You are on page 1of 131

T.C.

MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ


FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT ÜRETİMİNDE BİR YÖNTEM OLARAK


MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Mimar Öncül KIRLANGIÇ YOLDAŞ

Mimarlık Anabilim Dalı

Mimari Tasarım Sorunları Programı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Deniz İNCEDAYI

ARALIK 2012
T.C.
MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ
FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT ÜRETİMİNDE BİR YÖNTEM OLARAK


MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Mimar Öncül KIRLANGIÇ YOLDAŞ

Mimarlık Anabilim Dalı

Mimari Tasarım Sorunları Programı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Deniz İNCEDAYI

ARALIK 2012
Öncül KIRLANGIÇ YOLDAŞ tarafından hazırlanan DAR GELİRLİLER İÇİN
KONUT ÜRETİMİNDE BİR YÖNTEM OLARAK MİMARİ TASARIMDA
“KULLANICI KATILIMI” adlı bu tezin Yüksek Lisans tezi olarak uygun olduğunu
onaylarım.

Prof. Dr. Deniz İNCEDAYI

Tez Yöneticisi

Bu çalışma, jürimiz tarafından Mimarlık Anabilim Dalında Yüksek Lisans tezi


olarak kabul edilmiştir.

Başkan : : Prof. Dr. Deniz İNCEDAYI

Üye : Doç. Dr. Hürriyet ÖĞDÜL

Üye : Yard. Doç. Dr. Ahmet TERCAN

Bu tez, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü tez yazım
kurallarına uygundur.

i
TEŞEKKÜR

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında katkıları olan insanları saymakla bitirmem


mümkün değil. Çünkü ufacık bir sohbetin bile bana ve dolayısıyla bu çalışmaya çok
fazla katkısı olduğunu düşünüyorum.
Mimarlığın toplumsal boyutuna yönelmeme ve bu yönelişin meslek pratiğime de
yansımasına ön ayak olduğu; çalışma süresince bilgisini, deneyimini ve zamanını
benden hiçbir zaman esirgemediği için tez danışmanım ve hocam Deniz İncedayı’ya
sonsuz teşekkür ediyorum.
Hayatım boyunca her zaman bana inandıkları ve beni destekledikleri için anneme,
babama ve kardeşime; sabırla bana destek olduğu ve elini elimden hiç çekmediği için
dostum, sevgilim, yoldaşım Bülent Yoldaş’a; çalışmamın redaksiyonunu büyük bir
titizlikle yaptığı ve her koşulda hep yanımda olduğu için sevgili arkadaşım,
kızkardeşim Başak Özcan’a; tüm destekleri ve katkıları için Derya Karadağ başta
olmak üzere tüm Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi çalışanlarına ve son
olarak uykusuz gecelerimde klavyemin başından ayrılmayarak beni hiç yalnız
bırakmadıkları için Duman’a ve Misket’e ne kadar teşekkür etsem azdır...

Aralık 2012 Öncül KIRLANGIÇ YOLDAŞ


(Mimar)

ii
İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR............................................................................................. ii
İÇİNDEKİLER ......................................................................................iii
ÖZET ........................................................................................................ v
SUMMARY ........................................................................................... vii
ÇİZELGE LİSTESİ ............................................................................... ix
ŞEKİL LİSTESİ ...................................................................................... x
KISALTMALAR..................................................................................xiii

1. GİRİŞ ................................................................................................. 1
1.1. ÇALIŞMANIN KAPSAMI.......................................................................... 1
1.2. ÇALIŞMANIN AMACI .............................................................................. 1
1.3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ ......................................................................... 2

2. MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”


YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ ......................................................... 4
2.1. MİMARİ TASARIM SÜRECİNİN TANIMLANMASI .......................... 4
2.1.1. “Mimarlık” Kavramının İrdelenmesi ................................................. 4
2.1.2. Mimari Tasarım Sürecinin Aktörlerinin İrdelenmesi ..................... 10
2.2. MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI” ........................... 13
2.2.1. “Katılım” Kavramının Tanımlanması .............................................. 13
2.2.2. Mimari Tasarımda “Kullanıcı Katılımı” Yaklaşımının Tarihsel
Süreç İçerisindeki Gelişimi ............................................................................. 16
2.2.3. Mimari Tasarımda "Kullanıcı Katılımı" Yaklaşımının
Değerlendirilmesi ............................................................................................. 19

3. KONUT TASARIM SÜRECİNDE KULLANICI KATILIMI .. 23


3.1. DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT ÜRETİMİNİN KULLANICI
İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İRDELENMESİ..................................................... 23
3.1.1. Dünya Ülkelerindeki Konut Üretim Süreci Örnekleri .................... 23
3.1.2. Türkiye’deki Konut Üretim Süreci Örnekleri ................................. 34
3.2. DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT TASARIM SÜRECİNDE
KULLANICI KATILIMI YAKLAŞIMI ÖRNEKLERİ .................................. 42
3.2.1. Avrupa Ülkelerinden Örnekler .......................................................... 42

iii
3.2.1.1. Almanya/ Leinefelde- ZukunftsWerkStadt Projesi ......................... 42
3.2.1.2. Fransa/ Paris- Bois Le Prêtre Binası ............................................ 48
3.2.2. Latin Amerika Ülkelerinden Örnekler ............................................. 53
3.2.2.1. Şili/ Iquique- Quinta Monroy Projesi ............................................ 53
3.2.3. Ortadoğu ve Afrika Ülkelerinden Örnekler ..................................... 58
3.2.3.1. Lübnan/ Abbasiyeh- Tyre Balıkçı Kooparatifi Projesi .................. 58
3.2.3.2. Hindistan/ Pune- Çoğalan Konut Projesi ...................................... 64
3.2.4. Türkiye’den Örnekler......................................................................... 69
3.2.4.1. İstanbul- Sulukule Alternatif Projesi.............................................. 69

4. TOKİ TOPLU KONUT UYGULAMALARININ KULLANICI


KATILIMI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ........................ 78
4.1. TOKİ’NİN KURULUŞU, GELİŞİMİ VE KONUT ÜRETİM
POLİTİKALARI .................................................................................................. 78
4.2. TOKİ'NİN KONUT UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ .. 81
4.2.1. Kent ve Çevre Politikaları Bağlamında Değerlendirilmesi ............. 83
4.2.2. Mimari Tasarım Bağlamında Değerlendirilmesi ............................. 87
4.2.3. Kullanıcı ve Konut İlişkileri Bağlamında Değerlendirilmesi .......... 88
4.3. TOKİ İSTANBUL BEZİRGANBAHÇE ALTGELİR GRUBU KONUT
PROJESİNİN KONU BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ ................ 94
4.3.1. Projenin Gelişim Sürecinin ve Kullanıcıların Tanımlanması ......... 94
4.3.2. Projenin Genel Özelliklerinin Değerlendirilmesi ............................. 97
4.3.3. Projenin Kullanıcı Memnuniyeti Açısından Değerlendirilmesi .... 101

5. SONUÇ .......................................................................................... 104

KAYNAKÇA ....................................................................................... 109


ÖZGEÇMİŞ ......................................................................................... 115

iv
DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT ÜRETİMİNDE BİR YÖNTEM OLARAK
MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”

ÖZET

Mimarlık, insanlık tarihi boyunca var olan bir eylemdir. İnsanlığın mekanla kurduğu
ilişkinin tarihsel süreç içerisindeki değişimi ile birlikte mimarlık eylemi de
kavramsal olarak farklı anlamlar kazanmış; kavramsal olarak yaşanan bu değişim
eylemin sürdürülüş biçimine de yansımıştır.
İnsanın mekânla kurduğu ilişki, kapitalizme kadar bireysel ve toplumsal ihtiyaçlar
doğrultusunda şekillenmiştir. Kapitalizm ile birlikte, mekânın tanımlanmasında bir
değişim yaşanmış, “mimarlık” ve “mimar” kavramları da köklü bir değişime
uğramıştır. Bu değişimle birlikte mimarlık, insan ve toplum ihtiyaçlarını gözeten
konumunu yitirmiştir.
Mimarlıkta yaşanan bu değişimlere karşı olarak 1960’lı yıllarda ortaya çıkan mimari
tasarımda “kullanıcı katılımı” yaklaşımı; dünyanın çeşitli ülkelerinde hem kuram
hem de uygulama alanında sürdürülmeye devam etmektedir. Mimari tasarımda
“kullanıcı katılımı”, kullanıcının yapılı çevrenin tasarım ve üretim sürecine ilk
aşamalardan itibaren dâhil olması şeklinde tanımlanmaktadır.
Dünyanın farklı ülkelerinde sanayileşmeye bağlı yaşanan hızlı kentleşme olgusu
sonucu ciddi oranlarda konut sorunu yaşanmakta, dünyanın farklı coğrafyalarında
sağlıklı ve yeterli barınma koşullarına sahip olmayan milyarlarca insan yaşamaktadır.
Batı ülkelerinde sanayileşme ile birlikte kırdan kente büyük bir nüfus akışı yaşanmış;
2. Dünya Savaşının yıkıcı etkilerinin bu nüfus akışı ile birleşmesi sonucunda
kentlerde yüksek oranlarda konut açığı oluşmuştur. Birçok Batı ülkesinde bu duruma
yönelik olarak geliştirilen çözüm, dar gelirliler için çok sayıda sosyal konutun
üretilmesi olmuştur. Ancak standart ve niteliksiz kütlelerden oluşan bu tür konutların
üretimi, yarattığı çeşitli sosyal, çevresel ve kültürel sorunlar nedeniyle birçok ülkede
son bulmuştur.
Batı ülkelerine göre sanayileşmenin daha geç gerçekleştiği Türkiye’de ise
kentlerdeki hızlı nüfus artışına bağlı olarak özellikle dar gelirlilerin yaşadığı konut
sorununa ilişkin sağlıklı bir konut politikası üretilememiş; devlet, kendiliğinde
gelişen enformel konut üretimi ve gecekondulaşma karşısında sessiz kalmıştır.
“Gecekondu” olgusu özellikle 1980 sonrasında gelişen politikalarla “sorun” olarak
tanımlanmış, imar afları, iskân izinleri ve kentsel dönüşüm uygulamalarıyla bu
“soruna” çözüm üretilmek istenmiştir. Bu çözümler bir dönem Batı’da uygulanıp
sonra vazgeçilen konut üretim biçimi ile farklılıklar içerse de, yapılı çevre ve

v
kullanıcılar açısından yarattığı sonuçların Batı’dakinden farklı olmadığı
düşünülmektedir.
Farklı coğrafyalarda, dar gelirlilerin yaşadığı konut sorununun çözümüne yönelik
olarak, mimari tasarımda “kullanıcı katılımı” yaklaşımının uygulandığı örnekler
incelendiğinde; gerek sağlıklı ve nitelikli konut alanlarının oluşumu, gerekse
insanların yaşadıkları çevreyi sahiplenmeleri anlamında mimari tasarımda “kullanıcı
katılımı” yaklaşımı ile olumlu sonuçlara ulaşıldığı görülmüştür.
Türkiye’de dar gelirlilerin barınma ihtiyaçlarını karşılayacak konut üretmek ve
uygulamak üzere kurulan T.C. Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) amaçlananın aksine
dar gelirlilerin konut sorununa çözüm getiremediği bilinmektedir. Günümüzde TOKİ
konutları, kullanıcı ihtiyaçlarını gözetmemesi başta olmak üzere birçok açıdan
eleştirilmektedir. Dünya genelindeki olumlu örnekler göz önüne alındığında, TOKİ
konutlarının tasarımında “kullanıcı katılımı” yaklaşımının benimsenmesi ile dar
gelirliler için daha iyi konut alanlarının üretilebileceği savunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mimari tasarım, mekan, kullanıcı katılımı, konut, kentsel


dönüşüm, TOKİ

vi
“USER PARTICIPATION” IN ARCHITECTURAL DESIGN AS A METHOD
OF HOUSING PRODUCTION FOR LOWER INCOME GROUPS

SUMMARY

The architecture existed throughout the history of humanity. The theory of


architecture had different meanings with the evolution of the relationship between
humanity and space throughout its historical process and these different meanings
had been caused to different architectural practice.
The relationship between the humanity and space had been shaped with the
individual and social necessities until the capitalism. The defining of space had been
started to change with capitalism. Therefore, the meanings of “architecture” and
“architect” had been changed radically. Due to this change, the architecture had lost
its position that care about individual and social necessities of humanity.
In 1960’s, “user participation” in architectural design had risen opposite of the
changed meaning of the architectural theory and practice on the different countries
all around the world. This approach is identified as allowing the users to participate
the decisions on the design process of their built environment.
It is clear that the housing problem had been increased with the urbanization due to
industrialization and caused unhealthy living conditions especially for the poor and
lower income groups in several countries all around the world. Particularly, after the
damages of the Second World War, millions of poor and lower income people had
been alone with a huge housing problem. Governments of the European countries
had tried to solve this problem with developing “the social housing system”. But this
solution had many disadvantages; they had produced lots of standard and low quality
housing blocks and the users had been dissatisfied with their houses because of the
bad environmental and social conditions. So, this housing system had to be left by
the time on the European countries.
Despite Turkey had a late industrialization period, the housing problem had been
occurred with the growing population due to urbanization. But the governments had
behaved weakly to develop the right solutions about this housing problem.
Governments in Turkey generally had chosen to watch the growing informal housing
sector which is called “Gecekondu”. After the 1980’s political period, “Gecekondu”
had been defined as a “problem” and the government had developed different
methods like zoning permits and slum clearance for solving this problem. These
methods have been resulted in the same environmental and social problems as
European countries.

vii
It has been seen on the examples that the users might have healthy and qualified
living conditions appropriate to their building environment with “user participation”
in architectural design process.
TOKİ had been established for developing the social housing and providing the cost-
effective houses to the lower income groups. But this goal of TOKİ never had been
come true. Nowadays TOKİ is criticized too much for this failure story and
unqualified housing systems that make the users unsatisfied. It is argued that if the
user participation methods are practiced in the design of TOKİ houses, it would be
possible to produce more qualified houses and healthy built environment for the
lower income groups.
Key Words: Architectural design, space, user participation, housing, slum clearance,
TOKİ

viii
ÇİZELGE LİSTESİ

ÇİZELGE 4.1- TOKİ Türkiye geneli konut uygulamaları dağılımı


ÇİZELGE 4.2- TOKİ İstanbul konut uygulamaları dağılımı

ix
ŞEKİL LİSTESİ

ŞEKİL 2.1- Geleneksel tasarım sürecinde aktörler arasındaki ilişki (Day, 2003)
ŞEKİL 2.2- Sherry Arnstein’ın “katılım merdiveni” formülü (Till, 2005)
ŞEKİL 2.3- Katılımcı tasarım sürecinde aktörler arasındaki ilişkiler (Day, 2003)
ŞEKİL 2.4- 1972 yılında Missouri-Saint Lois Pruitt-Igoe kamu konutlarının yıkımı-
ABD
ŞEKİL 3.1- 1960’lı yıllarda South Wales bölgesinde inşa edilmiş bir sosyal konut
olan Cwmbran Kulesi- İngiltere
ŞEKİL 3.2- 1952 yılında tamamlanan Unité d'Habitation yerleşkesi Le Corbusier
tarafından tasarlanmıştır. Marsilya, Fransa
ŞEKİL 3.3- Günümüzde hala kullanılmakta olan HLM blokları- Saint Denis, Paris
ŞEKİL 3.4- Almanya’nın Bremen bölgesinde 1961 yılında inşa edilen Ernst May’in
Großsiedlung projesi
ŞEKİL 3.5- Brezilya’da favela, Hindistan’da kaccha olarak adlandırılan enformel
konut yerleşimleri
ŞEKİL 3.6- Mimar Kemalettin’in tasarladığı Harikzedegan (Tayyare) Apartmanları-
Laleli, İstanbul
ŞEKİL 3.7- İstanbul 1 Mayıs Mahallesi gecekondu yerleşimi
ŞEKİL 3.8- İstanbul, Halkalı Avrupa Konutları
ŞEKİL 3.9- Leinefelde kentinin dönüşümden önceki durumu
ŞEKİL 3.10- Proje için hazırlanan Master Plan
ŞEKİL 3.11- Düzenli olarak çıkarılan bölge gazetesi
ŞEKİL 3.12- Kent sakinleri ile gerçekleştirilen çalışmalar
ŞEKİL 3.13- Leinefelde kentinin dönüşümden önceki ve dönüşümden sonraki
durumu
ŞEKİL 3.14- Stormstrasse konutlarının eski ve yeni halleri
ŞEKİL 3.15- Lessingstrasse konutlarının eski ve yeni halleri
ŞEKİL 3.16- Einsteinstreet’te bulunan konut bloğunun eski ve yeni halleri
ŞEKİL 3.17- Yapının ilk yapılan hali ve yenilemeden sonraki durumu
ŞEKİL 3.18- Yapının dönüşümden sonraki hali
ŞEKİL 3.19- Genişleme şeması
ŞEKİL 3.20- Dönüşüm öncesi ve sonrası daire içlerinden görünüş
ŞEKİL 3.21- Dönüşüm öncesi ve sonrası bina girişi

x
ŞEKİL 3.22- Bölgenin dönüşüm öncesi durumu
ŞEKİL 3.23- Bölge sakinleri ile gerçekleştirilen atölye çalışmaları
ŞEKİL 3.24- Kat planları
ŞEKİL 3.25- Konutların yapım aşaması
ŞEKİL 3.26- Kişiselleştirilmiş konut cepheleri
ŞEKİL 3.27- Kişiselleştirilmiş konut iç mekânları
ŞEKİL 3.28- Vaziyet planı
ŞEKİL 3.29- Blok yerleşim şeması
ŞEKİL 3.30- Projenin genel görünümü
ŞEKİL 3.31- Dış cephe görüntüsü
ŞEKİL 3.32- İç avlu görüntüsü
ŞEKİL 3.33 Sirkülasyon alanları
ŞEKİL 3.34- Netaji Nagar Mahallesi genel görünüşü
ŞEKİL 3.35- Kaccha ve Pucaslarda barınma koşulları
ŞEKİL 3.36- Mahalleli ile yürütülen atölye çalışmaları ve tasarım ofisi
ŞEKİL 3.37- Sırasıyla A, B ve C konut tipleri
ŞEKİL 3.38- Bir araya getirilmiş konutlar (sıralanış CACBCA şeklindedir)
ŞEKİL 3.39- Konutlar birçok açıdan kişiselleştirilebilmektedir.
ŞEKİL 3.40- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” öncesindeki durum
ŞEKİL 3.41- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” kapsamında 2009 yılında
yapılan yıkımlar sonrası durum
ŞEKİL 3.42- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” kapsamında uygulanan proje
ŞEKİL 3.43- Sulukule Alternatif Projesi Kapsamında mahalleli ile yapılan atölye
çalışmaları
ŞEKİL 3.44- Sulukule Alternatif Projesi kapsamında tasarlanan sosyal konut tipleri
ŞEKİL 3.45- Sulukule Alternatif Projesi kapsamında tasarlanan sosyal donatı alanları
ŞEKİL 4.1- Kayabaşı Toplu Konut Alanı- Küçükçekmece, İstanbul
ŞEKİL 4.2- Kayabaşı Toplu Konut Alanı’ndan genel görünüş- Küçükçekmece,
İstanbul
ŞEKİL 4.3- Kayabaşı’nda inşa edilen “Kayacity” konut projesi ve “Merkez
Kayaşehir” Alışveriş Merkezi projesi- Küçükçekmece, İstanbul
ŞEKİL 4.4- “TOKİ’nin Bursa Kentine Tokadı” başlıklı fotoğraf yarışmasında ikinci
olan fotoğraf- Gürsel Egemen Ergin
ŞEKİL 4.5- TOKİ Ankara Sincan ve Malatya Beydağı Altgelir Grubu Konutları
ŞEKİL 4.6- TOKİ Halkalı Toplu Konutları C2 Tipi Normal Kat Planı
ŞEKİL 4.7- TOKİ Trabzon Akçaabat Toplu Konutları C Tipi Normal Kat Planı
ŞEKİL 4.8- TOKİ Rize Hemşin ve Samsun Çarşamba “Sosyal” Konutları

xi
ŞEKİL 4.9- TOKİ Yeni Ilısu Yerleşkesinden genel görünüm- Mardin
ŞEKİL 4.10- TOKİ konutlarında hakim olan tasarım sürecinde kullanıcının konumu
(mimarın konumu bilinmemektedir.)
ŞEKİL 4.11- Ayazma’nın Kentsel Dönüşüm bölgesi ilan edildikten sonraki
görünümü
ŞEKİL 4.12- Ayazma’da gerçekleştirilen yıkımlardan sonra bölgede yaptıkları
barakalarda yaşamaya çalışan Kasım Aydın ve ailesi
ŞEKİL 4.13- Ayazma’da gerçekleştirilen yıkımlarla evlerinden olan ailelerin
Küçükçekmece Belediyesi önünde yaptıkları eylem
ŞEKİL 4.14- TOKİ Bezirganbahçe Konutları standart kat planı
ŞEKİL 4.15- TOKİ Bezirganbahçe Konutları vaziyet planı
ŞEKİL 4.16- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarından genel görünüm
ŞEKİL 4.17- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarında bina cephelerinden koparak düşen
sıvalar
ŞEKİL 4.18- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarında bodrum katlarında oluşan rutubet

xii
KISALTMALAR

TOKİ : T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi


ABD : Amerika Birleşik Devletleri
SAR : Foundation for Architects Research
BM : Birleşmiş Milletler
UNHABITAT : Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Birimi
HBM : Habitations a bon marché (Ucuz Konutlar)
HLM : Habitations a loyer modéré (Ucuz Kiralık Konutlar)
SDI : Slum/ Shuck Dweller International
TUİK : Türkiye İstatistik Kurumu
SSK : Sosyal Sigortalar Kurumu
UNESCO : United Nations Educational, Scientific and Cultural
Organization
JNNURM : Jawaharlal Nehru National Urban Renewal Mission
BSUP : Basic Services for Urban Poor
SPARC : The Society for the Promotion of Area Resource Centres

xiii
1. GİRİŞ

1.1. ÇALIŞMANIN KAPSAMI

Çalışma, “mimarlık” kavramının tanımlanması ve tarihsel süreç içerisinde kazandığı


farklı anlamların irdelenmesi ile başlamakta; toplumsal değişimlerin, insanın mekan
ile ilişkisinde ve dolayısıyla mimarlık üzerinde yarattığı sonuçlara odaklanmaktadır.
Mimarlık kavramının değişimine paralel olarak, mimari tasarım sürecinde yer alan
aktörler sorgulanmaktadır.

Yapılı çevrenin üretiminde, insan ve toplum odaklı bir yaklaşımın tesis edilebilmesi
için mimari tasarımda “kullanıcı katılımı” yaklaşımının önemi; kavramın
tanımlanması ve tarihsel gelişim sürecinin aktarılması ile birlikte vurgulanmaktadır.

Mekan kavramının toplumsal değişimlerle birlikte yeniden tanımlanması, dünya


genelinde dar gelirlilerin yaşadığı konut sorunu ile ilişkilendirilerek; bu soruna
yönelik geliştirilen konut politikaları hem dünya ülkeleri hem de Türkiye özelinde
değerlendirilmektedir.

Dünya genelinden proje örnekleri ile, mimari tasarım sürecinde “kullanıcı katılımı”
yönteminin, dar gelirliler için konut üretiminde nasıl ele alındığı ve nasıl sonuçlar
doğurduğu aktarılmaktadır.

Türkiye’de dar gelirlilerin konut sorununa yönelik bir çözüm olarak sunulan TOKİ
konutları; genel olarak kent ve çevre politikaları, mimari tasarım, kullanıcı ve konut
ilişkileri bağlamında tartışılmaktadır. Bu tartışmalar ekseninde TOKİ Bezirganbahçe
Altgelir grubu konutları incelenmektedir.

Çalışmanın sonucunda, mimari tasarım sürecine “kullanıcı katılımı” yaklaşımının


önemi vurgulanarak, TOKİ konutlarında bu yaklaşımın uygulanabilmesine yönelik
öneriler yapılmaktadır.

1
1.2. ÇALIŞMANIN AMACI

Sosyal bilimci David Harvey’e göre mekân toplumsal ilişkilerden bağımsız değildir
ve ikisi arasındaki etkileşimle değişim gerçekleşir [1]. Bu savdan hareketle,
günümüzde toplumsal ilişkilerin düzenlenişinde belirleyici rolü oynayan
kapitalizmin, mekânın düzenlenişini de biçimlendirdiği tespit edilmektedir. Konut
üretimi de, tasarım sürecinden uygulama ve kullanım sürecine kadar mevcut
kapitalist sistemin bir sonucu olarak, piyasa değeri ve sermayenin talepleri
doğrultusunda şekillenmektedir. Bu şekillenişin bir sonucu olarak da, dünya
genelinde insanların sağlıklı ve yeterli barınma koşullarına erişimi eşit bir biçimde
sağlanamamaktadır.

Dünya genelinde yaygın olan kapitalist mekân politikalarının, Türkiye’de de kendine


özgü yansımaları olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, Türkiye’de uygulanan mekân
politikalarına bağlı olarak gelişen dar gelirlilerin konut sorununun, üretilen
çözümlerle birlikte ele alınarak irdelenmesi ve bu çözümlerle ortaya çıkan yapılı
çevre anlayışının değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışmada ana fikir olarak, dar
gelirlilerin konut sorununu çözmeye yönelik projelerde, mimari tasarım sürecine
“kullanıcı katılımı” yönteminin kullanılmasının, insan, toplum ve çevre yararına
getireceği olanaklar vurgulanmaktadır.

1.3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ

Çalışmada öncelikli olarak mimari tasarım süreci ve kullanıcı katılımı üzerine


üretilmiş düşünce ve kuramlar incelenmiştir. Ardından konut sorunu tarihsel süreç
içerisinde ele alınarak, dünyanın çeşitli ülkelerinde ve Türkiye’de bu soruna ilişkin
üretilmiş çözümler, farklı coğrafyalara özgü konut üretim politikaları ile birlikte
irdelenmiştir. Mimari tasarım sürecinde kullanıcı katılımı yönteminin dar gelirliler
için konut üretimindeki uygulamalar, Dünya ülkelerinden ve Türkiye’den örneklerle
incelenmiştir. Türkiye’de dar gelirliler için konut üretiminde son yıllarda oldukça
etkili bir kurum olan TOKİ ve bu idarenin uygulamaları, konu bağlamında önemli bir
örnek teşkil etmektedir. TOKİ hakkında verilecek genel bilgilerin ardından ortaya
koyduğu uygulamalar ve bu uygulamalara dair eleştiriler değerlendirilmiştir. Proje
gelişim süreci, kullanıcı profili ve kullanım verileri açısından konu bağlamında
önemli bir örnek olarak görülen TOKİ Bezirganbahçe Sosyal Konut Projesi,

2
Türkiye’de dar gelirliler için üretilen konut projelerinde kullanıcının konumunun
nasıl ele alındığı sorusu üzerinden incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda, Türkiye’de
dar gelirliler için üretilen konut projelerinde kullanıcı katılımının sağlanmasının
önemi, incelenen süreçler ve örnekler üzerinden değerlendirilmiştir.

Çalışmada literatür araştırmaları ve örnek proje incelemeleri; konu ile ilgili kitaplar,
tezler, makaleler, internet başvuruları, gazete kupürleri vb. kaynaklardan
yararlanılarak yapılmıştır. Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerde, ülkenin en yoğun
nüfuslu şehri olan ve kentleşme sorunlarının en görünür oranda yaşandığı İstanbul’a
odaklanılmıştır.

3
2. MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”
YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ

2.1. MİMARİ TASARIM SÜRECİNİN TANIMLANMASI

2.1.1. “Mimarlık” Kavramının İrdelenmesi

Mimarlığın bir eylem olarak insanlık tarihi kadar eskiye dayandığı bilinmektedir.
Temelinde, insan tarafından gerçekleştirilen ve yapılı çevreyi şekillendirme eylemi
olarak tanımlanabilecek mimarlığa, kavramsal olarak ise tarih boyunca farklı
anlamlar yüklenmiştir.

Mimarlığın kelime kökenine bakıldığında; İngilizce architecture kelimesinin, Eski


Yunanca’da kökeninin architectonicé kelimesinden geldiği görülmektedir.
Architectonicé, techné ve architecton kelimelerinden oluşan bir birleşik kelimedir.
Techné kelimesi, Antik Yunan’da genel olarak teknoloji anlamında kullanılmaktadır.
Ancak Heidegger’e göre techné bir bilme biçimidir [2]. Architecton kelimesi ise,
arché (köken, ilke, öncelik) ve tecton (zanaatçı) kelimelerinden oluşan bir birleşik
kelimedir. Karatani’ye göre Antik Yunan’da mimarlık, teknolojiye dair temel bir
bilgi ve ustalık ile yapılan bir eylem olarak görülmektedir [3].

Türkçe’de kullanılan mimarlık kelimesinin kökeni ise Arapça’daki umr eyleminden


gelmektedir. Umr eylemi, Arapça’da bina yapma yolu ile geliştirmek,
zenginleştirmektir [4]. Bu tanımlamadan yola çıkıldığında mimarlığın, gelişmeyi ve
ilerlemeyi sağlayan bir eylem olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak mimarlığın
eylem olarak ortak bir anlama karşılık geldiği düşünülse de, kavramsal olarak
yüklenen anlamlar oldukça farklılık gösterebilmektedir. Bunun sonucunda mimarlığa
yüklenen anlamlar farklılaştıkça eylemin kendisi de farklılaşmaktadır.

Hem mimarlık eyleminin kendisi, hem de mimarlığa yüklenen anlamlar insanlığın


ortak pratiğinden doğmaktadır. Dolayısıyla mimarlık, insanlık tarihinden ve bu tarih
boyunca değişen toplumsal ilişkilerden bağımsız düşünülemez. Bu nedenle,
mimarlığa yüklenen çeşitli anlamları ve bu anlamların zaman içerisindeki değişimini
insanlık tarihinin farklı evreleri ile birlikte ele almak gerekmektedir. Bu çalışmada

4
mimarlık, insanlığın evriminin üç temel aşaması olarak ilkel göçebe toplum, feodal
toplum ve kapitalist topluma göre konumlandırılacaktır.

İlkel göçebe toplumlarda yaşamsal kaygılarla oluşturulan mağara, kulübe gibi


mekânlar aslında mimarinin de başlangıcını oluşturmaktadır. Mağara mimarisi
oldukça kendiliğindenken, kulübe ve çadır mimarisinde artık biçim- işlev pratiği
oluşmuş, bu portatif yapıların coğrafi ve iklimsel koşullara göre çeşitlendiği
görülmüştür. Bu dönemde mimarlık salt bir eylem olarak sürmekte, herhangi bir
kavramsallaştırma çabası ise bulunmamaktadır.

