan
Ülker gurubunun en etkili isimlerinden Murat Ülker'e, "Silahlı Kuv­
vetlerden sakın ha özür dilemeyin onlar sizden özür dilesin" şeklin­
de telkinlerde bulunuyordu. Sayın paşamız danışmanlığını yaptığı
Ülker grubuna adeta "yavuz olun, dayanın" diyordu. "Bu devlet siz­
den er geç af dileyecek." Bunları söyleyen bu saygıdeğer paşa, ay­
nı zamanda askeri birliklere Ülker ürünlerinin sokulmaması konu­
sunda da en hırslı(!?) mücadeleyi veriyordu .
Kemale eren b u paşamızın tavsiyesiyle Ülker grubu askerle iliş­
kileri düzeltmek amacıyla bir başka generali bünyesine dahil eder.
Grubun bu davranışındaki tek düşüncesi Ateş gibi gördükleri bu pa­
şa sayesinde ordu ile ilişkileri düzelecekti.
Emekli Paşa, Ülker'de göreve başlar başlamaz ofisinin bulundu-

82
Ergün Poyraz

ğu koridorlarda paçalar kıvrık, havlu omuzda gezmeye başlar. Ça­


lışma odasının hemen yanındaki odayı mescit haline getirir. Murat
Ülker bir ay kadar sonra paşaya hayırlı olsun ziyaretine gittiğinde
paşa onu kapıda; "Esselamu aleyküm varahmatullahi veberakatü­
hü ey Murat Ülker" sözleriyle karşılar. Durumun vahametini kavra­
yan Murat Ülker'in ağzından şu sözler dökülür; "Eyvah şimdi hapı
yuttuk. Paşa bizden de baskın çıktı ." Murat Ülker, Paşa , gruptan ay­
rılana kadar bir daha yanına gitmez.
Bazı Emekli paşaların adeta ikinci baharlarını yaşadıkları Ülker
grubun'a adım atan bir diğer isimde emekli generallerden Çetin
Haspişiren'di. Haspişiren, Ülker'in gençleştirme operasyonları sıra­
sında "durumunuz ne olacak" diyenlere "ben ayrıcalıklıyım, bana bir
şey olmaz" diyor, Murat Ülker'den cevabı almakta gecikmiyordu.
"Kimse ayrıcalıklı değildir bu Paşa'da gidecek" ve Haspişiren, Ül­
ker'e veda etmek zorunda kalıyordu.
Çetin Haspişiren'in 1 969 Ankara doğumlu oğlu Baybars Yasever
Haspişiren'de eski Londra Asfaltı 9-1 3'de faaliyet gösteren Koç gru­
buna bağlı Otokar Otobüs Karoseri Sanayii Anonim Şirketinde
Land Rover servis memuru olarak göreve başlıyordu.
Öyle garip garip bakıp "ne var bunda" demeyin . Babanın yani
Çetin Haspişiren'in mensubu olduğu kurum araç ihtiyacının önemli
bir kısmını bu şirketten karşılamaktadır. Ankara 3. Noterliğinde
28.0 1 . 1 993 tarihinde 02605 no ile Otokar'dan 5250 adet arazi tipi
devriye ve müdahale aracı olarak Land Rover marka Pick-Up ların
sözleşmesi yüz üç milyon altı yüz seksen yedi bin beş yüz lngiliz
Sterlini bedel karşılığı imzalanır. Araçların alımı için kredi şartlarını
kabul eden Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı olarak imza atan yetki­
li Tevfik Altınok olarak kayıtlara geçiyordu.
Ne ilginçtir ki diğer firmaların itirazları , ihale komisyonundaki uz­
manların muhalefet şerhleri dikkate alınmaz.
Böylece İ ngiltere'nin sömürgelerine bile satamadığı aslı 68 bey­
gir olan, ancak bize 70 beygir olarak yutturdukları Land Rover'leri

83
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

piyasa fiyatının çok çok üzerinde bir fiyatla satmışlardı. Kaldı ki, yet­
miş beygirlik standart Land Rover'lerin üzerinde on bir kişilik man­
ga ile hareket kabiliyetinin yok denecek kadar az bir hale geleceği
uzmanlarca belirtilmişti .Bu sebeple tercihin 1 1 0- 1 1 3 beygirlik arazi
araçlarından yana olması gerekiyordu. Bu alımda Milyonlarca ster­
lin zarara da uğranılmıştır. Tabi ki insanın aklına şöyle bir soru da
geliyor. Acaba gücü zayıf olan pu araçlar yüzünden pusuya düşüp
pusudan kaçamayan yüzlerce askerimiz bu nedenle mi şehit ol­
muştur?
Normalde en az beşyüz bin km den önce rektefe olmaması ge­
reken araçlar daha elli bin km'ye gelmeden devre dışı olmalarının
sebebi motor güçlerinin oldukça zayıf olmasından mıydı? . .
Mayıs ayı ortalarında tüm tarikatlar v e dinci örgütler gibi lngiliz
menşeli Amerikan destekli Hizb-ut Tahrir isimli örgüt Özbekistan'da
ayaklanma çıkarmış yüzlerce insanın ölümüne yol açmıştı . Aynı ör­
güt yine aynı günlerde Ankara'nın göbeğinde "Hilafet isteriz" diye
gösteri yapmıştı . "Özbek Devleti isyanları bastırırken Türkiye'de
montajlanan Land Rover'leri kullandı" diye lngiltere feryadı basıyor,
Lordlar Kamarasında soruşturma açacağını ilan ediyordu.
PKK'nın da ABD ile birlikte en büyük hamilerinden olan l ngiltere
araçlarının arazi şartlarındaki ayıplı halinin en çok PKK'ya yaradığı­
nı bildiği için bu araçların operasyonlarda kullanılmasına ses çıkar­
mıyordu. Eli kanlı PKK militanlarına karşı güvenlik güçlerinin sapan
taşı bile kullanmaları karşısında insan hakları diye yırtınanların bu
araçların operasyonlara katılmalarına neden ses çıkaramayıp bıyık
altından gülmelerinin nedeni, bir polis müdürünün Jandarma'nın ln­
giltere'den, Emniyetinde İ rlanda'dan aldığı ve hareket kabiliyetinin
çok zayıf olmasından sık sık pusuya düşüp yüzlerce vatan evladının
şehit düşmesinde baş rol oynayan bu araçları ithal eden firma yet­
kilisine söylediği sözlerde yatıyordu . "Bunlar katil araç!"
1 986 yılında Jandarma Genel Komutanlığı 4x4 araç alımı yapar­
ken çıkarılan şartnamede aracın gücünün 70 BG olması öngörülü-

84
Ergün Poyraz

yordu. OTOKAR sanayi Ticaret A.Ş. araçların orijinal üretim yeri


olan lngiltere'de Land Rover 2,5 Dizel Standart SW aracın 68 BG
olduğunu bilmesine rağmen söz konusu aracı Jandarma Genel Ko­
mutanlığı'na 70 BG olarak teklif etmiştir.
Bu şekilde hem Jandarma Genel Komutanlığı, hem de Sanayi
ve Teknoloji Bakanlığı yanıltılmıştır. Sanayi Bakanlığı'na verilen bu
araçla ilgili teknik özelliklerde gerçek dışı olarak motor gücü 70 BG
olarak gösterilmiştir. Ve bu durum yıllarca bu şekilde devam etmiş­
tir.
Oysa bugün Pakistan, Cezayir, Tunus gibi ülkeler Otokardan tur­
ba dizel 1 30 BG araç almayı öngörmüşlerdir.
lngiltere bu aracı geçmiş dönemlerde sömürgelerini sömürmek
için üretmiş sürekli olarak onlara satmıştır. Sömürgeler bu araça
doyduktan sonra sıra Türkiye'ye gelmişti . 1 987 yılında bu araçların
Türkiye'de montajlanmasına karar verildiği zaman İngiltere Land
Rover stoklarında elde kalmış binlerce parça bulunmaktaydı.
Otokar bu araçlarla ilgili bir yanıltıcı bilgide teknik belgelerinde
yapmıştır. Aslında 4x4 binek otomobil statüsünde olan Land Rover
arazi aracının teknik belgelerinde araç minibüs olarak gösterilmiştir.
Otokar neden böyle bir belge düzenledi derseniz cevabı açıktır.
Minübüs tarifesinde ÖTV yüzde 9 iken binek otomobil tarifesinde
ÖTV yüzde 60'dır.

Evyap'ta Atatürkçü (!} Paşa


Harp Akademileri Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yavuz irti­
ca ile mücadelede en ön saflarda görülürken aynı zamanda Fetul­
lah Gülen'e yakınlığı ile bilinen Evyap Holdingin Yönetim Kurulu
Üyeliğinde yer alıyordu.
Evyap Holding Anonim Şirketi , Cendere Yolu, Hamidiye Suyu
Karşısı N o . 1 O Ayazağa adresinde, 1 66 1 89 / O sicil no ile
31 .08. 1 979 tarihinde kurulmuştu. 1 979 yılında kurulan bu şirkete
daha sonraları 28 Şubat'ın irtica ile mücadeledeki kahramanların-

85
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

dan (!?) tam adıyla Münir Kemal Yavuz'da intikal ediyor, Haziran
2004 yılında Evyap Yönetim Kurulu şu isimlerden oluşuyordu:
Mehmet Fikret Evyap
Mehmet Fethi Evyap
Nimet Evyap
Özer Seliç

Münir Kemal Yavuz


Cengiz Solakoğlu
Cem Kozlu
Nevzat Tüfekçioğlu
02.02.2002 tarihli Zaman gazetesinde Evyap Sabun Sanayii Şir­
keti'nin sahibi Mehmet Rıfat Evyap'ın eşi Hedise Evyap, lstanbul
Eyüp Mezarlığı'nda toprağa verildiği haberi yer alıyor ve Kemal Ya­
vuz'un kimlerle saf tuttuğu görülüyordu:

"Cenaze namazını kıldıran Nihat Temel, Hedise Evyap'ın bir as­


ra yakın müttaki bir şekilde yaşadığını söyledi. Cenaze törenine şir­
ket çalışanları yanında ailenin çok sayıda seveni katıldı. Evyap Yö­
netim Kurulu üyesi emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak, Prof. Dr. Suat Yıldırım, STV
Genel
. Müdürü
. Hidayet Karaca, DYP Milletvekili Celal Adan ve DYP
lstanbul il Başkanı Süleyman Soylu, Hayrettin Karaca, Nihat Gök-
yiğit, İ hsan Kalkavan, Galatasaray eski yöneticisi Ergün Gürsoy ile
Abdurrahim Albayrak, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Za­
man Gazetesi Genel Müdür Yardımcısı izzet Çal ve CHA Genel Mü­
dürü Reşit Haylamaz da törende hazır bulundu.
Hedise Evyap'ın (93) cenazesi , cuma namazını müteakiben
Eyüpsultan Camii'nde kılındı. Hedise Evyap'ın oğulları Ahmet Fikret
Evyap ile Mehmet Fethi Evyap, cenaze namazı öncesi cami avlu­
sunda taziyeleri kabul etti ."

86
Ergün Poyraz

02.02.2002 tarihinde Fetullah Gülen Hedise Evyap için şu şekil­


de Taziye Mesajı veriyordu :
"Bir hemşehrileri olarak fakirin d e vefa, kadirşinaslık ve cömert­
liklerine şahit olduğu , memleketimizin eşrafından EVYAP ailesinin
nazenin hanımefendisi , Ahmet Fikret, Mehmet Fethi Beyler'in, Ni­
met, Mürüvvet, Nebahat ve Selime Hanımefendiler'in muhtereme
valideleri, vefalı yaran ilhan lşbilen Beyefendi'nin kayınvalideleri ,
özellikle hastalıklarımla baş başa kaldığım zaman dualarını vicda­
nımda, hissettiğim azize insan Hedise Evyap Hanımefendi'nin vefa­
tını teessürle öğrenmiş bulunmaktayım. Merhumeye Cenab-ı Mev­
la'dan rahmet ve mağfiret diler, başta ailesi olmak üzere geride ka­
lan tüm yakınlarına, dost ve sevenlerine taziyetlerimi sunarım.

Gülen'in Hedise Evyap'la İ lgili Söylediği Sözler


Fetullah Gülen Hedise Evyap'ın damadı ilhan lşbilen'i vefalı ya­
ran olarak ilan ederken anne Evyap için şunları da söylüyordu:
" ... Alakalı olduğum ve alaka duyduğum bazı Allah dostlarının ve­
fatı benim öyle yüreğime indi ki, bazı şeyleri aşamıyorum. Beni te­
sir altına alıyor çok yıpratıyor. Ali Ulvi Beyin ölümü, Evyap annenin
vefatı, Hekimoğlu'nun hastalığı hepsi üst üste gelince ruhumu pres­
lediler. Evvap anneyi anam gibi severdim, annem gibi gelirdi bana.
Bundan sonra Ali Ulvisiz Medine benim için bir ızdırap. Artık ruhun
tesellilerine sığınıyorum, Üstadın hayatına gidip O'nun iç mücadele­
lerindeki alıp vermelerine dayanıyorum. iş çok olunca gaileler de o
kadar oluyor. Gaileler de insanın oturup güzel şeyler üretmesine
mani oluyor. . .
"

Kemal Yavuz Paşa'nın Yönetim Kurulu Üyesi olduğu Evyap ai­


lesinin damadı İ lhan İ şbilen, Samanyolu TV Yönetim Kurulu Baş­
kanlığı görevini de yürütmüştü .
04.03.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Hikmet Çetinkaya;
Fetullah Gülen'in serüveni adlı yazısında lhan lşbiien'e şöyle yer
veriyordu :

87
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

" . . Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kaset­


lerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar hem de para sağlanıyor­
du. Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi , Şerafettin Kartal , Bayram Yük­
sel ve diğer önemli Nurcu ağabeyler "Bantla hizmet olmaz" diye bu
örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu
tarzda ısrar etti . Kemal Erimez, Mustafa Birlik, ilhan lşbilen, Cahit
Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nur­
cuları da Fethullah Gülen'in yanında yer aldılar. . .
"

Kemal Yavuz Paşa medyada bu denli yer alan Evyap ailesi ve il­
han İşbilen'in kim olduğunu bilmiyordum diyebilir mi? . . .
Akyazılı Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı internet sitesinde "Tarihçe­
miz" başlığı altında İ ş bi len e şöyle yer veriyordu :
'

" . . . AKYAZILI OYEV malikleri olduğu 1 723 sokak no:4 Karşıyaka


/IZMI R adresindeki iki katl ı evlerini vakfederek merhum Nefi AKYA­
ZILI (Hicri 1 337 / 1 976) ve muhterem eşleri merhume Zehra Pem­
be AKYAZILI (Hicri 1 339 / 2003) tarafından 903 sayılı yasaya uygun
olarak 1 972 yılında kurulmuştur.
Vakıf adını Nefi beyin soyadından almıştır. Nefi beyin babası
merhum zamanın ileri gelen hattatlarındandır ve kendi soyadım so­
yadı kanunun yürürlüğe girmesiyle güzel yazı anlamına gelen AK­
YAZILI olarak almıştır. Vakıf adının ADAPAZARI Akyazı ile hiçbir il­
gi ve alakası bulunmamaktadır.
Merhum Nefi bey maddi bakımdan çok güç şartlar altında öğre­
nim görmüş ve kendi gayret ve yetenekleri ile Saint Josef'den me­
zun olmayı başarmıştır. Bu durum kendisinde maddi imkanlar bakı­
mından okumada güçlük çeken kıymetli vatan evlatlarına yardım et­
me fikrini oluşturmuş ve bunun sonunda eşini de yanına alarak bu
vakfı İlhan İşbilen ve Hasan KILIÇ beylerin şahitliğinde 25.02. 1 972
Cuma günü kurmuş ve faaliyete geçmiştir. Vakfın Karşıyaka'da bu­
lunan merkezi daha sonra 502/2 sokak no: 39 Bahçelievler / IZM I R
adresindeki binaya taşınmıştır. .. "

88
Ergün Poyraz

Komünistlik Yapmayın
Münir Kemal Yavuz Paşa Antalya'da yayın hayatına başlayan
Müdafaa-i H ukuk dergisinde Atatürkçülük(!) yapmak için yazı yaz­
maya başlar. Aynı dergiye Suna Kili'yi de getirir. Müdafa-i Hukuk
dergisinde Rahmi Koç ile bir bar sahibinin basında yer alan fotoğ­
rafı basılır. Altında da latife yollu yazılar yazılır. Atatürkçü(!) Kemal
Yavuz Paşa buna çok bozulur. Dergi yönetimine telefonu açar ve
fırçayı basar; "Komünistlik yapmayın . . .
"

Dergi de Allah için komünistlik (!) yapmaktan geri durmaz. Rah­


mi Koç'u n Yunanistan'ın tank modernizasyonu ile ilgili ihaleyi alma­
sı ve papaz okulu ile ilgili haberlerin de dergide yer alması üzerine,
yine telefona sarılan Paşa şunları söyler:
"Dün gece Rahmi Koç ile beraberdim. Dergi için 4 milyar lira al­
dım. Şimdi adamın yüzüne nasıl bakacağım. Bu yaptığınız tam bir
komünistlik . . .
"

Ve telefonu kapatır. Kemal Yavuz, Müdafaa-i Hukuk Dergisi'nde


yazan Suna Kili'den Murat Ülker'den reklam almasını istemiştir.
Çünkü, Murat Ülker Suna Kili'nin eski öğrencisidir. Murat Ülker kar­
şısında kendinden daha etkili olacaktır. Murat Ülker'de hocasını kır­
maz ve reklam vererek dergiye maddi destek sağlar. Kemal Yavuz
Paşa, Rahmi Koç ile ilgili yayınların hemen ardından bu kere rek­
lamları kestirir.
Kemal Yavuz aracılığı ile dergiye katılan Van eski valisi Mahmut
Yılbaş, Çetin Yetkin'den ayrılır. Yılbaş da Müdafaa-i Hukuk dergisi
çıkarmaya başlar. Yılbaş'ın dergisinde Ülker reklamları görünmez
ama Emekli Orgeneral Necati Özgen'in Müdafaa-i Hukuk Vakfı
Başkanı ve Van eski Valisi Mahmut Yılbaş'ın Müdafaa-i Hukuk Vak­
fı Başkan Yardımcısı sıfatı ile Ülker grubuna gönderdiği "Teşekkür
Belgesi" aynen şöyleydi:
" Müdafaa-i Hukuk teşekkür belgesi
Ülker (Yıldız Holding) A.Ş.
Türk Ulusu'nun Bağımsızlık ve Ulusal Egemenlik Mücadelesinin

89
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

temel felsefesini oluşturan "Müdafaa-i Hukuk" anlayışının , düşünce


ve çalışmalarınız ile günümüzde de geçerli olduğunu savunmanız;
ayrıca Müdafaa-i Hukuk Vakfı çalışmaları na fikri ve maddi olarak
sağladığınız desteklerden dolayı Kuruluşunuza Teşekkür Belgesi
verilmesi, 9 Şubat 2004 sayı ile kararlaştırılmıştır. . .
"

Kemal Yavuz, Çetin Yetkin'in çıkardığı dergiyi yok etmek için


Mahmut Yılbaş'ı desteklerken, Çetin Yetkin, Metin Aydoğan, Musta­
fa Yıldırım ve diğerleri için "Atatürkçülükten saptılar" yakıştırmasın­
da bulunuyordu.

Devlet Malını 30 Milyon Dolara Vadeli Al, 82 Milyon Dolara Peşin


Sat
Kemal Yavuz Paşa'nın Yönetim Kurulu Üyesi olduğu Fetullah
Gülen'e yakınlığı ile bilinen Evyap, devletten yaklaşık 30 milyon do­
lara taksitle aldığı yeri 82 milyon dolara peşin olarak satmasının ar­
dından "iş bilenin kılıç kuşananın" sözüne nazire yaparcasına ba­
sındaki yerini alıyor, kendince savunmaya geçiyordu:
Sabah gazetesinin 24. 1 2.2004 tarihli konuyla ilgili haberi şu şe­
kildeydi:

Evyap; Vicdanen rahatım


Yarımca Porselen'i 52 milyon dolarlık fahiş karla Erdemir'e sattı­
ğı iddiasıyla eleştirilen Mehmed Evyap arsanın maliyetinin 79.4 mil­
yon dolar olduğunu belirterek "Vicdanen rahatını" dedi.
Yarımca Porselen Fabrikası'nı 30.5 milyon dolara Özelleştirme
İdaresi'nden alıp Ereğli Demir-Çelik'e 82 milyon dolara satan Ev­
yap, bu satıştan iddia edildiği gibi 52 milyon dolar değil sadece 2
milyon dolarlık karları olduğunu açıkladı. Evyap'ın sahibi Mehmet
Evyap bu alışveriş dolayısıyla hiçbir pişmanlığının olmadığını söyle­
di. Yarımca Porselen'i 1 998 yılında 1 5 firmanın da katıldığı ihaleyle
30.5 milyon dolara aldıklarını belirten Evyap Yürütme Kurulu Üyesi
Bekir Kılıç, gelişmeleri şöyle anlattı:

90
Ergün Poyraz

Deprem engelledi
1 5 firmanın katıldığı açık artırma 1 3 milyon dolar ile başladı. En
yakın rakibimizden 4 milyon dolar daha fazla vererek, 3 1 4 bin 500
metrekarelik arsayı içindeki fabrika ile birlikte aldık. 3 yıl vadede
34.4 milyon dolar ödendi.
Arsayı önünde liman bulunan sanayi tesisi haline getirecektik.
Ancak deprem olunca Bayındırlık Bakanlığı imar iznini durdurdu.
Ancak çocuk bezi ve hijyenik ped yatırımımızı geciktirmeden yap­
mak, zorundaydık. Bu yüzden bu yatırımımızı Tuzla'da yaptık. Bu
yüzden bu arsa yatırım alanımızın dışında kaldı.

82 Milyon dolar
Özelleştirme İdaresi'ne ödenen değerin Eurobond faizi ile günü­
müzdeki ederi 66.6 milyon dolardır. 1 958'den bu yana süren arsa
ihtilaflarını çözdük. Ek olarak 1 8 bin 225 metrekarelik 5 yeni arsa
satın alındı. Bu arsaların ederi de 3.9 milyon dolar. Deniz tarafında
alınan toplam 28 bin metrekarelik arsanın değeri de 3.9 milyon do­
lar. 6.5 yıl içinde güvenlik görevlileri ile idari personel için 1 .9 milyon
dolar ödedik. Liman projelendirmesi için de 2 milyon metreküp se­
ramik atığı kaldırılarak deniz dolgusunda kullanıldı. Bu işlemin mali­
yeti de 3 milyon dolar. Bölgeye yapılan yatırımların toplamı 79.4 mil­
yon doları buldu ..."

En değerli arsa
Arsa satışa çıktığında Erdemir ile birlikte iki yabancı firma daha
başvurdu. Üç firma da ayn ı değeri verdi. Ancak biz bölge belediye­
lerine istihdam sözü verdiğimiz için yalnızca liman yatırımı değil is­
tihdam sağlayacak yatırımlar yapacak olan Erdernir'i tercih ettik.
Bölgede depremin izleri silindi. Yatırımlar sürüyor. Bu alan bütün
Marmara'da liman yapımına en uygun eşsiz bir bölge ... "

Paşa'da Şirket Çok


Kemal Yavuz Paşa sadece Evyap'ta mı ortak? Tabii ki hayır. Koç

91
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

grubuna baktığımızda Maret ve diğer kuruluşlarda da Münir Kemal


Yavuz Paşa'yı görebiliyoruz. Hatta Silahlı Kuvvetler'le ticaret yap­
mayı amaçlayan ANAP ileri gelenleriyle kurduğu ortaklıklarda da ...
Paşa'nın, Yurtsan Yurt Savunma Sanayi Enerji inşaat ve Ticaret
Anonim Şirketi adıyla Cumhuriyet Caddesi, Seyhan Apartmanı 1 2-
5 Elmadağ'da 1 997 yılında kurduğu şirketin sermayesi 200 bin YTL
olarak kayıtlara geçiyordu .
Şirketin faaliyet alanı ş u şekilde belirleniyordu:
"Şirket, Silahlı Kuvvetler ve güvenlik güçleri için her türlü kara,
hava ve deniz araçları , silahlı araçlar, silah , mühimmat, cephane ve
teçhizatları ile yiyecek, giyecek, içecek, barınak, malzeme, makine,
alet ve edavat ve sair her türlü ihtiyaçları yurt içinden ve yurtdışın­
dan temin etmek, taahhüt etmek, imal etmek, bakımını yapmak, al-
mak ve satmak . . . . . . . ve ana sözleşmesinde yazılı olan diğer işler. . .
"

Kemal Yavuz Paşa'nın ortakları ise yine ilginç isimlerden oluşu-


yordu:
Mehmet Yıldırım
Yusuf Doğanşafak
Engin Güner
Saner Özden
Ali Rıza Çarmıklı
H üseyin Cahit Aral
Mahmut Yalçın Aral
A. Kelami Kayahan
N ecmettin Gençyılmaz ...

Şeyhin Fakültesi
Kamuran Zeren imzasıyla 30 Nisan 2001 tarihli Hürriyet gazete­
sinde çıkan "Şeyhin Fakültesi" başlıklı haber tarikatlann kat ettiği
mesafeyi bir kere daha gözler önüne seriyordu:

92
Ergün Poyraz

Nakşibendi Tarikatı, Darende'de ilahiyat Fakültesi Kurdurdu


DYP-SH P hükümeti döneminde kurulan lnönü Üniversitesi Da­
rende ilahiyat Fakültesi'nin Nakşibendi Tarikatı tarafından kurdurul­
duğu ve bu kurumun tamamen tarikat egemenliğinde olduğu orta­
ya çıktı. YÖK Denetleme Kurulu tarafından hazırlanan "çok gizli" bir
raporla, konu YÖK Genel Kurulu ve Başbakan'lığa iletildi .
YÖK Raporu'nda, Malatya il merkezine 1 20 km uzaklıktaki 1 1
bin nüfuslu ilçeye böyle bir fakülte kurulmasının hiçbir bilimsel, kül­
türel, sosyal ve stratejik nedeni bulunmadığı vurgulandı . Raporda
fakültenin Nakşibendi Tarikatının elinde nasıl ve hangi amaçlar için
kullanıldığı ortaya konuldu. Raporda, 1 993 yılında eğitime başlayan
fakülte ve vakıfla ilgili bilgiler şöyle yer aldı:

Nakşi Şeyhi Öncü


Darende'ye bir ilahiyat fakültesi açılmasına , Nakşi şeyhlerinden
Osman Hulusi'nin 1 986'da kurduğu "Es-Seyyid Osman Hulusi
Efendi Vakfı" öncülük ettiği belirlendi. Vakıf, daha önce imam-hatip
lisesi yatakhanesi olarak yaptırdığı binayı fakültenin kullanımına
verdi.
Fakülte binası gibi lojmanlar da vakfın malı. Lojman dağıtımını,
fakülte yönetimi değil, vakıf yürütüyor. Tarikatçılardan oluşan lojman
yönetim kurulu, lojmanları, dekanlığın yaptığı sırayı dikkate alma­
dan, rahatça yönlendirdikleri öğretim elemanlarına tahsis ediyor.
Hatta lojmanların dörtte birinde, fakülteyle ilgisi bulunmayan tarikat
mensupları oturuyor.
Fakültenin genel sekreterliğini 7 yıldan beri tarikat şeyhinin ye­
ğeni Tacettin Ateş yürütüyor. Bu kişi aynı zamanda, Es-Seyyid Os­
man Hulusi Efendi Vakfı'nın da sekreteri ve yönetim kurulu üyesi.
Darende' de devlete ait öğrenci yurdu yok. öğrenciler, Tarikat ve ce­
maatlerin yurt ve evlerinde kalıyor.

Bağışlar Da Vakfa
Nakşibendi Tarikatının kurduğu vakıf aracılığıyla, İ lahiyat Fakül-

93
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tesi'ne yardım adı altında müritlerden ve büyük şehirlerde yaşayan


zengin Darendelilerden bağış toplanıyor. Ancak bu paraların bir ku­
ruşu bile fakülteye harcanmıyor, doğrudan vakfa gidiyor.

Garabet Fakülte
Çağdaş bilime ve gelişmeye açık aydın din adamı yetiştirmek
amacıyla kurulan fakülte, bu amacına hiçbir zaman yaklaşamadığı
gibi hiçbir gelişme göstermemiş, günden güne gerileyen bir kurum
haline gelen fakülte, içinde bulunduğu şartlar ve vakıf ile olan ilişki­
lerinden dolayı devlete ait olmaktan çok tarikatın ilahiyat fakültesi
görüntüsünde.

Darende, Tarikatın Kurtanlmış İlçesi


YÖK Denetleme Kurulu raporunda, Darende l lçesi'yle ilgili şu
saptamalar da dikkat çekiyor:

Başı Açık Gezenler


ilçede, kadınların sokağa çıkması ayıp karşılanıyor. Buna uyma­
yan kız öğrencilere kötü gözle bakılıyor. Başı açık gezen kadınlara,
esnaf müdahale ediyor.

Sinema, Pastane Yok


İ lçede sosyal, kültürel hiçbir tesisin yanısıra öğrencilerin, öğretim
elemanları ve ailelerinin yararlanabileceği sinema, tiyatro, pastane,
kütü phane gibi yerler yok.

Kütüphane Kapalı
İ lçe çarşısında kitap satan bir tek yer bulunmadığı gibi ilçe halk
kütüphanesi de kapalı.

Gazeteler Yasak
ilçeye gazete ve dergi sokulmuyor. Sadece radikal dinci Akit,

94
Ergün Poyraz

Yeni Şafak, Zaman ve arasıra Türkiye gazeteleri geliyor. Akit Gaze­


tesi, öğrencilere parasız dağıtılıyor.

Şeyh Hulusi Efendi ilkokul Mezunu


NAKŞI şeyhi Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi, 1 9 1 4 yılında Da­
rende'de doğdu. 1 923 yılında kurulan Cumhuriyet İ lkokulu'nda baş­
ladığı resmi eğitimini 1 929'da tamamladı . Resmi öğrenim hayatı , il­
kokuldan öteye gitmeyen Osman Hulusi , 1 945'te babasının ölü­
münden sonra Şeyh Hamidi Veli Camisi'nde imam-hatiplik görevi­
ne başladı. H ulusi , 1 987'de emekli oldu, 1 990 yılında da vefat etti.
Yaşamı boyunca "cami ihya ve onarım" ile "imam-hatip lisesi ve Ku­
ran kursu yaptırma ve yaşatma" isimleri altında 9 dernek kuran Hu­
lusi'nin 1 986 yılında kurduğu vakfın başkanlığını halen Hamideddin
Efendi yürütüyor.

Süleyman Demirel ve lnönü Kurdu


Devletin resmi raporla "Kuruluşuna tarikat öncülük etti" dediği
Darende ilahiyat Fakültesi, bir ilçede açılmasına izin verilen ilk fa­
külte olma özelliğine sahip. Fakülte, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel'in Başbakanlık yaptığı DYP-SHP Hükümeti döneminde ku­
ru ldu. Fakü lte, Başbakan Yardımcılığını Erdal İnönü, Milli Eğitim Ba­
kanlığı'nı Köksal Toptan'ın yaptığı 50. hükümetin 2 1 yeni üniversite
ile 2 yüksek teknoloji enstitüsü açılmasını öngören tasarıyla Meclis
gündemine getirildi. Meclis, aynı yasayla Darende ilahiyat Fakülte­
si'nin yanısıra şehir merkezlerinde olmak şartıyla 1 3 ilahiyatın daha
kurulmasına onay verdi.

Milli Eğitimde Hizbullahçılar


3 Kasım seçimlerinin ardından iktidara gerlen AKP h ükümetinin
Milli Eğitim Bakanlığı'nda irticai yapılanmalar olanca hızıyla sürer.
Milli Eğitim'de "Hizbullahçı" oldukları belgelenen öğretmenler bi­
le korunup kollanırken Atatürkçü öğretmenlere PKK ve başka it-

95
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

hamlarla iftiralar atılır. İşte ilk göz atışta " İ rticai faaliyetlere katıldığı
belirlenenlere "AKP'li Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptırımlarını(!) gös­
teren ve mahkeme kayıtlarına geçen öğretmen listesi:

" Bitlis Tatvan Anadolu Lisesi öğretmeni İlhami Erkan'ın, Yasadı­


şı Hizbullah terör örgütü üyesi olduğundan , hakkında getirilen "Dev­
let memurluğu'ndan çıkarılma" teklifi Bakanlığımız Yüksek Disiplin
Kurulu'na intikal ettirilmiş olup, henüz sonuçlanmamıştır.
Malatya 20 Mayıs Vakfı Turgut Özal Lisesi öğretmeni Üzeyir
lnal'ın; Yasadışı Hizbullah terör örgütüne ait bir evde yapılan ara­
mada CD'lerde adının geçtiği, örgüte yardım etmek suçundan tu­
tuklandığından , il dışına nakledilmiş, "Kınama" ile cezalandırılmıştır.
Malatya Pötürge Lisesi öğretmeni Mehmet Selim Yapalak'ın; ya­
sadışı Hizbullah terör Örgütünün İlim gurubu içinde faaliyet ve ey­
lemlerinin tespit edildiğinden , İl dışına nakledilmiş, "Kınama" ile ce­
zalandırılmıştır.
Bingöl Lisesi öğretmeni M. Sait Tokuş'un; yasadışı Hizbullah te­
rör örgütü üyesi olmak suçundan " 1 2 yıl 6 ay hapis" ile cezalandırıl­
dığından görevine son verilmiştir....

Destere Necmi'nin torunlan


Adapazarı'nda basılıp dağıtılan Tevhii Çekirdek dergisini görün­
ce insanın ilk aklına gelen şey, bunlar; "Destere Necmi'nin torunla­
rı" mı demek oluyordu. Bilmeden yaptığının hatta yapmadığınız her­
şeyin karşılığı boynunuzun vurulması, ipte sallanmak . . . Derginin ku­
rucusu kendi anlatımlarına göre RP'nin içinde bulunmuş, Nurcular­
dan . . . Derginin 9. sayfasında boyun vurma nedeni şöyle açıklanı­
yordu :
"Her kim ki, Allah (CC)'ın yedi kat semanın üstünde, arş'ın üze­
rinde olduğunu söylemezse o kişi rabbisine küfür etmiştir. Kanı he­
lal olmuştur. Kendisine tevbe ettirilir. Tevbe ederse ne ala, tevbeden
kaçınırsa boynu vurulur ve cifesinin pis kokusundan, Müslüman la-

96
Ergün Poyraz

rın ve ahid sahiplerinin eziyyet görmemesi için uzak bir çöplüğe atı­
lır. Malı ise ganimet olur. Hiçbir Müslüman ona mirascı olamaz. Zi­
ra Müslüman'ın kafire mirasçı olması yasaktır. . ."

Namaz kılmayanlar ise yandı, Dergi lslam büyüklerini referans


göstererek bu konuda 1 6. Sayı, 1 8- 1 9. Sayfalarda şunları yazıyor­
du:
" Ebu Hanife (RA)
' Namazı terk eden bir kimse namaz kılıncaya kadar habs edilir.
Sırtından kan çıkıncaya kadar dövülür, Tevbe edip namaz kılıncaya
kadar da tutuklu kalır. . .
"

imam Malik (RH)


'Namazı terk eden kimseye vakit içersinde namaz kılması emr
edilir. Eğer vakit çıkıncaya kadar namaz kılmamak üzerinde ısrar
ederse öldürülür. . '

imam Şafi (RA)


'Bir vakit namazı terk eden ya da zaruret vaktinden çıkaran kim­
se tevbeye çağrılır. Namazı terk üzerinde ısrar ederse hadd cezası
olarak öldürülür. . ."

imam Ahmed (RA)


' Namazı terk eden Kafir ve mürteddir. Malı varsa lslam devleti­
nin hazinesine kalır. Öldürülür ve öldürüldükten sonra da Müslü­
manlara. ait kabristanlara gömülmez. Namazı inkar ederek terk et­
me�i ile, tembellik yüzünden terk etmesi arasında fark yoktur. . .
Namazı terk eden kimse kafirdir ve dinden dönmüş bir mürted­
dir. Kendisinden tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe etmezse öldürü­
lür. Yıkanmaz, cenaze namazı kılınmaz ve Müslüman kabristanlığı­
na gömülmez .. . '

lbn-i Teymiyye
'Ergenlik yaşına ermiş birisi farz namazlarından birisini terk eder
farz olduğu kesin olan kısımlarından birisini terk ederse, tevbe etti­
rilir, eğer tevbe etmezse öldürülür. . .
'

97
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ikizlerin Olacak Hanım


1 8 . 9 . 1 997 tarihinde Nazilli Adliyesi olağan üstü günlerinden
birini yaşıyordu . Adliye'de görülmemiş bir kuyruk vard ı . Sanırsınız
bedava ekmek dağıtılıyor. Çok geçmeden kuyruğun sebebi orta­
ya çıktı. Çocukları olmayan insanlara "Sizi M uska ile çocuk sahi­
bi yapacağım" diyen üfürükçüden şikayetçi olan insanların mey­
dana getirdiği kalabalıkmış. O gün m uskacı kadından şikayetçi
olan insan sayısı yüzü geçmişti . Muskacı kendini hoca olarak ta­
nıtmış, rüyaya yattığını rüyada kendisine evliyaların geldiğini, ha­
mile kalmak isteyen kadın için belli bir m iktarda "Muska" yazıl ma­
sı gerektiğini söylüyormuş. Tabi bu işin külfeti Muska başına o gü­
nün parası i le asgari bir buçuk milyon . M uskacı Hoca'nın erenleri
on M uskadan aşağı söylemiyor. Durumun zorluğuna göre, mark
ve dolar olarak hesap karşınıza çıkmakta . Duruşma sırasında ta­
nık ifadelerinden ilkokul mezunu bile olmayan Muskacının doktor,
hemşire gibi müşterilerinin de olduğu öğreniliyordu. M uskacı o
kadar işinin ehli ki bazı kadınlara kocaları ile elleşmeden de hami­
le kalmasını sağlayacağını söylüyor, bazılarını telefonla arayarak
"ikizlerin olacak" diye m üjde veriyor. Ultrasonda bebek olmadığı
görü l ünce de "Hoca çocuğu bu ultrasonda görülmez" diyerek saf
insanları aldatmaya devam ediyord u . Hakim sorunca da "ben
kimseyi dolandırmıyoru m . Rüyama Hızır Aleyhisselam geliyor, ba­
na kaç muskaya olacağını söylüyor, ben de müştekilere bildiriyo­
rum" diyordu. Sözü fazla uzatmadan o gün duruşmada şikayetçi
olanlara bırakalım .
Müşteki Vicdan Bilgen; Şikayetinde: Ben bu konuda daha önce
ifade verdim. Tekrar ederim böbreklerimden rahatsızdım. Doktora
gittim şifa bulamadım. Sanığın ismini duydum. Bu sebeple hazır
olan sanık beni muayene ettiğinde böbreklerinde bir şey yok hami­
lesin dedi. Bu arada benim çocuğum olmadı. Çocuksuz aileyi çocuk
sahibi yaptığını duymam üzerine gittim m uayene etti . Yeni hamile­
sin dedi. Oysa hamile değilmişim. Kendisi namaz kılıyordu dua etti.
Ben de kendisine muska başına bir buçuk milyon lira para verdim.

98
Ergün Poyraz

Çocuğum olacağından bahisle m uska yazdı. Ancak hamile olmadı­


ğımı anladım. Sanık hakkında şikayetçiyim dedi.
Müşteki Ali Yaşar; Çocuğumun rahatsızlığı sebebiyle muska işi
yaptığını söyleyen sanığa gittik. Sanık çocuğumun felç olduğunu
söyledi. Muska yazdı. Toplam 35.000.000 TL ve 200 mark kadar
para verdim. Çeşitli bahanelerle benden para alan ve dolandıran
sanıklar hakkında şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim dedi.
Muskayı yapan bayan sanık Emine'dir. Aydın onun kocasıdır. Kayın­
pederi ile işbirliği halinde bu işi yapmaktadır dedi.
Müşteki Münewer Elçin; Şikayetinde: 22 seneden beri çocuk
sahibi olamadım. Sanığın tavsiye edilmesi üzerine gittiğimde çocu­
ğun olacak dedi. Ben hamile olmadığım halde bana beş aylık hami­
lesin dedi. 50 .000.000 lira civarında paramı aldı. Sanık hakkında şi­
kayetçiyim , cezalandırılmasını istiyorum dedi .
Müşteki Müzeyyen Çelen; Şikayetinde: Ben bu konuda hazırlık­
ta ifade verdim , tekrar ederim . 1 1 yıl ık evli olmama rağmen çocuk
olmuyordu. Doktorlara gittik ancak tedavimiz gerekiyormuş. Bu ara­
da sanığın adını duymamız üzerine sanığın evine gittiğimizde bana
çocuğunuz olacak dedi. 1 adet muska yazdı. Toplam 30. milyon li­
ra para verdik. Hamile olduğumu söyledi. 4 aylık hamilesin dedi.
Daha sonra hamile olmadığım anlaşıldı. Üstelik doktora gitmene
gerek yok diyordu. Evde bizi karşılayan bayan sanıktı. Ancak diğer
kocası ve kayınpederi aynı evde yardımcı oluyordu. Hepsinden şi­
kayetçiyim dedi.
Müşteki Mehmet Aylin; Şikayetinde: Ben 1 5 yıllık evli olmama
rağmen çocuğum olmuyordu. Bu sebeple sanığın ismini duydum.
Ailemle gittim . Çocuğumun olacağını söyledi. Kağıt verdi. Muska
başına bir buçuk milyon olmak üzere toplam 1 2 adet muska yazdı.
Ayrıca koyun al dedi. Sanık hakkında şikayetçiyim dedi.
Müşteki Dursun Karayel; Şikayetinde: 10 yıllık evliyim. Çocuğu­
muz olmamıştı. Hastaneye gittik, muayene olduk. Ancak ümit olma­
yınca bu sefer sanıkların adını d uyduk. Sanığa gittiğimizde çocuğu­
mun olacağını hatta 4,5 aylık hamile olduğumu söyledi. Muska ba-

99
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

şına 1 ,5 olmak üzere toplam 20.000.000 liramı aldı. daha sonra ha­
mile olmadığımı anladım . Sanıklar hakkında şikayetçiyim , cezalan­
dırılmasını istiyorum dedi.
işimden Oldum: Müşteki Selma Şikayetinde: 1 0 yıllık evliyim.
Çocuğum yoktu . Doktorlar çocuğun olmayacak dediler. Bide ümit
kapısı olarak ismini duyduğumuz sanıkların evine gittik. Sanık şifa­
sız dert yoktur. Çocuğun olur, muska yazacağını söyledi. 1 1 tane
muska yazdı. Kurban parası olarak muska başına 1 ,5 milyon lira
para aldı. 1 00 milyonun üzerinde paramı aldı. İ ncir mağazasında
çalışıyordum. işimi bırakmamı söyledi. Daha sonra hamile olmadı­
ğım ortaya çıktı. Bu sefer beni dolandıran sanıklar hakkında şikayet­
çiyim dedi. Muskaları kocası getiriyordu dedi. Üç sanık aynı evde
duruyorlardı dedi.
Müşteki Aliye Aksoy; Şikayetinde: 7 yıllık evliyim, çocuğum ol­
madı. Ailecek kayınpederi , kocası ve bayan sanık evde tedavi etti­
ğini söyleyerek çocuğumun olacağını hatta mayıs ayında hamile ka­
lacağımı söyledi. 50-60 milyon paramı aldı. Kurban kestik. Kestiği
kurbanı da kendi mahallesine götürdü. Daha sonra hamile olmadı­
ğım ortaya çıktı. Sanık hakkında şikayetçiyim , cezalandırılmasını is­
tiyorum dedi .
Müşteki Bilge Altun; Şikayetinde: 1 3 yıllık evli olmama rağmen
çocuğum olmuyordu. Bu sebeple sanıkların ismini duymamız üzeri­
ne kendilerine gittik. Bize çocuğumuzun olacağını söylediler. Ben
tıbben altı kez tedavi gördüğümü çocuğumuzun olmadığını söyle­
meme rağmen çocuğun olacak diyerek, çeşitli vaatle 1 6 m uska ve
bir koyun bedeli olmak üzere toplam 50 milyonun üzerinde paramı
aldı ve bu sanıklar hakkında şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim
dedi.
Sanık Emine Ôztürk; Savunmasında: Ben Yeşilyurt mahallesin­
de oturuyorum. Uzun müddetten beri benim rüyama muhterem biri
giriyor ve kendisini Hızır Aleyhisselam olarak tanıtıyor ve bana be­
nim kendi vasıtasıyla benim hastalara ve zor durumda bulunan ki-

1 00
Ergün Poyraz

şilere yardım edeceğimi söylüyor. Bende evime girip benden çocu­


ğu olmayan, hastalığı iyileşmeyen benzer rahatsızlığı olan kişiler
geliyor ve derdine çare olmamı istiyorlar. Benim bu şekilde insanla­
ra yardımcı olduğumu ve muska yazdığımı nereden duymuşlar bil­
miyorum. Bende bana gelen müştekilere rüyamda bana eski yazı­
ya benzer görünümler veriliyor, ben de bu görünümlere göre müş­
tekilere muska halinde kağıt yazıyorum ve bu yazdığım muska kar­
şılığında her müştekiden daha doğrusu müştekiden ibraz ettiğim
muskalar karşılığı bir buçuk milyon lira para alıyorum ve kendilerine
namaz kılmalarını, Tanrıya dua etmelerini ve kurban kesmelerini
söylüyorum . Bu kurbanların bazıları benim evimde kesiliyor. Ancak
bunlar fakir fu karaya dağıtılıyor. Büyük kısmı müştekiler tarafından
türbelerde, yatırlarda dağıtılıyor. Ben kimseyi kandırmadım. Onlar
bana müracaat edip, dertlerine çare olmamı istediler. Bende muska
yazıp karşılığında para aldım dedi.
Sanık Aydın ôztürk; Savunmasında: Ben diğer sanık Emine'nin
eşiyim. Benim kendisine dolandırıcı suçu ile yardımda bulunmam
veya dolandırıcılık yapmam söz konusu değildir. Zaman zaman eve
gelip gidenler olduğunu bilirim ve eşimin onlara yardımcı olduğunu.
Ben inşaatlarda çalışırım. Eşimin bu şekilde muska yazdığını bil­
mem . Ancak gelen gidenlere telkinde bulunduğunu karşılığında bir
miktar para verdiklerini bilirim. Ancak muska yazdığını bilmem dedi.

Telefonda Müjde
Müşteki Nuray Yıldız; Şikayetinde: 6 yıllık evliyim . Çocuğum ol­
madığı için sanığın methini duyarak, sanığa gittim . Bana yattığı rü­
ya sonucunda
. iki muska çıktı . Bunları yaptırdık. Ancak korktuğumu
.

söyledi. iki m uska daha olmadan başka bir kurban yaptırdık. iş du-
rumuyla ilgili problemlerimizi anlattık. Aydın'da eskiden ayakkabıcı
olduğu için bu nedenle aramızda samimiyet olması hususunda dört
muska yazılması gerektiğini rüyasında da görmüş, bunu yazdılar.
Her muska için bir buçuk milyon lira para verdik. Evimize telefon et-

1 01
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ti . Hatta müjdesi olduğunu bir müddet sonra tesettüre gireceğimi,


çocuğumun sakat olacağını söyledi. Çeşitli telkinlerde bulundu. Psi­
kolojik olarak adetten kesildim. Karnım bile büyümüştü . Doktora git­
tiğimde hiçbir şeyin olmadığını öğrendi m . Doktora gitmeyin , doktor­
da görünmez hoca çocuğu diye söylüyordu. Herkese bu beyanlar­
da bulunmuş sanıktan şikayetçiyim dedi.
Müşteki Hatice Şikayetinde: Benim de çocuğum olmadığı için
sanığın methini duydum, öğrendi m , gittim . Benim için rüyaya yata­
cağını söyledi . Dört muska çıktı onları yaptırdım. Tekrar gittim , daha
sonra çeşitli günler de 1 3 muska yazdı. Paralarını verdi. Hamile ol­
duğum u söyledi ve tekrar gittiğimde bana bunları doktorların gör­
meyeceğini, bunların hoca çocuğu olacağını söyl üyordu. Ancak
aradan zaman geçince doktora gidip hamile olmadığımı öğrendim.
Muskanın tanesi bir buçuk milyondu. Sanık hakkında şikayetçiyim,
davacıyım .

Sanık:
Sanık Emine'den müşteki beyanlanna karşı diyecekleri soruldu:
Müştekiler doğru söylüyor. Rüya olayı bana görünüyor. Bana müra­
caat eden kişilerin çocuk sahibi olup olmayacağını Hızır Aleyhisse­
lam söylüyor. Bense bunun üzerine tavsiyelerini kendilerine aktarı­
yorum. Kendilerine muska yazıp, karşılığında bir buçuk milyon alı­
yorum dedi. .. "

Sanık, avukat ordusuyla verdiği bu ifadenin ardından salınıyor­


du. Avukat tutamayan şikayetçiler ise başları önlerinde evlerinin yo­
lunu tutuyorlardı. Neyse biz yine dönelim ifadelere:
"Müşteki Vicdan Madran: Ben de diğer müştekilerin beyanlarını
tekrarlıyorum. Bu kadının çocuğu olmayan kişileri çocuk sahibi yap­
tığını duyunca uzun süredir çocuğum olmaması nedeniyle çok kez
gittim . Her gittiğimde muska yazdı, para verdim. 1 20 milyona yak­
laşan para verdim. Sanığın müştekileri de bizim dışımızda lise me­
zunları , üniversite mezun u hatta doktor eşleri vardı. Bir tane baş-

1 02
Ergün Poyraz

hemşire vardı. Dr. lsmail Yayla isimli kişinin karısı muskacıya bizim
gibi gelip gidiyorlar. Biz 1 8 yıllık evliyiz. Gitmedik doktorlar kalmadı.
Çaresizlik içinde buna sığındım. Her seferinde çocuğum olacağını
söylüyord.u , bende para veriyordum. Toplantı ve eğlencelere dahi
göndermedi. Yakınımızın düğününe gidemedim. Sanık hakkında şi­
kayetçiyim dedi.
Müşteki Emine Taşcan; Şikayetinde: Bende çocuk sahibi olma­
dığım için sanığın rüyaya yatıp , kişilerle ilgili çocuk sahibi olup olma­
yacağını bildiğini söylediler. Bu nedenle gittim. Rüyaya yattı . 8 mus­
ka bir adak görünüyormuş. Her hafta gitmek suretiyle yerine getir­
dim. Toplam 1 2.000.000 TL para 1 5.000.000 lirada kurban parası
verdim . _Sanık hakkında beni dolandırdığından şikayetçiyim dedi.
Müşteki Fatma Özen; Şikayetinde: Bende diğer müştekilerin is­
patlarına katılıyorum. Ben de gittiğimde rüyaya yattı. 1 3 tane mus­
ka birde adak çıktığını bunları yerine getirmem halinde çocuğum
olacağını söyledi. Muskadan bir buçuk milyondan on beş milyon pa­
ra aldı. Daha sonra 9 ayrı kişilerin hastaneye müracaatı üzerine ha­
mile olmadığının belirmesi durumuyla bu durum ortaya çıktı. Ben de
sanık hakkında şikayetçiyim.
Müşteki Sevcihan Çağırgan: Benim çocuğum olmuyordu. Çocu­
ğumuzun olması için sağa sola koşturduğumda Emine Öztürk'ün
çocukları olmayana ilaç ve muska yaptığını duydum. Geçen yılın ey­
lül ayında pamuk zamanında gittim. Ben kendisinin yanına çok gi­
dip geldim. Bana yediye yakın muska yazdı. Ben kendisini bu isim­
lerle ilgili 7 .500.000 lira para verdim. Bana ayrıca koyun keseceksin
dedi diye koyun kestim evimizde dağıttım. Benin karnımda şişmeler
oldu. Birkaç ay sonra çocukta hareketlenme olmayınca gittik. Bize
kesinlikle çocuğunuz olacak dedi. Muskaları sağa sola okuttum. Bir
şey olmadığını söyledim. Çocuk olup olmadığını kontrol için doktora
gittim. İ drar tahlilleri yapıldı. Çocuk olmadığı söylendi . Üç muska pa­
rası daha vardı. 4.500.000 lira daha verecektim, vermedim. Ben
Emine Öztürk'e gittiğimde kapıda Aydın Öztürk vardı. Hastaları o

1 03
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

içeri alıp, o çıkartıyordu . Beni dolandıran hulus ve saffetimden ya­


rarlanan sanıktan şikayetçiyim dedi. . . "
Şimdi "Şakaydı bu" diyeceğimi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Bu olaylar bir komedi filminden de alınmadı. Bütün bu olaylar eği­
tim ve kültür seviyesi son derece yüksek olan Aydın'ın Nazilli ilçe­
sinde yaşandı. Dava , Nazilli Asliye Ceza Mahkemesi 'nde
1 997/21 98 Hazırlık, 1 997/895 Esas, 1 997/ 462 iddianame No. ile
görüldü.

Simitçilikten Başbakanlığa Giden Yolda Saklanan Şirketler


Rize ilinin Güneysu ilçesi; eski ismiyle Potamya diye adlandırı­
lan bir Rum yerleşim birimiydi. Eski adıyla Potamya'nın Dumanka­
ya köyünden olan Tayyip Erdoğan , AKP'nin internetteki sitesinde,
kendisi hakkında şu bilgileri veriyordu:
"Aslen Rize 'li olup 26 Şubat 1 954 y//ında Kasımpaşa 'da doğ­
dum. Rahmetli babam Ahmet bey deniz yollannda kwı kaptanlığı
yapardı. Babam 13 yaşında Rize'den lstanbul'a gelmiş. Çünkü o
zaman hayat şartlan Rize 'de çok kötü, iş yok. O zamanlar çay da­
ha Rize'ye girmemiş. Bu nedenle gurbet var. 4 erkek 1 kız olmak
üzere 5 kardeşiz. Dedemin adı Tayyip olduğundan ve Recep ayın­
da doğduğumdan ismimi "Recep Tawip" olarak koymuşlar. "
Tayyip Başbakan olduktan sonra gittiği memleketinde Rumca
"Dere Yatağı" anlamına gelen "Potamya'nın gururu" şeklindeki pan­
kartlarla karşılanıyordu.
Hayatının önemli bir bölümünün lstanbul'un en eski yerleşim
yerlerinden biri olan Kasımpaşa'da geçtiğini ve 5 çocuklu ailenin
yoksulluğu içinde büyüdüğünü anlatan Erdoğan, Kağıtlı şeker sata­
rak hem okul masrafını çıkardığını hem de annesine bile harçlık ver­
diğini söylüyordu. Derken ilkokul bitiverdi. İstanbul İ mam Hatip Li­
sesi'ne yazıldı. Bu okulun harçlığı kağıt şekeri satmakla karşılan­
mazdı.
Yatılı okuyor, babasından haftada 2.5 TL. harçlık alabiliyordu. O

1 04
Ergün Poyraz

hafta sonlarında top sahalarına gidiyor, su satıyordu . Yol parası ver­


memek için Kasımpaşa'dan E minönü'ne yürüyerek gidiyor. Bazı
günler fırından bayat simit alıyordu .. Annesi onları akşamdan buha­
ra yatırıyor, O da; 2,5 kuruşa aldığı simiti , 5 kuruşa satıyordu.
Tayyip'in o günlerdeki deneyiminin sonuçları , bu güne geldiğin­
de kurduğu siyasi partinin yaşama geçirilmesinde görülecekti. Kur­
duğu partiye Milli Görüş camiasından laiklik ve irticai faaliyetleri ile
ünlenen insanları dahil ediyor, adeta bunları da buharla yumuşatıp
taze diye sattığı simitler gibi buhara yatırıyor, "Yenilikçi Harekef'
adıyla lanse ediyordu. Ancak bu sefer kimseye yediremiyordu.
15 yaşında Camialtı Spor Kulübünden transfer teklifi aldığını
söyleyen Erdoğan, "1 969 yılında transferime o günün parası ile
1 .000 TL. ödendi" diyordu. Erdoğan, Camialtı Spor Kulübünde oy­
narken İstanbul genç karmasına seçildiğini de ekliyordu. Tayyip o
günleri şöyle yad ediyordu:
"Rahmetli babam futbolun eğitim hayatımı menfi etkileyeceğini
düşündüğünden bana izin vermezdi. Hep gizli gizli oynardım. İstan­
bul genç karmasındayken veli muvafakatini imzalamadığı için Tür­
kiye şampiyonasına gidemedim.
imam Hatip Okulu'ndan 1973 yılında mezun oldum. Marmara
Üniversitesi iktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesini kazandım. Bu ara­
da Camialtı Spor Kulübünden l.E. T. T'ye transfer oldum. Belediye­
ci/iğim ilk olarak İ.E. T. T ile başlamış oldu. 1976 yılında İ. E. T. T fut­
bol takımı /stanbul şampiyonu oldu. 12 Eylül 1980 sonrası
l.E. T. T'den aynlmak zorunda kaldım. 16 senelik futbol hayatıma 12
Eylül 1980 sonrası noktayı koymuştum. "
Tayyip hayat hikayesine şöyle devam ediyordu:
"12 Eylül 1980'de İ.E. T. T'den aynlınca özel sektörde çalışmaya
başladım. Bir müddet özel sektörde çalıştıktan sonra 1982 yılında
askere gittim. Yedek subay eğitimimi Tuzla 'da yaptım. Dağıtımda
Hasta/'da 77. piyade alayına düştüm. Karargah subayı olarak as­
kerliğimi tamamladım. Yedek subaylıktan aldığım maaş özel sektör-

1 05
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

den aldığım maaşm yansı kadardı. Özel sektördeki işverenim as­


kerlik süresince diğer yan maaşımı bana ödedi. Bu benim için ayn
bir güzellik, tatft bir hattra idi. Askerlik sonrası aynı şirkette yaklaşık
1,5 sene çalıştım. Daha sonra müsaade alarak başka bir şirkette
Genel Müdür olarak göreve başladım. Bir süre sonra da halen de­
vam etmekte olan işimizi kurduk. "
Tayyip, geçmişini bu şekilde özetlerken gerçekleri anlatmadığı
da ortaya çıkıyordu. 1 Nisan 1 981 yılında Kasımpaşa Yeniyol Cad­
desi 86/1 2'de "lstanbul Pres Döküm Sanayi Anonim Şirketi" adlı fir­
ma faaliyete geçiyordu. 22 Nisan 1 98 1 tarihinde lstanbul Ticaret
Odası na müracaatta bulunan şirketi n ortakları arasında
26 .02 . 1 954'de Ahmet'ten olma Tenzile'den doğma Recep Tayyip
Erdoğan da yer alıyordu. Firma ortakları arasında yer alan ortaklar
daha önce yaptıkları işleri yazarken Tayyip nedense bu bölümü es
geçiyordu .
Ortaklarından Abdullah Hasan Bayramoğlu, oto yedek parça
alım satımı ile uğraşırken , H ikmet Kaan gıda toptancılığı yapıyordu.
Diğer ortaklardan İ smail Kaya konfeksiyonculuk yaparken , Mustafa
Kopuz gıda sektöründe yer alıyordu. Tayyip'in hayatının her döne­
minde sakladığı bu şirketteki ortakları arasında kayınbiraderi Hüse­
yin Gülbaran da yer alırken bir diğer ortağı ise avukatı ile aynı so­
yadını taşıyan Hamdi Yazıcı idi.
1 Mayıs 1 981 yılında şirket kuruluşu Ticaret ve Sicil Gazete­
si'nde yayınlanıyor ve böylece Tayyip Erdoğan'ın 1 milyon lira ile
şirket ortaklığı kayıtlara geçiyordu. Kayınbiraderi Hüseyin Gülbaran
ise 750 bin lira ile şirket sermayesine katılıyord u .
Şirketin idare Meclisi Başkanı Mustafa Kopuz olurken, Tayyip ;
"idare Meclisi Başkan Vekili" tabelasını odasının kapısına astırıyor­
du.
Tayyip'in bu şirketteki ortaklığı Belediye Başkanlığının sonlarına
kadar sürerken bildirdiği mal beyanlarında da bu şirketten hiçbir za­
man bahsetmedi . Öyle ki, hapis cezasını göze alarak bu şirketini

1 06
Ergün Poyraz

sürekli olarak sakladı. Devlete yalan beyan verdi. Kendini sevenle­


ri yanlış bilgilendirdi ve seçmenlerine bile gerçeği söylemedi.
Tayyip Erdoğan 1 5 Mart 1 994 yılında İstanbul Valiliği'ne verdiği
mal bildiriminde; İstanbul-Bolluca beldesinde 1 00 milyon lira değe­
rinde 376 metre.kare arsa, Rize Güneysu ilçesinde 500 milyon lira
değerinde 2 bin metrekare tarla, İstanbul Beyoğlu Kulaksız Mahal­
lesinde 200 milyon lira değerinde 65 metrekare bir daire ve İstan­
bul Maltepe'de 500 milyon lira değerinde 1 1 0 metrekare bir dairesi­
nin olduğunu bildirmişti .
Erdoğan ayrıca eşine ait 50 milyon lira değerinde 1 O adet altın
bilezik ve 50 milyon lira değerinde bir adet beşibirlikleri olduğunu
ilave ederken, yine kendisine ait 2 milyar 1 00 milyon lira değerinde
1 00 bin D M , 1 milyar 600 milyon tutarında 50 bin ABD doları ile Bu­
rak Gıda Ticaret ve Sanayi Limited Şirketinin yüzde on hissesine
sahip bulunduklarını belirtiyordu.
1 O Ocak 1 995 yılında verdiği mal beyanında eski mallarının de­
ğerlerini adeta yüzde yüz artırırken son model bir Ford otomobili ol­
duğunu da aktarıyordu.
1 O Mayıs 1 997 yılında ise Ülker grubu ortakları ile bir ortak şirke­
te daha ortak oluyor, bir de hiç çalışmadığı halde eşi Opel marka
otomobil alıyordu.
1 998 yılında mal varlıkları artıyor, ayrıca bir de 1 998 model
Wolkswagen marka bir araçları daha oluyordu.
Tayyip, yargılandığı davada servetinin kaynaklarını belirtirken
oğlunun sünnetinden gelen altınları borç alarak mallarını çoğalttığı­
nı belirtiyordu. Tayyip, yargılama aşamasında ishal oluyor mahke­
melere bir süre gelemiyor, ancak gizlediği şirketi ile ilgili hiçbir bilgi
sızdırmıyordu.
Tayyip, şirketini sadece devletten değil cümle alemden saklıyor­
du. Refah Partisi İ l Başkanı iken partiyi boyatmak için boya bula­
mıyorlar, esnaflardan yardım dileniyorlardı. Kendi anlatımına göre
esnaflar onları sinkaflı sözcüklerle kovalıyor, bu küfürleri sineye çe-

1 07
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ken Tayyip kendi fabrikasından boya almaya gidemiyordu. Oysa


Tayyip'in işletmesi adeta para basıyor, kayıtlara göre şu işlerde fa­
aliyet gösteriyordu :
" . . . Şirket aşağıdaki i ş mevzularında tesis ve işletmeler kurar. Mo­
torlu makine donatım sanayi elektrik ve elektronik sanayi ile ilgili
makine motor ve aksamı pres döküm ve her türlü izabe işleri inşa­
at taahhüt ve inşaat sanayi ile ilgili makine motor aksamı ile bu
mevzulardaki işletmelerin icap ettirdiği ham madde makine eşya ve
tesislerinin imalatı revizyonu ve maden istihracı ve bunların müte­
ahhitlik pazarlama komisyonculuk acentelik ve mümessillik ile ihra­
catı ithalatı Her türlü menkul gayrimenkul malları maddi olmayan
hakları elde etmek kiralamak kiraya vermek gerektiğinde devir ve
ferağ etmek girişilen iş ve taahhütlerin gerektirdiği hallerde başka­
larına ait menkul ve gayrimenkul mallar üzerinde şirket lehine rehin
almak veya bunlar üzerinde hakları elde etmek ve ana sözleşme­
sinde yazılı olan diğer işler. . ."

Tayyip, her ne hikmetse bu şirketini herkesten gizlemiş, bu şir­


ketteki ortaklığı Belediye Başkanlığı süresincede sürmüştü. Tayyip
gerek dolaylı gerekse dolaysız olarak bu şirkete belediyeden iş ver­
miş miydi? . . Bu şirketi neden saklamış, kendilerine oy verenleri bi­
le yanlış, eksik hayat hikayeleri ile oyalamıştı . Çağdaş olacaklarını,
Avrupa Birliğine gireceklerini sürekli tekrarlayan Tayyip ve ekibine
şunu sormak gerekir; Avrupa ülkelerinde böyle bir açığı çıkan insa­
nı değil Başbakan olarak görmek, onu insan içine çıkartırlar mıydı?

Türk Suudi Yatınm Holding Anonim Şirketi


Eski Üsküdar, İ çerenköy Yolu, Bodur İ ş Merkezi No: 8/1 6 Kadı­
köy adresinde 5.800.000.000.000 TL, sermayeli 22. 1 2. 1 988 tarihin­
de kurulan özetle "Para getiren her işte varız" mantığı ile faaliyete
geçen; Türk Suudi Yatırım Holding Anonim Şirketi, gerek Suudi ge­
rekse Türk isimler açısından ilginç görüntü oluşturuyordu. A Sınıfı
Ortaklar Suudlardan oluşuyordu. işte onlardan bazıları . . .

1 08
Ergün Poyraz

"Oman M. Binladin, Mohammed Binladin Limited Lıabılıty Co. ,


Saudi Camble Company, Suudi American Bank, Albaraka lnvest-
. .

ment Development Co. , National lndustrialisation Co. , Sheikh Is-


mail Aboodawood, Hisham Mohammed Jamjoom, Sheikh Moham­
med Al Kheriji, Abdullah Mn Raheımı, Sulaiman Al-Sayyari, Mo­
hammed Al-Nafıe, Fahad S. Al-Rajhı, Sulaıman Mohammed Ali Al
Sanıe, Abduikarim Abdulaziz Al-Khereıjı . . .
B yani ikinci sınıf ortaklar ve b u ortaklar adına hareket eden isim­
ler de bir hayli ilginçti;
Ali Coşkun, Nevzat Yalçıntaş, Zeki Sayın, Özal Baysal, Bekir Ti­
murboğa, Engin Tuncay, Halit Kara, Zafer Dicle, İ smail Emen, İ lhan
Tayman, Sait Sözen, Hüseyin Yalçın, Mehmet Savaş, Mehmet Şa­
hin, Zafer Dicle, Fikret Boduroğlu, Niyazi Eroğlu , Hasan Ruşen
Gürgan , Güray Özhan , Ahmet Semih Arpacı. . .
Yerli ortaklar B Sınıfı olduğu için yaptıkları tekliflerin hemen he­
men tamamı S uudi A Sınıfı ortaklar tarafından anında ret ediliyordu.
Türk Suudi Yatırım Holding Anonim Şirketi'nin B sınıfı ortaklıkla­
rında bulunan kurum ve şirketler şu şekildeydi;
"Ziraat Bankası, Kalkınma Bankası , Garanti Bankası , Kale Elekt­
roteknik A.Ş . . . , Feniş Holding AŞ . . . , As Makinsan ltd. Şti . . .

Bir Garip Ortaklık Daha


Koç grubuna bağlı Döktaş Dökümcülük Ticaret ve Sanayi Ano­
nim Şirketi'nin 94- 95 yılları ve sonrasına baktığımızda Yönetim Ku­
rulu'nun şu şekilde oluştuğunu görüyorduk:
İ nan Kıraç, Şahap Kocatopçu, Ali Yalman, Cüneyt Zapsu, Ziya
Özkan, Erdoğan Gönül, Ahmet Binbir, Orhan Karabulut, Ural Bel­
gin, Yaylalı Günay...
İnan Kıraç, Koç grubunun beyin takımından ve ailenin damadı.
Şahap Kocatopcu 500. Yıl Vakfı'nın kurucularından Mason, Cüneyt
Zapsu, Başbakan Tayyip'in özel danışmanı, AKP'nin medarı iftiharı,
TÜS İ AD Üyesi. . . AKP ile Koç grubu ve özellikle Rahmi Koç arasın-

1 09
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

daki, hatta TÜSIAD arasındaki kavganın nedeni beyinlerde kuşku


uyandırıyordu.
Bir garip ortaklık daha demiştim ama garip ortaklıklar inanılmaz
şekilde yükseliyordu. Böyle bir kitapta şirket ilişkilerini yansıtmak
çok zor olduğu için bu ilişkileri, " İ şgal" adlı kitabımıza bırakarak, bir
garip ortaklığı daha açıklayalım:
23.01 . 1 936 yılında kurulan ve 2 1 599 / O Sicil No.lu ,Türkiye Şişe
Ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketi'nin Yönetim Kurulu Üyeleri ara­
sında Mason Şahap Kocatopçu ile beraber CIA elemanı Richard N .
Perle d e katılıyordu. Şirketin faaliyet sahası ş u şekilde belirleniyor­
du:
" ... Cam sanayi ve bu sanayii ilgilendiren yardımcı ve tamamla­
yıcı sanayi kurmak, işletmek ve geliştirmek, her türlü cam , cam eş­
ya ve cam sanayiini (ve/veya ikame sa nayiini) dolaylı veya dolaysız
olarak ilgilendiren yardımcı ve tamamlayıcı sanayii kurar bunların
gelişme ve ilerlemesi için gereken tedbirleri alır bunları işletir Şirket
amaç ve çalışma konularını gerçekleştirebilmek için gayrimenkul
(gemi dahil) ve menkul mallarla gayrimaddi sabit kıymetlere (hakla­
ra) sahip olabilir ve kiralayabilir, bunlara kısmen veya tamamen
başkalarına kiraya verebilir. Sahibi olduğu gayrimenkul ve menkul
mallarla gayrimaddi devir ferağ veya hisse edebilir. ayrıca irtifak in­
tifa sükna hakları ile medeni kanun ve sair kanunlar hükümleri ge­
reğince ayni ve gayrimaddi haklarla ilgili her çeşit iltizami ve tasar­
rufi işlemleri yapabilir, gayrimenkuller üzerine mükellefıyetli veya
mükellefiyetsiz tasarruflarda bulunabilir şirket amaç ve konusu ile il­
gili olarak ipotek veya diğer teminatlar karşılığında veya teminatsız
ödünç alabilir hak ve alacaklarının tahsili veya temini için ayni veya
şahsi her çeşit teminat alabilir veya verebilir (ipotek dahil) bunlarla
ilgili olarak tapuda vesair resmi dairelerde tescil ve terkin işlemle­
rinde bulunabilir ve 1 2. 1 1 . 1 982 ve 8.9.1 998 tarihlerinde tescil edi­
len tadil mukavelelerinde yazılı olan diğer işler. . ."

ABD Yönetimi'nde ağırlıklı olan 'Şahinler kanadının beyni' olarak

1 10
Ergün Poyraz

tanınan ve Pentagon Savunma Danışma Kurulu üyesi olan Richard


Perle, ABD'nin İ srail'in güvenliğini ve refahını sağlama amaçlı ola­
rak geliştirdiği Büyük Ortadoğu Projesi'nin imalathanesinde yer
alan bir isim oluyordu. Bu Neo-Con-Evangelist ittifaklı zevatı hatır­
lamakta fayda var: ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Ulusal
Güvenlik Danışmanı Condelezza Rice, İ srail Hükümetinin desteğin­
deki Washington Enstitü'nün önemli ismi Morton Abromowitz, ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Savunma Bakan Yar­
dımcısı Paul Wolfowitz, karanlıklar prensi Henri Barkey, Graham
Fuller, Francis Fukuyama, Bernard Lewis, Zalmay Khalilzad, Lewis
Libby, Doug Feith, Harold Rhode, Frank Gaffney . . .
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman da 2005 yılının
sonlarına doğru Türkiye Gazetesine danışman oluyordu.
1 993 -94 yılında Koç-Zapsu ortaklıkları kurulurken, yine aynı ta­
rihlerde Mason Jefi Kamhi'nin desteğinde bir kitap yazılıyordu. Ki­
tapta anlatılanlara bakınca bugünü net bir şekilde görebiliyorduk.

Atatürk'ten İ ntikam Alacağız Diyen Masonlar


1 993 yılında Yahudi Mason Jak Kamhi nin oğlu Mason Jefi Kam­
'

hi ile Kürtçe eğitim(!) yapacak diye bazı derslikler açan Mehmet Na­
zif Ülgen "Ufuktaki Cumhuriyet" adlı kitabı kaleme alıyorlardı. Baş­
tan sona hezeyanlarla dolu olan kitabın onuncu sayfasında şöyle
deniyordu:
"Cumhuriyet, egemenliği halka vermedi . Osmanlıdan hanedanlı­
ğı alıp asker ve sivil bürokrasiye verdi. . .
"

Onbirinci sayfada; " ... İkinci Cumhuriyet olarak savunulan sistem


için zannediyor ki, birileri topla tüfekle gelecek ihtilal yaparak Cum­
huriyet'i yeniden kuracak, hiç kimsenin radikal çerçevede gelip ikin­
ci Cunıhuriyet'i kurmaya niyeti yok. Niyeti olanlar da muvaffak ola­
mazlar.
Diyoruz ki, Birinci Cumhuriyet'i askerler kurdu. Osmanlı haneda­
nının devam ı olan bu Cumhuriyet'i paşalar kurdu. Buna bağlı ola-

111
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

rak, askerin ülke yönetimine hakim olması, MGK'nın hükümetin üs­


tünde olması, bugünkü Cumhuriyet anlayışıyla bağdaşmaz. Bu
Cumhuriyet anlayışı 70 yıl öncesinin anlayışıydı."
"Tasarladığımız bu Cumhuriyet'e 2000'1i yılların Cumhuriyet'i de
diyebiliriz. Ne dersek diyelim bir farklı addan söz etmek lazım . . . "
Kitabın on yedinci sayfasında,"Gerçek halk idaresi neden oluş­
mamıştır. Çünkü birinci Cumhuriyet'i kuran güçler, gücünü çekip,
Cumhuriyet'i halka devretmek istememiştir" deniyordu.
Yirminci sayfada mevcut siyasi partilerin birinci Cumhuriyetin
ürünleri olduğu ve yapısını; devletçi, merkeziyetçi ve asker kökenli­
lerin oluşturduğu, bu partilerin Cumhuriyeti yeni ufuklara taşıması­
nın imkansız olduğu vurgulanıyor ve şöyle deniyordu:
"Birinci Cumhuriyetin yarattığı liderlerin ve siyasi partilerin tama­
mı bu yapıdadır. Bu kadrolarla Ufuktaki Cumhuriyet'ten söz edile­
mez . . .
. .

UFUKTAKi CUMHURIYET'i kurabilmek için öncelikle siyasi kad-


roların gençleşmesi lazı m . Siyasi kadroların dünya gerçeklerini bi­
len , eğitilmiş genç beyinlere bırakılması lazım .
Siyasi kadrolarda bu kabuk değişimi olmamışsa korkarım
. .

UFUKTAKi CUMHURiYET de gündeme gelmez . . .


. .

. . . UFU KTAKi CUMHU RiYET tartışmalarına başlamadan ve fiili-


yata geçmeden bu felsefeyi sırtlayacak bir siyasi oluşumun doğma­
sı bir zorunluluktur. Ya da mevcut siyasi partilerin yeniden yapılan­
ması bir zorunluluktur.
Devrimler bir anda olmaz. Devrimler uzun yıllar kapalı kapılar ar­
dında kahve köşelerinde, aile toplantılarında konuşulur. Birileri çıkar
bir kibrit çakar, cayır cayır yanmaya başlar. . .
"

Ufuktaki Cumhuriyetlerinin öncelikli olarak paranın arkasındaki


sıfırları silmesinin gerektiğini belirtirlerken, eğitimde özelleştirilme­
nin iyice yaygınlaştırılması hatta devletin eğitimden elini çekmesi şu
sözlerle vurgu yapılarak isteniyordu:
"70 yıl öncesinin şartlarına göre düzenlenen eğitimin dikilen elbi-

1 12
Ergün Poyraz

sesi dar geliyorsa , teğeller atmışsa, değiştirmek lazım. Sırf Atatürk


bu elbiseyi dikti diye değiştirmemek Atatürk'ün devrimlerine ters
düşer."
Kamhi'lerin desteklediği ve yazımına ortak olduğu kitabın yet­
mişbeşinci sayfasında Türklük düşmanlığı şu sözlerle yer alıyordu:
"Diğer taraftan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin milli hudutları
içinde o kadar çok ırk yaşamış ki , bugün bu topraklarda yaşayan in­
sanların Türklükleri bile tartışılır. . . .
"

Türkçe konuşmayan insanların zindanlarda çürütüldüğü gibi ya­


lan ve iftiralarla dolu kitapta "Osmanlıdan kalan Rumlara, Ermenile­
re ve Yahudilere T.C hudutları içinde kültürel serbestiyetler verilme­
sine karşın Kürtlere verilmemesi bugün ortaya çıkan terörün esas
kaynağıdır" deniyordu.
"Herkes çalışıp sağlığını kurtaracak" diyerek devletin sağlıktan
elini çekmesini isteyen Yahudi ve kardeşleri, Kürtler söz konusu ol­
duğunda çark ediyor ve şöyle yazıyorlardı:
"Bölgede Kürtçe konuşmak serbest olmalı. isteyenler Kürtçe
tedrisat yapan okullar açabilmeli. Ermeni ve Yahudilere tanınan
haklar Kürtlere de tanınmalı, her köşeye yetişecek ve hizmet vere­
cek eğitim kurumları açılmalı, halkın sağlık ve eğitim sorunları halle­
dilmeli . . . "
Ordunun Savunma Bakanlığı'na bağlanmasını isteyerek şunları
vurguluyorlardı:
"Gelişmiş ülkelerin ordularına bakıyoruz. Genelkurmay Başkan­
ları, Milli Savunma Bakanlığı emrindedir. Oysa Türkiye'deki Milli Sa­
vunma Bakanlığı'nın fonksiyon ve görevi ordu için iyaşe ve ibade
yapan bir sayman niteliğindedir. . . .
"

Genelkurmay Başkanlığı'nın Savunma Bakanlığı'na bağlanaca­


ğının iddia edildiği kitapta MGK'nın ve DGM'lerin kaldırılacağının,
paranın arkasındaki sıfırların atılacağının, aydın din adamlarınca İ s­
lam dininin reformlara tabi tutulacağının, Kürtlerin kültürel haklarının
verileceğinin, kendi dillerinde okul açma, radyo, TV kurma hakları-

113
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

nın sağlanacağının da vurgulandığı kitapta , "ordu hiçbir şekilde içe­


ride polisiye tedbirler içinde kullanılamayacak" deniyor, ve ilave edi­
liyordu: "Askerlik profesyonelleşecek ve paralı hale getirilecek".
Bunları kim yapacak? . . . Tabii ki Yahudi desteği ile yazılan kitap­
ta bu da düşünülmüş, zaten kitabı okuduğunuzda bahsedilen ve
"yenilikçi" diye tanımlanan kişilerin kimliğini hemen tanıyorsunuz.
Kırkdokuzuncu sayfada bu kişilerle ilgili bilgi verilmeye devam edi­
liyordu:
"Yeni Türkiye yi yaratan 2000'1i yılların Türkiye'sinde söz sahibi
'

olacak genç nesil 70 yıl öncesinin nesli değildir. Üretime katkı ya­
pan üretken ruh, devletin kapısında iş beklemeyen bu genç potan­
siyel, ufuktaki Cumhuriyetin temellerini atacak kesimdir. Bu kesim
çalıştığı işyerini kutsal sayan kesimdir. . . . "
Bu kitabın ardından bugün Tayyip'in kurmay kadrosunda yer
alan isimlerce "Yeni Türkiye" adlı bir kitap türünde dergi çıkarılıyor­
du. Yeni Türkiye'yi kurmak için bu kitapta Demirel'den Tayyip Erdo­
ğan'a, Rahmi Koç'tan Sakıp Sabancı'ya, Haşim Kılıç'tan Yekta Gün­
gör Özden'e, llber Ortaylı'dan Mahir Kaynak'a, Abdurrahman Dili­
pak'tan Şakir Süter'e, Toktamış Ateş'ten Doğu Perinçek'e, Ömer
Dinçer'den Osman Altuğ'a, Şükrü Karatepe'den Sönmez Köksal'a
kadar birçok isim yer alıyor, ancak ipi Tayyip Erdoğan ve kurmayla­
rı göğüslüyordu.
Sahte Atatürkçülerin tiyatro sahnesi haline gelen ülkemizde,
gerçek Atatürkçülerin sesleri çıkmıyor. Yıllardan beri ne kadar çap­
sız, milli ruhtan yoksun kişi varsa birçoğunun maskesi olan Atatürk­
çülük bugün masonların elinde oyuncak durumuna düşüyordu .
Yahudi destekli Masonlar, "Atatürk'ün fikirlerini biz yaşatacağız"
diyorlardı demesine ama fikirlerini yaşatmayı bir yana bırakın 29
Ekimlerde localarında kurdukları sarhoş masalarında Cumhuriyetin
kazanıldığını iddia ediyorlar, Atatürk ve silah arkadaşlarını içki ma­
sasında gösteriyorlar, Cumhuriyetin içki masalarında kazanıldığını
iddia ediyorlardı. Bunun yanında, 18 Ekim 2005 tarihli Star Gazete-

1 14
Ergün Poyraz

si'nde Faruk Mangırcı "Bu kadar demokrasi fazla" başlıklı yazısında,


Sesar adlı İ nternet sitesinde yer alan ve Başbakan Erdoğan'a soru­
lar başlığı ile yazılan yazılara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete
sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç
kılan gelişmeler arasına katıyordu . Erdoğan ve Mason ilişkisini açık­
ladığı ve Erdoğan'ın AKP Genel İ dare Kurulu'nda söylediği iddia
edilen yazı özetle şöyleydi :
" Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonlann desteğini al­
dık Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu'da masonlann kont­
rolünde. Tüm paşalar mason ya da masonlann kontrolünde. lsrail'le
stratejik işbirliği yapıldığı için paşalan İ srail bağlantılanmız ile bağla­
dık. Masonlar, Mason localannın kapatılmasının hesabını Kema­
lizm'i, Atatürkçülüğü, Atatürk'ü Türkiye' den silerek intikamlannı Ata­
türk'ten alacaklar. ishak Alaton bana bu konuda teminat verdi"
Yazar Tayyip ya da Bal Tutan Parmağını Yalar
Kadrolarının büyük çoğunluğunu Tayyip'in şu andaki kurmayları­
nın oluşturduğu ve Yekta Güngör Özden'in de yazdığı "Yeni Türki­
ye Dergisi" Mart-Nisan 1 997 çıkan 1 4 özel sayısında Recep Tay­
-

yip Erdoğan'ın şu görüşlerine yer veriyordu:


"Bal tutan parmağını yalar" özdeyişi başka hiçbir söze yer bırak­
madan siyasetin yozlaşmasının yanı sıra siyasi gücü elde edenle­
rin, bu konuşmalarına paralel bir kişisel çıkarı edinmekten geri dur­
mayacaklarını, hatta mevki-makam sahiplerinin kendi keselerini
doldurmak, yakınlarına kaynak aktarmak gibi davranışlarının adeta
bir doğa yazısı gibi tekrar ettiğini ortaya koymaktadır.
"Devlet ricali hesap vermez, hesap alır. . . Devletin bendesi ola­
rak halk, devletin demir elinde her türlü eğilip bükülmeyi, her renk
ve şekli almayı hak etmiş bir yığındır. Devletin kendi iktidar hiyerar­
şisi içinde en üstteki bir altında yer alan kişiye bu üstünlüğün ona
sunduğu kadar bir baskıyı tatbik etme hakkına sahiptir, v.s. Dolayı­
sıyla en tepede oturanın karşısında herkes bir kul durumundadır.
Tarihimiz bu tür uygulamalarla ve hatta bir çift sözde idam edilmiş
vezirlerin hikayeleri ile doludur. Cumhuriyet döneminde de aynı

1 15
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

mantalitenin devam ettiğini gösteren çok sayıda uygulamaya rast­


lanmıştır. Tek parti döneminde bir kişinin elinde toplanan kayıtsız ve
denetimsiz güç, sanki demokrasiye geçilince parti başkanlannın eli­
ne geçmiştir."
Türkiye, sahip olduğu bütün toplumsal, siyasal nitelikleriyle ka­
palı toplum özelliklerini göstermektedir. Milletimiz, Türkiye'nin açık
topluma geçmesinden yana tavır koyarken, devlet ve siyaset ricali,
milletimizi kendi iradesine sahip çıkamaz bir zavallı durumunda gö­
rüp, ülkemizi kapalı bir toplum halinde tutmanın derdine düşmüş­
tür . . . Türkiye haklar ve özgürlükler ekseninde özgür bireyin ve eleş­
tirel aklın gelişeceği bir hayatı kendi selameti bakımından inşa et­
melidir. . .
"

Generalleriyle Dalga Geçen Memleketler


1 8 Kasım 1 960 günü, 1 958 yılında lstanbul'da kurulan Erenler
Mason Locasında cıbıl olarak üç mason öpücüğünün ardından tek­
ris edilen Çetin Altan, 1 965 yılına geldiğimiz de ise Masonluğunun
gereği olarak devrin hızlı Sosyalistleri arasına katılıyordu. Yoldaşla­
rından mason olduğunu yıllarca saklayan Çetin Altan, Türkiye İ şçi
Partisi'nde her tıkırtı duyduğunda Amerika'ya sığınan Behice Bo­
ran'ın gözdeleri arasına katılıyordu. Hoş Amerika'ya bel bağlayan
anlı şanlı tarikat liderlerinin yanında Behice Boran'ın ABD'ye kaç­
ması hafif kalırdı ya neyse . . .
Önce Mason sonra hem mason hem komünist şimdi d e liberal
Mason olan Çetin Altan'ın bu arada basın tarihine geçen iki de ço­
cuğu olur. . . Bunlar Mehmet ve Ahmet Altan kardeşlerdi . . . .
Pantheon- Sorbonne Üniversitesinde doktora yaptığını iddia
eden Çetin Altan'ın oğlu Mehmet, Türkiye'deki devlet kavramını ir­
delemeyi amaçladığı için, "Marks'tan Sevgilerle" adlı kitap yazmış,
Marks'taki sevgiyi Fetullah'ın Zaman yayınlarında bulmuş olmalı ki,
arda da "Köylüler nasıl manşet olur" adlı kitabını yazarak köylüleri
horlamış ...
Mason, Komünist, liberal vs. olan Çetin Altan'ın bir diğer oğlu

1 16
Ergün Poyraz

Ahmet ise kendilerine yakışan konuları bulmakta zorluk çekmemiş,


"Aldatmak" ve benzeri konularda döktürmüş de döktürmüş. Malum
Medya önünde kadınlar, aşk, aldatmak gibi yayınlarla gözükmeye
çalışan Mason Çetin'den olma Ahmet, Haziran 1 996'da dinci "Yeni
Dergi"de Sosyalistliğiyle övünüyor, Türklüğe kin kusuyordu. Ahmet
Altan, "Babamın güzel bir tezi vardır: Müslümanlann iyi dindarlar ol­
madıklannı söylüyor. Yani Allah'a yeteri kadar hizmet etmedikleri
düşüncesinde " diyor ve Sosyalistliğini şu cümlelerle anlatıyordu:
...

" . . Ben Marks'ın görüşlerine inanıyorum ama filozof olarak. Dün­


yanın değiştiğini, doğanın değiştiğini, değişimin kaçınılmaz olduğu­
nu söyleyen filozofun görüşlerine inanıyorum . Sosyalist olmayı sa­
dece Kapitalizmin karşısında olmak olarak almıyorum . Sosyalist ol­
mak dünyanın değiştiğini , değişmek zorunda olduğunu, değişimin
önünü tıkayan güçlerin kenara çekilmesinde yardımcı olmak şeklin­
de alıyorum. Değişimi önlemeye çalışan herkes aslında doğanın
dengesini bozmaya çalışıyor. Değişimi durdurmaya çalışan her yak­
laşım Allah'ın emirlerine karşı çıkmak demektir. İ nsanlık, değişmek
üzere vardır. İ nananlara göre Allah'ın dünyası, onun yarattığı her
şey değişiyor. Bu değişimi önlemeye çalışmak, Allah'ın emirlerine
karşı çıkmak olarak ta düşünülmeli bence. Sosyalist düşünceye gö­
re ise doğanın akışını durdurmaya çalışmaktır. İ ki ayrı tercüme ama
aynı şey aslında. Benim anladığım Sosyalizm ve Marksizm felsefi
anlamda değişimden yana olmaktır, politik anlamda ise; değişimin
önünü açmaktır. Eğer Kapitalistler değişimin önünü açacaklar ise
kapitalistlerde solcudurlar bence. Her zaman her şeyi bir donmuş­
luk kalıbı içine alamazsınız. Bütün kavramlar değişir. Bugün tekno­
lojinin gelişmesine kim yardım ediyorsa, dünyanın değişmesine de
o yardım ediyordur. Bugün dünyanın değişmesine yardım edenler
arasında Müslümanlar da , işçi sınıfı da yok . . . "
Mason kültürü ile yetişmesinden olacak, Türklüğün ve Müslü­
manlığın kendini diğerlerinden ayırmasının bir nevi bölücülük oldu­
ğu iddiasında olan Ahmet Altan, " İ nsanın kendi seçmediği iki sıfatıy­
la övünmesine karşıyım. Ne diye Türk olmaktan övünüyorsun. Ya-

1 17
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ni Türk olmakta senin rolün ne? Katkın ne? Bu, ucuz bir övünme bi­
çimi" şeklinde konuşuyor, şunları anlatıyordu:
" l rkımı nasıl yok edebilirim? Türk'üm işte. Dinimi de Allah'a inan­
masam da ortadan kaldıramam. Müslüman bir çocuğun ateist bir
çocuğu ile, Protestan bir toplumun ya da Budist bir toplumun ateist
çocukları birbirine benzemez. Yani Ateizm Allah'a inanmamakta bir
ortaklık yaratmaz. Hangi toplumun dinsiziysen o toplumun kültürü ,
inançları mutlaka sana sinecektir. insan kendi ırkından ve dininden
asla vazgeçemez. Bu, içinde var olduğun toplumun kültürüdür, ya­
şarsın ve yaşamak da zorundasın. Ben bu kültürü beslemekten,
zenginleştirmekten söz ediyorum. İ nsanın kendi seçmediği iki sıfa­
tıyla övünmesine karşıyım . Ne diye Türk olmaktan övünüyorsun .
Yani Türk olmakta senin rolün ne? Katkın ne? Bu, ucuz bir övünme
biçimi. Neden kendini Türk olduğun için diğer insanlardan üstün gö­
rüyorsun. Bunu yapmak için sen nasıl bir çaba gösterdin? Hiç . . .
Hiçbir çaba gösterilmeden elde edilen değerlerle övünülmemesi
gerektiğini düşünüyorum . . . "
Babası Çetin Altan'ın verdiği Mason kültürünü her yerde sergile­
yen Ahmet Altan, Mayıs 2004 yılında "içimizde Bir Yer" adlı kitabı­
nın 65. Sayfasında özlemlerini dile getiriyordu:
"Ben bir tanrıya iman edeceksem, kiraz ağaçlarını ve kadın me­
melerini yarattığı için iman ederim.

Ben bir memleketi seveceksem, generalleri ile dalga geçilebildiği


için severim.
Kendi yarattığı kadınları örtülere ve evlere hapseden tanrılarla,
savaşları çok ciddiye alan memleketlerle pek ilgim yok benim.
"Bak çocuğum, şu benim yarattığım memelere, bacaklara, kal­
çalara bak, şu salıntılı yürüyüşlere bak evladım" diyen bir tanrıyla
dostum.
Arada bir başımı okşamalı benim tanrım. " İ şini elinden geldiğin­
ce iyi yap, sonra da hayatın alabildiğine tadını çıkar" demeli, dostça
uyarmalı beni, " İ yi yaşa, öbür tarafta neler olacağı hiç belli değil"

1 18
Ergün Poyraz

Böyle bir tanrı var.


Ben çalışırken başımı okşuyor.
Ben gezerken , önüme sahiller dolusu bronzlaşmış memeler, bi­
çimli bacaklar, sıcak gülümsemeler çıkartıyor, "Bak" diyor, "bak ne­
ler yaratmaya kadirim"
Tapıyorum ben o tanrıya .
Sonra memleketler var.
Gen.eralleriyle dalga geçen memleketler.
Bir karikatür çiziyorlar, üç karelik bir karikatür, kahkahalarla gül­
dürüyorlar beni.
Birinci karede, siperde yatmış askerler görülüyor, başlarında ge­
neralleriyle bekliyorlar.
ikinci karede komutanları, elinde kılıcıyla siperden fırlayıp, "Hü­
cum" diye bağırıyor.
Üçüncü karede, ileri fırlamış komutanlarını siperdeki yerlerinden
bir milim bile kıpırdamayan askerler, "Bravo!" diyerek alkışlıyorlar.
Dördüncü karede ben gülüyorum .
Kiraz ağaçlarının ve kadın memelerinin arasında geziyor ve tan­
rıya tapıyorum.
Generalleriyle dalga geçen memleketlerde dolaşıyor ve o mem­
leketleri seviyorum.
Bir kiraz ağacıyla, bir kadın memesine, onların değerini bilmeyen
her memleketi satmaya hazırım.
Sat diyor benim tannm, "Kadın memelerine bakmayan ve gene­
rallerini çok ciddiye alan memleketleri sat gitsin, ilgilenme onlarla,
ben sana yalnızca bir memleket değil, koca bir dünya verdim, onu
sev, ben sana senin zevklerini, kahkaham paylaşan yeryüzünün
her yanına dağılmış kardeşler verdim, onlarla eğlen.
iyi bir tanrı benim tanrım .
Çok geniş bir memleket benim memleketim.
Kiraz ağaçları ve kadın memeleri bizim iman ettiğimiz mucizeler.

1 19
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Generaller bizim güldüğümüz karikatürler. . . "


Ne diyelim tanrısı ile şeytanını birbirine karıştırmış.

Başkanlık Sistemi
Her yerde olduğu gibi tarikatların fikri yapısını İ ngiltere oluşturur­
ken, eylem sahasında Amerika yerini alıyordu. Dinli dinsiz tüm tari­
katlar aynı kaynaktan yönlendiriliyordu. Nurcular, Nakşibendiler,
Süleymancı ve diğerleri bu sistemde kukla iken, kuklacıyı da ma­
sonlar oynuyordu. Masonların ipini tuttuğu tarikatlar insanlarımızı ili­
ği kemiğine kadar sömürtürken, masonlar ipleri tutmanın avantajı
ile bu ortamda aslan payını kapıyordu. Masonları idare edenler ise
Bilderberg, CFR daha açık bir deyişle beynelminel Yahudi idi.
Son senelerde ülkemizde Demirel'den başlayarak birçok kesi­
min hayallerini süsleyen ideallerden biri de başkanlık sistemiydi.
Yine 1 993 yılında "i kinci Cumhuriyet" adlı bir kitap yayınlanıyor,
bu kitapta kendisine sorulan "Bu değişim süreci içinde eğer ülkede
yaşayan bazı grup insanlar Milli Yapı içersinde kalmak istemezler­
se ne olacak?" şeklindeki soruya, "Onun kararını yine halk verecek"
şeklinde cevaplıyordu.
Erdoğan, "Kürtlerin ; biz ayrı yaşamak istiyoruz" şeklindeki istek­
leri olursa şeklindeki soruya da "bu durumda belki Osmanlı eyalet­
ler sistemi benzeri bir şey yapılabilir" diyordu.
Tabii ki sorular bitmiyordu: "Bağımsızlık isterlerse tamamen ay­
rılmak isterlerse . . " Tayyip'in cevabı girdiği rotayı gösteriyordu; "Ona
orada sınır tayin edemem. Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir di­
yorum"
Bu açıklamalarınn ardından önce, "Türkiye de yirmi yedi etnik
gurup var" diyor. Ardından etnik gurup sayısını otuzlara, kırklara ka­
dar çıkartıyordu.
Böylece ôzal'ın 1 993 yılında ölümünün ardından eyaletçi, fede­
rasyoncu, başkanlık sistemli söylemler sahibini bulmaya başlıyor­
du.

1 20
Ergün Poyraz

CIA eski Ortadoğu masası şefi Graham Fuller, Kemalizm'in terk


edilip Fetullahçı olunmasını aşağıdaki sözleriyle öğütlüyordu:
"Zorunlu batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı. Kendi
Osmanlı tarihini, lslam geleneklerini sevenler vardı. Batılılaşma ls­
lamiyet'i aşağılayan bir hale dönüşünce bu bir hoşnutsuzluğa yol
açtı. Kemalizm'in sonuna geldiğini ve belki de sonuna gelmesinin
iyi olduğunu söyledim. Halkın büyük bir parçası lslam için daha hür­
met görmeyi , Osmanlı tarihi ile övünme istedi .
Dünyada hiçbir lider ne George Washington, ne Nehru, ne Le­
nin, ne Gandi sonsuza kadar yaşayabilecek bir ürün vermedi. Oy­
sa lncil ve Kur'an veriyor. Liderler ölüyor. Önce bedenleri, zaman
içinde düşünceleri siliniyor. Oysa Kur'an ve İ ncil yaşıyor. İ şte Mus­
tafa Kemal'in başına gelen de her tarih yazmış liderin başına gelen­
den farklı değildir . . .
"

Fuller şu anda koruma altına aldıkları ve adına konferanslar dü­


zenledikleri, Rabbin Aciz Kulu, Papalık misyonunun hizmetkarı Fe­
tullah Gülen'i yere göğe sığdıramıyordu:
"Batı, Fetullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor.
Çünkü Gülen, modern devlet toplumunda lslam'ın nasıl bir rol oyna­
ması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor. .. "

ABD Başkanı Bili Clinton Monika'dan ayrı kaldığında ne söyledi­


ğini bilemiyor, Patriği ekümenik ilan ederken İ slam'a Türkiye'den bir
halife istiyordu .
CIA'nın uzun yıllar Türkiye masasi şefliği yapan Paul Henze 1 5
Haziran 1 994 yılında Aktüel dergisine verdiği mülakatta "Türkiye'yi
federalizm büyütecek" diyordu.
Esquire dergisinde yer alan "Yakındoğu federasyonu" görüşü al­
tında Mason yazarların fikirlerinden alıntı yapılarak özetle şöyle de­
niyordu: Bundan yaklaşık iki yıl kadar önce Türkiye'nin Kafkas­
ya'daki Türk Cumhuriyetleri ile ilişkisinin yoğunlaşması, Balkanlar­
dan Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bölgeyi yeniden etkiyebilir hale
gelmesi ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın geniş vizyonu elitleri kış-

121
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kırttı . Türk aydınları ilk kez kendi ütopyalarını yaratıyorlardı. işte


Mehmet Altan'ın isim babalığını yaptığı, nihayetinde Tarhan Erdem
gibi CHP'lilerin hem fikir olduğu İ kinci Curnhuriyet'in tezi bu ortam­
da doğdu.
Aynı dönemde yalnızca Osmanlı Coğrafyasını değil, Osmanlı
kültürünü de keşfeden, "halka tepeden bakmayan" elitler, "Beyaz
Türkler" arasındaki halk ajanları Neo Osmanlılık fikrini, ütopyasını
dile getirmeye başladılar.
Özal öldü. Gündem değişti
. . . Hayallerimizi de unutmaya başla-
mıştık. işte tam bu sırada lstanbul dergisinde tarihçi Mete Tuncay
başkenti İ stanbul olan bir Yakındoğu federasyonundan söz etti . Ar­
dından Cengiz Çandar, Sabah gazetesindeki köşesinde federasyon
tartışmasının altını çizdi. Esquire, bu son entelektüel ütopya etrafın­
daki tartışmaların önce Türk aydınının sonrada Türk halkının zihni­
yet kalıplarını kıracağına ve vizyonunu genişleteceğine inanıyor.
Mete Tunçay'la söyleşimizde Yakındoğu Federasyonu'nun ütop­
yasını sorguladık. Cengiz Çandar ise, Türkiye'nin geleceğinin İ stan­
bul'a endeksli olduğunu açıklamıştı yazısında. Tuncay'ın ütopyasını
daha ileriye taşıdı. i kinci Cumhuriyet ile N eo-Osmanlılık fikirlerinin
buluşma mekanının İ stanbul olacağını ileri sürüp, federasyonun
şartlarını anlattı."
Yakındoğu Federasyonu, Osmanlı Eyaletler sistemi son Türk
Devleti'nin parçalanma senaryolarının değişik versiyonlarıydı. Söz­
de şeriatçılar da bu yolda başkenti lstanbul olarak istiyorlar, ABD'li­
ler de, Yahudi kontrolündeki masonlar da . . .

Kissinger Tekke Açıyor, Mason Doğan Hızlan Onu Kutsuyor


Münir Ertegün Tarih Araştırma Vakfı'nı içinde barındıran ve Üs­
küdar'da bulunan "Özbekler Tekkesi" binası ABD Dışişleri eski ba­
kanı Henry Kissinger tarafından açılıyordu.
H ürriyet Gazetesi yazarı ve üst derece Mason Doğan Hızlan 1 3
Eylül 1 994 tarihli yazısında Siyonist Kissinger'e alkış tutuyordu :

1 22
Ergün Poyraz

"Gerçekten bu tür mekanların bilim çalışmalarına açılması , ulus­


lararası kimlik kazandırılması, geciktirilmiş işlerden . . .
Türkiye artık tarihi ile barışıyor. Osmanlı ile Türk Cumhuriyeti
arasına kesmeler koyarak ikisini birbirinden koparmıyor. Geçmişin­
den bugüne uzayan kültür çizgisinde, tekkelerin kültürel rolünü de
öğretmek istiyor. Çünkü tekkenin artık, sadece bir din kültürünün
parçası olarak yorumlanamayacağını biliyor. . . "
9 Eylül 1 996 tarihli Milliyet Gazetesi'nde Şahin Alpay. Samuel P.
Huntington'un 'Türkiye lslam'ın lideri olmalı" sözlerini iç sayfa man­
şetine taşıyordu.
30 Kasım 1 997 tarihli Cumhuriyet'te CIA istasyon Şefi Paul Hen­
ze'nin; "Atatürkçülük öldü; Nakşiler, Nurcular ilericidir" şeklindeki
hezeyanları yer alıyordu.

Ve Demirel Sahnede
1 1 Ocak 1 999 tarihli Radikal Gazetesi'de Mason Demirel'in
"Eyalet" sistemi önerdiğini duyuruyordu. Haberde Demirel'in uzun
zamandır Türkiye'nin başkanlık sistemini tartışması gerektiğini söy­
lediği belirtiliyordu.
Başkanlık Sistemi Masonların icadı ve elde etmek istedikleri ül­
kelerde yerleştirmeye çalıştıkları bir sistemdi. Buna "Şeriat, Yakın­
doğu Federasyonu, Osmanlıcılık" yaftaları takılması masonların göz
boyama taktikleriydi .
Üstad mason ve Demirel'e "Mason değildir" anlamında sahte
belge veren Enver Necdet Egeran, yazdığı "Güncelleşen Masonluk"
kitabının 2 1 7 Sayfasında "Başkanlık Sistemi" ile ilgili olarak şunları
vurguluyordu:
" Masonlukta geliştirilmiş olan , Büyük Üstad, Büyük Kurul, Bölge
Büyük Locası ve Localar idari Sistemi, toplumda Başkanlık Sistemi
siyasi kuruluşuna örnek teşkil etmiştir. Bu fevkalade sistem, önce
ABD'de George Washington ve arkadaşları masonlar tarafından
kurulmuş, zamanla geliştirilmiş ve sonra diğer memleketlere intikal
etmiştir. . .
"

1 23
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

22 Nisan 2003 tarihli "Özgür Gündem"de Abdullah Öcalan da


"Çözüm Osmanlı Eyalet Modeli" diyerek Başkanlık Sistemi istiyor.
Saflar netleşiyordu.
Mart 2005 yılında Alfa yayınlarından çıkan Mehmet Gündem ta­
rafından .yazılan "Fetullah Gülen ile Amerika'da 1 1 Gün" adlı kitabın
75. Sayfasında Gülen'in ; "Başkanlık Sistemi için geç kalındı", "Baş­
kanlık Sistemini zaman zaman tavsiye de etmeye çalıştım" şeklin­
deki sözleri yer alıyordu.
Fetullah Gülen, aynı kitabın 44. Sayfasında Rum Patriğinin "Ekü­
menik" olmasına destek vererek, ruhban okulunun açılmasını isti­
yordu.

Museviler Tayyip Erdoğan'ı ödüle boğuyor


2 1 /0 1 /2004 tarihli Hürriyet gazetesi, Başbakan Recep Tayyip Er­
doğan'a Amerika ziyaretinin ilk ayağı olan New York'ta Amerikan
Musevi Komitesi tarafından "Cesaret Ödülü" verileceğini duyuruyor
ve şöyle diyordu:
"Kısa adı AJC olan Amerikan Musevi Komitesi bu amaçla Erdo­
ğan şerefine HSBC bankasında bir yemek düzenleyecek. Ödülün
bu yemek sırasında başbakana takdim edileceği bildirildi. Erdoğan
ve beraberindeki heyeti getirecek özel uçağın 25 Ocak Pazar akşa­
mı New York'a varması bekleniyor.
Erdoğan, 26 Ocak Pazartesi günü kısa adı FPA olan Dış Politika
Derneği'nde düzenlenen bir toplantıya da katılarak konuşma yapa­
cak . Başbakan'ın konuşmasında, AB yolunda atılan adımlar ve re­
formlar hakkında bilgi vermesi bekleniyor. . . "
1 1 Haziran 2005 tarihli AKP ve Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Va­
kit gazetesi her yıl verilen ödüllerden birini daha haber yapıyordu.
ADL yani Anti Defamation League'nin Çevik Bir'e verdiği aynı
amaçlı ödül için "Yahudilerden Üstün Hizmet Madalyası" başlığını
kullanırken Tayyip için hafif bir kıvırtma yaparak "Musevilerden Ce-

1 24
Ergün Poyraz

saret Ödülü" açıklamasında bulunuyorlardı. Gerçekte ADL, bu ödül­


leri kendilerine üstün hizmet edenlere veriyordu .
Tayyip'in ödülü almasını Dışişleri Bakanı Abdullah G ü l , Devlet
Bakanı Ali Babacan, ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül izliyor­
du. Tayyip, ödül alırken şöyle döktürüyordu:
"Musevi düşmanlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür,
katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır, sapıklıktır. Soykırım , etnik te­
..

mizlik, ırkçılık, İ slam düşmanlığı, H ıristiyan düşmanlığı, yabancı düş­


manlığı ve terörizm geçmişten bu güne kadar devam edegelen ay­
nı kötülüğün farklı yüzleridir... Başka dinlere hoş görü göstermek bi­
ze peygamberimizin mirasıdır. . . . Musevi düşmanlığının Türkiye'de
yeri yok . . .
"

Bu Sözlere Arınç Ne Dedi


1 993 yılında Konya-Karatay'da "Söyletmen Vurun" adlı bir kon­
ferans veren ve bu konferansları 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce
AKP teşkilatlarında propaganda amaçlı olarak seçmenlere izlettiri­
len Bülent Arınç, Musevi düşmanlığının alasını yapıyordu.
"Müslümanlar ile Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmaya­
caktır. Bu harp öyle şiddetli bir harp olacaktır ki, Müslümanlar galip
gelecektir. Yahudiler korkularından ağaçların ve taşların arkasına
saklanacaklardır. Ağaçlar dile gelecek; 'Ey Müslüman, benim arka­
ma Yahudi saklandı gel onu öldür' diyeceklerdir... "

Bülent Arınç, 1 7 Mayıs 2002 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çı­


kan demecinde, Laikliğe aykırı konuşmalarını sahiplenerek, "Bunlar
suç değil, şeref madalyasıdır. Bu yapılanları bir kenara not ettiğimi­
zi de bazıları bilmiş olsun . . . " diyordu.
Bülent Arınç'ın "bazıları bilmiş olsun" şeklindeki sözleriyle vurgu­
ladığı "bazıları" bendim ... Şimdi Arınç'ın bir kenara, bir not daha ek­
lemesi için bir hünerini daha verelim.

Annç'ın yemek parası


2003 yılının 1 1 . ayının başında Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın
annesi ölmüştür, Merhumeye Allah'tan rahmet dileriz. Biz burada

1 25
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

rahmet dilerken, Arınç'ların evlerine gelen misafirlere yemek verilir.


Yemek çevre lokantalar varken Manisa Emniyet Müdürlüğü Vali
Parkı Polis Lokali'nden gönderilir. Emniyet Müdürlükleri ne yapsın
kapkaçcı , soyguncu hırsız, katil kovalamaktansa riski daha az olan
lokantacılığa soyunmuştur. Tabii ki yapıp gönderdikleri bu yemeğin
bir bedeli vardır. Yaklaşık 400 milyon lira tutan bu yemeğin ücretin­
den yüzde yirmi beş de indirim yapılır. . . Yemek bedelini Bülent
Annç, "tıkırt" diye ödemiştir" şeklinde bir düşünceniz varsa yanıldı­
nız demektir. Yüzde yirmi beş indirimli hesap Vali Parkı Polis Loka­
linin kasasından 2. Sınıf Emniyet Müdürü Yusuf Ünsal ın önerisi, 1 .
'

Sınıf Emniyet Müdürü Kahraman Koçak'ın 2 1 . 1 1 .2003 tarihli


"Olur"larıyla ödenir.

Devlet Bütçesinden Erotik Film


CHP Milletvekili Emin Koç'un verdiği önerge sonucu: TMSF'nin,
el konulan CiNE - 5'in Fanatik Film şirketiyle süren sözleşmesi ne­
deniyle 1 O erotik film satın aldığı ortaya çıkıyor, böylece dini bütün
AKP'lilerin millete ramazanlar dahil erotik filmler seyrettirdiği belge­
leniyordu.
Oysa Tayyip Erdoğan Belediye Başkanı olmadan önce İ stanbul
genelevlerini dolaşmış, "Sizleri buradan kurtaracağız" diyerek söz
vermiş, oy istemişti. Kendisine güvenen Genelev kadınları sözlerini
tutmuş, oylarını vermiş ve Tayyip Belediye Başkanı seçilmişti. An­
cak seçimden sonra verdiği sözleri tutmayan Tayyip, Başbakan ol­
duktan sonra el koydukları CiNE 5'in Ramazan ayında bile Erotik
film yayınlamasına müdahale etmemişti .
CHP Milletvekili Emin Koç, Maliye Bakanı Kemal U nakıtan'a,
TMSF'nin CiNE - 5'in yayınlaması için kaç dizi film ve film aldığını
sordu . Soruyu yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener el
konulduktan sonra C i N E - 5'e " 1 67 bin 387" dolarlık film alındığını
belirtti.
Şener, Fanatik Film şirketiyle Nisan 2005'e kadar süren sözleş­
me doğrultusunda 1 O erotik film alındığını açıkladı. Filmler için 8 bin

1 26
Ergün Poyraz

dolarlık anlaşma yapan CiNE 5 yönetimi şimdiye kadar 5 bin do­


-

lar ödedi.
TMSF'nin erotik film listesindeki on film şöyle: "Passion and Ro­
mance, Butterscotch- Mission l nvisible, Click, Butterscotch - Power
Flower, Virtual Encounters 2, lnsatıable Wives, Click, Sex Files 2 ,
Belonde Heaven, Urban Master."

AKP Hıristiyan Demokratlar'a "Gözlemci" Oldu


29 Ocak 2005 tarihinde AKP'nin, Avrupa Parlamentosu'nun en
büyük siyasi grubu olan ve Hıristiyan Demokratlar olarak anılan Av­
rupa Halk Partisi'ne 'gözlemci' statüsü ile kabul edildiği ortaya çıkı­
yordu. Gerçi Erdoğan Hıristiyan Demokratlara katılmak için Alman­
ya'ya gitmiş Konrad Adenauer Vakfında, Türkiye'de yargılaması sü­
ren Alman Vakıflarını öven konuşmalar yapmıştı . AKP'nin Hıristiyan
Demokratlara katılması ile ilgili haber şöyleydi:
"AK Parti , Avrupa Parlamentosu'nun en büyük siyasi grubu olan
ve Hıristiyan Demokratlar olarak anılan Avrupa Halk Partisi'ne 'göz­
lemci' statüsü ile kabul edildi. Bu statüyle AKP grupta söz hakkı sa­
hibi olacak, ancak oy kullanamayacak.
Avrupa Halk Partisi'nde (EPP) yapılan oylamada Türkiye'nin AB
üyeliğine karşı çıkan Alman ve Fransız siyasi partileri dahil, ezici bir
çoğunluk AKP lehinde oy kullandı. Sadece iki Slovak partisi çekin­
ce koydu. Yaklaşık iki saat süren toplantıya AKP adına, Dış ilişkiler­
den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli ve AB Uyum
Komisyonu Yaşar Yakış katıldı. Türk tarafı, "Gözlemcilik statüsü ,
AKP'nin bu siyasi grup içindeki geleceğini belirsiz bir hale getirir" di­
yerek ortak üyelik verilmesi için ısrar etti. Ancak Hıristiyan Demok­
ratlar, "Kural gereği ilk defa kabul edilen bir siyasi partiye önce 'göz­
lemci' daha sonra ise 'ortak üyelik' verilir" gerekçesiyle bu talebi ka­
bul etmedi .
Bu statü ile AKP, Avrupa Hıristiyan Demokratları içinde söz hak­
kı sahibi olmasına rağmen oy kullanamayacak. Oy hakkı, 'ortak

1 27
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

üyelere' veriliyor. AKP'nin gruba 'tam üye' kabul edilmesi için ise,
Türkiye'nin AB üyesi olması gerekiyor. AKP'nin bu grubun içerisin­
de söz sahibi olması oldukça önemli. Avrupa Hıristiyan Demokrat­
ları , Avrupa'da en etkili ve büyük siyasi grup olarak dikkati çekiyor.
Avrupa Parlamentosu'nda da en fazla koltuk sayısına sahip . . . "

Kimlik Değişimi
Başbakan Erdoğan, 1 993'te 'Bu anayasa ırkçıdır', 1 995'de
'Ölünce, kavmini sormayacaklar', 2002'de 'Kürt sorunu yoktur' de­
mişti. Bu yıl 'Kürt sorunu' ile 'Türk kökenli vatandaşlar' ifadesini kul­
lanıyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , "Kürt sorunu" ve "üst kimlik"
tartışmasında muhalefetin "Yugoslavya'ya döneriz. Üniter çimento
esnetiliyor" tepkisine hedef olurken, verdiği çelişkili mesajlarla zik­
zaklar çiziyor.
Geçmişte "molla" büyük dedesinin dini duyarlılığıyla etnik ayrım­
ları reddeden , 2002'de "Türkiye'de Kürt sorunu yok" diyen Erdoğan,
1 O Ağustos 2005'de probleme "Kürt sorunu" adını koyma, 28 Kasım
2005'te "'Kürt'üm demeyeceksin ha' dersen isyan başlar" deme
noktasına geldi. Erdoğan'ın kimlik bunalımında son nokta, 6 Aralık
2005'te "Türk kökenli vatandaşlar" demesi oldu . Erdoğan'ın geç­
mişten bugüne uzanan değerlendirmeleri şöyle:
. .

1 993: (RP lstanbul i l Başkanı iken) Bu anayasa ırkçıdır ama


"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" diye bir anlayışı getirmiştir. Bir
çatışma var anayasada. Bir taraftan bir Kürt'ün kalkıp da Türk aley­
hine konuşmasını suç unsuru telakki ediyor ama bir Kürt'ün aleyhi­
ne konuştuğun zaman onu alkışlıyor. Ee bu mantık, çelişkidir. Üs­
tünlük ancak Hakk'a olan yakınlıkla ölçülür.

Müslümanım
6 Aralık 1 995: Ümraniye konuşmasında ; "Bana diyorlar ki , "Sen
Rizelisin. Sen Laz'sın." Diyorum ki, "Laz değilim" Gittim, babama
sordum. Baba biz Türk m üyüz laz mı? .. Babam, büyük dedesine

1 28
Ergün Poyraz

sormuş. Molla bir zattı . Şu cevabı vermiş: "Yarın öleceğiz, Allah bi­
ze soracak: Rabbin kim, nebin kim , dinin ne? Ama bize 'Kavmin ne­
dir?' diye sormayacak. Sana sordukları zaman 'Elhamdülillah Müs­
lümanım' de geç."

Kürt Sorunu Yok


24 Aralık 2002: (Rusya gezisinde) Türkiye'de Kürt sorunu yok.
Sorun var diye inanacaksan sorun olur, yok dersen sorun ortadan
kalkar. Böyle öngörü ile yaklaşırsan, sorunun içindesin demek. Bak,
"Siirt'ten evliyim , huzurluyum" diyorum . Böyle yaklaş olaya. Kürt so­
runu var dersek, bu, sanal sorunlar olarak ortaya çıkarılmıştır. Bizim
için böyle bir sorun yok.

Ben Gürcü'yüm
1 3 Mart 2004: (Kanal D'de) Türkiye'de bir Kürt, bir Laz, Abaza,
Çerkez gerçeği varken, bunlar Allah göstermesin onlarca sorun do­
ğurur. Geçmişte de böyle olduğu için bu sorun haline geldi.
21 Mayıs 2004: (Romanya'da Türk soydaş derneği temsilcileri­
ne) Dünyada ideolojiler bitti. Ne etnik ideoloji ne de dini ideoloji ka­
lıcı oluyor.
1 1 Ağustos 2004: (Gürcistan gezisinde) Ben de Gürcü'yüm, ai­
lemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.

Et ile Tırnak Gibiyiz


1 2 Nisan 2005: (Norveç'te) Ben , Rizeliyim , eşim Siirtli. Türk de­
ğil, Arap. Biz zaten sorunları çözmüşüz. Türkiye'de bakıyorsunuz,
Türk Kürt ile, Azeri Gürcü ile evlidir. ikisi birbiriyle et tırnak gibi ol­
muştur.

Sorunun adı: Kürt sorunu


1 O Ağustos 2005: (Aydınlara) Her soruna illa ki bir ad koymak
gerekiyorsa, Kürt sorunu . . . Adına ister "kökeni Kürt vatandaşlarımı-

1 29
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

zın toplumsal talepleri" deyin, ister "Güneydoğu sorunu" deyin, is­


terseniz "Kürt sorunu" deyin . . . Sorunlar, anayasal düzende, demok­
ratik cumhuriyet sistemi içinde ve daha çok demokratikleşme yoluy­
la çözülmeli.
1 2 Ağustos 2005: (Diyarbakır'da) "Kürt sorunu ne olacak?" di­
yenlere diyorum ki , herkesten önce bu benim sorunumdur.

30 Etnik, 1 üst Kimlik


1 5 Ağustos 2005: (AKP'nin 4. kuruluş yıldönümü töreninde) Et­
nik unsurlar vardır. Kürt'ü vardır, Laz'ı, Çerkez'i, Gürcü'sü , Arna­
vut'u, Boşnak'ı, Türk'ü vardır. Bunlar ülkemizde bir alt kimliktir. Bu­
nun bir tek üst kimliği vardır; o da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlı­
ğıdır.
21 Ağustos 2005'te: (İstanbul'da minibüsçülerle sohbet eder­
ken) Ülkemizde Laz da var, Boşnak da var, Arnavut da var, Çerkez
de var. 30'a yakın etnik kimlik var. Bununla Türkiye Cumhuriyeti va­
tandaşlığını birbirine karıştırmayalım.
3 Eylül 2005: (Napoli'ye giderken uçakta) Kürt olan vatandaşımı­
za, "Kürt değilsin, Türk'sün" dayatmasını yapmamız yanlış. Aynı şey
Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza, Boşnak, Arnavut için de geçerli.

Kürt, Kürt'üm Diyecek


8 Ekim 2005: (Siirt'te) Ülkemde birçok sorunlar var. Doğu soru­
nu, Güneydoğu sorunu, Kürt vatandaşların kendine ait sorunları
vardır. Hangi etnik unsurdan olursa olsun, Türk, Kürt, Çerkez, Laz,
Arnavut, Boşnak, ki biz buna alt kimlik diyoruz, üst kimlik Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
20 Kasım 2005: (Şemdinli'de) Türk Türk'üm, Kürt Kürt'üm, Laz
Laz'ım, Çerkez Çerkezim diyebilecek. Hepimizin üst kimliği Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
23 Kasım 2005: (AKP grubunda) Türkiye Cumhuriyeti vatandaş­
lığı, 73 milyon için sigortadır. Bizi ; Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Türk'ü, do-

1 30
Ergün Poyraz

ğulusu, batılısı, güneylisi , kuzeylisi ile inananı, inanmayanı ile birleş­


tiren bu üst kimliktir. Biz bir mozaiğiz.

Yasak isyan Başlatır


27 Kasım 2005: (Samsun'da) Deniz Baykal, bana bir defa 'Türk
Milleti' demenin dersini vermesin, önce onun dersini alsın. Dünya­
da Türk ırkı yok mu? Var. Etnik unsur olarak Türk yok mu? ABD'de
zenciler, beyazlar vardır. ABD vatandaşlığı üst kimlik kabul edilmiş­
tir.
28 Kasım 2005: ( İ spanya gezisinde) İ nsanların ben Gürcü'yüm,
ben Laz'ım deme hakkı var. Oradaki vatandaşın "Ben Kürt'üm" de­
mesi ni engelleyemezsin. "Kürtüm demeyeceksin ha" dersen isyan
başlar.

Türk Kökenli Vatandaş


6 Aralık 2005: (Yeni Zelanda'da) Bizde etnik unsurlar din bağıy­
la bağlıdır. Türkiye'deki Kürt kökenli vatandaşların sorunu, Türk kö­
kenli vatandaşlar kadardır.

Annç da Sorunlu
Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi "Bülent
Arınç da Sorunlu" başlığı ile şunları aktarıyordu:
Bülent Arınç herhalde; tıpkı Recep Tayyip Erdoğan gibi, Leyla
Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, vesaire tarafından takdir ve tebrik
edilmeyi arzu etmiş olmalı ki , o da Güneydoğu'daki terör meselesi­
ni "Kürt Sorunu" olarak açıklayıverdi.
Allah encamını hayreylesin .
Kürt sorununun çözümü için cesur adımlar atılmalıymış, daha
fazla demokrasi , daha fazla özgürlük gerekirmiş . . .
Asla! . .
Daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük Güneydoğu'nun
elimizden çıkmasına sebep olacaktır.

1 31
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Atatürk, Kimlikçilere Röntgen Tutmuştu


Ulusal Kurtuluş savaşımızın kahramanı Atatürk, etnik özürlülerin
boyunlarına kimliklerini şu sözlerle asmıştı:
""Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendileri­
ne Kürtlük fikri , Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri, Boşnaklık fikri
propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.
Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış isimlendir­
meler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden başka hiçbir millet
ferdi üzerinde üzüntüden başka hiçbir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü,
bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye,
tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyor. . . "
. .

işgalci ABD Askerlerini Kahraman ilan Ediyor


Belediye Başkanlığı döneminden önce başlayan ABD, İ ngiliz ve
İsrail konsolos ve yetkilileri ve Yahudi işadamları ile kurulan ilişkiler,
"referansım İslam" "Elhamdülillah şeriatçıyım" diyen Erdoğan'ı
l rak'ın petrol ve madenlerine göz diken ABD ve çetesinin işgali sı­
rasında ve sonrasında, dualarının "ABD askerlerinin yanında" oldu­
ğunu ilan ediyordu.
Tayyip Erdoğan Nisan 2003 yılında Wall Street Journal'da Ame­
rika'ya şu mesajı veriyordu.
"Kahraman çocuklannızın anavatana en az kayıpla dönmesini
umuyor ve dua ediyoruz . . . "

ABD'de Yahudi Mafyası: ADL Ve Gülen Efendi'nin Diyalog Masalı


23.03.2005 Tarihli Yeni Mesaj gazetesinde M. Emin Koç, Tayyip
Erdoğan'ın, her ABD gezisinde (!) ödül aldığı Yahudi ADL adlı örgüt
hakkında ilginç bir yazı yazmış;
"Zaman en büyük tefsirdir" der eskiler. "Gerçekler zamanla anla­
şılır" kelam-ı kibarını nazar boncuğu olarak kullanırlar zamane ço­
cuklar. Dolayısıyla şu malum "diyalog masalı" nın orijinine, gerçek
sahiplerine ve yerli taşeronlarına Zaman'dan bir ayna tutalım da su-

1 32
Ergün Poyraz

ret-i Hak'tan görünenlerin maskeleri düşsün , foyaları ve boyunlar­


daki haçlar ortaya çıksın . . .
Yorumsuz sunacağım iki belge d e Zaman gazetesinden . . . Bakın
bakalım kimin eli kimin cebinde, kim kimlerin adamı , kim kimler adı­
na diyalog işine taşeronluk yapıyor?
Son bir hatırlatma ; bu yazıyı "Papalık misyonunun Müslüman kı­
lıklı yerli parçaları için bir foyametre" olarak kesip arşivinize alma­
nızda fayda var.
ÖFlce, 20 Kasım 1 992 günkü Zaman'ın 2. sayfasındaki "ABD'de
Yahudi mafyası: ADL" başlıklı ve Yunus Altınöz imzalı araştırmadan
bazı bölümleri aktaralım:
"İngiliz Farmasonluğu'nun Yahudi kolu olan B'nai Brith'in etkisi
altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1 9 1 3 yılında kurulmuştur.
ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir.
Kurdukları "Denizaşırı Yatırımcılar Servisi" adlı şirketle milletlera­
rası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yü­
rütmektedir.
işgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs'ün Hıristiyan ve
Müslüman bölgesinde geniş arazilerin kanunsuz alım-satımının or­
taya çıkarıldığı emlak sıkandalı da yine işin içinde ADL'nin varlığını
ortaya koyuyor
ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisi­
ni sürdürdü. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman suçu da­
ima ADL'nin üzerine attı.
ADL'nin bilinen cinayetleri şunlardır: 1 5 Ağustos 1 985'te Kafkas­
yalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı
saldırı sonucu öldürüldü . . . Musevi iken Hak din olan lslam'a dönüş
yapan Prof. lsmail Raci Faruki ve eşi 1 985'in Ramazan'ın da saba­
ha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürüldüler . . . Gandhı ve Palme
suikastlarının arkasında da ADL'yi görmekteyiz.
ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kıs­
mını Amerikan H ükümeti Adalet Bakanlığı'na bağlı Özel soruştur-

1 33
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

malar Ofisi'nde (OSI), bir kısmını da lsrail otoriteleriyle Tel Aviv'de


çalıştırmaktadır.
İ srail Devleti kurulduğundan beri ADL, İ srail Gizli Servisi MOS­
SAD ile hususi ilişkilerini daima sürdürmüş, lsrail mafyasıyla da ya­
kın bağlantılar kurmuştur . . . ADL -Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde
satın aldıkları evlerde militan Yahudiler'i yetiştirdiler. . .
"

Kim yazıyor bütün bunları ve dahasını; 20 Kasım 1 992 günkü Za­


man gazetesi . . . Dilerseniz ADL'ye ilişkin bilgileri tekrar okuyun .
Gelelim 1 O Mart 1 998 günkü aynı Zaman gazetesinin "Diyalog
Çabaları Devam Ediyor" başlıklı ve Selçuk Gültaşlı imzalı haberine:
"3 gündür Türkiye'de bulunan Yahudi Liderler Heyeti , Başbakan
Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Ba­
kanı Cem' den sonra Fethullah Gülen ile görüştü . . . 55 Yahudi örgü­
tünü temsilen Türkiye'de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Ya­
hudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fethullah Gülen'in
Türkiye'deki ve yurtdışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın 'barış'
asrı olması açısından önemsediklerini ve sözkonusu . . . Projeye bü­
yük ilgi duyduklarını belirttiler . . .
Görüşmede; Gülen'in, ABD'nin e n etkili Yahudi Lobisi olan
"ADL'nin (Anti-Defamation League) teklifi"yle hazırladığı "hoşgörü
ve diyalogla ilgili kitap" da gündeme geldi. Gülen, lngilizce olarak
hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere ol­
duğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söyledi. Kitap,
ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacak . . . "

Tek harf dahi ilave etmeden aktardım; 1 O Mart 1 998 günkü Za­
man gazetesi aynen böyle yazıyor a dostlar.
Şimdi anladınız mı ADL kim, Fetuliah Efendi ne iş yapar, "hoşgö­
rü masalı ve diyalog kitabı" ne? Hala fark edemediyseniz her iki
"Zaman haberi"ni tekrar okuyun lütfen; gerçekler zamanla anlaşılır
çünkü .
Hayırdır, bazıları şoklanmış gibi . . . Bu Mart haberi soğuk duş et­
kisi yaptı herhalde?

1 34
Ergün Poyraz

Öyledir; Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır, Şubat soğu­


ğuna benzemez . . ."

Şeyh Nazım Kıbnsi Kimdir, Nakşiliği Nereden Geliyor


1 920'1er başında doğduğunu söyleyen Şeyh Nazım Kıbrısi, üni­
versite öğrenimi için Türkiye'ye geliyor ve İ stanbul Üniversitesi'nde
kimya okumaya başlıyor. İ stanbul'da tanıştığı bir Nakşi şeyhinin et­
kisiyle tarikata giriyor. Sonra kendisini bu yolda daha da geliştirmek
üze.re. öğrenimini yarıda keserek Şam'a, ileride tarikatı , Batı dünya­
sına yaymak üzere el alacağı Şeyh Abdullah Dağıstani'nin yanına
gidiyor. 1 970'1erden itibaren de l ngiltere üzerinden Batı dünyasında
faaliyete başlıyor. Tüm desteğini İ ngiltere'den alıyor, İ ngiliz Kraliyet
ailesini Müslüman dünyaya sempatik göstermeye çalışıyordu.
11 Şubat 2001 tarihli Radikal Gazetesi'nde Hüseyin Charles'in
sünneti başlıklı yazıda, "Prens Charles'ı da, Kıraliyet ailesini de
Müslüman yaptım . Prens Charles, ' Hüseyin Charles' adını aldı, sün­
net oldu. Kraliyet ailesinde tüm erkekler sünnetlidir" diyordu. Deme­
sine de insan en yakın arkadaşının sünnetli olup olmadığını bilmez­
ken bu Şıh nasıl oluyor da Kraliyet ailesinin tüm erkeklerinin pipile­
rini görmüş gibi "Bunlar sünnetlidir" diyebiliyordu.
. .
4 Ocak 1 996 tarihli Hürriyet gazetesinde "lngiliz istihbarat Servi-
si'nin maaşa bağladığı bir Nakşibendi şeyhi" başlıklı yazı da şunlar
anlatılıyordu:
"Şeyh Nazım Adil Kıbrısi , lngiliz Veliahtı Prens Charles'in sünnet
olduğunu açıkladı. Kimdir bu adam? Size ünlü şeyhi biraz tanıtayım .
Şeyhimiz isminden anlaşılacağı gibi Kıbrıs doğumludur. Türk
mücahidlerinin adada yaşam ve bağımsızlık mücadelesi verdiği
1 950'1i ve 1 960'1ı yıllarda Nazım Bey'in İ ngiliz ajanı olduğu tespit
edilir. Türklerin lideri Dr. Fazıl Küçük, Ankara'nın onayıyla Şeyh Kıb­
rısi'yi adadan sürer. İ ngilizlerin protestolarına rağmen Şeyhimiz
Türk idarecileri tarafından Vatan Haini ilan edilir. . . .
Şeyhin ülkemizdeki itibarı süperdir. Bir örnek olarak Süleyman

1 35
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Demirel , şeyhin yakınında bulunmuş, Turgut Özal kendisini lstan­


bul'da birçok kez kabul ederek elini öpmüştür.
Bugünlerde şeyhimiz İstanbul hava limanına indiği zaman en az
kırk veya elli limuzinle karşılanmakta , yanına gelen avanesi ile be­
raber Beykoz'daki dergaha doğru yola çıkmakta. Kısa bir istirahat­
tan sonra elinin öpülmesine izin vermekte ve yapılan bağışları ka­
bul etmektedir. Nakşi Şeyhinin işareti ile ülke çapındaki birçok iha­
le bağlanabildiği gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ihaleleri de
kontrol altındadır.
Bu sistemin çarkları Sosyal Demokrat Başkan döneminde de ça­
lışmış, Refah Partisi döneminde iyice yağlanmıştır... "

Şeyh Nazım , Milli Görüş'ün Avrupa toplantılarına da katılmış,


orada konuşmalar yapmıştır.
lngiliz ajanı, Nakşibendi Şıh'ı Kıbrısi ; Türkiye'den küçük bir istek­
te bulunur, Osmanlıyı getir, Laikliği kaldır, Kürdistanı kur;
"Bir, Türkiye Cumhuriyeti yerine Osmanlılığın getirilmesi, ikinci
çare Laiklik kaldırılacaktır. Üçüncü bir yol söyleyeceğim; Kürdis­
tan'a, Kürt vilayetine muhatap verip, orada laikliği kaldırıp dindar
zümreyi kuvvetlendirmek ... Kürdistan'a muhtariyet, dine dayalı bir
muhtariyet ile bir hürriyet verilecek ki , Kürt Müslümanları katiyyen
kızıllara meydan vermez . . . "

26 ağustos 2004 tarihli "Halkın Sesi" gazetesi Şeyh Kıbrısi'nin;


"Papazlarla yeyip içtiği Girit Marot köyünün, en fanatik, barışın
ve uzlaşmanın düşmanı, Ortodoks bağnazlığının kol gezdiği bir
Rum köyü olduğu belirtiliyordu.
Annan Planı'nın iki kesimde de onaylanması taraftarı olan Şeyh
Nazım Kıbrısi, Güney Kıbrıs'a giderek "Hayır"cı Rum papazlarla gö­
rüşüyor, ve eski EOKA lideri Başpiskopos Makarios'un mezarına çi­
çek koyarak, referandumda "Allah'ın emridir" diyerek Kıbrıs halkını
"Evet" oyu kullanmaya çağırdı. Annan Planı'na "Hayır" demenin
şeytani olduğunu söylüyordu.
Şeyh Nazım, Kıbrıs Türkü'nün mallarını Rumlar'a devredip ada­
yı terk etmesini de istemişti . Kanlı çatışmalar sırasında Rumlar'ın

1 36
Ergün Poyraz

koruması altındaydı. Türkiye'ye girmesi yasaktı . Türk milletine


"Mantar millet" dedi. Her fırsatta Makarios'un mezarın ı ziyaret edip
ona dualar okudu. Annan Planı'nı ve Erdoğan'ı destekledi. . .
Prof. Dr.Çetin Yetkin, Şeyh Nazım'ın referandumda "Evet" çilerin
yanında yer alması ve Denktaş muhalifliğine açıklık getiriyordu:
"Annan Planı'nın referanduma sunulacağı günlerde "Evetçi"lerin
yanında yer alan ve planın kabul edilmesi için fetva da veren Şeyh
Nazım Kıbnsi yeniden gündeme oturmuş bulunuyor. Daha düne de­
ğin Rauf Denktaş'ın himayesinde bulunan, uzun süre yaşadığı İngil­
tere'den onun sayesinde Kıbrıs'a dönerek yerleşebilen ve dergahı­
nı kurabilen Şeyh , ne olmuştu da Denktaş'ın tam karşısında yer al­
mış, onun muhalifleri arasına katılmıştı? Üstelik, bir zamanlar,
Denktaş'ın makam otomobiline binen, onun ölen oğlunun mevlidini
okuyan Şeyh Nazım, evetçilere katılmakla da kalmayacak, referan­
dum öncesinde Kıbrıs Rum kesimine geçerek Kikkos Piskoposu Ni­
kiforos'un konuğu olacak, Kikkos Manastırı'nda ağırlanacak, Maka­
rios'un Throni Tepesi'ndeki mezarını ziyaret ederek onun için dua
da edecekti. Şeyh Nazım, bu ziyaretinde yaptığı açıklamada, Kıb­
rıs'ın Rumlar ve Türkler arasında ikiye bölünmesinin şeytanın işi ol­
duğunu, bu nedenle de Kıbrıs Türkleri'nin referandumda "Evet" oyu
kullanarak eski günlere geri dönmelerini, Rumlar'la birleşmeleri ge­
rektiğini öne sürecekti.
Bir Nakşibendi şeyhi olan Nazım'ın Hıristiyan Rumlar'la bu içli dı­
şılığı, Makarios'u dualarla ululaması , gerçekte Şeyh'in ilk boy gös­
terdiği yıllardan bu yana izlediği çizginin bir sonucundan başka bir
şey değildi . Ancak, tüm Müslümanlar'ın İ slam şeriatı ile yönetilme­
si gerektiğini, Batılı değerlerin İ slam toplumlarınca kabul edilip yay­
gınlaştırılmasının Müslümanlar'ın sonu olacağını öne sürüp durmuş
olan , Avrupa Birliği'ni ağır bir biçimde eleştiren Şeyh'in Müslüman
Kıbrıs Türkü'nün Hıristiyan Avrupa Birliği içinde yer alması amacıy­
la "Evet" kampanyasına etkili bir biçimde katılmasında, acaba
ABD'de yaşayan , Amerikan yönetimiyle sıcak ilişkiler içinde bulu­
nan, zaman zaman George W Bush un konuğu olan, Nazım'ın Lüb­
. '

nan asıllı damadı ve ABD'deki sağ kolu Şeyh Muhammed Kabba-

137
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ni'nin bir rolü var mıydı? Hemen belirtelim ki , Recep Tayyip Erdo­
ğan bu yılın başında ABD'ye yaptığı ziyarette Kabbani ile buluşmuş­
tu . Abdullah Gül ise, bundan bir süre önce Kayseri'ye gittiğinde,
Şeyh Nazım ın müridi olduğu söylenen Tuncer Özkardeşler'i Ta­
'

las'ta ziyaret etmişti.


