You are on page 1of 4

JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya

Firavunlar senin uğruna kendi


İnsan ve dünya... halklarını köle yaptılar.
Sargon’lar, Aşşurbanipal’lar,
Dünyamız. 4.5 milyar senelik bir Hammurabi’ler, Pers şehinşahları senden
ömrüne hayret, ve daha devam ediyor bu hayat, kopardıklarına inandıkları her karış toprağın
yaşanan her şeye şahitlik ederek... listesini yapıp kayalara, taşlara kazıdılar...O
İnsan ilk adımlarını attı üzerinde, ilk kayalara ömür verdin de, o sultanlara ömür
soluğunu senin havandan aldı, onunla yaşadı ta vermedin.
senin toprağına ebediyen kavuşanadek. Bir masala, bir ibrete dönüştürdün
Senden yaranıp sana dönüyoruz, onları, mezarlarına dönüşerek.
anadan daha yakın ve azizsin. Büyük İskender’in ayaklarının altında
Yorganım bulutların, rüyam inliyor gibi gözüktün, fakat sonra yuttun onu
denizlerin, ninnim pınarlarının gürültüsü, genç yaşta, gocunmadan...
yatağım toprağındır... Caesar üzerinde Romalılara
Sinen üstünde ateşi bulup ısındı insan, kükrerken usluca durdun yerinde. Gel gör ki
sineni yakarak. senin gözlerin önünde ve senin üzerinde
Üzerinde ev yaptı, itiraz etmedin, hançerleyip doğradılar İmparatorlar
yuva oldun ona...Üzerinde tanrıya adanan İmparatorunu, Ebedi Diktatörü. Hiçbir şey
mabetler yapıldı, sana yakışır bir şekilde, insan olmamış gibi, dost ihaneti umrunda olmadan
çehreni Notre Dame, Borobudur yada Bagan kucaklayıverdin sinene, kaybettin küllerini.
gibi mabetlerle süsledi. Ne mutlu sana Şimdi ninni söylüyorsundur ona...
güzelleme yapanlara... Ne İmparatorları kemiğe çevirdin.
Antik Yunan kahramanı Antaeus, Hanlar hanı Cengiz’i, zaferlere doymayan
yere düşmesin diye göğü omuzlarken, Napoleon’u, düşmanlarını sırıtarak öldüren
ayaklarını “ana” diye senin üzerine basıyor, Stalin’i...dizdin sıraya iktidar ve şöhret
senden güç alıyordu... sahiplerini...
İnsan avına yada düşmanına her ok Canlar alınmıştır uğruna, gözyaşları
attığında, hedeften çok sana isabet ediyordu akıtılmış, kanlar dökülmüştür, altında
attığı oklar, ve sen gıkını bile çıkartmıyordun zamansız ölen, zulüm ve haksızlığa kurban
bu nankörlüğün karşısında. Biz bizi giden milyonlar medfun.
bombalarken bile seni yakar yıkarız... İcarus seni bırakıp göklere
Ve kalbinin derinliklerinde, havalandığında onu güneşin kavurucu
şahsiyetinin enginliklerinde bir adalet, intikam, sıcağıyla baş başa bırakıp ölümüne ferman
haşmet ve ululuk da barındırıyorsundur. Sen verdin, ki ayakları yerden kesilen ilk insan olsa
bir ibretler mecmuasısın, dünya. gerek, daha ilk girişiminde gösterdin insanlığa,
Böbürlenen, baş kaldıran, içindeki sensiz olmayacağını...
ego gereği tanrılaşmak isteyen, hep yüksekleri, Buda gördüğünde üzerinde ve uğruna
zirveleri zorlayan birey ve toplumlarla oynanan kinli ve kanlı oyunları, senden elini
karşılaştığında seyretmişsin onları, eteğini koparıp inzivaya çekildi, fakat
muhtemelen hayretten kaşlarını çatarak. ayaklarını senden çekip alamadı. İnsan senden
Onlar kim ki senle kopamaz, yasa bu...
karşılaştırıldıklarında... Üzerinde rahat bir ömür yaşamak için,
Kibirlenenlerin kalplerini onurla ve güven içerisinde ayak basacak bir
sıvazlayarak, okşayarak heveslerine çanak parça vatan arayan Yahudi kavmi iki bin yıldır
tuttun önce, kendini güç sahipleri için eşsiz- oradan oraya kovulup durmuş üzerinde, sürekli
değersiz tutkuya çevirdin, gizlice asimilasyon ve tehdit yaşayarak. Vere vere
gülümseyerek faniliklerine...Onlar da Hitlerin gaz odalarını vermişsin onlara.
kudretlerini kendilerinden menkul zannettiler.

JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya


JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya
Hepimiz, doğar doğmaz bir parçanız savaşında, dökülen insan kanları nehri al
senin. Seninle ölürüz, fakat seninle de yaşarız, kırmızıya boyamış. Kudretli Ashok bunu
ey yaşam kaynağımız, şahit meleğimiz. gördüğünde çok etkilenmiş, istememiş böyle
Yaşanan umut, kin, nefret, intikam bir şöhreti, tahttan feragat edip kutlu Budanın
fırtınalarının içinden koparıp sakladığın ne yoluna yönelmiş: hani heykellerinde gözleri
fedakarlıklar, kahramanlıklar vardır dünyaya kapalı yada yarı kapalı, yaşananlara
günlüğünde, ne tutkular saklı tarihinde, dünya. ironiyle gülümseyen bilge prens var ya, ona
Gothe’nin aşkı, Beethovenin duygu sığınmış...
patlamaları senin üzerinde yaşandı. Şimdi o denizlerde, o nehirlerde
Ayvazovski denizlerine, Rembrandt ışığına yıkanıyor, temizliğimizi bir tarih müzesine
tutuldu. Michelangelo senin ziynetine dönüşen dönüşen o sularda arıyoruz...
yiğit insanları, Goliath’a taş atmaya hazırlanan Vücudunu saran elbise misali
David heykeline yansıttı, Pheidias seni yöneten ormanlarında ne yürekler devleşmiş. Robin
“tanrıları” Zeus ve Athena heykellerinde adeta Hood bereketli ormanlarını hem evi, hem
canlandırdı. Hala başının üzerinde taşıyorsun o kalesi olarak kullanmış, fakirlerin imdadına
sanat incilerini, taşını da, renkli boyalarını da, oradan yetişmiş.
ahşap ve tuvalini de, ilhamını da kendin Çimenlerinde, gülistanlarında öyle
vermiştin o sanatçılara, o mucizeler senin bir güzeller endam göstermiş ki, şair almış başını,
parçandı ve belki bu nedenle binlerce yıldır diyarlardan diyarlara kendini sürgün etmiş. E
hala gururla saklıyorsun onları. Fakat üzerinde haklı zavallı, kuğu güzelliğindeki kızlara mı
gurula durmalarına rağmen, minnacık yansın, çiçeklerden döşediğin zarif halılara mı
görünüyorlar seninle kıyasta. kansın, ne yapsın sen söyle...
Güzel toprağım, hayat menbaım, Bırak şairin boş laflarını, ben sana
beşiğim ve mezarım toprak. Müslümanlar gerçek Leyla ile Mecnun’u, Mumtaz ile
secdeye vardığında, Tanrı ile yüzleşip iç Cahan’ı anlatayım. Hindistan’ın Müslüman
muhasebesini yaptığında alnını senin üzerine imparatoru Şah Cahan karısı Mumtaz Mahal’ı
koyar, bilirsin, bebekler de alnını annesine öyle çok severmiş. Fakat Mahal hatun erken vefat
dayar. etmiş, Şah bitmiş...
Her açıdan güzelsin, ama senin O kadar ki, Mahal’a olan aşkı onu
sularınla buluşman var ya, bide ona doymam... kendi dinine bile karşı getirmiş, mezarı üzerine
Denizler soğuk dalgalarını senin sıcak saray yaptırmış, bilirsin müslümanlar
sahillerine her çırptığında İbrahimin ateşe mezarların üstüne yapı inşa etmezler, o yüzden
atılması gelir gözlerimin önüne. O da soğuktan Adem’in, Nuh’un mezarını bulamayız...
sıcağa atılmıştı -öldürülmek, ateşe kurban Fakat aşk din, İmparator, servet falan
edilmek için. Denizin dalgalarını sana kurban dinlemez, Şah’a Mahal’in mezarı üzerinde öyle