İlkel göçebe toplumdan tarıma dayalı feodal topluma geçiş ile birlikte ise; göçebe bir
yaşam yerine, tarımsal üretim kaynaklı olarak toprağa bağlı bir yaşam biçiminin
gelişmesi sonucu mimarlık eylemi köklü bir değişikliğe uğramıştır [5].

Feodal toplumda, gündelik yaşamda gerçekleşen mimarlık eyleminin, ilkel göçebe


toplumda olduğu gibi, herkesin kendi evinin mimarı olması ile sürdürüldüğü
bilinmektedir [6]. Bu dönemde mimarlık ürünü olarak nitelendirilebilecek ilk yapılar
ise tapınaklardır. Eski Mısır’da devasa tapınaklar ve mezarlar ölüye sonsuz bir yaşam
verme inancı ile inşa edilmektedir. Eski Mısırlılar için yaşadıkları evler ise geçici bir
barınaktan ibarettir; bu nedenle tapınaklar taştan, evler ise topraktan yapılmaktadır.
Antik Yunan’da da anıtsal yapılar yine taştan yapılırken, sütun- kiriş sistemi ile daha
estetik bir anlatım sağlanmıştır. Buradaki tapınaklar genel özellikleriyle; tanrıya
adanmış, iç mekânları pek düşünülmemiş, devasa heykelsi formlardan oluşan
yapılardır [7].

Bu dönemde mimarlığın bir kavram olarak tanımlanmasına dair ilk veriler ise M.Ö.
1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius’a aittir. Mimarlık Hakkında On
Kitap- De architectura libri decem isimli bir kitap yazan Vitruvius’a göre başarılı bir
mimarlık için firmitas (sağlamlık), utilitas (kullanışlılık), venustas (güzellik)
etmenleri gereklidir.

Mimarlık eyleminin gerçekleşmesinde, özellikle feodal topluma geçişten itibaren,


politik ve dini gücü elinde tutanların büyük etkisi olmuştur. Bunun nedeni, büyük
yapı faaliyetlerinin ekonomik kaynağının buralardan gelmesidir. Bu durum Eski
Mısır, Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu gibi mimarlık tarihinde önemli yer tutan
uygarlıkların da mimarlığının gelişiminde belirleyici bir faktördür. Kuban’a [6] göre
bu faktör nedeniyle tarihte uzun bir dönem boyunca mimarlık eylemi, anıtsal

5
mimarinin sınırları dışına çıkamamış, tapınak, saray gibi anıtsal yapılar dışında kalan
yapılar zanaatkârlar ve yapı ustaları aracılığıyla yapılmaya devam etmiştir.

Tarıma dayalı feodal toplum yapısı içerisinde mimarlık eyleminin ve mimarlık


ürününün bir kırılma yaşamaya başlaması ilk olarak Batı’da “Rönesans” olarak
adlandırılan dönemin başlaması ile birlikte olmuştur.

Batı sanatı ve kültüründe 1300’lerden 1600’lere uzanan gelişim dönemini tanımlayan


Rönesans, kelime anlamıyla yeniden doğuş demektir. Rönesans akımı, toplumsal,
dinsel ve politik boyutlarda insan ilişkilerine yönelik sorunların ruhani yetkililerin
referanslarına değil mantık ve deney sonucu elde edilen gözlemlere dayalı olarak
yanıtlandığı genel, felsefi bir akımdır ve ana konusu Antik Yunan ve Roma
araştırmalarıdır.

Rönesans’ta sanatçılar, antik dünyanın sanatını aşma yolunda geliştirdikleri


yenilikler, fikirler ve bireysel yeteneklerle el işçileri ve zanaatkârlardan daha farklı
bir konuma yükselmişlerdir. Rönesans, sanat sanat içindir sloganını öne çıkarmakta
ve bu dönemde sanatçı, ortaçağın adsızlığından kurtulmuş olup tanınmaktadır [8].

Rönesans’ın tüm bu açılımları, mimarlığın rasyonel tasarım ilkeleri, simetri ve oran


vurguları ile yeniden yorumlanmasına neden olmuştur. Vitruvius’un başarılı bir
mimarlık için öne sürdüğü firmitas (sağlamlık), utilitas (kullanışlılık), venustas
(güzellik) kriterleri, Rönesans’ta comodita (kullanışlılık), perpetuita (süreklililk-
kalıcılık), belezza (güzellik) sıralaması ile benimsenmiştir.

Rönesans ile mimarlığın yapı ustalığı ve zanaatkârlıktan ayrışarak ayrı bir uzmanlık
alanı haline gelmesi söz konusudur ancak bu durum, mimari eylemin
belirleyicilerinin yine politik ve dini gücü elinde tutanlar olduğu gerçeğini
değiştirmemektedir. Little’ın [8] da belirttiği gibi, Leonardo Da Vinci gibi birinin
yapıtlarının arkasında bile, İtalya’nın, Fransa’nın işgali tehlikesine karşı birleşmesini
ve Roma’yı yeniden bir iktidar merkezi olarak kurmayı uman, ardı ardına gelmiş
papalar ve önemli patronların politik hırsları yatmaktadır.

Rönesans’ın özellikle bilim ve sanat alanında yarattığı bu değişimler, sanayinin


doğuşu ve kapitalist topluma geçiş için de bir zemin hazırlamıştır. Rasyonel aklın
gelişiminin önünü açan Rönesans, buna bağlı olarak toplumsal yapıdaki değişimi de
başlatan bir dönüm noktası olmuştur.

6
Kapitalist toplumda, üretim ilişkileri ve toplumsal iş bölümünün değişimi ile birlikte
mimarlık eyleminin gerçekleştiği “mekan” da köklü olarak değişmiş; toprağa bağlı
bir yaşamın yerini sanayiye bağlı bir yaşama bırakması sonucu, mekansal olarak
yaşamın merkezi de kırdan kente kaymıştır. Kapitalizmin getirdiği bu mekansal
değişim ile toplumsal yapı da ekonomik ve sosyal olarak köklü bir değişim
yaşamıştır.

Kapitalizm ile birlikte mekan kavramında yaşanan değişimi Şengül [9] şöyle
aktarmaktadır:

“(...) kapitalizm için mekanın somut kullanım değeri değil, değişim değeri önemlidir.
Bu nedenle ne mekanın tarihsel üretim ve kullanımı, ne de temsil ettiği sosyal
değerlerin tek başına önemi vardır. Bunlar ancak söz konusu mekanın değişim
değerine katkıda bulundukları sürece önemlidir. Birbirinden çok farklı tarihsellikleri
olan iki mekan, kapitalizm açısından, pazarda alınıp satılan soyut birer parsel ya da
binadan başka bir şey değildir.”
Toplumsal yapıda ve mekan kavramında yaşanan bu değişim, hem mimarlık
kavramının tanımlanışını hem de mimarlık eyleminin sürdürülüş biçimini büyük
ölçüde değiştirmiştir. Vitruvius’tan itibaren kullanışlılık, sağlamlık, güzellik
kullanıma dair kriterlerle sürdürülen mimarlık eylemi; mekanın “kullanım değeri”
yerine “değişim değeri”nin ön plana çıkması sonucu bambaşka kriterlerle sürdürülür
hale gelmiştir.

Kapitalizm ile birlikte “modern mimarlık” olarak adlandırılmaya başlanan mimarlık


anlayışının temel özelliği, teknolojinin olanaklarının sınırsızca kullanılmasıdır. Daha
çok Batı Uygarlığı’nın bir ürünü olarak görülen “modern mimarlık”ın bir diğer
özelliği ise geçmişin yansımalarını tamamen reddetmesidir.

Türkçe’de çağdaş kelimesi ile eşanlamlı olan modern kelimesi, bir şeyin yeni ve
güncel- çağa uygun olduğunu anlatmak için kullanılmaktadır. Bir düşünce akımı
olarak modernite ile akımın sanatta ve kültürdeki yansıması olarak modernizm
kavramları, kapitalizmle birlikte oluşmuş kavramlardır. Modernizm, Harvey [10]
tarafından 1940’lı yıllardan sonra oluşan ve kentle var olan bir kavram olarak
nitelendirilmektedir. Harvey’e göre kapitalist toplumda üretim yoğunluğunun
tarımdan sanayiye kayması ile birlikte, tarımın merkezi olan kırdan sanayinin
merkezi olan kente doğru artan bir göç dalgası yaşanmıştır ve patlama yaşayan kent
nüfusunun teknolojik, organizasyonel, sosyolojik ve politik sorunlarıyla başa

7
çıkmanın yegâne yolu modernist mimari olarak tanımlanan mimarlık anlayışı
olmuştur.

Heynen’e [11] göre modernleşme süreci temel olarak iki ayak üzerinde durmaktadır:
Birincisi üretim sürecinin teknolojik olanaklarla geliştirilmesi, ikincisi ise toplumun
bürokratik örgütlenmesidir. Bu durumun dayandığı temel ilkeler ise akılcılık,
anonimlik ve toplumsal ilişkilerdeki soyutlanmadır. Şimdiki zamana özel bir önem
atfeden modernite için şimdi, geçmişten farklıdır ve aynı zamanda geleceğe doğru
giden yolu göstermektedir.

Ojalvo’nun [12] aktarımıyla, Heidegger’in Building, Dwelling, Thinking metninde


geçen, insanın bütünsel bir çevrede mesken tutması anlayışı, modern mimarlık
başlığı altında ele alınabilecek birçok mimarlık anlayışı ile örtüşmektedir. Bu
mimarlık anlayışlarına göre, modern dünyada kaybedilmekte olan bütünselliği
yeniden inşa etmek mimarlığın temel görevidir.

Modernist mimarlığın temsilcilerinden sayılan Le Corbusier ve ondan ilham alan tüm


mimarlık anlayışları, eskinin köhne ve karmaşık düzenini yıkarak yerine yeni bir
düzen kurmayı anlatmaktadır. Bu yeni düzen, Heidegger’in mesken tutma
söyleminden farklı olarak, yere bağlı olmayan, insanların evrensel ihtiyaçlarına
cevap veren ve dünyanın her yerinde uygulanabilir bir düzen olmalıdır [12]. Le
Corbusier’e göre, insanlar aynı organizmaya sahip oldukları için aynı ihtiyaçlara
sahiptirler ve bu ihtiyaçlara verilecek cevaplar da aynı olmalıdır.

Modernist mimarinin bir diğer önemli ismi olan Adolf Loos’a göre ise modernizm,
kişinin yaşam deneyiminden, gelenekten kopmasını desteklemektedir ve bu yüzden
modern mimari de kişisel deneyimlerin çeşitliliği ile uyumlu bir dil kurmalıdır.

Modernizm, II. Dünya savaşı sonrası politik ve ekonomik istikrarın sağlanması için
önemli bir araç olarak görülmüştür. Yaşanan çok boyutlu yıkıma kapitalizm içinde
bulunan çözümler olan inşaat işinin sanayileşmesi, büyük ölçekli kent planlamaları,
ulaşımın gelişmesi için büyük yatırımlar ve benzerleri aslında modernizm söylemi ile
hayata geçirilmiş ve kapitalist krize çare olmuşlardır [10].

Modernizmin büyüsüne kendini olduğu gibi kaptırmak yerine sürece eleştirel bir
gözle bakmayı başarmış mimarlardan Ernst Bloch’a göre modern mimari,
burjuvaziyi temsil eden ve buna dair bir ütopya kurgulayan, özünde kapitalizmi
yücelten bir mimaridir. Toplumsal koşulları göz önünde bulundurmadan ilerleyen bu

8
mimarinin saflık söylemi yanılsamadan ibarettir ve sonuçta hayal gücü yoksunluğuna
dair bir bahaneye dönüşmektedir. Benzer bir şekilde Manfredo Tafuri’nin de
savunusu, modern mimarinin kapitalizmden ayrı düşünülemeyeceği ve gelişimini
kapitalizmin parametreleri içerisinde sürdürdüğüdür [11].

20. yüzyılın ortalarından itibaren, modernizme ve modernist mimarlığa dair bu tür


eleştiriler yoğunlaşmaya başlamıştır. Paris’te, Vietnam Savaşına karşı
üniversitelerden yükselen protestolarla başlayıp tüm dünyaya bir sistem karşıtlığı
olarak yayılan 1968 hareketi, modernizmin, kapitalizm ve emperyalizmle kaynaşarak
bilimden sanata hayatın pek çok alanında kurduğu otoriteye karşı bir isyandır ve bu
nedenle de Harvey 1968 hareketinin postmodernizmin öncülü olduğunu
düşünmektedir [10].

Postmodernizm, yeni bir tarihsel evre olmaktan çok, modernizmin sorgulanmasıyla


birlikte onun içinde gerçekleşen bir olgudur ve diğer tüm akımlarda olduğu gibi,
toplumsal pratiklerin bir yansımasıdır. Postmodernizm, modernizmin sürekli olarak
bir üst teori ve üst dil kurma telaşından farklı olarak ayrıntıların üzerinde durmakta
ve çeşitliliği önemseyerek genel itibariyle olumlu bir etki yaratmaktadır [10].

Bu dönemde Adolf Loos’un mimariyi süsten arındırma çabaları ve belli bir dönem
mimariye hâkim olan less is more (az çoktur) söylemine karşıt olarak Robert Venturi
less is bore (az sıkıcıdır) söylemini ortaya atmıştır. Modernizmin, işlevi olabildiği
kadar öne çıkararak yapıyı minimize etme isteğine, postmodernizm ile yapının
insalara mesaj vermesi, işlev dışındaki öğelerin geri çağırılması söylemi ile karşı
çıkılmaktadır. Buradaki önemli nokta, işlevselliğin ya da süslemenin salt kendi
barındırdığı anlamların dışında yaşanır şeyler olduğudur.

Zizek’e [13] göre modern mimaride, gereksiz süslemelerden kurtulmak isteyip


sadece işlevlerini yerine getirmek isteyen modernist binalar, bildirdikleri işlevleri
tam olarak yerine getirmeden sonlanmaktadır. Modernizme karşı serbestleşen bir
mimarlık yaratan postmodernizmde ise geçmiş sonsuz bir şimdi içinde yinelenmekte
ve işleve dair herhangi bir söz söyleme gereği duyulmamaktadır.

20. yüzyıla gelindiğinde, modern ve postmodern mimarlık üzerine bu tartışmalar


sürerken bir yandan da yeni bir toplumsal dönüşüm şekillenmekte, mimarlık
kavramına yeniden farklı anlamlar yüklenmesi söz konusu olmaktadır.

9
20. yüzyılın sonlarında ortaya atılan “küreselleşme” söylemi ile, dünya ekonomisinin
politik, sosyal ve mekansal olarak yeniden yapılandırılması hedeflenmiş; 1999 yılı
Dünya Bankası Raporlarında, küresel ekonomiye başarılı bir entegrasyon için temel
politika olarak “yarışmacı küresel kentler” yaratılması önerilmiştir. Bu küresel
ölçekte yarışmacı kentlerin temel özellikleri ise büyük ölçekli altyapı projelerinin
teşviki ve yabancı yatırımcılara garanti verilmesi ve kentin yeni imajlarının
muhtemel yatırımcılara ve tüm dünyaya satılmasıdır [14].

Günümüzde de hala devam eden bu söylem, mimarlık kavramının tanımında ve


sürdürülüş biçiminde yeniden bir değişime yol açmıştır. Dünya genelinde birçok
kapitalist ülke, küresel ekonomiye entegre olabilmek için kentlerini “yarışmacı
küresel kent” ya da “marka kent” statüsüne eriştirecek yatırımlara hız vermişlerdir.
Bu yatırımlar arasında, kentlerde sembol haline gelecek binaların inşa edilmesi,
önceliği oluşturmaktadır. Bu inşa faaliyetinin postodernizmin “biçimci” yaklaşımı ile
birleşmesi sonucunda da kentlerin, kapitalizmin tek simgesi olan “para”nın sembolü
haline gelecek “high-tech” yapılarla donatılması, mimarlığın birincil görevi haline
gelmiştir.

2.1.2. Mimari Tasarım Sürecinin Aktörlerinin İrdelenmesi

Roth’a göre mimarlık yalnızca bir barınak ya da koruyucu bir şemsiye değil, aynı
zamanda insan etkinliğinin, özleminin fiziksel kaydı ve temsilidir [15]. Bu anlamda,
toplumun birebir yansıması olarak nitelendirilebilecek olan mimarlık eylemi, içinde
doğrudan ya da dolaylı olarak birçok aktör bulundurmaktadır. Mimari tasarım
sürecinde zamana ve toplumsal yapıya bağlı olarak sürekli değişen ya da yeniden
tanımlanan bu aktörler temel olarak mimarlar, yatırımcılar, yöneticiler ve
kullanıcılardır. Yapılı çevrede gerçekleşen her değişim ya da dönüşüme bu aktörler
varlık kazandırmaktadır.

Geleneksel olarak tanımlanan tasarım sürecinde, mimarın sadece yatırımcı ya da


müşteri ile kurduğu ilişki sonucu tasarım şekillenmektedir. Bu ilişkide, müşteri
mimara isteklerini belirtmekte, mimar bu istekler doğrultusunda tasarımı
şekillendirme sürecinde yine müşteriye ve bazen de farklı meslek gruplarından
uzmanlara danışmakta, kullanıcı sürece sadece sonuç ürünü ile iletişim kurarak dahil
olabilmektedir (Şekil 2.1).

10
ŞEKİL 2.1- Geleneksel tasarım sürecinde aktörler arasındaki ilişki (Day, 2003)

Yatırımcı ya da müşterinin aynı zamanda kullanıcı olması durumunda, kullanıcı da


süreç içerisinde tanımlı bir aktör olarak belirmekte ve tasarım süreci kullanıcı ihtiyaç
ve beklentilerine göre sağlıklı bir biçimde işleyebilmektedir. Ancak özellikle büyük
projelerde olduğu gibi kullanıcının tanımlı olmadığı durumlarda ya da kullanıcı ile
birebir iletişimin kurulamadığı/ kurulmadığı projelerde, kullanıcının ihtiyaç ve
beklentilerinin karşılanması yalnızca mimarın inisiyatifine kalmaktadır. Bu durumda
mimarın mimarlık pratiğine nasıl baktığı, tasarlanan yapının kullanıcı ile ilişkisini
belirlemektedir. Dolayısıyla belirleyici bir aktör olarak mimarın, tasarım sürecindeki
rolünün tarihsel olarak nasıl şekillendiğinin irdelenmesi önemlidir.

Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında, Rönesans’a kadar mimar, kuramcıdan öte


teknik bilgi sahibi bir insandır. Rönesans’tan sonra özelikle Batı’da bir akademisyen
olan mimarın rolü, sanayileşme ile beraber yeniden bir değişim geçirmiş; mimar bir
uzman, mimarlık ise bir meslek haline gelmiştir. Ancak, sanayileşmenin en önemli
özelliği olan teknolojik yenilikler ve makineleşme, yapım sürecini tamamen
farklılaştırmıştır. Teknolojinin gelişimi ile birlikte yapı tekniğindeki yenilikler
mühendisliği öne çıkarmış, mimarların yeni sanayi toplumu ile ilk etapta çatışma
yaşamasına neden olmuştur [6].

Ancak bu çatışma kısa sürede sona ermiş ve modernite ile birlikte mimarlar arasında
öznel bir mimarlık isteği hâkim olmaya başlamıştır. Modernist mimarlar artık insanın
bütün ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını bilen, bunun için en ideal

11
biçimleri bulduğuna inanan uzmanlardır ve kendilerini ideal konut, ideal şehir ve tüm
bunların sonucunda ideal insan yaratmaya adamışlardır [16].

Bumin’e göre bu dönemde ütopist mimarlar her ne kadar iktidar için değil de toplum
için çizdiğini savunsalar da, mimarın kendisi mimar-demiurgos olarak iktidara
yerleşmektedir [16]. Demiurgos, Platon’un üzerinde yaşamakta olduğumuz fiziki
dünyayı kuran, yapan, ortaya çıkartan bir etkinliğin sahibini anlatmak için kullandığı
bir terimdir [17]. Mimar kendini, ironik bir biçimde, bir nevi tanrı olarak
görmektedir ve kendine toplum mimarlığı rolü biçen, toplumu şekillendirme arzusu
içine giren despotlar gibi mimar da kendini toplumun mimarı olarak görmeye
başlayarak despotlaşmaktadırlar [16].

Modern mimarların, mimarlık aracılığıyla dünyayı değiştirme idealleri kendi içinde


iyi niyetli bir çabadır ancak bu ideal, pratikte farklı işlemiş; mimarlıktaki
örgütlenmenin gücünü anlayan Nazi Almanya’sı gibi totaliter ve faşist devletler,
modern düşünceyi ve bazı mimarları, kendi güçlerini pekiştirmek için
kullanmışlardır. Standart insan kavramını ideal olarak yüceleştirmiş ve ideal
kavramına uymayanların yaşam hakkını ellerinden almaya kadar gitmişlerdir [18].

Modernist mimarların mimariye dair bu otoriter yaklaşımları postmodernizmle


birlikte ise farklı bir yöne evrilmiştir. Postmodernizm ile birlikte mimarlıkta akımlar
ve üsluplar kaybolmaya başlamış, postmodern mimar da sadece biçimlere yönelmeye
ve toplumsal gerçekliklerle herhangi bir bağ kurma gereği duymamaya başlamıştır
[19]. Yırtıcı’ya göre postmodern mimarlık; farklılıkların vurgulanması, gündelik
yaşamın göstergelerinin mimari biçime yansıması, kentin farklı kültürel ve sosyal
grupların bir araya geldiği bir mozaik gibi algılanması gibi söylemleri öne
çıkarmıştır ve esasen bu yaklaşım da, kapitalizmin yeni biçiminin, tüketim
toplumunun bir yansımasıdır. Günümüzde mimarlık, çağdaş tüketim kalıpları içinde
üretilen ve tüketilen bir nesnedir; mimari biçimler, herhangi bir bağlama ait olmadan
üretilir ve çabucak tüketilirler [20].

20. yüzyılın sonlarından itibaren hâkim olmaya başlayan ve kapitalizmin yeni bir
aşaması olarak nitelendirilen [21] küreselleşme süreci ile ortaya çıkan küresel
kentlerde, “prestij” yapılarının inşasının hız kazanması sonucu, bu prestij yapılarını
tasarlayan prestijli mimarlar, starchitectler ortaya çıkmıştır. Çağdaş mimarlık
eleştirmenleri tarafından [22] Bilbao efekti ya da wow faktörü olarak tanımlanan bu
tür prestij projelerini tasarlayan Norman Foster, Daniel Libeskind, Zaha Hadid, Rem

12
Koolas, Frank Gehry gibi starchitectler, günümüz mimarlığının rol modelleri
arasında sayılmaktadırlar.

21. yüzyıl başında mimarlığın en itibarlı ‘sanat’ olduğunu ve bir yandan da tabiat
karşısında tarihinin en meydan okuyucu, en yıkıcı dönemini yaşadığını aktaran Artun
[23] ise, bu dönemde mimarın güncel konumunu şöyle açıklamaktadır:

“Küresel metropoller arası rekabette mimarlığın gücü biliniyor. Bu gücü


değerlendirerek sivrilen bir avuç startect, ağır sanayinin tasfiye edildiği post-
Fordizm döneminin çılgınlığı haline gelen kentsel dönüşümün büyücüleri oldu.
Hangi kente, hangi yapıya dokunsalar onu bir küresel çekim merkezi haline
getiriyorlar. Dubai gibi, yurttaşı olmayan; salt paraya, lükse ve gösteriye dönüşmüş
hiper-kentler örgütlüyorlar. Tuttukları altın oluyor: Neredeyse bütün işlevlerinden
arınmış ve belli başlı yararı spekülatif emlak piyasasını tırmandırmak olan yapılar
tasarlayarak inanılmaz değerler yaratıyorlar. Mahallelilerin uzun yıllardır barındıkları
yerlerinden sürüldüğü rant savaşlarında enkazları altına çeviriyorlar.”
Geçmişten bugüne mimari tasarım sürecindeki rolü içinde aslında ütopik fikirler
üreterek bu fikirlerin peşinden koşan mimar; toplumsal hafızayı şekillendirip
muhafaza ederken, bireylerin ve toplulukların özlem ve arzularına somut biçim
vermeye çabalamaktadır. Ancak bu etkinlik içerisinde mimarın özgürce üretimde
bulunabildiği de söylenememektedir; yapıya son şeklini veren aslında müteahhitler,
yatırımcılar ve nihayetinde devlet aygıtıdır [24].

Mimari tasarım sürecinde yer alan aktörler arasında, eylemi doğrudan icra etmesi
sebebiyle öne çıkan mimarın, kendisini bu süreç içerisinde nasıl konumlandırdığı da,
sonuç olarak ortaya çıkan yapıyı etkilemektedir. Mimarın tarih boyunca kendisine
biçtiği ya da kendisine biçilen; dün mimar-demiurgos, bugün ise startect rolleri,
mimarlığın insan için insan tarafından icra edilen bir eylem olduğu düşüncesine
oldukça ters düşmekte ve sürecin çoğu zaman belirleyici aktörleri olan yöneticilerin
ve yatırımcıların kullanıcıyı devre dışı bırakma eğilimlerini hayata geçirmelerine
yardımcı olmaktadır. Bu rolleri benimseyen mimarların tasarladıkları ve
uyguladıkları yapıların, insana ve çevreye olan katkısı geçmişte olduğu gibi bugün de
sorgulanmaktadır.

2.2. MİMARİ TASARIMDA “KULLANICI KATILIMI”

2.2.1. “Katılım” Kavramının Tanımlanması

“Katılım” sözcüğü Türkçe’de, bir süreç ya da bir durum içinde istençli ve eylemli
olarak bir işi üstlenmek ya da bir olayda etkin olmak şeklinde tanımlanmıştır.

13
Katılım sözcüğü yerine, katılma eylemini anlatan Arapça kökenli iştirak sözcüğü de
kullanılmaktadır. İngilizce’de katılım, participation sözcüğü ile karşılanmaktadır.

Katılım kavramı aslında demokrasi fikri ile iç içe gelişen bir kavram olarak
karşımıza çıkmakta ve kökeni Eski Yunan’a kadar uzanmaktadır. Katılım kavramının
kullanımı Platon’un Devlet adlı eserinde, toplumsal karar alma mekanizmalarına
halkın katılımı fikri ile görülmektedir [25].

Bir yönetim biçimi olarak demokrasiye dair, birbirinden farklı kuramlar ve


uygulamalar bulunmaktadır. Tarih boyunca sadece eşit oy hakkından, temsili
sistemlere kadar birçok uygulama karşımıza çıkmaktadır. Bu kuram ve
uygulamalardan biri olan katılımcı demokrasi, halkın karar alma mekanizmalarında
mümkün olduğu kadar etkin olmasını amaçlamakta ve bu amaca uygun araçlar
geliştirmektedir. Katılımcı demokrasi, sadece bir yönetim biçimi olarak
görülmemeli, sosyal hayatın birçok alanına da nüfuz etmelidir.

Sadece siyasette değil, hayatın birçok alanında katılım ve katılımcılık, bir süreç
olarak tariflenmektedir. Katılımcı süreçler, katılımcının sadece sürecin içerisinde yer
almasından bütün sürece hâkim olmasına kadar bir çok aşamada gerçekleşmektedir.

Katılımcı süreçlerin işletilmesi, aslında katılımcı demokrasinin hayata geçmesi


demektir. Katılımcı demokrasi pratikte tartışmaların yüz yüze yapılması, kararların
yapılan toplantılarda birlikte alınmasını gerektirir [26].

Sherry Arnstein’ın ortaya koyduğu “katılım merdiveni” formülü, katılımcı süreçlerin


hiyerarşik olarak dizilişlerini ifade etmektedir. Bu merdivene göre manipülasyon en
alt basamakta, teskin etme ortada, yurttaş kontrolü ise en üstte yer almaktadır (Şekil
2.2).

14
ŞEKİL 2.2- Sherry Arnstein’ın “katılım merdiveni” formülü (Till, 2005)

Katılım aşamalarını, tam katılım ve kısmi katılım olarak iki ana başlıkta tanımlayan
Till’e göre tam katılım, karar alma sürecinde yer alan her bireyin, bu kararların
alınmasında eşit güce sahip olmasıdır. Kısmi katılım ise, kararların nasıl alınacağına
dair eşit gücün olmaması, sürecin tümüne dair bütünlüklü kararın tek bir güç
tarafından verilmesidir [27].

Sanoff’a göre katılımcılık süreçlerinde önemli olan, katılımcının alınan kararlarda


kendisinin de etkili olduğunu hissetmesidir. Ayrıca katılımın yerel düzeylerden
başlayarak gerçekleştirilmesi katılım bilincinin daha kolay şekillenmesini
sağlamaktadır [27].

Katılımcılık ilkesinin sağlıklı bir biçimde hayata geçebilmesi için öncelikle


katılımcılık bilincinin toplum içerisinde yükseltilmesi ve yöneticiler tarafından bu
ilkenin bir iş ya da görevden ziyade hizmet olarak görülmesi gerekmektedir [28].

Ancak Till’e göre günümüzde katılımcılığın boyutunu güç ilişkileri belirlemektedir.


Bugün katılımcılık, demokrasinin olmazsa olmazı olarak görülmektedir ancak
katılımcılık ilkesi, sistemin kendisini sürdürmesine hizmet ediyorsa kabul
edilebilirdir. Tam tersine katılımcılık, olması gerektiği gibi, değişim ve dönüşümü
hedefliyorsa kabul edilebilir değildir [25].

15
Demokrasinin eksik tanımlandığı ya da yanlış yorumlandığı durumlarda ise katılım
olgusu ya hiç söz konusu edilmemekte ya da kısmi katılım gibi aşamalarla özüne
aykırı hale getirilmektedir. Özellikle Batı ülkelerinde birçok devlet programında yer
alan katılımcılık ilkesi, bugün itibari ile verilen kararlara “onay alma
mekanizmasına” dönüştürüldüğü için eleştirilmektedir.

2.2.2. Mimari Tasarımda “Kullanıcı Katılımı” Yaklaşımının Tarihsel


Süreç İçerisindeki Gelişimi

Katılımcılık kavramının geçmişinin düşünsel olarak Eski Yunan’a kadar uzandığı


bilinmektedir. Katılım fikrinin yönetsel süreçler anlamında tarihte bazı örneklerine
rastlansa da, planlama ve tasarım alanında kentlinin sürece katılımı ilk kez
1870’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), yerel yönetimlerin teşvikleri ile
görülmektedir. Bu yıllarda ABD’de yeni kurulan ve mevcutta var olan kentlerin
planlamalarına dair kentlinin görüş bildirmesi istenmiştir. Planlama ve tasarıma
kentlilerin katılımı fikrinin daha sonraki yıllarda Avrupa da da uygulanmaya
başladığı görülmektedir. İngiltere’de 1960’ların başında Londra Kent Konseyi
(London County Council), hazırladığı Büyük Londra Nazım Planı’nı kentlilere
sunarak görüş ve önerilerini almayı hedeflemiştir.