Bu sorulara yanıt verebilmenin yolu , Şeyh Nazım Kıbnsi yi tanı­
'

maktan geçiyor. Onu daha yakından tanıdığımızda, ayrıca, dün


Denktaş'ın yanında olduğu için KKTC solcularının acımasızca eleş­
tirdikleri Şeyh ile bugün aynı cephede neden kolkola oldukları ve
oluşturdukları bu "Evet" cephesinin bir yönü daha aydınlanmış ola­
cak.

Şeyh Nazım, Türkler'in Mallarını Rumlar'a Satıp Adayı Terk


Etmelerini istemişti
Şeyh Nazım Kıbrısl'nin sicili bir yandan Kıbrıs'ta ve bir yandan
da Türkiye'de olup bitenlerin çok önemli bir boyutuna ışık tutacak
nitelikte.
Şeyh'in göze çarpan ilk önemli "icraatı"nı, Kıbrıs'ın l ngiliz yöneti­
minde bulunduğu 1 954 yılına rastlıyor. O tarihlerde henüz 34 yaşın­
da olan bu Nakşibendi şeyhinin, Kıbrıs'lı Türkler'in mallarını Rum­
lar'a devretmeleri ve adayı terk ederek Suriye'ye göçmeleri için va­
azlar verdiğini, bu yolda dini konuşmalar yaptığını görüyoruz. Suri­
ye'nin Kıbrıs Konsolosluğu ise, Kıbrıs Türk gazetelerine ilanlar ve­
rerek Suriye'ye Kıbrıs Türkleri'nin göçlerini engellemeye çalışmış
bulunuyor. Örneğin, 13 Temmuz 1 954 günlü Halkın Sesi ve Hürsöz
gazetelerinde yer alan ilanlar şöyle:

"Suriye Konsolosluğu'ndan
ilan
Kıbrıs Suriye Konsolosluğu, Suriye'ye seyahat etmek isteyenle­
re verilen vize hamiline yalnız iki aydan fazla ikamet hakkı verme­
diği gibi Suriye dahilinde gerek ücretli, gerekse ücretsiz iş yapmak

1 38
Ergün Poyraz

ve emlak satın almak hakkını da vermediğini ammenin dikkatine arz


etmek ister."
Bu gibi ilanların verilmesinin bir nedeni de, Şeyh'in Türkler'in
Kıbrıs'tan silinmeleri ile sonuçlanabilecek bu yıkıcı propagandaları
üzerine Kıbrıs Müftülüğü'nün harekete geçerek ve Suriye'nin Kıbrıs
Konsolosluğu'na çeşitli yazılar yazarak, Suriye makamlarının yardı­
mını istemiş olmasıydı. Örneğin, bu yazılardan 3 Ağustos 1 954 ta­
rihli olanında şöyle deniyordu:
"Şam'da sakin Şeyh Şemsettin Abdullah Dağıstani ve onun em­
riyle olduğunu söyleyerek müridi Kıbnslı Şeyh Nazım tarafından
adada, Kıbrıs'ın iki seneye kadar batacağı, Şam'da Mehdi'nin zuhur
edip bir dağın arkasında bulunduğu ve dünyayı fetih için emir bek­
lemekte olduğu ve Türkiye'nin Rus istilasına uğrayacağı ve bina­
enaleyh en salim yerin Şam olması hasebiyle, mallannı tercihan Hı­
ristiyanlar'a satarak Kıbnslı Müslümanlar'ın oraya hicret [göç] etme­
leri ve orada iş kurup geçinebilecekleri yolunda ve dini telkinat şek­
linde yapılan propagandalar üzerine halkımızdan bazı basit zihni­
yetli kimseler bunun tesiri altında işlerini bozarak mallannı satıp
Şam'a muhaceret [göç] ettiklerinden ve bir kısmı da aynı maksatla
hazırlanmakta bulunduklanndan ve bu ise adada ekalliyette [azın­
lıkta] bulunan Kıbns Türkleri'nin bünye-i içtimaiyesi [toplumsal yapı­
sı] üzerinde tahripkar tesirat [yıkıcı etkiler] yaparak birçok aile yuva­
lannın dağılmasını ve iktisadi durumun hayli zedelenmesini intaç
edeceği [gerektireceği] cihetle ewelce bu mevzu etrafında zat-ı eli­
nizle görüşerek icap eden önleyici yardımın lütfedilmesini rica eyle­
miştim."

Şeyh Nazım'ın Kabaran Suç Dosyası


Kıbrıs Müftülüğü'nün tüm çabalarına ve Suriye Konsoloslu­
ğu'nun uyarılarına karşın , bir kısım halk malını mülkünü Rumlar'a
satacak, Suriye'ye göçmeye kalkışacaktı. Ancak, Şeyh Nazım 'ın ya­
pıp ettikleri bu kadar da değildi . O günlerden sonra olup bitenleri

1 39
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

resmi belgelerden izleyelim. İlk belgemiz Kıbns Müftülüğü'nün Türk


Cemaat Meclisi Başkanlığı'na yazdığı 50/1 54 ve 1 6 Ocak 1 967 ta­
rihli yazı . Bu belgede Şeyh Nazım'ın bu yıkıcı propagandasının so­
nuçları ve sonraki "faaliyetleri" şöyle sıralanıyor:
" . . ... bu irticai telkinlerden ilk safhada müteessir olan [etkilenen]
Peristerona, Elye, Şillura ve Piskopu köyleri olmuştu. Nazım bura­
larda sandıklar açarak para topluyor ve geldiğinde alıyordu . . . . Pro­
pagandalar sonunda bazı Türkler mallarını Rumlar'a satmışlar­
dır. . ...
Nazım aralıklı olarak Kıbrıs'a gelmekte ve din perdesi altında ir­
tica işleriyle uğraşmakta devam etmektedir. Bu gelişlerinden birin­
de Şeyh Nazım tedarik ettiği avanesiyle birlikte bir cuma günü Se­
limiye Camii'ne giderek gerici ve tehditkar hareketlerle din memur­
larının vazifelerine müdahale ederek gürültü çıkarmış ve meselenin
polise ihban üzerine mahkemeye verilerek bir ay hapis cezasına
mahkum edilip hapsolunmuştur.
Aynca, Lamaka'da Harikin Tüleykan isminde bir Ermeni ve arka­
daşlanyla birlikte para kaçakçılığı yaptığı ve komünistlikle uğraştığı
için Türkiye'den hudut dışı edilen ve Şam'da komünist organı ola­
rak işleyen Mehmet Ali Fellak ile temasta bulunduğu öğrenilmiş­
tir.....
"

Bir ara Kıbrıs Bayrak Radyosu'nda Şeyh Nazım ın da görüşleri­


'

ne yer verilmesi üzerine Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı Muavinliği ve Kıb­


rıs Geçici Türk Yürütme Kurulu Başkanlığı'nın Türk Mukavemet
Teşkilatı'nın komutanlığı durumunda olan Bayraktarlık'a yazdığı ve
birer örneğini Türkiye Büyükelçiliği ile Türk Cemaat Meclisi Başkan­
lığı' na gönderdiği 4 1 /69 sayılı ve 21 Ocak 1 971 günlü yazıda ise şu
bilgiler yer alıyor:
" . . ... Şeyh Nazım'ın parmağı ile kurulmuş olan bu cemaatin [İs­
lam Cemiyeti] esas elemanları Türkiye tarafından da bilinmektedir.
Şeyh Nazım'ın Türkiye'deki din müessselerinden değil de, Şam
Medresesi'nden icazet alan ve Türkiye hudutları dahiline girmesi

1 40
Ergün Poyraz

men edilen bir şahıs olduğuna bakılacak olursa, laiklikle bağdaşma­


yan bu cemiyetin ileride cemaatin başına büyük gaileler çıkarması­
nın muhtemel olduğu göz önünden uzak tutulmamalıdır. . ..."
Nazım'a TMT'den Tutuklama, Rumlar'dan Dokunulmazlık
Kıbrıs'ta kanlı çatışmaların sürdüğü günlerde ise Rumlar Şeyh
Nazım'a dokunulmazlık tanıyarak Rum kesimine serbestçe girip çık­
masına olanak sağlamalarına karşılık Türk Mukavemet Teşkilatı
(TMT) yetkilileri onun hakkında tutuklama kararı çıkarmışlardı.
TM�'nin önde gelen adlarından olan ve. Kıbrıs Türk kesiminde
uzun bir dönem bakanlık yapmış bulunan ismet Kotak, Rumlar'ın
Şeyh'e tanıdığı dokunulmazlığı şu sözlerle anlatıyor:
"Şeyh Nazım, Türk Mukavemet Teşkilatı günlerinde başında sa­
rıkla Rum bölgelerinden rahatça geçerek camilere gelip vaaz verir­
di. Oysa ben çıksam tutukluyorlar. iki defa tutuklandım ben. Din
adamıdır da onun için Rumlar ona ilişmiyordur da diyemezsiniz.
Çünkü öteki din adamlarını da tutukluyorlardı. Hatta Rumlar tarafın­
dan öldürülen din adanılan da vardı, fakat Rumlar buna serbestlik
tanımışlardı." (Milliyet, 4 Mayıs 1 990)
TMT'de Sancaktarlık yapmış olan Yarbay Hüseyin Yakış' ın ise,
Şeyh'in görüldüğü yerde yakalanması için emir çıkarmış olduğu da
tarihsel bir gerçek.
Şeyh'in Rumlar'la dostluk bağlarının hep süregelmiş olduğunu
da belirtmek gerekiyor. 2 Mayıs 2003'de de Kutsal Kikos Manastırı
Kültür Vakfı'nın düzenlediği ve tüm Rum üst düzey kilise yetkilileri­
nin katıldığı toplantının konuğu olması ve burada bir konuşma yap­
mış olması da bunu gösteriyor.

Şeyh Nazım'ın Dergahında Uyuşturucu


Şeyh Nazım'ın dergahı Lefke'de. Orada müridleri ile birlikte ya­
şıyor. Müridlerinin büyük çoğunluğu yabancılar. Neredeyse her
ulustan insan Şeyh'in çevresinde bir araya toplanmış. işte, 1 9
Ağustos 1 989 günü KKTC polisi Şeyh'in bu dergahını basarak, bir

141
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bölümü kalıp halinde, bir bölümü de sigara biçimine sokulmuş


uyuşturucu madde ele geçirdi, müridlerinden 60 kişi gözaltına alın­
dı. Bunlardan biri Türk, biri Avusturyalı ve üçü de Alman olmak üze­
re beşi tutuklandı (Kıbrıs Postası ve Yeni Düzen gazeteleri , 2 1
Ağustos 1 989). B u müridler, yargılama sonucunda uyuşturucu bu­
lundurmak suçundan mahkum oldular.
. .

işin ilginç yanı, bu polis baskınının o sıralar MiT Müsteşarı olan


Korgeneral Teoman Koman'ın Mayıs ayında Kıbrıs'ı ziyaretini, arka­
sından da Ali Kırgın ın KKTC Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanma­
'

sını izleyen bir dizi tutuklama olayı sırasına rastlaması . . .

Şeyh Nazım'ın Kafa Yapısı


Kıbrıs'ta "Evetçiler"in ön safında yer alan Şeyh'in kafa yapısı da
ilginç mi ilginç. Örneğin, Kıbrıs'ta bir ara her cuma günü yayınladığı
Terazi adlı risalede lslam şeriatı ile idare edilen ülkeler övülüyor (9
sayılı Risale), Türkiye ve Kıbrıs Türk basını "haşerat, elin belin kır­
kayağı" olarak nitelendiriliyor ( 1 0 sayılı Risale), "Müslümanlık çağ­
daşlıkla bağdaşamaz, çünkü hem çağdaş hem de Müslüman olmak
mümkün değildir'' diyor ( 1 1 sayılı Risale).
KKTC'de yayınlanan Bozkurt gazetesinde yayınlanan bir dizi rö­
portajda ise şunları buyurmuş: "Uzay adamı yok. Uzayda melaike
var. Adam demesinler onlara." (8 Mart 1 990); "Dünyanın sonu yak­
laşmıştır." ( 1 0 Mart 1 990).
Zaman gazetesinde 30 Haziran 1 991 'de yayınlanan görüşleri
arasında şu da yer alıyor: "Tekkelerde, dergahlarda, zaviyelerde
millet hem edep öğrenirdi, hem de fısebillah hizmeti öğrenirdi.n; "Biz
on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan" diyorlar. Mantar
millet! Bu Onuncu Yıl Marşı' dır . . . . . On senelik mantar gençlik!"
Cumhuriyet gazetesine 7 Ocak 1 996'da yaptığı bir açıklamada
ise, Refah Partisi iktidarında her şeyin değişeceğini, fes ve sarığın
serbest olacağını söylemiş bulunuyor.
Şeyh Nazım, 4 Şubat 200 1 günlü Akit gazetesinde yer alan açık-

1 42
Ergün Poyraz

lamasında Cumh uriyet rejimi için de diyor ki: "Milletin yıllardır yapı­
lan bu dayatmalara karşı direndiğini ve yapılan uygulamalann tut­
madığını artık herkes görüyor. 80 yıldır yapılan bütün zorlamalara
rağmen bu işin yürümediği görüldü . . ... Allah Kuran' da 'Allah fesat­
çılann işlerini ileri götürmez' buyurmaktadır. . ... Her kim ki ilahi em­
rin dışındadır, fesattadır, eriyecektir ve küçülecektir."
Şeyh'in arka çıktığı ve pek beğendiği bir kişi olan Adnan Hoca
(Adnan Oktar) için söyledikleri de onun nasıl bir kafa yapısına sahip
olduğunu ortaya koyan bir başka kanıt. Adnan Hoca hakkında so­
ruşturnıa sürerken şu açıklamayı yapmış bulunuyor: "Adnan Hoca
ile uğraşılmasını tavsiye etmem. Bundan sonra uğraşanlara bir fe­
laket geleceğini haber veririm. Çünkü ben bazı şeyleri bilirim. Ma­
neviyat yolunda bazı haberlerim olur. Haber verirler." (Hürriyet,
24. 1 1 . 1 999)
Ne ki, tüm görüş ve düşüncelerine karşın Şeyh Nazım, Kıbrıs'ın
Hıristiyanlar'ın, İ ngilizler'in yönetimi altında olduğu günlerin özlemi
içinde. .Zaten koyu bir lngiliz hayranı ve yaşamının
. büyük bir bölü-
mü de lngiltere'de geçirmiş. Bakın , Kıbrıs'ta lngilizler'in egemen ol-
duğu günler için. bir keresinde ne demiş: "Biz burada cinayet nedir
bilmezdik. Bu, lngilizler zamanındaydı." (Bozkurt, 9 Mart 1 990).
Londra ise onun için sanki bir cennet: "Londra, dünyaya açılan bir
penceredir; orada her milletten insanı bulmak, İ slam'ı anlatmak
mümkündür." (Tercüman, 1 8 Eylül 1 989).

Ancak, Kıbrıs Türkleri'nin Annan Planı'na "evet" diyerek ve böy­


lece de AB'ye girmeleri için çaba harcayan Şeyh Nazım ın Türki­'

ye'nin AB'ye hangi koşullarda girebileceğine ilişkin görüşü ise ger­


çekten ilginç. Şeyh'in bu konudaki ve 4 Şubat 2001 günlü Akit ga­
zetesinde manşetten "Türkiye Vaftiz De Olsa AB'ye Alınmaz!" baş­
lığı altında verilen açıklaması şöyle:
"Türkiye Avrupa'ya, yaptığı rejim değişikliğinden tutun, hiçbir du­
rumda yaranamıyor. . . Sosyal nizam at değişikliği bile Avrupa'yı tat­
min etmiyor. Türkiye'nin AB macerasının sürecine bakın, her sefe-

1 43
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

rinde bir başka bahane sürülüyor ileri. Ve her seferinde 'Türkiye'nin


Batı standartlarına karşı münafıklık yaptığını' iddia ediyorlar. Batılı­
laşmayı sathi olarak yaptığımızı iddia ediyorlar. Batı'nın Türkiye'ye
tam itikat etmesi için, Sultanahmet Meydanı'nda bir havuz yapılma­
sı ve Kudüs'ten getirilen (ki, Fener Patrikhanesi'nde de vardır) kut­
sal suyu o havuza koyup ve Patrik cenapları gelip, bütün Türkiye
olarak vaftiz edilmemiz gerekir ama Batı dünyası , Türkiye takdis ol­
sa bile yine kendi içine almaz. Çünkü bayrağındaki hilal durduğu
müddetçe Türkiye AB'ye giremez. Bunu herkes bilmeli ve ona göre
dış politika manevralarını belirlemeliler."
Şeyh'in bu görüşleri karşısında Annan Planı kabul edilseydi
KKTC Türkleri'nin "vaftiz" edilmiş olup olmayacağı sorusu akla ge­
liyor ama şurası kesin: Plan kabul edilseydi KKTC'nin bayrağındaki
"hilal" artık tarihe karışmış olacaktı! . ..

Anlaşılan o ki , Türkiye'deki , Kıbrıs ve Amerika'daki Nakşibendi


şeyhleri ve üyeleri, "Kıbrıs sorununu!" ABD'nin Büyük Ortadoğu
Projesi ve llımlı lslam doktrini çerçevesinde çözmekte tam bir fikir
ve eylem birliği içindeler.
Ne var ki, saflığından mı yoksa bir başka bildiği var da o yüzden
mi bilinmez, Şeyh Nazım Kıbnsi, bu Nakşiler arasında en açık söz­
lüsü. Hiç olmazsa 'Takiye" yapmıyor . . . Bize de ondan Nakşilerin ül­
keyi nereye götürecekleri konusunda fikir sahibi olmak kalıyor.

Merve Kavakçı ve lngilizci Şeyh Nazım Kıbnsi


Cengiz Özakıncı "lblis'in Kıblesi" adlı kitabında bu iklinin ilişkisi­
ne şöyle açıklık getiriyordu:
"Türban misyoneri Merve Kavakçı'nın, Türban'ın yaygınlaştırıl­
ması çalışmalarını 1 994'de yoğunlaştıran bu Nakşibendi Şeyhiyle
yakın ilişkisi olmalıydı ki, "Naqshbandi" adıyla yayın yapan sitede
önüne diz çökmüş durumda görüntüleri yayınlanıyordu.
Türban miyoneri , Amerikan vatandaşı Merve Kavakçı , ayrıca

1 44
Ergün Poyraz

geçmişte Abdullah Gül'ün de yardımcısıydı. Kapatılan RP'nin Ulus­


lararası ilişkiler Sorumlusu olan Abdullah Gül , RP'nin CIA ile ilişki­
lerini yürütüyor, Ağustos 1 995'de CIA Başkanı J. Deutch görüşerek
yönetime geldiklerinde bir değişikliğe gitmeyecekleri güvencesi ve­
riyordu. Merve Kavakçı da CIA görüşmelerinde Gül'ün yardımcısı
olarak çalışıyordu.
işte bu Merve Kavakçı, 1 999 yılında Fazilet Partisi'nden milletve­
kili seçilecek, Milletvekili mazbatasını almaya başındaki türbanıyla
gidecek ve Meclis'e türbanıyla girecekti . 27 Nisan 1 999'da mazba­
tasını alırken Mason Muammer Çavuşoğlu'nun kızı Nazlı llıcak'la
poz verecek, 2 Mayıs 1 999 yılında TBMM Genel Kurul Salonu'nda
yine Mason Muammer Çavuşoğlu'nun kızı Nazlı llıcak'la beraber
hareket edecekti.
ABD vatandaşı Merve'nin mazbatasını alırken yaşanan ilginç
olaylardan biri de kızkardeşiyle l ngilizce konuşmasıydı.
Çok geçmeden Merve'nin türban eylemcisi bir aileden geldiği or­
taya çıkıyordu . Baba Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı ile anne Gülse­
ren Gülhan Kavakçı'nın isimleri 1 974 sonrası Atatürk Üniversite­
si'nde " İ lk Türban eylemlerini başlatan öğretim üyeleri" arasında ge­
çiyordu .
Cengiz Özakıncı baba Yasuf Ziya Kavakçı hakkında "iblisin Kıb­
lesi" adlı kitabında şunları da aktarıyordu:
" 1 974 de girdiği ve sonra dekan olduğu Atatürk İ lahiyat Fakülte­
si'ndeki görevinden "Yetkisini keyfi kullandığı" gerekçesiyle alınan
Yusuf Kavakçı , 1 982'de Üniversiteyi bıraktı. Erzurum'dan çıkıp eşiy­
le birlikte önce Libya'ya sonra ABD'ye giden Kavakçı, Teksas'a yer­
leşti. Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı'nın "Dallas Merkez Camii Ruha­
ni İ mamlığı"nı"da yaptığı öğrenildi . . . "

İ slami İ limleri Araştırma ve Yayma Vakfı


. .

Merkezi Ankara'da olan, lslami ilimleri Araştırma ve Yayma Vak-


fı, Ankara 4. Asliye Hukuk mahkemesi'nin 23.2. 1 987 gün, 1 986-605
Esas, 1 987- 1 7 1 kararı ile kuruluyordu.

1 45
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Vakfın amacı ; "lslami ilimleri , tarih seyri içersinde ilk kaynaklara


kadar inerek araştırıp incelemek, bu konuda her türlü neşriyatı yap­
mak, ilim adamı ve araştırmacılara yardımcı olmaktır" şeklinde açık­
lanıyordu.
Kurucular ise şu isimlerden oluşuyordu: Lütfi Doğan , Ahmet Arı­
kan , Mehmet Bozgeyik, Kerem Avşar, Ahmet Remzi Hatip, Yusuf
Ziya Kavakçı, Lütfi Göktaş . .
2 6 Haziran 1 999 tarihli H ürriyet gazetesi Bülent Arınç'ın "Kavak­
çı elbetteki siyasal simge olarak türbanı takıyor" şeklindeki sözleri­
ne yer veriyordu.
Arınç, Konya-Karatay'da yaptığı konuşmada, "Türban bizim bay­
rağımızdır" diyor, daha sonra da "Türban meselesini çözmek bizim
namus borcumuz" şeklinde konuşuyordu.

Erdoğan- Kabbani Görüşmesi


1 Şubat 2004 tarihinde Tayyip Erdoğan, Şeyh Nazım Kıbrısi'nin
Amerika'daki sağ kolu ve damadı Şeyh Kabbani ile ABD'nin isteme­
si sonucu görüşüyor, bu görüşme sonucunda basına beraber el sı­
kışan fotoğraflarıyla yansıyorlardı. Yine 1 Şubat 2004'de yaptıkları
görüşme Zaman gazetesi tarafından şöyle veriliyordu:
"Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Şeyh Muhammed
Hişam Kabbani ve İ şadamı Nazir Ahmed ile yaptığı görüşmeye
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da katıldı. Amerikalı
Müslüman liderler, Türkiye'nin lslam dünyası için model olabilece­
ğini ifade ettiler. Alınan bilgiye göre, Erdoğan ile temsilcileri
. . görüşen
Musevi kuruluşlar arasında ABD-lsrail Halkla ilişkiler Komitesi,
Cumhuriyetçi Musevi Koalisyonu, Ortodoks Birliği, Amerikan Sefar­
di Federasyonu yer aldı. .. "

Kabbani Kimdir
Erdoğan'ın görüştüğü Şeyh Kabbani, Yüksek İ slam Kurulu Baş­
kanı'dır. Şeyh Nazım Kıbrısi'nin Amerika'daki sağ kolu ve damadı.

1 46
Ergün Poyraz

Lübnan'da doğdu. Başkent Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi'nde


eczacılık okudu. Belçika'da doktora yaptı . Ardından Şam'a gidip Is­
lam Hukuku eğitimi aldı. Tasavvuf üzerine ders aldığı Şeyh Abdul­
lah Dağıstani ve Şeyh Nazim Kıbrısi sayesinde Nakşibendi Tarika­
tı'yla tanıştı . Kıbrısi'nin "Sufi dinini yaymalısın" isteği üzerine Ortado­
ğu, Avrupa ve Uzakdoğu'yu gezdi. 1 99 1 'de Amerika'ya gelip Sufi
Nakşibendi Vakfı'nı kurdu. Çalışmalarını hızlandırıp Amerika ve Ka­
nada'daki vakıfların sayısını kısa sürede 30'a yükseltti.
Kabbani, ülkenin ünlü üniversiteleri ve pek çok dini kurum ile va­
kıflarda konferanslar veriyor, raporlar sunuyor, Washington'da öyle
herkesin kolay kolay alınmadığı yerlere üstünde cübbesi, başında
sarığı ve uzun sakalıyla girebiliyordu.

Tayyip'in Dünürü
Sadık Albayrak, Tayyip'in İ stanbul Belediye Başkanlığı dönemin­
de danışmanlığını yapmış, Belediye şirketi olan Kültür A.Ş'nin başı­
na getirilmişti . Arkadaşlıkları, ta Milli Türk Talebe Birliğine dayanı­
yor, Tayyip onun için "Benim idolüm" diyordu.
Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde dünürü olan ve Yeni
Şafak Gazetesi yazarlığı da yapan Sadık Albayrak, "Şeyhülislam
Mustafa Sabri" adlı kitabında Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kahra­
manları hakkında işgal kuvvetleri ile aynı dili konuşuyordu;
.
" ... İ ki paralık Mustafa Kemal kuwetinin baskısına
. boyun eğerek
lngilizlerin, Fransızlann ve sair devletlerin lstanbul'dan çekilip git-
melerini ancak Kemalistlerin idam ettiği Türk aklı kabul edebilir... "

Potamyalı Tayyip'in Danışmanlarından ve hatta kızını verdiği dü­


nürü AKP'li Sadık Albayrak kitabında Türkleri "Cibiliyetsiz ve Milli­
yetsiz" olarak tanımlıyor ülkeyi yönetenlerin kimliği hakkında ip uç­
ları veriyordu .
" .. Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümetinin kahpeliklerini,
sahtekarlıklarını şu ufacık mukaddimeye (Önsöz) sığdıracak deği­
lim. Demek isterim ki, bu şekil değiştirmeleri, bu zıtlıkları işleyebil-

1 47
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

mek için insan utanmamazlıkta da kahraman olmalıdır. Hele din­


sizlik olmadan haksızlığın, hayasızlığın bu derecesi tasawur olu­
namaz. . "

Hilafet Ve Halifesiz Müslümanlar


Aynı Sadık Albayrak, "Hilafet Ve Halifesiz Müslümanlar" adlı ki­
tabının 1 3 1 ve 1 32. sayfalarında; Halifeli şeriat devletine olan öz­
lemlerini anlatıyor, kurtuluşun halifeli şeriat devletinde olduğunu
vurguluyordu:
" ... Bu esaslar ışığında düşünülürse müslümanların birliği, iktisa­
di ve ictimai hayatlarının tanzimi şeriat yönünden sağlanmadığı de­
virlerde, müslümanların bir halifeye ihtiyaçları vardır.
Dünyada bir buçuk milyara varan müslümanların, uydurma hu­
dutlarla ayrılıp beşeri sistemlerin esaretinde yaşayıp devam etme­
leri fikren cahiliyet devrini daha tamamlamadıklarını gösterir.
Müslümanı, oturduğu hiçbir topraktaki idare tatmin edemediğine
ve çoğu yerde laik-kapitalist, sosyalist ve kavmiyetçi sultalar haki­
miyet tesis ettiğine göre XX. asrın başından itibaren halifeli cemi­
yet-ümmet haline gelmeleri lslam şeriatının ana esaslarından biri ve
en önde gelenidir.

Batıl sistemleri yıkmak, müslümanlarca yaşamak ancak lslam'm


devlet yapısını teşkil eden halifeli şeriat devletine adım atmakla
olur.
Ehl-i Sünnet müslümanlarının önderi durumunda bulunan alim­
lerin, müslümanların cahiliyet ölümünden kurtulmaları için göstere­
cekleri bir başka yol yoktur. . . "

Sadık Albayrak kitabının "1 44-1 45-1 46-1 47- 1 48" sayfalarında
kuracakları halifeli Şeriat devletinin özelliklerini anlatıyordu:
" . . . Hilafet devletinin yürütülmesinde Nebevi metodun temel alın­
ması, aşağıdaki ana görev almalarının belirlenmesini sağlar,
a . H ilafet devletinin insani görevi,

1 48
Ergün Poyraz

b. Hilafet devletinin tarihsel görevi,


c. Hilafet devletinin risalet görevi ,
Hilafet devletinin insani görevi ; hilafet insanının yukarıda sözü
geçen hak ve ödevlerini güvence a ltına alma gerekleri doğru ltusun­
da belirlenmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi, hilafet insanını in­
sanlık ve uygarlığın kurtarıcısı kılacak sosyolojik, ruhsal ve maddi
şartların hazırlanmasıyla sağlanabilecektir.
Hilafet devletinin tarihsel görevi; devletin hilafet toplumu ile iliş­
kisi çerçevesinde belirlenir. Topluma davet özgürlüğünü ve hakimi­
yet konusunda halifeyi korumalıdır. Çünkü risalet; bireylere, cema­
ata ya da belli bir gruba bağlanamayacak kadar büyüktür.
Risalet görevine gelince; bu görev girift olması açısından, toplum
planında mürekkep, ter ve kanın karışımından oluşan çabalar topla­
mına ihtiyaç duyar. Çünkü bu risalet, bir bütün olarak insanlık ve uy­
garlığın kurtarıcısı olacak toplumun risaletidir.
Sonuç itibariyle halifenin yetkileri; şeriat, toplum iradesi ve şura
ile sınırlı olacaktır. Toplum iradesi de kitab ve sünnet çerçevesinde
belirlenir. Toplum şer'T olarak; şeriatı korumak, halifeyi ona uymak­
la yükümlü kılmak ve yine kuşakları şeriat çerçevesinde eğitmek
zorundadır. Hilafet insanı da şer'i olarak, devlet işlerinin yürümesi
ve birliğinin güvence altına alınması için iyilik dairesinde tam itaatle
yükümlüdür. Dolayısıyla biatını toplu olarak yapar ve toplumun dışı­
na çıkan cahillerden olmamak için topluluktan farklı tavır almaz.
Eğer bu haliyle ölürse Allah Rasulü (s.a.v.)'nün buyurduğu üzere
cahili olarak ölmüş olur. "Kim itaati bırakır, cemaati terkederse cahi­
liye ölümü üzere ölür." Hilafet insanının hakları, cemaat bütününde
iken söz konusu olur. cemaatı terkettiğinde cemaata tanınan özgür­
lüklerden mahrum edilir. Çünkü daha önce de açıkladığımız üzere,
toplumun dışına çıkanın özgürlüğü yoktur.
Görüldüğü üzere devletin görev ve yetkileri, hilafet insanı ve top­
lumun özellikleri çerçevesinde, hilafet devleti planında ve onun Al­
lah ile ilişkileri doğrultusunda belirlenir. Bu noktada, hakimiyetin Al-

1 49
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

lah'a özgü olması gözden uzak tutulmamalıdır. Bu, Rabbani hakimi­


yeti ve İ slam'ın kefil olduğu özgürlükleri koruyan toplumsal bağlar
ve ilişkilerin, zikredilen görev ve yetkiler çerçevesinde belirlenmesi­
ni gerekli kılar. Peki, bu görev yetkiler çerçevesinde gerekli olan
bağ ve ilişkiler nelerdir?

Bağlar ve İ lişkiler
Hilafet devletinin siyasi sistemi birtakım özgün özellikler taşır.
Örneğin toplu yürütme, birliği güvence altına alacak şekilde kamu
çıkarını koruyan ahlaki değerlerden başka hiçbir engel bırakılma­
ması suretiyle hür teşebbüsün uygulanması gibi konular, bu özel­
liklerin birkaçını oluşturur. O, bütün kalıcılık şartlarını hazırlayan ve
dini usuller, değerler ve ilkeler gibi tarihsel, sosyal ve ruhsal veri­
lerdeki asliyet faktörlerinin tümünü kuşatan siyasal bir sistemdir.
İ slam toplumuna, şartları ne kadar değişse ve ne kadar fazla yeni­
likle karşılaşsa dahi sabit temellerine dayanarak asliliğini kaybettir­
meyen de bu sistemdir. Bu düzen sayesinde, yenilebilir ve değişim
sağlayabilir. Bu sistem; geçmişte ve modern çağda başka hiçbir si­
yasi sisteme nasibolmamış bir esnekliğe sahiptir. Birliğini koruya­
rak çeşitlenebilmesi, asliliğini koruyarak yenilebilmesi İ slam'ın ge­
tirdiği, siyasal sistem sayesinde gerçekleşmektedir. Toplumun , bu
kuşatıcılık şartlarını, çelişki, radikallik, zulüm ve batıldan arınarak
sözkonusu sistemin yardımı olmaksızın gerçekleştirmesi imkansız­
dır.
Hilafet devletini oluşturan unsurlar bütünü arasındaki bağ ve iliş­
kiler, görevler ve yetkiler çerçevesinde belirlenmiştir. Örneğin , hali­
fenin onlara ve onlardan üretilen hükümlere sarılması gereğinden
dolayı kitap ve sünnet ile ilişkisi gibi. Halifeyi ve devletini şeriatla
bağlayan ilişki, yükümlü olma ve yükümlü kılma ilişkisidir. Bu ilişki,
bütün tarafların ona itaatle yükümlü olmalarının dayanağı olduğu gi­
bi otoritesinin meşruluk dayanağını da oluşturur. Halife, şeriatın çiz­
diği daireden çıktığında Allah'a ve Rasul (s.a.v.)'e itaattan ayrılmış

1 50
Ergün Poyraz

olur. Allah ve Rasulü (s.a.v.)'ne itaatı bırakan kimseye itaat etmek


de dayanağının batıl hale gelmesinden dolayı batıl olur. Allah'a ve
Rasulü (s.a.v.)'ne itaatın gereği olarak böyle bir halifeye başkaldır­
mak gerekir. Hazreti Ebu Bekir (r.a.) şöyle demiştir: "Ey insanlar, en
iyiniz olmadığım halde yönetiminize getirildim. İ yilik ettiğim sürece
bana yardım edin. Eğer kötülük edersem beni düzeltin . . . Sizden hiç
kimse cihadı bırakmasın. Cihadı bırakan hiçbir toplum yoktur ki Al­
lah onları aşağılanmayla cezalandırmış olması n . Allah'a ve Rasu­
lün'e isyan ettiğimde bana itaat etmeniz gerekmez." Şu halde hali­
fenin ·şeriatla ilişkisi, yükümlü kılma ve yükümlü olma zorunluluğu
ilişkisidir.
Şeriat kalıcılığını temin etmek için, usüllere, küllT esaslar, ana il­
kelere, hükümlere ve mücmellere dayanmış, bütün usülleri ve fer'i
meselelerin temellerini kuşatmıştır. Zaman ve mekanı aşan, şer'i
metinlerin bu özelliklerini koruyabilmek için, genel (anım) olanı sı­
nırlayacak (tahsis), sınırlı (has) olanı genelleştirecek (ta'mim) içti­
hadlara ihtiyaç duyar. Ama bu içtihadların kuralları, şeriatın amaç­
larından m uradolunanları güvence altına alacak şekilde saptanmış
belirli bir metot doğrultusunda koyulmalıdır. Bu da, usullerden fer'i
hükümleri çıkartacak şer'i anlayışlara ihtiyaç duyar. Anlayışlarda
ihtilaf, vacip olduğu için değil ihtiyaç gereği olduğu için lüzumlu
olan bir h usustur. Zira sorunları, temellerine inerek, bütün boyutla­
rıyla, karmaşık ilişkileriyle, değişik sonuç ve beklentileriyle ve girift
yeni gelişmeler çerçevesinde incelemek gerekir. Şer'i bir nassın
veya icmanın bulunmadığı konular da şer'i bir dayanağa ihtiyaç du­
yarlar. Hilafet devletinde işler, toplu ve katılımcı olma özelliğini ta­
şıyorsa bu, uygulanacak görüşün şura yoluyla belirlenmesini ge­
rektir. Sözkon usu durum, Ehl-i Hal ve Akd'ın yetkileri dairesine gi­
riyorsa, gerekli görüş onlardan istenir. Eğer durum, şura meclisinin
yetkilerini aşıyorsa referandum yoluyla son sözün sahibi olan top­
luma havale edilir. Böylelikle yetkiler; şeriat ile ilişkisinin yanısıra ,
halifenin görev v e yetkileriyle arasındaki ilişkiler doğrultusunda be­
lirlenir.

151
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet
. . . . . .

H i LAFET DEVLETl'NIN SiYASAL SiSTEMi

KUR'AN-1 KERi M VE RASUL'ÜN SÜ N N ETi 1


1 TOPLUM
l 1 Ş URA MECUSi 1
HAL iFE

KATi PLER
1
GÖREVLER
1
[ VALiLER ı [ DIŞ i LiŞKiLER
1 1

l j BAKAN LAR 1
[
1
1 GÖ REVLER r-
·�
i DARi BiLi MLER
0
1
1 1 1

- ADALET v SAGLIK v EGITI M


BAKANLIGI BAKANLIGI BAKAN LIGI
1 l l

SAVUNM,e. EKONOML MALiYE


BAKANLIGI BAKANLIGI BAKANLIG I

'

MAHKEMELER 1 KONT ROL (HISBE) 1


1

IYILIGI EMRETMEK
KÖTÜLÜKTEN
1 H AKS IZLIGA UGRAM IŞLAR
1
Burada işaret etmemiz gereken nokta; bakanlar, valiler ve katip­
lerin tayinlerinin aşağıdaki ölçütlere göre yapılacağıdır:
1 . Şer'i ve ilmi yeterlilik;
2. Şahsi ilişkiler göz önünde bulundurulmaksızın sorumluluğun
liyakat bakımından en uygun olana verilmesi;

1 52
Ergün Poyraz

3. Görev ve çıkarların teminatı için deneyim ve uzmanlık;


4. Dürüstlük, ihanetten uzak oluş ve devletin bütün seviyelerin­
de sağlıklı çalışmayı sağlayacak güven;
5. Hilafet devletinin, toplu yürütme ilkesi çevresinde yükümlü ol­
duğu yükümlülüklere bağlı kalmak, şuranın gerektirdiği şekil­
de icraatta bulunmak, devletin egemen olduğu ve hakimiye­
tin Allah'a özgü kılındığı coğrafi sınırlar içerisinde insanlar
arasında özgürlükleri, adalet ve eşitliği güvence altına almak.
Bu ölçütlerle; görev, yetki, özgürlük ve sorumluluklar çevresinde
·
bağlar ve ilişkiler güvence altına alınacak, hilafet devleti belli bir ta­
rihsel, fonksiyonel ve uygarlık seviyesine ulaşmak için tesis edilmiş
olacaktır. Toplum olgunlaşarak, kendisine en hayırlı toplum yapacak
ahlaki tavırları sergilemeye hazırlanacaktır. Peki , lslam toplumunu
diğerlerinden üstün kılarak insanlık ve uygarlığın kurtarıcısı konu­
muna yükseltecek bu ahlaki temeller ve tavırlar nelerdir?
Burada şu noktaya özellikle değinmek istiyorum : Hilafet devle­
tinde yargı, devletin otoritesinden bağımsız ve dokunulmazdır. Her­
hangi bir bakan ya da vali, yargı hakimine baskıda bulunamaz.
Onun mahkeme davetini ya da aleyhine vereceği herhangi bir ka­
rarı red edemez. Hakimiyetin Allah'a özgü olması ilkesi doğrultu­
sunda toplum ve devletin her bireyi , yargı hakiminin otoritesine eşit
olarak boyun eğer.

Tavırlar ve Ahlaki Temelleri


Görev ve yetkilerle şer'i yükümlülükler doğrultusunda gerçekleş­
tirilen çabalar, şer'i çıkarların oluşturduğu sınırları aşamaz. Şer'i yü­
kümlülüğün özelliklerinden biri de hak ve ödevlerde eşitlik olmasın­
dan dolayı sözkonusu sınırların ağırlıklarının da ortak olmasıdır. Ne
var ki, insanlar, bireysel farklılıklara, kişisel eğilimlere, değişik akıl
güçlerine, farklı ölçülerde bilimsel ve teknolojik deyime sahiptirler.
Dolayısıyla çaba gösterme açısından Ahmet için en üst nokta, Meh­
met için en alt nokta olabilir. Ama yükümlülük açısından baktığımız­
da ikisinin de eşit noktada bulunmalarının gerektiğini görürüz. Oysa

1 53
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yükümlülük altına girme gerekliliği açısından baktığımızda Meh­


met'in sırt Ahmet'in gösterdiği çabayı değil, aksine bizzat kendiliğin­
den, iradesiyle ve inanara k hilafet devleti ve toplumu için şeriatın
kendisi için öngörüldüğünden çok daha fazla çabayı göstermesi
beklenir. Böylelikle toplumun ahlaki temellerinin çok daha üstüne
çıkmaya, en iyiyi aramaya, en sağlıklı yöntemlere dayanarak ciddi
çalışmaya, en güçlü etkinlikleri göstermeye ve en uygun araçları
araştırmaya girişecek ve bunları hilafet toplumunun ahlaki yapısına,
amaç ve dayanaklarına yaslandırmaya çalışacaktır. Böylelikle hila­
fet devleti, çaba bakımından en üstün noktaya ulaşma kapısını aça­
rak, en alt noktaya kefil olan bir devlet olmayacaktır. Çünkü o bilinç
devletidir. Onun otoritesi , vicdanlar üzerinde olup, insanların gele­
ceği üzerinde oynayan baskıcı bir otorite değildir. O tavırlarında aşı­
rılığa kaçan bir devletten çok, bilinç ve basiretin egemen olduğu bir
devlettir. Bu da hilafet insanını, dış bir otorite olarak şeriat veya ka­
nun önünde sorumluluklarıyla yükümlü kılmaktan çok, vicdanının
derinliklerinde yatan keskin yetenek ve maharetlerini zirveye çıkar­
ma iradesi karşısındaki sorumluluğuyla yükümlü kılar.
Sonuçta hilafet toplumu; bilinçli görüş derinliğine, ne kadar girift
olsa da olayların boyutlarını gayet sağlıklı bir şekilde kavrayacak bi­
linç seviyesine ve ne kadar yükselse de çok daha yükseklere ulaş­
ma özlemine kavuşmuş olacaktır. Bu noktaya ulaşan hilafet toplu­
mu; lslam'ın ve adaletin kanatları altında, insanı ancak onur bakı­
mından yükseltecek ahlaki tavırları öngören Allah'ın hidayet ve risa­
leti doğrultusunda , insanlık ve uygarlığı kurtarmak için denizler do­
lusu mürekkep, nehirler dolusu ter ve kanı salgılayacaktır. Bunlar
özgürlük alanlarını daha da genişletecek, sorumluluğu güven ve
dürüstlüğe dönüştürecektir. Bu da siyasete, yüce bir ahlak anlayışı
ve üstün bir değer kazandıracaktır. . ."

Kitap Arka Kapağı


Sadık Albayrak, kitabının arka sayfasında halifeye biat etmeden
ölen kimselerin cahiliyet üzere öldüğünü söylüyordu:

1 54
Ergün Poyraz

"Cahiliye insanları , şeriat sahibi hiçbir peygamberi ve halifesini


tanıyıp tabi olmadıklarından ve her biri kendi nefsinin hevasına uy­
ma ile hayvan gibi yaşayıp o durum üzere öldükleri gibi zamanın
halifesini tanıyıp biat etmeyenler de cahiliye insanları ile aynı ayar­
da bulunduklarından ölümleri, şeriat dilinde, cahiliyet insanlarının
ölümlerine benzetilmiş ve ağır ceza ile zamanın halifesine biatın ye­
nilenmesinin dinde vacip olduğu beyan buyurulmuştur. Dünyada bir
buçuk milyara varan müslümanların, uydurma hudutlarla ayrılıp be­
şeri sistemlerin esaretinde yaşayıp devam etmeleri fikren cahiliyet
devrini daha tamamlamadıklarını gösterir. . . "

Müslüman Ailede Gençliğin Eğitimi


Tarikat yayınlarında genç beyinler yıkanıyordu. Kendini Pedagog
olarak lanse eden "H. Ahmed Eş- Şentut" tarafından kaleme alınan
"Müslüman Ailede Gençliğin Eğitimi" adlı "İklim yayınları AKP Genel
Başkan Yardımcısı Nevzat Yalçıntaş'ın kayınpederinin sahip olduğu
Çatalçeşme Sk. Üretmen Han. No: 1 9 Cağaloğlu I STANBUL" adre­
sinde dağıtımı yapılan kitapta; ilk, orta, lise ve yüksek okul seviye­
sindeki gençlerimizin kamplarda silah eğitiminden, askeri eğitimler­
den geçirilmesi, bu çalışmaların nasıl ve ne şekilde yapılması ge­
rektiği en ince ayrıntılarına kadar veriliyordu. Şimdi bu sözde eğitim
kitabının ilgili yerlerini aynen okuyarak ülkemizin nerelere sürüklen­
diğini bir kere daha görelim:

".. .iV. Kamp ve Sosyal ihtiyaçlar


A. Giriş
Kamptaki öğrenciler, yaşları birbirine yakın ve özellikleri pek çok
yönden birbirine benzeyen gençlerden oluşur. Kamp sadece orta­
okul veya lise öğrencilerine yönelik olarak yapılır.
Sırf üniversite öğrencilerine yönelik olarak kamp yapmak da
mümkündür. Ortaokul öğrencileriyle lise öğrencilerini bir araya ge­
tirmek doğru olmaz. Zira lise öğrencileri böyle bir kampa katılmak-

1 55
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tan çekinirler. Olaya bunun küçükler için yapılmış bir kamp olduğu,
kendileri gibi büyükler için yapılmamış olduğu gözüyle bakarlar. Fa­
kat üniversite öğrencileri bir kampta birleştirmede bir sakınca yok­
tur. Fakat üniversite öğrencilerinin, karalı bir şekilde güzel davranış­
larıyla örnek olacaklar arasından seçilmiş olması ve kamp yönetimi­
nin, alıştırma ve yönlendirme faaliyetlerine iştirakleri şarttır

B. Kamp ve Yaşıtlar
Gençlik döneminde, liderliğe doğru bir eğilim görülür. Ergen,
sanki akranları onu kendilerine başkan olarak seçmişler gibi liderlik
vasıflarını sahiplenen davranışlar sergiler bu dönemde, geçici ola­
rak evden uzaklaşma ve diğer topl uluklara önem verme gibi eğilim­
lerde tezahür eder.
Bir diğer tezahür, toplumsal sorumluluk duyma, arkadaşlarıyla
yardımlaşma, onların görüşlerine saygı duyma , topluluğun saygınlı­
ğını muhafaza etme, onların uğrunda bütün gayretini sarf etme ve
toplumsal görevlere karşı hürmet göstermedir.
Kamplar, ergende sosyal gelişim açısında büyük faydalar sağlar.
Kolodny ve diğerlerin tespitlerine göre: kamplar davranış bozuklu­
ğu gösteren ergenlerin tedavilerinde sosyal gelişim ve hedefi belir­
li doğru davranışlar kazanmalarını sağlayacak fırsatlar tanımak şar­
tıyla, büyük faydalar temin etmektedir.
Kamp, kamp içinde gruplar oluşturulurken gençlerin yaşlarına
özellikle dikkat edilir. Aynı şekilde seçme hürriyetleriyle birlikte gru­
bu oluşturanların sayılarının her halükarda onun ( 1 0) üzerine çık­
mamasına dikkat edilmelidir.
Her grup bir çadırda yaşar. Çalışma zamanlarını bir aile gibi ge­
çirirler; mescit de günlük Kur'an-ı Kerim tilavetinde, yemek yerken,
boş vakitlerini geçirirken bir aile gibi davranırlar.
Genç kendisinin onlarca kişi , hatta yüzlerce akranı arasında bu­
lunduğunu görünce kendi grubunu oluşturacak fertleri onların ara­
sından seçer. Aynı zamanda onlardan etkilenir ve onlardan bazı iyi

1 56
Ergün Poyraz

davranışlar kazanır. Bunlara ilaveten kampların bazı gençlerde gö­


rülen uzlet ve kendini beğenme gibi davranış bozukluklarının ilacı
olduğunu da ifade etmek gerekir.

B. Kamp ve Mensubiyet
Gençlerde, "başkalarıyla ilgilenme" çizgisi gelişim gösterir, baş­
kalarına olan ilgisi artar. işte bu çizgide bulunan gençler bir taraftan
kendisi için "mensup olunacak" bir yer ararken, bir taraftan da, ce­
maatler ve gruplar onu bulunduğu bu çizgiden kendilerine çekmek
için bir yarış içindedirler (Muhammed Kutub).
Diğer taraftan sağlıklı psikolojik bir mensubiyet oluşumu. Toplum
dışında münzevi bir hayat kişilerde tam manasıyla gerçekleşmez.
Çünkü mensubiyet zaten "diğerleri" ile ilgilenme, karşılıklı muame­
lede bulunma, birbirleriyle haşır neşir olma. Kaynaşma ve yardım­
laşma temeline dayanmaktadır. "Mensubiyet" doğası gereği toplum­
sal bir olaydır ve bir topluluğa ihtiyaç duyar. O halde genç, şayet da­
ha önce bunun eğitimini almamışsa kardeşlik duygusuna nasıl alış­
tırılacaktır?
Kamptaki genç bir topluluk içinde yaşar. Faal ve etkili bir şekilde
toplumsal hayata dahil olur. Yardımlaşma ve kardeşliğe alışır. Özel­
likle yaşıtları ile arasındaki ilişki kamp sonrasındaki dönemlere
uzarsa . Mensubiyet yönündeki ihtiyacı böylece tatmin edilmiş olur.

D. Kamp ve Siyasi Eğitim


Kampın gençlere sağladığı en büyük faydalardan biri de siyasi
eğitimdir. Bu onları İ slam toplumundaki hayata hazırlamaktır. Kamp­
lar onlardaki cemaat şuurunu: şura, yardımlaşma, emre itaat, ada­
let ve başkalarıyla ilgilenme gibi toplumsal mefhumları geliştirir.
Bugün Müslümanlar Allah'ın şeraitinden sapmaları sebebi ile si­
yasi yönden geri kalmanın sıkıntısın çekmektedirler. lslami uyanış
geliştikçe, lslam toplumunun kuruluşunu gerçekleştirmek arzusun­
da olan Müslümanlar, gençlerini İslami eğitime göre eğiteceklerdir.

1 57
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

E- İ slami eğitim kapsamlıdır; ruhi, askeri, siyasi ve bunlara ilave­


ten fiziki akli. . . eğitimleri kapsar.
Cenab-ı Hak yüce kitabında şöyle buyurur: "iyilik ve takva üzeri­
ne yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın." (Ma­
ide, 3)
"Yardımlaşma için, çocukluk döneminde başlayan ve gençlik dö­
neminde daha geniş alanlara yayılan bir eğitime ihtiyaç vardır.
Gençlik dönemi, gençlerin kendiliklerinden gruplar ve topluluklar
oluşturma dönemidir, yardımlaşma duygusunu yerleştirmek için
gencin, bu dönemde kendiliğinden oluşan "başkalarıyla ilgilenme"
çizgisi üzerinde yoğunlaşıp odaklaşması gerekir. Diğer taraftan
onun bu gidişatını tersine çevirecek, yoğunlaşan benlik duygusu ve
otorite sevgisi gibi diğer yönelişlerin kayıt altına alınması gerekir"
"Kamplardaki hayat, bu anlamdaki en başarılı eğitim yollarından­
dır. Gençler yapıları gereği kamplardan hoşlanırlar kamptaki bir
gencin diğer bütün gençler kendilerinden istenilen işleri hakkıyla
yerine getirirlerken, donuk ve isteksiz bir halde kalması mümkün
değildir. O, kendi konumundan utanacak, başlangıçta hoşlanmaya­
rak ta olsa onların yaptıklarını yapmaya mecbur kalacaktır. . . Sonuç­
ta , bir rahatsızlık duymadan yapmaya alışacaktır. Bakacak ki diğer­
leri kendisiyle aynı derecede ve seviyede oldukları halde, kendisine
bazı hizmetler sunmaktadır. O'da, sıra kendisine geldiği zaman ay­
nı şekilde hizmet yapmamaktan utanacaktır. Böylece yardımlaşma­
ya alışacak bu davranışlar kendisinde ahlaki bir özellik haline gele­
cektir."
"Gençlerdeki lider olma arzusu ve otorite sevgisinin ıslahı, onla­
ra sorumluluk yüklemekle mümkündür. O zaman, meselenin bu ka­
dar kolay sadece bir makam ve mevkiden ibaret olmadığını sorum­
luluğun gerektirdiği şeyi eksiksiz ve kusursuz olarak en g üzel şekil­
de yerine getirmek gerektiğini anlayacaktır. "Böylece, kendisinin,
bunun gereğini yerine getirmekten aciz olduğunu görünce içindeki
başkanlık arzusu kaybolacaktır.

1 58
Ergün Poyraz

E. Kampta Siyasi Eğitim Yollan:


1 . Siyasi Bilinç
Kampa katılanların seminer şeklinde, siyaset uzmanları Müslü­
man davetçiler tarafından verilir. Bunun konuları ; çağdaş İ slam ale­
minin durumunu tanımak, çağdaş İ slami hareketler, önemli ulusla­
rarası olaylar vb. konular olabilir.
2. Emre itaat
Katılımcılar kampta itaate alıştırılır. Kamptaki her üyenin bir reisi
vardı�. Reisine itaat eder, onun emir ve talimatlarına bağlı kalır. Ken­
di arzusuna ters düşse bile onları yerine getirir. Kampta emre itaat
etmeye alıştırılacak pek çok alıştırmalar vardır. Mesela, kamptakiler­
den uykudan bir ya da iki saat sonra gece kamp sahasında toplan­
maları istenir. Bu sırada genç uykuya karşı şiddetli bir arzu duyar
yataktan ayrılmak ona çok zor gelir fakat lidere "itaat" bütün bu ar­
zulardan daha önemlidir bundan dolayı reisin sözüne uyarak kamp
yerinde hazır bulunur. Gençten hiçbir faydası görünmeyen bazı
emirlerin yerine getirmesi ailenin yatakhane iç düzeni değiştirmesi,
birkaç saat veya bir gün sonra düzeni tekrar eski haline getirmesi
istenir. Ancak bu gibi şekli emirlerde aşırıya gidilmemelidir.

3. Şuraya Alıştırma
Katılımcılar aşağıdaki şekillerde şuraya alıştırılır:
a . Kampın önde gelen eğitimci ve öğretmenlerinden oluşan bir
şura (danışman) meclisi teşkil edilir bu meclisin toplantıları ve karar­
ları, kampın yönetiminde önemli bir etkiye sahip olduğunu gösterme
amacıyla iletişim araçlarıyla açıklanır
b. Bölükler için bir şura heyeti oluşturulur kamp taburlara aynlır,
taburlar bölüklere, bölükler takımlara, takımlar da gruplara aynlır.
Duyuru vasıtalarıyla taburlardaki şura heyetlerinin toplantılan ilan
edilir ve tabur yönetimindeki rolü ve önemi vurgulanır.
c. Grup reisi, üyelerinin şuraya alıştırmalarında bariz bir rol oy­
nar. Grup reisi üyeleriyle istişarede bulunur. Serbest faaliyetler ya­
pılır. Gruplar arasında yarışmalar düzenler.

1 59
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

4. Adaletin Üstünlüğü Fikrini Yerleştirme


Kampta bulunan yönetici ve fertlerden , herkesin sahip olduğu yi­
yecek, giyecek, yatakhane , araç, mekan . . . vs. hep aynı seviyede ol­
duğu zanıan, adaletin fazileti ve ona gösterilen itibar gelişir. Kamp
yöneticisinin kanıpa katılan sıradan bir kişi hangi elbiseyi giyiyor ise
aynı elbiseyi giymesi kampta kendisi dışındaki görevli, antrenör ve
eğitimciler hangi vasıtaları kullanıyorsa kendisinin de aynı vasıtala­
rı kullanması gerekir. Bununla birlikte yöneticilerde bazı ayırt edici
belirtilerin bulunması gerekir. Ancak sıkıntılara tahammülü olmaları
ve kamptaki öğrencilerle eşitliğe razı olmaları ve bununla yetinme­
leri gerekir. Zira bu eşitlik, gençlerde adalet duygusunun kökleşme­
sini temin eder; zihinlerden kendi şahsını ve etrafındaki seçkin ke­
simi, onlarla halk arasında gerçekten çok bel irgin bir fark meydana
getiren bir takım ayrıcalıklarla ve imtiyazlarla donatan "tek yönetici"
düşüncesini söker atar.
. .

5. lslam Alemiyle ilgilenmek


Müslümanlara
. gösterilen ilgi ve ihtimam ; her gün kamp radyo-
.

sundan lslam alemiyle ilgili haberleri yayınlamak; lslami olaylarla


(Filistin ve Afganistan) ile ilgili olarak düzenlenen toplantı ve kutla­
ma gibi haberler ve gelişmelere yer verilmek suretiyle gelişir.

V.Kamp Ve Psikolojik ihtiyaçlar


Büyüklere benzeme eğilimi ergende görülen en önemli temayül­
lerdendir. Bu dönemin özelliklerinden biri de erkeklerde görülen ve
onları genç kızlardan ayıran dayanıklılık, kendilerine güven duyma­
ları aileden bağımsız hale gelmeleri ve kendi yapılarından hoşlan­
malarıdır. Kampta psikolojik gelişim vasıtaları şunlardır:
a. Dayanıklılık
Kampa katılanlar yeme , içme ve giyim konusunda zor şartlara
dayanıklılığa alıştırılırlar evindeki yemek odasında özenle sofraya
konulmuş çeşit çeşit yemekler; tabak, çatal, kaşık, kase, peçete bu­
nun yanın da çeşit çeşit meyve ve meşrubatlara alışmış olan genç:

1 60
Ergün Poyraz

bütün bu alışkanlıklarından uzaklaşır. Bunun yerine, etli pilav ve ya­


nında salata gibi tek çeşit yemek alır bu da grubun tamamına tek bir
kampta sunulur ve gençler sofranın etrafında ve toprağın üzerinde
halka halinde otururlar, yemek yeme işlemi bittikten sonra yemek
kaplarını yıkar, ortalığı toplar ve çadırı temizler. Çadır, kamp süresin­
ce, grubun hem yatak hem yemek hem de oturma odası olarak kul­
lanılır.
Uyku konusu da aynı şekildedir;
Genç, yumuşak rahat yataklara alışmıştır uyuduktan sonra an­
nesi onu elleriyle örter pencereleri kapatır ve perdeleri çeker.
Kampta ise, genç tek bir battaniye şayet mevsim soğuk ise iki bat­
taniye üzerinde uyur. Basit bir yastığı vardır. uyku yeri ise çok geniş
bir yer olmayan bir çadırdır. . .
Günümüzde Müslümanlar buz gibi s u , çay, kahve soğuk ve asit­
li içeceklere alışmışlardır. Hatta bunlardan özellikle çay ve kahveye
esir hale gelmişlerdir. Kamplarda çay bir defa verilir. Su da normal
olarak (sıcak bölgelerde biraz soğutularak mutedil bölgelerde ise
soğutulmaksızın) verilir. Aynı şekilde gençler az yiyecek az içecek
ve az uykuya alıştırılırlar. Böylece onlar birçok hayrı işlemekten
mahrum kalmazlar. Çünkü mideyi dopdolu yapmak Resululah
(s.a.v) nin sünnetine muhaliftir. Uyku arzusu midenin dolu olmasıy­
la cinsel arzu da uyku ve yemeğin fazla olmasıyla ilgilidir.
Allah-Ü Teala şöyle buyurmaktadır: � Hoşunuza gitmediği halde
savaş size farz kılındı " (Bakara 2 1 6). i nsan nefsi, fıtratı icabı sa­
..

vaştan hoşlanmaz çünkü savaş hayata karşı tehdittir ancak cenne­


te ve Allahın orada şehitler için hazırladığı nimetler iman; müslü­
manları Allah yolunda cihada aşık hale getirmekte, Resullullah
(s.a .v) nin ashabının yaptığı gibi canları pahasına savaşa atılmala­
rını sağlamaktadır Müslümanların Allah yolunda cihad etmelerini
kolaylaştıran ve buna yardımcı olan hususlardan biri de. Zor hayat
şartlarına alışmak, lüksten uzaklaşmaktır. Günümüzde Afgan mü­
cahitleri , çok zor hayat şartları ve sıkıntılı bir çevrede yetişmekte:
bunlar da iman ve ahlak yolunda şahadet aşkının yanında ilave ola­
rak ikinci bir faktör olmaktadır. Bu özellikler Afgan mücahitlerini,

161
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Sosyalist Rusya İmparatorluğunu parçalayan kahramanlar haline


getirmiştir.
a. Kendine Güven
Günümüz Müslümanlarından bazıları evlerde kendilerine sunu­
lan hizmetlere alışmışlar; yiyecek ve içecekleri kendilerine sunul­
makta , doyduktan sonra sofra toplanmakta, odası temizlenmekte,
ev eşyaları ve aletleri düzenlenmektedir. Hatta bazıları var ki her
şeyleri anneleri tarafından karşılanmakta ve bu hususta aşırıya da
gidilmektedir. Hatta yetişkin bir genç olduğu halde annesi ona hiz­
met etmeye devam etmekte yemesinden içmesine kadar ne lazım­
sa annesi tarafından karşılanmaktadır. O sofrada bir efendi gibi
oturmakta, bazen kız kardeşleri de yapılan bu hizmetlerine iştirak
etmektedirler.
Kampta ise gençler yemek pişirme, yemekleri aile fertlerine da­
ğıtma ve bulaşıkları yıkama gibi işleri nöbetleşerek yapmaktadırlar.
Bunun yanında, çadırın temizliği ve düzenlenmesi gibi işlemleri ye­
rine getirmekte, bazı durumlarda su taşıma işlerini de icra etmekte­
dirler. Özetle ifade etmek gerekirse, kendi hizmetlerini kendileri gör­
meye alışmakta; yeme içme ve uyku ihtiyaçlarını temin hususunda
başkalarına bağımlılıktan kurtularak kendilerine yeterli hale gelmek­
tedirler.
c. Alışkanlıklan Terk
Kampın Müslüman gence sağladığı diğer bir fayda da; daha ön­
ce de geçtiği üzere yeme içme ve uyku konusundaki alışkanlıkları­
nı terk ettirerek onu bu alışkanlıklara esir olmaktan kurtarmaktır.
Günümüzde Müslümanların pek çoğu özel yatak ve yastıklarda
yatmakta: öyle ki yolculuk sebebiyle başka bir yatakta yatmak zo­
runda kalsa endişeye kapılıp uykusu kaçmaktadır. Zira yatacağı ya­
tak alışkın olduğu yatak değildir ve o, yıllardır değiştirmediği bu ade­
tine esir hale gelmiştir. Müslüman için en güzeli, kendi kendini ge­
rek yeme-içme ve gerekse uyku konusunda bu gibi şeylere alıştır­
mayıp bağımlı hale gelmemesidir.

1 62
Ergün Poyraz

Bazı Müslümanlar pilavı yoğurtsuz yiyememekte veya yemeğin


üzerine mutlaka çay içmek istemekte; bunları bulamayınca da sıkın­
tı ve endişe emareleri göstermektedirler. Kamp ise onun bu alışan­
lıklardan kurtulmasına yardım etmektedir.
Zamanımızdaki gençlerin çoğu asitli ve kolalı meşrubatları alış­
kanlık haline getirmişlerdir. Neredeyse bunlar suyun yerini almış
durumdadır. Gençler kamplarda bu gibi asitli meşrubatlardan uzak
tutulurlar. Bunların yerine kendilerine su verilerek fıtri olana alıştırı­
lırlar.
d. 'Beklenmedik Durumlara Karşı Hazırlıklı Olma
Vatani hizmetlerini yapmak için asker ocağına gelen topluluk ilk
günlerinde asker ocağına katılır; ilk alıştırma merkezinde mütevazı
bir ailede ilk gecesini geçirir, buradaki pek çok şey alışkanlıklarına
terstir. Ancak yorucu otobüs yolculuğu uyumasına yardım eder. Ge­
ce yarısından sonra, nöbetçi subay yatakhanelerine girer. Sonra al­
tılı tabancasıyla 1 0-1 3 el ateş eder. Gençler panik halinde uykudan
kalkarlar; kimi yatakhaneden kaçar kimi karyolanın altına saklanır,
kimisi de acayip çığlıklar atar. Birkaçı da subayın yanına gelerek,
kendilerine niçin ateş ettiğini anlamaya çalışır. Nihayet subay söyle
haykırır:
"- Herkes üç dakika içinde yatakhanenin önündeki içtima yerin­
de hazır olsun !"
Gençler içtima yerinde toplandıktan sonra anlaşılır ki, ölen ve ya­
ralanan yoktur. Daha sonra yapılan o atışların "kuru- sıkı" (mermi
çekirdeği olmadan sırf ses çıkarmak amacıyla) olduğu anlaşılır. Yi­
ne anlarlar ki bunun amacı, felaket gibi beklenmedik durumlara kar­
şı onları hazırlamaktır.
Felaket ise mevcut durumda meydana gelen , hızlı beklenmedik,
büyük çaplı ve bu yüzdende sıradan insanların yeni duruma intibak­
ta zorlandıkları bir değişikliktir. Bunun için asker ocaklarının en
önemli görevlerinden biri askerleri felaket durumlarına karşı hızla
intibak edebilecek duruma getirmektir.
Cihad toplumu olan Müslümanlar için savaş, ise bir felaketler

1 63
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(beklenmedik olaylar) silsilesidir. Düşmanın u mduğu şekilde cere­


yan eden savaş, baştan kaybedilen bir savaştır.
Çünkü düşman, savaştaki hedeflerine ve planlarına göre tedbir
alır. Siyonist silahlı kuvvetleri, hiç kimsenin geçmesini ummadıkları
yerlerde bazı Arap ülkeleri cephelerini delik deşik etmişlerdir.
Gençler kamplarda felaketlere aşamalı bir şekilde alıştırılır. Genç
yemeğini almaya gelir, birkaç gün geçtikten sonra yemek konusun­
da belli bir düzene alışır; çeşit bakımından basit ve miktarı az yiye­
cekler mesela gence sadece yarım somun ekmeği ve yedi adet hur­
ma verilir. Gençlere önceden haber verilmeksizin gece yarısından
sonra uyanmaları istenir. Kuru- sıkı atış sis bombası vb. atışlar icra
edilir.

Kamplar Ve Fiziki Eğitim


Refah, lüks hayat ve gençleri yürümekten mahrum bırakan oto­
mobillerin bolluğu sebebiyle İ slam alemindeki gençlerin vücutları et­
kilenmekte ve hantallaşmaktadır.
Gerçi bazı gençler vücutlarını güzel bir şekilde geliştiren futbol
oynuyorlar, ancak onun da taraftar ve izleyicileri oynayanlardan kat
kat daha fazladır. ikinci olarak, gençlerin tamamı futbol oynama­
makta, bazıları bu sporu yeterli düzeyde yapmamaktadır. Diğer bir
husus da, insanın ayağından çok eline ihtiyacı varken topla birlikte
koşmak ayak adelelerini diğer adalelerinden daha fazla geliştirmek­
tedir.
Kamplarda, aşağıdaki şekillerde vücudu geliştirmek mümkü n­
dür:
. .

Yeme- içme ve Uykuda itidal


Erken uyumak, erkenden kalkmak, geceyi uykusuz geçirmek ve
uyarıcı ilaçlar almaktan uzak durmak suretiyle sağlığı korumak.
Rasulullah (s.a.v)'in metodunu incelediğimizde sağlığı koruma­
nın şunlara bağlı olduğunu görürüz; yiyecek, içecek, mesken, hava,
uyku, hareket vs. konularda iyi tedbirler almak.

1 64
Ergün Poyraz

Bedeni Sporlar
Beden eğitimi dersleri kamptaki temel dersler arasındadır. Sa­
bahleyin koşu, kültür fizik ve güçlendirici hareketlere yer verilir.
Özellikle, kollar ve karın bölgesini güçlendirici antrenmanlar, yüksek
atlama, uzun atlama, futbol , basketbol, voleybol gibi topla yapılan
sporlar bunlar arasındadır.
Kamplarda ata binme sporu içinde bir süre ayrılır. Kampa katılan
herkese iyi yüzme bilen birinin denetiminde yüzme öğretilir.
öğrencilere bisiklet sporu da yaptırılır. Bu spor dalı vücudun bü­
tün adalelerini çalıştırır. Bunun yanında öğrencilere, motosiklet, ve
küçük büyük her çeşit araçların kullanımı öğretilir. Bunların hepside
"atabinmekl binicilik'"' kavramının içine girmektedir. Çünkü günümü­
zün atları; otomobiller, uçaklar, gemilerdir.

Düzen ve intizam
Törenler esnasında tabur düzeninde yürümek gençleri belli bir
düzen ve intizam içersinde hareket etmeye alıştırır. Bu düzenli yü­
rüyüş vücut adalelerini geliştirir, öğrencileri itaat, sabır ve düzene
alıştırır.

Uzun Yürüyüş
Kampın programlarından biri de, bazen elli kilometreye varan
uzun mesafeli yürüyüşlerdir. Öğrenci zaruri ihtiyaç maddeleri ve eş­
yalarını yanına alır. Bunlar; tüfek erzak çantası, matara, gaz maske­
si, ilkyardım gereçleri, acil durum yiyecekleridir. . . Uzun yürüyüşler
bedeni ve psikolojik sporlardır. Çünkü, genci sabır ve sebata alıştı­
rır, aynı zamanda vücut kaslarını geliştirir.

Kamp Ve Askeri Eğitim


Askeri eğitimin amacı , gençleri tam manasıyla, ümmeti de ana
hatlarıyla Allah yolunda cihada hazırlamaktır. Bu eğitim, daha önce­
de geçtiği gibi ruhi, psikolojik, fiziki ve siyasi eğitimle birlikte kema­
le erip tamamlanır.

1 65
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Silah kullanma eğitimleri , saldırı ve savunmaya yönelik savaş


tatbikatları askeri eğitim çeşitlerindendir. Bizim burada kastettiğimiz
eğitim çeşitleri de bunlardır şöyle ki:

Silahlan Tanımak
Tüfek, tabanca, hafif makinalı tüfek, kişisel roketatar eğitimleri
almak, bunları tanımak. Söküp takma ve bakımlarını öğrenme; son­
ra tam teçhizatlı atış sahalarında bunlara ilişkin atış dersleri almak.

Saldın ve Savunma Eğitimi


Şehir ve sokaklarda saldırı ve savunma tatbikatları öğretilir: Bu
konular, önce uzman bir subay tarafından nazari olarak seminerler
şeklinde verilir, sonra talebeler bunları basit şekilde uygularlar. Böy­
lece eğitim tamamlanmış olur.

Sivil Savunma
Sivil savunmaya ilişkin faaliyetler öğretilir: Yangın söndürmek,
yaralılara ilk yardım, yaraların sarılması, yaralıların sağlık merkezle­
rine nakli gibi konuların öğretimi. . .
Binaların tahliyesi , sığınaklara girme, gazlara karşı koruyucu
maske takılması, havadan yapılacak keşiflere karşı kamuflaj öğre­
nilir.

Eğitici Seminerler
öğrencilere aşağıdaki konuları tanıtıcı seminerler verilir:
Orduda bulunan temel birlikler tanıtılır: piyadeler tanklar, hava ve
deniz birlikleri hava savunması ve hava keşif birlikleri , özel birlikler,
özel savunma birlikleri, idari birlikler ve sıhhiye birlikleri vs. tanıma­
ları sağlanır.
Toplu imha silahları ve bunlardan korunma ve vatandaşları koru­
ma hakkında genel ve basit bilgiler edinirler.

1 66
Ergün Poyraz

lslami ve uluslararası bazı önemli savaşlar hakkında bilgiler ve­


rilir: Bedir, Uhud, Huneyn , Yermu k, Kadisiye, Hıttın , Calut Nehri, Zu­
leka, Kuna savaşı ve Afgan Mücahidlerinin bazı savaşları ve Harl­
bour, savaşları gibi. Bu savaşlarla ilgili genel seminerler verilir. Bu­
rada özellikle zafer veya hezimete etkin olan faktörler savaş strate­
jisi ve savaşçıların bundaki rolleri üzerinde durulur.

Kamp Programı
Kamplar, kamplara katılan öğrencilerin durumlarına göre birkaç
çeşide ayrılır. Bunları şu şekilde guruplayabiliriz:
Ortaokul seviyesindeki kamplar.
Lise seviyesindeki kamplar.
Üniversite seviyesindeki kamplar.
Burada kamptan şunu kastediyoruz: bu gençlerin, yerleşim mer­
kezleri dışında bir araya gelmeleri , sürekli olarak kampta ikamet et­
meleridir, böylece takip edilen bu program; öğrencilerin gündüz
programlarına göre birkaç saat devam ettikleri ve akşam olunca da
evlerine dönü p anne babalarının yanında geceledikleri bazı yaz
kamplarından ayırt edilmiş olur.

Ortaokul Seviyesindeki Kamplar


Bu kampın süresi, yaz tatili esnasında bir veya iki hafta arasın­
da değişir. Bu kamplar için önerdiğimiz günlük program şöyledir:

SAAT YAPILACAK FAALiYET


04.00 Sabah namazından en az bir saat önce uyanma.
Sonra kalkıp abdest alma ve teheccüd namazı kıl­
ma, arkasından ailede Kur'an-ı Kerim tilaveti
05.00-05.30 Sabah namazının cemaatle kam p mescidi veya şa­
yet kamp çok büyük ise tabur mescidinde kılınması.

1 67
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

05.30-06.30 Koşu ve güçlendirici hareketler


06.30.07.00 Askeri elbiseleri giyinip çıkarma, toplu imha silahla-
rına karşı koruyucu elbiseler giyinme alıştırmaları .
07.00-08.00 Kişisel silahların söküp takma ve bakımı.
08.00-08.30 Kuşluk namazı . . . . sonra iftar.
08.30-09.30 Nöbetleşe olarak siyer, akaid veya fıkıh derslerin­
den bir konu.
09.30-1 0.30 Tabur düzeni eğitimi veya yüzme.
1 0.30- 1 1 .30 Toplu hücum (uygulamalı alıştırma)
1 1 .30- 1 3.00 Çevresel hizmetler.
1 3.00- 1 3.30 öğle namazı
1 3.30-1 4.00 Öğle yemeği
1 4.00- 1 4 .30 Çay ve serbest faaliyet
1 4.30- 1 5.30 Zorunlu öğle uykusu (kaylule)
1 5.30-1 6. 1 5 Askeri ders
1 6. 1 5- 1 6.45 ikindi namazı
1 6.45- 1 8.00 Aileler arasındaki müsabakalar.
1 8.00- 1 9 . 1 5 Misafir davetçilerden biri tarafından yapılacak ders
1 9. 1 5- 1 9.30 Akşam namazı
1 9.30-20.30 Çadırların ve çevrenin temizliği
20.30-2 1 .00 Akşam yemeği
21 .00-2 1 .30 Yatsı namazı
2 1 .30-22.00 Teftiş ve sonra da zorunlu uyku
Kampta uygulanacak stratejinin aşağıdaki h ususları içermesi ge­
rekir:
öğrencileri 5-1 0 kişiden oluşan ailelere ayırmak, katılımcılara
bazı hususlarda seçme serbestisi tanımak.
Geceleyin, sabah ve akşam vakitlerinde Kur'an-ı Kerim tilaveti
yapılmalı. Tilavetin usulüne uygun olarak yapılması ve Kur'an-ı ke­
rim ahkamının öğrenilmesine gayret gösterilmelidir.

1 68
Ergün Poyraz

Günlük kamp programının basılarak kampa katılan herkese da­


ğıtılmalı ve her fert, kamp programının uygulanmasından sorumlu
tutulmalıdır.

Ferdi silahlan kullanma, aile seviyesinde hücum ve savunma,


toplu imha silahlan na karşı korunma öğrenilmelidir.
Bedeni sporlar; koşma, kültür fizik, güçlendirici hareketler, saldı­
rı hareketleri ve yüzme sporları yapılmalıdır.
Uyku esnasında yapılan beklenmedik hareketlerle, gençlerin her
çeşit beklenmedik durumlara karşı eğitimleri sağlanmalıdır. öğren­
cileri ansızın uyandırma ve hapsinin anında toplanmalarını istemek
gibi faaliyetleri içermelidir.
Akaid, fıkıh, siyer, İ slam tarihi ve tebliğ konularında dersler yapıl­
malıdır.
Savaşla ilgili her türlü saldırı ve toplu imha silahlarına karşı ko­
runmayla ilgili dersler verilmelidir.
Bir günü tam manasıyla İ slami bir şekilde geçirme alışkanlığını
kazandırmak üzere; sabah namazından önce uyanma, mecburi öğ­
le uykusu (kaylule ), yatsı namazından sonra zorunlu yatma progra­
mı uygulanmalıdır.
Aileler arasında genel kültür ve spor müsabakaları yapılmalıdır.
Kampa katılanların yerel yönetim yetkilileriyle karşılıklı anlaşarak
kamp kurdukları yerlerdeki çevrenin düzenlenmesine yönelik faali­
yetler icra etmeleri sağlanmalıdır.
Kamptakilerin, yemek pişirme , hazırlama ve kamp temizliği vs.
gibi kendi hizmetlerini kendilerinin görmeleri sağlanmalıdır.
Kamp süresince Pazartesi ve Perşembe günleri oruçlu olmaya
özen gösterilmelidir.

Lise Seviyesi Kamplan


Yaz tatilinde üç ile altı hafta arasında şehirlerden uzak yerlerde
yapılır. Bunlar için önerilen günlük program şöyledir:

1 69
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

SAAT YAPILACAK FAALİYET


04.00 Sabah namazından en az bir saat önce uyanma.
Sonra kalkıp abdest alma ve teheccüd namazı kıl­
ma, arkasından ailede Kur'an-ı Kerim tilaveti
05.00-05 .30 Sabah namazının cemaatle kamp mescidi veya şa­
yet kamp çok büyük ise tabur mescidinde kılınması.
05.30-06. 1 5 Koşu ve güçlendirici hareketler
06. 1 5-07 . 1 5 Ferdi ve toplu silahların (bir gün ferdi diğer gün top­
lu silahların) söküp takma ve bakımı
07. 1 5-08.30 Misafir bir tebliğci tarafından İ slam kültürüyle ilgili bir
ders(siyer, Kur'an ilimleri hadis ilimleri vs.) işlenme­
si .
08.30-09.00 Kuşluk namazı . . . . ve arkasından iftar.
09.00- 1 1 .00 Çevresel faaliyetler
1 1 .00-1 2.30 Saldırı, savunma, pusu, baskın, geri çekilme gibi sa­
vaş taktiklerinin uygulamalı olarak öğretilmesi
1 2.30- 1 3 .30 Öğle namazı ve öğle yemeği
1 3.30- 1 4 .00 Çay saati ve serbest faaliyet
1 4.00-1 5.00 Zorunlu öğle uykusu
1 5.00- 1 6 . 1 5 Askeri bir ders
1 6. 1 5- 1 6.45 ikindi namazı
1 6.45- 1 8.00 Taburlar ve Bölükler arası müsabakalar
1 8.00-1 9. 1 5 lslam kültürüyle ilgili bir ders
1 9. 1 5- 1 9.30 Akşam namazı
1 9.45-20.45 Kamp temizliği
20.45-21 .00 Akşam yemeği
2 1 .00-2 1 .30 Yatsı namazı
2 1 .30-22.00 Yatakhanelerin teftişi ve uyku
Lise seviyesindeki kamp stratejisinin aşağıdaki h ususları içer­
mesi gerekir:
Aile içinde Kur'an-ı Kerim tilaveti ve tilavet kurallarının iyice öğ-

1 70
Ergün Poyraz

renilmesi. Öğrencilerden bilenlerin kendi kendilerine münferiden


okumaları.
Katılımcıların programı uygulamak için birbirleriyle yarış içinde
olmalarını sağlamak amacıyla programın katılımcılara dağıtılması.
Ferdi silahların öğretilmesi: Tüfek, tabanca, hafif makineli tüfek,
el bombalan gibi ferdi silahlar: roketatar, havan, küçük ve orta boy
toplar gibi toplu silahlar. Bu silahların öğrenilmesine, silahların sö­
külüp takılması ve bakımları. Sonra küçük alanlarda bunlarla atış
yapılması daha sonra gerçek cephanelerle tam donatılmış alanlar­
da atış yapılması dahildir.

Saldın, savunma, pusu, baskın ... gibi savaş taktiklerinin öğretil­


mesi.
Uykuda onları ansızın çağırma, yatakhanelerde veya yemek es­
nasında veya tören esnasında sis bombalarının patlatılması gibi
beklenmedik durumlara hazırlama.
Fıkhu's -siyre, Kur'an ilimleri , Hadis ilimleri fıkıh ve usulü, akaid,
nahiv, sarf, tefsir gibi konuları kapsayan lslam kültürüne ait dersler
ile iletişim, eğitim siyaset, iktisat.... gibi konuları içeren beşeri bilim­
lerin öğretilmesi.
Bu ilimlere ait anahtar bilgilere sahip olan öğrenciler, bu ilimleri
tek başlarına izleyip devam ettirebilecekleri bir program izlenmeli­
dir.
Hücum, manevi ruh ve Allah yolunda cihad gibi dersler verilme­
lidir.
Sabah namazından önce uyanma, mecburi öğle uykusu ve yat­
sı namazından sonra uyuma.
Bölüklerle takımlar arasında çeşitli yarışmalar.
Kampa katılanların yerel yönetimlerle karşılıklı olarak anlaşarak,
yapacakları üretime yönelik çevresel faaliyetler.
Yemek pişirme ve dağıtılma, mutfak temizliği ve kamptaki diğer
işlerin bizzat kampa katılanlar tarafından yerine getirilmesi.

171
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kampa katılanların tamamının yönetimde bulunması için; aile


manga, takım, bölük ve nihayet kamp seviyelerinde yapılan şuraya
alıştırma ve bunu kampta sürekli hale getirmeye, kısaca her husus­
ta görüş birliği oluşturmaya yönelik olarak yapılan toplantılar.
Kamp sona erdiğinde üstün başarı gösterenlere mükafatların
dağıtılması.

Üniversite Seviyesindeki Kamplar


Üniversite kamplarının süreleri lise kam plarından farklı değildir.
Hatta, üniversite öğrencilerinin meşgalelerinin çokluğu sebebiyle
bu süre bazen altı haftayla sınırlandırılabilir
Üniversite kamplarında ihtiyaç duyulupta lise kamlarında ihtiyaç
duyulmayan hususlar şunlardır:
Üniversite kamplarına fazladan olarak bir kütüphane ilave edilir.
Bu kütüphanede; lslam kültürü , siyaset, askerlik ve davetle ilgili zo­
runlu başvuru kitapları bulunur. öğrenciler, hocaların yerine arka­
daşlarının yerine dersler hazırlarlarken bu kitaplara müracaat etme
imkanı bulurlar.
Bazı dersler, tabur komutanının yönetiminde teorik ve pratik ola­
rak sırf daha önce birlikte kamp yapmış ve üstün derecede başarı
göstermiş olan üniversite öğrencilerine yönelik olarak yapılır
öğrenci, büyük savaşlarla (Bedir, Kadisiye, Alemeyn vb.) ilgili
araştırmalar hazırlayıp bunları arkadaşlarına kültürel seminerler
şeklinde sunarlar. . .
Üniversite kamplarına, Müslüman gençlerin birbirleriyle tan ışma­
ları ve karşılıklı yardımlaşmaları amacıyla değişik bölgelerden genç­
ler davet edilir. Aynı şekilde İ slam alemindeki değişik bölgelerde bu­
lunan Müslüman davetçiler, tecrübelerinden istifade edilmek mak­
sadıyla davet edilirler. Bunun yanında lslam alemindeki hareket li­
derleri de davet edilir; çağdaş İ slami uyanışın nereye doğru gitmek­
te olduğu öğrenilmeye çalışılır.
Kamp esnasında sık sık oruç tutulması, cemaatle gece namaz­
ları kılınması .

1 72
Ergün Poyraz

öğrenciler üniversitelerdeki ihtisaslarına göre askeri ihtisas


alanlarına yönlendirilir ve bunlar üzerinde eğitilirler.

Kamp Radyosu
Radyo veya ses düzeni, kamp için bir zorunluluktur. Bununla na­
maz vakitleri geldiğinde ezan okunur belirlenen programa uygun
olarak kamp talimatları yayınlanır. Mesela, öğrencilerin tamamına
veya bir kısmına, genel toplantı alanında hazır olmaları, idareciler­
den birinin h uzurunda bulunmaları veya ziyaretçilerden birinin kar­
şılamak üzere ana giriş kapısında hazır bulunmaları gibi çağrılar ya­
pılabilir.
Bu radyodan aynı zamanda uygun vakitlerde kültürel programlar
yayınlanabilir. Bunlardan bazıları:
Sabah içtimasında: Kur'an-ı Kerimden bazı ayeti kerimeler oku­
nur, arkasından bir kişi birkaç hadis-i şerif okur. Bunun ardından, üç
dakikayı geçmemek üzere veciz ve hikmetli bir ders yapılabilir. Ay­
rıca idare, o günkü kamp programını açıklamak ve eğer varsa yapı­
lan düzeltme ve değişiklikleri duyurmak için kamp radyosunu kulla­
nabilir.
Sabah kahvaltısı vaktinde, yani saat 08. 1 5-08.30 arasında marş­
larla birlikte kültürel programlar da yayımlanabilir.
Öğle yemeği vaktinde 1 3.30- 1 4.30 arası ise daha çok marşlar­
la birlikte kültürel, nükteli programlar yapılabilir
Radyo yayını öğle uykusu (kaylule) esnasında, öğrencileri uyku­
larında rahatsız etmeyecek dinlendirici marş ve ilahilerle sürdürüle­
bilir.

Sonuç
Böylelikle gencin kampta sarf ettiği enerjinin sınırları ortaya çık­
maktadır. Aynı zamanda gencin içinden kendi akranlarını seçebile­
ceği kamp gibi uygun bir çevrenin önemi de açık bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Bunlara gençlerin bir köşeye oturup sıkıntı ve buhrana
düşmeleri engellenerek enerjilerinden istifade edilmektedir. . .

1 73
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kamplar, Müslüman gençler için temel bir faaliyettir. Kamplara


katılmayan bir genç pek çok sosyal tecrübelerden mahrum kalacak,
lslami bir toplumdaki müslüman bir fert için zorunlu olan toplumsal
eğilimler de zayıflayacaktır
Müslüman gençler için kampların hedeflerini şöylece özetleyebi­
liriz:
Gençlerdeki taşkın enerjiyi değerlendirmek. Daha önce de er­
genliğin (sıkıntı ve buhranın) sebebinin gençte atıl bırakılan enerji
olduğu geçmişti.
Gençteki ruhi, psikolojik ve sosyal ihtiyaçların giderilmesi .
Kamplar gençlere, içinden kendi grubunun fertlerini seçeceği ve
onlarla birlikte "akranlar topluluğu h un oluşturacağı uygun bir ortam
'

sağlar.
Müslüman gençleri siyasi ve askeri yönlerden hazırlar. Müslü­
man gençlerin bu konulardaki hazırlıklara, ümmetin mukaddesatını
korumak ve Allah yolunda cihad etmek için büyük ölçüde ihtiyaçla­
rı vardır. . .
"

İ lk, orta, lise ve üniversite düzeyindeki gençlerimizin sözde eği­


timleri için hazırlanan ve içinde silah ve savaş taktiklerinin verildiği
bu eğitimlerin yapılmasının şart olduğunun vurgulandığı ve serbest­
çe basılıp dağıtılan bu kitap, birçok tarikatlar tarafından cami , kuran
kursları, kamplar ve evlerde eğitim amaçlı olarak kullanılıyordu .

Kışla gibi kamplar


Latif Erdoğan'ın kaleme aldığı AD yayıncılıktan çıkan; "Fetullah
Gülen Hocaefendi "Küçük Dünyam" adlı kitabın 30. baskısının 1 1 6.
sayfasında Gülen'in anlatımlarıyla, "kışla gibi kamplar"ın kendi
amaçlarına olan faydaları aktarılıyordu;
"Kestanepazarı yıllarına ait en unutulmaz ve en bereketli faali­
yetlerden birisi de hiç şüphesiz kamplardır. . .
"

Aynı kitabın 1 22. Sayfasında yetiştirecekleri gençlerin asker gibi


olması gerektiği belirtiliyordu:

1 74
Ergün Poyraz

" ... .Yetiştireceğimiz nesil, bir asker gibi disiplinli olmalıdır...


Kamplar d a askeri kışlalara benzemelidirler. Ruhani şevklere açık
yönleri de bulunmalıdır. Bu yönüyle kamplar bir tekkeye benzeme­
lidir."
Fetullah Gülen'in, Zaman gazetesince de okurlarına dağıtılan
Prizma adlı kitabının, 30. sayfasına baktığımızda sözde asker yetiş­
tirmenin kendileri için ne denli önemli olduğunu görüyorduk:

"Geleceği kucaklamayı planlayanlar, oturup O'nu (Hz. Mesihi)


bekleyeceklerine kendilerini ona asker olarak yetiştirme gayreti içi­
ne girmelidirler. . . Ta ki geldiğinde hazır olan askerlerinin başına ge­
çebilsin ; geçebilsin de yeniden asker yetiştirme zahmetine katlan­
masın."
Ve bu kamplar bugün yılda 5 bin'in üzerinde mezun veren mili­
tan okullarına dönüşmüştür.

Delik ne kadar büyük olursa yamaması o denli güç olur


Yasadışı İ BDA-C yani uzun adıyla İ slami Büyük Doğu Akıncılar
Cephesi olarak bilinen terör örgütünün yayın organı olarak basılıp
dağıtılan, büfe ve kitapçılarda kolaylıkla temin edilebilen Taraf Der­
gisi'nin 1 994 yılında yayınlanan 20. sayısı 1 0. sayfasında molotof
yapımı ve çeşitleri hakkında bilgiler veriliyor, 2004 yılına geldiğimiz­
de tarifi verilen bombalar lstanbul'u kana buluyordu. Bir zamanlar
PKK için "üç beş çapulcu" diyerek ihanetlerini kamufle edenler ve
bunların çevresinde yetişen yöneticilerimizin bir çoğunun gaflet, de­
lalet ve ihanet içinden çıkamamalarının sonucunda şimdi de bu tür
terör örgütleri için aynı ifadeleri kullanıyorlar, ancak bu ihanetlerin
bedellerini çok ağır ödeyeceğimiz örgütlerin son eylemlerinde bir
kere daha ortaya çıkıyordu.
Kemal Unakıtan'ın Maliye Bakanı olmadan önce ortağı ve yöne­
ticisi olduğu Al Baraka Türk, İ BDA-C'nin yayın organı "Taraf' dergi­
sine tam sayfa ilan vererek terör örgütüne adeta bir nevi finansman

1 75
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

sağlıyordu. Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olmadan önce bu örgüte


gönderdiği bayram kartlarının içeriği de yine örgütün dergilerinde
yayınlanıyordu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Yalçıntaş'ın kitapları da
İ BDA-C'nin yan kuruluşlarının kitaplarının basılıp dağıtıldığı aynı han
da yani Cağaloğlu'ndaki Üretmen handa basılıp dağıtılıyordu. N ur­
culardan , Süleymancılara Nakşilerden IBDA'cılara, IBDA'cılardan
Adnan Hocacılara kadar bütün yayınların dağıtımının yapıldığı hanın
sahibi Nevzat Yalçıntaş'ın kayınpederi oluyordu.
IBDA-C'nin yayın organı olan 'Taraf' Dergisi'nin 20. sayısının 1 0.
sayfasında "Molotof nasıl yapılır ve molotofun çeşitleri" başlıklı yazı­
da "Bomba yapımı" en ince ayrıntılarına kadar öğretiliyor, ve bu der­
giler serbestçe satılıyordu.
İ BDA-C'nin yayın organlarında mekanların nasıl bombalanacağı­
nı da gösteriyor, AKP'li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın Al Bara­
ka'sının reklamları ise semizlenen IBDA-C, yayın organlarında me­
kan taramanın inceliklerini de öğretiyordu:

Birlik Vakfı
29 Mayıs 1 985 yılında Beşiktaş İ kinci Noterliğinde 28953 yevmi­
ye No ile, Mehmet Alacacı, Abdurrahman Serdar, Hüseyin Coşkun,
Hasan Kalyoncu , lsmail Kahraman tarafından kuruldu.
Vakfı tanıtan broşürde ise Kurucular Kurulu şu isimlerden oluşu­
yordu :
Abdulkadir Aksu, Mehmet Alacacı, Azmi Ateş, Hüseyin Avşaroğ­
lu, Ahmet E. Bedük, Nasuh Boztepe, M. Bahattin Cebeci, Ali Coş­
kun , Hüseyin Coşkun, Bekir Çalkan, Ahmet R. Çelebi, İ brahim H .
Çelik, Cemil Çiçek, İ brahim M. Doğruer, R . Tayyip Erdoğan, Zeki
Ergezen , Orhan Esmer, Metin Genç, Hüseyin Gözcü, lsmail Kahra­
man, Hasan Kalyoncu , Yaşar Karayel, Fahrettin Kasarcı , Sadi Ka­
ya, Fatih Kurtulmuş, O. Kadri Keskin, Recai Kutan, Sebahattin Mü­
cah idoğlu, Mehmet Özyol , R. Sedat Savaşer, Abdurrahman Serdar,

1 76
Ergün Poyraz

Bilal Şahin, Sami Şener, Mustafa Şimşek, Cafer Tatlıbal, Erdoğan


Tozduman, Erman Tuncer, M. Fatih Uğurlu, Kasım Yapıcı , Bekir Yıl­
dız . . .
Vakfın , Yüksek istişare Kurulu'nda; Abdulkadir Aksu , Cemil Çi­
çek, R. Tayyip Erdoğan, Hasan Kalyoncu, M. Recai Kutan, Tay­
yip'in Belediye Başkanlığı'ndaki danışmanı Erman Tuncer gibi isim­
ler yer alıyord u .
Birlik Vakfı'nın 1 995 yılında yapılan 1 O. Genel Kurulunda ve bir­
çok etkinliklerinde yer alan isimlerden biri de Fetullah Gülen'di. 1 O.
Genel Kurul'da Gülen ve Aksu yanyana oturmuşlardı.
. .

Birlik Vakfı'nda Nazlı l lıcak'tan H . lbrahim Çelik'e, H . lbrahim Çe-


lik'ten R. Tayyip Erdoğan'a, Tayyip Erdoğan'dan "Ben Büyük Doğu
İ BDA'cıyım . Cumhuriyet Uğursuz bir rejimdir" diyen, RP'li Bahçeli­
evler eski Belediye Başkanı Muzaffer Doğan'a kadar birçok isim
konferanslar veriyordu.
Vakfın açılış töreninde kurdelayı Korkut Özal kesmişti. Tayyip Er­
doğan, 3 Kasım seçimlerinin ardından ilk önce Korkut Özal'ı ara­
mıştı .

Kınkkale Toplantısı
21 Ocak 1 987 yılında Kırıkkale-Tüpraş tesislerindeki toplantıda
dönemin İ çişleri Bakanlığı Müsteşarı Galip Demirel, Emniyet Genel
Müdürü Saffet Arıkan Bedük, Ankara Valisi Cahit Bayar, lzmir Vali­
si Vecdi Gönül ve Gaziantep Valisi Abdülkadir Aksu hazır bulun­
muşlardı.
Toplantıya katılanların ortak paydası İ çişleri Bakanlığı ve Emni­
yetteki MSP eğemenliğine dayanıyordu. Daha sonra bu kadro Kor­
kut Özal'ın isteği doğrultusunda ANAP içinde yer aldı.
Emniyet teşkilatı başta Fetullahçılar olmak üzere tarikatçı örgüt­
lenmenin yuvası oldu. Polis akademisinde ders veren hocalardan
bazıları ; "Atatürk ilke ve devrimlerini ülkeyi geri bıraktığını söyler­
ken, şeriat h u kukunun daha üstün bir hukuk olduğunu iddia ettiler.

1 77
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Türkçeyi de beğenmeyen aynı hocalar Arapçanın en mükemmel bir


dil olduğunu savundular. .. "

Abdülkadir Aksu
N a kşibendi tarikatının lskenderpaşa dergahından . Nurcu kesime
de oldukça yakın. 1 976 yılında MSP'nin içinde olduğu Milliyetçi
Cephe Hükümeti tarafından Malatya Emniyet Müdürü olarak atanır.
Bu görevi ile ikbal basamaklarını birer ikişer çıkmaya başlar. Valilik,
Emniyet Genel Müdürlüğü görevlerinin ardından 1 987 yılında ANAP
Diyarbakır Milletvekili sıfatıyla Meclis'e girer. 31 Mart 1 989 tarihinde
İ çişleri Bakanlığına atanmış ve bu görevini 24. 6. 1 991 tarihine ka­
dar yürütür. 1 995 yılında Devlet Bakanlığı koltuğuna oturur. 1 996 yı­
lında ANAP'tan ayrılarak Refah Partisi saflarına katılır. RP kapatılın­
ca Fazilet Partisi'ne geçer.
3 Kasım 2002 yılında yapılan seçimlerin ardından AKP hüküme­
tinin İ çişleri Bakanı olur. İ çişleri Bakanlığına Müsteşarlığına, Gülen
ve N u rcu guruplara yakınlığı ile tanınan ve yanında Mehmet Kırkın­
cı ve bir başka Nurcu ile ev toplantılarına katılan Şahabettin Har­
put'u g etirir.
31 Mart 1 989 yılında ilk kez içişleri Bakanı olmasının ardından 20
Ocak 1 990 tarihinde Hakkari'nin Uludere ilçesi Halil Köyü'nün Se­
han Mezrasında tavuk kümesi açılışı yapar. Bakanın yanına gelen
bir kız çocuğu Taşdelen köyünde 60 kişi ile birlikte gözaltına alınan
kardeşinin hayatından endişe ettiğini söyler. Aksu anında emir ve­
rir, gözaltındakileri hiçbir araştırma yapmadan bırakır. Aksu tavuk
kümeslerinin açılışları ile meşgulken 1 Mayıs olaylarında hedef ha­
line gelen polis memuru öldürülür.
3 1 Ocak 1 990; Muammer Aksoy evinin önünde öldürülür.
7 Mart 1 990; Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin
Emeç uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybeder.
4 Eylül 1 990 tarihinde sıra Yazar Turan Dursun'a gelir.
26 Eylül 1 990; M İ T Müsteşarlığı için kararnamesi hazırlanan Hi­
ram Abas kurşunların hedefi olur.

1 78
Ergün Poyraz

6 Ekim 1 990; ilahiyatçı, SHP Parti Meclisi Üyesi Bahriye Üçok


evine gönderilen bombalı paketin patlaması sonucu öldürüldü . . .
90-92 yılları arasında b u sefer hedef 1 1 emekli generaldi . Org .
Adnan Ersöz, Korgeneral lsmail Selen, Korg . Hulusi Sayın , Tümg.
Temel Cingöz, Tümg . Memduh Ünlütürk
Aksu'nun İ çişleri Bakanlığı altında geçen 91 yılı art arda suikast­
larla başladı. 9 Ocak'ta emekli Yarbay Ata Burcu , 30 Ocak'ta Kor­
general Hulusi Sayın, 7 Nisan'da emekli Tümgeneral Memduh Ün­
lütürk öldürüldü. 23 Mayıs'ta Ankara'da emekli Jandarma Korgene­
ral lsmail Selen ve Adana'da Jandarma Bölge Komutanı Tümgene­
ral Temel Cingöz şehit edildi. 1 4 Ekim'de eski MiT Müsteşarı ,
emekli Orgeneral Adnan Ersöz suikasta uğradı.
Yine Aksu döneminde Milletvekilinin oğlu Meclis lojmanlarında
öldürülüyord u .
AKP'nin seçimleri kazanmasının ardından yine içişleri Bakanı
olan Abdülkadir Aksu, 21 Kasım 2002 tarihinde partisinin milletve­
killeriyle Hilton Otel'de namaz şov yapıyordu . Ön saflarda namaz
kılan Aksu ve arkadaşları, beş dakikalık mesafedeki Kocatepe Ca­
mi yerine her nedense Hilton'u seçiyorlardı.
Bu namaz şovun ardından 1 8 Aralık 2002 tarihinde Laik, De­
mokratik Cumhuriyetin iç ve dış hasımlarını deşifre ederek, onları
gün yüzüne çıkaran Dr. Necip Hablemitoğlu alçakça bir saldırı so­
nucunda hayatını kaybediyordu .
Katiller sıktıkları ikinci kurşunla cinayetlerin devamının geleceği
mesajını vermişlerdi. Ancak MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tun­
cer Kılıç ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un
hedefteki isimleri koruma altına almaları ve aldırmaları sonucunda
cinayet serisi başlayamıyor. Birçok ismin hayatı kurtuluyordu.
Su uyur d üşman uyumazdı. Bu sefer de korumasız hedeflere yö­
neldiler ve Fetullah Gülen'in DGM'de açılan davasında Savcı Nuh
Mete Yüksel'e belge ve bilgi aktaran, yine irticai yapılanmalar, pet­
rol, ekonomi ve birçok konuda araştırma yapan, gazeteci ve yazar-

1 79
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tara belge yağdıran Emekli Binbaşı İhsan Güven 30 Nisan 2004 yı­
lında evinde eşiyle birlikte öldürülüyordu.
Bu cinayetlerin Abdulkadir Aksu'nun İçişleri Bakanlığı dönemine
gelmesi tabi ki bir tesadüf(!). Otorite zaafı veya haydi çakallar gün
bugündür hiç değil(!) Refah'ın patlama yaptığı, Atatürk dahil her tür­
lü değerlere hakaretler yağdırdığı dönemi hatırlarsak Genel Kurmay
Başkanlığı koltuğunda doğan Güreş'in oturduğunu görürüz.
RP'nin hatiplerinden Şevki Yılmaz konuşmalarında "Ordu Refah­
çı , Doğan Güreş Paşa Refah'ın iktidarını bekliyor" diyordu. Ardın­
dan Güreş Paşa, "Tak emrediyor, Şak yapıyorum" dediği Tansu Çil­
ler'in partisinden milletvekili olarak Meclis'e geldi.
Mason Özer Uçuran Çiller'in karısı olan Tansu Çiller, RP'ye kar­
şı savaş açmasıyla ünlenmişti ama RP ile hükümet kurdu. Demok­
rat Doğan Güreş oylama da red oyu kullanamadı.
Bakan Aksu'nun 2005 Ekim ayında PKK tarafından Türkiye'den
l rak'a kaçırılan Polis'in babasına "Oğlunu İ H D kurtarabilir" şeklinde
söylediği sözleri 22 Ocak 2006 tarihli gazetelerde yer alıyordu.
Şimdi ise RP'nin ardıllarının kurduğu hükümetle "şiir gibi" anlaş­
tığını söyleyen Demokrat olduğunu iddia eden Hilmi Özkök ve kan
yine durmuyor. Ülke tam yol uçuruma gidiyor. AKP'liler her cinayet
ardından hep aynı şeyi söylüyor; "Kurşunlar huzura sıkılıyor" kimse
de onlara söylemiyor, "Sen necisin sıktırma . . . ".

Hablemitoğlu ve Güven Cinayetleri


Tarih ; 18 Aralık 2002 Kemal'in askerlerinden Dr. Necip Hablemi­
toğlu akşam saatlerinde evinin önünde laik, demokratik cumhuriye­
tin hasımları tarafından şehit ediliyordu.
Hablemitoğlu tüm hayatını bu ülkeye hainlik yapan güçleri deşif­
re etmek için harcamıştı . Laik, demokratik cumhuriyeti yıkmak için
sinsi planlar kuran alçakların oyunlarını bozmuştu. Destekleyeni, fi­
nans edeni yoktu. Her emekçi gibi ay sonunu zorlukla getiriyordu .
Hablemitoğlu, "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabında,

1 80
Ergün Poyraz

emperyalist Almanya'nın ülkemiz üzerindeki oyunlarını bozdu. Tek


kişilik bir ordu gibi mücadele ederek bu ülkenin casuslarını istihba­
rat örgütleri ile birlikte darmadağın etti . Bir diğer emperyalist ülke­
olan Amerika'nın maskesini indirmek üzereydi . Çünkü Ülkemizin al­
tını sinsi sinsi oyan Amerikan vakıflarını araştırmaya başlamıştı. Fe­
tullah Gülen'in saklandığı yeri buldu. Nucuların ülkemiz için ne bü­
yük bir tehlike olduğunu kanıtladı. Son çalışması "Köstebek" te ise
Emniyet ve M iT içindeki Fetullahçı yapılanmayı çözdü . Laik, de­
mok�atik cumhuriyetin dört bir yandan Fetullahçılarla kuşatıldığını
belgeledi.
Hablemitoğlu'nun bu çalışmasından bazı üst düzey emniyet
mensupları ile MiT içinde bir gurup rahatsızlık duymaya başladı.
Köstebek'in basılmasını önlemek için baskı ve tehdit uygulamaya
başladılar.
Dönme ve mason üst düzey bir emniyet görevlisi, bu uğurda öy­
le ileri gitti ki, işi, kullandığı Mason Müfettiş aracılığı ile Necip Hab­
lemitoğlu'nu tehdit etmeye kadar götürdü.
insanları yanıltmak için bir gazeteye ismini gizleyerek demeç ve­
ren üst düzey bir emniyetçi, Hablemitoğlu'nun kitaplarını kendi yaz­
madığı iftirasına sarılarak, gizli servis çatışmasına kurban gitti diye­
rek olaydaki kendi rolünü kamufle etmeye çalışıyordu.
Şehit büyüğümüz Hablemitoğlu, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kaza­
nılan tam bağımsızlıktan ödün verilmemesini kendine ilke edinen bir
yapıya sahipti. Hablemitoğlu aydınlanma karşıtı güçlerce "Susturul­
mak" amacıyla hedef seçilmişti. içeride ve dışarıda halkımızın çıkar­
larına karşıt gördüğü her konuda çalışmalarda bulunan Hablemitoğ­
lu'nun gerçekte susturulmak istenildiğini göz ardı eden ve teröriz­
min kitlelere ulaşmak için kullandığı bu yöntemin ikincil sonuçlarını
ön plana çıkararak bir takım uydurma senaryolardan hareketle ka­
muoyunu bilinçli olarak yanlış yönlendirenler, tarihin şaşmaz değer­
lendirmesinde "Tetik çekenlerden daha fazla tetikçiler" olarak anıla­
caklardır.

181
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yeni Hayat dergisinin tan ımladığı gibi Atatürk'ün asil bir askeri,
cömert bir öğretmeni olan Necip Hablemitoğlu'nun katillerini bul­
makla yükümlü olan Emniyet her ne hikmetse, katilleri aramaktan
çok arşivinin peşine düşmeyi kendine görev ediniyordu.
Olay akşamı Emniyet, Hablemitoğlu'nun bilgisayarını incelemek
için istedi. Bir kopyası çıkarılan bilgisayar karşılıklı mühürlemelerle
ve tutanakla teslim edildi. Bilgisayarı açan Emniyetin ilk gördüğü
Hablemitoğlu'nun dostları ile çektirdiği fotoğraf olmuştu. Fotoğrafta
Necip Bey'i, Ihsan Güven'i, Çelik'i ve Ümit Bey'i bir arada gösteren
fotoğraflarıydı.
Bu fotoğrafların çıkmasının ardından, "Amir" seviyesindeki emni­
yetçi izne ayrıldı. Önce Aytu nç Altındal'ın telefonunu araştırdı. Ta ki
Altındal'ın telefonunu bana bile sordu. Ve ardından tesadüf bu ya,
Altındal'ın gazetelerde "Cinayeti lran Ermenileri işlemiştir" şeklinde­
ki çocukları bile güldüren açıklamaları yayınlandı.
Ve ardından Ihsan Bey'in eski karısının açıklamaları medyada
peş peşe çıkmaya başladı, kadın "Eserlerimi Çelik çaldı" diyerek,
Tv, Tv gezmeye başladı. Özellikle Serencebey yokuşunda dolaşan
bazı televizyoncular Ihsan Bey ve Çelik'i tarikat ilişkisi içinde gös­
termek istediler. Ihsan Bey'i "Dost" tarikatı lideri olarak tanıtmak için
çok büyük çabalar harcadılar. Gazete ve TV'lerde gün geçmiyor ki,
tarikat iftiralı bir haber çıkmasın. Hablemitoğlu'nun da İ hsan Bey ile
görüştüğü gazetelerde yer aldı.
Yine I hsan Bey'in öldürülmesinden bir hafta önce TV ve gazete­
lerde tarikat iftiraları, Çelik'in söylediği parçalar, yoğun bir şekilde
işlenmeye başladı. Ve Atatürkçü emekli asker Ihsan Güven evinde
eşiyle birlikte öldürüldü. Her ne hikmetse eser sahibi kadınla Çe­
lik'in davası olaydan sonra da devam ettiği halde ne tarikat iddiala­
rı ne de eser iddiaları basında yer almadı. Ihsan Bey ve eşirnn öldü­
rülmesi ile basın sanki görevini yapmıştı. Bundan sonrası onu ilgi­
lendirmiyordu. Cenazesi askeri törenle olması gereken I hsan Bey
iftiralar ardından sessizce toprağa verildi, katil ve katil sürüleri yine

1 82
Ergün Poyraz

amaçlarına ulaştı . Neyse biz yine dönelim Hablemitoğlu cinayeti­


ne . . .
B u arada Emniyet Müdürlüğü'nde Ankara Emniyet Müdürü Er­
cüment Yılmaz başkanlığındaki görevlilerle bir araya geliyor, cina­
yetin aydınlanması amacıyla bildiklerimizi anlatıyorduk. Ancak erte­
si gün gazetelerde sır olması gereken sözlerimiz çarpıtılarak yer alı­
yordu.

Hesabı Sorulur
Yeni Hayat Dergisi'nin 1 08. sayısında "Hesabı Sorulur" başlıklı
bir yazı yazıyordum. Bu yazı Eylül- Ekim 2003 sayısında çıktı. Yazı
şöyleydi:
"Değerli büyüğümüz Dr. Necip Hablemitoğlu'nun evinin önünde
alçakça katledilişinin üzerinden yaklaşık on aydan fazla bir süre geç­
ti. Bu süreç içersinde, emniyet Hocanın katillerini arayacağına arşi­
vinin peşine düştü . Hoş katilleri uzakta değil bir ayna kadar yakınla­
rındaydı. DGM Savcılığı ise kooperatifi ile daha fazla ilgilendi, bu ara­
da gazetecilere bu tür olaylarda zaman aşımı yirmi sene, bu olay da
zaman aşımına uğrayacak demeyi de ihmal etmedi. Bu savcının ola­
ya dalması da şaibeliydi ya neyse... Gerek Necip Hoca'nın katledil­
mesinden önceki süreç gerekse sonraki gelişmeler bir süre sonra çı­
kacak olan ve Almanların dünden bugüne ülkemiz üzerinde uygula­
dıkları melanetleri belgeleyen "Akbaba" adlı kitabımda yer alacaktır.
Necip Bey'in şehit edilmesinin ardından adını vermekten bile
aciz, şerefsiz, alçak bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı bir koşu
gidip "Akşam" gazetesinde "Bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı"
sıfatıyla hezeyanlarda bulunuyordu. Bu alçağa göre, Necip Hable­
mitoğlu İ stihbarat örgütleri arasındaki çatışmalara kurban gitmişti .
Daha önce Necip Beyi göz altına almışlardı. Bu alçağa göre M İ T bil­
gi vereceği zaman elemanlarının göz altına alınmasına göz yumar­
mış. Bu şekilde bilgi alış verişi olurmuş.
Oysa çok iyi bilinir ki, doğada uyuz köpekler bile yavrularını ça-

1 83
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kallara teslim etmezler. Bu gerçek her ne kadar bu kadarsa bu ko­


nu ile ilgili MIT'ten bir açıklama gelmeyişi de garipti .
Gazeteye bu şekilde ismini gizleyerek açıklamalarda bulunan bu
aşağılık yaratık olaydan önce de Necip Bey'i kullandığı bir müfettiş
marifetiyle defalarca rahatsız etmişti. Bu alçağın tehditlerinden bir
süre sonra da olay meydana geldi .
Rahmetli Necip Hablemitoğlu, 20. 1 1 .2002 tarihinde Star haber
24 kanalında yaptığı konuşma da o günler yetkisiz olarak yurt dışın­
da gezip dolaşan ülkeyi bağlayacak açıklamalarda bulunan AKP li­
deri Tayyip Erdoğan'ın ülkemizin selameti açısından susturulmasını
istemişti. Ancak konuşmanın üzerinden daha bir ay bile geçmeden
Necip Bey resmi görevli kuduz bir itin silahından çıkan kurşunların
ardından susturuldu.
Necip Bey'in 20. 1 1 .2002 tarihinde Star Haber 24 Kanalında yap­
tığı ve birçok haber sitesinde yer alan konuşması şu şekildeydi:

"Hablemitoğlu'ndan Canlı Yayında AKP'ye Eleştiri Bombardımanı


Ankara üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Necip Hablemitoğlu
bugün Star Haber 24 kanalına yaptığı açıklamalar ile AKP iktidarını
topa tuttu. Sözlerine AKP'nin Ümmetçi ve Amerikancı bir parti oldu­
ğunu söyleyerek başlayan Hablemitoğlu, Birinci Meclis'te ümmetçi,
Amerikancı, Avrupa Birlikçi geçinenlere söz hakkı tanınmadığını be­
lirtti. Program sunucusunun sorularını yanıtlayan Hablemitoğlu şun­
ları söyledi:Ümmetçilerin 82 yıllı Cumhuriyet ile hesaplaşmaları var
Sadece inatlaşma olsa o da iyi , bir hesaplaşma var. Osmanlı zihni­
yetini yıkan, yeni bir cumhuriyet kuran bir meclis kurucusuyla; 82 yıl
sonra ü mmetçi söylemli bir Meclis Başkanını karşılaştırdığınızda bu­
nun sade basit bir inatlaşma olmadığını, bunun rejimle de bir hesap­
laşma olduğunu görüyoruz. Meclis Başkanlığı bu açıdan bir simge.
82 yıl önce Atatürk'ün oturduğu, Cumhuriyet'in temellerini attığı bu
koltukta şimdi ümmetçi kimliği ile tanıdığımız ve şu an devam eden
mahkemeleri olan bir Meclis Başkanı görüyoruz. Bu da tabi ki cum-

1 84
Ergün Poyraz

huriyet nesli için, cumhuriyet aydınları için büyük bir üzüntü kayna­
ğı. Hiç şüphesiz halkın iradesine saygı esas, ancak bu mecliste ik­
tidarı ve muhalefeti ile birlikte ulusalcı bir yapılanmayı göremiyoruz.
Derviş'i içine alan bir CH P'li zihniyet ne kadar ulusalcı ise Bülent
Arınç'ın Meclis Başkanı olduğu bir AK Parti iktidarı da o kadar ulu­
salcıdır. Medya patronları ekonomik çıkarlarına basını alet ediyorlar
Bütün toplumumuzda olduğu gibi basınımızda da net bir ikiye bö­
lünme var. Ulusalcı olanlar ile ulusalcı olmayanlar, tam bağımsız
Türkiye'den yana olanlarla, koşulsuz AB teslimiyetçiliğine, ya da
,
AB egemenliği anlayışını savunan bir kesim . Bakıyorsunuz bir gün
Amerika'nın sesi gibi, bir gün Almanya'nın, AB'nin sesi gibi yayınla­
rını sürdürüyorlar. Özellikle adını vermekte bir sakınca görmüyorum ,
Doğan Grubu , Almanya konusunda takındığı tavrı şimdi de AK Par­
tiye sahip çıkma konusunda da başyazarları ile birlikte göstermek­
tedir. Tabi çok gülünç durumlara düşülüyor, çünkü daha düne kadar
eleştirdikleri insanları şimdi tabulaştırma derecesinde ön plana çı­
karmaları, onların açık ve eksikliklerini görmezden gelmeleri hiç
şüphesiz medya patronu olup da aynı zamanda ekonomik alanda
faaliyet göstermeleri ile açıklanabilir diye düşünüyorum. Kendi çı­
karlarını kullanmakta basını alet eden zihniyet maalesef Türkiye' de
egemenliğini sürdürüyor.

Ak Parti Milli Görüş'e Sırtını Çevirdi, Amerikancı Oldu ..


Ak Parti içinde ağırlıklı olarak Milli Görüş'ten kopan bir grup var
ve bu grup ısrarla daha düne kadar Almanya yanında yer alırken,
Almanya'daki Milli Görüş Teşkilatı ile yakınlıklarını vurgularken, şim­
di maalesef Genel Başkanı başta olmak üzere ısrarla Amerika Bir­
leşik Devletleri yanlısı olduğu yolunda bir imaj yaratmaya çalışıyor­
lar. Sadece bunlar olsa neyse, Süleymancılar var bu söz konusu
parti içinde ve benzeri Cumhuriyet karşıtı ne kadar şeriatçı unsurlar
varsa bunların da bu parti içinde bir şekilde temsil edildiklerini gö­
rüyoruz. Bunların hepsi sadece dinsel anlamda bir tarikat ya da ce-

1 85
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

maat şeklinde geçiştiremezsiniz, hepsi aslında aynı zamanda bir


baskı grubu.

Tarikat Dengesi..
Her tarikat ve cemaat ağırlıklı olarak kendi adamlarını hükümet
içerisinde görmek istiyor. Dengeden kastedilen bu. Bu denge Tür­
kiye'nin çıkarları doğrultusunda ulusal birliği ve bütünlüğü, Atatürk
ilke ve devrimlerinin korunulması konusunda bu duyarlılık gösteril­
miş olsa hiç şüphesiz çok mutlu olurduk. Ama maalesef Cumhuri­
yet karşıtı şeriatçı grupların bulunduğu bir partide söz konusu grup­
ların kendi içindeki hesaplaşmaları dengelerin değişmesine yol aça­
biliyor. Arada belirtilen denge konusu sırf bu çıkar kavgasından kay­
naklanıyor. Meclis Başkanlığı'nın ve de özellikle Milli Eğitim Bakan­
lığı'nın bu şekilde hesaplara uymayarak değiştirilmesi, sonuç itibarı
ile Ak Parti'de gerçekten sıkıntı yaratmıştır diye düşünüyorum.

Birinci Meclis ile Kendilerini Karşılaştınp Cumhuriyet Kurucularının


Kemiklerini Sızlatmasınlar..
Birinci Meclis'e gelenler halk deyimi ile "kelle koltuk" gelenler.
Yakalandıklarında ya da hareket başarısızlığa uğradığında yüzde
yüz idam edilecek olan insanlar. Buraya gelen insanlar Amerikan
Mandası'na ve lngiliz Mandası'nın yönetimini reddetmiş ulusalcı in­
sanlar. Binbir sıkıntı ve güçlük içinde bir mücadeleyi, hem askeri an­
lamda, hem siyasal anlamda hem de dış politika anlamında çok
yönlü bir mücadeleyi korkunç olanaksızlıklar altında yapan insanlar.
Şimdiki meclis ile Birinci Meclis ile karşılaştırmak herhalde Birinci
Meclis'e katılan milletvekillerinin, bu Cumhuriyetin kurucularının ke­
miklerini sızlatmak anlamına gelecek. Oysa Sayın Arınç'ın da için­
de bulunduğu, hükümette de bulunan kişiler arasında o kadar yol­
suzluklara karışmış insanlar var ki, mesela Family Finans'ın soruş­
turmasına konu olan Maliye Bakanı'ndan başlayın, Sayın Başbakan
Gül'den içişleri Bakanı'na kadar, daha önceki Refah Partisi'nin Ha-

1 86
Ergün Poyraz

zine tarafından verilen yardım ile ilgili olarak yapılan usulsüzlükler


konusundaki davalarda, Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak İ stanbul Be­
lediye Başkanlığı sırasında açılan ve halen devam etmekte olan ve
de açılacak olan davalara baktığımızda Türkiye Büyük Millet Mecli­
si'nin birinci döneminde kirli işlere karışmış, tarikatlara karışmış, ya­
bancı ülkelerle sıkı fıkı ilişkileri olan, geçmişinde kirlilik olan millet­
vekillerinin olmadığını görüyorsunuz. O açıdan, ben şimdiki meclis
ile Birinci Dönem Meclisi'nin karşılaştırılmasının değil özdeşleştiril­
mesine t� pki duyuyorum. O meclis ulusalcı bir meclisti . Ama maale­
sef günümüzde isimleri ile duyulan milletvekillerinin çoğuna baktığı­
mızda bu ulusalcılıktan asla ve asla eser görmüyoruz.

Bu Adamı Susturun ..
Türkiye Cumhuriyeti seçim sonuçları ne olursa olsun hukuk sü­
recini kesintisiz olarak işletmek zorunda. Hukukun temel kuralıdır,
kişiler için asla özel yasa çıkarılmaz. Türkiye Cumhuriyeti Abdullah
Öcalan'ın idamını önlemek amacıyla bu kişiye özel yasayı maalesef
dış baskılara boyun eğerek çıkardı, şimdi Avrupa ve ABD'nin resmi
söylemlerine baktığınızda, Başbakan olarak Tayyip Erdoğan'ı gör­
mek istiyoruz dediklerinde, çok daha rahat olarak anlaşabilecekle­
ri, istediklerini yaptırabilecekleri, yolunda bir kanaate sahibim. Ken­
disi hukuksal süreç tam olarak işletildiğinde kesinlikle başbakanlık
görevine gelmesi mümkün olmayacak bir kişi . Halk deyimi ile söy­
lüyorum, bu adamın susturulması gerekiyor. Çünkü neresinden ba­
karsanız bakın, Başbakan değil, hiçbir resmi sıfatı yok ama Avrupa
tarafından kabul ediliyor, en üst düzeyde kabul ediliyor ve kendisi­
ne gerekli mesajlar veriliyor. Kıbrıs başta olmak üzere Türkiye'nin
en önemli devlet politikaları konusunda son derece sorumsuzca,
Türkiye'yi bağlayacak, Türk Dış politikasını bağlayacak açıklamalar
yapabiliyor. Bunu hiç kimsenin devlet disiplini ve bilinci içinde yap­
maya hakkı yok ve bu kişinin bir şekilde mutlaka ve mutlaka elimi­
ne edilerek susturulması gerekmektedir. İ şin bir diğer yönüne gelir-

1 87
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

sek, Sayın Erdoğan'ın söylemesi gereken başka şeyler olduğunu


görüyoruz. Avrupa Birliği başta Almanya olmak üzere yüzbin'in
üzerinde aşırı sağcı, aşırı solcu ve bölücü militana kucak açmış bir
ülke. Avrupa içinde başta PKK olmak üzere Türkiye aleyhine çalı­
şan , Türkiye kökenli tarikat cemaat ve yasadışı terör örgütlerinin
neredeyse tamamı Almanya'da faaliyet gösteriyor. Türkiye kırmızı
bültenle bu teröristleri istedi. Bize şimdiye kadar gerekçe şu göste­
riliyordu, Türkiye'de idam var, dolayısıyla biz bunları size vereme­
yiz, yasalarımız izin vermez. Bunun içinde Abdullah Öcalan ile bir­
likte idam kararı da çıktı. Sayın Tayyip Erdoğan'ın aslında Alman
Başbakan'ına şunu söylemesi gerekmiyor m u , madem hukuka say­
gı esas, siz niye bizim hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunan te­
röristlerimize, katillerimize kucak açıyorsunuz, uluslararası hukuk
prosedürünü işletmekten kaçınarak kırmızı bültenle aranan bu terö­
ristleri niye Türkiye'ye iade etmiyorsunuz sorusunu yöneltmesi ge­
rekiyordu, ama maalesef bunu hiçbir şekilde yapmadığını görüyo­
ruz.

Erdoğan Teslimiyetçi..
Kıbrıs ile ilgili dönüp baktığımızda, AB ile olan ilişkilere dönüp
baktığımızda, Alman vakıfları ve azınlıklar ile ilgili açıklamalarına dö­
nüp baktığınızda sayın Erdoğan'da tam bir teslimiyetçilik görüyorsu­
nuz. Geçmiş birikimi ne diye bakıyorsunuz. Devlet yönetimindeki
tecrübesi ne diye bakıyorsunuz. Bu konuda uzmanlığı var mı diye
bakıyorsunuz ve bunların hepsine olumsuz cevap aldığınızda çok
rahatlıkla maniple edilebilen bir Genel Başkan statüsünü saptıyor­
sunuz. bu manüpulasyonu kimin yaptığına da bakar. bu Hanry Bar­
key de olabilir, AK Parti'nin bu duruma gelmesinde en önemli rol oy­
nayan CIA görevlisine de bağlı olmak gerekiyor. Siz ulusalcı olma­
yan , ileri geri rahatça konuşabilen, Türkiye'nin devlet politikalarını
bilmeden bağlayıcı açıklamalar yapabilen, sonra bundan geri adım
atabilen insanlara Türk Devleti'nin geleceğini asla ve asla emanet

1 88
Ergün Poyraz

edemezsiniz. Bu ülkenin yasal bir Başbakanı var, bu ülkenin Dışiş­


leri Bakanı var, beğenelim ya da beğenmeyelim, yetkili olan bunlar.
Bunun dışında bir kişinin, parti genel başkanlığından her an alınma­
sı söz konusu olan birinin, Türkiye adına Avrupa'yı gezmesi, ki bun­
dan sonraki ilk adım mutlaka ABD olacaktır, Türkiye'nin bu duruma
seyirci kalmaması gerektiğini düşünüyorum. özellikle Kıbrıs konu­
sunda, harita konusunda, Annan'ın planı konusunda söz konusu ki­
şinin mutlaka ve mutlaka susturulması gerektiğine inanıyorum, Tür­
kiye'nin . çıkarları açısından.

Küreselleşme Ulus Devlete Karşıdır..


Küreselleşme düzeninde büyük ülkeler, başta ABD ve AB olmak
üzere, hedef yani üçüncü dünya ülkelerinde kesinlikle ulus devlet
görmek istemiyorlar. Emperyalizme karşı en büyük direnci ulus
devlet gösteriyor da ondan . Atatürk'ün laiklik ilkesini yaşama geçir­
mesinin temel nedeni bu. Laiklik olmadan ulus devletin varolması
gerçekten olanaksız. Ak partinin sergilediği görüntü hiçbir şekilde
ulus devlet kavramı ile bağdaşmıyor. Tarikat ve cemaatleri ön plana
çıkarma politikası ile birebir örtüşüyor. O açıdan ABD'nin ya da dö­
nemin diğer güçlü ülkelerinin şeriatçı unsurlara karşı olduğunu tari­
himiz boyunca görmedik. Hatırlayacaksınız, Atatürk döneminde hi­
lafet kaldırıldığında en şiddetli tepki veren ülkeler arasında İ ngiltere
ve Sovyetler Birliği bulunmaktaydı. Bakıyorsunuz İ slamiyet'i bu ka­
dar çok mu seviyor bunlar diye, kesinlikle ilgisi yok, ama politikala­
rında eğer siz ulus devlet yerine dini, İ slam 'ı egemen kılan bir yöne­
timi başa getirirseniz, başındakileri kontrol ettiğinizde sürü haline
gelen diğer fertleri de çok kolay kontrol edebilirsiniz. Bu sadece bi­
ze karşı uygulanmıyor. Bildiğiniz gibi Scientology'sinden, Fethullah­
çılarına kadar bütün dünya ülkeleri için küreselleşme sürecinde uy­
gulanan modeller var. İ şte bu modeller ile şimdiki Ak Parti yönetimi
resmen örtüşmektedir.. . '

Ama herkes şunu çok iyi bilsin ki, onun dirisiyle baş edemeyen-

1 89
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ler, ölüsüyle de baş edemeyeceklerdir. Zira bazı insanların ölüsü­


nün pahası dirisinden çok daha ağırdır. Bu ağırlığın altından bu hü­
kümet dahil hiç kimse kalkamayacaktır. . . "

Bu yazıdan sonra dönemin tüm Emniyet Genel Müdür Yardımcı­


ları hakkımda ceza ve tazminat davaları açtılar. . .
Emniyet Genel Müdür Yardımcıları, Ramazan Er, Emin Arslan,
Necati Altıntaş, Abdullah Bolcu , Feyzullah Arslan, avukatları Şükrü
Açıkbaş marifetiyle benden beşer milyar lira tazminat istiyorlar, ay­
rıca cezalandırılmamı, hapse atılmamı talep eyliyorlardı.
Daha ne oluyoruz demeden , bu kerede Ankara DGM Savcısı
Cengiz Köksal, kendisine hakaret ettiğim gerekçesiyle Hablemitoğ­
lu soruşturmasından çekiliyor, Asliye Hukuk Mahkemelerinde on
beşmilyar lık tazminat davası açıyordu.
Bu davalardan Emniyet Genel Müdür Yardımcılarına Avukatımız
ve can dostumuzun verdiği cevabı aktaralım;

" ...ANKARA 25. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NE

DOSYA NO 2003/884
DAVALILAR 1 . Ergün Poyraz
2. Hanifi Altaş
3. Hasan Kul
VEKi Li Av. M. Hüseyin BUZOGLU
TALEP KON USU Beyanların sunulmasıdır.

Müvekkiller hakkında basın yoluyla kişilik haklarının ihlali iddialı


ve tazminata hükmedilmesi istemli Mahkemenizin işbu dosyasında
dava açılmış ve duruşma g ününden 1 O gün öncesine kadar beyan­
da bulunmak üzere tarafımıza süre verilmiş olup, beyanlar aşağıda
sunulmuştur.
Davacılar, Yeni Hayat Dergisi'nin Eylül-Ekim 1 07-1 08 nci sayıla-

1 90
Ergün Poyraz

rında yer alan "Hesabı Sorulur" isimli Müvekkil Ergün Poyraz tara­
fından kaleme alınan yazıda kendilerinin kişilik haklarının ihlal edil­
diğinden hareketle işbu davayı açmışlardır.
Yaıznın bütününü dikkate almaksızın, her bir davacının kişilik
haklarının adeta ayrı ayrı ihlal edildiği gibi anlam çıkartılacak şekil­
de ifadelerin bulunduğu hukukilikten uzak bir takım "sübjektif değer­
lendirmelere dayalı" dava dilekçesinde yer alan ve tazminata ge­
rekçe kılınan her bir satırın aşağıda tek tek değerlendirilmesi zorun­
lu olm.uş olup, öncelikle davaya konu yazının ana temasını oluştu­
ran Sayın Necip Hablemitoğlu ve kendisinin müvekkilller ile bağlan­
tısının ortaya konulmasının Sayın Mahkeme'yi aydınlatacağı ve ne­
den yazının kamuoyuna aktarılmasına ihtiyaç duyulduğu aktarıla­
caktır.
Zira , dava dilekçesinde ifade edildiği ve Sayın Mahkemeye ak­
tarıldığı gibi, Sayın Necip Hablemitoğlu "bir hastalık, trafik kazası vb
nedenlere dayalı olarak vefat etmemiş", aksine, Davacılann varlık
nedenleri olan ve ekonomik ve sosyal durumlannı borçlu olduklan
faillerin bulunması görevine aykın olarak, Sayın Necip Hablemitoğ­
lu, tüm yurtçapında derin bir üzüntüye yol açan, menfur ve alçakça
bir saldın sonucu öldürülmüştür. Bu saldınnın failleri, çalışmalan er­
tesinde ne yazık ki kendisini "susturmak" ve ulusal çıkarlanmızın ko­
runması konusunda gerek iç gerekse de dış tehditlere karşı kamu­
oyunun bilinçlendirilmesinin engellenmesi için bu eylemi gerçekleş­
tirmişlerdir. Tetikçilerin ötesinde, eylemi organize eden, eyleme ka­
rar veren ve finanse edenlerin tesbit ve gereğinin yapılması, işbu
dosya da dahil olmak üzere birçok konuya açıklık kazandıracak ol­
duğu gibi, davaya konu yazının kaleme alınma gerekçesini de so­
mutlayacaktır.
Sayın Hablemitoğlu, müvekkiller'den Ergün Poyraz'ın yakın bir
çalışma arkadaşı olduğu gibi , kitaplarına önsöz yazacak kadar "fikir
ve duygu birliği" içerisinde idiler ve kendisi Yeni Hayat Dergisi'nin
yazarları arasında yer almaktaydı .