etmesindeyse yer yüzüne hayat verme misyonu bir mabet, öyle bir saray, öylesine güzel bir
yaşar. Ne güzel, biz öldürürüz, sen diriltirsin. mezar yaptırır ki. Bir taça benzer mimarisi, ve
Kalbinin üzerinde akıttığın bir mabede...
nehirlerinde tarihimiz kayıtlı. Yapımı 20 yıldan fazla sürer. Mimar
George Washington insanlığın ilk Ahmad Lahuri bu ölümsüz aşkı yaklaşık yirmi
modern demokratik devletini savunurken, bin sanatçıyla birlikte, beyaz mermerden ve
nehirlerden topraklarına, topraklarından diğer en pahalı taşlarla ebedileştirmi. Anlaşılan
nehirlerine atlayıp durmuş, üzerinden özgürlük mimarın da gönlünde bir aşk acısı varmış,
ordularını taşımış sağa sola, nehirlerin kadar sevmeyen eller öyle bir ihtişamı bırakın
özgür ordularını, ve o nehirlerde mücadele yapmayı, hayal bile edemez...
vermişler, nehirlerinde demokrasi şehitleri Şimdilerde biliyoruz, bağrından
medfun... sökülüp alınan o taşlarından bazılarının ağırlığı
Derler ki, Hindistan’ın ilk büyük 6 tona ulaşıyor. Topyekün harcama ise,
imparatoru Ashok’un yaptığı Kalinga günümüzün kuruyla yaklaşık bir milyar dolar.
JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya
JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya
Aşka bak sen, kim bir kadına bir milyar harcar olduğunu düşünmek ne kadar da hayretverici,
ki? O parayı şimdilerde insanlar boşanmak için ve de utançverici. Ve görünen o ki, sahnede
veriyorlar be, dünya... Hitlergiller devleşiyorlar.
En güzel aşk mabedidir bu mezar. İşte böyle, adam kendi türünü bile
Aynı zamanda en acı aşk mabedi -maşuğun bizzat kendisi yokediyor, sana mı acıyacak bu
ölümü üzerine yapılmıştır zira... nankör yaratık? İnsanoğlu sonunda senin de
Fakat daha da acısı vardır Mahal banu icabına bakıyor, etrafındakı doğayı yokederek
için yapılan bu ölümsüz ve en pahalı taçın. Şah seni Mars’a dönüştürüyor.
Cahan, ömrünün sonlarına yakın oğlu Alamgir Mars’ta da bir zamanlar hayat vardı
Aurangzeb tarafından devrilip hapsedilir, Taç diyorlar. Evvel zaman içinde, kalbur saman
Mahal’e girişi yasaklanır. içinde, orada da akıllı mahluklar varmış
Aşık, maşukundan hicranın acısıyla muhtemelen. Kim bilir, zamanında ne
yaşadığı ömrünü, maşukunun mezarına dahi Konfüçyus’lar, ne Sokrates’ler Mars’taki
yaklaşamadan sona erdirir. yaratıklara öğütler verimişti, yapmayın,
Oğul babayı, Yusuf Hayaloğlu’nun etmeyin diye. Fakat galiba dinlememişler,
sözleriyle, “dört duvar arasında bile, her yerde görünen o. Hayat masallarını güzel bir sonlukla
halen sen varsın” dedirtecek duruma düşürür. bitirmemişler.
İşte, aşka yasağı koyan, bu aşkın meyvesi olan Yeryüzüne yaşamın Marstan geldiğini
oğul oluyor - bu aşkın en acı yanı bu. söyleyenler var...
Peki ama bir insan, babasını annesinin Allah korusun, yaşamın kaynağı
mezarını ziyaret etmekten neyin uğruna alıkor, Mars’tan geliyorsa. Çünkü o halde
neden bu kadar gaddar olur? genlerimizde bir terminatör bilinci, bir doğa
Elbette taht uğruna, başka ne olsun? katili ruhu taşıyoruz ve ecdadımızı taklit