Kullanıcı katılımının kavram olarak literatürde yerini alışı ise yine 1960’lı yıllarda
Hollanda’daki çalışmalarla olmuştur. Kavram, söz sahibi olmak anlamına gelen
inspraak, seçim ve katılım hakkı anlamına gelen zeggenschap tanımlamaları ile
kullanılmaktadır. İngilizce’de ise birebir kullanıcı katılımı anlamına gelen user
participation terimi kullanılmaktadır [29].

1960’lı yıllarda özellikle Avrupa’da Paris merkezli gelişen öğrenci hareketleri; barış,
özgürlük, eşitlik temelli söylemleri ile birlikte katılımcı yaklaşımların hayatın her
alanı için daha çok tartışılır hale gelmesine zemin hazırlamıştır. Bu dönemde,
modernizm ve modern mekân anlayışı sorgulanmakta, bu anlayışlar kullanıcının
yalnızca fiziksel gereksinimlerini karşılama üzerine kurulu bir planlama ve
mimarlığa yol açtığı için eleştirilmektedir. Mimarın uzmanlığı katılımcılık sürecini
kendi inisiyatifi ile yürütmesine neden olduğu için, 1960’lı yıllardan itibaren
mimarlar ve kent plancıları, bu uzmanlıklarını ve otoritelerini reddetmeye
başlamışlardır.

16
1961 yılında Hollandalı mimar Nicholas Habraken tarafından geliştirilen Support:
An alternative to mass housing adlı çalışma, tasarımda kullanıcı katılımı alanında
çığır açmıştır. Habraken bu çalışmasında, kullanıcıların yaşam alanlarını bireysel
ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmesine olanak veren bir strüktür önererek daha
sonra tasarımda kullanıcı katılımı alanında gerçekleştirilen birçok projeye ve
çalışmaya ilham vermiştir.

1970’li yıllara gelindiğinde ise, katılım düşüncesinin mimarlık alanındaki


kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Ancak bu yıllar bir kavram değişikliğini de
beraberinde getirmektedir. Almanya’da başlayıp İskandinavya’ya sıçrayan bu yeni
yaklaşım ile hem sözcüğün kendisinde hem de içerdiği anlamda bir değişikliğe
gidilerek, birlikte karar verme anlamına gelen mitbestimmung kavramı kullanılmaya
başlanmıştır [30].

Tasarımın farklı boyutlarında kullanıcı katılımına dair çalışmalar arttıkça, katılım


yöntemlerine dair dünyanın farklı coğrafyalarında farklı kavramlar üretilmiştir.
Savunucu planlama (advocacy planning), halk için planlama (community planning),
aşağıdan yukarıya planlama (bottom- up planning), imece planlama (self-planning)
bu kavramların başlıcaları arasındadır.

Yine 1970’li yıllarda, özellikle Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası üretilen sosyal
konut alanlarında yaşanılan problemlerin ardından, mimari tasarım sürecine kullanıcı
katılımının önemi daha iyi anlaşılmıştır. Özellikle sosyal konut projelerinde katılımın
bir tercih değil bir ihtiyaç olduğu görülmüştür. Sosyal konut projelerindeki en önemli
problemin, orta sınıfa mensup bir uzman olarak mimarın, bir işçinin ya da yoksulun
yaşam biçimine ve ihtiyaçlarına yabancı olmasından kaynaklandığı tespit edilerek,
kullanıcı katılımının bu boşluğu kapatacak bir köprü işlevi göreceği öne sürülmüştür
[31].

1977 yılında Büyük Londra Meclisi (Greater London Council) üyesi mimarlar
Nabeel Hanmdi ve Nicholas Wilkinson, Primary Support Structure and Housing
Assembly Kit (PSSHAK) isimli çalışmalarıyla, konut alanlarının potansiyel/ gelecek
kullanıcılarına konutlarının planlarını kendilerinin yapmasına olanak tanıyan bir
proje ortaya koymuşlardır.

Aynı yıllarda Manchester Konferansı, Open House ve Foundation for Architects


Research (SAR) yayınları ile katılımcı yaklaşımlar akademik alanlarda ele alınıp

17
teorik veriler ve yöntemler ortaya çıkarılmıştır. 1990’lı yıllarda ise Birleşmiş
Milletler (BM) Konferanslarında ortaya çıkan The Agenda 21 bildirisi, Participatory
Design Conference gibi çalışmalar sonucu İsveç, Norveç ve Danimarka gibi ülkeler
başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde mimari tasarım, planlama ve kent
yönetimi gibi alanlarda kullanıcı katılımı yaklaşımı yasalaştırılmış ve halk katılıma
teşvik edilmiştir [29]. Amerika kıtasında ve Uzakdoğu’da da oldukça etkili olan
kullanıcı katılımı yaklaşımı ile bugüne kadar birçok proje gerçekleştirilmiştir.

Katılım süreçlerinin işletilmesi aşamasında kullanılan çok sayıda yöntem


bulunmaktadır. Örneğin Sanoff’a göre etkili bir katılım programı hazırlarken
hedefler belirlemek ve insanların katılımının en çok hangi aşamalarda gerektiğini
doğru tespit edebilmek gerekmektedir. Bu aşamada kritik olan, doğru yöntemler
kullanarak doğru sonuçlara ulaşmaktır. Bu alanda kullanılabilecek teknikler: topluluk
araştırmaları, inceleme komisyonları, danışma kurulları, iş ekipleri, mahalle ve
topluluk buluşmaları, açık oturumlar, kamu bilgilendirme toplantıları, interaktif TV
yayınları vb. olarak sayılabilmektedir [25].

Friedmann’a göre, bir “mimarlık nesnesinin” varlık sebebi her halükarda sakini
(kullanıcıyı) tatmin etmek, ona “hizmet” vermektir, ancak günümüzde sakin ile inşa
eden aynı kişi olmadığı için, inşa edilen yapılar genellikle sakinlerini tatmin
etmemektedirler. Bu problemi çözmek için, sakinin kendi ihtiyaç programını
oluşturabileceği basit bir gösterim biçimi üretilmelidir. Örneğin Friedmann’ın
tekniğinde; mekân ihtiyaçları düğmelerle ifade edilir, sakinlerden bu düğmeleri
iplerle birbirine bağlaması ve her düğmeye özelliğini belirten bir etiket yapıştırması
istenir. Birbirine bağlı düğmelerin ortaya çıkardığı bu “birleşik ve etiketli şema”,
sakinin mimara açıklama yapmasını gerektirmeyecek kadar açık bir biçimde ihtiyaç
programını ortaya koymaktadır [32].

Till ise, katılımcılık süreçlerinde gerçek anlamıyla dönüştürücü bir sonuç alabilmek
için insanların arasındaki gündelik sohbetleri mimari katılım süreçlerine
uygunlaştırmayı önerir. Katılımcıyı sürece “…olursa ne olur?” sorusu ile katıp,
ardından cevabı hikâye anlatma tekniği ile geliştirmek sonucunda iki şey ortaya
çıkmaktadır: Birincisi bu soru ile hikâyeler yaşam deneyiminin dışında vücut
bulabilmekte ve gerçeklikle karşılaşabilmektedir. İkincisi ise bu soru hikâyelerin
düşlenmesine ve yeni mekânsal vizyonların oluşmasına izin vermektedir. Bu
durumda mimarın rolü, hikâye anlatımlarındaki mekân çıkarsamalarını anlamak ve

18
ifade etmek olmalıdır. Bu rol de, hem belli bir bilgi birikimi hem de hayal gücü
gerektirmektedir [27].

2.2.3. Mimari Tasarımda “Kullanıcı Katılımı” Yaklaşımının


Değerlendirilmesi

Geleneksel tasarım sürecinde mimar hem gözlemci, hem analizci, hem de karar
verici olurken aslında çok büyük bir yükümlülük almaktadır. Kullanıcının aynı
zamanda yatırımcı olduğu durumda mimar doğrudan kullanıcı ile ilişkiye geçerek
ihtiyaçları doğrultusunda sağlıklı bir programlama yapabilmektedir. Ancak
kullanıcının belli olmadığı ya da genel bir kullanıcının söz konusu olduğu projelerde
mimar olası kullanıcının ihtiyaçlarını belirleyip yatırımcıyı ya da yetkilileri bu
ihtiyaçlar doğrultusunda yönlendirmekle baş başa kalmaktadır.

Harvey’e [1] göre ihtiyaç göreceli bir kavramdır. İnsan ihtiyaçlarının sabit olduğunu
söylemek doğru değildir, çünkü ihtiyaç içinde yaşanılan zamana ve topluma göre
değişiklik göstermektedir. Dolayısıyla insan ihtiyaçlarını belirleyip buna uygun
çözümler üretmek yükümlülüğünün tek başına mimarın sorumluluğu olarak
görülmesi, sağlıklı ve nitelikli yaşam çevreleri üretmek noktasında zorluklar
doğurmaktadır.

Katılımcı yaklaşımlar, bir taraftan kamusal kaynakların paylaşılmasında demokratik


değerlerin korunmasını sağlarken, diğer taraftan kentlinin yaşadığı çevrenin
sorunlarını benimseyerek yaşam kalitesinin yükseltilmesi için çabalamasını
beraberinde getirmektedir [33]. Kent yaşamını paylaşan bireyler, yaşadıkları
çevreleri değiştirebildikleri ve kişiselleştirebildikleri düzeyde o yere bağlanmakta ve
güven duymaktadırlar. Tasarım sürecine katılımın halkı davet eden yöntem ve
yaklaşımları, yerel politikaların üretilmesinde ve fiziksel çevrenin değişiminde
kentlinin gücünü göstermekte ve yaşadığı yeri sahiplenmesini sağlamaktadır [34].

Mimari tasarım sürecinde de, ürünün oluşturulması, kullanıcı ihtiyaçları


doğrultusunda başlamakta, tasarımcının yorumu ile sonlanmaktadır. Katılımcı
tasarım süreçlerinde aktörler arasında tanımlanması gereken ilişki Şekil 2.3’te
gösterilmiştir. Kullanıcının tasarım sürecinde aktif rol alması ile tasarım süreci
demokratik kılınarak karşılıklı yarar sağlanmaktadır [29].

19
ŞEKİL 2.3- Katılımcı tasarım sürecinde aktörler arasındaki ilişkiler (Day, 2003)

Sanoff’a [25] göre katılımcı tasarım, insanlar için yaratılan ve yönetilen çevrenin
değişimini zorlamak için bir tutumdur. Bugün katılımcı tasarım süreci, kent
planlamasından endüstri alanlarına ve bilgi teknolojilerine kadar kullanılan bir
süreçtir. Bu süreçte mimarın rolü, topluluğun çevrelerinin durumu hakkında karar
alma kabiliyetine ulaşmasını kolay anlaşılır bir süreçle sağlamaktır.

Mimar, uzman olarak, fiziksel çevreyi biçimlendirebilecek teknik bilgiye sahiptir.


Katılımcı mimarlıkta ise mimar, tüm projelendirme süreci ele alındığında otorite
konumunda değildir. Ancak bu süreci oluşturan bileşenlerden biri olabilir ve
kullanıcıları daha iyi bir çevreye kavuşmaları konusunda isteklendirebilir [26].

Till’e [27] göre ana akım mimarlık anlayışı katılımı belirgin bir açıklaması
olmaksızın inkâr etmektedir. Bunun nedeni olarak ise katılımcılığın, kuralcı mimari
değerleri tehdit etmesini koymaktadır. Ancak bu tehdit bir kez tanımlandığında, onun
üstesinden gelmek ve katılımcılığın mimarlığa meydan okuma anlamına gelmediğini,
sadece yeniden formüle etme fırsatı verdiğini anlamak mümkündür.

Mimarlığın bugün yaşadığı krizin en büyük nedeni, mimarın sakin/ kullanıcı ile
iletişim kurmak konusunda zorluk yaşamasıdır. Uzman olarak mimar, sakinin ihtiyaç
ve isteklerini zaten bildiği inancı ile adeta bir “hakem” gibi davranır. Mimar sakin ile
iletişim kurmaya çalışmaz; tek yaptığı şey, ona nasıl yaşaması gerektiğini
göstermektir [32].

Mimarın insanın tüm ihtiyaçlarını bilen ve bu ihtiyaçları karşılamaya dönük


çözümler üreten bir otorite olarak görülmesi sadece geleneksel tasarım sürecinde

20
mimara biçilmiş bir rol olarak görülmemelidir. Mimarın kendisi de zaman içerisinde
bu rolü benimsemiş ve belli bir zamana kadar da sorgulamaktan imtina etmiştir.
Ancak Tekeli’ye göre, toplumun yaşantısını etkileyebilecek alanların tasarımı
konusunda bir tasarımcının özgürlük ya da iktidar talebi, gelişmiş tasarım becerileri
ve estetik yargılarının varlığı gibi ölçülmesi zor soyut kavramlar üzerinden
meşrulaştırılmamalıdır [35].

Uzmanlığı tanımlayan şey, bir konuda uzman olan kişinin o konuda özelleşmiş bir
bilgiye sahip olmasıdır. Mimar da bir uzman olarak özelleşmiş bir bilgiye sahiptir ve
bu bilgiyi özelleşmiş bir terminoloji ile ifade etmektedir. Bunun sonucu olarak da
günlük hayattan ve günlük ihtiyaçlardan uzaklaşabileceği bilinmektedir. Mimarda
normal olana karşı belki de çok bilinçli olmayan bir tepki mevcuttur. Bu tepki ile hep
özel olanı ortaya koymaya çalışmaktadır. Katılımcılık ise, bu özel olanla normal olan
arasındaki uçurumu ortaya çıkarmaktadır. Mimarın katılımcılığı bir tehdit olarak
algılamasının bir nedeni de budur; mimar katılımcılıktan korkmaktadır çünkü
uzmanlığının kendisini özel kıldığını düşünmekte ve katılımcılıkla özel olmayı
yitireceğini sanmaktadır [27].

Ancak mimarın ait olmadığı bir kültürün ya da sınıfın üyeleri için yapı tasarladığı
durumlarda her zaman bir risk vardır. Bu riske örnek olarak 1952-1955 tarihli,
Missouri-Saint Lois Pruitt-Igoe kamu konutunun tasarımı gösterilebilir. Bu konutlar
uzun apartman bloklar içindeki sakinlerine, kamusal alanları ve salonları görme
olanağı vermemektedir; bu nedenle bir süre sonra soygun olayları iyice artmıştır.
Sonunda bu konutların oturulamayacak kadar tehlikeli olduğuna karar veren kent
meclisi 1972’de konutların büyük kısmını yıktırmıştır (Şekil 2.4) [15].

ŞEKİL 2.4- 1972 yılında Missouri-Saint Lois Pruitt-Igoe kamu konutlarının yıkımı- ABD

21
Habraken’e göre konutlar, insanların paylaştıkları ortak mimari değerleri
yansıtmaktadırlar. İnsanların doğduğu, evlendiği, çocuklarını büyüttüğü ve
yaşlandığı mekân olan konut, bu anlamıyla bir kültürde en geniş anlamıyla paylaşılan
deneyimdir [36]. Kullanıcının bütün bir yaşam deneyimini içeren konutun
tasarımında da, kullanıcının istek ve ihtiyaçlarına karşılık verebilecek bir sonuç
alınabilmesi için katılımcı yöntemlerin uygulanması önemlidir.

Sakinlerinin yaşamak ve çocuklarını büyütmek istemedikleri, komşularından


korktukları, yıkık dökük binalarına içerledikleri, mal sahiplerini suçladıkları çok
fazla yerleşim alanı bulunmaktadır. Ancak bir o kadar da katılımcılık yaklaşımı ile
tasarlanarak ya da yenilenerek bu tutumların tersine çevrildiği yerleşim alanları
vardır. Londra’nın Hackney bölgesindeki Lea View House bunun örneklerinden
biridir. 1980’lerdeki rehabilitasyon öncesinde bu toplu konutlarda yaşayanların
%90’ı buradan taşınmak istemektedir. Mimar- kullanıcı işbirliği ile sosyal ve fiziksel
mahrumiyete sahip bu topluluk, topluluk ruhuna sahip bir yere dönüşmüştür.
Vandalizm, hırsızlık ve saldırganlık yok olmuştur. Kiracıların durumu iyileşmiş,
ortak mekânlarla ilgilenilmeye başlanmış, saygı ve itibar yeniden sağlanmıştır ve
artık insanlar buraya taşınmak istemektedir [37].

Mimari tasarımda kullanıcı katılımı yaklaşımı, bir yandan fiziksel çevreyi


geliştirirken, bir yandan da sosyal bağları güçlendirmeye, suç oranını azaltmaya ve
topluluk bilincini geliştirmeye de olanak vermektedir. Ancak mimari tasarımda
kullanıcı katılımı kavramı, 1960’lı yıllardan beri tartışılmasına ve bazı olumlu
örneklerle dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanmış olmasına rağmen bugün hala
yaygınlaşmış bir yaklaşım değildir. Bu duruma, dünya genelinde uygulanan devlet
politikalarının, 1960’lı yıllarda yaygın olan sosyal devlet yaklaşımından uzaklaşarak
kapitalizmin en vahşi yüzü olarak nitelendirilen neoliberal politikalara kayması
neden olmuştur. Neoliberalizm, özü itibariyle demokrasi kültürünün gelişimini ve
kamu yararını gözetmeyi öncelikleri arasına almamaktadır. Dolayısıyla günümüzde
yapılı çevrenin şekillenişinde de kamu yararından çok, kârı maksimum düzeye
çıkarma anlayışı hâkimdir ve bu anlayışın içerisinde gelişen mimari tasarım
sürecinde kullanıcı katılımı yaklaşımının tam anlamıyla benimsenmesi ve
uygulanması mümkün olmamaktadır.

22
3. KONUT TASARIM SÜRECİNDE KULLANICI KATILIMI

3.1. DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT ÜRETİMİNİN KULLANICI


İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İRDELENMESİ

3.1.1. Dünya Ülkelerindeki Konut Üretim Süreci Örnekleri

Sanayileşmeye bağlı olarak yaşanan kırdan kente göç dalgası, farklı zaman
aralıklarında da olsa dünyanın birçok ülkesinde kentleşme ve konut açığı
sorunlarının yaşanmasına neden olmuştur. Günümüzde de halen konut sorununun
oldukça önemli bir boyutta olduğu, dünya genelinde yaklaşık bir milyar insanın ya
evsiz ya da insanca barınma koşullarından yoksun olduğu bilinmektedir. 1990’lı
yıllarda Dünya Bankası bu soruna dikkat çekerek, kent yoksulluğunun gelecek
yüzyılın en önemli sorunu haline gelebileceği yönünde uyarılarda bulunmuştur.
Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı’nın (UNHABITAT) 2003 yılında
yüze yakın uzmana hazırlattığı ve kent yoksulluğu ile ilgili ilk küresel denetleme
raporu olan “Challenge of Slums” raporuna göre dünyadaki kent nüfusunun en az
yarısı yoksuldur [38].

16. yüzyıldan itibaren yaşanan sanayileşmenin merkezi olan Avrupa ülkelerinde bu


dönemden başlayan ve II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımla had safhaya ulaşan
konut sorunu, o dönemin koşulları içerisinde hızlı ve seri bir biçimde üretilen sosyal
konutlarla çözülmüştür.

Sosyal konut olarak adlandırılan konut tipinde mülkiyet genellikle merkezi/ yerel
yönetime ya da kâr amacı gütmeyen hayır kurumlarına aittir. Sosyal konut
politikaları ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, genellikle dar gelirli vatandaşların bu
konutlarda cüzi kiralarla ikamet etmeleri ya da konutları uygun kredilerle satın
almaları hedeflenmektedir.

Sosyal konutlar hızlı kentleşmenin yol açtığı kötü yaşam koşullarının yarattığı
problemlere yanıt olarak geliştirilmiştir. İlk yanıtlar çoğunlukla hayırseverler ve
işverenler tarafından verilmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından yavaş yavaş
devletlerin süreçteki rolü artmış; devletler için sosyal konut, büyük miktardaki konut

23
açığını gidermek için yüksek yoğunluklu konutları hızlıca inşa etmek anlamına
gelmiştir. 1970’li yıllarda Avrupa ülkelerinde konut açığının giderildiği
düşünülmeye başlandığında birçok devlet sosyal konut yapımına daha az ağırlık
vererek kalite ve satın alınabilirlik konularına yönelmiştir. 20. yüzyılın başlarında
konut açığının geçmişte kalmadığı anlaşılmış, özellikle dar gelirli aileler için yetersiz
konut stoğunun ciddi bir problem olduğu görülmüştür. Bunun sonucunda birçok
hükümet önüne yeni sosyal konut programları koymaya başlamıştır.

İngiltere ve diğer pek çok Avrupa ülkesinde özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası konut
açığını giderme amaçlı kentlerin yeniden planlanması katı yasalarla, alt kentleşme
sınırlandırılarak yüksek yoğunluklu doldurma ya da yenileme ile gerçekleştirilmiştir
[10].

1950’li ve 1960’lı yıllarda desteklenen konut politikalarının belirgin bazı özellikleri


vardır. Birincisi sosyal konut, yönetim sorumluluğundan çok bir yapım işi olarak
görülmektedir. İkincisi, kalite ve çeşitlilik pek önemsenmemekte, ne kadar çok konut
yapıldığıyla ilgilenilmektedir. Üçüncüsü, gelişim perspektifi sadece toplu konutlara
odaklanmıştır; çevre kalitesine, yerel ekonomiye, yerel topluluğa ve rekreasyon
alanlarına çok az önem verilmiştir. Sosyal konut ağırlıklı olarak bürokratik bir
planlama ve yerleşim meselesi olarak görülmüştür. Buradaki genel eğilim ise,
borçlarını ödemekte zorlanan bireysel konut kullanıcısına doğrudan yardım
etmektense, arsanın finansmanı ve sübvansiyonunu sağlamak olmuştur [39].

İngiltere’de council house (sosyal konut), 1900’lü yılların başından beri


desteklenmiştir. 1920’lerin başındaki sosyal konutlar, ülkede elektrik ve su tesisatı,
banyo- tuvalet ve ön/yan bahçeye sahip olan ilk konutlardır. Sosyal konutlarda
kalması uygun görülen kişiler ihtiyaç seviyelerine göre puanlanmakta, bu kişiler
sonrasında mülkler için teklif vermekte ve mülk, teklif verenlerden en yüksek puana
sahip olanın olmaktadır. Ancak, hayal gücünden yoksun bir şekilde tasarlanan bu
evler, katı konut kuralları yüzünden sakinleri tarafından kişiselleştirilmesinin yasak
olması nedeniyle, aile bireyi sayısının artması ya da iş nedeniyle taşınma gibi
durumlarda, insanların ev bulmak konusunda ciddi problemler yaşamalarına da
neden olmuşlardır [40].

İngiltere’de sosyal konut üretimi asıl olarak II. Dünya Savaşı sonrası artmıştır. Savaş
sonrasında, yıkılan evlerin yerine %80’i sosyal konut olmak üzere bir milyondan
fazla konut üretilmiştir. Konut üretimi alanındaki patlama 1950’li yıllarda da devam

24
etmiştir. Ancak bu yıllarda daha çok şehrin içinde sağlıksız ve sıkışık konut
dokusunda yaşayan insanların şehrin çeperinde yeni yapılan yüksek katlı bloklardan
oluşan bölgelere gönderilmesi söz konusudur [41]. Yaşam standartlarını yükseltmek
amacıyla yapılan bu kitlesel gecekondu temizliğinde, tüm Britanya çapında iki
milyon konut yıkılmıştır. Bu yıkımlarla amaçlanan; kalabalık, içerisinde banyo ve
tuvaleti bulunmayan sağlıksız konutlar yerine “göklerdeki daireler” sloganı ile
tuvalet ve mutfağa sahip, yüksek standartlarda konutlar yapılmasıdır. Ancak
amaçlananın aksine üretilen konutlar genellikle çok düşük kalitededirler [42].

İngiltere’de ilk olarak 1950’li yıllarda yapılan yüksek konutların üretimi, 1960’lı
yıllarda zirveye ulaşmıştır (Şekil 3.1). Ancak yüksek konutlar çok kısa sürede
popülerliğini yitirmiştir çünkü bu tür konutlar yoksulların izolasyonuna sebep
olmaktadırlar. Başlangıçta oldukça idealist amaçlara sahip olan bu konut alanları,
1970’li yıllardan itibaren suçun ve çöküntünün merkezi haline gelmişlerdir. 1980’li
yıllarda başlayan yüksek konutları yenileme ve yerlerine yatayda çözümler üretme
projeleri 20 yıl kadar sürmüştür [40].

ŞEKİL 3.1- 1960’lı yıllarda South Wales bölgesinde inşa edilmiş bir sosyal konut olan Cwmbran
Kulesi- İngiltere

25
İngiltere’de 1970’li yılların başında bir yandan da right to buy (satın alma hakkı)
olarak adlandırılan bir uygulama başlatılmıştır; bu uygulama, işçilere içinde
yaşadıkları sosyal konutları indirimle ve belli bir vade ile satın alma hakkı vermiştir.
İki milyondan fazla kiracı bu haktan faydalanıp konut sahibi olmuştur. Ancak bu
uygulama, hem devletin elindeki sosyal konut stoğunu tüketmesi, hem de işçi
sınıfında konut sahibi olmayı yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görerek
tamamen maddiyata dayalı bir hayat tarzını ortaya çıkarması yönleri ile
eleştirilmektedir [41].

1988 yılında kiralama konusundaki devlet denetimi azaltılmış, neredeyse 70 yıllık


kira kontrolü sona erdirilmiştir. 1990’lı yılların ortalarında ise yeni bir konut kredisi
finansmanı sunulmaya başlanmıştır. Buy-to-let olarak adlandırılan bu sistem ile
mevcut sosyal konutların yatırımcılar tarafından yerel yönetimlerden, kiraya
verilmek üzere satın alınmasının önü açılmıştır. Bu şekilde oluşan sektör, kiralık
konut alanındaki özel sektörün üçte biri haline gelmiştir [42].

Devlet denetiminin azalması ile sosyal konutlarda yaşayanlar hızla yoksullar, sosyal
yardımla yaşayanlar ve alkol/uyuşturucu gibi problemleri olanlar olmaya başlamıştır.
Bu arada İngiltere’de mültecilerin ve göçmenlerin oranındaki hızlı artış, sistem
üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaya başlamıştır. Bankacılık sistemindeki çöküş,
kendi evi olanların bile ortalama gelirini etkilemiştir. Mortgage kredileri ile birçok
çalışan insan, kendini uzun vadede bir borç çıkmazının içinde bulmuştur [41].

İngiltere’de konut sorunu konusunda çok fazla görülmeyen bir konu da “evsizler”
dir. İngiltere’de “evsiz” sıfatıyla kayıtlı 75.000’den fazla insan bulunmaktadır.
Ancak bu insanların hepsi sokaklarda uyumamaktadır ama teknik olarak kendilerine
ait bir evleri de yoktur. Bir kısmı kaldıkları evlerin kiralarını ödemedikleri için
evlerinden tahliye edilmiştir, bir kısmı fazlasıyla kalabalık pansiyon ve benzeri
yerlerde yaşamaktadır, bir kısmı da orada burada kalmaktadır [42].

2007 yılında hükümet konut politikalarında ciddi atılımlar yapmış, 2020 yılına kadar
ülke genelinde üç milyon konut yapılması planlanmıştır. Ancak bu politikalar ve
uygulamalar genel olarak özel sektörün geliştirilmesine yöneliktir. Bu dönemden
itibaren konut alanındaki dil de değişmiş, council house (sosyal konut) kavramı
yerine affordable house (karşılanabilir konut) kavramı kullanılmaya başlanmıştır.
Ancak bu politikalarla yaratılan konut balonunun sönmesi çok uzun sürmemiştir.

26
Şehir merkezlerinde ve dönüşüm alanlarında yeni yapılan binlerce konut satılamamış
ve boş olarak beklemektedir [42].

Fransa’da 1894’te çıkarılan Siegfried yasasıyla Habitations a bon marché (HBM-


ucuz konutlar), devlet politikası içinde yer almaktadır. 1950’lerde inşa edilen
Habitations a loyer modéré (HLM- ucuz kiralık konutlar), sosyal konutların öncüsü
niteliğindedir.

Diğer pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da İkinci Dünya Savaşı
sonrası konut açığını kapatmak için devlet bir takım girişimlerde bulunmuş, kısaca
HLM olarak bilinen ucuz konutlardan oluşan yeni uydu kentlerin inşasına girişmiştir.
Devlete ait arazilerde inşaat firmalarına da çeşitli kolaylıklar sağlanarak yüzlerce
apartmandan oluşmuş devasa konut komplekslerinin yapımı sağlanmış, ilk başlarda
dönemin standartlarına göre oldukça yüksek kalitede konutlar üretilmiştir [43]. Le
Corbusier tarafından tasarlanan Unité d'Habitation (Şekil 3.2) yerleşkesi, bugün hala
işleyiş açısından başarılı örnekler arasında sayılmaktadır. Ancak Le Corbusier’nin
işlerini 50’lerde ve erken 60’larda kopyalayan sosyal konut alanındaki otoriteler, bu
projeleri ucuza mal edilecek, yüksek yoğunluklu bloklar için bir model olarak
görmüşler, kötü üretilmiş ve sıradan tasarlanmış projeleri uygulamışlardır [44].

ŞEKİL 3.2- 1952 yılında tamamlanan Unité d'Habitation yerleşkesi Le Corbusier tarafından
tasarlanmıştır. Marsilya, Fransa

Günümüzde HLM konutlarına dair, yaşam standartlarının ülke genelinin çok altında
olması, kullanıcılarının çoğunluğunun toplumdan dışlanmış gruplardan oluşması ve

27
bu konut alanlarının çoğunun yüksek suç oranlarına sahip olması gibi eleştiriler
yapılmaktadır (Şekil 3.3). Bugün artık HLM kısaltması halk arasında sıradan ve
çirkin yüksek katlı konut bloklarını tarif etmek için kullanılmaktadır [45].

ŞEKİL 3.3- Günümüzde hala kullanılmakta olan HLM blokları- Saint Denis, Paris

Zamanla HLM uygulaması ile yapılan dev boyutlu blokların oturanları mutlu
etmediği, burada yaşayan insanların, hızlı trenler, otoyollar, yeşil alanlar vb.
sağlanan bütün sosyal ve teknik altyapı olanaklarına karşın göz ardı edilen insani
çevre ve yaşam koşullarının olmayışından şikâyetçi olduğu anlaşılmıştır. Bunun
sonucunda kimi HML’lerin yıkılması kararlaştırılmış, ilk yıkım 1986’da, Courneu ve
Seine- Saint Denis’de gerçekleştirilmiştir [7].