191
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Sayın Hablemitoğlu'nun menfur saldırıda öldürülmesinin hemen


ertesinde bir kısmı basında yer alan haberler ile asılsız ve faillerin
bulunmasını engelleyici iddialar kamuoyuna servis edilmiştir. Amaç,
faillerin ötesinde eylemi organize edenlerin ortaya çıkartılmasının
engellenmesiyle, ülkemizin önemli bir aydın ve fikir adamının sustu­
rulmasına rağmen "kendisini izleyecek, ulusumuzu aydınlatacak
düşün adamlarına mesaj vermek" olduğu gibi, kamuoyunu ulusal
çıkarlar konusunda tepkisiz kılmak, felç etmektir.
Bu bağlamda ve işbu dosyaya ilişkin olmak üzere, yazıda da be­
lirtildiği üzere kendisinin susturmak saikiyle öldürülmesi öncesinde
Sayın Hablemitoğlu üzerindeki baskıların açıklığa kavuşturulması
zorunlu olmuştur. Zira , "Davacılardan birisi bir Mülkiye Müfettişi ara­
cılığıyla Sayın Hablemitoğlu'nun Köstebek isimli kitabının yayınlan­
maması için müvekkil Ergün Poyraz vasıtasıyla irtibat kurmuş, bu
kitabın yayınlanmaması aksi takdirde kötü olacağını bu Müfettiş
aracılığıyla iletmiş ve hatta bu Müfettiş aracılığıyla Sayın Hablemi­
toğlu ile bizzat görüşme teklifinde bulunmuştur." Sayın Hablemitoğ­
lu bu talepleri reddetmiş, ancak, ertesinde menfur saldırı meydana
gelmiştir.
İ şbu dosya bağlamında önemle vurgulanması gereken husus
ise, yazıda bildirilen "Akşam Gazetesi'ne açıklama yapan Emniyet
mensubunun kendileri olmadığı"na dair dava dilekçesine hiçbir ak­
tarımda bulunulmamasına ve bu haber ertesinde kendilerinden hiç­
bir yalanlayıcı açıklama olmamasına rağmen, davacıların yazıdan
dolayı kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürmeleridir.
Kaldı ki, Akşam Gazetesi'nde yer alan haberde yer alan iddialar
ile Sayın Hablemitoğlu tarafından kaleme alınan ve öldürülmesi er­
tesinde yayınlanabilen "Köstebek" isimli eserinin kamuoyuna akta­
rılmaması/yayınlanmaması için tehditlerde bulunan Emniyet Genel
Müdür Yardımcısı'nın ifadeleri bir bütünlük arz etmekte olup, aracı
kıldığı M üfettiş'e kendisi hakkında söylettirdiği sözlerle de aynılık
sözkonusudur.
Bu durumda, davacılar içerisinde yer alıp yukarıdaki süreçte bu-

1 92
Ergün Poyraz

lunduğunu bilen Emniyet Genel Müdür Yardımcısı'nın kendisine yö­


nelik addettiği iddialarla ilgili olarak diğerlerine açıklayıcı bilgi ver­
mesi zorunlu olduğu gibi, diğerlerinin dava açma haklarının bu du­
rumda olmayacağını değerlendireceklerini düşünüyoruz.
Zira, dava dilekçesinde yer alan şu değerlendirme bunu somut­
lamaktadır:
"Bu itibarla davalılar müvekkillerimden birisini en ağır ve aşağı
biçimde küfürlere maruz kılmakla beraber, . . . "

Görüldüğü üzere, davacılar kendileri de "bizzat her birinin şah­


sında kişilik haklannın ihlal edilmediğini ikrar etmekte, ancak, ger­
çeği bilen Davacı'nın kendilerini bilgilendirmemesi sonucu 'hepsini
toplumun şaibeli kimseleri telakki etmelerini sonuçlayacak biçimde
çok kötü bir duruma düşür. . .'üldükleri iddiasında bulunmaktadırlar.
Bu durumda dava açma haklarının bulunmadığına dair aşağıda
açıklama yapılacak olmakla birlikte, olması gereken ise; Davacı­
lar'dan kendini bilen tarafından dava açılarak;
"KENDİNCE GEREKÇELERLE BİR MÜFETIİŞİ VASITA KILARAK
NECİP HABLEMİTOGLU TARAFINDAN KALEME ALINAN KÖSTE­
BEK İSİMLİ ESERİN YAYINLANMAMASI İÇİN ERGÜN POYRAZ
ÜZERİNDEN HABLEMİTOGLU'NA İLETİLMEK ÜZERE MESAJLAR
GÖNDERDİGİNİ, KİTABIN OKURLARA AKTARILMAMASI İÇİN TEH­
DİTLERDE BULUNDUGUNU, ANCAK, BUNA RAGMEN KİTABI N İN­
TERNETIE YAYINLANDIGINI, HABLEMİTOGLU'NUN ÖLDÜRÜL-
. . . . .

MEm SONRASINDA iSE AKŞAM GAZETESl'NE iSMi YAYINLANMA-


MAK ÜZERE HABLEMİTOGLU'NUN ŞAHSINA İLİŞKİN AÇIKLAMA­
LARDA BULUNDUGUNU KABUL EDİP, TÜM BUNLARA RAGMEN
ŞAHSINA SÖYLENMİŞ OLARAK ALGILADIGI BİR TAKIM KELİME­
LERDEN DOLAYI KİŞİLİK HAKLARININ İHLAL EDİLDİGİNİN İLERİ
SÜRÜLMESİ, GEREK POZİTİF KURALLARIMIZA GEREKSE DE BU
DAVACl'NIN VARLIK NEDENİNE UYGU N OLACAKTI R."
MANEVİ TAZMİNATIN ŞARTLAR! OLUŞMADIGINDAN DAVANIN
. .

REDDi GEREKiR

1 93
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yukarıdaki açıklamalar ışığında dava dilekçesi incelendiğinde


ise, davaya konu kılınan yazının bir bütün olarak ele alınmadığı ve
aşağıda değerlendirilecek satırların tazminat istemlerine mesnet kı­
lınmaya çalışıldığı görülmektedir.
"Necip Beyin şehit edilmesinin ardından adını vermekten bile
aciz, şerefsiz. alçak bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı bir koşu
9i.Q.!Q.l\KŞAM gazetesinde bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı sı­
fatı ile hezeyanlarda bulunuyordu. Bu alçağa göre Necip HABLEMi­
TOGLU istihbarat örgütleri arasındaki çatışmalara kurban gitmişti .
Bu alçağa göre M i T bilgi vereceği zaman elemanlarının göz altına
alınmasına göz yumarmış. Bu şekilde bilgi alış verişi olurmuş.'
Üçüncü paragrafta ise 'Oysa çok iyi bilinir ki: doğada uyuz köRek­
ler bile yavrularını çakallara teslim etmezler. Bu gerçek her ne ka­
dar böyle ise de bu konu ile ilgili MIT'ten bir açıklama gelmeyişi de
garipti . Gazeteye bu şekilde ismini gizleyerek açıklamalarda bulu­
nan bu aşağılık yaratık olaydan önce de Necip beyi kullandığı bir
müfettiş marifeti ile defalarca rahatsız etmişti . Bu alçağın tehditle­
rinden bir süre sonra da bu olay meydana geldi.' Şeklinde ciddi bo­
yutta hakaret ve itham dolu beyanlarda bulunarak müvekkillerimin
ifa ettikleri makam nedeni ile hepsine birden hakaret ve ithamlar yö··
neltilmiş, bu nedenle müvekkillerimin tümü bakımından şaibeli kim­
seler oldukları imajını ortaya çıkartılmış bulunmaktadır. Böylece mü­
vekkillerim olan beş Genel Müdür Yardımcısı adeta bir grup halinde
hakaretin en ağırlarına maruz kalmış kişiler gibi toplumsal tepkilere
maruz kılınmaktadır . . . Bu somut gerçek karşısında müvekkillerimin
karşı karşıya kaldıkları durum elbette ki; hepsinin kişisel haklarına
tecavüz mahiyetindedir ve manevi tazminatı gerektirir. . .
. . . ahlaki ve insani ölçüler aşılarak ülkemizin önemli ve hassas
makamlarını işgal eden müvekkilleri zan ve töhmet altında bırak­
mak, onları pasifıze etmek, küçük düşürmek ve en ağır şekilde ha­
karetlere maruz bırakmak amaç ve gayesi ile kaleme alınmış, dava­
lılar tarafından değerlendirilmiş ve yayınlanmıştır . . .

1 94
Ergün Poyraz

Ülkemizin güvenlik ile ilgili en önemli kurumlarından birinde


mesleklerini ifa eden ve kurumun en üst seviyesine gelmiş görevli­
ler olan müvekkillerimin, kamuoyuna açık bir dergide, alenen ağır
hakarete ve ithamlara maruz kalmaları, kişilik haklarına, şahsiyetle­
rine açık ve ağır saldırı olarak değerlendirildiğinden, . . . Zira müvek­
killer bu ağır hakaret ve ithamlar karşısında ciddi şekilde üzüntü ve
ızdırap duymuşlardır. Bulundukları görevleri icabı bu elem ve ızdırap
ciddi boyutlara ulaşmış bulunmaktadır.
Müvekkillerime yöneltilen haksız saldırı ve zararın . . .
"

Yukanya aktanlan Davacılann dava dilekçesine yansıyan anla­


tımdan, tazminat gerekçelerine ilişkin şu sonuçlara ulaşılmaktadır:
a. Müvekkillerimin ifa ettikleri makam nedeni ile hepsine birden

hakaret ve ithamlar yöneltilmiş


b. Bulunduktan görevleri icabı bu elem ve ızdırap
Dava dilekçesine yansıdığı üzere, "Ülkemizin önemli ve has­
sas makamlarını işgal eden davacılar, kendilerini zan ve töh­
met altında bırakmak, onlan pasifıze etmek, küçük düşürmek
ve en ağır şekilde hakaretlere maruz bırakmak amaç ve ga­
yesi ile kaleme alındığı" iddiasında bulunduklan davaya konu
yazının, İ FA ETTİ KLERİ MAKAM VENEYA BULUNDUKLA­
R! GÖREVLERİ İ CABI KEND İ LERİ NE MATUF OLDU G UNU
iddia etmektedirler. Davaya konu olup, yukanya da aktanlan
yazı içeriğinde "ÜLKEM İ ZDE GÖREV YAPMAKTA OLAN
TÜM EMN İYET GENEL MÜDÜR YARDIMCILARI" denilme­
diği gibi, yansıma yoluyla ve/veya dolaylı olarak kişilik hakla­
nnın ihlal edildiği iddiası da yasal değildir ve bu husus aşağı­
da aynca değerlendirilecektir.
c. Müvekkillerimin, kamuoyuna açık bir dergide, alenen ağır ha­
karete ve ithamlara maruz kalmaları , kişilik haklarına, şahsi­
yetlerine açık ve ağır saldırı olarak değerlendirildiğinden
d. Müvekkiller bu ağır hakaret ve ithamlar karşısında ciddi şekil­
de üzüntü ve ızdırap duymuşlardır

1 95
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

e. Müvekkillerime yöneltilen haksız saldırı ve zararın


Davacılar, davaya konu yazının doğrudan ayn ayn herbiri­
ni/kendilerini hedef aldığı iddiasında olup, bu sav dava dilek­
çesi ile de çelişmektedir. Zira, yukanda da dikkat çekildiği
üzere, bir taraftan "Bu itibarla davalılar müvekkillerimden biri­
sini en ağır ve aşağı biçimde küfürlere maruz kılmakla " de­
. . .

nilirken, öte yandan her birinin kişilik haklannın ayrı ayn ihlal
edildiğinin ileri sürülmesi yasal olmadığı gibi, ikrar ettikleri
gerçekliği de ortaya kaldırmaya yönelik, salt sebepsiz zengin­
leşmeye matuf gerekçeler olarak kabulü zorunludur.
f. Müvekkillerimin tümü bakımından şaibeli kimseler olduklan
imajını ortaya çıkartılmış bulunmaktadır
Davacılann yukanya aktanlan ve dava dilekçesinde yer alan
"şaibeli kimseler oldukları imajını ortaya çıkartılmış" sözünde
yer alan IMAJIN ORTAYA ÇIKARTILMASI iddiasının da, biz­
zat kendileri tarafından da doğrudan kişilik haklanna bir sal­
dın olmadığının kabulü olarak değerlendirilmesi zorunludur.
Zira, basın yoluyla kişilik haklannın ihlal edildiği iddiasında
bulunulabilmesi için, zarann doğrudan ilgili şahsiyette doğ­
ması zorunludur ve soyut imaj vb iddialara dayalı olarak se­
bepsiz zenginleşme saikli dava açılması yasal değildir.
g. Böylece müvekkillerim olan beş Genel Müdür Yardımcısı
adeta bir grup halinde hakaretin en ağırlanna maruz kalmış
kişiler gibi toplumsal tepkilere maruz kılınmaktadır
Davacılar, bu satırlarında davaya konu yazıdan dolayı bir grup
olarak/hepsi birden hakaretin en ağırlarına maruz kaldıklannı iddia
etmekle birlikte, yukarıda aktarılan çelişki giderilememektedir. Zira,
yinelemekle birlikte, "Bu itibarla davalılar müvekkillerimden birisini
en ağır ve aşağı biçimde küfürlere maruz kılmakla " denilmekle,
. . .

Davacılardan
. . SADECE B İ Rİ S İ N İ N Kİ Ş İ Lİ K HAKLARININ İ HLAL
. .

EDiLMiŞ OLMASI IDDIASINI ifade etmektedirler.


Kaldı ki, davaya konu yazı bu bağlamda ele alınmadan önce dik-

1 96
Ergün Poyraz

kat çekilmesi gereken diğer bir husus ise, davacıların davaya konu
yazıda yer alan ve Sayın Necip Hablemitoğlu'na yönelik "PKK'lı ol­
duğu ve emniyet tarafından hakkında işlem yapıldığı gibi iğrençliği­
ni kendini içerisinde barındıran" bir asılsız iddiaya dava dilekçelerin­
de kasden yer vermemiş olmalarıdır.
Zira, davaya konu yazıda bu konuda "Necip Beyi gözaltına al­
mışlardı" denilmiş olup, Anadolu Ajansı'nı da alet ederek gerçek dı­
şı haber yapan ve Bandırma'da yayınlanan "Genç Bayrak" isimli ye­
rel gazetenin sahibi Şükrü Berber, "Biz de emniyetteki kaynakları­
mıza başvurduk. Bu kaynaklar da olayı doğrulayınca iddiaları yayın­
ladık" diyecek kadar Emniyet birimleri içerisinden gerçek dışı haber­
lerle ilgili olarak "yönlendirildiğini" açıklığa kavuşturmuştur (EK-1 ).
"ifa ettikleri makam ve bulunduklan görevleri icabı" bu açıklama­
ya karşı "Ülkemizin önemli ve hassas makamlarını işgal eden" Da­
vacıların ne yaptıkları bilinmemekle birlikte, Sayın Hablemitoğlu ta­
rafından bu kişi aleyhine açılan tazminat istemli davada talep kabul
edilmiş (EK-2) olup, müvekkil Ergün Poyraz'ın yazısında atıfta bu­
lunduğu Akşam Gazetesi'nin 20. 1 2.2002 tarihli nüshasında (EK-3)
da "Uluslararası Terörizm Uzmanı ve ABD Başkanı George
Bush'un babasına düzenlenecek silahlı saldınyı önleyen ve Adalet
eski Bakanı Mehmet Topaç suikastini çözen ekipte yer alan ünlü
Emniyetçi" aynen şöyle demektedir: "1989'da Ankara'da onu bilme­
den aldık. O yıllarda M İ T adamını yakalatır, bilgi almamızı sağlardı.
Sonra da 'serbest bırakın' derdi."
Sayın Necip Hablemitoğlu hakkında PKK'lı iddiasını Bandırma
Genç Bayrak Yerel Gazetesine doğrulayan emniyetçi kaynak ile
menfur saldın sonrası adını vermeden ancak sıfatlarını ifşa ederek
açıklama yapan ünlü emniyetçinin "içiçeliği" bu bağlamda çok
önemli olduğu gibi, Akşam Gazetesi'nde 1 nci sayfada "2 Komplo
Teorisi" ana başlığı ve "Türk Emniyetinin Tecrübeli İ ki Uzmanına
Göre Suikastin Ardında Yabancı İ stihbarat Örgütleri Var" ara başlı­
ğı altında ve 14 ncü sayfasında "Suikast İ ran İ şi Olabilir", "Emni-

1 97
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yet'teki Komplo Teorileri" ve "Uluslararası Terörizm Uzmanı Türk


Emniyetçi, Necip Hablemitoğlu Suikastinde Bulguların İ ran'ı İ şaret
Ettiğini Öne Sürdü" başlıkları altında yayınlanan ve saldırıyı gerçek­
leştirenleri kasden gizleme saikli diğer açıklamalar da önem arz et­
mektedir. Zira, "Fetullahçılar ve/veya Alman Vakıfları için ön plana
çıkmayacak (!) Alman Gizli Servisi tarafından saldırının gerçeleştiril­
miş olmasını imkansız bulan (!)" birisi uluslararası terörizm ve diğe­
ri istihbarat konusunda uzman iki ünlü emniyetçi , Necip Hablemi­
toğlu'nu şu şekilde nitelemektedirler;
a . Edebi dili olmayan ve polis raporları gibi eserler kaleme alan,
b. Birileri yazıp da yayınla diye kendisine verilenleri kendi adı al­
tında yayınlatan ve son dönemde böyle bir ilişkiyi yakalamış
da götürüyor görüntüsü veren,
. .

c. 1 989 itibariyle MIT'in adamı olup, yine MiT tarafından Emni-


yete yakalattırılan ve sonra MIT'in talimatıyla serbest bıraktı­
rılan,
d. Bir gizli servis adına çalışan ve karşı istihbarat örgütünün he­
defi olan .
Bu iddiaların yukarıya aktarılmasının gerekçesi, davaya konu ya­
zıda, tüm Davacılar ve/veya her birinin isimlerine de yer verilerek ki­
şilik haklarını ihlal edecek herhangi bir nitelemenin olmadığı ve sa­
dece sözkonusu açıklamayı yapan "kendini bilen Davacı"nın, saldı­
rı öncesindeki tutumunun devam ettirilmiş olmasının somutlanması­
dır.
Zira, davaya konu yazıda Müvekkil Ergün Poyraz tarafından
TÜM EMNİYET GENEL MÜDÜR YARDIMCILARI ve BU BAGLAMDA
DAVACI LARIN TÜMÜNE YÖNELİK BİR HAKARET SÖZKONUSU
OLMAYIP,
A MENFUR SALDIRIDAN ÖNCE SAYIN HABLEMİTOGLU'NU
TEHDiT EDEN ve
B. SALDIRIDAN SONRA DA İSMİNİ GİZLEYEREK DOGRUDAN
. - .

SAYIN HABLEMITOGLU'NUN AZIZ HATIRASINA SALDIRIDA

1 98
Ergün Poyraz

BULUNAN EMNiYET MENSUBUNA YÖNELİK NİTELEME­


LERDE bulunulmuş olup,
KADER BİRLİGİ ETIİGİ, BİRÇOK ÇALIŞMALARINDA KENDİ­
SİNE YARDIMCI OLAN VE KENDİSİNE ÇOK DEGER VERDİ­
GI, ULUSAL ÇIKARLARIN KORUNMASI VE ULUSUMUZUN
. . . .
. . .

BU KONULARDA BiLiNÇLENDiRiLMESi iÇiN CANiNi ORTA-


. . .

YA KOYMAKTAN ÇEKi NMEYEN SAYIN NECiP HABLEMI-


� . .

TOGLU iÇiN;
a . . Edebi dili olmayan ve polis raporlan gibi eserler kaleme alan,
b. Birileri yazıp da yayınla diye kendisine verilenleri kendi adı al­
tında yayınlatan ve son dönemde böyle bir ilişkiyi yakalamış
da götürüyor görüntüsü veren,
. .

c. 1 989 itibariyle MIT'in adamı olup, yine MiT tarafından Emni-


yete yakalattınlan ve sonra M I T'in talimatıyla serbest bıraktı­
nlan,
d. Bir gizli servis adına çalışan ve karşı istihbarat örgütünün he­
defi olan,
HAKARETLERİNDE BULUNUP, İSMİNİ GİZLEYEREK SALDI RIYI
BAŞKA YÖNLERE MANİPÜLE ETMEK ÜZERE AÇIKLAMALARDA
BULUNAN KİŞİYE NE SÖYLENEBİLECEGİNİN TAKDİRİNİ SAYIN
MAHKEME'YE BIRAKIYORUZ.
Öte yandan, davaya konu yazının bütünü; objektif bilgileri içe­
ren, her bir satırı belgelere dayalı, gerçek ve güncel bir konuya iliş­
kin olup, Sayın N ecip Hablemitoğlu'nun, menfur ve alçakça saldırı­
da öldürülmesinden önce "ulusal çıkarlar aleyhine gördüğü geliş­
melere ilişkin değerlendirmelerinin yer aldığı ve 'ülke çıkarları aley­
hine faaliyette bulunduğunu düşündüğü Tayyip Erdoğan'ın halkın
deyimiyle susturulması gerektiğini belirtirken KEN D İ S İ N İ N SUSTU­
RULMASI NA' dikkat çekilmesi" amaçlanmıştır.
Yukarıda yapılan alıntılardan da görüleceği ve yazının bütün ü
dikkate alındığında d a anlaşılacağı üzere, yazıda gerçek dışı hiçbir
bilgi ve/veya aktarım olmadığı gibi, içeriğinde isimleri yer alan hiç

1 99
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kimsenin kişilik haklarına saldırıda bulunulmamış, öz ve biçim den­


gesi kurulmuş, konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık hiçbir iti­
raza yer verilmeyecek şeki lde sa ğ lanmıştır. Yazıda aktarılan bilgiler
tamamen kamu yaranna yönelik ve toplumsal ilgiyi taşımaktadır.
Yazı; bu özelliklerinden dolayı da okurlardan destek bulmuş ve
menfur saldırının aydınlatılmasına önemli bir katkı olarak algılanmış­
tır.
Dikkati çeken husus, müvekkil Ergün Poyraz tarafından kaleme
alınan davaya konu yazıda adeta yukanda aktanlan cümleler, salt
davacılann doğrudan isimlerine de yer verilerek okurtara aktanlmış
ve hiçbir anlam bütünlüğü ve gereği yokken "Emniyet Genel Müdür
Yardımcısı" denilmişçesine Sayın Mahkeme nezdinde tazminat ta­
lebinde bulunulmasıdır. Buna karşılık, davaya konu yazı ile yukan­
da aktarılanlar bir bütün olarak incelendiğinde, amacın kamu yara­
n saikiyle karar vericilerin harekete geçmelerinin sağlanması ve
bizzat soruşturmayla görevli olanlann müvekkil Ergün Poyraz'ın bil­
gisine başvurmalan gerekirken, bu yönde hiçbir işlem yapmayanlar
sebepsiz zenginleşme saikli dava açabilmektedirter.
Öncelikle vurgulanması gereken husus, yukanda aktanldığı üze­
re, davacılar'ın tazminata hükmedilmesini talep ettiği satırtar, yazı­
nın geneli bağlamında bir bütün olarak ele alındığında, "doğrudan
kişilik haklannı ihlal edici hiçbir ifadenin" bulunmadığıdır.
Sayın Hablemitoğlu'nun "Köstebek" isimli eserinin yayınlanma­
ması için kendisine baskıda ve hatta tehditlerde bulunulduğu yakın­
dan takip edenlerin bilgisi dahilindedir ve saldın sonrasında isim ve­
rilmeksizin Sayın Hablemitoğlu'nun aziz hatırasına saldında bulu­
nulduğu somuttur.
Nitekim, müvekkil Ergün Poyraz bizzat Sayın Mahkeme huzu­
runda, davaya konu yazıda bildirdiği ve Sayın Hablemitoğlu'nun
aziz hatırasına hakaretler nedeniyle hakkında değerlendirmelerde
bulunduğu kişiyi imzalı beyanı açıklayacak olup, kendisinin açıkla­
ması öncesinde Sayın Mahkeme'ye davacılar tarafından bilgi veril­
mesinin daha etik olacağı değerlendirilmektedir.

200
Ergün Poyraz

Kaldı ki, "kendisinin Değerli Bir Büyüğü olarak nitelendirdiği Sa­


yın Hablemitoğlu'nun "Köstebek" isimli eserinde yer alan arşivin ne­
rede olduğunun araştırmada ön plana çıktığı" da Sayın Hablemitoğ­
lu'nun yakınlannın bilgisi dahilinde olup, bizzat Sayın Şengül Hab­
lemitoğlu tarafından basına bu yönde sayısız açıklama yapılarak bu
tutum kınanmıştır.
Yanıt dilekçesine davacılar tarafından verilecek yanıt da işbu da­
vanın haksız olarak açıldığını da somutlayacaktır. Zira, "İfa ettikleri
makam ve bulunduklan görevleri icabı" Akşam Gazetesi'nde yer
alan açıklamaya karşı "Ülkemizin önemli ve hassas makamlannı iş­
gal eden" Davacıların ne yaptıkları açıklığa kavuşacak ve belki de
kimin açıklamayı yaptığı konusunda Sayın Mahkeme doğrudan bil­
gilendirilecektir. Ancak, gerçekliğin açıklığa kavuşması için, bu açık­
lama sahibinin ortaya çıkartılması gereği de açıktır.
Öncelikle belirtilmesi gereken husus, diğer konularda aşağıda
açıklama yapılacak olmakla birlikte, ülkemizde görevli olan sadece
Davacılar değil Emniyet Genel Müdürlüğü'nün tüm mensuplannın,
salt gerçekliği dosyanın tekemmülü aşamasında somutlanacak elle
tutulur somut verilere dayalı bir Emniyet mensubu hakkındaki nite­
lemelerden hareketle tazminat isteminde bulunamayacaklandır.
Aksinin benimsenebilmesi için, davacılar dahil tüm Emniyet
mensuplannın, "Köstebek" isimli eserinin yayınlanmasının engellen­
mesi için Sayın Hablemitoğlu'nu tehdit ettiğinin ve Akşam Gazete­
si'ndeki aziz hatırasına açık saldınlann kendilerince yapıldığının ka­
bulü gerekir ki, davacılar'ın da bu yönde bir iddiasının dava dilekçe­
sinde yer almadığı açıktır. Kaldı ki, bu yöndeki bir kabul, davanın
reddi sonucunun ötesinde hukuki ve cezai müeyyideleri doğururur
ki, takdiri Sayın Mahkeme'ye bırakıyoruz.
Davaya konu yazının yayınlanmasından çok önce ve ertesinde
de basında yer alan birçok habere konu yazıda yer verilen bilgiler­
den dolayı, davacılann iddia ettikleri gibi "zan ve töhmet altında kal­
dıkları, kendilerinin pasifıze edildikleri, küçük düşürüldükleri ve en

201
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ağır şekilde hakaretlere maruz bırakıldıklarının gerçek dışılığı" izah­


tan vareste olup, yazının bütünlüğü içerisinde yer alan asıl gerçek­
likler hakkında ise hiçbir değerlendirmede dahi bulunulmadığı tartış­
masızdır.
Davacılar tarafından yazıda aktanlan gerçekliklere yer verilmek­
sizin dava dilekçesinde bu iddialann yansıtılmasından amacın, ya­
zıda "özle biçim dengesinin" bulunmadığını ileri sürerek tazminata
gerekçe yaratmak olduğu görülmektedir. Buna karşılık, yazının ka­
leme alınmasından aylar öncesinde yayınlanan haberlerde yer alan
alıntılanan bilgilerde tazminata gerekçe olacak "gerçek dışı" bir an­
latım bulunmadığı gibi, her biri okurlara aktanlan bilginin kanıtı da
mevcuttur.
Burada sorgulanması gereken husus, eğer davacılar arasında
yer alan bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Sayın Hablemitoğ­
lu'nu Köstebek isimli eserini yayınlamaması için tehdit etmemiş ol­
sa ve Akşam Gazetesi'nde de Sayın Hablemitoğlu'nun aziz hatıra­
sına ağır saldınlarda bulunmamış olsa idi, davaya konu yazıda bun­
lann bildirilip bildirilmeyeceği ve bu durumda en azından müterafik
kusurun sözkonusu olup olmayacağıdır.
Davacılar, yukanya alıntılanan ifadelerle, davaya konu yazıda ki­
şilik haklannın ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Yukandaki aktanlan
bilgi ve belgeler ile aşağıdaki açıklamalar, bu iddiaların gerçeği yan­
sıtmadığını göstermektedir.
Gerek yazı içeriği gerekse de yukarıda açıklananlar dikkate alın­
dığında, manevi tazminat istemli işbu davanın reddine karar veril­
melidir. Zira;

. .
MANEVi TAZMINATIN YASAL ŞARTLAR! OLUŞMAMIŞTIR
Yargıtay 4 ncü Hukuk Dairesi'nin 08.07 . 1 996 gün ve E:
1 996/4635, K : 1 996/6359 Sayılı kararında, basın yoluyla yayımlar­
da kişilik haklarına saldırı olduğundan hareketle manevi tazminata
hükmedebilmek için gerçekleşmesi zorunlu şartlar açıklanmıştır.

202
Ergün Poyraz

Anılan kararda, " . . . Dairemizin yerleşen ve bilimsel yönden de des­


teklenen görüşüne göre; haber/yazı, gerçeklik, güncellik, kamu ya­
ran, toplumsal ilgi öğelerini taşıyor ve anlatımda özle biçim denge­
si de kurulmuşsa, kişilik haklanna saldın olsa bile hukuka uygun­
dur" denilmiştir.
Bu öğelerden ne anlaşılması gerektiği de Daire kararında şu şe­
kilde açıklanmıştır: "Bilindiği gibi, basının haber verme özgürlüğü ;
a .gerçeklik, b.kamu yararı ve toplumsal ilgi, c.güncellik, d.konu ile
ifade arasında düşünsel bağlılık, temel gerçeği değil, olayın haberin
verildiği andaki beliriş biçimine uygunluğu kamu kurallarıyla sınırlı­
dır. Kısaca özetlenecek olursa, gerçeklik; somut (müşahhas) yararı
ve toplumsal ilgi; haberin verilmesinin toplumun bir kesiminin dahi
olsa ilgisini çekmesi ve kamu yararına ters düşmemeyi; kamuyu ay­
dınlatma ve doğru yolda ve yasal sınırlar içinde oluşturmayı; gün­
celliğin; günün konusu olmayı, aktüel bulunmayı, haberin önemini
kaybetmeden, eskimeden günümüz insanın mutad günlük hayatın­
da merak ettiği haberlerin verilmesini; konu ile ifade arasında dü­
şünsel bağlılığın ise; konunun gerçeğe uygun olarak anlatımını, ko­
nunun açıklanması ile ilgili olmayan beyan ve ifadelerin bulunma­
ması anlamını taşır. Haber ve eleştiri doğru oldukça, doğru vakıala­
ra dayandıkça, doğru bir amaca yönelik bulundukça şeref ve haysi­
yeti rencide etse bile, sorumluluk sözkonusu edilemez" (4. H . D . ,
1 7 .09. 1 98 1 , 8051 /1 0 1 89)
Öte yandan, Anayasa'nın 28 nci maddesinde teminat altına alı­
nan basın özgürlüğü ile kişilerin şahsiyet haklarının korunması ara­
sındaki dengede dikkate alınacak hususlar, yapılan yayının; Şahsi­
yet haklarına bir tecavüz niteliğinde bulunup bulunmadığı ve Soyut
olarak ele alındığında şahsiyet haklarına bir tecavüz sözkonusu ol­
sa dahi, bunun h ukuka aykırı-haksız bir nitelik taşıyıp taşımadığı
olacaktır. Bu kriterler açısından müvekkil Ergün Poyraz tarafından
kaleme alınan yazı değerlendirildiğinde, yasal şartların oluşmadığı
görülmektedir.

203
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

DAVAYA KONU YAZIDA YER ALAN ANLATI MLAR GERÇEKTiR


Yargıtay kararlarına göre, basın yoluyla şahsiyet haklarına teca­
vüzden bahsedebilmek için, sözkonusu haberlerin gerçeğe aykırı
olması gerekir. Aynı şekilde, burada aranan gerçekliği, somut ger­
çeğe değil, olayın, haberin verildiği andaki veriliş biçimine uygunluk
şeklinde anlamak gerekir. Özetle gerçeklik, olayın varlığının gerçek
olması anlamına gelir.
Yukanda Davacıların tazminat gerekçesi olarak bildirdiği her bir
satıra karşı gerekli yanıtlar verilirken ilgili bilgiler de aktanlmış olup,
davaya konu yazının genelinde olduğu gibi, davacılar'ın tazminata
gerekçe kıldığı satırlar da gerçektir ve her birinin nasıl gerçekleştiği
de okurlara aktarılmıştır.
Öte yandan, gerek dosya içeriği gerekse de bizzat Davacılar'ın
beyanları ve işbu beyan ekinde sunulanlar, kendilerine atfedildiği
iddiasına yer verdikleri nitelemelere bizzat Davacıların sebebiyet
verdiğini kanıtlamaktadır. Bunun hukuki sonucu ise, müterafık kusur
olup, davanın reddi gerekir.

DAVAYA KONU YAZIDAKİ YAZILAR GÜNCELDİR VE


TOPLUMUN İLGİSİ DE BU YÖNDEDİR
Müvekkil Ergün Poyraz tarafından kaleme alınan yazıda yer alan
bilgilerin güncel olduğu ve toplumun ilgisinin de bu yönde olduğu,
yukarıda sıralanan ülkemizdeki günümüz gerçeklerinin ötesinde
tüm basında da aynı konuların işleniyor olmasından görülmektedir.
Zira, KEND İ S İ SUSTURULAN Sayı � Hablemitoğlu ve ardıllarına
yönelik menfur saldırıdan amaçlanan, "ifa ettikleri makam ve bulun­
duklan görevleri icabı" "Ülkemizin önemli ve hassas makamlannı iş­
gal eden" Davacıların sorumluluğunda bulunan olayın aydınlatıla­
maması sonucu gerçekleşmiş ve failler ile organize edenler hedef­
lerine ulaşmıştır.
Ancak, çok daha önemlisi ise, "Kıbrıs'ta ver kurtul siyasetini izle­
yen vatan hainlerinin yetiştiği bir süreçten geçtiğimizin açıkça en
üst düzeyde ifade edilebildiği" günümüzde, Sayın Hablemitoğlu'nu

204
Ergün Poyraz

yakından tanıyanlann son günlerde birbirlerine sorduklan. hiçbir ki­


şisel çıkan ve doğrudan görevi olmadığı halde. saatlerini ve günle­
rini harcayarak ulusu için ne yapabileceğini düşünmekten başka
hiçbir gayesi olmayan Sayın Necip Hablemitoğlu acaba yaşasa idi;
1 . KUZEY I RAK'TA ASKERLERiMiZiN BAŞLARI NA ÇUVAL GE­
ÇİRİLMESİ VE İLE KUZEY I RAK'TAN GELİŞEREK ÜLKEMİZİN
BİRLİK VE BÜTÜ NLÜGÜN Ü N PARÇALANMASINA KADAR
. . .

ULAŞACAK EMPERYALiST POLiTiKALARA EL PENÇE DU-


RULMASINA KARŞI ,
2. Gi RiT VE BATI TRAKYA'DAKİ TÜRK VARLIG I N I N ASiMiLAS­
YON U N U SESSİZCE İZLEYEREK TÜRK VARLIGININ YOK
EDİLMES i N i EMSAL KABU L ETMEYEN VE BUGÜN VER
KURTUL' U N ÖTESİNDE AVRUPA BİRLİGİ'NDEN ALI NAN MİL­
YONLARCA EURO VENEYA BEYAZ SARAY'LARDAKİ LÜ-
- .

TUFLAR KARŞILIGI KABU L EDiLEN TASLAKLARA KARŞI ,


. ... . .
3. DEVRiM KANUNLARI NA BAGLILIK YEMi N LERi EDENLER-
CE ;
A. 1 55'LİKLERLE YURTDIŞI VE YURTİÇİNDE GÖRÜŞÜLMESİ,
. . .

B. DGM'DE YARGILANAN HOCAEFENDILERIN BiZZAT ADALET


. . .

BAKANI TARAFI NDAN YURDA DAVET EDiLMESi VE VATI-


. . . . . . . ....

KAN'IN KARDINALl'NIN M EHDi iLAN EDILECEGINE KAYIT-


SIZ KALINMASI ,
C. ANITKABIR'I BOMBALAMAYI DÜŞÜNENLERİN YURTDIŞI
RESMİ TOPLANTILARINA, ÜLKESİ ALEYHİ N E AÇILAN DAVA-
. . . . . . .
DA SAVUNMA DiLEKÇESi N i GERi ÇEKTi REN DIŞIŞLERI BA-
KANl'NCA RESMEN ÇAGRILMASI,
. . .

D. 1 930'LARIN CUMHURiYET BALOLARI N I N YERiNi iRTiCA


SiMGELERi N i N ALMASI vb ile,
4 . KENDİSİ N İ N MENFUR BİR SALDI RIDA ÖLDÜ RÜLMESİ SON­

RASINDA KENDiSi HAKKI N DA,


a. Edebi dili olmayan ve polis raporlan gibi eserler kaleme
alan,

205
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

b. Birileri yazıp da yayınla diye kendisine verilenleri kendi adı


altında yayınlatan ve son dönemde böyle bir ilişkiyi yaka­
lamış da götürüyor görüntüsü veren,
. .

c. 1 989 itibariyle MIT'in adamı olup, yine MiT tarafından Em-


niyete yakalattınlan ve sonra MIT'in talimatıyla serbest bı­
raktınlan,
d. Bir gizli servis adına çalışan ve karşı istihbarat örgütünün
hedefi olan
. -

DiYENLERE KARŞI NASIL YORUMDA BULU NACAGI MERAKLA


- .

SORULMAKTA VE GERÇEKTE YAN ITIN I N N E OLACAGI DA HANGi


. .... . . . . ... . . . . .

SAi KTEN HAREKET EDECEGI BILINDIGI iÇiN TAHMiN EDi LMEK-


TEDİR. Zİ RA, YAYI NLANMASI ENGELLENMEYE ÇALIŞILAN KÖS-
. . . . . . .

TEBEK iSiMLi KITABl'NDA BUNA ŞU ŞEKiLDE YANIT VERM iŞTiR:


" . . . Almanlardan fetullahçılara, Türkiye Cumhuriyeti'nin ün iter ve
laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mih­
nete değer mi, diyorsanız, Atatürk'ün manevi mirasçıcı olarak evet
değer, diyorum. Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!.."
Zira, Sayın Hablemitoğlu'nun bugüne dek yaptığı ve yapacağını
yakın çevresine ifade ettiği çalışmalar içerikleri dikkatle incelendi­
ğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefesinin özünde
yatan "tam bağımsızlık" prensibine taviz olarak nitelendirilebilecek
her türlü olumsuzluğu kendisine hedef olarak gördüğü ve üniter bü­
tünlüğe zarar verebilecek her tehlikeye karşı mücadele edilmesi ge­
reğini kabul ettiği görülmektedir. Kamuoyu gündeminde yer alan
"Alman Siyasi Vakıflarından çalışmalarına başladığı ABD Siyasi Va­
kıflarına", "irticai ve bölücü unsurlardan Fetullahçılara ve Hizbullah­
çılara" ve daha nicelerine bakıldığında, öz itibariyle "içerideki işbir­
likçileri" de sergilenerek tehlike olarak addettiği konuları tartışmaya
açtığı somut birer gerçekliktir. Nitekim, öldürülmese idi Çankırı ADD
Şubesi'nde katılacağı toplantının konusunun "Osmanlıdan Bugüne
Ermeni ve Pontus Sorunu" olması, Devrim Tarihi derslerinde öğren­
cilerine öğretmeye azmettiği konularda vatandaşları da bilinçlendir­
meyi kendisine görev kabul ettiğini göstermektedir.

206
Ergün Poyraz

Devlet'in asli belgelerinde yer alan bilgiler ve toplumumuzda bu


konularda yaşanmakta olan süreç, kuruluş felsefesinden saptırıl­
ması istenilen ülkemizin ulusal bütünlük yönündeki direniminin kı­
nlması amacıyla, bu konulann güncelliğinin ötesinde kamuoyunun
bu konularda güncelleştirilmesinin de amaçlandığının somut kanı­
tıdır.

AYDIN OLMANIN ÖTESİNDE DOST OLMANIN GEREGİ DİKKATE


ALINMALIDIR
Dava dilekçesinde Davacılar'ın kişilik haklarının ihlal edildiği id­
diasında bulunulmuştur. Davacılar, yukarıda arz edildiği üzere, biz­
zat kendilerinin ismine dahi yer verilmeyen yazıdan dolayı sebepsiz
zenginleşme saikiyle dava açmışlar ve tekzip etmemeleri sonucu
gerçekliklerini kabul ettikleri bilgilerden dolayı bu kez "kişilik hakla­
rının ihlal edildiğini" ileri sürebilmektedirler.
Yazının neden kaleme alındığının açıklığa kavuşturulması bu
bağlamda önemlidir. Zira, davaya konu yazının bütünlüğü içerisin­
de, Davacılar'ın tamamının şahsı çok da önem arz etmemekte olup,
burada sorgulanması gereken husus, eğer Davacılar arasında yer
alan bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Sayın Hablemitoğlu'nu
Köstebek isimli eserini yayınlamaması için tehdit etmemiş ve Ak­
şam Gazetesi'nde de Sayın Hablemitoğlu'nun aziz hatırasına ağır
saldınlarda bulunmamış olsa idi, davaya konu yazıda bunlann bildi­
rilip bildirilmeyeceği ve bu durumda en azından müterafık kusurun
sözkonusu olup olmayacağıdır.
Burada özenle dikkat çekilmesi gereken ise, Ülke Aydınlannın
Günümüzdeki Konumudur. Ülkemizin önemli bir aşamadan geçtiği,
bir kısım iç ve dış mihrakların planlı ve uzun vadeli planlarla toplum
içerisinde gerek ekonomik gerekse siyasi çıkarlara dayalı olarak or­
tak paydalarda buluştukları, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesine aykı­
rı tutum ve davranışların sergilendiği, basında da ağırlıklı olarak yer
alan haberler olarak gündemin ana konusunu teşkil etmektedir.

207
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ülkedeki gelişmeler artık öyle bir boyut kazanmış bulunmaktadır


ki, ülkede karar verici posiyonunda yer alanlar veya kamuyounun
önemli bir kısmını etkileyecek konumda bulunanlar, kapalı kapılar
ardında Türkiye'nin terbiye edilmesi gereğini kamuoyu önünde ifa­
de edebilmekte, bir kısım şahsiyetler ülke dışında bir kısım yabancı
yetkililerle biraraya gelerek yönetimin değiştirilmesinin hangi koşul­
larda mümkün olabileceğini görüşebilmekte, "llımlı İ slam" adı altın­
da şeriata dayalı yönetim biçimi dışardan içeriye içeridekilerin ma­
şalıkları sayesinde dayatılabilmekte ve daha da önemlisi, bazı ba­
sın organları da bu hususlarda kamuoyunu yanlış yönlendirebilmek­
tedir. Günümüzde yaşanmakta olan, bazı basın organlarının birer
"ticarethane" olarak işletilmekte oluşu ve basın organları ile siyasal
iktidarlar veya iktidara yakın odaklarla içiçeliğinin sağladığı ekono­
mik rant elde etme esası , günümüz ülke gerçeklerinin çarpıtılması­
na ve basının ülkemizin içinden geçmekte olduğu zorlu dönemecin
aşılmasında kendisinden beklenenlerin tam tersi sonuçların doğma­
sına yol açmaktadır.
Müvekkiller, ülkenin içinde bulunduğu koşullar karşısında, kam u
yararı saikiyle dava konusu yazının kamuoyuna ulaşmasını sağla­
yarak aydın olmanın gereğini yerine getirmiştir. Zira, öncelikle, "irti­
ca, ver kurtul, aydınların susturulmasının" en yüksek seviyede bir
tehdit olarak algılanması veya ifade edilmesi değil, bu tehdidin algı­
lanma ve ifade edilmesine ihtiyaç duyulma nedeni dikkatle ele alın­
malıdır. Bireyden başlayarak toplumsal sorguya dönüşecek rasyo­
nel ve pozitivist eleştirel bu yaklaşım, işbu davanın açılması saikle­
rinin ötesinde, ülkemizin geçirmekte olduğu olumsuzluklara da ışık
tutacaktır.
Aynı şekilde vurgulanması gereken husus, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin en yüksek makamında yer alan Cumhurbaşkanı tarafın­
dan Sayın Hablemitoğlu'nun menfur saldırıda öldürülmesi ertesinde
"kötü günlerin başlamaması" tehdidinin ifade edilmesinden çok
(EK-4 ), bu tehdidin bu safhaya ulaşmasında rol alanlara ilişkin ola­
rak, Devlet'in ilgili organları tarafından Cumhurbaşkanı da dahil ol-

208
Ergün Poyraz

mak üzere ilgili makamlara sunulan bilgi ve belgeler ile bu belgeler­


de yer alan kişi, kurum ve kuruluşların kimler olduğu sorgulanmalı­
dır. Birisine hakaret etmek istediğini beyan edenlerin, bu hakaretle­
rine Türkiye Cumhuriyeti Bayrağı'nı alet etme saikleri sorgulanma­
lıdır.
" i rtica" tehdidinin ve laiklik karşıtı olguların kamuoyunda bu den­
li kabul görme gerçeğinin altında yatan nedenler sorgulanmalıdır.
Unutulmaması gereken ise, toplumsal çıkarları ön planda tutması
gereken bizlerin sorgulamama gibi bir keyfiyetinin sözkonusu olma­
ması , bil a kis sorgulama gereğini duyumsama zorunluluğudur. Niha­
yet, yercil pozitif hukuk kurallarının, insanlığın insanlığı sorgulaması
sonucundaki kazanımlarından sadece birisini teşkil ettiği ise unutul­
mamalıdır. Davalıların bu konulardaki duyarlılığı ve toplumumuzun
duyarlı kılınması bağlamında ön planda tuttuğu kamu yararı amacı,
davaya konu yazının kaleme alınmasının da temel saikidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa Nutku nda yer alan şu sözler,
'

Sayın Hablemitoğlu ve Müvekkiller için de rehber olmuştur:


"Türk genci, inkılaplann ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunlann
lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılap­
lan benimsemiştir. Bunlan zayıf düşürecek en küçük veya en büyük
bir kıpırtı ve hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandar­
ması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır. . . demeyecektir. Hemen
müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla . . . Nesi varsa onun­
la eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçlulan bırakıp, suçlu diye onu yakalaya­
caktır. Genç, 'Polis henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir' di­
ye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum
edecektir. Yine düşünecek: 'Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime
göre düzenlemek lazım ...
Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlannı yapmakla be­
raber; bana, İ smet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdınp haksız ve
suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayınlmasını istemeye-

209
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

cek. . . diyecek ki: 'Ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdaha­


le ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmiş­
sem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de
benim vazifemdir. . .'

İ şte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği . . . "

Bu dava bu bağlamda büyük bir önem arzetmektedir. Zira , yuka­


nda aktanlan bilgi ve belgeler ile ülke gerçekliğine rağmen işbu da­
vanın kabulü, rejimin korunmasına yönelik çabalann ve kazanımla­
nn mahkum edilmesiyle eşdeğer olacaktır. Yaşanan deprem felake­
tini bir doğa olayı olarak nitelemeyerek, akılcıllıktan ve bilimsel dü­
şünceden uzak değerlendirmelerde bulunanlar için işbu tarih itiba­
riyle hiçbir işlem yapmayanlar hakkında basının kullandığı niteleme­
ler hakkında dahi, bu duru mda cezalara hükmedilmesi gibi bir du­
rum ortaya çıkacaktır.

KAMU YARARI ÖN PLANDADIR


Basının mevcudiyet sebebi hukuka da yansımış ve kamu yararı­
nın bulunması hali, şahsiyet haklarına aykırı bir yayının haksız olma
niteliğini ortadan kaldıran en önemli unsur olarak kabul edilmiştir.
Buna göre, devletin ve siyasal kuruluşların idari, sosyo-politik ve
ekonomik faaliyetlerinin izlenmesi, duyurulması , değerlendirilmesi
ve eleştirilmesi; yolsuzlukların, kaçakçılıkların, yasa dışı davranışla­
rın tesbiti ve topluma duyurulması, basının görevi kapsamındadır ve
bu yayınların yapılmasında kamu yararı vardır. Bu yayınlar nedeniy­
le, kural olarak şahsiyet haklarına haksız bir tecavüzden sözedile­
mez.
DAHA ÖNEML İ S İ İ SE, ANAYASAL TEM İ NAT ALTINDA BULU­
NAN ÜLKEN İ N Bİ RLİ K VE BÜTÜNLÜ G ÜNÜN KAMUOYU NEZ-
• v • • •

DiNDE SAGLANMASINDAKI KAMUOYUNUN BiLGiLENME HAK-


KiDIR. Ülkenin yönetimini ellerinde tutanlar hakkında kamuoyunun
bilgi sahibi kılınmasının bu bağlamdaki önemi açıktır.

210
Ergün Poyraz

Müvekkil Ergün Poyraz tarafından yazının kaleme alınmasına


gerekçe teşkil eden ve Sayın Hablemitoğlu'nun kaleme alıp yayın­
laması engellenmek istenen "Köstebek" isimli kitabında da belirtildi­
ği üzere , çağdaşlığın ve medeniyet sıralamasında üst basamaklar­
da yer almanın sağlanmasının, vatandaşlık bilincinin kabul görme­
sinin, yercil pozitif kuralların üstünlüğünün, egemenliğin devlete va­
tandaşlık bağı ile bağlı olan ulusa ait olduğunun teminatı ve asli
fonksiyonunun "laiklik" ilkesi olduğu genel kabuldür. Uluslaşma sü­
recinde önemli bir temel taş teşkil eden laiklik ilkesinin farklı şekil­
.
de ele alınması kamuoyu nezdinde olumsuz sonuçlara yol açtığı
takdirde, bu ülkenin tüm vatandaşlarının buna topyekün karşı çıka­
cağı bilinci ve buna inanç, bunların da ötesinde bu konunun kamu
nezdinde sağlanması, Türk Aydını'nın mevcudiyet sebebidir.
Aksinin örneği Kurtuluş Savaşı döneminde yaşanmış olup, kuru­
luş felsefesine karşı konumda yer alanların lstanbul'dan halkı zehir­
lemelerinde görülmüştür. Bu önemli tecrübeden ders alan ve halen
de dersler çıkarmakta olan ülke aydınlarının, yeni bir dönemece
zorlanmaya izin vermeyecekleri de herkes tarafından kabul edilme­
lidir.
Bu anlamda , ülkenin bekası ve yercil kurallara bağlılıkları inkar
edilemeyen ülkemiz insanlarının mutlulukları sözkonusu olduğun­
da, dava konusu yazının yayınlanmasında kamu yararı olduğu da
kamuoyunun büyük bir bölümünün kabulüdür. Zira, Müvekkil Ergün
Poyraz, davaya konu yazıyı kaleme alarak, bir gerçek veya tüzel ki­
şiden herhangi bir ihale alabilmek veya ticari bir kaygıyla değil, yu­
kanda ifade edilen endişeler doğduğu, hatta devletin resmi makam­
lanna göre birincil tehdit olarak algılandığı için yerine getirmiştir.
Müvekkilllerin rehber olara k gördükleri ve Sayın H ablemitoğ­
lu'nun tehdit olarak algılayarak kaleme aldığı Köstebek isimli eser­
de de bildirdiği gibi, ülkemizde i rticai tehdit o derece artmıştır ki,
bir kısmı bası na da yansıyan haberlerden de görüleceği üzere, si­
yasal iktidarı bu düşünce sahiplerinin ele geçirmelerinin ötesinde,

21 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

artık hangi cemaat veya grubun siyasal iktidarın yönetiminde etkin


olacağı tartışılabilmektedir. Bu tartışmalara gereken cevabı ise
egemenliği elinde bulunduran ulusun kendisi verecek ve vermeye
devam edecektir.
Kitaplarında gazeteci (!) sanal kimliklerini ön plana çıkartmaya
çalışan uluslaşma bilincinden yoksun kimseler, "Hocaefendilerin"
1 923'1erin "Aydınlanma Devrimi" ile sona erdiğini, ulusun hocaefen­
dilere değil akla, bilime ve çağdaşlığın ortak paydalanna öncelik
verdiğini unutmakta, kitlenin olumlu yönde bilinçlendirilmesi sorum­
luluğunu yerine getinnemekte ve "aferin"ler peşinde koşmaktadır­
lar. Şu anda mevcut olmalarını borçlu oldukları Kurtuluş Savaşı dö­
neminde, mandacılığı ön plana çıkartan ve çareyi halkta değil şata­
fatlı yaşantılannın devamında arayan "lstanbul Basınında" mı, yok­
sa mücadelenin kalbi ve beyni olan Anadolu'da mı yer alırlardı so­
rusuna verilecek cevap, işbu davanın açılması sürecinin de somut
bir yansıması olacaktır.
işbu açılan davanın reddi isteminin kabulü, ülke aydınlannın ve
bireylerinin ülkeye ve vatandaşlara karşı sorumluluklannı yerine ge­
tinne mecburiyetinin yargı karan ile teyidi olacaktır.
Davacılar'ın isimlerinin hiçbir şekilde geçmediği yazıda, şahsiyet
haklanna herhangi bir tecavüzün sözkonusu olmadığını vurgula­
makla birlikte, Müvekkil Ergün Poyraz'ın kaleme aldığı yazının ka­
muoyuna sunulmasında kamu yararı birinci önceliğe sahip olup ya­
zının yayımlanmasındaki ana saiktir. Kamu yararının öncelikle gö­
zetildiğinin kanıtını, yukarıda aktarılan ve geçmiş olayların sunuldu­
ğu gazete haberlerinde ve ülke açısından doğabilecek olumsuz so­
nuçların titizlikle kamuoyuna verilmesinde görmek mümkündür. Di­
ğer bir h usus ise, "kapalı kapılar arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin
terbiye edildiği" demeçlerinin verildiği, "bölücülüğün ötesinde laikli­
ğe aykınlığın birincil tehdit olarak algılandığı" günümüz koşullarının
ve kamunun bilgilendirilmesi temelinde haber verme gereğinin zo­
runluluğunu ön plana çıkardığı gerçeğinin hatırlanmasıdır.

212
Ergün Poyraz

öte yandan, dava dilekçesinde yer alan ve Davacılar'ın kendi


şahsiyet haklarına saldırı olarak nitelendirdiği yazı içeriği dikkatle in­
celendiğinde, bunlann kaleme alınmasındaki kasdın, kamuoyunun
bilgilendirilmesinin ve varsa mevcut pozitif kurallara aykın bulunan
hususlarda yöneticilerin dikkatini çekmek ve okurlara bu konularda­
ki bilgi ve düşünceleri aktarmak olduğu açıkça görülmektedir. An­
cak, ilgili konularda karar alma durumunda bulunan atanmış ve se­
çilmişlerden herhangi bir tepki gelmez ve yukarıda belirtildiği gibi
Sayın Necip Hablemitoğlu soruşturmasını yürütmekle görevli olan­
lar Müvekkil Ergün Poyraz'ın bilgisine başvurmazken, davacılar'ın
kendilerince birtakım imalardan ve subjektif çıkanmlardan hareket­
le işbu davayı açmalarını anlamak mümkün değildir.

ANLATIM VE HABERİ N SUNUMUNDA ÖZLE B İ Çİ M DENGES İ


BOZULMAM iŞTiR
Özle biçim dengesinde aranacak şartlara ilişkin olarak Yargıtay
4 ncü Hukuk Dairesi'nin 08.07 . 1 996 günlü anılan kararında, "Hırsız­
lıkların, yolsuzluklann bir an önce önlenmesi, toplumun çürümüş
yanının bir an önce temizlenmesi, artık zaruret noktasına gelmişse;
düzeltilmesinde gecikildikçe siyasal iktidara; o iktidan elinde bulun­
duranlara karşı eleştirilerin artması, yoğunlaşması ve sertleşmesi
de kaçınılmaz bir sonuçtur. Ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu
koşulların ve yaşanan olaylann olumsuzluğu, sistemdeki tıkanma,
başta politikacılar olmak üzere herkesin üzerinde birleştiği bir tab­
lonun derin çizgileridir. Bu yüzden, hem kişinin üstlendiği görevin,
hem de işin {konunun) toplumdaki önem ve mahiyetine göre yapı­
lacak eleştiriler, çoğalacağı gibi sert de olabilir. işte davaya konu ki­
taba açıklanan hususlar açısından bakıldığında, özle biçim denge­
sinin varlığını kabul etmek gerekir" denilmiştir. Davacı'nın kamuoyu­
nun yönlendirilmesindeki fonksiyonuna yönelik eleştiriler, bu karar
bağlamında ele alınmalıdır.
Daire'nin d iğer bir kararı nda da (4. H . D . , 3 1 . 1 0 . 1 978,

213
Tarikat, Siyaset. Ticaret ve Cinayet

1 1 402/1 2234), "Basın hürriyetinin kapsamı içinde haber verme, ka­


muyu aydınlatma ve oluşturma, eleştiri de yer alır. Bunlar hakkı ol­
duğu kadar basının görevidir de. Özellikle kamu idarelerini ve ida­
recilerini eleştirmek basının hakkıdır. Eleştiri, sert, kıncı, kişiyi küçük
düşürücü olabilir. Basında yayınlanan haber veya eleştiri objektif ol­
dukça, doğru vakıalara dayandıkça, doğru bir amaca yönelik bulun­
dukça, şeref ve haysiyeti rencide etse bile sorumluluk sözkonusu
edilemez. Çünkü bu halde hukuka aykırılık ortadan kalkmaktadır"
denilmektedir.
özet olarak, basının toplumdaki yeri de dikkate alınarak özle bi­
çim dengesinin bozulmadığının kabulü gerekir.

İ MADAN HAREKETLE ŞAHSİYET HAKLARINA SALDIRI İ DD İASI


HUKUKA AYKIRIDIR
Borçlar Kanunu'nun 49 ncu maddesine göre, manevi tazminat
isteme hakkı sadece şahsiyet haklarına doğrudan saldırı vuku bula­
na aittir ve yansıma yoluyla şahsiyet haklarına tecavüz edildiği iddi­
asıyla manevi tazminata hükmedilemez. Nitekim, Hukuk Genel Ku­
rulu'nun 1 2.04 . 1 989 gün ve E: 4-1 44 , K: 265 Sayılı Kararı'nda da,
"Manevi tazminat doğrudan doğruya onur kırıcı muameleye maruz
kalan kişi tarafından istenebilir" denilmiştir.
Bu konuda öncelikle vurgulanması gereken husus, dava dilek­
çesinde yer alan şu değerlendirmedir:
"Bu itibarla davalılar müvekkillerimden birisini en ağır ve aşağı
biçimde küfürlere maruz kılmakla beraber, . . . "

Yinelemekle birlikte, görüldüğü üzere, Davacılar kendileri de


"bizzat her birinin şahsında kişilik haklannın ihlal edilmediğini ikrar
etmekte olup, bu durumda davanın reddine karar verilmesi gereği
açıktır. Zira, olması gereken ise; Davacılar'dan kendini bilen tarafın­
dan dava açılarak;
"KENDİNCE GEREKÇELERLE BİR MÜFETTİŞİ VASITA KILARAK
NECİ P HABLEMİTOGLU TARAFINDAN KALEME ALI NAN KÖSTE-

214
Ergün Poyraz

BEK iSiMLi ESERiN YAYINLANMAMASI iÇiN ERGÜN POYRAZ


ÜZERİNDEN HABLEMİTOGLU'NA İLETİLMEK ÜZERE MESAJLAR
GÖNDERDIGIN I , KİTABI N OKURLARA AKTARILMAMASI iÇiN TEH-
. .... .... . .

D ITLERDE BULUNDUGUN U , ANCAK, BUNA RAGMEN KiTABi N I N-


TERNETTE YAYINLANDIGINI, HABLEMİTOGLU'NUN ÖLDÜRÜLME-
. . . . .

Si SONRASINDA iSE AKŞAM GAZETESl'NE iSMi YAYINLANMA-


MAK ÜZERE HABLEMİTOGLU'NUN ŞAHSINA İ LİŞKİN AÇI KLAMA­
LARDA BULUNDUGUNU KABUL EDİP, TÜM BUNLARA RAGMEN
ŞAHSINA SÖYLENMİŞ OLARAK ALGI LADIGI BİR TAKIM KELİME-
. . . .

LERDEN DOLAYI KiŞiLiK HAKLARI NIN iHLAL EDILDIGININ iLERi


SÜRÜLMESİ , GEREK POZİTİF KURALLARI M IZA GEREKSE DE BU
DAVACl'NIN VARLIK NEDEN i N E UYGUN OLACAKTIR."
Aksi halde, davanın reddine karar verilmesi gereği açıktır. Zira,
Davacılar, bir takım sözleri cımbızla çekerek kendilerine hakaret
edildiği iddiasındadır. Ancak, Müvekkil Ergün Poyraz'ın yazısında
bildirilen hususlann dosyanın tekemmülünde somutlandığında da
açıklığa kavuşacağı üzere, amaç, bizzat Davacılara iddia edildiğigi­
bi sövme ve hakaret veya Davacılar'ın doğrudan konu edilmesi de­
ğil, kamuoyuna sunulan bilgilerden hareketle Sayın Hablemitoğ­
lu'nun menfur bir saldında öldürülmesinin öncesi ve sonrasına dik­
kat çekilmesidir.
Davacılar, Yargıtay kararında ifade edildiği u nsurları da ihtiva
ederek, doğrudan kendi kişilik haklanna saldında bulunulduğunu is­
pat etmek zorundadır. i malardan, tek taraflı çıkarımlardan hareket­
le dava açılması , içinden çıkılması mümkün olmayan sonuçlara ne­
den olabilecektir. Bir örnek verilmesi gerekirse, Davacılar, Emniyet
Mensubu, Emniyet Genel Müdürlüğü, Emniyetçi, Emniyet Genel
Müdür Yardımcısı, Emniyet Müdürü denildiğinden bahisle, kendi ki­
şilik haklannın ihlal edildiğini ileri süremeyecektir.
Daire'nin benzer iddialı bir konudaki ilamı ise bu bağlamda
önemlidir:
"Uygun illiyet bağı teorisiyle ilgili açıklanan ilkeler göz önünde tu-

215
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tulduğunda, davacının manevi üzüntüsü (zararı) ile davaya konu


haksız eylem arasında, hukuk düzeni açısından değil, mantık bakı­
mından bir bağlantı sözkonusu olabilir. Aksinin kabulü halinde ise,
saldınya uğrayan siyasi partiye (tüzel kişiye) mensup her gerçek ki­
şiye manevi tazminat davası açma hakkını tanıma gibi bir sonuç ha­
sıl olur ki, bu durumda haksız eylem faili altından kalkamayacağı
çok ağır bir tazminat borcu altına girer ve bu da hukuken kabul edi­
lebilecek bir sonuç olamaz. Çünkü hukukta ifrat büyük haksızlıklar
yaratır. Yukarıdaki yazılı maddi ve hukuki olgular ve özellikle dava­
. .

ya konu yayın ile davacının şahsının hedef alınmamış olması karşı­


sında davanın aktif husumet nedeniyle reddedilmemiş olması boz­
mayı gerektirmiştir." (4. H . D . , 1 3.06.1 995, 6307/5051 )
Görüldüğü üzere, Davacılar'ın doğrudan şahıslarının hedef alın­
maması halinde tazminata hükmedilemeyeceği yinelenmiş ve ben­
zer bir dosyada her mensubiyet iddiasında bulunanın tazminat ta­
lep edemeyeceği açıklığa kavuşturulmuştur. Kaldı ki, Davacılar'ın
dilekçesine yansıyan ve yukarıya alıntılanan iddiaları arasında, doğ­
rudan kendi kişilik haklarına saldırı teşkil edebilecek en küçük bir
imanın dahi mevcut olmadığı açıktır.
Davanın kabulü halinde ortaya çıkacak diğer bir husus ise, Da­
vacılar'ın bir bütün olarak, SAYIN HABLEM İ TOG LU'NU HEPS İ N İ N
TEHD İT ETTİ KLERİ , KÖSTEBEK İ S İ MLİ ESERİ N İ N YAYINLAN­
MAMASI iÇiN BASKI UYGULADIKLARI, MENFUR SALDIRI SON-
. .

RASINDA AKŞAM GAZETESiNE AÇIKLAMA YAPARAK KENDi-


. . .

SiNiN AZIZ HATIRASINA SALDIRIDA BULUNDUKLARININ teyidi


olacaktır ki, halen yürürlükte olan ve MEMURLARIN GEREK TEH-
. . .

DiT GEREKSE DE iZiN ALMAKSIZIN AÇIKLAMADA BULUNMA-


LARIN I engelleyen pozitif hukuk kurallan karşısında, bunun hukuki
olarak haksız fiil ve cezai anlamda da bir suç teşkil edeceği ve ağır
yaptınmlara tabi olduğu açıktır.
Nitekim, yine müvekkil Ergün Poyraz tarafından kaleme alınan
ve diğer Müvekkillerce "güvenlik gerekçeleri" ile isimsiz olarak ya-

216
Ergün Poyraz

yınlanan "Hesabı Sorulur" başlıklı Yeni Hayat Dergisi'nde yayınla­


nan yazıda da benzer iddialar yer almış, ancak ne Davacılar ne de
soruşturmayla görevli olarak kendisine hiçbir soru yöneltmemişler,
"soruşturmayarak soruşturmayı" tercih etmişlerdir. Bu yazıda yer
alan aktarım ise şu şekildedir (EK-5):

"Emniyetten Saptırmalar
Eylemin hemen ertesinde bir emniyet mensubuna atfen verilen
Sayın .Hablemitoğlu'nun "bir istihbarat servisinin mensubu" olduğu
ve istihbarat servisleri arasındaki çatışmanın sözkonusu olduğuna
yönelik iddialar, yabancı ülkelerin derinlerinde sadece bazı basın
mensuplarının değil aynı zamanda resmi emniyet mensuplarının da
olduğunu ve ortak zeminde buluştuklarını kanıtlamaktadır. Aynı em­
niyet mensubunun Köstebek isimli çalışmanın yayınlanmasını en­
gellemek istediğinin soruşturmayı resmen yürütmekle görevli olan­
lara bildirilmesine rağmen, bugün itibariyle hakkında hiçbir işlem
yapılmaması, ne kadar titiz hareket edildiğini de anlamlı kılmakta­
dır."
Müvekkil Ergün Poyraz, Cumhuriyet Gazetesi'nin 2 1 . 1 2.2002 ta­
rihli nüshasında yer alan açıklamasında (EK-6) da, "üst düzey bir
Emniyet görevlisinden 'Köstebek' kitabının basılmaması yönünde
uyan geldiğine" dikkat çekmiş ve " . . . dün basında yer alan ve bazı
Emniyet görevlilerine atfen yazılan haberler nedeniyle bu açıklama­
yı yaptığını belirterek ' İ smi bizde bulunan bir görevliden bu uyan
geldi. Son bir iki ay içinde aracı göndererek uyanda bulundu . . "ğu­
.

nu kamuoyunun ve soruşturmayla görevli olanların bilgisine sun­


muştur. Açıklamada yer alan "dün basında" olarak bildirilen bilgi ise,
Akşam Gazetesi'nde yayınlanan ve Sayın Hablemitoğlu'nun aziz
hatırasına saldırı teşkil eden iki emniyet mensubuna atfedilen be­
yanlardır.
Bu iddialara karşı bu kez dava açan davacılar, neden sebepsiz
zenginleşme istemli davalarını o zaman değil de, işbu tarih itibariy-

217
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

le Başkakan olan kişinin Sayın Necip Hablemitoğlu'nun ifadesi ile


"halk deyimiyle susturulması" gerektiğine yer verilen açıklaması er­
tesinde dava açmışlardıra verilecek yanıtın takdirini de Sayın Mah­
keme'ye bırakıyoruz.
Özet olarak, Müvekkil Ergün Poyraz'ın kaleme aldığı dava konu­
su yazıda, davacılann şahsiyet haklan arasında uygun bir illiyet ba­
ğı dahi sözkonusu değildir.
Kamu yaran saikiyle kaleme alınan dava konusu yazıda gerçek
vakıalara dayamlmış, vukubulmuş olaylara yer verilmiş, yazının bü­
tünlüğü basının özgürlüğü ve haber verme hakkı içinde kalmış, Mü­
vekkiller'in asli amacı haber verme olup davaclların kişilik haklanm
ihlal etmeye yönelmemiş, şahsiyet haklarına hukuka aykırı olarak
tecavüz kastı mevcut olmamış, yazıda geçen ifadelerle kamuoyu­
nun bilgilendirilmesi hedef alınmıştır. Amaç, eleştiri hakkının kul/a­
mlması ve kamunun bilgilendirilmesidir.
Sonuç olarak, davaya konu yazıda; yukarıda açıklandığı üzere
günümüzde de güncelliğini koruyan konularla irtibatlı ve " . . sıkı sıkı­
.

ya bağlı birtakım kuşkular dile getirildiğinden" (4.H .D., 1 9.09.1 989


T. , 6080 E, 6670 K); "Yönetimde meydana gelebilecek yolsuzlukla­
n ve usulsüz işleri kamuoyuna duyurmak, bu yolda tartışmalan baş­
latmak ve yapmak basının görevleri arasında" olduğundan (4.H . D . ,
30.06 . 1 988 T, 3002 E , 358 1 K); "gerçek olgulara dayanıldığından,
güncel olduğundan ve haberlerin verilmesinde·kamu yaran ön plan­
da tutulduğundan" (4.H.D., 22. 1 2. 1 987 T, 9354 E., 9430 K); " . . . ka­
mu gücünü elinde tutanlar üzerinde toplumun denetimine aracı ol­
mak" hedeflendiğinden (4.H .D . , 01 .06 . 1 983 T, 5 1 22 E, 5790 K);
"Kamu yaran ile kişi yaran çatıştığında kamu yaran üstün tutulaca­
ğından" (4.H.D., 1 7 . 1 1 . 1 978, 1 444 E, 1 2805 K); "Basında yayınla­
nan haber ve eleştiri objektif oldukça, doğru olaylara dayandıkça,
doğru bir amaca yönelik bulundukça hukuka aykın" olmayacağın­
dan (4. H . D . , 08.07. 1 977, 35 1 8 E, 7947 K); "Yazının manalandınl­
masında tek tek kelime ve cümlenin anlamının değil tümünden kas­
tedilenin değerlendirilmesi" zorunlu olduğundan (4. H . D . ,

218
Ergün Poyraz

28.04 . 1 978, 5990 E, 1 1 026 K) ve netice olarak haber verme hak­


kında gerçeklik, kamu yaran, güncellik, konu ile anlatım arasında
düşünsel bağlılık temel kriterleri aşılmamış olduğundan ve manevi
tazminatı gerektirir şartlar işbu davada mevcut olmadığından, dava­
nın reddi gerekmektedir.
Davacıların kanıtlarını sunması ertesinde kanıt sunma hakkı sak­
lı kalmak üzere, aşağıda bildirilen yerlere müzekkereler yazılması­
nın kabulünü talep ediyoruz:
1 . Akşam Gazetesi'ne müzekkere yazılarak, Gazete'nin 20-
.

2 1 . 1 2.2002 tarihli ve "Olay Gazete ısrarlı" ve "2 Komplo Te­


orisi" başlıklı haberlerden dolayı Davacılar ve/veya Emniyet
Genel Müdürlüğü tarafından , Gazete aleyhine dava açılıp
açılmadığının ve düzeltme talebinde bulunulup bulunulmadı­
ğının bildirilmesinin istenilmesi,
2. Emniyet Genel Müdürlüğü'ne müzekkere yazılarak, Akşam
Gazetesi'nin 20-2 1 . 1 2.2002 tarihli ve "Olay Gazete ısrarlı" ve
"2 Komplo Teorisi" başlıklı haberlerden dolayı, Gazete aleyhi­
ne dava açılıp açılmadığının ve düzeltme talebinde bulunulup
bulunulmadığının ve bu haberlerde kendisini terör ve istihba­
rat uzmanı olarak tanıtanlar hakkında herhangi işlem yapılıp
yapılmadığının bildirilmesinin istenilmesi ,
3. Sayın Necip Hablemitoğlu'nun menfur bir saldırıda öldürül­
mesine ilişkin soruşturmayı yürüten Ankara DGM Başsavcılı­
ğı ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Mü­
dürlüğü'ne müzekkereler yazılarak, soruşturma için önem arz
eden iddiaların yer aldığı dava konusu yazı ile Yeni Hayat
Dergisi'nde yer alan yazıdan dolayı müvekkil Ergün Poyraz
ile Dergi sorumlularının tanıklığına başvurulup başvurulmadı­
ğının bildirilmesinin istenilmesi ,

H UKUKi NEDENLER : BK, H UM K, Av.K. ve yasal mevzuat.


KAN ITLAR Davaya konu yazı , müzekkere cevapları
ve her türlü yasal kanıt.

21 9
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

SONUÇ VE iSTEM Yukarıda açıklanan nedenlerle, getirtilmesi


talep edilen müzekkerelerin yazılmasını ve
neticede haksız olarak açılan davanın red­
dini, yargılama giderleriyle vekalet ücreti­
nin karşı tarafa yükletilmesini saygıyla ve­
kil olarak talep ederim.

DAVALILAR VEKi Li
Av.M.Hüseyin BUZOGLU

EKLER:
EK-1 Akşam Gazetesi , 2 1 . 1 2.2002, Olay Gazete ısrarlı
EK-2 Akşam Gazetesi , 20. 1 2.2002, 2 Komplo Teorisi
EK-3 ilam
EK-4 Hürriyet Gazetesi, 20. 1 2.2002, Siyasi Bir Suç Diye Düşü­
nüyorum
EK-5 Yeni Hayat Dergisi, Hesabı Sorulur
EK-6 Cumhuriyet Gazetesi, 21 . 1 2.2003, Cinayette Aksoy Ben­
zerliği. . . . "

Bu Nasıl Namus Borcu


Hablemitoğlu'nun katledilmesinin ardından Başbakan sıfatı ile
Abdullah Gül, "Bu olayı çözmek namus borcumuzdur" diyordu. An­
cak aradan üç yıl geçti hala en ufak bir gelişme yok.
Yeni Hayat ve Yeni Çizgi adlı dergiler, değerli büyüğümüz Necip
Hablemitoğlu'nun şehit edilmesinin ardından üç yıl geçmesine rağ­
men ilerleme kaydedilmemesini şöyle dile getiriliyordu:
"" ... Üç yıl önce profesyonel bir suikaste uğrayan Necip Hablemi­
toğlu dosyasında tüm fotoğraflar hala flu . . .
'Bu i ş zaman aşımına uğrar" diyen savcılarla, "Yardımcı olmuyor­
sunuz" diye Hablemitoğlu'nun eşine sitem eden Başbakan ve polis

220
Ergün Poyraz

müdürlerinin çabaları, tanık ifadeleri, kamera görüntüleri , cinayet


gününün dakika dakika ayrıntıları, olay yerindeki meçhul araçlar ve
Hablemitoğlu'nun yazılarının satır aralarında aranan katillerin eşgal-
. . .

lerini YENi Ç iZGi araştırdı.

. .
O DA BiR CUMHURiYET SEVDALISIYDI
O DA FAiLi MEÇHUL OLDU
HABLEM İ TOG LU C İ NAYETİ sis PERDES İ N İ N ARDINDA
Yanaklarından süzülen gözyaşları, kutsal saydığı toprağa ses-
sizce döküldü . Bir zamanlar kuzey rüzgarlarında savrulan kocasının
saçlarına dokunduğu gibi; usulca tuzlu gözyaşlarının ıslattığı topra­
ğı okşadı:
- Üç yıl oldu. Seni çok özledim Necip!...
- Ben de seni ve çocukları çok özledim.
Şengül Hablemitoğlu, eşi Necip Hablemitoğlu'nun mezar taşının
üzerinden sisle kaplı Ankara'ya baktı.
- Bir nefeslik an bile olsa. seni bir kez daha görmeyi istiyorum.
Bu son nefesimiz olsa bile. Zaten son nefesinde yanında olamadı­
ğım için çok acı çekiyorum.
-O an orada olmanı istemezdim.
- Sahi biz hiç o günü konuşmadık seninle. Öldürüldüğün gün,
dün gibi aklımda. Pişmanlıklar ve sorularla dolu bir gün.
-Neden?
-Belki de katillerini gördüm:

Kimdi O Araçtakiler?
*1 8 Aralık 2002 sabahı işe giderken; yüzünü son kez gördüm.
*Kar yağmıştı. Her yer bembeyazdı. Park yerinde arabanın cam-
larına yığılan karları temizlerken, belki de katillerini gördüm. Keşke
geri dönüp, seni uyarsaydım.
*Hemen aracımın yanında gümüş rengi bir Fiat Brava marka

221
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

2002 model 06 YGD 08 plakalı bir araç, özellikle bana görünmek is­
tercesine çok hızla geldi. içinde de iki kişi . Park edip beklemeye
başladılar. O kadar çok rahatsız oldum ki. .. O soğukta, sabahın o
saatinde neden orada olduklarını düşünmeme ve şüphelenmeme
araçtan beyaz sessizliğe yayılan dini sohbet yayını yapılan bir rad­
yo istasyonunun sonuna kadar açılmış sesi neden oldu. Arabanın
tüm camları kapalı olmasına karşın, rahatlıkla duyabiliyordu.
*Ölümünden sonra araştırdık. Madencilikle de ilgili olan bir araç
kiralama şirketine aitmiş. 2 ay önce satın alınmış. Daha sonra o ara­
cı kiralamak için aynı şirkete başvurduk. Bizi tanımamalarına karşın
ret yanıtı verdiler. Ama kiralama şirketi aracı öldürüldüğün tarihte
Amerikalılara kiraladığını bildirdi.
*Araçtakiler de bana anlamlı bakışları nedeniyle dikkatimi çekti .
Biri yuvarlak yüzlüydü. Kimliği saptandı: Z.K. Hakkında devletin ilgi­
li birimlerinde, istihbarat kurumlarının birbirinden bile gizlediği kalın­
ca bir dosyanın varlığı da belirlendi. Diğeri ise E.E. (Araçtakilerden
birinin emekli uzman, diğerinin görevli uzman çavuş olduğu söylen-
di. EP)
*Her ikisi de sorgulandı . Özel bir güvenlik şirketinde olduklarını,
bizim evin yakınındaki ABD'lilerin ikamet ettiği apartmanı korumak
için orada bulunduklarını ileri sürdüler. Ama ABD Büyükelçiliği böy­
le özel güvenlik şirketleri ile çalışmadığı, yapılan araştırma sonu­
cunda anlaşıldı. Ama buna rağmen bu kişilerle ilgili yasal bir işlem
yürütülmedi .
- Buna şaşırmadım!

Bu Telefon Neden
O gün ilginç bir olay daha yaşandı. Saat: 1 6.20'de (adam çevre­
ye 1 3:00 gibi 1 5:00 gibi aradım derken, ifadesinde 1 6.20 veya 1 6-
30 olarak aradığı saatı söylemiş. DGM Savcısı Cengiz Köksal Yeni
Hayat'taki 'Hesabı Sorulur' yazısının ardından bana okuttuğu ifade­
den gördüğüm kadarıyla. Köksal'a "Peki ev telefonu ve cep telefo-

222
Ergün Poyraz

nunu bilen ev ve cep telefonları açıkken neden kimsenin bilmediği


okulun santral numarasını aramış, ve Hablemitoğlu'nun orada olup
olmadığını sormuş, İ smini de değiştirerek . . .
Hablemitoğlu hergün e n geç 1 3:00 d e evden çıkardı. Sadece o
güne mahsus sanırım babası evde olduğu için 1 7 :00 de çıkmış. Ka­
til ve onları yönlendirenlerin telaşa kapılması sonucu böyle bir uy­
gulama olabilir mi dediğimde, evet haklısın cevabını vermişti. Ancak
ardından soruşturmadan ayrılıp bana 1 5 milyarlık dava açtı. E.P)
ben dersteyken sekreterimi arayan biri seni sormuş. Arayanın R.U
adında bir bürokrat olduğu sonradan açığa çıktı . Bu şahsın üst dü­
zey bir Emniyet mensubu tarafından senin KÖSTEBEK isimli kita­
bının yayımının engellenmesi için 'görevlendirildiği'de ileri sürülüyor.
Kendisi ise; "Ailecek, Hablemitoğlu ailesini ziyaret etmek istiyorduk.
Bu nedenle aradım" diyor. Sahi, ailecek görüşecek kadar yakın bir
arkadaşın m ıydı?
- Hayır. Ama kapımız herkese açıktı, biliyorsun . Cep telefonum­
dan ya da ev telefonundan neden aramamış acaba? Memnuniyet­
le konuk etmeyi kabul ederdim . . .
- Belki seni cep numarandan arayıp, konuşmuştur diye düşün­
düm. Belki sen o saatte evde yoktun ve ev telefonu yanıt vermedi­
ği için, beni aramıştır.
- Hayır. Evdeydim, o sıralarda. Bilirsin her gün 1 2.30'da, belki
gecikip 1 3.00'te evden çıkarım. Ama o gün babam bizdeydi ya.
Onunla sohbet ettik. Dersim 1 7.00'deydi . Ben bir gün sonra ADD
Çankırı Şubesinde gerçekleşecek Ermeni konulu konferans için ha­
zırlık yaptım. Çalışmamı bitirince evde kaldım. Babamla uzun uzun
konuştuk. İ çime doğmuş olabilir. Bir ara, "Bir insanın evladını yitir­
mesi nasıl bir duygu?" diye sordum. Gözleri doldu; yanıtı sessizlik­
ti.

Evine Dönemedi
1 7.00'ye doğru evden çıktı m . Babamı evine bıraktım . Derse git­
tim. Ders sonrası dönüp evin yakınındaki Migros'a gidip alışveriş

223
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yaptım . Akşam bir derby maç vardı. O nedenle insanlar telaşla alış­
veriş yapıyordu. 1 9.46'da kasaya ödeme yaptım. Hemen arkamda,
sırada duran iki kişi vardı. Onların maçla ilgisi yoktu galiba. Telaşsız
ve sessizlerdi. Pek az şey almışlardı.

Görüntülerdeki Sorular
-Polis uzun süre, alışveriş merkezinin güvenlik kamerasında gö­
rüntülerini aradı. Meğer, yaz saati uygulamasının değiştiği günmüş
o gün. Bir saat sonrasına bakıyorlarmış. Avrupa'da bile inceletmiş­
ler görüntüleri. Ben uyarmasam, aylarca arayacaklardı. Ömrünün
son dakikalarının görüntülerini ben de izledim. Uzun boylu, esmer,
uzun suratlı , kaşları bitişik biri vardı. Sanki seni izliyormuş gibiydi.
Hala kim olduğu saptanamadı.
Bense o sıralarda eve dönmüş, Kanije ve Uyvar'ı yanıma alıp,
pazara alışverişe gitmiştim . Pazardan eve dönünce; bitişikteki park
yerinde yönü bizim apartmana dönük bir araç gördüm. içinde orta
yaşlı, yakası sıkı sıkıya kapalı kabanı ile biri oturuyordu. Bu kişiyi da­
ha sonra 2 1 . 1 2.2002 tarihinde senin cenazen sırasında Kocatepe
Camii'nde de gördüm. Kasetlerde de tespit ettim. Saat: 1 2.45'te 4
nolu kasette o kişinin görüntüleri var. Ama kim olduğunu polis de
biz de bulamıyoruz . . .
Evin önünde gördüğümde zaten içime bir endişe düşürmüştü.
Hemen telefona sarıldım. Seni aradığımda bunun son konuşmamız
olduğunu bilemezdim. Bilseydim, daha uzun konuşur, sana olan
sevgimi haykırırdım.

Katille Göz Göze


-Birkaç dakika sonra seni ve çocuklarımı göreceğime, sıcak evi­
mizde mutlu akşamlarımızdan birini daha yaşayacağıma emindim.
20.00'da apartmanın önüne park ettim. Önce ön koltukta bulunan
evrak çantamı ve belgelerimi aldım elime. Bağajda alışveriş torba­
larını almak için araçtan çıktığımda, birden karşımda gördüm onu.

224
Ergün Poyraz

Gözleri katil olduğunu haykırıyordu. Anladım. İ şte, yanımda olmanı


istemediğim tek an; o andır . . .
Sol gözüme siyah bir namlu uzandı. Bir ateş topu, bir yıldırım ak­
tı beynime. Kulaklarımda korkunç bir ses yankılandı . Bunun 9 mm'­
lik kesin ölüm getiren, bir lüger mermi olduğunu bilemezdim. Tüm
sinirlerim dondu. Ayaklarım beni taşımadı . Bağırmak istedim, sesim
çıkmadı. Derin bir uçuruma düşüyordum. Oysa dizlerimin üzerine
düştüğümü, dizkapaklarım karlı toprağa değince anladım. O an, o
korkunç sesi bir kez daha duydum. Bu kez ensemde bir yanma his­
settim .. Anladım bu 'sigorta atışı' idi. Katilim kesin sonuç için emir al­
mış olmalı. Bazıları bunu, "devamı gelecek" mesajı olarak da yo­
rumluyor.

Güven Cinayetindeki Benzerlikler


-Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu , Ahmet Taner
Kışlalı ve sonra sen . Daha kim var diye endişe ile sorup duruyorum.
Olayı araştıran polisler bilgisayarını da incelediler. Orada bir fo­
toğraf var. Sen, İ hsan Güven ve şarkıcı Çelik Erişçi birliktesiniz. Bu
fotoğraf polise ulaştıktan sonra bir Işık Tarikatı dedikodusu çıktı. Bu­
na herkes güldü. Ama seni tanımayanları, Atatürkçü kimliğini bilme­
yenleri inandırdılar. 3 Mayıs 2004 tarihinde I hsan Güven evinde eşi
Sibel Güven ile bir suikaste uğradı. İ hsan beye de tıpkı sana oldu­
ğu gibi iki kurşun sıkıldı. Yine lüger mermi, yine yakın mesafeden,
senin gibi sol gözünden vuruldu. İ BDA-C örgütünün yaptığı iddia
edildi. Hatta bir de sanık var. Belki İ hsan Güven dosyası derinliğine
incelense, senin katillerinin izi de bulunur, diye düşünüyorum . . .
- İ hsan Beye üzüldüm . . ben toprağa yığıldıktan sonra neler oldu?
Beni sevenler, Atatürk gençleri, uğruna canımı verdiğim devletimin
güvenlik güçleri, katillerimi bulmak için neler yaptılar?

SORUŞTURMAAA!
- Bu sorunun yanıtı çok acı Necip:
*Senin Köstebek'te eleştirdiğin Fethullah Gülen'in okullarını zi-

225
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yaret eden polis müdürlerinin başını çektiği bir ekip cinayeti çöz­
mekle görevli. Siyasi iktidarlar değişmesine karşın görevden alın­
madan Ankara'da en uzun süre görev yapan Emniyet Müdürü sıfa­
tını kazanan Ercüment Yılmaz ve ekibi en baştan beri olayı takip
ediyor. Bu nedenle dosyan elden ele gezmiyor. Biliyorsun adı tıpkı
senin gibi M İ T Müşteşarlığı için konuşulan ve o da öldürülen Hiram
Abbas cinayetini de Yılmaz yürütmüştü. Bu nedenle oldukça dene­
yimli! . . . Kendisi ile birkaç kez görüştük.
*"Tüm otoritemi kullanacağım" diyen dönemin Başbakanı Abdul­
lah Gül'ün makamında bile görüştük. Abdullah Gül, "Siz de güven­
lik güçlerine yeterince yardımcı olsanız" diye neredeyse sitem etti
ve özel bir odada görüşmenin mümkün olup olmadığını sordu. O sı­
rada Ercüment Yılmaz geldi. Ben de çok kızdım buna. Daha senin
kanın kurumadan, o gece sabahlara kadar, gözyaşlarımı içime akı­
tıp, ifade vermeme, eşgalleri anlatmama , resimler çizdirmeme, sor­
dukları her soruya içtenlikle yanıt vermeme karşın; yardımcı olma­
dığım suçlamasına dayanamadım . . .
Gergin ortama rağmen görüştük. Sonunda bana "Bu görüşmeyi
kimseye söyleme, hele avukatına hiç söyleme" dedi . Nedenini hala
anlamış değilim . . .
Gül ile görüşmeden sonra soruşturulmanın durdurulduğunu öğ­
rendim. Bunun nedenini de anlamadın. Hele, polisin sadece senin
özel arşivinin nerede olduğuna dair ısrarlı sorularının nedenini hiç
anlayamıyorum ...

Manüpülasyonlar-Çelişik ifadeler
* 63 nolu apartmanda birçok kişi silah sesini duymuş. Burada bir
bayan ilginç bir ifade verdi. Apartmanımızın önünde bir süredir 'em­
niyetçi kılıklı' birçok kişiyi gördüğünü iddia etti. Hatta tetikçiyi bile
görmüşmüş! içişleri Bakanı Abdulkadir Aksu TV'de konuşma yapar­
ken , yanında duranlardan birinin tetikçi olduğunu ısrarla dile getirdi.
Ercüment Yılmaz, bizzat kendisi bu kişinin ifadesini aldı ve sonra,
"Hiçbir şey çıkmadı" dedi.

226
Ergün Poyraz

*35 nolu bina tam karşımızda biliyorsun. Birçok kişi silah sesini
duymuş. Pencereden bakmışlar. Anlattıklarına göre; bir kişi bizim
apartmanın önünden aşağı doğru inmiş, farları kapalı bir araca bin­
miş ve araç Kuzgun sokağa doğru hızla uzaklaşmış.
*Bizim apartmanın hemen yukarısında bulunan 42 nolu apart­
manın kapıcısı Ömer ise tam o anda çöpleri dökmek için, hani ba­
har aylarında kokuyor mu diye yanına gitttiğin iğde ağacının altına
bırakmış. Tam o sırada 1 .70 cm boylarında, montlu, kumaş panto­
lonlu birisinin yanına geldiğini ve kendisine, "Sen beni görmedin , ta­
mam rnı?" diyerek gittiğini anlattı .
Acaba, Kaç Kişi Vardı?
Keşif Farkedilmedi mi
* Komşulara, tanıklara göre; bizim evin etrafında, saldırıdan bir­
kaç gün öncesinden başlayan bir hareketlilik varmış. Biz nasıl far­
ketmedik Necip? O park yerinde 4-5 kişi olay günü ve bir gün ön­
cesinde dolaşıp duruyormuş . . . (Bu park yerini emniyetçilere sordu­
ğumuzda böyle bir park bilmiyoruz cevabını aldık, Oysa park Hab­
lemitoğlu'nun öldürüldüğü mesafeye 1 00 metre uzakta, ve parktan
öldürüldüğü yer ve araba park yerleri çok net görülmekte EP) Bu ki­
şiler, yakınlardaki saunaya bile gidiyorlarmış! Sauna da araştırma­
ya dahil edildi mi? Olayı görenlerle görüşüldü mü? ifadeleri alındı
mı? Bilmiyorum. Ama sonuç ortada. Sahipleri a rasında ikametgah
adresi Çukurambar'daki polis lojmanları olarak görülen birinin ol­
ması, Güneydoğu'lu bir eski vekilin bağlantısının bulunması üzeri­
ne, güvenlik g üçleri sauna üzerindeki şüpheleri kaldırmış olabilir di­
ye düşünüyorum.
*Evet üç sene geçti . Hiçbir sonuç yok. Ama belki polis, cinayet
günü bizim sokaktaki telefon trafiğini sorgular. Ama belki kasetler­
deki , tanık ifadelerindeki yüzler ortaya çıkar. Belki sana kıyan cani­
lerin flu olan fotoğrafları , netleştirilir diye bekliyorum Necip.
- Benim savcı, yargıç birçok dostum vardı. Onlar ne yaptı Şen­
gül?

227
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bir Şey Çıkmaz mı?


* İ lk soruşturmayı o gün nöbetçi olmamasına karşın, DGM Savcı­
sı Cengiz Köksal yaptı . Daha ünlü ve deneyimli bir savcı hazır bek­
lerken Köksal'ın görevlendirilmesini eleştirenler çıktı. Önceleri bu
eleştirileri yersiz buldum. Ama bir gazeteciye, "Bundan bir şey çık­
mayacak, bu iş zaman aşımına uğrar" dediğini duyunca, eleştirileri
daha dikkatli dinlemeye başladım.

Ama hala yargıya bir bulgu ulaşıp, ulaşmadığını bilmiyorum.


- Üzülme Sevgilim. Sen tabutuma sarılı bayrağımı öpüp, "Ba­
ba bu bayrağı artık senin yerine ben taşıyacağım. Yetiştirdiğin
Atatürk çocukları senin yarım bıraktıklarını sürdürecek" diyen kız­
larıma iyi bak. Ve ağlama artık, gün gelir her şeyin hesabı soru­
lur . . . '
NEC İ P Hablemitoğlu 1 8 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde öl­
dürüldü. Cinayetin üzerinden 3 yıl geçti. Olayın en kısa sürede çö­
züleceği sözlerini verenler, kurdukları çalışma gruplarını dağıttı .
"Tetikçiler" ve arkasındakilerin ortaya çıkartılması mümkün olma­
dı. Hablemitoğlu'nun yakınlarının şüpheli gördüğü merkezlerin ka­
muoyu önünde tartışılması gerektiği de yankı bulmadı.
Yakınları , Hablemitoğlu'nun gerçek kimliğinin ve hayatını adadı­
ğı amaçlarının somut olarak tanımlanmasına önem veriyor. Bunun,
soruşturmanın doğru yönde ilerlemesini, katiHerinin doğru odaklar­
da aranmasını sağlacağına inanıyorlar. İ ddialar, ipuçları, tanık ifade­
leri ve belgelerin doğru ellerde, doğru niyetlerde ve uzmanlar tara­
fından değerlendirilmesi halinde; cinayetin çözüleceğinden de
eminler.

Peki Kimdir Necip Hablemitoğlu


1 954 Ankara Doğumlu ve A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi , Basın
Yayın Yüksek Okulu mezunu. Aynı Üniversitede Türk İ nkilap Tarihi
Enstitüsünde master ve doktara yaptı. Türkiye dışındaki Türklerin

228
Ergün Poyraz

yakın tarihi ile ilgili çalışmalar yapan Hablemitoğlu, bu çalışmalarını


çeşitli gazete ve dergilerde yayımladı. Kemal'in öğretmenleri adlı
eseri ile Atatürkçü çevrelerin dikkatini çeken Hablemitoğlu, öldürül­
düğü güne kadar Ankara Üniversitesi'nde Doktor öğretim Görevli­
si olarak binlerce öğrenciye, yirmi yıl boyunca Atatürk ilkeleri ve
Devrim Tarihi dersleri verdi. . .
Eserleri arasında Kırım Türklerinin sürgününü anlatan "Yüzbin­
lerin Sürgünü, Çarlık Rusyasında Türk Kongreleri, Şefika Gaspıra­
lı ve Rusya'da Türk Kadın Hareketi , Alman Vakıfları ve Bergama
Dosyası, Kırım'da Türk Soykırımı, Köstebek" sayılabilir.
Alman Vakıfları Bergama Dosyası ile yoğun ilgi ve aynı zaman­
da tepki çeken Hablemitoğlu, suikaste uğrağı sırada M İ T ve Emni­
yet başta olmak üzere devlet içine sızan Fethullahçı yapılanmayı
içeren Köstebek kitabını hazırlıyordu. Ölümünden sonra yayınla­
nan kitabı büyük ilgi topladı .
Öldürüldüğü günlerde adı M İ T Müsteşarlığı için geçen Hablemi­
toğlu, cinayetine ilişkin olarak en fazla 'istihbarat örgütlerinin işi"
yorumları oldu . Tartışmalar arasında yurtiçi ve dışı irticai örgütlerin
adları da anıldı. Cinayet sonrası bazı Alman Vakıf temsilcileri de
'taziye ve üzüntü' açıklamaya kendilerini zorunlu hissettiler.
Hablemitoğlu, yaptığı ve yapmakta olduğu çalışmaların içerikle­
ri ile kendi kimliğini ve 'düşman' bildiklerinin kimliklerini de sergile­
di. Hablemitoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefe­
sinin özünde yatan "tam bağımsızlık" prensibine taviz olarak nite­
lendirilebilecek her türlü olumsuzluğu kendisine hedef olarak gör­
dü. Çalışmalarında, üniter bütünlüğe zarar verebilecek her tehlike­
ye karşı m ücadele edilmesi gerektiğini en kalın çizgilerle anlatan
Hablemitoğlu, Türkiye aleyhtarı yabancı oluşumları ve bunların
içerideki işbirlikçilerine savaş açan bir Atatürkçü aydındı. Hablemi­
toğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin en üst düzeyde temsil edildiği res­
mi bir törenle 3 yıl önce toprağa verildi. Katillerinin bulunması için
her türlü kantı didik didik inceleyip araştıran sevenleri o 'üst düzey-

229
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

lerin'de katillerin bulması için daha fazla çaba göstermesini bekli­


yor.
Terörizm, "eylemi gerçekleştiren fail ile mağdur arasında doğru­
dan hiçbir bağlantının ve husumetin olmaması" ve "eylem sonucun­
da mağdur üzerinden kitleye mesaj verilmesi yöntemi olarak tanım­
lanır.
Hablemitoğlu'na yönelik saldırıda da bu sonuca ulaşıldı. Eylemin
ertesinde "kitleye ulaşıldığı ve kitlenin terörize edildiği" tartışmasız­
dır. Nitekim, resmi bir törenle cenazenin kaldırılması ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin cenazede en üst düzeyde temsil edilmesi
bunun somut kanıtıdır. . . "

Mehmet Yavuz Vakfı


1 992 yılında istanbul'da kurulan Avukat Mehmet Yavuz Hukuk
ve Adalet Vakfı'nın Yönetim Kurulu Üyeleri'ne baktığımızda oldukça
ilginç isimlere rastlıyorduk. Vakıf Başkanı Yücel Sayman, Başkan
Yardımcısı Bilgin inanç, Sekreter Mehmet Uçum, Üye Aysel Çelikel
ve diğer isimlerden oluşuyordu.
Zamanın Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Necip Hable­
mitoğlu'nun "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabını ih­
bar kabul edip Alman Vakıfları ve bunlarla işbirliği yaptığını iddia et­
tiği isimler hakkında DGM'de dava açıyordu .
B u isimlerden biri d e Yücel Sayman'dı. Dava sürecinde avukat­
lık yapan isimlerden bir diğeri Mehmet Uçu m'du. Dönemin Adalet
Bakan'ı ise Aysel Çelikel idi. Ne var bunda demeyin? Adalet Ba­
kan'ı Aysel Çelikel, vakıftaki Başkanı Yücel Sayman ve arkadaşla­
rına dava açmasının ardından başlatılan kampanyalar sonucu Sav­
cı Nuh Mete Yüksel'i D GM'deki görevinden alıyordu. Ardından Ne­
cip Hablemitoğlu öldürülüyordu. Görevinden alınmasa, olayı N u h
Mete Yüksel soruşturacaktı . Ya d a N u h Mete Yüksel görevde kal­
saydı cinayet böyle kolay işlenebilecek miydi?
Bakan'ın Vakıf Başkanı ve arkadaşları hakkındaki yargılama, jet

230
Ergün Poyraz

hızıyla sonuçlanıyor (!?) Almanlar "beraat" kararını mahkemeden


önce açıklıyorlardı.

Ihsan Güven Cinayeti


Atatürkçü emekli Asker Ihsan Güven evinde eşiyle birlikte 30 Ni­
san 2004 tarihinde evinde öldürüldü. Ihsan Bey'in öldürülmesinden
bir hafta önce TV, ve gazetelerde tarikat, iftiraları yoğun bir şekilde
işlenmeye başladı. Her ne hikmetse eser sahibi kadınla Çelik'in da­
vası olaydan sonra da devem ettiği halde ne tarikat iddiaları ne de
eser iddiaları basında yer almadı. Ihsan Bey ve eşinin öldürülmesi
ile basın sanki görevini yapmıştı. Bundan sonrası onu ilgilendirmi­
yordu. Cenazesi askeri törenle kaldırılması gereken Ihsan Bey ifti­
ralar ardından sessizce toprağa verildi, Katil veya katil sürüleri yine
amaçlarına ulaştı.

Ihsan Güven Kimdir


Is.. Kd . Binbaşı rütbesi ile Türk Silahlı. Kuvvetleri'nden emekli
olan Ihsan Güven, aynı zamanda; Amme idarecisi (Türkiye ve Or-
tadoğu Amme İ daresi Enstitüsü) sıfatını da taşıyordu. İ TÜ İ nşaat
Fakültesini de bitiren Güven, i nşaat Mühendisi ve Hidrojeolog'du.
Doktorasını yer altı suları konusunda yapmıştı.
1 924 Trabzon - Vakfıkebir
. doğumlu, olan İ hsan .Güven, 1 928'de
.

4 yaşındayken ailesi lstanbul'a göç etti. ilkokulu lstanbul Fatih'te


okudu. Ortaokul ve Lise 1 . sınıfları lstanbul Erkek Lisesi nde oku­
'

du.Yağ tüccarı olan babasının varlıklı zamanında, Kuleli Askeri Lise­


si 1 O. sınıfına kaydoldu. 1 .5 senede 2 sınıf okuyarak 1 940'da Mate­
matik-Cebir-Fizik-Kimya birincisi olarak öğrenimini tamamladı.
1 942 yılında istihkam subayı olarak mezun oldu .
1 943'te girdiği Fen Tatbikat Okulu'nu 1 944 yılında bitirdi. İ kinci
Cihan Harbi'nin devamında 1 944'de Hadımköy'e tayin oldu. Harp
bitimine kadar bütün tahkimatlarda (betonarme) başarılı oldu . Tak­
dirname aldı.

231
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

1 948'de Sivas'taki birliğe 26 yaşında . İ stihkam Tabur Komutanı


.
olarak tayin oldu. 1 951 senesi başında lstanbul'da 1 . Ordu inşaat
Emlak Muavinliği'ne ve Müdürlüğü'ne tayin oldu. Yüzün üstündeki
( 1 70) teknik personelle ordumuzun ve subayların zor şartlarla yaşa­
dığı tesisleri asla dürüstlükten ayrılmayarak adam etmeye feragatle
çalıştı.
Bu görev sırasında tarafından tanzim edilen yenileştirme ve iyi­
leştirme raporuna göre Müdürlük düzenlenip Bakanlık inşaat Gru­
buna bağlandı. Bu yıllarda Demokrat Parti dönemi başlamıştı . Ordu
mensupları yine yokluk ve zorluk içindeydi. Boğaz ve Trakya tahki­
matlarında görevli İ nşaat Komisyon üyeliğine atandı. Boğazlarda ve
Trakya'da birçok yol ve mevziler ve binalar yaptı. Bunlarda hiçbir hi­
leye asla müsaade etmedi.
1 953-1 955 senesinde İ stanbul Boğazı Deniz Kuvvetleri İ stihkam
İ nşaat Komisyonu'nda İ nşaat Amirliğine tayin oldu. 1 956'da İ stan­
bul Boğazı İ nşaat Komisyon Muavinliği ve Başkanlığını yaptı . Bu
arada burada yapılan yolsuzlukları tespit edip en üst makamlara bil­
dirip, mücadele etti.
1 956 yılı içinde lskenderun- Yarıkkaya arkasında bulunan ve
2000 kotta yer alan dağın tepesine dünyanın en büyük radarların­
dan birinin inşasını tamamlad ı .
6 0 İ htilalinde, "55 Ağa kanunu"nu çıkardı. B u konu anılarında
şöyle yer alır:
"Türkiye'nin doğusunda 55 büyük toprak ağası tespit etmiştim ,
onlar topraklarını bir çeşit kıra! gibi yönetiyorlardı. Köylüler bir par­
ça ekmek için günlerce perişan bir halde çalışıyorlardı. Ben de bu­
nu önlemeye çalışıyordum. Toprağı tüccarın elinden, çiftçiden bede­
linin on yılda ödenmesi şartıyla alıp çiftçiye verdim.Yine dediğim gi­
bi, komünizmden hoşlanmam, sosyalizmi de sevmem. Ancak köy­
lü toprağı olursa ona sahip çıkar, vatanına sarılır, korur. Netice; ge­
rekli olan aracı, tolıum, traktör gibi ihtiyaçları da bir kooperatif altın­
da birleştirerek hallettim . Hükümet çiftçiler tohum verecekti, bu yol-

232
Ergün Poyraz

la çiftçi karnını doyuracak ve komünizme kaymayacaktı . 55 toprak


ağasını doğudan batıya sürdüm. Onlara insanları sömürmemelerini
söylemiş, def etmiştim. Ancak bizden sonra gelenler reformu değiş­
tirdiler. Bu 55 ağa siyasete dönerek 20'si İ nönü'nün CHP'sinden,
35'i AP'den yani Demirel'in mebus oldular. . . "

Ihsan Güven, kendini şöyle tanımlıyordu:


"Yüceler Yücesi Atatürk'ün bilimsel, akılcı, her şeyi kapsayabilen
yüce ışığı dışında hiçbir maddi, manevi fikri (idealizm - realizm - ma­
teryalizm) bunları tam bilerek tanımadım.
Bu maddi manevi ışığı bilmeyenlerle dostluk etmedim. Yüceler
Yücesi Atatürk'ü n yarattığı Türkiye Cumhuriyeti'nin bilimsel, akılcı
evladı olarak her türlli, icabında can pahasına görevleri büyük bir
huzur içerisinde yaptım."
Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, zamanın Başbakanı Bülent
Ecevit, Başbakan Yardımcıları Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz, Ge­
nelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı
H ilmi Özkök ve diğer Kuvvet Komutanlarına kadar her kesime
memleket sorunlarını içeren yüzlerce mektuplar göndermiş, ülke
üzerinde oynanan oyunlara ve tehlikelere dikkat çekmişti.
Mektuplar sadece devlet ricaline değil, her kesimden ilgililere hiç
üşenilmeden gönderilmiştir.
Yine zamanın Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, AKP
Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanları , Devlet Bakan­
ları, Adalet Bakanları, içişleri ve Dışişleri Bakanları, gazetecilere ve
yazarlara belge ve bilgi dolu mektuplar gönderilmiştir. işte bu mek­
tuplardan bir örnek;
"Anayasa Değişikliği,
Yüceler Yücesi Atatürk'ümüzün yarattığı devletimizin ve yurdu­
muzun bekası ile son derece yakından ilgili olan anayasa değişik­
likleri Üzeyir Garih'in öldürülmesi ve ABD'deki terör fırsat bilinerek
son sürat meclisten geçirilmiştir.
Anayasa'da yapılan değişikliklerle:

233
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet


Türk milli menfaatlerine, varlığına, devletin ülkesi ve milletiy­
le bölünmez bütünlüğüne karşı düşünce geliştirmek serbest
olacaktır.

Her türlü rejim değişikliğini savunmak, ırk, din, dil ve mezhep
ayrımına dayalı siyaset yapmak serbest hale gelecektir.

Kürtçe dahil birçok dilin önü açılacak, bölücü ve ayrılıkçı terö­
re çok geniş bir yelpazede zemin ve imkan hazırlanmış ola­
caktır.

Demokrasi kılıfı kullanılarak, hak aramak bahanesi ile yapıla­
cak gösteri yürüyüşleri huzursuzluğa ve hatta anarşiye sebep
olacaktır.

Her türlü devlet düşmanlığını cezalandırmak bir nevi imkansız
hale gelecektir.

Atatürk'ün kayıtsız, şartsız Türk halkına ait olduğunu belirttiği
egemenlik bundan böyle uluslararası kuruluşlar (hakim unsur
Elit olduğuna göre Elit ile) paylaşılacaktır.
Cinayet ve terörün yarattığı gürültülü ve sisli havada hızla ger­
çekleştirilen anayasa değişiklikleri çok üzgünüm ki aziz vatanımızın
içine girdiği Elit'e köle olma sürecini daha da hızlandıracak, devlet
varlığımızı dağılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır.
Bu konudaki sonsuz endişelerimi bildirmeyi ve vatandaşlık göre­
vi olan uyarmayı yapmayı bir mecburiyet telakki ettim . . ."

Ihsan Güven bugün ülkemizde mason ve Yahudilerin egemenli­


ğinde olan 1 2 Eylül döneminde mason Doğramacı tarafından kuru­
lan YÖK uygulamaları ile öğretimin paralı hale getirilmesinden, Ma­
son ve Yahudilerin yönetim veya mütevellilerinde olduğu Vakıf Üni­
versitelerinin, Örneğin, Sabancı, Koç, Dalan'ın Yeditepesi, Mason
İ hsan Doğramacı'nın Bilkent'i, Mason Mehmet Haberal'ın Başkenti,
Işık ve benzeri okullara 3 bin beşyüz dolar ile 7 bin beşyüz dolar
arası parayı yatıramayanlar, yine aynı kurumlara bağlı, servis, kan­
tin, yeme, içme ve barınma masraflarını karşılamayanlar kapısından
bile bakamıyordu.

234
Ergün Poyraz

Ülkemizde Yahudi ve Mason sanayicilerin baskıları sonucu as­


gari ücretin bunların bir öğün yemek parası bile olmayan 380 bin li­
raya denk geldiğini düşünürsek, ülke insanımızın büyük çoğunluğu­
nun Kunta Kintelerin torunlarına gösterilen muamelelerden daha
kötüsüne m uhatap oldukları ortaya çıkar.
Ülkenin orta halli insanlannın çocuklannın gittiği okullara tebeşir
bile vermeyen devletin, bu öğrenci velilerinden bavulla öğrenim be­
deli alan Vakıf okullanna trilyonlan akıtmasının nedeni, yoksul ve or­
ta sınıf' insanımızın okuma haklannı ellerinden almanın demokratik
yolu olsa gerektir.
Ihsan Güven'in zamanın Başbakan'ına 1 3 Ocak 2002 tarihinde
gönderdiği eğitimle ilgili mektubu görelim:
" ... Sayın Bülent Ecevit, Başbakan;
Yüceler Yücesi Atatürk'ümüzün kurduğu yüce yurdumuz ve ulus
devletimiz maalesef Elit'in kıskacına tam girmiş ve artık kıpırdaya­
maz hale gelmiştir.
Yüce Atatürk'ün şekil olarak aramızdan ayrıldığı ilk andan itiba­
ren, onun en önem verdiği ve devletin temel direklerinden saydığı
"Tevhid-i Tedrisat" aşındırılmağa başlamış ve bugün artık fakir halk
çocuklarının önemli bir kısmı en temel hak olan eğitim ve öğretim­
den bile faydalanamaz hale gelmiş, faydalanabilenler de yetersiz
şartlarda (derslik-öğretmen- araç gereç) haddinden fazla öğrenci
sayısı ile ve üstelik de kendilerinin özel durumlarından (açlık-kitap­
sızlık vb.) kaynaklanan büyük mahrumiyetlerle öğrenimlerini sür­
dürme savaşı vermektedirler.
Gazetelere yansıyan haberlerden halkımız, devlet üniversiteleri­
ne çok cüzi ödeneklerin ayrıldığını, buna karşılık vakıf (!?) üniversi­
telerine de büyük yardımların yapılacağını öğrenmektedir.
Devlet üniversitelerinin kalitesinin ve imkanlarının hızla azaldığı
(öğretim üyesi göçü - laboratuar ve malzeme eksikliği - öğrenci sa­
yısının fazlalığı vs.) herkesin malumudur. Hal böyleyken sessiz se­
dasız adeta bir gecede yerden biten mantar örneği gibi kuruluşları

235
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

gerçekleşen , senelik ücretlerini öğrencilerden 5-6 bin dolar seviye­


sinde tahsil eden vakıf (?!) üniversitelerinin imkanlarına imkan ek­
lenmektedir.
YÖK'ün onayıyla Maliye Bakanlığı'ndan yardım alacak üniversi­
teler YOK aracılığıyla açıklanmıştır.
2002 yılı bütçesinden IŞIK Üniversitesi'ne 1 trilyon, KOÇ Üniver­
sitesi'ne 939,4 milyar, BAŞKENT Üniversitesi'ne 2 trilyon 876 mil­
yar, B İ LKENT Üniversitesi'ne de 7 trilyon 2 1 1 milyar olmak üzere
toplam 1 2 trilyon 37 milyar lira yardım yapılacağı YÖK tarafından
açıklanmıştır. (Bizim Gazete, 7 Aralık 200 1 , sf. 4)
Geçtiğimiz yıl da (200 1 ) vakıf (!?) üniversitelerine yapılan devlet
yardımının 1 6 trilyon lira olduğu gazetelere haber konusu olmuştu .
Sadece bu son iki yılda, ülkemizdeki yüksek öğrenci kitlesinin
çok küçük bir azınlığına sunulan 20 milyon dolarlık bu imkan, vatan
evladı çoğunluktan sakınılırken ve üstelik de devlet üniversitelerinin
öğrencilerinden alınan öğrencinin öğretime katkı payının dört kat
yükseltilmesi; zekası, azmi ve çalışkanlığı ile yüksek öğrenim imka­
nını binbir zorlukla yaratmış bu fakir ve çilekeş vatan evlatlarının bu
imkanını ellerinden almak demek, doğru tabiriyle gasbetmek de­
mektir.
Vakıf (?!) adı verilen bu üniversiteler her bakımından yüktürler.
Hatta bu millet ekonomik, sosyal ve siyasal bu en kötü günlerinde
bu yükü sırtında taşımağa mecbur olduğu bir maymun gibi telakki
etmektedir. Çünkü , bu adı üniversite, gerçekte ise kendileri içi boş
bir "Etki Kulübü" olan binalarda dört profesörlü , üç branşlı (fakülte!!)
etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Bu etkinlikler zaman zaman "Pat­
ronlar kulübü" tarafından "Demokrasi Raporu" veya "Anayasa Ra­
poru" vb. adlarıyla şaşaalı toplantılarla tanıtılmaktadır.
Türkiye'mizin dokusunu gevşeten her fikir genellikle bu ü niversi­
te adlı "Etki Kulüpleri"nde olgunlaştırılmaktadır. Elit'in hakimiyetinde
"Tek Dünya Devleti"nin ideolojisi ve politikaları bu "Üni-Etki Kulüp­
leri"nde bazen bir dergi olarak çıkarılarak (Bilgi Üniv. "Foreign Po-

236
Ergün Poyraz

licy" dergisi, hedef: ulus devlet) veya bir rapor olarak (Bahçeşehir
Üniv. "Anayasa Raporu", Prof. S üheyl Batum) yayınlanarak yüce
halkımıza sunulmakta, devlet kadrolarına da empoze edilmektedir.
Bu "Üni-Etki Kulüpleri"nin en doğal yandaşları da "azınlıklar",
"inançlar" vs. ile ilgili rapor hazırlamak ve etkinlikler düzenlemekle
ünlü bir kısım yurt dışından para aldıkları da sabit olan "sivil toplum
örgütleri"dir. (Müdafaa-i Hukuk dergisi, "Şifre Çözücü: Democracy
Project", Mustafa Yıldırım)
Gerek vakıf (!?) üniversiteleri gerekse bu bir kısım "sivil toplum
örgütleri", Tek Dünya Devleti'nin kuruluşunun Türkiye'ye düşen pa­
yının Araştırma Geliştirme (ARGE) bürosu olarak görev yapmakta­
dırlar.
Elit'in Türkiye'ye özgü kolu olan ve Sabatay Sevi (Şabtay
Zwi)'ye bağlı olmalarıyla tanınan bir grubun asırlardır devam eden,
bilimi ve kendilerine özgü bilgileri kendi mensuplarına aktarmak için
kurmuş oldukları "Fevziye Mektepleri" adıyla tanınan kurumların en
bilinenlerinden Işık Lisesi'nin yüksek kısmı IŞIK ÜN İ VERS İ TES İ 'ne
de devletin bu yardımından 1 trilyon gibi yüksek bir meblağ düş­
mektedir.
Daha çok kendi cemaatının mensuplarına eğitim ve öğretim sun­
masıyla tanınan bu kurumlara zaten çok zengin (hatta en zengin)
olan bu cemaat bütün imkanları sunmaktadır. Bu vatanın evlatları­
nın açlıktan ve soğuktan donarak öldükleri (eğitim ve sağlıktan artık
bahsetmek imkanı kalmamıştır) bu felaket ve karabasan günlerinde
bu cemaatın eğitim kurumuna bu yardımı yapmanın, köleler, köylü­
ler ve askerlerin bir yandan düşman kılıçlarıyla, diğer yandan açlık
ve salgın hastalıklardan kitleler halinde kırıldığı ortaçağ günlerinde,
efendilerin sıcak şatolarında sadece kuş sütünün eksik olduğu ve
sefahatin doruk noktasının yaşandığı eğlencelerden anlam olarak
hiç farkı yoktur.
Ülkemiz toprağı ve insanıyla bir felaketin önündedir. Yüceler Yü­
cesi Atatürk'e olan vefa duygunuzdan dolayı gereğini yapacağınız,

237
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

hiç olmazsa bu son adaletsizliğe müdahale edip, bunu önleyecek


tedbirleri aldıracağınız inancı içindeyim . . .
"

Cumhur Asparuk- Ihsan Güven Telefon Görüşmesi


İ hsan Güven ülkesi için gerekli gördüğü konularda herkesimden
insanla görüşür, bilgi ve belge aktarır onları uyarırdı:
" ... CUMHUR ASPARUK: Geçen sene Mart ayında Hindistan'a
gitmiştim . Orada adamlar Uzay araştırma merkezi kurmuş. O mer­
kezde "satellite " (uydu) yapıyorlar uzaya atıyorlar. Bunlar muhabe­
re "satellite"ları oluyor veya keşifle ilgili oluyor. Cinsine göre keşfi
değişiyor.
İ . GÜVEN- Yani dünyaya hakimler.
C.ASPARUK- Nükleer hizmet veriyorlar. Nükleer santral yapı­
yorlar. Atom bombası yapıyorlar.
İ .GÜVEN- İ neği serbest bırakanlar bunları yapıyor!
C.ASPARUK - Evet. Burada dikkatimi çeken konu; bu Hindis­
tan'daki brifingde bize şöyle bir bilgi verdiler. Uzayda bu dönen "sa­
tellite"lardan elde ettiğimiz bilgilere göre sizin de özellikle Güney ve
Güneydoğu Anadolu'daki petrol yataklarımızın dünyanın, en kaliteli
petrolü olduğunu, şu anda sizin de yazdığınız gibi 5000 m derinde
olduğunu söylüyorlar. Onlar da rakam olarak aynı şeyi veriyorlar.
Şu anda n ükleer santrallerde uranyum kullanıyorlar. Bunun çevre­
ye büyük zarar verdiği malumunuz. Bunun için artık düşük rezervi
bulunan toryuma dönüyoruz diyorlar.
İ .GÜVEN- Evet, tor da var.
C.ASPARUK - Şimdi ben sizin yazdığınız gibi ve bu Avrupa Bir­
liği'nin G üneydoğu Anadolu'da Kürt halkıyla fazla ilgilendiğini, bura­
da bağımsız Kürt Devleti kurmak amacıyla kendi hegemonyalarına
almak için bir Kürt devleti kuracaklar. Buradaki mevcut petrol re­
zervlerini ve mevcut nükleer enerjinin ham maddesini bulacaklar.
l .GÜVEN - Bir şey daha var. Gurkalık yaptıracaklar. Hindistan'da
Gurkalar vardı biliyorsunuz, lngilizlerindi. Onları affedersin, oraya
bekçiliğe, sopayla kovalamaya adam koyacaklar.

238
Ergün Poyraz

C.ASPARUK - Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu'nun bir tespiti de, IMF


Borları özelleştirmek için bazı şartlar koydu. Bizim ne birinci ne ikin­
ci ne üçüncü niyet mektuplarından ne bunlara gelen cevaplardan
hiçbir şeyden haberimiz yok. Yani bizim vatandaşlar olarak bunla­
rın hiçbirinden haberimiz yoktu ki. Bunlar oturmuşlar, devleti parsel­
lemişler satıyorlar, anlaşma yapıyorlar.
İ .GÜVEN - Hay efendim, gözlerinizden öpeyim ! İ lk defa böyle
doğru bilen bir vatan evladına rastladık. Biz bunların hepsini yazdık.
Bir şey söyleyeyim mi evladım; önce o yürümesini bilmeyen Ecevit
denilen, komünist şapkalı dolaşıp da ne olduğu belli olmayan, baş­
ta olmak üzere 1 7 kişiye yazdık bundan evvel, hiçbirisini de sakla­
mıyoruz. Bundan evvelki çalışmalarımızı da gönderdik.
C.ASPARUK - Bu sizin bilgisayarınızda var mı 1 8.01 .2000 tarih-
li?
! . GÜVEN - Beyefendi, bende bunlar belge olarak, detay olarak
var. Bilgisayarımda değil. Hepsini hemen postalayabiliriz.
C.ASPARU K - Dün akşam Milli Güvenlik Kurulu toplantısının he­
men gecesinde Genelkurmay Başkanıyla; 'Biz burada birbirimizi
göremiyoruz, hep böyle toplantılarda görüyoruz, bari akşam da eş­
lerimizle beraber olalım' diye yemek tertip ediyoruz. Herkes bir şey
planlıyor. Dün akşam Hava Kuvvetleri'ndeydi sıra. i ki ayda bana
geldi sıra.
!.GÜVEN - Gözünü seveyi m paşam, daha evvele al! Ben istik­
balimi hazırladım. Ben sınıfımın en genciydim. Ben af edersin, ls­
tanbul Erkek Lisesi'nden sonra Kuleli'ye gittim . Sınıfımın matema­
tik, fizik kimya birincisiydim, bir sürü mektep okudum. Kıdem aldık.
Orta Doğu'da filan falan . Ve affedersin Türkiye'nin en tepesinde,
1 961 senesinde en yetkili adamdım, gizli olarak. Bunları yaptım, iki
de kıdem almıştım, terfi edecektim , hepsini bıraktım gittim. Kaçtı­
ğımdan değil efendim. 1 961 Pazartesi günü, 25 Ekim, saat 5'de ih­
tilal yapılacaktı yeniden . Bütün o ihtilal dosyasını hazırlayan adam
bendim. Nasıl yaptım? Ne yapılacak? Kim gelecek? Benim bulun-

239
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

duğum zaman 27 kişiyi devletin en yetkili işlerine tayin ettim . Neler


yaptık! Ve affedersin, kendimiz bir şey beklemeden, üzülerek! On­
lar beni ayırmadılar efendim ben kendim ayrıldım. Hatta kavga etti­
ler benimle. "Niye ayrılıyorsunuz?" dediler. "Benim bildiklerimi bilse­
niz sizi vurmam lazım, kusura bakmayın arkadaşız" dedim. Netice;
sizin sesiniz beni ümitlendirdi.
Yazıyoruz çiziyoruz. Bu gün memleket satıldı! Bütün niyet mek­
tuplarının irdelemeleri de yapıldı. Neler tatbik edildi? Bunlar kabaca
var sizde. Ne yapıyorlar? içinde ne pislikler var? Dünyada 90 mille­
ti bu hale getirmişler. Bunları yapan Elittir. Eliti biliyor musunuz, bil­
miyorum !
C.ASPARUK: Tabi!
l . GÜVEN - Efendim Elit başka! ABD'nin merkez bankası yoktur.
CFR vardır, Federal Resevre vardır, patron da odur. Doları çıkaran
odur. FDR'nin sahipleri de petrol şirketlerinin sahibidir. Elit de ma­
alesef, bizim sevgili dostumuz, bizim ırkımızdan olan Yahudilerdir.
Yahudiler, biliyorsunuz, iki kısımdır. Yahudiler Sefardim ve Eşkena­
zidirler. Yüzlerce kitabımız-belgemiz var bizim, tetkik ettik.
C.ASPARUK - Ne olduğu belirsiz adamlar çıkıyor zaten. Hiç um­
madığımız tipler çıkıyor.
İ . G ÜVEN - Beyefendi, Türkiye'deki adamların listeleri bile var
bizde, bunlar kimlerdir diye bunların hepsi hazır. Elit FDR sahibidir.
Yahudi bankasıdır. Avrupa'nın bir kıymeti yok. Attı Avrupa'yı, Avru­
pa öldü . Markın değeri yok. Bunları biliyorsunuz, yazmıştık size.
Elit, yerli işbirlikçileriyle çalışıyor
C.ASPARUK - Aynı oyunu TELEKOM'da oynamışlar.
l .GÜVEN - Evet oynuyorlar.
C.ASPARUK - Neymiş efendim yabancı olacakmış yönetim ku­
rulu!
l . GÜVEN- Hay teşekkür edeyim size. Minnettarım bilen bir kişi
çıktı .
C.ASPARUK - Dün Cumhurbaşkanıyla konuştum.

240
Ergün Poyraz

! .GÜVEN - O da bir şey bilmiyor ki. Bir şey söyleyeyim mi efen­


dim; ben bu yaşta, şimdi biz ekip olarak internetten , gazeteden her
şeyi alıyoruz. Maksatlı olmayan bir topluluğuz. "Yüceler Yücesi Ata­
türk' ün yarattığı" tabirini kullanıyoruz. Dikkat edin. "Atatürk ten baş­
ka büyük adam tanımıyoruz" demektir efendim . .
C.ASPARUK - Öyledir efendim.
! . GÜVEN - Ama bilerek, şuurlu olarak! Hayatım boyunca oku­
dum ben, kitap okumak marifet değil özetleyip memlekete faydalı
olmak marifettir.
Ve hetice; elimden geleni yaptım. 1 961 'de yapamayışlarının se­
bebi bizim içimize Eliti sokmuşlardı. Mesela Mukbil Gökdoğan var­
dı, Bayındırlık Bakanlığı'na getirdiler. Orhan Alsaç da onun muavini­
dir. -Üstadlardan .- Mukbil Gökdoğan'a 237 kişi -evvela Süleyman
denilen hırsızı- attırdım. Kutan falan bunların hepsini tanırım, sicille­
rini bilirim. Bunlar yanıma gelemezlerdi sultancım. Netice şunu söy­
lemek istiyorum : Eğer bize Elitin bunu . yaptığını bilebilirsek, bizim
.

içimizde dönmeler var biliyorsun. lsmail Cem ipekçi Yahudi, dön-


me. Olur mu böyle şey? Bir tane değil bir sürü .
C.ASPARUK - Aynen öyle efendim!
İ .GÜVEN - Evvelsi gün Hazine Müsteşarı telefon etti. Bir de Te­
mizel var, bankalara bakan. "Üzülmeyin İ hsan bey" dedi. Açtım ağ­
zımı yumdum gözümü, "Ben çocuk değilim. Ben sizden hiçbir şey
beklemiyorum , menfaat de beklemiyorum ama yaptığınızı takip
edeceğim, yanlışsınız" dedim. Merkez Bankası Müsteşarı Elittir. Bil­
miyorsunuz! Adamın işbirliğiyle hızla çıkardığı kanunlara bakın.
Cumhurbaşkanına da yazdım, kimseyi kaçırmadım ben kusura bak­
mayın. Hesap vermeye hazırım , belgeli!
Kitap elinize geçti mi bilmiyorum. 237 sayfalık? Dikkat edin hep­
si belgeli . Evvela yabancı kaynaklardan. l nternetten alınmış 500
sayfalık kitapların özetleri çıkmıştır. Bunlar hiçbir teşkilatta olamaz.
Çünkü affedersiniz arkadaşlar yan yana gelmiş, bir fikir birliğinde­
ler. Her türlü izmi reddederim . Komünizmi faşizmi bitirelim. Türküm!
Türk milletinin evladıyım!

24 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bakın ben 1 961 'de yatırımlar için, Devlet Su lşleri'ne Neşet Ak­
mandor'u tayin etmiştim , Kara Yollarına Tahsin Önal'ı , sonra ikisi de
vekil oldu . İ ller Bankasına, Selahattin Babüroğlu denen bizim sınıf­
tan bir adamdı, "gelin" dedim "yatırımları doğuya vereceğiz." "Ne­
den, doğulu musunuz?" dediler. "Doğulu değilim. Türküm." Atla on
sene dolaştım ben orada. 1 4 yaşında kız dağa çıkar mı? Doyur kar­
nını eğer bir şey kalırsa yuh efendim!
irticayı önlemek mi istiyorsunuz? Bakın söyleyeyim çok basit;
Fikre fikirle mücadele edeceksiniz. Alacaksınız "irtica" isteyen ada­
ma evvela dinleri öğreteceksiniz. Sonra felsefeyi öğreteceksiniz.
Ondan sonra ateizmi, materyalizmi. Ben ateist değilim ama bilerek
değilim, bilerek! Benim için büyük insan Atatürk'tür. Efendim sesini­
zi duydum çok sevindim. Daha da konuşuruz. isterseniz her türlü
belge göndermeye, her an çalışmaya hazırız. Hiçbir şey beklemiyo­
ruz, ihtiyacım yok!
C.ASPARUK - . . . . . . Ben şimdi sizin bana göndermiş olduğunuz
kitabı bitirdim. Ben o kitabı dediğim gibi, dün akşam yemekte Ge­
nelkurmay Başkanı ve diğer kuvvet komutanlarının da bulunduğu
bir ortamda "Bir önemli binbaşımız bana her zaman gönderiyor bu
son gönderdiği çalışmada gerçekten IMF ile ilgili olan son uygula­
maların sonuçlarının nereye varacağını göstermiş" dedim . Çünkü
buradan şöyle bir gerçek ortaya çıktı . Yani, I M F ye demişiz ki bor­
ları vereceğiz. Yahu dünyadaki rezervin %63 ü bu. Bunun 250 yan
ürünü çıkıyor ve bunlar stratejik madde. Uzayda kullanılan ve yanıl­
mıyorsam görünmezliği temin eden yine bu madendir.
İ .GÜVEN - Evet öyle efendim!
C.ASPARUK - Yani bu kadar affedersiniz enayiyiz. Bunu özel­
leştirecek! .. Kim özelleştirecek bunu? Amerika bulacak buradan iki
tane yalakasını, "hadi ortak girelim" diyecekler. Zaten adam borun
%60'ını tutuyor, biz hammadde olarak %63'ünü tutuyoruz. ABD
% 1 2'sini tutuyor.
İ . GÜVEN - Bütün rakamları biliyorsunuz, çok hoşuma gitti.