Aurangzeb’in Hindistan tarihinin en acımasız edeceğimiz kesin.
sultanlarından biri olarak görülmesi boşuna Utanmadan bir de Mars filmleri
değildir, aşktan anlamayan insan yönetebilir çekiyoruz, güya onlar falanca şeyleri yanlış
mi? yapmışlar diye...
Evet, böyle bir aşkın ağırlığını sadece Merak etme, sana söz, üzerinde
sen taşıyabilirsin, ey kara toprak... büyütüp dallandırdığın ağaçları kesip her yeri
İnsanoğlu, eline geçirdiği her şeyi beton yapacağız, neki ağaç, gölgesini bile
yoketmeye koyulmuş. bulamayacak gelecek nesiller. Onlar, herbiri
İşte, bunca iyilik yaptın bize, sonunda bir yaranın melhemi olan yemyeşil bitkileri,
sana verdiğimiz isim bu: geisha. hoş kokulu çiçekleri, masum ve sevecen
Geisha dünya! hayvanları, bin türlü renkle donana kuşları
Ey Tanrının gelmiş geçmiş en değerli tarih belgesellerinden izleyebilecekler sadece.
maddi armağanı, şimdi sıra sende. Dünyanın en pahalı mekanlarından birine
Kibirlenme, final bölümündeyiz, sen dönüşecek olan hayvanat ve bitki bahçelerinde
de ölüyorsun artık... görebilecekler onların kırıntılarını, dinazor
Aklı olmayan canlı türleri değil, akıllı fosilleri gibi...yokedeceğiz hepsini.
tek tür olan insan senin sonunu getiriyor. Nehirlerin, denizlerin petrol ve gaz
Hemde bu nankörlüğün geri dönüşü olmayan, kokakacak, sularında balık diye plastik poşetler
tek şeritli bir zalimlik olduğunu, bunun yüzecek. Buzullar mı eriyor? Sor bakalım,
kendisini de önünde sonunda yokedeceğini kimin umrunda, en gelişmiş, gururlu ve medeni
bilen birisi olarak. milletler ellerinde daha çok barut, daha çok
Acaip bir mahlukuz, garip bir tipiz. En nükleer ve daha çok kan olanlarımız, biz
vahşi hayvan türü olan aslanların hepsi aynı; bununla hava atarız ve bunun derdindeyiz, seni
avlanır, doyduğunda istirahatına çekilir. Fakat mi düşüneceğiz...
kendi türünü avlayarak yaşamaz. Biz farklıyız.
Sadi Şirazi ile Hitler’in aynı türün temsilcisi
JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya
JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya
Sürekli ecdadımızla övünüp dururuz,
işte bu nedenle! Biz, buyuz, Mars’tan gelen
ecdadımıza benzeriz.
Arada bir soruyorum kendime, insana
“adalet” diye bir kavramı ortaya çıkarttıran,
“şu yanlıştır da, şu doğrudur” dedirten
durumun ne olduğunu. Acaba ne yaşandı da,
insan ilk kez “adalet” ve “zulüm” kavramlarını
ortaya attı? Sebebin ne olduğunu bilmem, ama
şundan eminim, insan “adalet” kavramını
doğayla başbaşa kaldığında değil, diğer bir
insanın tutumuna, onun davranışına tepki
olarak ortaya koymuştur...
Ve sen, yerküre, geishaların sonu ne
olur insanın ellerinde, bilirsin...

Soluk alıp-vermek,
İleri-geri gitmek,
Yaşamak, ölmek.

Oklar biri diğerine saldırsın,


Ortada çakışıp yarılsın.

Anlamsız bir uçuştaki boşluğum,


Böylece kaynağa dönüyorum.

Gesshu Soko’nun1 bir jisei2 şiiri, 1696.

1
Japon Zen bilgesi, 1618-1696 2
Samurayların harakiriden önce okudukları ölüm şiiri
JEYHUN ALIYEV, İnsan ve dünya

You might also like