2005 yılında Paris’te yaşanan ayaklanmalarda insanların bir nevi istiflendiği bu


konut alanlarının çok büyük etkisi olduğunu savunan Parent [46] şöyle demektedir:

“Paris bölgesinde, kent ve banliyöleri arasına çekilen kesin bariyer, banliyölerde


sanayinin bulunmaması, ticaretin çok az olması, merkezle ulaşımın doğru dürüst
kurulamaması ve insanların boş vakitlerini geçirebileceği mekânların yokluğu ile bu
patlamanın esas barutu olmuştur. Kısaca banliyöler, kasvetli konut kutucuklarının en
uç noktaya taşınarak, koğuşlar halinde yığıldığı ve merkezle herhangi bir ortak
yaşam umudunun kalmadığı çöllerdir. Patlamayı ateşleyen de, işte bu toplumsal
etkileşimden uzak tutulmuşluk, bir gettoya kapatılmışlık, açılamaz bir bariyerin içine
hapsedilmişlik hissi oldu.”
Almanya’da sosyal konut uygulaması olarak öne çıkan ilk proje, 1925 yılında Ernest
May tarafından Das Neu Frankfurt adıyla bilinen ve Frankfurt’ta kısa zamanda çok
sayıda konut biriminin inşa edilmesini sağlayan Yeni Frankfurt projesidir. Şehir
etrafına bir halka şeklinde inşa edilen Siedlungen’lerden (yerleşim) oluşan bu

28
projenin en önemli özelliği açık sıra konut tipini yaratmasıdır. Orijinal adı Zeilenbau
olan bu konutlar, hızlı üretim ve ekonomik olma özelliğini sağlamalarının yanı sıra,
temelde her bireyin eşit konuta sahip olmasını amaçlamaktadır (Şekil 3.4). Ancak
1929 ekonomik krizi ve daha sonrasında Hitler dönemi uygulamaları ile birlikte
devlet toplu konut fonlarını kısmış, Siedlungenler’in yapımı da azalarak sona
ermiştir. Sonraki yıllarda bu konutlar, kapitalizmin seri üretim anlayışının bir
yansıması olduğu gerekçesi ile çok fazla eleştirilmiştir [11].

ŞEKİL 3.4- Almanya’nın Bremen bölgesinde 1961 yılında inşa edilen Ernst May’in Großsiedlung
projesi

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da da sosyal konut üretimi hız kazanmıştır.


Almanya’da sosyal konut tedarik eden organizasyonlar dört kategoriye
ayrılmaktadır: belediyelere ait konut şirketleri, kiralık konut sağlayan kooperatifler,
kiliselere ait organizasyonlar ve özel sektör yatırımcıları. Bu dörtlüye son
dönemlerde belediyelere ait konut şirketlerinin özelleştirilmesi ile kurulan, ulusal ve
uluslararası fonları kullanan şirketler de eklenmiştir [39].

Avrupa’da 2012 yılında yaşanmaya başlanan mali krizle birlikte Almanya’da da


sosyal konut üretiminde ciddi bir düşüş yaşanmaktadır. Federal İnşaat
Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada sosyal konutların 2002-2010 yılları arasında üçte
bir oranında azalarak 2 milyon 470 bin seviyesinden 1 milyon 662 bine gerilediği
belirtilmiştir [47].

29
Sosyal konut uygulamaları bakımından örnek ülkelerden biri olan Hollanda’nın
konut politikası herkesin konuta eşit koşullarda erişimini sağlamak ve ayrımcılığı
önlemek şeklindedir. Sociale huurwoningen olarak bilinen kiralık konutların kiraları
devlet denetimi ile düşük tutulmaktadır ve bu konutların yapımını daha çok hayır
kurumları üstlenmektedir. Ülke çapında 490 civarında bu tür hayır kurumu
bulunmaktadır ve bu kurumlar yaklaşık 2.4 milyon konutun yapımını sağlamışlardır.
Hollanda’nın birçok kentinde konut stoğunun yaklaşık %50’sini bu konutlar
oluşturmaktadır [43].

ABD’de 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında devlet dar gelirlilerin konut
standartlarını yükseltmekle ilgilenmeye başlamıştır. 1930’lu yıllarda ilk sosyal konut
projeleri varoşların temizlenmesi yoluyla üretilmiştir; burada izlenen yol yıkılan her
bireysel konut için bir daire yapılmasıdır. Bu yöntem ile sağlık şartları açısından kötü
durumda olan mahaller yok edilerek, yerine çağa uygun standartlara ve altyapıya
sahip konutların üretilmesi amaçlanmıştır. İlk dönem sosyal konutlar çoğunlukla dar
ve orta gelirli beyaz vatandaşlara yönelik ve az katlı biçimde inşa edilmiştir [43].

ABD, Avrupa’dan farklı biçimde, çok daha hızlı ve denetimsiz bir alt kentleşme
yolunu seçmiştir. Bir yandan şehir merkezleri boşaltılarak insanlar şehir merkezi
dışında inşa edilen yeni yaşam alanlarına sürülmüş, bir yandan da eski kent
merkezleri baştan aşağıya yeniden inşa edilmiştir. Kamu kaynakları ile altyapı
çalışmaları sürdürülürken özel müteahhitlerin talepleri de yerine getirilmiştir [10].

ABD’de uygulanan kent ve konut politikalarını eleştiren Jacobs [48], bu alanda


yapılanları şöyle tariflemektedir:

“(…) neler inşa ettiğimize bir bakalım. Sözde yerini aldıkları gecekondu
mahallelerinden daha beter suç, vahşet ve genel sosyal umutsuzluk yuvaları haline
gelen sosyal konut projeleri. Tam anlamıyla yavanlık ve tekdüzelik kuyuları olan,
şehir hayatının neşesini ya da canlılığını asla içeri sızdırmayan, orta gelirlilere
yönelik konut projeleri. Manasızlığını sönük bir kabalıkla azaltan, daha doğrusu
azaltmaya çalışan lüks konut projeleri…”
Günümüzde ABD, birinci dünya ülkeleri arasında konut sorununun en hissedilir
oranda yaşandığı yerlerden biridir. Davis’in [49] aktarımıyla Los Angeles, birinci
dünyanın evsizler başkentidir. Los Angeles’ta yaklaşık 100.000 evsiz insan
yaşamaktadır; bu sayıya şehrin merkezindeki sokaklarda yaşayan veya park ve
otoyol çevresindeki arazilerde kaçak yaşayan ve sayıları her geçen gün artan aileler
de dâhildir.

30
Avrupa’da yaygın olan sosyal konut politikaları Hong Kong, Singapur, Çin gibi
Asya ülkelerinde ise istisnadan ibarettir. Bu ülkelerde yoksul kentlilerin üçte biri,
kent çekirdeği içinde veya merkeze yakın, genelde birçok ailenin bir arada barındığı
eski kiralık evlerde yaşamaktadır. Burada istisna olarak yalnızca Çin, çok sayıda
sağlıklı toplu konut üretmeyi başarmıştır [49]. Çin’de devlet sosyal konutları çeşitli
şekilde desteklemektedir; halka daha fazla ucuz konut sağlanması için 2015 yılına
kadar 36 milyon konutun yapılması hedeflenmektedir. Çin’de ayrıca yeni,
terkedilmiş ve eski konutları ucuz fiyatlarla kiralama sistemi (Lian Zu Fang) gibi
uygulamalar da mevcuttur. Ancak uzmanlara göre yoğun inşa faaliyetine rağmen
Çin’de halen ciddi oranda konut açığı bulunmaktadır [43].

Latin Amerika’da yaygın olan konut sorunu ve buna bağlı olarak gelişen
gecekondulaşmaya (slum) karşı, 1960’ların başlarında Küba’da kurulan Yeni Ulusal
Tasarruf ve Konut Enstitisü, Havana’nın ünlü gecekondu mahallelerini kaldırarak
yerlerine orada yaşayanların inşa ettiği prefabrik evler koymaya başlamıştır. Aynı
yıllarda Mexico City’de, sendikalı işçilerle devlet çalışanlarını barındıracak ve
.kuzey Avrupa’daki modellerle kıyaslanacak türde konutların inşası için, Bauhaus
okulundan Hannes Meyer gibi oraya göç etmiş önemli mimarlardan yardım
alınmıştır [49].

Ayrıca Latin Amerika’da 1950’li yıllardan itibaren 20 yıl boyunca kiralık ve satılık
seçenekleri ile 100.000’in üzerinde konut üretilmiştir. Apartman formunda olan bu
konutlar çoğunlukla alçak katlı ve yüksek yoğunluklu olarak inşa edilmiştir. Ancak
yapılan bu sosyal konutlar amacına ulaşamamış, dar gelirlilerin ödeme gücünün çok
üzerinde kalmıştır. Sosyal konutlar ABD ve Avrupa’daki akrabaları gibi bir süre
sonra devletin sırtına yük olmaya başlamışlardır. Özellikle 1980’li yıllarda dar
gelirlilerin imece usulü konut yapım yöntemleri devlet tarafından da desteklenmiş,
bu yolla oluşan ve oldukça yaygınlaşan enformel yerleşimleri düzenlemek ve
sağlıklılaştırmak için planlama çalışmaları yapılmış, dar gelirli vatandaşlara arsa
tahsis etmiş, gerekli altyapı hizmetlerini sunmuştur. 80’li yıllardan 90’lı yıllara
gelindiğinde ise, dünya genelinde olduğu gibi Latin Amerika ‘da da devlet konut
üretiminde doğrudan rol almayı kesip, sorumluluklarını özel sektöre devretmiştir
[50].

Afrika’da 1970’li yıllarda bazı uzmanlar konut sorununun çözümünün büyük


arazilerde çok konutlu projelerle değil, imece evleri (self-help housing) ve benzeri

31
uygulamalardan geçtiğini savunmaktaydılar. Ardından devlet destekli imece
programları proje bazlı olarak oldukça geniş bir yer tutmaya başlamıştır. Devlet dar
gelirlilere arsa ve altyapı desteği sunarak insanların kendi evlerini yapmalarını
desteklemektedir. Bazı Afrika ülkelerinde konut üretimini ise doğrudan devlete ait
şirketler üstlenmişlerdir. 1980’lerin sonunda devletin konut üretimi konusunda özel
sektörü doğru bir biçimde yönlendirememesinden kaynaklı arazilerde rant piyasası
oluşmuştur. 1990’lı yıllarda Afrika’da sosyal konut üretimi, total konut üretiminin
%52’si seviyesindedir. Latin Amerika ve Asya’da birçok yerde gecekondu
iyileştirme projelerine ağırlık verilirken, Afrika’da çok az ülke bu konu üzerine
eğilmiştir. Birçok Afrika ülkesinde gecekondu sorununu çözmek için yıkım yöntemi
denenmiştir. 1990’lı yılların ortasından itibaren Afrika’da sivil toplum kuruluşları
görünür olmaya başlamış ve konut sorunu konusunda geniş kapsamlı bir mücadele
başlamıştır. 1996 yılında çok sayıda kent yoksulu örgütünün bir araya gelmesi ile
Slum/ Shuck Dweller International (SDI) isimli uluslararası ağ kurulmuş ve bu ağın
etkisi ile Afrika’da yoksulların barınma koşullarının iyileşmesinde yol alınmıştır.
Afrika’da arazi ve konut konusu, büyük oranda ekonomik kutuplaşma ve mekânsal
ayrışma ile nitelenmektedir. Afrika’da 1980-89 yılları arasında konut talebi 1.3
milyon iken 2000-2009 yılları arasında bu sayı 3.2 milyona çıkmıştır [51].

Gecekondu sakinleri gelişmiş ülkelerin kent nüfusunun sadece yüzde 6’sını


oluştururken, azgelişmiş ülkelerde yüzde 78,2’ye yükselmektedir; bu oran kent
nüfusunun üçte ikisini kapsamaktadır [49]. Challenge of Slums [38] raporuna göre
2001’de dünya genelinde en az 921 milyon gecekondu sakini bulunmaktadır. Rapor
klasik gecekondu mahallesinin temel özelliklerini şu şekilde tarif etmektedir: Aşırı
kalabalık olma, kötü veya kaçak inşa edilmiş konutlardan oluşma, güvenilir su
kaynaklarından ve hıfzıssıhhadan yoksun olma ve mülkiyet güvencesinin
bulunmaması.

Türkiye’de gecekondu olarak nitelendirdiğimiz bu enformel konutlar, Lima’da


Barrida, Kalküta’da Thika bustee, Ria de Janeiro’da Favela, Karakas’da Rancho,
Hindistan’da Kaccha ve Puccas gibi isimlerle anılmaktadır (Şekil 3.5).

32
ŞEKİL 3.5- Brezilya’da favela, Hindistan’da kaccha olarak adlandırılan enformel konut yerleşimleri

Üçüncü dünya ülkesi olarak sınıflandırılan birçok ülkede gecekondulaşmanın önüne


geçmek için hala kent merkezi dışında, Avrupa’da ve ABD’de yarattığı toplumsal
sorunlar nedeniyle çoktan terk edilmiş olan, çok katlı toplu konut üretimleri
gerçekleştirilmektedir. Ancak Davis’e göre de kent çevresine yapılan bu çok katlı
konutlar, yoksul toplulukların toplumsal yapıları ve kayıt dışı ekonomileri ile
bağdaşmamaktadırlar. Bu tür konutlar genellikle dar gelirlilerin alım gücünün de
üzerinde olduğu için orta sınıfa ya da kentin seçkin kesimlerine yaramaktadır [49]:

“Örneğin Cakarta’daki sosyal konutlar dev kaçak işgücü için hiç de cazip değildir,
çünkü ev atölyeleri için bir mekân sunmazlar; bu nedenle buralardaki kiracıların
çoğu askeri personel ve memurlardan oluşmaktadır. Beijing’de çok katlı bina inşaatı,
konut alanında ciddi niceliksel ilerlemeler kaydedilmesini sağlamıştır, ne var ki,
gökdelende yaşayanlar cemaat ilişkilerinin yokluğundan yakınmaktadırlar. Yapılan
anketlerde çok katlı binalarda yaşayanlar ziyaretlerin, komşuluk ilişkilerinin,
çocukların kendi aralarında oyun oynamasının çok azaldığını, yaşlıların
yalıtılmışlıkları ile yalnızlıklarının günden güne arttığını bildirmektedirler.”
Görüldüğü gibi geçmişten günümüze değin dünyanın çeşitli ülkelerindeki konut
üretim süreçleri, hem bir takım benzerlikler hem de farklılıklar taşımaktadır.
Özellikle birinci dünya ülkesi olarak nitelendirilen Avrupa ülkelerinde, sosyal devlet
anlayışıyla planlanan kentler ve konutlar, kullanıcılarına daha iyi yaşam olanakları
sunmaktadır. Üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelendirilen Afrika ülkeleri gibi
ülkelerde ise diğer birçok yaşamsal sorun gibi konut sorunu da bir türlü
çözülememektedir. Büyük oranda ülkeler arasındaki politik ve ekonomik
eşitsizliklerin neden olduğu bu durum, kapitalizmin en vahşi aşaması olarak
nitelendirilen neoliberalizmin hâkim olduğu günümüzde de artarak devam etmekte,
birinci dünya ülkelerinde de artık bir zamanların refah dengesi bozulmaya
başlamaktadır.

33
3.1.2. Türkiye’deki Konut Üretim Süreci Örnekleri

16. yüzyıldan itibaren yaşanan sanayileşmenin merkezi olan Avrupa ülkelerinde, bu


dönemden başlayan ve II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımla had safhaya ulaşan
konut sorunu, o dönemin koşulları içerisinde hızlı ve seri bir biçimde üretilen toplu
konut formundaki sosyal konutlarla çözülmüştür. Bu durumu ekonomi- politik
açısından açıklayan Harvey’e [10] göre; ileri kapitalist ülkeler II. Dünya savaşı
sonrası toplumda huzur ve istikrarı sağlamak zorundadırlar çünkü savaş öncesi
toplumdaki muazzam yoksulluk ve buna bağlı yaşanan ayaklanmalar kapitalist
sistemi zora sokan bir boyuta ulaşmıştır ve savaş öncesi koşullara geri dönülmesi
demek savaşın meşruluğunu da savunmayı zorlaştırmak demektir. Bu nedenle 2.
Dünya Savaşı sonrası özellikle büyük boyutta inşaat faaliyetleri ile nitelikli ve insan
onuruna yaraşır konutlar üretmek, tam istihdamı sağlamak ve toplumsal hizmetler
aracılığıyla refah seviyesini yükseltmek ileri kapitalist ülkelerin öncelikli politikası
olmuştur.

Bu tabloya bakıldığında, Avrupa’da yaşanan konut sorununun dünyanın farklı


coğrafyalarındaki konut sorunlarında olduğu gibi kendi öznel koşullarında
gerçekleştiği görülmektedir. Her öznel sorunun kendi öznel çözümünü gerektirdiği
düşünülürse, Türkiye’de yaşanan konut sorununu da kendi öznel koşulları ile
değerlendirmek gerekmektedir. Tekeli’ye [52] göre; II. Dünya Savaşı’nın ardından
büyük bir konut açığı ile karşılaşan Avrupa ülkelerinin bu soruna ürettiği çözümler
ile Türkiye’de hızlı kentleşme ve iç göçün etkisi ile kalabalıklaşan kent nüfusu
nedeniyle oluşan konut sorununun çözümü birbirinden farklı olmalıdır.

Türkiye’deki konut üretim süreci, politik, ekonomik ve kültürel açıdan kendi özgün
koşulları nedeni ile farklı tarihsel dönemlerde farklı nitelikler göstermektedir.
Dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye’de de toprağın mülk
edinilmesinden önce bireysel ve ihtiyaç dâhilinde gelişen konut üretimi, mülkiyet
ilişkileri ile birlikte farklılaşmış; değişen politik, ekonomik ve kültürel ilişkiler konut
üretim sürecine yön vermiştir.

Türkiye’de konut üretim süreci açısından en büyük dönüm noktasının 20. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren yaşandığı bilinmektedir. Özellikle sanayileşme ile birlikte
yaşanan iç göçün etkisi ile başta İstanbul olmak üzere kentlerin nüfusunda hızlı bir
artış yaşanmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre, 1927’de kent
nüfusu %24,22 iken, 1960’ta %31,92’ye çıkmış, 1980’lerde köy ve kent nüfusu

34
eşitlenmeye başlamıştır; 2000 yılında yapılan sayıma göre ise Türkiye nüfusunun
%64,90’ı kentlerde yaşamaktadır [53]. Öngörülemeyen hızlı nüfus artışı, bu
dönemde konut sorununu da beraberinde getirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar toprak üzerinde bireysel mülkiyet hakkı
bulunmamakta, toprak üzerindeki tüm mülkiyet hakları devlete ait sayılmakta ve
halkın toprağı kullanım hakkına dayanan bir sistem işlemektedir. Ancak Osmanlı’da
19. yüzyılda başlayan batılılaşma hareketleri ile birlikte toprak mülkiyetine ilişkin
düzen de değişmeye başlamıştır [54].

Devletin konut üretimine bizzat el atmasının ilk örneği olarak, 1870 yılında Sultan
Abdulaziz tarafından saray mensupları için yaptırılan Beşiktaş Akaretler’deki sıra
konutlar gösterilebilir. 1890 yılında Taksim, Surp Agop vakfiyesi olan sıra konutlar
gibi etnik/dini cemaatler tarafından yaptırılan konut örneklerine de rastlanmaktadır.
Bu dönemde devletin ihtiyaç sahibi dar gelirli halkı konut sahibi yapmak amacıyla
gerçekleştirdiği, Laleli’de bulunan Harikzedegan (Tayyare) Apartmanları, konut
üretim sürecinin değişimi bakımından önemli bir örnektir. Mimar Kemallettin’in en
önemli yapıtlarından biri olan, 124 konut ve 25 dükkândan oluşan dört blokluk bir
bina grubu olarak inşa edilen Harikzedegan Apartmanları (Şekil 3.6), 1918 yılında
İstanbul’da yaşanan ve 7500 konutun yok olmasına yol açan yangında konutlarını
kaybeden ailelerin bir kısmı için bağış yoluyla yaptırılmıştır [55].

ŞEKİL 3.6- Mimar Kemalettin’in tasarladığı Harikzedegan (Tayyare) Apartmanları- Laleli, İstanbul

Cumhuriyet dönemi ile birlikte yaşanan modernizasyon kentlerin yapılanmasında da


etkisini göstermiş, bu dönemde devletin konut üretimi konusundaki rolü artmaya

35
başlamıştır. Şahinler’in aktarımıyla; 1950’li yıllara kadar tüm büyük ölçekli konut
girişimleri, devlet kurumları ya da etnik/dini cemaatler tarafından yaptırılan lojman
ve benzeri yapılardır [55].

Konut üretiminde yine devletin girişimleri ve desteği ile kooperatiflerin gelişimi


1935 yılında çıkarılan Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu ile başlamıştır. Ancak
koopertifler aracılığı ile konut üretimi 1960’lı yıllara gelene kadar yeteri kadar
yaygınlaşamamış, Ankara merkezli ve pilot bölgelerde gerçekleşen uygulamalarla
sınırlı kalmıştır. Tekeli’nin [52] aktarımı ile; 1960 yılına kadar, çoğunlukla 7- 30
ortaklı kooperatifler kurularak, bahçeli evler niteliğinde konut sunumu sağlanmıştır.

Konut üretimine dair önemli gelişmelerden birisi de 1961 anayasasıdır. Bu anayasa


ile devlete sosyal devlet niteliği kazandırılmaya çalışılmış, konut sorununa dair bazı
maddelerle devlete yetkiler verilmiştir. 1961 anayasasının 49. maddesinde “Devlet,
yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını
karşılayıcı tedbirleri alır.” denilmektedir. Ancak daha sonra 53. Maddede “Devlet,
bu Bölümde belirtilen iktisadî ve sosyal amaçlara ulaşma ödevlerini, ancak iktisadî
gelişme ile mâlî kaynaklarının yeterliği ölçüsünde yerine getirir.” denilerek konut
sorununa ilişkin yaptırımlar sağlayabilecek maddelerin uygulanmasına şart
koşulmuştur [56].

Yine 1961 yılında Sosyal Sigortalar Kurum Yasasında değişiklik yapılmış, bu


kurumun, işçilerin konut kooperatiflerine doğrudan kredi vermesine olanak
sağlanmıştır. 1962- 1972 yılları arasında Sosyal Sigortalar Kurumu eliyle kredi
açılan kooperatifler, ortak sayısı 20’nin altında olan küçük kooperatifler olmuştur ve
ülkedeki konut arzının yüzde 10’u bu yolla sunulmuştur [52].

Ayrıca aynı yıllarda devlet, dar gelirlileri konut sahibi yapmak amacı ile Emlak ve
Kredi Bankasını kurmuştur. Emlak Kredi Bankası 1960’lı yıllarda, 12.500 TL’lık bir
mevduatı bankada tutan kişilere iki yıl sonunda, anaparaya ek olarak yaklaşık 37.500
TL uzun süreli kredi vermektedir ve bu para da bitmiş bir dairenin alımında
kullanılabilmektedir [57].

1960’lı yıllarda bir yandan anayasa değişikliği ile bir yandan da Emlak ve Kredi
Bankası ve SSK’nın kredi destekleri ile halk konut sahibi olmaya teşvik edildiyse de,
uygulanan yöntemler nedeniyle sadece üst ve orta gelir gruplarının konut edinmesine

36
yaramışlardır. Bu konuda yapılan birçok eleştiriden biri de Işık ve Pınarcıoğlu’na
[58]:

“1950 sonrası dönemde devletin kentleşme süreçlerini yönlendirmekten uzak


olduğuna ilişkin çok sayıda örnek verilebilir: Devletin dar gelirlileri konut sahibi
yapmak üzere kurduğu Emlak ve Kredi Bankası’nın yaptığı konut projelerinin
pratikte tümüyle tersi amaca hizmet etmesi ve üst gelir gruplarına ve kendi
mensuplarına konut kredisi veren bir kuruma dönüşmesi, yine düşük gelirli kesime
konut kredisi vermek üzere kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu konut kredilerinin
yine benzer bir amaca hizmet etmesi, devletin kalkınma planlarında çeşitli araçlarla
teşvik edileceğini belirttiği konut kooperatiflerinin 1980 öncesinde ruhsatlı konut
üretimindeki konut payının sadece birkaç yılda %10 u aşması, devletin kendisinin
ürettiği konutların toplam üretimden çok daha düşük paylar alması, konut
yatırımlarının %95’e varan oranlarda krediler dışındaki kaynaklardan finanse edilmiş
olması, devletin konut ve kentleşme konusunda çok da aktif bir rol üstlenmek
istemediğini, daha doğrusu olayları yönlendirici bir role soyunmak istemediğini
yeterli ölçüde kanıtlamaktadır.”
Devletin konut sorununu karşılamak konusunda yetersiz kalışı, Türkiye’ye özgü
gelişen bir olgunun, gecekondu olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1950’li
yıllardan itibaren sanayileşmenin yarattığı istihdam olanakları ile köyden kente göç
edenler, konut sorunlarını çözmek için kent merkezlerinin çeperlerinde gecekondu
kuşakları oluşturmuşlardır (Şekil 3.7). Özellikle sanayinin hızla geliştiği İstanbul’da
yoğunlaşan bu ilk gecekondular, çoğunlukla kentin gözden ırak bölümlerinde
bulunan, devlete ait iskânsız alanlarda yapılmıştır.

ŞEKİL 3.7- İstanbul 1 Mayıs Mahallesi gecekondu yerleşimi

37
Kente göçte ağ türü ilişkilerin yaygınlığı, gecekondulaşma sürecini besleyen
faktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Köyden kente kendisinden önce
göçen bir akrabanın varlığı, barınma olanaklarını sağlama (akrabasının yaptığı
gecekondunun yanına kendi gecekondusunu yapma) ve iş bulma konusunda kuşaklar
boyu süren bir ilişki ağı bulunmaktadır. Bu ilişki ağı sayesinde köyden kente
göçenler, kentte varlıklarını sürdürebilmiş ve kendilerine korunaklı sayabilecek
ortamlar yaratabilmişlerdir. Özellikle ilk kuşak gecekondularında, yapım sürecine de
yansıyan bu dayanışma ağı sayesinde yapımcı ve kullanıcı arasında bir ayrım yoktur
ve bu konutlar üçüncü dünya metropollerinde görülen ve kendi evini yapma (self-
help housing) olarak bilinen konut türlerine benzemektedir [58].

Başlarda baraka gibi inşa edilen ve kullanım değerinin ön planda olduğu ilk dönem
gecekonduları, zaman içerisinde gelişmiş ve mahalleleşmeye başlamıştır. Sonraki
yıllarda gecekondu olgusu masum bir barınma çabası olmaktan çıkıp kullanım
değerinin değil değişim değerinin öne çıktığı bir rant aracına dönüşmüştür.

Kentin bu şekilde plansız ve sağlıksız gelişmesinin sonraki yıllarda önümüze


koyduğu sorunlar açıktır ancak bu durum yine devlet tarafından görmezden gelinmiş,
ekonomik açıdan getirileri kısa vadede kâr olarak görülmüş ve uzunca bir dönem
gecekondu mahalleleri politikacılar tarafından oy deposu olarak kullanılmıştır [55].
Yaratılan bu yaşam çevreleri yoluyla emeğin yeniden üretimi ucuzlatılarak
gelişmekte olan sanayiye ucuz işgücü olanakları yaratılmıştır [52].

Aslında devletin Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma


Planlarında konut sorunu konusunda oldukça ilerici adımlar kurgulanmaktadır.
Özellikle 1963-1967 dönemlerini kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında
sıralanan hedefler oldukça ilericidir [59]:

‘‘- Konut yatırımlarına yapılan harcamaları toplam yatırımın yüzde 20’sinden daha
çok artırmadan, tedbirler alarak, aynı yatırımla daha çok konutun yapımını
sağlamak.
- Lüks konut yapımının kısılması ve sağlık bakımından sakıncası olmayan en ucuz
halk konutu tipinin seçilmesiyle daha çok sayıda konutun yapımını ve daha geniş bir
kitlenin barındırılmasını sağlamak.
- Sahiplerinin oturacakları evlerle birlikte, düşük kiralı halk konutları yaparak kiranın
özellikle dar gelirli ailelerin imkânlarını zorlayıcı etkisini azaltmak.
- Her türlü arsa alım - satım oyunlarını önleyici tedbirlerle, ev yaptırmak isteyenlerin
uygun fiyatlarla arsa edinmesini sağlamak.

38
- Gecekonduları, içinde oturanlara konut bulmadan yıkmamak. Her şeyden önce bu
gecekonduların arsa mülkiyeti problemini çözmek, kamu hizmetlerini tamamlayarak
durumlarını düzeltmek, ancak çok kötü olanlarını içinde yaşayanların konut
ihtiyacını karşılamak suretiyle ortadan kaldırmak.”
Ancak çağının çok ilerisinde olan bu hedefler hiçbir zaman tam olarak hayata
geçirilememiştir. Örneğin 1966 yılında kabul edilen 775 sayılı gecekondu kanunu ile
mevcut gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu yapımının önlenmesi
amaçlanmış ama yasanın sağlıklı olarak uygulanması mümkün olmamıştır. Bu yasa
ile amaçlananların hayata sağlıklı bir biçimde geçirilememesine dair Turgut’un [60]
yorumu şöyledir:

“Gecekondu bölgelerinde uygulanmaya çalışılan sağlıklılaştırma girişimleri ise


gecekondu ve kullanıcısını içine alan katılımcı bir sürece dayanmadıkları için
başarısız kalmış ve İstanbul Metropolitan bölgesi içinde yerleşme alanı olarak büyük
bir potansiyele sahip olan gecekondu yerleşmeleri, bugün daha da sağlıksız; çok
katlı, durağan bir konut örüntüsü haline dönüşmüştür.”
Gecekondu olgusunun ortaya çıktığı dönemlerde özellikle kent merkezlerinde farklı
bir konut üretim süreci yaşanmaktadır. Kent merkezindeki arsalar konut ihtiyacı olan
orta sınıfın gelir durumunun çok üzerinde kalmış ve bu gelir grubunun konut
ihtiyacını karşılamak imkânsızlaşmıştır. Bu duruma çözüm olarak 1965 yılında Kat
Mülkiyeti Yasası çıkartılmış ve bu yasa ile aynı arsa üzerinde birden çok kişinin kat
sahibi olması sağlanmıştır. Böylece konut üretiminde yapsatçılık olarak tabir edilen
bir süreç başlamıştır.

Orta sınıfın konut talebinin bir apartman içinde çözülmesi şeklinde tarif edilebilecek
olan yapsatçılıkta, ortaya herhangi bir sermaye koymak gerekmeksizin arsa sahibini
ve konut talebi olanları bir araya getirmek söz konusudur.