242
Ergün Poyraz

C.ASPARU K - Ve dolayısıyla boru peşkeş çektiler. Genelkur­


may'a söyledim. Dedi ki: "Bu stratejik maddedir. Bunun kanunu var,
hiçbir şekilde özelleştirilemez" dediler.
l .GÜVEN - Kanunu yok efendim. O baştaki, o yürümesini şaşır­
mış kasketli herif var ya o! Mesela Vural Savaş'ı tanırım. Diğerini
Nuh Mete Yüksel'i de tanırım. Hepsiyle ahbabız. Şunu söylemek is­
tiyorum, bakın efendim bir furya başladı. ilk defa Türkiye'de Genel­
kurmay Başkanı'na, hepsine gönderdik efendim.
Ne � lurdu okumak zahmetine katlanıp da "Yahu kardeşim ne di­
yorsun? Sen nesin? Kimsin?" sorsalar. Hazine Müsteşarı ile Temi­
zel söyledi. Temizel'e dedim ki "Ben seni takip ediyorum. Yaptığın
yanlıştır". Son olarak borsa oynadı biliyorsunuz. 7,5 milyar doları pi­
yasaya verdiler. Yani zenginin kaybettiği parayı veriyorsunuz herife .
Şimdi göreceksiniz borsa eskisi gibi 5000-4000'e inecek. Oynuyor,
oynatacak. Japon'u oynattı. Dünyada 90 milleti mahvettiler.
C .ASPARU K - Ben şu gönderdiğinizden bir kopya istiyo­
rum . . . Çünkü bana gönderdiğinizin ben çok önemli yerlerini ispirtolu
kalemlerle çizdim.
l . GÜVEN - Hepsini göndereyim. Bizde her belge vardır. Bizim
arkadaşlar arasında dünya literatüründen toplayıp 500 sayfalık kita­
bı hiçbir menfaati olmadan vatan aşkına üç günde özetleyip sunan
arkadaşlarımız var. Öyle, bir tek kişinin yiyeceği nane değil bu. Ama
ana kültür diye söylüyorum, Türkiye hakkında yanlış bilgi vermişler
size petrolde. Türkiye'nin her tarafında petrol var. Her tarafında! He­
sabı yok efendim! ligi olarak 1 960'da başladım ben bu işe.
Netice şunu söylemek istiyorum, ne olur efendim, her bilgiyi is­
terseniz seve seve memleket evladı olarak size gönderirim . . .
Türkiye'de oynanan oyun petroldür. Petrole hakim olan dünyaya
hakim olur biliyorsunuz. Geçen sene FDR, ABD'nin Merkez Banka­
sı değil- 500 milyar dolar bastı sattı piyasaya. Hayali para, yani al­
tın karşılığı değil. Petrol altından kıymetli. Yahudi'nin onda dokuzu
Hazar Türküdür. Bizim millet atıyor dünyaya kazığı. Barak var bili-

243
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yorsunuz. O da Hazar Türküdür. Onun için şimdi Sefardimler onu


istemiyor. Yerine eski bir generali geçirmeye çalışıyorlar. Bu oyunu,
tepesini, nereden geldiğini bilmedikçe olmaz. Avrupa bizi sömürü­
yor. Gümrük Birliği ile yapıyor. Bitmiş! Benden ne alacak? Boru da
aldı diyelim ki, "Petrolü çıkarmam" diyor zaten. Mühim olan şu; ben
ırkçı değilim, doğulu değilim, Türküm! "Doğuya yardım ediyorsun,
nesin?" dediler. Doğulu değilim, Türküm!
Sizin sesinizi duyunca ferahladım . . . . Şu bakımdan ferahladım,
siz geniş bir bilgiyle beraber bir birleşim gösterdiniz. Dünyadaki pet­
rol yataklarının Türkiye'de olduğu hakkında.
Adana ovasındaki petrolün hesabını biliyor musunuz? Ben bir
zaman lskenderun'da radar yaptım, Türkiye'nin en büyük radarıdır.
Biliyor musunuz?
C.ASPARUK - Evet orayı biliyorum. Yarıkkaya'nın üzerindeki. . .
İ .GÜVEN - İ şte o radarı yapan herif benim efendim. Meşhur!
C .ASPARUK - (Gülerek) Estağfurullah.
İ .G ÜVEN - Onun üzerine beni İTÜ ye gönderdiler. %5 ini 2,5 se­
nede yapmışlardı. Belgeli rapordur bu, resmi. 2.5 ayda %85'ini yap­
tım . Onun üzerine takdirname verdiler, üniversiteye gönderdiler. Bir
sürü ü niversite okudum zaten. Netice; her şey hakkında çok geniş
literatür var efendim. Her şey hakkında, ne isterseniz, dinler.....
Size bir de şeyi gönderelim efendim; laf olsun diye, Süleyman
Ateş'in "Gerçek Din Bu" diye -o zamanki lstanbul Harp Akademisi
Komutanı'na göndermiştim o kitabı- Turan Dursun'a verdiği bir ce­
vap var, 3 cilt onu gönderelim. Onun sözünden aldım, kendim yaz­
sam olmaz. "Alın bakın" dedim "Gerçek Din Bu." Kendisine de gön­
derdim. Bilmeyerek yediği naneler var. Onu göndereyim size bir ba­
kın efendim. Ateist değilim. Ama bilinçli olarak. Bilmem ne dininden
de değilim. Atatürk'ü tanırım! İnsan yücedir insan! Ben Müslüman
geçinenlere bazı laflar daha söylüyorum .
C.ASPARUK - (Gülerek) Tabi, n e diyorsunuz?.
İ . GÜVEN - Ben diyorum ki "İnnellahu halekel ademe ala sureti-

244
Ergün Poyraz

hi" -Ben çok iyi bilirim.- Yani "Biz insanı kendi suretimizde, kendimi­
ze benzer yarattık." Diyoruz ki "Ey herifler demek Allah'a benziyor­
muşsunuz. Öyle diyor kendileri." Sonra "Ve nefahtü min ruhi" diyor
Necm suresinde, demek içinizde Allahlık da var. Kendinize bilme­
yerek sağda solda şeyh, derviş, baba, ana falan arıyorsunuz. O
Fethullah hakkında da kitaplar yazmıştık. Hocasının Urfa'da gebe­
rip bütün şehri kokuttuğunu da yazmıştık. Ondan sonra yayınlandı.
Akademi Komutanı, efendi bir adamdı "Bu kitapları bizde tutup da
kütüphqnemize koymamıza izin verir misiniz?" dedi. Ben de cevap
verdim "Kafanıza koyun , kafanıza!"
Yani şunu söylemek istiyorum, çok büyük hizmet edeceksiniz
Türkiye'ye. Benim bir şey beklediğim yok, ihtiyacım da yok! Lütfen
rica ediyorum efendim, ne olur, ne isterseniz yapmaya hazırım. Her
türlü belgeyle, belgesiz konuşmuyoruz. Bizde belgesel olmayan
hiçbir şey yok. Bakın, kitabın başına baktığınız zaman "Allahoğlu"
lafına, bütün koyduğumuz belgeler batı kaynaklıdır evvela, bizim la­
fımız değil, ondan sonra Türkiye'deki heriflerin yediği naneleri koy­
duk, bi taraf olsun diye.
Bana telefon ederseniz ne isterseniz yapmaya hazır olduğumu
söylüyorum. Şükranlarımla, benden küçüksünüz ama . . . Öyle de­
ğil . . .
C.ASPARU K - Ben b u gönderdiğiniz kitabı Kuvvet Komutanları­
ma söz verdim, onlara göndereceğim birer kopya .
l .GÜVEN - Biz hepsine gönderdik ve bütün ordu komutanlarına,
Genelkurmay Başkanı'na.
C.ASPARU K - Bu şeyi gönderdiniz mi, bana son gönderdiğinizi?
l.GÜVEN - Hepsini gönderdik efendim. Okusunlar. Dayanama­
dık "lütfen okuyun" diye yazdık. Namus yetmiyor sultancım, vatan­
perverlik yetmiyor. Bakın üç dört sene sonra paşa olacaktım bırak­
tım, kaçtım gittim . Kaçtığımdan değil. Hatta söylüyorum hazırladım,
baktım olmuyor, anlatamıyorum . Benim istediğim şu: ne yapacağını
bilmeyen iş başına gelirse olmuyor.

245
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bakın 1 970'de ki Cihat Alpan ahbabımdı, 24 isim verdim ertesi


gün 1 3 tanesini müsteşar, umum müdür yaptı. 1 970 senesinden ön­
ce Süleyman denen hırsız, Adnan Başer Kafaoğlu'yla - benim ya­
nımda çalışıyordu- haber göndermiş, "Söyleyin ben adam seçemi­
yorum o seçsin" demiş. Adnan'a "O hırsız adam doğru yapmaz, na­
mussuzun tekidir" dedim Adnan'a. Maliye Bakanı oldu ya sonradan .
C.ASPARUK - Bu şey var ya efendim, .... Yapanları şimdi onları
cezalandırıyorlar.
İ . GÜVEN - Mahsus yapıyorlar.
C.ASPARUK - Susturmak için efendim .
İ . GÜVEN- .... Bakın Yılmaz denilen herif var. Yılmaz'la beraber
aynı , Sultanahmet'te i ktisat Fakültesini okudular. Sınıf arkadaşıyla
beraber büyük Ambarlı Santrali'ndeki fuel-oil brulörlerinin -elektrik -
ihalesi için rüşvet aldılar. Bu güne gelelim! Geçmiş- mazi, baban da
bilir. Bugün için her türlü hizmete hazırı m . Belgesel! Çok çalışmala­
rımız var, göndermedik.
C.ASPARUK - Sağ olun teşekkür ederim.
İ . GÜVEN - Estağfurullah, siz sağ olun . . .
"

Ihsan Güven'i de Kaybettik


Ihsan Güven kendisinden en son haber alınan gün olarak görü­
nen 30 N isan 2004 tarihinde öldürüldü.
4.5.2004 tarihli Sabah Gazetesi "Tarikat lideri ve eşine infaz"
başlığı ile çıkıyordu. Diğer gazeteler aynı başlıkları kullanıyordu . Ay­
lar süren tarikat iftiraları sonucunda Ihsan Güven ve eşi evlerinde
Türk ve Türkiye düşmanları tarafından silahlı saldırıya uğrayarak,
hayatlarını kaybediyorlardı . Haberler gazetelerde şu şekilde yer alı­
yordu :
" ... Dost Tarikatı'nın kurucusu Ihsan Güven ile eşi Sibel G üven,
Tuzla'daki evlerinde başlarına birer kurşun sıkılarak öldürülmüş bu­
lundu
Beş gün önce işlenen cinayetler, felsefe öğretmeni Sibel Gü-

246
Ergün Poyraz

ven'in okula gelmemesi üzerine meraklanan arkadaşlarının polisi


aramasıyla ortaya çıktı.

iki Adet Boş Kovan


Evde inceleme yapan polis, iki adet boş kovan buldu. Olayda
susturucu kullanıldığı sanılıyor.

Şarkıcı Çelik'le Gündeme Geldi


Emekli Binbaşı Ihsan Güven'in Dost Tarikatı, 2. eşi Ayşe Er­
soy'un iddialarıyla duyuldu. Ersoy, bestelerini çalmakla suçladığı
Çelik'in de bu tarikata üye olduğunu öne sürmüştü . . . "

Olayın ortaya çıkışı basında şöyle yer alıyordu:


" ... Şarkıcı Çelik'in de üyeleri arasında bulunduğu Dost Tarikatı li­
deri İ hsan Güven (80) ile öğretmen eşi Sibel Güven (41 ) Tuzla'- da­
ki evlerinde silahla kafalarına birer el ateş edilerek öldürülmüş hal­
de bulundu. Cinayetin yaklaşık 5 gün önce işlendiği tahmin ediliyor.
Pendik İ mam Hatip Lisesi'nde 7 yıldır felsefe öğretmeni olarak çalı­
şan Sibel Güven, 5 gün boyunca okula gitmedi . Güven'i merak
eden arkadaşları, telefonlarından kendisine ulaşmaya çalıştı. Ancak
telefonla da Güven'e ulaşamayan arkadaşları, okul yönetimi aracı­
lığıyla polise başvurdu. Dün akşam saatlerinde Sibel Güven'in eşi
İ hsan Güvenile birlikte yaşadığı Tuzla Havuzlu Sitesi B Blok'- taki
evlerine gelen polis, kapıyı defalarca çaldı, ancak açan olmadı. Bu­
nun üzerine çiftin komşuları ile görüşen polis, I hsan Güven ile eşi­
nin yaklaşık 5 gündür ortalarda görünmediğini öğrendi. Bu gelişme­
ler üzerine nöbetçi savcının izni ile kapıyı kırarak içeri giren polis,
çiftin kapının girişindeki cesetleriyle karşılaştı ... "

IBDA-C ve Tek Kurşun


Necip Hablemitoğlu olayında olduğu gibi, aynı kaynaktan basına
yapılan servislerde olayı İ BDA-C'nin üstlendiği , İ hsan Güven'in
otopsi raporlarına da dayandırılarak "tek kurşunla" öldürüldüğü ak­
tarılıyordu:

247
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

" . . . Tuzla'daki evlerinde önceki akşam kafalarından kurşunlanmış


olarak bulunan Dost Tarikatı lideri , emekli Binbaşı Ihsan Güven ve
Felsefe öğretmeni eşi Sibel Güven'in ölümlerinin arkasındaki sır
perdesi varlığını koruyor. Karı kocanın tam evden çıkmak için hazır­
lanırken öldürüldükleri belirlenirken, cesetler bulunmadan sekiz sa­
at önce bir gazeteye gönderilen IBDA-C imzalı e-mail kafaları karış­
tırdı.
Çifte cinayeti çözebilmek için çok yönlü soruşturma yapan polis,
İ BDA-C imzalı e-mail'in olayı saptırmak için gönderilmiş olabileceği­
ni
. öne sürdü. Ancak, yapılan incelemede Dost. Tarikatının, yasadışı
IBDA-C örgütünün cezaevindeki lideri Salih izzet Erdiş (Mirzabe-
yoğlu) hakkında araştırma yaptığı iddiası üzerine, İ hsan Güven'in
bir süre önce örgüt tarafından tehdit edildiği ortaya çıktı.
Çifte cinayetin dört-beş gün önce işlendiği belirlenirken, önceki
sabah Vatan Gazetesi'ne gönderilen yasadışı IBDA-C örgütü imza­
lı e-mail ile olayın ihbar edildiği belirlendi. Gazeteye gelen e-mail'de
şöyle denildi:
. .
'istasyon Cd. istasyon Mh. Havuzlu Sitesi B Blok Daire 1 3'de
Tuzla/lst.'daki evinde Atatürkçü Dost Tarikatı lideri Kumandan Salih
Mirzabeyoğlu'na uygulanan telegram işkencesinin baş sorumlusu
sanatçı(!) Çelik Erişçi denilen lavuğun akıl hocası emekli binbaşı İ h­
san Güven dün 30 Nisan Cuma saat 1 4 .00 civarında IBDA-C Sa­
vaşçıları tarafından kafasına sıkılan tek kurşunla gebertilmiştir. Re­
fakatçisi kadın da karnından yediği tek kurşunla öldürülmüştür.
Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu'na uygulanan telegram iş­
kencesinin tüm kadrosu bilgimiz dahilindedir. Köpekler sıralarını
beklesinler! ..
Ya Şeriat Ya Ölüm ! ! !
Yaşasın IBDA-C
Yaşasın Kumandan Salih Mirzabeyoğlu
Yaşasın Ehli Sünnet Mücadelemiz
Allahu Ekber! ! ! ! ! '

248
Ergün Poyraz

Gazete görevlilerinin Tuzla Polisi'ni arayarak böyle bir olay olup


olmadığını sordukları ve 'Hayır bize gelen bir bilgi yok' cevabını al­
dıkları belirlendi.
Polis olay sırasında, beş katlı apartmanın en üst katındaki daire­
nin girişindeki holde üst üste bulunan iki cesetten Sibel Güven'in
ayakkabılarının giyinik olduğunu, siyah takım elbise giyen İ hsan
Güven'in ise sol ayakkabısının ayağında olduğunu belirledi. Karı ko­
canın son olarak 30 Nisan Cuma günü saat 1 3.00 sıralarında bir ya­
kınlarını arayarak dışarı çıkacaklarını söyledikleri belirlendi. Kapıda
herhangi bir zorlama izi olmadığı, anahtarın da iç tarafta ve kilidin
üzerinde olduğu kaydedildi. Bunların karı-koca G üven'lerin tam dı­
şarı çıkacakken saldırıya uğradıklarını gösterdiği ifade edildi.
Evde yapılan incelemede hiçbir yerin karıştırılmadığı, cesetlerin
Üzerlerinde ve çantalarında bulunan cep telefonu ve cüzdanları da­
hil hiçbir eşyanın alınmadığı, yatak odasındaki bir çekmecede bulu­
nan 40 milyar liraya da dokunulmadığı belirlendi .

Kitap Hedef Gösterdi


IBDA/C'nin, 'Telegram-Zihin Kontrolü' kitabını işaret etmesi .üze­
rine polis olayı bu yönden araştırmaya başladı . Yasadışı örgütün
Kartal Cezaevi'nde yatan lideri Salih izzet Erdiş'in (Salih Mirzabe­
yoğlu) yazdığı ve İ BDA Yayınevi tarafından 2003'te yayınlanan ki­
tapta kendisine uygulandığını öne sürdüğü zihin kontrolü ve işken­
ce sonunda intihara kalkışmasından, İ hsan Güven'i sorumlu tuttuğu
ortaya çıktı.
Örgütün internet sitesi www.akademya .org'da kitabın tanıtımıyla
ilgili bölümde, şu ifadeler yer aldı: 'Peki iBDA Mimarı'na 'Telegram
işkencesini' uygulayanlar kimlerdi? Bizzat i BDA Mimarı'na bu saldı­
rıyı yapanlar, yani 'Dost Tarikatı' zümresi ve onların elebaşı, çete li­
deri l .G, kendi ifadeleriyle eserde konuşturuluyor.' Kitabın ' 1 . Lev­
ha: Perde Arkası Şah Mat' bölümü, 1 3'ncü sayfasında Ihsan Güven
şu sözlerle tasvir ediliyor:

249
Tarikat, Siyaset, ncaret ve Cinayet

'80 yaşlarında parkinson hastası bir manyak; ama öyle alelade


soydan değil de, kitabi yönü zengin zannedilen muhteşem bir man­
yak . . . Tehlikeli bir zır deli. Ama bütün örgütüyle -belki de- talihsizli­
ği, belasını bulmak üzere bana çatmış olması .. .'

Adli Tıp Raporu


Kafatasında birer kurşun bulundu.
Adli Tıp Kurumu tarafından cesetler üzerinde yapılan inceleme­
de Ihsan Güven'in sol kaşının hemen üzerinden giren ve başının
sağ tarafından çıkan bir mermi, Sibel Güven'in ise boynundan girip,
kafatasına saplanan bir mermi ile hayatını kaybettiği belirlendi. Olay
yerinde bulunan 2 adet 7.65 mm. çapında boş kovan ile mermi çe­
kirdeklerinin incelemesinde silahın lstanbul'da başka herhangi bir
olayda kullanılmadığı anlaşıldı. Mermi kovan ve çekirdekleri yurt ça­
pında araştırılması için Ankara'ya Emniyet Genel Müdürlüğü Mer­
kez Kri minal Laboratuarı'na gönderildi. Evdeki bilgisayar ve disket­
ler Ankara'ya yollandı . . .
"

Ne Yaman Çelişki
Yazının başında belirttiğim gibi, Necip Hablemitoğlu olayında ol­
duğu gibi, aynı kaynaktan basına yapılan servislerde olayı İ BDA­
C'nin üstlendiğini, İ hsan Güven'in otopsi raporlarına da dayandırıla­
rak "tek kurşunla" öldürüldüğü aktarılıyordu. Oysa Adli Tıp raporu
tam tersini söylemekteydi .
İ hsan Güven'in Otopsi Raporu aşağıdaki gibiydi:
" .... Sağ dirsek dış yanda ateşli silah mermi çekirdeği giriş deli­
ği. . .
Sağ dirsek i ç yanda ateşli silah mermi çekirdeği çıkış deliği
Haricen 1 nadan giren mermi çekirdeğinin yumuşak doku seyir­
li olup büyük damar lezyonu oluşturmadan 2 no'dan çıkmış olduğu
görüldü.
Sol kaş dış ucunda ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği

250
Ergün Poyraz

Kafatası açıldı: Oksipital lob içinden makroskopik görünümüne


göre muhtemelen 7.65 mm çapında gömlekli, yiv ve set izleri bulu­
nan, dip ve uç kısmından deforme 1 adet mermi çekirdeği elde edil­
di. . . . Haricen 3 noda tarif edilen yerden giren mermi çekirdeğinin
sol orbita lateralden geçip kafa tabanında sözü edilen kırığı oluştu­
rup oksipital lob hizasında kaldığı görüldü.
SONUÇ : Kişinin vücuduna 2 (iki) adet ateşli silah mermi çe-
kirdeği isabet etmiş olup, haricen 3 noda tanımlananın müstakilen
öldürücü nitelikte olduğu, diğerinin öldürücü nitelikte olmadığı, ateş­
li silah mermi çekirdeği giriş deliği cilt, cilt altı bulgularına ve Fizik
i htisas Dairesi raporuna göre atışların yakın ateş mesafesinden ya­
pılmış olduğu, cesetten makroskopik görünümüne göre muhteme­
len 7.65 mm çağında, uç ve dip kısmından deforme, gömlekli, üze­
rinde yiv ve set izleri bulunan 1 (bir) adet mermi çekirdeği elde edil­
diği, kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına
bağlı kafatası kırığıyla birlikte kafa içi değişimler sonucu meydana
gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur. . . "
Rapordan açıkça anlaşılacağı üzere, İ hsan Güven iki mermi ile
öldürülmüştür. Emniyet'ten yapılan ilk açıklamada "tek mermi" den
bahsedilince, soruşturmayı yapanlarda, gazetecilerde buna inan­
mış, senaryo tek mermi üzerinde devam etmişti. Buna inanlara I B­
DA-C'liler de katılmış, zanlı bile " İ hsan Güven'e tek mermi sıktım"
demiştir. ifadeyi alanlar bile ikinci mermiden bahsetmemektedirler.
Senaryo baştan sona eğri çizgide devam etmiş, olayı üstlenen İ B­
DA-C'lilerin dava sonunda "Beraat" almaları için nerdeyse her şey
yapılmıştır. Sanıkların " İ şkence altında ifade verdik, suçlamaları ka­
bul etmiyoruz" şeklinde konuşmaları ve sorguda avukat istemedik­
leri beyan edildikten sonra "Biz avukat istedik vermediler" demele­
rine kadar.
İ hsan Bey'in binasında oturanlardan birine üst düzey emniyetçi­
lerden birinin "Binaya girip çıkanları not alıp bana bildireceksin", de­
mesi, yine zanlıların Emniyetin bilgisayarında kalan, ifadesinde ise,

251
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

"Turkcell 1 00 Kantar" alacak paralarının bile olmaması, kontoru


kendilerine polis olarak söyledikleri kişilerin alması ve zanlıların
olaydan çok önceden beri telefonlarının dinlenmesi, mide bulandırı­
cı gerçekler olarak bu olayda yerini alıyordu. Emniyetin ifadesini al­
dığı tanıklar(!) bile ne hikmetse bir mermi sesi eksik duymuşlardı.
Yine tetiği çeken zanlının İ hsan Güven "Tekerlekli sandalyede
oturuyordu" demesi de başka bir gariplikti . Çünkü Ihsan Güven'in
tekerlekli sandalyesi hiç olmamıştı.
Gerek Ihsan Güven, gerekse eşi cep telefonlarını kolay kolay ka­
patmazlardı. Olaydan sonra telefonların kapatılıp yerlerine konma­
ları olayın profesyonel işi olduğunun bir başka göstergesi ..
Olayda kullanılan "gömlekli" tabir edilen merminin Amerika'da
üretildiği alım satımının ülke içinde yasak olduğu bilinmektedir. Bu
mermi oraya giden görevlilerce ülkeye getirilmektedir. Aynı tür mer­
mi Hablemitoğlu cinayetinde de kullanılmıştı. Böyle bir mermiyi po­
lisle irtibatı olmayan kimse rahatça elde edemez . . .

Tetiği Çektiği İ ddia Edilenin İfadesi


İ hsan Güven cinayetinde tetiği çektiği gerekçesiyle sanık olarak
yargılanan "Burhanettin Yalçın'ın ifadesi şöyleydi:
. �

" ... iFADE TUTANAGI


İFADENİN ALINDIGI YER : İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü
. . .
iFADENiN TARiHi-SAATi : 1 7.05.2004
İFADE VERENİN KENDİ BEYANINA GÖRE KİMLİGİ
ADI VE SOYADI: : Burhanettin YALÇIN
BABA ADI : Ramazan
ANA ADI ve KIZLIK SOYADI : Ayşe YALÇIN
DO G UM YER İ ve TARİ H İ : i LGiN 0 1 . 1 1 . 1 983
G
NÜFUSA KAYITLI OLDU U YER: Konya iLGiN Dığrak Köyü
C İ LT Nü-Aİ LE SIRA NO-TC K İ ML İ K NO: 27 - 72 - 1 36
K İ ML İ K SER İ NO-TC K İ ML İ K NO: H07 4060 1 1
MEDEN İ HAL İ : Bekar

252
Ergün Poyraz

UYRUGU: : TC
. .
CiNSiYETi : Erkek
İFADE VERENİN KENDİ BEYANINA GÖRE BİLGİLERİ
SAHTE Kİ ML İGİ
KOD ADI Ahmet
EGITIM DURUMU Üniversite öğrencisi
SABIKA DURUMU Yok.
. . . .... . .

iŞi MESLEGI AYLIK GELiRi öğrenci


. .

DEVAMLI iKAMET ADRESi Şıhcalulluh mah:. Yavuz Sultan Selim cad.


no:3 Ilgın Konya
. .

SON iŞ ADRESi
TELEFON NUMARALAR! cep: O 544 .... 92 -O 332 .... . . 5 4458
SÜRÜCÜ BELGES İ SINIF/NO: Yok.

CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNUNA GÖRE HAKLARINIZ:



Kimliğinize ilişkin soruları doğru olarak cevaplamak zorunda­
stnız, doğru cevap vermemeniz veya yanlış bilgi vermeniz du­
rumunda hakkınızda cezai kovuşturma yapılacaktır. (1 35/1 )

Müdafi tayin hakkınız vardır, müdafi tayin edebilecek durum­
da değilseniz baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep
edebilirsiniz ve onun hukuki yardımından yararlanabilirsiniz.
Yakalanmanız ve yakalanma sürenizin uzatılması durumu bir
yakınınıza veya belirlediğiniz bir kişiye Cumhuriyet Savcısının
kararıyla gecikmeksizin haber verilecektir. ( 1 35/3)

lsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmama hakkınız
vardır (1 35/4)

Şüpheden kurtulmanız için somut delillerin toplanmasını talep
edebilirsiniz. Aleyhinize varolan şüphe sebeplerini ortadan
kaldırmak ve lehinize olan hususları ileri sürmek imkanınız
vardır ( 1 35/5)
• i SNAD ED i LEN SUÇ (1 35/2): Yasadışı i BDA/C terör_örgütü
mensubu olmak ve bu örgüt adına I hsan GÜVEN ve eşi Sibel
G ÜVEN'in öldürülmesi olayını iştirak etmek.

253
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Burhanettin YALÇI N kanuni haklarının hatırlatılması üzerine adı


geçenin: "Ben ifadem alındığı sırada herhangi bir avukatın hukuki
yardımından faydalanmak istemiyorum, ifademi hür irademle ver­
mek istiyorum" demesi üzerine lstanbul Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü'nce alınan ifadesinde;
SORULDU: KISACA ÖZGEÇM İ Ş İ N İ Z İ VE A İ LE YAPI N IZI AN­
LATIN IZ?
CEVAP: Ben 1 983 yılında Konya ili Ilgın ilçesinde doğdum. İ lk
okulu Yüzüncü yıl ilkokulunda ortaokulu Yunus Emre ilköğretim
okulunda, liseyi Ilgın yabancı dil ağırlıklı süper lisesinde okudum.
2001 yılı içersinde girmiş olduğum üniversite sınavları sonunda Niğ­
de Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe öğretmenliği bölümünü ka­
zandım. Halen aynı bölümde 3. Sınıf öğrencisiyim. Annem babam
sağ olup babam, Ilgın belediyesinde işçi olarak çalışır. Annem ise
ev hanımıdır biz aynı anne ve babadan olma üç kardeşiz bunlar sı­
rasıyla
1 . Ben
2. Kemal Yalçın: Üniversiteye hazırlanıyor.
3. Yunus Yalçın: ilkokulda okuyor.
SORULDU: PASAPORT ALD INIZM I? YURT DIŞINA LEGAL
VEYA i LLEGAL YOLLARDAN ÇIKIŞ YAPTI N IZ MI?
CEVAP: Pasaportum yoktur ve bugüne kadar hiç yurt dışına çı­
kış yapmadım.
SORULDU: GEREK SiZiN GEREKSE AiLE FERTLERi NiZ
HAKK I N DA BUGÜNE KADAR GÜVEN L İ K KUVVETLER İ NCE
HERHANGi BiR iŞLEM YAPILMIŞ M i D i R? ANLATINIZ.
CEVAP: Gerek benim gerekse ailemin hakkında güvenlik kuv­
vetlerince bu güne kadar herhangi bir işlem yapılmamıştır
SORULDU: S İ YAS İ İ İ
. . . GÖRÜŞÜNÜZ N E D R, H ERHANGi B i R S -
. .

YASI PARTi , SENDiKA, DERNEK VE BENZERi BiR KURULUŞA


ÜYEL İGİ N İ Z VARM I D I R?
CEVAP: Benim herhangi bir siyasi görüşüm yoktur. Herhangi bir

254
Ergün Poyraz

siyasi partiye, sendikaya, v.b. bir kuruluşa üye değilim İ BDNC ör­
gütüne üyeyim . Bu örgüt içersindeki faaliyetlerimi geniş olarak an­
latacağım.
SORULDU : ŞU AN SiZiNLE BERABER GÖZALTI NDA BULU­
NAN ABDÜLSELAM TUTAL ADLI ŞAHSI NEREDE VE NASIL TA­
NIŞTIN IZ AN LATIN IZ?
CEVAP: Ben 2001 yılının yaz ayında Mersinde düzenlenen
WUSHU (yani uzak doğu spor'u) antrenörlük kursuna katıldım. Ab­
dülselam'ı orada tanıdım Bize ders veren Naim YILDIRIM hoca Ab­
dülse iam TUTAL'ın WUSHU (uzak doğu sporu) hocasıydı. Bende
WT (winkthsung- Kungfu)
Spor dergileri vardı. Bu dergiyi çıkartan WT hocası Mustafa ŞA­
İ
H ile beni tanıştırabileceğini söyledi . Ben Mersinde Naim YILDl­
N
RIM hoca karate salonunda 23 gün kurs gördüm. Abdülselam TU­
TAL ise orada derslere katılmıyor sadece ziyaretçi sıfatıyla bulunu­
yordu. Ailesi Adana'da ikamet ettiği için ara sıra Mersin Adana ara­
sı gidip geliyordu. Böylece Abdülselam TUTAL ile tanıştık. Bundan
sonra Abdülselam TUTAL'ı iki yıl boyunca hiç görmedim.
SORULDU : İ BDNC TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA B İ LD İ KLE­
RiN iZi AN LATIN IZ?
CEVAP: 1 999/2000'1i yıllarda Konya'nın Ilgın ilçesinde lisede öğ­
renci iken , buradan tanıdığım boyacılık yapan şu an da benimle bir­
likte olan şahsın yanında ara . sıra boya işlerinde yardımcı. olarak pa-
ra kazanıyordu m , Ali EKŞl'nin kardeşi olan Selman EKŞl'den abisi-
nin İ BDNC örgütünden dolayı cezaevine girip çıktığını öğrendim.
IBDNC örgütü adını ilk bu şekilde duydum fakat ideoloji hakkında
detaylı bir bilgim yoktu. Ali EKŞ l'de bu konuda bize bir şey anlatma­
dı .
Liseyi bitirdikten sonra Niğde Üniversitesi Türkçe öğretmenliği
bölümünü kazandım. Burada okurken aldığım burslardan dolayı bi­
raz param birikti benim uzak doğu sporlarına merakımdan dolayı
Mesinde tanıştığım Abdülselam TUTAL'ın arkadaşı olan Mustafa

255
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ŞAH I N 'in kurslarına katılmak istiyordum. Bunu içinde Abdülselam


TUTAL'ın bana vermiş olduğu Adana'daki ev telefonunu aradım. Ai­
lesinden Abdülselam TUTAL'ın İ stanbul'da olduğunu öğrendim ve
cep telefonu numarasını istedim. Daha sonra almış olduğum numa­
radan Abdülselam TUTAL'ı arayarak WT hocası olan Mustafa ŞA-
. .

H I N ile beni tanıştırmasını istedim. O d beni lstanbul'a davet etti .


2004 yılının Kurban bayramında lstanbul a geldim. Haydarpaşa tren
garında beni karşıladı. Daha sonra kendisi ile Şişhane alt geçidinde
bulunan Beklenen Nizam dergisine gittik, dergiye gittiğimizde du-
. �

varlarda Kumandan Salih MIRZABEYOGLU'nun Usame Bin LA-


DEN ve Necip Fazıl KISAKÜREK'in fotoğraflarını ve İ BDA/C yazıla-
. -

rını gördüm. Bol miktarda Salih MIRZABEYOGLU'nun kitapları ve


yazıları dergide mevcuttu. Abdülselam TUTAL'a IBDA/C'nin ne ol­
duğunu sordum. O da İ BDA/C'nin ezilmiş Müslümanları savunan
bunun için sitemle ve kafirlerle mücadele eden bir örgüt olduğunu
Filistindeki Çeçenistan daki örgütlerden hiçbir farkı olmadığını, ora­
daki Müslümanlar nasıl kendi benlikleri için savaşıyorsa kendilerinin
de Türkiye'de kafir sistem ve düzenle mücadele ettiklerini ve m üca­
deleyi kazanırlarsa Türkiye de Şeriata dayalı bir din devleti kuracak­
larını söyledi ve daha sonra tüm doğu İ slam ülkeleri içine alarak bü­
yük bir lslam devleti kuracaklarını söyledi. Fakat bunun mücadele
ile eylem olabileceğini uyutarak olamayacağını söyledi . Benim ma­
nevi duygularımı kabarttı. Ve bende bu mücadelede gereken ne ise
yapmaya hazır olduğumu söyledim. Yaklaşık 5 gün kadar dergide
. �

yatıp kalktım . Bu arada Kumandan Salih M I RZABEYOGLU'nun ki-


taplarından parça parça bölümler okudum. Bundan sonra havaların
kötü gitmesinden dolayı daha fazla dergide kalamadım Abdülselam
TUTAL'ın bana verdiği İ B DA/C örgütü yayınlarından ve kitaplarında
alarak Konya'ya ailemin yanına dönmeye karar verdim. Abdülselam
TUTAL bana bundan sonra aynı yolun yodaşı olduğumuzu gerekti­
ğinde birbirimizi arayacağımızı ve mücadelemizi devam edeceğimi­
zi söyledi. Ben ayrıldıktan sonra bir hafta Konya da ailemin yanın­
da kaldım. Daha sonra da ikinci dönemin ikinci haftasında okuluma

256
Ergün Poyraz

başladım. Nisan ayının başlarında Abdülselam TUTAL beni araya­


rak Adana'da olduğunu yanıma geleceğini ve kendisini karşılama­
mı istedi Niğde ye geldiğinde tren garından Abdülselam ı karşılaya­
rak Niğde de bulunan bekar evime götürdüm. Oradaki arkadaşıma
Abdülselam ı sporcu arkadaşım olarak tanıttım Abdülselam üç gün
kadar bizde kaldı. Kaldığı süre içersinde Dünyadaki ve Türkiye de­
ki ezilen Müslümanların durumunu ve mücadelenin kaçınılmaz ol­
duğunu anlatarak Ajitsyon da bulundu. Ayrılacağı gün İ BDA/C mü­
cadelemiz için silah gerektiğini ve benden silah bulup bulamayaca­
ğımı sortlu, bende bulabileceğimi söyledim. Bunun üzerine cebin­
den 340 Euro ve 80 milyon Ti. para verdi ve bulur bulmaz silahı ls­
tanbul'a getirmemi istedi. Abdülselam İstanbula gittiği gün ben de
aynı gün Konya ili Ilgın ilçesine gittim. Ilgın ilçesinde silah alabilece­
ğim birilerini aramaya başladım. Ilgın ilçesinde lisede okuduğum
dönemde tanıdığım, benim okuduğum lisede okumayıp Ilgın Anado-
lu lisesinde okuyan Bayram . . . . . . (25-26 yaşlarında, kısa boylu, kı-
.

vırcık saçlı alnı hafif açık, tıknaz, bıyıksız ve sakalsı, kumral, sigara
içer, llgına bağlı Çiğli Köyünden) isimli şahıs ile karşılaştım, o dö­
nemde serseri ruhlu bir şahıstı ve onların köyünde silah çok kulla­
nılmaktaydı. Bayrama silah bulup bulamayacağını sordum. Önce
bana bakarız dedi. Bunun üzerine ben fazla vaktim yok parayı he­
men verip silahı alıp gideceğim dedim. Bayram tamam diyerek be­
nim ev telefonum olan 0332881 4458 numaramı vererek ayrıldım.
Üç gün sonra Bayram eve telefonuma telefon açarak Cuma Nama­
zından sonra buluşalım dedi. Bayramın köyü olan Çiğli Köyü otobüs
durağında Bayram ile buluştuk. Bayram bana getirdiği 7.65 mm
üzerinde Magnum yazılı olan siyah renkli bir tabanca ve 6 adet mer­
mi verdi. Bende silaha karşılık Bayram'a 480 milyon Türk lirası pa­
ra verim. Silahı aldıkta sonra Bayram'ın yanından ayrıldım. Silahın
çalışıp çalışmadığını kontrol için I lgın DS İ 'nin tam karşısında bulu­
nan bir buçuk kilometre uzaklıktaki açık alanda silahı ağzına mermi
verip çıkartma, yani doldur boşalt işlemi yaptım. Bu esnada üçüncü
veya dördüncü mermi silahın ağzında kaldı, boşaltmadı. Bunun

257
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

üzerine şarjörü çıkartıp tekrar mekanizmayı çekince mermiyi alttan


düşürdüm. Tekrar doldurup oraya bir bardak koyarak, bardağa bir
el ateş ederek silahın çalışıp çalışmadığını kontrol ettim . Silah pat­
lamıştı , bardağa isabet etmemişti, ben boş kovanı aradım ancak bu­
lamadım. Sesin duyulmuş olabileceğini düşündüm, silahın çalışma­
sında bir problem olmadığını görünce silahı alıp evime gittim . Bir
gün sonra silahı spor çantasının içine saklayarak otobüs ile lstan­
bul'a geldim. Esenler Otogarında otobüsten inerek servis ile oradan
Taksim'e oradan da Abdülselam TUTAL'ın kaldığı Beklenen Yeni Ni­
zam Dergisi Bürosuna geldim. Sabah erken saatler olduğu için Ab­
dülselam dergide yalnızdı. Yanımda getirdiğim silahı Abdülselam a
verdim. Abdülselam silahı kontrol ettikten sonra bu silah tutukluk
yapar, bu paraya daha güzel silah alırdık, ama neyse mücadelemiz
için faydalı bir iş yaptın, sen şimdi git, lazım olduğun zaman ben se­
ni arayacağım dedi . Bende hemen Abdülselam TUTAL'ın yanından
ayrılarak İ stanbul dan ayrılarak Miğde'ye geri döndüm. Nisan ayının
son haftası Mustafa ŞAH I N hocanın WT kampına ücretsiz katılmak
için Abdülselam TUTAL'ı aradım. Kendisi bana , tamam konuşuruz,
fakat bir konu var hemen buraya gelmen lazım diyerek beni lstan­
bul'a çağırdı. Bende hemen otobüse binerek İ stanbul'a geldim ve
Şişhanedeki Beklenen Yeni Nizam dergisi bürosuna gittim .
SORULDU : 03.05.2004 GÜNÜ, İ L İ M İ Z TUZLA İ LÇES İ İ STAS-
. . . .

YON MAHALLESi iSTASYON CADDESi HAVUZLU SiTE B BLOK


N0: 1 3 İ KAMET İ NDE S İ LAHLA ÖLDÜRÜLMÜŞ OLARAK B ULU­
NAN İ H SAN GÜVEN. VE EŞ İ S İ BEL
. . . . . . .. .
GÜVEN' İ N ÖLDÜRÜ LMES İ
i LE OLAYI iLE i LGiLi BiLDiKLERi NiZi ANLATINIZ?
CEVAP: Beklenen Yeni Nizam bürosuna geldiğimde Abdülselam
TUTAL dergide yalnız olarak beklemekteydi. Abdülselam TUTAL
bana Beklenen yeni N izam dergisinde İ hsan GÜVEN isimli şahsın
resimlerini gösterdi. Ben bu şahsı daha önce hiç görmemiştim ve
kim olduğunu da bilmiyordum. Bu şahsın kendisini ilah zannettiğini,
cinsel sapık olduğunu, Allah'ı tanımadığını, Dost Tarikatının lideri ol­
duğunu, bu tarikatın içersinde bulunan insanların Atatürkçülüğün

258
Ergün Poyraz
. �

arkasına saklandıklarını, komutan Salih M I RZABEYOGLU'na teleg-


ram işkencesi yaptığını, bu şahsı öldürmemiz gerektiğini söyledi.
Bana orada bulunan Beklenen Yeni Nizam dergisinin birisini açtı ve
içerisinden TELEGRAM işkencesi ile ilgili bir yazı okutturdu, hatta
Ihsan GÜVEN'in resmini de bu dergiden göstermişti. Benim okudu­
ğuma göre Telegram işkencesinin fiziksel olmayan bir işkence çe­
şidi olduğunu anladım. Bende kendisine hayır diyemedim. Aynı gün
yani 29 Nisan 2004 günü saat 1 3.00 sıralarında Abdülselam TUTAL
ile birlikte İ hsan GÜVEN'in ikamet ettiği adrese keşif yapmak üze­
re, dergiden çıkıp Karaköy'den Vapur'a binip Kadıköy'den otobüs ile
Tuzla'ya gittik. Yürüyerek ikamet ettiği evin önüne ve arkasına bir
iki kez turladık, anladığım kadarı ile Abdülselam TUTAL daha önce­
den buraya gelmiş olacak ki beni direk Ihsan GÜVEN'in evinin ya­
nına götürdü ve bana İ hsan G ÜVEN'in ikamet ettiği evi gösterdi.
Böylece biz Ihsan GÜVEN'in evini görmüş olduk. Evin yerini tam
olarak öğrendikten sonra otobüs durağına gelip otobüs ile Kadı­
köy'e geldik vapur ile Karaköy'e geçerek tekrar Beklenen Yeni Ni­
zam dergisine geldik o akşam beni dergide iki üç saat yalnız bıra­
karak dışarı çıktı. Döndüğünde yanında iki tabanca ve siyah lacivert
rengine benzeyen yelek, siyah pantolon kırmızı bir kazak ve mavi
renkli bir şapka ile AKAŞA yayın evine ait paketlenmiş şekliyle üç
dört kitap getirdi. Dükkanın kepenklerini kapattıktan sonra içeride
bana eylem planını anlatmaya başladı. Bana bu getirdiğim kargocu
elbiselerini giyerek kitapları İ hsan GÜVEN'in evine götürürsün, ev­
de kimse yoksa bu bahane ile İ hsan GÜVEN'i öldürürsün, eğer ev­
de kalabalık varsa kitapları verip geri dönersin. Senin getirdiğin silah
tutukluk yapabilir, onun için benim getirdiğim silahı alırsın. Ben kaç­
mak için bir araba bir şoför ayarladım dedi. Bana kendisinin eylem
yerine gelip gelmeyeceği hususunda herhangi bir şey söylemedi.
Bunu için Abdülselam TUTAL'ın da eylem yerine geleceğimi tahmin
etmiştim. Bu şekilde eylemle ilgili konuştuk ve o gece ikimiz dergi
bürosunda yattık. Ertesi gün yani 30 Nisan 2004 Cuma günü saat
1 1 .30 sıralarında gerçek ismini şu an sizlerden öğrendiğim Mehmet

259
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(K) Emin KOÇHAN Beklenen Yeni Nizam dergisine geldi . Bu şahsı


Abdülselam TUTAL bana Mehmet ismi ile tanıttı benide ona Ahmet
ismi ile tanıttı. Ben yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım Abdülse­
lam TUTAL'ın getirmiş olduğu kargocu elbiselerini giyerek ve AKA­
ŞA yayın evine ait kitapları yanıma aldım, bu kitaplar şeffaf bir po­
şete sarılıydı. Mehmet (K) Emin KOÇHAN bizden önce dışarı çıktı.
Abdülselam TUTAL bana getirmiş olduğu bir silahı verdi ve diğerini
ise Mehmet (K) Emin KOÇHAN'a verdiğini söyledi. Bizde dışarı çık­
tık Mehmet (K) Emin KOÇHAN bizi merdivenlerde bekliyordu. Bir­
likte alt geçitten yola çıktığımızda yukarıda yolun kenarına park et­
miş ve motoru çalışır vaziyette, şu an plakasını hatırlayamadığım
beyaz renkli markasını hatırlayamadığım bir minibüs bizi beklemek­
te idi, içersinde de kendisini ilk kez gördüğüm şu an benimle birlik­
te gözlem altında olan ve gerçek isminin Selim AYDIN olduğunu öğ­
rendiğim şahıs minibüsün içersinde bizi bekliyordu. Abdülselam
TUTAL, Veli (K) Selim AYDI N , Mehmet (K) Emin KOÇHAN dördü­
müz beraber beyaz minibüs ile Harbiye civarına gittik. Orada Abdül­
selam TUTAL minibüsten inerek ankesörlü telefondan Ihsan gü­
ven'in evini aradı. Bizim yanımıza geldiğinde telefona bir bayanın
cevap verdiğini, İ hsan GÜVEN'in evde olup olmadığına emin olma­
dığını söyledi. Muhtemelen evde birkaç kişi olabileceği için benim
kitapları teslim edip hiçbir şey yapmamamı söyledi . Sen bakarsın
burada bir toplantı olabilir, kalabalıksa kitapları verir çıkarsın, eğer
durum müsaitse öldürürsün dedi. Telefon açmaya giderken Abdül­
selam TUTAL'dan parmak izi bırakmamak için bir film de gördüğüm
gibi kendisinden uhu (yapıştırıcı) istedim . Ancak Abdülselam TU­
TAL geldiğinde U H U almayı unutmuştu. Ben tekrar kendisini geri
gönderdim ve UHU isimli yapıştırıcıdan alıp geldi. Yolda U H U yu
parmak uçlarıma sürdüm. Tuzlada ikamet eden Ihsan GÜVEN'in
evine doğru yol aldık. Anadolu yakasına geçtiğimizde ismini bilme­
diğim bir mezarlığı gittik. Abdülselam TUTAL bizden silahları aldı ve
şeffaf beyaz renkli bir eldiven giyerek silahları havlu ile sildi. i ki şar­
jöre de altışar tane mermi taktı, ayrıca bana ve Mehmet (K) Emin

260
Ergün Poyraz

KOÇHAN'a dörder tane boşta mermi verdi. Bu mermileri icap eder­


se kullanırsınız dedi. Tabancaların ağzına mermi verip emniyeti ka­
pattıktan sonra birisini bana birisini de Mehmet (K) Emin KOÇ­
HAN'a verdi. Konya'dan getirdiğim tabancayı Mehmet (K) Emin
KOÇHAN'a verdi, diğer tabancayı ise bana verdi. Abdülselam TU­
TAL tabancaları temizlerken Mehmet (K) Emin KOÇHAN dikkat
çekmemek için arabadan inerek mezarlıkta Kur'an okudu. Abdülse­
lam TUTAL tabancaları bize verdikten sonra oradan ayrılarak Tuz­
la'ya doğru hareket ettik. Daha sonradan Ümraniye Tepeüstü oldu­
ğunu Öğrendiğim yerde Abdülselam TUTAL minibüsten inerek İ h­
san GÜVEN'in evini ankesörlü telefondan arayarak evde olup ol­
madığını kontrol etti. Bizim yanımıza gelerek İ hsan GÜVEN'in evde
olduğunu söyledi ve siz gidin iş bittikten sonra silahları al ve Fatih
camiisinin avlusunda buluşalım dedi. Ben burada Abdülselam TU­
TAL'ın bizimle birlikte gelmeyeceğini anladım. Benim aklıma gelme­
sine rağmen sen niye gelmiyorsun diye soramadım. Ancak ben İ s­
tanbul'u bilmiyorum ben Fatih'e nasıl geleceğimi sordum, Bunun
üzerine Mehmet (K) Emin KOÇHAN ben getiririm dedi. Bu şekilde
anlaşarak Abdülselam TUTAL'dan ayrıldık. Minibüs ile İ hsan GÜ­
VEN'in ikamet ettiği adrese geldik . Evin yanına arabayı park ettik.
Ben şapka giyip, AKAŞA yayın evine ait kitapları elime alarak mini­
büsten indim ve apartman kapısında Ihsan GÜVEN'in isminin yazı­
lı olduğu zile bastım . Kapıya ait megafondan "kim o" sorusu gelme­
den, direk kapı açıldı. Asansörde silahın emniyet mandalını açtım ve
belimin sol tarafına taktım . Dördü ncü kata geldim , 1 3 numaralı I h­
san GÜVEN'e ait olan dairenin kapısının aralık olduğunu gördüm.
Kapıya doğru hareket ettiğimde kapı biraz daha aralandı, daha son­
radan isminin Sibel GÜVEN olduğunu öğrendiğim bayan kapıdan
kafasını uzatarak bana hitaben buyurun kimi aramıştınız diye sordu.
Bende Ihsan GÜVEN beyin evde olup olmadığını sordum. Burada
derken İ hsan GÜVEN'in kapının hemen arka tarafında tekerlekli
sandalye üzerinde oturduğunu gördüm. Bunun üzerine kimlik göre­
bilir miyim diye sordum, Sibel GÜVEN kapının hemen arkasında

261
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

masaya doğru eğilerek cüzdan alırken bende bir adım atıp kapıdan
içeriye girdim. Ihsan GÜVEN bu sırada kimliği ne yapacaksın , sen
kimsin diye bana sorular yöneltmeye başladı. Akaşa yayınevinden
geldiğimi ve elimde olan kitapları göstererek imza atmanız gereki­
yor dedim. Bu sırada elimde olan kitapları kapının arkasında bıraka­
rak imza atması gereken kağıdı çıkarıyormuş gibi yapıp daha önce­
den belime takmış olduğum, ağzına fişeği sürülmüş olan ve asan­
sörde emniyetini açtığım tabancayı çıkardım, İ hsan GÜVEN'e doğ­
rulttuğum esnada eşi olduğunu sonradan öğrendiğim Sibel GÜVEN
sen ne yapıyorsun diyerek elini uzattı, ben ona aldınş etmeden ta­
bancayı doğrultarak İ hsan GÜVEN'in kafasına Bismillah deyip bir el
ateş ederek dışan çıktım. Ben daireden çıkarken karşı dairenin ka­
pısı açıldı. Kapıdan bir bayanın kafası göründü. Bu bayan ile bir an­
lık göz göze geldik. Kadın tekrar içeri girerek kapıyı kapattı . Ben he­
men asansörün yanına gittim ve asansörle aşağı indim. Yürüyerek
minibüse gittim. Minibüste Veli (K) Selim AYD I N direksiyonda bek­
liyordu . Mehmet (K) Emin KOÇHAN'da Abdülselam TUTAL'ın tarif
ettiği gibi bina etrafını gözetliyordu. Ben arabaya bindikten hemen
sonra Mehmet (K) Emin KOÇHAN'da geldi. Beraber oradan ayrıla­
rak Avrupa yakasına doğru yola çıktık. Ben Ihsan GÜVEN 'in evin­
den ayrılır ayrılmaz Meh met (K) Emin KOÇHAN'ın üzerindeki silahı
aldım ve yolda şayet Polis tarafından yol kesimi olursa beni tanıma­
dığınızı yolda otostop yaparak beni arabaya aldığınızı söylersiniz
dedim . Bunu yapmaktaki amacım ise Veli (K) Selim AYD I N ve ge­
rekse Mehmet (K) Emin KOÇHAN'ın zarar görmelerini istemedim.
Avrupa yakasına geçtiğimizde bilemediğim bir yerde Mehmet (K)
Emin KOÇHAN ile minibüsten inerek hat minibüsüne binip Edirne
kapıya kadar geldik. Bu arada Mehmet (K) Emin KOÇHAN anke­
sörlü telefondan Abdülselam
. . TUTAL'ı aradı ve işin hallolduğunu bil-
.

dirmek için PiKN i KTEN GELDiK diye Abdülselam TUTAL'a bildirdi.


Onun isteği üzerine Fatih camiisin de Abdülselam TUTAL ile buluş­
tuk. Ben burada kısaca Abdülselam TUTAL'a İ hsan GÜVEN ve re­
fakatçisi olduğunu sandığım kadını tabanca ile vurduğumu söyle-

262
Ergün Poyraz

dim. Daha sonra Mehmet (K) Emin KOÇHAN ile ben Fatih camiine
giderek öğlen namazı kıldık. Cuma namazını kılamamıştık namaz­
dan çıktıktan sonra Mehmet (K) Emin KOÇHAN bizden ayrıldı. Ben
ve Abdülselam TUTAL beraber dergi bürosuna gitmek için Fatih te
bulunan bir otobüs durağına geldik. Ben otobüs durağında bekler­
ken Abdülselam TUTAL eylemi üstlenmek için basın kuruluşlarına
telefon açmak için yanımdan ayrıldı. Tekrar yanıma geldiğinde, İ h­
san GÜVEN öldürülmesi olayı ile ilgili birkaç gazeteye telefon açtı­
ğını, olayı İ BDA/C adına üstlendiğini söyledi . Fatihten, Belediye oto­
0
büsü ile Şişhane durağına geldik. Ben otobüs durağında bekledim .
Abdülselam TUTAL Beklenen Yeni Nizam Dergi bürosundan benim
çantamı ve kendisine ait çantasını alarak yanıma geldi, beraber Ka­
raköy iskelesine kadar yürüdük. Vapurla Kadıköy'e geçtik. Ben va­
purun tuvaletinde elbiselerimi değiştirdim. Kadıköy'e gelince ora­
dan halk otobüsü ile Hareme, oradan da şu an ismini hatırlayama­
dığım bir firma ile Mersin'e Abdülselam TUTAL ile beraber gittik.
Mersin de Niğde Üniversitesinde tanıdığım ve bir asansör firmasın-
da çalışan H acı Bekir ....... isimli soy ismini bilmediğim bir arkada-
şım vardı. Gece geç olması sebebi ile cep telefonundan ulaşama­
dım sabahleyin tekrar cep telefonunu aradım ulaşamayınca iş yeri­
ni aradığımızda işten ayrıldığını söylediler. Bunun üzerine birkaç sa­
at içinde Niğde otobüsüne binerek Niğde'ye gittik. Abdülselam TU­
TAL'la birlikte Niğde'de kaldığım Bekar evine gittik, evde aynı evi
paylaştığım Mehmet Reşit YET İ M ve Mehmet GÖKSU vardı. Onla­
ra bu konu ile ilgili hiçbir şey söylemedik. Eylemde kullandığımız si­
lahları da Niğde'ye yanımıza getirmiştik, bu silahları evimdeki kane­
penin altına sakladım. Niğde'de kaldığımız süre içersinde ben yap­
mış olduğum bu eylemden dolayı sürekli düşünmeye başladım ve
durgunlaştım . Benim bu durumumu gören Abdülselam TUTAL ba­
na "sen katilsin, bir insan öldüren tüm insanları öldürmüş gibi olur,
niye böyle davranıyorsun, yoksa pişman mısın" diye sordu . Bende
normal davranmaya çalışıyordum. Abdülselam TUTAL nasıl ger­
çekleştirdiğimi tekrar tekrar anlatmamı istedi . Bunu üzerine ben bu

263
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

olaydan etkilenmediğimi Abdülselam TUTAL'a belirtmek için alaylı


bir üslup kullanarak İ hsan GÜVEN ve eşini nasıl öldürdüğümü an­
latıyordum. Hatta İ hsan GÜVEN in eşi Sibel GÜVEN'in ölmeden
önce bana ölmek istemediğini söylediğini, bende kendisine kararı
ben veriyorum, burada demokrasi yok diye söylediğimi Abdülselam
TU1:AL'a anlattım . Esasında böyle bir söz olay anında konuşulmadı
ancak ben Abdülselam TUTAL'a bu şekilde abartılı olarak anlattım .
Ben v e Abdülselam TUTAL ü ç g ü n boyunca farklı İnternet kafelere
giderek mynet.com dan almış olduğumuz SAVAŞÇl2004@
MYN ET.COM adresinden çeşitli gazete ve televizyonlara e-mail
atarak İ hsan GÜVEN i İ BDA/C terör örgütünce öldürüldüğüne dair
mesajlar gönderiyorduk. Ancak basında bizim üstlenmelerimiz hat­
ta İ hsan GÜVEN in öldüğü yer almayınca Abdülselam TUTAL basın
bize sansür yapıyor. Basın kuruluşlarına eylem yapalım dedi ve
kendisine Savaş AY'ın cep telefonu olduğunu cep telefonundan Sa­
vaş Ay'a Mahmut Hoca Cemaatinden sarıklı adamların çarşaflı ka­
dınları pazarladığına dair ihbar da bulunur, görüşme talep edersek
oda bizim verdiğimiz yere buluşmaya gelir ve yer gösterme baha­
nesiyle onu öldürebiliriz dedi. Savaş AY' ı öldürmek amacıyla
04.05.2004 günü Niğde'den Aksaray a oradan da ertesi gün İ stan­
bul'a geldik. Eylem yapabilmek için Ihsan GÜVEN ve eşini öldürdü­
ğümüz silahları da yanımıza aldık. Polis baskın yapar diye Beklenen
Yeni Nizam dergisine hemen girmek istemedik Derginin hemen bi­
tişiğinde bulunan dükkanda kepenk kapalı bir şekilde kaldık. Yakla­
şık bir saat kaldıktan sonra Abdülselam TUTAL dışarı çıktı. Ben yat­
maya devam ettim. Öğlen saatlerinde Abdülselam TUTAL elinde bir
gazete ile geldi, bana Ihsan GÜVEN'in öldürülmesi eyleminin ba­
sında yer aldığını ve eylemin İ BDA/C tarafından yapıldığının artık
herkes tarafından bilindiğni söyledi. Bana sebebini anlatmadan,
benden silahları alıp hemen lstanbul dışına çıkmamı istedi. Bende
yanıma içinde özel eşyalarım ve eylemde kullanmış olduğumuz si­
lahların bulunduğu çantayı alarak Konya'ya gitmek üzere yola çık­
tım . Konya'da bulunan ve boyacılık yapan lise yıllarından tanıdığım

264
Ergün Poyraz

arkadaşım Ali EKŞ İ 'nin yanına gideceğimi Abdülselam TUTAL'a


söyledim. O da bana sen git bende oraya geleceğim dedi . Ben der­
giden çıkıp yaya olarak Kadıköy vapur iskelesine geldim , iskelede
bulunan bir büfeden Cumhuriyet ve posta gazeteleri alarak vapura
bindim. Gazetelerde eylem haberini gördüm Abdülselam TUTAL'ın
beni acelece gönderdiğinden dolayı korktum ve Haydarpaşa'ya
yaklaşırken Kadıköy üzerinde dolaşan iki helikopteri görünce Polis
çevirir diye vapurda iken çantamın içinde bulunan siyah bir poşet
içindeki iki adet tabancayı ve yaklaşık 25 tane mermiyi poşeti ile bir­
likte d enize attım . Yağmur yağdığı için vapurun dış kısmında ben­
den başka kimse yoktu. Sonra helikopterin bir tanesini denize doğ­
ru gelince paniğe kapılarak bir müddet tuvalette bekledim. Tuvalet­
ten çıktığım da vapurun Haydarpaşa'ya yanaştığını gördüm. Ancak
benim Konya'ya gideceğim otobüs Harem'de olduğunu hatırlayınca
Kadıköy iskelesinde inmeye karar verdim. Vapur Kadıköy iskelesi­
ne varınca indim. iskelenin orda bulunan büfeden 50'1ik telefon kar­
tı aldım. Bu kartla Konya'da bulunan Ali EKŞl 'yi cep telefonu olan
0.544 . . . . . ... 58 no lu telefondan aradım. Aramamın sebebi Ali EKŞi
bir hafta önce aramış ve boyacılık işi için beni çağırmıştı. Ona halen
adam lazım mı diye sorduğumda lazım gel deyince bende Konya'ya
bilet alarak KONTUR firmasıyla Konya'ya gece saat 1 2.00 de var­
dım. Otogardan tramvay ile tarif ettiği durakta indim Ali EKŞ İ beni
oradan alarak çalıştığı inşaata götürdü. Orada yatıp sabah hiçbir
şey olmamış gibi işe başladım . Ben Konya ya gitmeden önce Ab­
dülselam TUTAL'a Konya ya gideceğimi söylemiştim. Ben den bir
gün sonra Abdülselam TUTAL Ali EKŞ İ 'yi daha önce den verdiğim
numaradan arayarak Akşam beni karşılayın dedi bunu üzerine ALI
EKŞi bana Abdülselam TUTAL niye geliyor diye bana sordu. Bunu
üzerine gazetedeki haberi Ali E KŞl'ye gösterip olayı Abdülselam
TUTAL'ın talimatı doğrultusunda kendimin İ BDA/C adına gerçekleş­
tirdiğimi anlatmak zorunda kaldım . Ali EKŞ İ bunun üzerine kendisi­
nin başından geçenleri bana anlattı, kendisinin de gençlikte hatalar
yaptığını ve cezaevinde yattığını, çıktıktan sonra geçim derdine düş-

265
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tüğünü, dünya görüşünün kalmadığını anlatarak Abdülselam gelsin


ben onunla konuşup onu yollarım, sen biraz çalış, aklını başına top­
la, git okulunu oku dedi. Abdülselam TUTAL benden bir gün sonra
Konya ya geldi. Tarif ettiğimiz şekilde tramvay ile MTA durağına gel-
. .

di, kendisini oradan alıp inşaata getirdik. i nşaatta Ali EKŞl'nin ya-
nında bana silahların nerede olduğunu sordu bende vapurda gider­
ken iki tane helikopterin Kadıköy'ün üzerinde uçtuğunu, bende Ka­
dıköy'de ineceğim için korkarak denize attığımı söyledim. Bunun
üzerine Abdülselam TUTAL keşke atmasaydın ama neyse dedi ma­
dem attın önemi yok diye söyledi. Bir gün sonra Ali EKŞi yanımız
da olmadığı bir sırada benim kolumda tutarak silahları nereye koy­
dun diye sordu. Bunun üzerine ben tekrar denize attım diye söyle­
dim. Bunu üzerine Abdülselam TUTAL gülmeye başladı. Ben inan­
madığını düşünerek Vallahi de attım billahi de attım diye söyledim.
Benim ciddi olduğumu anlayınca başka bir şey söylemedi. İ nşaatta
kaldığımız sırada Ali EKŞ İ ikimize de nasihatte bulundu üç gün in­
şaatta kaldıktan sonra Abdülselam TUTAL ayrılıp nereye gittiğini
söylemeden Konya'dan ayrıldı. Ben bir hafta çalıştıktan sonra
1 4.05.2004 Cuma akşamı llgındaki evimize gittim. Aileme Niğ­
de'den okuldan geldiğimi söyledim. Ertesi gün gittiğim Belediye
kaplıcasında polisler tarafından gözaltına alındım.
. . . .

SORULDU: ŞAVAŞÇI 2004 E-MAI L ADRESiNE NEDEN i HTi-


YAÇ DUYDUN UZ? BU ADRESTE NE G İ B İ FAAL İ YET YÜRÜTTÜ­
NÜZ? AÇI KLAYINIZ?
CEVAP: Abdülselam TUTAL Ihsan GÜVEN'in öldürülmesi eyle­
minden telefonla çeşitli basın ve yayın kuruluşları arayarak olayı I B­
DA/C örgütü adına üstlenmişti ancak Abdülselam TUTAL telefonla
eylemleri üstlenirken sesimizin kayıt edilmesinden korktu ve bana e
-mail adresi açmasını biliyor musun diye sordu, ben de açarım de­
yince İ nternetten mesaj yollamanın daha kolay ve güvenli olacağı­
nı düşündük. Eylemden sonra Niğde'ye gittiğimizde evime yakın
olan bir İnternet kafeye Abdülselam TUTAL ile birlikte gittik. Mynet
sitesinde savascı 2004 isimli bir mail adresi oluşturduk. Savaşçı

266
Ergün Poyraz

2004 ismini bana Abdülselam TUTAL söyledi . Abdülselam TUTAL


bilgisayar ve internetten anlamadığı için bütün işlemleri ben yapı­
yordum e- mail adresimizi oluşturduktan sonra çeşitli basın kuruluş­
larına İ BDA/C adına üstlenme maili attık. E- mailin içeriğini Abdül­
selam TUTAL bana söyledi bende yazdım. Basın kuruluşlarının ma­
il adreslerini internette bulunan google sitesinden tarama yaparak
bulduk. içerikleri birbirinden çok farklı olmayan üç veya dört çeşit e­
mail yazarak yolladık. Üstelenmeden iki gün sonra medyada haber
çıkma,masından dolayı Abdülselam TUTAL bana bir daha aynı içe­
rikli mail yazdırdı. Ve bunları kendi arkadaşlarımız dediği fakat be­
nim kim olduklarını tanımadığım kişilere yolladık. Ben şu anda o ki­
şilerin mail adreslerini hatırlamıyorum. Savaşçı 2004 adresini ben
Niğde dışında hiçbir yerde kullanmadım. Abdülselam TUTAL'ın kul­
lanıp kullanmadığını bilmiyorum adresin şifresini ikimizde biliyorduk.
Bu mail adresinin şifresi i BDA dır.
SORULDU : BU EYLEMDEN BAŞKA Abdülselam TUTAL iLE
EYLEM PLAN LARINIZ VAR MI AÇIKLAYIN IZ?
CEVAP: Abdülselam TUTAL zaman zaman çeşitli hedefler ve
eylemliklerden bahseder ve bunlarla ilgili kendi kafasında kurgular
yaparak araştırmalar yapardı. Bunlardan Abdülselam TUTAL'ın ba­
na aktardıklarını size anlatacağım.
1 . Abdülselam TUTAL hükümeti ve özellikle Tayyip ERDOGAN'ı
hiç sevmezdi Tayyip ERDOGAN'ı Yahudilerle işbirlikçi, mür­
tet bir insan olarak kabul eder ve ölümünün lslam alemi için
bir kurtuluş, İ BDA/C örgütü için sansasyonel büyük bir eylem
olacağını söylerdi. Tayyip ERDO GAN'ı en zayıf olduğu duru­
munun miting alanları olduğunu, buralarda eylem yapılabile­
ceğini anlatırdı. Böyle bir eylemin tüm dünya basınında yer
alarak İ B DA/C adını herkese duyurabileceğini söylerdi. Bu
konuda herhangi bir hazırlığı veya çalışması olduğunu bilmi­
yorum .
2. Abdülselam TUTAL Kudüs ve Haksöz dergilerinin Şia görü-

267
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

şüne mensup olduğunu İ BDA/C örgütüne düşman oldukları­


nı, ellerine fırsat geçerse her türlü kötülüğü yapabileceklerini
söylerdi. Hatta bir keresinde İ stanbul'a geldiğimde Fatih te
bulunan Kudüs binalarına beni yollayarak içerde ne olup ol­
madığını görmemi istedi. Bende Haksöz dergisine giderek
gördüklerimi Abdülselam TUTAL'a anlattım. Bunu dışında
dergi ile ilgili çalışmamız olmadı.
3. Rıfat KAYSERILIOGLU isimli şahsında
. . Kumandan Salih
M I RZABEYOGLU'na yapılan Telegram işkencesi sorumlula-
rından olduğunu söyler. Sıranın ona da geleceğini fakat İ hsan
GÜVEN olayından sonra İ BDA/C örgütünden korkarak sak­
landığını söyledi.
4. Abdülselam TUTAL'ın öldürdüğümüz İ hsan GÜVEN'in Lavuk
müritlerinden Çelik ERIŞÇl'nin de hedeflerimiz arasında ol­
duğunu söylerdi. Kendisinin bir keresinde Zekeriyaköy'de bu­
lunan evinin keşfini yaptığını fakat eylem sonrası kaçış için
m üsait olmadığını söyledi .
5. Savaş AY'ın d i n düşmanı olduğunu, Müslümanlara yönelik
her türlü saldırının arkasında bulunan bir kişi olduğunu söyler­
di. Savaş Ay konusundaki gelişmeleri ifadem içinde anlattım.
6. Bülent Bedia ÇORAK'ın Dost Tarikatı lideri İ hsan GÜVEN gi­
bi kendini Allah ilan ettiğini, Mevlana kardeşlik adı altında
gruplarının olduğunu bununda ölümü hak ettiğini söylerdi. İ h­
san GÜVEN'in öldürülmesi ile ilgili İ nternetten Bülent Bedia
ÇORAK ın sayfasını bulduk ve ziyaret defterine "Ihsan GÜ­
VEN'in ölümünden haberiniz var mı sıra Bedia denen kaltağa
gelecek" şeklindeki mesajı Niğde'den yazdık. Bu konuda ha-
tırladıklarım bundan ibarettir
.
SORULDU: 1 5.05.2004 GÜNÜ NIGDE ili SELÇUK MAHALLE-
. .

Si SAKi NLER SOKAK ESKIER APT. KAT: 2 N0:4 SAYILI ADRES-


TE GEÇiCi OLARAK ZAPT EDiLEN MALZEMELERDEN 29 ADET
. . . . .

TARAF DERGiSi, 7 ADET FURKAN DERGiSi, 5 ADET TAHKiM

268
Ergün Poyraz

DERGiSi , 43 ADET HABERCi DERGiSi . , 3 ADET AYDINLIK SA- . . .

VAŞÇILARI , 9 ADET BEKLENEN YENi NiZAM


. . D ERGiSi, 7 ADET .... . .

AKINCI GENÇLiK, 1 4 ADET AKAD EMiYE DOGRU DERGiSi, 5


. . . .

ADET BEKLENEN YENi NiZAM 1 ADET SiYAH BAYRAK DERGi-


. . . . . . ....

Si 1 ADET GiZLi i LiMLER (MUSTAFA I LOGLU . DERLEYEN)


. . 1 . . .

ADET TELEGRAM ADLI KiTAP, 1 ADET BEDIYYAT iSi MLi KiTAP,


. . . .

BiR ADET ŞEHiT ABDULLAH AZZAM'


. ... . I N Ci HAT AHKAMI KiTABi ,
. ...

BiR ADET YAGMURCU . (SALi H M I RZABEYOGLU),


. . 1 ADET DAM- .

LAYA DAMLAYA, Ş i i R VE SANAT H I KEMIYATI , ADIMLAR, HI RKA-


İ TECR İ D , KÖKLER, TELEGRAM, KAVGAM, KAVGAM C İ LT 2,
. . .. ... .

SEFiNE ADLI (SALiH MIRZABEYOGLUNA AiT KiTAPLARDAN


B İ RER ADET), 1 ADET İ MAM ŞAM İ Zİ N HATI RATI, 1 ADET DÖN­
MEL İ K VE DÖNM ELER ADLI, 1 ADET TUTSAK, 1 ADET MÜSLÜ­
MAN HALKIN CIHAD I , 1 ADET 1 0X30 EBAD I N DA KARTON KA­
G IT ÜZERİ N E YAPIŞTI RILI ŞEH İ T ABDULLAH AZZAM' I N FO-
. . . . .

TOGRAFI. 1 ADET KOLi


. . IÇERSINDE BOL M. i KTARDA PLASTiK . . .

AMELiYAT ELDiVENi, AYRICA 6 ADET BiLGiSAYAR DiSKETi , .25


. . .

ADET M U HTELiF CD, 2 ADET. M i KRO. CD LER ELDE EDiLMiŞ-


. . . . .

TIR. BUNLAR HAKKINDAKI BiLGiLERiNiZi ANLATI N IZ?


. �

CEVAP: Salih M I RZABEYOGLU'na ait kitaplar son üç aylık za-


man diliminde Abdülselam TUTAL'ın bana getirdiği, benimde İ stan­
bul'a geldiğimde Beklenen Yeni Nizam Dergisinden aldığım dergi
ve kitaplardır. Abdülselam TUTAL bu dergi ve kitapları üniversitede
arkadaşlarına dağıtabilirsin dedi . Bende derslerimin yoğunluğun­
dan ve derginin üslubunun çok sert olmasından dolayı ev arkadaş­
larım dahil kimseye vermedim ve göstermedim . Abdülselam TU­
TAL'a hayır diyemediğim için aldım . Saydığınız bütün malzeme der­
gi ve kitaplar bu şekilde elime geçti. Benimle evi paylaşan Mehmet
GÖKSU ve Mehmet Reşit YET İ M'e ait değildir. Bu malzeme, dergi
ve kitaplardan haberleri dahi yoktur.
Benim, bu hususlar hakkında bildiklerim ve söyleyeceklerim
bunlardan ibarettir. ifademe ekleyecek başka bir husus yoktur, ben
ifademi hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan kendi hür irademle

269
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

verdim yaptığım olaydan pişmanım Abdülselam TUTAL'ın dayatma­


ları yüzünden bu eylemi yaptım . Dedi alınan ifadesi kendisine okun­
du, doğrudur ve bana aittir demesi üzerine altı birlikte imzaladı . . .
"

Planlayıcının ifadesi
• v

" .. .iFADE TUTANAGI


İ FADEN İ N ALINDI G I YER : İ stanbul Terörle Mücadele Şube Mü­
dürlüğü
. . .

i FAD E N i N TARiH i-SAATi : 1 7 .05.2004

İ FADE VEREN İ N KEND İ BEYANINA GÖRE Kİ MLİ G İ


ADI VE SOYAD! : Abdülselam TUTAL
BABA ADI : Mehmet ŞiRiN
ANA ADI ve KIZLIK SOYAD!: Nuriye-AKA
� .

DOGUM YERi ve TARi H i : Adana -1 982


N Ü FUSA KAYITLI OLDU G U YER: Siirt-Pervari-Okçular Köyü
. . . .

CiLT N O-AILE SIRA NO-TC KiMLiK NO: ----


. . . . .

Ki MLiK SERi NO-TC KiMLiK NO : ---


MEDENi HALi : Bekar
UYRUGU : TC
. . .

CiNSiYETi : Erkek

İ FADE VEREN İ N KEND İ BEYANINA GÖRE B İ LG İ LERİ


SAHTE KIMLIGI
KOD ADI
EGITI M DURUMU : ilkokul Mezunu
SABI KA DURUMU : Sabıkasız olduğunu beyan eder.
iŞi M ESLEGI AYLIK GELi Ri : Gazeteci-300 milyon Türk Lirası
. .

DEVAM LI iKAMET ADRESl:Tarlabaşı caddesi Şişhane Alt Geçidi


No:7 Beyoğlu BEKLENEN YEN i Ni­
ZAM DERG İ S İ BÜROSU

270
Ergün Poyraz
. .

SON iŞ ADRESi : Tarlabaşı caddesi Şişhane Alt Geçidi


No:7 Beyoğlu BEKLEN E N YENi Ni­
ZAM DERGiSi BÜROSU
TELEFON N UMARALAR! :iş 021 2 ....... Cep: O 536 . . ... .
SÜRÜCÜ BELGES İ SINI F/NO: Yok.

CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNUNA GÖRE HAKLARINIZ:



Kimliğinize ilişkin soruları doğru olarak cevaplamak zorunda­
sınız, doğru cevap vermemeniz veya yanlış bilgi vermeniz du­
rumunda hakkınızda cezai kovuşturma yapılacaktır. (1 35/1 )

Müdafi tayin hakkınız vardır, müdafi tayin edebilecek durum­
da değilseniz baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep
edebilirsiniz ve onun hukuki yardımından yararlanabilirsiniz.
Yakalanmanız ve yakalanma sürenizin uzatılması durumu bir
yakınınıza veya belirlediğiniz bir kişiye Cumhuriyet Savcısının
kararıyla gecikmeksizin haber verilecektir. (1 35/3)

lsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmama hakkınız
vardır ( 1 35/4)

Şüpheden kurtulmanız için somut delillerin toplanmasını talep
edebilirsiniz. Aleyhinize varolan şüphe sebeplerini ortadan
kaldırmak ve lehinize olan hususları ileri sürmek imkanınız
vardır (1 35/5)
İ SNAD ED İ LEN SUÇ (1 35/2): Yasadışı İ BDA/C terör_örgütü
mensubu olmak ve bu örgüt adına İ hsan GÜVEN ve eşi Sibel
GÜVEN 'in öldürülmesi olayını azmettirmek ve iştirak etmek.
**** Abdülselam TUTAL'a kanuni haklannın hatırlatılması üzeri­
ne adı geçenin: "Ben ifadem alındığı sırada herhangi bir avuka�ın
hukuki yardımından faydalanmak istemiyorum" demesi üzerine ls­
tanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde alınan ifadesinde;
SORULDU : KISACA ÖZ GEÇM İ Ş İ N İ Z İ VE A İ LE YAPIN IZI AN­
LATIN IZ?
CEVAP : Ben 1 982 yılında Adana ili Yüreğir ilçesinde doğdum. İ l-

271
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kokulumu Yüreğir ilçesi Anadolu İlköğretim okulunda okudum . İ lko­


kulu bitirdikten sonra 1 999 yılına kadar çeşitli köylerde tarım işçisi
olarak çalıştım . 1 999 yılında Adana'da Furkan Dergisinin temsilcili­
ğini yapmaya başladım. 1 999 yılı başlarında da İ stanbul'a geldim ve
Furkan, Akademya, Bediyat ve Beklenen Yeni Nizam Dergilerinde
çalıştım . Halen de Beklenen Yeni Nizam Dergisinde Yayın Kurulu
Üyesi olarak çalışırım ve Dergi Bürosunda yatıp kalkmaktayım. An­
nem babam sağ olup halen Adana ili Yüreğir ilçesi Kozan Mahalle­
si 43. Sokak No:43 adresinde ikamet ederler. Biz aynı anne ve ba­
badan toplam altı kardeşiz. Bunlar sırası ile;
1 . Ben,
2. Abdülmenaf TUTAL, 22 yaşlarında olup halen Yüreğir ilçesin­
de muhasebeci olarak çalışır.
3. Kadriye TUTAL, 20 yaşlarında olup halen babamla birlikte
ikamet eder.
4. Cüneyt TUTAL, 1 7 yaşlarında olup halen babamla ikamet
eder., Lise öğrencisidir.
5. Leyla Sibel TUTAL, 1 5 yaşlarında olup halen babamla birlik­
te ikamet eder ve ev kızıdır.
6. Musa TUTAL, 1 2 yaşlarında olu p halen babamla birlikte ika­
met eder, ilköğretim öğrencisidir.
SORULDU: PASAPORT ALD I N IZ M I ? YURT DIŞINA LEGAL
VEYA i LLEGAL YOLLARDAN ÇIKIŞ YAPTINIZ MI?
C EVAP: Ben bugüne kadar hiç Pasaport almadım, gerek legal
gerekse illegal yollardan hiç yurtdışına çıkış yapmadım.
SORULDU: GEREK S İ Zİ N GEREKSE A İ LE FERTLER İ N İ Z İ N
HAKKI N DA BUGÜNE KADAR GÜVENL İ K KUVVETLE R İ NCE
H ERHANGi BiR iŞLEM YAPILMIŞ M i D i R? ANLATINIZ.
CEVAP: 1 997 yılında babam Mehmet Şirin TUTAL hakkında
Adana Emniyet Müdürlüğü görevlilerince PKK terör örgütüne yar­
dım ve yataklık yapma suçlarından işlem yapıldı ve sevk edildiği ad­
li makamlarca tutuklanarak. Yaklaşık 2,5 yıl cezaevinde yattı. Benim

272
Ergün Poyraz

hakkımda ise I BDA/C örgütü mensubu olmak ve bu örgüt adına ey­


lemlerde bulunmak suçlaması ile hakkımda işlem yapıldı. Bu tahki­
katlarla ilgili toplam altı ay kadar cezaevinde yattım . Çıktığım duruş­
malarda da tahliye edildim.
.
SORULDU: S İ YAS İ GÖRÜŞÜNÜZ NED İ R, HERHANGi BiR S İ -
. . . .

YASI PARTi SENDiKA, DERNEK VE BENZERi B i R KURULUŞA


ÜYEL İGİ N İ Z VAR MiDiR, AN LATI N IZ?
CEVAP: Ben, yasadışı IBDA/C terör örgütünün bütün fikirlerini
benimserim. Eylem ve faaliyetlerini desteklerim. Benim herhangi bir
legal siyasi parti , sendika, dernek ve vakfa üyeliğim yoktur. Ben Ne­
cip Fazıl KISAKÜREK ve Salih İ zzet ERD İ Ş'in dünya görüşleri olan
BÜYÜK DO G U fikriyatını benimsemekteyim. Bu fikri yaymak için de
yukarıda isimlerini saydığım dergilerin çıkartılmasında ve dağıtılma­
sı faaliyetlerinde çalışıyorum . .
SORULDU: ŞU AN S İ Z İ NLE B İ RLİKTE GÖZLE M ALTINDA BU-
. . .

LUNAN E M i N KOÇHAN , SELiM AYDIN, BURHAN ETTIN YLÇIN


İ S İ ML İ ŞAHI SLARI TAN IYOR MUSUNUZ, TAN IYORSANIZ BU
. . . . .

ŞAH ISLARLA OLAN i LiŞKi N iZ HAKKINDA GENi Ş AÇI KLAMA-


LARDA BULU N U N UZ?
CEVAP: Ben Burhanettin YALÇI N isimli şahsı 2-3 yıldır sportif fa­
aliyetlerinden dolayı Mersin'den tanırım. Kendisi ile tanıştıktan son­
ra samimiyetim i lerledi , ben ona I BDA/C'nin fikir ve görüşlerini an­
lattım, Niğde ilinde üniversite de okuduğu için birkaç kez ziyaretine
gittim. Bu ziyaretlerimde kendisine IBDA/C lideri Salih Mirzabeyoğ­
lu'nun yazmış olduğu kitaplar ile örgütün yayın organı olan Bekle­
nen Nizam Dergisini götürdüm. Kendiside beni lstanbul'da kaldığım
Beklenen Nizam Dergisine ziyarete geldi. Bu görüşmelerimizden
sonra İ BDA/C ye karşı sempatisi arttı ve benimle birlikte hareket et­
meye başladı. Emin KOÇHAN ve Selim YALÇIN isimli şahısları 4-5
aydır tanıyorum . Kendilerinin Beklenen Yeni Nizam Dergisini ziya­
rete geldiklerinde tanıştık ve ilişkimiz başlamış oldu. Zaman zaman
da Pazar günleri dergide yapılan sohbet toplantılarına katılırlardı, bu
şahıslarla ilişkili ifademin ilerleyen safahatında anlatacağım.

273
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

SORULDU: 03.03.2004
. .
GÜNÜ, iLiMiZ TUZLA iLÇESi ISTAS-
. .

YON MAHALLESi i STASYON CADDESi HAVUZLU SiTE B BLOK


N0: 1 3 SAYILI İ KAMET İ NDE S İ LAHLA ÖLDÜRÜLMÜŞ OLARAK
BULUNAN İ HSAN GÜVEN
. . . . .
VE EŞ İ .S İ BEL GÜVEN' İ N ÖLDÜ RÜL-
. . . .

M ESI OLAY! iLE i LGiLi BiLDiKLERiN iZi ANLATIN IZ?


CEVAP:Bana sormuş olduğunuz İ hsan GÜVEN isimli şahsı ön­
ceden tanımıyordum. Salih M İ RZABEYO G LUN'nun yazmış olduğu
TELEGRAM-Z İ H İ N KONTROLÜ isimli kitabında kendisine uygula­
nan TELEGRAM işkencesinin baş sorumlusu olarak Atatürkçü Dost
Tarikatı lideri İ hsan GÜVEN'nin olduğunu beyan ettiğini okumam
. �

üzerine, Salih M I RZABEYOGLU'nu seven kitaplarını okuyan fana-


tik bir hayranı olarak İ hsan GÜVEN isimli şahıstan kin ve nefret duy­
dum. Ben bu TELEGRAM isimli kitabı 2003 yılında yayımlamasının
akabinde okudum. Ben bu şekilde kendi kendime nefret ederken
çalışmış olduğum Beklenen Yeni Nizam Dergisinin EK İ M 2003 tarih
ve 7. Sayısının 1 9. Sayfasında Dergimiz yazarlarından Burak ÇI LE­
L İ 'nin yazmış olduğu " Telegram-zihin kontrolü kitabı veya Din mi,
ilim mi çekişmesinin neticesi" yazısından sonra nefretim doruk nok­
tasına ulaştı ve bu şahsı öldürmeye karar verdim. Bu yazısından
sonra buluştuğumuz Burak Ç İ LEL İ ile yaptığımız görüşme sırasında
Burak Ç İ LEL İ İ nternet adresinden İ hsan GÜVEN'in adresin i tespit
ederek bana verdi. Burak ÇI LELl'den adresi aldıktan sonra tek ba­
şıma belediye otobüsüne binerek Tuzla'ya gittim ve adreste belirti­
len evi bularak kontrol ettim . İ hsan GÜVEN'in ikametinin istasyon
caddesi ve havuzlu sitesi B blok diye bir yer olduğunu tespit ettim
ve binaya çıkmadan geri döndüm. Bende I BDA/C adına eylem yap­
ma fikri her zaman mevcuttu. Yapabileceğim herhangi bir eylemde
lazım olacağı düşüncesiyle silah temin etmek istedim. İ BDA/C ör­
gütünden arkadaşım olup halen cezaevinde tutuklu bulunan Mutta-
lip SAN I R isimli arkadaşımın tanıdığı olan Ali . . . . . . . . . . ( 1 65, 1 70 boy-
larında, esmer kısa saçlı) bir şahıstan yaklaşık 4-5 ay önce 7.65 mm
bir tabanca satın aldım ve yine arkadaşım olan Burhanettin YALÇIN
isimli şahsı Niğde'de yapmış olduğum bir ziyarette silah temin edip

274
Ergün Poyraz

edemeyeceğini sorduğumda, temin edebileceğini söylemesi üzeri­


ne kendisine (240) Euro ve ayrıca (80 000,000)TI . verdim Burha­
nettin YALÇI N'da bu para ile almış olduğu 7.65 mm silahı tahminen
Mart ayı içerisinde lstanbul'a getirerek teslim etti . Bende silaha bak­
tım . Doldur boşalt yaptığım esnada silahın iyi çalışmadığını fark et­
tim . Mermiyi çıkartması esnasından 2. Veya 3. Mermiyi sıkıştırma
yaptı. Bende buna istinaden kendisine "Bu silah pek iyi değilmiş, bi­
raz pahalı almışım bu paraya daha güzel silah alırdım" dedim. Da­
ha sonra bu iki silahı bir müddet Beklenen Yeni Nizam Dergisi'nde
sakladım, ancak polis baskını olmasından korktuğu m için ifademin
akışı içersinde anlatacağım eylemden tahmini 1 5 gün önce Burak
Ç İ LEL İ 'nin evine götürerek daha sonra alacağımı söyleyerek muha­
faza etmesi amacıyla teslim ettim . Ihsan GüVEN isimli şahısa yöne­
lik eylem yapılması fikrini Emin KOÇHAN ve Selim AYDIN isimli şa­
hıslara açtım ve kendileri ile eylem yapacağımız şahsın evinin keş­
finin yapılması amacıyla eylemden yaklaşık bir hafta kadar önce
Selim AYDIN'ın babasına ait Mitsubishi marka minibüs ile Tuzla'ya
gittik. Ben daha önceden adresi bildiğim için Emin KOÇHAN ve Se­
lim AYDIN'a İ hsan GÜVEN'nin ikametini göstererek eyleme geldiği­
mizde minibüsü binanın arka sokağına çekeriz, Selim bizi arabada
bekler bizde eylemi yaparız diyerek eylemin nasıl yapılacağını an­
lattım ve birlikte Tuzla'dan gelirken ben kendilerine hangi gün mü­
sait olduklarını sorduğumda, bana sadece Cuma günü müsait ol­
duklarını söylediler. Ben de bu eylemle ilgili Perşembe akşamı ken­
dilerini arayıp, eylemin olup olmayacağını kendilerine bildireceğimi
söyledim. Birlikte Fatih'e kadar geldik, ben araçtan inerek dergiye
gittim. Ben eylem sırasında kullanılmak üzere dikkat çekmemesi
için kurye süsü vermek amacıyla Eminönü'n den bir adet kırmızı
renkli şapka, rengini tam olarak hatırlayamadığım bir yelek ve AKA­
ŞA yayınlarından çıkmış kitapları aldım. Bu kitapları paket yaptım ve
diğer malzemelerle birlikte Beklenen Yeni Nizam Dergisinde sakla­
dım. Tahminen 27.04.2004 tarihinde Burak ÇI LELl'nin evine gide­
rek kendisine bırakmış olduğum silahları aldım ve dergiye getirerek

275
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

onları da sakladım . 28.04.2004 günü arkadaşım olan Burhanettin


YALÇI N'ı telefon ile arayarak bir işimiz var, lstanbul'a gel görüşelim
dedim. Kendiside bu teklifimi kabul ederek ertesi gün lstanbul'a gel­
di ve Beklenen Yeni Nizam Dergisinde buluştuk. Sohbet esnasında
ben kendisine İ hsan GÜVEN isimli şahıs hakkındaki düşüncelerimi
. �

aktardım. Salih MIRZABEYOGLU'nun Telegram isimli kitabında


kendisine Telegram işkencesini yapan şahsın Ihsan GÜVEN oldu­
ğunu bildirdiğini bu şahsın evini tespit ettiğimi ve öldürmemiz gerek­
tiğini söyledim. İ hsan GÜVEN'in öldürülmesi konusunda ortak bir
karar aldıktan sonra birlikte vapurla karşıya geçtik, oradan otobüse
binerek İ hsan GÜVEN'in evinin yanına geldik. Keşif yapmaya git­
miştik evin çevresinde gezdik, kontrol ettik I hsan GÜVEN isimli
şahsın komşularının şüpheleneceğini düşünerek bir arabanın içeri­
sinden gerekli olan keşfin yapılacağı kararını verdik ve oradan ayrı­
larak bir otobüs ve vapurla karşıya geçtikten sonra otobüs ile der­
giye geldik. Eylemden bir gün önce yani 29.04.2004 Cuma günü
saat 1 1 .00 sıralarında Emin KOÇHAN dergiye geldi . Ben kendisini
Burhanettin YALÇIN'a Fatih (K) ismi ile ve Burhanettin YALÇI N'ı da
Ahmet (K) olarak tanıttım Selim AYD I N Minibüste bekliyordu, ara­
baya binince de Burhanettin YALÇIN'I Selim AYDIN'a direkt Veli (K)
olarak tanıttım . Buradaki amacım Burhanettin YALÇI N'ı Emin KOÇ­
HAN ve Selim AYD I N tanımıyordu. Aynı şekilde Burhanettin YAL­
Ç I N 'da onları tanımıyordu. Eylemden sonra olabilecek yakalanma­
larda yakayı ele vermemek için bu (K) isimlerini onlara verdim. Der­
gide saklamış olduğum silahlardan Burhanettin YALÇIN'ın bana ge­
tirmiş olduğu silahı Emin KOÇHAN'a vererek minibüse geçmesini
söyledim . Yukarıdaki ifademin önceki bölümlerinde anlatmış oldu­
ğum AL İ . . . . isimli şahıstan satın almış olduğum silahı ise Burhanet­
tin YALÇI N'a verdim. Çünkü silah iyi çalışmıyordu. Eylem başarısız
olabilir düşüncesiyle o silahı Burhanettin YALÇI N'a vermeyip kendi
aldığım silahı verdim. Yanımıza eylem sırasında kamufle olmak için
hazırlamış olduğum kitapları ve kurye kıyafetlerini alarak minibüse
bindik. Minibüse bindikten sonra Harbiye civarında bir telefon kulü-

276
Ergün Poyraz

besinin yanında durduk. Ben ihsan GÜVEN'in evde olup olmadığı­


nı anlamak amacıyla telefon açtım fakat telefona bakan olmadı ve
orada bulunan bir büfeden bir U H U alarak Burhanettin YALÇIN'a
getirdim. Burhanettin YALÇI N U H U'yu parmaklarına sürerek par­
mak izi kalmasını engelleyecekti . Birlikte Ümraniye lhlamurkuyu
mezarlığına gittik, silahları temizlemek amacıyla bir müddet mezar­
lıkta bekledik. Ben silahları temizledikten sonra bir minibüse bine­
rek mezarlıktan ayrıldık. lhlamurkuyu mevkiinde ben minibüsü dur­
durar�k İ hsan GÜVEN'in evde olup olmadığını telefon açmak sure­
tiyle kontrol etmek için minibüsten inip tekrar ankesörlü telefondan
evini aradım. Şahsın sesini duyduktan sonra telefonu kapattım ve
tekrar minibüse gelerek şahsın evde olduğunu benim kendileri ile
gelmeyeceğimi, iş bittikten sonra beni aramalarını söyledim. Beni
araması için Emin KOÇHAN'a telefon
. . kartı verdim
. ve bana telefon
açarak parolalı bir şekilde "Pi KN i KTEN GELDiK" demesi halinde,
benim eylemin gerçekleşmiş olduğunu anlayacağımı ve eylemi İ B­
DA/C adına basın yayın kuruluşlarına telefon açmak suretiyle üstle­
neceğimi söyledim ve eylemden sonra Fatih Camiine gelmeleri ta­
limatını verdim, bende şuan hangi otobüse bindiğimi hatırlamıyorum
ama belediye otobüslerine binmek suretiyle Beklenen Yeni Nizam
Dergisine gelip haber beklemeye başladım. Aynı gün öğleden son­
ra saatini tam. olarak hatırlamıyorum
. . Emin KOÇHAN beni telefon ile
arayarak "PiKNiKTEN GELDiK" dedi. Bende tamam Fatih Camisin-
de buluşalım dedim ve bilahare Fatih camisinde buluştuk. Burha­
nettin YALÇ I N bana adamı kafasından kadını ise karnından vurdu­
ğunu, kadının vurulmadan önce "DEMOKRAS İ " diye bağırdığını,
kendisinin de "BEN DEMOKRAS İ SEVMEM" dediğini, adamın öldü­
ğünü kadının ise ölüp ölmediğini bilmediğini söyledi, ben�e kendi­
lerine bir müddet bekleyin, ben eylemi üstleneyim dedim ve Fatih
camine yakın telefon kulübelerinden basın yayın kuruluşlarını ara­
yarak İ hsan GÜVEN'in öldürülmesini İ BDA/C adına üstlendim. Bu­
nu yaparken de ses kaydım anlaşılmasın diye hızlı bir şekilde söy­
ledim ve daha sonra Burhanettin YALÇI N ve Emin KOÇHAN'ın ya-

277
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

nına döndüm. Emin KOÇHAN ile vedalaşarak ben Burhanettin


YALÇI N ile birlikte Beklenen Yeni Nizam Dergisi'ne geldim. Eylem­
de kullanılan silahları bir poşete sararak Burhanettin YALÇI N'a ver­
dim, kendisi de silahları alarak yanında getirmiş olduğu çantasına
koydu .ve birlikte dergiden ayrılarak Karaköy iskelesine kadar yürü­
dük, vapur ile Kadıköy'e geçtik. Halk otobüsü ile Hareme oradan şu
an üniversitesinden tanıdığı ve bir asansör firmasında çalışan arka­
daşının olduğunu, onun evinde kalabileceklerini söyledi . Fakat ar­
kadaşına ulaşamayınca birkaç saat içinde Niğde otobüsüne binerek
birlikte Niğde'ye gittik. Niğde de Burhanettin YALÇIN'ın bekar kaldı­
ğı evine gittik. Evde aynı evi paylaştığı Mehmet Reşit YET İ M ve
Mehmet GÖKSU isimli şahıslarla tanıştım . Onlara bu konu ile ilgili
hiçbir şey söylemedik. Eylemde kullandığımız silahları da Niğde ye
yanımızda getirmiştik. Bu silahları evdeki kanepenin altına sakladık.
Ben ve Burhanettin YALÇIN lnternetten çeşitli gazete ve televizyon­
lara e-mail atarak İ hsan GÜVEN'i İ BDA/C Terör Örgütünce öldürül­
düğüne dair mesajlar gönderiyorduk ancak basında bizim üstlen­
memiz yer almayınca Burhanettin YALÇI N'a basın bize sansür ya­
pıyor basın yayın kuruluşlarına eylem yapalım dedim ve Savaş AY'ı
cep telefonundan arayarak, "Mahmut Hoca Cemaatinden sarıklı sa­
kallı adamların karı sattığını söyleriz. Görüşmek istersek o da bizim
buluşma verdiğimiz yere gelir, geldiğinde yer gösterme bahanesiy­
le onu öldürebiliriz. Savaş Ay'ı öldürmek amacıyla 04.05.2004 günü
Niğde'den Aksaray'a oradan da İ stanbul'a geldik eylem yapabilmek
için yanımıza İ hsan GÜVEN'i öldürdüğümüz silahları da aldık. Polis
baskın yapar, diye Beklenen Yeni Nizam Dergisine hemen girmek
istemedik. Çevreyi kontrol ettikten sonra derginin yanındaki dükka­
nın önüne geldik. Burhanettin YALÇI N 'a "Sen burada bekle ben bi­
razdan geleceğim" dedim ve gidip bir gazete bayiinden gazete al­
dım. Ihsan GÜVEN'in öldürülmesi eyleminin basında yer aldığını ve
eylemin İ BDA/C tarafından yapıldığının herkes tarafından bilindiğini
anladım ve gazeteyi Burhanettin YALÇI N 'a gösterdim. Daha sonra
Burhanettin YALÇI N'dan silahları alıp hemen İ stanbul dışına çıkma-

278
Ergün Poyraz

sını istedim. Burhanettin YALÇI N 'da yanına içinde özel eşyaları ve


eylemde kullanmış olduğu silahların bulunduğu çantayı alarak Kon­
ya'ya gitmek üzere yola çıktı . Konya'ya gittiğinde boyacılık yapan li­
se arkadaşı Ali EKŞ İ isimli arkadaşının yanına gideceğini bana söy­
ledi . Bende "Sen git daha sonra bende oraya geleceğim dedim" ve­
dalaşarak ayrıldık. Burhanettin YALÇI N 'dan bir gün sonra Ali EKŞi
isimli arkadaşının vermiş olduğu telefonu arayarak Konya ya gitmek
üzere yola çıktığımı, beni karşılamalarını Burhanettin YALÇI N'a söy­
ledim. Daha sonra beni karşıladılar. Ve birlikte Ali E KŞl'ye ait eve
gittik. B urhanettin YALÇIN ile burada yalnız kaldığımda silahları ne
yaptığını sordum. O da her ikisini de Karaköy'den Haydarpaşa'ya
vapurla geçerken denize attığını söyledi. Bende "Kirli silahı attın
ama, niçin diğer silahı attın" diyerek kızdım. Fakat fazla üsteleme­
dim. Üç gün kaldıktan sonra Konya'dan ayrılarak lstanbul'a geldim
ve her zamanki normal yaşantıma döndüm.
SORULDU : SAVAŞÇl@2004MYNET.COM E-MAI L ADRESiNi
N E AMAÇLA ALDINIZ? BU ADRES ÜZER İ NDEN N E G İ B İ ÖR­
GÜTSEL FAAL İ YETLERDE BULUN DUNUZ?
CEVAP : Ben savascı2004@myney.com.tr e-mail adresini Ihsan
GÜVEN'in öldürülmesi eylemini çeşitli basın ve yayın kuruluşlarına
bildirmek amacıyla telefonda sesimin kayıt edilmesinden korktu­
ğumdan dolayı İ nternet'ten mesaj yollamanın daha kolay ve daha
güvenli olacağını düşünerek böyle bir e-mail adresi alma ihtiyacı
duydum. Ve çeşitli tarihlerde basın kuruluşlarına olayı I BDA/C terör
örgütü adına üstlendiğimi e-mai l atarak mesaj yolladım. Ben bilgi­
sayar kullanmasından fazla anlamam. Bu mail adresini Burhanettin
YALÇI N ayarladı. Ben sadece ismini seçtim . Mail gönderme işlem­
lerini de ben söylüyordum. Burhanettin YALÇIN yazıyordu. Gazete­
lerin adreslerini de Burhanettin YALÇIN lnternet'ten öğrendi.
SORULDU : BU EYLEMDEN BAŞKA PLANLADIGINIZ VE H E-
. . .... . . . .

DEF BELI RLEDIGINIZ EYLEM VE KiŞiLER VAR MI?


CEVAP: İ BDA/C örgütünün adını dünyaya duyurmak için san­
sasyonel bir eylem fikri bende oluştu.

279
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bende bu fikir doğrultusunda hedef olarak Recep Tayyip ERDO­


GAN'ı seçtim . Eylem anının miting alanları olduğunu keşfettim bu­
nun sebebi ise miting alanları kalabalık ve kontrolün zor olması idi.
Bunun akabinde Kudüs ve Haksöz dergilerinin Şia görüşlerini
savundukları ve I BDA/C örgütüne karşı kin besledikleri için bu der­
gilere yönelik de bende eylem fikri oluştu. Fatihte bulunan dergile­
rine Burhanettin YALÇI N'ı keşif yapması için gönderdim. Kendim gi­
demiyordum çünkü oradaki şahısların hepsi beni tanıyordu.
Telegram işkencesinin baş sorumlularından olan Rıfat KAYSE­
İ
R L İ O G LU, İ hsan GÜVEN le aynı şeytanlık içinde olduklarından ve
kendilerini Allah zannettiklerinden elime geçen ilk fırsatta öldüre­
cektim .
İ hsan GÜVEN'in müritlerinden olan Çelik ER İ ŞÇ İ 'nin "Başörtülü
kızlarla rüyamda ilişki kuruyorum ve bundan çok haz alıyorum" de­
diği için ondan nefret ediyordum. Zekeriyaköy'de bulunan evini ora­
ya gittim . Fakat eylemden sonra kaçma ihtimalinin zor olduğunu
düşünerek bundan vazgeçtim .
Kendini Allah ilan eden Bülent Bedia ÇORAK'ın d a I hsan GÜ­
VEN denen heriften hiçbir farkı yoktu. Cehennem için tam bir kütük
olduğunu düşünerek öldürmek için eylem hedeflerinin arasına al­
dım. Ancak herhangi bir çalışma yapmadım.
Yahudilerin dünyanın başına her zaman bela olduklarını, Filis­
tin'de Müslüman kardeşlerime, bacılarıma zulüm ve tecavüz ettikle­
rini duyduğum ve gördüğümden dolayı, her Yahudi'ye olan düş­
manlığım gibi işadamı İ shak ALATON'a da Yahudi olduğu için bu ki­
ni besledim. İ shak ALATON Türkiye den çaldığı paraları İ srail'e yol­
luyor ve bu paralar Filistinli kardeşlerime mermi olarak döndüğü için
bu şahsıda öldürmek istedim.
İ İ İ
. SORULDU: GÖZALTIN DA BULUNAN BRAH M KESK N iSiM- .
LI ŞAH I S KENDiSiNi CELAL TARKAN AYDI N'DA BULUNAN Si-
LAH ! ALMAK ÜZERE GÖNDERMEK İ STED İGİ N İ Z İ BEYAN ET­
M E KTED İ R. BU KON U DA B İ LD İ KLER İ N İ Z İ ANLATIN IZ.

280
Ergün Poyraz

C EVAP: Ben tarihten(4-5) ay kadar önce Kadıköy Fikirtepe'de


bulunan Celal Tarkan AYD I N 'ın tablo dükkanına gitmiştim. Orada
ileride düşündüğüm eylemleri gerçekleştirmek amacıyla Takan'a si­
lah bulup bulamayacağını sordum. O da bana "senin istediğin silah
olsun" diyerek belindeki silahı gösterdi. Bende silahın kaç para ol­
duğunu sorduğumda (400 000,000 TL.) istedi. Kendisine ihtiyacım
olmadığını, bilahare kendisinden alacağımı söyledim İhsan GÜ­
VEN'in öldürülmesi eyleminden sonra Burhanettin YALÇI N'ın silah­
ları denize atmasından dolayı satın almış olduğum silahı İbrahim
' • . .

KESK i N vasıtası ile almak istedim . lbrahim KESKIN 'e iki kere söy-
lememe rağmen bir türlü silahı getirmedi. Olay bundan ibarettir.
Yaptıklarımdan pişmanım. Ben aslında kötü bir insan değilim.
Adana terörden tanıdığım Kemal ve Hasan isimli Polislerle zaman
zaman görüşürüm. Ben bunlarla 0536 . . . . . .. numaralı telefonumla
irtibat kuruyordum. Fakat benim bu sebep olduğum eylemden ken­
dilerinin kesin likle haberleri olmamıştır.
Benim, bu konular hakkında bildiklerim ve söyleyeceklerim bun­
lardan ibarettir, ifademe ekleyecek başka bir husus yoktur, ben ifa­
demi hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan kendi hür irademle ver­
dim dedi. Alınan ifadesi kendisine okundu ve okudu, doğrudur ve
bana aittir demesi üzerine altı birlikte imzaladı . . . "

Nurculuk
İ ngiliz istihbaratının İ ran'da 1 8. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya
çıkan Bahailiğin değişik bir versiyonunu uygulamak için ülkemizde
üretip türettikleri bir tarikat. Bahailiğin Türkiye şartlarına uyarlanma­
sıyla meydana getirilen bu yapı için seçilen kişi ise Bitlis'in Hizan il­
çesinin N urs köyünden idi. Asıl Adı Said-i Kürdi'dir. Kürtç� lük p �o­
pagandası ve Said'i Kürdi adıyla taraftar toplayamayınca lngiliz ls­
tihbarat'ı yine bilinen yöntemlere baş vuruyor, Kürt Said'i din mas­
kesine büründürerek, Said-i N u rsi'ye dönüştürüyordu.
O da birileri gibi o günlerde nasıl dönüşerek değiştiğini, Kürt Sa­
id'in eskide kaldığını söylüyordu.

281
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kürt Said, Tenvir yayınlarından çıkan "Divan-ı Harbi Örfi, iki Mek­
teb-i Musibedin Şehadetnamesi" adlı kitabının 1 1 . Sayfasında ken­
disini şöyle tanımlıyordu:
"Ben ki; bir adi Kürdüm. Ulemaya farz-ı ayın olan bir vazifeyi
omuzuma aldım, demek cinayet ettim."
Aynı kitabın 14. sayfasında;
"El hasıl, Sultan Selim'e biat etmişim . Onun ittihadı lslamdaki fik­
rini kabul ettim. Zira O, Kürdleri ikaz etti . Onlar da ona biat etti . Şim­
diki Kürtler, o zamanki Kürtlerdir. . . Bu meselede seleflerim; Cema­
lettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi,
Hoca Tahsin Efendiler, Kemal Bey ve Sultan Selim'dir... "
Kürt Said'in seleflerim dediği isimlerden; Ali Suavi, İ lhami Soy­
sal'ın yazdığı "Dünyada ve Türkiye'de masonluk ve Masonlar adlı
kitabın 7. sayfasında belirtildiği gibi Masondu .
Yine 3 1 yıllık Mason olan Sabahattin Arıç'ın Tekin Yayınevi'nden
çıkan ve masonlara övgü dolu "Masonların Dünyası" adlı kitabın
1 36. Sayfasında Ali Suavi'nin Mason üstadlardan olduğunu görü­
yorduk.

Cemalettin-i Efgani ve Mısır Müftüsü Muhammed Abduh, üst de­


rece masonlardandı.
Abduh ve Efgani'nin masonluğu hakkında M. Emin Koç, Yeni
Mesaj gazetesinde şunları yazıyordu:
" . . . Diyanet İ şleri Başkanlığı, Hicaz bölgesini Osmanlı'dan kopart­
mak üzere lngilizler tarafından kafalanmış ve görevlendirilmiş Ce­
malettin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza "masonik troy­
ka"sının "Menar tefsiri"nin adeta özetlenmiş haline i l . Vatikan Kon­
sili'nin 1 965'te karar altına aldığı "dinlerarası diyalog" elbisesi giydi­
rilmiş tarzını, AB sürecinin "çağdaş tefsir"i olarak piyasaya sürdü.
Dilerseniz önce bu "Troyka"yı tanıyalım.
İ skoçların bile reddettiği Mason Efgani
İ ran Esedabad doğumlu Cemaleddin EfganT, İ ngiliz belgelerine

282
Ergün Poyraz

göre "tanrıya inanma" şartı koşan lskoç, Mason Locası'na üye iken ,
buradan "tanrısızlık" ithamıyla kovulmuş, o da "tanrı tanımazlık"ın
makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası'na reis olmuştur (Bkz.
Alaaddin Yalçınkaya, Cemaleddin Efgani, lstanbul 1 991 , Osmanlı
Yayınları, s. 1 31 -1 32; Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hak­
kında Makaleler, lstanbul 1 4 1 6/1 996, s. 21 , dipnot: 36). Efgani, ay­
nı zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu. öğ­
rencisi Abduh ile birlikte Paris'ta "el-Urvetü'l-Vüska" adlı bir gaze­
te çıkardı.

il. Abdulhamid: Efgani lngiliz Maskarası


1 1 .Abdulhamid'in, Efgani'yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak
Efgani'nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır:
" . . . Hilafet'in elimde olması sürekli olarak lngilizleri tedirgin etti.
Blund adlı bir lngiliz'le Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbir­
liği ederek İ ngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. ..
Cemaleddin-i Efgani'yi yakından tanırdım. Mısır'da bulunuyordu.
Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta As­
ya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti; buna muktedir ola­
madığını biliyordum. Ayrıca İ ngilizlerin adamı ve çok muhtemel ola­
rak lngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal
reddettim. Bu sefer Blund'la işbirliği yaptı . Kendisini İ stanbul'a ça­
ğırttım . . . Bir daha İ stanbul'dan çıkmasına izin vermedim" (Bkz. Ab­
dulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. ismet Boz­
dağ), lstanbul 1 986 (8. Baskı), Pınar Yay. , s. 73)

Ezher'e Masonluğu Sokan Abduh


Efgani'nin talebesi olan Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu.
Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanın­
da İ ngiltere'nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer'in söylediği şu söz'
ibretliktir:
"Kuşkusuz İ slami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed

283
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Abduh'un çizdiği yolda ümit vaadediyor. Ve o yolun yolcuları Avru­


pa'nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar" (M. Muhammed
H üseyin, Modernizmin lslam Dünyasına Girişi, (Trc. S. Özel), İ stan­
bul 1 986, İ nsan Yayınları , s. 9 1 -92 (Cromer'in 1 905 yıllığının 7.
maddesinden naklen).
Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Abduh'la ilgili şunla­
rı söylemiştir: " . . . Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher'e id­
hal(sokan) eden odur" (Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu'l-Akl ve'l-llm
ve'l-Alem, Beyrut 1 3 1 4 (3. Baskı), c. 1 , s. 1 33; Tere: lbrahim Sabri
Efendi (Yazma), c. 1 , s. 1 1 1 'den naklen Muhammed Reşad, s. 28).

Masonik Troyka İ ngilizlerle İ şbirliği Halinde


Abduh, Osmanlı'ya karşı Urabi veya A'rabi Paşa isyanında ele­
başı ve fetvacıbaşı rolü de üstlenerek Mısır'ın l ngiliz birlikleri tarafın­
dan 1 300/1 882 yılında işgal edilmesine ciddi katkılar sağlad ı . Efga­
ni'nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İ ngilizlerle işbir­
liği halinde faaliyette bulunuyordu. Abduh'a üç yıllık sürgün cezası
verildi (Bkz. M. Zeki lşcan , M. Abduh'un Dini ve Siyasi Görüşleri,
AÜSBE, gayr-ı matbu doktora tezi , Erzurum , 1 997).
Büyük Mason Efgani'nin küçük Mason talebesi Abduh'un çömezi
olan Reşit Rıza ise aslen Bağdat'lıdır. O da Mason üstadları gibi
mucizeleri inkar etmiş, hadislerle ve icma ile hükmü kesinleşmiş
pek çok meseleyi reddetmiştir (Bkz. Hasib es-Samarrai, Dini Mo­
dernizmin Üç Şövalyesi , Ezher Ünv. Doktora tezi , İ stanbul
1 4 1 9/1 998, Bedir Yayınları , s. 1 49-264)

Said-i Nursi Akıl Almış


ilginçtir; bugün "Vatikan'ın dinlerarası diyaloguna en uygun kay­
nak ve zemin" (Bkz. , Yeni Asya, 1 6 Ekim 2004, sayı 1 2407) olarak
kullanılan risalelerin müellifi Said-i Nursi, Mardin'de Cemaleddin
Efgani'nin "siyasette muktesit meslek"i ondan öğrendim (Beyanat
ve Tenvirler, s. 1 05) dediği talebesiyle görüşüp fikirleri hakkında bil-

284
Ergün Poyraz
. .

gi sahibi olmuş, lttihad-ı lslam'da seleflerini sayarken , Efgani'nin is-


mini de zikretmiştir (Tarihçe-i Hayat, s. 39, 59) (Bkz: www.yenias­
ya.org.tr/index.asp? Section = Enstitu & Subsection = Enstitu Say­
fasi & Date = 28.07.2000)
20. Asrın l ngilizlerinin kurtlar masasındaki Osmanlı'yı tahayyül
edin; Hicaz bölgesinde Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Abdül­
vehhap, Mısır-Suriye'de Masonik Troyka Efgani, Abduh ve Reşit
Rıza, Anadolu'da ise "Hristiyan şehit" (Bkz. S. N ursi, Kastamonu
Lahikası, s. 79) kavramını türeten ve "misyonerler ve Hıristiyan ru­
hanileriyle ittifakı öneren" (Bkz. Emirdağ Lahikası, Emirdağ Lahika­
sı, s. 1 39; Lemalar, 20. Lema, 1 . n , 2. s.) diyalogcu Said-i Nursi. ..
Fikirleri ve akaidleri birbirlerine oldukça yakın. Sizce de ilginç bir te­
sadüf değil mi?
"Hicaz, Suriye ve Mısır işi" bitirildi; sıra Anadolu'da mı acaba, di­
ye düşünmek gerekmez mi? AB ve "dinlerarası diyalog" sürecinde
olan bitenleri şöyle bir düşünün bakalım . . .
Abduh v e Reşit Rıza, Muham med Abdulvehhab'a Veh habiliği
kurduran l ngilizlerden aldıkları akıl ve ilhamla "Menar tefsiri"ni kale­
me almışlar (Bkz. M. Abduh-R. Rıza, el-Menar, Dar'ul Fikr, 2. bas­
kı)

Temel Dayanak "Masonik Troyka"nın Menar'ı


Diyanet'in, dört akademisyene hazırlattığı ve AB sürecinde ken­
disiyle İ slam'ın güncellenmesi nümayişleri yaptığı "çağdaş meal ve
tefsir"in en temel kaynağı işte bu Abduh ve Rıza'nın ortak çalışma­
sı olan "Menar tefsiri"dir. Diyanet'in yaptırdığı çalışmada en çok baş­
vurulan, en g üçlü kaynak ve referans olarak gösterilen , kendisine
dayanılarak 1 5 asırdan beri hiçbir İ slam aliminin zikretmediği yeni
yeni hükümler ihdas edilen "ana tefsir" işte bu Menar'dır. Diyanet'in
çağdaş tefsiri , bir bakıma Menar'ın özetlenmiş ve Müslüman Türk
milletinin nabzına göre şerbetlenmiş halidir.
Özellikle Hz. Muhammed'e iman etmenin cennetlik olmak için

285
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

şart olup olmadığı, Ehl-i Kitab'ın Hz. Muhammed'i kabul ve ikrar


etmeden cennete girip giremeyeceği, Kur'an-ı Kerim'in Ehl-i Ki­
tab'ın küfürde olduğuna dair hükümlerinin yumuşatılması, İ s­
lam'dan dönenlere (mürted) ilişkin "ilahi müeyyide"lerin hafifletil­
mesi gibi konularda Katoliklerin 1 965'teki 1 1 . Vatikan Konsili'nde
karar altına aldıkları "dinlerarası diyalog misyonu"na uygun hüküm­
ler ihdas etmede Abduh-Rıza'nın Menar'ı kaynak ve dayanak ola­
rak kullanılmıştır (Bkz. Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, H eyet,
Diyanet İ şleri Başkanlığı yayınları , Ankara , c. 1 , s. 68, 69, 1 97, 1 99,
233) . . . "
Kürt Said Yeni Asya Yayınlarından çıkan Emirdağ Lahikası adlı
kitabının 1 52. sayfasında adeta Bahailiğini ilan ediyordu:
Bugünlerde rahatsızlık için "Evrad-ı Bahaiye"yi ezber değil, kita­
ba bakarak okudum. Ahirinde, lhtitam-ı Bahaiye olan hatimesini bi­
lemediğimden eskiden beri okumuyordum. "haydi bir defa da bunu
okuyayım" dedim. Gördüm ki , bir sahifede ve uzun altıbuçuk satırın­
da, on dokuz defa "nur, n ur.nur. . . " kelimeleri. .. Kati kanaatım geldi
ki, Şah'ı Nakşibend , Gavs'ı Azam gibi Risale-i Nur'u ve kudsi hiz­
metini keşten müsahade edip tahsinkarane haber vererek ona işa­
ret ediyor. Bende, yalnız o altı satırı ve baştaki satırı ve ahirdeki sa­
tırı ile otuz senelik Bahaiye virdime, o meleklerin, Nurların intişarına
muavenetleri niyetiyle, ilhak eyledim . . . "
Aynı kitabın 467. sayfasında "Evrad-ı Bahaiye" şöyle açıklanıyor­
du: " 1 9. YY. da lran'da ortaya çıkan reformcu bir cerayanın viridle­
ri, zikirleri . ..
"

Neyse biz yine dönelim Kürt Said'in Kürtlüğüne, "Divan-ı Harbi


Örfi , İ ki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi" adlı kitabının 1 8. Say­
fasında, "Kürdistan'de neşr-i maarif için çalışıyorum" diyor, Doğu
bölgeleri için Kürdistan tabirini kullanıyordu.
1 2. Sayfada; "Ben ki, ümmi ve Bedevi bir Kürdüm" diyordu.
Kitabının 20. sayfasında, "Biz Kürdüz" diyerek lngiliz istihbaratı­
nın isteklerini yerine getiriyordu.

286
Ergün Poyraz

Kürt Said, kitabının 59. sayfasında insanlar arasına ayrılık to­


humları atmak yolunda son merhaleye geliyordu:
"Ey Asuriler ve Kıyanilerin cihangirlik zamanında pişdar, kahra­
man askerleri olan Arslan Kürtler! Beşyüz senedir yattığınız yeter.
Artık uyanınız sabahtır. Yoksa sahrayı vahşette, vahşet ve gaflet si­
zi yağmalayacaktır. .. "

Teşkilat-ı Mahsusa
Kürt Said, İ ngilizlerden aldığı desteklerin ardından ülkede ayrılık
tohu m ları attıktan, sonra "Teşkilatı Mahsusa'ya da mason dostları­
nın yardımı ile giriyordu .
Kürt Said'in Teşkilatı Mahsusa'ya katıldığını Cemal Kutay açıkla­
dığı zaman Nurcular, ayaklanmış ve yalanlamışlardı. Oysa, Nurcu­
ların önde gelen isimlerinden Necmeddin Şahiner, "Bediüzzaman
Said Nursi" adlı Yeni Asya yayınlarından çıkan kitabının, 1 30. say­
fasında; "Bediüzzaman'da katıldı" başlığı altında, "Said Nursi de
Teşkilatı Mahsusa'da vazifeli idi" diyordu.
Yine, Yeni Asya yayınlarından çıkan Ahmet Şahin'in "lslam Bü­
yükleri" adlı kitabının 250. Sayfasında Kürt Said'in Teşkilat-ı Mahsu­
sa" ile tanışması şöyle aktarılıyordu:
1 9 1 8 baharında insan idrakini hayrete bırakan bir cesaretle Kos­
turma'dan kaçan Bediüzzaman , bilmediği yollardan, dağlık bölge ve
düşman arazilerinden geçerek Leningrad'a, oradan da Almanya'ya
gelir. Berlin'deki Adlon Oteli'nde iki ay müddetle kalarak Teşkilat-ı
Mahsusa ileri gelenleri ile görüşür..."

Kitapta ikibuçuk sene aç bi ilaç esir kaldığı vurgulanıyordu. An­


cak bu denli zor şartlarda esir kalan birinin Almanya'nın en lüks
otellerinde iki ay kalacak parayı nereden bulduğu belirtilmiyordu.
Kürt Said'in "Seleflerim" dediği Kemal Bey, mason üstadl � rdar­
dan Celil Layiktez'in "Türkiye'de Masonluk Tarihi" 1 . Cildinin ittihat
ve Terakki ile mason Localarının giriş törenlerinin birbirine benzedi­
ğini, İ T mensuplarının çoğunun mason olduğunu anlatan açıklama­
larında "Kemal Bey'in binbaşı olduğunu da görüyorduk.

287
Tarikat. Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yarı deli de olan Said-i Kürdi, Kurtuluş Savaşı sırasında insanla­


rımızı sırtından vuran Kürt Teali Cemiyetinin 3 numaralı kurucusu­
dur. Yine Kürt Neşri Maarif Cemiyetinin kurucuları arasındadır. Sul­
tan Abdülhamit, onu bu zararlı faaliyetlerinden dolayı önce tımarha­
neye sonra da hapse göndermiştir. Said-i Kürdi hasta yatağınday­
ken, Şeyh Sait'in torunu bir zamanlar Doğru Yol partisinden millet­
vekili olan Abdülmelik Fırat'a şunları söylemiştir:

"Ben biraderi azamını, ekremim Şeyh Sait Efendi'nin hayatını


(öcünü) alacağım, aldım".
Bu ihanet dolu sözlerden kolayca anlaşılacağı üzere Başta 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Cemal Kutay ve Fetullah Gü­
len gibi kişilerce "Büyük bir din alimi" olarak insanlarımıza yutturul­
maya çalışılan Said'in aslında İngiliz ajanlarının kullandığı , ülkemi­
zin doğusunu bölmek ideallerini taşıyan bir piyon olduğu açıktır.
Said-i Kürdi namı diğer Said-i Nursi'nin intikamını almak istediği
Şeyh Sait, bilindiği gibi Kurtuluş Savaşına katılmayan, bu dönemle­
ri Türk askeri ve devletine yapacağı ihanetlerin planlarını tasarla­
makla meşgul olarak geçiren bir haindi . Bu hainliğinin cezasını da
asılarak ödedi.

O günleri hatırlarsak; Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda Lozan'da


Musul hakkında yapılan görüşmeler anlaşmazlık sonucu çıkmaza
girmiş, bunun üzerine seri toplantılar düzenlenmeye başlanmıştı.
Haliç Konferansı'ndan ve Cenevre'deki toplantılardan bir sonuç alı­
namıyor ancak Türk delegeleri tezlerimizi şiddetle savunuyorlardı.
Macar, Belçikalı ve lsveçli temsilcilerin konuyu görüşmeleri için
komisyon kurulmasına karar verilmiş, 30 Eylül 1 924 tarihinde de
komisyon kurulmuştu .
Musul'u egemenliklerinden kaptırmak istemeyen lngilizler yeni
bir oyun tezgahlıyor, komisyonun kurulması kararının alındığı gün­
lerde yani 12 Eylül 1 924 tarihinde İ ngilizlerin desteğinde Nasturi

288
Ergün Poyraz

ayaklanması başlıyor, komisyon kurulmadan iki gün önce de isyan


bastırılıyordu.
Nasturi ayaklanmasının ardından Kürt Said'in, "Birader'i aza­
mını, ekremim" diye lanse ettiği Şeyh Sait ayaklanması başlıyordu.
Bu ayaklanmaları bastırmak için gücümüzü harcarken, Musul'u l n­
gilizlere terk etmek zorunda kalıyorduk.
l ngilizler zaferlerini şu açıklamaları ile izah ediyorlardı.
"Tarihte yalnız İ ngiliz İ mparatorluğu aynlıkçı güçlere, kendisini
uydurarak kendi yapısını koruma hünerini gösterebilmiştir... "

'
Şeyh Sait, Musul görüşmeleri sürerken İ ngilizlerden aldığı des­
tekle "Din elden gidiyor" maskesiyle Kürt devleti kurmak için isyan
etmiş, isyanın sonucunda bacanağı Binbaşı Kasım tarafından yaka­
lanarak adalete teslim edilmiştir.
Şeyh Sait ayaklanma sırasında bacanağı Binbaşı Kasım'a "Bir
Türk öldürmek, yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür" diyor,
Bacanağı da tanıklık yaptığı mahkeme de bu sözleri onun yüzüne
karşı anlatıyor ve zabıtlara geçiriyordu:
" İşittiğim odur ki, şeyh Sait, din için kıyam farz oldu demiş. Bir
Türk öldürmek, yetmiş gavuru öldürmekten daha üstündür" demiş­
ti."
Şeyh Sait'in duruşmasında Savcı ile aralarında geçen konuşma­
lardan Kurtuluş Savaşı sırasında Şeyh Sait ve takımının dinlenip yı­
ğınak yaparak sürekli güçlendiği, Türk ordusunun yorgun ve zayıf
anını kolladığı da ortaya çıkıyordu:
" ...Bu kıyamınızı vacip görüyorsunuz. Küffar İ slam beldelerini
çiğnerken cihat nedir?
O da cihattır... farzdır!..
Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız dört bin
kişi ile neden Yunan üzerine yürümediniz?
O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktu. O zaman biz çok peri­
şandık. Vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan muharebesinde hazır­
landık, istemediler. Bu muharebede göçmendik, yoksulduk."

289
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kurtuluş Savaşımızda Yunan'a kurşun atmak için vakit bulama­


yan Şeyh Sait ve ardındakiler, lngilizlerden çil çil altınları alınca Türk
askerini sırtından vurarak, ayaklanıyor, yüzlerce asker ve sivil insa­
nın hayatıyla da oynuyorlar, Musul'un lngilizlerin eline geçmesine
de sebep oluyorlardı. Şeyh Sait suçu sabit görülerek idam ediliyor­
du.
Yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nün, " İ slamda Mezhepler, Tari­
katlar ve Dini Akımlar" adlı kitabında Kürt Said de övülenler arasın­
da yer alıyordu. işte Emniyet'in gözüyle Kürt Said:
"(1 873-1 960) Bitlis'in Hizan kasabasına bağlı Nurs köyünde
doğmuştur. Küçük yaşta klasik medrese eğitimine başlayan Said
Nursi, kısa bir sürede bu eğitimini tamamlamış ve ilme olan iştiyaki
sebebiyle, meşhur alimlerle temas kurabilmek amacıyla çeşitli iller­
de seyahatlerde bulunmuş ve bu sayede etrafında tanınmaya baş­
lamıştır.
Hareketli yapısı itibarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Said N ursi,
kısa zamanda elde ettiği dini ilimler alanındaki bilgi birikimi ile ken­
disini kabul ettirmiş ve bu çevrelerce "Zamanın iyisi" anlamına ge­
len "Bediüzzaman" lakabı ile anılmaya başlamıştır. . . "

istihbarat Dünyasının Gülü


Eski Almancı Kürt Said Soğuk Savaşta Amerikancı oluyordu. İ n­
giliz istihbaratının emrindeyken Rusların kazanacağını tahmin edip
Ruslara esir(!?) düşen Kürt Said, Ruslar yenilince soluğu Alman­
ya'da alıyor, iki ay boyunca burada en lüks otellerde kalıyordu .
Cengiz Özakıncı, "Yeni Osmanlı Tuzağı" adlı kitabında bu duru­
mu N u rcu yayınları referans göstererek şöyle anlatıyordu:
'Türkiye, Rusya'yı din kartıyla kuşatıp yıkmaya yönelen Ameri­
ka'nın buyruğuna girer girmez, o güne dek sesleri pek çıkmayan es­
ki alman cihatcısı, Osmanlıcı, Hilafetçi, takım ortaya çıkıp bu kez
Amerika'yı alkışlamaya ve Amerikan buyruğu ile Dünya İ slam Birli­
ği düşüncesini yaymaya başlamıştı . Bunlardan biri olan Said-i Nur-

290
Ergün Poyraz

si , Alman işbirlikçisi olduğu yıllarda, "Türk-Alman, Alman-Türk, tarih


boyunca kadim dosttular. Türkler Alman dostluğuna sadakatta çok
hassasiyet gösterirler. . . " demişken, ikinci dünya savaşından sonra
Amerikancı kesilerek şöyle konuşuyordu:
"Amerika gibi, din lehindeki ciddi çalışan muazzam bir devleti,
kendine hakiki dost yapmak, iman ve lslamiyetle olabilir. . .
Eskiden Hıristiyan devletler b u İ ttihad-ı İ slam'a taraftar değildiler.
Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika, hem
Avrupa devletleri Kur'an'a ve İ ttihad-ı İ slam'a ( İ slam Birliği) taraftar
olmaya mecburdurlar... "

Genelkurmay Belgelerinde Nurculuk


24 Mayıs 2002 tarihinde "Genelkurmay İ stihbarat Başkanlığın,
" İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" başlığı altında irticai un­
surların, Mayıs 200 1 tarihinden Mayıs 2002 tarihine kadar olan dö­
nemdeki faaliyetlerini de kapsayacak şekilde "irticai Örgütlerin Teh­
dit Değerlendirmesi" adıyla kapsamlı bir doküman hazırlıyor, bu ha­
zırladığı belge ve bilgileri tüm birimlerine gönderiyordu. Bu dokü­
manda "Nurculuk" şu şekilde yer alıyordu:

" ... 1 . Genel:


a. Tarihi Gelişimi:
Nurculuk; başlangıçta bir tarikat olarak doğmamış, Said-i N U R­
Si tarafından yazılan "Nur Risaliyesi"nin okunup yayınlanmasına
dayanan ve bunları okuyanların meydana getirdiği dini bir cemaat
olarak oluşmuştur.

Nurculuk tarikatını kuran Said-i N URSI , 1 873 yılında Bitlis ilinin


Hizan kazasına bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Doğduğu köyün is­
mine izafeten N U RSI soyadım almıştır. Taraftarları ve talebeleri ta­
rafından "Zamanın alimi, zamanın harikası" anlamına gelen "Bedi­
uzzeman" ismi verilmiştir.

291
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Said-i N URSI , 1 925 yılında Tunceli bölgesindeki Şeyh Sa­


id-i isyanı esnasında, genel asayişin temini amacıyla önce Bur­
dur'a, daha sonra da lsparta'nın Barla nahiyesinde mecburi ikame­
te tabi tutulmuştur. N urculuk faaliyetlerinin etrafında odaklandığı
"Rısale-i Nur Külliyatı"nı ilk olarak Barla nahiyesinde yazmıştır.
''Risale-i Nur Külliyatı" adı verilen ve "Sözler, Mektubat Lem'alar
ve Şualar" gibi ana başlıklar altında toplanan 1 30 parçadan ibaret
eserlerinden dolayı zaman zaman hakkında davalar açılmıştır. Bu
davalar süresince uzunca bir zaman cezaevinde kalmış ve hayatı­
nı mecburi ikamete tabi tutulduğu çeşitli illerde geçirmiştir.
23 Mart 1 960 tarihinde Ş.Urfa'da ölen Said-i NURSl'nin cenaze­
si Halil-ür Rahman Camii'ne defnedilmiş, ancak, cenazesinin Ş.Ur­
fa'dan alındıktan sonra gömüldüğü yer bilinmemektedir veya Nurcu
kesim dahil kamuoyu böyle bilmektedir.
Said-i N U RSl'nin ölümünden sonra yine büyük ölçüde aynı çiz­
gide sürdürülen faaliyetler, dönemin şartları içerisinde hayata geçi­
rilmiş bazı dernek ve yayın organlarıyla da desteklenmiş ve mevcut
imkanlar dahilinde daha geniş kitleye ulaşmanın yolları aranmıştır.
Kendilerince, Nurculuk hareketinin en önemli ve bariz vasfının, kişi­
lerin imanını kurtarma ve bu amaçla propagandif faaliyetlere önem
verme olduğu ifade edilmektedir.
ilk defa, 1 955-1 957 tarihlerinde Kur'an-ı Kerim ile Risale-i Nur­
ların yazılışı nedeniyle iki gruba ayrılan Nurcular arasındaki bu g rup­
laşma, Said-i NURSl'nin ölümünden sonra daha bariz bir şekilde
ortaya çıkmıştır. Bu gruplardan;
( 1 ) Birinci grup; "Kur'an'a küfür yazısı ile hizmet olmaz" parola­
sı ile faaliyetlerini yürütmekte, Risale-i Nurların mutlaka el yazısı ve
Arap harfleriyle yazılması tezini savunmakta ve bunun sağlanması
için de Nurcuların Arapça öğrenmesini öngörmektedir ki bunlara,
"Yazıcı Nurcular" denilmektedir.
(2)"0kuyucu Nurcular" diye adlandırılan ikinci grup ise; Latin
harfleri ile yapılacak çalışmalarının hedeflerine varmada daha yar-

292
Ergün Poyraz

dımcı olacağı kanısında olup, bu fikri empoze etmeye çalışmaktadır­


lar.
Okuyucu ve yazıcı grup arasındaki bu farklılaşma, daha sonra
1 969 tarihinden itibaren okuyucu grup içinde faaliyet gösteren Fet­
hullah GÜLEN ve taraftarlarını ayrı bir grup olarak ortaya çıkarmış­
tır.
1 982 Anayasa oylamasına kadar okuyucu, yazıcı ve Fethullah
GÜLEN grupları olarak faaliyet gösteren N urcu kesimde, Anayasa
oylaması nedeniyle yeni bir bölünme daha oluşmuş, okuyucu grup;
Gazeteci ve Şuracı olarak iki ayrı gruba bölünmüştür.
b. Amacı:
Nurcu gruplar genel anlamda; Said-i NURS İ 'nin öğretilerinin
propagandasını yaparak öncelikle teokratik bir devlet kurulmasını
isteyen taban yaratmayı, bilahare devlet yönetimini ele geçirmeyi
amaçlamaktadır.
c. Stratejisi:
Nurculuğun genel olarak stratejisi devletin sosyal, siyasi, iktisa­
di ve hukuki temel nizamlarını dini esas ve inançlara göre düzenle­
mektir.

2. Teşkilab:
a. Günümüzde Faaliyet Gösteren önemli Nurcu Gruplar:
( 1 ) Yeni Asya Grubu ,
(2) Meşveret Grubu,
(a) Mustafa SUNGUR Grubu,
(b) Mehmet KIRKINCI Grubu,
(c) Mehmet KURDOGLU Grubu,
(3) Med-Zehra Grubu,
(4) Acz-i Mendi Grubu,
(5) Fethullah GÜLEN Grubu'dur.

293
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

b. Günümüzde Faaliyet Gösteren önemli Nurcu Gruplann Olu­


şumu, Teşkilatı ve Faaliyetleri:
(1 ) Yeni Asya Grubu:
(a) 1 970 yılında yayın hayatına başlayan "Yeni Asya" gazetesi
çevresindeki faaliyetleriyle bilinen bu grubun en önemli özelliği si­
yasetle yakından ilgileniyor olmalarıdır. 1 2 Eylül Askeri Hareka­
tı'ndan sonra Yeni Asya gazetesinin kapatılması üzerine "Yeni Ne­
sil" gazetesini çıkartmaya başlamışlardır.
(b) Aynı şekilde kendi misyonları doğrultusunda 1 990 yılına ge­
lindiğinde, gazete bünyesinde yaşanan siyasi tartışmalar sonrasın­
da bu gazeteden ayrılan Mehmet KUTLU LAR'ın liderliğindeki bir
grup "Yeni Asya" adıyla yeni bir gazete daha çıkarmaya başlamış­
tır.
(c) Adı geçen grup, gazete çalışmalarının haricinde "Köprü, Bi­
zim Aile, Cankardeş" isimli dergileri de çıkarmakta, kendisine ait
öğrenci evleri, özel okul ve şirketleri vasıtasıyla faaliyetlerini sürdür­
mektedir.
(d) Anılan grup son dönemde, lstanbul'da faaliyet gösteren
"Yeni Asya ilim Kültür ve Araştırma Vakfı" bünyesinde 2001 yılı içe­
risinde, "Risale-i Nur Enstitüsü" adı altında bir enstitü kurma girişi­
minde bulunmuştur. Ancak enstitünün herhangi bir üniversiteye
bağlı olmaması ve enstitüyü bitirenlere belge verilmemesi gibi se­
beplerden dolayı müracaatta bulunanların kayıt yaptırmadığı belir­
lenmiştir. Bunun üzerine yönetim, enstitüyü faaliyete geçirme fikrin­
den vazgeçmiştir. Ancak araştırmalarda bulunacak kişilere yardım­
cı olmak amacıyla önümüzdeki günlerde ilgili kurumlardan izin ala­
rak "Araştırma Merkezi" kurma çalışmasına gidecekleri öğrenilmiş­
tir.
(e) Mehmet KUTLULAR, "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Et­
mek" suçundan dolayı Ankara 1 nolu DGM tarafından açılan dava
sonucunda 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılarak 22 Mayıs 2001 ta-

294
Ergün Poyraz

rihinde Metris cezaevine kapatılmıştır. Bilahare 3 1 Mayıs 2001 tari­


hinde KırklareliNize cezaevine nakledilmiştir.
Adı geçen şahıs şartlı tahliye yasasından faydalanarak tutuklu
bulunduğu KırklareliNize ilçesi kapalı cezaevinden 2 1 Şubat 2002
tarihinde tahliye edilmiştir.