Yap- Sat süreci, kent merkezinde kalmış müstakil konutların yapsatçıların elinde
hızla apartmanlara dönüşmesine ve İstanbul’da her açıdan tartışmalı bir konut
stokunun oluşmasına neden olmuştur. Yapsatçılık sürecinin yarattığı yapılı çevreyi
Tekeli [52] şu şekilde eleştirmektedir:

“Yapsatçılık süreci tüm Türkiye’nin kentlerinde bölgesel farklılıkları ortadan


kaldırarak, Türkiye düzeyinde yeknesak bir apartmanlar dokusu yaratmıştır. Bu
dokunun Urfa’da, Samsun’da, Ankara’da, İstanbul’da birbirinden hiçbir farkı
kalmamıştır. Kitle haberleşme vasıtalarının yönlendirdiği tüketim toplumu değerleri,
piyasa mekanizması içinde yapsat süreciyle böyle bir tekdüzelik sağlanmıştır.”
Gecekondu ve yapsat olguları Türkiye’nin bir dönem için konut sorununu çözmesine
yaramıştır ancak uzun vadede bu çözümlerin bedeli oldukça ağır olmuştur. Yapılı

39
çevre plansız ve niteliksiz bir hal almış, kentlerin tarihsel değerleri ve kimlikleri
pervasız bir yapılaşma hırsına kurban edilmiştir.

1970’li yıllarda bireysel konutlar yerine, toplu konut fikri giderek ağırlık kazanmaya
başlamıştır [57]. Toplu konut sunum biçimi ilk kez 1967 yılında, İkinci Beş Yıllık
Plan’da önerilmiş ancak hayata geçirilememiştir [55]. 1981 yılında Toplu Konut
yapımını yönlendirmek üzere 2487 sayılı Toplu Konut Kanunu, sonra da 1984’te
Toplu Konut fonu için 2985 sayılı yasa çıkarılmıştır. 1984 yılında Başbakanlık’a
bağlı olarak kurulan Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı, 1990 yılında
Toplu Konut İdaresine dönüşmüştür. Ancak bu dönemlerde, gerek 1982
Anayasasının etkisi, gerekse 1996 yılında hazırlanan Beş Yıllık Kalkınma Planları
ile, devlet teorik olarak da konut üretim alanından çekilmeye başlamış, bu konuda
sosyal devlet ilkeleri gereği öncelikli olması gereken sorumluluklarını azaltmaya
çalışmıştır.

Özellikle 1980’li yıllardan sonra, neoliberal politikaların da etkisi ile, geliştiriciler


(developers) aracılığıyla toplu konut üretimi ağırlık kazanmaya başlamıştır. TOKİ ve
kooperatifler orta gelir grubuna yönelik konut üretimi gerçekleştirirken, geliştiriciler
üst gelir grubuna yönelik bir üretime yönelmişlerdir. Geliştiriciler eliyle üretilen bu
tür konutlar genellikle kent çeperinde inşa edilmekte, özel güvenlik önlemleri
nedeniyle uluslararası literatürde kapalı siteler (gated communities) olarak
adlandırılmaktadır (Şekil 3.8).

ŞEKİL 3.8- İstanbul, Halkalı Avrupa Konutları

40
Geliştiriciler eliyle konut üretimini hızlandıran ve kârlı hale getiren olgu ise
küreselleşme söylemidir. 1980’li yıllardan sonra Türkiye’yi de etkisine alan
küreselleşme söylemi, dünya ekonomisinin politik, sosyal ve mekânsal olarak
yeniden yapılandırılmasını içermektedir ve küresel ekonomiye entegre olmanın
yollarından biri olarak da küresel kent ve marka kent kavramları ortaya atılmıştır. Bir
yandan kent merkezlerinde küresel sermayenin yoğunlaşması ile birlikte hizmet ve
finans sektörü gelişmektedir, bir yandan da profesyonel mesleklerin sayısı artarak
yeni bir yaşam biçimi ve yeni bir konut talebi ortaya çıkmaktadır. Geliştiriciler
tarafından inşa edilen konutlar, profesyonel meslek sahibi ve orta-üst ya da üst gelir
grubuna mensup insanlara yönelik olarak, yüksek yaşam kalitesi ve üst seviyede
güvenlik sağlama garantisi ile sunulmaktadırlar.

Diğer yandan da kent merkezlerinde hizmet ve finans sektörüne, ulusal ve


uluslararası yatırımcılara, çeşitli “prestij” projelerine yer açmak için kentsel dönüşüm
ve desantralizasyon uygulanması söz konusudur. Ayrıca 1999 Marmara Depremi
İstanbul’da konut stoğunun gözden geçirilmesine dair ciddi bir talep yaratmıştır ve
bu talep de beraberinde yine kentsel dönüşüm uygulamalarını getirmektedir. Bu tür
dönüşüm projeleri kent çeperinde kapalı sitelerden farklı bir yalıtılmışlık ve
tekdüzelikle alt ve orta gelir grubuna yönelik, çoğunluğu TOKİ eliyle inşa edilen bir
yapılı çevre yaratmaktadır. Tüm bu tablo kentlerde ciddi oranda mekânsal
ayrışmalara ve sosyal kutuplaşmalara neden olmaktadır.

İstanbul’da geçmişten günümüze yaşanan mekânsal ayrışmayı Kurtuluş [61] şöyle


tariflemektedir:

“İstanbul’da mekânsal ayrışma 20. yüzyılın başlarında etnik-dinsel cemaat


kimliğinin belirlediği geleneksel mahallelerle, yeni oluşan burjuva sınıfı ve düzenli
gelir sahibi orta sınıfın yaşadığı modern mahalleler yoluyla olurken, bu ikilik 1950’li
yıllardan sonra göç sonucu ortaya çıkan gecekondu mahalleleri ile yapsatçılıkla
oluşturulan apartmanlar arasında görülmektedir. 1990’lı yıllardan sonra mekânsal
ayrışma, kent çeperinde oluşturulan toplu konutlar, kapalı siteler, rezidanslar ve
soylulaştırılmış tarihi binalarla çeşitlenmiştir.”
Önceki bölümde görüldüğü üzere, bugün Türkiye’de uygulanmakta olan bu
kentleşme modeli, geçmişte birçok ülkede yaşanan olumsuz deneyimler nedeniyle
terkedilmiştir. Türkiye’de ise tüm bu deneyimler bilinmesine rağmen bu model
uygulanmakta ısrar edilmekte, kısa ve uzun vadede topluma ve çevreye vereceği
bilinen zararlar göz ardı edilmektedir.

41
3.2. DAR GELİRLİLER İÇİN KONUT TASARIM SÜRECİNDE
KULLANICI KATILIMI YAKLAŞIMI ÖRNEKLERİ

3.2.1. Avrupa Ülkelerinden Örnekler

3.2.1.1. Almanya/ Leinefelde- ZukunftsWerkStadt Projesi

Bölgenin Genel Özellikleri:

Almanya’nın Leinefelde kenti, 1960’lı yıllara kadar küçük bir kasabadır. 2. Dünya
Savaşı’nın ardından Almanya’nın ikiye bölünmesi ile Leinefelde Batı Almanya
ekonomisinden tamamen kopmuştur. 1960’lı yıllarda ise Doğu Almanya Sosyalist
Cumhuriyeti bu bölgede geniş bir sanayileşme programı yaparak 2500 civarında olan
nüfusun 16.500’lere çıkmasını sağlamıştır, 1969 yılında ise belediye olmuştur.

1989 yılındaki birleşmenin ardından yaşanan ekonomik ve politik değişimler


Leinefelde’yi de oldukça etkilemiştir. Birleşmenin ardından sanayinin dağılması ile
kentin ekonomisi neredeyse yok olmuştur. Yükselen işsizlik oranları yüzünden kent
halkı evlerini terk ederek başka kentlere göçmüştür [10]. Bir yandan da kentin konut
stoğu standart ve düşük kaliteli konutlardan oluştuğu için ev alabilecek duruma gelen
kiracılar burayı terk edip başka kentlere yönelmişlerdir (Şekil 3.9).

ŞEKİL 3.9- Leinefelde kentinin dönüşümden önceki durumu

42
Projenin Doğuşu:

1993 yılında, Leinefelde Belediyesi kentin sosyal ve ekonomik yaşamını tekrar


canlandırmak için büyük çaplı bir kentsel geliştirme projesi başlatmıştır. 2000’li
yıllardan itibaren hızlanan kentsel ve sosyal değişim sürecine çok sayıda aktör dâhil
olmuştur. Projeye “ZukunftsWerkStadt” adı verilmiştir (Şekil 3.10).

ŞEKİL 3.10- Proje için hazırlanan Master Plan

Proje, birleşmeden sonra yaşanan dramatik değişimleri tersine çevirerek


sürdürülebilir bir yaşam alanı geliştirmek için aşağıdaki hedefleri izlemiştir:

- İş imkânları, nüfus, kentsel çevre ve konut kapasiteleri arasında yeni bir denge tesis
etmek.

- Yaşam ve çevre koşullarını iyileştirmek

- Çeşitlendirilmiş ve dengelenmiş konut piyasası içinde karşılanabilir ve cazip konut


seçeneklerinin desteklenmesi

- Sosyal ve ekonomik istikrarın sağlanması

- Aktif bir sosyal hayatın ve kamu yararının desteklenmesi

- Sosyal ve ekonomik istikrarın sağlanması

43
Projenin Genel Özellikleri:

Proje baştan itibaren çevresel, ekonomik, sosyal ve organizasyonel olarak kendi


içinde tamamen entegre bir kentsel gelişim stratejisi ile tasarlanmıştır, bu doğrultuda
ortaya konan ilkeler şöyledir:

- Katılım konusunda sürdürülebilirlik

- Çeşitlendirilmiş bir ekonomi ve istihdam konusunda sürdürülebilirlik

- Enerji, yeşil alan ve malzeme konusunda sürdürülebilirlik

- Koordinasyon aracı olarak master plan

- Kentteki bölgeleri/ mahalleleri cazip hale getirebilmek için kaliteli altyapı ve kamu
hizmeti sunulması

- Yeni kent kalitesi ve pazar dengesi için boş konut bloklarının yıkımı

- Konut çevresini geliştirme

- Kamusal yaşamda aidiyet duygusu yaratabilmek için özel ve kamusal alanları


farklılaştırma

- Konut taleplerini ve standartların sosyal entegrasyon amaçlı çeşitlendirme

Projenin ana fikri tüm süreci mevcut kullanıcıların ve hedef kullanıcıların katılımıyla
gerçekleştirmektedir. Kullanıcıların sürece aktif katılımı, yaşam kalitesinin
arttırılmasında kilit rol oynamaktadır.

Proje süresince katılım şu şekillerde gerçekleştirilmiştir:

- Kullanıcıların mevcut duruma dair fikirleri ve projeden beklentileri anket


çalışmaları aracılığıyla öğrenilmiştir.

- Kullanıcılarla belediye ve mal sahipleri arasında sürekli bir diyalog zemini


kurulmuştur.

- Düzenli bir bölge gazetesi çıkarılmıştır (Şekil 3.11).

- Bilgilendirme noktası ve sergi alanı kurulmuştur.

- Mevcut ve hedef kullanıcılarla projenin her parçası için atölye çalışmaları


düzenlenmiştir (Şekil 3.12).

- Sosyal Hizmetler Merkezi problemli topluluklara yardımcı olmuştur.

44
- Yerel kimliğin inşası için ulusal ve uluslararası yarışma ve etkinliklere (Almanya -
Hanover’da gerçekleşen EXPO 2000 Dünya Fuarı gibi) katılınmıştır.

ŞEKİL 3.11- Düzenli olarak çıkarılan bölge gazetesi

ŞEKİL 3.12- Kent sakinleri ile gerçekleştirilen çalışmalar

Projenin onaylanan master planına göre mevcut konut stokunun %50’si yıkılmış, geri
kalanı ise yenilenmiştir. Yıkımlar esnasında yenilikçi teknikler kullanılarak
malzemelerin yeni yapılacak binalar için geri dönüşümü sağlanmıştır.

45
Proje genelinde yapı yoğunluğu azaltılarak kamusal alanlara ve yeşil alanlara daha
fazla yer verilmesi sağlanmıştır. Eski kentsel dokudaki tekdüzelik, kamusal ve özel
alanların iç içe geçirilmesi ve farklı ihtiyaçlara hitap edebilecek şekilde kurgulanması
ile kırılmıştır. Aynı bölgede dar gelirli ve yüksek gelirli insanların birarada
yaşamasını mümkün kılacak farklı boyutlarda ve tiplerde konutlar tasarlanmıştır
(Şekil 3.13).

ŞEKİL 3.13- Leinefelde kentinin dönüşümden önceki ve dönüşümden sonraki durumu

Konutlarda uygulanan bazı yenileme uygulamalarında ise yapının bir kısmını yıkıp
geriye kalan bölümü üzerinden bir tasarım gerçekleştirmek gibi yenilikçi bir yöntem
izlenmiştir. Bu yöntemi geliştiren mimarlardan biri olan Stefan Forster bu bölgede
1997 yılından beri konut yenilemesi konusunda çalışmaktadır. Stefan Forster bu
yenilikçi yöntemi, yapının bir ya da iki katını yıkıp cepheye merdiven boşlukları
ekleyerek ya da iki daireyi birbiriyle kesiştirerek uygulamaktadır (Şekil 3.14).
Binalara sundurmalar, bahçeler, iç avlular ekleyip cephelerde hareket yaratıp canlı
renkler kullanarak her binayı eşsiz hale getirmektedir (Şekil 3.15).

ŞEKİL 3.14- Stormstrasse konutlarının eski ve yeni halleri

46
ŞEKİL 3.15- Lessingstrasse konutlarının eski ve yeni halleri

Muck Petzet Mimarlık Ofisi de Stefan Forster’a benzer şekilde yöntemler kullanarak
Leinefelde kentinde birçok konutun yenilenmesine imza atmışlardır. Bu yenilikçi
konut tasarımları hem yapılı çevredeki estetik değerleri arttırmış hem de
kullanıcılarının yaşam kalitesini yükselterek kentlerini daha fazla sahiplenmelerini
sağlamıştır (Şekil 3.16).

ŞEKİL 3.16- Einsteinstreet’te bulunan konut bloğunun eski ve yeni halleri

Projenin Değerlendirilmesi:

Projenin en büyük başarısı kullanıcıların tasarım sürecinin tümünde aktif katılım


göstermelerini mümkün kılmasıdır. Katılımcı yöntemler sayesinde kent sakinlerinin
projeye olan inancı artmış, başlarda itiraz ettikleri ya da endişe duydukları konuların
olumlu sonuçlarını görmek projeye daha fazla güven duymalarını sağlamıştır. Sonuç
olarak Leinefelde’de mahallesine ve kentine sahip çıkan, kentine karşı sorumluluk
sahibi bir kenttaş profili oluşmuştur.

47
3.2.1.2. Fransa/ Paris- Bois Le Prêtre Binası

Bölgenin Genel Özellikleri:

Paris’in tarihi kent merkezinin kuzey sınırında bulunan Tour Bois le Prêtre, 1962
yılında mimar Raymond Lopez tarafından tasarlanmıştır. Paris Belediyesi tarafından
2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan konut ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan bir dizi
bloktan biri olan Tour Bois le Prêtre’ye ilk başta işçiler ve göçmenler
yerleştirilmiştir. 50 metre yüksekliğinde ve 15 katlı olarak inşa edilen bloğun geniş
pencereleri, açıklıkları ve çıkmaları vardır.

1980’li yıllarda blokta gerçekleştirilen yenileme çalışmaları sonucu özgün mimari


özellikleri tamamen bozulmuştur. Cephenin yalıtım levhaları ile kaplanması sonucu
çıkmalar ve açıklıklar kaybolmuş, özgün pencerelerin yerine küçük pvc pencereler
yerleştirilmiştir (Şekil 3.17).

ŞEKİL 3.17- Yapının ilk yapılan hali ve yenilemeden sonraki durumu

Tasarım problemlerinin yaşam kalitesini giderek düşürmesi sonucu bina zamanla


boşalmaya başlamıştır, boş kalan daireler kaçaklar ve suçlular gibi toplumun
marjinal grupları tarafından işgal edilmiştir. Bu durum binanın mevcut sakinlerinin
da orada yaşamaya devam etmesini zorlaştırır hale gelmiştir.

Projenin Doğuşu:

Bir sosyal konut bloğu olan binanın mülkiyet haklarını elinde bulunduran Paris
Habitat (Paris Sosyal Konut Departmanı), bu tür binaların yıkımı yerine
rehabilitasyonunu savunmaktadır, zaten bina sakinleri de binanın yıkılıp yeniden

48
yapılmasına karşı çıkmaktadırlar. Paris Habitat, yıkmadan yenileme fikri
doğrultusunda 2005 yılında “Metamorphosis of Bois le Prêtre Tower” başlığı ile bir
proje yarışması açmıştır. Yarışmayı Lacaton & Vassal ve Frédéric Druot
Architecture ortaklığı kazanmıştır.

Ekip tasarıma başlamadan önce bina üzerine ayrıntılı etütler hazırlamış ve bina
sakinlerini ziyaret ederek çeşitli mülakatlar gerçekleştirmişlerdir. Mülakatlar sonucu
bina sakinlerinin konutlarını çok fazla sahiplendikleri, buradan ayrılmak
istemedikleri ancak çoğunluğu tasarımdan kaynaklanan şikâyetleri olduğu tespit
edilmiştir. Konutlarının darlığı ve karanlık olması başlıca şikâyetlerindendir. Binanın
panoramik Paris manzarasına hâkim bir yerde konumlanmış olmasına rağmen küçük
pencereler nedeniyle insanlar manzaranın tadını çıkaramamaktadır. Ayrıca binanın
girişinin ve sirkülasyon alanlarının da yetersiz, sıkışık ve karanlık olduğunu
düşünmektedirler.

Belirlenen ihtiyaçlar çerçevesinde ortaya oldukça özgün bir tasarım çıkmıştır. Yeni
bir dış eklenti olarak tanımlanabilecek bu tasarım, eski strüktürün korunarak bina
sakinlerinin ihtiyaçları doğrultusunda dışarıdan eklentiler yapılması yoluyla
problemli bir konut tipine yeniden hayat verilmiştir (Şekil 3.18).

ŞEKİL 3.18- Yapının dönüşümden sonraki hali

49
Projenin Genel Özellikleri:

Mimarlar, yenileme için ayrılan ödeneği aşmayacak ve bina sakinlerinin ihtiyaçlarını


karşılayacak bir tasarım üzerine odaklanmışlardır. İhtiyaç öncelikleri, kullanım
alanlarını genişletmek, dairelere daha fazla gün ışığı almak ve hava sirkülasyonunu
arttırmak olduğundan bu ihtiyaçlara uygun bir sistem geliştirmişlerdir.

Genişlemeyi sağlayacak ilk yöntem, sonradan yapılan eklentiler ve düzenlemelerle


kullanışsız hale gelmiş daire içlerini yenilemektir. Hem ihtiyacı karşılayacak hem de
minimum metrekarelerde çalışacak iç mekân organizasyonları üzerine çalışan ekip,
bazı dairelerde iç bölücüleri yıkarak daha az ama daha kullanışlı odalar elde etmiştir.
Ayrıca her dairenin mutfak, banyo ve tüm iç tesisatlarını yenilemek üzere bir kurgu
yapılmıştır.

Ancak asıl genişlemeyi çok özgün bir tasarımla gerçekleştirmelerini sağlayan hamle,
binanın dört cephesini çevreleyen ve taşıyıcı sistemi kendi içinde çözülmüş çelikten
bir kabuktur (Şekil 3.19). Bu eklenti sayesinde dikdörtgen formunda olan binanın
kısa cephelerinde ekstra odalar oluşturulabilmektedir (her katta iki oda) ve binanın
iki ucuna iki adet yeni panoramik cam asansör yerleştirmek mümkün olmuştur. Yeni
eklenen iki asansör sayesinde binadaki eski asansörlerden biri kaldırılarak bina
içinde de ekstra alan kazanılmıştır.

ŞEKİL 3.19- Genişleme şeması

Binanın uzun cephelerinin tümüne ise toplamda üç metre derinliğinde olacak şekilde
bir kış bahçesi (2 metre), bir de balkon (1 metre) eklenmiştir. Mevcut dış duvarlar
kaldırılarak yerine kayar kapılı cam sistem yapılması ile konutlara eskisinden çok
daha bol miktarda gün ışığı ve hava girmesi sağlanmıştır.

50
Kış bahçelerinin birkaç özelliği vardır: Soğuk günlerde ısı yalıtımı sağlamak –ki
mimarlar bu sayede faturalarda %50’ye varan bir düşüş beklemektedir, sıcak
günlerde ise balkonla birlikte kullanıldığında gölgelik sağlaması –bu da dairelerin
sıcak havalarda eskisinden daha serin olmasını sağlayacaktır. Ayrıca kış bahçelerinde
içinden gümüş reflektörlü şeritler geçen perdeler kullanılarak ısı yalıtımı
desteklenmiştir. Bu eklentiler bir yandan da binanın çevresindeki büyük otoyolun
gürültüsünü keserek dairelerde ses yalıtımı da sağlamaktadır (Şekil 3.20).

ŞEKİL 3.20- Dönüşüm öncesi ve sonrası daire içlerinden görünüş

Binanın iki ucuna eklenen panoramik cam asansörler ve bu sayede kaldırılan eski
asansörle binanın sirkülasyon alanlarının aydınlık ve ferah olması sağlanmıştır.
Ayrıca binanın giriş holünde de fazladan yapılmış bölücü duvarların kaldırılması ile
karşılıklı iki cephe birbirine bağlanmış ve bu sayede de yine aydınlık ve geniş bir
giriş holü yaratılmıştır (Şekil 3.21).

ŞEKİL 3.21- Dönüşüm öncesi ve sonrası bina girişi

Projede özen gösterilen bir diğer nokta ise, yenileme çalışmaları esnasında bina
sakinlerinin binada kalmaya devam etmesinin sağlanmasıdır. Yapılan eklentilerin
binaya monte edilmesi daire başına sadece bir gün sürmüştür; bina sakinleri akşam
işlerinden eve döndüklerinde çalışma bitmiş olmaktadır. Daire içlerinde yapılan

51
tadilatlarda ise bina sakinleri birkaç günlüğüne ya binada bulunan ya da yakınlardaki
sosyal konutlarda bulunan boş dairelere yerleştirilmişlerdir.

Yenileme sayesinde binadaki yaşam kalitesinin artması ile birlikte daha önce binayı
terk etmiş olan eski kiracılar da geri dönmek istemektedirler.

Projenin Değerlendirilmesi:

Paris Habitat’ın yıkıp yeniden yapmak yerine mevcudu iyileştirme tercihi,


kullanıcıya verilen önemin bir göstergesidir. Şu bir gerçektir ki bu özgün proje, karar
mekanizmalarında olanların, binanın geleceğine kullanıcıların karar vermesini
desteklemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Yapılan yenileme çalışmalarında da, öncelikli
olarak kullanıcıların istek ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir tasarımın ortaya
çıkması teşvik edilmiştir. Bu anlamıyla projenin kısmi kullanıcı katılımı ile
gerçekleştirildiği söylenebilir.

Bu tasarımdaki her şeyden önemli nokta, kış bahçesi ve balkondan oluşan


eklentilerin insanlara farklı faaliyetlerini gerçekleştirebilecekleri bir yaşam alanı
sunarak yaşam kalitesini yükseltmesidir. Önceden bir bahçeye sahip olmanın sadece
bir hayal olduğunu düşünen bina sakinleri, daire boyutlarına göre 15 ila 60 metrekare
arasında değişen bu yeni dış mekânlarında keyifli bir zaman geçirebileceklerdir.
Ayrıca geniş camlar sayesinde Paris manzarasını da doya doya seyredebilecektirler.
Tasarımın sağladığı ısı ve ses yalıtımı özellikleri sayesinde faturalarda öngörülen
düşüş sağlanabilirse bina sakinlerinin yaşam giderlerinde büyük oranda düşüş
yaşanacaktır.

Projede bir diğer önemli nokta ise uzun yıllardır burada yaşayan bina sakinlerinin
dönüşüm yapma gerekçesi ile yerlerinden edilmemiş olmasıdır. Çünkü yıkıp yeniden
yapma şeklinde gerçekleşen birçok dönüşüm projesinde arsa spekülatörlerinin
fiyatları yükseltmesi ile eski sakinlerin geri dönmesi mümkün olmamakta, sonuç
rehabilitasyon yerine soylulaştırma olmaktadır.

Yapılan eklentilerle binanın cephesinde de gözle görülür bir değişim yaşanmış, Paris
siluetine yakışan modern bir görüntü ortaya çıkmıştır. Kısacası bu proje ile
kazananın sadece bina sakinleri değil, tüm bir kent halkı olduğu düşünülmektedir.

Ancak mimar Anne Lacaton’un da belirttiği üzere, iyi tasarım tüm sorunlara çözüm
olmamaktadır. Tour Bois le Prêtre’de gerçekleştirilen başarılı yenileme çalışması,
kent merkezi çevresinde bulunan sosyal konutların genel problemi olan güvenlik,

52
ulaşım gibi sorunları çözmekte yeterli olmamaktadır. Bu tür sorunların sadece
mimari tasarımla değil, merkezi ve yerel yönetimlerin bütüncül bir planlama anlayışı
ile kente yaklaşıp, kentin bütünün organik bir biçimde birbirine bağlanması ile
çözülebileceği bu proje ile bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

3.2.2. Latin Amerika Ülkelerinden Örnekler

3.2.2.1. Şili/ Iquique- Quinta Monroy Projesi

Bölgenin Genel Özellikleri:

Quinta Monroy bölgesi, Şili’nin Iquique şehrinin merkezinde bulunmaktadır. 1960’lı


yıllardan beri enformel bir yapılaşma ile büyüyen ve 5000 metrekarelik bir alanı
kapsayan bu bölgede 100 civarında aile yıllar boyunca oldukça kötü koşullarda
yaşamını sürdürmüştür (Şekil 3.22). Uzun bir zaman boyunca bu yerleşimi
düzenlemek ve sağlıklılaştırmak için yerel yönetim tarafından çeşitli alternatifler
üretilmiştir. Bu alternatiflerden biri de burada yaşayan insanları Iquique’ye uzak bir
mesafede bulunan Alto Hospicio’ya taşımaktır. Ancak bölge halkı, yaşam
koşullarının düzeltilmesini talep etmelerine rağmen, uzun zamandır yaşadıkları
bölgeyi, buradaki ekonomik ve sosyal ağlarını terk etmek istememişlerdir.

ŞEKİL 3.22- Bölgenin dönüşüm öncesi durumu

Projenin Doğuşu:

1998 yılında devletin sosyal programının bir parçası olarak oluşturulan ve Şili
Komşuluğu olarak çevrilebilecek Chile – Barrio inisiyatifi kurulmuştur. Bu program
yoksullukla mücadele ve sosyal eşitlik hedefiyle, ülkedeki en görünür problemlerden

53
biri olan sağlıksız konut alanlarına ve yerleşimlere odaklanmıştır. 2001 yılında
Quinta Monroy bölgesinde çalışmalara başlayan inisiyatif, burada yaşayanlarla
birlikte bir çözüm üretmeyi hedeflemiştir. İnisiyatif, kullanıcı katılımı prensibi ile
gerçekleştirilecek bir tasarım oluşturması için Elemental grubuyla iletişime
geçmiştir. Elemental grubu, 2000 yılında Şili Pontifica Katolik Üniversitesi
bünyesinde kurulan bir mimari ekiptir.

Şili hükümeti, 20 yıllık bir süre kapsamında 10 milyar dolarlık bir bütçeyi Chile –
Barrio programına ayırmıştır. Quinta Monroy projesi kapsamında da devlet destekli
Vivienda Dinamica Sin Dueda fonundan ödenek alınmıştır. Ancak fondan alınan
para, merkezi konumda olduğu için arsa değeri yüksek olan bu bölgede 100 aileyi
barındıracak boyutta bir projeyi gerçekleştirmek için oldukça kısıtlıdır. Arsa değeri
konut sayısına oranlandığında konut başına 7500 dolar düşmektedir; bu da altyapı,
mimarlık hizmeti gibi kalemlerle birlikte Şili inşaat piyasasına göre 30 m2’lik bir
alan anlamına gelmektedir.

Katılımcılık prensibiyle geliştirilen projede (Şekil 3.23) bölge halkının ihtiyaçları ve


talepleri göz önünde bulundurulduğunda Elemental için üç ana prensip ortaya
çıkmıştır: “genişleme” (expansion), ışık ve hava sirkülasyonu, sağlamlık. Burada en
önemli prensip “genişleme” dir çünkü 100 hane için oldukça küçük bir alanda
çalışılmaktadır ve hane halkının sayısı arttıkça bu nüfusun da orada barınmaya
devam etmesi istenmektedir. Ayrıca projeden herkesin erişebileceği açık kamusal
alanlar yaratması da beklenmektedir.

ŞEKİL 3.23- Bölge sakinleri ile gerçekleştirilen atölye çalışmaları

54
Projenin Genel Özellikleri:

Mimar Alejandro Aravena, devletlerin günümüzdeki bakış açılarının aksine, sosyal


konutun bir masraf olarak değil bir yatırım olarak görülmesi ve sürecin, başlangıç
ödeneğinin zamanla değer kazanmasını sağlayacak bir biçimde yönetilmesi
gerektiğini düşünmektedir. Aravena’ya göre, Şili’nin önümüzdeki 20 yıl boyunca
konut açığını gidermek için 10 milyon dolar harcamayı planladığı göz önünde
tutulursa, ilk ödeneğin zamanla değer kazanması demek yoksullukla mücadele için
yeni bir anahtar bulunması da demektir.

Öncelikle konutlarda sıkışıklık yaratmadan yoğunluk sağlamak gerekmektedir,


arsanın bu anlamda verimli kullanılabilmesi için ilk alternatif olarak sıra evler
düşünülmüştür. Ancak hesaplamalar yapıldığında sıra ev tipolojisi ile alana ancak 66
ailenin yerleşebildiği görülmüştür. Arsa kullanımı açısından verimli olduğu
düşünülerek yaygın olarak kullanılan bir diğer alternatif ise yüksek katlı bloklardır.
Ancak yüksek katlı bloklarda da “genişleme” prensibinin uygulanması mümkün
değildir çünkü strüktürel zorunluluklar daireye yeni bir oda eklendiğinde ışık- hava
sirkülasyonunu zorlaştırmakta ve odalar iç içe geçtiği için mahremiyet problemi
doğmaktadır.

Elemental ekibi ön araştırmaların ve ihtiyaç tespitinin ardından tasarımda şu


parametrelere karar vermişlerdir: Proje maliyet açısından konut başına maksimum
7500 dolar olmalı, 100 ailenin tümünü arsaya sığdırabilmeli ve ailelerin ihtiyaç
duydukları takdirde konutlarını genişletebilmelerinin önünü açmalıdır. Bu
parametreler ışığında tasarım ve strüktür açısından en uygun çözümlerin zemin ve
birinci katlarda oluştuğuna karar vermişlerdir.

Ellerindeki bütçe ile oluşturulacak konutlar için iki seçenekleri vardır: Ya 30


metrekarelik küçük konutlar yapılacaktır ya da bir konutun sadece %50 si yapılacak,
geri kalan %50’yi konutun kullanıcıları tamamlayacaktır. Burada önemli olan nokta
hangi yarıyı yapacaklarıdır, bu konuda da insanların kendi başlarına yapmakta
zorlanacakları bölümler olan merdiven, mutfak ve banyoya karar vermişlerdir.