(2) Meşveret Grubu:


(a) Mustafa SUNGUR Grubu,
(ı)· Anılan grubun son dönemde yurt dışı eğitim faaliyetleri, Ri­
sale-i Nur basım ve dağıtım çalışmalan ve Fethullah GÜ­
LEN benzeri bir yapılanma içerisine girme çabalan dikkat
çekmektedir. Bu meyanda;
(il} Adı geçen grup tarafından Gürcistanffiflis ve Acara Özerk
Cumhuriyeti/Batum'da dershane açıldığı,
(ııı) Grubun Rusya ve Azerbaycan'da dersanelerinin bulunduğu,
(ıv) Gürcistan'daki cami imamlannın yeterli bilgiye sahip olma­
dığı ve köylülerin İ slamiyetle ilgili konularda kendilerine da­
nışbklan,
(v) Azerbaycan'daki dersaneye 2001 yılı içerisinde polis tara­
fından baskın yapıldığı, kitaplara el konulduğu, Nurculann
tepkileri üzerine polisin kitaptan iade ettiği, bu olaydan son­
ra cemaate katılımın arttığı,
(vı) Anılan grubun Tacikistan ve Çeçenistan'da bulunan men­
suplannın, bölgede etkin olan radikal lslamcı unsurlar tara­
fından "kitap okumakla müslümanlann sorunlannın çözül­
meyeceği" gerekçesi ile taciz edildikleri belirtilmiştir.
(b) Anılan grup tarafından lsparta/Barla'da gerçekleştirilen yurt
dışı temsilcileri toplantısında;
(ı) F.GÜLEN grubu benzeri bir yurt dışı yapılanma modeli uy­
gulanması, bu çerçevede öncelikle yabancı ülkelerde vakıf-dernek
gibi sivil toplum örgütleri kurulması, akabinde ülkelerin yasaları çer­
çevesinde öğretim kurumları açılmasına yönelinmesi,

295
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(ıı) Kültür Eğitim Vakfı'nda bulunan Said-N URS İ 'ye ait kitapla­
rın yurt dışında basılıp dağıtılmasından elde edilecek gelirin tekrar
yurt dışı faaliyetlerde harcanması ve kitapların yabancı dillere çev­
rilmesi ,
(ııı) Malezya, Fas, Mısır, Balkan Ülkeleri , Rusya Federasyonu
ve Türk Cumhuriyetleri gibi ülkelere yaygınlaşan faaliyetleri parale­
linde, internette bir mail grubu oluşturdukları ve cemaat haberlerini
tek çatı altında toplayarak bir anda her tarafa ulaştırdıkları, söz ko­
nusu çalışmanın Almanya'da da yaygınlaştırılmasının kararlaştırıldı­
ğı tespit edilmiştir.
(ıv) Ayrıca anılan kesimce, Rusya Federasyonu'nda sürdürülen
faaliyetler çerçevesinde, yılda 6-7 kitabın Rus diline tercümesinin
yapılabilecek konuma gelindiği, hali hazırda 1 O kitabın tercümesinin
yapıldığı, bunların 6'sının basıldığı, 4'ünün ise basılma aşamasında
olduğu, basımı gerçekleştirilen kitapların RF'nin en ücra yerlerine
kadar ulaştırıldığı öğrenilmiştir.
Bunun yanı sıra Mustafa SUNGUR yönetimindeki N urcu kesim
tarafından, Rusya Federasyonu Kostroma şehrinde "Bedi-üz Za­
man Camii" adı altında yaptırılmakta olan külliye inşaatının, 1 1 Ey­
lül eylemleri sonrasında Rus yetkililer tarafındın durdurulmasına
rağmen, Rusya Hükümeti tarafından söz konusu grubun ılımlı çizgi­
de faaliyet göstermesi ve Çeçenlerle ilişkilerinin sınırlı olması nede­
niyle cemaatin ülkedeki dershanelerinin faaliyetine izin verdikleri
belirlenmiştir.
(Rusya/Kosturma, Said-i Nursi'nin 1 . Dünya Savaşı esnasında
Ruslara esir düştüğünde kaldığı yer olması nedeniyle Nurcu cema­
atler için önem taşımaktadır.)
(vı) Ayrıca Mustafa SUNGUR yönetimindeki Meşveret grubu
Nurcu kesim tarafından, Hollanda'da Flemenkçe, Almanca ve lngi­
lizce Risaleler basıldığı ve halkın İ slama olan ilgisinin artmasından
da istifadeyle kütüphanelere de dağıtım yapıldığı belirlenmiştir.
Bunun yanı sıra Mustafa SUNGUR yönetimindeki Meşveret Gru-

296
Ergün Poyraz

bu Nurcu Kesimin, TATARISTAN'da bu güne kadar yaklaşık 60 bin


adet Risale-i Nur bastırıp dağıttığı , bu ülkedeki din görevlilerinin söz
konusu yayınlara sıcak baktıkları, camilerde imamların Risale-i Nur
okudukları ve vaaz konularını anılan kitaplardan seçtikleri istihbar
olunmuştur.
(b) Mehmet KIRKINCI (Şura) Grubu:
( 1 ) Bu grup, 1 980 yılına kadar Yeni Asya Grubu ile birlikte ha­
reket etmekte iken, bu tarihten itibaren siyasi tercihlerde ihtilafa
düşmeleri sonucu bu gruptan ayrılan Mehmet KI RKI NCI tarafından
kurulmuştur. Söz konusu grup, kontrolündeki vakıflar ve öğrenci ev­
leri vasıtasıyla Erzurum , Ankara ve Adana ağırlıklı olmak üzere çe­
şitli illerde faaliyet göstermektedir. Grubun bünyesinde daha ziyade
eski Nurcular bulunmaktadır. Anılan grubun son dönemde yurt içi
yanısıra yurt dışı eğitim faaliyetlerine de ağırlık verdiği gözlenmek­
tedir. Bu meyanda anılan grup, halen Rusya Federasyonunun 1 25
noktasında Risale-i Nur eğitimi vermektedir.
(2) Söz konusu nurcu grup lideri Mehmet KIRKI NCI; Müslü­
manların kutsal bayramlarından devletin haksız kazanç elde ettiği
ve bu kazancın devlet yöneticilerinin eğlence masrafı olarak kulla­
nıldığı gerekçesi ile kurban derilerinin Türk Hava Kurumu'na (TH K)
bağışlanmasına kesinlikle karşı olduğunu belirtmektedir. Bu çerçe­
vede, cemaat mensubu öğrencilerin uyarılarak, aileleri tarafından
kesilen kurbanların derilerinin THK'na verilmesine engel olmalarını
istediği öğrenilmiştir.
w

(c) Mehmet KURDOGLU Grubu:


(1 ) Okuyucular arasında yer alan bu grubun liderliğini Mehmet
KURDOGLU yapmaktadır. Söz konusu grup başta Ankara olmak
üzere halen Adana ve Kahramanmaraş'ta bulunan çok sayıdaki öğ­
renci evlerinde faaliyetlerini sürdürmektedir.
(2) Bunun yanı sıra anılan grubun 1 980'1i yılların başından itiba­
ren TSK.'ne sızma girişimlerinde bulunduğu, hali hazırda bu giri­
şimlerini çeşitli illerde sürdürdüğü tespit edilmiştir. Söz konusu

297
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

grupla ilişkisi tespit edilen birçok TSK personelinin 2000-2001 yılla­


rında alınan YAŞ kararları doğrultusunda TSK ile ilişkileri kesilmiş­
tir.
(3) Grup elemanlarının en belirgin özelliği, öğrenci evlerinde
Said-i N U RSl 'nin eserlerini okumanın dışında tüm metod ve faali­
yetleri reddediyor olmalarıdır. Yurt, üniversiteye hazırlık dershanesi
gibi müesseselerin açılması ya da gazete ve dergi gibi yayın organ­
larının çıkartılması bu grup tarafından benimsenmemekte ve lslama
asıl hizmetin "dershane" tabir edilen evlerde Risale-i Nurlar'ın okun­
ması ve anlatılması ile yapılabileceği görüşü savunulmaktadır.

(4) Anılan grubun son dönemde de eskiden olduğu gibi ev top­


lantılanna ağırlık vererek taban genişletme faaliyetlerinde bulundu­
ğu gözlenmektedir. Bu meyanda dini içerikli kitaplar okunmakta ve
dini kasetler dinlenmektedir.
(5) Ayrıca söz konusu grup lideri Mehmet KURDOGLU'nun,
kendi ismini hatırlamama, zaman zaman günleri şaşırma gibi d u­
rumlar gösteren bir rahatsızlığı bulunduğu öğrenilmiştir. Anılan şah­
sın, söz konusu durumla ilgili olarak psikolojik tedavi gördüğü belir­
tilmektedir.

(3) MED-Zehra Grubu:


(a) Nurcu kesim içerisinde çok küçük bir kesimi oluşturmakla
birlikte özellikle Said-i N U RSl'nin Kürt yönünü ön plana çıkartmala­
rı ile dikkatleri çeken bir gruptur. Muhammed Sıddık DURSUN'un li­
derliğinde faaliyet gösteren bu gruba bağlı olanların tamamı Kürt
vatandaşlarımızdan oluşmaktadır.
(b) 1 989 yılında yayın hayatına başlayan "Dava" isimli dergi
ve M E D (Marifet, Eğitim, Dayanışma) Vakfı çerçevesinde bu grubun
faaliyetlerini takip etmek mümkündür. Ayrıca yine ayrı görüşlere sa­
hip olan Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı da bu kesimin görüşleri doğ­
rultusun daki faaliyetleriyle dikkatleri çekmektedir.

298
Ergün Poyraz

(c) Kürt milliyetçiliğini esas almalarından dolayı diğer tüm Nur­


cu gruplar Said-i N URSl 'nin, lslam dinine aykırı olan ırka dayalı bir
milliyetçilik anlayışını ne eserlerinde ne de hayatında kesinlikle sa­
vunmadığını ileri sürerek, bu kesimin fikirleri ve yaklaşımlarını kabul
etmemektedirler.
(d) Bunun yanı sıra Said-i N ursi'nin, hep birleştirici olduğunu,
hatta Şeyh Said-i'in isyan girişimleri sırasında kendisinden yardım
istemesine rağmen "Asırlarca İ slama hizmet etmiş Türk milletinin
torunlarına kılıç çekilmez" diyerek bu isyanı benimsemediği ve katıl­
madığını eserlerinde belirtmesi, diğer Nurcu kesimlerin bu gruba sı­
cak bakmasını önlemektedir.
(e) Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı , İzzettin YILDIRIM (Ölü)'ın kur­
duğu grubun legal organizasyonudur.
(f) Nurculuğu Kürtçülük ideolojisi doğrultusunda kullanma nok­
tasında S . DU RSUN ile birleşen anılan grup, politik tercihini
PKK'dan yana yapması ve bu yönüyle de kabul görmesi bağlamın­
da S.DURS U N grubundan ayrılmakta, hatta daha da öne çıkmakta­
dır.
(g) İ çişleri Bakanlığı'nca 1 3 Ocak 2000 tarihinde anılan vakfın
merkez, yurt içi şube ve temsilcilikleri ile bunlara ait iktisadi işletme
ve şirketlerin teftişi ile vergi yönünden incelenmesi sonucunda; söz
konusu vakfın birimlerinin temelli kapatılması sonucuna varılmıştır.
Bunun akabinde anılan grup; Said-i Nursi'nin vasiyeti olduğu iddi­
asıyla sürdürdüğü Van'daki Medrese-ül Zehra Lisesi inşaatına dev­
let tarafından el konulmasının önüne geçme arayışlarına yöneldiği
belirlenmiştir.
(h) Sön dönemde izzettin YILDIRIM Grubu Nur Cemaati tara­
fından, Kürt kimliğinin ve Said-i N ursi'nin Kürt halkına yönelik me­
sajlarının yaygınlaşması amacıyla, Nurcu gruplar arasında ayrışımın
tam olarak yaşanmadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine
yönelik olarak, Said-i N ursi'nin eserleri arasında yer alan ancak
Kürtçü Nurcu gruplar dışında okunmayan "içtimai Reçeteler" isimli

299
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kitabın, tanıtımı ile okunmasına dayalı bir çalışma başlatıldığı tespit


edilmiştir.

(4) Acz-i Mendi Grubu:


(a) Kadiri Tarikatı şeyhlerinden Tayyar ŞAŞMAZ ile N urculuk
akımı liderlerinden H ulusi YAHYAGI L'den etkilenen Müslüm GÜN­
DÜZ isimli şahıs tarafından 1 985 yılında Elazığ ilinde faaliyete geçi­
rilen bir gruptur. Büyük ölçüde Said-i N U RSl 'den etkilenmiş olması­
na rağmen, halihazırdaki durumu itibarıyla diğer Nurcu gruplardan
büyük farklılıklar göstermektedir.
{b) Kendilerini bir tarikat olarak kabul etmelerine ve tavırları iti­
barıyla bu görünüm içerisinde bulunmalarına rağmen, Said-i N U R­
Sl 'yi de kendilerine rehber edindikleri iddialarından dolayı burada
incelenmiştir.
(c) Nurculuğun bir tarikat olduğu fikrinden hareketle kendilerini
"Acz-i Mendi Tarikatı (Aciz Kullar Tarikatı)" olarak ifade eden bu ha­
reketin en önemli ve dikkat çekici özelliği, mensuplarının ellerinden
bırakmadıkları asa'ları (sopaları) ile sarık, şalvar ve cübbeden olu­
şan giyim tarzlarıdır.
(d) Elazığ İ li başta olmak üzere çeşitli illerimizde açmış olduk­
ları dergahlarında, Said-i NURS İ 'nin eserlerinin ağırlıkta olduğu ki­
tapları okumalarının yanı sıra Kadiri Tarikatı'na ait sesli zikir mera­
simlerini de görmek mümkündür.
( e) Zaman zaman kendilerine has kıyafetlerle değişik illere top­
lu geziler düzenleyen grup mensupları, bu şekilde hem kamuoyu
gündemine girerek tanınmayı , hem de faaliyetlerini diğer illere yay­
mayı amaç edinmektedirler. Bu hedeflerinde, küçük bir grup olma­
larına rağmen belli oranda kamuoyunda kendilerinden söz ettirerek
başarılı oldukları da söylenebilir.
(f) Bugüne kadar grup elemanları hakkında çok sayıda dava
açılmıştır. Bu davalar sonucu son olarak Elazığ, Gaziantep ve İ zmir
illerindeki dergahları kapatılmıştır. Ancak değişik illerimizde dergah
evleri açma teşebbüsleri halen devam etmektedir.

300
Ergün Poyraz

(g) Giyim tarzları ve katı tutumları nedeniyle halkımız tarafın­


dan kabul görmediği gibi ciddi bir tepkiyle de karşılanan grubun, bu
sebeple geniş bir tabana yayılma imkanı bulamadığı gözlenmekte­
dir.
(h) Diğer Nurcu gruplar tarafından kabul görmeyen bu grup,
aynı zamanda ciddi bir rahatsızlık kaynağı olarak değerlendirilmek­
tedir. Müslüm GÜNDÜZ'ün benimsemiş olduğu tarz ve metodun
Said-i N U RS İ ile bağdaştırılmasının mümkün olmadığını iddia eden
N urcu kesimler, bu grubun faaliyetlerini, ülke insanının huzurunu
bozucu ve provokatif nitelikte bulduklarını ifade etmektedirler.
(ı) Bundan başka, Türkiye'nin lslami esaslara göre yönetilme­
diğinden hareketle, Şer'i esaslara dayalı bir anayasal yapılanma
oluşturmak amacına yönelik faaliyet yürüttüklerini ifade eden söz
konusu grubun, bu yaklaşımları itibarıyla radikal ve köktenci çözüm­
lere rağbet ettiği gözlenmektedir.
U) Grubun lideri M.GÜNDÜZ'ün sergilediği gayri ahlaki davra­
nışlar nedeniyle grubun dağılma aşamasına geldiği, Malatya, G .An­
tep, K.Maraş gibi illerde münferit etkinliklerin dışında grubun faali­
yetin bulunmadığı tespit edilmiştir.
Tahliye oluşundan bu yana sessiz kalmayı tercih eden Aczi Men­
di grubu lideri Müslüm GÜN DÜZ'ün kamuoyunun gündemine çık­
mayı günümüz itibariyle uygun bulmadığı, kendisine yönelik halkta
oluşan tepkileri ölçmeye çalıştığı, bununla birlikte çevresindeki bazı
şahısların ise faaliyetleri tekrar organize etme gayreti içerisinde ol­
dukları gözlenmektedir.

(5) Fethullah Gülen Cemaati:


(a) Genel:
(ı) Erzurum ili, Pasinler ilçesi , Korucuk köyü nüfusuna kayıtlı,
1 941 doğumlu Fethullah GÜLEN, çeşitli medrese ve yörenin tanın­
mış din adamlarından almış olduğu derslerle ilk eğitimini tamamla­
mıştır. Söz konusu şahıs 1 958 yılında kazandığı Diyanet İ şleri Baş-

301
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kanlığı'nın vaizlik imtihanı sonrasında ise, Edirne, Kırklareli, Balıke­


sir, Manisa, Çanakkale, lzmir gibi illerde çeşitli camilerde vaiz ve
imam olarak görevler almıştır.
(ıı) Gündelik politikalarla uğraşılmasını doğru bulmayan Fethul­
lah GÜLEN, 1 970 yılında Nurcu kesimden ayrılarak müstakil hare­
ket etmeye başlamıştır. Asıl gayenin iman hakikatlerinin anlatılması
olduğu ve politika ile içli-dışlı olmanın bu gayeye gölge düşürdüğü
iddiasıyla, faaliyetlerini daha ziyade öğrenci ve genç kesim üzerin­
de yoğunlaştırmıştır. Bunun yanı sıra bilhassa kasetlere çekilen va­
azlarıyla muhafazakar kesim arasında da tanınmaya başlamıştır.
(ııı) 1 971 yılında N urculuk faaliyetlerinden dolayı hakkında ko­
vuşturma başlatılmışsa da Af Kanun � ndan istifade ederek davası
düşmüştür. 1 2 Eylül 1 980 sonrasında hakkında verilen tutuklama
kararı nedeniyle aranmaya başlanılan GÜLEN'in, 1 986 yılında Bur­
dur'da yakalandığı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce verilen ta­
kipsizlik kararı sonucu serbest bırakıldığı bilinmektedir.
. .

(ıv) 1 989 yılından itibaren lzmir, Ankara, lstanbul illerinde tekrar


vaazlar vermeye başlayan GÜLEN'in günümüzde yazmış olduğu
çeşitli kitaplarla da faaliyetlerini devam ettirdiği gözlenmektedir. Ak­
yazılılar Vakfı ve Türkiye öğretmenler Vakfı gibi kuruluşlarla başla­
yan faaliyetler, günümüzde hayata geçirilen çok sayıda dernek ve
şirket aracılığıyla çok daha geniş bir yelpazede sürdürülmektedir.
Önceleri öğrencileri barındırmak amacıyla açılan evler, zamanla ye­
rini yurtlara, daha sonra özel okullar ve üniversite hazırlık dersha­
nelerine bırakmıştır.
(v) Eğitim konusundaki çalışmaları kapsamında özel kolejler
açmaya başlayan söz konusu cemaat, bu sahadaki başarılarıyla fa­
aliyetlerini yurt dışına da taşıma imkanı bulmuş ve böylece büyük
çoğunluğu Orta Asya Cumhuriyetlerinde olmak üzere 68 ülke ve
özerk bölgede değişik isimler altında üniversite, lise, ilkokul, ana­
okulu ile eğitim ve dil merkezi bulunmaktadır.
(vı) Ülkemiz içerisinde açmış olduğu . özel kolejlerin yanı sıra,

302
Ergün Poyraz

hemen hemen her il'de açılan üniversite hazırlık dershaneleriyle de


yoğun bir eğitim faaliyeti içerisinde olduğu gözlenen grubun yurt
içinde (Mart 2002 itibarıyla);
- 1 Üniversite,
- 1 1 2 Lise,
- 1 22 İlköğretim Okulu ,
- 1 2 Anaokul u ,
- 263 Dershane,
- 6�9 Yurt açtığı tespit edilmiştir. Keza cemaatin denetimindeki
vakıf sayısı 1 00, dernek sayısı 73, şirket sayısı 473 olarak belirlen­
miştir.
(vıı ) 1 978 yılında yayın hayatına başlayan ve günümüze kadar
yayın politikasını değiştirmeyen "Sızıntı" dergisi, bu g rubun en eski
yayın organıdır. Buna ilave olarak günümüzde çıkartmakta oldukla­
rı Zaman Gazetesi , Yeni Ümit ve Aksiyon Dergileri ile ulusal düzey­
de yayın yapan Samanyolu Televizyonu (STV) ve çeşitli radyo is­
tasyonları da yine bu cemaatin görüşleri doğrultusunda faaliyetleri­
ni sürdürmektedir. Görüldüğü üzere söz konusu cemaat eğitim hiz­
metlerine vermiş olduğu önem kapsamında faaliyetlerini iletişim
alanında da yoğunlaştırmış ve bu alanda da önemli atılımlar yap­
mıştır.
(vııı) Özellikle toplumun her kesimini kucaklayıcı tarzdaki yakla­
şımları nedeniyle dini motifli terör örgütleri ve radikal dini kesimler
tarafından çok büyük eleştiri ve hareketlere maruz kalan Fethullah
GÜLEN, bu kesimler tarafından demokratik ve laik Türkiye Cumhu­
riyeti Devleti'nin savunuculuğunu yapmakla da suçlanmaktadır.
(ıx) Halihazırdaki durumu itibarıyla, ülkemizde en geniş tabana
hitap ettiği bilinen cemaat, genelde eğitim düzeyi yüksek şahıslar­
dan oluşmaktadır. Kendi amaçlarını, devlet kademeleri için imanlı
bir gençliğin yetiştirilmesi olarak açıklamaktadır.
(b) Amacı:
(ı) Fethullah GÜLEN'in amacı; Devletin tüm sistemlerine lslam

303
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

hükümlerini egemen kılarak, teokratik bir İ slam diktatörlüğünü kur­


maktır. Bu amacına ulaşabilmek için de topluma, "Hoşgörü ve Ba­
rış" mesajları vermeye yönelik ılımlı bir cemaat lideri portresi çizme­
ye özen göstermektedir.
(ıı) Fethullah GÜLE N , hiçbir kuvvet tarafından geri adım atma­
ya zorlanamayacağı bir duruma ulaştığında, Atatürk ilke ve inkılap­
larını ortadan kaldırmayı, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini yı­
karak, şeriat esaslarına dayalı bir rejim kurma amacını bu ılımlı gö­
rünüm altında gizlemektedir. Çünkü; Fethullah GÜLEN, ilk etapta
Devlete karşı savaş vererek hedeflerine ulaşmanın yıpratıcı olduğu­
nu tespit ederek, kurulu sisteme ters düşme yerine, onunla barışık,
ama onu içten içe ele geçirici bir politikayı yeğlemektedir. Bu sebep­
le, birinci hedef olarak; asker, sivil ve emniyet teşkilatında örgütlen­
mek esas alınmıştır.
(c) Stratejisi:
Fethullah GÜLEN; şeriat devletine ulaşmayı hedefleyen amacı­
nı gerçekleştirmek için aşağıda belirtilen stratejiyi uygulamaktadır.
(ı) Stratejinin birinci adımında; devletin bütün kadrolarında ve
bürokraside, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatında kadro­
laşmayı,
(il) Stratejinin ikinci adımında; bünyesinde bulunan vakıf, okul
ve dershanelerde, eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturma­
yı,
(ııı) Stratejinin üçüncü adımında ise; kendisine maddi destek
sağlayacak sermayeyi oluşturmayı hedeflemektedir. Yurt dışında
Türkiye'de kurulacak lslami devlete, uluslar arası alanda sempatiy­
le bakacak bir gençlik oluşturmayı ilke olarak benimsemiştir.
(ıv) Bu doğrultuda; Fethullah GÜLEN, oluşturduğu öğrenci seç­
me ekipleriyle, semt ve köyleri dolaşarak, zeki ve becerikli öğrenci­
lerle irtibat kurmakta, bilahare, evlerde, dershanelerde ve kamplar­
da, beyin yıkama metoduyla, bu kişileri amaçları doğrultusunda ye­
tiştirmektedir.

304
Ergün Poyraz

(v) Fethullahçılar, görsel-sözel yayın organlarının propaganda


gücünü kabul ederek, televizyon , radyo, gazete ve dergi gibi kitle
haberleşme araçlarını etkin olarak kullanmaktadırlar.
(vı) Ayrıca Fethullah GÜLE N ; sahip olduğu imkanlarla, semavi
dinlerin temsilcileriyle başlattığı diyalog vasıtasıyla "Dünya Dinler
Birliği" adı altında bir oluşuma zemin hazırlamıştır. Bu oluşumla, İ s­
lam dininin temsilcisi olma yolunda, uluslar arası alanda karşılıklı çı­
karlara dayanan bir stratejiyi uygulamaktadır.
(ı) Yurt içi Yapılanması:
Fethullah GÜLEN Cemaati'nin örgütlenme yapısı, devlete alter­
natif yapılanmanın gerçeğini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.
Bu örgütlenme, zirvede Fethullah GÜLEN olmak üzere silsile yolu
ile bireye kadar inen bir teşkilatlanmayı kapsamaktadır. Bu yapı;
- Cemaatin başı Fethullah GÜLEN,
- "istişare Kurulu" ya da "Şura" denilen ve 12 kişiden oluşan be-
yin takımı,
- Ülke imamları ,
- Bölge imamları,
- Şehir imamları,
- Esnafları organize eden imamlar,
- Semtlerden sorumlu imamlar,
- Ev düzeyinde görevli imamlar,
- Bireyleri kontrol eden imamlar,
- İ lköğretim ve lise düzeyinde öğrencilerle ilgilenen sorumlular,
- Dershanelerden sorumlu rehberlerden oluşmaktadır.
(ıı) Yurt Dışı Yapılanması:
F.GÜLEN taraftarlarının yurt dışı teşkilat yapısına bakıldığında
dört ana yapılanmanın mevcut olduğu görülmektedir. Bunlar;
- Uzakdoğu (Daha çok Güney Kore, Japonya, Endonezya, Tay­
land ve Çin'in hedef alındığı görülmektedir),
. .

- Avrupa (Hollanda, Belçika, ltalya, lngiltere ve Almanya' da etkin


oldukları gözlenmektedir),

305
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

- Amerika,
- Kafkaslar ve Orta Asya'dır (Ağırlıklı olarak Türk Cumhuriyetle-
ri'nde teşkilatlandığı görülmektedir).
F. GÜLEN'in bu ülkelerdeki faaliyetlerinin daha çok okul ve kül­
tür dernekleri alanlarında gerçekleştirildiği bilinmektedir.
(e) Yurt içi Faaliyetleri:
(1) F.GÜLEN'in, faaliyetleri tüm yurt sathında yaygın bir görü­
nüm arz etmekle birlikte, özellikle Samsun-Adana ekseninin batı­
sında kalan illerde ve üniversite çevrelerinde, doğuda ise, Erzu­
rum'da yoğunlaşmaktadır.
(il) F.GÜLEN Cemaati'nin yurt içinde faaliyet gösteren eğitim
kurumları , imam Hatip Liselerinin orta kısımlarının kapatılmasından
sonra irticai kesim tarafından rağbet edilen eğitim kurumları haline
dönüşmüş, 200 civarında vakıf ve şirket tarafından desteklenir hale
g�tirilmiştir.
(ııı) Fethullahçılar, örgütlenme ve faaliyetleri ile "Devlet içinde
Devlet" özelliği göstermekte ve özellikle grubun okulları, Milli Eğiti­
me alternatif bir anlayışla yönetilmektedir. Söz konusu okullarda
görev yapacak öğretmen ve idareciler grubun önde gelenleri tara­
fından tayin edilmektedir.
(ıv) Fethullah GÜLEN Cemaati'ne ait bazı okul ve dershaneler­
de, kız-erkek öğrencilere gündüz ve yatılı olarak ayrı binalarda eği­
tim verilmekte, böylece, yarının kuşakları olan öğrenciler, okul ça­
ğında siyasal İ slamın zihniyeti ile yönlendirilmektedir.
(v) Öte yandan, günümüzde F.GÜLEN Grubu tarafından ders­
hane kavramının değişik bir boyutta ele alındığı görülmektedir. Nur­
cu gruplar, çok önem verdikleri gençlik kesiminin kazanılması için
öğrenci evlerini aynı zamanda dershane olarak da kullanmaktadır­
lar. Yetişmiş öğrencilerin sorumlu olduğu evlerde, Nurculuk ve diğer
dini konularda bilgiler verilmektedir.
(vı) F.GÜLEN Cemaati tarafından meslek sahibi yetişkinlere ve
öğrencilere yönelik olarak açılan ve cemaat hakkında tartışmalara

306
Ergün Poyraz

neden olan kampların son dönemde olası tepkiler nedeniyle düzen­


lenmediği görülmektedir.
(vıı) F.GÜLEN grubu Nurcu kesim ile ilgili olarak dönem içerisin­
de intikal eden haberlerden anılan kesimin, önemli yatırımlar yaptı­
ğı batı toplumlarında 1 1 Eylül saldırıları sonrasında, İ slamiyet aley­
hine oluşan ortam nedeniyle yeniden yurtiçi çalışmaları ön plana çı­
karan bir hareket tarzı izleme temayülü içerisinde olduğu izlenimi
edinilmiştir.
(vııı) Bu kapsamda; F.GÜLEN'in 1 1 Eylül tarihinde ABD'de mey­
dana gelen eylemlerin cemaatin faaliyetlerini olumsuz yönde etkile­
yerek, çıkmaza soktuğu değerlendirmesinde bulunarak, Türkiye'de­
ki imajın tekrar güçlendirilmesi için yeni stratejilerin oluşturulması ,
bundan böyle hizmet konusunda cemaat aleyhine gelişecek du­
rumlarda hoşgörülü davranılmaması , cemaatin gizli bir faaliyet yü­
rütmediği, bu nedenle bugüne kadar faaliyetlerde alınan tedbirler
nedeniyle hizmetin aksadığı, gazete ve TV'lere taviz verilmemesi
ve propaganda faaliyetlerine ağırlıklı olarak yönelinmesi yönünde
talimat verdiği öğrenilmiştir.
(ıx) Bu bağlamda cemaat tarafından;
(aa) Ekonomik ve siyasi olaylara halkın bakış açısının tespit edil­
mesi ve değerlendirilmesi amacıyla kısa adı SANAR olan "Saman­
yolu Araştırma Grubu"adlı bir oluşumu faaliyete geçirildiği,
(ab) Türkiye'deki faaliyetlerin yürütülmesi sırasında fazlası ile ön
plana çıkan ve deşifre olan cemaat mensuplarının, önümüzdeki dö­
nemde özellikle uzak doğu ülkelerinde faaliyet gösteren birimlerde
görevlendirilmeleri kararlaştırıldığı,
(ac) öğrenci kesiminde taban bulunmasında büyük ölçüde isti­
fade edilen öğrenci yurtlarının peyderpey kapatılması kararı alındı­
ğı, kararın alınmasında yurtların çok çabuk deşifre olması, devletin
ve halkın dikkatini çekmesi ile velilerin çocuklarını yurtlara gönder­
mekten imtina etmesinin etkili olduğu, bundan sonra öğrenci evle­
rine önem verileceği ,

307
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(ad) Cemaatin geçmiş yıllarda yaz tatilinde gerçekleştirilen oku­


ma kamplarıyla ilgili olarak 28 Şubat sürecinden sonra kamplar
üzerindeki denetimlerin artması ve bu tür kampların farklı mütala­
alara yol açması nedeniyle bundan böyle uygulanacak tasarruf ted­
birleri kapsamında hareket edilerek, yurtlarda kalan öğrencilerin
yaz tatili için memleketlerine gönderilmesi yönünde talimat verdiği,
(ae) Milli Eğitim Bakanlığı tarafından alınacak 5000 öğretmen
için cemaatin denetimindeki dershanelerde çalışan öğretmenlerin
müracaatta bulunmalarının kararlaştırıldığı,
(af) Askeri okullara giren öğrenciler hakkında yapılan güvenlik
soruşturmalarında cemaatin kontrolündeki dershanelerin sakınca
teşkil etmesi üzerine, isimleri cemaatle özdeşleşmiş olan dershane
isimlerinin değiştirilmesine karar verildiği,
(ag) İ zmir'deki cemaate ait evlerde kalan öğrencilerin, 2-3 gün­
lük veya yarı yıl tatilinde memleketlerine giderken beraberinde ce­
maat mensubu yabancı uyruklu bir öğrenciyi de götürmeye çalış­
ması ve ailesiyle tanıştırması yönünde bir çalışmanın başlatılması­
nın planlandığı,
(ah) Anılan kesim tarafından, ilköğretim ve lise gençliğine yöne­
lik yürütülen çalışmalar kapsamında; cemaatin mahalle temsilcileri
vasıtasıyla illerde pilot okullar belirleneceği , anılan okullarda sem­
patizan öğretmen ve velilerin tespit edilmesi, okul aile birliklerinde
görev almak suretiyle öğrenci ve velilere ulaşılması, cemaate ait
yurt ve dershanelerde öğrenim gören öğrencilerin pilot okullara ka­
yıtlarının yaptırılmasının kararlaştırıldığı öğrenilmiştir.
(x) Bunun yanı sıra söz konusu cemaatin ;
(aa) Cemaat şirketlerinin ekonomik anlamda mutlaka dışa açıl­
malarını ve bunun ihmale gelmemesi gerektiğini, Kombassan'a bu
yönde tavsiyelerinin olduğu, bir şemsiye gibi Türkiye'nin dışarıdan
kuşatılacağını, güçlenmek için yabancı ortaklara yer verilmesi,
(ab) Üniversitelerde sözleşmeleri yenilenmeyen cemaat mensu­
bu şahısların ivedilikle yurt dışına çıkartılmaları ve anılanların eğitim-

308
Ergün Poyraz

!erinin söz konusu yerlerde devam ettirilmesinin sağlanması, bu şa­


hısların özellikle ABD ve Kanada vatandaşlığına geçirilmesi yönün­
de çalışmalara hız kazandırılması yönünde çalışmalar yaptığı belir­
lenmiştir.
(ac) Diğer yandan, F.GÜLEN grubunun önümüzdeki dönemi
yurt içinde de hamle yılı olarak hedeflediği, bu kapsamda, akade­
misyen ve ü niversite gençliğini cemaatin denetimindeki dergilere
abone yapma kampanyası başlatılması, ayrıca üniversitelerde "çev­
re kulµpleri" adı altında yapılanmaya gidilmesi ve ek maddi kaynak
arayışlarına yönelinmesi doğrultusunda çalışmalar yapılmasının
planlandığı tespit edilmiştir.

(f) Yan Kuruluşlan ve Destekleyen Sivil Toplum Örgütleri:


(1) Yayın Organlan:
- Ağrı Ekspres (Mahalli) (Ağrı)
- Bizim iklim Dergisi (Mahalli) (Amasya)
- Samanyolu Dergisi (Ankara)
- Ufuk Bülteni (Ankara)
- irfan Çocuk Dergisi (Batman)
- Radyo Şimşek (Bursa)
- Semaver (Mahalli) (Edirne)
- Medya Gazetesi (Erzincan)
- Zaman Gazetesi (lstanbul)
- Bisiklet Çocuk Dergisi (lstanbul)
- Zirve (Güven-Der Yayını) (lstanbul)
- Aksiyon (Haftalık) (lstanbul)
- Akademik Araştırmalar Dergisi (lstanbul)
- Avrasya Dergisi (lstanbul)
- Sızıntı Dergisi (lzmir)
- Yeni Ü mit ( İ zmir)
- Ekoloji Çevre Dergisi (3 Ayda) (lzmir)

309
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet
. .

- Fountain (3 Aylık-lngilizce) (lzmir)


- Kayseri Zambak Gazetesi (Haftalık-Mahalli) (Kayseri)
- Hür-Işık (Mahalli) (Manisa)
- Aktif Manisa (Mahalli-1 5 günde bir) (Manisa)
- Kasiad Bülteni (Samsun)
- Vuslat (Samsun)
- Gökkuşağı Gazetesi (Mahalli-Haftalık) (Siirt)
- Özel Üftade İ lköğretim Okulu Dergisi (Uşak)
- Özel Üftade Erkek Lisesi Dergisi (Uşak)
- Uşak Sanayici ve İ şadamları Derneği (USTAD) Dergisi (Uşak)
- Van Güncel Gazetesi (Haftalık-Mahalli} (Van)

2) Propaganda Vasıtalan:
{a) Televizyonlar:
- Samanyolu TV (Ulusal)
- Kanal F TV (Muğla/Fethiye)
- Kanal 2 1 . Yüzyıl TV (Muğla/Fethiye)
- Selam TV (Siirt)
- Merkür TV (Van)

(b) Radyolar:
- Dünya Radyo (Ankara)
- Nur FM (Diyarbakır)
- Burç FM (lstanbul)
- Samanyolu FM (lzmir)
- Tempo FM (Manisa)
- Radyo Likya (Muğla/Fethiye)
- Doğuş FM (Muğla)
- Filiz FM (Muş)

310
Ergün Poyraz

Esra FM (Van) radyo kanalları bu cemaatin basın-yayın faaliyet­


lerine verdiği önemi gösterdiği kadar, bu alanda ne denli etkin bir
güce sahip olduklarını da göstermektedir.

Aynca;
- Toplantılar (Dershaneler, yurtlar, özel okullar, vakıflar, evler,
özel hastaneler, özel şirketler},
- Video kasetler,
- Muhtelif dönemlerde yapılan kamp çalışmaları propaganda
maksatlı olarak kullanılmaktadır.
(g) Yabancı Ülkelerdeki Faaliyetleri ve bu Ülkelerin Örgüte Ver­
diği Destek:
F.GÜLEN Grubunun son dönemde özellikle Kafkaslar ve Orta
Asya'daki Türk Cumhuriyetleri ve özerk bölgeler ile ABD'de faali­
yetlerinin yoğu nlaştığı gözlenmektedir. Bu meyanda cemaat tarafın­
dan;
Türkiye'de yüksek öğrenim görecek bir öğrencinin masrafı ile
Türk Cumhuriyetlerinde 7-8 öğrencinin öğrenim görmesinin müm­
kün olduğu yönündeki tespitten hareketle, yurt dışında özellikle
Türk Cumhuriyetleri'nde bulunan okullarından mezun olan öğrenci­
lerin, yüksek eğitimleri için bulundukları ülkeleri tercih etmeleri
amacıyla bir yönlendirme uygulaması başlatma,
Türkiye'de öğrenim görmekte ısrarcı olan öğrencilerin ise, anılan
cemaatin yurt dışındaki okullarının öğretmen ihtiyaçlarını karşılamak
maksadıyla, ü niversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerini seç­
meleri doğrultusunda yönlendirilmesi kararı alındığı öğrenilmiştir.
Bunun yanı sıra F.GÜLEN cemaatinin, Rusya Federasyonu ve
Orta Asya'daki faaliyetleri önceden destek görürken, Çeçenistan
olayları nedeniyle İ slami hareketlere karşı artan duyarlılık bağlamın­
da, son dönemde kontrol ve engellemelerde artış olduğu gözlen­
mektedir.
Ayrıca cemaat tarafından, Orta Asya ülkelerine yönelik ekono-

31 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

mik yatırımlara önem verildiği, bu çerçevede maddi sıkıntı çeken ce­


maat dışındaki tekstil işletmelerinin satın alınarak, işletmelerde bu­
lunan makinaların cemaate ait şirketler kanalıyla, Orta Asya ülkele­
rine gönderilmesinin planlandığı öğrenilmiştir.
Bu bağlamda söz konusu cemaatin yurt dışı faaliyetleri ülke ba­
zında incelendiğinde;

(1 ) Romanya:
Fethullah Gülen Cemaati'nin Romanya'daki eğitim faaliyetleri;
"Işık-Eğitim Kurumları" vasıtasıyla yürütülmektedir. Ülkede cemaate
ait; 2 lise, 1 ilkokul, 1 anaokulu ve 1 dil okulu bulunmaktadır. Ayrıca
ülkede cemaat tarafından 1 5 günde bir "Zaman-Romania" adı altın­
da bir gazete çıkartılmaktadır.

(2) Bosna Hersek:


Fethullah Gülen cemaati'nin ülkedeki eğitim faaliyetleri "Sema
Eğitim Vakfı" tarafından yürütülmektedir. Ülkede cemaate ait 3 lise
bulunmaktadır.

3) Rusya:
F. GÜLEN taraftarlarının, Rusya Federasyonu'ndaki üniversite­
lerde 6 Türkçe Bölümü, 3 lise, 1 eğitim ve dil merkezi bulunmakta­
dır.
(4) Gürcistan
Fethullah Gülen cemaati'nin Gürcistan'daki eğitim faaliyetleri;
"Çağlar A.Ş. ve Mars A.Ş." tarafından yürütülmektedir. Cemaatin ül­
kede; 1 üniversite, 3 kolej ve 1 dil merkezi bulunmaktadır.

(5) Azerbaycan ve Nahçıvan:


F.GÜLEN cemaatinin ülkedeki faaliyetleri daha çok okul ve kül­
tür dernekleri şeklinde görülmektedir. Cemaatin ülkede 1 üniversi­
te, 1 2 lise (3'ü Nahçıvan'da) 1 ilkokulu bulunmaktadır.

31 2
Ergün Poyraz

Ülkedeki eğitim faaliyetleri Çağ öğretim A.Ş. tarafından yürütül­


mektedir. Cemaatin Azerbaycan'da birbiri ile bağlantılı faaliyet gös­
teren 1 TV (Samanyolu TV), 1 Radyo istasyonu (Burç FM) ve bir
günlük gazetesi (Zaman Gazetesi) mevcuttur.
Anılan grubun son dönemde; ilk ve orta öğretim öğrencilerinin
yaz tatili dönemlerinde faydalanmaları amacıyla,ilk kez latin harfle­
riyle Azeri dilinde basılmış iki kitabın yayımlandığı tespit edilmiştir.
Ayrıca Azerbaycan'da faaliyet gösteren Kafkas Üniversitesi yö­
netimi � in, yeni bir üniversite kampüsü için çalışma başlattığı, söz
konusu çalışmanın yaklaşık 2 yıl içerisinde tamamlanmasının plan­
landığı istihbar olunmuştur.

(6) Kazakistan:
Fethullah Gülen Cemaati'nin Kazakistan'daki eğitim faaliyetleri
halihazırda; 1 üniversite, 27 lise, 1 ilkokul ve 1 dil okulunda sürdü­
rülmektedir.

(7) Kırgızistan:
Fethullah Gülen cemaatinin Kırgızistan'daki eğitim faaliyetleri
"Sebat A.Ş." tarafından yürütülmektedir. Ülkede cemaate ait; 1 üni­
versite, 1 1 lise ve 1 dil okulu bulunmaktadır. Ayrıca cemaat tarafın­
dan Kırgızca/Türkçe dillerinde haftalık olarak Zaman Gazetesi çı­
kartılmaktadır.
Ayrıca Kırgızistan'da Sebat Eğitim Hizmetleri A.Ş. tarafından,
anılan firmaya ait okullardaki eğitim durumu hakkında yayımlanan
bir raporda;
- "Kırgızistan'da 1 3 eğitim kurumu ile hizmet verildiği,
- Okullarda toplam 329 öğretmen , 3025 öğrenci ve 3 1 0 yardım-
cı personelin bulunduğu ,
- Okullara 2001 -2002 öğretim yılı için 52 bin 863 öğrencinin mü­
racaat ettiği , bu öğrencilerden 800'ünün önümüzdeki yıl okula ka­
bul edileceği,

313
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Okullarda uygulanan tüm programların Kırgız Cumhuriyeti Milli


Eğitim Bakanlığı tarafından onaylandığı ,
- Okullardan şimdiye kadar 1 228 öğrencinin mezun olduğu, bun­
lardan 550'sinin TCS ve YOS sınavını kazanarak eğitim görmek
üzere Türkiye'ye gittikleri" hususlarına yer verildiği tespit edilmiştir.

(8) Özbekistan:
Fethullah Gülen cemaatinin Özbekistan'daki eğitim faaliyetleri
"Silm A.Ş." tarafından yürütülmektedir. Ülkede cemaate ait; 1 O lise
bulunmaktadır.

(9) Türkmenistan:
Fethullah Gülen cemaatinin Türkmenistan'daki eğitim faaliyetle­
ri "Başkent Eğitim A.Ş." tarafından yürütülmektedir. Ülkede cema- .
ate ait; 1 üniversite, 1 3 lise, 1 ilköğretim okulu ve 1 eğitim ve dil
merkezi bulunmaktadır. Ayrıca ülkede Başkent Eğitim A.Ş.'ne ait
"Uluslar arası Türk-Türkmen Üniversitesi"nde "Bülten Press" isimli
bir dergi çıkarılmaktadır. Fethullah GÜLEN cemaati tarafından çı­
kartılan "Fountain" isimli dergi ücretsiz olarak dağıtılmaktadır.

(1 O) Afganistan:
Fethullah Gülen cemaatinin Afganistan'daki eğitim faaliyetleri
"Pak-Türk Uluslar arası Çağ Eğitim Vakfı" tarafından yürütülmekte­
dir. Ülkede cemaate ait 7 lise bulunmaktadır. Ancak 2002 Şubat ayı
içerisinde cemaate ait okulların Pan-Türkizme hizmet ettiği gerek­
çesiyle Taliban yönetimiyle ters düştüğü, bu çerçevede Afgan Eği­
tim Bakanlığı'nın anılan okul yöneticilerinden ülkeyi terk etmelerini
istediği öğrenilmiştir. Bunun üzerine cemaat yönetimi Afganis­
tan'daki eğitim faaliyetlerini durdurarak ülkeyi terketmiştir.
Bilindiği üzere 1 1 Eylül 200 1 tarihinde ABD'ne yapılan terör sal­
dırısı sonrasında ABD tarafından Afganistan'a yönelik harekat baş­
latılmıştır. Harekatın hitamında Fethullah GÜLEN cemaati üst düzey
mensuplarının Afganistan'daki hizmet faaliyetlerinin tekrar başlatıl-

314
Ergün Poyraz

ması ve yeniden yapılandırılmasıyla ilgili istişarelerde bulunmak


amacıyla, Aralık 2001 ikinci haftası içerisinde ABD'ye gittikleri belir­
lenmiştir. Bilahare söz konusu cemaatin, Afganistan'daki okullarının
Mart 2002 ayında yeniden açılmalarını sağlayacak bir protokol im­
zaladığı, protokolün ülkenin değişik bölgelerinde yeni okulların açıl­
masını da içerdiği öğrenilmiştir.
- Ayrıca, Afganistan'ın eğitim ihtiyacının karşılanmasında önemli
rol üstlenmek emelinde olan F.GÜLEN'in, Türkiye'deki her il cema­
atinin bir Afgan şehrindeki eğitim faaliyetini finanse edecek şekilde
organize olmasını istediği ve bu ülkenin yeniden yapılanması için
verilmesi beklenen ABD yardımlarından faydalanmayı umduğu da
istihbar olun muştur.

(1 1 ) Kamboçya:
Ülkede söz konusu cemaate ait halen 1 lise bulunmaktadır. Ay­
rıca ülkede halen inşası devam eden cemaate ait diğer okulun in­
şaat giderlerinin karşılanması için kaynak temini çalışmalarının sür­
dürüldüğü öğrenilmiştir.

(12) Arnavutluk:
Fethullah GÜLEN cemaatinin Arnavutluk'taki eğitim faaliyetleri
Gülistan Şirketi tarafından yürütülmektedir. Ülkede anılan cemaate
ait 5 lise bulunmaktadır. Ayrıca Kosova'da da cemaate ait 1 lise bu­
lunmaktadır.
Bunun yanı sıra, Fethullah G ÜLEN cemaatinin Arnavutluk'taki
uzantısı olan Gülistan Şirketi'nin "Kosova Ufuk Vakfı" adı altında bir
yardım örgütü kurduğu ve Mart 200 1 ayı içerisinde Birleşmiş Millet­
ler Kosova Geçici Yönetimi makamlarına başvurarak bahse konu
kuruluşu "NGO" statüsünde tescil ettirdiği belirlenmiştir.

(13) ABD:
F. GÜLEN grubu nurcularca, ABD ile iş yapmak ve yerleşmek is­
teyen Türkiye'deki mensuplarına ekonomik, sosyal ve hukuki açı-

315
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

dan danışmanlık yapmak üzere Washington'da "Truestar Consul­


ting Co." İ simli bir danışmanlık şirketi kurulduğu, ABD'nin 7 ayrı
eyaletinde faaliyet gösteren şirketin; cemaat mensuplarının ABD'ne
göç etmelerini teşvik etmek amacıyla zaman zaman Türkiye'de se­
minerler düzenlediği tespit edilmiştir.
F. GÜLEN'in, cemaatin ABD'deki faaliyetlerine ilişkin yaptığı
açıklamada ; ABD'deki yurt ve okullardaki öğrenci sayısının hızla
arttığını, öğrenci velileri ve ABD'li iş adamlarının cemaat çalışmala­
rına ilgi ve maddi katkılarının çoğaldığını ifade ettiği öğrenilmiştir.
Buna paralel olarak F.GÜLEN'in talimatı çerçevesinde, 2001 yılı so­
nunda ABD'de bir kolej inşaatının başlatılacağı öğerinilmiştir. 2002
- 2003 eğitim yılında açılması planlanan kolejin tüm giderlerinin bu
ülkede yaşayan cemaat mensuplarınca karşılanacağı ifade edil­
mektedir. Halen ülkede cemaate ait 1 üniversite,ve 3 lise bulun­
maktadır.
Bunun yanı sıra halen ABD'de ikamet eden F.GÜLEN'in Ocak
2002 ayı itibariyle irtibat kanalı olarak, yeni oluşturulan www. her­
kul.org adlı web sayfasını kullandığı ve özellikle dini konularda yap­
tığı sohbetlerin günlük ve periyodik olarak anılan siteye aktarıldığı
tespit edilmiştir.
Diğer taraftan F.GÜLEN'in, cemaatinin ABD'deki yapılanmasın­
da kullanmak için Türkiye' den 1 ,5 milyon dolar talep ettiği, bu meb­
lağın il cemaatları tarafından toplanmakta olduğuna dair bilgilerde
alınmıştır.

(14) Kanada:
Cemaat üst yönetimince, üniversite mezunu cemaat mensupla­
rının Kanada'ya yerleşmeleri hususunda 200 1 yılından itibaren ya­
pılan telkinler sonucu Ottowa'da yeterli sayıya ulaşıldığı, bundan
sonra Kanada'ya gidecek olan cemaat mensuplarından Montreal
ve Toronto'ya yerleşmelerinin istendiği öğrenilmiştir.

316
Ergün Poyraz

(15) Hong Kong:


Cemaatin 1 999 yılı içerisinde ticari faaliyet yürütülmesi amacıyla
çalışmalara başladığı Hong-Kong'ta günümüz itibariyle 3 şirketin fa­
aliyet gösterdiği belirlenmiştir.

(16) Tanzanya:
Ülkede Işık Eğitim ve Sağlık Vakfı bünyesinde 1" lise faaliyet gös­
termektedir. Söz konusu okulun bu yıl ilk mezunlarını vereceği öğ­
renilmiş�ir. Ayrıca cemaat tarafından yapılacak yeni okul için Tan­
zanya H ükümetinin arsa tahsisinde bulunduğu , ülkede sağlık konu­
sunda da yatırım yapmak için görüşmelere devam edildiği, yapıla­
cak yatırımla İ zmir'de cemaate ait Şifa Hastanesi ile işbirliğine gidi­
leceği, Tanzanya'nın kültürü, coğrafyası ve yatırım yapılacak iş kol­
ları konusunda vakıf olarak 2 kitapçık hazırlandığı, bu kitapçıkların
Tanzanya'da yatırım yapmak isteyen cemaat mensuplarına dağıtıl­
dığı öğrenilmiştir.

(17) Suriye:
Ülkede yasal düzenlemelerin yapılması sonrasında; Şam, Lazki­
ye ve Halep şehirlerinde özel okul açma çalışmalarının başlatıldığı
belirlenmiştir.

(18} Macaristan:
Ülkede cemaate ait 1 anaokulu, 1 eğitim ve dil merkezi bulun­
maktadır. Ayrıca ülkede yaşayan ve aralarında Fethullah GÜLEN
cemaati mensuplarının yeraldığı şahıslarca islam dininin Macaris­
tan'da geniş kitlelere tanıtılması ve Türk vatandaşların sorunlarının
çözülmesine yardımcı olunması amacıyla "Tolerans Vakfı" adlı bir
vakfın kuru lacağı öğrenilmiştir.

(19) K. Irak:
Fethullah GÜLEN cemaatinin lrak'ın kuzeyinde halen 3 lisesi ve
1 dil ve eğitim merkezi bulunmaktadır.

317
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ayrıca elde edilen bilgilerden; cemaat tarafından Irak kuzeyi/Er­


bil ve Süleymaniye'de başlatılan yurt ve okul inşaatlarının tamam­
landığı, İ lköğretim ve lise düzeyinde eğitim verilecek olan okullara
öğrenci arayışlarının başlatıldığı öğrenilmiştir.

(20) Makedonya:
Ülkede cemaate ait 1 lise ve 1 ilkokul bulunmaktadır. Bunun ya­
nı sıra Makedonya'daki cemaat mensubu şahısların, ortama göre
dini konulardan ve F.GÜLEN'in görüşlerinden bahsedildiği ev top­
lantıları tertiplemeye başladıkları, toplantılara katılan şahıslara,
maddi ve siyasi kapasiteleri çerçevesinde F.GÜLEN grubuna ait
Türkiye'deki kuruluşlara iş bağlantıları kurma imkanı sağlandığı öğ­
renilmiştir.

(21 ) Polonya:
F.GÜLEN Nurcu grubu tarafından, Polonya'da Mayıs 2002 ayı
itibariyle bir okulun faaliyete geçirilmesinin planlandığı tespit edil­
miştir. Söz konusu okul, anılan kesimin, Avrupa'da Danimar­
ka'dan sonra açtığı ikinci okul olmasına karşılık, tamamen yabancı
topluma hitap edecek ilk okul olması nedeniyle önem kazanmakta­
dır.

Aynca cemaatin;
- Almanya'da 1 anaokulu,
- Avustralya'da 4 lise,
- Avusturya'da 2 eğitim ve dil merkezi ,
- Bangladeş'te 1 lise,
- Başkurdistan'da 3 lise,
- Belçika'da 1 eğitim ve dil merkezi,
- Bulgaristan'da 1 lise,
- Çeçenistan'da 1 lise,

318
Ergün Poyraz

- Çin'de 1 7 lise,
- Çuvaşistan'da 1 lise,
- O. Sibirya'da 1 fakülte, 4 lise, 1 eğitim ve dil merkezi,
- Dağıstan'da 1 üniversite, 2 lise,
- Danimarka'da 1 lise,
- Endonezya'da 2 lise,
- Fas'ta 1 lise,
- Filipinler'de 2 lise,
- Fransa'da 2 eğitim ve dil merkezi,
- G.Afrika'da 1 lise, 1 eğitim ve dil merkezi,
- G.Kore'de eğitim ve dil merkezi,
- Hindistan'da 1 eğitim ve dil merkezi ,
- İ sveç'te 1 eğitim ve dil merkezi,
- lsviçre'de eğitim ve dil merkezi,
- Karaçay/Çerkez'de 1 lise,
- KKTC'nde 2 eğitim ve dil merkezi,
- Kırım'da 2 lise,
- Mısır'da eğitim ve dil merkezi ,
- Moğolistan'da 5 lise,
- Moldova'da 2 lise, 1 ilkokul,
- Nijerya'da 1 lise,
- Pakistan'da 1 lise,
- Sudan'da 1 lise, 1 eğitim ve dil merkezi,
- Tacikistan'da 6 lise, 1 eğitim ve dil merkezi,
- Tataristan'da 6 lise,
- Tayland'da 1 lise,
- Tayvan'da 1 eğitim ve dil merkezi,
- Ukrayna'da 1 lise,
- Vietnam'da 1 lise,
- Yemen'de 1 lise açtığı tespit edilmiştir.

319
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet
. .

Bu arada, Burma, Çad, Gana, Hollanda, l ngiltere, ltalya, Mısır,


Senegal, Cezayir ve Yunanistan'da da eğitim tesisi açılması yönün­
de girişimleri olduğu.ayrıca Alman Hükümetinin 2002 yılından itba­
ren her yıl 500.000 yabancıyı Alman vatandaşlığına kabul etmek yö­
nündeki çalışmalarını, cemaatin Almanya'daki zayıf yapılanmasını
güçlendirmek için fırsat gördüğü ve konunun detayları üzerine araş­
tırma yaptırdığı öğrenilmiştir.

h. Değerlendinne:
( 1 ) Günümüzde altı grup halinde faaliyetlerini yürüten Nurcu
gruplardan, Yeni Asya Grubu, Şura Grubu ve Mehmet KURDOGLU
Grubunun diğer gruplara göre daha az aktif bir çalışma sürdürdük­
leri gözlenmektedir. Nurcu kesim içinde küçük bir grubu oluşturan
Med-Zehra Grubu, elemanlarının Kürt kökenli oluşu ve Kürt milliyet­
çiliğini savunması sebebiyle önem arz etmektedir.
(2) Nurculuğun diğer bir bölümü olan Aczimendi grubu ise, ra­
dikal katı tutumlarıyla son dönemde dikkat çekmesine rağmen hiç­
bir önemi ve etkinliği olmayan bir gruptur.
(3) Nurculuk faaliyetlerinin asıl önemli olan grubu, Fetullah GÜ­
LEN Grubudur. Uzun süredir sistemli bir çalışma ile grubunu güç­
lendiren ve genişleten Fetullah GÜLEN , faaliyetlerine çok geniş bir
yelpazede devam etmektedir.

(4) Sonuç olarak önümüzdeki dönemde;


(ı) Nurcu cemaatler içinde bulunan grupların tamamının F.GÜ­
LEN grubu içinde eriyeceği ve bu grubun da, söz konusu kişi hak­
kında açılan davaya rağmen yakın gelecekte Türk siyasal hayatın­
da en önemli irticai grup olma özelliğini artan oranda sürdüreceği,
(ıı) Türkiye'nin sosyal, siyasal ve ekonomik koşullarının bozul­
masına paralel olarak, söz konusu cemaatin etkinliğini artıracağı
değerlendirilmektedir. . . "

320
Ergün Poyraz

Emniyet'in Gülen Değerlendirmesi


Emniyet Genel Müdürlüğü İ D B yayınları'ndan 53 N umarayla çı­
kan, "lslamda Mezhepler Tarikatlar ve Dini Akımlar" adlı yayında ise
adeta Gülen Propagandası yapılıyordu:
" ... 1 970'1i yıllarda başlamış olduğu çalışmalarını, çizgisini hiç de­
ğiştirmeden günümüze kadar getirmeyi başaran Fethullah Gülen,
bilhassa son dönemler itibarıyla, geniş açılımları, toplumumuzdaki
bütün kesimlerle diyalog kurmakta herhangi bir sakınca görmeyen
yaklaşımları ve gençlik içersinde kendini hissettiren radikal kayma­
lara ka rşı almış olduğu tavırla da dikkatleri üzerinde toplamaktadır.
Son olarak kurulan Yazarlar Vakfı bünyesinde yürütülen ve vatan­
daşlarımız arasında değişik görüşlere sahip olan kesimleri birbirine
yakınlaştırma ve aralarındaki düşmanlıkları bir tarafa atarak diyalog
ortamı oluşturma yönündeki gayretleri de kamuoyunda yankı bul­
muştur. . .
Halihazırda durumu itibarıyla, ülkemizde e n geniş tabana hitap
ettiği bilinen grup, genelde eğitim yüzeyi yüksek şahıslardan oluş­
maktadır. Kendi amaçlarını, devlet kademeleri için imanlı bir gençli­
ğin yetiştiril mesi olarak açıklayan grubun, siyasi yelpazede ağırlığı­
nı Demokrat Parti çizgisini takip eden sağ partilerden yana koydu­
ğu da bilinen h ususlar arasında yer almaktadır. . . "

Türk Silahlı Kuvvetleri ile Emniyet'in raporlarındaki Fetullah Gü­


len değerlendirmelerindeki farklılık dikkat çekici olduğu gibi, Emni­
yet'in bu gurubun kontrolunda olduğuna dair yorumların gerçekliği
için sadece yukarıdaki iki parağraf içeriğinin bir kere daha okun ma­
sı yeterlidir.

Gülen ve İ stihbarat
Gülen, Gazi olaylarının patlak vereceğini gösteren istihbarat ra­
porunun aylar önce kendisine verildiğini, kendinin de bunu devletin
başındaki insanın en yakınına 1 ,5 ay önce verdiğini söylüyordu . Gü­
len'in bu konuşması insanın aklına "istihbarat örgütleri kendine mi

321
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bağlı, istihbarat örgütleri niye Başbakan , Cumhurbaşkanı dururken


raporlarını Gülen'e verirler? .. " sorusunu getiriyor.
Hadi diyelim "Hıyararşi" bizim bilemediğimiz(!) şekilde işliyor, ra­
poru Gülen'den öğrenen devletin başındaki kişiler niye tedbir alma­
dılar. Gülen açıklamasında, bu olayın ardında Almanların ve
Apo'nun olduğunu iddia ederde, bu olaylara seyirci kalan devlet gö­
revlileri de bu durumda onların işbirlikçisi olmaz mı? . . . Neyse Biz
Gülen'i izleyelim:
"Burada istihbari raporlara dayanarak, demeye mezun muyum,
değil miyim bir hususun kapağını açacağım. Burada bir ukalalığımı
da arz etmeme müsaade eder misiniz? Bunca böyle bu işlerde saç­
larını ağartmış adamların ukalalığı olabilir. Ben iyi bir insan değilim.
Gaziosmanpaşa hadiseleri olmadan evvel, Türkiye'nin her yerin­
de böyle bir patlama olacağını 1 ,5 ay evvel ben devletin başındaki
insanın en yakınına verdim. Türkiye'de bir şeyler planlanıyor, rapo­
ru okuyun, bana bir dostum verdi bunu . . . Aleviliği oyuna getirmek
istiyorlar. Türkiye'de bir kısım alevi ocak ve bucaklarını kundaklaya­
caklar. Avrupa'da bu iş için çıkardıkları mecmualar var. 1 ,5 ay önce
bunu raporu verdim . . 30-40 sayfalık bir rapor.
.

Alevilerden bazı yerleri vuracaklar ve sünnilerden bizi vurd u di­


ye Alevileri ayaklandıracaklar. Verdim ve bekledim. Devletin başın­
daki insanlar bu fitneyi önlemek için çare ararlar. . . Sora hata ettiği
mi anladım . . ."
Gülen son günlerde yandaş gazetecilerine yaptığı açıklamalarda
yine İ stihbari bilgiler aldığını Türkiye'de yeni olaylar olacağını anla­
tıyordu :
Emekli vaiz Gülen'in istihbarat tecrübelerinin anlaşılmasında Mı­
sıroğlu'nun anıları yararlı olcaktır.
Nakşibendi tarikatına yakınlığı ile bilinen Kadir Mısıroğlu'nun ka­
leme aldığı "Gurbet İ çinde Gurbet" adlı kitabının 1 90. sayfasında,
Hilmi Türkmen'den şunları naklediyordu:
" . . . O zaman lzmir'in Kestanepazarı'ndaki Kur'an-ı Kerim Kur-

322
Ergün Poyraz

su'nun idarecilerini tanıyordum. O'nu çocuk okutmak üzere oraya


yerleştirdim. Beş on gün sonra halini hatırını sormak için oraya uğ­
radığımda, başbaşa bir kimseyle fiskos ettiğine rast geldim. Konuş­
tuğu adam, beni görünce yaydan çıkmış bir ok gibi fırlayıp kaçtı.
Kendisine; "Bu kimdir" diye sorduğumda "Bir talebe velisi! .." diye
cevap verdi.
Bu söz doğru değildi. Tahkikatını da onu göstermiştir. Bu adam ,
böyle bir karşılaşmadan beş-altı ay evvel bana müftülük makamına
gelmiş ve M IT'ci hüviyyetini gösterdikten sonra, benimle açıkca bir
meseleyi konuşmak istediğini söylemişti . Söylediği söz şuydu:
"Bizim teşkilat (M IT'i kasdediyor) Müslümanların M. Kemal Pa­
şa'ya menfi bir tavır almasından rahatsızdır. istiyoruz ki, bu müna­
fereti giderelim. Sen, en büyük dini cemaatlerden biri olan Süley­
mancı cemaati içinde söz sahibi bir kimsesin . Sizin cemaatte M.
Kemal Paşa hakkında "Deccal" ithamında bulunmakta ve ağza alın­
mayacak sözler söylemektedir. Sen bunu düzeltebilirsin Bunu yap­
tığın takdirde, bizden ne istersen iste. Seni Diyanet İ şleri Başkanı
yapalım ...
Kendisine yanlış kapı çaldığını, benim bahsettiği cemaat içinde
böyle bir şey yapacak gücüm olmadığını, bunu ancak Kemal Kaçar
Bey'in yapacağını söyledimse de ikna olmadı ve;
"Sen bilirsin biz seni seçmiştik. Anlaşılan sen bunu yapmak iste­
miyorsun. Amma biz bu işin peşini bırakmayacağız. Bu işi, birisini
bularak muhakkak yapacağız!.." diyerek ayrılmıştı.
Şimdi anlıyordum ki, buldukları adam Fetullah Gülen'di. Fakat o
sıralarda Fetullah
. Gülen sapı. silik bir adamdı. Bunu nasıl becerebi-
lecekti?! . . . işi takip etttim. MiT güdümlü olarak nasıl nafiz bir mev-
kiye getirildiğine safha safha şahit oldum . .. "
25 Ocak 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Hikmet Çetinka­
ya, kendisine bir Cumhuriyet okurunun telefon ettiğini söylüyor, ko­
nuşmayı şöyle aktarıyordu:
" Erzurum'da Komünizm'le Mücadele Derneği'nde Başkanlık ya-

323
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

pan Fetullah Gülen'in Kontrgerillayla ilişkisini neden araştırmıyorsu­


nuz?"
Bu soruya yanıt veremedim
Birden 26 yıl önceye gittim . . .
Fetullah Gülen o tarihte aranıyor. Ancak bir türlü yakalanamıyor­
du. 1 981 yılında Isparta- Burdur yolunda yakalandı. Ancak gözaltı­
na alınmadan serbest bırakıldı.
Ardından neler oldu?
Kenan Evren ve arkadaşları Fetullah Gülen'le ilişki kurdu, iki kur­
may albay, bir tuğgeneral Gülen'le pazarlık yaptı.
Pazarlıktan sonra Fetullah Gülen ve arkadaşları, Mehmet Kutlu­
lar'ın liderliğini yaptığı Nurcu gurubundan koptu . . .
Ve 1 982 Anayasası'nı Fetullah Gülen ve arkadaşları destekleme
kararı aldı. . .
Fetullah Gülen 8 yıldır ABD'de yaşıyor C I A denetiminde okullar
açıyor. . .
"

Hikmet Çetinkaya'nın aktardıklarının ötesinde, Mısıroğlu Sıkıyö­


netim döneminde Gülen'in aranmasının da danışıklı dövüş olduğu­
nu anlatıyordu:
" ... Adalet Eski Bakanı İ smail Müftüoğlu'na Fetullah Gülen'in du­
var ilanlarıyla arandığı hen � am da O'nun adamlarından biri gelerek;
"Siz eski bir bakansınız!. .. lzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi bizim
hocamız için yakalama kara �ı çıkarmış. Fotoğrafı , aranan bir cani gi­
bi duvarlara asılmış. Lütfen lzmir'e kadar gidip te bu meseleyi hal­
letseniz olmaz mı?" ricasında bulunmuşlar. O da bu maksatla İ z­
mir'e gitmiş. Başsavcıyı ziyaret etmiş. Odasında Albay rütbesinde
bir misafir bulunduğundan meseleyi açmayıp havadan sudan konu­
şarak albayın çıkıp gitmesini beklemiş. Fakat vakit ilerlediği halde o,
bir türlü kalkıp gitmiyormuş. Bundan dolayı istemeye istemeye me­
ramını açıklayınca, O albay söze karışarak:
"lsmail Bey! .." demiş, "Siz eski bir bakansınız, bu işleri bilmeniz
lazım! Beni galiba tanıyamadınız. Siz, Eskişehir'de Kadir Mısıroğ­
lu'nun avukatlığını yaparken ben o mahkemede yüzbaşı rütbesiyle

324
Ergün Poyraz

hakimdim . Adım Kerim Günday, buraya kadar boşuna zahmet et­


mişsiniz. Bu yalandan alınmış bir karardır. Fetullah Efendi'yi kimse­
nin aradığı yoktur. Yakalama kararının da O'na bir zararı dokunacak
değildir. . . " demiş.
Trabzon'da bir sohbette bu vakayı anlattığımda hazırda bulunan­
lar arasındaki Yaşar Hoca (Ocak):
"Kadir Bey, dedi . "Sen yurt dışındayken bizim arkadaşlardan bir
polis evrak imzalatmak için gittiği Tümen kumandanının nezdinde
Fetullah Efendi'yi görmüş. Gelip anlattı . O sırada hoca aranıyordu.
Ben polise inanmadım. Yanlış görmüş olabileceğini söylemiştim .
Demek k i doğruymuş" diye beni teyid etti. . . "

Mısıroğlu , kitabında insanın tüylerini diken diken eden olaylar­


dan da bahsediyor:
" . . . Bu demektir ki, Fetullah Gülen etrafındaki gizli ve aşikar ger­
çekler bu derece korkunçtur. Bunu şifai olarak ilk ve müessir bir su­
rette ifşa etmiş bulunan bir arkadaşımızın (Teşkilatın bütün kıdemli
üst kademelerince çok iyi tanınan Kuyumcu Sadettin Çetin Bey'in)
kendisi Fetullah Gülen'e en büyük hizmetleri ifa etmiş bir kimse ol­
duğu halde cesedi parçalanmış olarak bir yol kenarında bulunmuş­
tur. Sadece bunu hatırlamak, bu sahada gerçeği beyan etmenin ne
ağır bir bedeli olabileceğini anlamaya kafidir sanırız ... "

Sudan'daki Okul
Mısıroğlu , Gülen okulları ile ilgili bir anısını aktararak aslında bu
okulların neye hizmet ettiğine dair ip uçları yakalamış;
"Fetullah Gülen'in vazifesi , lslam Dünyası'nın her tarafından sü­
per zeki çocukları seçerek Amerika'da okutmak ve sonra onları
kendi ülkelerine müstakbel siyasi ve idari kadrolar olarak gönder­
mektir. B u çocuklarda hemen hemen Müslümanlığın bütün şiarları
mevcut olacak, sadece dinin "Muamelat" kısmının çeşitli bahaneler­
le tayyedilmesi istikamatinde bir görüş bulunacaktır. Bu hareketin
gayesi "Muamelatsız sapık bir lslam muhtevası" ortaya çıkarmaktır.

325
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bu sözleri benden defaatle dinlemiş olan H üseyin Cevahir, bun­


dan beş on sene evvel Sudan'da iş yapıyordu. Orada Fetullahçı­
lar'ın bir mektep açtığını duyunca, gurbette milli tesanüd namına
onları tebrike gitmiş. Kendisini, o anda makamında bulunmayan
müdürün odasına oturtmuşlar ve biraz beklemesini, müdürün he­
men geleceğini söylemişler. . . .
Müdür gelene kadar O'nun masası üzerindeki yığınla evrakın en
üstünde duran bir kağıt alakasını çekmiş ve gayrı ihtiyari onu oku­
muş. Bu U NESCO'dan geliyor ve Hartum'da açılmış bulunan mek­
tebin masraflarının kendileri tarafından karşılandığını, paranın ne
suretle ve hangi bankaya intikal ettiği hususundaki bilgiyi ihtiva edi­
yormuş. O, bu yazıyı gayri ihtiyari okuduktan sonra, müdür, odası­
na gelmiş. Selam kelamdan sonra aralarında şöyle bir konuşma
geçmiş.
"Siz burada ne yapıyorsunuz? Arapça öğretiyoruz dersen, bun­
ların anadili Arapça! . . Şeriat öğretiyoruz desen, resmi nizamları şe­
riat! Allah için burada ne yapmak istiyorsunuz?!.."
"Bunların hiçbiri değil! Biz burada Sudan'ın müstakbel idarecile­
ri olacak süper zeki çocukları bulup Amerika'ya göndermek için bu­
lunuyoruz. Orada bir Üniversitemiz var. Onları yetiştirip tekrar bura­
ya göndereceğiz! . ."
O zaman Yusuf Cevahir masa üzerindeki muhtevasına muttali
olduğu mektubun bir suretini istemiş, mdür;
"Hayır asla!. .. Diyerek, mektubu kaptığı gibi çekmecesine koy­
muş . . . "

Şeytan Yolu
Emniyet'in kitabında övgüler yağdırdığı Gülen, ev toplantılarında
şunları söylüyordu:
" ... Doğru yolu görseler onu yol yordam edinmeyecekler... Düzen
yordam edinmeyecek, o yolu tutup gitmeyecekler Şeytan saltana­
.•.

tına ait bir yol kendilerine gösterildi mi; komünizmdir, kapitalizmdir,

326
Ergün Poyraz

faşizimdir, bilmem ne izm'dir, ne izm'dir ... Şeytana ait bir yol onla­
nn önlerine getirilip onlara gösterildi mi; hemen yol olarak, yordam
olarak onu benimserler, parlamento olarak onu benimserler, Reis-i
Cumhur olarak onu benimserler... İ nsan karihatından çıkan yolu,
ŞEYTAN YOLUNU benimserler!.."
Kendi ve yandaşlarınca kurmak istedikleri düzenin dışındaki bü­
tün sistemleri ki, buna Demokrasi de dahil "şeytan Yolu" olarak
damgalayan, eninde sonunda bir gün "şeriaf nizamının geleceğini
ilan eÇen, kendi gibi düşünmeyen insanları "kobra" olarak niteleyip,
böyle insanlar hakkında iyi düşünmenin "kobralara merhamef ola­
cağını müridlerine bildiren böyle bir insanı; geçmişine, gittiği yola,
arkasındaki destekçilerine bakmadan bizlere "Hoşgörü abidesi" ola­
rak yutturmaya kalkıyorlardı.
Emniyetin övgüler düzdüğü Gülen; özlediği, arzuladığı nizam
içinde İ stanbul Çamlıca'da yaptığı bir konuşmasında şöyle haykırı­
yordu:

"Bir gün gelecek semavat, zemin; bütün düzeniyle, nizamıyla ls­


lam'ın bembeyaz eline teslim olacak. Yed-i Beyza lslam'a, yani Hz.
Musa'nın harikalar meydana getiren asayı taşıyan mübarek eli de­
mektir. AK ŞERiATA, ak yola, ak sisteme, ak el. .. NASIL OLSA
OLACAK! .. "
Gülen, bu iddiasını da. "inancın Gölgesinde-2, adlı kitabının:

207. Sayfasında yer alan şu sözleriyle pekiştiriyordu:


"Medine döneminde ise, i ktisat ve içtimaiyatta, hukuk ve muha­
rebelere ait meselelerin gündeme geldiğini ve bir S İ TE DEVLET İ ­
N İ N kurulma çalışmalarının başladığını görüyoruz. Bütün peygam­
berler için değişmeyen BU KAN U N , BAŞKA H İ ÇB İ R DEVİ RDE D E
w . •

DEGIŞMEYECEKTIR"
Gülen, tebliğ ve cemaatleşmenin ardından, Takıyye sanatının en
önemli virtüözlerinden biri olduğunu şu sözleri ile kanıtlıyordu:
"Yapılan hareket, kime karşı yapılıyorsa, tavnmız onlar tarafın-

327
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

dan hiç hissedilmeden ve sezdirilmeden yapılmalıdır ki, hedefi vur­


ma ve yara almadan da dönmek mümkün olsun"
Gülen; gerek kitaplarında gerekse vaazlarında, ve kapalı kapılar
ardında düzenlenen ev toplantılarında; Nihai atak için kendine bağ­
lı kişilere gayet kurnazca verdikleri taktiklerle çıkışın zamanlaması­
nın iyi yapılmasını, ölümü göze almayı, hesaplaşmaya hazır olun­
masını, misyona kitlenmenin önemini, söz değil aksiyon ve hamle
gerektiğini, savaş halini, sürekli aksiyonu, karar gününü ve şerefli
bir ölümün yeğlenmesini işlemektedir.
Gülen; "l'layı Kelimetullah ve Cihad" adlı kitabında cihadın tarifi­
nin "islamla birlikte Allah yolunda kavga verme" olduğunu, bu sava­
şın herkese farz olduğunu, hangi halde yapıldığını, islami bir görev
olduğunu, kıyamete kadar devam edeceğini, peygamber mesleği
olduğunu, bir cemaatın kendini buna adaması gerektiğini, cihattan
geri durmanın günah olduğunu, en büyük islami müeyyide olduğu­
nu, cihat olmayınca huzurun da olmayacağını, tek ve asıl vazife ay­
rıca tek çare olduğun u , şehit ya da gazi olunmasının gerektiğini,
yeryüzü hakimiyetinin cihatla gerçekleşeceğini, islami bir borç ve
en yüksek ideal olduğunu sayfalarca işlemektedir. Bunun böyle ol­
duğuna " Yakinimiz vardır'' diyerek müritlerine gaybı bilen evliya ha­
vasıyla konuşmaktadır. Ama asıl bu konuda gerçek arzusunu ise şu
cümleyle açığa vurur.
"Kürsüde de bazen öyle olur. Mesela Hz. Hamza vurdu derken,
sanki kılıcı ben kullanıyorum gibi olur." (Fasıldan Fasıla-1 , sf. 78)
"Biz herkese karşı rabbimizi anlatmakla mükellefiz ve dünyaya
karşı hem manevi hem de maddi cihadda muvaffak olmak zorunda­
yız." (l'layı Kelimetuhllah veya Cihad, sf. 34)
Gülen, cemaatına dahil olan ve cemaatının ulaşabileceği saf in­
sanları bu ülkede kendilerine zulüm yapıldığı gibi gerçek dışı anla­
tımlarla kışkırtır, onların beyinlerini, "cihad" yani "Allah yolunda sa­
vaş" gibi dini motiflerle yıkar. Gülen, yine cematına verdiği bir semi­
nerde şunları söyler:

328
Ergün Poyraz

"Düşünmeli ki, bu memlekette hatta bütün islam aleminde tevhi­


din temelleri sarsılmış, Allah inkar edilmiş, peygamber (a.s) tezyife
maruz kalmış, din bütünüyle hafife alınmış ve bütün cihanı aydınla­
tan hatta düşmanlarına bile mucizeliğini kabul ettiren aydınlık tufa­
nı Kur'an-ı Kerim ayaklar altına alınmış, inanmış insanların yanında
bile adeta dinin hiçbir ağırlığı kalmamış ve her şey içinden çıkılmaz
bir hale gelmiş. işte böyle bir devrede hem yapacak iş çok hem de
yapılan işlerin değeri büyük olur. . .
Karşı taraf bir taş çekiyor bütün duvarı aşağı yıkıyor, biz ise taş
üzerine taş koya koya o duvarı yeniden örmek zorundayız."
Gülen, bu konuşmasının ardından kendilerine Allah'ın koruma
elinin uzandığını, koruma ve kollama altında olduklarını da söylüyor­
du. Hizbullah örgütünde de militanların beyinleri yıkanırken , koruma
ve inayet altında oldukları beyinlere işleniyor, onlar da bunu gerçek
zannediyorlardı. Hatta kendilerine göre öyle bir koruma altındaydı­
lar ki, kendilerine ve özellikle kurucu liderleri H üseyin Velioğlu'na
asla kurşun işlemeyecekti. Ancak, Beykoz'daki çatışmada ilk kur­
şun Velioğlu'na isabet ettiğinde, sürekli böyle düşünen militanlar,
adeta şoke oluyorlardı. Polisteki sorgularında bu uğradıkları hayal
kırıklığını anlatarak, daha birçok açıklamalarda da bulunuyorlardı.
Fetullah Gülen'de, insanları aynı yöntemle avlamaya çalışıyordu.
"Fakat bütün bunlarla beraber açıktan açığa inayet elinin görün­
düğünü söylemek te mümkündür."
Gülen, bu şekildeki beyin yıkamadan sonra, şeriat yolundaki ni­
hai hedefini de açıklar,
"kanla abdest almak!.."
"Cihad, bir mümin'in uğruna canını feda edebileceği en tatlı bir
mefkure ve en yüksek bir idealdır. Zira mümin, kendi teri içinde bo­
ğulma veya kendi kamyla abdest alma gibi bir payeyi ancak cihad­
la elde edebilir. " (a.g.e., sf. 45)
Tabi ki bu uğurda ya şehit olunacaktır ya da gazi! . .
Hizbullah m ilitanları için de "Allah askerleri, Allah Partisi ve siya-

329
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

si boğuşmalar ve siyasi partiler karşısında Allah Partisi" tanımlama­


larını yapıyor, bunlara övgüler yağdırıyordu .
" . . . Sürekli ittikaya kendisini salmış, kaptırmış, arayışına girmiş,
yakalamış dahasını arayan, takvanın dahasını arayan derinlerden
derin kutsiler... Hz. Muhammet Mustafa'nın askerleri, Cindullah; Al­
lah ordusu . Hizbullah; Allah cemaati, tabiri caizse Allah Partisi. . .
. .

Siyasi boğuşmalar, siyasi partiler karşısında Allah Partisi. . .


Tevhit; Allah'ı birleme, son Allah'ı birleme noktasında kalpleri bir­
leme, Allah'ı birleyenler ve Allah'ı birlemede birleşenler. . .
Ruhlar tıpkı bir kışlada bir araya gelmiş askerler gibidir. Bunlar
aynı d uygu ve düşünceyi paylaşıyorsa birleşirler. Aynı çizgi üzerin­
de omuz omuza verirler. Aynı duygu ve düşünceyi paylaşmıyorlar­
sa, onlarda ihtilafa düşerler. Bunlar aynı duygu ve düşünceyi pay­
laşmanın verdiği hava ile, saiklerle, itici ve çekici güçlerle, aynı çiz­
gi üzerinde omuz omuza verirler. Öyle omuz omuza verirler ki biraz
adımını ileriye atsan, kendini sahabi cemaati içinde bulursun . Çün­
kü aynı frekansta çalışıyorlar. Geçen bir münasebetle birisini arz et­
tim . Frekans olunca aynen siz sahabi ile frekans içinde olursanız,
aynı duyguyu paylaşırsanız, aynen onların heyecanını yaşarsanız,
kalbiniz onların heyecanı ile atarsa, Bedr'in yamaçlarında dolaşırsa­
nız, Uhud duygusunu beraber paylaşırsanız Hudeybiye'de onlarla
beraber ellerinizi kaldırır ve kaldırırken, elinizi üzerine koyacağınız
elin Hz. Muhammet'in eli olacağını düşünürseniz frekans tamam
demektir.
Rüyalarınıza girerler. Hayal alemlerine girdiğiniz zaman sizi ya­
kalarlar. Misali levhalarla her yerde sizi kovalarlar. Her köşe başın­
da karşınıza çıkarlar. Bazen kendinizi tam onların içinde görürsü­
nüz. Bedir'de görürsünüz, onlarla beraber kılıç çalıyorsunuz. Ve
dersiniz, 'Ben on dört asır sonra geldim. Nasıl bunların içinde olu­
yorum.'Frekans birliği olursa olursunuz. Duygu ve düşünce birliğine
vardığınız zaman, siz aynı ordunun erleri haline gelirsiniz. Ve ben
bunu size anlatmaya çalışıyorum. Allah'ın askeri olduktan sonra,

330
Ergün Poyraz

kutsiler ordusu olduktan sonra, Allah'ın kulu olduktan sonra, Hz.


Muhammet'in erleri olduktan sonra zaman ve mekan onları ayıra­
maz."
Neredeyse Fetullah Gülen'in yasal bir yapılanma içersinde oldu­
ğunu yazacak olan Emniyetinde "Hizbullah"la pek sorunlan olmuyor
gibiydi. Hizbullah örgütü ile ilgili araştınnalar yapan Mülkiye Başmü­
fettişleri Candan EREN ve Murat ÖZGAN, Emniyetin tutumundan
şöyle yakınıyorlardı:
"Müfettişliğimizin bahse konu yazılarında istenen hususlar en in­
ce ayrıntılarına kadar belirtildiği halde, İ l Emniyet Müdürlüklerinin
çoğunun, yazılarımızın içeriğine yeterince dikkat etmediği, özellikle
sorgulamalar sırasında örgütün para ve mal kaynaklarının tespitine
yönelik işlem yapmadıkları, genel polisiye sorgulama ile yetinildiği
ve sorgulamanın genellikle terör örgütü mensubunun şahsi malvar­
lığı ile ilgili olarak yapıldığı incelenmiştir. . .
"

Hizbullah militanları ise kanla abdest almanın, can alıp vermenin


en mükemmel örneklerini kamuoyu önünde veriyorlardı. Fetullah,
cemaat mensuplarını şehit ya da gazi olunmasını için "llayi Kelime­
tullah ve Cihad adlı kitabının . " 57-58. sayfalarında bakın nasıl kışkır­
tıyor.
"Zira cihaddan geri durmak ciddi bir günahtır. . . Cihad bir hayır
kapısıdır, o kapıdan giren iki hayırdan birine mutlaka kavuşacaktır.
Evet ya şehit olup ebedi hayat, ya da gazi olup hem dünya hem de
ukba nimetlerine ulaşacaktır." (a.g.e., sf. 57-58)
Ve devam ediyor Fetullah;
"Canını Allah yolunda feda ederek şehit düşen kimselerin bizim
anladığımız manada ölmedikleri bir gerçektir." (a.g .e., sf. 59)

Cihadın Fonksiyonlan
Gülen'in "ilahi Kelimetullah ve Cihad" adlı kitabında, Cihad'ın
Peygamber Mesleği olduğu savunuluyorken, 40. Sayfada ise "Böy­
le kudsi bir mesleğin en kutsi vazifesi de cihaddJr. " deniyordu.

331
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Cihad'ın Hakka Şahitlik olduğunu da anlatan Gülen , yine Ci­


had'ın Hayat Kaynağı olduğunu savunuyor, Hoşgörü denilen kavra­
mın aslında can alıp can vermenin "kamuflaj"ı olduğunu 45. sayfa­
daki sözleri ile kanıtlıyordu:
"Cihad, bir müminin uğruna canını feda edebileceği en tatlı bir
mefkQre ve en yüksek bir idealdir. Zira mümin, kendi teri içinde bo­
ğulma veya İ İ İ İ İ
. KEND KANIYLA ABDEST ALMA G B B R PAYEY
. .

ANCAK CIHADLA ELDE EDEBiLiR."


Işık yayınlarından "Beklenen Nesil" adıyla çıkan ve Necdet İ çel
tarafından yazılan kitabın 1 03. sayfasında lslam tarihinden verilen
savaş sahnelerinin Gülen'in anlatımlarının ardına eklenen ve yine
din maskesine bürünen "kan" çığlıkları "hoşgörü" nün boyutlarını
sergiliyordu:
. .

"imana ve lslam'a hucum eden kim varsa, onlara karşı çok can-
lı ve kanlı olacak.
İ nsanlığı saadete erdirmek için, tebliğ ne irşat için, hakkın i'lası
için kendine düşeni en canlı ve kanlı şekilde yapma aşkıyla yana­
cak ... "
Aynı kitabın 1 05. sayfasında Ebu akil gibi dirilip gelecek olan ve
bu eylemleri gerçekleştirmeye adaylarının Gülen'in yiğitleri olduğu
onun "Kırık Mızrap" adlı kitabından alınan "yiğitli "şiirinde görülüyor­
du.
Gülen'in hoşgörüsünün, kitabının 46. sayfasındaki şu sözleri ile
gözler önüne seriliyordu:

"Evet, Cihad En Karlı Bir Ticarettir"


Bu Kavga Kimin
Tayyip'in dünürü olan Sadık Albayrak'ın kitabında Kurtuluş Sa­
vaşı kahramanlarına nasıl hakaretler yağdırılıp, 1 923 Türkiye'si he­
def alınıyorsa, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen "Sızıntı" dergisi­
nin yazarlarından Nihat Dağlı, yine aynı grup tarafından çıkarılan
"Bu Kavga Kimin" adlı kitabında, yok etmek istedikleri hedeflerinin

332
Ergün Poyraz

1 923 yılında kurulan "Cumhuriyef' olduğunu, hilafet ve şeriat öz­


lemlerini açık bir şekilde ifade ediyordu. Bu kitaptan alıntılara geç­
meden önce Gülen'in talebelerinden Şemsettin N uri'nin "Kınk Tayf­
lar" adlı kitabından "Sızıntı" ile ilgili bilgileri ilk ağızdan, Fetullah Gü­
len'den izleyelim :
" . . . B u mevkute, neşrettiğin (hitap Bediüzzaman Hazretlerinedir)
ışığa tercüman olma mülahazasıyla yola çıktı. Varılacak yer uzak,
yollar da tekin değildi. Cinler, ifritlerle beraber taharruza geçti . .. "
Gülen , Kürt Said'in sözde yaydığı ışığa tercüman olma amacıyla
yani tamamen onun fikirleri doğrultusunda "Sızıntı" dergisini çıkar­
dıklarını söylüyor, şunları da ilave ediyordu:
"Sızıntının ilk onbir senesinde 1 32 sayı risalelerden sadeleştirile­
rek yapılan iktibaslar vardır. Bir yönüyle bu iktibaslar Sızıntının çıkış
gayesine denk ölçüde önemlidir. Bazı çevreler Risalelerin sadeleş­
tirilmesine sıcak bakmazlar ve bunu tenkit malzemesi olarak kulla­
nırlar. . .
"

Gülen ve talebesi Şemsettin'e göre, Sızıntı ; lslam devletinin ye­


niden kuruluşunun destanı:
"Birinci cihan harbiyle batıp giden lslam Devleti, zamanın ana
rahminde yepyeni bir tarihi doğuşa hazırlanıyor. Ne muhteşem bir
doğuştur bu, nefsin ve şeytanın radyasyon sızıntılarına mukabil, ru­
hun ışık sızıntıları, kutlu tayflar halinde toplanıp kalplerde yoğunla­
şarak hidayet lazerleri halinde küfrün, karanlığın urlarını, kanserle­
rini kuruta kuruta geliyor. Nefs kışının inkar kefenlerini yırtıp, ruhun
bahar filizlerini vere vere ilerliyor. işte sızıntı'da böyle bir gelişin des­
tanı sunuluyor."
Sızıntı dergisinin yazarlarından ve bu cemaatın bir üyesi olan Ni­
hat Dağlı, "Bu Kavga Kimin" adlı kitabında Cumhuriyet dönemini,
1 923 kimliğini şiddetle red ederek, zorla şapka giydirildiğini, harf
devrimleri ile insanların cahil bırakıldığını iddia ediyor, adeta kinini
kusuyor, o da Gülen ve Kürt Said'i göklere çıkarıyordu.
"Cumhuriyet döneminde lslamla barışık olmayan yeni sistem,

333
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

batıda olduğu gibi doğuda da var olan bütün İ slami müessese ve


Müslüman şahsiyetleri hedef almıştı . Latin harflerinin kabulü ile
başlayan yeni vetirede medreseler illegalliğe itiliyordu. Oysa med­
rese, doğuda hayatla eş anlamlıydı. Medresesiz bir doğu düşünüle­
mezdi. Yeni anlayışın estirdiği yabancılaşmanın tesirini, ancak med­
reseler kırabiliyordu. Latin harflerinin kabulü medreselerin dokusu­
nu koparıyordu. Bölgedeki huzursuzluğun ortaya çıkışını hazırlayan
sebeplerden birisi de bu olsa gerek. Zira, bölgenin tümüne yayılmış
bir hayat dokusunun koparılması bahis mevzuydu . . . . "
Sızıntı ailesinin de üyesi olan Nurcu yazar, kitabın 22. sayfasın­
da Cumhuriyet rejimine olan düşmanlığını iftiraları ile sergiliyordu:
" ... 1 923 hareketi modernizmi esas alan bir hareketti. Maziye kin
duyuyordu. Dinden arındırılmış bir vetire başlatıyordu. Bu vetirede
din, referans alınmıyor ve fırsat nispetinde hayattan kovuluyordu.
Kıble, modernizmi din derecesinde kabullenen batı olmuştu . Batılı
değerlerle yeni bir insan şekillendirmek suretiyle, yeni bir toplum
öngörülüyor ve dini kurumlar üst değer olmaktan çıkarılıyordu. Bu
süreçte, bütün müesseseler batılı değerler perspektifinde tanımlan­
dı ve bunun ışığında faaliyet sahaları belirlendi."
Kitabın 39. sayfasında ise halifeliğin kaldırılmasının, tekke ve za­
viyelerin kapatılmasının, harf devriminin yapılmasının, geçmişle ba­
ğın kopartılması olarak tanımlanıyordu:
"Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki söylem ise, lslam'a karşı
konulan radikal bir çıkıştı . Halifeliğin kaldırılması, medrese ve tekke­
lerin kapatılması, sosyal hayatta yeni düzenlemelere gidilmesi, harf
devrimi yapılarak geçmişle olan bağın kopartılması vs Bütün bun­
....

lar Osmanlının şahsında 'lslam'a hayır'ın ifadesiydi. . .


Bu bir tenakuzdu, Kuvay-ı Milliye ruhuyla ters düşmekti. Zira kur­
tuluş savaşında, batılı değerlerin saldırısından hareketle İ slami de­
ğerlerin savunulması gerektiği öne sürülerek, insanların yardımı is­
teniyordu . Ancak 1 923'ten sonra, batılı değerlerin savunulması ve
yerleşilmesi adına İ slam kapı dışarı edilmişti. Eğer dini sömürü gibi

334
Ergün Poyraz

bir anlayıştan bahsedilirse ilk sömürü cumhuriyetin o yıllarında ya­


pılmıştır. . .
. . . Millet huzursuzdu ve Ankara'ya kırgındı. Soğukluklar başla­
mıştı . İ syanların oluşumunu sağlayan bir zemin ortaya çıkmıştı. Bu
acınası bir durumdu. O güne dek ehl-i salib'e duyulan kinler, ifade
edilmese bile yeni oluşuma yönelmeye başlamıştı . Ankara ise, ihti­
mal dahilinde olan bu gelişmelere mani olmak için yeni düzenleme­
lere gidiyordu . Provoke hadiseler bahane edilerek yurt sathında is­
tiklal Mahkemeleri kuruluyordu . Cumhuriyet Halk Fırkası'nın bir uy­
gulaması olan bu mahkemeler, hukuki hiçbir dayanağa dayanmıyor;
sadece sindirme, korkutma ve olası bir hareketin sahiplerine göz
dağı verme düşüncesiyle hareket ediyorlardı. .. "

Gülen'in Sızıntı dergisinin yazarı , lngilizlerin çıkarlarına hizmet


için kiralanan insanların çıkardıkları ve ayrı bir kürt devleti kurma ba­
hanesi ile yapılan isyanları savunuyor, bu isyanları 1 923 kimliğine
bir başkaldırış olarak vurguluyordu:
"Eğer o dönemde isyanların varlığından söz ediliyorsa, bunun en
büyük sebebi, yeni oluşumun savuna geldiği ve dayattığı yeni kim­
liktir. Bu kimliğe, ciddi bir itiraz vardı. Bu ülkenin mümin insanları,
dipcikle şapka giymeyi, Kur'an'ın bir suç unsuru olarak telakki edil­
mesini hak etmediklerini düşünüyorlardı. Bu bir zulümdü . . .
Olan isyanlar, ifade edildiği gibi başka sebepleri olmakla birlikte
ağırlıklı olarak dine gelen saldırılar sebebiyle ortaya çıkmıştı . Mese­
la Şeyh Said hadisesi bunlardan biridir. Her ne kadar resmi ideolo­
ji bu isyanı farklı tanımlasa da Şeyh Said hadisesi , yeni kimliğe olan
bir itirazdır, dini karşısına alan laik yapılı Cumhuriyet idaresine kar­
şı Osmanlı idaresini talep etmeyi ifade etmişti. . . "

N urcu yazar, Kürt Said'in bir öldüğünü ancak bin olarak dirildiği­
ni de iddia ediyor, devletin Said'i sürekli olarak rahatsız ettiği görü­
şünü savunuyordu:
" ... Vazifeli insanlar vazifelerini yaparlar. Allah dilemedikçe hiçbir
g üç onları vazifelerinden alıkoyamaz. Bediüzzaman Hazretleri de

335
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bir hizmet sistematiğinin dellalıydı. O vazifesini bitirecekti. Bu se­


beple 1 960'a kadar 1 923 zihniyetinin takibatından kurtulamayacak­
tı. Koskoca bir devlet, ailesi dahi olmayan, insanlara hak ve hakika­
ti ulaştırmaktan öte bir gayeyi gütmeyen Bediüzzamanı sekerat
anında bile rahatsız etmekten çekinmeyecekti . Ve Said bir olarak
Rahman'a kavuşacak, ancak Anadolu'nun bağrında bin olarak diri­
lecekti . Eserleri belde belde dolaşacak, dillere çevrilecek, inkar dü­
şüncesi onların ışığında boğulacak ve milyonlar imanın kutlu iklimiy­
le buluşacaktı . . . . "
"Dış tehlikelere karşı kurulan, ona göre yapılandırılan ordu, Cum­
huriyetle birlikte devrimlerin bekçiliği rolüne de girmişti. Böylece
oluşturmaya çalışılan yeni devletle yeni kimlik, 'birlik ve bütünlük'
ordunun teminatı ile sağlanmış oluyordu" şeklinde alıntı yapılan ki­
tapta, Nurcuların Türk Silahlı Kuvvetleri hakkındaki düşünceleri de
açığa çıkıyordu:
"Birlik ve bütünlük sağlanmış mıydı yoksa öyle mi görünüyordu?
Öyle göründüğü kanaatındayım. Çünkü birlik ve bütünlük' gönülde,
yani dipçik ve silahın uzanamadığı sevgi ikliminde kurulur. Oysa söz
konusu olan ne sevgiydi ne de birbirini anlama esası üzerinde bira­
raya gelmeydi. Zora dayanılarak yapılan inkilaplar yine zora daya­
nılarak korunuyordu ve bugün de korunmaya devam ediliyor... "
Fetullah Gülen'in redaktörlüğünü yaptığı Nil yayınlarından Meh­
met Kafkas adına çıkan "Geçmişi Bilmek" adlı kitapta, 31 mart is­
yanlarını bastıran Atatürk'ün Kurmay Başkanı olduğu ordu için;
"Haçlı Ordusu" ifadesi kullanılıyor, "başıbozukların ve serserilerin
katıldığı ordu" . . . Hatta, "adları kötüye çıkmış Bulgar ve Rum gönül­
lülerini barındıran ordu" tanımlaması yapılıyordu.
Yine aynı kitabın 1 6 1 . sayfasında,
"Yıldız Sarayını yağmalayan, İ stanbul'a girer girmez yolda rast­
ladıkları alim ve salih kişileri öldürmeye başlayan, her türlü zulüm
ve zorbalık yapan hareket ordusunun subayları arasında Atatürk,
Rauf Orbay, Ali Fethi Okyar, ismet lnönü de bulunuyordu ... " deni­
yordu .

336
Ergün Poyraz

Fetullah'ın itiraftan ve Feryattan


24 Mart 1 991 yılında İ zmir-Hisar Camii'nde gerçekleştirdiği ve
"Nil Sesli Görüntülü Eserler Pazarlama" tarafından 2004 Ağus­
tos'unda pazarlanan "Peygamber Sevgisi" konulu konferansında
kendisini; kah Saksağana, kah Kıtmi re yani bir köpeğe, bazen kem­
tere açık deyimi ile oldukça değersiz birine bazen de deli tavuğa
benzetiyordu.
Fetullah, Allah'ı (cc) sevdiğini iddia etmesinin yalan olduğunu
keza Hazreti Muhammed'i (sav) sevdiği iddiasının da yalan olduğu­
nu hayk ırıyordu. Gülen yine cemaatını aldattığını, döneklik yaptığını
ve yapacağını da vurguluyordu. Şimdi Gülen'in N urculuğun hangi
temellere oturduğunu açığa kavuşturan konuşmasına noktası virgü­
lüne dokunmadan tanık olalım. Hatta Gülen'in bu açıklamalarının
ardından, Kur'an da hiçbir zaman yer almayan sağcıların cennete,
solcuların cehenneme gideceği saçmalıklarını da ibretle görelim:
"Sadece mantıkla yürüyenler, arkalarındaki cemaatleri geride bı­
rakırlar. Bugün yığın yığın mantık muasalası kitaplar vardır. Siz çok
sevimsiz böyle sık sık dinlediğiniz şeyler vardır.
. . .

lslam akıl dinidir. lslam mantık dindir. Yerin dibine batsın. ls-
lam'da akıl ve mantığın bir yeri vardır. Ama İ slam vahiy dinidir.
İ şlerimizin çok kıvılcıma ihtiyacı var. Yanmalı sineler kebap olma­
lı, etrafı o kebabın kokusu sarmalı . . . Ruhaniler inecek o kokuya, me­
lekler inecek o kokuya, neyse ki o bilemeyeceğim.
Güllerin gerdanına bülbüller konacak. Bir taraftan ümit olacak,
bir tarafta korku olacak. Bir taraftan ümitlenecek ve şahlanacaksı­
nız. Bir taraftan korkup sineceksiniz.
Öldüğü zaman nasıl öleceğini bilemeyen, kabre konduğu ve
münkir nekir'in "Ve men rabbüke, ve men nebiyyüke, vema dinüke"
suallerine karşı nasıl cevap vereceğini bilemeyen, mahşerden kalk­
tığı zaman sağcıların toplandığı yerde mi, solcuların toplandığı yer­
de mi toplanacağını bilemeyen, defterini soldan mı yoksa sağdan
mı alacağını bilemeyen, kimisi cennete kimisi cehenneme atılacağı­
nı bilemeyen ...

337
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Fetullah, kendini ne denli gizlemeye çalışsa da içindekini arada


bir d ışarı yansıtıyordu :
"lslam nimetine, iman devletine şükür olsun"
Fetullah'taki kadın düşmanlığı hemen hemen tüm konuşmaları­
na yansıyordu:
"iffetle yaşıyorlardı. Karşılarına bir kadın çıktı, takılıp yollarda kal­
dılar, kaybettiler yollarda kalanlara yazıklar oldu . . ."

Fetullah, şekeri azdığından olacak ne söylediğini de bilemiyor­


du, kah meleklerle konuştuğunu anlatıyor, Allah'a "O zat" diyebili­
yor, dini siyasete alet etmenin değişik bir versiyonunu sergiliyordu.
"Ben, bana ait hesabımda sizin de sevmeyeceğiniz vadilerde
dolaşabilirim. Siz yadırgayabilirsiniz. Böyle demeseydi diyebilirsi­
niz. Ama beni mazur görün . Bazen belli bir meselenin sarhoşu olu­
yorum . Fakat sizin hakkınızda hep hüsnü zan besledim. Sizi kayde­
derken , sizin hesabınıza bakarken, sizin durumunuzu değerlendirir­
ken sol gözümü kapattım . Defterin sol tarafına elimi koydum. Sol
meleğe dilini tut dedim . Ve hep sağı işletmeye çalıştım . Sağla bak­
tım sağla gördüm. Sağca görmeye çalıştım . Herşeyi defterin sağ ta­
rafında aradım. Sizin durumunuzu Azrail'in değil, ona da ruhum fe­
da olsun . Cibril'in emanet kabzeden kanatları altında değerlendir­
meyi düşündüm.
Sanmayın ki; şuradaki terimiz boşa gidiyor. Attığınız adımlar ba­
na sormayın değeri nedir. Vakaları raporları orada değerlendirecek
zata sorun gittiğiniz zaman. Ben bilemem, ben de bilemem . . . Melek
de bilemez onlar vakayı rapor ederler. Sizin her şeyiniz içinizde be­
liren küçük bir endişe ve bir korku ve bir telaş ve sonunda yine onun
sonsuz kuvvet ve kudretine güvenerek söken bir şafak gibi kalbini­
zin karanlıklarında söken ümit şafaklarıdır... "

Kemter Kıtmir ve Fetullah


Gülen kendini bazen köpeğe bazen de "değersiz" anlamına da
gelen kemter'e benzetiyor, artık vaaz vermeyeceğini söylüyordu . İ lk

338
Ergün Poyraz

dirilişçiler olarak Hz. Muham med ve ashabını işaret ederken kendi­


lerini ise onlardan sonra ikinci lslam devletini kuracak olan ikinci di­
rilişçiler olarak niteliyordu.
" . . . Değerli kardeşlerim sarık ve cübbenin bir yere takılmasından
ve benim huzurunuza geç çıkmamdan anlamışsınızdır herhalde ...
Durumum vaaz etmeye müsait değil, ben esas ayrıldım gidiyordum.
(Çığlıklar ve feryatlar üzerine) Hayır durun da bir şeyler diyeyim .
Demeden inerim sonra, b i kerem bu iş bana göre değildi . İ ki kelime
edip ineceğim vaktinizi almayacağım. Vaaz'ü nasihat bana düş­
mezdi . Eğer sizin huzurunuzda olmasaydım, ben bir kere daha ken­
dime vaaz'ü nasihata sahip çıkmak suretiyle küstahlık yapıyorsun
derdim.
Sizin h uzurunuza çıkmayı bir taraftan hep iştiyakla bekledim.
Benim ümidim beklentilerim, . recam. bir şey değil. . . Ama bugünkü
mevzuyu da kafamda lstanbul'dan lzmir'e gelinceye kadar da ara-
banın içinde kestim biçtim , tasarladım, yonttum, rutuşladım ...
ilk dirilişçilerle son dirilişçiler arasında mutabakat yakaladım.
Kendine göre, onu anlatacaktım . Sizin huzurunuza çıkmayı iştiyak­
la bekledim . Ayda bir ayda bir h uzurunuza çıktım ama ben bir ay
huzurunuza çıkacağım anı bekledim. Ama bir diğer tarafta da boy­
numda bir zincir bir pranga var gibi Allah beni kurtarsa da vaaz et­
mesem dedim. Ve bugünde sadece hakkımda ölümü istemek Al­
lah'ın razı olmadığı bir şey olduğu için ve dinimizde insanın kendisi­
ni öldürmek de caiz olmadığı için huzurunuzda bulunuyorum.
Bu iş benim işim değildi. Bunu baştan müdriki m . Size iştiyakım
ayrı bir iş. Fakat bu işi götüremediğime, götüremeyeceğime inandı­
ğımda ayrı bir mesele. . . Acaba liyakati bir tek ucundan yakalayabi­
lir miyim diye bir sırrımı arz edeceğim. Önümde kuran, Rabbim ve
Eymim. Sizin huzurunuza çıkmadan üç gün evvel beni öyle bir san­
cı tutar ki, ne diyeceğim, ne anlatacağım inanır mısınız bu gece sa­
baha kadar benim beş saat deli gibi dolaştığımı. . . "

Fetullah'ın bu sözleri karşısında cemaat çığlık çığlığa yırtınıyor,

339
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

dövünüyordu. Keyiflenen Gülen, konuşmasını şöyle sürdürüyordu:


" . . . Ama yine de anladım ki, deli gibi de dolaşsam ve beni bağış­
layın zır deli gibi de dolaşsam size vaaz etme meselesini kopara­
mayacağım. Oraya oturamayacağım. Çıktım Bornova'ya doğru gi­
derken, arkada arka kanepede oturan öyle hıçkırarak kendisini yer­
lere vurdu ki , bize "yapabilirsin" dedi. "Fakat bir kere cemaata gö­
rün" dedi. "Senden başkası özür dilese kimseyi dinlemezler"
Bende sizden özür dilemeye geldim . Hisar Camisi ile beraber
Ramazan-ı Şerifte belki pek çok camide cemaat bir şey bulacakla­
rını düşünerek ciddi ve samimi bir intizar içinde iken benim çok so­
ğuk veya çok sıcak suları onların başlarından döküyor gibi, onlarda
duş tesirini yapabilecek böyle bir söz söylemem hatta özür beyan
ederken ne büyük bir saygısızlıkta bulunduğumun altında, şu anda
paletler altında ezilir gibi eziliyorum. Ama çok samimiyetimle itiraf
ediyorum ki, alem bu kürsülerde kendilerine liyakat kesip biçebilir­
ler... Fakat ben hep sizi, sizin hislerinizi ve beklentilerinizi sırtımda
bir kambur gibi taşıdım. Bu cemaat birkaç saat evvel geldi. Camiyi
doldurdular. . . bir insan konuşacak gibi camide bir kısım şeyler di­
zayn edildi. Kameralar yerleştirildi. Mikrofonlar yerleştirildi. Televiz­
yonlar kondu. Ama zaman israf edildi. Zaman israf ediliyor. Bunda
ama millet sabahtan beri ızdırap çekti. Kondu, kondu ama millet
şimdiye kadar geldiği gibi, gittiği gibi gelip gidecek. Eli boş geldi , eli
boş gelecek. Eli boş gidecek. işte bunun için ben sizden özür dile­
yip huzurunuzdan ayrılmayı düşünüyorum . . . "

Neden İftira Hadisesi örneği


Gülen, Hz. Ayşe'ye iftira edilmesi olayında kendisinin Hz. Pey­
gamber'den bile vefalı olacağı imasında bulunuyor, kendisinin kal­
kan olacağını söylerken, Peygamberin ise bu durumu şüphe ile kar­
şıladığını vurguluyordu. Yine bu konuşmadan çıkan sonuçta da ken­
disinin de bu benzeri bir durumla karşılaştığı, ancak, kimseyi inan­
dıramadığı oluyordu:

340
Ergün Poyraz

" . . . Zira burada kesip bir şey söyleyeyim size. Ama siz keserse­
niz söyleyeceğim. Ayşe validemiz der ki; iftira hadisesi karşısında:
"Bana dediler ki, zina ettin" 14 asır evvel atılmış böyle bir iftira kar­
şısında bu işe benim yüzüm mü kalkan olur? Varlığım mı kalkan
olur? . . Mahiyetim mi kalkan olur? Cemt defa anam huzurumda ol­
saydın da sana kalkan olsaydım dedim. Ağır bir iftira hadisesi altın­
daydı. Ama bu iftira hadisesi karşısında tek güveneceği insan efen­
dimizdi. Beklerdi, isterdi ki , elinin tersiyle bütün bu güftü guyu ber­
taraf etsin. "Ayşem ben sana güvenirim. Senin her zaman benim
kalbimde yerin vardır." desin. Oysa ki vefa beklediği , güven bekle­
diği, itminan beklediği, sekine beklediği, herkese imtinan ve sekine
kaynağı ona şöyle dedi . "Ya Ayşe eğer böyle bir şey varsa, Ya Ay­
şe eğer böyle bir şey yoksa" diyor ki o zaman damarlarımdaki ka­
nım dondu . O güne kadar ağlıyordum. O dakikadan sonra ağlama
istidatını da kaybettim . Ve ben belli bir kerteden sonra damarlarım­
daki kanım dondu . Ağlama istidadını da kaybettim . Zira yirmi beş
sene öyle anlaşılıyor ki, söylediğim sözlerin yirmi beş tanesi bana
tesir etmemiş. Öyle anlaşılıyor ki , yirmi beş seneden beri söyledi­
ğim sözlerin yirmi beş tanesi en yakınlarıma sigara gibi küçük ve
menhuz adetlerini terk ettirecek kadar dahi tesir icra etmemiş.
Benim sevgili dostlarım!.. Ben niye kendi vaktimi abes kullana­
yım? Niye sizin gibi güzide insanların vaktini israf edeyim . Niye dört
beş saat evvel camiye gelesiniz? Niye zamanınızı beyhude burada
eritesiniz? .. Şu mübarek Ramazan-ı Şerifte tespihi elinize alsaydı­
nız, "sübhanallahi vebihamdihi sübhanallahil azim" deseydiniz se­
vap kazanırdınız. Beni bekleme ve b � nden bir şey bekleme rizkini
ve vekalini sırtlanmamış olurdunuz. işte ben de sizin hesabınıza
hem de benim hesabıma böyle bir kamburu taşımamak üzere siz­
den izin almak istiyorum . Benim durumumda olan vaizler müftüler­
den izin alırlar. Ama onlar sağ olsunlar, dünya durduğu sürece sa­
mimiyetle Allah onları dine hizmette daimi kılsın . Hepsinden vefa
gördüm imamından diyanet reisine kadar.
Sizin sine açıp beklediğiniz gibi onlar da sine açıp zemin hazır­
ladılar. Ama kime? .. Kendisine dahi söz geçiremeyen kemtere! . . "

341
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Fetullah'tan Elim itiraflar


Fetullah, konuşmasının bu bölümünde de itiraf üzerine itiraflarda
bulunuyor, insanlara "suma" yani "gizli riya" daha açık deyişle "gizli
ikiyüzlülük" bir başka deyişle takiyye'nin bir başka versiyonunu yap­
malarını telkin ettiğini belirtiyor, adeta günah üzerine günah çıkarı­
yordu :
" N e siz hüsnü zannınız altında kalıp ezilin. Ne d e onlar beyhude
cami dizaynına kalksınlar. Zemin hazırlasınlar, ne zaman israf ol­
sun, ne siz şu dikenler arasında Bülbül sesi diye Saksağan sesi din­
leyin. Ne de bundan sonra bir kere vaaz edeyim deyip, üç gün san­
cı ekeyim, krizlere gireyim, ölecek hale geleyim . . .
Acaba hazırlanabildim? Acaba kontak olabildim mi? Konsantre
olabildim mi? Bi şey diyebilir miyim? . . Ben bu cemaate, onlar ki saf
temiz dupduru duygu ve düşüncenin timsali insanlar. . . Ya ben? Ka­
ranlık ruhumla onlara ne anlatabilirim. Son vereyim dedim bunun
için . . .
Bir kere bana tesir ettiniz. Bir kere ayrıldıktan sonra bir kere da­
ha h uzurunuza geldim. Ama bir kere daha gelmeyeceğim. Estağfi­
rullah içinde değil, bir abes yer işgal ettiğim düşüncesiyle . . . Kendi­
me tesir edemedim dedim. Yakınlarıma tesir edemedim . Demek ki
tesirsiz bir insanım. Niye sizin hüsnü niyetinizi, hüsnü kabulünüzü,
hüsnü teveccühünüzü suiistimal edeyim. Niye sizi aldatayım . Ayıp
değil mi? . . Bu yirmi beş senedir çok şey beklediniz? Yirmi beş se­
ne değil yirmi üç sene de insanlığın iftihar tablosu insanlığın makus
kaderini değiştirdi. Biz o kader adına Allah aşkına siz söyleyin me­
leği alanın sakinleri de buna şahit. Bu mevzuda hangi samimiyeti
sergiledik. Hangi samimiyeti temsil ettik. Ortaya koyduğumuz şey
nedir? . . Kim i Sahabi seviyesine çektik, yükselttik. Kim i tam
kur'an'ın temsilcisi haline getirebildik. Ben yer yer hüsnü zannımın
altında kaldım. Sizi sena ettim . Manen hitap aldım . Yakamdan tutup
hırpaladılar. Bu çok yumuşaklık dediler. Böyle ve ben de ne yapa­
cağımı şaşırdım, bilemedim . Öyle desem kaçarlar dedim. Böyle de­
sem Resulullah'ın teveccühü kaçıyor.

342
Ergün Poyraz

iki arada bir derede, iki cami arasında bey namaz gibi kaldım . Al­
lah aşkına ne yapayım siz söyleyin . Kendi kafama, kendi ruhuma
bir şey anlatamadım. Ve sonunda öyle anladım ki, ben çevreme ri­
yakarlık telkin ediyorum. Suma telkin ediyorum . Kalbine imanın
oturmadığı bazı kimseler, sadece onların hislerine girdim. Birer ya­
lancı his insanı meydana geldi. Ama kalb insanı katiyen, ama ruh
insanı katiyen ve ben hiçbir şey yapmadan size değil bir de yakın­
larıma riya telkin etmişsem; nasıl kurtarırım yakamı Allah aşkına.
Suma telkin etmişsem nasıl kurtarırım yakamı? ...
Gecemi ihya etmeden kalkıp size geceden bahsetmişsem; Bu
nasıl riyakarlık? Bu nasıl Suma, bu nasıl aldatma? . . Böyle ve bütün
bunlar nasıl taşınır sırtta siz söyleyin? .. ben başka mülahazalarla
gelmiştim. Bunları birden bire perde değişip, arz ettiğim şeyler ru­
humu sarınca, size arz etmeyi düşündüğüm şeyleri arz etme cesa­
retini kendimde bulamadım. Sizi bütün bütün kırıp geçirip gitmeye
de cesaret edemedim. Saygısızlık yapayım demedim. Kime? .. Hiç­
bir şey bulamadıkları halde yirmi beş seneden beri belli ölçüde pek
çoğu itibarıyla saygıyla dinleyen bu insanlar, bir insan dinliyoruz di­
ye önünde Kur'an bir insan dinliyoruz diye dinlediler. . .

Kıtmir
Fetullah Gülen, sürekli olarak kendini Kıtmir'e yani bir köpeğe,
arada bir de deli tavuğa benzetiyor, hapishanede prangalara, zin­
cirlere vurulduğunu iddia edebiliyordu. Zira pranga, Türk hapisha­
nelerinde değil , Amerikan cezaevlerinde uygulanıyordu:
" ... Saygısızlık yapamazdım. Ve birisinin bana bu saygıyı telkini
karşısında hiç olmazsa dedim bu saygının, samimiyetin timsali bu
cemaatın huzuruna çıkayım. Belki Kıtmir sizin h uzurunuza çıkama­
yacak diyeyim . Beni bağışlayın hakkınızı helal edin diyeyim. İ nanın
ayın son haftası burada sohbet ediyordum. Her ayın son haftasını,
bayramı, bayram namazını kılamayıp ta içeride bulunduğum bir gün
bayram kılamamanın nasıl bir hicran olduğunu iliklerime kadar ya-

343
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

şamıştım . Ayağıma zincir boynuma bir çeşit pranga vurup beni bay­
ramdan ettikleri gün, hiç kaçırmamıştım onu. Deli gibi dolaşmış; "Ah
bayram meğer sen ne tatlı şeymişsin" demiş, halk deli tavuk der.
Ben de deli tavuk gibi dönüp durmuştum .
Her ayın son pazarını yaşarsam b u hicranla, ömür vefa ederse
boğucu hasret içinde kaçırdığım bir bayram hicranla iliklerime kadar
duyduğum gibi sizi çok özleyecek, sizi çok arzulayacak, hıçkırıkları­
nızı düşünecek, dudaklarımı yalayacak ve sonra belki şununla te­
selli olacağım. Vefasızlığı uzatmamak için vefa cemaatine karşı ve­
fa borcunu ancak böyle ödeyebilirdim. Onlar alabildiğine vefalı dav­
randı. Bense vefasız davrandım. Hislerine tercüman olamadım.
Beklediklerini veremedim. Yalan ettim kalplerine giremedim. M üslü­
manlıkla çok hızlı tanışmaları mümkünken , şahsıma takılıp kaldılar
aradıklarını bulamadılar. Belki çok azı ama çok azı belki onlar da ri­
yaya, sumaya, gösterişe, takılıp kaldılar. Bunlara doğru telkin ettim.
Şimdi beni bağışlayın . Böyle hicran ve hasret dolu bir ayrılık ola­
mazdı. Benim ramazanı idrak etmiş kardeşlerimle, böyle bir Pazar
olmamalıydı ve ben de olmasın diye beş yüz kilometreyi şeker kriz­
leri içinde, baygınlık geçire geçire buraya kadar gelmiştim . Ve dünü
baygınlık içinde geçirdim ... "
Gülen'in ağlaya ağlaya feryatlar içinde tekrarladığı bu sözlerine
cemaat te canhıraş çığlıklarıyla katılıyor, Fetullah konuşmasını şöy­
le sürdürüyordu:
"Bugünü yine baygınlıkları kucaklaya kucaklaya geçirdim. Ve hu­
zurunuza geldim. Beni rahatsızlıklarımdan dolayı, şeker ve açlık
krizlerimden dolayı, takatsızlığımdan dolayı bağışlayacağınızı ü mit
ediyorum . Allah sizden ebeden razı olsun . inşallah ben olmayınca
size doğruyu konuşacak birini bulur dinlersiniz . . . "
Canhıraş feryatlar altında Fetullah, " . . . Allah ebeden sizden razı
olsun" diyor, cami de bulunan lngiliz ve Amerikan gizli servisinin uz­
manlarının yönetiminde saf insanlarımız yeniden galeyana getirili­
yordu . Sözde gençlik adına feryat edenler salya sümük ağlamada
hiç de hocalarından aşağı kalmıyorlardı:

344
Ergün Poyraz

"Hocam, bu gençlik aşkına hocam!.. Bırakmayın hocam! . . Arka­


nızda gençlik var. Hocam yapmayın gençlik sizi arzuluyor. . . Hocam
yapmayın, bizi bağışlayın ... "

Bu çığlıkların ardından Fetullah, zafer kazanmış bir komutan


edasıyla sözü alıyordu:
" ... Sevgili kardeşlerim, sitemim nefsimedir. Kimseye değil. Sizi
hep aziz tuttum . İ şim değil dedim işe başladım. Kalp yumuşatmak
benim işim değilmiş dedim. Amma bir şey var. Acaba her şeye rağ­
men sabredemez miydim . Değişik hayasızlıklara girmeden size kar­
şı saygılı olamaz mıydım? Ama orasını da bana verin, bana verin . . .
Ben insanlığın iftihar tablosu değilim. Değilim k i yüz defa elli defa,
elli defa yüz defa talepleriyle ters yüz edildiği halde hiç sarsılmadan
kalktı ayaklarının üzerine dikildi.
Yine anlattı . Haya abidesiydi . Canım çıksın . Dini meseleleri ce­
maatin karşısına getirmesi mevzuunda kim bilir ne kadar sıkılıyordu.
Sıkılması o kadar derin idi ki, belki hayatında bir kere, ama bir ke­
recik olsun kendisine haram olan bir kadının yüzüne bakarak ko­
nuşmamıştı . Bu onu anlatırken O'na şöyle diyorlar; cahiliye de per­
de arkasında erkek görmemiş, evlenmemiş bir genç kız gibiydi . Er­
kekleri görünce buram buram ter dökerdi. Ve hayadan iki büklüm
olurdu. Kadını görünce hicaptan iki büklüm olurdu. Ama buna rağ­
men elli defa yüz defa, yüz elli defa değişik taleplerle cemaati kar­
şısına çıktı. Ve bu talepler çok defa makes bulmadı.
Hatta çok defa hüsnü kabul de görmedi. Sizin teveccühlerinizi
görseydi , kim bilir nasıl sevinirdi. Nasıl coşardı. Zira o, insanlığın if­
tihar tablosu , ona sihirbaz diyorlardı. Yalancı diyorlardı ... Haşa ha­
şa o benim . . . kahin diyorlardı ... O ben olabilirim. Ama tavrını değiş­
tirmiyordu. Zorluyordu kendisini. Gönüllere girmek için zorluyordu
her şeye rağmen ... işte ben onu yapamadım. Yapamıyorum. Yap­
maya tahammülüm yok. Bir şey olmadı diye takılıp yolda kalıyorum.
Sizi belki çoğunuz itibarıyla iştiyatlı , hüsnüniyetli ve hüsnükabule
açıksınız. Sizi böyle bırakıp gitmenin dağları, Allah başıma yağdırsın

345
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

diye davetiye çıkarmaktır. Ama tahammülsüzlüğe bakın ki, ben sizi


bırakıp gitmeye karar verdim. Çığlıklarınız, samimi hıçkırıklarınız,
Ramazan-ı Şerifte mübarek bağırıp çağırmalarınız, bunlar beni tu­
haf bir atmosferin içine çekti . Kendimi çok tuhaf hissediyorum . Şu
anda kulaklarım çok tuhaf duyuyor. Ve gözlerim çok bulanık görü­
yor. Kalbimin atışları, ritmi de değişti. Şu anda ben de her şey arit­
mik. Tamamen her şey dengesiz atıyor. Size bir şey söyleyecek, bir
şey diyecek güçte ve iktidarda değilim. İ nanın değilim. Belki bunlar
sizin gelecekte iyi günleri idrak ettiğiniz zaman geriye bakıp yüzüne
bakacağınız günler olacaktır. Çok kimseler tatlı günleri ileride araya­
cak. Fakat siz yer yer dönüp gerilere bakacaksınız. Alınlarında Nur
tenevvü eden çehreleri, drahşan evlerinizin çehrelerine bakacaksı­
nız. E meğinizle kurduğunuz yurtlarınızın çehrelerine bakacaksınız.
Okullarınızın çehrelerine bakacaksınız. Ve camileri leba leb doldu­
ran genç delikanlıların çehrelerini tahayyül edeceksiniz. Ve bir gün
sahabinin dediği gibi "Ey gidi günler" diyeceksiniz. Meğer tatlı gün­
ler o günlermiş diyeceksiniz. Belki, ben de öyle diyeceğim. Ama
belki yerin altında belki yerin üstünde. Ben de öyle diyeceği m . Hey
gidi günler tam yaşanacak günlermiş. Hiç durmadan gecelerinde
koşulacak günler. Hiç durmadan küheylanlar gibi soluk soluğa gün­
düzlerinde koşulacak günler."

Koşun, Coşun Kurban Derilerine Kadar Verin


Fetullah Gülen, amaçlarına ulaşmaları için insanları kurbanlarını
vermeye, imam hatip açmaya çağırıyor, yurt ve pansiyon yapıp,
okul açmaya teşvik ediyor, bunu yaparken de lslam büyüklerinin
davranışlarının ardına sığınıyor, kendi emelleri için onları kullanıyor­
du:
" ... H immet toplantısı deyip utana utana, hicap ede ede, terleye
terleye ne olur Allah aşkına çoşun . . . Gelen günler, burs verin, kur­
banlarınızı verin, imam hatip yapın, yurt yapın, pansiyon yapın, okul
açın, açın deyip terin tabandan çıktığı günler. Ben de diyeceğim siz

346
Ergün Poyraz

de diyeceksiniz. Bugün belki bu günler hicranlı günler, belki hasret­


li günler, Ama bir gün gelecek, özlenen günler olacak. Nesibe ye­
tiştiği gül devriyle şen şadra hurren değildi . O Uhud'u düşününce
seviniyor ve gülüyordu. Sırtında elin yumruğun girip saklandığı sır­
tındaki yarayı gösterdikleri zaman mesut ve bahtiyar oluyordu.
Gül devrini yaşarken di, Abdullah lbni Nuzeyfetti, başının kayna­
yan sulara sokulduğu günleri hatırlıyor hey gidi günler diyordu. Hu­
zeyfe babasının evinden kovulduğu günleri düşünüyor hey gidi gün­
ler diyordu. Ammar yeldire yeldire geziyordu . Sırtında ateşlerin sön­
dürüld Ü ğünü düşünüyor ve hey gidi günler diyordu. Zübeyr Bin Av­
vam hasırlara sarılıp yakıldığı günleri hatırlıyor hey gidi günler diyor­
du. Onlar hey gidi günlerdi. Çünkü günlerde müminler tırmanma şe­
ridinde sürekli olarak tırmanıyorlardı .
Hiçbir şeye gönül kaptırmadan başka hiçbir şeye dilbeste olma­
dan, turnikeye önceden girmiş olmanın hakkını araştırmadan , hiz­
met karşısında hakkı temettü aramadan sadece hizmet diyor ve yü­
rüyorlardı. Hey gidi günler hey gidi günler diyorlardı. O çile günleri­
ne, o ızdırap günlerine . . . Çünkü o günlerin içinde Allah'ın hoşnutlu­
ğundan başka mülahaza yoktu. Çünkü o günlerde büyüklük yoktu.
Çünkü o günlerde herkes küçüktü . Çünkü o günlerde herkes nefer­
di. Çünkü o g ünlerde Abilik yoktu . Çünkü o günlerde turnikeye ev­
vel girmiş olmanın hesabını yapma yoktu. Çünkü o günlerde insan­
lar arasında insan ol vardı.
Ah nankör nefsim, sende sen de hey gidi günler diyeceksin . Ka­
fanda hiç o türlü duygu ve düşünceler yoktu . Dinleseler de dinleme­
seler de alınmıyordun. Sekiz saat derse girdikten sonra iki yerde de
derse akşam iştirak ediyordun. Bir Cumartesi , Pazar'ı da burası Si­
mav senin, orası Gediz benim, şurası da Demirci senin, pazartesi
dersleri yetiştirme de senin. Ama alınmıyordun, gönül koymuyor­
dun, dinleyen yok diye üzülmüyordun. Tesir etmiyorum diye müte­
esir olmuyordun. Hey gidi günler ne kadar arkada kaldınız. Bizden
ne kadar uzaklaştınız. Biz ne kadar büyüdük hey gidi günler... hey
gidi günler siz ne kadar küçük kaldınız? .. Ah heyyamulla, ah Pey-

347
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

gamber günleri, ah cihad günleri, ah başka mülahazaların içine gir­


mediği günler. . . Biz büyüdükçe sizler arkada küçük kaldınız. Benim
Kestanepazarı'ndaki tahta kulübeciğimin içinde kaldınız. Ah tahta
kulübem, her şey senin içinde kaldı gitti. Ah küçüklük sen ne iyiy­
din, arkadaştık seninle . . . Hey gidi günler ilki değildik sonu da olma­
yacağız. Hey gidi günler imamlık makamında ağlaya ağlaya namaz
kıldırılan günler!. . Kur'an okunurken kalp duracak hale gelindiği
günler. . . Hey gidi günler. . . uhuvvet, sevgi, yürekten alaka, birbirle­
riyle fertler sarmaş dolaş olurken, dışarıdan gelenlere aman Al­
lah'ım bu ne kardeşlik, bu ne uhuvvet dedirttiği hey gidi küçük gün­
ler!. . . O kadar büyüdük ki, eğilip de sizi tanıyamıyor, göremiyoruz.
Biz büyüdük Everest Tepesi olduk, ah küçük günler sizler Lüt Gölü
gibi zeminden iki yüz metre aşağıda kaldınız.
Ah yıkılası abilik, ah yıkılası saltanat, ah yıkılası makam mansır
sevgisi. .. Ah yıkılası şirk ifade eden; yaptım, ettim, çattım , kurdum,
verdim, ettim, eyledim ... haşa haşa ve bella yapan eden oydu ... Ey­
leyen oydu, hey gidi günler!.."

Himmet Toplantılannda Yolunanlar


Ö mer Öngüt "Küfrü Hoş Gören Narcılar" adlı kitabında, Tirmi­
zi'den alıntı yaparak bir hadis hakkında bilgi veriyor ardından Him­
met toplantılarında dolandırılan insanların başına gelenleri anlatı­
yordu :
"Resulullah - sallalahu aleyhi vesellem- Efendimiz ahir zaman­
da dinlerini dünyalığa alet eden türemelerden haber veriyor. Bakı­
nız ne güzel açıklıyor;
'Ahir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dün­
yalığa alet edeceklerdir. İ nsanlara karşı koyun postuna bürünmüş
gibi yumuşak ve güzel h uylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır,
ama kalpleri kurt gönlü gibidir. . . '

' ... Bu yaz Manisa dağında oturuyordum. Ertan bey! Kardeşimiz


anlattı.
Bir gün tanıdığım iki kişi geldi ve dediler ki; 'Ertan bey! Bu ara-

348
Ergün Poyraz

bayı al, kaça alırsan al' Sebebini sordum niçin satıyorsunuz?


Beni bir yemeğe davet ettiler. Simsarlar; 'Benden şu kadar. . .
Benden ş u kadar" derken , benim yanıma geldiler. 'Sen ne kadar ve­
receksin?' dediler. Ben de utandım. Benden de şu kadar dedim.
Hemen tahsildarlar geldi . ' i mzala' dediler, benden senet aldılar.
Gün geldi , fakat param yok. 'Neyin var' diye sordular. 'Arabam var'
dedim . 'Sat arabayı ver parayı' dediler...
Ertan bey 'Kardeşim! Niçin satıyorsun, veremem de geç!' diye­
rek tuza,ğa düşen adamı uyarmak ister, ancak Himmet toplantıların­
da senet imzalatan şahsın tavrı nettir;
"Hayır! i mza etti verecek"
Açık deyişle dilenme toplantılarında kuzu postu giyip senedi im­
zalatanlar bu safhadan sonra .dişlerini gösteren çakallara dönüyor­
lardı.
Ve adamcağız arabasını satıp parayı ödemek zorunda kalıyordu.
Yazar kitabında Kadir Efendinin söze girerek ben daha acısını
söyleyeceğim şeklindeki açıklamasına yer veriyordu:
"Bir adamı kurtlar yine bu şekilde yemeğe davet ediyorlar. Olta­
yı takıyorlar ve simsarlar başlıyor. 'benden şu kadar... benden şu
kadar' Sonra ona geliyorlar, gaye onu tuzağa düşürmek; 'senden
ne kadar?' adam utanıyor, çünkü "Benden bir milyar ... Benden beş
yüz milyon . . . " Utanıyor, az bir şey de vadedemiyor, sözde kalacağı­
nı zannediyor. " Benden de şu kadar" diyor, hemen makbuzlar geli­
yor, imzayı atıyor. Gün geliyor, parayı istiyorlar, para yok diyor. Ne­
yin var. Bir tek evim var, çoluk çocuğum oturuyor.
Simsarların cevabı nettir; "Sat, evi ver."

Fetullah Aile ve Çocuk


Fetullah Gülen, önce Abdulfettah Şahin daha sonra M . Fethul­
lah Gülen adıyla yazdığı ve T.Ö.V yayınlarından çıkan ve pırlanta ki­
tap serisi olarak sınıflandırılan, "Ölçü veya yoldaki Işıklar" adlı kita­
bında kadınları üç gruba ayırıyordu:

349
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

'Üç çeşit kadın vardır. Sokak kadım, zevk kadını, ev ve hizmet


kadını. Hafif meşrep sokak kadını çamura düşmüş bir cevhere ben-
zer. Zevk kadını gözbağcı iblislere ... Ev ve hizmet kadını ise son-
suzluk soluklayan cennet hurilerine ..."

Gülen'in kitaplarına, konferanslarına yansıyan, kadın, çocuk ve


evlilik hakkındaki görüşleri burada da kendini gösteriyordu:
" ... Nesibe gibi aydındı günlerimiz. lbni Hüzafa gibi yürektendi.
Babasının evinden kovulduğu zaman, "Çok şükür Resulullah'a git­
me yolunu buldum" diyen Huzeyfe kadar mesuttu . Hamza'nın gün­
leri kadar fütursuz, pervasızdı. Ceset sevdasından , rahat ve reha­
vetten uzaktın. Ne çabuk değişiyor günler. O günlerin yerini yumu­
şak döşekler aldı. O günlerin yerini birkaç odalı evler aldı. O günle­
rin yerini günde üç dört defa sofralara konulan yemekler aldı. O
günlerin yerini evladü iyal aldı. Çoluk çocuk aldı.
Cumartesi ve Pazar haftanın birkaç günü belki hafta içi işini yap­
tıktan sonra, iki günüm üç günüm de cihad da geçsin diyen insan­
ların yerini haftada birkaç günlük cihad günlerinin yerini başka duy­
gular başka düşünceler, başka kılıklar, başka kıyafetler, başka şe­
killer, başka sevdalar aldı. Hey gidi günler. . .
istemiştim k i onu anlatayım. Eba Eyyüb-ül Ensari o günlerden
kaçarak lstanbul önlerine kadar geldi. Eski günleri arıyordu. Hey gi­
di günlere öyle çare buldu. Ölürsek galiba bu işten kurtulacağız di­
yordu . Omuzlayın beni surlara en yakın yere kadar götürün. i htimal
mülahazası şuydu. "Peygamberden işittim . Bir gün biri gelip lstan­
bul'u feth edecek. Feth ederken mezarımda kılıç sesi duyayım .
Çünkü mücahit kılıç sesi duymalıdır. "ihtimal k i , mülahazası buydu.
O üzerine hakim olan güçlerden intikamını böyle alıyordu. Önüne
konan yemeklerden intikamını böyle alıyordu. Etrafını saran çoluk
çocuktan intikamını böyle alıyordu. Makam mansıp sevgisinden in­
tikamını böyle alıyordu . . . "
Gülen, lslam kumandanı Halid Bin Velid'in ardına saklanarak
kahramanlık çığlıkları atıyordu:

350
Ergün Poyraz

"Hey gidi günler, hey gidi Yermük! . . hey gidi Mute, Hey gidi Sa­
saniler önünde savaşma . . . Korkakların gözü uyku görmesin. Hayır
o korkaklar gözlerini açtılar. . . Uyumadılar çünkü lslam'ın Halid'i yok­
tu artık.
Kahramanlar mezarları kazınırken dahi kılıç sesinden hoşlanır­
lar. . . Kahramanlar kılıç sesinden hoşlanırlar. . . Döşekteki sesten ne­
festen değil. Sofraların başında tüketilen sesten nefesten değil. Bi­
zarım kendimden, bizarım duygularımdan, bizarım düşüncelerim­
den, �izarım anlayışımdan, bizarım . . . Zira bir kerecik olsun böyle
yaşayamadım. Size misal olamadım. Halid gibi yaşamasını, Halid
gibi ölmesini size gösteremedim. Onlar ahretin yamaçlarında dola­
şıyor gibi bir dünya yaşadılar. i çinde yalanın zerresinin bile bulun­
madığı bir hayat yaşadılar. Gösterişin zerresinin bile bulunmadığı
bir hayat yaşadılar. lslam'da hakkı temettü aramanın zerresinin bu­
lunmadığı bir hayat yaşadılar.Oysaki ben vaaz-ü nasihat ediyorum,
ederken de yirmi beş sene devletten maaş aldım . . . "

Fetullah'ın Allah ve Peygamber Sevgisi de Yalanmış


Allah'ımı size anlatırken, yalan söyleyip sevdiğimi iddia ettiğim
Allah'ımı, yalan söyleyip sevdiğimi iddia ettiğim Hazreti Muham­
med'in, yalan söyleyip hayatım .canım, ruhum sana kurban olayım,
sana karşı da yalan söyledim. Oysaki, oysaki bağrına bastığında
kalbim fırladıydı. Temsil edemedim, edemedim, edemedim . . . Utanı­
yorum kelamullahtan, utanıyorum kelamullahtan, utanıyorum Al­
lah'tan, edemedim . . .
Ötede v e beride 1 4 asır ötede ve beride hayalimde kurduğum
dantelayı nescedmek istiyordum. Elinizden tutup bir Hamza'nın yel­
dire yeldire gezdiği yamaçlarda sizleri dolaştırayım . Bir de ramazan
himmetlerinde alnının teriyle kazandığı milyarları dökerken ortaya
hiç düşünmeden nerden bulurumu kafasından geçirmeden devrin
Ebubekir'lerini, Ömer'lerini, Osman ve Ali'lerini(RA) . . . kainatın zer­
rakı mürekkabatı adedince Allah'ın rıza ve rıdvanı benim isimlerini
mücerret saydığım o büyük zatlar üzerine olsun . . .

351
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bir ötede dolaşayım bir de beri de dolaşayım. Bir bakın Ebube­


kir olmak üzere, Ömer olmak üzere, dirilenlere bakın diyeyim . Ya
Resulullah sen de bak diyeyim. Şu karın buzun açıldığı yerde; kar
çiçekleri gibi başını çıkaranlara sen de bir bak diyeyim.
Sonra mekimi tığımı bin bir ihtimamla alayım elime taşıyayım . . .
Hayır ağzıma alıp ağzımla taşıyayım. Dişlerimle sıkıştırayım . Ali'nin
arkasına götürüp takayım . Ammarla bir başka şekilde bütünleştire­
yim . Uhud'un eteğinde Musab'ın mezarına uğrayayım . Vefanıza
denk vefalılarla huzurunuza geldik diyeyim . Hayalim buydu, düşle­
rim buydu. Siz her an her zaman inşallah onu gerçekleştirmeye
namzet yaşıyorsunuz. Ama gelin görün ki, benim duygu ve düşün­
celerim üzerine öyle bir kara dev oturdu ki, şimdi ben aşkla ve işti­
yakla çehrelerini görmek istediğim, o sevdiğim cemaat ki, zannedi­
yorum böyle bir arzu ve istekte ben yalnız değilim. Zannediyorum
ona göre iştiyakın manası ne ise beni bağışlasın, o zamansız ve
mekansız, o cevher ve araz olmayan, o yemeden içmeden münez­
zeh olan zat, belki aynı manada iştiyakla size bakıyor.

Fetullah'tan Bir itiraf Daha; Kur'an-ı Sattım


Gülen'in bu konuşmasında itirafları bitmiyor adeta sağanak ha­
linde yağıyordu. Vaizlik yaptığı dönemler içinde Kur'anın sırtından
para kazanmanın yollarını aradığını ve kur'anı sattığını itiraf ediyor­
du. Anlattıklarına herkesin inanabileceğini söyleyen Gülen, ancak
kendi sözlerine kendisinin inanmadığını vurg uluyordu.
" ... Ben yalnız değilim belki şu mübarek Ramazan-ı Şerifte çok
hediye bekleyen ümmetinden çok armağan bekleyen ruhu seyyü­
dül enam; o da belki size bakıyor. Size teveccüh ediyor, belki hak­
kınızda takdirlerini ifade ediyor. Meleği alanın sakinleri de size ba­
kıyor. Ezana meleklerin indiği şu dakikalarda ruhu seyyüdül enamın
şevval açtığı şu dakikalarda, ama bir ben varım bir ben varım ki, her
şeye tersim . Bir ben varım ki, yirmi beş senelik vaizlik hayatım bo­
yunca; Kur'an-ı satmış . . . Onun sırtında temettü aramış . . . gönlümün

352
Ergün Poyraz

aşkı ve heyecanını size anlatamamışım. Dini imanı anlatmayı bir


meslek haline getirmişim. Bunu, memuriyet sanmışım . Memuriyet
yapmışım ve sonra kalkmış size Allah'ı anlatıyorum demişim . Siz
öyle sanın, siz öyle sanın . . . Ben hiçbir zaman onun öyle oldu ğ una
inanmadım. Alem inanabilir ama ben inanmadım. Ben biliyorum ki,
ben böyle desem de siz hüsnü zannınızla bana inanmayacaksınız.
Beni bir yerde yalanlayacaksınız. O da benim doğ ru söylemeye ça­
lıştığ ım yarde der ve düşünürdüm ki, Allah dedi ğ im yerde riya olma­
sın. Benim kalbim dursun, ben öleyim . Allah'a inanan böyle olur di­
yeyim . Veya o cemaat içinde bir iki tanesi ölsün, ben de diyeyim
ben ne yapayım ben misal olamadım. Ama şu misallere bakın ve
sa ğ dan hizaya gelin. Onu ben yaptırtamazdım . . .
E y nankör nefis!.. O cemaat çok samimiydi. Yirmi beş seneden
beri de hep samimiyet sergiledi. Sen azıcık samimi olsaydın, sami­
miyetin katını bulacaktın . Sen bir kere Kur'an deseydin , onlar yüz
defa onu diyeceklerdi. Sen ölesiye kaç defa onların çı ğ lıklarına şa­
hit oldun. Kaç defa kalbin durup caminin içinde kollarına girip dışa­
rıya çıkan insanlar oldu . Oldu ama sen kaya idin. Granit idin. Tunç
gibiydin dedi ğ in şeyler senin ruhuna girmedi.
Vaka dedin, zaman, zaman, Kur'an diyor, yahu ayıp değ il mi,
yapmadı ğ ınız şeyleri ne güne söylüyorsunuz. Allah'a karşı sıkılma
yok mu? dedim. Nefsin adına yer yer belki caminin minberinde de
dedim . Minber şahit buna . . . kürsüde de dedim o da şahit buna ama
nerde o samimiyet, nerde o sadakat? .. Yi ğ itler, yi ğ it oğ lu yi ğ itler,
böyle beni m gibi hergün ayrı ayrı söz vermemişlerd i . Bir kere söz
vermiş sonra verdikleri sözde sonuna kadar yürümüşlerdi. Bir kere
söz vermiş, işin başında koridora girmiş ve öbür başında varıp cen­
netlere ulaşmışlardı. Bade vefada tanıdılar, eksiksizdiler. Eskilerin
ifadesiyle hülfül vahidleri hiç olmamıştı. Öyle anlaşılıyor ki, bu gün­
de elli defa, hoca efendiler de camilerde menşei neye dayanıyorsa
bilemeyece ğ i m . Tövbe isti ğfar, tecdidi iman, tecdidi nikah yaptırdık­
ları gibi günde bu işi elli defa yapsam yine soka ğ a takılıp kalaca ğ ım.
Yine çarşıya takılıp kalaca ğ ım. Yine pazara takılıp kalacağ ım. Yine

353
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

nefsime takılıp kalacağım. Yine bedenime takılıp kalacağım. Ve yi­


ne döneklik yapacağım. İ yisi mi bakın siz bana inanmayacaksınız
ama, ama ne olur bir kere inanın, bu işi bağlayalım burada. Ben de­
rim ki saksağan bu kadar sizi rahatsız edecektir. Siz de deyin ki
hüsnü zannınızla bu bülbülün son bestesi olsun deyin isterseniz . . .
Bağışlamanızı isteyeceğim. Gördüğünüz gibi baş yardım, göz çıkar­
dım , sizi rencide ettim . . .
"

Fetullah'ın bu sözlerinin ardından camide toplanan ve bu iş için


özel olarak eğitilen ağlama grubu feryatlar içinde "Hocam bırakma­
yın şeklinde çığlıklar atmaya başlıyor, ardından Fetullah konuşuyor­
du:
"Bakın aziz kardeşlerim , anlatamıyorum. Ben yararlı olamadım
düşüncesiyle ayrılıyorum . . . "
Feryatlar üzerine camiye yeni gelen saf insanları etkileme se­
naryosu devam ediyor, Fetullah; "Bana çok baskı yapıyorsunuz.
inancım o ki siz layık insanları bulacaksınız. Onlar size güzel şeyler
anlatacak. Ben anlattıklarımdan rahatsız oluyorum. Size bir şey ve­
remedim kanaatındayım .
Birisi beni yoldan çevirdi. Hıçkırıklarına dayanamadım. Allah ba­
şıma taş yağdırır diye korkuyorum . . . " diyordu. Gülen'in bu sözleri
üzerine senaryonun son perdesi sahneleniyor, cemaattan "Hocam
bizi bırakmayın çığlıkları altında; Fetullah, "Geleyim , geleyim , gele­
yim , geleyim bir süre daha başınızı kırayım, bir süre daha sizi ren­
cide edeyim" sözleri ile kendinden geçiyordu.

Fetullah ve Masonlar
5 Eylül 2 �00 tarihinde Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde Fatih
Altaylı, "Neo lslamic masonlar" başlıklı yazısında Gülen yapılanma­
sının masonlara benzediğini anlatıyor ve Fetullah Gülen'in mason­
lara bakışını aktarıyordu:
" . . . Birkaç yıl önce Fethullah Gülen cemaati peşimde.
Benim elimde Gülen'le ilgili bir kaset olduğunu düşünüyorlar ve
bu kasedin içeriğini merak ediyorlar.

354
Ergün Poyraz

Hiç ummadık kanallardan bana ulaşmaya çalışıyorlar.


Sonunda ulaştılar.
Gülen'in benimle bir yemek istediğini söylediler.
Olur dedik ve buluştuk.
Altunizade'de bir dershanenin üst katında, Gülen'in yaşadığı ve
televizyon programları çektiği yerde buluştuk.
Benim yanımda Teke Tek ekibi, onun yanında başta Ihsan Kal-
kavan ve kendi e kibi.
Güzel bir yemek yedik.
Onlar da kendi bakış açılarından yaptıkları işleri anlattılar.
Okulları nasıl kurduklarını, neden kurduklarını, nasıl yürüttükleri-
ni.
Gülen özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlar'daki faaliyetle-
rini anlattı .
Hepimizin bildiği şeyleri kendi açılarından görerek aktardılar.
Sohbetin sonunda Gülen'e izlenimimi aktardım.
Gülen, yurtiçinde ve yurtdışında aynen bir mason teşkilatı gibi
örgütleniyordu.
Masonların yüzlerce yıl önce yaptıklarını, şimdi adına "mason"
demeden yapıyorlardı.
Aynı zamanda da bir dönem Batı'dan Anadolu'ya gelen misyo­
nerlerin işlevini üstlenmişlerdi ve "Türk emperyalizminin uç beylik­
lerini" oluşturmaya çalışıyorlardı.
Gülen'e "Bu, yapılanma açısından masoniktir" dedim.
Yüzüme uzun uzun baktı .
Sonra kendi adamlarına döndü ve "Masonlann kötü bir şey yap-
tığ ını kim söyleyebilir'' dedi.
"Sizin çevreler masonlan pek sevmez" dedim .
"Biz o çevrelerden değ iliz" dedi.
O zaman yazmaya değer bulmamıştım.
Ve bu konuda hazırladığım kitaba saklamıştım .

355
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ama yine Gülen konuşulmaya başlanınca aktarmak istedim . . . "


Altaylı'nın yazısında görüldüğü gibi masonlara söz söyletmeyen
Fetullah, kitaplarında da her konuda bahsederken masonlara hiç
değinmiyordu.

Masonlardan Gülen'e Destek


Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanan Gü­
len'e en büyük destek hep Masonlardan geliyordu. Çetin Özek,
04.04.2001 tarihinde, lstanbul Üniversitesi H ukuk Fakültesi, Ceza
ve Ceza Usul Hukuku, Anabilim Dalı Öğretim Üyesi , sıfatıyla verdi­
ği 48 sayfalık raporunda Gülen'i yere göğe sığdıramıyordu. Gülen'in
önceki sayfalarda alıntı yaptığım görüşlerinin yer aldığı kitapları çağ­
daşlık, hoşgörü, gibi kavramlarla izah ediyor, adeta Gülen'i kutsu­
yordu. Gülen'in kitaplarındaki görüşlerinin suç olmadığını savunu­
yordu.
Gülen'le birlikte fotoğraf çektiren ve Gülen'i destekleyen Yahudi
Cemaatinin başı Bensiyon Pinto, Masondu.
Her zaman Gülen'in yanında olan isimlerden Üzeyir Garih ve
lzak Alaton da Mason biraderlerdendi.
Gülen'e övgü yarışında kimseden aşağı kalmayan Çetin Altan kı­
demli Masonlardandı.
Gülen'e destek veren Masonlar yazmakla bitmez, en son çıkan
ve Gülen okullarını yere göğe sığdıramayan "Barış Köprüleri" adlı ki­
tabın yazarlarından Eser Karakaş localarda konferans veren ma­
sonlardandı.

Hukukta Gülen'in Konumu


Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu
1 7.01 .2005 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Hukukta
Gülen'in Konumu" adlı yazısında, Gülen'in "Beraat etmediğini, erte­
lemeye tabi tutulduğunu" anlatıyor, yapılanmasının "Örgüt" olduğu­
nu vurguluyordu:

356
Ergün Poyraz

" . . .Adalet Bakanı 1 2.7.2003 tarihli demecinde Gülen'in ülkeye


dönmesinde yasal yönden hiçbir engel ve hukuksal sorun bulunma­
dığını belirtmiştir, Bu beyan dava açmama emri veya isteği niteliğin­
de yorumlanabilir ki, böyle bir beyanın Cumhuriyet Başsavcılıkları
yönünden bağlayıcılığı yoktur.
Biri biterken öbürü başlayan belirli ve ortak bir bakış içeren yazı
dizileri Nur örgütü ile liderini gündemde tutmaktadır. Büyük Ortado­
ğu Projesi kapsamında Fethullah Gülen lehine ortam yaratılması ve
ülkeye çlönme zemininin hazırlanması konuları bu yazının dışında­
dır. Yazının konusu , anılan kişinin hukuksal konumudur.
Yayınlarda örgüt yerine cemaat kavramı kullanıldığından, önce­
likle bu kavramın içeriği ortaya konulmalıdır, Cemaat sosyolojik ve
hukuksal boyutu olan bir kavramdır.
Sosyolojik yönden bir din ya da soybağından gelen topluluk an­
lamındadır. Uluslaşma süreciyle düşünüldüğünde ise genelin dışın­
da, bir din ya da soydan gelen kişileri kapsamaktadır. lslam'da, ce­
maat, tüm İ slam topluluğu, ümmet demektir. Dar anlamıyla İ slamda
cemaat ise, bir imamın arkasındaki topluluk ya da bir din aliminin
yorumunu benimseyerek genelden ayrılan guruptur.
Osmanlı İ mparatorluğu dini İ slam olan bir devletti. İ slam'ın üm­
mete bütüncüllüğe dayanması n edeniyle, Müslümanlar tek bir ce­
maati oluşturmaktaydı. Müslüman olmayıp aynı din ya da soybağın­
dan gelenler ise ayrı ayrı cemaat kabul edilip bunlara 1 9. yüzyılda
birtakım haklar da tanınmıştı.
Hukuksal yönden konuya baktığımızda, ulusal düzenlemeler ya­
nında anayasanın 90/ son maddesi uyarınca iç hukukta "bağlayıcı­
lığı ve geçerliliği" bulunan uluslararası düzenlemeler geniş anlamıy­
la iç hukukumuzu oluşturmaktadır.
BM kişisel ve siyasal haklar sözleşmesi (KSHS), Ulusal Azınlık­
ların korunmasına ilişkin Çerçeve (Avrupa) sözleşme ve diğer ulus­
lar arası belgelerde, azınlık için "etnisite din ya da dil" yönünden
farklılık aranmaktadır.

357
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Türkiye Cumhuriyeti yönünden kimlerin azınlık olduğu, "1 923 ta­


rihli Lozan Antlaşması ve 1 925 tarihli Bulgaristan Dostluk Antlaş­
ması" ile saptanmıştır imzalanan öbür sözleşmelere konulan çekin­
ce ya da beyanlarda da, azınlıkların bu antlaşma hükümlerine göre
yorumlanacağı belirtilmiştir.
Lozan Antlaşmasına göre 'Türkiye de yaşayıp Türk vatandaşı
olan ancak Müslüman olmayan" gruplar yani cemaatler, azınlık sa­
yıl mıştır. Antlaşma hükümlerinde değişiklik, özel bir yönteme bağlı­
dır. O yönteme uyularak değişikliğe gidilmedikçe, Türkiye yönünden
azınlık kavramı değiştirilemez. "Buna göre Türkiye de yaşayan Türk
vatandaşı ve Müslüman olanlar azınlık olarak nitelendirilemez"
Türkiye Cumhuriyetinde yazılı olmayan hukuka göre yürürlükten
kaldırılamayan ve Anayasanın 1 74, Maddesindeki "devrim yasaları"
arasında sayılan 30. 1 1 . 1 925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler­
le Türbelerin
. Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men
.

ve ilgasına Dair Yasanın 1 . maddesinin ikinci fıkrasıyla, lslami ilke


ve kurallara dayalı "adı tarikat olsun ya da olmasın" tüm oluşum ve
sıfatlar yasaklanıp "Alelumum tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik,
dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık,
büyücülük, üfürükçülü k ve gaipten haber vermek ve murada kavuş­
turmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu
unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur" hükmü
getirilmiş; dördüncü fıkrasıyla da, bu oluşum liderleri için hapis ce­
zası öngörülmüştür. Tarikattaki şeyh-mürit gibi; cemaattaki hoca-ta­
lebe sıfatları da bu madde kapsamında kalmaktadır.
"Hoca", "Hocaefendi" sanlarının genel kabul görerek kullanıldığı­
nı da belirtmek gerekmektedir.
İ
. Ümmetin ( slam cemaatının) reddedilip ulusçuluğa dayanılması
lslami kural ve ilkelere göre gruplaşmanın (bu kapsamda dar an­
lamda cemaatlerin) ve o gruplardaki sıfatların yasaklanması, Lozan
Antlaşması paralelinde cemaat ile azınlık kavramlarının eşdeger du­
ruma gelmesi karşısında; h ukuksal yönden cemaat, ulus kavramı­
nı oluşturan bütün unsurları bünyesinde barındırmayan, ancak ülke-

358
Ergün Poyraz

mizde de yaşayan gruplar yani azınlıklar anlamındadır. Lozan Ant­


laşması'yla sadece cemaatlere (-gayrimüslümlere) azınlık (ekalli­
yet) statüsü verilmesiyle, ülkemizde hukuksal yönden azınlık ve ce­
maat kavramları eşdeğerdir.
Nurculuk yani önce Sait Nursi'nin halen Fethullah Gülen'in lider­
liğini yaptığı oluşumun hukuksal konumu nedir? Şurası kesindir ki,
Nur örgütü; bir cemaat ya da azınlık değildir, olması da hukuken dü­
şünülemez. Nasıl ki adındaki ilk harf parti anlamında olan PKK, ken­
disine yaptığı nitelendirmeye karşın bir parti değil, iç hukukun nite­
lendirmesi uyarınca terör örgütü sayılmakta ise nur oluşumu da iç
hukukun nitelendirmesi yönünden kesin olarak cemaat değildir. İ ç
hukukun "tanıdığı" İ slami cemaat yoktur.
AB'nin 2004 yılı tavsiye raporunda Türkiye de dinsel azınlıkların
bulunduğu belirtilip, Aleviler bu kapsamda gösterilmiş ise de, bir
fanteziyi geçmeyen bu nitelendirmeye Türkiye'de kimse itibar etme­
miştir. Nur örgütüne yakıştırılan cemaat kavramı ise hiçbir tepki top­
lamamaktadır!

Nurculuk!..
Nurculuk, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.9.1 965 tarih ve
234/1 1 3 sayılı yine 1 8. 1 2. 1 978 tarih ve 371 /485 sayılı kararlarıyla
ve yerleşik öbür içtihatlara göre TCYnin 1 63. maddesi kapsamında
"Laikliğe aykırı olarak devletin sosyal siyasal ve hukuksal düzenini
dini esas ve inançlara uydurmak amacı güden yasadışı bir cemiyet"
olarak kabul edilmiştir. Bu örgüt, devletin laik anayasal düzenini
uzun vadede silah olmadan da değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Fethullah Gülen hakkında İ zmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Mahkemesi'nin, 20.9.1 972 gün ve 3/36 sayılı kararıyla TCY 1 63.
maddesi u yarınca verilen ve Askeri Yargıtay 3 . Dairesinin
1 973/1 46-242 sayılı kararına konu olan mahkumiyet, Bülent Ecevit
Başkanlığındaki 37. hükümet döneminde çıkarılan 1 5.05.1 974 tarih
ve 1 803 sayılı af yasası uyarınca düşmüştür.
TCY 1 63. madde ise Yıldırım Akbulut Başkanlığındaki 47. Hükü-

359
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

met döneminde, 1 2.4. 1 991 tarih ve 371 3 sayılı Terörle Mücadele


Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 2000/1 24
Esas, 1 0.03.2003 tarih ve 2003/20 sayılı kararıyla Gülen'in lideri ol­
duğu grup 371 3 sayılı yasanın 1 . maddesi kapsamında "örgüt" sa­
yılara k bu yasanın 7. maddesi kapsamındaki suç nedeniyle Gü­
len'in ABD'ye gittiği 21 .03. 1 999 tarihi, hukuki kesintinin oluştuğu
suç tarihi kabul edilmiş, kamuoyunda "af yasası" olarak bilinen
(23.04 . 1 999 tarihinden önce işlenen suçları kapsamına alan) ve
Bülent Ecevit Başkanlığındaki 57. Hükümet döneminde çıkarılan
2 1 . 1 2.2000 tarih ve 461 6 sayılı yasa uyarınca, Gülen hakkındaki
davanın kesin hükme bağlanması ertelenmiştir.
Anılan davada (Genelkurmay Başkanlığı'nın klasör 1 7/B, sayfa
978 vd, yer alan yine Emniyet Müdürlüğü'nün 1 8 .03.1 999 tarih ve
1 820, yine 21 .4.1 999 tarih ve 2456 sayılı gibi birçok evrakında be­
lirtildiği üzere) Gülen örgütünün "Demokratik yollardan (ve ılımlı İ s­
lam) söylemiyle devlet kademelerinde kadrolaşarak, Atatürk ilke ve
devrimlerini ortadan kaldırıp, uzun vadede devletin anayasal düze­
nini değiştirerek şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı ve bunu
takiben dünya İ slam birliğini gerçekleştirmeyi hedeflediği" belirtil­
miştir.
Dışişleri Bakanlığı da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gön­
derdiği, 29.05.2003 tarih ve İ STY 2 1 9 1 08 sayılı yazısında bu oluşu­
mu örgüt olarak nitelenmiştir.
O halde Gülen, DGM dosyasında da beli rtildiği üzere, hukuksal
olarak bir örgüt lideridir. Örgüt ise "Nurculuk" olarak nitelenen daha
sonra lideri nedeniyle "Fethullahcılık" adını alan "Işık Tarikatı"dır. Bu
grup kendileri için "Fethullahçı" ya da "tarikat" kavramlarını özellikle
kullanmamaktadır. Tarikatlar mutlaka geçmiş yüzyıllardaki görü­
nümle karşımıza çıkmalıdır gibi bir yoruma gidilemez. Demokratik
yöntemleri kullanan "tarikat nitelikli" bir örgüt de diğer örgütlerden
farklı olmak durumundadır.
Bu hukuksal gelişmelerden sonra Recep Tayyip Erdoğan Baş-

360
Ergün Poyraz

kanlığındaki 59. Hükümet döneminde 1 9.06.2003 tarih ve 4903 sa­


yılı olarak çıkarılan, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi üzeri­
ne 1 5.07.2003 tarihinde 4928 sayı ile tekrar kabul edilen yasa ile
371 3 sayılı yasanın 1 . maddesindeki örgüt tanımı değiştirilerek ör­
güt sayılabilmek için "korku, baskı, sindirme" gibi yöntemler yeterli
görülmemiştir mutlaka "cebir ve şiddete başvurmak" unsuru aran­
mıştır. 30.07 .2003 tarih ve 4963 sayılı yasa ile de 371 3 sayılı yasa­
nın 7/2. maddesinde yapılan değişiklikle örgüt propagandası, "şid­
det veya terör" yöntemlerine başvurma halinde suç sayılmıştır. Böy­
lece "manevi cebri" esas alan lslami taban kural ve ilkelere daya­
nan oluşumların, örgüt tanımından çıkması ve eylemlerinin de suç
olmaması amaçlanmıştır.
Adalet Bakanı 1 2.07.2003 tarihli demecinde "Gülen'in ülkeye
dönmesinde yasal yönden hiçbir engel ve hukuksal sorun bulunma­
dığını" belirtmiştir. Bu beyan "dava açmama" emri veya isteği niteli­
ğinde yorumlanabilir ki, böyle bir beyanın Cumhuriyet Başsavcılık­
ları yönünden bağlayıcılığı yoktur.
Devletin temellerini dinsel ilkelere dayandırmak ya da bu nitelik­
teki eylemlere destek olmak, tarikat veya dinsel oluşumları yöneti­
me taşımak, laikliği ortadan kaldırmak, dini istismar etmek gibi ey­
lemlerin "odağı" olmak 2820 sayılı siyasi partiler yasasının 78, 86,
87. maddeleri yoluyla 1 01 /b maddesi gereğince, siyasi partiler için
kapatma nedeni oluşturmaktadır. Böyle bir yaptınm için eylemin
� utlaka suç oluşturması gerekmez, Bu durum örgütlenmeye iliş�in
I HAS'ın 1 1 . maddesi ile KSHS nin 22. maddesine de uygundur. i n­
san Hakları Avrupa Mahkemesi RP-Türkiye kararında, kaldırılan
TCY 1 63. maddesi kapsamında kalan ve laikliğe aykırı olan eylem­
ler iç hukukta suç sayılmasa bile, parti kapatma konusunda bu ey­
lemlere dayanılmasında aykırılık olmadığını belirtmiştir.

Sonuç
O halde laikliğe aykırı ve İ slami bir düzeni hedefleyen Gülen ör­
gütü, 371 3 sayılı yasa kapsamından çıkartılsa bile, buna destek

36 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

sağlayan siyasi parti için, destek niteliğindeki eylem 2820 sayılı ya­
sanın belirtilen maddeleri kapsamında kalmaktadır.
677 sayılı yasayla yasaklanan unvan ve eylemler hatırlandığın­
da, kendisini yasada açıkça sayılmayan, cemaat olarak niteleyen
bir grup ve lideri, kuşkusuz eylemlerine bakıldığında, bu yasanın
kapsamındadır. Bu nitelikteki eylemleri övmek de TCY 3 1 2/1
(29.09.2004 tarih ve 5237 sayılı TCY nin ise 2 1 5.) maddesi kapsa­
mında değerlendirilmelidir.
Temel yasalarda yapılan "hızlı değişiklik" sonrasında, 765 sayılı
TCY'de olan bir hükmün, yeni TCY'ye taşınmaması sonucunda,
özel maddesinde üst sınırı gösterilmeyen hapis cezalarının üst sını­
rı beş yıldan yirmi yıla çıkmıştır.
Bu bağlamda 677 sayılı yasadaki suç "ağır cezalık" yaptırımının
üst sınırı ise yirmi yıl hapis olmuştur.
işte Gülen'in hukuksal yönden konumu böyle. Yorum okuyucu­
nundur. .. "

Süleymancılık
Süleymancı çevreden Hızır Yılmaz, Kari Marks Allee 76 - 5 Köln
Deutschland'da yani Almanya'da çıkardığı "Süleymancılık Hakkında
Bir İ nceleme" adlı kitabında, Tayyip Erdoğan'ın dünürü Sadık Albay­
rak "Din kavgası" adlı kitabından alıntı yaparak, Tunahan hakkında
şunları yazıyordu:
"Süleymancılık, Süleyman Hilmi Tunahan'a izafeten söylenmek­
tedir. Süleyman Hilmi efendi 1 304 (1 888) tarihinde Silistre'nin He­
zarnrad kazasında doğmuştur. Annesinin adı Hatice hanım, babası­
nın adı Osman Efendi'dir. Babası alim bir zattır. Tahsil için lstanbul'a
gelmiştir.
1 4 Mayıs 1 335 (27 Mayıs 1 91 9) tarihinde üç senelik Süleymani­
ye medresesinin "Tefsir-i Hadis Şubesi"nden mezun olmuştur. . .
Mezuniyeti ile beraber dersiam olmuştur. Dersiamlığın kaldırıl­
masından sonra vaizlik yapmış, 1 930'1arda 34.92 lira maaş alıyor­
du . . .
"

362
Ergün Poyraz

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, "Silistre'li Süleyman Tunahan" adlı


kitabının 54. sayfasında, 1 928 ve onu takip eden yıllarda; din eğiti­
minin baskı altında olduğun u , yağmur duasının bile yapılamadığını ,
insanların evlatlarına d i n eğitimi aldıramadığı hürriyetsizlik ortamı ol­
duğunu söylüyor Tunahan'ın kendi ağzından para vererek bile öğ­
renci okutamadıklarını aktarıyordu:
" . . . Okutma imkanı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir za­
man geldi, mebus maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim ,
bulam!'ldım. Parayı alıp kaçıyorlardı, çünkü korkuyorlardı . O zaman,
ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kalkacak diye korkuyordum.
Bunun üzerine kızlarımı okutmaya başladım . ilerde torunlarım olur­
sa onlara öğretirler ve böylece bu ilimler yeryüzünden kaybolmaz,
dedim . . . . "
1 943 yılında Tunahan'a vaaz verme yasağı gelir. 1 946 yılında bu
yasağı kaldırmak için Diyanet İ şleri'ne müracaat eder. Başkanlığın
2.9.1 946 tarih ve 465/4264 sayılı yazısı ile bu isteği reddolunur ve
bir daha asla vaaz verme yetkisinin verilmemesi de vurgulanır. . . "

Ancak 1 950 seçimlerinden 1 .5 ay önce 24.3.1 950 tarihinde ma­


son danışmanlarından aldığı fikirle İ nönü ve CHP'si Tunahan'a va­
izlik yetkisi verir. . .

Süleymancılık Mason İ lişkisi


Süleymancıların Almanya'da mason locaları, kilise ile ilişkilerini;
Ömer Öngüt "Süleymancıların İ çyüzü" adlı kitabında, Uğur Mumcu
ise "Rabıta" adlı eserinde çok açık bir şekilde anlatmış:
" . . . Süleymancıların Türkiye'de en çok kızdıkları kişi Diyanet işle­
rinin eski Başkanı Tayyar Altıkulaç ise, Almanya da da Mete Ak­
su'dur.
Mete Aksu , DGB kısa adıyla bilinen Alman Sendikalar Birliğinde
çalışan bir Türk sendikacıdır.
Mete Aksu, 1 979 yılında Köln'deki "lslam Kültür Merkezinin" ka­
m u yararına çalışan dernek olmak ve bu statünün getirdiği akçalı

363
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

haklardan yararlanmak için yaptığı başvuruyu önleyen adam olarak


tanınır.
Bu yüzden Süleymancı adı verilen kişi ve çevreler Mete Aksu'ya
çok kızarlar.
Kendi açılarından kızmakta da haklıdırlar.
Mete Aksu ile "lslam Kültür Merkezleri" arasındaki kavganın ne­
deni neydi?
Özetleyelim:
lslam Kültür Merkezleri 1 979 yılı Nisan ayında Kuzey Ren West­
falya eyaleti Kültür Bakanlığına başvurarak, kamu yararına çalışan
dernek olmak ister.
Bu başvurudan önce de Kuzey Ren Westfalya Kültür Bakanlığı
tüm okullara bir genelge göndererek Müslüman çocukların dinsel
sorunlarında lslam Kültür Merkezlerine başvurmasını salık vermişti .
Süleymancı adı ile anılan akım Almanya da kurduğu ilişkiler ile
böylece önemli bir adım atıyordu.
Diyanet İşleri henüz yurt dışında örgütlü değildi. Bu yüzden Al­
manya'da Müslümanların temsilciliğini İslam Kültür Merkezleri üst­
lenmek üzereydi.
Böyle bir sonuç lslam Kültür Merkezlerine ne gibi ayrıcalıklar ne
gibi kolaylıklar getirecekti?
1 . Kısaca NWR diye anılan Kuzey Ren Westfalya eyaletinde,
Katolik ve Hıristiyan kiliseleri dışında İ slamiyet'in temsilciliğini
doğrudan doğruya manevi başkanlığını Kemal Kaçar'ın yaptı­
ğı İslam Kültür Merkezlerine verilecekti.
2. Hukuk açısından lslam Kültür Merkezleri, Katolik ve Protes­
tan kiliseleri ile eşdeğerde sayılacaktı .
3. lslam Kültür Merkezleri kamu yararına çalışan dernek statü­
sü kazansaydı, Alman hükümetince kendisine mali destek
sağlanacaktı.
4. lslam Kültür Merkezleri Hıristiyan toplumlarında kiliselerin
üstlendiği toplumsal işlevleri de üstlenecekti.

364
Ergün Poyraz

5. Bu başvuru kabul edilseydi; lslam Kültür Merkezleri, tıpkı kili­


selerin H ıristiyanlardan aldıkları kilise vergisi gibi Müslüman
yurttaşlardan vergi alacaktı.
6. NWR eyaletinde bu hakkı elde eden lslam Kültür Merkezleri
Federal Almanya'nın öteki eyaletlerinde de etkili olacaktı.
7. Böyle bir temsil yetkisini bir kez lslam Kültür Merkezlerine ve­
rirse, artık hiçbir Müslüman kuruluş, Diyanet işleri başta ol­
mak üzere bu hakkı elde edemeyecekti .
1 97.1 yılında Kur'an kursları yönetmeliği darbesini unutmayan
Süleymancılar rövanşı Almanya da bu kez bu yolla kazanacaklardı.
lslam Kültür Merkezleri bu başvuruyu yaparken bir büyük des­
tekte sağlıyordu .

Almanya Büyük Mason Locası!


Bu şaşırtıcı destek, Almanya Büyük Mason Locasının Kuzey
Ren Westfalya eyaleti Başbakanı Johannes Rau'ya gönderdiği
27 .02.1 979 tarihli mektupla sağlanmak isteniyord u .
Süleymancılık ve Masonluk ... yan yana gelmeyen , gelemeyecek
olan iki kavram değil miydi?
Alman Masonlarından Kuzey Ren Westfalya eyaleti Başba­
kan'ına gönderilen 27.08. 1 979 tarihli mektup şöyleydi:
ligi: lslam dini kuruluşlarının kamu yararına çalışan kuruluş ola­
rak tanınması ..
Sayın Başbakan;
Monchengladbach'daki "Vorwarts" adlı mason locası büyük üs­
tadı Dr. Klaus Borchers bu ayın 22 sinde size şu nedenle başvur­
muştu:
a. lslam Kültür Merkezi.
b. Köln Nur Cemaati adlı kuruluşlarca temsil edilen lslam dini
cemaatleri kamu yararına çalışan kuruluş olarak tanınmayı
amaçlamaktadırlar.

365
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ancak bu kuruluşlar bugüne kadar bir sonuç elde edememişler­


dir.
Dr. Borcher, sizden işlemlerin hızlandırılması ricasında bulun­
muştu.
Biz de büyük loca olarak bu isteğe katılıyoruz.
Özgürlükçü, demokratik bir devlette herkes eşit haklara sahip ol­
malıdır. Kökenimiz ve amacımızı göz önüne alarak, bu grupların
toplumumuzda hakların eşit olarak yararlanmadıklarını sizlere
anımsatmayı görev sayıyoruz.
Devletimiz kiliselere ve benzeri kuruluşlara hoşgörüsü nedeniy­
le olacak, kamu yararına çalışan dernek statüsü sağlıyor. Böylece
milliyet ayrımı yapılmaksızın bütün Hıristiyanlar hak ve ayrıcalıklar­
dan yararlanıyorlar.
Bu nedenle Kuzey Ren Westfalya eyaletinde yüz binlerce Müs­
lüman'a bu hakların verilmemiş olmasının nedenlerini anlayamıyo­
ruz.
Biz Masonlar, bu durumun emeklerine büyük saygı duyduğumuz
büyük bir halk topluluğunun dışlandığı sonucunu doğurduğuna ina­
nıyoruz.
Sayın Başbakan;
Bu soruna çözüm yolu bulmak için ilgi göstermenizi rica ediyo­
ruz.
Saygılarla.
Alman Masonlarının eyalet Başbakanına gönderdikleri bu m ek­
tup üzerine İ slam Kültür Merkezleri Başkanı Necdet DEM İ RGÜLLE
Almanya Büyük Mason Locası büyük üstadı Dr. Trawy'ye şu teşek­
kür mektubunu gönderiyordu:
Sayın Bay Trawy;
lslam Kültür Merkezleri ve cemaatinin Almanya ve Batı Berlin de
Müslümanlığın resmen tanınması için yaptığı teşebbüsü, aldığınız
cesur bir kararla desteklediğinizi duymuş bulunuyoruz.
North-Rhein Westfalen Başbakanı'na gönderdiğiniz mektup ger-

366
Ergün Poyraz

çek insanlık ve diğerkamlık ruhu ve dolayısıyla çağdaş demokrasi


anlayışına çok uygundur.
Sayın Dr. Trawyn biz de size karşılık olmak üzere, masonik faali­
yetlerinizde cebri veya kanuni bir şekilde engel olunmayacağı ko­
nusunda öteden beri sahibi olduğumuz inancı muhafaza ve savun­
makta devam edeceğimizi temin ederiz.
Buna karşılık, masonluk aleminin de sizin gösterdiğiniz yolda sa­
mimiyetle ve sürekli olarak çaba göstermesini temenni ederiz.
Hıris!iyanlarla ortak noktamız, metafizik aleme inanmaktır. (her
ne kadar bu inançlar arasında çok büyük farklar olsa da) metafizik
aleme inanmayan siz masonlarla da ortak noktamız demokrasiye
ve başında vicdan özgürlüğü gelen insan hak ve hürriyetlerine olan
inancımızdır.
Bu vesile ile içten duygularımızın ve masonluk aleminin esenliği­
ni dileriz.
Saygılarla . . .
"

Alman Sendikalar Birliği, Türk- İ ş ile görüş birliği içinde hareket


ederek, Federal Almanya da Müslümanlığın resmi din olarak tanın­
ması için girişimlerde bulunuyor, bu amaçla Diyanet işleri Başkan­
lığı'na yazılar yazıyordu .
Ancak şimdi h i ç d e beklenmedik bir durum i l e karşılaşılmıştı.
Diyanet İ şleri Başkanlığı'nın yapması gereken girişim Süleyman­
cı olarak adlandırılan lslam Kültür Merkezleri'nce yapılmaktaydı.
Mete Aksu'nun girişimleriyle DGB yürütme kurulu üyesi ve ya­
bancı işçiler sorumlusu Kari Schwab, Kuzey Ren Westfalya eyaleti
başbakanına, 20 Ekim 1 979 günü şu mektubu gönderdi:
"Sayın Başbakan Rau ,
Kuzey Ren Westfalya kültür bakanlığının 21 .03 . 1 979 tarihinde
tüm okul yönetimlerine Türk çocuklarının dini bayram nedeniyle
okuldan serbest bırakılmalarını sağlamayı amaçlayan bir genelge
gönderdiğini, bu genelgede İ slam Kültür Merkezleri kuruluşuna de­
ğinildiğini öğrendik.

367
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Söz konusu merkezin Federal Almanya'da yaklaşık olarak 1 30


şubesi olduğu ileri sürülüyor.
Adı geçen kuruluşun genelgede lslamiyeti ilgilendiren konularda
kuruluşun Köln merkezinde veya Medrese-i Nuriye adlı kuruluşa
başvurmaları salık verilmektedir.
Böylece Türkiye'de yasaklanmış bir kuruluşa Almanya' da olanak
sağlamış olunmaktadır.
Söz konusu genelge, bizde yetkililerin Köln lslam Kültür Merke­
zi ve şubelerini yeterince tanımadıkları kuşkusunu doğurdu.
Ayrıca , söz konusu kuruluşun hükümetimizin Kültür Bakanı Sa­
yın Girgensohn'a başvurarak kamu yararına çalışan dernek statü­
sünü kazanmak istediklerini öğrendik.
Bu nedenle sayın Başbakan, lslam merkezinin dinsel politik tu­
tumu hakkında özetle bilgi vermek istiyoruz:
Yukarıda adı geçen lslam Kültür Merkezleri, resmen Süleyman­
cılığı benimsemektedir. Bir cins tarikat olan Süleymancılık, 1 888'de
Silistre'de doğan 1 959 da ölen Süleyman H ilmi Tunahan tarafından
kurulmuştur.
Bu kişi Türkiye'ye göçmen olarak gelmiştir. Süleymancılığın esa­
sı ibadet olup, bu tarikata göre bütün gerçeğin kaynağı Kur'an dır.
i nsan her davranışında, Kur'an hükümlerine ve Sünni esaslarına
bağlı kalmalıdır. Süleymancılık Kur'an dışında hiçbir kanun ve kural
tanımaz. Devlet yönetimi, mahkemeler ve devlet kurumları Kur'an
hükümlerine göre düzenlenmeli, kadınlar Kur'andan başka bir şey
okumamalıdırlar. Nikah şeriat kurallarına göre olmalı, yeni harfler ve
şapka atılmalıdır.
Süleymancılar ikinci Dünya Savaşı döneminde Hitler'in aslında
Müslüman olduğunu, Türkiye'ye girerek H ıristiyan yandaşı dinsiz
İ nönü hükümetini düşüreceğini, Türkiye'de İ slam devleti kurarak,
bu devletin başına Süleymancıların lideri Tunahan'ı geçireceğini
öne sürüyorlardı.
Bu nedenle eski Kudüs Müftüsü'nün yönetiminde bir birlik oluş-

368
Ergün Poyraz

turdular ve gizli olarak Yugoslavya'ya giderek Hitlerin lslam SS bir­


liklerine katıldılar.
Savaştan sonra Süleymancılar Menderes'in DP'sini destekledi­
ler. Bu destek Menderes Hükümeti 1 952 yılında devlet eliyle imam
hatip okulları açıncaya kadar Sürdü. 1 961 devriminden sonra, DP
yerine kurulan partilerini desteklediler.
1 977 seçimlerinde kendilerine 1 2 sandalye vaat eden Demirel'in
AP'sini desteklediler. Ancak seçim sonunda Süleymancılardan 3
milletvekili ve bir senatör seçilebildi.
Bunrardan biri Süleymancılık tarikatının kurucusu olan Tuna­
han'ın damadı Kemal Kaçar, bu tarikatın günümüzdeki başı olarak
kabul edilmektedir.
Süleymancıların 12 üst kademe yöneticisi Avrupa da yaşamak­
tadır. Bunlardan çoğu Federal Almanya'da oturmaktadır.
Federal Almanya'da Türklerin arasında Süleymancılığın yayıl­
masındaki baş etken, Türklerin, Süleymancılığın; başka deyiş ile İ s­
lam Kültür Merkezi'nin gerçek amacını bilmemeleridir..."

Avukatlar
Antalya 1 . Ağır Ceza Mahkemesinde Süleymancılıkla ilgili açılan
davada mahkeme dosyasında lstanbul Hukuk Fakültesinde görevli
beş öğretim üyesinin özel olarak alınan "ilmi mütalaaları" da yer al­
maktadır.
Süleymancılık aleyhine açılan davada suç öğesi bulunmadığını
bildiren öğretim görevlileri şunlardır:
Prof. Dr. Sulhi Dönmezer
Prof. Dr. Kayıhan lçel
Prof. Dr. E rol Cihan
Doç. Dr. Köksal Bayraktar
Doç. Dr. E . Yurtcan.
Kemal Kaçar ve çevresinin çok yönlü ilişkileri başarı ile yürüt­
mekte çok hünerli oldukları her olayda ortaya çıkıyor.

369
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ömer Öngüt'ün "Süleymancılığın İ çyüzü" adlı kitabının 1 55. say­


fasında Kemal Kaçar'ın 1 980 yılında Avukatlıklarını, Muammer Ak­
soy ve Faruk Eren'in yaptığı belirtiliyordu.

Mason Ediz Hun ve Süleymancılar


ANAP eski Milletvekili Ediz Hun, 1 4 Kasım 2002 tarihli Akşam
gazetesine verdiği demeçte, Süleymancılarla partinin ilişkisinin
yanlış olduğunu söylüyordu :
" . . . Türk filmlerinin unutulmaz 'jön'ü siyasetin yeni yüzü Ediz Hun,
seçimde hüsrana uğrayan partisi ANAP'ın durumunu 'çok dramatik'
olarak nitelendirdi. Hun, 'ANAP'ın filmi çekilseydi başrol oynamaz­
dım' dedi.
Seçim sonuçlarıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Ediz Hun,
ANAP'ın aldığı sonucun beyaz perdeye aktarılabilecek nitelikte ol­
duğunu söyledi. Seçim sonuçlarının iyi yazılmış bir senaryoyla , par­
tisi açısından filme çekilebileceğini öneren Hun, 'Çok dramatik bir
eser ortaya çıkardı. Ben de böyle bir sinema filminde başrol oyna­
mazdım. Çünkü insan hakikaten çok üzülüyor, partinin buralara gel­
mesi belki de en çok beni üzmüştür' dedi.

Cemaat ilişkisi yanlıştı


Ediz Hun, ANAP'ın izlediği bazı seçim politikalarını da eleştirdi.
Birçok evrensel düşünceyi bünyesinde barındıran ANAP'ın 'Süley­
mancı' diye anılan cemaatle yakın ilişkisini eleştiren Hun, şöyle de­
vam etti:
'Bu ilişki, maalesef diğer grupların bize küsmesine neden oldu .
Milliyetçi, liberal, muhafazakar ve ilerici bir partiyiz. 'Süleymancı'
cemaatinden olan arkadaşlar sakın yanlış anlamasınlar. Onlar çok
nazik insanlar. Ama biz görüntüyü iyi veremedik. Bizim belli bir ye­
re kanalize olmamız doğru olmadı . . . " . . .'

Genelkurmay Kayıtlannda Süleymancılık


24 Mayıs 2002 tarihinde "Genelkurmay İ stihbarat Başkanlığı",

370
Ergün Poyraz

" İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" başlığı altında irticai un­


surların, Mayıs 2001 tarihinden Mayıs 2002 tarihine kadar olan dö­
nemdeki faaliyetlerini de kapsayacak şekilde "irticai Örgütlerin Teh­
dit Değerlendirmesi" adıyla kapsamlı bir doküman hazırlıyor bun ha­
zırladığı belge ve bilgileri tüm birimlerine gönderiyordu. Bu dokü­
manda "Süleymancılık" şu şekilde yer alıyordu:

"1 . Genel
a. Tarihi Gelişimi:
( 1 ) Süleyman Hilmi TUNAHAN tarafından esasları ortaya ko­
nulan bir radikal grup olan Süleymancılar, şer'i esasları benimsemiş
olmasına rağmen Milli Görüşçülerin fikirlerini kabul etmemektedir­
ler.
(2) Süleyman Hilmi TUNAHAN , 1 930- 1 936 yılları arasında ls­
tanbul'da çeşitli camilerde resmi vaiz olarak görev yapmıştır. Daha
sonra Süleymancıların başına geçecek olan Kemal KAÇAR ile de,
bu dönemde tanışmıştır. Bilahare Kemal KAÇAR, S.Hilmi TUNA­
HAN'ın kızı ile evlenmiştir.
(3) Bugünkü Süleymancılığın temelini, 1 930'1u yıllarda "Ehl-i
Maneviyat Meclisi" adı altında düzenlenen toplantılar oluşturmuştur.
Süleyman Hilmi TU NAHAN , 1 943 yılında vaizlik belgesinin iptal
edilmesi üzerine Kur'an Kurslarını faaliyete geçirmiştir. 1 949 yılında
ilk kez Kur'an Kurslarının kanunla açılmasına müsaade edilmesi
üzerine de, tarikat kısa sürede Kur'an kursları vasıtasıyla yurdun
her tarafına yayılmıştır.
(4) Bilahare Süleyman Hilmi TUNAHAN , kendisinin üç ay gibi
kısa bir zamanda din görevlisi yetiştirebileceği iddiasıyla faaliyete
geçirdiği Kur'an Kurslarını, gönderdiği talebeleri ile yurt dışında da
yayma imkanı bulmuştur.
(5) 1 965 yılında yürürlüğe giren 633 sayılı "Diyanet İ şleri Baş­
kanlığı Kuruluş ve Yönetmeliği Hakkındaki Kanun" ile getirilen hü­
küm gereği, Kur'an Kursu'ndan mezun olanların Diyanet İ şleri Teş-

371
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kilatında görev almalarının önlenmesiyle, 1 966 yılı Ocak ayında, ls­


tanbul'da üç kurucu derneğin biraraya gelmesiyle "Kurs ve Okul Ta­
lebelerine Yardım Dernekleri Federasyonu" hayata geçirilmiştir.
Kur'an Kursu açma yetkisinin Diyanet'te olduğundan bahisle de­
vamlı takibata uğrayan teşkilat mensupları, 1 971 yılına kadar tartış­
malı bir şekilde faaliyetlerine devam etmişlerse de, bu tarihten itiba­
ren faaliyetlerini "Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği" adı al­
tındaki dernekler vasıyasıyla sürdürmüşlerdir.
b. Amacı:
Cumhuriyet'in ilanından sonra ortaya çıkan ve tarikat tanımlama­
sı içerisinde mütalaa edilen lslamcı cemaatlerinden olan Süleyman­
cıların da nihai hedefi, kendi görüşleri ile şekillenmiş lslam devleti­
dir.
c. Stratejisi:
( 1 ) Süleymancı kesim, dernekler yasasından istifadeyle yurt
çapında geniş bir organizasyon kurmak suretiyle halkla bütünleşe­
rek gerçek manada diyanet hizmetinin ancak kendi mensupları va­
sıtasıyla verilebileceği telkinine dayalı bir hareket tarzı benimsemiş­
tir.
(2) Anılan kesimin Diyanet İ şleri Başkanlığı kadrolarını ele ge­
çirmeyi hedef alan bir çalışması, 1 965 yılında yürürlüğe konan 633
sayılı Diyanet İ şleri Başkanlığı (D İ B) kanunu ile engellenmiştir.
(3) Süleymancı kesim bu tarihten itibaren nihai hedef doğrultu­
sunda;
(a) Yurt çapında kurulmuş cami ve kur'an kursu derneklerini
ele geçirme,
(b) Uygun ortam buldukları her beldede statüleri aynı olan Yurt
ve Okul Talebelerine Yardım Derneği (KOTYD) ve Tahsil Çağında­
ki Talebelere Yardım Dernekleri (TÇTYD) adı altında dernekler aç­
ma,
(c) Kurulan bu dernekleri bir çatı altında toplama,
(d) Her fırsatta D I B'nın çalışmalarını kötüleme ve bu kuruluşu
halkın gözünde küçük düşürme,

372
Ergün Poyraz
. . .

(e) imam Hatip Liseleri, ilahiyat Fakülteleri ve Yüksek lslam


Enstitüleri açılması yönündeki çalışmaları sabote etme ve engelle­
me,
(f) DIB'deki görevlerinden uzaklaştırılan cemaat mensuplarını
yurt dışına göndermek suretiyle, buralarda organize olma bazında
bir hareket tarzını geliştirmiş ve uygulamıştır.

2. Teşkilatı:
b. L.ider Kadrosu:
Cemaat, kurucusu S.Hilmi TUNAHAN'ın 1 959 yılında vefat et­
mesi üzerine, Kemal KAÇAR'ın önderliğinde faaliyetlerine devam
etmiştir. Kemal KAÇAR'ın 1 7 Haziran 2000 tarihinde vefat etmesi
üzerine ise, yerine Arif Ahmet DENIZOLGUN adlı şahıs cemaatin
başına getirilmiştir.
Tarikatın tüm faaliyetleri Arif Ahmet DEN IZOLGUN'un talimatla­
rı doğrultusunda tek merkezden yürütülmektedir.
c. Yurt içi-Yurt Dışı Yapılanması:
Halen Arif Ahmet DEN IZOLG UN'un mutlak yönetimi altında bu­
lunan Süleymancılar, Türkiye genelinde yaklaşık 800 dernek, bu
derneklerce faaliyete geçirilen 1 200 yurt ve pansiyon ile 16 vakıf ve
28 şirketle yurt içinde ve yurt dışında organize olmuşlardır.
Süleymancı kesimin yurt içi organizasyonu, lider Arif Ahmet D E­
İ
N ZOLGU N'a bağlı bölge ve bunlara bağlı il sorumluları şeklindedir.
Teşkilat içerisinde en yetkili kurul, lstanbul / ümraniye'de kurulu bu­
lunan "Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri Federasyonu"
dur.
Teşkilatın, Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri bünye­
sinde 1 00.000 civarında öğrencisi olduğu değerlendirilmektedir.
Yurt dışında ise ilk defa 1 974 yılında Almanya'nın çeşitli şehirle­
rinde kurduğu camiler ile yurt dışı faaliyetlerine başlayan Süley­
mancılar, 1 975 yılında Almanya/Köln şehrinde lslam Kültür Merkez­
leri Birliği ( İ KMB)'ni kurarak, bütün dernekleri tek çatı altında topla-

373
Tarikat, Siyaset. Ticaret ve Cinayet

mışlardır. Halihazırda, Süleymancılara ait Avrupa çapında 400 civa­


rında derneğin bulunduğu tahmin edilmektedir.
Bunun dışında Süleymancıların son dönemde, Avrupa alanı dı­
şında ABD ve Asya ülkelerindeki faaliyetlerine ağırlık verdikleri göz­
lenmektedir.

3. Yan Kuruluşlan Ve Destekleyen Sivil Toplum Örgütleri:


illegal örgütlenmesine rastlanılmayan Süleymancıların legal dü­
zeyde;
a. Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği (Yurt içi),
b. İ slam Kültür Merkezleri Birliği (Yurt dışı) adında örgütlenmele­
ri mevcuttur.
Bunun yanı sıra anılan cemaate ait;
- Kur'an Kursları ve Milli Kültüre Hizmet Vakfı Aydın
- İ kav/Kültür Araştırmaları Vakfı Bolu
- Kur'an İ limlerine ve Milli Kültüre Hizmet Vakfı İ zmir
- Ali Hancıoğlu Vakfı Manisa
- Fatih Vakfı Trabzon
- Aziz Mahmut Hüdai Vakfı
- Eğitim ve Milli Kültüre Hizmet Vakfı lstanbul
- Fatih Eğitim ve Kültür Vakfı
- Halil Dağlı Vakfı Edirne
- ilim Yayma Vakfı
- İ stanbul Kültür Araştırmalar Vakfı ( İ KAV)
- Mimar Sinan Vakfı
- Pir Seyyid Hasan Hüsameddin Uşşak-i Vakfı
- Tokat İ li ve Çevresi Eğitim ve Kültür Vakfı bulunmaktadır Tokat

4. Destekleyen Basın Yayın Organlan:


a. Anılan cemaate ait;
- Genç Akademi Dergisi

374
Ergün Poyraz

- Tepe Edebiyat Dergisi


- Genç Atılım Dergisi
- Gökkuşağı Dergisi
- Milli Kültür Dergisi
- Ufuk Dergisi bulunmaktadır
b Ayrıca Süleyman Hilmi TUNAHAN tarafından yazılan "Kü-
çük ilmihal" isimli kitabı da mevcuttur.

5. Mali Kaynaklan:
- Süleymancıların finans kaynağını büyük ölçüde;
+ Cemaat içi ve dışından yapılan ve toplanan yardımlar,
+ Ticari işletmelerden elde edilen gelirler,

+ Kurban derilerinden elde edilen gelirler oluşturmaktadır.

6. Ele Geçirilen Mühimmat, Silah, Araç-Gereç


Bu konuda herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.

7. Yabancı Ülkelerdeki Faaliyetleri ve Ülkelerin Örgüte Verdiği


Destek:
a. Süleymancılar 1 975 yılından itibaren Amerika'ya yönelik fa­
aliyetlere girişerek, 1 979'dan itibaren bu ülkede kurumlaşma­
ya başlamışlardır.
b. Halen New York'ta bulunan Fatih Cami ve Külliyesi ana ka­
rargah olarak kullanılmakta, bütün kararlar burada alınarak ti­
tizlikle izlenmekte ve alt hizmet birimleri oluşturma çabaları
sürdürülmektedir.
c. Genel Başkanlığını Burhan SATAR'ın yaptığı Fatih Camii ve
Külliyesi, Amerika Müslümanlar Birliği'nin merkezi konumun­
dadır. Bu merkeze bağlı olarak 5 cami, 1 1 adet vakıf ve şirket,
6 adet şube, 2 adet temsilcilik faaliyetlerini sürdürmektedir.
d. Süleymancılar, Almanya'da "Kamusal kurum olarak tanınma-

375
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ları" dolayısıyla resmi makamlara başvuruda bulunmuşlar ve


bu hususta bazı Hristiyan Demokrat Politikacılarla Almanya
Büyük Mason Locası'ndan da destek görmüşlerdir.

8. Son Dönem Faaliyetleri:


Ahmet Arif DEN IZOLGUN'un göreve gelmesiyle birlikte, Süley­
mancı cemaat yönetiminde yaşanan değişikliklerin uygulamalara
da yansıdığı, nitekim anılan şahıs döneminde yurt içi yanı sıra yurt
dışı faaliyetlere de ağırlık verildiği gözlenmektedir.
Cemaatin yurt içi faaliyetleri kapsamında Ahmet Arif DEN IZOL­
G U N tarafından;
Daha önce öğrencilere öncelikle dini nosyon kazandırılması uy­
gulamasının ikinci plana alınarak, 2001 -2002 eğitim yılından başla­
mak üzere din ve okul eğitiminin birlikte verilmek suretiyle, gelecek­
te cemaat yönetimini üstlenecek öğrencilerin pozitif ilimlere hakim
olarak yetiştirilmeleri talimatı verildiği ve halen cemaat yurtlarında
kalan öğrencilerin okul başarı oranının % 80'in üzerinde olması yö­
nünde bir hedefin belirlendiği ifade edilmektedir.
Bunun yanı sıra Süleymancıların;
Üniversite giriş sınavında başarılı olan öğrencileri halkla te­
masının daha çok olması nedeniyle tıp alanında eğitim görmeye
teşvik ettikleri ,
Mevcut öğrenci yurtlarının ilgili kamu kuruluşlarınca kontro­
lünü engellemek amacıyla, cemaat mensubu şahıslara satılmasının
gündeme getirildiği,
lstanbul'da cemaate ait bir vakıf arsası üzerine hastahane
yapma arayışı içerisinde oldukları ve Erzurum'da granit işine girmek
üzere hazırlık yaptıkları belirlenmiştir.
Ayrıca her yıl kurban bayramında büyük oranda deri ve et topla­
yan Süleymancıların bu yıl gerek yurt içi, gerekse yurt dışında veka­
let yoluyla kurban kesme şeklinde bir hareket tarzı belirlemiş olma­
larına rağmen, bu yıl birçok Avrupa ülkesinin kurban kesimine mü-

376
Ergün Poyraz

saade etmesi sonucunda, 2002 kurban gelirinin 2001 yılının gerisin­


de kaldığı öğrenilmiştir.
Bu arada Ahmet Arif DEN IZOLGUN tarafından, Avrupa'da faali­
yet gösteren Süleymancı unsurlara gönderilen bir talimatla, Türki­
ye'deki üniversitelerde eğitim gören öğrencilerin yatay geçiş yapa­
rak Avrupa ülkelerinde eğitimlerine devam etmeleri imkanlarının
araştırılmasının, öğrencilerin barınma, yemek gibi temel ihtiyaçları­
nın o ülkedeki cemaatin katkılarıyla karşılanması için gerekli hazır­
lıklarırı yapılmasının istendiği belirlenmiştir.
Cemaatin yurt dışı faaliyetleri kapsamında ise;
Son dönemde Süleymancıların Avrupa'ya göre yeni sayılabile­
cek diğer yurt dışı açılımlarda önemli mesafeler aldıkları gözlen­
mektedir. Bu bağlamda cemaatin ;
- Finlandiya v e Brunei Sultanlığı'nda faaliyet yürütmeye başladı­
gı,
- Fas'ta açtığı Kur'an Kursu kanalıyla Afrika'ya ilk açılımını ger­
çekleştirdiği,
- U krayna'da faaliyetlerin geliştirilebilmesi için Kiev'de bulunan
müslüman toplumun temsilcileriyle ilişkilerin geliştirilmesine çalışıl­
dığı,
- Gana'lı Devlet yöneticileri tarafından cemaate ülkede dini eği­
tim vermeleri yönünde teklif sunulduğu,
- Bulgaristan Kırcali müftüsünün cemaatten bölgede yurt açma­
larını talep ettiği, cemaatin Balkanlardaki faaliyetlerinin "Balkanlar
Eğitim ve Kültür Derneği" tarafından yürütüldüğü, böylece bu ülke­
deki Bektaşileri kendi lehinde etkilemeye çalıştığı,
- Cemaatin Ramazan ayı boyunca Almanya ve cemaatin faali­
yetlerini yürüttüğü diğer ülkelere 20.000 din görevlisi görevlendiril­
diği ,
- Cemaatin Almanya'da kesilen kurban etleri üzerine "lslami
usüllere göre kesilmiştir" mühürünün patentini alarak, Almanya'da
kurban kesme konusunda tekelleşmeye çalıştığı,

377
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

- Bosna-Hersek ve Arnavutluk'ta dağıtılmak üzere içinde dini


ibarelere yer verilen 1 0.000 takvim hazırlandığı,
- Gürcistan'daki faaliyetlerinin karşılanması için gürcü asıllı ce­
maat mensuplarından bağış topladığı tespit edilmiştir.

9. Değerlendirme:
Süleymancıların yurt içinde;
- irtica ile mücadele uygulamaları çerçevesinde Hükümetin , il­
köğretim öğrencilerinin özel yurtlarda barınamayacağı ve kur'an
kurslarının denetim altına alınması kararları nedeniyle, yasal boş­
lukları değerlendirerek taban genişletme faaliyetlerini sürdüreceği,
- Cemaat potansiyelini ticari alanda değerlendirme amaçlı bir uy­
gulamayı hayata geçirmeye çalışacağı,
Yurt dışında ise;
- Almanya'da IGMG başta olmak üzere mevcut pek çok kurulu­
şun yasaklanması ihtimaline karşın lslam dinini temsil eden kuruluş
statüsü almak üzere çalışmalarda bulunacağı,
- Süleymancı anlayışın, Balkanlar da özellikle Bektaşiler içerisin­
de taban bulması için çaba sarfedeceği,
- Fethullah GÜLEN nurcu grubu örneğinde olduğu gibi yurt dışın­
da eğitim ve sermaye alanlarındaki faaliyetlerini artırarak sürdüre­
ceği değerlendirilmektedir.
Ayrıca cemaatin, yabancı ülkelerle artan ilişkilerinde cemaate ait
kuran kurslarında eğitilen yabancı öğrencilerin oluşturduğu kadrola­
rın etkin olduğu kıymetlendirilmektedir..."

Süleymancılarda Miras Kavgası


Sabah Gazetesi'nden Gülcan Demirci 24.6.2005 tarihinde "Ev
için sürpriz miras kavgası" başlıklı haberinde Süleymancıların miras
kavgasını anlatıyordu:

378
Ergün Poyraz

" . . . Süleymancılar'ın önde gelen ismi Denizolgun AKP Milletveki­


li kardeşiyle mahkemelik oldu.
Süleymancı cemaatinin kurucusu Tunahan'ın iki torunu arasında
miras anlaşmazlığı . . . AKP Milletvekili M. Beyazıt Denizolgun, anne­
sinin mirasından mal kaçırdığı iddiasıyla ağabeyine dava açtı .
AKP'li Denizolgun, dilekçesinde "Annemin ölümünden önce
sağlık raporu almadan Üsküdar'daki evi üzerine geçirmiş" dedi.
Ağabey Ahmet Denizolgun ise "Rapor anneme hakaret olurdu" di­
ye yar:ııt verdi.

Süleymancılar'ın miras kavgası. ..


AKP Milletvekili M. Beyazıt Denizolgun ile kardeşi eski bakan
Arif Ahmet annelerinden kalan ev için mahkemelik oldu. Kızkardeş­
leri ise noktayı koydu: Siyasi görüş aynlığı var.
AKP'nin kurucularından lstanbul Milletvekili Mehmet Beyazıt De­
nizolgun ile 55. Mesut Yılmaz Hükümeti'nde Ulaştırma Bakanlığı
yapan, Süleymancı cemaatinin lideri kardeşi Arif Ahmet Denizol­
gun, bu kez de miras yüzünden karşı karşıya. Eniştelerinin ölümüy­
le cemaat içerisinde başlattıkları güç savaşı nedeniyle yıllardır küs
olan kardeşlerden milletvekili, halen Süleymancıların liderliğini ya­
pan ağabeyini, annesinin mirasından mal kaçırdığı iddiasıyla mah­
kemeye verdi. Kardeşleri annelerinin ölümünden 1 5 gün sonra kar­
şı karşıya getiren miras kavgası Süleymancılar'ın kurucusu Süley­
man Hilmi Tunahan'ın kızı olan Ferhan Denizolgun'un geçtiğimiz yıl
hayatını kaybetmesiyle başladı.

Gerçek Değeri Trilyonlar'


iddiaya göre M . Beyazıt Denizolgun, mirastaki payını almak iste-
di. Ancak Üsküdar Kısıklı Mahallesi 21 numaradaki bahçeli kagir evi
annesinin ölümünden 3 yıl önce kardeşi Arif Ahmet'in üzerine ge­
çirdiğini öğrendi. Annesinin kırkının çıkmasını beklemeden de avu­
katları aracılığı ile Üsküdar Asliye H ukuk Mahkemesi'ne tapunun ip­
tali davası açtı. Dava sonuçlanıncaya kadar da ev üzerine ihtiyati

379
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tedbir konulmasını istedi. 1 O Haziran 2004 tarihli dava dilekçesinde


annesi ile kardeşi arasında diğer mirasçıları mirastan mahrum bı­
rakmak amacı ile 'muvazaalı işlemler' yapıldığını ileri süren M. Be­
yazıt Denizolgun 2001 yılı içerisinde gerçekleştirilen satışta 70 mil­
yar lira gibi komik bir rakam gösterilmiştir. Gayrimenkullerin değeri
gerçekte trilyonlardır"dedi.

Mal Kaçırmak için Gizli Anlaşma


Annesinin tapuda işlem yapabilmesi için 'akil bali olduğunu gös­
terir' bir doktor raporunun alınmış olmasının kanuni zorunluluk oldu­
ğunu da vurgulayan Denizolgun, 'bu hususun eksikliğinin yapılan
işlemin yok sayılmasını gerektirdiğini' ileri sürdü. Annesinin tereke­
si incelendiğinde satıştan elde edilen 70 milyar liranın var olmadığı­
nı da iddia eden Denizolgun, dilekçesinde 'bu durumun taraflar ara­
sında diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacı ile yapılmış gizli bir
bağış ilişkisinin var olduğunu ve Arif Ahmet Oenizolgun tarafından
gayrimenkuller için herhangi bir bedel öden mediğini ortaya koydu­
ğunu' savundu.

'Baskı Yapmadım'
Mahkemeye iki sayfalık bir cevap dilekçesi gönderen Arif Ahmet
Denizolgun ise iddiaları gerçekten uzak olarak nitelendirdi. Dilekçe­
sinde söz konusu bahçeli evi 24 Aralık 2001 tarihinde annesinden
o günkü kurdan 70 milyar lira yapan 50 bin dolara satın aldığını, pa­
rayı da annesinin banka hesabına yatırdığını anlatan davalı kardeş,
banka kayıtları incelendiğinde bunun ortaya çıkacağını belirtti. Di­
lekçesinde satın aldığı kargir evi yıkıp, yerine 4 katlı betonarme bir
bina yapıldığını ve arsayı gerçek değerine satın aldığını ifade eden
Arif Ahmet Denizolgun, "Satışta kesinlikle m uvazaalı durum yoktur.
Manevi baskı da söz konusu değildir" dedi. Annesinin parayı ban­
kadan çekerek, hayır kurumlarına verdiğini, bu durumu kardeşinin
de bildiğini kaydeden Oenizolgun, "Zira kendisi yardımı ve yardım

380
Ergün Poyraz

yapmayı seven bir kişiliğe sahipti. Bu konuda yüzlerce tanık bulun­


maktadır"dedi.

Evdeki Mirastan Hakkını istedi


Mehmet Beyazıt Denizolgun, ağabeyine açtığı davanın dilekçe­
sinde mahkemeden kardeşi üzerine kayıtlı tapunun iptalini ve gay­
rimenkulden kendisine düşen payı istedi. AKP milletvekili, üzerine
yapılan villa ile şu anki değeri 1 milyon dolar olan gayrimenkule ih­
tiyati tedbir konulmasını da talep etti . Bunun üzerine davanın görül­
düğü Ü sküdar 5. Asliye Hukuk Mahkemesi de gayrimenkule ihtiya­
ti tedbir kararı koydu .

'Anneme Yaptığı Büyük Hakaret'


Arif Ahmet Denizolgun, kardeşinin, annesinin 70 yaşında oldu­
ğunu, tapuda işlem için doktor raporunun gerektiğini, bu nedenle iş­
lemin yok sayılmasını ileri sürmesinin hakaret ve nezaketsizlik oldu­
ğunu belirterek şunları söyledi: "Annem vefatına kadar aklı başında
ticaretle uğraşan bir müstesna şahsiyetti. Buna rağmen kendisinin
talebi doğrultusunda 2001 tarihinde Dr. Nigar Ucarer'den hukuki iş­
lem yapmaya ehil olduğuna dair rapor dahi alınmıştır."

'Asıl Neden Siyasi Görüş Aynlığı'


Ağabeyinin iddialarını kabul etmediği cevap dilekçesi üzerine
mahkemeye ikinci bir dilekçe sunan Mehmet Beyazıt Denizolgun,
"Bekar olan davalı hayatı boyunca annem ile aynı evde yaşadı. Ay­
nı evde yaşayan anne-oğul arasında banka yolu ile para transferi
'muvazaa' niyetini ortaya koyar. Annem gayrimenkul zenginidir. Ki­
ra gelirleri vardı. Muvazaalı satıştan elde edilen paraya ihtiyacı yok­
tu" dedi.

Arif Ahmet'i Destekledi


Miras kavgasına kız kardeşleri Ayşe Gülderen Kuriş de mahke­
meye bir dilekçe vererek katıldı. Annesinin evin satışından elde et-

381
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

tiği paranın büyük bir kısmıyla kendisine Mercedes marka bir oto­
mobil aldığını, geri kalanıyla da hayır işleri yaptığını kaydeden Kuriş,
dilekçesindeki ifadelerinde ağabeyi Arif Ahmet'in yanında aldı. Ku­
riş, "Davalı kardeşimizin aldığı gayrimenkulün etrafındaki gayrimen­
kulleri de başkalarından satın alarak üzerine modern bir bina yap­
tırdığını herkes bilmektedir" dedi. Kuriş davanın nedeni olarak iki
ağabeyi arasındaki siyasi görüş ayrılığı ile dargınlığı gösterdi.

Tarikatlann Anası; Masonluk


Ülkemizde faaliyet gösteren tarikatlar incelendiğinde hepsinin
tek bir merkezden yönetildikleri, hemen hepsinin ipinin lngiltere gi­
bi ülkelerce tutulan birer kukla oldukları ortaya çıkıyordu. Tarikatları
yönlendiren kuklacının maşalarının Masonlar olduğu hemen göze
çarpıyordu. Masonları da Yahudi destekli CFR, Bielderberg gibi ku­
ruluşlar sevk ve idare ediyordu.
Mason Localarınsa sadece üyelerine dağıtılan Mimar Sinan adlı
Mason ayısında Mason Üstadı Sahir Talat Akev "Ritüeller" başlıklı
yazısında masonluğun tarikat olduğunu şu sözleri ile belgeliyordu:
" ... Mason Tarikatı: Burada bir terminoloji zorluğu ile karşı karşı­
ya kaldığımı itiraf ederim. Söz konusu olan kavram 'Ordre Maçon­
nique'tir. Bununla masonluğun tümü, yeryüzündeki masonluğun ta­
mamı kastedilmektedir. Ordre kelimesi sınıf (Sosyal Sınıf) d üzen,
tarikat, birlik, oda meslek-odası, kurum anlamına gelmektedir. .. "

Tarikatlar ülkemizde kanunla yasaklandığı için, Masonlar takiyye


sanatına üstadı azamı olduklarını, tüm dünyada masonluğun tarikat
olarak adlandırıldığını bilmelerine ve masonluğun aslının "tarikat" ol­
masına rağmen, "cemiyet" adına sığınarak gösteriyorlardı.
Masonluk hiçbir zaman millilik özelliği taşımamıştı . Yine aynı ya­
zısında Mason Üstadı Sahir Talat Akev, bu konuda da şunları belir­
tiyordu:
"En m uhterem Necdet Egeran kardeşimiz bir yazısında ritle ritü­
el arasındaki farka işaret ederek, Türkiye'de milli ritüelin yazılması
gerektiğine temas etmekte fakat bir Türk milli ritinden bahsedileme-

382
Ergün Poyraz

yeceğini ve böyle bir anlamda görüş ifade etmediğini söylemekte­


dir. . . "
Avrupa'nın tüm Masonları "Avrupa Mason Platformu", (EME)
adıyla 2005 yılında lstanbul'da toplanıyorlardı. Milli olan bir kuruluş
bu olayı Türkiye ve Türkiye'nin sorunlarını anlatmak, çözüm bulmak
için bir nimet olarak bilir. . . . Oysa Bizim masonlar Türkiye'nin sorun­
larını hiç konuşmamalarını yine takiyye sanatına sığınarak Özgür(!)
Masonların "Türkiye'de Özgür Masonların Dış İ lişkileri" adlı yayınla­
rında Özgür Masonların bu konudaki tutumunu şöyle belirtiyorlard ı :
" . . �Son yılda yapılan tüm çalışmalar ve özellikle de EME 2005 ls­
tanbul etkinliğinin sürdüğü üç gün boyunca, Ermeni sorunu, Kürt
sorunu, Kıbrıs sorunu, Patrikhane gibi sıkça gündeme taşınması
alışkanlık haline gelmiş olan konulardan hiçbirine tek sözcük olsun
değinilmesine olanak tanımamış olmayı, din ve siyaseti gündem dı­
şında tutma kararlılığının kazanımı sayıyorlar... "

Masonlar "gizli sözcükler"inin amaclarının; Mimar Sinan dergile­


rinin 1 02. Sayılarında ataları saydıkları Tapınak Şövalyeleri , Haçlı
Şövalyeleri daha açık deyişle isa'nın askerlerinin, kendilerinden
Müslümanları tefrik etme yani ayırmak olduğunu şöyle anlatıyorlar­
dı:
"Şövalye Ramsay, masonluğun tarihinde devrim yaratan ünlü
1 736/37 nutuklarında, masonluktaki kelimelerin , ilk defa haçlı şöval­
yeleri tarafından, aralarına karışabilecek Müslümanları tefrik edebil­
mek için, kullanılan Biblik pasajlardan ve masonluk mesleğinden
seçilmiş terimler olduğunu ileri sürer. .. "
Yine aynı sayıda Mason Tamer Ayan,"Masonlukta kullanılan ke­
limelerin hepsi de Biblik, özellikle Tevrat kaynaklıdır. . . " diyerek, ma­
sonluğun köklerine ışık tutuyordu . . .

Takiyye Sanatının Üstad-ı Azamlan


Masonlar internet sitelerinde kendilerini şöyle tanımlandırıyorlar­
dı;
"Günümüzdeki masonluk, Rönesans ve Reform süreçlerini izle-

383
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yen Aydınlanma Çağı'nda kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlı­


ğın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve
bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üstyapı kuru­
mudur. . . "
Onların bu tanımlamalarına karşı Ulusal Kurtuluş Savaşımızın
Kahramanı Yüce Atatürk Masonlar hakkındaki düşüncelerini çok
açık ve net bir şekilde ortaya koyuyordu . Dönemin Van Milletvekili
lbrahim Arvas, hatıralarında, Atatürk'ün masonlara yaklaşımını şu
şekilde ifade ediyordu:
"Mustafa Kemal'in sevmediği i ki zümre vardı. Birincisi Dönmeler,
ikincisi ise Masonlardı . . . Bir gün eski Adliye Vekili Mahmud Esat
Bozkurt'u çağırdı. Kendisine masonların taksimat, teşkilat, ahvalini
bildirir bir kitap verdi. "Bunu güzelce mutalaa et, bir takrirle Halk
Partisi Grup Başkanlığına ver, grupta bunlara şiddetli hücum yap ve
grupça kapanmasına dalalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın
olacaktır" dedi . Grup danışmanı Mahmut Esat Bozkurt, riyaset ma­
kamına bir takrir verdi ve takririnin okunmasını reisten rica etti. Hü­
lasası şöyleydi :
"Masonluk, kökü dışarıda bir Yahudi tarikatından başka bir şey
değildir, memleketimizde bunun ne işi vardır? Bunu da grup kara­
rıyla kapatalım . . .
"

Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu m üjdeyi


verdi: "Arkadaşlar, yarından itibaren Türkiye'de masonluk kalma­
mıştır ve bütün localar kapanmıştır. . . "Salonda bir kıyamet koptu, al­
kışlar, bağırmalar "Kahrolsun Yahudi uşaklan" sesleri tavanları çın­
latıyordu . Şükrü Kaya ve arkadaşları sırra kadem basmışlardı. Grup
dağıldıktan sonra Dr. Mim Kemal'i öne katarak meclisteki masonlar
toplu olarak Reis-i Cumhur'a gitmişlerdi. Mim Kemal, Reis-i Cum­
hur'a hitaben: "Efendimiz biz zaten maiyet-i devletindeyiz fakat siz
Meşrik-i Azam'ımız olursanız, bir pervane gibi etrafınızda dönüp do­
laşırız" demiş. Reis-i Cumhur: "Peki bir şey soracağım, bana cevap
veriniz de sonra ... Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbu­
unuzun ismi nedir?

384
Ergün Poyraz

"Biz Cenova'ya tabiyiz ve Reisimiz Barca Mişon cenaplarıdır"


demiş. Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemal Paşa onlara
hitaben:

"Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. "Yahudi uşakla­


n!" Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi, ben sizin gibi bir çift
Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki
bütün locaları kapatmadığınız taktirde, yarın teşkil edeceğim, Di­
van'ı rjarb-i Örfı'ye hepinizi verir ve astırırım. Haydi defolun karşım­
dan" diyerek onları kovdu, onlar da yıldırım telgraf ve telefonlarla
. .

vaziyeti lzmir, lstanbul ve Adana'ya bildiriler ve sabah olmadan


hepsinin kapanma kararlarını getirip, henüz sofrasından kalkmayan
Reis-i Cumhur'a verdiler ve derin bir nefes aldılar. Reis-i Cumhur
Mustafa Kemal bu suretle bütün Mason localarını kapattı ." (lbrahim
Arvas, Tarihi Hakikatler, s.7 1 -72)
Bu olayın ardından Atatürk rahatsızlanmaya başlamış, hastalığı
birkaç yıl içinde iyice vücudunu sarmıştı . Bu arada Fransa'dan dok­
torlar getiriliyor, nedense gelen doktorlar hep masonlardan seçili­
yordu. Atatürk'ün ölüm raporu altında imzası olan doktorlardan Mim
Kemal Öke 26. 1 2. 1 925 yılında "Muhibbanı Hürriyet-Özgürlük Dost­
ları" Locasında 21 2 matrikül numarası ile tekris olmuş 33. Derece­
ye kadar yükselmiş bir masondu . Yine Atatürk'ün ölüm raporunda
imzası bulunan bir diğer doktor; Neşet Ömer İ rdalp 24.03 . 1 9 1 1 yı­
lında Resne Locasında Masonluğa adım atmıştı .
Atatürk'ün ölümünün üzerinden daha 36 saat geçmeden 1 937
yılında Başbakanlıktan azlettiği İ smet İ nönü masonlarla işbirliği ya­
pıp onların desteğini alarak Cumhurbaşkanı oluyor, Atatürk'ün Dol­
mabahçe'deki cenazesine katılmadığı gibi Etnografya müzesinde
1 1 yıl beklettiği Atatürk'ün naşının Anıtkabire nakledilme törenlerin­
de de bulunmuyordu. Pullardan ve paralardan Atatürk'ün resmini
kaldırıp kendi resmini bastırıyor, heykellerini depolara kaldırtıyor, ka­
pattığı Mason Localarının birer birer açılmasına destek veriyordu .

385
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Atatürk'ün ölümünün ertesi günü gayrı resmi faaliyetlerine baş­


layan Mason Locaları resmi olarak 1 939 yılının ilk aylarında aradık­
ları ortama kavuşuyorlardı . . 1 6 Ocak 1 939 yılında lstanbul'da Üstat­
lığını Ali Galip Taş'ın yaptığı İ deal locasını yine aynı yıl İ stanbul'da
Mustafa Hakkı Nalçacı üstatlığında Masonik çalışmalara başlayan
ve Kültür locası ile, İ zmir' de yer alan Ülkü Locası takip ediyordu . Ül­
kü Locası'nın üstatlığına Cevdet Hamdi Balım getiriliyordu.
Kürt Said'e her fırsatta övgüler düzen ve N urculuğun yayılmasın­
da en büyük emeği geçenlerden Mason Süleyman Demirel'in Baş­
bakanlı'ğından sonra masonlar devletin her kademesinde yer bulu­
yorlardı.
Masonlar ideallerini anlatırlarken takiyye sanatına yeni bir boyut
kazandırıyorlardı:
Masonluğun amacı ; semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı
yüksek ahlak ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak olgunlaş­
malarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk
ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe ya­
şayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmaktır.
Masonluk, bu yüce ülküsünü i nsanlık Mabedi inşası olarak tanımlar,
ve bu amaca uygun düzenli bir şekilde ulaşmak için tüm üyelerini
uyması gereken temel ilkeler koymuştur.
Oysa Masonların sadece üyelerine verdikleri Mimar Sinan Der­
gisi'nin 96. sayısında "Bizim Landmarklarımız" yani asla değiştirile­
meyecek kurallar başlığı altında Mason adaylarından ilk anda iste­
nilen şartlar açıkladıkları özelliklerinden ne kadar farklı olduklarını
gösteriyordu.
"Adayların erkek olması . . . Görünür sakatlıklarının olmaması. ..
Sağır ve dilsiz olmaması ... Hafıza kaybı olmaması . . . Hadım edilmiş
olmaması. .. Tekristen yani masonluğa kabul töreninden önce belli
bir aidatı yatırmış olması. .."

Buradan da açıkça görülüyor ki, çok parası olmayan Mason ola­


mıyor. Kabul törenindeki peşinatı her yıl ödenen üyelik aidatı izliyor.

386
Ergün Poyraz

Onu da törenlerin sonunda dul karı torbasına atılan bağışlar izliyor.


Eğer başınıza bir iş gelir aidatı ödemekte zorlanırsanız, ikinci üçün­
cü sınıf vatandaş muamelesi görüyor, bir sığıntı durumuna düşüyor,
locada alınan kararlarda hiçbir etkinliğiniz ve katılımınız olmuyor.
Kendilerini "Duvarcı Ustası" olarak lanse eden masonların ara­
sında emeğini yapı işiyle kazanan gerçek bir duvarcı ustası bula­
mazsınız. Gerçek anlamda bir çırak, bir kalfa, bir usta mason loca­
larının kapısının önünden bile geçirtilmez.
İ şin daha acı yanı Masonluğa yıllarınızı ve servetlerinizi verseniz.
Ancak Ülkenizi savunurken düşman kurşunu hafif şekilde bile sa­
katlansanız işte o zaman yandınız. Sakın Mason Locasının size te­
şekkür edeceğini size değer vereceğini sanmayın. Zira kurallarını
İ ngiliz Papaz Anderson'un koyduğu bu tarikatta hemen dışlanıyor
ve hiçbir söz hakkınız kalmıyor. Çünkü hiçbir zaman değişmeyecek,
değiştirilemeyecek landmarklarına göre "sakat kişinin" Mason loca­
larında yeri yok.
Mason yönetici ve gazetecilerin hakim olduğu gazetelerde ma­
son yazarlar bile haremlik selamlık uygulamasını en sert biçimde
eleştirirlerken , localarına dişi sinek bile almıyorlardı.
Localardaki masonik çalışmalara eşlerini, çocuklarını almadıkla­
rı gibi kapıdan bile baktırmıyorlardı. Sonra da her seçilen "Büyük
Üstatları" yüzleri kızarmadan "kapılarımız herkese açık" şeklinde ko­
nuşabiliyor, bir de bu konuşmaları basına yansıtıyorlardı.

Mason Eşleri Localara Giremez


Masonların yayın organı Mimar Sinan Dergisi'nin 40. sayısında
Sahir Erman, "Mason eşleri localara giremez" başlıklı yazısında bu
konuda özetle şunları vurguluyordu:
"Mason eşleri localara giremez:
Zaman zaman hanımlara mahsus veya karma locaların kurul­
ması meselesi ileri sürülmektedir. Fakat Skandinav Büyük Locala­
rından hiçbiri hanımları kabul etmek veya hanımlara mahsus klüp
veya derneklere katılmak suretiyle bizim eski ana prensiplerimizi ih-

387
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

lal etmeyi düşünmemektedir. Her iki cinsiyet için hürriyet, musavat


ve kardeşliğin hüküm sürdüğü günümüzde bile başka türlüsü ola­
maz. Localar sadece erkekler içindir."
"Mason eşleri localara giremez" diyerek kendi eşleri ve çocukla­
rını dahi localara almayan masonlar; Takiyyenin 21 . Yüzyıldaki en
büyük virtüözleri olduklarını kanıtlıyorlar ve l nternet sitelerinde ken­
dilerini tanımlarken kullandıkları ; "Masonluk gizli bir kuruluş mu­
dur?" sorusuna verdikleri cevapla komik ötesi oluyorlardı:
" . . . Masonluk gizli değil, sadece üyelerine açık bir kuruluştur. Bü­
tün derneklerde olduğu gibi üye olmayanlara kapalıdır. Masonluğun
gizli bir topluluk sanılmasının nedenlerinden biri, üyelerinin çok es­
ki zamanlardan bu yana kullandıkları sembolik işaret ve sözlerdir. . . "

Masonlar gizli olmadıklarını gazete ilanları ile açıklıyorlardı. Söz­


de Hür ve Kabul Edilmiş Masonların Tuna Caddesinde bulunan ye­
di- sekiz katlı binalanna astıklan ve kendilerini tanıtan tabelanın
uzunluğ u 1 0 cm, eni ise sadece 1 2 cm'di. Onunda yazılan tam ola­
rak okunmuyordu. Yani hemen hemen kağ ıt 1 YTL'nin yansı ...
Yine sözde özgür olduklarının iddia eden Büyük Mason Mahfi­
li'nin bir tabelası bile yoktu. Jandarma bölgesine sığınan sözde öz­
gür masonlar, ilginç bir mimariye sahip olan binalarının ne olduğu
kendilerine sorulunca, Mimarlar ve Mühendisler Odası , Cumhur­
başkanlığı Müşavirliği ya da lokali, basın merkezi gibi tam da ma­
sonluklarına yakışan gerçek dışı bilgiler veriyorlardı.
Yukarıda da belirttiğim gibi, "mason eşleri bile localara alınmıyor­
lardı". Mason eşleri mason nikahı kıydırmışlarsa senede bir defa ye­
mek salonlarında yemek yiyebiliyordu. Eşi locada can çekişse, can
suyu vermek için dahi localara giremezlerdi. Yine mason çocukları
da tekris zamanları gelip tabi ki erkek çocuklar, tekris olmadan as­
la mason localarının kapısından bile baktırılmıyordu. Mason locala­
rının halka açıldığı ilan ve haberleri koskoca kuyruklu bir yalandı.
Ancak mason eşleri kadınlar, kendi durumlarına bakmadan irti­
cai gurupların haremlik selamlık uygulamalarını eleştiriyorlardı. Ne
kadar zavallı konumda olduklarını bilerek ...

388
Ergün Poyraz

Zaten Mason Rütüellerinin ham maddesi hile, kan, iftira ve ya­


lanla yoğrulmuştu .
Masonlukta ilk şart paralı olmaktı. Öyle ki Mason localarının açıl­
ması ise paraya olan ihtiyaca göre belirleniyordu. Yine Mason ya­
yınlarından Tesviye Dergisi'nin 39. sayısından öğrendiğimize göre
bazı mason locaları paraya ihtiyaçları oranında paralı insanları ma­
son olarak bünyelerine alıyorlardı. Dergide bu durum şöyle anlatılı­
yordu:
1 993 yılında bir araya gelen bir kısım kardeş, lstanbul'un şehir
olarak çok büyüdüğünü, pek çok semtten Nuruziya sokaktaki loka­
le ulaşmanın büyük güçlük arzettiğini, hatta devama bile tesir ettiği­
ni, artık semt mabedlerini kurmanın zamanının geldiğini düşündüler.
Yakacık vardı ama, ulaşım zordu. Büyük locamızın maddi olanakla­
rının buna elvermediğinin de bilincindeydiler. Bu şartlar altında tek
çarenin, bizzat kardeşlerin finanse edecekleri bir semt lokalini ku­
rup büyük locamıza hibe etmek olduğu fikrinde birleştiler ...
... Bir idealde birleşip eldekileri ortaya koymak, bir kesede birleş­
mekle bu iş tamamlanamazdı. O halde, özellikle bu gayeye hizmet
edecek, bir misyonu yüklenecek localar kuracaklar, üyelerini Ana­
dolu yakasında oturan ya da çalışanlardan seçecek, yapılacak tek­
rislerden alınacak bağışlan özel bir hesapta toplayıp zamanı geldi­
ğinde kullanacaklardı. Büyük Locaya ödenen giriş aidatı da özel
fonda biriktirilip ihtiyaç anında kullanılacaktı.
Bu fikri o tarihte görevde olan Büyük Üstadımıza ve bütün Büyük
Görevli Kardeşlere açtılar, prensipte anlaştılar ve olurlarını aldılar.
İ lk olarak 1 2 Mayıs 1 993 tarihinde Doğu Muh.Locası kuruldu. Onu
24 Ekim 1 995 günü çalışmaya başlayan Güney Muh. Locası, niha­
yet 3 Nisan 1 997 günü açılan taşacağı Muh. Locası takip etti. ... "

Kıllı Kuğular
Sosyetenin diş hekimi Doç. Dr. Ata Anıl ile eşi Esra Anıl, karşı­
lıklı açtıkları boşanma davasında birbirlerinin özel fotoğraflarını delil
olarak veriyor, ve bu fotoğraflarda masonların kadın kılığına girerek

389
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

eğlendikleri ortaya çıkıyordu. Rengarenk ve yarı çıplak transparan


giysiler içinde erkek erkeğe(!) eğlenen masonlar adeta birer kıllı ku­
ğuları andırıyordu.
Böylece Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derne­
ği'ne üye Doç. Dr. Ata Anıl'ın, eşi Ayşe Esra Anıl aleyhine açtığı bo­
şanma davasında dosyaya delil olarak konulan fotoğraflar, 'Mason­
lar'ın düzenlenen bir gecede nasıl eğlendiklerini ortaya koyuyordu.
Dava dosyasında ve basında yer alan bilgilere göre bugüne kadar
gerçekleşen olaylar, Esra Anıl'ın açtığı karşı boşanma davası dilek­
çesine göre şöyle gelişti:

Bir Çocuklan Var


Türkiye'de tanınmış diş doktorlarından olan ve Berlin Charite
Üniversitesi'nde doçent olarak görev yapan Ata Anıl, 1 4 Temmuz
1 995'te Ayşe Esra Anıl'la evlendi. Bu evliliklerinden şu an 5 yaşın­
da bulunan 'Emre'adında bir çocukları oldu. Ancak geçen 1 1 yıllık
evlilik süreci içinde Ata Anıl, evini ve çocuğunu ihmal etmeye baş­
ladı. Doç Dr. Anıl, eşi Esra Anıl'a iş çevresini genişleterek müşteri
kapasitesini artırması gerektiğini söyleyerek, zaman zaman eve
gelmemeye başladı. Evliliğin ilk yıllarında Esra Anıl da eşine destek
vererek iş toplantılarına katıldı. Ancak kocasının zaman içinde ken­
disinden çok iş arkadaşlarıyla birlikte olduğunu fark edince evlilik
çatırdamaya başladı.

Evlilik Birliği Sarsıldı


Esra Anıl eşinin, işini, eşi ve çocuğundan üstün tuttuğunu belir­
terek, "Kendine ayrı bir d ünya kurdu. Bu dünyada bana ve çocuğu­
ma hiç yer vermedi. Evlilik birliğimiz temelinden sarsıldı" dedi. Esra
Anıl 1 1 yıllık evliliklerinde kazandıkları malvarlığını eşi Ata'nın kendi
üzerine yaptığını iddia ederek, "Boşanırken de kendi koyduğu şart­
lara göre boşanmak istiyor. Maddi ve ekonomik gücünü benim üze­
rimde kullanarak boşanmayı kendi lehine çevirmek istiyor" dedi.

390
Ergün Poyraz

Mason Dünyası Afişe Oldu


5 aydır ayrı yaşadıklarını dava dilekçelerinde anlatan ve mason­
ların transparan giysiler içinde birbirlerine sarılıp oynarken gösteren
fotoğrafları da yine aynı dilekçesine ekleyen Esra Anıl'ın avukatı,
Ata Anıl'ın mal kaçırma hazırlığına giriştiğini ve davayı , üstüne olan
malvarlığını kaçırdıktan sonra açtığını iddia etti. 5 yaşındaki Em­
re'nin müvekkili Esra Anıl'a verilmesi gerektiğini de anlatan avukat
Demirbağ, " 1 50 bin YTL maddi 1 00 bin YTL manevi olmak üzere
toplam 250 bin YTL'nin tazminata hükmedilmesini talep ediyoruz"
dedi.

Takipteyim
Suç duyurusunda da bulunan Esra Anıl, eşinin kız kardeşi Rana
Anıl Yosmaoğlu'nun kendi babası ve kız kardeşini arayarak, "Elimiz­
de kanıtlar var" dediğini iddia etti. Eşin tuttuğu adamların ofisine giz­
lice girdiğini iddia eden Esra Anıl, "1 .5-2 yıldır takip ediliyorum . Bu
kişiler benim gittiğim yerlerde gizlice resimlerimi çekip kameraya
kayıt almışlar" dedi. Esra Anıl eşinin de kendisine e-mail ve fotoğ­
raflarla şantaj yaptığı belirterek, "Söz konusu mail ve fotoğraflar bo­
şanma davasında şantaj ve tehdit aracı olarak kullanıyorlar" diye
konuştu . . .

Localara Kadın Almadılar, Kadın i ç Çamaşın Aldılar


1 5 Mart 2006 tarihinde bunları yazan Mason Localarının Konfe­
ransçılarından Seyfettin Halit Kakınç, 1 6 Mart 2006 tarihli köşesin­
de bu kon u ile hiçbir şey yazmıyor ancak, gazetesinin manşetinde
" İ ç çamaşırını bile Locaya ödetmiş" başlığı ile ilginç iddiaları okuyor­
duk. Kon uyla ilgili sürmanşet haber şöyleydi .
"Hür v e Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nda kavga büyü­
yor. Yolsuzlukla suçlanarak "harici aleme iade" edilen eski Büyük
Üstad Kaya Paşakay'la ilgili iddialar havada uçuşuyor. işte Loca'ya
fatura edilen bazı harcamalar:

391
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

1 trilyon liralık mefruşat alımı.


5.5 milyarlık altın tabanca.
1 .5 m ilyarlık kadın iç çamaşırı.
Lüks otellerde erotik kanal izleme faturası.
lzmir'de 50 milyarlık Loca binası tadilatı için 400 milyar ödeme ... "
Çalışmalarına kadınları almayan hatta kendi eşlerini bile ancak
senede bir defa locanın kenarına kadar getirebilen Masonlar ne hik­
metse 1 .5 milyar liralık kadın iç çamaşırını locaya fatura ediyordu .
Böylece kadın giremeyen localara kadın iç çamaşırları giriyordu.

Tekris Töreni
31 yıllık Mason Sabahattin Arınç'ın yazdığı ve masonlara övgü
olan "Masonların Dünyası" adlı kitapta ve 1 . derece ritüeli adlı ma­
sonik yayınlarda Tekris töreni şöyle yer alıyordu:
"Eriştirme töreni (tekris, inisiasyon)
Bir harici'nin , (mason olmayan kimsenin) masonluğa alınması
için yapılan geleneksel törene "Eriştirme töreni" (tekris, inisiasyon)
denir. Masonların "ham taş" adını verdikleri "harici" tekris edilerek
ışığa (nur ve ziyaya) kavuşacak, mason locasında eğitilerek daha
yetkin bir insan olacaktır....
Masonluğa alınmasına karar verilen harici, tekris günü, bir reh­
ber masonun eşliğinde derneğe getirilir, bekleme odasına alınır.
Kendisini törene hazırlayacak olan "Korkunç kardeş"e (Mahuf bira­
dere) emanet edilir. Korkunç kardeşin kılığı , gerçekten, ürküntü ve­
ricidir. Sırtında topuklarına dek uzanan kara bir cübbe. Başına, yal­
nız gözlerini açıkta bırakan kara bir kukuleta geçirilmiş elinde bir ya­
lın kılıç, Korkunç Kardeş, hariciyi gözlerini bağlayarak düşünme
odasına götürür. Odada göz bağını çözer.
Düşünme odacığında (tefekkür hücresi) bir mumun aydınlattığı,
siyah bezle örtülü küçücük bir masa, masanın üstünde kurukafa,
kum saati, bir dilim kuru ekmek, bir kap içinde biraz tuz. Bir bardak
su ve bir ayna vardır. Masa üzerinde camlı bir çerçeve içinde şu ya­
zı göze çarpar;

392
Ergün Poyraz

Ben . . ...... . . . . . , önceden vermiş olduğum istek belgemde yazdı-


ğım gibi, bilerek, isteyerek ve h içbir etki altında kalmadan mason ol­
mayı istediğimi bildiririm. Vicdanıma ve inançlarıma aykırı söz ve
görüşlere uymak zorunda bırakılmayacağımı bilerek, Türk masonlu­
ğunun ve beni içine alacak locanın yöntem ve kararlarına iyi niyet­
le uyacağım. Şu andan başlayarak burada işitip göreceklerimi baş­
kalarına söylemeyeceğime şerefim üzerine söz veriyorum .
Korkunç kardeş hariciye bu andı okumasını bildirir ve imzalama­
sı için üçgen biçiminde bir kağıt verir. Masonların vasiyet belgesi
(vasiyetname) dedikleri bu kağıdın bir yüzünde şunlar yazılıdır:
'Önümdeki andı okudum, uygun buluyor ve imzalıyorum. Kağı-
dın öteki yüzünde şu sorular görülür:
i nsanın yurduna karşı görevi nedir?
insanın kendisine karşı görevi nedir?
insanın tüm insanlara karşı görevi nedir?
Korkunç kardeş, düşünmesi için adayı yalnız bırakır. Biraz sonra
döner; haricinin yanındaki para , saat, yüzük, anahtar vb. madensel
eşyayı alıp bir torbaya koyar. i mzalanan vasiyet belgesini kılıcının
ucuna geçirip gider. . . "
Mason yazar Sabahattin Arıç, burada bir noktayı atlamış, Büyük
Mason Mahfıli'nin "I. Derece Ritüelleri" sayfa 1 7'de adaydan bazı
ödentilerin alındığını şöyle açıklıyordu:
"Sayın üstad, ya da sekreter isteklinin, buluşmadan yarım saat
önce Lokal'e yakın bir yerde bulunmasını, önderlik eden kardeşlere
bildirirler. Önder, istekli ile görüşüp, katılma ödeneği ve başka gi­
derlerin yanında bulundurulmasını, sözleştikleri yerde gelip kendisi­
ni alacağını söyler ve kararlaştırılan saatte istekliyi alıp lokale geti­
rir. Sonra gerekli ödemeler alınır. . .
"

Bu durumdan anlaşılacağı üzere katılım parası ve aidatları öde­


me gücü olmayan Localara alınmaz. Her ne kadar kendilerini du­
varcı ustası olarak lanse etmişlerse de, tarih; mason localarına alı­
nan bir duvarcı ustasını kaydetmedi. işçi, emekçi , kapılarından içe­
ri bile bakamaz . . . " Neyse biz dönelim tekris törenine:

393
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

" . . . Harici , düşünme odasında gördüklerinin anlamını, kuşkusuz,


anlayamaz. Bunlar, onu dış dünyadan ayırmak, tinsel (manevi) ola­
rak öldükten sonra doğacağı yeni dünyayı düşündürmek içindir. Ek­
mek ve su, zenginlikten uzak, gösterişsiz bir yaşamı anlatır. Tuz;
aklın, sağduyunun ve ılımlılığın simgesidir. Vasiyet belgesi ile kafa­
tası; yaşamın sonu olan ölümü ve ruhun ölümsüzlüğünü sezdirir.
Madenler; tutkulara ve peşin yargılara kapılmamayı düşündürür.
Harici bunlardan arınarak mason mabedine girecektir.
Düşünme odasına dönen korkunç kardeş, locaya tanıtılacak
olan mason adayını uyarır. "Bundan sonra yüzyıllardan beri sürüp
gelen g üzel ve anlamlı bir törene katılacaksınız. Belki daha önce, bu
törenle ilgili birçok uydurma masallar dinlemişsinizdir. Burada ma­
son adaylarına eziyetler, kaba ve çirkin şakalar yapıldığı öteden be­
ri söylenir. Oysa ki bu tören, insan ruhuna bir sesleniştir; simgele­
rin yardımıyla duygulanmayı , ve yeni bir yaşama doğmayı sağla­
mak için düzenlenmiştir. Şimdi kılığınızda bazı değişiklikler yapacak
ve gözlerinizi yine bağlayacağım. Size yardım edecek ve yol göste­
recek olanlara güveni n . Korkusuzca ilerleyin ve olup bitenleri iyi an­
lamaya çalışın.
Haricinin ceketi çıkarılır, boyunbağı alınmış, kolları sıvanmış, sağ
ayağına terlik giydirilmiş, pantolonun sağ paçası dizkapağına dek
sıvanmıştır. İ çten duyguların simgesi olarak göğsü çıplaktır. Boynu­
na geçirildikten sonra omuzlarından ve koltuk altlarından çapraz
dolaştırılan bir iple çekilerek iki rehberin yardımıyla locanın kapısına
getirilir. Hariciye rehberlik eden muhakkik kardeş kapıya bir kez vu­
rur: Tak!
i çeriden koruyucunun sesi duyulur:
'Tehlike işareti veriliyor, i l . Nazır kardeşim.

il : NAZIR "Tehlike işareti veriliyor, sayın Üstadım.


SAYIN ÜSTAD Ne oluyor? Bakınız.
il NAZIR: Koruyucu kardeşim, neden tehlike işare­
ti veriliyor, bakınız.

394
Ergün Poyraz

KORUYUCU (Locanın kapısını açıp baktıktan sonra) muhakkik


kardeş locaya alınmasını isteyen bir yabancı ge­
tirmiş, i l . Nazır kardeşim.
il Nazır: Muhakkik kardeş locaya alınmasını iste­
yen bir yabancı getirmiş, sayın Üstadım.
SAYIN ÜSTAD Kardeşlerim , uyanık olunuz; kapıda bir yabancı
var. (içeriden gelen gürültüler ve kılıç sesleri ara-
sında konuşmasını sürdürür.) Muhakkik karde­
şim, bilirsiniz buraya yabancılar giremez. Söyle­
yin ona buradan gitsin.
MUHAKKi K Kapımıza gelen özgür ve iyi bir insandır. Dışarıda
karanlıkta kalmıştır. lşığa kavuşabilmek umuduy­
la buraya gelmiş bulunuyor.
SAYI N ÜSTAD Bu umudun ne ile gerçekleşeceğini düşünüyor?
MUHAKKiK Tanrının yardımıyla, Sayın Üstadım.
SAYIN ÜSTAD Muhakkik kardeşim , ona kefil olur musunuz?
MUHAKKiK Kefil oluru m . Sayın Üstadım.
SAYIN ÜSTAD Kardeşlerin yardımıyla buraya gelmiş, iyi bir in­
sana kapımız açılsın.
(Harici içeri alınır. iki sütun arasına getirilir. Mu­
hakkik kardeşle, korkunç kardeş adayın arkasın­
da dururlar. i l . Tören Üstad'ı kılıcının ucunu ya­
bancının göğsüne dayar).
SAYIN ÜSTAD Sivri ucu göğsünüze dayanan kılıç, daha çok iler­
lememenizi size hatırlatır; ve sırlarımızı açığa vu-
rursanız, çekeceğiniz derin vicdan azabını sim­
geler. Kardeşlerim "Aday"ı locaya tanıtınız. (Mu­
hakkik adayın kimliğini bildirir)
. . . . M ason olacak aday bazı localarda komple soyundurulur, ve
gözleri kapalı boynundaki ip'ten tutularak üç değişik yolculuğa çı­
karılır, bu yolculuk esnası nda korkunç gürültülü müzikler çalınır.

395
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Mason adayı, kılıçlarla taciz edilir. En son istediği Nur'u ziya üs­
tadları tarafından gözlerinin açılmasının ardından projektör ışığı
tutularak verilir ve ardından üç mason öpücüğü ile öpülür ve Ma­
son olur. Büyük Mason M ahfili Derneği'nin 1 985 yılında Cahit
matbaasına bastırdığı "I. Derece ritüelinin" 33. Sayfasında, N u ru­
ziya yani ışık verildikten sonra üstadları adaya şu konuşmayı ya­
par;
"Uçları sizlere doğru çevrilmiş olan kılıçlar, bundan sonra ya­
şamınız ve namusunuz bir saldırıya uğrarsa Masonların sizi sa­
vunacağını, biraz önce içtiğiniz AND'dan döner ve size düşen gö­
revleri yapmazsanız, Masonluğun sizden öç alacağını simge­
ler..."

Bu konuşmanın ardından boynundaki ip çıkarılır...


Son merhale de ritüeller de şöyle yer alır:
"Sonra istekliyi kutlar, üç kez öper, Çırak önlüğü verir, takılması-
na yardım eder. . . "

Aynı ritüellerin 30. sayfasında Mason andı şöyle yer alır:


"And
Evrenin Ulu Mimarı onuruna, şu mason topluluğunun önünde,
kendi istek ve buyrultumla, içtenlikle dolu olarak And içerim ki, ba­
na söylenecek ve öğretilecek masonluk gizemlerini bir masondan
başkasına ve mason Mahfilinden başka bir yerde açıklamayaca­
ğım. Mason toplantılarına düzenli olarak katılacağım. Onurumu ko­
ruyacağım . İ nsanları seveceğim. Aile ve yurduma karşı esirgemez
olacağı m . Bilgisizlik ve bağnazlıkla savaşacağım. Doğruluktan ve
tüzeden ayrılmayacağım. Başkalarının haklarına da kendi haklarım
gibi saygı duyacağım ve göstereceğim. Büyük mason mahfilini ül­
kemizde simgesel tanıyacağım. Anayasasına, iç tüzüğüne mahfiller
genel tüzüğü ile sayın mahfillerimizin iç tüzük ve kararlarına kesin­
likle uyacağım .... "

396
Ergün Poyraz

ip ve Kılıç'ın Hikmeti
Mason adayı , Loca içinde gözleri bağlı olarak ve boynuna, ko­
yunlara veya idamlıklara geçirilen ipin ucundan tutularak dolaştırılır.
Masonlara simgesel olarak, "Bu iple her türlü hürriyetiniz ve ta­
sarruflarınız bizim elimizde. Artık geriye dönerseniz bu ip'le asılır,
ölüm fermanınızı imzalarsınız" denilir.
Bunun örnekleri Menderes, Zorlu Polatkan'da yaşanmıştır. Men­
deres ve ekibi masonlara karşı geldiği, ve localarını kapattırma te­
şebbüsünde bulundular, Atatürk zamanına geri dönecekler diye
idam edildiler.
Göğse dayanan kılıçların nedeni; Ritüellerde ve Mason yayınla­
rında belirtildiği gibi;
Bunun yanında bulunduğunuz yerden izinsiz olarak daha ileri gi­
derseniz, Mason çıkarlarına aykırı davranırsanız kılıçla öldürülürsü­
nüz demekti.
Üzeyir Garih'in ölümünde bu yöntem uygulandı. Çünkü Garih ma­
sonların kararlarını uygulamadığı gibi karşı çıkıyor, İ srail'e ödediği
vergiyi de aksatıyordu. Diğerlerine ibret olsun diye kama şekli kılıç­
larla öldürüldü ve tarihe yüzü koyun yatan tek maktül olarak geçti.

Masonlann Ağalan
Sabahattin Arınç'ın yazdığı "Masonların Dünyası" adlı kitabın 84-
85. sayfalarında masonların nerelere bağlı olduklarını anlatıyordu.
Masonik yemindeki "ülkem" sözünün yine mason yasalarında "Üs­
tad'lara kesin itaat edilir", "asla sorgulanamaz" hükmü, en büyük
üstadların bu ülkelerde olması nedeniyle hakimiyetin de buralarda
olduğunun kanıtıdır. 84-85 sayfalar patronların kimliğini şöyle açıklı­
yor:
"Bununla birlikte, masonluğun geleneklerini koruyan merkezler,
kadınların mason localarına alınmasına izin vermezler. Bunlar lngil-
. .

tere, lskoçya, lrlanda Büyük Locaları, Amerika Birleşik Devletleri

397
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Güney ve Kuzey Juridiksiyonları gibi kuruluşlardır. Bu obediyanslar,


dünyanın herhangi bir yerinde kurulacak mason örgütüne berat ve­
ren , Masonluğun tapu kütüğünü elinde bulunduran yetkelerdir.
Amaçları masonluğun eski geleneklerini korumaktır. Onların izni ol­
maksızın oluşan bir Mason kuruluşu ; "Düzensiz" (yasa dışı) sayılır.
Ayrıca, bir masonluğun dünya masonluğunca tanınması için bu
merkezlerin ortaklaşa kabul ettikleri ilkelere de uymak gerekir... "
Masonlar kadınları içlerine almamakla kitaplarının 85. sayfasın­
da şöyle övünüyorlardı:
"Dünyanın hemen hemen tüm büyük locaları ve yüksek şurala­
rıyla tanınmış bulunan Türkiye Büyük Locası da, dünyanın tüm "dü­
zenli" mason kuruluşları gibi, kadınları kendi ailesi içine almaz."

Atatürk'ün Kovduğu Masonlar


Atatürk'ün kapattırdığı ve huzurundan "Defolun Yahudi uşakları,
çıfıtlar" sözleri ile kovduğu Mason Localarının bugünkü temsilcileri,
dindarlık maskesi altında peygamberlere sövmeleri gibi Atatürkçü­
lüğü de kimseye kaptırmama görüntüsü vermeye çalışmaktadırlar.
Anıtkabir'de yaptıkları geçit töreni sadece göz boyamaya çalışma­
nın, takiyyenin son zamanlardaki çağdaş versiyonlarındandı. Loca­
larında Cumhuriyetin kuruluşunu kutlarlarken(!) Atatürk'ü sadece
içki masasında gösteren tiyatro oyunları sergileyerek adeta Cumhu­
riyetin içki masasında kurulduğunu iddia etmeye kalkıyorlardı. Anıt­
kabirde yaptıkları geçit törenini görenler şaşkınlıktan değil, bunların
yüzsüzlükleri adına "Allah Allah" diyorlardı. Ve Mustafa Kemal Ata­
türk'ün bunları geçmişte nasıl kovduğunu anlatan cümleler, bunla­
rın gerçek yüzlerini görenlerin bilenlerin gözlerinin önünde canlanı­
yordu .
"Haydi defolun buradan, cehennem olun gidin. "Yahudi uşakla­
n!" Benim milletim bana kahraman sıfatı verdi, ben sizin gibi bir çift
Yahudi'ye uşak mı olacağım? ..."
Atatürk'ün hastalığında yine Atatürk tarafından Başbakanlıktan

398
Ergün Poyraz

kovulan lnönü'nün teşvikleriyle filizlenen, Türkiye'de sızmadık yer


bırakmayan masonlar, şimdi adeta Atatürkçülük dersi veriyorlardı.
Türk Devleti'nin en hayati yerlerine n üfuz ediyorlardı. Atatürk'ün öl­
dürülmesinin ardından, Atatürk tarafından kovulan Mason Mim Ke­
mal Öke'nin İ nönü'nün özel doktoru olmasının ardından sağlık sek­
törünü ele geçiriyorlardı. Türk insanına olan hınçlarını bu sektörü
paralı hale getirerek çıkartıyorlar, zamanla beş yıldızlı otellerden bi­
le kat kat pahalı hale getirdikleri hastanelerde fakir Türk insanlarını
ve onların bebeklerini bile rehine olarak alıyor, paraları olmayanları
hastane' kapılarına bile sokmuyorlardı.
Eğitimi özellikle 12 Eylül'den sonra yine mason üstadı İ hsan
Doğramacı ve ekibi tarafından kurulan YÖK ile felç edip bir de pa­
ralı hale getiriyorlardı. Gerek harç paralarının yüksekliği, gerek üni­
versitelere girişte kapı olan dershanelerin bunların elinde para tuza­
ğı olması orta seviyede ailelerin bile çocuklarını buralara gönderme­
lerini imkansız kılmıştı. Bunun sonucunda dar ve orta gelirli Türk ai­
lelerinin çocukları Üniversiteleri rüyalarında görmeye başlıyorlardı.
Yine yönetiminde ve sahipliklerinde Masonların çoğunlukta oldu­
ğu vakıf üniversitelerinin devletten trilyonlarca lira yardım almaları­
na rağmen ücretlerinin ortalama 7.5 milyar olduğu ülkemizde eği­
timden kimlerin yararlandığı da net olarak görülüyordu. Oysa ma­
son ve Yahudileri n denetimindeki bu vakıf ürıiversitelerine devletten
akıtılan trilyonların onda biri devlet okullarına gitse eğitim meselesi
kökünden halledilirdi.
Rum'un dandik devleti Güney Kıbrıs'ta öğrenci başına eğitim
harcaması 5479 Euro, Yunanistan'da 3 bin küsür Euro, Türkiye'de
Mason üniversitelere yağdırılan paralarla bile ancak 485 Euro . . .
Masonlar petrol ve petrolle ilgili kuruluşlarımızda yöneticilikleri
ellerine geçirmişler, adeta petrol denizi olan ülkemizden petrol çı­
karmanın değil, petrolü saklamanın savaşımını vererek ağa babala­
rı olan lngiltere ve ABD'ye ülkenin servetlerini peşkeş çekmişlerdir.
Sanayi sektörünü ellerine almışlar, buradan elde ettiklerini lsra-

399
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

il'e aktararak, ülkemin insanlarını asgari ücrete mahkum ederek


adeta köleleştirmişlerdir.
Demiryolları yapmayı "Komünistlik" sayarak, ülkemizi karayolu
taşımacılığına kaydırmışlardı. Bunun sonucunda yurdumuz kamyon
ve otobüs cenneti olmuş, sadece kamyon sayısında Avrupa ülkele­
rini on dörde katlarmışız. Bunun sonucunda adım başı ölümlü kaza­
lar nedeniyle karayolları kan gölüne dönmüştür. ABD, lngiltere ve
Almanya gibi ülkeler bu durumdan milyarlarca dolar kazanırken ağıt
yakıp dövünmekte Türk milletine kalmıştır.

Atatürk'ten İ ntikam Alacağız Diyen Masonlar


Daha önceki sayfalarda verdiğim bu bölümü tekrarlamaktaki
amaç, insanlarımızın bir an bile unutmaması gereken bu gerçekle­
re vurgu yapmaktır. Biz bu gerçeklere bakıp kendimize gelmezsek
daha çok Yahudi ve Masonların oyuncağı oluruz.
1 993 yılında Yahudi Mason Jak Kamhi'nin oğlu Mason Jeti Kam­
hi ile Kürtçe eğitim(!) yapacak diye bazı derslikler açan Mehmet Na­
zif Ülgen "Ufuktaki Cumhuriyet" adlı kitabı kaleme alıyorlardı. Baş­
tan sona hezeyanlarla dolu olan kitabın onuncu sayfasında şöyle
deniyordu:
"Cumhuriyet, egemenliği halka vermed i . Osmanlıdan hanedanlı­
ğı alıp asker ve sivil bürokrasiye verdi . . .
"

Onbirinci sayfada; " . . . i kinci Cumhuriyet olarak savunulan sistem


için zannediyor ki, birileri topla tüfekle gelecek ihtilal yaparak Cum­
huriyet'i yeniden kuracak, hiç kimsenin radikal çerçevede gelip ikin­
ci Cumhuriyet'i kurmaya niyeti yok. Niyeti olanlar da muvaffak ola­
mazlar.
Diyoruz ki, Birinci Cumhuriyet'i askerler kurdu. Osmanlı haneda­
nının devamı olan bu Cumhuriyet'i paşalar kurdu. Buna bağlı ola­
rak, askerin ülke yönetimine hakim olması. MGK'nın hükümetin üs­
tünde olması, bugünkü Cumhuriyet anlayışıyla bağdaşmaz. Bu
Cumhuriyet anlayışı 70 yıl öncesinin anlayışıydı ."

400
Ergün Poyraz

"Tasarladığımız bu Cumhuriyet'e 2000'1i yılların Cumhuriyet'i de


diyebiliriz. Ne dersek diyelim bir farklı addan söz etmek lazım ... "
Kitabın onyedinci sayfasında, "Gerçek halk idaresi neden oluş­
mamıştır. Çünkü birinci Cumhuriyet'i kuran güçler, gücünü çekip,
Cumhuriyet'i halka devretmek istememiştir" deniyordu .
Yirminci sayfada mevcut siyasi partilerin birinci Cumhuriyetin
ürünleri , yapısını ; devletçi , merkeziyetçi ve asker kökenlilerin oluş­
turduğu, bu partilerin Cumhuriyeti yeni ufuklara taşımasının imkan­
sız ol<;luğu vurgulanıyor ve şöyle deniyordu:
"Birinci Cumhuriyetin yarattığı liderlerin ve siyasi partilerin tama­
mı bu yapıdadır. Bu kadrolarla Ufuktaki Cumhuriyet'ten söz edile­
mez . . .
. .

UFUKTAKi CUMHURIYET'i kurabilmek için öncelikle siyasi kad-


roların gençleşmesi lazım . Siyasi kadroların dünya gerçeklerini bi­
len, eğitilmiş genç beyinlere bırakılması lazım.
Siyasi kadrolarda bu kabuk değişimi olmamışsa korkarım
. .

UFUKTAKi CUMHURIYET'de gündeme gelmez ...


. .

... UFUKTAKi CUMHURiYET tartışmalarına başlamadan ve fiili-


yata geçmeden bu felsefeyi sırtlayacak bir siyasi oluşumun doğma­
sı bir zorunluluktur. Ya da mevcut siyasi partilerin yeniden yapılan­
ması bir zorunluluktur.
Devrimler bir anda olmaz. Devrimler uzun yıllar kapalı kapılar ar­
dında kahve köşelerinde, aile toplantılarında konuşulur. Birileri çıkar
bir kibrit çakar, cayır cayır yan maya başlar. . .
"

Ufuktaki Cumhuriyetlerinin öncelikli olarak paranın arkasındaki


sıfırları silmesinin gerektiğini beli rtirlerken, eğitimde özelleştirilme­
nin iyice yaygınlaştırılması hatta devletin eğitimden elini çekmesi şu
sözlerle vurgu yapılanarak isteniyordu:
"70 yıl öncesinin şartlarına göre düzenlenen eğitimin dikilen elbi­
sesi dar geliyorsa, teğeller atmışsa, değiştirmek lazım. Sırf Atatürk
bu elbiseyi dikti diye değiştirmemek Atatürk'ün devrimlerine ters
düşer."

401
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

lsrail istihbarat örgütü Mossad'la yakın ilişkide olan Kamhi'lerin


desteklediği ve yazımına ortak olduğu kitabın yetmişbeşinci sayfa­
sında Türklük düşmanlığı şu sözlerle yer alıyordu:
"Diğer taraftan bugün kü Türkiye Cumhuriyeti'nin milli hudutları
içinde o kadar çok ırk yaşamış ki, bugün bu topraklarda yaşayan in­
sanların Türklükleri bile tartışılır. . . .
"

Türkçe konuşmayan insanların zindanlarda çürütüldüğü gibi ya­


lan ve iftiralarla dolu kitapta "Osmanlıdan kalan Rumlara, Ermenile­
re ve Yahudilere T.C hudutları içinde kültürel serbestiyetler verilme­
sine karşın Kürtlere verilmemesi bugün ortaya çıkan terörün esas
kaynağıdır" deniyordu.
"Herkes çalışıp sağlığını kurtaracak" diyerek devletin sağlıktan
elini çekmesini isteyen Yahudi ve kardeşleri, Kürtler söz konusu ol­
duğunda çark ediyor ve şöyle yazıyorlardı:
"Bölgede Kürtçe konuşmak serbest olmalı . isteyenler Kürtçe
tedrisat yapan okullar açabilmeli. Ermeni ve Yahudilere tanınan
haklar Kürtlere de tanınmalı, her köşeye yetişecek ve hizmet vere­
cek eğitim kurumları açılmalı, halkın sağlık ve eğitim sorunları halle­
dilmeli. . .
"

Ordu Savunma Bakanlığı'nın Emrine


Mason Kamhi'lerin desteklediği kitabın 85. sayfasında, Türk Si­
lahlı Kuvvetleri'nin, Savunma Bakanlığı'na bağlanmasını isteyerek
şunları vurguluyorlardı:
"Gelişmiş ülkelerin ordularına bakıyoruz. Genelkurmay Başkan­
ları, Milli Savunma Bakanlığı emrindedir. Oysa Türkiye'deki Milli Sa­
vunma Bakanlığı'nın fonksiyon ve görevi ordu için iyaşe ve ibade
yapan bir sayman niteliğindedir. ... "
Kitaba destek veren diğer isimler 3. sayfada şu sözleri ile belir­
tiliyordu :
"Mehmet Altan; (gazeteci-Yazar) 'Çok mükemmel bir çalışma.
ikinci Cumhuriyet çok sistematik bir şekilde anlatılmış.'

402
E rg ü n Poyraz

Bedii Okyay ( l ş adam ı ) G ö r ü ş l e ri n i n % 95'ine kat ı l ı yoru m . Ü l ke


soru nları n ı çok g üzel deş m i ş ve çöz ü m önerileri geti rmişsin i z .

Kitaba destek veren d i ğ e r i s i m l e r i s e şöyle aktarı l ı yord u : Gök-·

han Serter. Şerif Kaynar, M u rat B ekdi k , Avn i Demirci, Y ı l maz M e n ,

Tarık Ustaoğl u . G ü lteki n O k a n Salg ar, H ü seyi n P ap i l a , H a d i T ü rk

men. Zafer Çevik, A hmet H a m a m c ı o ğ l u , Ahmet Çal ı k . . .

Kitab ı n 1 00 . sayfas ı nda, G e n e l ku rmay Başkan l ı ğ ı ' n ı n Savun­

ma Bakanl ı ğ ı ' n a bağl anacağ ı a n l at ı l ı yord u . M G K' n ı n ve D G M ' l e r i n

kald m l acağ ı . para n ı n arkas ı nd akı s ıf ı rlar ı n atı l acağ ı , Ayd ı n d i n

adam ları nca İ s l am d i n i n i n refo r m lara tabi tutu lacağ ı n ı n , Kü rtlerin

k ü lt ü rel haklar ı n ı n verileceğ i n i n , ke n d i d i l le r i n d e o k u l açma, radyo,

TV kurma h akları n ı n sağ l a n acağ ı n ı n da v u rg u l a n ı yordu. "Ordu

h i çbi r şeki l d e içeride polisiye tedbirler içinde k u l l a n ı lamayacak"

denıyor ve i lave e d i l i yord u . "Aske rlik profesyo n e l leşecek ve para­

lı hale getirilecek."

B u n l a r ı k i m yapacak? . . . Tab i i ki Yahudi desteği i le yaz ı lan ki­

tapta bu da d ü ş ü n ü l m ü ş , zate n kitab ı okud uğu nuzda bahse d i l e n

ve "Ye n i li kçi" diye tan ı m lanan k i ş i l e r i n k i m l i ğ i n i h e m e n tanıyorsu·

nuz. K ı rkdok u z u n c u sayfada b u kişi lerle i lg i l i bilgi veri l m eye de

vam e d i l i yo rd u :

"Yeni Türkiye'yi yaratan 2000'1i y ı lları n Tü rkiye's inde söz sahibi


olacak genç nesil 70 yıl önces i n i n nesli değ i l d i r. Üretime katkı ya­

pan ü retken ru h , devletin kapı s ı nd a iş beklemeyen bu genç potan­

siyel , ufuktaki C u m h u riyetin t e m e l l e r i n i atacak kes i m d i r. Bu kesi m

çal ı şt ı ğ ı işyeri n i kuts;;.I sayan kes i m d i r . . . "

Bu kitabı n ard ı ndan bug ü n Tayyip' i n kurmay kadrosunda yer

alan isiml erce "Ye n i Tü rkiye" adl ı bir kitap t ü rü nde dergi çıkarıl ıyor­

du. Ye ni Tü rkiye'yi kurmak için bu kitapta Demirel'den Tayyip E rdo­

ğan'a, Rahmi Koç'tan Sak ı p Sabancı 'ya, Haşi m K ı l ı ç'tan Yekta G ü n -

403
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

gör Özden'e, llber Ortaylı'dan Mahir Kaynak'a, Abdurrahman Dili­


pak'tan Şakir Süter'e, Toktamış Ateş'ten Doğu Perinçek'e, Ömer
Dinçer'den Osman Altuğ'a, Şükrü Karatepe'den Sönmez Köksal'a
kadar birçok isim yer alıyor, ancak ipi Tayyip Erdoğan ve kurmayla­
rı göğüslüyordu.
Sahte Atatürkçülerin tiyatro sahnesi haline gelen ülkemizde,
gerçek Atatürkçülerin sesleri çıkmıyor.Yıllardan beri ne kadar çap­
sız, milli ruhtan yoksun kişi varsa birçoğunun maskesi olan Atatürk­
çülük bugün masonların elinde oyuncak durumuna düşüyordu .
Yahudi destekli Masonlar, "Atatürk'ün fikirlerini biz yaşatacağız"
diyorlardı demesine de, fikirlerini yaşatmayı bir yana bırakın 29
Ekimlerde localarında kurdukları sarhoş masalarında Cumhuriyetin
kazanıldığını iddia ediyorlar, Atatürk ve silah arkadaşlarını içki ma­
sasında gösteriyorlar, Cumhuriyetin içki masalarında kazanıldığını
iddia ediyorlardı.
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı "Bu ka­
dar demokrasi fazla" başlıklı yazısında, Sesar adlı İnternet sitesinde
yer alan ve Başbakan Erdoğan'a sorular başlığı ile yazılan yazılara
dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağ­
men cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına ka­
tıyordu . Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan'ın AKP
Genel İ dare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazı özetle şöyleydi :
"Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonlann desteğini al­
dık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonla� n
kontrolünde. Tüm paşalar mason ya da masonlann kontrolünde. ls­
rail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşalan İ srail bağlantılanmız ile
bağladık. Masonlar, Mason localannın kapatılmasının hesabını Ke­
malizm'i, Atatürkçülüğü, Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamlannı
Atatürk'ten alacaklar. İ shak Alatan bana bu konuda teminat verdi"

Tampliye Şövalyeleri
Masonlar, Mimar Sinan Dergisi'nin 1 05. sayısında yer alan bilgi­
lere göre; Tampliye Şövalyeleri, Tapınak Şövalyeleri , ya da asıl

404
Ergün Poyraz

adıyla " İ sa'nın Fakir Askerlerini" spekülatif masonluğa giden yolun


açılması olarak kabul ediyorlardı. Sabahattin Arıç'ın yazdığı "Ma­
sonların Dünyası" adlı kitabın 87. sayfasında bu konuda şunlar an­
latılıyordu:
"Masonluğa karşı ilk tepkiler ortaçağda başlar. Bunların ilki,
Tampliye'ler Tarikatı'na karşı gösterilen düşmanlıktır. . .
Tampliyeler, dinsel ve süet bir tarikattır. Haçlı savaşları (1 096-
1 270) sırasında, 1 1 1 B'de Fransız şövalyelerince kurulmuş, özellikle
Filistin'de gelişmiş, kısa bir zamanda tüm Fransa'ya yayılmıştır. Ta­
rikatın üyeleri, katedralleri ve manastırları yapan yapı işçileri ve mi­
marlardı. Bu masonların bir mesleği de askerlikti . Çünkü Tarikat,
Haçlı Ordularının yanında Müslümanlarla savaşmak ve onların elin­
den Kutsal Kudüs'ü almak amacıyla kurulmuştu . . . "
Haçlı Ordularının yanında Müslümanlarla savaşmak ve onların
elinden Kutsal Kudüs'ü almak amacıyla kurulan bir tarikatı temel al­
dıklarını söyleyen Masonların, bu ülke yararına faaliyette bulunabi­
leceğine nasıl inanılır? . .
Masonlar sır saklama özelliklerinin Hiram efsanesi ve Tampliye­
lerden geldiğini Mimar Sinan Dergisi'nin 1 1 9. sayısında şöyle anla­
tıyorlardı:
"ister Hiram efsanesinde ve devamında yansıtılan masonik sırla­
rı koruyan Masonlar gibi olsun, isterse ölümden kaçan Tampliyele­
rin korunma iç güdüsünden kaynaklansın, Masonların uzun çağlar
boyunca titizlikle sakladıkları sırları vardır. Bu nedenle Masonlar,
birbirlerinin mason olduklarını başkalarına söylemezler. . . "
Türk ve İ slam Düşmanı Mason Mozart ve Ülker
Hürriyet Gazetesi'nden Mason Doğan Hızlan, 2 Mart 2006 tarih­
li "Mozart Günleri" başlıklı yazısında; Ülker grubunun Türk ve lslam
düşmanı mason Mozart'ın kutlamalarına verdiği desteği şu sözleri
ile anlatıyord u :
"Ülker Müzik Günleri'nin bu yılki adı: "Mozart'la Sonsuzluğa Yol­
culuk'' Wolfgang Amedeus Mozart'ın doğumunun 250. yılında, kon­
serler, etkinlikler 1 1 ile 1 3 Mart 2006 arasında gerçekleştirilecek . . . "

405
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Doğan Hızlan'ın yazısından açıkça görüldüğü gibi, Türk ve İslam


düşmanı mason Mozart'ı kutlama günlerinin finansmanını "Ülker"
firması karşılıyordu.
Aynı Ülker grubunun ilanla ve her daim desteklediği Andante
Oergisi'nin Ocak-Şubat 2006 tarihli 20. sayısının 14. sayfasında "Bu
Şarkıyı Hampson'dan Dinleyin" başlığı altın �a, Mozart'ın, zil ve da­
vul gibi Türk enstrümanlarını da kullanarak, 'imparator olmak istiyo­
rum' adlı bir Alman savaş şarkısı bestelediğini, Bu parçayı Osman­
lı'ya savaş açmaya hazırlanan İmparator i l . Jozeph'in ısmarladığını
anlatıyor ve şarkının ilk dörtlüğünü şöyle veriyordu.
"imparator olmak istiyorum
Silkelemek istiyorum Doğu'yu,
Titretmek istiyorum Müslümanlan,
Konstantinopolis benim olmalı ..."
Ermeni Hırant Dink'in "Türk'ten boşalacak zehirli kanın Ermeni­
nin temiz kanı ile değişeceğini" söylediği, sözlerden beraat ettiril­
mesinden, İ stiklal Marşına karşı yaptığı saygısızca açıklamalarının
ardından hiçbir tepki almamasından olacak, Ülker grubu çıtayı yük­
seltiyor, Mozart isimli Masonu göklere çıkaran yayın ve etkinlikleri
Müslüman Türk milletinden kazandığı paralarla finanse ediyordu.
Ülker'in desteklediği yayında Mozart'ın yukarıdaki şarkısının söz­
lerinin altında şunlarda yazılıyordu:
"Thomas Hampson, çok başarılı bulunan bu albümde Mozart'la
birlikte, Haydn, Beethoven ve Schbert'in şarkılarını, Nikalaus Har­
noncourt yönetimindeki Concentus Musicus Wien topluluğu eşliğin­
de söylüyor. . ."