Binanın strüktürünün de kendi içinde büyütülebilecek esneklikte olması


gerekmektedir. Ana bina, kentsel çevrede negatif etki yaratmayarak kendi içinde
genişlemeyi destekleyecek bir biçimde kurgulanmalıdır. Genişlemenin ilk kuralı
olarak binanın tüm bölüntüleri rijit olmayan bir malzemeden yapılmalıdır ve

55
genişleme için, yapılan her binanın birinci kat cepheleri arasında 20 metre mesafe
olmalıdır (Şekil 3.24 ve Şekil 3.25).

ŞEKİL 3.24- Kat planları

ŞEKİL 3.25- Konutların yapım aşaması

56
Projede ayrıca kamusal ve özel alan arasındaki ara kesitte, yirmi ailenin ortak olarak
kullanabileceği kolektif alanlar yaratılmıştır, bu alanların giriş çıkışı kullanan aileler
tarafından denetlenmektedir.

Projenin Değerlendirilmesi:

Proje, tasarım aşamasından yapım aşamasına kadar katılımcı bir süreç izlenerek
kurgulanmıştır. Kullanıcılara nasıl bir evlerinin olmasını istedikleri, kiminle komşu
olmak istedikleri gibi birçok soru sorulmuştur. Atölye çalışmaları yapılmış ve
buralarda interaktif yöntemler kullanılarak kullanıcıların istek ve beklentileri
anlaşılmaya çalışılmıştır.

Mimar Aravena’ya göre projenin hayata geçmesinde katılımcılığın rolü çok


büyüktür. İnsanlar öncelikle kısıtlamalarla ilgili bilgi verilerek talep ve beklentilerini
somutlaştırmaları sağlanmıştır. Böylelikle de bu aileler için nelerin daha öncelikli
olduğunu anlamak mümkün olmuştur. Örneğin giriş çıkışı denetlenebilen kolektif
alanlar yaratılması fikri bu yöntemle ortaya çıkmıştır. Aravena katılımcılığın en
önemli tarafının da bu olduğunu düşünmektedir, tanımlı şeyleri seçmek, bir şeyler
için bir şeyleri feda etmek yerine seçmek.

Projenin bir diğer temel ve oldukça önemli özelliği ise işbirliğidir. Bu projede
işbirliği halinde olan taraflar yerli halk, devlet, üniversite ve özel sektördür. Bu
tarafların başarılı işbirliği sayesinde proje sadece basit bir inşaat işinden ziyade örnek
teşkil edecek bir sosyal sorumluluk projesi haline gelmiştir.

Projedeki soru işareti ise konutların el değiştireceğinde ne olacağı konusundadır.


Yeni gelen kullanıcının, bir önceki kullanıcının kendi ihtiyaçlarına göre
kişiselleştirdiği konuta uyum sağlayıp sağlayamayacağı ve yapılan eklentilerin
ihtiyaç halinde sökülüp sökülemeyeceği bilinmemektedir. Ayrıca binaların taşıyıcı
sistemlerinin yapılan her türlü eklentiyi kaldırıp kaldıramayacağı da hesap edilmesi
gereken bir diğer noktadır. Son olarak da, proje her ne kadar kentsel çevre dikkate
alınarak tasarlanmış olsa da, genişlemelerin ve dışarıda yapılan eklentilerin belli bir
standarda bağlı olmayışı nedeniyle görsel açıdan bir kaotiklik yaratmaktadır (Şekil
3.26 ve Şekil 3.27).

57
ŞEKİL 3.26- Kişiselleştirilmiş konut cepheleri

ŞEKİL 3.27- Kişiselleştirilmiş konut iç mekânları

Tüm bu sorunlara çözüm olarak uygulanabilecek olan, bölge sakinlerinin kendi


aralarında bir konsensüs oluşturarak, genişlemelere ve yapılan eklentilere
kişiselleştirmeyi ve maliyeti zora sokmayacak belli standartlar getirmeleri olabilir.

3.2.3. Ortadoğu ve Afrika Ülkelerinden Örnekler

3.2.3.1. Lübnan/ Abbasiyeh- Tyre Balıkçı Kooparatifi Projesi

Bölgenin Genel Özellikleri:

25.000 nüfusa sahip olan ve ağırlıkla balıkçılıkla geçimini sağlayan insanların


yaşadığı Tyre şehri, nüfusa oranla yetersiz konutun bulunduğu ve yapılaşma
yoğunluğu nedeniyle çevre sorunları yaşanan bir bölgedir. Ülkedeki en yoksul
toplumsal kesimlerden biri olan Tyre’li balıkçıların ve ailelerinin hiç bir sosyal
güvencesi yoktur. UNESCO Dünya Mirası listesinde olan şehirde oldukça sıkı
koruma kurallarının bulunması ve yoksulluk nedeniyle konut seçenekleri oldukça
kısıtlıdır. 1975 ve 1990 yıllarında yaşanan savaşların hala süren etkileri nedeniyle
güvenlik amaçlı deniz sahasının daraltılması sonucu Tyre balıkçıları ekonomik

58
problemler yaşamaktadır. Balıkçıların günlük kazancı günlük 15 dolar civarındadır
ancak kış aylarında ve kötü havalarda bu rakam 7 dolara kadar düşmektedir.
Çocuklar büyüyüp evlenince iyice nüfusu artan küçük ve sağlıksız evlerde astım ve
romatizma gibi kronik sağlık sorunlarına rastlanmaktadır.

Projenin Doğuşu:

1998 yılında, yaşam alanlarındaki kötü koşulları değiştirmek ve evlenen çocuklarını


yanlarında tutabilmek için Al Baqaa isimli bir konut kooperatifi kuran balıkçılar,
yetkilileri yeni konutlar yapabilmek için kendilerine bir arazi bağışlanmasına ikna
etmişler ve Tyre Katolik Rum Kilisesi Abbassiyeh bölgesinin tarımsal alan sınırında
bulunan 6500 metrekarelik bir arazi kendilerine bağışlanmıştır. Ayrıca konut
projesini gerçekleştirmek için çeşitli ulusal ve uluslararası fonlardan ödenekler
bulmuşlardır. Bu süreçte Association for Rural Development isminde bir Tarımsal
Geliştirme Derneği tarafından da desteklenmişlerdir.

Tarımsal alanda bulunan yeni arazi, çevresinde narenciye bahçeleri ve bir hastane
bulunan, arsa spekülasyonu yoluyla kaotik bir yapılaşmanın olduğu bir bölgedir.
Yeniden hazırlanan master plana göre, proje sınırı şehri çevresine bağlayan eski
yolun yerine yapılacak yeni bir yola dayanmaktadır. Çevredeki birçok tarım arazisi
spekülatif yapılaşma nedeniyle bölünmüştür, bu nedenle proje alanı bölgedeki az
sayıda büyük arazilerden biridir.

Projenin Genel Özellikleri:

Bölgenin kaotik, öngörülemez yapısı ve Tyre’nin konut alanlarına uzak oluşu gibi
nedenlerle projenin tasarımı çevresine güçlü bir sınır çizecek şekilde yapılmıştır.
Ancak çevresindeki yolları ve yeni parselleri organize edecek bir çerçeveye de
sahiptir.

Söz konusu sınır, 7 metre derinliğinde inşa edilen bloklarla oluşturulmuştur ve kendi
çevresinde adeta bir deniz kabuğu şeklinde döndürülerek bir iç yol ve bir açık alan
oluşturulmuştur (Şekil 3.28). İç yol ana yola paralel olarak binalara ulaşımı sağlarken
iki ana girişi de birleştirmiştir. Açık alanda ise bir bahçe ve oyun alanı
bulunmaktadır. Bu tasarım ile aynı zamanda kapalı toplu konut etkisini engellemek
için, binalar arasında sirkülasyon amaçlı kullanılabilecek farklı oranlara sahip
boşluklar oluşturularak çizgisellik kırılmıştır. Bu boşlukların blokların köşelerinde
oluşturduğu alanlar farklı dış mekân kullanımlarına uygun olarak yapılandırılmıştır.

59
Örneğin ana ve ikincil yolun kesişim noktasında bulunan köşede ağaçlarla gölgelik
oluşturularak bir otobüs durağı konumlandırılmıştır. Ana yola bakan başka bir köşe
boşluğunda küçük bir kafenin de bulunduğu bir pasaj oluşturulmuştur.

ŞEKİL 3.28- Vaziyet planı

Balıkçılar için projede en önemli noktalardan biri konut birimleri arasında eşitliği
korumaktır. Hem bunu sağlamak hem de manzaraya ve ortak açık alanlara erişimi
eşit tutmak için birimlerin plandaki yerleşimleri farklı olmak zorundadır. Projede
yaklaşık 86 metrekarelik bir alana sahip 80 adet 2 oda bir salon konut ve neredeyse
proje alanının yarısı büyüklüğünde bir ortak açık alan bulunmaktadır.

Bloklar üç şekilde sınıflandırılmıştır: İlk tip, merdiven çekirdeğinin etrafında


konumlandırılan dairelerdir, ikinci tip dört adet dubleks daireyi içermektedir, her
dubleksin birinci katında açık planlı bir yaşama alanı ve ikinci katında yatak odaları
bulunmaktadır. Bu tip, ana açık alan çevresinde konumlandırılmıştır. Üçüncü tip ise
ilk iki tipin bir kombinasyonudur ve açık alanın köşelerinde konumlandırılmıştır
(şekil 3.29).

60
ŞEKİL 3.29- Blok yerleşim şeması

Avlu iki bölümden oluşmaktadır; birinci bölüm asfalt kaplıdır ve bu alanın altında
ortak kullanılan bir su tankı bulunmaktadır, ikinci bölüm ise yeşil alandan ve ekim
alanlarından oluşmaktadır. Projede ağaçlar alanları çevrelemek amaçlı değil bina
girişlerini belirginleştirmek amaçlı kullanılmıştır, her binanın önünde bölgenin zirai
yapısına uygun olarak zeytin, portakal, palmiye gibi farklı tipte ağaçlar
bulunmaktadır. Her binanın önüne tarımsal faaliyet amaçlı kullanılabilecek küçük
bahçeler konumlandırılmıştır. Ayrıca çatı katlarında da bölgede yaygın olarak
sürdürülen şarap üretimi amaçlı üzüm yetiştiriciliğine uygun alanlar oluşturulmuştur
(Şekil 3.30).

ŞEKİL 3.30- Projenin genel görünümü

Sitenin dışına bakan cephelerde gri- mavi, iç avluya bakan cephelerde ise sarı-
turuncu renkler kullanılarak görsel bir çeşitlilik yaratılmıştır (Şekil 3.31 ve Şekil

61
3.32). Balkon, pencere kenarı gibi farklı yüzeylerde aynı renklerin tonları
kullanılarak da cephelere derinlik katılmıştır. Blokların kat merdivenleri
havalandırmayı kolaylaştırmak ve gün ışığından yararlanarak elektrik tasarrufu
sağlamak için blokların cephelerinde açık olarak konumlandırılmıştır (Şekil 3.33).
Birinci tip dairelerde balkonlar bütün olarak dışarıya çıkartılarak balkon içlerinde
gölge olanağı sağlanmıştır.

ŞEKİL 3.31- Dış cephe görüntüsü

ŞEKİL 3.32- İç avlu görüntüsü

ŞEKİL 3.33 Sirkülasyon alanları

62
Kooperatif üyeleri arasında araba sahibi olanlar az olduğu için her iki konut için bir
araçlık alan olacak şekilde bir otopark alanı oluşturulmuştur. Sitede, balıkçılığı
sürdüren sakinlerin kullanımı için limana ulaşımı sağlayan ortak bir yük kamyonu da
bulunmaktadır. İleride otopark ihtiyacının artması halinde, inşa edilmesi planlanan
toplum merkezi binasının altının otopark olarak kullanılması düşünülmüştür.

Projenin Değerlendirilmesi:

Proje, yıllardır aynı bölgede yaşayan ve aralarında büyük bir dayanışma ilişkisi
geliştirmiş olan bir topluluğu birbirinden ayırmadan yeni bir yerde konumlandırması
açısından önemli bir örnek oluşturmaktadır. Yer değişiminin topluluğun kendi isteği
ve kendi organizasyonu ile gerçekleşmesi ise birçok açıdan avantaj yaratmıştır.
Topluluğun kendi ihtiyaçlarını somut olarak ortaya koymalarını kolaylaştıran ve
organize eden bir kooperatif kurmaları, yeni konut alanının oluşturulması için
topluluğa arsa tahsisinin yapılması ise olumlu olarak değerlendirilebilecek diğer
özelliklerdir.

Projedeki bir diğer önemli nokta ise, kullanıcı katılımı prensibinin projenin her
aşamasında kullanıcıların kendi istekleriyle uygulanmış olmasıdır. Tasarım sürecine
kullanıcı katılımı prensibinin uygulandığı projelerde, genel olarak yöneticilerin ve/
veya mimarların, profesyonellerin bu konuda ön ayak olduğu düşünüldüğünde, proje
bu açıdan özgün bir örnek oluşturmaktadır.

Ağırlıklı olarak balıkçılıkla geçinen topluluğun, koşullar nedeniyle bu faaliyeti


geçimlerini sürdürmeye yetecek oranda gerçekleştiremiyor olmaları topluluk
açısından büyük bir problemdir. Devletin de bu topluluk için yeni istihdam alanları
oluşturmak konusunda yetersiz kaldığı bilinmektedir. Bu anlamda projede yer verilen
tarımsal amaçlı kullanılabilecek bahçeler, topluluğa ekonomik anlamda yeni bir
alternatif oluşturmaktadır.

Bir arada yaşamaya alışmış olan bu ailelerin komşuluk ilişkilerini eskisi gibi
sürdürebilmeleri için doğru tasarlanmış ortak alanlara ihtiyaçları vardır. Projedeki
kamusal, yarı kamusal ve özel alanların ilişkisi arasındaki denge bu ihtiyacı
karşılayabilen bir başarı ile kurgulanmıştır.

Proje genelinde, mimari ekibin topluluğun tüm ihtiyaçlarına rasyonel çözümler


üretirken bir yandan da kentsel çevre bağlamında da özenli ve bütüncül bir yaklaşımı
benimsedikleri gözlemlenmektedir. Topluluğun sosyal ve ekonomik gelişimini kısa

63
vadede güçlendirecek olan bu yaklaşım, birçok kentsel dönüşüm projesine örnek
olacak niteliktedir.

Projede soru işareti yaratan konu ise, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliğin nasıl
sağlanacağıdır. Tarımsal faaliyetin, topluluğun ekonomik ihtiyaçlarını ne kadar
karşılayacağı bilinmemektedir. Tasarımındaki tüm başarısına rağmen site, kent
yaşamı ile organik bir bağ içerisinde değildir ve bu durum kent merkezindeki iş
olanaklarına ulaşımı zorlaştırmaktadır. Ayrıca, kendi içinde homojen olan ve ortak
ihtiyaçlara sahip bir topluluk için tasarlanmış olan bu sitenin, gelecekte bu
topluluğun dağılması halinde yeni gelecek topluluk yada bireylerin de ihtiyaçlarını
karşılayıp karşılayamayacağı da bilinmemektedir. Ancak bu sorunlar ne yazık ki
mimari tasarım ile çözüm üretilemeyecek kadar bütünlüklü sorunlardır ve ancak kent
yönetiminin bütüncül bir kentsel planlama anlayışı ile gerçekleştireceği çalışmalarla
çözülebilecektir.

3.2.3.2. Hindistan/ Pune- Çoğalan Konut Projesi

Bölgenin Genel Özellikleri:

Hindistan’da hükümet 2009 yılında geliştirdiği konut planı ile gecekondu


bölgelerindeki yaşam koşullarını yükseltmek için Jawaharlal Nehru National Urban
Renewal Mission (JNNURM- Jawaharlal Nehru Ulusal Kentsel Yenileme Hizmeti)
programı altında Basic Services for Urban Poor (BSUP- Kent Yoksulları için Temel
Hizmetler) adı ile bir çalışma başlatmıştır. Projenin tüm aşamalarında merkezi ve
yerel yönetim, sivil toplum örgütleri ve kullanıcılar birlikte çalışmışlardır.

Projenin içinde, ülkenin en önemli sivil toplum kuruluşu olan The Society for the
Promotion of Area Resource Centres (SPARC- Saha Araştırmaları için Teşvik
Derneği) ve yoksul kadınlar kolektifi ağı Mahila Milan (Kadınlar Bir Arada) yer
almaktadırlar.

Proje genelinde 30 adet gecekondu bölgesi belirlenmiş, sivil toplum kuruluşları Pune
şehrinin Yerawada bölgesinde 7 adet gecekondu bölgesinde çalışma yapmıştır. Pune
genelinde 4000 ailenin yararlanması planlanan proje, altyapı hizmetleri ve çevre
düzenlemesini de içermektedir.

Pilot proje Yerawada bölgesinde bulunan Netaji Nagar mahallesinde


gerçekleştirilmiştir (Şekil 3.34). Bombay’a 118 km. uzaklıkta bulunan bu mahalle,

64
bir kentsel dönüşüm projesi sonucu yerlerinden edilmiş insanların kurduğu 40 yıllık
bir yerleşim birimidir. Mahalledeki konutlar Hindistan genelindeki tüm gecekondu
bölgelerinde olduğu gibi Kaccha ve Puccas ismi verilen konutlardır. Kaccha
konutları genellikle ince metal plakalar ve benzeri eğreti malzemelerle
yapılmaktadır. Doğal havalandırma, gün ışığı, banyo- tuvalet ve mutfağın olmadığı
12 m2’lik bu konutlarda genellikle 4 ile 10 kişi arasında değişen sayılarda insan
yaşamaktadır. Puccaslar ise genellikle betonarme ve tuğladan yapılan, içinde banyo-
tuvalet ve mutfağın olduğu nispeten daha iyi durumda olan konutlardır. Netaji
mahallesinde 106 adet Kaccha ve 109 adet Puccas bulunmaktadır (Şekil 3.35).

ŞEKİL 3.34- Netaji Nagar Mahallesi genel görünüşü

ŞEKİL 3.35- Kaccha ve Puccaslarda barınma koşulları

Konutlarının içinde banyo- tuvalet olmayan insanlar, mahallenin ortak olarak


kullandığı umumi tuvaletleri kullanmakta, sabahları evlerinin önünde
yıkanmaktadırlar. Su, kuru dallar ya da çöpler yakılarak elde edilen ateşlerin
üzerinde ısıtılmaktadır.

65
Projenin Doğuşu:

SPARC, uyarlanabilir bir konsept projenin geliştirilmesi için İsveçli mimarlık ofisi
Urban Nouveu’dan Filipe Balestra ve Sara Göransson’u Hindistan’a davet etmiştir.
Hindistan’da Desai Prassanna mimarlık ofisi ve çeşitli yerel mimarlar, kent plancıları
ile birlikte çalışan Urban Nouveu, proje için sağlanan ödeneğe uygun ve
kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir tasarım üzerinde çalışmaya
başladılar.

Sağlanan ödenek her aileye 25 metrekarelik daireler öngörmekte, programa katılacak


ailelerin konut başına 4500 Euro olarak hesaplanan maliyetin %10’unu karşılaması
beklenmektedir. Her konutun kendi içinde banyo- tuvalet ve mutfağı olacak, altyapı
hizmetlerini devlet sağlayacaktır.

Netaji Nagar Mahallesi sakinlerinin yaşam koşulları oldukça kötü durumdadır ve bu


nedenle yaşadıkları mekânları ihtiyaçları doğrultusunda minimum boyutlarla
kullanmayı öğrenmişlerdir. Mahalle içerisindeki sosyal ilişkiler oldukça kuvvetlidir.
Bu tür gecekondu yerleşmelerine özgü bir özellik olarak da evlerin içinde, önünde ve
çevresinde kayıt dışı iş alanları, atölyeler bulunmaktadır. Yapılan tasarım, evinin
çevresinde çalışan insanlara da bir seçenek sunmalıdır.

Projenin Genel Özellikleri:

Tasarım aşamasında 7 ay boyunca mahallede çeşitli toplantılar ve atölye çalışmaları


gerçekleştirilmiştir. Mahalle sakinlerine öncelikle proje kapsamında nelerin
yapılmasının planlandığı aktarılmıştır. Daha sonra onların ihtiyaç ve istekleri
öğrenilerek bu doğrultuda yapılan ilk eskizler ve maketler mahalleli ile paylaşılmıştır
(Şekil 3.36).

ŞEKİL 3.36- Mahalleli ile yürütülen atölye çalışmaları ve tasarım ofisi

66
Tüm bu çalışmalar sonucunda ortaya 3 alternatifli bir konut tipolojisi ortaya
çıkarılmıştır. Konutların strüktürü dört kolon üzerine oturacak şekilde planlanmıştır.
A tipi konutta iki katlı olarak inşa edilip ihtiyaç halinde ileride üçüncü katı yapmaya
da olanak sağlamaktadır. B tipi konut üç katlı olarak inşa edilip zemin katı açık
bırakılmakta, ihtiyaç halinde zemin katı dükkân ya da otopark olarak kullanma
imkânı yaratmaktadır. C tipi konut ise yine üç katlı olarak inşa edilip bu kez ortadaki
kat açık bırakılarak veranda, oturma ya da çalışma alanı olarak kullanılabilmektedir,
istenirse de kapatılabilmektedir (Şekil 3.37). Aileler isterlerse duvarları, kolonları-
kirişleri ve altyapıyı ortak kullanarak bu konut tiplerini birleştirebilmektedir (Şekil
3.38).

ŞEKİL 3.37- Sırasıyla A, B ve C konut tipleri

67
ŞEKİL 3.38- Bir araya getirilmiş konutlar (sıralanış CACBCA şeklindedir)

Maliyetin %10’unu karşılayamayacak durumda olan mahalle sakinleri için ekip


katılımcılığı yapım aşamasına da taşıyacak bir çözüm geliştirmiştir. Bu maliyeti
karşılayamayacak aileler, kaba yapı bittikten sonra kapı ve pencerelerin takılması,
duvarların sıvanıp boyanması, döşeme kaplamalarının yapılmasına yardım ederek
hem maliyetin kendilerine kalan kısmının işçilikten düşürülmesini sağlayacaklar hem
de evlerini istedikleri gibi kişiselleştirebileceklerdir (Şekil 3.39).

ŞEKİL 3.39- Konutlar birçok açıdan kişiselleştirilebilmektedir.

Konutlarının yapım aşamasında da mahalle sakinlerinin geçici konutlara


yerleştirilerek mağdur edilmemesi sağlanacaktır.

Projenin Değerlendirilmesi:

Sosyal konut yapımındaki en büyük problem en az maliyetle en iyi koşulların nasıl


sağlanacağıdır. Özellikle Avrupa ülkelerinde ekonomik koşullardan kaynaklı bunun

68
sağlanması daha kolaydır ancak yoksulluk oranının çok yüksek olduğu ülkelerde
devletlerin en iyi koşullara sahip sosyal konutlar sağlaması imkânsıza yakın bir
olasılığa sahiptir. Bu tür ülkelerde dar gelirliler barınma sorunlarını genellikle kendi
imkânları ile çözmeye çalışmaktadırlar. Mimarlar dışında herkes tarafından
yapılabilen bu konutlar, altyapı gibi hizmetlerin de eksikliği ile birlikte yaşam
kalitesi bakımından çok düşük konut alanları oluşmasına neden olmaktadır.

Bu tür ülkelerdeki konut sorununa yönelik olarak mimarlar, tasarım ve uygulamadan


ziyade kullanıcılarla birlikte onların yaşam koşullarını iyileştirecek, günü birlik
olmayan çözümler üretebilirler. Bu yaklaşımın bir örneği olan bu projede, yaşam
koşulları oldukça kötü olan gecekondu bölgelerinin bulunduğu Hindistan gibi
ülkelerde insanları yerinden etmeden ve gündelik yaşam alışkanlıklarını
değiştirmeden uygulanabilecek bir çözüm sunulmaktadır.

3.2.4. Türkiye’den Örnekler

3.2.4.1. İstanbul- Sulukule Alternatif Projesi

Bölgenin Genel Özellikleri ve Kentsel Yenileme Süreci:

İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Sulukule Mahallesi (Neslişah ve Hatice Sultan


Mahalleleri) Roman vatandaşların yaşamını sürdürdüğü, 1050 yıllarından beri
yaşayanlarının kültürel özelliklerini koruduğu bir bölgedir. Bölge 1985 yılında
Dünya Mirası Listesi’ne alınmış olan kara surları koruma bandını içermekte olup,
1995 yılında İstanbul I numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından “kentsel ve tarihi sit alanı” olarak ilan edilen tarihi yarımada sınırları
içerisinde yer almaktadır. Sınırları içerisinde tarihi suyolları kalıntıları, Beşinci Kapı
(Sulukule Kapısı), İstanbul kara surları ile birlikte dört adet anıtsal, 46 adet sivil
mimari örneği tescilli yapı yer almıştır.

Mahalle sakinlerinin büyük bir çoğunluğunun ekonomik gelirleri düşük olmasına


rağmen, aralarındaki sosyal ilişkileri yüzyıllardır çok güçlü bir biçimde sürdürmeleri
sonucu mahalle yıllara meydan okuyarak ayakta kalmayı başarmıştır. Dar sokaklara
ve iç içe inşa edilmiş yapılara sahip bölgedeki konut tipolojisi sosyo- ekonomik yapı
ile bağlantılı olarak çoğunlukla birkaç katlı, orta bahçeli ve avlulu olarak inşa
edilmiştir (Şekil 3.40).

69
ŞEKİL 3.40- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” öncesindeki durum

2006 yılında 5366 sayılı yasa kapsamında Sulukule Mahallesi Kentsel Yenileme
Alanı olarak ilan edilmiştir. Yenileme ile ilgili Fatih Belediyesi ve TOKİ işbirliği ile
hazırlanan avan projeler başta Sulukule halkı olmak üzere, Mimarlar Odası ve ilgili
diğer odaların, sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin ve halkın değişik
kesimlerinden birçok insanın tüm itirazlarına, hatta açılan davalara rağmen 2007
yılında ilgili kurul tarafından onaylanmıştır. Yürütmeyi durdurma ve planın iptaline
ilişkin açılan davalar sürdüğü halde 2009 yılında mahallede yıkımlar başlamış,
mahalle halkı çevik kuvvet ekipleri ile evlerinden zorla çıkarılarak binlerce yıllık
Sulukule adeta bir moloz yığınına çevrilmiştir (Şekil 3.41).

ŞEKİL 3.41- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” kapsamında 2009 yılında yapılan yıkımlar
sonrası durum

70
Kentsel Yenileme Projesi sonucunda evlerinden olan ailelere yalnızca hak sahipliği
ve konut mülkiyeti üzerinden seçenekler sunulmuş, Sulukule’de kiracı olarak
yaşayanların durumu göz ardı edilmiştir. Ancak projenin ilk aşamalarında hak sahibi
olarak tanımlanan ev sahiplerine sunulacağı vaad edilen fırsatlar gerçekleşmemiş,
ortalama bir dairenin fiyatının 450 bin TL’yi bulduğu projede mevcut Sulukule
sakinlerinin ev sahibi olma imkânının olmadığı ortaya çıkmıştır. İkinci bir seçenek
olarak sunulan Gaziosmanpaşa ilçesinde bulunan Taşoluk TOKİ konutlarından düşük
faizlerle ev sahibi olma imkânı da gerçekleşmemiştir. Geçim kaynakları çoğunlukla
eğlence sektörü olan Sulukule sakinlerinin şehir merkezine oldukça uzak olan bu
bölgede yaşama ve çalışma olanağı bulunmadığından Taşoluk’ta bugün itibariyle
yalnızca iki aile ikamet etmektedir.

Sulukule’de Fatih Belediyesi ve TOKİ işbirliği ile uygulanan projedeki konutların


satışları, Mimarlar Odası’nın yürütmenin durdurulması ve planın iptali istemi ile
açtığı davanın 2012 yılında olumlu olarak sonuçlanmasına rağmen bugün hala devam
etmektedir (Şekil 3.42).

ŞEKİL 3.42- Sulukule’de “Kentsel Yenileme Projesi” kapsamında uygulanan proje

Alternatif Projenin Doğuşu:

2008 yılında, gerçekleştirilen bu yanlış uygulamalara karşı çıkan Sulukule Platformu,


Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği, konuya duyarlı, mesleklerinde
uzman kişiler, akademisyenler, aktivistler, öğrenciler ve gönüllüler Sulukule için
belediyenin hazırladığı projeye alternatif olarak Sulukule Toplumsal Gelişme-

71
Ekonomik Kalkınma Planı ve Mekânsal Stratejileri projesini ortaya koymuştur (Şekil
3.43). Proje ile hedeflenen, yerlerinden edilmiş mahalle sakinlerinin geri
döndürülmesi ve planlı bir yapılı çevre ile yaşam kalitelerinin arttırılmasıdır.

ŞEKİL 3.43- Sulukule Alternatif Projesi Kapsamında mahalleli ile yapılan atölye çalışmaları

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de katıldığı bir toplantıda belediye


yetkilileri ile paylaşılan bu proje, yetkililerden destek bulamamıştır. Proje daha sonra
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’a sunulmuş ancak yapılan görüşmelerin ardından
TOKİ tarafından da kabul görmemiştir.

Büyük emekler ve umutlarla hazırlanan bu proje ne yazık ki uygulama olanağı


bulamamış, yıkılan Sulukule Mahallesi’nin kalıntıları üzerinde Fatih Belediyesi ve
TOKİ tarafından hazırlanan kentsel yenileme projesi gerçekleştirilmiştir.