1 2 Mart 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Ülker'in "Mozart'la


sonsuzluğa Yolculuk" başlıklı reklamları yayınlanıyordu.
. . Atatürkçü(!)
Cumhuriyet Gazetesi, lslamcı-muhafazakar Ülker, imparator olma­
yı; Türk illerini silkelemek, Müslümanları titretmek ve lstanbul'u Bi­
zans yapmak için isteyen Mason Mozart . . .
Ne üçlü ama . . .

406
Ergün Poyraz

Türk ve l slam düşmanı Amadeyyus Mozart'ı , yerli(!) masonlar


Mimar Sinan adlı dergilerinin 80. sayısında şöyle ululuyorlardı:
"Kainatın ulu yaratanı, zaman zaman, dünyaya dahiler gönderir.
İ nsanlığı kurtarsın, Nuruziya'ya kavuştursun diye!
1 756 yılının 27 Ocak günü, Salzburg'un, bugünkü adı Getreide­
gasse olan, dar bir sokağındaki 6 No'lu evin mütevazı bir odasına
Mozart biraderi gönderdi. Bir dev doğdu o gün o evde. Gökten bir
sanat nuru indi o evin üzerine. Bir tanrı mucizesi olan bu dahinin sa­
nat ışığı dünyamızı hala aydınlatıyor. . . .
"

Ne oyun ama; Müslüman Türk milletinin sırtından kazandıklan


paralar ile Silkelemek istiyorlar Türk illerini, titretmek hayali kuru­
yorlar Müslümanlan... İ stanbul'u işgal özlemlerini de şu alçakça
sözlerle dile getiriyorlar; "Konstantinopolis benim olmalı ... "

Destekledikleri ve besledikleri yayınlarda yukarıdaki gibi gerçek


yüzleri fışkıranlar, saf insanlarımıza ne diyorlardı;
"Önce g üneş hava su sonra bol gıda gelir, akşama babacığım
unutma Ülker getir"
Tabi yerseniz . . .
Masonların ululadıkları bir diğer Mason Abdullah Cevdet, ülke­
mize damızlık erkek ithal etmeyi öneriyor, Fransız Masonlarının
"Kur'anı kapa, kadınları aç" tekliflerini uygulamaya koymaya çalışı­
yordu.
Şok iddia Türk Kalp Vakfı, Trilyoner Türkücü l brahim Tatlıses'in
Oğluna "Fakirlik Yardımı" Yapmış! !!
Halkın bağışlanyla ayakta duran Türk Kalp Vakfı'yla ilgili yolsuz­
luk dosyası şaşırttı . Vakıf İ brahim Tatlıses'i bile fakir gösterip, oğlu
İ do'ya bedava bakmış ...Vakıflar Genel Müdürlüğü, başkan Çetin
Yıldınmakın'ın görevden alınmasını istedi.
Türk Kalp Vakfı'nın (TKV), muhtaç ya da yetersiz kişilerin bakım
ve tedavisi için oluşturduğu ücretsiz hasta tedavisi (GRATİS) siste­
minden, İ brahim Tatlıses'in küçük oğlu İ do Tatlıses'in de yararlandı­
ğı ortaya çıktı. Tatlıses'in oğlu İ do'ya kan tahlili, eko ve halter tetkik-

407
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

leri yapıldı. Tüm bu işlemlerin faturası 81 8 YTL tuttu. Ancak fatura­


yı lbrahim Tatlıses ödemedi. Çünkü Gratis uygulaması yapıldı. Ya­
ni, maddi yönden muhtaç ya da yetersiz kişilerin bakım ve tedavile­
ri için yapılan "ücretsiz bakım işlemi" gerçekleştirildi.
2004 yılında Türk Kalp Vakfı Başkanlığı görevini 4 ay boyunca
yürüten Hayati Babaoğlu, şimdiki başkan Avukat Çetin Yıldırımakın
dönemindeki benzer usulsüzlüklerin tespit edilmesi için Vakıflar Ge­
nel Müdürlüğü'nden müfettiş talep etti.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Başmüfettişi Yahya Kabze'nin TKV ile
ilgili incelemesi tamamlandı. Başmüfet�iş Kabze'nin TKV defterleri­
ni incelerken en çok dikkat çeken isim ldo Tatlıses oldu. Kabze, Yö­
netim Kurulu'ndan bu hastaların nasıl ve hangi kriterlere göre belir­
lendiğini sordu, ayrıca GRATİ S hastalarının kayıtlarını istedi .

lşadamı, Sanatçı ...


Listede ldo Tatlıses dışında, yoksul ya da yardıma muhtaç kişi­
lerden çok işadamı, sanatçı, üst düzey kamu yöneticileri bulunduğu
belirtiliyor. Raporda G RATIS'in ve Vakıf Senedi'nin "maddi yönden
muhtaç ya da yetersiz kişilerin bakım ve tedavilerinin yapar, destek­
ler veya yapılmasına yardımcı olur" amacına aykırı hareket edildiği
vurgulandı. Vakfın 1 88 milyon 698 bin YTL olan kısa vadeli borcu­
na karşılık, 1 54 milyon 1 34 bin YTL alacağı olduğu da belirtildi.

Ayda 70 bin YTL geliri var


Tatlıses, Ankara'da yapılan "Sauna Çetesi" operasyonu kapsa­
mında gözaltına alınmış ve ifade vermişti. ifadesinde kişisel bilgile­
rini de açıklamış, ayda ortalama olarak 70 bin YTL'lik bir geliri oldu­
ğunu bildirmişti. Tatlıses beş çocuk babası olduğunu da vurgulamış­
tı.

Vakıf 5.8 bin YTL zararda


Vakfa ait binaların arasında kalan otopark 2000 yılında aylık 1 00
YTL, 2001 'de aylık 1 39, 2002'de 234 YTL, 2003'te 303 YTL ve

408
Ergün Poyraz

2004 yılında 358 YTL'ye kiralandı. Ancak kiralar her yıl eksik tahsil
edildi. Bu yolla vakfın toplam 5 bin 855 YTL zarara uğratıldığı belir­
lendi . Başmüfettiş raporunda, bu paranın 200 1 -2004 yıllarında gö­
revde bulunan Yönetim Kurulu üyelerinden faiziyle birlikte tahsil
edilmesini istedi. Aksi taktirde yönetim kurulu üyeleri hakkında azil
davası açılacağını bildirdi .
Hürriyet Gazetesi de Lions kökenli başkanlar kavgasına şu şe­
kilde yer veriyordu:

" ... Başkanlann kavgası


31 yıllık Türk Kalp Vakfı'nın 1 6 yıl Başkanlığını yapan , Özal aile­
sine yakınlığıyla tanınan ve son olarak Efe Özal'ın boşanma dava­
sında avukatlığını üstlenen Çetin Yıldırımakın , 28 Ekim 2004'te gö­
revi Hayati Babaoğlu'na devretti. Yıldırımakın, halefi olarak vakfın
başına geçmesinde rol oynadığı Hayati Babaoğlu'na sadece 6 ay
dayanabildi. Lions kökenli ikili arasında kavga çıktı. Kavga, Baba­
oğlu'na göre "emanetçi başkan" sıfatını reddedip beklentiye uygun
davranmadığı için çıktı. Eski Başkan Yıldırımakın'a göre ise "yeter­
sizlik"ten kaynaklandı. Altı ayda karşılıklı pek çok iddia , vakfın du­
varları içine hapsoldu. Babaoğlu'nun 1 9 Nisan 2005'te istifa etme­
sinden sonra kızışan kavgaya Vakıflar Genel Müdürlüğü el attı.

Olmayan Köpekler için Mama Faturası


Vakıflar Genel Müdürlüğü Başmüfettişi Yahya Kabze'nin hazırla­
dığı ve Şişli 1 'inci Asliye H ukuk Mahkemesi'ne de sunulan raporda
şu iddialara yer verildi:
'Vakıf veya iktisadi işletmesinin bekçi köpekleri olduğuna dair
belge ve bilgi olmadığı halde 2001 -2004 yılları arasında 2 milyar
41 O milyon TL'lik aşılama ücreti ve köpek maması hizmet alımı ya­
pılıp, mutfak ve sağlık giderleri adı altında kaydedildiği, (Bir süre va­
kıf binasının dışında beslenen iki köpeğin Yıldırımakın çiftine ait ol­
duğu öne sürülüyor).

409
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

200 1 -2005 teftiş döneminde vakfın yakıt alımında 20.503 YTL


zarara uğratıldığı, bunun , ilgili şirketten ve vakıf yöneticilerinden
tahsili,
4 1 bin 624 YTL'lik çiçek harcamasıyla ilgili açıklama yeterli gö­
rülmedi,
2003'te 4 milyar 250 milyon liraya alınan balın "temsil ve ağırla­
ma gideri" olarak kaydedildiği, kimlere ne maksatla verildiğinin bel­
li olmadığı (Yıldırımakın tarafından alınıp bekleme salonunda gelir
amaçlı satıldığı öne sürülüyor),
Cahide's'de 28 Şubat 2003'te verilen 5.286.400.000 TL borç ka­
yıtlı akşam yemeğinin amacı belli değil. (Yemeğe gelenlerin ödeme­
yi cepten yaptığı, elde edilen gelirin kayıtlara yansımadığı iddia edi­
liyor.)
Mahkeme kararıyla 200 milyar TL'lik tazminat vakıf lehine hük­
molunduğu halde tahakkuk kaydı yapılmadığı ileri sürülüyor... "

Çetin Yıldırımakın'ın haberlerde yer verilmeyen bir özelliğinin de


Mason olmasıydı. Öyle ki Localarda masonlara konferanslar bile
veriyordu . Örneğin, 24.01 .2000 tarihinde Atayolu Locasında "Dahi
insan M. Kemal Atatürk" adlı konuşmayı yapıyordu ....
1 7.02.2003 tarihinde yine aynı locada bu kere de "insan ve Hu­
kuk" başlıklı konferansını veriyordu . . .

Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heyet Listesi


Abdülkadir Eriş, Ahmet Ekmekçioğlu, Akgün Tekin, Ali Kemal
Ökçün, Altınay Demir, Ayfer Yarangümelioğlu, Ayten Altuna, Ayten
Tuncay, Başaran Dölen, Bengü Bilik, Bes Bülent Şimşek, Birsen
Alagöz, Bülent Bilgin, Cahit Barutçu, Celal Yenitur, Cennet Süzer,
Çetin Yıldırımakın, Demir Budak, Defne Akyol Çevirir, Derya Yaran­
gümelioğlu, Dr.Mustafa Aydın, Doğan Eşkinat, Dölen Eker, Ergin
Yıldırımakın, Erol Evgin, Esen Yağcı , Evrensel Erdoğan, E.Org .Çe­
vik Bir, Faruk Yöneyman, Feride Ortaeskinazi, Fesiha Güçkan ,
Göksel Başiplikçi, Gül Bursalıgil, Gül Taştaban, Gülsevim Çeviker,
Güler Kısmet, Güven Kemal Persenteli, Hacı Ali Akın, Hakan Akşit,

410
Ergün Poyraz

Halil Özbayrak, Halil Taştaban, Hayriye Midillioğlu, Hülya Karabu­


lut, H .Tahsin Önalp, İmren Utku, İ nal Avcı, Jale İbrahimzade, Kemal
Bayülkem , Kemal Güçkan, Kenan Güven, Lale Bediroğlu, Levent
Kırca, Mehmet Cansun, Mehmet Nafiz Demirağ, Mehmet Nejat Ba­
lansı , Mine Berkan, Muharrem Çoşkun, Mustafa Aksoy, Mustafa
K.Gerçeker, Mustafa Osman Demir, Nahide Bakiye lspirgil, Namık
Kemal Şentürk, Necdet Aygün, N urdan Sarı han, Nuri Vatan, Nurten
Ender, Nüzhet Birsel , Necdet Timur, Necla Birsel, Nejat Müldür,
Nedret Taciroğlu, Nevzat Ayaz, Nihat Hürcan, Nilüfer Ogan, Nişan
Çolak, Nurcan Acar, Oktay Duran, Ömer Aydın, Rasim Özkanca,
Reyhan Mine Boztuna Ürgün, Saadettin Hacıevliyagil, Saadettin
Öztulça,Saadettin Sükan , Samim As, Sedat Özsoy,Selçuk Alagöz,
Sema Kürklü, Semiramis Sekban, Seniha i lgi Görener,Sevil Saban­
cı , Suna Baturay, Süreyya Kıvılcım , Şevket Ayaz, Timur Erk, Tunay
Gürsel, Turan Şalikoğlu, Turgut Arıkan , Tülin Hürcan, Prof. Dr. Tür­
kan Ertuğrul, Ülker Hancı, Ülkü Eşkinat, Ünal Uzun , Veysel Bilen,
Yüksel Mermer, Yüksel Gökteke, Zafer Kültürlü

Ülker'den Bir İ lk Daha


1 8.07.2006 tarihinde Ülker'in internet sitesinde, "Kolesterolü dü­
şürmenin doğal yolu Benecol, 22 ülkeden sonra şimdi Türki­
ye'de . . . " başlıklı yazıyla yeni ürü nünün şöyle tanıtıyordu:
"Yıllardır tüketicilerin beklenti ve ihtiyaçlarını en üst düzeyde kar­
şılama misyonu ile hareket eden Ülker, sonsuz tüketici mutluluğu
hedefi ile çalışmalarına sürekli hız veriyor. Sağlıklı ve kaliteli ürünler
sunmak ilkesinden asla vazgeçmeyen Ülker, bu gaye doğrultusun­
da önemli bir sosyal sorumluluk bilincinin oluşmasına da öncülük
ediyor. Son girişimi ile fonksiyonel gıda sektörüne giren ve koleste­
rol düşürücü Kalbim Benecol ürün serisi ile kalbinizin en büyük dos­
tu olmaya hazırlanan Ülker, gıda sektöründe bir atılıma daha imza
atıyor.
Kalp ve damar sağlığı için çağımızın en önemli risk faktörlerin­
den birini oluşturan kolesterolü düşürmek ve kontrol altına almak

41 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

konusunda dünyaca tanınan Benecol ismi; Ülker güvencesiyle 22


ülkeden sonra Türk tüketicisiyle buluşuyor. Yoğurt, yoğurt içeceği ,
süt v e margarinden oluşan ürün yelpazesiyle Ülker Kalbim Bene­
col'ün basın lansmanı, Ülker İ stişare Konseyi Üyesi & Grup Sözcü­
sü Metin Yurdagül, Gıda Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü, Raisio
Life Sciences Başkanı Jukka Lavi, Türk Kalp Vakfı Mütevelli Heye­
ti ve Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Yıldınmakın ve Prof.Dr.Osman
Müftüoğ lu nun katılımıyla 1 8 Temmuz 2006 tarihinde Swiss Otel'de
'

gerçekleştirildi. .. "

Ülker, Raisio Life Sciences Başkanı Yahudi Jukka Lavi, Türk


Kalp Vakfı Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı Mason Çe­
tin Yıldınmakın ile elele yaptıkları toplantıda "Türk Kalp Vakfı tarafın­
dan da desteklenen Kalbim Benecol ürün serisi ile Ülker, doğal, ke­
yifli ve kolay yoldan kolesterol kontrolüne olanak sağlayacaktır" di­
yordu.
Yine aynı günlerde Ülker gurubunda umum müdürlük yapmış,
Murat Ülker ve ailenin diğer fertleri ile ortaklık yapmış, yine Ülker ai­
lesi ile beraber yaptıkları faaliyetler sonucunda "dolandırıcılık ve ni­
telikli dolandırıcılık" iddiaları içeren müfettiş raporları düzenlenen
Unakıtan'ın başında bulunduğu Maliye Bakanlığı kalp sağlığı için en
hayati önem taşıyan kolesterol düşürücü ilaçların ödemelerini ade­
ta durduruyordu.
Bakanlık bunu heyet raporuna bağlamış, kolesterol ilaç alımı so­
nucu biraz düşünce ödemesini ve yazılmasını önlemiştir. Tıptan ve
kalp sağlığı ile en ufak bir ilgisi olan insan bilir ki bu ilaçlar ömür bo­
yu alınmak zorundadır. ilaç alımına ara verilince kolesterol yine yük­
selecektir. O zaman gelsin Benecol'ler. . . Ne ticaret ama . . .

TAÇ Vakfı
Taç Vakfı, internet sitelerinde kurucularını şöyle açıklıyordu:
"Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ Vak-

412
Ergün Poyraz

fı), Lütfi Tokoğlu, M u kadder Sezgin, İ lhan Evliyaoğlu, Namık Kemal


Şentürk, Halit Ziya Yavuzer, Nurhan Atasoy, Orhan Alsaç, Hüsrev
Tayla , Mustafa Sinan Genim, Ömer Sedad Hakkı Eldem, Yümnü
Doğan Kuban, Aptullah Erdoğan Kuran, Mehmet Muhittin Güven,
Hayrullah Örs, Muharrem Nuri Birgi, Emel Esin, İ brahim Seyfullah
Esi n , Hayati Tabanlıoğlu adlı bilim adamları ve yöneticiler ile T.C.
Turizm Bakanlığı ve T.C. Turizm Bankası A.Ş. tarafından 1 976'da
l stanbul'da kurulmuş bir vakıftır. . .
"

Vakıf kyrucularına baktığımızda ilk göze çarpan isimlerden; Or­


han Alsaç, Namık Kemal Şentürk, Hayrullah Örs gibi isimlerin üstat
mason olmalarıydı.
TAÇ Vakfı amacını şu şekilde anlatıyordu:
"Türkiye'nin ve Türk ulusunun ve Anadolu uygarlığının sanat ve
kültür varlıklarını ve mimari mirasını; doğal , tarihsel, kültürel, estetik
ve turizm değerlerini ve bu kavramlar içine girecek her çeşit belge­
sel değerleri korumak, yaşatmak, bu değerlerin geçmişle gelecek
arasında kültürel bir bağ dokusu şeklinde devamlılığını sağlamak
için her türlü çalışmayı yapmaktır. Vakfın çalışma alanı ülkemizdeki
korunması gerekli ve risk alındaki tüm doğa ve kültür varlıklarıdır.
Vakıf, bu amaçlarını gerçekleştirmek için yurt içinde ve dışında şu­
be ve bürolar açabilir, temsilcilikler kurabilir. . . .
"

Çoğunluğunu üstad masonların ve onların kalfa ve çıraklarının


oluşturduğu masonlar tarafından kurulan TAÇ Vakfı, adı "Bizim Av­
rupa'mız" anlamına gelen ve merkezi Londra'da olan Europa Nost­
ra adlı Avrupa Kültür ve Tarih Kalıtını Koruma Dernekleri Uluslara­
rası Federasyonu'nun üyesi, olduğunu i lan ederek, Kuruluşunun
onuncu yılı olan 1 986'da Lioness Klübü'nün teşekkür plaketini, aldı­
ğını duyuruyordu .

Mütevelli Heyet
Vakfın mütevelli heyeti adeta mason ve şeriatçı, isimlerin vals
sahasıydı: işte o isimler:

41 3
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet
• • • >J

"Mukadder SEZGiN, ilhan EVLIYAOGLU, Namık Kemal ŞEN-


TÜRK, Hüsrev TAYLA, Mustafa Sinan G E N İ M , Yümnü Doğan KU­
BAN, Üstün ALSAÇ (Orhan ALSAÇ Halefi), Köksal ANADOL (Se­
dad Hakkı ELDEM Halefi), Sümer ATASOY, Oğuz AYDEMİR, Arsın
AY � I N U RAZ, Yusuf BEY�IT, Turgut BOLU (İbrahim Seyfullah
ESiN Halefi), Ataman DEMiR (Mehmet Muhittin GÜVEN Halefi),
Şenol DEM İ RÖZ, Oktay D U RAN , Ferit EPİKMEN, Cevat ERDER
(Aptullah Erdoğan �URAN Halefi), E :gun G q RsOY, Nevzat İ LHAN
(Hayati TABAN � IOGLU Halefi), Gül I REPOGLU (Nurhan ATASOY

Halefi), Yaman I REPOGLU (Halit Ziya YAVUZER Halefi), Mustafa
İSEN, İ nan KIRAÇ, Cemil KIVANÇ, Tavit KÖLETAVİTOG LU (Ha­
san Hayrullah ÖR� ve Ahmet Burak ÖRS Halefi), Bülent OFLUO G ­
LU i Lütfü TOKOGLU Hale!i), � oşkun ÖZGÜNEL, Ümit SERDA­
ROGLU (Muharrem Nuri BiRGi Halefi), Kadir TOPBAŞ, Şerif YE­
N E N , Şerafettin YI LMAZ (Emel ESiN ve Osman SERTKAYA Hale­
fi)"

Yönetim Kurulu
Vakfı Yönetim Kurulu'nda da Mason-AKP birlikteliği devam edi­
yordu:
"Dr. M . Sinan GENiM (Başkan), Y. Mim. Köksal ANADOL (Baş­
kanvekili), Namık Kemal ŞENTÜRK (Başkanvekili-Genel Sekreter),
Av. Şerafettin YI LMAZ (Muhasıp Üye), Tavit KÖLETAVİTO G LU
(Üye), Prof. Haluk SEZGİ N (Üye), Mim. Sinan ŞENİL (Üye),
Prof.Dr. Coşkun ÖZGÜNEL (Üye), Dr. Kadir TOPBAŞ (Üye),
Prof.Dr. Gül İ REPO G LU (Y.Üye) Prof. Dr. Ömer TÜREL (Y.Üye),
Y.Mim. Murat TABAN LIO G LU (Y.Üye), Mim. Ali Esat GÖKSEL
(Y.Üye), Y.Mim. Emre AROLAT (Y.Üye), Prof. Suphi SAATÇİ
(Y.Üye), Y. Mim. Feyhan İ NKAYA (Y. Üye) . . .

Şeref Üyeleri
Vakfın "şeref üyeleri" listesini gördüğümüzde yine bir yaşımıza
daha giriyorduk.Kimler yoktu ki, şeriatçıların ağa babaları , masonla-

414
Ergün Poyraz

rın Üstatları, M illiyetçi-Muhafazakarların önde gidenleri , Fener Rum


Patriği Bartholomeos'un metropoliti yani papazı Hrisostomos KA­
LAYCI, hepsi bir aradaydı . " İ slam'da Cinsel Hayar adlı kitabın ya­
zarı Ali Rıza Demircan'ın
. oğlu AKP Beyoğlu
. Belediye Başkanı, Ah-
met Misbah DEMIRCAN da oradaydı. lslami araştırmacı ve Turizm
işletmecisi Ali Rıza Demircan'ın bir kardeşi Kasımpaşa'da armatör.
Bir diğeri kabadayı. Bir başka kardeşi ise içkili restaurant işletmeci­
si, öyle ki restaurantında Sezen Aksu bile şarkı söylemiş . . .
"Haluk ABBASOGLU, Prof.Dr. Ara ALTUN, Emre AROLAT,
Prof. Dr. Nurhan ATASOY, Nevzat AYAZ, Sinan BABI LA, Doç. Dr.
. �

Can Bi NAN , Dr. Cengiz Can, Can ÇAGDAŞ, Cenk ÇAKIL, Mehmet
DEMİRER, Bülent DO G RUEL, Abdullah DÖRTLEM EZ, Öğ. Göv.
Cem ENE R, Prof. Dr. Erol ETİ , Melih FERELİ, Kemal GÖKÇE, Ali
Esat GÖKSEL, Prof. Dr. Zekai GÖRGÜLÜ , Ömer Yavuz GÜLEN,
Doğan HASOL, Prof. Dr. Fahri IŞIK, Prof. Dr. Mine İ NCEO G LU,
Mim. Erhan İ ŞÖZEN, Feyhan İ NKAYA, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü, Hüsamettin Kavi, Prof.
Dr. Hüsamettin KOÇAN , Ünal KORU KÇU, İsmail KÖKSAL, Belma
Barış KURTEL, Savaş KÜCE , Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşa­
rı, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı , İstanbul Büyükşehir Bele­
diye Başkanı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Erkan MUM­
CU , Ergin ÖZCAN , Erol ÖZÜ DO G RU, Suphi SAATÇi, Ali SAY­
DAM , Osman S ERTKAYA, Musa SEYi RCi , Prof. Dr. Haluk SEZ­
GİN, Mim. Sina ŞENİL, Ömer Faruk ŞER İ FO G LU, Mim. Murat TA­
BAN LIO G LU Prof. Dr. Baha TAN MAN , Avniye TANSU G , Ömer TÜ­
REL, Başaran ULUSOY, Fikret N . ÜÇCAN, Tankut ÜNAL, Dr. Nu­
rettin YARDIMCI , Prof. Dr. Ayşıl YAVUZ, Erdal YILDIRIM, Lütfi TO­
KO G LU, Bülent ÇORAPÇI , Ahmet Misbah DEM İ RCAN, Tuğrul KU­
TADGOBILIG, Tanıl KÜÇÜK, Hrisostomos KALAYCI , Ersin KAL­
KAN , Yalçın MANAV, Y. Mim. Şahabettin ORHON, Dr. Nazan ÖL­
ÇER, Ahmet Burak ÖRS, Tunç ÖZBAY, İ lgi (Yüce) AŞKU N , Cafer
BOZKU RT, Oğuz CEYLAN , Kerim GÜVEN, Halil ONUR, Cumhur
Güven TAŞBAŞI . . . "

415
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kadir Topbaş TAÇ Vakfı'nda


lstanbul'un AKP'li Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın TAÇ Vak­
fı'nda yer alması şöyle veriliyordu:
"Kadir Topbaş'ın Bilgi Üniversitesi ile beraber çıkardığı "Beyoğlu:
Kültürleri Buluşturan Kent", TAÇ Vakfı ile birlikte hazırladığı "Geç­
mişten Günümüze Beyoğlu 1 il" ve "Anılarda Beyoğlu" isimli eser­
-

leri bulunuyor.
TAÇ Vakfı, (Tarih ve Çevre Vakfı) mütevelli heyeti ve yönetim ku­
rulu üyesi olan Topbaş, evli ve üç çocuk babasıdır. . . "

Noel Baba Ülkesi


Murat Birsel 30. 1 1 .2000 tarihli Sabah Gazetesi'nde "Noel Baba
Ülkesi" ülkesi başlığı ile sözüm ona masumane dileklerde bulunu­
yordu :
"Amerika'dan Avrupa'ya, Hıristiyan dünya, Noel'i kutlamaya ha­
zırlanıyor. Bu veriyi aklımızın bir ucuna kaydedip devam ediyo­
ruz ... Amerika'ya küçük bir yolculuk yapıyoruz. Sokaklarda dolaşıyo­
ruz. Bir bakıyoruz sokaklarda bayrak satıyorlar. Normal bayraklar
diyelim 2 dolar. Bir de başka bayraklar var 5 dolar. "Aynı boy aynı
kumaş, fiyat farkı niye" diye soracak olursanız. . . Pahalı bayrak
Amerikan Temsilciler Meclisi'nin gönderine çekilmiş de ondan.
Amerika'yı temsil eden yeri çatısından Amerika'yı temsil etmek fiya­
ta yansıyor.
Şimdi yine bir yolculuk yapalım. Sonra gerekirse Avustralya'ya
kadar gidiyoruz. Yunanlılar da bütün olimpiyatlarda stada çıkan ilk
ülke oluyor.
Bu örnekler ile Noel arasında ne ilişki var? Şimdi ona gelelim.
Biz Amerikalı veya Yunanlı olsaydık dolarla Noel milyarderi olurduk.
Noel Baba'nın bu topraklarda yaşadığını bizden başka bilen yok!
"Din Turizmi" denildi, lafta kaldı! Antalya'nın Demre ilçesinde Noel
Baba Kilisesi var. Burayı ziyaret ettim. Aziz Nikolaos, Saint Nicho­
las, Santa Claus diye tarihi eser levhası var ama 1 500 yıllık kilise
bakımsızlıktan dökülüyor. Oysa o kilise çok değerli .

416
Ergün Poyraz

Veya milyonlarca satan Noel Baba figürlerinin üzerine sadece


bizim yapabileceğimiz gibi "Noel Baba'nın gerçek evinde üretilmiş­
tir." yazsak . . . Ve hepsinden daha önemlisi. .. Avrupa ve Amerika'da
Noel Baba'yı heyecan ve sevinçle bekleyen çocuklarda, onun hedi­
ye yolculuğunun Türkiye'den başladığı konusunda bir bilgi kırıntısı
oluşturabilsek . . . O zaman büyüdüklerinde . . . ilk akıllarına gelen . . .
"Halı satan, hapishaneleri berbat, fakir, sokaklarında develer dola­
şan, şalvarlı fesli" yüzyıllık basma kalıp prototip değil . . . "Noel Ba­
ba'nın Ülkesi" olur. Onlar büyüyene kadar da resmin gerisini nasıl
olsa tamamen düzeltmiş oluruz.
Her Noel'de aklıma o kilise geliyor. "Böyle bir fırsatı nasıl ıskalı­
yoruz" diye . . . Bu sefer yazayım dedim . Batı dünyası Noel Baba'dan
hediye beklerken ... Aslında, biz . . . Noel Baba'ya hediye verebilecek
tek ülkeyiz! Kilise'yi anarsak, "Noel Baba şimdi daha m utlu" diye bir
kampanya yapsak ne kaybederiz? .. "

Ne kadar masum istekler değil mi? .. Oysa kazın ayağı hiç de öy­
le değil.
2000 yılı Kültür Bakanlığı'nın bir kiliseyi "ilk kez" bir vakfa devret­
tiğinin tarihi oluyordu.
Patrik Barholomeos'un, Antalya Valiliği'nden ayin için izin ister­
ken kullandığı sözler bu olaya daha da anlam kazandırıyordu:
"2000 yılında başlayan inanç turizmini geliştirme çalışmalarına
uygun ve de ülkemize faydalı olduğu düşüncesindeyiz. . . "
Fener Rum Patrikhanesi'nin her yıl ayin düzenlediği Antalya'da­
ki Aziz Nikolas Kilisesi, restorasyon çalışmalarını üstlenen Taç Vak­
fı'na 30 yıllığına devredilmesinin ardında Fener Rum Patriği'nin An­
talya'da faaliyet gösteren Noel Baba Vakfı'nın insanları uyarması ve
patriğe engel çıkarmasının rol aldığı görülüyordu.
Taç Vakfı ; Mason , Şeriatçı, AKP ve Rumların birlikteliğinin yanın­
da patriğin elini öpen Rahmi Koç'un ailesinden de temsilci bulundu­
ruyordu . Vakıfta asıl ağırlığı elinde tutan Koç ailesini, İ nan Kıraç tem­
sil ediyordu .

417
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Turizm Bakanı'na TAÇ Sorulan


Deniz Som, 26. 1 0.2001 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde "Turizm
Bakanı'na TAÇ Soruları" başlıklı yazısında TAÇ Vakfı'na devletten
aktarılan paraları soruyordu:
'Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya sorsak ve desek ki: Kaldırılma­
sını istediğiniz bakanlığınızı doğrudan ilgilendirmese de bildiğiniz gi­
bi Kültür Bakanlığı, Antalya'daki tarihi Noel Baba Kilisesi'ni TAÇ
Vakfı'na tahsis etti . . Yine bildiğiniz gibi TAÇ Vakfı, bakanlığınızın siz­
den önceki Bakanları tarafından kuruldu . . . Bir dönem hem 1 2 Eylül
öncesi hem de 1 2 Eylül ve sonrası bakanlığınızla çok sıkı fıkıydılar;
bakanlığın taşeron şirketi gibi çalışıyorlardı. Anımsıyor olmalısınız,
Beylerbeyi'ndeki Depreli lsmail Paşa Yalısı'nı onarsın diye TAÇ
Vakfı'na devretmişlerdi de bir gece tarihi yalı cayır cayır yanmıştı ...

Neyse ... Gelelim asıl konuya ... Turizm Bakanlığı'nın bütçesinden her
yıl TAÇ Vakfı'na belli bir ödenek ayrıldığı iddiası doğru mu? Bugüne
kadar "dolar" hesabıyla kaç para verildi ve karşılığında ne alındı?
Bakanlığınız bütçesinden TAÇ Vakfı'na para aktarmaya devam edi­
yor musunuz? Ediyorsanız niye, etmiyorsanız neden? .. "
Mason, şeriatçı örgütlenmesi ile birlikte Koç ailesinin de ağırlıklı
olduğu TAÇ Vakfı , Fener Rum Patriği Bartholomeos'u da yanına al­
mıştı . Fener Rum Patrikhanesi'nin gayrı yasal bazı davranışları, An­
talya ilinde faaliyet gösteren Noel Baba Vakfı ile Fener Rum Patriği
Bartholomeos ve ekibini karşı karşıya getirir. Bu arada devreye her
nedense TAÇ Vakfı'da girer, Noel Baba Vakfı'na tazminat davası
açar.
Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada Noel
Baba Vakfı 3 milyar TL tazminata mahkum olur. Vakıf davayı temyiz
eder. Ancak trilyoner mason işadamları ve şeriatçıları içinde barın­
dıran TAÇ Vakfı davanın temyizden dönmesini beklemeden fakir
vakfın yöneticisine hacze gider. . . Oysa TAÇ Vakfının bazı yönetici­
leri için bu para bir akşam yemeği parası bile değildir. Yine TAÇ
Vakfı'nın yönetiminde bulunan Koç ailesi hepimizin malumu . . .
Koç ailesinin elinde bulunan Otokar, Jandarma'ya binlerce Land

418
Ergün Poyraz

Rover satar. Bu Land Rover'ler lngiltere'nin sömürgeleri için üretil­


mişler ancak sömürgeler bu arabaların hiçbir işe yaramayacağını
görünce almamışlardı. Aslı 68 beygir olan bu araçlar belgelerinde
tahrifat yapılarak 70 beygir olarak yurda sokulmuştur. Motorları son
derece zayıf olan bu araçlar en az 500 bin km gitmesi gerekirken
50 bin km'de çürüğe çıkmışlardı. Doğuda motorlarının güçsüzlüğü­
nün yanında hareket kabiliyetlerinin zayıflığı da eklenince askerleri­
miz PKK'lıların pusularına düşmüş, yüzlerce vatan evladı hayatını
kaybetmiştir.
Gazetelerden okuyor, TV'lerden izliyoruz . . . Şehitlerimizin yakın­
ları "vatan sağolsun" sözleri ile acılara gömülüyorlardı. Oysa "Vatan
Sağolsun demekle vatan sağ olmuyordu. Bunun tek yolu vatanda­
ki açık ve gizli PKK'lı alçaklara, alçaklıklarının hesabının sorulması­
dır. Ancak böylelikle vatan sağ olacaktır.

Masonik Dayanışma
Koyu bir Amerikan mandacısı olan, bu nedenleülkeden kovulan
ancak Atatürk'ün ölümü üzerine yurda dönebilen Mason Abdülhak
Adnan Adıvar'ın anılarıyla başlayan yazının 43. sayfasında Masonik
dayanışmadan örnekler veriliyordu :
" ... Harbi Umumi'de ben Tıbbiye Müdürü idim. Kömür bitti, hükü­
met parayı ödemiyor, gırtlağa kadar borç . . . Müteahhitler de kömürü
vermediler. Koskoca Haydarpaşa'daki fakülte binası... Çocuklar,
hastalar donuyor. Müteahhidi makamıma çağırdım. Foti Mangolis
adında zengin biri imiş. Kapıdan girer girmez işareti çaktım. Adam
Mason çıkmaz mı? Hemen çıkıştım : "Yahu bu nasıl biraderlik? Ben
burada evladı vatanı, hastaları donduracak mıyım? ... " Kömür geldi.
Harbiye nezaretinde, sarayda herkes titrerken Haydarpaşa ısın­
dı . . . . "

Yaşar Nuri'nin Partisinde bir Mason


30 yıl Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği'nde baş
hukuk danışmanı olarak görev yapan ve "Kırmızı Kitap" diye bilinen

419
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin mimarlarından Mustafa Ağaoğlu,


İstanbul Milletvekili Yaşar Nuri Öztürk'ün Genel Başkanı olduğu
HYP'ye geçtiğini gazetelerden öğreniyorduk.
Adı, Moon tarikatıyla sık sık anılan İlahiyat profesörü Öztürk, ye­
ni transferi Ağaoğlu'yla basın toplantısı yapıyor, Ağaoğlu'nun "Ma­
son" kimliği konusunda "Beni ilgilendiren devletteki birikim ve kim­
liktir" diyordu.
Yaşar Nuri, Ağaoğlu'nu Adnan Kahveci ile mukayese etmekten
de çekinmiyordu:
'Türkiye içinde ve dışında büyük beyinleri tespit ediyoruz ve ken­
dilerini partimize davet ediyoruz. Sayın Ağaoğlu'da, MGK'daki gö­
revi boyunca 20'ye yakın hükümet görmüş ve deneyim ve birikim­
leri olan bir hukukçudur. Ağaoğlu'nun bize katılması devletin beyni­
nin itimadıdır. Sayın Özal, Adnan Kahveci gibi bir adamı keşfetme­
miş olsaydı, bugün onu kimse tanımıyor olacaktı. Onlarca Adnan
Kahveci var. Yaptığımız budur."
MGK'daki görevi boyunca Masonluğu konusunda hiçbir gazete­
ye demeç vermeyen ancak emekli olduktan sonra gazetelere Ma­
son olduğunu açıklayan Mustafa Ağaoğlu, Mason kimliğini bugüne
kadar gizlemediğini ve partiye katılırken de açıkça dile getirdiğini
söylüyor, "Yaşar Hoca ile aynı kulvarda siyaset kararı verdiğini" vur­
guluyordu. Böylece Masonların girmediği siyasi parti kalmıyordu .

Keçi Kanı
Mason localarında 33. dereceye yükselmiş masonların keçi kanı
içerek, şeytana tapma ayinleri basında şöyle yer alıyordu:
"Önce son ortaya çıktıkları dönemi hatırlayalım. 1 997 yılı ocak
ayında lstanbul'da iki büyük Mason locasında çekilen gizli kamera
görüntüleri, Türkiye Masonları üzerinde şok etkisi yapmıştı .
Kanal 7 ekranlarında yayınlanan bu gizli kamera görüntülerinin
birincisi lstanbul'da bir locada gerçekleştirilir. Görüntülerde birkaç
işadamının Masonluğa giriş merasimi, Masonik bir nikah töreni ve
Genel Kurul toplantısının görüntüleri yer almaktadır.

420
Ergün Poyraz

Masonluğa yenı gıren kişilerin gogsune kılıç dayanarak ölüm


iması yapılması, ellerini boğazında tutan salon görevlilerinin bu ima­
yı tekrarlaması Masonluğa yabancı olan Türk halkının oldukça ilgi­
sini çekmiştir. Bu görüntüler yayınlandıktan bir kaç gün sonra, lstan­
bul'da adresi bilinmeyen bir Mason locasında yalnızca 33. derece­
den masonların katılabildiği "Şeytana Tapma Ayini"nin görüntüleri
ekranlara yansır. Görüntüler Kanal 7 ekranlarında dakikalarca ya­
yınlanır.
Ayini yöneten büyük üstad, locanın ortasında kesilen bir keçinin
kanını içmekte ve lbranice bazı d ualar okuyarak şeytana tapma ayi­
nini sonuçlandırmaktadır. Gizli kamera görüntülerinin yayınlanması
ile birlikte masonluk, ciddi bir tartışma konusu haline gelir. Ancak
masonların kontrolündeki bazı medya kuruluşları bu konuyu hasır
altı edebilmek için olağanüstü bir çaba harcar. Bu medya kuruluşla­
rı, Mason localarındaki gizli kamera görüntülerini gündemlerine da­
hi almazlar.
Aynı günlerde ortaya çıkan Aczimendi Şeyhi Müslüm Gündüz ve
Fadime Şahin konusu ise bu gazete ve televizyonlarda günlerce bi­
rinci haber olarak yer alır. . .
"

Reşat N uman, "Tapınak Şövalyeleri Ve Masonlar" adlı kitabının,


1 24. sayfasında. (Masonluk Dergisi, 29. sayı, sayfa 23'den yaptığı
alıntıyı şöyle aktarıyordu:
"Masonlukta şeytan , karanlığı aydınlatan bir güç olarak tasvir
edilir: "Şeytanın feneri ulaşacağın yerdeki karanlığı aydınlatır... "
Sayfa 1 49-1 50'de Siyonizm- Masonluk ilişkisi şöyle anlatılıyor­
du:
"Masonluğun bir diğer önemli yönü, radikal Yahudi ulusçuluğu
olarak tanımlayabileceğimiz siyonizm ile olan bağlantısıdır. Bu, ma­
sonların Avrupa'da Kilise'ye karşı verdikleri mücadele sırasında şe­
killenmiş bir ilişkidir. Yahudiler de Kilise'nin egemen olduğu Hıristi­
yan Avrupa düzeninden rahatsız oldukları için, bazı etkili Yahudiler
masonların savundukları materyalist, din-dışı felsefeleri ve siyasi

421
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

hareketleri desteklenmiştir. Bu da Yahudiler ile masonlar arasında


geleneksel bir ittifak sağlamıştır. Masonların Kabala gibi mistik Ya­
hudi öğretilerine olan bağlılığı da, bu ittifak felsefesine bir boyut ka­
zandırmaktadır. .
Masonlar b u bağlantıyı sürekli olarak inkar etseler d e sadece
kendi üyeleri için çıkardıkları gizli dergi ve kitaplardan bu konuda
önemli açıklamalar yer alır.
Örneğin büyük üstat mason Selami lşındağı, "Masonluktan Esin­
lenmeler" isimli kitabında masonluğun kuruluşunun Siyonist amaç­
lar doğrultusunda olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
" İ lk aşamada gizli mason kuruluşu Babil tutsaklığıyla darmada­
ğın olan Yahudileri bu ulusal birlik içinde toplamak istiyordu" (Ma­
sonluktan Esinlenmeler, sf.275)
Diğer Mason kaynaklarında da durum bundan farklı değildir. Ma­
sonluğun Siyonizmle ve dolayısıyla Yahudilikle ilişkisinden bahse­
den sayısız Mason yayınından bazıları şunlardır.
"Yahudisiz hiçbir mason locası yoktur. Yahudi sinagoglarında
hiçbir mezhep mevcut değildir. Orada masonlarda olduğu gibi yan­
lız semboller vardır. Bunda dolayı ki lsrail mabedi bizim tabii mütte­
fikimizdir." (Akasya Mason Dergisi sayı 62 sf.24)
Diğer bir masonik kaynak, Yahudilikle olan bağlantıyı şöyle ifade
etmektedir. "Ritüellerimizde Tevrat'tan sayısız alıntılar mevcuttur."
(Mimar Sinan. 1 983 s.4 7, sf.39)
Masonik diyologların yer aldığı özel mason dergilerinden birinde
rastlanan şu konuşma ise Masonluk-Yahudilik bağlantısının tüm
çarpıcılığıyla gözler önüne sermeye yetiyor:

"Büyük üstad: Kimden sakınmalıyız?


l .Nazır: Düşmanlarımızdan ve kardeşlerimizden.
Büyük üstad: Kardeşlerimizden sakınmamızın sebebi nedir?
1 Nazır: İ srailoğulları esarettedir. Biz onların kurtulmaları maksa­
dını takip ediyoruz. Lakin yeni kardeşlerimiz bizim bu projemizi an­
lamayacaklar ve tatbikini engelleyeceklerdir.

422
Ergün Poyraz

Büyük üstad: Kardeşlerim! Nizam vaziyeti alalım. Yahudi diyarı­


nın kurtarıcısını selamlayalım." (1 5. Derece Çalışma Rehberi, sf.24.)
Masonluk hiçbir dönemde kuruluş amacı çerçevesinden dışarıya
çıkmamış, geleneklerinden en ufak taviz vermemiştir. Masonlar ge­
leneklerine bağlılıklarını şöyle dile getirmektedirler.
"Bizim yöntemlerimiz, geleneklere bağlılığı ile bu gelenekler et­
rafında kurulmuş ve geleneklere bağlılığıyla bu güne kadar yaşa­
mıştır. Bu gelenekler yıkılırsa masonluğunda temeli yok olur" (Mi­
mar Sinan Dergisi Sayı. 50, sf.47)
Fakat masonlar bu bağlantının ortaya çıkmaması konusunda
çok titizdirler. Mason yükümlülüklerini belirten Anderson Yasası
davranış maddesi 4. fıkrası şöyledir:
"Mason olmayan yabancılar bulunduğunda, sözlerinde ve tutu­
mumuzda öyle ketum ve ihtiyatlı olunuz ki en ince zekalı yabancı bi­
le duyulması uygun olmayan şeylerin farkına varmasın." (Akasya
Mason Dergisi, s.62)
Masonluğun kurucusu olarak kabul edilen Hiram Usta'nın dahi
Tevrat'ta anlatılan bir kişi olması Tevrat'a olan bağlılığın bir başka
göstergesidir.

Dinlere Karşı Gösterilen Şiddet ve Nefret


Jose Maria Ceardenal ve Cara Y. Rogriguez tarafından kaleme
alınan, "Tarih Boyunca Masonluk" kitabının, 88. sayfasında, mason­
luğun korkusunun kalmadığında gerçek yüzünün nasıl ortaya çıktı­
ğı aktarılıyordu:
"Allah'ı inkar eden Masonluğun inandığı "Kainatın Ulu Mimarı"nı
duymayanlar olabilir. Ne var ki aynı ifade, Latin Amerika ve Kuzey
Amerika Masonluğuna hakim olan Fransız Büyük Şark Locası tara­
fından 1 O Eylül 1 877'de kaldırılmıştır.
Bu tarihe kadar onun şerefine (Ulu Mimar) kadehler kaldırıldı, lo­
calar açıldı. . .
O g ü n b i r Eylül günü, artık düşüncelerini saklamaya gerek kal-

423
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

mayacak kadar kuvvetlendiğini hissettiği her zamanda; masonluk,


onu çöplüğe fırlatıverdi ve böyle yaparken hiçte utanmadı. . . Bunun­
la da yetinmedi, onu düşmanı ilan etti . Oysa ki kendi anayasasında
(inançlarından dolayı kimse kınanamaz) maddesi yerli yerinde du­
ruyordu!"
Sayfa 89-90-91 sayfada ünlü Mason Proudom'un dinler hakkın­
daki görüşlerine yer veriliyordu:
"Prensibimiz bütün dinlerin çökertilmesi, hareket noktamız ise
hiçliktir. inkar etmek, her zaman inkar etmek; çalışma metodumuz­
dur. Ve bunlar bizi öyle bir yol kavşağına getirmiştir ki, burada:dinin
yerinde dinsizlik, politikada anarşi , ekonomide şahsi mülkiyet ola­
mayacağı esası mevcuttur!"(Benoit, F.M . 1 , 1 7)
Kabul edilmiş lskoç Rit'inin 1 8 derecesi olan Güneş Şövalyesi
veya Adept Prensi için yapılan merasimde (Adam) denilen başkan,
1 8.derece adayına şöyle hitap eder.
"Birçok harici mabedimize girmek bahtiyarlığına kavuşmuştur.
Fakat bunlardan pek azı ilahi hakikatları , (açıklanacağı vaat edilen
sırları) öğrenmek şansına sahip olmuşlardır!
Gerçek ilahi huzuruna ulaşabilmek için bir masonun ne gibi me­
ziyetlere sahip olması gerektiğini sorarsan, derim ki:
O, dünyevi cehalettir. Ondan kurtulmanın yolu; doğduğun top­
raklarla ilgili anılarının, bilhassa dinle ilgili olanların fırlatılıp atılma­
sından geçmektedir! Yok etmen gereken, yılan şekline girmiş cana­
var, işte budur! Ve bu yılan, pespaye cahillerin din diye taptıkları şe­
yin ta kendisidir!. . . "(Benoit, F. M 1 84)
. .

lskoç Rit'inin 1 9.derecesi olan St. Andrevv lskoç Şövalyesi için


yapılan merasimde de hatip konuşmasını şu cümleyle bitirir:
. .

"lsa, (a.s.)'ın haç'ıyla savaş aç, ateşin ve şehvetin ilahı lblis'e bi-
at et! . . .
"

Yine aynı rite bağlı bazı localarda 30. derece "Kadosh Şövalye­
si" (Ragon'a göre felsefi masonluğun en yüksek rütbesi budur) me­
rasiminde bir hacın üzerine oturtulmuş olan adaya şöyle hitap edi­
lir:

424
Ergün Poyraz

"Gericiliğin sembolü olan bu Haçı ayaklannın altında parçala!"


Bu emre uymayan aday da usulen alkışlanır, fakat o, derecenin sır­
rı kendisine açıklanmaz.
Uyan aday ise hüsnü kabul görür ve üç cesetten intikamını alma­
sı emredilir ki sırasıyla bu cesetler; kralı, papayı ve hurafeleri temsil
ederler. (Benoid.F. M . 1 9 1 - 1 93)
Bu da bir başka manzara, diğerini aratmayacak cinsten!
"Aday, zemine uzatılmış Kudüs haçının ayak ucuna kadar yürü­
tülür. Bu noktadan itibaren o, üç adım çırak için, üç adım kalfa için
ve üç adım da üstad için yürüyerek haçın etrafında bir daire çizer.
Ve son adım, haçın baş tarafına gelecek şekilde ayarlanır ve ökçe­
ler bir kare teşkil edecek şekilde birleştirilir."
Korku işareti denilen bir başka merasim de şudur:
"Baş sola çevrilir, gözler yere dikilir, eller hafiften sağa doğru kal­
dırılır. Böylece, 1 3. derece adayı (Rose Cross Şovalyesi) lsa,
(a.s.)'ya inanmadığını bildirerek, kurtuluş sembolünü ayaklarının al­
tında parçalar.
Yetkililer haçın üzerine işemesi gerektiğini ve bunun usulünü de
kendisine göstererek, Tabiat ilahı' na tapınmaya davet ederler! . . .
Başarısını kutlamak için adaya eski zamanlardaki Templar ve
Ghanics'lerin meşhur putu Baphomet'i gösterirler!"(Benoit,I , 1 85-7-
Eck.l,335-7 - Espasa, Mas.P.731 )
Karboni'lerin ilk yedi derecesinde bol bol Hıristiyanlıktan bahse­
dilir. Son üç derecesinde ise dinlerin ve milletlerin tümüne birden
küfredilir!
Aday üstad derecesinde ise düşmanı lsa (a.s.)'dır! Kendisini tan­
rının oğlu ilan etmesiyle O, "insanın doğuştan eşit haklara sahip ol­
ma ilkesini" bozmakla suçlanır!
7. derece aday ise, çeşitli din ve milletlerin topuna birden harp
açacağına yemin eder. (Benoid,F.M.I, 3 1 6-330)
1 886 Mason Kurultayının kapanış ziyaretinde konuşan birader
Gonnand diyor ki:

425
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

"Masonluğun din ve siyasetle ilgilenmediğini ilan etmeyi uygun


gördüğü (yasa gereği olmaksızın münafıklık mıydı? Hiç zan netmen!
Kanun baskısı ve polis korkusu altında böyle görünmeye mecbur­
duk."
"Türkiye Fikir ve Kültür Derneği" tarafından bastırılan 14. derece
çalışma Kılavuzu'nun 52. sayfasında Üstadları Süleyman Peygam­
beri bile tanrının sesine kulaklarını tıkamakla suçluyorlardı.
22. Çalışma Kılavuzunun 31 . sayfasında şöyle and içiyorlardı:
"Ben . . . kendi isteğimle, Evrenin Ulu Mimarı ve K.B.Ş'lerinin, Lüb­
nan Prenslerinin huzurunda söz veririm ki, bu derecenin sırlarını, bu
derece altındaki Masonlara bildirmeyeceğim. Ve yine söz veririm ki,
bütün gücümle çalışan sınıfı yükseltmeye, onların hayat koşullarını
düzeltmeye, çocuklarını eğitim ve öğretimin iyiliklerinden faydalan­
dırmaya çalışacağım. Çalışmayı kutsal sayarak onurlu, erdemli ve
zeki işçileri kendimle ve hukukta eşit sayacağım. Bu sözleri tutma­
dığım takdirde Lübnan dağlarında, karlar altında sefilce ölmeğe ra­
zıyım ...
"

Aynı Çalışma Kılavuzunun 1 3. sayfasında birçok Allah'tan bah­


sederek şu hezeyanlarda bulunuyorlardı:
"En doğrusu şudur ki, insanların yeryüzüne atılmaları öyküsü ,
onların, Allahların kıskançlıklarına karşın, ilerleme ve yükselmeleri­
nin ahlak özgürlüklerinin bir destanından başka bir şey değildir... "

Dulkan Torbası mı, Cukka mı


1 4 Mart 2006 tarihli Sabah Gazetesi , "Masonlardan Büyük ih­
raç" başlığı ile masonların şimdiki Üstadlarından bir önceki Büyük
Üstadı Kaya Paşakay'ın, Genel Sekreteri Koray Darga'nın ve say­
manı Prof. Dr. Sait Sevgener'in "Yolsuzluk" nedeni ile locadan ihraç
edildiğini duyuruyordu .
15 mart 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Kaya Paşakay'ın "Bü­
tün kararları beraber imzaladık" şeklindeki sözleri manşet yapılıyor­
du. Haber özetle şöyleydi.

426
Ergün Poyraz

"Türkiye Masonlarının önemli kolu olan Hür ve Kabul Edilmiş


Masonlar Büyük Locası'nın yeni üstadı Prof. Asım Akin tarafından
ağır bir dille suçlandığı iddia edilen eski üstad Kaya Paşakay, bütün
kararları beraber imzaladık diyor ve kendi yönetimi döneminde Prof
Asım Akin'in Başyardımcı sıfatı taşıdığı ve her türlü kararın altında
imzasının bulunduğunu belirtiyor ve şu vurgulamayı yapıyordu:
"Bir yanlışlık varsa sorumluluğumuz eşit miktardadır"
1 5 Mart 2006 tarihli Star Gazetesi Halit Kakınç'ın "7 Milyon Do­
larlık Mason Kavgası" başlıklı yazısını manşet yapıyordu. Halit Ka­
kınç'ın gizli kalan bir yönü Mason olması, localarda konferans ver­
mesiydi. Bu nedenle yapıyı iyi biliyordu. Kakınç'ın yazısı şöyleydi:
"Masonların Eski Büyük Üstadı Kaya Paşakay ile 2 yönetici, 7
milyon dolarlık yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla dün "harici aleme ih­
rac" edildi. Paşakay, "Eğer bir yolsuzluk varsa yeni yönetim de bu­
nun içinde" diyerek şimdiki Büyük Üstad Prof. Ası m Akin'i suçladı.
Yolsuzluk iddiaları masonlar'ı karşı karşıya getirdi. Hür ve kabul
Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği , eski Büyük Üstad Kaya
Paşa kay, Genel Sekreter Koray Darga, ile Sayman Prof. Ali sa it
Sevgener'in, kendileriyle ilişkilerinin kesildiğini duyurdu .
... iddialara göre, Paşakay döneminde muhasebe kayıtları ile oy­
nanarak 7 milyon dolarlık yolsuzluk yapıldı. Hatta Paşakay'ın Pa­
ris'teki 48 bin dolarlık otel faturasını locaya ödettiği öne sürüldü .
. . . Dün Sabah gazetesinin manşetinde ilginç bir haber yayınlan­
dı. Masonlar'ın Önceki Büyük Üstadı Kaya Paşakay ile üst düzey iki
yöneticinin yolsuzluktan ihraç edildikleri duyuruldu.
Bu karmaşık konuda yoruma girmeden biraz habercilik yapalım.
ihraç Duyurusu metnine yer verelim. Hür ve kabul Edilmiş Mason­
lar Büyük Locası Derneği Büyük Üstad'ı Prof. Dr. Asım Akin ile der­
neğin önceki Büyük Üstadı Kaya Paşakay'ın ifadelerini aktaralım.
13 mart 2006 tarihi ile üstadı muhteremler ve 1 O bin'i aşkın der­
nek üyesi mason'a hitaben şu duyuru yayınlandı.
' 1 7 Aralık 2005 Konvanımızı müteakip, muhasebe kayıtları ile il-

427
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

gili yapılan detaylı araştırmalar ve tarafsız müfettişlerin inceleme ve


denetlemeleri sonucunda; 2004 yılı Konvanı'nda verilen yetkilerin,
Büyük Görevliler Kurulu'nun da bilgisi dışında aşımı, bu aşımın ka­
yıtlara yansıtılmaması ve gizlenmesi amacıyla muhasebede yapılan
usulsüzlükler nedeniyle, Türk Masonluğu'nun genel yararları yö­
nünden Büyük Üstad En Muhterem Asım Akin kardeş, Büyük Loca
Tüzüğü Madde 28'deki yetkisine dayanarak, Kaya Paşakay, Koray
Darga ve Ali Sait Sevgener'i haricialeme iade etmiştir.
Durumun gereği için bilgilerinize ...
"

Bu harici aleme iade ifadesinden kastedilen neydi? Usulsüzlük­


ler denilirken ne tür eylem ve menfi tasarruflar kastediliyordu? Bu
kon uların netleştirilmesi gerekiyordu.
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği Büyük
Üstadı Prof. Dr. Asım Akin , şunları söylemekle yetindi: "Söz konusu
önceki dönemde ilkelerimize aykırı davranışlar saptandığı için böy­
le bir karar alınma gereği duyulmuştur. Buradaki saptama, ilkelerin
çiğnenmesidir. Dahası, karşı karşıya bulunulan olayın iki farklı yönü
söz konusudur. Ortada Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Lo­
cası adını taşıyan bir dernek, bir de Masonluk vardır. Zikredilen
isimlerin şu aşamada dernek'ten çıkarılmaları söz konusu değildir.
Dernek'ten atma diye bir şey olamaz.
Dernek'ten atmak, derneğin Genel Kurulunda verilecek bir ka­
rardır.
Buradaki harici aleme iade sözünün anlamı , bu kişilerin masonik
çalışmalardan men edildikleridir."
Prof. Dr. Akin, medyaya yolsuzluk şeklinde yansıyan usulsüzlük­
ler konusunda bu aşamada konuşmak istemediğini belirtti.
Sonra Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'nin
Önceki Büyük Üstad'ı Kaya Paşakay ile konuştum. Kurum'u med­
yaya açması ile sıkca gündeme gelen emekli diplomat Paşakay, hu­
kuksal yönden haklarını arayacaklarını belirterek söze başladı.
lsnad edilen usulsüzlükler veya yolsuzluklar suçlaması ile ilgili
olarak ise daha sert bir çıkış yaptı.

428
Ergün Poyraz

"Bu kararı alan hali hazırdaki Büyük Üstad Asım Akin, benim bü­
yük üstadlığım dönemimde 21 kişilik Yönetim Kurulu içersinde yer
alıyordu . . . Dahası Ankara çalışma bölgesinde büyük üstad kayma­
kamı ünvanını taşıyordu.
Eğer bu suçlamalar gerçekse, kendisi de suça iştirak etmiş sa­
yılır!.."
Masonların deyimi ile harici alem, yani dış dünya-bugüne dek
karşılaşmadığı bir ikilem ile yüz yüze gelmiş bulunmaktadır.
Dernekler Masası, bu gelişmeleri ihbar kabul edip kendisine
bağlı H ür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği'nin he­
saplarını incelemeye alavak mıdır?
Yoksa, olayı söz konusu kurum'un iç meselesi olarak mı kabul
edecektir?
Olay yargıya intikal etmezse anladığım kadarı ile bu ihraç, bir iç
mesele olarak kalacaktır. . . "

lsis Efsanesi-Dul Kadın


Masonluğun sembolleri arsında yer alan önemli bir kavramda
"dul kadın" tasviridir. Masonlar kendilerini "dul kadının çocukları"
olarak tarif eder ve yayınlarında "dul kadın" resimlerini sık sık kulla­
nırlar. Peki nedir bu kavramın kökeni? "dul kadın" gerçekten kimdir?

Mason localarında her toplantının ardından dolaştırılan ve her


Mason'un içine para atmakla yükümlü olduğu torba, "Dul kadın tor­
bası" olarak tanımlanıyordu. Bazı masonlara göre Dul kadın, bazı
Masonlara göre Tevrat'ta da yer alan ve duvarcı ustaları tarafından
öldürülen H iram'ın karısıydı .
Masonik kaynaklar incelendiğinde, dul kadın sembolünün d e es­
ki mısır kökenli bir efsane olduğu ortaya çıkar. Söz konusu efsane,
eski Mısır'ın en ünlü mitlerinden biri olan "Osiris-lsis"hikayesidir.
Osiris, eski Mısırlıların "bereket tanrısı" olarak Kabul ettikleri hayali
bir erkek tanrıdır. lsis ise Osiris'in eşidir. Efsaneye göre Osiris
. . bir
kıskançlık cinayetinin kurbanı olmuş ve lsis dul kalmıştır. işte ma-

429
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

sonları "dul kadını" bu lsis'dir. Mimar Sinan dergisindeki bir makale­


de konu şöyle açıklanmaktadır.
Sık sık makalelere ve konferanslara konu olan Osiris-lsis menkı­
besi, Mısır mitolojisinin masonluğa en yakın olan mitidir. İ sis mabe­
dinin rahipleri arasına katılabilmek için geçirilen imtihan, masonluk­
taki tekrisin ta kendisidir. Bir kere daha tekrarı gereksiz ve sıkıcı ola­
caktır. Orada ışık (nur) en önemli unsurlardan biridir: Şarkın karan­
lıklarına (zulmet) gömülmek için öğleden itibaren açılmaya başla­
yan sabah güneşi, tanrı Osiris'in görevini her gün yeniden üstlenir:
Tıpkı öldürülen babasının yerine daha parlak şekilde geçen Horus
gibi. Nihayet evladı olduğumuz "dul kadın" Osiris'in dul eşi İ sis'den
başkası değildir.
Görüldüğü gibi kendisini "akıl ve bilimin yolunda" gibi gösteren
masonluk aslında sayısız batıl inançla dolu bir "hurafeler öğreti­
si"dir.

33. Derecelik Masonluk Mertebeleri


Mavi Localar
1 - Müptedi
2- Refik
3- Üstad
4- Sır üstadı
5- Mükemmel üstad
6- Mahram sekreter
7- Nazır
8- Bina emini
9- Dokuzların üstadı
1 O- On beşlerin üstadı
1 1 - Yüce şövalye
1 2- Büyük mimar üstadı
1 3- Royal arş şövalyesi
1 4- Yüce üstad

430
Ergün Poyraz

Kırmızı Localar
1 5- Doğu şövalyesi
1 6- Kudüs prensi
1 7- Doğu ve Batı şövalyesi
1 8- Roz-Kruan şövalyesi

Felsefe Localan
1 9- Yüce lskoçyalı
20- Sayın büyük üstad
2 1 - Prusya şövalyesi
22- Lübnan prensi
23- Tobernaki şefi
24- Tobernaki prensi
25- Tunç yılan şövalyesi
26- Triniter lskoçyalı
27- Kudüs mabedinin hakim amiri
28- Güneş şövalyesi
29- Sen Andre "Aziz-Andre"
30- Büyük kadaş şövalyesi
3 1 - Büyük müfettiş
32- Kutsal sır yüce prensi
33- Büyük genel müfettiş "Maşrık-ı Azam"

Bazı Biraderler
Ülkemizin dört bir yanını saran Mason Localarına kayıtlı onbin­
lerce insanımız bulunmaktadır. Bu insanlarımız bu locaların işlevle­
rini bilmemekte, bu locaların faaliyetlerine iyi niyetle katılmaktadır.
Masonların içinde iyi niyetli insanlarımızın da olabileceğini düşüne-
. .

rek kökleri l ngiltere, Fransa ve lskoçya gibi ülkelere dayanan bu ta-


rikatın gerçek yüzünü sergilerken , bunlara üye olan insanlarımızı ta­
nıyalım.

431
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Fuat Tanlay
Ankara Mason Kutup Yıldızı locasına bağlı Fuat Tanlay; Gül hü­
kümeti döneminde Protokol Genel Müdür Yardımcısı, Erdoğan hü­
kümeti ile birlikte Başbakanlık Protokol Müdürü görevine getiriliyor­
du. Daha sonra Yemen Büyükelçiliği görevine getirilmek isteniyor,
burayı beğenmeyince Brüksel Büyükelçiliği görevine getiriliyordu.

Ertan Karasu
Ankara Mason Doğuş locası üyesi ; Ankara Galatasaraylılar Bir­
liği Başkan'ı olan ve bir süre Kanal D Ankara temsilciliği de yapan
Gazeteci Ertan Karasu, 1 4 Haziran 2005 SHP'ye katıldı.
Trabzon doğumlu gazeteci Yaşar Albayrak Mason And locası
üyesi .
Basındaki mason biraderler sadece bu kadar mı tabi ki hayır. . .
Denizdeki kum sayısı kadar mason biraderler basında köşe başla­
rını tutmuşlar.
AKP hükümetinin iş başına gelmesiyle birlikte el konulan Star
gazetesinin baş yazarlığına, mason localarının Sanatçı Ediz Hun ve
elektrik hırsızlığı iddiasıyla basında yer alan tiyatrocu Zeki Alas­
ya'dan sonraki kıdemli konferansçısı Mason Seyfettin Halit Kakınç
getiriliyordu.
H ürriyet'te Tufan Türenç, Doğan Hızlan, Yener Süsoy mason bi­
raderlerden sadece birkaçıydı.
TRT'ise masonların adeta bir başka kalesiydi, Fatih Orbay, Tan­
su Polatkan ilk akla gelen isimlerdendi.
Turkish Daily News Genel Yayın Müdürü, Yusuf Kanlı, Ankara
Gökkuşağı locası Muhteremlerinden .. Gazetenin Yayın Kurulu ise
şu isimlerden oluşuyordu:
Prof. Dr. llber Ortaylı, Prof. Dr. Hasan Köni , Prof. Dr. H üseyin
Bağcı
Hasan Köni, 26.02.2000 tarihinde Üçgül locasında, "Avrupa Bir­
liği aday üyeliği"ni anlatıyordu.

432
Ergün Poyraz

20. 1 2 . 1 999'da Nar locasında Avrupa Birliği için konferansı bu


kere bir başka Üstad Can Baydarol veriyordu .
Can Baydarol, 8.4.2002 tarihinde "Cehalet ve Taassup" adlı ko­
nuşmasını yine Nar Locası'nda yapıyordu ...
Bir başka Üstad adayı Nasuh Mahruki ise 1 1 .05.2000 tarihinde
"Değişik kültürler, farklı coğrafyalar" konusunda bildiklerini kardeş­
lerine anlatıyordu . . . .
Ahmet Emin Aslan 2001 yılında "Kendini Bil" başlıklı konuşma­
sıyla P':Jsula Locası'nda arzı endam ediyordu ...
Bingür Sönmez, Locaların tababetle ilgili en fazla konferans ve­
ren Üstadlarındandı.
Ahmet Mete lşıkara, Masonları Deprem konusunda eğitiyordu.
Zaman Gazetesi yazarlarından Eser Karakaş, 20. 1 2. 1 999 tari­
hinde mason kardeşlerine i l . Cumhuriyet'ini anlatıyordu ...
Sanatçı Ediz Hun ve Zeki Alasya Mason Localarının kıdemli kon­
feransçıları olarak mason saflarında yerlerini alıyorlardı.
Daha kimler yok ki ; Kenan Işık, Çetin Yıldırımakın , Eralp Özgen ,
Mustafa Koç, Ünsal Yavuz, Kutlu Payaslı, Bozkurt Güvenç, Danyel
Hamitoğulları , Nazmi Bilgin, Yıldırın Devletkuşu, Ertan Karasu, Ga­
zanfer Can, Atilla Celal Bayar, Jak Baruh, Kirkor Sahakoğlu, Hans­
jörg Kurz, Andon Prizyanos, Firuz Nikravan , Ergun Aybars, Yani
Skarlatos, Burhan Apaydın, Leon Levi Coşkun , Hakan Yavuz, Er­
tuğrul Bülent Eyiler, Sezai Bermanbek, Samuel Kohen, Moiz Varan ,
David Kohen , Avran Ventura, Mişel Yahni, Mahfi Eğilmez, İ zak Abu­
daram, Elyo Medina, Pulad verbas, Vefa Çetin , Mete Akyol, Manu­
el Akcanbazyan , Musa Yahya, Ali Nail Kubalı, Alp Ulusoy, Roland
Kunze Concewitz, Şadan Gökovalı, Avram Selaniko, Kimon Mingi­
uri, Jak Hayim . . .
Tabi k i , isimler b u kadar değil, binlerce b u nedenle böyle değişik
konuları içeren bir kitapta isimlerin hepsini işlemek mümkün değil. ..
Diğer isimleri bu kitabın ardından kaleme alacağım masonluğu ve
masonları anlatan kitaba bırakıp biraderlere devam edelim.

433
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Güneri Ersel Ceyhun;


Ankara Mason Doğuş Locası biraderlerinden Güneri Ersel Cey­
hun, 1 2 ocak 2003 Yeni Şafak gazetesinin haberine göre bir mason
birader daha AKP hükümeti tarafından görevlendiriliyordu . Güneri
Ersel Ceyhun; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nda Avrupa Birliği Koor­
dinasyon Genel Müdür Yardımcılığı'na getiriliyordu.

Mehmet Haberal
Ecevit'in Ankara Doğuş Locası masonlarından Mehmet Habe­
ral'ı Cumhurbaşkanlığı'na aday göstermesi basında şu şekilde yer
alıyordu:
"Ecevit'te Dışişleri Bakanı lsmail Cem ile Başkent Hastanesi'nin
sahibi Mehmet Haberal'ı aday gösterdi. Burada Ecevit'in tercihleri­
ne bir paragraf açmak gerekiyor. Ecevit'in Cumhurbaşkanlığı'na
aday gösterdiği İsmail Cem , kısa bir süre sonra DSP'yi parçalaya­
rak YTP'yi kurdu. Mehmet Haberal ise Ecevit'in rahatsızlığında yan­
lış tedavi uygulamakla suçlandı. Yani Ecevit'in seçtiği iki isim de
ilerleyen günlerde kendisinin hasmı oldu. N e kadar acı değil mi?"
09.08.2003 tarihinde basın organlarında "Ecevit'in Eski Doktoru­
na Suçlama" başlığı ile şu konular işleniyordu:
"Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, bir dönem Ecevit'i tedavi
eden Başkent Hastanesi sahibi Mehmet Haberal'ın, üniversite ile
hastanenin yapımı için aldığı 60 milyon dolarlık krediyle Hazine'yi
zarara uğrattığını iddia etti.
TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, hakkında "Meclis so­
ruşturması" açılmasını isteyerek "Yüce Divan" sürecini başlattığı
eski Başbakan Bülent Ecevit'ten sonra doktoru Mehmet Haberal'ın
sahibi olduğu Başkent Üniversitesi'ne yönelik de usulsüzlük suçla­
masında bulundu.
Komisyonun raporunda, Ecevit'in Başbakanlığı döneminde tedavi
gördüğü ve daha sonra kendisine yönelik "Komplo" yapılmaya çalı­
şıldığı iddiasıyla terkettiği Başkent Hastanesi'nin de sahibi olan Meh­
met Haberal'a ait Başkent Üniversitesi'ne kampüs ve hastane proje-

434
Ergün Poyraz

si için kullandırılan 60 milyon dolarlık kredi ile Hazine'nin zarara uğ­


ratıldığı öne sürüldü . "Başkent Üniversitesi'ne, Fon ile yapılan ulus­
lararası nitelikteki anlaşmaya, Bütçe Kanunu'na, üniversite ile yapı­
lan devir anlaşmalarına aykırı ve Hazine zararına neden olacak şe­
kilde kredi kullandırılmıştır" denilen raporda şu iddialara yer verildi:

Yüzde 30 Faizli Kredi


Başkent Üniversitesi'ne 1 995'te Avrupa Konseyi Sosyal Kalkın­
ma Fonu'ndan hastane projesi için 25 milyon , kampüs projesi için
de 36 milyon 596 bin dolar kredi kullandırıldı. Ancak devlet, Fon'dan
ECU üzerinden yüzde 8.91 , 7.98 ve 7.86 faiz oranlarıyla aldığı bu
krediyi Başkent Üniversitesi'ne TL üzerinden yüzde 30 oranında
sabit faizle verdi.

Düşük ipotek
Hastane ve kampüs projeleri için üniversiteye toplam 8.29 tril­
yon lira ödendi, ancak ödenen bu krediye karşılık 2.8 trilyon liralık
ipotek alındı.

62 Milyon Dolar
Hastane projesi 62 milyon dolar olarak planlanmış ve projenin
yüzde 40'ına tekabül eden 25 milyon dolarının fon kredisinden kar­
şılanması öngörülmüşken, proje için düzenlenen en son tarihli ra­
pora göre proje kapsamında toplam 25 milyon 254 bin 989 dolar tu­
tarında yatırım yapıldığı tespit edilmiş, bu tutarlar için firmaya fon
kredisinden 22.5 milyon dolar tahsilat yapıldığının, buna ilave olarak
2.5 milyon dolarlık daha ithalat yapılacağı (toplam 25 milyon dolar)
tespit edilmiştir.

Haksız Kredi
Hastane projesine yönelik olarak üniversiteye devredilen kredi­
ler, projenin kısmi finansmanının yüzde 40'ını sağlamak üzere dev­
redilmiştir. Ancak, Halk Bankası tarafından hazırlanan rapordaki de-

435
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ğerlerden, projenin tamamının 25 milyon dolar dolara mal edildiği


anlaşıldığından, fon kaynaklarıyla karşılanması gereken tutarın da
1 O milyon dolar olması gerekirdi. Bu durumda üniversite, fon kay­
naklarından yaklaşık 1 5 milyon dolar haksız kredi kullanmış olmak­
tadır.

Gerçeği Yansıtmadılar
Üniversite hastane ve kampüs projelerine ilişkin fona gönderdi­
ği raporlarda gerçeği yansıtmamış, yanlış bildirimde bulunmuştur.
Üniversiteye kampüs projesi için kullandırılan kredi 36 milyon 993
bin 1 28 dolardır. Fon kredileriyle yatırımların yüzde 40'ının karşıla­
nabileceği dikkate alındığında bu tutarda bir kullanımın 92 milyon
482 bin 500 dolar tutarındaki yatırım sonucunda kullandırılması ge­
rekmektedir.

Ödeme Gecikti, Yaptınm Yok


Devir anlaşmalarında, kredi geri ödemelerinin yapılmaması du­
rumunda uygulanacak müeyyideler belirlenmiş olmasına karşın,
üniversitenin geri ödemelerini gereği şekilde yerine getirmemesine
rağmen söz konusu bu hükümler işletilmemiş, kredi tahsilat imkan­
ları yeterli ölçüde kullanılmamıştır. . .
"

Mason Mehmet Haberal'ın Hamisi Tayyip Erdoğan


Erdoğan'ın, selefi Ecevit'in eski doktoru Haberal'ın ricasıyla Baş­
kent Üniversitesi Hastanesi'ni açmak için Konya'ya gittiği basında
yer alıyor ve 'komplo' iddiası nedeniyle Ecevit'in tedavisinden el
çektirilen Prof. Mehmet Haberal'la hastane açarken, 'Ona sahip çı­
kacağım' dediği haber oluyordu.
Radikal Gazetesi'nden Fatma Sibel Yüksek Erdoğan-Haberal
aşkını şöyle aktarıyordu:
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Bülent Ecevit'in hastalığı dö­
neminde tedavisini üstlenen, ancak daha sonra el çektirilen Baş­
kent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal'ı himayesine

436
Ergün Poyraz

aldı. Başkent Üniversitesi Hastanesi'ni açmak için Konya'ya giden


Erdoğan, Haberal'ın kendisine İ h san Doğramacı'nın 'emaneti' oldu­
ğunu belirterek "İktidarda kaldığım sürece ona sahip çıkacağım"
şeklinde söz verdi. Haberal'a Rahşan Ecevit'in müdahalesi ile Ece­
vit'in tedavisinden el çektirilmiş, daha sonra bazı DSP'li Bakanlar
gelişmelerin Ecevit'e karşı bir komplonun parçası olduğunu öne
sürmüştü.
Erdoğan önceki gün Konya'da açılışlar yaparken, bu kente bir
haftada ikinci kez gitmesinin nedeni, Prof. Dr. Haberal'a verdiği bir
sözdü. Erdoğan, Başkent Üniversitesi'nce yaptırılan Araştırma ve
Uygulama Hastanesi'nin açılışına katıldı. Edinilen bilgiye göre, eski
YÖK Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof.
Dr. Doğramacı ve Haberal, açılışı yapması için Erdoğan'dan ricada
bulundu. İ steği kırmayan Başbakan'ın programına daha sonra bazı
temel atma töreni ve kültür merkezinin yerini inceleme gibi etkinlik­
ler de eklendi.

El Ele Oturdular
Erdoğan ve Haberal, hastane açılış törenini, protokolde kendile­
rine ayrılan yerde 'el ele' izledi. Erdoğan sık sık Haberal'ın kulağına
eğilerek bir şeyler anlattı . Daha sonra kürsüye çıkan Erdoğan, "İh­
san Doğramacı bana, 'Bu Haberal'a sahip çıkın' dedi. Biz görevde
olduğumuz sürece Haberal'a sahip çıkacağız. Bu ülkede taş üstü­
ne taş koyanı başımızın üstünde taşırız. Derdimiz üzüm yemek,
bağcıyla işimiz yok" dedi.
Haberal , 2000'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, dönemin
Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer önerilmeden
önce, dönemin Başbakanı Ecevit'in Cumhurbaşkanı adayıydı.
Mehmet Haberal, Ecevit'in M ayıs 2002'de ortaya çıkan rahatsız­
lığı sırasında tedavisini üstlenmişti . Ecevit o dönem Gülhane Aske­
ri Tıp Akademisi'nde tedavisini sürdürmesi yolunda yapılan önerile­
re karşın , Haberal'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne güvendiği­
ni söylemişti .

437
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Ancak daha sonraki siyasi gelişmeler, DSP'nin bölünmesi ve


Haberal'ın daha sonra Yeni Türkiye Partisi içinde lsmail Cem ile bir­
likte yer alacak Hüsamettin Özkan'a yakınlığı, DSP içinde spekülas­
yon konusu olmuştu.

Çek Elini Oradan


Tem muz 2000'de gündem; Haberal'ın Gökçek ile birlikte anıt­
kabrin görüntüsünü kapatacak bir girişimde bulunmasıyla çalkalanı­
yordu. Milliyet Gazetesi'nde Melih Gökçek manşette şu şekilde yer
alıyord u : "Çek elini oradan"
"Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Anıtka­
bir'in tam karşısında 8 katlı bir hastane yapılması için izin vermiş.
Bu kararın 50 yıllık, "Anıtkabir'in ihtişamı engellenemez" ilkesine
karşı i l k girişim olduğu yazılıyor haberde.
Başkent Hastanesi yaptırıyormuş bu binayı. Çankaya Belediyesi
tarafından daha önce mühürlenen inşaata mühürler sökülerek de­
vam ediliyormuş.
Gökçek, "Kamu yararı gördüğüm her şeye izin veririm" diye ko­
nuşmuş. Başkent Üniversitesi yetkilileri de, "Binanın göze batması
bir önyargı" demişler.
Güneri Civaoğlu ABD'den bir örnek veriyor bu konuda. Was­
hington'da hiçbir bina, Capitol diye adlandırılan ABD Parlamento­
su'nun şehrin her tarafından görülmesini engelleyecek yükseklikte
olamayacağını söylüyor.
Melih Gökçek'e değil de, Başkent Üniversitesi'nin başında bulu­
nan Mehmet Haberal'a hayret etmiş. Çünkü onun Atatürk'e karşı bir
hareketin içinde olabilecek kişilikte olmadığını sanıyor. . . "

Hidayet Manavoğlu
Ankara Yıldız Mason Locasına kayıtlı ve değişik localarda Trafik
konferan sları veren Hidayet Manavoğlu 24.04.2002 hürriyet inter­
netim sayfasında "yolsuzluk" iddialarıyla yer alıyordu:
" ... Ş oförler Federasyonu yöneticilerine 1 O ay hapis

438
Ergün Poyraz

Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyon u Başkanı Derviş


Günday ile 1 4 yönetici , federasyonu 5 trilyon lira zarara uğratarak,
görevlerini kötüye kullandıkları gerekçesiyle 1 O'ar ay hapis cezası­
na çarptırıldı.
Ankara 1 9. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın hakimi
Günsel Özcan, TŞOF Başkanı Derviş Günday, Yönetim Kurulu üye­
leri Sedat Öner, Alaattin Tuncer, Halil İ brahim Doğan, Kazım Barı­
_
şık, Mustafa Karakaya, Haşim Uyanık, lbrahim Yönel , Mehmet Erol
Korkut, Bekir Duvarcı, Mesut Aşanel, Ali Ateş, Gültekin Çolak, Fev­
zi Apaydın ve H idayet Manavoğlu'nun suçlarının sabit görüldüğünü
açıklayarak, eylemlerine uyan Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) "göre­
vi kötüye kullanmak" fiilini düzenleyen 240. maddesi uyarınca 1 'er
yıl hapis ve 60'ar milyon lira ağır para cezasına çarptırıldıklarını be­
lirtti.
Sanıkların cezalarını, TCK'nın 59. maddesini uygulayarak altıda
bir oranında indiren Yargıç Özcan, hapis cezasının 1 0'ar ay olarak
belirlendiğini bildirdi.
Yargıç Özcan, Yönetim Kurulu üyeleri Doğan, Çolak ve Apaydın
dışındaki sanıkların cezalarının ertelenmesine karar verdi.

3 Trilyon Servet Sağladılar


iddianamede, standartlara uygun ebat, cins ve nitelikte plaka
üretim ve dağıtım izni verilen TŞOF'un, bu iş için kurulan şirkete Ay­
han Sıtkı Saner adlı kişinin 500 milyon lirayla yarı yarıya ortak edil­
diği belirtiliyordu. Saner'in şirketteki payının, 3 yılda 3 trilyon liraya
ulaştığı ifade edilen iddianamede, 4 Ağustos 1 999 tarihli Yönetim
Kurulu kararıyla Saner'in payının bu miktar üzerinden devralındığı
ve TŞOF'un bugünün rakamlarıyla 5 trilyon lira zarara uğratıldığı
vurgulanıyordu . . .
"

Hüseyin Ekmekçioğlu
Hüseyin Ekmekçioğlu, Mason Kutup Yıldızı Locasından, Ekmek­
çioğlu, Yozgat doğumlu . . . Buket hanımla evli bir çocuğu var...

439
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Münci ôzmen
AKP hükürneti türban yasağının kaldırılmasını savunur görünür­
ken, mahkemeye Ankara And isimli Mason locasına bağlı bir avu­
kat göndererek uluslararası masonik dayanışmadan faydalanarak
türban sömürüsünden azami bir şekilde yararlanmak için yasağın
devamını sağlamak istiyor ve hedefine de ulaşıyordu.
1 9.05.2005 tarihli gazetelerde mason avukat şu şekilde yer alı­
yordu :
"Aİ HM'in temyiz niteliğindeki Büyük Dairesi, başörtüsü yasağı
sebebiyle öğrenimine devam edemeyen İ Ü Tıp Fakültesi eski öğ­
rencisi Leyla Şahin'in başvurusunu görüştü . Duruşmada Türk hükü­
metini temsil eden Avukat Münci Özmen , Büyük Dairenin, daha ön­
ce Türkiye'nin başörtüsü yasağıyla bir ihlalde bulunmadığı görüşü­
ne hükmeden 4. Dairenin kararını teyid etmesini beklediklerini söy­
ledi.
Adli kaynaklardan alınan bilgiye göre, yaklaşık bir saat süren du­
ruşmada, Türk hükümetinin görüşlerini avukat Münci Özmen savu­
nurken , Leyla Şahin'in avukatlığını Kazım Berzek üstlendi. Tarafla­
rın görüşlerini dinleyen Büyük Daire, kararını ileri bir tarihte vere­
cek. A İ H M Başkanı Luzius Wildhaber, yaptığı açıklamada, kararın
4-5 aydan önce çıkmayacağını söyledi.

Avrupa'da Yasak Yok


Edinilen bilgiye göre, duruşmada Leyla Şahin'in avukatı Berzek,
Türkiye'nin eğitim özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünü ihlal et­
tiği yolunda daha önce 4. Daire'de yapılan savunmayı tekrarladı.
Avrupa'nın hiçbir ülkesinde üniversitelerde başörtüsü yasağı olma­
dığını ifade eden Berzek, Fransa'daki yeni uygulamanın da sadece
reşit olmayanlar için geçerli olduğunu söyledi. Berzek, Türkiye'de
laiklik anlayışının farklı değerlendirildiği ve din özgürlüğüne kısıtla­
malar getirildiği görüşünü savundu.

440
Ergün Poyraz

Yasağın Onayını İ stedi


Türk hükümetinin avukatı Özmen ise yaptığı konuşmada, temyiz
niteliğindeki Büyük Daire'nin daha önce Türkiye'nin ihlalde bulun­
madığı görüşüne hükmeden 4. Daire'nin kararını teyit etmesini bek­
lediklerini söyledi . Devletlerin kendi yetkilerini kullanarak eğitimde
düzenleme yapma hakkına sahip olduğunu savunan Özmen, hükü­
metin özgürlüklerin kapsamını genişletmekten yana olduğunu ifade
etti.
Leyla Şahin, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olarak
1 998 yılında derslere başörtüsü takarak girmekte ısrar etmesi sonu­
cu. aldığı disiplin cezasının insan hakları ihlali olduğu gerekçesiyle
.

AI HM'de dava açmıştı. AIHM'nin 29 Haziran 2004 tarihinde Türki-


ye'nin insan hakları ihlalinde bulunmadığı kararını vermesi üzerine,
Şahin'in avukatları , davanın temyiz niteliği taşıyan Büyük Daire'de
görüşülmesini istemişlerdi . . .
"

AIHM'de Masonik dayanışma etkili oluyor ve Leyla Şahin dava­


yı kaybediyordu.

A. Necdet Pamir
Ankara Doğuş mason locası üyesi olan ve aynı zamanda
T.P.A.O Genel Müdürlüğü'nde görev yapan A. Necdet Pamir Bakü
Ceyhan Boru Hattı: Orta Asya ve Kafkasya'da Bitmeyen Oyun, ad­
lı kitabı Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nce 1 999 yılında ya­
yınlanan Necdet PAMİR, 25 Kasım 1 998 tarihinde kurulan Sosyal
Demokrasi Derneği Bilim Kurulu Üyeleri arasında yer alıyordu.

O. Mesut Sezgin
Mason Yıldız Locası biraderlerinden olan O. Mesut Sezgin Gazi
Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, Turizm İşletmeciliği
Eğitimi Bölümü, Konaklama İşletme Eğitimi Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Özer Ergenç


Ankara Doğuş locası üyesi olan Prof. Dr. Özer Ergenç

44 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

06.04. 1 945 yılında Bergama (İzmir)'da doğdu. Yüksek öğrenimini


Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Ankara
Yüksek öğretmen Okulu'nda yaptı. ( 1 962-1 966) Türk Tarih Kuru­
mu üyesi olan Prof. Dr. Özer ERGENÇ, Halen Ankara Üniversite­
si Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde akademik görevini sürdür­
mektedir.

Sevinç Dalyanoğlu
26 Ekim 2004 tarihli milliyet Dışişleri'nde nöbet değişimi başlığı
ile Ankara Doğuş locası masonlarından Sevinç Dalyanoğlu'nun
Brezilya'dan merkeze alındığını haber veriyordu.

Tank Cengiz
1 1 Temmuz 2002 tarihinde Ecevit'e bayrak açarak 6 arkadaşı ile
birlikte istifa eden Samsun DSP Eski milletvekili Mason doğuş loca­
sı üyesi Tarık Cengiz AKP hükümeti döneminde hentbol federasyo­
nunun başına getiriliyordu.

Tuncer Tükel
"Görevini kötüye kullanana af' başlığı ile Uyum locasına bağlı
olan mason biraderlerden Tuncer Tükel basına malzeme oluyor, di­
ğer masonlar gibi masonik yönü gazetelerde yer almıyordu. Tü­
kel'in de isminin geçtiği haber şöyleydi:
"Anayasa Mahkemesi'nin 461 6 sayılı Şartla Salıverilmeye, Da­
va ve Cezaların Ertelenmesine Dair Yasa'nın kapsamını genişlet­
mesiyle Ankara Adliyesi'ndeki bazı davalar da yasa kapsamına
girdi.
AOÇ eski Müdürü lbrahim Tuncer Tükel ve Türkiye Şoförler ve
Otomobilciler Federasyonu Başkanı Derviş Günday da yeni düzen­
lemeden sonra, 461 6 sayılı Yasa'dan yararlanacak . . ."

442
Ergün Poyraz

Umman Hamitoğullan
Mardin doğumlu Umman Hamitoğulları Ankara And locası üye­
lerinden Gümrük Müsteşarlığı'nda "Genel Müdür Yardımcısı" olara
görev yapmaktadır. Bağlı olduğu And locasında tek gümrükçü ken­
di değildir. Bu locada birçok gümrükçü yer almaktadır. Gürbulak
Gümrükler Baş Müdürü Ali Rıza Altınok bunlardan sadece biridir.

Yusuf Kanlı
Turkish Daily News Genel Yayın Müdürü ... Yusuf Kanlı, Ankara
Gökkuşağı locası Muhteremlerinden, Kanlı'nın Genel Müdür olduğu
gazete adeta mason istilasına uğramış gibiydi. Gazetenin Yayın Ku­
rulu ise şu isimlerden oluşuyordu:
Prof. Dr. llber Ortaylı
Prof. Dr. Hasan Köni
Prof. Dr. Hüseyin Bağcı

Güngör Yerdeş
Gazeteci RTÜ K Uzmanı, And Locasından

Asım Ak'in
And Locası üstadı muhteremlerinden. 1 940 İ stanbul doğumlu. 5.
1 2. 1 973 tarihinde Mason olmuş. Tam adı; Mustafa Asım AK'in, An­
kara Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Ana bilim Dalı Başkanı, B Rh pozitif
kana sahip, m üzik, seyahat ve okumayı seviyor. Ne tesadüftür eşi
de aynı aktivitelerden hoşlanıyor. Onun da kan gurubu B Rh pozi­
tif. . . Ak'i n son seçimlerde Masonların en muhteremi oluyordu.

Bingür Sönmez
Gülen grubuna yakınlığı ile bilinen Memorial Hastanesi Kalp Da­
mar Cerrahisi Bölüm Başkanı. Mason Localarında Tıp'la ilgili konfe­
ranslar veren üstad masonlardan .

443
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bingür Sönmez; Siyami Hersek Hastanesin'de enfeksiyon görü­


lünce, buranın iyileştirilmesini isteyeceğine "kapatılması" gerektiğini
söylüyordu.

Naki Selmanpakoğlu
1 5. 1 0. 1 945 Hacıbektaş doğumlu Gata Plastik Cerrahi Ana Bilim
Dalı'nda görev yapan Naki Selmanpakoğlu Kutup Yıldızı mason Lo­
casına kayıtlıydı. Selmanpakoğlu basında şölenleriyle yer alıyordu:
"Hacı Bektaş Veli Hoşgörü ve Semah Şöleni Yapıldı ;
Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Ankara Hacıbektaş Derneği'nin
düzenlediği " 1 0 . Hacı Bektaş Veli Hoşgörü ve Semah Şöleni" 1 3
Aralık 2002'de Ankara'da Büyük Tiyatro'da yapıldı .
Semah şölenine Hasan Yükselir, Dertli Divani saz ve sözleriyle
katıldı. Prof. Dr. N urhan Karadağ yönetiminde Ankara Deneme
Sahnesi oyuncularının oyunlaştırdığı "Kardeşlik Töreni-Samah"
sahnelendi . Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu "Hacıbektaş ve Hacı
Bektaş Veli" konulu dia gösterisi sundu."
Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu, yanına aldığı iki denizci asker ile
Hablemitoğlu'na Mason olmasını teklif ediyordu. Selmanpakoğlu,
Hablemitoğlu'na ancak bu şekilde müsteşarlık yolunun açılabilece­
ğini söylüyordu.
Kutup Yıldızı Locasında Diş hekimlerini, Hacettepe Üniversitesi
Diş hekimliği Fakültesi Dekan yardımcısı Osman Köseoğlu temsil
ediyordu.

Refik Ali Uçarcı


Mülkiye Baş Müfettişi, Ankara Mason Atanur Locası'nın 1 2 1 nu­
maralı üyesi. Hableınitoğlu cinayeti soruşturması kapsamında Sav­
cı Cengiz Köksal tarafından ifadesi alındı.
Mülkiye Başmüfettişliği sırasında Nüfus İşleri Genel Müdürü İ l­
han Atış ile birlikte IBER adlı bilgisayar vs. dallarında faaliyet gös­
teren bir şirket kurdu. AKP hükümetinin kurulmasıyla birlikte ortağı

444
Ergün Poyraz

Kahramanmaraş Valisi oldu. Kendi emekliye ayrılıp, Kızılay'ın Baş


Müfettiş kadrosuna katıldı.
Mason biraderler bir değil, on değil, yüz değil, binlerce . . . Şeriat­
çı bir partinin lideri lsviçre'de mason olup, sözde mason düşmanlı­
ğı yaparken, Peygamber soyundan geldiğini iddia eden Amerikan­
cı işadamı Fahd'ın referansı ile tanıştığı ve parasını kullandığı İ span­
ya Kralı'nın ülkesinde Tekris oluyordu. Mukaddesatçı Büsküvicinin
Oğlu ise Pinto'nun referansı ile mason olurken, çevresine müraca­
at ettirrı ama beni almadılar diyordu. Kasımpaşahnın referansı ise
Alaton'du. Bunların isimlerini ve masonların Yunanistan dahil birçok
topraklarımızın elimizden gitmesine nasıl sebep olduklarını, bu kita­
bın ardından çıkacak olan kitaba bırakıp tarikatlara devam edelim.

Kadiri Tarikatı
Genelkurmay İ stihbarat Başkanlığı, " İ rticai Örgütlerin Tehdit De­
ğerlendirmesi" başlığı altında irticai unsurların, Mayıs 2001 tarihin­
den Mayıs 2002 tarihine kadar olan dönemdeki faaliyetlerini de
kapsayacak şekilde " İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" adıy­
la 24 Mayıs 2002 tarihinde kapsamlı bir doküman hazırlıyordu. Ge­
nelkurmay'ın tüm birimlerine gönderdiği bu belge ve bilgilerde, "Ka­
dirilik" şu şekilde yer alıyordu:

1 . Genel:
a. Tarihi Gelişimi:
Kadiri Tarikatının kurucusu, 1 078 yılında lran'ın GILAN şehrinde
dünyaya gelen ve "Gavsü's-Sakaleyn" lakabıyla da anılan Abdülka­
dir GEYLAN İ (Abdulkadir GILAN İ )'dir. Hz.Ali'nin soyundan geldiği
rivayet edilen Abdülkadir GEYLAN I , genç yaşında Bağdat'a giderek
burada tahsil görmüştür. Hanbeli mezhebine mensup olup, elli yaş­
larına kadar süren tahsilinden sonra irş'ada başlamıştır. Ebu's-Sa'd
Medresesi'nde ders verdiği sıralarda Usul-i fıkıh ve tasavvufa dair
kitaplar yazmıştır. "Fütühu'l-Gayb, El-Gunye Talibi Tarikı'l-Hakk, El-

445
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Füyüzatü'r-Rabbaniyye, Fi-Efradi'l-Kadiriyye" isimli kitaplar onun


eserlerinden bazılarıdır. Çeşitli vaaz ve sohbetlerinden derlenen bu
eserler günümüze kadar canlılığını koruyabilmiştir.
Abdülkadir GEYLAN I kendi zamanında birçok halife yetiştirmiş
ve bunlar sayesinde tarikatını geniş bir coğrafyaya yayma imkanı
bulmuştur. Onun halka yakınlığı, üstün hitabeti ve tasavvufa derin
hakimiyeti daha sağlığındayken bile binlerce insanın kendine bağ­
lanmasına sebep olmuştur.
Diğer tarikatlarda da olduğu gibi, müridin tarikata katılımı, şeyhin
huzuruna gelerek telkinlerine riayet etmekle başlar. Tarikatlarda çok
yaygın bir adet olarak müridin saçından bir tel kesilir, bu şekilde mü­
ridin Allah'tan başka her şeyle kalbi alakasının kesildiği sembolize
edilmiş olur.
Kadiri tarikatının usulünde, önce lisan ve sesli olarak başlayan
zikir, daha sonraları nefis, kalp, ruh, sır, hafi ve hafiyyü'l-hafi şeklin­
de gelişir. Lisanı zikir, kulun Allah'ı anması ve hatırlamasıdır, nefsi
zikir ise bu hatırlamanın sessiz olması yanı sıra kalp ve ruhun da
duyarlı hale getirilmesidir. Bu usül üzere diğer makamlarda da ben­
zeri şekildeki mülahazalarla süluka devam edilir.
b. Amacı:
Devletin ; sosyal , siyasi, iktisadi, ve hukuki temel nizamlarını dini
esas ve inançlara göre düzenlemektir.
c. Stratejisi:
Anılan grup, devlet ile kavgalı olmamaya özen göstermekte, bu
amaçla Atatürk'e ve TSK'ne sahip çıkmakta, siyasi faaliyet göstere­
rek etkinliğini artırmakta, eğitim ve basın-yayın faaliyetlerine özel
önem vererek taban genişletmeye çalışmaktadır.

2. Teşkilatı:
Lider Kadrosu:
. Ka.diri Tarikatı'nın ülkemizdeki en belirgin ismi Hacı Muharrem
H I LMl'dir. "Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir makamları" isimli bir kitabı
da bulunan bu şahsın, 1 964 yılında ölmesi üzerine tarikat mensup-

446
Ergün Poyraz

ları dağılmışlardır. Eskisine nazaran etkinliğini büyük ölçüde kaybet­


miş olan söz konusu tarikatın, halihazırdaki durumları itibarıyla bir
bütünlük arz etmediği görülmektedir.Günümüzde Kadiri tarikatı
şeyhlerinden, faaliyetleri itibarıyla dikkat çeken şunlardır.
( 1 ) Prof. Haydar BAŞ Grubu ,
(2) Galip Hasan KUŞÇUOGLU Grubu,

Yurt içi ve Yurt Dışı Faaliyetleri:


(1) . Prof. Haydar BAŞ Grubu:
Kadiri Şeyhlerinin önde gelen isimlerindendir. Trabzonlu olması
nedeniyle grubun bu ilimiz ve çevresinde büyük etkinliğe sahip ol­
duğunu söylemek mümkündür. Diğer Kadiri kollarına nazaran daha
geniş yelpazede faaliyetlerini sürdürmekte olup, bilhassa basın-ya­
yın alanında etkin oldukları ve ticari bazı faaliyetlerde bulundukları
bilinmektedir.
Son dönemde Prof. Dr.Haydar BAŞ Grubu'nun Kadiri Tarikatı
mensuplarının siyasi alandaki faaliyetleri dikkat çekmektedir. Bu
meyanda söz konusu grup mensupları tarafından 25 Eylül 2001 ta­
rihinde İçişleri Bakanlığı'na "Bağımsız Türkiye Partisi" isimli yeni bir
siyasi partinin kuruluş dilekçesi verilmiştir.
Yeni kurulan partinin Genel Başkanlığını Ali GEDİK yapmaktadır.
Bunun yanı sıra anılan parti gençlik kollarını da oluşturmuştur.
Gençlik örgütlenmesi "Kuvayi Milliye" adıyla faaliyet göstermekte
olup Şubat 2002 ayı içerisinde faaliyete başlamıştır.
Günümüzde Haydar BAŞ grubu Kadiri Tarikatı mensupları tara­
fından "Kuvayı Milliye Ruhunun Yeniden Şahlanışı" adı altında orga­
nize edilen propaganda faaliyeti ile taraftar kazanma amaçlı yoğun
bir çalışma sürdürülmektedir.
Ayrıca Haydar BAŞ grubunun denetimindeki Meltem ve Mesaj
TV'nin Türkiye genelindeki izleyici kitlesinin artırılması amacıyla,
Şubat 2002 ayı itibariyle daha güçlü vericileri faaliyete geçirme yö­
nünde bir çalışma başlatılması kararı alındığı öğrenilmiştir.

447
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Bu grup tarafından 1 983 yılında yayın hayatına sokulan "icmal"


dergisinde daha ziyade dini ve tasavvufi konulara ağırlık verilmesi­
ne mukabil, 1 986 yılında yayınlanmaya başlayan aylık "Fikir" ve
"Aktualite" Dergisi ile biraz daha güncel ve politik konular ön plana
çıkartılmıştır. Yine aynı şekilde haftalık haber dergisi olarak yayın­
lanmakta olan "Mesaj" dergisinde de ülke ve dünya gündemini ilgi­
lendiren siyasi, ekonomik ve kültürel konuların işlendiği görülmek­
tedir.

(2) Galip Hasan KUŞÇUOGLU Grubu:


Ankara ilindeki faaliyetleriyle tanınan Galip Hasan KUŞÇUOG­
LU, aynı zamanda Rufai tarikatının da şeyhliğini yürütmektedir. Bu
sebeple herkese açık olarak düzenlenen sesli zikir törenleri sonra­
sında "Burhan" adı verilen gösteriler tertiplenmektedir. Çeşitli vesi­
lelerle kamuoyunun gündemine gelen ve şeyh tarafından zikir es­
nasında müridlere şiş sokulmak suretiyle tertiplenen bu adetin Ru­
fai Tarikatından kaynaklandığı bilinmektedir. Bu şiş sokma adeti
özellikle yurt dışında bazı yerlerde, kılıç hatta ateşli silahlarla dahi
yapılabilmektedir.
Aslında, Kadiri Tarikatında Burhan ayini gibi benzeri usul ve tarz­
lar bulunmaz. Ancak, Kadiri Şeyhlerinden bir kısmının aynı zaman­
da Rufai tarikatının da şeyhliğini yapıyor olması Rufailer arasında
yaygın olan "Burhan" ayinlerinin bu tarikata da nispet edilmesine
sebep olmuştur. Ancak, Burhan ayinlerini düzenleyen bir şeyh, bu­
nu Kadiri tarikatının bir gereği olarak değil, aynı zamanda icazeti ol­
duğu Rufai tarikatının bir usulü olarak yapmaktadır. . ."

Genelkurmay raporlarına biraz ara vererek Galip Hasan ile ilgili


bazı bilgiler verelim :

Galip Hasan Kuşçuoğlu


Atadan, dededen komple tarikatçı olan Galip Hasan Kuşçuoğlu,
1 9 1 9 yılı, Çorum doğumlu. Kendisini Seyyid ve Şerif olarak lanse
etti . Peygamber soyundan geldiğini iddia etmiş.

448
Ergün Poyraz

Tarikat ilişkileri olan bir ailede yetişmiş. Anne ve babası derviş


olup, amcası Hacı Bekir Kuşçuoğlu Nakşi ve Mevlevi Şeyhi idi. Ken­
di deyimi ile 1 9 yaşında iken 7 tarikatten icazetli Çorumlu Hacı Mus­
tafa Anaç Efendinin tek çocuğu Fatma hanımla evlenmiş. 7 kız ve
1 erkek çocuktan oluşan ailesinin geçimini mobilya ustası ve tüccar
olarak temin etmiş.
Kuşçuoğlu, içerisindeki tarikat ehli olma arzusuna daha fazla da­
yanamayıp, 1 950 yılında Maraşlı Ali Sezai Kurtaran'ın halifesi, Ka­
diri ve Rufai şeyhi Maraşlı Hacı Mustafa Yardımedici'nin himayesi­
ne girdini söylüyordu.
Kendisine, yukarıdan 1 956 yılı Beraat gecesinde irşat vazifesi,
hilafet verildiğini ilan etti . Görevin tebliği bir kaç ay sonra şeyhi ta­
rafından kendisine edilmiş.
Kuşçuoğlu tebliğ görevini her kesimin nabzına göre şerbet vere­
rek yerine getirmeyi tercih etti. Bir yandan, "demokrasi" "cumhuri­
yet" "laiklik" ve "insan hakları" derken öte yandan yılmaz bir "şeriat"
takipçisi oluyordu.
Ağustos 1 993 tarihinde kendi açıklaması ile manevi meclisin ka­
rarı sonucu Kadiri ve Rufai tarikının rahmet zuhuru birleşimi "Galibi"
olarak kol lutfedildiğini açıklıyordu.
Kuşçuoğlu, Manevi Meslis'te kimlerin olduğunu ve kendisine bil­
dirilenleri(!?) şöyle aktarıyordu:
"O mecliste bulunan ALLAH 'ın rahmet sıfatlarının tecelli ettiği yol
bahtiyarları Gavsu'l-azam Seyyit Abdulkadir Geylani, Seyyit Ahme­
de'r-Rufai, Şeyh Ahmet Yesevi , Şeyh Ahmed Kuddusi, daha nice
manevi büyüklerimiz tebliğleri ile hayli kişilerin manalarında da zu­
huru görülmüş. Ve dosyada mevcuddur. Rabbım layık kılsın ve bü­
tün kullarına istifade etmelerini nasip eylesin . Amin. Rabbımın lutf u
ihsanı olarak "Galibilik" kolu verildi. . . "
.
1 997 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin
. Yüzüncü Yıl Üniversitesi
i lahiyat Fakültesi, 1 6. Temel lslam Bilimleri Tasavvuf Bilim Dal ı ,
Şeyh Galip Kuşçuoğlu'nun Hayatı Ve Tasavvufi Görüşleri Lisans

449
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Tezi olarak hazırlanıyordu . Bu tez de oldukça ilginç görüşler var­


dı:

"Şeyhi Olmayanın Şeyhi


Şüphesiz biz şeytanlan inanmayanlann evliyası kıldık." (Sada­
kallahülazim) işte, "Yolun uğramazsa Muhammed'e geçti kervan
kaldın dağlar basında" Kervana katılmak istiyorsan Hazret-i Resulü
Ekrem (s.a.v.) Efendimiz'in getirdiği emr-i ilahiye dikkat et. Şeriat,
tarikat, marifet, hakikat bu rahmet-i ilahide mevcut. Ölçüsü efendi­
liktir. Aldanma, din-i lslam birlik, beraberlik, kardeşlik, hoşgörüdür.
Böyle olunca, lslam'ı yaşıyorum diyenlerde bu meziyetleri görmek
hakkımız değil mi?
"Zuhr-ı ahir" diye anlamı olmayan, Cuma'nın sıhhatine zarar ve­
ren, hoca efendilerden, ilave etmeden Allah rızası için, lslamiyet na­
mına rica ediyorum. Bir de lslam alemi cehri kılınan namazlarda Fa­
tiha Suresi'nin sonunda, "Velleddallin" denilince bütün İ slam cema­
ati yüksek sesle Amin diye Cenabı Hakk'a içtenlikle tazarru ve ni­
yaz ederken, Türk müslümanlarını niye susturuyor bu zevkten mah­
rum ediyorsunuz? lmam-ı Azam böyle bildirdi diye, bu günahını
H azret'e yüklemeye kalkışma, O yelin nerden estiğini herkes gibi
ben de biliyorum. Cehri zikre karşı olanları, Beytullah'ta ve Ravza­
yı Mutahhara'da hayretle gördüm ki; namazda "Veleddallin" denildi
mi, daha yüksek sesle "Amin" dediğini, telbiyeyi sesli getirdiğini,
tekbir ve tehlili aşikare okuduğunu, tavafı ve say'i, Arafat'ta Müzde­
life'de vakfeyi, şeytana her taşı attığında yüksek sesle, Allah'ı zik­
rettiğini gördüm. Elbette cehri olacaktı . Hafı olmaz ki. ..
Beş vakit cemaatle kıldığımız namazların da iki vakti hafi, üç vak­
ti celiğ. Hafi olanlarda kendi kulağın duyacak kadar, insan her yer­
de aynı olmalı. Hicazda başka , memleketinde başka olmamalı. "Siz
kaza meydanlannda ecdadınızı andığınızdan daha şedit zikredin"
buyurmuyor mu Hazret-i Allah (c.c.). Buyurdular ki "Ne zaman ku­
lum üzerine zikrim galip olsa, kulum bana aşık olur. Ben de ona

450
Ergün Poyraz

aşık olurum." Ömrüm olursa inşallah, yirminci asırda tasavvuf nedir,


ne değildir. Bunu yazmayı arzu ediyorum Vakıa , bu eserde içerisi­
ne az da olsa serpiştirdim. Kelime oyunları ile eleştirme . Manayı an­
lamaya çalış. Veselamün alel mürselin, velhamdü lillahi Rabbi'I ale­
min . . . "

Türkiye Cumhuriyeti'nin Üniversitesi tarafından hazırlanan tezin


1 . Bölümünde Galip Hasan ile ilgili bilgiler şu şekilde veriliyordu:
" ... 1 . Bölüm

1 . Hayatı:
1 . 1 . i smi Mahlası:
,

Araştırmamıza hayatı, eserleri ve görüşlerini konu edindiğimiz


kişi, Galip Hasan Kuşçuoğlu Hz.'dir. Galip Hasan Kuşçuoğlu Hz.
"Sadi Şirazi il" ismini kullanmaktadır. i kinci Şeyh Sadi Şirazi ismi
Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından ma'nen verilmiştir.

1 .2. Doğum Yeri ve Tarihi:


27 Mart 1 921 (H. 1 337) de Çorum'da Üçdutlar mahallesi Os­
mancık Cad . 70 nu.'lu evde dünyaya geldi.

1 .3. Ailesi:
Babası H. Hasan Kuşçuoğlu olup 2 tane de kardeşi bulunmak­
tadır. Bunlardan biri vefat edip diğeri hayattadır. Çocukluğu, yetiş­
mesi ve tahsili Çorum ve samsun'da geçti. Ortaokul 2. sınıftan ay­
rılıp sanatla meşgul oldu. 1 939 yılında askere gitmeden evvel ev­
lendi . Şeyh Galip Efendi, 6 kız, 1 erkek evlat babasıdır. Dört kızı ve
bir oğlu hayattadır. Daha sonra Ankara'ya 1 948'de Çankırı'dan gel­
di. Çankırı'da istasyon binası ve lojmanlarının vb. yerlerin müteah­
hitliğinde bulundu.
1 969 yılında Ankara Hüseyin Gazi'de Ekin mahallesinde cami­
nin arsaları alınmıştır. (Hüseyin Gazi mekanının isimlenmesi : Hüse­
yin Gazi Dağı'nın eteğinde yaşayan Hüseyin Bey Hazretleri , Resu-

451
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

lullah'ın soyundan olup Hz. Ali'nin soyundan ve Horasan erlerin­


den. Abbasiler döneminde Ankara'ya gelmiş, bu tepede medfun
olup, Seyyid Battal Gazi'nin babasıdır.) Buraya kendi gözetiminde
dervişleri tarafından evler yapıldı. Bugünkü mahalle oluşturuldu. Ev­
vela mescid olarak kullanılan, Ankara'da Kocatepe Camii'nden son­
ra en büyük cami olan, külliye olarak yapılan 1 974'te başlayıp
1 979'da bitirilen, planın ve yapı kullanımını bizzat kendi tasarladığı
"Tevhid Camii" yaptırıldı. Daha sonraları ise iki defa genişletilmiştir.

1 .4. Tarikatı ve Silsilesi:


Çocukluğunda tasavvufa meyillenme dönemi başlamıştır. Baba­
sı ve dedesi Nakşi dervişidir. Amcası Şeyh Bekir Kuşçuoğlu da
Nakşi ve Mevlevi meşayıhındandır. 1 950'de Maraşlı Mustafa Yardı­
medici'ye intisab etti .
Şeyhi: Hacı Mustafa Yardımedici.
Şeyhinin Şeyhi: Maraş Fatihi Ali Sezai Kurtaran Efendi'dir. Ayrı­
ca Diyanet'in çevirdiği "Sahibini Arayan Madalya" filmi de Ali Sezai
Efendi'yi konu edinmiştir.

1 .5. Silsilesi:
Kadiri ve Rufai kökünden olup kayın pederi Çorumlu Hacı Mus­
tafa Efendi'dir. Kendisi de Fatih devrinin ünlü alimi Ali Kuşçu da Hz.
Ömer (r.a.) ve anne tarafından da Hz. Ali (r.a.)'nin soyundandır. . . "
Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde hazırlanan tezde, şiş sokulma
olayları da değerlendirilmiş, işte tezden "şiş" manzaraları:
"Gelelim şiş burhanına. Pir Efendimiz Seyyid Ahmeder Kebir
Rufai Hazretleri'nde ve cümle evliyaullahta zuhur eden kerametle­
rin , sonradan tekrarının ismi burhandır. Dergahtan yetişmiş, silsile­
yi meratip, izn-i icazet almış irşada selahiyetli kılınmış şeyh efe ndi­
ler ki, vazifeler Allah tarafından verilir. Bu türlü vazife vermeye kim­
se selahiyetli değildir. Peygamber Efendilerimiz, Peygamber tayin
edemez. Meşayıhlar da yerine şeyh tayin edemez. Hazreti Musa

452
Ergün Poyraz

(a.s.) Allah'a niyaz ederek, "Ya Rabbi! Kardeşim Harun'u yardımcı


vermez misin? diye müracaat etmiş, yardımcı olarak lütfedilmiştir.
Bunun dışında manevi vazife yapmaya kalkışanlar, bilgisiz saf kişi­
lerdir. Yahut çıkarlarının esiri ola, Allah'a kul olmayı bilmeyen gafil
insanlardır. Rabb'im böyle bildikleri halde hala vazife yapıyorum
zannedenlerin şerlerinden cümle kullarım korusun (amin). Bu abd-i
acize icazet verildi. On iki sene şeyhim hayatta iken halifesi idim.
1 968 senesinde darü'I bekaya irtihal ettiler. Allah makamlarım cen­
net eylesin . Kahramanmaraşlı Hacı Mustafa Yardımedici; Sahibini
Arayan Madalya diye gösterilen, Diyanet'in yaptırdığı belgesel filim­
deki madalyanın sahibi, Seyyit Ali Sezai Kurtaran'ın Halifesi . Allah
cümlesinden razı olsun . Makamlarını cennet eylesin. Altı şeyh efen­
dilerin zaman zaman hizmetlerinde bulundum. H ikmet, edep ve ta­
savvufi terbiye aldım. Bu hal, tertib-i ilahi idi. Şeyhime de makam ta­
rafından bu türlü olması için emir verilmişti. Kayınpederim Hacı
Mustafa Anaç Efendi yedi tarikten icazetli şeyh idi. Diğer şeyh efen­
dilerin isimlerini bildirmiyorum . Bazı bilgisi kifayetli olmayanları gü­
naha sokmayayım diye. "Niçin burhan yapmıyorsun?" diyenlere,
"Şişle bizi tanıyanlar, tanımasınlar" diye işi kapatıyordum. Gerçeği
şu idi; zamana göre uygun görmüyordum ve korkuyordum. Öldürü­
cü bir demir nasıl insana girer de tahribat yapmaz, aklım mantığım
imanımla çelişki halinde idi. Bir gece mana aleminde azarlandım .
Makam tarafından "Niçin şiş burhanı yapmıyorsun, sana b u va­
zifeyi verenden daha mı iyi biliyorsun?" denildi. Daha neler deme­
diler ki, bu türlü görgüleri sakın hafife alma. Peygamber Efendimiz'e
de vahy-i ilahi altı ay rüya aleminde geldi. Vahyin kırk altı cüzde bir
cüz'üdür. Manevi rüya; inkarı küfürdür. Ancak, ehline malumdur.
"Biz Yusuf'a rüya tabiri öğrettik, ona hikmet verdik. Biz dilediğimize
nice nice hikmetler veririz." buyurdu Hazret-i Allah , na-ehle anlat­
ma, her tahsil yapan kişinin bileceği maddi mesele değil, gülünç ol­
ma. Ehline sor. Bu abd-i aciz o hakaretten sonra her isteyene şiş
vurdum, isteksiz burhan yapılmaz, enaniyet olur. Burhanlar içerisin­
de en tehlikelisi şiştir. Zahiri ilim bu olayları izaha muktedir değildir.

453
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Olmayacak da. Beşerin gücü ne yapmaya ne de izaha muktedir de­


ğildir. Zahiri ilim erbabına sorup da onları günaha sokmayalım.
Lütfen ... isterse ilahiyat mezunu olsun, ilmin her dalı rahmettir.
Her ilim Allah'ı bilmektir, ilim vardır. Allah'ın fiili sıfatlarını bildirir ilim
vardır, subuti sıfatlarını bildirir ilim vardır. Allah'ın zati sıfatlarının
zevkine erdirir bu ilim. Aşk ilimidir. Kur'an'ın özü Peygamber Efen­
dilerimiz'in ve cümle varislerinin yaşantısı olup, umuma izahı ihlas,
takva, vera olarak izah edilir. Kaynağı tasavvuftur. Tasavvuf sema­
vi dinlerin dışında gösterilemez. Bi-zatihi dindir, insan bildiğinin ali­
mi, bilmediğinin cahilidir. Burhan yapmak kişinin şeyhliğini kanıtla­
maz. Burhanı her hangi bir kişiye selahiyetli şeyh efendi verebilir.
Derviş olmasa dahi verilir. Bu kişinin derecesini de göstermez. Bu
ahval kişinin iradesinin dışında olup nefsine maletmek manevi sah­
tekarlıktır. Derecesini, inancı ve inancının yaşantısında zuhurunun
görüldüğü, örnek insandır. Na-ehle burhan verilirse, mesuliyeti hem
yanlış yapana, hem de şeyh efendiye aittir. Kendisine verilen bur­
hanı izn-i icazeti olmayan kişi, başkasına vermeye selahiyeti yoktur.
Burhan verilen kişi dinden çıksa da geri alınamaz. "Biz onlann iple­
rini uzatınz, imkanlannı genişletiriz, azabımızı iyi tatsınlar." diye bu­
yurdu Hazret-i Allah. Veren kişi mesuldür. Şiş basit bir inşaat demi­
ri olduğu gibi her hangi sivri bir şey de olabilir. Vurmadan evvel sün­
net-i Resulullah olan tükürük ile meshedilir. Çıkarıldıktan sonra vu­
rulan yere gene tükürük sürülür. Kan durdurmak ayrı bir burhandır.
Tazarru niyaz, Kur'an-ı Kerim'de mevcut ayet-i kerime ile durduru­
lur. Seyirciler içinde inanmayan var ise, sihir gibi düşünüp de güna­
ha girmesin diye rahmet-i ilahi olarak kan çıkar. insan acizdir. Güç,
kuvvet Allah'a mahsustur. Fiziki kaideden başka bir şey kabul et­
meyenlere düşündürmek için metafiziktir. Yoksa kuvvet, kudret-i ila­
hi bu alemde her zerre göstermiyor mu? Bazı alim geçinen kişiler
kanun-i ilahiye mugayyir gibi gösterirler. Günah işlerler, kendisine
inananların imanlarını artırır. Yoksa bu abd-i acizi yapmıyorsun diye
niçin azarlasınlar. Bu sözlerimi atmasyon zannetme. Buna ihtiyacım
yok. Trans diye basitleştirme. Onun için çocuklara da vuruyoruz.

454
Ergün Poyraz

Çocuğun transı mı olur? Uzun lafın kısası; zatınız transa girip tü­
kürüklenmiş bir demiri kendinize şokun. Laf ebeliği yapmayın. Bu­
nu bilemiyoruz deseniz, itibarınızın, ilminizin daha artacağına inanı­
yorum. Maksadınızı bilmek kehanet değil, maksadınız üzüm yemek
değil, bekçi dövmek. Ama dikkat et, ne kadar kara sürsen de yüzü­
ne süresin . Hayli arkadaşlarıma verdiğim yetkiye istinaden Allah rı­
zası için burhan yapmalarını rica ettim . Çok yerlerde senelerce icra
ettiler. Medyada olsun bazı yerlerde maksadından saptırılmış ehil
olmayan ellerde gülünç duruma düşürülüp, rahmet-i nahiyeyi tahrif
ettiklerini şiş burhanının ne hale getirdiklerini milletçe esefle gördük.
Tahminen beş sene evvel tehir ettik. Burhana müsaade edilen ar­
kadaşlara da tehirini rica ettim . Bazı kanallardan ısraren istenildiği
halde, fikrimizi değiştirmedik. Eli tertemiz olan bir programda beş yıl
evvel yapılan burhanı, doksan altının Kadir Gecesi'nde yapılmış gi­
bi aleyhimizde, kabahat ve suç bulmuş edası ile, hakaret-amiz ifti­
ralar ekleyerek tiynetinin tezahurunu gösterdi . Cumhuriyet Türkiye­
si'nde bizleri aciz düşürecekti g üya. Hazret-i Allah'ın rahmeti nasıl
tecelli eyledi, zuhuruna bak. Avrupa'ya biz acizleri reklam eyledi, ls­
lam'da yaşanmak istenilen h urafalardan bid'atlardan arınmış, kalıp­
çılıktan kurtarılmış şeriat-ı Muhammedi'yi yasayarak, muasır millet­
ler seviyesine çıkmak isteyen toplumlara, lslam'ın mani teşkil etme­
diğini tüm şeriat-ı Muhammedi'yi yaşayan bahtiyarlar gerçeklerin
güzelliklere karşı olmadığını, anlayanların gün be gün arttıklarını
hayranlıkla seyredip Allah'a hamd ediyoruz.
Hazret-i Allah'ın emrettiğini Hazret-i Resullullah'ın bunu tebliğ
ettiğini bütün insanlar ne zaman anlayacaklar? Hazret-i Allah bu­
yurdu; "Ey insan! Bu alemi ben yarattım, sen tanzim edeceksin" Eli
temizler bildikleri halde Atatürk hayranı olduğumu; yağcılık değil ba­
zıları gibi nankörlük de yapamam. ATV'de Fatih Çekirge'nin iktidar
oyunu programında, daha birçok programlarda, gazetelerde, dergi­
lerde, haftalık sohbetlerimde, "Cumhuriyetin" en g üzel idare tarzı ol­
duğunu, Birinci Kanal'da kaç defa, diğer bazı kanallarda da ara sı­
ra anlattığımı sağır sultanlar da duydular. Biliyorlar. . .
"

455
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Dine Davet ve Metodolojisi


"Dine Davet ve Metodolojisi" başlığı altında, Atatürkçü, laik Ga­
lip Hasan'ın şeriatçılığı şöyle vurgulanıyordu:
"iyi biliniz ve Şeriat-ı Muhammedi'den yetişmiş evliyalara tabi
olunuz. Daha ewelki evliyaya tabi olursanız onlardan sayılırsınız.
Nefsinize zulüm etmiş olursunuz. Allah zalimleri doğru yola iletmez.
Yazık ki bu ayet-i celile, siz Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin
diye beyan edilmiş. Cümle ehl-i kitabı şeriat-ı Muhammedi'ye ve
Hazret-i Kur'an'a düşman etmişiz. Sonra gelen semavi din evvelki­
ni i ptal etmez, Peygamber Efendilerimiz evvelki gelenleri tasdik,
sonraki gelecekleri müjdeleyici olarak gönderilmişlerdir. Küllü rah­
met-i ilahi, nur-ı Muhammedi'dir. Dine Davet ve Metodolojisi
iyi biliniz ve Şeriat-ı Muhammedi'den yetişmiş evliyalara tabi olu­
nuz. Daha ewelki evliyaya tabi olursanız onlardan sayılırsınız. Nef­
sinize zulüm etmiş olursunuz. Allah zalimleri doğru yola iletmez.
Yazık ki bu ayet-i celile, siz Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin
diye beyan edilmiş. Cümle ehl-i kitabı şeriat-ı Muhammedi'ye ve
Hazret-i Kur'an'a düşman etmişiz. Sonra gelen semavi din evvelki­
ni iptal etmez, Peygamber Efendilerimiz evvelki gelenleri tasdik,
sonraki gelecekleri müjdeleyici olarak gönderilmişlerdir. Küllü rah­
met-i ilahi, nur-ı Muhammedi'dir. .. "

Tarikat ve sözde cemaatların varacağı son limana yumuşak ge­


çişin sağlanması için, İ ngiltere ve Amerika'nın temsil ettiği inançları
şirin gösterme çalışmalarının başlangıcını Kuşçuoğlu tarikatında da
görüyorduk:
" . . . Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin diye meal ve tefsirler
Kur'an'ın ruhuna, rahmet-i ilahiye tamamı ile aykırıdır. Uygulaması
da imkansız olup semavi dinler arasında düşmanlıktan başka bir
şey getirmemiştir. Hazreti Allah'ın Kur'an'ın çok yerlerinde veraset­
i enbiya olan evliyayı, Türk lisanında her mevzuda kullanılan dost
ifadesi, gayr-i meşru hadiselerde dahi dost diye ifade olunurken ,
Arapça'da dost diye bir kelam yok. Herhangi bir ecnebi kelimeyi ay-

456
Ergün Poyraz

nı manayı yansıtmıyor diye lisanımızda olmadığı için onların telaffuz


ettikleri gibi almak mecburiyetindeyiz de, evliya için aynı uygulama­
yı niçin yapmıyoruz? . ."

Bu bilgilerden sonra yine dönelin Genelkurmay raporlarına;


" ... (3) Bunların dışında Elazığ yöresinde Tahir ŞAŞMAZ, Kasta­
monu ve çevresinde Kemal Akdeniz, Kadiri tarikatının önde gelen
isimleri arasında sayılabilir.
Kadiri Tarikatının illegal oluşumlar ile belirlenmiş bir faaliyetine
rastlanılmamıştır. Adı geçen tarikat faaliyetlerini, yaklaşık 30 ilde bu­
lunan İ lmi Araştırmalar Vakfı aracılığıyla sürdürmektedir.

3. Yan Kuruluştan ve Destekleyen Sivil Toplum Örgütleri:


a. Mesaj TV. Meltem TV,
b. i lmi Araştırma Vakfı,
c. Milli Basın Kurulu,
d. Serbest Sanayici Ve İ ş adamları Derneği (SES İ AD)

4. Destekleyen Basın Yayın Organlan:


a. Meltem TV.
b. Mesaj TV.
c. Meltem Radyo.
d. icmal Dergisi ,
e. Öğüt Dergisi,
f. Yeni Mesaj Dergisi,
g. Fikir ve Aktüalite Dergisi,
h. Mesaj Dergisi.

5. Mali Kaynaklan:
Grubun gelir kaynaklarını;
a . Kurmuş oldukları şirketler,

457
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

b. Yayın Organları,
c. TV'den elde edilen gelirler,
d . Taraftarlarının yapmış olduğu yardımlar oluşturmaktadır.

6. Değerlendirme:
a. 1 964 yılında tarikatın önemli isimlerinden Hacı Muharrem
H I LM l'nin ölümünden sonra, parça parça ve birbirinden ba­
ğımsız faaliyetlerini sürdüren ve bir cemaat olmayı aşamayan
Kadiri Tarikatı Mensupları, tek başına önemli bir tehdit unsu­
ru değildir. Trabzon, Elazığ, Ankara, Kastamonu, İ stanbul gi­
bi illerde faaliyetleri görülen tarikat, ekonomik yönden güçlen­
me ve yayın alanında etkinlik kazanmaya çalışarak cemaat­
lerini genişletmek sureti ile güçlenmeyi hedeflemektedir.
c. Önümüzdeki dönemde; Genel Başkanlığı'nı Ali G E D İ K'in
yaptığı Bağımsız Türkiye Partisi'nde, yapılacak olağanüstü
kongre ile parti Genel Başkanlığına Kadiri Tarikatı liderlerin­
den Haydar BAŞ'ın getirileceği ,
d . Haydar BAŞ'ın d a katılımı i l e siyasal platfomdaki fikirlerini
mensuplarına duyurmak ve taban kazanmak amacıyla, önü­
m üzdeki dönemde çeşitli illerimizde mitingler düzenleyeceği ,
e . Meltem TV'nin Türkiye genelinde izleyici kitlesini artırmak için
çalışmalarda bulunacakları değerlendirilmektedir.

Adnan Oktar Grubu


Bu grubun gelişip büyümesinde, Atatürkçü olarak lanse edilen
bazı isimlerin gayreti büyük bir rol oynuyordu. 1 990 yılından bu ya­
na bu grubun toplantı ve faaliyetlerinin değişmez isimleri arasında,
Türkan Saylan, Toktamış Ateş, Reşat Kaynar, Nurettin Tarakçıoğlu,
Süreyya Hiç, Cemal Kutay, yer alıyordu.
Gen-Pa Yönetim Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem de Ad­ '

nan Oktar gurubunun toplantılarına iştirak edenler arasında yer alı­


yordu .

458
Ergün Poyraz

Adnan Oktar grubunun toplantılarına katılan Türkan Saylan, "Ka­


dın cinsel obje olarak kullanılıyor" diyor ve ekliyordu . Evlilik şirket
kurmak gibi bir şeydir, noterden tasdiklenmesi gerekir".
Ne gariptir ki, üç aşağı beş yukarı aynı sözleri Abdurrahman Di­
lipak'ta Refah Partisi'nin toplantılarında söylüyordu .
Adnan Oktar'a bağlı, "Bilim Araştırma Vakfı"nın gençlerini karşı­
sında gören Ord. Prof. Dr. etiketli Reşat Kaynar, "Hayatımın en gü­
zel günlerinden birini yaşıyorum" diyordu.
Dilip.akla ele ele göz göze olan, Fetullah'ı her fırsatta yere göğe
sığdıramayan Atatürkçülerden (!?) Toktamış, Atatürk'ü, heykellerin
gerisinde, insan olarak ele almak gerektiğini söylüyor ve şöyle de­
vam ediyordu:
"O'nun sıradan bir insan olduğunun en önemli delili doğum gü­
nünün bilinmemesidir."
Said-i Nursi ya da asıl adıyla Kürt Said'in en büyük hayranların­
dan, Cemal Kutay ise şu sözleri ile Adnan Oktar grubunu övgüye
boğuyor, Genelkurmay'ın verdiği ödülü ne denli hakettiğini bir kere
daha belgeliyordu:
" 1 56 kitap sığdırdığım bu uzun hayatımın son günlerinde, Ata­
türk'e sahip çıkan bir gençlik görmenin mutluluğu içindeyim . . . "
Finali her zaman olduğu gibi Kürt Said'in bir başka hayranı De­
mirel gerçekleştiriyor, Adnan Oktar'ın Bilim Araştırma Vakfı'nın
gençlerine "Ülkeyi kurtarmak için peşime düşün" diye çağrı yapıyor­
du.

Bilim Araştırma Vakfı'nın Konferanslan ve Katılımcılar


Bilim Araştırma Vakfı, Sheraton Oteli "Merhaba" Salonu'nda ti­
yatronun sorunlarını gündeme getiriyordu. Konferansa başarı telg­
rafı gönderen isimler bir hayli ilginçti.
Namık Kemal Zeybek, Işın Çelebi, Vehbi Dinçerler, Hüsamettin
Oruç, Mustafa Taşar, Cengiz Tuncer, Abdülkadir Aksu, Togay Ge­
malmaz, Şükrü Yürür. . .

459
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

9 Ekim 2004 Cumartesi günü lstanbul Sepetçiler Kasrı'nda Bilim


. .

Araştırma Vakfı tarafından, "Osmanlı Vizyonu ile Türk-lslam Dünya-


sı'na Türkiye Öncülüğü Ve Büyük Ortadoğu Projesi Kritiği" adlı bir
toplantı düzenleniyordu.
Toplantının konuşmacıları arasında, Bilim Araştırma Vakfı Başka­
nı Tarkan Yavaş, İ stanbul Üniversitesi İ ktisat Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ömer Aksu, Silahlı Kuvvetler Akademisi eski Komu­
tanı ve Haliç Üniversitesi öğretim Üyesi E. Tuğgeneral Dr. Halil
Şimşek, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Anıl Çeçen, Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Altuğ M.
Berker yer aldı.
Yoğun çalışmaları ve önceden belirlenmiş programları nedeniyle
konferansa katılamadıklarını telgrafla bildirerek Bilim Araştırma
Vakfı mensuplarını, çalışmalarından dolayı tebrik ettiklerini ifade
edenler şu isimlerden oluşuyordu:
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Ulaştırma Baka­
nı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Ali Babacan, Devlet Bakanı Gürdal
Akşit..."
lstanbul Sepetçiler Kasrı'nda, 30 Haziran 2005 tarihinde, "Terö­
rün Gerçek Kökeni Ve Çözümü" adlı konferans düzenleniyor, kon­
feransta;
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, AKP lstanbul Milletvekili, Avrupa Gü­
venlik ve İ şbirliği Teşkilatı 2. Başkanı, sıfatıyla Adnan Hoca'nın Bi­
lim Araştırma Vakfı'nda şunları söylüyordu :
" İ stanbul bir dünya şehridir, terör d e bir dünya meselesi olduğun­
dan, bu konunun lstanbul'da konuşulması en isabetli karardır, vakıf
yöneticilerini kutlarım. Vahşet, ancak maneviyatsızlıkla olur. Terö­
rün ana sebebi manevi değerlerden yoksunluktur, kalbinde Allah
korkusu, sevgisi olan bir kimse bunu yapar mı? Çözüm maneviyat­
ta, acımada, sevgide, hoşgörüde. Günümüzde terörizmi dinlere
bağlama sapıklığı başladı."

460
Ergün Poyraz

Aynı konferansta, M . Ü . ilahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bölüm­


leri Ana Bilimdalı Başkanı Prof. Dr. Bekir Karlığa, içindekini dökü­
yordu:
"Medeniyetler çatışmaz, medeniyetler kültür alışverişi için ortak
bir sofra gibidir. Meteniyetler ittifakında Türkiye'nin bu konuda gö­
revlendirilmesi son derece önemlidir. Çünkü 20 den fazla etnik gru­
bu, 20 den fazla dini bir arada yaşatma tecrübesi göstermiştir. Tür­
kiye örneği hem AB için hem küreselleşen dünya için hem de Sa­
yın Annan'ın projesi için çok önemlidir. Çıkabilecek en yüksek sesi­
mizle medeniyetler ittifakını haykırmak zamanıdır"
Toplantıya Tebrik Mesajı gönderen bazı isimler şunlardı;
Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan), Atilla Koç (Kültür Bakanı),
Ali Babacan (Devlet Bakanı), Dr. Hilmi Güler (Enerji Ve Tabii Kay­
naklar Bakanı), Osman Pepe (Orman Bakanı), Binali Yıldırım (Ulaş­
tırma Bakanı), Prof. Dr. Necmettin Erbakan , Rifat Hisarcıklıoğlu
(TOBB Başkanı), Kadir Topbaş (lstanbul Büyükşehir Belediye Baş­
kanı), Muhsin Yazıcıoğlu (BBP Genel Başkanı), Recai Kutan (Sa­
adet Partisi Genel Başkan Vekili), Erkan Mumcu (Anavatan Partisi
Genel Başkanı), Mehmet Elkatmış (AKP Nevşehir Milletvekili),
Mehdi Sungur (Emekli General), Robert Fisk (Stratejist, lndepen­
dent Gazetesi Yazarı), Mustafa Koca (ASKON Başkanı)

Toplantıya bazı ilginç isimler de katılıyordu:


"Fikret Kasapoğlu ( İ stanbul Vali Yardımcısı), H ü rrem Aksoy ( İ s­
tanbul Vali Yardımcısı), Dündar Gültekin (lstanbul Vali Yardımcısı),
Nevzat Er (Eminönü Belediye Başkanı), Şaim Mergenov (Kazakis­
tan Konsolosluğu), Said İ kramov (Özbekistan Konsolosluğu), Mu­
hiddin Rüstem i (Makedonya Konsolosu), Ali Mekati (Cezayir Bü­
yükelçiliği Başmüsteşarı), Valeri Totev (Bulgaristan Konsolosu),
lgor Burmistrov (Rusya Ticaret Ataşesi), Günay Efendiyave (Azer­
baycan Konsolos Yardımcısı), Ord . Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan,
ısa Karataş (Türkiye Protestan Kiliseleri Basın Sözcüsü), Cemal

461
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Uşşak (Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yrd.), Cum­


hur Evcil (Emekli Tümgeneral), Orhan Ateş (Emekli Tümgeneral),
Neşet i kiz (Emekli Albay}, Şaban Gülbahar (Avrasya Bir Vakfı Baş­
kanı), Samim Uygun (Güven Hareketi Başkanı}, Ali Eren (Vakit Ga­
zetesi Yazarı}, Süheyl Çobanoğlu (Emekli Albay} , Prof. Dr. Cemal
Anadol (Araştırmacı-Yazar}, Prof. Dr. Ömer Aksu (l.Ü i ktisat Fakül­
tesi}, Prof. Dr. ismet Giritli (Türkiye Gazetesi Yazarı}, Nefi Demirci
(Türkmeneli Derneği Başkanı}, Ömer Faruk Başaran (AS İ AD Baş­
kanı}, Ali Rıza Aslan (MÜS İ AD Genel Başkan Yardımcısı}, Abdul­
lah Akosman (Önce Vatan Gazetesi i mtiyaz Sahibi}, Mustafa Ta­
vaslı (MÜS İ AD İ cra Üyesi}, Hamza Akbulut (İlim Yayma Cemiyeti
Başkanı}, Suat Gün (Önce Vatan Gazetesi Yazarı), Rahim Er (Tür­
kiye Gazetesi Yazarı), H üseyin Öztürk (Vakit Gazetesi yazarı), Ha­
mit Göktürk (Doğu Türkistan Milli Merkezi Genel Sekreteri}, Mauro
Pesce (Focolarini Hareketi Türkiye Temsilcisi}, Sami Özey (Vakit
Gazetesi Yazarı}, Nazile Abbaslı (Azeri Gazeteci-Yazar}, Mevlüt
Özcan (Milli Gazete Yazarı), Mustafa Özcan (Yeni Asya Gazetesi
Yazarı} .."

Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar'ın fahri başkanlığını


yaptığı Bilim Araştırma Vakfı ile Milli Değerleri Koruma Vakfı'nın or­
taklaşa düzenlediği "Yaradılış" adlı serginin ilki 8 Mart tarihinde
AKP'li Küçükçekmece Belediyesi'nin onayıyla Halkalı Kültür Merke­
zi'nde açıldı. Sergiye Kaymakam Osman Ebiloğlu, Belediye Başka­
nı Aziz Yeniay ve Garnizon Komutanı Ali Güngör Özgören ile Ke­
nan Işık ve Adnan Şenses katılıyordu.
Serginin ikincisi 1 O Mart 2006'da AKP'li Beylikdüzü Belediye­
si'nin desteği ile Beylikdüzü Stars alışveriş Merkezi'nde yapıldı. Yo­
ğun ilgi gören serginin ilk konukları 75. Yıl Cumhuriyet Lisesi öğret­
men ve öğrencileri oldu ....
Genelkunnay İ stihbarat Başkanlığı, 24 Mayıs 2002 tarihinde " İ r­
ticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" başlığı altında irticai grupla­
rın , faaliyetlerine ışık tuttuğu " İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendir-

462
Ergün Poyraz

mesi" adıyla geniş içerikli bir doküman hazırlıyordu . Bu belgelerde;


"Adnan hocacılar" şu şekilde yer alıyordu:
Adnan Oktar, "Harun Yahya" takma adıyla, Milli Gazete, Vakit gi­
bi gazetelerde yazılar yazmaktadır.

1 . Genel:
a. Tarihi Gelişimi:
( 1 ) Grubun lideri olan Adnan OKTAR'ın (Yusuf-Mediha oğlu,
Ankara-1 956 doğumlu), doğumundan liseyi bitirinceye kadar içine
kapanık sessiz bir kişi olarak tanındığı, 1 979 yılında İ stanbul Üniver­
sitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü 2nci sınıfından ayrıldığı,
1 982-83 yıllarında çeşitli dini kitapları okumak suretiyle dini yönü­
nün gelişmeye başladığı bilinmektedir.
(2) Daha sonraki yıllarda, kendisine ait bir örgütlenme modeli
oluşturarak Mason localarını kendisine örnek aldığı, zeki , kabiliyetli
ve zengin aile çocuklarına yönelerek bunların manevi yönden yetiş­
tirilerek kendisine bağlanmalarını sağladığı ve faaliyetlerini büyük
ölçüde bu yönde yoğunlaştırdığı gözlenmiştir.
(3) ilk olarak 1 986 yılında basın yayın organlarında yer alan ve
milli duyguları zayıflatıcı propaganda yaptığı gerekçesiyle tutuklan­
masına neden olan bir röportajıyla kamuoyunda ismi duyulmaya
başlayan Adnan OKTAR'ın, 1 983 yılından itibaren ilgilenmeye baş­
ladığı üniversite öğrencilerine yönelik faaliyetleri sonucu, özellikle
İ stanbul' da Boğaziçi , Mimar Sinan, İ TÜ ve İ stanbul Üniversitesi Hu­
kuk-Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyan kız-erkek çok sayıda gen­
ci etrafında toplamayı başardığı bilinmektedir.
(4) Çeşitli tarihlerde Adnan OKTAR ve grubuna yönelik olarak
gerçekleştirilen çalışmalarda, uyuşturucu madde bulundurma, kul­
lanma ve grup içerisindeki gençler arasında ailelerinin izni olmaksı­
zın kısa dönemli, resmi olmayan evlilikler yaptırma gibi uygulama­
ları tespit edilmiş ve bu durum kamuoyunda tepkilere yol açmıştır.
(5) 1 992 yılı başlarından itibaren Serhan ÇEV İ K liderliğindeki

463
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bir grup genç, OKTAR'dan ayrılarak "Kızıl imamcılar" olarak bilinen


yeni bir örgütlenmeyi oluşturmuş ve bu tarihten itibaren de bu iki ke­
simin birbirlerini karşılıklı suçlayıcı tavırları zaman zaman kamuoyu­
na yansımıştır.
Kızıl imamcılar Grubu;
Adnan Hoca tarafından sapık bir tarikat kurmak, içki ve uyuştu­
rucu kullanmanın helal olduğunu yaymak, Atatürk düşmanlığı yap­
mak, Muta nikahını kabul ederek seks ayinleri düzenlemek, Devle­
te ve güvenlik güçlerine karşı silahlı saldırı planları yapmak gibi suç­
lamalara muhatap olurken,

Bu grup da, Adnan OKTAR'ı etrafındaki gençlerin paralarını kul­


lanarak lüks bir hayat yaşamak, grubuna katılan kızlardan kendisi­
ne harem kurmak, Atatürkçülüğü kalkan olarak kullanmak ve ken­
disini Mehdi ilan etmek gibi suçlarla itham etmektedir.
b. Amacı:
Bilimsellik ve modernlik kisvesi altında irticai bir oluşum oluştu­
rarak dini nitelikli bir yönetime zemin hazırlamaktır.
c. Stratejisi:
Toplumda maddi ve mevki gücü olan kişilere ulaşarak kısa süre­
de etkili bir cemaat haline gelmek, laik görünümlü kişiler aracılığıy­
la irticai amacını kamufle etmek, çok sayıda eser yayınlayarak ta­
ban genişletmek hususlarını, söz konusu cemaatin stratejisi içeri­
sinde değerlendirmek mümkündür.

2. Teşkilatı:
a. Kuruluşu:
Anılan cemaatin lideri Harun YAHYA (K) Adnan OKTAR olup,
yönetim tamamen kendi etki ve yetkisinde sürdürülmektedir.
b. lider Kadrosu:
Söz konusu grubun liderliğini, Adnan OKTAR (Kod:Ahmet Abi)
adlı şahıs yapmaktadır.

464
Ergün Poyraz

- Adı geçen şahısa, 1 983 yılında Şişli Hastanesinden ve 1 985 yı­


lında Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden "Şizoid Araz" ve "Atipik Dep­
resyon Paranoid" belirtilerinin bulunduğu gösteren bir rapor veril­
miştir.
30 Haziran 1 986 tarihinde basında yer alan demeçlerinden do­
layı "Milli Hisleri Zayıflatmaya Matuf Propaganda" suçundan lstan­
bul Devlet Güvenlik Mahkemesince tutuklanarak Sağmalcılar Ce­
zaevine gönderilmiş, 26 Şubat 1 987 tarihinde tahliye edilerek Ba­
kırköy. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde 1 O ay tedavi görmüş
'

ve "idealist Paranoya" teşhisi ile taburcu edilmiştir.


- 20 Ocak 1 990 tarihinde İ stanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilen operasyonda 1 38 müridi ile birlikte gözaltına alın­
mış, bilahare serbest bırakılmıştır.
- 1 991 yılında "Atatürk'e hakaret ve fuhuşa teşvik" suçlarından
lstanbul il nci Asliye Hukuk Mahkemesinde yargılanmıştır.
- 20 Ocak 1 991 seçimlerinde RP-MÇP-IDP tarafından oluşturu­
lan ittifakı desteklemiştir.
- 1 O Temmuz 1 991 tarihinde evinde yapılan aramada sigara je­
latinine sarılı 3 paket halinde 0.5 gr. kokain ele geçirilmiş, ancak
emniyetteki ifadesinde kokainin başkaları tarafından evine konuldu­
ğunu iddia etmiş, İ stanbul Adli Tıp Kurumunun 1 1 Temmuz 1 991 ta­
rihli raporuna göre kokain aldığı tespit edilmiştir.
- Liderliğini yaptığı grubun güvenlik güçlerinin takibatından kur­
tulmasını temin etmek amacıyla son yıllarda daha önceki düşünce­
lerinin tersine Atatürk ilke ve inkılapları propagandasını yapmaya
başlamıştır. Bu çerçevede, 9 Kasım 1 990 günü arkadaşları ile bera­
ber Anıtkabir'i ziyaret etmiş ve Anıtkabir özel defterini imzalamıştır.
- 1 996 yılında RP ile irtibat kurmuş, cemaatinin Recep Tayyip
ERDOGAN'ın seçim kampanyasına destek vermesini temin etmiş­
tir.
- Dini söylemlerle başlattığı faaliyetlerini çıkar amaçlı olarak de­
vam ettirmiş ve bu yolla büyük kazanç elde etmiştir.

465
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Söz konusu şahıs, Kasım 1 999'da lstanbul'da tarikata yönelik


olarak yapılan büyük bir operasyonla diğer üst düzey yöneticilerle
birlikte tutuklanmış, bilahare Haziran 2000 ayı içerisinde tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Adı geçen şahsın 1 9 Mart
2002 tarihinde lstanbul 1 No'lu DGM' de yapılan duruşmasında
Cumhuriyet savcısı tarafından Adnan OKTAR'ın din adamı kisvesi
altında diğer sanıkları kendine bağladığı, sonrasında ise namaz re­
katlarının sayısından evlenme biçimlerine kadar, dini kuralları kendi
çıkarlarına göre değiştirdiği belirtilerek 6 yıldan 1 5 yıla kadar ağır
hapis hapis cezası istediği öğrenilmiştir.
c. Yurt içi ve Yurt Dışı Yapılanması:
( 1 ) Örgütün " İ mamlar" adlı bir konsey yapılanması bulunmakta­
dır. Konsey üyeleri olarak adlandırılan 7 imamın kimlikleri ve özel
sorumluluk alanları aşağıdaki gibidir.
(a) Bahadır GÜVEN (Siyasi çevreler ile çetenin işlerini takip et-
mek)
(b) Fırat DEVELIOGLU (Hukuk araştırma)
(c) Emre N i l (Mali işler)
(d) Bülent TATLICAN (Yazı işleri ile ilgilenmek ve fikirler üret­
mek)
(e) Uğur ÖRMEN (Sekreterya görevi , kitap yazma çalışmaları
ve yemek yapma)
(f) Ferhat TERKOGLU (Sekreterya görevi, kitap yazma çalış­
maları ve yemek yapma) . . .
(g) Timur (Soyadı bilinmiyor) (Mali yardım yapmak) ...
(2) Örgüt içindeki kadınlar, "Bacılar" ve "Cariyeler" olarak iki gru­
ba ayrılmıştır.
(3) Bacılar; Bayan i mamlar olarak adlandırılmakta olup, 4 ayrı
evde kalmakta ve ailelerinden ayrılarak örgüte katılan bayan m ürit­
lerden sorumlu olarak çalışmaktadırlar.
(4) Müritler tarafından bulunan kızlar ise; Cariyeler olarak ad­
landırılmakta olup, Adnan OKTAR ve imamlarla birlikte olmaktadır.

466
Ergün Poyraz

(5) Müritler ve imamların cariyelerle ilişkiye girmeleri sırasında


bir mürit şahit gerekirken, Adnan OKTAR için böyle bir zorunluluk
bulunmadığı tespit edilmiştir.
(6) Söz konusu grubun yurt dışı yapılanması bulunmamaktadır.
Ancak anılan şahısa ait grup mensuplarının 1 0- 1 5 Ekim 2001 tarih­
leri arasında Almanya/Frankfurt'ta düzenlenen kitap fuarına, dene­
timleri altında bulundurdukları "Global Publishing Co. Ltd . firması
adına katıldıkları, Grup mensuplarının 24 Ekim 2001 tarihinde TD-1
TV. k,a nalı yetkilileri ile yaptıkları görüşmede; Almanya'da bir mer­
kez kurarak, Almanca bir dergi çıkarıp, radyo ve televizyon yayıncı­
lığı alanında çalışmak istediklerini, bu nedenle Alman siyasetçileri ,
din adamları dernek ve vakıf ile benzeri kuruluşların etkin kişileri ile
temas kurmayı amaçladıklarını, mali açıdan bir sınırlamaları olma­
dıklarını belirttikleri öğrenilmiştir.

3. Yan Kuruluştan ve Destekleyen Sivil toplum Örgütleri


a. Adnan OKTAR, 1 990 yılı içerisinde "Bilim Araştırma Vakfı" nı
kurmuştur. Vakfın yayınladığı broşüre göre, vakfın amacının;
milli ve manevi değerlere bağlı, dürüst, aydın ve ilerici bir ne­
sil yetiştirmek olduğu ifade edilmektedir.
b. Vakıf "Turgut Reis Mah. Fatih Cad. No: 7 1 5 Sultanbeyli-lstan­
bul" adresinde faaliyetlerini sürdürmüştür. Vakfın genel baş­
kanlığını ise müritlerden Altuğ BERKER isimli şahıs yapmış­
tır.

4. Destekleyen Basın Yayın Organlan:


a. Adnan OKTAR, eserlerini Harun Yahya takma adıyla yazmak­
tadır. Kitapları genellikle Çatalçeşme Sok. Üretmen Han No:29/7
Cağaloğlu-İSTANBUL adresinde faaliyet gösteren Kültür Yayıncılık
tarafından basılmaktadır. Adı geçen şahıs tarafından yazılan kitap­
lardan bir bölümü;
( 1 ) Darwinizm'in Karanlık Büyüsü ,

467
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(2) Hayatın Gerçek Kökeni,


(3) Evrimcilerin itirafları,
(4) i man Hakikatlerinin Önemi,
(5) Darwinizm Dini,
(6) Kuran Mucizeleri,
(7) lslamın Kışı ve Beklenen Bahar,
(8) Darwinizm'in İ nsanlığa Getirdiği Belalar,
(9) Evrim Teorisinin Çöküşü,
(1 O) Evrimcilere Net Cevap,
(11) Kıyamet Alametleri ,
( 1 2) Kuran Bilime Yol Gösterir,
( 1 3) Gerçekler 1 ,
( 1 4) i htişam Her Yerde,
( 1 5) Mucizeler Zinciri,
( 1 6) Gerçekler 2,
. .

( 1 7) Düşünen insanlar için,


( 1 8) Gerçeği Bilmek,
(1 9) Kavimlerin Helakı,
(20) Evrimcilere Net Cevap i l ,
(21 ) Allah Akılla Bilinir,
(22) Altın çağ,
(23) Hücredeki Bilinç,
(24) Milli Birliğin Önemi,
(25) Allah'ın Renk Sanatı,
(26) Darwinizm'in Sonu,
(27) Batı Dünyası Allah'a Yöneliyor,
(28) Evrimcilerin Yanılgıları,
(29) Sonsuzluk Başlamış Durumda,
(30) Dünya Hayatının Gerçeği,
(31 ) Zamansızlık Ve Kader Gerçeği ,

468
Ergün Poyraz

(32) Kehf Suresi'nden Ahir Zamana işaretler,


(33) Evrenin Yaratılışı,
(34) Dinsizliğin Kabusu,
(35) Doğadaki Tasarım,
(36) Milli Strateji,
(37) Derin Düşünmek,
(38) Romantizm,
(39) Sakın Anlamazlıktan Gelmeyin,
(40) • Yen i M asonik Düzen,
(41 ) Terörün Perde Arkası,
(42) Darwin'in Türk Düşmanlığı,
(43) lsrail 'in Kürt Kartı,
(44) Yahudilik ve Masonluk,
(45) Soykırımın Perde Arkası,
(46) Çözüm :Kuran Ahlakı ,
(47) Gizli El Bosna'da,
(48) Komünizm Pusuda,
(49) Makaleler 1 ,
(50) Makaleler i l ,
(51 ) Makaleler 1 1 1 ,
(52) Faşizm ,
(53) Türk'ün Dünya Nizamı,
(54) Devlete Bağlılığın Önemi,
(55) Gerçek Atatürkçülük,
(56) Hazreti Musa,
(57) Atom Mucizesi,
(58) Bir Tartışmanın Ardından,
(59) Hazreti Yusuf,
(60) DNA'daki Yaratılış Mucizesi,
(61 ) Canlılardaki Fedakarlık ve Akılcı Davranışlar,

469
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(62) Hücredeki Mucize,


(63) Gözdeki Mucize,
(64) i nsanın Yaratılış Mucizesi,
(65) Savunma Sistemi Mucizesi,
(66) Örümcekteki Mucize,
(67) Sivrisinek Mucizesi,
(68) Karınca Mucizesi ,
(69) Hormon Mucizesi,
(70) Termit Mucizesi,
(7 1 ) Protein Mucizesi,
(72) Bitkilerdeki Yaratılış Mucizesi ,
(73) Balansı Mucizesi,
(74 ) i nsan Mucizesi,
(75 ) Tohum Mucizesi,
(76) Yeşil Mucize,
(77) Çocuklar,
(78) Kunduzlar,
(79) Harika Canlılar,
(80) Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet 1 ,
(81 ) Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet i l ,
(82) Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet i l i ,
(83) Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet iV,
(84) Hayvanlar Alemi,
(85 ) Göklerdeki ihtişam ,
(86) Balarıları,
(87) Karıncaların Dünyası,
(88) Allah için Yaşamak,
(89) Allah'ın isimleri,
(90) Kuran'dan Genel Bilgiler,
(91 ) Allah Korkusu,

470
Ergün Poyraz

(92) Kuran'a Göre Gerçek Akıl,


(93) Kuran'da Vicdanın Önemi,
(94) Adamlık Dini,
(95 ) Niçin Kendini Kandırıyorsun?
(96) Cahiliye Toplumunu Terketmek,
(97) Dinsizliğin İ lkel Mantığı,
(98) Ölüm Kıyamet Cehennem,
(99) Kuran'da Temel Kavramlar,
( 1 00} Kuran'da Hicret,
(101 ) Kuran Bilgisi,
( 1 02) Kuran'da Dua,
( 1 03) Kıyamet Günü,
( 1 04) Kuran'dan Cevaplar,
( 1 05) Şeytan'ın Enaniyeti,
( 1 06) Kuran'ın Hayata Sunduğu Güzellikler
( 1 07) Kamil i man
( 1 08) Münafığın Sırları
( 1 09) Müminlerin Merhameti
( 1 1 0) Şirk
(111) Kuran'da ihlas
( 1 1 2) Şeytan
( 1 1 3) Hz. lsa Gelecek
( 1 1 4) Cennet
( 1 1 5) Güzel Söze Uymanın Önemi
( 1 1 6) Kolaylık Dini lslam
. .

( 1 1 7) iyilerin ittifakı
( 1 1 8) Resullerimiz Diyor ki
( 1 1 9) Kuran Ahlakı
( 1 20) Kuran'da Tebliğ ve Tartışma
( 1 21 ) Sakın Unutmayın

471
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

( 1 22) Evrim Teorisi


( 1 23) Kuran'da Sabrın Önemi
( 1 24) Kuran'ı Dinlemeyenler
( 1 25) Akılsız Kuran'ı Nasıl Yorumlar
( 1 26) Alay Denen Zulüm
( 1 27) Tarih Boyunca Müslümanlara Atılan iftiralar
( 1 28) imtihanın Sırrı
( 1 29) "Dinsizliğin Dini" ile Mücadele
( 1 30) Herşeyde Hayır Görmek
(1 3 1 ) Yusuf Medresesi
( 1 32) Kuran'da Ümitvar Olmak
(1 33) Kuran'ın Bazı Sırları
( 1 34) Cahiliye Toplumunda insan Karakterleri
( 1 35) Kuran'da Adalet ve Hoşgörü
( 1 36) Resullerin Mücadelesi
( 1 37) Kuran'da Münafık karakteri
. .

( 1 38) lslam'ın inanç Esasları


( 1 39) i manı Çabuk Anlamak-1
( 1 40) i manı Çabuk Anlamak-2
(141 ) i manı Çabuk Anlamak-3
( 1 42) Müminlerin Cesareti
( 1 43) Kuran'da Şevk ve Heyecan
( 1 44) Gözardı Edilen Kuran Hükümleri
( 1 45) Pişman Olmadan Önce
( 1 46) Kur'an Fihristi
( 1 47) Gerçeği Düşündünüz mü?
( 1 48) Evrim Teorisinin Çöküşü
( 1 49) Materyalizmin Sonu
( 1 50) Materyalizmin Çöküşü
(151) Darwınizm

472
Ergün Poyraz

( 1 52) Yaratılış Gerçeği


( 1 53) Evrimcilerin Yanılgıları
( 1 54) Evrimcilerin Yanılgıları 2
( 1 55) Evrimcilerin Yanılgıları 3'dür.
b. Adı geçen şahıs, zaman zaman Cavit Yalçın takma adını da
kullanmıştır. Geçmiş dönemlerde çıkan "Rönesans", "Telgraf', "Si­
yasi Çizgi" gibi dergi ve gazetelerde de yazıları yayınlanmıştır.

5. Mali kaynaklan:
Adnan OKTAR grubunun finans kaynaklarını; zengin aile çocuk­
ları tarafından yapılan bağışlar oluşturmaktadır.

6. Ele Geçirilen Mühimmat, Silah, Araç, Gereç:


a . Adnan OKTAR'a bağlı grubun bazı üyelerinin toplumun dini
duygularını istismar ederek örgütlü suç faaliyetleri içerisinde bulun­
duklarının İ stanbul Emniyet Müdürlüğü'ne ihbar edilmesi üzerine,
1 2 Kasım 1 999 tarihinde lstanbul'da düzenlenen operasyonda 35'i
bayan toplam 82 kişi gözaltına alınmıştır.
b. Anılan baskında aşağıdaki malzemeler ele geçirilmiştir.
( 1 ) Ruhsatsız bir adet 9 mm çapında Smith Wesson marka ta­
banca ile 56 adet mermisi,
(2) Ruhsatsız bir adet 38 mm çapında tabanca ile 50 adet mer-
misi,
(3) Ruhsatsız 2 adet otomatik av tüfeği ve 200 adet fişek,
(4) 3 klasör evrak,
(5) 1 80 adet teyp kasedi ,
(6) 1 4 adet video kasedi ,
(7 ) 64 adet cd,
(8) 7 adet disket,
(9) 1 adet video kamera,
( 1 0) 1 adet fotoğraf makinası, objektifi ve flaşı,

473
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

(1 1 ) 5 adet gizli kamera,


( 1 2) 1 adet mikro gizli kamera,
( 1 3) 3 adet gizli kamera başlığı ,
( 1 4) 3 adet transformatör,
( 1 5) 3 adet el yapımı elektronik cihaz,
( 1 6) 1 adet disket silme cihazı

7. Diğer Ülkelerdeki Faaliyetleri ve Bu Ülkelerin Örgüte Verdiği


Destek :
Adnan OKTAR grubunun günümüze kadar yurt dışı faaliyetlerde
bulunduğuna dair herhangi tespit yapılamamıştır. Ancak son dö­
nemde anılan grubun yurt dışı faaliyetlere ivme kazandırdığı gözlen­
mektedir. Bu meyanda;
a. Müritlerine eğitim aldırmak amacıyla Suriye/Şam'da bulunan
Ebu Nur Üniversitesi'yle Ağustos 2001 yılı içersinde temasa
geçtiği,
b. Almanya'da teşkilatlanmak için girişimlerde bulundukları,
c. Sudan yönetiminin kitap bastırmak için temas kurduğu gruba
ait "Bilim Araştırma Vakfı" tarafından söz konusu ülkede şube
açmak üzere çalışmalar yaptıkları belirlenmiştir.

8. Son Dönem Faaliyetleri:


Adnan OKTAR hapishaneden çıktıktan sonra zamanını kitap ya­
zarak geçirmekte, ayrıca kendisi hakkındaki gelişmeleri takip et­
mektedir.
Bunun yanı sıra adı geçen şahıs, cemaatine mensup şahısların
şer'i eğitim görmelerini sağlamak üzere Suriye/Şam'da bulunan
Ebu Nur Üniversitesi'yle Ağustos 2001 yılı içersinde temasa geçtiği
öğrenilmiştir. Nitekim anılan üniversitenin Türkiye'de bulunan diğer
cemaatlerle bağlantı kurmak istediği de istihbar olunmuştur.

474
Ergün Poyraz

9. Değerlendirme:
Grubun, gerçek amacının kamuoyu nezdinde ortaya çıkarılması
sonucunda, geçmiş dönemlerdeki aktivitelerinin yapmalarının güç­
leştiği ortadadır. Bununla birlikte anılan grubun belli oranda varlığı­
nı devam ettirme yönündeki gayretlerini sürdüreceği, faaliyetlerini
göz önünden uzak tutmak amacıyla yurt dışı ilişkilere ağırlık verece­
ği değerlendirilmektedir.

İ skender Evrenosoğlu Grubu


29. 1 1 . 1 933 tarihinde İznik'te dünyaya gelen Evrenosoğlu, Pey­
gamber soyundan geldiğini de iddia ediyordu.
1 996-97 yıllarında Ceviz Kabuğu Programına çıkıyor, Allah katı­
na gidip konuştuğunu söylüyordu .
1 Nisan 2000 tarihinde Amerika'da Allah Üniversitesini kuruyor,
Üniversitenin rektörü oluyordu. 1 1 Eylül saldırısının ardından Ame­
rika'nın ülkesinde böyle bir üniversite kurdurması şaşkınlıkla karşı­
lanıyordu.
Başında azizlere ait tanrısal ışık olduğunu ve her Cuma günü
göklerin yedinci katına çıkıp yaratanla konuştuğunu söyleyen İ sken­
der Evrenosoğlu, Nur TV'de propagandasını aksatmadan sürdürü­
yordu.
İ skender Evrenosoğlu, Nisan 1 996'da kendisinin Mehdi olduğu­
nu iddia etmek suretiyle süreci bir adım daha ileri götürüyordu .
Onun b u iddiası , kendi dar halkası dışında fiilen görmezlikten gelin­
se de, ne yazık ki bu saçmalıklara inananların sayısı hiç de az de­
ğildi.

24 Mayıs 2002 tarihinde "Genelkurmay İ stihbarat Başkanlığı",


" İ rticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi" başlığı altında irticai un­
surların, Mayıs 200 1 tarihinden Mayıs 2002 tarihine kadar olan dö­
nemdeki faaliyetlerini de kapsayacak şekilde " İ rticai Örgütlerin Teh-

475
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

dit Değerlendirmesi" adıyla kapsamlı bir doküman hazırlıyor bu ha­


zırladığı belge ve bilgileri tüm birimlerine gönderiyordu. Bu dokü-
. �

manda "lskender EVRENOSOGLU Gurubu" şu şekilde yer alıyor-


du:

1. Genel:
M İ HR grubu ; liderliğini İskender EVRENOSO G LU'nun yaptığı di­
ni içerikli bir gruptur. ( 1 933 İ znik doğumlu ve eski T İ P -Türkiye İşçi
Partisi- üyesi) Adı geçen şahıs ilk defa 1 986 yılında Devlet Planla­
ma Teşkilatı'nda çalıştığı dönemlerde irticai faaliyetlerde bulunmak
suçundan tutuklanması ile birlikte kamuoyu tarafından tanınmıştır.
Bu tarihten itibaren de gerek basın-yayın organlarında gerekse te­
levizyon kanallarında yapılan röportaj . ve programlarla zaman za-
.

man kendisinden söz ettirmiştir. MIHR ismi Medeniyet, irfan, Hayır


ve Ref kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilmesi ile oluştu­
rulmuştur.
a. Amacı:
Ülkemizde dini esaslara dayalı bir devlet kurmayı amaçlamakta-
dır.
b. Stratejisi:
Savunduğu fikirler itibarıyla, kendisine göre İslam'daki tasavvuf
anlayışı doğrultusunda görüşler ortaya koyduğunu ileri süren EV­
RENOSOGLU , stratejisini 3 temel esasa dayandırmaktadır. Bunlar;
( 1 ) Tebliğ: Uygun ortam bulunduğunda kendi görüş ve talimat-
ları doğrultusunda, Allah'a ulaşma konusunun anlatılması,
(2) Cemaat: Tebliğ yapılan kişilerin zaman zaman bir araya ge­
lerek bu doğrultuda faaliyet yürütmeleri ,
(3) Cihad : Deccal fitnesi su yüzüne çıktığında, Deccal ile sava­
şacak bir Mehdi'nin olması gerektiği ve sonuçta cihadın olacağı,
Deccal'ın; Şeytan dostu yani Şeytan'ın taraftarı olan ve şeytan için
çalışan olduğu, Mehdi'nin ise; Hidayete erdiren kişi yani İskender
EVRENOSO G LU olduğu şeklindedir.

476
Ergün Poyraz

b. Lider Kadrosu:
Örgütün liderliğini İ skender EVRENOSO G LU, yardımcılığını ve
Türkiye sorumluluğunu ise Abdülcabbar
. . BORAN isimli şahıs yap-
-

maktadır. MIHR Vakfı Başkanı lskender EVRENOSOGLU'nun ha-


len ABD'de bulunmaktadır.
c. Yurt içi-Yurt Dışı Yapılanması:
Fazla bir tabanı bulunmayan ancak kendisine vahiy geldiğini ve
kendisinin Resul (Peygamber) olduğunu ve bu konuda kendisine
"Risalet Nurları" isimli bir kitabın vahiy yoluyla Allah tarafından yaz­
dırıldığını ileri süren bahse konu şahıs, bu tür çıkışlarla kendisini ka­
muoyunun gündemine zaman zaman sokmayı da başarmıştır.
. . .
M I H R grubu; Ankara, lstanbul, lzmir, Denizli, Aydın, Adana, Bur-
sa, Kütahya, Kuşadası, Kemalpaşa, Malatya ve Erzurum illeri ile Al­
manya ve Amerika'da faaliyetlerini sürdürmektedir.

3. Yan Kuruluşlan ve Destekleyen Sivil Toplum Örgütleri


- Mihr Vakfı , (Medeniye irfan Hayır Ref Vakfı)
- Mihr Havacılık Kulübü

4. Destekleyen Basın Yayın Organlan:


a. M I H R TV. ,(Hali hazırda kapalı)
b. Nur FM (lstanbul)
c. Radyo Ankara (Ankara)
d. M I H R Dergisi
. .

e. Bunun yanı sıra MIHR grubunun internette www.MIHR.com


ve www.univercityofallah .com isimli 2 adet sayfası da bulun­
maktadır.

5. Mali Kaynaklan (Finansal Destek)


Cemaatin gelirleri mensuplarından toplanan bağış ve yardımlar­
dan oluşmaktadır.

477
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

6. Ele Geçirilen Mühimmat, Silah, Araç-Gereç:


Bu konuda herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.

7. Yabancı Ülkelerdeki Faaliyetleri ve Ülkelerin Örgüte Verdiği


Destek:
Anılan grup faaliyetlerini yurt içinde sürdürmektedir.

8. Son Dönem Faaliyetleri:


. �

lskender EVRENOSOGLU; MIHR Vakfı Dernekleri ve Türki-


ye'deki müridleri vasıtasıyla gönderdiği faksları sempatizanlarına
sattırarak gelir temin etmektedir. Son dönemde taraftarlarına vermiş
olduğu talimatta;
- Kendisinin onaylamadığı kişilerin mürid kabul edilmeyeceği ve
dolayısıyla MIHR vakfına giremeyecekleri ,
- Vakıfta her hafta; erkeklerin Perşembe, bayanların ise Pazar
günleri toplantı yapmaları ,
- Bu toplantılara yabancı kişilerin çağrılmaması hususları üzerin­
de durduğu öğrenilmiştir.

9. Değerlendirme:
Son dönemde M I H R Vakfı Derneklerine yapılan operasyonlar
sonucunda anılan derneklerin faaliyetlerinin iyice zayıfladığı görül­
mektedir. Önümüzdeki dönemde adı geçen şahsın yurt dışından ki­
raladığı bir uydu kanalı vasıtasıyla ülkemize yönelik propapaganda
amaçlı TV yayınlarına başlayabileceği, ancak söz konusu grubun,
irticai hareketlerin bundan sonraki sürecinde ciddi bir rol oynaya­
mayacağı değerlendirilmektedir.

Sonuç Ve Genel Değerlendirme:


Kökeni yüzlerce yıl öncesine dayanan tarikatlar, alınan tüm ted­
birlere rağmen Cumhuriyet döneminde de başta sosyal hayat ol-

478
Ergün Poyraz

mak üzere hayatın her alanında etkinliklerini sürdürmektedirler. Söz


konusu etkinliğin Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gibi olmasa
da laik bir Devlet için küçümsenmeyecek oranda olduğu gözlen­
mektedir.
Tarikatların etkinliklerini sürdürmesinde Atatürk döneminde alı­
nan tedbirlerin daha sonraki yıllarda tam olarak uygulanmayışı ve
hatta bu etkinliğinin artması için 1 950 sonrasında yapılan yasal dü­
zenlemelerin önemli rol oynadığı görülmektedir.
Tarikatlar 1 925 yılında kapatılmalarına rağmen, 2002 Türki­
ye'sinde varlıklarını inkar etmemekte, tarikat liderleri ise yasal en­
gellere rağmen varlıklarını açıkça sürdürmektedir. Kamuoyunda,
ölen bir tarikat liderinin yerine kimin geçeceği dahi tartışılabilmekte­
dir.
Bunun yanı sıra tarikatların varlığına karşı yasal engellerin dev­
reye sokulmaması, onların çok sayıda kuruluş sahibi olmaları ve
böylece toplum hayatında kalıcı olmalarını da sağlamıştır. Bu me­
yanda, günümüzde tarikatlar serbest diyebileceğimiz bir ortamda:
ticari ve eğitim kuruluşlarına sahip olmuşlardır. Bunun sonucunda,
tarikatların varlığına son verilmesi değil de faaliyetleri tartışılır ol­
muştur.
N itekim , g ünümüzde özellikle Nakşibendi Tarikatı çeşitli kollarıy­
la varlığını sürdürmektedir. Söz konusu tarikat; eğitim, sermaye, fi­
nans, sigorta konularında faaliyette bulunmakta, çeşitli öğrenci yurt­
larında kendisine müzahir kişiler yetiştirmektedir.
Nakşibendi Tarikatı, ülkemizdeki en etkili irticai grup olup siyaset
üzerinde de önemli sayılabilecek derecede etkilidir. Bu nedenle de
faaliyetlerinin kısa sürede sonlandırılması mümkün görünmemekte­
dir. Nitekim , anılan tarikatın faaliyetlerine bakıldığında alınan tüm
tedbirlere rağmen, faaliyetlerinin yoğunlaşarak devam ettiği görül­
mektedir.
Nakşibendi Tarikatı, halk tabanı yanı sıra, öğretim üyeleri, millet-

479
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

vekilleri de aralarında olmak üzere her meslek ve öğrenim seviye­


sine ulaşmıştır. Bu nedenle de adı geçen tarikatların güçlü bir taba­
na sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Ülkemizde, tarikatların kapatılmasına neden olan yasa tam ola­
rak uygulanmadığı sürece de bu gerçek devam edecektir. Bu ne­
denle de tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanunun gerekir­
se yeniden gözden geçirilmesi tarikat faaliyetlerinin önlenmesi açı­
sından zorunlu görünmektedir.

Bilal Baba Tarikatı


Ülkemizde pıtrak gibi çoğalan tarikatları yazmak tasniflemek ne­
redeyse imkansız gibidir. Örneğin Kırıkkale gibi küçük bir ilimizde
bile yüzlerce tarikat ve bunların uzantları vardır. Bunlardan biri de
Bilal Baba Tarikatı'dır. Gaziantep-Nurdağı kökenli olan Bilal kutluay
Kadiri kökenli bu tarikatın kurucusudur. Birçok kitap ve bant kayıtla­
rı ile tarikatlarının tanıtımını yapmaktadırlar. Kırıkkale'den her yıl içi­
ni müridleriyle doldurdukları onlarca otobüsü Gaziantep - Nurda­
ğı'ndaki tarikat merkezine getiriyorlardı.
Bu kitaplardan biri , Hacı Muhammed Hilmi Kutlubay tarafından
yazılmış, "Ayet ve Hadislerin lşığı Altında Ehl-i Sünnet Görüşünde
Birleşelim" idi. Kitabın yazarı adından anlaşılacağı üzere Bilal Baba
olarak bilinen tarikatın lideri, "Hacı Muhammed Bilal-i Nadir"in oğlu.
Kitabın girişinde "Hacı Muhammed Bilal-i Nadir Hazretlerinin tanıtı­
mı" başlığı altında özdetle şu bilgiler veriliyordu:
"Bilal Babam: hacı Muhammed Bilal-i Nadir Hazretleri Gazian­
teb'in lslahiye kazası eski Erikli Belen yeni adı Kozuluk Köyünde
(1 895) tarihinde dünyaya gelmiştir. . .
Bilal Babam 1 5 yaşlarında iken dedem vefat ediyor. Evin geçimi
babamın üzerine alıyor. Tüccarlık, ticaret, çerçicilik ve çiftçilik gibi
çeşitli mesleklerde çalışıyor. Daha sonra eine Müzzekki'n-Nüfus ki­
tabı geçiyor. Bu kitap tarikattan bahseder. BU kitabı okuyor ve
onunla amel ediyor. O kitapta "Şeyhi olmayanın dini tamam değil-

480
Ergün Poyraz

dir. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." Yazısını okuyunca şeyh ara­


maya koyuluyor. . .
Gaziantep'de, Kahramanmaraş'ta birçok şeyhlere gidiyor. Ken­
disini tatmin edici bir şeyh bulamıyor. . .
Bilal Babam Kahramanmaraş'ta Nakşi Şeyhi Abid Efendi'den
ders alıyor. Mürid olarak müridi imiş gibi o şeyhinin hizmetini görü­
yor. Şeyhi imiş gibi şeyhin müşkülünü hallediyor. Oradan da ayrıl­
mak mecburiyetinde kalıyor. Den son Hülafa-i Kadiri'den Şeyh Ha­
fız Ali .Efendi'ye gidiyor. O da Abid Efendi gibi büyük bir zattır. O
kendisi ile uzun boylu konuşuyor. Bilal Babam, Peygamberimiz
(sallalahu aleyhi vesellem}'i, Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Haz­
reti Osman, Hazreti Ali'yi rüyasında gördüğünü her birisinin kendi­
sine birer emanet verip 'Bizim yerimize vekilsin' dedikleri ve benze­
ri rüyalarını hafız Ali Efendi'ye söyleyince; O zat:
"Ben sana ders veremem: Kim sana ders veririm derse, yalan
söylüyor. Senin ki, Üveysi'dir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve­
sellem) Veysel Karani'yi şeyhsiz yetiştirdiği gibi seni de aynı yetiş­
tirecektir.
Her yüzyılda bir, aynı Veysel Karani gibi peygamberimizin ruha­
ni yardımı ile bir müceddid yetişir. Bunlara Üveysi derler. Sen de
bu nlardan birisin, evine git çalış. Allah'u teala sana istediğini vere­
cektir" diyor. . . " Her yüzyılda bir gelecek müceddid konusunu her ta­
rikat kendi şehyleri için kullanıyordu. Kürt Said için, Fetullah için,
Çıplak Uyarıcı için, Nakşi, Kadiri, Süleymancı, Melami, Mevlevi
vs.vs. şeyhleri için hep aynı tanımlama kullanılıyordu. Müceddid bir
tane olduğuna göre bunların hangisi derseniz bunun cevabı yok.
Her Şeyh, Tarikat Lideri , Cemaat Önderi yalnızca ben cennete gö­
türürüm dediğine göre geri kalanlar ne olacak derseniz bunun da
cevabı yok.
Neyse biz dönelim Bilal Baba'nın hayat hikayesine;
"Bilal Babam bu arada Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerini,
Nakşibend Muhammed Bahaeddin Efendi'yi ve Seyyid Ahmed Ru-

481
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

fai Hazretlerini rüyasında görüyor. Şeyh Abdulkadir Geylani Hazret­


leri:
"O Müzekki'n-Nüfus kitabında çalıştığın çok güzel , bizim üçü­
müzde sana yardımcıyız. Sen bu üç tarikatın üçünden de ders ve­
rebilirsin" der. Daha bazı sözler söyler. Yine Bilal Babam; Peygam­
berimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'i, Hz. Ali (keremallahu veche)'yi
ve Cihar-ı Yar'ları birçok defalar rüyasında görüyor ve pek çok iza­
hat alıyor. Bir defasında Şeyh Abdulkadir geylani Hz. Bilal Babama
nasıl yatacağını, nasıl uyuyacağını ve nasıl çalışacağını uzun uzadı­
ya tarif ediyor..."

Bilal Baba, hayat hikayesinde belirtiğine göre; İ slamiyet ve din


için birçok cefalara, eziyetlere katlanmış, Akşam namazının abdes­
ti ile sabah namazını senelerce kılmış. Yedi sene tuzsuz arpa ekme­
ği ile riyazet yapmış . . .
"

Sultan Ana
Kırıkkale menşeli bu tarikatın lideri diğerlerinin aksine "Sultan
Ana" adıyla bilinen bir kadın. Diğer tarikatların ileri gelenlerinin "Ka­
dından tarikat lideri mi olurmuş", şeklindeki itirazlarının ardından bu
tarikatın faaliyetlerine devlet el koydu. Kırıkkale kadınlarının bir ço­
ğunun kollarındaki bileziklerine kadar, bazı esnaf ve Sultan Ana
bağlılarının neredeyse ceplerindeki son paralarına kadar vererek al­
dıkları tarikat binası mühürlendi ve tarikatın faaliyetine son verildi.
Diğer tarikatlar ise faaliyetlerine tam hız devam ediyorlar. Devlet
bunlara karşı son derece müsahamalı, öylek1 bu tarikatların çalış­
malarına dikkat çeken görevliler ise emeklilikleri gelmedikleri halde
istifaya zorlanıyorlar. . .

Belli Başlı Tarikatlar


Türkiye'de ve dünyada Haçlıların silahla başaramadıklarını Türk­
leri ve Müslümanları bölmek ve bu yolla parçalamak için icad ettik­
leri ve son dönmelerde de İ ngiliz Müstemlekeler Nazırlığı'nın gay-

482
Ergün Poyraz

retleri ile türetip yaygınlaştırdıkları Tarikat'lar saymakla da bitmiyor­


du.
Ahmet Güner'in ''Tarikatlar" adlı kitabının 30-33. sayfalarında
"Belli Başlı Tarikatlar" şöyle sıralanıyordu:
" . . . Büyük Mutasavvıflara Göre Tarikat tektir. O da,"Tarikat-ı Mu­
hammediye" dir. Sünni daire içinde gelişen çeşitli tarikatlar, aslında
bu tek olan "Tarikat-ı Muhammediye" nin şubeleri mahiyetindedir.
Esasta, usul de ayrılık gayrılık yoktur. Teferruata ait bir takım ince­
liklerde, meşrepte çeşitlilik vardır ancak. Aşağıda, İ slam dünyasın­
da ortaya çıkmış tarikatlardan bir kısmının listesi verilmiştir. (Bilgi
için lslam Ansiklopedisinin 1 2/1 cildinin "Tarikat" maddesine müra­
caat edilmelidir.
Abdülsselamiye: Rıfaiye'den Sadiye'nin bir kolu.
Acemiye: Abu'! - Abbas Ahmed b. Yusuf el- Harisi'ye nispet
olunmuştur ( H . IX. Asır).
Adiliye: Bargisiye'nin bir şubesi olup, Bedreddin Muhammed b.
Ömer b. Ahmed el- Adili el- Abbasi (ölm. 970= 1 562)'ye nispet edil­
miştir.
Afifiye: Şaziliye'den Nasriye'nin bir kolu olup, Abdülvahhap b.
Abdüsselam el- Afifi el-Marzuki (ölm. 1 1 80=1 766/1 767)'ye nispet
olunmuştur
Ahdaliye: Abdul- Hasan Ali el-Ahdali tarafından kurulmuştur.
Ahmediye: Bir Mısır tarikatı (müessisi Tanta - Badavi , 599-
675= 1 202-1 276) olup, Şaziliye'-nin bir koludur. Kolları: Şinnaviye,
Marazika, Kennasiye, Enbabiye, Hammudiye, Menaifiya ,Sellamiye,
Halebiye, Zahidiye, Şuaybiye, Taskiyaniye, Arabiye, Sutuhiye, Bun­
dariye, Muslimiye(= Şurunbulaliye), Beyyumiye.
Ahmediye: Çiştiyenin bir kolu olup, Abu'I Abbas Ahmed b. Ab­
dülhak el-Rudavli el-Çişti (ölm . H . 1 OO'den sonra)'ye nispet edilmiş­
tir.
Ahmediye: Ahrariye'nin bir şubesi olup, Müceddid-i Elf-i Sani ve­
ya lmam-ı Rabbani diye tanınan Bedreddin Ebu'I - Abbas Ahmed

483
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

b. Abdülahad el Faruki Kabuli-i Sirhindi (ölm. 1 034= 1 624) tarafın­


dan kurulmuştur. Müceddiddiye de denir.
Ahmediye: Halvetiye'nin bir kolu olup, müessisi, Manisa civarın­
da göl Marmarası nahiyesinden Ahmed Şemseddin (ölm.
9 1 0= 1 504/1 505) Efendidir.
Ahrariye: Nakşibendi yenin bir şubesi olup, Ahrar lakabı ile ta­
nınmış olan Şeyh Ubeydullah b. Mahmud b. Şehabeddin el- Hüsey­
ni el- Taşkandi (ölm. 895= 1 490)'ye nisbet edilmiş olup, başlıca kol­
ları şunlardır: Ahmediye, Taciye, Kasaniye.
Alavaniye: Alavan el Hamani (ölm. 936= 1 530) ye nispet olun­
muştur.
Ammariye: Kadiriye'nin Cezayir - Tunus kolu (XIX. Asır).
. .
Amudiye: Medyeniye'nin bir şubesi olup, Ebu lsa Said b. lsa el-
Ammali el- Sıddıki'ye nispet edilmiştir.
Arabiye: Ömer b. Muhammed el- Arabi'ye nispet olunmuştur.
Arusiye: Kadiriye'nin Trablusgarb kolu (XIX. Asır).
Asaliye: Halvetiye'den Cemaliye'nin bir koludur. Şamlı Ahmed
b.Ali el- Hariri el- Assali el-Şafii (ölm 1 639)'ye nispet edilmiştir.
Aşuriye: Burhaniye'nin bir kolu olup, Seyyid Aşur el - Mağribi'ye
nispet edilmiştir.
Aydarüsiye: Kübreviye'nin Yemen kolu (XV. Asır) olup, Ebubekir
el-Ayda rus ölümü . 909= 1 503) a nispet olunmuştur.
Azamiye: Sonradan el- imam el- Azam Ebu Hanife (80-
1 50=699-767)'ye izafe olunmuş bir tarikat.
Azizan: Azizan lakabını taşıyan Hoca Ali el-Ramaytani'ye nispet
olunmuş bir tarikat olup, Hacegan tarikatı ile aynıdır.
Aziziye: Rıfaiye'nin bir kolu olup, lzzeddin Abdülaziz b. Ahmed
al-Dirini el-Damiri el- Şafii el - Rıfai (ölm. 694-1 295)'e nispet edil­
miştir.
Babaiye: Bir Türk tarikatıdır. Müessisi Abdülgani Pir Babai olup,
Edirne'de 870'te ( 1 465) ölmüştür.

484
Ergün Poyraz

Baherziye: Tarikat seceresi Necmeddin el- Kübra'ya ulaşan


Seyfeddin Said b. el-Mutahhar b. Said el- Baherziye'ye nispet olun­
muştur.
Bayramiye: Ankara'da Hacı Bayram Veli (ölm. 833=1 429) tara­
fından kurulmuştur. Kolları: Şemsiye, Celvetiye.
Bekkiye: Şaziliye'nin Tunus'ta bir kolu olup, el-Bakki el- Tunu­
si'ye nispet olunmuştur.
Bekriye: Şaziliye'den Vefaiye'nin bir şubesi olup, kurucu Ebu'I
Maka,rim Muhammed El Bekri (ölm. 1 586) dır.
Bekriye: Halvetiye'den Karabaşiye'nin bir kolu olup, kurucusu
Şemseddin M ustafa el- Bekri (ölm . 1 1 62= 1 749)'dur.
Bektaşiye: Yeseviye (Safeviye) nin bir kolu olup, kurucusu Hacı
Bektaş Veli (ölm. 738?= 1 337/1 338) dir. Bu tarikat daha ziyade Ana­
dolu ve balkanlarda (bilhassa Arnavutluk'ta) yayılmıştı.
Biberiye: Halil Develioğlu (ölm. 1 933) adında Tarsuslu bir zat ta­
rafından bu bölgede kurulmuş bir tarikat olup, Nakşibendiye'nin Ha­
lidiye kolunun tesiri altındaydı.,
Bistamiye: XV. Asırda Türkler tarafından Bayazıd el-Bista­
mi(ölm .261 =874) ye izafe olunan bir tarikat.
Buhuriye: Halvetiye'den Ramazaniye nin bir kol u , Şeyh Muham­
med el- Buhuri el-Rumi el-Edirnevi (ölm. 1 039= 1 629/1 630) tarafın­
dan kurulmuştur.
Burhaniye: Şaziliye'nin büyük bir kolu olup, Burhaneddin lbra­
him b. Ebülmecid el-Desuki (ölm. 686=1 287) tarafından kurulmuş
bir Mısır tarikatıdır.
Cahidiye: Halvetiye'den Cemaliye'nin bir kolu olup, Edirneli Ca­
hidi Ahmed Efendi (ölm. 1 070= 1 659/1 660) tarafından kurulmuştur.
Camiye: Şeyhülislam Kutbeddin Ahmed el- Namiki (öl m .
536=1 1 42)'ye nispet edilmiş b i r tarikattır.
Celvetiye: Safeviye'nin Türk kolu olup, Üsküdarlı Şeyh Aziz
Mahmud Hüdayi (ölm. 1 038= 1 628) tarafından kurulmuştur. Başlıca
kolu Haşimiye'dir.

485
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Cemaliye: Halvetiyenin bir kolu olup, Çelebi Halife diye tanınan


Cemaleddin Aksarayi (ölm. 899= 1 493/1 494) tarafından kurulmuş­
tur. Kolları : Sünbüliye, Şabaniye, Karabaşiye, Nasühiye, Çerkeşiye,
Haliliye, lbrahimiye, Bekriye, Kemaliye, Hafniye, Ticaniye , Summa­
niye, Feyziye, Derdiriye, Saviye, Assaliye, Bahşiye.
Cemaliye: Halvetiye'den Uşşakiye'nin bir kolu olup, Edirneli
Şeyh Cemaleddin Efendi(ölm. 1 1 64= 1 750/1 751 ) tarafından kurul­
muştur.
Cemriye: Hızıriyenin bir kolu olup, Ah med Yesevi (öl m.
562= 1 1 66) ye nispet edilmiştir.
Cerrahiye: Halvetiye'den Ramazaniyenin bir kolu olup, Kurucu­
su N ureddin Mehmed Cerrahi (ölm. 1 083= 1 672) dir.
Cihangiriye: Halvetiye'den Ramazaniyenin bir kolu olup, kurucu­
su Cihangirli Şeyh Hasan Burhaneddin Efendi (ölm . 1 074= 1 663) dir.
Cüneydiye: Cüneyd el- Bağdadi (ölm. 297=909) in fikirleri etra­
fında teşekkül eden Bağdad tasawuf mektebinin XI asırdan itibaren
bir tarikat olarak kabul edilmesinden ibaret olup, Hacegan, Kübre­
viye ve Kadiriye tarikatlarının vücut bulmasını sağlamıştır.
Cüzuliye: Şaziliye'den Bedeviye'nin bir kolu olup, Ebu Abdullah
Muhammed b. Süleyman el- Cazuli (ölm. 870= 1 465) tarafından ku­
rulmuştur.
Çerkeşiye: Halvetiye'den Nasuhiye'nin bir kolu olup, Çankırı'nın
Çerkeş kazasından Hacı Mustafa Efendi (ölm. 1 229= 1 8 1 3/1 8 1 4)
tarafından kurulmuştur.
Çiştiye: Hindistan'da Şeyh Muineddin Muhammed el- Acmiri
(ölm. 633=1 236) tarafından kurulmuştur.
Demirtaşiye: Halvetiye'den Ruşeniye'nin bir kolu olup, Mısır'da
Kütahyalı Mehmed Demirtaş (ölm .935= 1 529) tarafından kurulmuş­
tur.
Derdadiye: Hz. Peygamber'in Suffa ehlinden Ebu'I Derda Uvay­
mir b. Malik el- Hazraci (ölm. 32= 652/653) ye nispet olunmuştur.
Derdiriye: Halvetiye'den Hanifiye'nin bir kolu olup, Ebu'I Bereket

486
Ergün Poyraz

el- Şahabeddin Ahmed b. Ahmed el Derdiri el-Adavi(ölm. 1 20 1 =


1 786) tarafından kurulmuştur.
Derkave: Cüzüliye'nin Cezayir-Fas kolu olup, müessisi Ebü'I
Hasan Ali Şazili (ölm1 238= 1 823)dir.
Desukiye: Burhaniye de denir.
Dibiye: Ebü'I Hasan Ali b . H ızır el- Dibi el- Hazraci
(ölm.71 9= 1 3 1 9) ye nispet olunmuştur.
Ebu Talibiye: Meşhur Kutbü'I Kulüb müellifi Muhammed b. Ali b.
Atiyat el- Makki (ölm. 386=996) ye isnad olunmuştur.
Ebü'I -Vefaiye: Rıfaiye'den Sadiyenin bir kolu .
Ekberiye: Sonradan fikirlerini benimseyenler tarafından İ bn el­
Arabi (ölm.638=1 240) ye izafi olunan tarikat.
Eşrefıye: Kadiriye'nin bir kolu olup, kurucusu Kadiriyenin ikinci
Piri sayılan Eşrefzade veya Eşref-i Rumi diye anılan Şeyh Abdul­
lah-i Rumi (ölm. 874= 1 469)'dir.
Gazzaliye: Cüneydiye'nin bir kolu olup, Gazzali (ölm. 505= 1 1 1 1 )
nin düşüncelerini benimseyenler tarafından sonradan kendisine
izafe edilmiş olan bir tarikat.
Gülşeniye: Halvetiye'den Ruşeniye'nin bir kolu olup, büyük Türk
sufisi lbrahim Gülşeni (ölm.940= 1 533) tarafından kurulmuş, başta
Mısır olmak üzere Anadolu ve Rumeli'nin muhtelif yerlerine yayıl­
mıştı.
Halidiye: Nakşibendiye'nin bir şubesi olup, Ebü'I Baha Ziyaeddin
Halid b. Ahmed b. H ü seyin el-Osmani el- Şahrizuri
(ölm . 1 242= 1 826/1 827) tarafından kurulmuş bir tarikattır.
Hamzaviye: Bayramiye ve Melamiye'nin gelişmesinden meyda­
na gelmiştir.
Hayatiye: Halvetiye'den Ramazaniye'nin bir kolu. Kurucusu
Şeyh Mehmed Hayati Efendi dir.
İbrahimiye: Halvetiye'den Çerkeşiye'nin bir koludur; Kuşadalı İ b­
rahim Efendi (ölm. 1 264= 1 849) tatfından kurulmuştur.

487
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kadiriye: Cüneydiye'den doğmuş bir Bağdad tarikatı olup, Ab­


dülkadir el- Giylani (ölm.56 1 =1 1 66) tarafından kurulmuştur.
Karabaşiye: Halvetiye'den Şabaniye'nin bir kolu olup, müessisi
Şeyh Ali Alaeddin Karabaş Veli (ölm . 1 097= 1 686)dir. Kolları : Nasu­
hiye, Bekriye.
Kassariye: IX asırda Ebu Salih Hamdun b. Ahmed b. Amarat el­
Kassar müntesiplerine verilmiş ad olup, ilk Melamiye'den sayılırlar.
Melamiye: Vaktiyle Türkiye'deki Bayramiye'nin bir kolu olup, mü­
essisi Bostanlı Şeyh Hamza Bali (ölm. 969= 1 561/1 562)dir.
Mevleviye: Bir Anadolu tarikatı olup, Mevlana'nın ismine izafe­
ten sonradan oğlu Sultan Veled (ölm. 7 1 2= 1 3 1 2/1 31 3) tarafından
kurulmuştur. Önceleri (XV I . Asır)Şemsiye ve Velediye sonraları
Postnişniye ve lrşadiye kolları teşekkül etmiştir.
Muradiye: lstanbul'da bir Türk tarikatı.
Muslihiye: Halvetiye'den Sinaniye'nin bir kolu olup Musli (Mus­
lih) Efendi diye tanınan Tekirdağlı Muslihiddin M ustafa
(ölm . 1 099=1 688) ya nispet olunmuştur.
Nakşibendiye: Bir Türkistan tarikatı olup, Bahaeddin Nakşibend
(ölm. 79 1 =1 389)e nispet olunmuştur. Kolları : Ahrariye, Kasaniye,
Müceddiye, Mazhariye, Müceddidiye-i Dihleviye, Halidiye, Esediye,
Reşidiye, Taciye, Camiye.
Nasuhiye: Halvetiye'den Karabaşiye'nin bir kolu olup Ebu'I Ula
el- Şeyh Nasuhi Muhammed el- Halvati(ölm. 1 1 30= 1 7 1 8) ye nispet
olunur.
Niyaziye: Halvetiye'den Ahmediye'nin kolu olup, Niyazi-i Mısri
(ölm. 1 1 05= 1 694)'ye nispet edilmiştir.
Ramazaniye: Halvetiye'den Ahmediye'nin bir kolu olup, Karahi­
sarlı Şeyh Ahmed Ramazan (ölm.1 025= 1 6 1 6)'a nispet olunmuştur.
Rifaiye: Seyyid Ahmed al- Rıfai (ölm.578=1 1 83) ye nispet edil­
miştir. Merkezi olan Basra'dan Suriye ve İ stanbul'a kadar yayılmış­
tır. Kolları: Suriye'de Sadiye, Seyyadiye; Mısırda Baziye, Malikiye.
Ruşeniye: Halvetiye'nin bir kolu olup Dede Ömer Ruşeni (ölm.

488
Ergün Poyraz

892=1 497) ye nispet edilmiştir. Kolları: Demirtaşiye, Gülşeniye, Se­


zaiye, Haletiye.
Sadiye: Sadeddin el Cibavi (ölm. 736= 1 335)'ye nispet edilmiştir.
Kolları: Abdüsselamiye, Ebü'I Vefaiye.
Sadriye: Hatimiye'nin bir kolu olup, Sadreddin-i Konevi
(ölm.672= 1 263)'e nispet edilmiştir.
Safeviye: Sühreverdiye'nin Erdebil'deki kolu olup, Safevi Hane­
danının kurucusu Safiyyüddin-i Erdebili (ölm .735= 1 334)ye nispet
edilerı tarikattan Kızılbaşlık doğmuştur.
Selahiye: Halvetiye'den Ahmediye'nin bir kolu olup, kurucusu
Balıkesirli Şeyh Abdullah Selahaddin Efendidir.
Senusiye: Büyük Sahra'nın Şarkında Cagbub, sonra Kufra'da
Hadiriye'den neşet etmiş askeri bir tarikat.
Sezaiye: Halvetiye'den Gülşeniye'nin bir kolu olup, kurucusu
Hasan Sezai Efendi (ölm . 1 1 51 = 1 738) dir.
Sinaniye: Halvetiye'den Ahmediye'nin bir kolu olup, Şeyh ibra­
him Ümmi Sinan (ölm.976= 1 568) a nispet edilmiştir.
Sünbüliye: Halvetiye'den Cemaliye'nin kolu olup, kurucusu Şeyh
Zeyneddin Yusuf Sünbül Sinan Efendi (ölm . 936= 1 929/1 930) dir.
Ticaniye: Halvetiye'den Hanifeiye'nin Cezayir-Fas kolu olup,
Şeyh Şahabeddin Ahmed el- Ticani(ölm. 1 227= 1 8 1 2) tarafından ku­
rulmuştur.
Uşşakiye: Halvetiye'den Ahmediye'nin bir kolu olup, kurucusu
Şeyh Hasan Hüsameddin-i Uşşaki (ölm.1 001 = 1 592/1 593)dir.
Yeseviye: Türkistan da Hacegan'ın bir kolu olup, Ahmed Yesevi
(ölm.562= 1 1 66)'ye nispet edilmiştir.
Zühriye: Halvetiye'nin Sinaniye kolundan Muslihiye'nin bir kolu
olup, Kayserili Ahmed Zühri( ölm . 1 1 57= 1 744)ye nispet edilmiştir....
"

Zübük Ya da Bay Başkan


Zübüğü bilmeyeniniz yoktur. Aziz Nesin'in romanı beyazperde

489
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Kemal Sunal tarafından canlandırıldıktan sonra ülkemin en ücra kö­


şelerinde bile tanındı. Romanın girişi şöyleydi;
"Zübükzade İ braam Bey'in evi , Çifteverenoğlu Hamza Bey'in
evine
. bitişiktir. O zamanlar Hamza Bey Belediye Reisiydi. Zübükza-
.

de l braam Bey'le araları iyice açık. ikisi de bir partiden ama, ona ne
bakarsın sen, birbirleriyle can düşmanı olmuşlar. Zübükzade, Bele­
diye Reisi olmak ister. Hamza Bey de Belediye Reisliğini elinden
kaptırmak istemez. Birbirlerine düşmanlıkları işte burdan.
Bir sabah erkenden Hamza Bey'in oğlu bizim eve geldi:
- Fırla arkadaş, fırla!.. Seyir var, görmeler ister. . .
- Ulan n e seyiri, sabahın b u vakti seyir mi olurmuş?
- De ki sinema, de ki tiyatro. Gel de bir gör hele arkadaş ...
Ben hemen davrandım , pantolonu ayağıma çekip ardına düş­
tüm . . . Bunların evine gittik . Beni odunluğa soktu:
- Şu deliğe gözünü uydur da dikizle!
Bağdadiye tahtalarını söküp iki evin ara duvarına bir delik açmış.
Zübükzadelerin mutfağı tabak gibi görünüyor. İ braam Bey'in karısı ,
anası, kızkardeşleri, mutfakta harıl bir işler yapıyorlar.
- Beni bunun için mi çağırdın? Elin namahreminini gözetlemek
delikanlılığa yaraşır mı? Diye buna çıkıştım .
- Dur hele arkadaş . . . Bunda namahremlik yok. Gözünü ayırma,
seyir nerdeyse başlar. . .
Demeye kalmadı, Zübükzade'nin sesini duyduk. Yukarı kattan
bağırıyor:
- Kanı , karı . . Ulan karı! Şart olsun seni saçlarından asarım . Ulan,
ben sana bir haftadır hükümet gelecek demiyor muyum? Hükü met,
Zübüzade'nin misafiri . . N 'olacak şimdi? Kebaplar hani? Toklu çevir­
mesi nerde?
Zübükzade İ braam bağıra bağıra merdivenlerden ind i . Karısını
bırakıp kızkardeşine döndü: Kız şaşkın, ne dinelip duruyorsun? ..
Ayağını eteğine dolaştırıp ortada dolanma! Hükümet ağanın evinde

490
Ergün Poyraz

konaklayacak diyorum sana. Halıları , kilimleri sil süpür. Misafir oda­


sını derle topla. Yorganı döşeği hep elden geçir.
Cebinden yazılı bir kağıt çıkartıp kızkardeşine uzattı :
- Sen bunu gördün mü, sen bunu yavrum?
Kız;
- Gördüm, dedi.
Hamza Bey'in oğlu kulağımın dibine girmiş.
- Bir haftadır bu iş böyle işte. Her sabah kıza bu mektubun baş­
lığını okutur... Diye fısıldadı.
Zübükzade kardeşine bağırdı:
- Oku şunu!.. Yoksa biz seni ilk'in dördüne kadar boşuna mı
mektebe gönderttik? Oku da bak, Ağa'na mektup nereden geliyor­
muş . . .
Kız aldı eline mektubu, okumaya başlıyor ama b i türlü sökemi-
yor.
- Tıbımım . . . diye bir ses çıkardı.
Zübükzade lbraam çok kızdı:
- Doğru oku! . . Sana ben bunu ezberletmedim mi?
- Tıbımım mıydı, tebemim miydi, neydi?
- Elinin körüydü . Avanak! Ulan, burda gördüğün hükümetin baş-
harfleri . Söyle pekiy, nesi?
- Hükümetin baş harfleri. . .
- Bak iyi dinle. Yarın sabah gene soracağım. Bilmezsen gözünü
patlatırım. Bak buraya . . . "Te" demek Türkiye demek. "Be" demek,
Büyük demek ... "Me" demek, Millet demek . . . tekrar "M" demek,
Meclisi demek ... "Tebememe" demek, Türkiye'nin büyük Millet Mec-
lisi demek ... Yani, hükümet demek, devlet demek, vatan ve millet
ve her bi şey demek, hükümetin baş harfleri . . . Ben şunu sana her
sabah öğretmiyor muyum? Söyle şimdi. Ağana nereden mektup
geliyor?
- Hükümetten!

491
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

- Aferin. Hükümetin baş harfleri ne?


- Tebememe
- iyi . Ne demek, söyle bir bir. . .
- "Te" demek, Türkiye demek, "Be" demek, büyük demek, "Me"
demek, meme, meme . . . Millet memeleket demek . . .
Zübükzade lbraam kızdı, kendi kendine söylenmeye başladı:
- Hay Allahım, sen bilirsin . . . Ben bu akılsız karılarla n'ideceğim
yahu? istikbalimle oynuyor bunlar benim. Yarın milletvekili olduk, di­
yelim. Ankara'ya götürür de bu karıları kime gösteririm .
Bu sefer d e anasına döndü:
- Anne, anne sen hiç hükümet gördün mü?
- Görmedik, sayende göreceğiz onu da . . .
- Sen değil, b u kasaba bile görmedi hükümeti . Oğlunun sayesin-
de buranın fakir fukara milleti hükümet görecek.
Mektubu pijama ceketinin cebine koyup,
- Kahvemi getirin benim, diye bağırıp sokağa çıktı.
Hamza bey'in oğluna,
- Arkadaş herif pijama ile fırladı, nereye gider böyle? diye sor-
dum.
Hamza Bey'in oğlu,
- Asıl seyir bundan sonra . . . dedi.
Zübükzade bizi görmesin diye, Çifteverenoğullarının evinin arka
kapısından çıktık. Tüccardan Emin efendi'nin dükkanının köşesine
siper olup seyre başladık . . . Zübükzade kapının önüne iki sandalye
atmış. Birine oturmuş, birine ayağını dayamış. Ayağında rugan ter­
lik, sırtında pijama, omzunda ceket... Kahveyi içip fincanı iskemleye
koymuş. Bir elinde cigara bir elinde tespih . . . Zübükzade lbraam
Bey'in tespihinin şakırtısı, kasabanın öte başından duyulur.
- Bu deliyi mi seyredeceğiz? . . Bırak şunu , kahveye gidelim, de­
dim.
- Dur arkadaş bekle ... esas seyir, bundan sonra başlayacak.

492
Ergün Poyraz

Sen burdan kıpırdama . . . Ben bi koşu gidip kahvedeki arkadaşları


çagırayım . . .
Seğirtti gitti. Çok geçmedi, beş o n delikanlı toplanmışlar, soluya
soluya koşarak geldiler. Duvarın köşesine hep siper olduk. Zübük­
zade'nin sırtı bize dönük olduğundan siperimiz gayet iyi. . .
- N'olacak? Diye Reis'in oğluna soruyoruz.
- Durun, durun, bekleyin az, şimdik görürsünüz . . . diyor.
Derken, Zübükzade İbraam Bey yerinden doğrulup, sağ eliyle
de yerden bir temenna çakarak,
- Ve aleykümselaam Hakim bey. . . diye var sesiyle bağırmaz mı?
Aman bu ne iş? .. Karşısında kimse yok, herif havaya selam ve­
riyor. Zübükzade'nin evini bilirsiniz. Karşı sırasında ev mev yok . . .
Yolun karşı yanı, kamışlık çayına inen yamaç . . .
- Kime selam verir b u herif? Dedikse de o , elini dudağına götü­
rüp,
-Susun arkadaşlar, bizi duymasın ... seyir başladı arkasını gö-
rün . . . dedi .
Derken Zübükzade bir kez daha yekinip,
- Ve aleykümmesselaam Reis Bey.. diye feryadı bastı.
- Kimi selamlıyor yahu* diye sorduk.
Hamza Bey'in oğlu,
- Belediye Reisi'ni selamlıyor... dedi, babama selam verdi, duy­
dunuz ya . . . babam yataktan çıkmadı, arkadaş. Bu Zübükzade evli­
ya olmuş, gözleri duvar ötesindekileri, yorgan altındakileri görür. . .
Zübükzade, durup durup selamı basıyor:
- Merhaba Başkatip Bey. . . merhaba ... Olur Başkatip Bey... Bir
boş vaktim olursa rahatsız ederim. Güle güle . . .
Bizi bir gülmedir aldı. Herif, göz göre göre havayı selamlıyor.
- Vay Müdür Bey, sabah şerifin hayırlı olsun . . . iyilik sağlık, seni
sormalı. Olur olur, hiç merak etme, senin o işini halledeceğiz . . .
Reis'in oğlu,

493
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

- Ortaokulun müdürünü selamladı, dedi.


- Nereden bildin?
- Ben artık alıştım oğlum, selamını dinleye dinleye bende, Zübük-
zade gibi hayallerini görmeye başladım.
Zübükzade, yerden bir temenna daha çakıp havayı bir daha se­
lamladı:
Merhaba Kaymakam Bey, merhaba . . . Ne var ne yok . . . Biz de iyi­
lik sağlık . . . Olur olur. . . Sen hiç merak etme o işi. .. Ankara'ya yaz­
dım, cevabını bekliyorum.
Zübükzade lbraam Bey, kasabada adı geçen adam bırakmadı ,
hepsinin selamını aldı, kabul etti . Demek bizim kasabanın ileri ge­
lenleri, her zaman bu Zübükzade'nin kapısı önünden asker bölüğü
gibi geçer, tekmil verip selam durur.
Neden mi havayı selamlar Allah Allah , besbelli canım . . .
Zübükzade'nin itibarı yüksek denecek . Baksana Bey, kasaba­
nın memuru amiri , ağası eşrafı sabah sabah kapısının önünden ge­
çiyor. Hepsi de Zübükzade'yi sayıp ona selam veriyor. İşte Sağlık
Merkezi'nin doktoru geçti . Posta Müdürü geçti. Maarif Memuru
geçti . . . Selam vermeyen mi kaldı? "Ve aleyküm selaaam . . . " diye
karga gibi bağırıyor ki, içerde, karısı, anası, kızkardeşi duysun.
Evin sokağa bakan pencerelerinin perdelerini sıkı sıkı kapattırmış.
Karıları, sokak üstündeki odalara sokmaz ki, biri de pencereden
bakıp, Zübükzade'nin havayı selamladığını görsün... Zübükza­
de'nin selam verirken sesini, arka sokağın evlerinde oturanlar bile
duyarlar.
Bey, bu bizim Zübükzademiz, böyle bir Zübükzade Ankara'ya gi­
dip ded bilmediği bir otelde kalsa, sabah sabah başını pencereden
sarkıtır, "Ve aleyküm selaaam, Başvekil Bey" diye bağırır da, otelci­
yi de, oradakileri de başvekilin arkadaşı olduğuna inandırır.
Bu Zübükzade, memleketimizin bir yüzkarası ama, neylersin
bey, bikez mevcut bulunmuş; atasan atılmaz, satsan satılmaz. İster
istemez çekeceğiz bu namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok . . . .

494
Ergün Poyraz

Duble içen, Duble Götüren Zübük


Memleketimizde zübükzadeler bir değil binlerce . . . Sade bizim
memleketimizde mi tabi ki hayır, her dönem ve her yerde, bir "Zü­
bük" var olmakta, faaliyette bulunmakta , tabiri caiz ise icra-i sanat
eylemekte . . . Vatanlardan bir vatanda, Yurtlardan bir yurtta, Ülkeler­
den bir ülkede, kıtalardan bir kıtada, asla ve kata bizim memlekette
değil, böyle bir Zübük yaşarmış . . .
Zübük ya da namı diğer bay başkan duble içmesini yanında dub­
le götün;nesiyle ünleniyordu. Duble götürmesinin yanında cimriliğiy­
le de nam salıyordu. Nerdeyse kan tahlili yaptırdıktan sonra kanını
geri isteyecekti. Birisine bir şey verdiği görülmemişti, yine de bir şey
verdiğinde mutlu olduğu görülünce vermesi gerektiğinin en azını
verdiği ortaya çıkıyordu. Yemeklerde en çok onun sesi duyulurdu.
Şen şakrak sesi hesap gelince kesilir, çıtı çıkmazdı. Bu özelliği elbi­
selerinin ceplerine vurmuştu. Elbiselerinin en sağlam kısımlan cep­
leriydi...
Beleş nasır ilacı bulsa, bir numara küçük ayakkabı giymeye baş­
lıyordu. Balayını, karısını yanında götürmeyerek ucuza getiriyordu.
Zübükzade Aksak Bey olarak tanınan bu şahıs memleketinde
vefasızlığı, menfaatçiliği, çok konuşması ve dansözlere taş çıkaran
kişiliği ile biliniyordu . . . Düşüncelerini açıkça söyleyen insanları sev­
diğini söylerdi, tabi kendisiyle aynı fikirdelerse! . . yapılan bir iyiliği ise
asla unutmazdı, ancak iyiliği kendi yaptıysa. Gerçi kimseye iyilik
yaptığı görülmezdi. Kendinden bir şey isteyenlerin isteklerinin yeri­
ne getirilmesi için kılını kıpırdatmaz ama şöyle derdi, "isteği gerçek­
leşirse sevincine, gerçekleşmezse üzüntüsüne ortak ol" . . .
O kadar geçimsizdi ki gölgesi bile kendini beş on adım arkadan
izliyordu. Başkan'a hizmet etmekten zevk duyacak bir tek insan
vardı, o da; mezarcı!.. Fakat yine de hakkını yemeyelim son derece
gelişmiş bir kardeşlik duygusu vardı. Sopa yiyen bir eşek gördü mü
hemen yardımına koşardı.
Sırt sıvazlıyorsa dikkatli olunması gerekir, çünkü bıçağı saplaya-

495
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

cağı yeri bulmaya çalışıyordur. Sırtınıza bıçağı saplamakla da kal­


maz gider birde "bıçak taşıyor" diye sizi polise ihbar ederdi! Zira en
büyük özelliklerinden biri; Tavuk kümesindeki Tilki kadar vicdan sa­
hibi olmasıydı.
Kendisini on yıla yakın bir süre maddi olarak destekleyen, spon­
sorluk yapan hemşehrisine bu Zübük'le ilişki kurmanın doğru olma­
dığı ve dikkatli olması gerektiği defalarca ikaz edilir. . . Bu arada Zü­
bük, uyuşmazlıkla ilgili zabıtanın Başkanı olur...
Bir anda basireti bağlanan adam Zübüğe iki trilyona yakın para
kaptırdıktan sonra bunun gerçek çehresini görür ve hemen yanın­
dan uzaklaşır. Nasıl uzaklaşmasın , Zübüğün kızına başkentin en
lüks semtinde bir daire almış ki, hem de ne daire!.. Siz deyin bugü­
nün parası ile 300 bin dolar, biz diyelim 350 bin dolar. . .
E v deyip geçmeyin , sade ev değil evin içinde iğneden ipliğe her
bi şeyiyle eksiksiz olarak, verilir. Perdeler takılmış, halılar serilmiş,
mutfak da buzdolabından, banyoda çamaşır makinesine kadar tüm
ihtiyaçlar karşılanmıştır.
Zübük Başkan'ın bir de oğlu vardır. . . Tabi ki o da "Dünyanın en
vefakar, en fedakar, kendi için hiçbir şey, başkaları için her şey is­
teyen tek varlığı" olarak nitelediği yakını tarafından düşünülür ona
son model lüks bir araba alınır.
Zübük, Başkan olunca önde eskort arkada başkanlık yaptığı ku­
rumun arabası ile seyahat etmektedir. Tabi ki bir yığın da koruması
vardır. Bu arada ülkede parazitlik yapan bir kadayıfçı belirmiş ve o
kadayıfçı dükkanının faaliyetlerinden asker sivil , köylü şehirli, tüm­
den rahatsız olmuştu. Bu tehlikeli insanlardan yurdu kurtaracak na­
dide kişilerden biri olarak bay Zübük kendini lanse ettirmişti . Bu ko­
nuda gazetelere demeç üzerine demeçler veriyor, TV'lerde boy
üzerine boy gösteriyordu.
Bu etkinliklerin ardından insanlar kendisini arayıp tebrik ediyor­
lardı. O da bu durum karşısında kasım kasım kasılıyordu. Ne zaman
aynada kendisini görse saygıyla selam veriyordu. kendisine hayran

496
Ergün Poyraz

olmamanın imkansız olduğunu söylüyor, aksi düşünenlere elinden


gelen her türlü kötülüğü yapıyordu . Beslenmeden büyüyen tek şey
onun megalomanisiydi. Zübük kendini arayanlardan zengin ve var­
lıklı olanları not ediyor ilk fırsatta ziyaretlerine gidiyordu. Neden mi?
işte cevaplarından biri . . .
Ülkenin en büyük şehrinde trafiğin en sıkışık ve durağan olduğu
bir anda Zübük Başkan burada ki antikacı bana mektup yazmıştı di­
yerek en sağ şeritten en sol şeride geçerek bu antikacıyı ziyaret et­
mek \ster. Korumalar yolları keser, trafik polisleri yardım eder. Anti­
kacıya varılır. . .
Antikacı onları bekledikleri ilgiyle karşılamaz. Ama Zübük sana­
tını konuşturacaktır. Bir heykelin karşısına geçer, "Bu ne güzel hey­
kel, bu ne harika bir parça" diyerek antika heykeli övmeye başlar. . .
Başlar k i , antikacı "beğendinizse sizin olsun" desin . . . ama antikacı­
da heykeli bedava kaptıracak göz yoktur. Ne içeceklerini bile sor­
madan çay getirtir. Zübüğün yoldaşı kalkalım anlamında elini ayağı­
nın üzerinden havaya kaldırır, Zübük'te tam tersi işaretle tek eliyle
otur oturduğun yerde der. Antikacı el işaretini görünce bu seferde
hafifçe ıslık çalarak her iki eliyle dizlerine vurmak suretiyle tempo
tutmaya başlar.
Dükkandan ayrılırken antikacı, Başkan'a bir paket çikolata verir.
Çikolatayı alan başkan adeta çikolata fabrikasının tapusunu almış
gibi sevinir, neşelenir, mutlu olur.
Bir süre sonra yine aynı şehre geldiklerinde yolları yine antikacı­
nın olduğu caddeye düşer. Yine en sağ şerittelerdir. Başkan birden
ok gibi oturduğu yerden fırlar, "Yahu bu bizim antikacının yeri değil
mi", "evet" cevabını alınca "Bir uğrayalım" der...
Arkadaşı; "niye uğrayacağız, bu adama? Daha önce bizi adam
yerine koymadı" der. Başkanın cevabı kendincedir:
"Uğrayalım, belki çikolata falan verir. . . "
Arkadaşı şaşırıp, donakalır. Bunun üzerine Başkan "Peki uğra­
mayalım. Senin dediğin olsun" der ve yollarına devam ederler.

497
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Başkan'ın Eskimeyen Cepleri


Bay başkanı tanımlamak öylesine kolaydı ki, şu tanımlamalar
onun kişiliğinin aynasıydı . Elbisesinin eskimeyen tek kısmı ceple­
ri olan bay başkan , şemsiyesini ancak g üneşli bir günde ödünç
verebilecek kadar cimriydi. Karısına gül almak zorunda kalsa bu­
nu reçel halinde alırdı. Yavaş çekim tekniğini bulan kişinin, onun
cüzdanına davranmasından etkilendiği söylenir. . .
Yine Antikacının bulunduğu şehre geldiklerinde, başkan cebin­
den bir kağıt çıkarır ve "şurada bir derimontçu varmış, bana mek­
tup yazmıştı ona uğrayalım" der. Önde kendi, yanında arkadaşı ve
ardında koruma ordusu ile dükkana girerler. Başkan hemen ceket­
lere methiye düzmeye başlar, sözde ltalya ve Fransa'yı da gör­
müş ama böylesine mükemmel ve kaliteli ceketlere rastlamamış­
tı . Bu methiyeler karşısında mahcup olan deri mont ve deri ceket
satan dükkan sahibi "Başkanım şu lacivert olanlar size yakışır.
Bunla rdan bir tane size verelim" der. . . Ha demez olaydı. Başkan,
lacivert ile birlikte bir de turuncu cekete göz dikmişti. Lacivert ve
turuncu ceketler arasında gider gelir, saniyeler dakikaları, dakika­
lar saatleri kovalar ama karar veremez ya da karar veremez gibi
davranır ... Ceketlerin ikisi alacak ya, dükkan sahibi de iki ceketi
birden verse hepten zarar edecek o nedenle oralı olmaz. Çaresiz
kalan Başkan, lacivert cekette karar kılar ve ceketi paketlerler. . .
Başkent'e dönüldüğünde başkanın aklı hala Turuncu cekette­
dir. Ve o cekete de sahip olmanın yolunu bulmuştur. Lacivert ce­
keti bir iki gün giyer ve terletir. Cekete ter kokusu siner. İ şi sağla­
ma almak için ceketi buruşturmayı da ihmal etmez. Dericiye bir
mektup yazarak turuncu ceketi, ister laciverti geri göndereceğini
belirtir. Ter kokulu ve buruşuk ceketi gören dükkan sahibi Turun­
cu ceket ile m üşteriye veremeyeceği ter kokulu ve buruşuk laci­
vert ceketi tekrar Başkan'a geri yollar, "Bu da bizden olsun" diye­
rek.

498
Ergün Poyraz

Kansına Hizmetçi, Sekreterine Kansı Gibi Davranıyor


Bay Başkan'ın kendi gibi ünlü bir de sekreteri vardı. Bay başkan
karısına hizmetçisi gibi davranırken, sekreterine ise karısı gibi dav­
ranıyordu. Sekreterini masanın etrafında kovalıyordu, gerçi son za­
manlarda yine kovalıyordu ama koşarak değil, hatta tesadüfen ya­
kaladığında niçin kovaladığını u nutuyordu. Bir restoran peçetesin­
den daha fazla erkek gören sekreterde hüner boldu ... Başkanın
banka hesaplarının koordinatörlüğünü yapmasından kaptığı tecrü­
bede.n olacak, sekreter maaşı ile dört beş tane daireye ve yüklü
banka hesaplarına sahip oluyordu. Başkanın "Şirine al kızım dakti­
loyu yazıya evde devam edelim" sözlerine muhatap olması ve bu
sözlerin hakkını bir tamam vermesinin yanında Başkanın koruması­
nı da idare ediyordu. Gerçi oda haklıydı bir yanda beli tutmayan
başkan, diğer yanda gürbüz bir koruma ...
Zübüğün kurumunun yıllık gezilerinin birinde sekreteri topluca
kalınan sosyal tesisleri beğenmiyor "Ben otele gidiyorum. Burada
kalamam" diyerek tepki koyuyordu. Hiçbir devlet kurumunda yaşan­
mayan bu ilginç durum kafilede bulunanlann dikkatinden kaçmıyor­
du.
Günler böyle neşe içinde geçerken kader ağlarını örüyor, baş­
kan emekliye ayrılınca Zübük'ten sonra gelen başkan ise sekreteri
bulaşık haneye verdiriyordu . Başkan, pardon daktilo mıncıklayan el­
ler artık bulaşıkhane hizmetine giriyordu.
Neyse bunları bir yana bırakalım ve Sekreterin görevdeki başa­
rılarına bir göz atalım. Zübük Başkan'ın sekreteri her gün gazetele­
ri tarıyor, nerede antika, sanat galeri ve benzeri açılışlar, kokteyller
varsa oralara telefon ediyordu.
Bu açılışların sorumlularına ulaşıyor, "Kutlama ve tebrik etme
faslından sonra, ben falancayım. Bizim Başkan sanatçıya ve sana­
ta aşıktır. Adeta onlara tapar. Keşke müsait olsa da açılışı Başkan
yapsa, ama o kadar yoğun ki!.."
Telefondaki muhatap adeta kendinden geçiyor ve mest oluyor.

499
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Durumu fark eden sekreter, "siz yine de benle irtibatı kaybetmeyin"


diyor.
Adamcağız heyecanla birkaç defa arıyor, açılışa çok az bir za­
man kala sekreter; "Tamam. Zor oldu ama Başkanı razı ettim" diye­
rek müjdeyi (!) veriyor.
Bay Başkan namı diğer Zübük belirlenen günde açılışı yapıyor.
Galeriyi gezerken bir tabloyu gözüne kestiriyor, tablonun yanında
duran ressamına "Siz eli değil ayağı öpülecek insansınız. Bu resim
değil, bir şiir diyor. Adam bu iltifatlar karşısında kendinden geçip co­
şarak resmi Başkan'a hediye etmek istiyor. . .
Başkan yine Zübüklüğünü konuşturuyor ve ş u cevabı veriyor,
"Ben bedelini ödeyemeyeceğim , altında kalacağım hediyeyi kabul
edemem. Çünkü bunun karşılığını size yapamam. Ben memur ada­
mım ... " Adam bu sözler karşısında iyice ısrarcı oluyor...
Ve başkan elini cebine atıyor, "Çok veren maldan, az veren can­
dan" şeklindeki sözleriyle 1 O milyon çıkartıp resmin sahibine veri­
yor, böylece milyarlık tabloya sahip oluyor. . .
Fırça imalatçısı fabrikatörün işyerinde gördüğü yaklaşık dört
metrekarelik tabloyu met etme yöntemi ve ısrarlı talepleriyle baş­
kanlığını yaptığı derneğin adına alır. Tabloyu bir süre dernekte asar,
daha sonra aynı tabloyu 1 2 milyara satar. Dernek adına diyerek ...
Güvenilir kaynaklardan öğrenildiğine göre Başkan'ın evindeki
tabloların değeri 7 trilyonu geçmekteymiş ...
Yine günlerden birgün bir halı fabrikasını ziyaret ettiklerinde he­
men fabrika sahibi ile samimiyet kuruyordu. Halı sergisini gezerken
başlıyor halılara methiye düzmeye!.. Ancak kimse oralı olmuyor.
Emekli olunca fabrikanın sahibine telefon ediliyor, "toptan fiyatına
mutfak halısı alabilir miyiz" şeklindeki adeta yalvarmayı andıran bir
ses tonuyla konuşulur. Mutfak halısı yani topu topu 2 metrekare,
Zübüğün yalvanşı andıran konuşmasının ardından fabrika sahibi
küçük bir mutfak halısını hediye eder. Ve Zübük mutlu günlerinden
birini daha yaşar...

500
Ergün Poyraz

Hiç Karşılıksız Aşk Yaşamadı


Bay başkan, kendini bildi bileli sadece kendine aşıktı. Bu neden­
le hiç karşılıksız aşk yaşamamıştı . Göz kamaştırıcı olduğuna inandı­
ğından olacak herkesin güneş gözlüğü takmasını isterdi.
Zübükzade lbraam kendi kendine mektup yazar, tebememe'den
geldi diye köylülerini kandırıp ikbal kapılarını ardına kadar açar da
Zübük Başkan ondan aşağıya kalır mı? Bay Başkan'ın evinde üç
adet daktilo bulunmakta. Bunlarla yurdun değişik yerlerinden ken­
dini öven mektupları başkanı olduğu kurumdaki arkadaşlarına gön­
deriyor. Başkan gönderdiği mektupların damgalarının net çıkmasına
özen gösteriyor. . .
Misal N iğde'ye gittiğinde evde yazdığı mektubu buradan daha
önce burada görev yapan arkadaşına gönderiyor. Zarfın üzerine
gönderen emekli Yargıç bilmem kim diye belirtiyor. Başkan olduğu
için diğer arkadaşlarının biyografileri ve tüm bilgileri de elinde. Mek­
tup şöyle başlıyor;
Sayın ( . . . )
Biz sizinle 1 971 senesinde diye başlayarak şurada şurada görev
yapmıştık . . . Mektubu alan şaşırıyor, "vay be herşeyi biliyor" diye,
ancak göndereni çıkaramıyor. Neyse mektup şöyle devam ediyor.
"Başkanınız buraya konferansa geldi. Onun gibisi yok. Bir daha
böyle vatansever biri ülkeye gelmez. Çok g üzel konuştu. Ülkemizin
geleceği bunda. Bizi ancak bu adam kurtarır. Geleceğin Cumhur­
başkanı. Bir de Cumhurbaşkan ı olursa ülkemizin sırtını kimse yere
getiremez . . . Ona iyi bakın."
Başkan kendi daktilosunda başka isimlerle mesai arkadaşlarına
gönderdiği mektuplardan birinde de şöyle diyordu:
"Sizin başkan yeryüzünün en kaliteli insanı. Adeta bir peygam­
ber. . .
"

Başkanın kurum arkadaşları ilk zamanlar mektup gönderenin


kendileri ile bilgileri yazmasından tanıdık biri olduğunu daha önce
görev yaptıkları meslektaşları olduğunu düşünürler, ancak mektup­
lar sıklaşıp üslup da hep aynı olunca olayı çözerler.

501
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Vali kökenli üyelerden biri "Peygamberli" mektubu okurken Baş­


kan neşeli bir şekilde içeri girer. Mektuptan haberi yokmuş gibi dav­
ranarak, üye arkadaşına şöyle der:
"Hayrola vali bey sevgilinden mektup mu geldi. .. "
O da; "Yok sayın başkan . Bir emekli yargıç var. Herkese mektup
yazıyor. Biz o emekli yargıcı çözdük ...
"

Bu sözler üzerine Zübük Başkan'ın tüm neşesi kaçıyor, suratı


asılıyordu. Ve o gün tüm huysuzluğunu takınıyor, akşama kadar hır­
çınlığı geçmiyordu.
Bay Başkan'ın en önemli hastalıklarından biri de kendi kendine
mektup yazarak, yine kendi kendini övmesi ve bu mektupları gurur­
la çevresine göstermesiydi.

Zübük 3 numara
Ayna karşısında kendini gördüğünde yerlere kadar temenna et­
meye alışan, Zübük tüm konuşma ve konferanslarında 3 numara ol­
duğunu söylüyor bununla böbürleniyordu.
Günlerden bir gün konferans için gittiği Pamukkale'de, bol yıldız­
lı bir otelde kalmışlardı. Otelin yarım metrelik jakuzisi vardı. Koru­
malar yaptıkları iş gereği olacak başka bir tarafta havuza girmiş eğ­
lenirlerken, yakınları Zübük Başkan'ın ortada olmadığını görürler.
Ani olarak çevreye göz attıklarında jakuzinin içinde topaç gibi yüzü­
koyun döndüğünü görürler. Arabasını kullanan ve her işine koşan
yakını hemen jakuziden ensesinden tuttuğu gibi, çıkartır. Suni tenef­
füsle hayata geri döndürür. Zübük; "Hayatımı kurtardın senin sırtını
keseleyeceğim" der. Ancak yakını "Ben devletin üç numarasına sır­
tımı keseletmem" cevabını verir.
Bu arada bay Zübüğün korumaları girdikleri havuzda hiçbir şey­
den habersiz neşe içinde koruma ve kollama görevlerine (!?) de­
vam ediyorlardı.
En büyük şehrimizde bulunan ünlü bir avukatlık bürosunun sahi­
bi olan ve aynı zamanda bir ilimizin eski belediye başkanının kızı ,

502
Ergün Poyraz

Zübüğe çağ atlatır. Zübüğe bir bilgisayar hediye ederek onu eski
daktilosuna bağımlı olmaktan kurtarır. Artık yazılarını ve mektupları­
nı bilgisayar da yazacaktır.
Kendisinin peygamber soyundan geldiğini iddia ederek, bir de
bu iddiasını kanıtlamak için uyduruk olduğu dört bir yanından fışkı­
ran soy ağacını gösteren CD'ler dağıtan Süryani kökenli bir işada­
mı Zübüğe bir cep telefonu bağışlar. Tabi sekreterine de . . . Sekrete­
rinin telefonu iki model düşüktür. . . yaklaşık iki sene sonra Zübük te­
�efoncu Süryaniyi arar, "ben bu telefonu değiştirmek istiyorum" der.
lşadamı ücretsiz olarak telefonunu yeniler. . .
Ünlü bir parfümeri imalatçısı kolilerle parfüm veriyor, ancak Zü­
bük Başkan hasisliğinden kimseye vermiyor, parfümlerden çoğu­
nun havası kaçıyordu. Parfüm imalatçısı Zübüğün birçok konuda fi­
nansörlüğünü de yapıyor, harçlığını veriyordu .
Zübük, Başkan olduğu dönemlerde bile bir fırça fabrikatöründen
aylığını dolar üzerinden alıyordu.
Zübük, başkalan tarafından yaptınlan ve kendisine insanlara da­
ğıtması için verilen rozetleri Cumhuriyet altını verir gibi ballandıra
ballandıra övüyor ve elleri titreyerek veriyordu.
Oysa bunda şaşılacak bir şey yoktu. Öylesine cimriydi ki, toka­
laşırken nerdeyse tek parmağını uzatacaktı.

Hayali; Amerikan Hastanesinde Ölmek


Günlerden bir gün Boğazda bulunan lüks bir balık lokantasında
Zübük Başkan şehrin büyük ve kaliteli bir inşaat firmasının sahibi ile
buluşur. Bu firma devletle iş yapmamasıyla tanınıyor, ülkenin içinde
bulunduğu durumdan kurtulması için çareler arıyordu. Bu buluşma
da bay Zübük'e 30 bin dolarlık el yapımı bir saat hediye eder.
2000-2001 yılında gerçekleşen yemekte inşaat firması sahibi ,
"Ülkenin durumunun kötüye gittiğini, bir lidere ihtiyacı olduğunu"
söylüyor, Zübük Başkan'a hitaben "Siz başa geçin, size büyük bir
miktar, 1 O trilyon maddi destek sağlayalım" diyordu. Parayı bir ay
içinde vermeyi taahhüt ediyordu.

503
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Zübük masada kendisini on yılı aşkın bir süre hiçbir karşılık bek­
lemeksizin her türlü giderlerini, harcamalarını karşılayıp, kızına ev,
oğluna araba alan yakınını inşaat firması sahibine şöyle tanıtıyordu:
"Dünyanın en vefakar, en fedakar, kendi için hiçbir şey, başkala­
rı için her şey isteyen bir varlıktır" diye methiyeler düzüyordu.
Ancak çok geçmeden bay başkan bu sefer de inşaat firması sa­
hibine gönderdiği kartta "Bu yakını ile ilişkilerini kestiğini" belirterek
onu kötülüyordu. Zübüğün bu çelişkileri üzerine firma sahibi "Bu
adama güvenilmez" diyerek, on trilyonu vermekten vazgeçiyordu.
Dükkan için beklenen paralar gelmeyince Zübük defalarca telefon
ediyor, önce paranın taksitle ödenmesini isteniyor, ardından çek ve
senede razı olunuyor, ancak sadece nasihat alınıyordu.
Zübük dükkan patronluğunu bırakma gerekçesini şöyle izah edi­
yordu: "Bu cahil halkla yola gidilmez."
Zübük'ün dükkan patronluğunun fiyaskoyla sonuçlanması, ülke­
ye çok şey kazandırmıştı. Tacirliğini ve yetkilerini ülke insanlarının
refahı için değil kendini finanse eden sermaye guruplarının çıkan
için kullanacağını birçok davranışı ile kanıtlamıştı. Gayn resmi da­
nışmanlığını yaptığı bir firmanın ürettiği malların kullanımı zamanın
içişleri Bakanı tarafından haklı gerekçelerle kaldırılmıştı.
örneğin yaşlı araçlarda hız gösteren cihazın kullanımının kaldırıl­
ması bunlardan biriydi. Ancak firma bundan fahiş kar amaçlıyordu.
Hemen Danıştay'a başvurdu. Danıştay ilk etapta bu başvuruyu tica­
ri kaygılar taşıdığı için gereksiz ve kabul edilemez buldu. Ancak, ka­
rar aşamasında Zübüğün devreye girmesiyle ilgili daire kararını de­
ğiştirdi ve hız ölçerci firma kazandı.
Zübük ilgili dairenin elemanları ile Orman çiftliğinde yemeğe çı­
kıyor ve yemek sonunda işi kotarıyordu. Firma trilyonlarına trilyon
katarken fakir esnafın cebindeki son kuruşlarına da el koyuluyordu.
Zübük başkan seçilmeden önce yaptığı vaatleri asla unutmuyor,
bir sonraki seçim öncesinde yine aynı vaatlerde bulunuyordu. "Dü­
rüst tacire oy verin, bana oy verin" diyordu. Zübük bir diğer konuş-

504
Ergün Poyraz

masında "Fırıldakların değil, ışıldakların peşinden gidin" diyerek


adeta yanar dönerliğini bilinç altından sergiliyordu. Oysa insanların
bir oyu vardı. Zübük kendi deyişiyle vatan için ölmeye hazırdı. Yal­
nız eceli geldiğinde ve bir Amerikan hastanesinde . . . .

Kürklü Kadınlar
Zübük Başkanlıktan ayrıldıktan sonra, başkanlık duygularını tat­
min için yine bir başka başkanlığa soyunuyordu. Bu başkanlığı sıra­
sında pn kişilik kürkler içinde gezen kadın gurubuyla anıtkabre gidi­
yor, çelenk koyma işi bitince zamanın Anıtkabir Başkanı bunları is­
tirahata davet ediyor. Zübük ve kürklü kadınların muratları da buy­
du. Çay içerlerken dileklerini başkana bildiriyorlardı. Bu kadınlardan
biri kitap yazmıştı. Başkandan bu kitaplardan çok miktarlarda alma­
larını istiyorlardı. Ancak Anıtkabir başkanı onların bu isteğini nazik­
çe geri çeviriyordu.
Zübüğün Demek Başkanlığı döneminde İ stanbul'da ikamet eden
yardımsever bir hanımefendi, derneğe kısa aralıklarla yüklü bağış­
lar yapıyordu. Zübük emekli olunca alay edip, saatlerce kapısında
beklettiğini iddia ettiği kişi yeni başkan seçilince Zübüğün arabası­
nı altından alıyordu. Zübük arabasız kalınca araya aracılar sokarak
yardımsever hanımefendiden zırhlı bir araba talep ediyordu. Yar­
dımsever hanım "Demek için feda olsun" diyor, ama Zübük aracın
ruhsatını kendi adına isteyince, bu talep şaşkınlık ve garipsenerek
karşılanıyor, "ben derneğe yardım yaparım, şahıslara değil" sözleri
ile araba işi yatıyordu.

Hapşırınca Çevresindekiler Tedavi Oluyor


Zübük o kadar çok ilaç alıyordu ki, hapşırdığı zaman çevresinde­
kiler tedavi oluyordu. Vasiyeti; öldüğünde bir doktorun yanına gö­
mülmekti. Eğer gripseniz sizinle telefonda bile konuşmazdı. Check­
up'tan sapasağlam çıkınca dünyası kararıyor, hiçbir belirtisi olma­
yan bir hastalığa yakalandığını düşünüyordu . Doktoru ona şu tavsi-

505
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

yede bulunmuştu: "Arada bir amuda kalksana. Beynine kan dolar,


boş bir beyin taşımaktan kurtulursun."
Yakın çevresinde doktor kaynarken, ülkede adı yolsuzluklarla
anılan ve kaçak duruma düşen işadamlarından bedava ilaç istiyor­
du. Hakkını yemeyelim Zübük Başkan son derece de kibardı. ilaç­
ları teslim alır almaz bu işadamlarına teşekkür mektupları yazmayı
ihmal etmiyordu.
Ülkede muzır faaliyetleri tehlike boyutlarına varan kadayıfçının
dükkanı kapatılma aşamasına gelmiştir. Ancak karar verecek zabı­
tanın başında bulunan bay Başkan sürekli yan çizmeye başlamıştır.
Bu d ükkanın radikal çalışanlarına telefon ederek, kuru fasulye, pilav
yiyip rakı içtiğini anlatarak ne sağlam bir Atatürkçü olduğunu kanıt­
lamaya çalışıyordu. Yine bu dükkanın ileri gelenleriyle gizli toplantı­
lar yapıyor, süreci sürekli uzatıyordu. Muzır dükkanın kapatılma ka­
rarına yakın bir ilginçlik daha yaparak hastaneye yatıyordu.
Hastanede sivil giyimli olarak dolaşan bir üst subay bunu görür
ve yanına yanaşır, "Geçmiş olsun Sayın Başkan rahatsızlığınız ne­
dir?" Başkan'ın böbrek taşları nedeniyle yatacağını söylemesi üze­
rine subay kendisine yalvarır:
"Ne olur yatmayın 2-3 gün sonra kadayıf davası var. Önce cena­
zeyi kaldırın" deyince Başkan ; "Ağrılarıma dayanamıyorum" cevabı­
nı veriyordu .
Üst subay b u yanıttan tatmin olmuyor. Şüpheye kapılıyor. İlgili
hekime ulaşarak;
"Ben başkanı çok seviyorum . Yatacağını duydum. Çok üzüldüm.
Önemli bir şeyi var mı? .. Benden saklamayın."
Subayın bu sözleri karşısında Doktor gerçeği açıklıyordu:
"Valla siz sordunuz. Kronik ve rutin bir ağrı . Bir iğne ve sıcak su
ile iki saatte düzelir. Ama yatmakta aşırı ısrarcı olduğu için biz de
yatışını vermek zorunda kaldık . . . "
Üst subay bu durumu komutanlarına intikal ettiriyor ve Zübüğün
bir foyası da böylece ortaya çıkıyor.

506
Ergün Poyraz

Zübük, kadayifçilerle girdiği ilişkide Cumbabalık seçimlerimde


destek sözü almış, dünyalığını ABD'de villa sahibi olarak ta tamam­
lamıştı . Bu nedenle kapatılmada imzasının olmasını istememiş,
Dükkan'ın banka hesapları ile taşınmazlarının devlete geçmesini
sağlayacak belgeleri de yok etmişti .
Zübük, Cumbaba seçilemeyince kendini beş on kişinin anca ka­
tıldığı konferanslara verir. Bu konferanslarında özellikle ve altını çi­
ze çize "Ben protokolde üç numarayım, genelkurmay başkanı dört
numara, ben genelkurmayın bile önündeyim" diyerek adeta askere
kafa tutarcasına hareketlere başlar.
Çağdaş yaşamla ile ilgili bir kuruluşun başkanına yeni seçilen
cumbaba için; fethici diyecek kadar kendini kaybeder. insanların
tepki ve nefretini kazanır.
1 8 Mart
Zübük, hastane oyunu ortaya çıktıktan 2.5 ay kadar sonra Ça­
nakkale'de 1 8 Mart törenlerine katılır. Bu törenler boyunca hiçbir ko­
mutan yüzüne bakmaz . . . .
Üniversiteden arkadaşının cenaze törenine giderken Korumala­
ra, "Oğlum kasete bir müzik koy" der. Şöför cenazenin olduğunu di­
ğer araçlar tarafından duyulursa hoş olmayacağını söyler.
Zübüğün cevabı, "ölen ölür kalan sağlar bizimdir. Camı iyi kapat
duyulmaz" oluyordu . . .
Antalya'nın e n güzel beş yıldızlı otellerinden birinin sahibi Zübü­
ğün Ankara'da bulunan Kurtuluş Orta Okulunda öğretmenlik yapar­
ken öğrencisiydi. Bu nedenle çocuk tam bir Zübük hayranıydı. Zü­
büğün Çankaya'da aldığı evin bedelinin önemli bir bölümünü karşı­
lar. Ancak Zübük buna da borcun u ödemez. Şimdi Öğrencisi Zübü­
ğü anarken sinli katlı cümleleri kurarak yüreğini soğutuyordu.
Zübük konferanslara giderken araçta muz yemeyi muzun ka­
buklarını araçtan dışarı atmayı da severdi. Yine bir gün konferansa
giderken. Muz kabuklarını pencereden atar, kabuklar arkadan gelen
koruma aracının şöförünün yüzüne çarpar ve bir kaza ucuz atlatılır.

507
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Yağcılıktan Başkanlığa
Başarı merdivenini, önündekilerin sırtını sıvazlayıp, arkadakilerin
kafasını tekmeleyerek tırmanan. Bay Başkan yazarlığa soyunuyor,
kalemini asla satmadığını vurguluyordu. Gerçekten kalemini satmı­
yor ama kiraya veriyordu. Ülkenin çok tanınmış yayınevi artık kitap­
larını basmıyor, telefonlarına bile çıkmıyordu. O da lngiliz istihbara­
tının kurduğu yayınevinde kitaplarını yayınlayabiliyordu. Konferans­
larında boş konuştuğu için herkesin uykusu geliyor, bağırarak ko­
nuştuğu için kimse uyuyamıyordu. Sahneye çıktığında salonun çıkış
kapısına doğru hareketlenme başlardı. Bunun sonucunda on onbeş
kişiye konferans verirdi. Yine de onu tanımak çok kolaydı. i ki kişi­
den biri esniyorsa esnemeyen kendidir. O denli güvenilmezdi ki, iyi
günler dediğinde bile meteorolojiye danışılıyordu. Hatıra defterleri
bile yalanlarla doluydu. Öyle ki; yalan söylediğine yemin etse bile
kimse inanmıyordu. Cehennemde aynı kazanda kaynayan bir insa­
nın bile ona kanı kaynamazdı. Kötü bir insan değildi, kötü bir insan
olmak için önce insan olmak gerekirdi.
Bir iskelet kadar da yürekli olan Bay Başkan, bir gün film teklifi
aldım diye dört dönüyor, az sonra işin aslı ortaya çıkıyordu. Dokto­
ru kendisinden mide filmi istemişti.
Bay Zübük, emekliliğine yakın çalıştığı kuruma ikinci Zırhlı Mer­
cedes'i de aldırıyordu. Zira tek Mercedes olsa emekli olunca yeni
Başkan arabasız kalacağı için Mercedes'i götüremeyecekti . Böyle­
ce ikinci Mercedes'i alarak emekliliğinde lüks araba kullanma imka­
nından mahrum kalmayacaktı.
Yeni başkan ilk iş olarak Zübükten Mercedes'i geri alır. Merce­
des her zaman olduğu gibi kuruma benzin almak için gelmişti. Yeni
başkan şoförlerden aracın anahtarlarını alarak, onları gönderir. Ama
bir gece Zübük Başkan korumaları ile birlikte kurumun garajından
Mercedes'i kaçırır.
Sohbet toplantılarında yerine geçen Başkan için de şunları söy-
ler:

508
Ergün Poyraz

"Benim kapımda bir şey danışmak için saatlerce beklediği olur­


du. Zabit katibi olmaktan aciz. Zabit katibi kılıklı, karısını sık sık dö­
ven, bir kilo peynir almak için beş market dolaşan, niteliksiz biri­
dir. . . "
Dükkan'ı kapattıran savcının kitabı çıktığında ortak dostları büyük
miktarlarda satın alır ve okumaları için insanlara dağıtır. Başkan bu­
nu öğrenince "sen savcının kitaplarını mı satın aldın" diye sorar,
"evet" cevabının ardından şunları söylüyordu:
"O ela kim ki dünkü tetkik hakimi. Vizyonu yok. Nosyonu yok.
Misyonu yok. Ne alıyorsun yazık değil mi parana? .. Niye bana da­
nışmıyorsun?"
Oysa bundan önceki günlerde emekli savcıyla birlikte beraber
konferanslara gidiyorlardı. Konferanslarda onun koluna giriyor, sa­
rılıyor, dostluk sergiliyordu. Dükkan'da beraber çalışıyorlardı. Daha
sonra savcı bu sözleri duyunca onla yolları ayırıyordu.
Dükkanda beraber çalıştığı kavga ederek ayrıldığı paşa onun için
şöyle diyordu:
Biz asker olarak adam tanıma sanatının ustaları olarak geçinir­
dik. Meğer biz hiçbir şey bilmiyormuşuz. Böyle çiftetelli dansözü,
böyle riyakar, böyle sahtekar bir insanı nasıl tanıyamadık."
Zübük Başkan, Allah'la geçinmeyi de pek sevmez. Ve şunları
söyler:
"Madem Allah var. Niye çocuk ölümleri azalmıyor. Niye okurya­
zar seviyesi yükselmiyor. N iye hastane kuyrukları azalmıyor. Niye
trafik kazaları azalmıyor, milli gelir neden yükselmiyor, Ben gözüm­
le görmediğim şeye asla inanmam . . . "

Kadayıfçı, kendisinden olmayanlan adeta Allah'ın özel kalem


müdürü havasıyla cehenneme gönderiyordu. Zübük de kendisine
yağ çekmeyenleri, kendi düşüncelerine karşı çıkanlan "Atatürkçü ol­
mamak''la suçluyordu.
Ülkemiz için iki büyük tehlikeli grup var; birincisi Dinden geçinen
Din Tüccarlan ... ikincisi Atatürkçülüğü geçim kapısı yapan, kapalı

509
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

kapılar ardında irticai akımlarla al takke ver külah ilişkilere girerek


ceplerini dolduran, Atatürkçülüğü satarak Atatürk düşmanlannı güç­
lendiren Atatürk Tacirleri ...

Son söz olarak


Ulusal Kurtuluş savaşımızın kahramanı Atatürk'ün yarattığı Tür­
kiye Cumhuriyeti Ulus Devletimiz, ne yazık ki yaratıcısının amaçla­
dığı tarzda gelişememiş, ulaşmasını tasarladığı, tam bağımsızlığı,
uygarlığı, çağdaşlığı yakalayamamış ve istediği düzeyde ilerleye­
memiştir. Kısacası, 1 0 Kasım 1 938'den sonra, o zamana kadar ya­
pılanlar ileriye taşınmadığı gibi, yapılanlar da korunmamış, ülke ve
millet, köleleştiriciler ve yerli kuklalarıyla, her taraftan kuşatılmış,
eski kabus dolu günlere geri döndürülmüş ve döndürülme sürmek­
tedir. Gelinen ve götürülmek istenen durum kötünün de üstünde fe­
cidir, kahredicidir. Ve söylenenler komplo teorisi de değil, gerçek­
tir. . .
Gelinen durumun nedeni bellidir; Atatürk'ün yolundan sapılmış­
tır. Atatürk, Atatürk İ lke ve Devrimleri gerektiği gibi anlaşılmaya ça­
lışılmamış, anlamaya çalışanlar tarafından da, anladıkları kadarı bi­
le, yeterince aktarılamamış, paylaşılamamış ve anlatılamamıştır.
Bugün suçlu aramak boşunadır. Güç ve Geç diye bir şey yoktur. Ar­
tık akıllarımızı başımıza toplama zamanıdır. Atatürk ilke ve devrim­
leri ışığında; akıl, bilim , vicdan ve gönül eşliğinde; ulusal bilinçle;
uyuyan beyinlerin uyanması ve hala uyuyanların da uyandırılması
zamanıdır. . . Ortak payda Türk kimliğidir. Birinci derecede önemi Va­
tanımıza, Milletimize vermenin , tam bağımsız olarak, çağdaş uygar­
lık d üzeyini yakalamak ve aşmanın zamanıdır...
Gün; Atatürk'ün bıraktığı yerden başlayarak, ileriye yürümek za­
manıdır. . . İ lkellikten kurtulup insan olmanın değerini, onurunu kav­
rayıp, mutlulukla kendindeki gerçeği yaşayıp İ NSAN olmanın zama­
nıdır. . .
Aslında b u Millet çok şanslı bir Millettir. Tam bağımsızlık, çağdaş-

51 0
Ergün Poyraz

laşma ve gelinen uygarlık düzeyini aşma yolunda; tarih boyunca,


hiçbir millete nasip olmamış, Atatürk gibi bir önderi vardır. Gerekti­
ği gibi kullanıldığında, çok önemli stratejik bir konumu, bereketli top­
rakları vardır. Ve hiçbir ulusta olmayan hasletleri ve dayanıklılığı
olan bir halkımız vardır. Bütün bu artılara karşın, yöneten, yönetim,
strateji eksikliği, bilgisizlik, tembellik ve bir elin parmaklarını doldu­
ramayacak sayıdakiler hariç, aydın sorumsuzluğu ve hatta ihaneti
vardır.
Aydın denebilecek kesim ; ekonomik, siyasi, kültürel kirlenme,
çürüme ve yozlaşmaya uğradığı zaman, kendindeki çözülme halka
da yansımakta ve bütünleşme olamamakta ve gecikmektedir. Bu
başarısızlığın bir nedeni, aydın denebilecek sınıfın köklerini, kimliği­
ni bilmemesi , tanıyamaması, değerlendirememesi ve bunu halkına
yansıtamamasındandır. Ya da bizim onları Türk sanmamızdan olu­
şan bir zafiyetti. Bir diğer neden de, Atatürk'ten sonraki yönetimle­
re olan güven eksikliğindendir. Böyle olunca da vatan, millet bilinci­
nin yeşermesi gecikmekte ve gerektiğinde ortaya çıkmamaktadır.
Ulusal bilinç gelişmeyince de ulusal değerlerin kıymeti bilineme­
mektedir.
Böyle durumlarda, Küreselleşme (Globalleşme), I M F, DB, CFR,
Trilateral Kom isyon, Bilderberg , BM, AB vb. gibi, Yahudi kökenli
oluşumların, onların maşaları olan masonların, masonların kuklala­
rı tarikatların her tür besleme, beslenme ve bölme taktikleri, gerek­
tiği gibi anlaşılamadığından, cazip gözükebilmekte ve pek çok kesi­
mi kandırabilmektedir. Bu durumda, birlik ve bütünlük bozulduğu gi­
bi Türk olgusu da dışlanmakta; din, dil, etnik vb. gibi ayrımlarla bö­
lücülük tetiklenmekte, çok kültürlülük, hümanizm , demokratikleşme
gibi içi kişiye göre doldurulmuş kavramlar ortada kol gezmektedir.
"Türkiyelilik" ve "Mozaik" gibi kavramlar da bu tür sığ düşüncedeki­
lerin marifetleridir.
Bu ülke, bu ulus, bunların hepsinin üstesinden gelir; Yeter ki, şu
an, içtiğimiz suyun , yediğimiz aşın, kaygısız başımızın , şu an hala

51 1
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

bizim olan taşımızın toprağımızın, sevgili vatanımızın, kısacası her


şeyimizi O'na borçlu olduğumuzu hiç, ama hiçbir an unutmayalım.
Bizi ulus olarak hiçbir şey yıkamaz ama, işte bunu unutmamız bizi
yıkar...
Atatürk'e çok şey borçluyuz . . . Bu borcumuzu , ancak, O'nun bi­
zim daha rahat, daha mutlu ve daha insanca yaşamamız için, ken­
di sağlığını hatta canını ortaya koyarak yaptıklarını ve bıraktıklarını
korumak ve ileriye taşımakla belki biraz ödeyebiliriz.

O, halkını çok iyi tanıyor ve güveniyordu. Türk halkının, hakkının


yendiğini, tarihte çok büyük izleri olduğunu, evrensel uygarlıklara
kökenlik ettiğini biliyordu. Yaşamı boyunca da gerçekleri ortaya çı­
karmak, Batı kökenli ve yanlı eksik, yanlış ve örtük tarih yerine, ger­
çek tarihi yeniden yazdırıp, ulusunu hak ettiği yere taşımak için çok
çalıştı . Halkına kökenini ve kimliğini armağan etti. Ne yazık ki, arka­
sından gelenler bu çalışmaları sürdürmediler. Atatürk bu konuda
şöyle söylüyordu:
"Büyük devletler kuran atalarımız, büyük ve evrensel uygarlıkla­
ra da sahip olmuşlardır. Bunu aramak ve incelemek, Türklüğe ve
evrene bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu atalarını tanıdık­
ça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. . . "

Bugün biliyoruz ki, Asya ve Anadolu'da dip kültürün sahibi olan


Türkler (şimdilik) en az 1 6 bin yıllık tarihleri, yazı, dil ve kültürleriy­
le, kıtalara yayılmışlar, oralara uygarlıklarını götürmüşler, her tür kan
ve ırkla karışmışlar ve evrensel uygarlıkların kökeninde yer almışlar­
dır. Ön atalarımız, Asya'daki ilk şehirleri kurmuşlar, buralara tarihte­
ki ilk adlarını vermişlerdir.
Atalarımızın, insanlık tarihine yararlılıkları büyüktür: Yazıyı icat
ederek tarihi başlatmışlardır. Çeşitli yerlere yazı okulları ve düzenli
düşünce siteleri (bir tür üniversite) açmışlardır. Fizik ve Astrofizik bi­
limin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Kendinden Kendine varışı açıkla­
yan ; öğretmen (Rab), Yaratan, Hatırlanan-Yad olunan, Ölümsüzlü-

512
Ergün Poyraz

ğe Ulaşan-Ulaştıran anlamında, "Kendindeki Tek Tanrı" düşüncesi­


ne varmışlardır Tarihte ilk kez seçim ile AT-ATA (Önder, Lider, Baş­
kan) seçimini uyg ulamışlar, halka hizmeti şart koşm uşlar ve demok­
rasi düşüncesinin temelini atmışlardır. Kadın-erkek eşitliğini koy­
muşlar ve uygulamışlardır. Tarihteki ilk siyasal kuruluşları : Uşun Uy
ve On Uyul ( 1 6 binler, tarihleri şimdilik kesin belli değil) ve tarihteki
ilk devletleri : Bir Oy Bil (-9689 /-1 51 7), At Oy Bil (-1 5 1 7 /-879), Tü­
rük Bil (-879 /+580), Turgan'ın yeniden geçerlik kazandırdığı Yeni At
Oy Bil (576), Hazar Devleti (64 1 , Ozum On Ok) . . . Ve pek çok dev­
letler· oluşturmuşlardır. Türk toplumunu birleştiren öge, Türk dil ve
kültürüdür.
Bunlar artık;
Yazı ögelerini içeren kaya resimleri olan Petroglifler, Sintaşlar,
Bol Ballar, Yazıtlar, Anıtlar, Tamgalar, Resmi tarihçilerin, tarih yazdı­
ran kumandanların taşa vurdurdukları belgelerle vb. belgelidir ve
kanıtlanmıştır. . .
Bu konuda Atatürk, özetle şöyle söylüyor:
''Türkler, aynı kaynaktan doğmuşlardır. Fakat, bütün dünya yü­
zünde, dünyanın çeşitli kıtalarında vatan sahibi olmuşlardır... "
"Türk yurdu, daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşü­
nülürse, Türk'e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada; As­
ya, Avrupa, Afrika ve hatta Amerika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu
gerçekler, eski ve özellikle yeni tarih belgelerinde yer almaktadır... "

lstanbul Üniversitesi Profesörlerinden Alman Neumark da, bunu


teyit edercesine şöyle söylüyor: "Tarihten Türk çıkarılırsa, tarih kal­
maz . . . "
Tüm bu kanıtlara rağmen, tarihten gelen bir hırsla, tarihi kendile­
rine göre yorumlayan, Türkçe bilmediklerinden yazıtları okuyama­
yan ya da yanlış okuyan Batı , tarihi kendileriyle başlatmak istemek­
tedir. Bu iştahla Batı; Asya'da tarihimizi -220'de, Anadolu'da ise
+ 1 071 'de başlatmak istemekte, böylece de, adeta Türklerin tarihini
yok saymak ve Sevr'i yeniden uygulamak niyetindedir. Eksik, yan­
lış ve taraflı tarih düzeltilmelidir.

513
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

Atatürk'ün ölümünden sonra, ortamı uygun bulmalarından dola­


yı, bu amaçları daha açık olarak ortaya çıkmıştır. O zaman sormak
gerekir: Bu durumlara neden düştük, bu günlere nasıl geldik? Ata­
türk'ümüzün, hayatını feda ettiği ülkesine ve ulusuna, yani bizim ül­
kemize ve bizim insanlarımıza baktığımızda; acaba Atatürk gereği
gibi anlaşıldı mı, anlatıldı mı? Yaptıkları, yapmak istedikleri , özüm­
senip ileriye taşındı mı? Çağdaş uygarlık seviyesi aşıldı mı? .. Kısa­
ca, bugün ülkemiz, Atatürk'ün görmek istediği, getirmek istediği
yerde mi? O'nun varmayı ve aşmayı istediği yerde mi? .. Sanırım bu­
na vicdanen hiç kimse, gönülden 'evet' diyecek durumda değil. . .
Peki o zaman neden, 'korunacağına ve ileriye taşınacağına söz ve­
rilen' emanet korunamadı da bu ülke ve bu Millet bu durumlara düş­
tü? ..
Her tür bahane bulunabilir, ama bu kendi kendimizi kandırmak
olur: Halkın bilgisiz bırakılması için ne gerekiyorsa yapıldığından bu
durumlara düşüldü. Yöneticiler, ülkeyi gereği gibi yönetemedikleri,
yapmaları gerekeni yapmadıkları için bu günlere gelindi. Aydınlar ve
aydın geçinenler, omuzlarına yüklenen sorumluluğu gerektiği gibi
değerlendiremediklerinden bu durumlara düşüldü. Bırakılanların
değeri gereği gibi anlaşılamadığından , gerektiği gibi de korunama­
dığından bu günlere gelindi. Tembellik, adam sendecilik, bilgisizlik,
sorumsuzluk, vefasızlık yüzünden bu durumlara düşüldü. Özetle;
Unutulmaması gerekenler unutulduğu için, bu günlere gelindi. . .
Neydi, unutulmaması gerekenler? ilk unutulmaması gereken;
Yüceler Yücesi Atatürk'ün, bu ülkeyi ve bu ulusu nereden nereye
getirdiğidir. İ şte ülkenin, hiç unutulmaması gereken genel durumu . . .
Genel durum şudur: Osmanlı Devleti Savaşta yenilmiş, Osman­
lı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşma­
sı imzalanmış . . .
Ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Savaşa sü­
rükleyenler, yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Pa­
dişah ve Halife olan Vahdettin , soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tah­
tını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler peşinde.

514
Ergün Poyraz

Damat Ferit Paşanın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onur­


suz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte,
kendilerini koruyabilec� her tür duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
Fransızlar ADANA'yı ; lngilizler URFA, MARAŞ ve ANTEP vilayetle-
. .

rini tutmuşlardır. ANTALYA ve KONYA'da ltalyan askerleri,


. . . MERZI-
FON ve SAMSUN'da lngiliz askerleri bulunmakta, IZM IR'e çıkan
Yunan ordusu MAN iSA ve AYD I N üzerine yürümektedir.
Run:ılar, Ermenilerle birlikte ayrıca silahlı çetelerle Karadeniz'de
Pontus Krallığı kurma peşindedirler. İ STANBUL tümüyle düşmana
teslim olmuş, ne derlerse onu yapmaktadır. Türk milleti çaresiz,
kimsesizdir.. Ve Ulu Önder Atatürk, Havza'dan Amasya'ya giden
dağlarda, "Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar" mar­
şını söylemeye ve söyletmeye başlamıştır. . .
Atatürk, uluslaşma, uygarlaşma, çağdaşlaşma ve çağdaş uygar­
lık düzeyini aşma yolunda, tüm araçları, yerine ve zamanın uygun­
luğuna göre, akıl, bilim, mantık ve irade çerçevesinde kullanmıştır.
Bu uygulamada hiçbir kimsenin ve hiçbir düşünce akımının etki ve
baskısında kalmamıştır. Çareler ve çözümleri, ulusun yapısına uy­
gun, ulusun kendi içinden , kendi değerlerimizden , kendi kaynakla­
rımızdan oluşturmuştur.
Bu devrim , kültürel, siyasal , ekonomik, sosyal ve askeri alanda
top yekün bir varoluştur. Amaç insandır. Temelinde insan vardır. Do­
layısıyla Türk halkı vardır.
"Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam
çıkarmak, ders almak, düşünmek, zekayı eğitmektir. . . Kültür, doğa­
nın yüksek verimliliklerinden mutlu olmaktır. Bu ifade içerisinde çok
şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık, vb . . . Bunların hepsi
insanlık nitelikleridir... "
"Bizi diğer çağdaş milletler arasında geri bıraktıran, hukuki, siya­
si, ekonomik ve mali zincirler, kırılmıştır, parçalanmıştır. . . Bu güne
kadar kazandığımız başarılar, bize ancak ilerleme ve uygarlığa doğ-

515
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

ru bir yol açmıştır. Yoksa, ilerleme ve uygarlığa henüz ulaştırmış de­


ğildir. Bize ve gelecek nesillere düşen görev, bu yol üzerinde durak­
samadan ilerlemektir ( 1 923) . . . "

"Bu güne kadar, kültürel ve sosyal alanda başardığımız işler,


Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal yüzünü kesin çizgilerle ortaya çıkar­
mıştır. . . Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, sanat, bilim, müzik, teknik
kurumlarıyla, kadını erkeğe her hakta eşit, modern, Türk sosyal ya­
pısı bu son yılların eseridir. .."

"Saygıdeğer ulusuma şunu öneririm; sinesinde yetiştirerek, ba­


şının üstüne çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki , asıl cev­
heri çok iyi incelemek dikkatinden bir an bile vazgeçmesinler. . . "

"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye


Cumhuriyeti halkını, tümüyle çağdaş ve butün anlam ve biçimi ile
uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. Bütün devrimlerimizin temel il­
kesi budur. . .
"

"Uçurumun kenarında yıkık bir ülke ... Türlü düşmanlarla kanlı


boğuşmalar. .. Yıllarca süren savaş . . . Ondan sonra içerde ve dışarı­
da saygı ile tanınan bir vatan, yeni bir sosyal yapı, yeni devlet ve
bunları başarmak için aralıksız devrimler. . . işte Türk Devriminin kı­
sa özeti ( 1 935) . . .
"

İ şte, Atatürk'ün bizi yok olmaktan var olmaya taşıdığı durum ve


bize bıra ktığı emanet:
Ülke-Ulus-Ulusal Egemenlik-Ulusal Devlet-Ulusal Meclis ve Hü­
kümet- Laik ve Ulusal Anayasa- Ulusal Ekonomi- Ulusal Kültür ve
Sanat- Ulusal Dil- Ulusal Tarih ve Ulusal Kimlik ...

Ve Birbiri Ardınca Yapılan Devrimler Ve Önemli Yenilikler Ve


Gelişmeler:
...J TBMM'nin Açılışı (23 Nisan 1 920)
...J Saltanatın Kaldırılması ( 1 Kasım 1 922)
...J Cumhuriyetin ilan Edilmesi (29 Ekim 1 923)

516
Ergün Poyraz

...J Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1 924)


...J Din işleri ve Vakıflar Bakanlıklarının Kaldırılması (3 Mart
1 924- Şeriye ve Evkaf Vekaletlerinin Kaldırılması)
...J öğretimin Birleştirilmesi (Tevhidi Tedrisat), Eğitimde Birliğin
Sağlanması (3 Mart 1 924)
...J Medreselerin Kapatılması ( 1 924)
...J Şeriye Mahkemelerinin Kapatılması (8 Nisan 1 924)
...J Tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve türbedarlıklar
ile birtakım unvanların (şeyhlik, çelebilik, babalık, emirlik, na­
l<iplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık,
türbedarlık vb. unvanların) önlenip kaldırılması (30 Kasım
1 925)
...J Kapitülasyonların Kaldırılması. Osmanlı İ mparatorluğunda
yabancı devletlere siyasal, yönetim, ekonomik, ticaret, mali­
ye ve adaletle ilgili işlerde Kapitülasyonlar adı altında verilen
ayrıcalıkların (imtiyazların) Kaldırılması (24 Temmuz 1 923 Lo­
zan Barış Antlaşması)
...J Hafta Tatilinin Kabul Edilmesi (2 Ocak 1 924)
...J Aşar Vergisinin Kaldırılması (Toprak ürünlerinin onda birin­
den, mal (ayni) olarak alınan vergi - 1 7 Şubat 1 925)
...J Kabotaj Hakkının Kabul Edilmesi (Kabotaj, yani Türk denizle­
rinde, karasularında gemi işletme, her çeşit deniz, yolcu ve
yük taşıma hakkının Türklere verilişi, 1 9 Nisan 1 926,)
..,/ Şapka ve Kıyafet Devrimi (25 Kasım 1 925)
...J Uluslararası Saat ve Takvimin Kabul Edilmesi (26 Aralık
1 925)
..,/ Türk Medeni Kanununun Kabul Edilmesi ( 1 7 Şubat 1 926)
...J Kadın Haklarında Devrim. Türk Medeni Kanunu (Türk Yurt­
taşlar Yasası), kadını toplumsal ve ekonomik ilişkilerde, er­
keklerle eşit duruma getirmiştir. Medeni nikah, resmi nikah
esasının kabulü)

51 7
Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet

...J Uluslar arası Rakamların Kabul Edilmesi (20 Mayıs 1 928)


...J Harf (Yazı) Devrimi (Türk ABC'sinin kabulü 1 Kasım 1 928)
...J Ulus Okullarının Açılması (1 Ocak 1 929)
...J Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda, Arapça ve Farsça
öğrenimin kaldırılması (1 Eylül 1 929)
...J Merkez Bankasının Kurulması ( 1 930)
...J Belediye Yasası ile kadınlara, belediye meclisine üye seçmek
ve seçilmek hakkının tanınması (3 Nisan 1 930)
...J Uluslararası ölçülerin, ölçülerde metre ve kilo sisteminin ka-
bul edilmesi (26 Mart 1 931 )
...J Türk Tarih Kurumunun Kurulması ( 1 5 N isan 1 93 1 )
...J Halkevlerinin Kurulması ( 1 9 Şubat 1 932)
...J Türk Dil Kurumunun Kurulması ( 1 2 Temmuz 1 932)
...J Kuran'ın Türkçe'ye Çevrilmesi, ezanın , hutbenin ve duaların
Türkçe okunması ( 1 932)
...J Dilde Özleşme Devrimi (26 Eylül 1 932)
...J Üniversite Devrimi (31 Mayıs 1 933)
...J G üzel Sanatlar Akademisi ile Devlet Konservatuarının Kurul­
ması
...J Soyadı Yasasının Kabulü (21 Haziran 1 934)
...J Ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi , bey, beyefendi, paşa,
hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanların kaldırılma­
sı (26 Kasım 1 934)
...J Bazı Giysilerin Giyilmesinin Yasaklanması (3 Aralık 1 934)
...J Milletvekili Seçme-Seçilme Hakkının Tanınması (5 Aralık
1 934)
...J Hafta tatilinin Cuma Gününden (Pazar Gününe Alınması (27
Mayıs 1 935)
...J Laiklik ilkesinin Kabulü ( 1 0 Nisan 1 928 - 5 Şubat 1 937)

Ve, Ekonomi, Tarım, Ticaret, Bayındırlık, Askeri alanda, Sağlık

518
Ergün Poyraz

alanında, Sanat ve Kültür alanında daha pek çok yenilikler ve geliş­


meler. . .
Bu işleri ancak, kendinde Önderlik, Liderlik, Yöneticilik nitelikle­
rini toplamış bir insan , bu kadar az zamanda başarabilir ve Türkiye
Cumhuriyeti Ulus Devleti'ni yaratabilirdi. işte bu insan Atatürk'tür. . .
Bize yakışan, bize düşen görev; O'na layık olmaktır. B u uğuda
karşılaşacağımız durumları ve yapmamız ve yapmamamız gereken­
leri Yüce Atatürk şöyle açıklıyordu:
"Türk genci , inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların
lüzu m una, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkılap­
ları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük
bir kıpırtı ve hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandar­
ması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır . . . demeyecektir. Hemen
müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla . . . Nesi varsa onun­
la eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalaya­
caktır. Genç, 'Polis henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir' di­
ye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum
edecektir. Yine düşünecek: 'Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime
göre düzenlemek lazım .. . '
Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla be­
raber; bana, İsmet Paşa'ya, Meclis'e telgraflar yağdırıp haksız ve
suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeye­
cek . . . diyecek ki: 'Ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdaha­
le ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmiş­
sem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de
benim vazifemdir . . . '
İ şte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği. . . "

519

You might also like