Alternatif Projenin Genel Özellikleri:

Proje, herkesin katılımına açık toplantılarda, Sulukule’ye dair yapılan tüm bilimsel
çalışmaların ve alan çalışmalarının mahallelinin deneyimleriyle bir araya getirilmesi
ile başlamıştır. Proje kapsamında ilk olarak koruma ve geliştirme, barınma ve kent
hakkını sağlama, Roman kültürünü sürdürme başlıkları hedeflenmiştir. Projede
ortaya konulan planlama kriterleri ve temel yaklaşımlar aşağıdaki gibidir:

1. Yaşanabilirlik

Toplumsal ve kültürel gelişimin desteklenmesi

72
Mahalleliler için mekânsal kalitenin arttırılması

Sağlık, eğitim ve kentsel hizmetlerden faydalanma olanaklarının arttırılması

Yerel ekonomik kalkınma

Suçtan arınma

2. Katılımcılık

Mahalle sakinlerine kararlarda söz ve uygulama önceliği hakkı

Toplumsal örgütlülük ve dayanışma

Sivil toplum-kamu etkileşimi

Şeffaflık ve hesap verebilirlik

3. Kullanım Değeri

Barınma hakkının savunulması

Ödenebilir konut projeleri

Toplumsal profile uygun, kullanıcı dostu konut projeleri

Örtük değerlere, yerel ve kültürel alışkanlıklara uygun yeni iş alanları

Kullanım değerini koşullayan sübvansiyon ve teşvikler

4. Hakçalık

Hak sahipliği modelinin adil biçimde kurgulanması

Kentsel hizmetlerden eşit biçimde yararlanma

5. Yaşama Kültürü

Kullanım değeri vurgusunu yaşama kültürü ile bütünleştirmek

Geleneksel yaşam pratiklerini korumak ve geliştirmek

Roman kültürünün ifade olanaklarını genişletmek

Mekânsal müdahaleleri yaşama kültürünü destekleyecek şekilde geliştirmek

6. Koruma ve Geliştirme

Arkeolojik, kültürel ve tarihsel değerleri korumak ve uygun kullanımlarla


mahallenin ve İstanbul’un hizmetlerine sunmak

73
Yapılaşmayı Sur Koruma Bandının öngördüğü şekilde sınırlandırmak

Yenileme çalışmalarını tarihi dokuya uygun kurgulamak

Projede tarihi Sulukule kentsel dokusu, özgün ada morfolojisi, yol sistemi, sokak
rejimi genel olarak korunmak suretiyle yeniden üretilmiştir. Üst ölçek plan
kararlarındaki temel koruma anlayışına uyulmuş, Sur Koruma Bandı sınırlarının
belirlediği yapılaşma koşulları ve gabari sınırlamaları esas alınmıştır. Yapılaşmaya
gidilmeden önce alanda arkeolojik çalışma yapılması öngörülüp, buna göre projenin
revize edilmesi önerilmiştir. Tescilli parseller ve yapılar belirlenmiş olup, bu
alanlarda rölövelere uygun olarak restorasyon ve restitüsyon yapılacağı
varsayılmıştır.

Proje kapsamında öncelikle bir mahalle takip sistemi oluşturulmuş ve yenileme


projesi öncesi mahalle nüfusunun; hangi parselde/ yapıda ve kaçar m2’lik birimlerde
yaşadığı, nüfus ve hane halkı bilgileri, mal sahipliği ya da kiracılık durumu, istihdam
durumu, eğitim durumu, seçmen bilgileri, yenileme projesindeki hak sahipliği,
yenileme projesi sonrası nerede ikamet ettiği ve yaşama koşulları, iletişim bilgileri
vb. bilgiler toplanmıştır. Bilgileri içeren ve sürekliliği sağlanacak bir veri tabanı
oluşturulup, Sulukuleliler’in alternatif proje sürecinde mahallede yeniden iskânının
sağlanması hedeflenmiştir.

İmzalanan muvafakatnamelerdeki 620 hak sahibi için üretilen konutların dışında


kullanım hakkı önceliği Sulukule yerel halkına ait olmak üzere çeşitli tipolojilerde
sosyal konutlar üretilmiştir. Mimari çözümlerde hak sahipliği ve kullanıcı taleplerine
bağlı esnek bir m2- tipoloji yaklaşımı benimsenmiş, konut m2’leri alanın tarihi
özelliklerine ve karakteristiklerine uygun hale getirilmiştir. Önceden belirlenen hak
sahipliği kriterleri ve konut edindirme modellerine uygun olarak üretilecek
konutların 3 farklı tipolojide (25, 40 ve 60 m2’lerde) çözülmesi ve toplamda 3728
kişinin yaşayacağı 57.890 m2’lik konut alanından oluşması öngörülmüştür (Şekil
3.44).

74
ŞEKİL 3.44- Sulukule Alternatif Projesi kapsamında tasarlanan sosyal konut tipleri

Bölgedeki yeşil alan eksikliğini gidermek üzere, parsellerde avlu ve bahçe kullanımı
öngörülmüş, ayrıca alt ve üst bostan gibi iyi kullanılmayan alanlar düzenli yeşil alan
haline getirilerek korunmuştur. Tüm adalarda karma kullanım geliştirilmiş olup,
ticari fonksiyonlar özellikle Kara Surlarının önünden geçen Kaleboyu Caddesi
boyunca yoğunlaştırılmış, üretilen ticaret alanları ile bölgede yerel istihdama olanak
veren kullanımlar önerilmiştir. Kültürel ve toplumsal gelişme için sosyal donatı
alanları yaratılarak Roman kültürünü de içine alan sürdürülebilir bir toplumsal hayat
sağlanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle alanda yaşayacak nüfus için yaklaşık 6000
m2’lik ticari üniteler de tasarlanmıştır.

Proje kapsamında çok amaçlı etkinlik alanları, spor alanları, çocuk oyun alanları,
dinlenme alanları, hobi bahçeleri, amfi tiyatro vb. sosyal donatılara ayrılmış
toplamda 15.000 m2’lik bir alanda düşünülmüştür (Şekil 3.45). Ayrıca mahallenin
sosyal ve kültürel yapısından kaynaklı belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda Çok
Amaçlı Toplum Merkezi, Mahalle Koordinasyon Merkezi, Mahalle Lokantası ve
Mahalle Kreşi gibi sosyal donatılar kurgulanmıştır.

75
ŞEKİL 3.45- Sulukule Alternatif Projesi kapsamında tasarlanan sosyal donatı alanları

Alternatif Projenin Değerlendirilmesi:

Türkiye’de son on yıldır “kentsel dönüşüm/yenileme” adı altında merkezi ve yerel


yönetimlerce gerçekleştirilen, kent merkezinde bulunan alanlarda mevcut sakinleri
kent merkezi dışına sürerek lüks projeler uygulanan ve asıl amacı kent toprağı
üzerinden rant elde etmek olan bir süreç işlemektedir. Sulukule Toplumsal Gelişme-
Ekonomik Kalkınma Planı ve Mekânsal Stratejileri projesi (Alternatif Sulukule
Projesi), kent merkezinde sağlıksız yapılaşma ve barınma koşulları öne sürülerek
dönüşüm/ yenileme uygulamalarının gerçekleştirilmek istendiği alanlarda kullanıcı
ihtiyaçlarını merkeze alarak, kullanıcının tasarım aşamasına dâhil edildiği
uygulamaların da yapılabileceğini kanıtlamak açısından olumlu ve nadir örneklerden
biridir. Her ne kadar uygulama fırsatı yakalanmamış olsa da bu proje ile Türkiye’de
sağlıksız ve yetersiz barınma koşullarının bulunduğu alanlarda mimari tasarımda
kullanıcı katılımı yaklaşımı ile ihtiyaca dönük ve doğru uygulamaların
gerçekleştirilebileceği teorik olarak örneklenmiştir.

“Kentsel dönüşüm/ yenileme” kavramı Türkiye’de üzerinde oldukça tartışma


yürütülen bir kavramdır. Bir görüşe göre yaşanan problemler bu kavramın
kendisinde değil Türkiye’deki uygulama örneklerindedir, özellikle Avrupa’daki
doğru uygulamalar örnek alınarak problemlerin ortadan kaldırılabileceği

76
savunulmaktadır. Başka bir görüş ise “kentsel dönüşüm/ yenileme” kavramının
yalnızca yapısal dönüşümü ya da yenilemeyi içermediğini, uygulama yapılan kent
alanlarında sosyal ve ekonomik değişimlerin, buna bağlı olarak da kullanıcı
profilinin değişiminin kaçınılmaz olduğunu savunmaktadır. Bu görüşe göre, barınma
koşullarının sağlıksız ve yetersiz olduğu kent alanlarında kentsel dönüşüm ya da
yenileme tek seçenek olarak öne sürülmemeli, mevcut kullanıcıların ihtiyaç ve
istekleri gözetilerek rehabilitasyon/ sağlıklılaştırma çalışmaları yapılmalıdır.

Sulukule Alternatif projesine dönük en büyük eleştiri de bu tartışma ekseninde


yapılmaktadır. Alternatif projede Sulukule’de zaten bir dönüşüm uygulanacağı
varsayımı ile sürece başlanmış, bu dönüşümün kararının Sulukule sakinleri
tarafından değil yerel yönetim tarafından farklı amaçlarla verildiği gerçeği üzerinde
durulmamıştır. Projenin kendisi de, projeye emek harcayanlar da ne kadar iyi
niyetlerle yola çıkmış olsalar da, kullanıcının sürecin her aşamasına dahil edilmediği
ve nesnel durumun kullanıcıya dayatıldığı bir durumda kullanıcı katılımı
yaklaşımının tam olarak hayata geçmesi mümkün olmamaktadır.

77
4. TOKİ TOPLU KONUT UYGULAMALARININ KULLANICI
KATILIMI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

4.1. TOKİ’NİN KURULUŞU, GELİŞİMİ VE KONUT ÜRETİM


POLİTİKALARI

Türkiye’de Toplu Konut uygulamaları açısından ilk devlet girişimi 1981 yılında
çıkarılan toplu konut yasasıdır. Ardından 1984 yılında Toplu Konut ve Kamu
Ortaklığı İdaresi kurulmuş ve özerk bir toplu konut fonu oluşturulmuştur. 1990
yılında 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile Toplu Konut İdaresi ve
Kamu Ortaklığı İdaresi olarak ikiye ayrılan kurum, 1993 yılında toplu konut fonunun
genel bütçe kapsamına alınması, 2001 yılında ise tamamen kaldırılması ile ciddi bir
durağanlık yaşamaya başlamıştır.

2003 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti Acil Eylem Planı kapsamında
Planlı Kentleşme ve Konut Üretim Seferberliği ilan ederek bundan sonra konut
üretimi ve kentleşmenin birlikte ele alınacağını açıklamış, 2004 yılından itibaren
Toplu Konut Kanunu ve ilgili diğer kanunlarda yapılan değişikliklerle konut üretimi
alanında Toplu Konut İdaresi’nin tekrar inisiyatif sahibi olması sağlanmıştır.

Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'nın temel görevleri 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu
ile belirlenmiştir. İdarenin kuruluş aşamasında 2985 sayılı Kanunun verdiği görevler
şunlardır:

a) Devlet garantili ve garantisiz iç ve dış tahviller ile her türlü menkul kıymetler
çıkarmak;

b) Yurt içi ve yurt dışından, Toplu Konut İdaresi'nce kullanma alanlarında


yararlanmak üzere kredi almaya karar vermek;

c) Konutların finansmanı için bankaların iştirakini sağlayacak tedbirleri almak, bu


amaçla gerektiğinde bankalara kredi vermek, bu hükmün uygulanmasına ilişkin
usulleri tespit etmek;

d) Konut inşaatı ile ilgili sanayi veya bu alanlarda çalışanları desteklemek;

78
e) Özellikle kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan konut inşaatıyla ilgili şirketlere
iştirak etmek;

f) Gerektiğinde her çeşit araştırma, proje ve taahhüt işlemlerinin sözleşmeyle


yaptırılmasını temin etmek;

g) Kanunlarla ve diğer mevzuatla verilen görevleri yapmak.

2003 yılında 4966 sayılı kanunla yapılan değişikliklerle Toplu Konut İdaresine
verilen yeni görevler ise şunlardır:

a) Konut sektörüyle ilgili şirketler kurmak veya kurulmuş şirketlere iştirak etmek;

b) Ferdi ve toplu konut kredisi vermek, köy mimarisinin geliştirilmesine, gecekondu


alanlarının dönüşümüne, tarihi doku ve yöresel mimarinin korunup yenilenmesine
yönelik projeleri kredilendirmek ve gerektiğinde tüm bu kredilerde faiz
sübvansiyonu yapmak;

c) Yurt içi ve yurt dışında doğrudan veya iştirakleri aracılığıyla proje geliştirmek;
konut, altyapı ve sosyal donatı uygulamaları yapmak veya yaptırmak;

d) İdareye kaynak sağlanmasını teminen kâr amaçlı projelerle uygulamalar yapmak


veya yaptırmak;

e) Doğal afet meydana gelen bölgelerde gerek görüldüğü takdirde konut ve sosyal
donatıları, altyapıları ile birlikte inşa etmek, teşvik etmek ve desteklemek.

Bununla birlikte Toplu Konut İdaresi, uygulama yaptığı bölgelerde birim kurabilme
ve gerektiğinde bu birimlerde valilik, belediye ve diğer kamu kurumları
personelinden geçici görevli istihdam etme yetkisine sahip olmuştur. Ayrıca yine
yapılan yasal düzenlemelerle İdare, Hazineye ait arazileri bağlı olduğu Bakan ve
Maliye Bakanı teklifi ve Başbakan onayıyla bedelsiz olarak devralma yetkisine sahip
olmuştur [62].

Ayrıca 5162 sayılı yasa ile TOKİ’ye imar planı yapma, yaptırma ve tadil ettirme
yetkisi verilmiş; 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nda Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı’na ait tüm yetkiler TOKİ’ye devredilmiş; 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve
Kültürel Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında
Kanun çıkarılarak yerel yönetimlerin ilan edilen yenileme alanlarında TOKİ’ye
uygulama yaptırabilmesi ve bu alanlarda belediyelerin TOKİ’nin hak ve yetkilerini

79
kullanabilmesinin önü açılmış ve 5492 sayılı yasada yapılan değişikliklerle iskân
işlemlerinde TOKİ’ye ayrıcalıklar tanınmıştır.

TOKİ’nin temel amaçları, alternatif ve yenilikçi uygulamalarla konut üretiminin belli


bir model çerçevesinde gerçekleşmesini sağlayarak, konut piyasasını disipline etmek;
kalite, sağlamlık, ucuzluk gibi hususlara dikkat ederek spekülatif oluşumlara mani
olmak; ülke nüfusunun ülke coğrafyasına dengeli bir biçimde dağılmasına yardımcı
olmak şeklinde sıralanmaktadır. Ayrıca sosyal devlet anlayışının güçlenmesine,
üretim çarklarının önündeki engellerin azaltılmasına, yoksul vatandaşına hizmet
eden, adalet ve anlayışla yaklaşan bir devlet yapısının oluşmasına, yasalara saygılı
vatandaşların devlete olan güveninin pekiştirilmesine katkı sağlamak da amaçlarının
arasında sayılmaktadır [63].

TOKİ konut üretimini farklı kategorilerde gerçekleştirmektedir, bunlar; Alt Gelir


Grubu ve Yoksul Konutları, Dar ve Orta Gelir Grubu Konutları, Kentsel Dönüşüm
Projeleri, Afet Konutları, Tarımköy Uygulamaları, Göçmen Konutları, Kaynak
Geliştirme ve Gelir Paylaşımı Projeleridir. Aynı zamanda okul, hastane, cami, spor
salonu gibi sosyal donatı yapılarının da üretimini gerçekleştirmektedir.

TOKİ’nin resmi raporlarında ve belgelerinde finansal sistemini, arsa karşılığı yapılan


Kaynak Geliştirme ve Gelir Paylaşımı projelerinden elde edilen mali kaynağı Alt
Gelir Grubu ve Yoksul Konutları üretimine aktararak dengelediği belirtilmektedir.
Ayrıca dar ve orta gelirli vatandaşların konut sahibi olmalarını desteklemek
amacıyla, değişken fiyat endeksi kullanarak konutu inşaat halinde iken
kredilendirmekte ve uzun vadelerle farklı ödeme planları geliştirmektedir. Buna göre
Yoksul Gruba yönelik 45-55 m2 konutlar peşinatsız 20 yıl vadeli 100 TL’den
başlayan taksitlerle, Alt Gelir Grubuna yönelik 65-87 m2 konutlar 6000 TL peşinat
ve 15 yıl vadeli yaklaşık 300 TL taksitle satışa sunulmaktadır [64].

TOKİ’nin resmi sitesinde verilen bilgilere göre, kurulduğu 1984 yılından 2002 yılı
sonuna kadar geçen 19 yıllık süreçte kooperatif kredileri kapsamında 940 bin konuta
kredi desteği ve 93.215 konuta tamamlama kredisi sağlamış ve toplam 43 bin 145
konutu bizzat üretmiştir. TOKİ’nin 22 Ekim 2012 tarihli Konut Üretim Raporuna
göre; 81 il ve 800 ilçede, 2.467 şantiyede, 559.705 adet konut üretimi
gerçekleştirilmiştir [64]. Bu kapsamda verilen rakamlara göre, TOKİ ürettiği
konutların %85,02’sinin “sosyal konut” olduğunu belirtmektedir. TOKİ’nin Türkiye
genelindeki konut uygulamaları dağılımı Çizelge 4.1’de gösterilmiştir.

80
ÇİZELGE 4.1- TOKİ Türkiye geneli konut uygulamaları dağılımı

TOKİ’nin resmi kaynaklarına göre ikinci 500 bin konut üretimi kapsamında öncelikli
olarak Kentsel Yenileme ve Gecekondu Dönüşüm Projelerine; Alt Gelir Grubu ve
yoksullara yönelik sosyal konut projelerine; İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi
büyükkentlerde uydukentler kurulmasına; orta ölçekli il ve ilçelerde örnek yerleşim
birimleri oluşturmaya; tarihi doku ve yöresel mimarinin geliştirilmesi ve Tarımköy
uygulamalarına; eğitim tesisleri, sosyal donatılar, ağaçlandırma ve çevre
düzenlemelerinin artırılmasına; altyapılı arsa üretilmesine ağırlık verileceği
belirtilmektedir [64].

4.2. TOKİ’NİN KONUT UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Günümüzde TOKİ, sadece konut üretimi alanında değil şehircilik alanında da büyük
kapsamlı çalışmalar gerçekleştirmektedir. Ancak TOKİ, bilimsel ölçütlere uygun
olmayan ve kamu yararını gözetmeyen uygulamaları nedeniyle toplumun birçok
kesimi tarafından da eleştirilmektedir.

TOKİ 2003 yılından itibaren hükümetin desteği ile diğer tüm kamu kurumlarının
üzerinde yetkilerle donatılmış ve Türkiye inşaat sektörü içerisinde neredeyse tek
otorite haline getirilmiştir. Özellikle 5162, 775, 5366 ve 5492 sayılı yasalarla yapılan
düzenlemeler sayesinde hiçbir kamu kurumunun sahip olmadığı olağanüstü yetkilere
sahip olan TOKİ, Türkiye’nin mekân politikasını baştan aşağı belirler hale gelmiştir
[65].

Sahip olduğu yetkilerle büyük bir uygulama gücüne sahip olan TOKİ’nin en çok
eleştirilen yanlarından biri ise kamu denetiminden muaf olmasıdır. Direk

81
Başbakanlık’a bağlı bir kurum olarak TOKİ’yi denetleme yetkisine bir tek
Başbakanlık Denetleme Kurulu sahiptir ancak bu kurum tarafından bir denetim
yapılıp yapılmadığı da kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. TOKİ’nin gelir ve giderleri,
uygulama verileri gibi bilgiler sadece kendi sunduğu belgelerden takip edilebilmekte,
bu verilerin kamu tarafından denetimi yapılamamaktadır. TOKİ’nin bu şeffaflıktan
uzak yapısı hem sosyal devlet ilkelerine hem de demokrasi kavramına ters
düşmektedir [65].

TOKİ’ye yönelik bir diğer eleştiri ise kuruluş amacına ve ilan ettiği ilkelere uygun
hareket etmediği yönündedir. Konut sahibi olmayan dar gelirli vatandaşların konut
sahibi olmalarına destek verme misyonuna sahip olduğunu iddia eden kurumun,
uygulamada ağırlıkla üst gelir grubuna yönelik konut üretiminde bulunduğu
bilinmektedir [66].

TOKİ, dar gelirli vatandaşların konut ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak ülke
genelinde ürettiği konutların %85 oranında “sosyal konut” olduğunu belirtmektedir.
Ancak bu konutlar, birçok açıdan “sosyal konut” kavramının dünya literatüründe
tanımlanan ve uygulanan ölçütlerine uygun düşmemektedir. TOKİ sadece konut
mülkiyetine yönelik politikalar üretmekte, dünya genelindeki “sosyal konut”
uygulamalarında ağırlıklı olarak yer alan kiralık konut seçeneğini gündeme
getirmemektedir. Ayrıca birçok ülkede sosyal konut sisteminde, hak sahipliği
ihtiyaca yönelik olarak yerel yönetim tarafından belirlenmekte ve yerel yönetimin
inisiyatifi ile uygulanmaktadır. TOKİ’nin “sosyal konut” uygulamalarında ise
ihtiyacın nasıl ve kim tarafından belirlendiği net verilerle ortaya konmamaktadır.

Konut açığının ihtiyaca yönelik bir şekilde giderilmesi için bu açığın ülke
genelindeki dağılımının doğru saptanması gerekmektedir. Devlet Planlama Teşkilatı
ve Türkiye İstatistik Kurumu gibi devlet kurumlarının verilerinde ya da güvenilir
kurumlar tarafından elde edilmiş başka bilimsel kaynaklarda, ülke genelindeki konut
açığının illere ve ihtiyaca göre dağılımını gösteren net bir bilgi bulunmamaktadır. Bu
kurumların çalışmalarında konut açığına ilişkin tüm veriler ülke genelini göstermekte
olup, sadece nüfus artışı ve mevcut konut stoğu parametreleri üzerinden
oluşturulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında TOKİ’nin konut üretim verilerinin sağlıklı
bir tablo ortaya koymadığı açıktır. Örneğin Tablo 4.2’de gösterilen TOKİ’nin
İstanbul’da tamamlanan ve devam eden konut uygulamalarının oranlarına
bakıldığında, Kaynak Geliştirme ve Gelir Paylaşımı projelerine daha fazla ağırlık

82
verildiği görülmektedir. Ayrıca TOKİ Konut Uygulamaları ve Kentsel Yenileme
Projeleri kategorisinde bulunan konutlar içerisinde de birçok lüks konut uygulaması
bulunmaktadır.

TABLO 4.2- TOKİ İstanbul konut uygulamaları dağılımı

Benzer birçok gelişmekte olan ülke metropolünde olduğu gibi, göç ve nüfus artışı ile
birlikte hızlı ve plansız bir büyüme yaşayan İstanbul’da, çok ciddi bir gelir dağılımı
eşitsizliği olduğu ve yoksulluk oranlarının da oldukça yüksek olduğu bilinmektedir.
Buna rağmen İstanbul’da TOKİ’nin, ortaya koyduğu misyona uygun olarak dar
gelirlilere yönelik konut üretimine değil de Kaynak Geliştirme ve Gelir Paylaşımı
modeli ile elde edilen lüks konutlara ağırlık vermesi; kamuya ait arazileri prestij
projeleri ile yerli ve yabancı sermayeye açarak kentsel toprak rantı oluşturduğu
eleştirilerini doğrulamaktadır.

4.2.1. Kent ve Çevre Politikaları Bağlamında Değerlendirilmesi

Günümüzde Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun kentlerde yaşadığı


bilinmektedir. Kentleşme açısından birçok evreden geçmiş bir ülke olan Türkiye’de
planlı bir kentleşme politikasının ise günümüze kadar henüz tam olarak hayata
geçemediği görülmektedir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren hakim olmaya
başlayan neoliberal politikaların da etkisi ile özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük
kentlerde kamu yararını gözetmeyen, rant amaçlı ve birçok açıdan geri dönülemez
tahribatlara yol açan bir yapılaşma biçimi hüküm sürmüş, devlet ise bu yapılaşmaya
ya ortak olmuş ya da seyirci kalmıştır.

83
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 57. Maddesinde: “Devlet, şehirlerin özelliklerini
ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak
tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” denilerek kent planlaması
ve konut üretimi alanlarında devlete bir misyon biçilmiştir. Günümüzde bu misyonu
TOKİ tek başına üstlenmiş gözükmesine rağmen, kentlerin kamu yararını gözeten bir
doğrultuda ve bilimsel ölçütlere uygun olarak planlanması, gelecek kuşaklara sağlıklı
ve dengeli bir çevrenin aktarılması gibi temel politikalar, TOKİ’nin iddialarının
aksine, hayata geçmemektedir.

Bugün itibariyle TOKİ, sahip olduğu yetkiler sayesinde, kentlerde imara kapalı
alanların imara açılması; korunması gereken alanlarda koruma planlarına aykırı,
koruma karşıtı imar kurallarının hayata geçirilmesi; kent planlarındaki yoğunlukların
noktasal ve bölgesel olarak arttırılması; kamuya ait arazilerin olağanüstü imar
haklarına dayanılarak kamu yararına uygun olmayacak biçimde pazarlanması gibi
genel şehircilik hukukunun reddettiği her türlü uygulamayı hayata geçirmektedir
[65].

TOKİ, ardı ardına çıkarılan yasaların verdiği yetkilerle kamu arazilerini bedelsiz
alma; orman arazilerini, su havzalarını ve ekolojik rezerv alanlarını plan tadilatı
yaparak yapılaşmaya açma, kamu kurumları da dahil olmak üzere neredeyse istediği
her alanda kamulaştırma gibi haklara sahip olmasının avantajlarını kullanarak;
kentlerdeki önemli kamusal alanları, yeşil alanları, kıyıları, tarihi ve kültürel alanları
adeta talan eden projelere imza atmaktadır. TOKİ, 2003 yılından beri Maliye
Hazinesi’nden 46 milyon 921 bin metrekare kamu arazisini almıştır [67]. Bu
alanlarda gerçekleştirdiği büyük ölçekli projelerle, özellikle İstanbul ve Ankara gibi
şehirlerde plansız ve sağlıksız bir büyümeye, ciddi oranda bir çevre tahribatının
yaşanmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda İstanbul’da gerçekleştirilen Kayabaşı
“Kayaşehir” Uydukent Projesi önemli bir örnektir.

Küçükçekmece ilçesinde bulunan Kayabaşı bölgesi, İstanbul’un en önemli ekolojik


rezerv alanlarından biridir. Toprak ve su döngüleri açısından oldukça önemli bir
bölge olan Kayabaşı’nda, TOKİ tarafından 2007 yılından itibaren çok büyük
kapsamlı bir uydukent projesi gerçekleştirilmektedir. Proje kapsamında etap etap 60
bine yakın konut yapılması planlanmakta, proje tamamlandıktan sonra bölgenin 250
bine yakın bir nüfusa sahip olacağı ön görülmektedir (Şekil 4.1).

84
ŞEKİL 4.1- Kayabaşı Toplu Konut Alanı- Küçükçekmece, İstanbul

Bölgede yapılacak proje için 2009 yılında Kayabaşı Bölgesi İçin Konut Tasarımı
başlıklı ulusal bir mimari fikir yarışması ilan edilmiş, 90 projenin değerlendirmeye
alındığı yarışma sonucunda 8 eşdeğer ödül ve 8 satın alma derecesine layık proje
belirlenmiştir. Yarışmaya itirazda bulunan Mimarlar Odası [68], yarışmanın genel
nitelikleri açısından problemlerinin yanında; Küçükçekmece, Büyükçekmece ve
Sazlıdere Havzalarının bir araya geldiği, biyolojik çeşitlilik ve kentin yaşam destek
sisteminin en önemli parçalarından olan bu alanda bu yoğunlukta bir yapılaşma
yapılmasının sakıncalarına dair görüşlerini belirtmiştir Buna rağmen yapımına hızla
devam edilen projenin (Şekil 4.2) yoğunluk, ulaşım, çevresel etki vb. konularda
hangi bilimsel çalışmalara dayandığı bilinmemektedir. Projeye dair satış rakamları
dışında hiçbir veri kamuoyu ile paylaşılmazken, basında yer alan haberler ve
reklamlar aracılığıyla bölgede lüks konut ve alışveriş merkezi projelerinin de hayata
geçtiği görülmektedir (Şekil 4.3) [69], [70].

85
ŞEKİL 4.2- Kayabaşı Toplu Konut Alanı’ndan genel görünüş- Küçükçekmece, İstanbul

ŞEKİL 4.3- Kayabaşı’nda inşa edilen “Kayacity” konut projesi ve “Merkez Kayaşehir” Alışveriş
Merkezi projesi- Küçükçekmece, İstanbul

TOKİ bir yandan da, Kaynak Geliştirme ve Gelir Paylaşımı Projeleri adı altında çok
değerli kamu arazilerini %25-30 gibi çok düşük kamu payları ile elden çıkararak
müteahhitlere devretmiş, gazete ve televizyonlarda yer alan büyük çaplı reklam
kampanyaları ile bu araziler üzerine yapılan konutlar çok yüksek meblağlarla
satılmış, bazı müteahhitler bu yolla iyice zengin olmuştur [66]. Bu konuda da
İstanbul’da Ataşehir bölgesi önemli bir örnek teşkil etmektedir. 2004 yılından
itibaren, TOKİ iştiraki olan Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı
aracılığıyla, Ataşehir bölgesinin henüz yapılaşmamış kısımlarında peş peşe yaptığı
radikal plan tadilatları ile yoğun bir yapılaşmanın yolunu açmıştır [71]. Bu alanda
yapılan ve yapımına devam edilen lüks konut projeleri büyük reklam kampanyaları
aracılığıyla astronomik fiyatlara satılmaktadır. Bölgede My Towerland, Myworld,

86
Myoffice, Myprestige isimli projeleri ile toplamda yaklaşık 485 bin metrekarelik
alanda Ağaoğlu İnşaat’ın imzasının olması manidardır [72].

Tüm bunların yanında kentlerin farklı noktalarına plansız bir biçimde uygulanan tek
düze TOKİ konutlarının kent siluetlerine verdiği ciddi zararlar da bilinmektedir. Tek
tip konutlarla adeta bir konut silosu biçiminde oluşturulmuş ve bir örnek peyzajlara
sahip, Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde uzun vadede yarattığı problemler nedeniyle
çoktan terkedilmiş olan bu tür konut üretimine, Türkiye’nin 81 ilinde hızla yükselen
konut blokları ile devam edilmektedir [73]. Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin TOKİ
yapılarının Bursa kent yaşamına getirdiği olumsuzlukları belgelemek amacıyla 2011
yılında açtığı TOKİ’nin Bursa Kentine Tokadı başlıklı fotoğraf yarışması (Şekil 4.4)
ile bu durum başarılı bir biçimde kanıtlanmaktadır [74].

ŞEKİL 4.4- “TOKİ’nin Bursa Kentine Tokadı” başlıklı fotoğraf yarışmasında ikinci olan fotoğraf-
Gürsel Egemen Ergin

Başka ülkelerde deneyimlenmiş ve yaşanan olumsuzluklar nedeniyle uygulanmasına


son verilmiş bu tek tip konut blokları, TOKİ tarafından “sosyal konut” adı altında
tüm bilimsel kurallara sırt çeviren, toplum odaklı değil rant odaklı bir politika ile
ısrarla üretilmeye devam etmektedir. Bu üretimi gerçekleştirirken Mimarlar Odası
başta olmak üzere birçok meslek odasının, sivil toplum kuruluşunun ve toplumun
birçok kesiminin tüm muhalefeti ve tepkisine rağmen uygulamalarına süratle devam
eden TOKİ, artık Türkiye kentlerinin geleceği açısından ciddi bir tehlike haline
gelmiştir.

87
4.2.2. Mimari Tasarım Bağlamında Değerlendirilmesi

İnsanın en temel gereksinimlerinden biri olan barınma gereksinimini karşılayan


konut, salt bir barınaktan ziyade içinde rahatlık, huzur, güvenlik, kimlik, aidiyet gibi
özellikleri de barındıran bir kavramdır. Bu haliyle konut, insanın başkaları ile
anlamlı ilişkiler kurabildiği bir mekândır [75]. Konut mimarisi, sadece içinde
yaşayan bireyleri değil tüm bir toplumu ilgilendirmekte ve yüzyıllar boyunca konut
mimarisi toplumların kimliğini, kültürel özelliklerini yansıtan bir araç olmaktadır. Bu
nedenle konut tasarımı vaziyet planından plan şemasına ve cephe tasarımına kadar
bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Bu bağlamda TOKİ’nin konut üretimi incelendiğinde, genel olarak aynı plan şeması,
aynı malzeme kalitesi ve hatta aynı peyzaj özelliklerine sahip, tek tip konutlar
görülmektedir (Şekil 4.5). TOKİ Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirdiği konut
üretimlerinde ne coğrafi ve iklimsel koşulları ne de sosyo-kültürel koşulları
gözetmekte, oluşturulan konut dokularının hiçbir ayırt edici özelliği
bulunmamaktadır. Tüm bu üretilen konutların tasarım aşamasında ne tür araştırma
yöntemleri kullanıldığı ve tasarımın hangi bilgi birikimi ve deneyime dayandığı da
bilinmemektedir.

ŞEKİL 4.5- TOKİ Ankara Sincan ve Malatya Beydağı Altgelir Grubu Konutları

Genel olarak TOKİ konutlarında standart bir plan şeması kullanılmakta, konut
şemalarının tekrarları üretilmekte, nokta blok tipolojisinin hâkim olduğu bir yaklaşım
görülmektedir (Şekil 4.6 ve 4.7) [76]. Özellikle alt ve orta gelir gruplarına yönelik
konutlarda basit değişikliklerle oluşturulmuş standart 2+1 ve 3+1 konutlar
üretilmekte; tünel kalıp sisteminin sınırlamaları nedeniyle kısır cephe tasarımları,
doluluk boşluk oranları, taşıyıcı sistem açıklıklarının belirlediği plan kararları mimari
tasarım açısından eleştirilmektedir [73].

88
ŞEKİL 4.6- TOKİ İstanbul Halkalı Toplu Konutları C2 Tipi Normal Kat Planı

ŞEKİL 4.7- TOKİ Trabzon Akçaabat Toplu Konutları C Tipi Normal Kat Planı

89
TOKİ konut tasarımlarındaki bir diğer sorun ise yerel ve sivil mimarinin,
coğrafyanın kültürel özelliklerinden doğmuş konut tipolojilerinin çağdaş tasarım
olanakları kullanılarak yansıtılması ile ilgilidir. Mimari tasarıma esin kaynağı olarak
kullanılması gereken tarihi referanslar, TOKİ konutlarında taklitçilikle vücut
bulmakta; “Osmanlı- Selçuklu mimari tarzı” vb. yaklaşımlarla sadece simgesel
dekoratif öğelerin kullanımı yoluyla hem geçmişine hem de bugününe yabancı konut
tasarımları uygulanmaktadır (Şekil 4.8) [65].

ŞEKİL 4.8- TOKİ Rize Hemşin ve Samsun Çarşamba “Sosyal” Konutları

Yetkileri çerçevesinde çok geniş olanaklara sahip olan bu kurumun, ürettiği


konutların mimari tasarımının şekillenişinde ve uygulanışında daha fazla inisiyatif
kullanması beklenmektedir. Örneğin TOKİ yasalar gereği çalışacağı mimarı,
müteahhidi ve yükleniciyi seçme hakkına sahiptir; bu olanağı nitelikli, çeşitli ve
çağdaş özelliklere sahip konut tasarımlarının üretilmesinde kullanabileceği
bilinmektedir. Yine mimari tasarımda oldukça değerli bir yöntem olarak yarışmaları
da değerlendirebileceği bilinen TOKİ, genel olarak yarışma yoluyla proje elde etme
yöntemini tercih etmemekte, tarihi boyunca açtığı tek yarışmanın şartnamesinde de
katılımcılara yine tip konut üretimini dayatmaktadır.

Mimarlık alanında ciddi bir tarihsel birikime, akademik ve bilimsel çalışmaya, çok
sayıda nitelikli mimara sahip olan Türkiye gibi bir ülkede, ucuz konut üretme adına
kullanıcı ihtiyaçlarına cevap vermeyen, estetikten yoksun, niteliksiz tek tip konut
yığınları TOKİ eliyle ısrarla üretilmeye devam etmektedir. Bu ısrar sonucu Türkiye
kentleri sadece kentsel ve çevresel anlamda zarar görmekle kalmamakta, aynı
zamanda köklü mimarlık birikimi ve mimarlık mesleği de zarar görmektedir.

4.2.3. Kullanıcı ve Konut İlişkileri Bağlamında Değerlendirilmesi

TOKİ’nin 2005 yılında Müşteriye Danışma Süreci adı altında yaptırdığı ve 2006
yılında sonuçları açıklanan araştırma, kullanıcıyı sadece “müşteri” olarak gören bir

90
anlayışla ve daha çok pazar araştırmasına yönelik olarak yapılmış olsa da,
kullanıcıların TOKİ konutları ile ilişkilerine dair bir takım veriler sunmaktadır.
Araştırmaya göre TOKİ konutlarını daha çok “çekirdek, eğitim düzeyi iyi ve düzenli
geliri olan aileler” tercih etmekte; kullanıcıların en çok şikâyet ettiği konuların
başında malzeme kalitesi gelmekte; konut çevresi konusunda memnuniyetsizlikler
bulunmakta; konutların kent merkezine uzak olması kullanıcılar açısından önemli bir
sorun olarak görülmekte ve TOKİ konutları piyasadaki benzer nitelikteki
konutlardan daha ucuz bulunmamaktadır [77].

TOKİ konutlarında kullanıcıların yaşadıkları sorunlar basından da kolaylıkla takip


edilebilmektedir. Örneğin TOKİ’nin Doğu ve Güneydoğu’da yaptığı konutlardan
satışa çıkan 17.385 adet konutun sadece 5.050 adedinin satılabilmiş olmasının temel
nedeninin, yapılan konutların kent merkezlerine uzak ve balkonsuz olması gibi bölge
insanının ihtiyacını karşılamayan nitelikte olması olduğu ve bu hatayı TOKİ’nin de
kabul ettiği belirtilmektedir [78].

Yine TOKİ’nin, Mardin’de yapılan Ilısu barajı nedeniyle evlerinden olan köylüler
için yaptığı Yeni Ilısu yerleşkesinde, 2010 yılında yayınlanan bir habere göre çok
ciddi problemler yaşanmaktadır. “Barajdan Doğan Absürtköy” başlığıyla yayınlanan
habere göre Yeni Ilısu yerleşkesi, bir köy yaşamında olmayacak absürtlükleri
barındırmaktadır. Örneğin evlerin bahçelerine çim ekilmiş ve süs çamları dikilmiş,
mutfağın hemen yanına eve bitişik olarak ahır yapılmıştır. Güney sahillerindeki bir
tatil beldesini andıran yerleşke; insanların sebze ve meyvelerini kendi bahçelerinde
yetiştirdiği, ahırların evin bu kadar yakınında olmasının evde kokuya neden olacağı,
ayrıca bahçe ve ahır kapılarının büyükbaş hayvanların geçişine yetecek büyüklükte
olması gerektiği gibi çok temel kullanıcı gereksinimleri bilinmeden ve daha da
kötüsü öğrenme gereği de duyulmadan tasarlanmıştır (Şekil 4.9). Ekonomik
olanaksızlıklar yaşayan köylüler, borçlanarak geldikleri bu konutlarda yaşamalarının
çok zor olduğunu çünkü tasarım nedeniyle günlük ihtiyaçlarını gideremediklerini
belirtmektedirler [79].

91
ŞEKİL 4.9- TOKİ Yeni Ilısu Yerleşkesi’nden genel görünüm- Mardin

2007 yılında yapılan bir habere göre de, Tunceli’nin Atatürk Mahallesi’nde 2005
yılında yapımına başlanıp 2006 yılında anahtar teslimi yapılan 80 adet TOKİ
konutunda oturanlar evlerinin bir yıl içinde dökülmeye başladığını, çatılarının
aktığını, zemin katları su bastığını ve sıvaların döküldüğünü belirtmektedirler.
Kendilerine ait evleri olması isteği ile büyük borçlara girerek TOKİ konutlarından
daire aldıklarını, ancak bir yandan konutlarının taksitlerini öderken bir yandan da
tamirat masraflarını karşılamak zorunda kalmalarının büyük haksızlık olduğunu
söylemektedirler [80].

2009 yılı verilerine göre, geçici kabulü sonuçlandırılmış TOKİ konutlarına ilişkin
TOKİ’ye e-mail, telefon ve evrak yolu ile ulaşan toplam şikâyet sayısı 9394’tür.
Şikâyetlerin konuları itibariyle dağılımı ise inşaat (%37), mekanik (%15), elektrik
(%17), altyapı (%13), peyzaj (%7) ve diğer (%10)’dur [81].

TOKİ konutlarında mimari tasarım ve malzeme kalitesi açısından yaşanan sorunlara


çoğunlukla sosyal ve ekonomik sorunlar da eklenmektedir. Dar gelirliler için inşa
edilen konutların genellikle şehir merkezlerine uzak oluşu ve ulaşım gibi konularda
kullanıcılara herhangi bir çözüm sunulmayışı, kullanıcıların hem sosyal yaşamlarını
hem de iş yaşamlarını olumsuz etkilemektedir.

Bir başka sorun da, kullanıcıların TOKİ konutlarında geleneksel mahalle yaşamında
edindikleri alışkanlıkları sürdüremiyor oluşudur. Bu konuda Gür’ün [82] tespiti
şöyledir:

“Örneğin geleneksel Osmanlı Mahallesi geleneksel sosyal ilişkilerin fiziksel


düzenidir. Bu mahallenin geleneksel bir ev sahibi vardır. Bütün sosyal ilişkileri
başlatan, düzenleyen ve denetleyen eski mahalle sakinleridir. Bu insanlar mahallenin
çeşitli donatılarından çok daha önemli bir toplumsal işleve sahiptir. Yeni taşınan

92
kiracıya yapılacak ilk toplu ziyareti onlar tasarlarlar, bunun adına ‘Hoş geldinize
gitmek’ derler. Adı ister ‘sosyal konut’ olsun, ister ‘TOKİ’ konutları olsun, kent
eteklerindeki apartmanlaşmada tüm bloklar yaklaşık aynı zamanda inşa ve iskan
edildiği için mahallenin eskisi (buna ‘sivil inisiyatif’ de diyebilirsiniz!) yoktur, bu
nedenle yeni yerleşmelerde eski komşulaşma alışkanlıklarının sürdürülmesi zordur.
Kimseye ait olmayan ve kimsenin de ait olmadığı yeni yerleşmelerde artık herkes
‘kimsesizdir’.”
Görüldüğü gibi, TOKİ’nin özellikle “sosyal konut” uygulamalarında kullanıcılar,
konut taksitlerini ödemek dışında sürece hiçbir şekilde dâhil olamamaktadırlar (Şekil
4.10). Yer seçiminden, tasarım ve uygulama aşamasına kadar ihtiyaç ve talepleri
dikkate alınmayan kullanıcılar, kendilerine başka hiçbir seçenek sunulmadan
niteliksiz konutlara ve konut çevrelerine mahkûm edilmektedirler.

ŞEKİL 4.10- TOKİ konutlarında hakim olan tasarım sürecinde kullanıcının konumu

(mimarın konumu bilinmemektedir.)

93
4.3. TOKİ İSTANBUL BEZİRGANBAHÇE ALTGELİR GRUBU KONUT
PROJESİNİN KONU BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

4.3.1. Projenin Gelişim Sürecinin ve Kullanıcıların Tanımlanması

Küçükçekmece, İkitelli’de yer alan Ayazma bölgesi Olimpiyat Stadının doğusunda,


Organize Sanayi Bölgesinin ise batısında yer almakta, bölgede büyük ölçüde
hazineye ait araziler bulunmaktadır. Ayazma, Hem Olimpiyat Stadı hem de
çevresinde yer alan Başakşehir ve Halkalı Toplu Konut alanları nedeniyle özellikle
2000’li yılların başından itibaren kentin değerli bir arazisi haline gelmiştir.

Ayazma bölgesinde, İstanbul'a genellikle 1980'li yıllardan sonraki göç dalgası ile
çoğunlukla doğu ve güneydoğudan gelen Kürt ailelerin, tek katlı ve derme çatma
gecekondularda yaşadığı bilinmektedir. Keyder’e göre 1980'li yıllardan sonraki göç
dalgasının temel özelliği; doğu ve güneydoğuda yaşanan savaş koşulları nedeniyle
evini ve toprağını kaybetmiş, güvenlik problemleri nedeniyle göç etmek zorunda
kalmış ve geldiği yerle de bağlantısı kalmamış bir toplumsal kesimi kapsıyor
olmasıdır [83].

Kente böylesine koşullar altında gelen, maddi hiçbir desteği olmayan aileler,
Ayazma’da düşük arsa bedelleri ve kiralar olması, köydeki yaşamlarına benzer bir
yaşam sürdürmelerine olanak sağlayan fiziki imkânlar sayesinde yaşamlarını
sürdürebilmişlerdir. Gecekondularının bahçesinde sebze ve meyve yetiştirebilen,
hayvan besleyebilen, tandır kurup komşuları ile birlikte ekmeğini pişirebilen
Ayazmalılar, birçok gıda maddesini kendileri üreterek mutfak masraflarını
dengeleyebilmişler ve kurdukları dayanışma temelli komşuluk ilişkileri sayesinde
kente tutunabilmişlerdir. Çoğunlukla düzenli bir işi ve sosyal güvencesi olmayan
Ayazmalılar, çevredeki küçük ölçekli sanayi tesislerinde ve atölyelerde ya da
inşaatlarda çalışmaktadırlar [84].

2004 yılında Ayazma-Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesi adı ile Ayazma’yı da


kapsayan bir kentsel dönüşüm süreci başlatılmıştır. Büyük bir kampanyaya
dönüştürülen; ciddi alan araştırmaları ile yapıldığı öne sürülen ve “Ayazma-Tepeüstü
Kentsel Dönüşüm Projesi, Yaşama yeni bir pencereden bakın” başlığı ile bir
kitapçığı da yayınlanan proje kapsamında; 13 Haziran 2004 tarihinde Küçükçekmece
Belediyesi, TOKİ ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan üçlü

94
protokol ile Ayazmalılara ev sahibi/ kiracı ayrımı yapılmaksızın TOKİ tarafından
Halkalı Bezirganbahçe’de yapılacak sosyal konutlarda hak sahibi olacakları sözü
verilmiştir [85].

Ayazma ve Tepeüstü bölgeleri 4 Temmuz 2005 tarihinde resmi olarak “kentsel


dönüşüm alanı” ilan edilmiş (Şekil 4.10), Bezirganbahçe’de 2005 yılı Mart ayında
2640 konutluk projenin yapımına başlanmıştır. 2006 yılında tapusu olmayan
gecekondu sahiplerine, gecekondularının bedelleri hesaplanıp bu bedeller düşülerek,
her bir konutun 41.500 TL bedelle % 10’u peşin, 180 ay vadeyle satılmasına dair
muvaffakname imzalatılmıştır [86].

ŞEKİL 4.11- Ayazma’nın Kentsel Dönüşüm bölgesi ilan edildikten sonraki görünümü

Ayazma da Küçükçekmece belediyesi 256 adet kiracı, 1474 adet mülk sahibi olmak
üzere toplam 1730 adet hak sahibi tespit etmiştir. Hak sahibi ilan edilen 1474 kişinin
gecekondusu yıkılarak, 2006 yılında tamamlanan ilk etap Bezirganbahçe konutlarına
kura ile yerleştirilmişlerdir. Yine Ayazma’da oturan 18 adet kiracı aile ise nedeni net
bir şekilde açıklanmadan hak sahibi ilan edilmemiş, başka hiçbir seçenek de
gösterilmeyerek gecekonduları yıkılmıştır. Gidecek başka yeri olmayan bu 18 aile,
yıkılan evlerinin molozları üzerinde kurdukları çadır ve barakalarda yaşamaya
devam etmeye çalışmış (Şekil 4.11), ancak belediye ekipleri 30 Kasım 2007
tarihinde bu çadır ve barakaları da yıkmıştır. Aynı yerde tekrar baraka yapan aileler
uzun süre çok zor koşullar altında burada yaşamaya çalışırken seslerini hiçbir
yetkiliye duyuramadıkları gibi 13 Kasım 2009 tarihinde barakaları tekrar yıkılmıştır.
Artık bir kısır döngüye dönüşen bu sürece karşın Küçükçekmece Belediye Başkanı

95
Aziz Yeniay, katıldığı bir televizyon programında mağduriyetler silsilesine mahkûm
edilen bu 18 aileye diğer hak sahipleri ile aynı şartlar altında sosyal konutlar
yaptırılacağının sözünü vermiştir. Bu sözün ardından 18 aileye bir yıl boyunca kira
yardımı yapılmış ancak daha sonra hem kira yardımları kesilmiş hem de sözü verilen
konutların kendilerine Bezirganbahçe’deki konutlarla aynı şartlar altında
verilmeyeceğini öğrenmişlerdir. Tüm bu süreçte belediyeye, valiliğe ve başbakanlığa
dilekçe ile başvuran, suç duyurusunda bulunan, imza kampanyaları düzenleyen ve
son çare olarak Küçükçekmece Belediye binası önünde oturma eylemi yapan (Şekil
4.12) 18 ailenin mağduriyeti halen giderilmemiştir [85].

ŞEKİL 4.12- Ayazma’da gerçekleştirilen yıkımlardan sonra bölgede yaptıkları barakalarda yaşamaya
çalışan Kasım Aydın ve ailesi

ŞEKİL 4.13- Ayazma’da gerçekleştirilen yıkımlarla evlerinden olan ailelerin Küçükçekmece


Belediyesi önünde yaptıkları eylem

96
İlerleyen bölümlerde aktarılacağı üzere, Bezirganbahçe konutlarına taşınan
Ayazmalılar da farklı mağduriyetlerle baş başa kalmıştır. Ayazma sakinlerine farklı
düzeylerde yaşatılan bu mağduriyetler silsilesinin karşılığında ise, yıkılan
gecekonduların yerine Ağaoğlu İnşaat tarafından Myworld Europe adlı proje
yapılmış, projede yer alan daireler astronomik fiyatlara satılmış, proje tanıtımı için
çekilen reklam filminde Ali Ağaoğlu’nun sarf ettiği “Ben Ali Ağaoğlu, burası
İstanbul Ayazma, burada 3 bin 100 konutluk yeni bir yaşam merkezi kuruyoruz.
Yüzde 87’si yeşil alan olacak, içinde golf sahası bile olacak. Hep hayal ederdim, 10.
kattaki evin bahçesi olur mu? Yaptım olacak. Çünkü bu ülkede herkes havuzlu,
güzel, kaliteli bir evde oturmayı hak ediyor.” cümleleri toplumun birçok kesiminden
tepki çekmiştir.

4.3.2. Projenin Genel Özelliklerinin Değerlendirilmesi

Halkalı (Bezirgan) Mahallesi 182/1 ada/parselde TOKİ’ye ait 150 dönüm arazi
üzerinde inşa edilen ilk 55 blok, 12 kat ve 48 daireden oluşmaktadır. Toplamda 2640
adet 2+1 konutun yer aldığı sitede dairelerin boyutu brüt 90 m2, net 72 m2’dir. Ayrıca
proje dâhilinde bir alışveriş merkezi, 52 derslikli ilköğretim okulu, okula ait bir spor
salonu ve bir sağlık ocağı yer almaktadır.

TOKİ Bezirganbahçe konutlarında bütün bloklar nokta blok tipolojisinde yapılmış


olup daire planları tek tiptir (Şekil 4.13). Kullanıcıların hane halkı sayıları ve
kullanımdan doğan metrekare ihtiyaçlarının farklı olabileceği düşünüldüğünde, konut
seçeneği olarak sadece 72 m2’lik 2+1 konutların sunulması problemlidir. Ayrıca plan
yerleşimlerinde alternatif sunulmayışı da yine kullanımdan doğan ihtiyaçları göz ardı
etmektedir.

97
ŞEKİL 4.14- TOKİ Bezirganbahçe Konutları standart kat planı

Konut alanının vaziyet planı yerleşimi standart olup, yer yer konutların birbirine çok
yakınlaştığı görülmektedir (Şekil 4.14) Alanın peyzaj düzenlemesi de standart olup,
alan içerisinde ve çevresinde yeteri kadar park ve yeşil alan düzenlemesi olmadığı
gözlenmektedir. Tünel kalıp sistemi ile oluşturulan konutlarda cephe düzenlerinde de
bir farklılaşma görülmemektedir (Şekil 4.15).

ŞEKİL 4.15- TOKİ Bezirganbahçe Konutları vaziyet planı

98
ŞEKİL 4.16- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarından genel görünüm

TOKİ Bezirganbahçe konutlarında ayrıca kötü işçilik ve kalitesiz inşaat malzemesi


kullanımından kaynaklı sorunlar da yaşanmaktadır. Blokların bodrum ve zemin
katlarında çok fazla rutubet olmakta ve bu katları sık sık su basmaktadır (Şekil 4.16).
Özellikle dış cephelerde kullanılan sıvalar büyük parçalar halinde koparak yere
düşmekte, yoldan geçen insanlar açısından da büyük tehlike oluşturmaktadırlar
(Şekil 4.17).

ŞEKİL 4.17- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarında bina cephelerinden koparak düşen sıvalar

99
ŞEKİL 4.18- TOKİ Bezirganbahçe Konutlarında bodrum katlarında oluşan rutubet

2010 yılında yapılmış bir tez çalışmasında [87], nüfusunun 10 bin kişinin üzerinde
olduğu tahmin edilen TOKİ Bezirganbahçe konutlarında, bu nüfusa yetecek oranda
sosyal donatı düşünülmediği tespit edilmiştir. Yerleşim alanındaki tek ilköğretim
okulunun mevcut ihtiyacı karşılamadığı, alan içerisinde ve çevresinde sadece üç adet
çocuk oyun alanının bulunduğu ve çocukların genellikle araç yollarında oynadığı,
TOKİ çarşısının yeterli verimlilikte olmadığı, alandaki tek sağlık ocağının bir
ambulansı bulunmadığı yapılan tespitler arasındadır.

Aynı çalışmaya göre merkezi alanlara oldukça uzak bir konumda olan konutlar için
toplu taşıma alternatifleri de sınırlı kalmaktadır. Konut alanı yakınından sadece iki
adet İETT otobüsü geçmektedir ve bu otobüslerin sefer sayıları oldukça azdır. Bunun
dışında İkitelli-Küçükçekmece, Kanarya-Sefaköy ve Yenidoğan-Yenibosna arasında
minibüs seferleri mevcuttur. Halkalı- Sirkeci tren istasyonu konut alanına oldukça
yakın olmasına rağmen aradan geçen transit yol nedeniyle istasyona ulaşım oldukça
güç olmaktadır [87].

TOKİ’nin dar gelirliler için ürettiği konutların neredeyse tümünde ortak olan bu
sorunlar, kullanıcıların konutlarından ve yaşam alanlarından memnun kalmamalarına
yol açmaktadır. Türkiye’de gecekondu dönüşüm çalışmaları içerisinde en kapsamlı
ve en kısa sürede tamamlanan başarılı bir uygulama olarak lanse edilen TOKİ
Bezirganbahçe “Sosyal” Konut uygulaması, özellikle alışkın oldukları gecekondu
mahallelerinden koparılıp buraya yerleştirilen Ayazmalılar için aynı başarıya sahip
değildir.

100
4.3.3. Projenin Kullanıcı Memnuniyeti Açısından Değerlendirilmesi

2008 yılında Küçükçekmece Belediyesi’nin Bezirganbahçe’de gerçekleştirdiği anket


çalışmasında, Ayazma’dan Beziganbahçe’ye yerleştirilen ailelerin konut
memnuniyeti ile ilgili sonuçları oldukça çarpıcıdır. Ayazmalı ailelerin konutlarından
memnun olmama nedenlerinin başında inşaat kalitesinin düşüklüğü (%45) gelirken,
ikinci sırada odaların küçüklüğü (%37) gelmektedir. Ankete göre Bezirganbahçe’de
çevre memnuniyeti %57 oranında çıkarken, Ayazma’daki çevre memnuniyetinde bu
oran %70 çıkmaktadır. Ailelerin Ayazma’yı özleme nedenlerinin başında %33
oranında komşuluk ilişkileri ilk sırada yer alırken, %29 oranı ile çevre ikinci sırada
yer almaktadır [88].

Yine aynı anket verilerine göre, Ayazma’dan Bezirganbahçe’ye gelen ailelerin


%24’ü 301-500 TL, %41’i 501-700 TL ve %22’si 701-1000 TL aylık gelire sahiptir.
Mevcut gelirlerinin %35’ini kiraya (konut kredisi taksiti), %34’ünü fatura
ödemelerine (su, elektrik, doğalgaz, aidat vb.) ve %21’ini gıdaya harcamaktadırlar.
(Ceylan, 2010)Ailelerin sadece konutları ile ilgili aylık giderleri 2010 verilerine göre
rakamsal olarak şöyledir: 220-246 TL arası taksit ödemeleri, 40 TL site aidatı, yazın
30-40 TL, kışın 100-150 TL civarında doğalgaz, 45-50 TL arası su, 45-50 TL arası
elektrik olmak üzere toplamda 450-500 TL. 2004 yılında Ayazma’da gerçekleştirilen
ankete göre ise, nüfusun %43’ünün aylık gelirinin 1/3’ünü, %28’inin ise aylık
gelirlerinin yarısını mutfak harcamaları için kullanabildikleri görülmektedir [84].

Ayazmalıların %30 kadarı Bezirganbahçe’ye taşındıkları 2 sene içerisinde borçlarını


ödeyemedikleri için evlerini satmak zorunda kalmışlardır. Belediye’nin 2008 yılı
anket verilerine göre ise konut taksitlerini ödeyemedikleri için taşınmayı
düşünenlerin sayısı %43 oranında görünmektedir. Kentsel Dönüşüm kapsamında
TOKİ Bezirganbahçe konutlarına taşınan 1365 haneden sadece 967’si burada ikamet
etmeye devam etmektedirler [88].

Ayazma- Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında TOKİ Bezirganbahçe


konutlarına yerleştirilen Ayazmalılarla yapılan detaylı mülakatları içeren bir tez
çalışması [84], Ayazmalıların burada yaşadıkları problemleri derinlemesine ortaya
koymaktadır. Çalışmaya göre konutlarında yaşadıkları mekân sorununu “Bizi kümes
gibi evlere tıktılar.” cümlesi ile tanımlayan Ayazmalılar, 5-11 kişiyi bulan kalabalık
aileleri ile 72 m2’lik konutlarda yaşayabilmek için zaman zaman mutfağa bile yer
yatağı sermek zorunda kalmaktadırlar. Memleketlerinden gelen misafirlerini

101
evlerinde ağırlamak isteyen Ayazmalılar için, hem yer darlığı engeli bulunmaktadır
hem de gürültü nedeniyle komşularını rahatsız edecekleri kaygısı taşımaktadırlar.
Ayrıca Ayazma’da kapı önlerine ya da bahçelerine çıkarak nefes alma ve
sosyalleşme imkânı bulan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, Bezirganbahçe’de hem
fiziksel yapı hem de baskılar nedeniyle dışarı çıkamamakta ve kendilerini tıkılmış
hissetmektedirler.

Kalabalık aile yapıları ve çok misafirli yaşamları nedeniyle Ayazmalı aileler oturmak
için koltuk yerine yer minderleri ve sedirleri tercih etmekte, bu nedenle de geniş yer
yaygıları ve büyük halılar kullanmaktadırlar. Ayazma’da halılarını bahçede ya da
sokakta yıkamaya alışmış insanlar, Bezirganbahçe’de bahçedeki çimlerin üzerinde
halı yıkamaya kalkıştıkları ilk seferde “medeniyetsiz” ilan edilmişlerdir.
Ayazmalıların gündelik yaşam alışkanlıklarına uymayan bir başka konu ise
dairelerdeki açık mutfak düzenidir. Gerek pişirilen yemeklerin niteliği gerekse
kadınların yabancılara ve erkek misafirlere fazla görünmek istememeleri nedeniyle
açık mutfak düzeni Ayazmalılar için hiç kullanışlı değildir ve bu nedenle birçok aile
taşındıktan sonra mutfakla salon arasına duvar örmüştür [84].

Çalışmada ayrıca Ayazmalıların Bezirganbahçe’de yaşadıkları sosyal ve kültürel


entegrasyon sorunları da detaylı olarak ele alınmaktadır. Kullanıcıların Ayazma’da
alışkın oldukları gibi açık hava düğünleri yapmaları ve kalabalık taziye ziyaretleri
gerçekleştirmeleri, geniş kamusal alanı bulunmayan Bezirganbahçe’de imkânsızdır.
Ayazma’da kendi kapalı homojen topluluklarında yaşamaya alışmış aileler için,
entegrasyon amaçlı hiçbir hazırlık yapılmaksızın, hem sınıfsal eşitsizliklerin mevcut
olduğu (Bezirganbahçe Konutlarında kura ile ev sahibi olmuş orta sınıfa mensup
insanlar da yaşamaktadır) hem de milliyetçiliğin yoğun olduğu bir bölgeye
yerleştirilmek, bu topluluklarla karşılıklı çatışmayı da beraberinde getirmiştir.
Yapılan mülakatlara göre Ayazmalı gençler ve çocuklar, Bezirganbahçe’ye
taşındıktan sonra şiddete ve suça meyletmeye başlamışlardır [84].

Yukarıda aktarıldığı üzere birçok araştırmaya konu olan TOKİ Bezirganbahçe


konutlarında yaşanan sorunlar basına da yansımıştır. 25 Eylül 2008 tarihli bir habere
göre, TOKİ Bezirganbahçe konutlarında kırık olan ve şikâyetlere rağmen
değiştirilmeyen apartman camını fark edemeyen 5 yaşındaki çocuk 10. kattan
düşerek hayatını kaybetmiştir [89]. Yine 2008 tarihli bir başka haberde,
Bezirganbaçe’ye yerleşen Ayazmalılarla yapılan röportajlar, neredeyse hepsinin

102
evlerinin taksitlerini ödeyemediklerini ortaya koymuştur [90]. Son olarak 19 Haziran
2012 tarihinde yayınlanan bir haber ise hem Bezirganbahçe’ye yerleşen
Ayazmalıların yaşadıkları ekonomik mağduriyetleri hem de yaşanılan entegrasyon
sorununu ortaya koymaktadır. Örneğin Bezirganbahçe’deki yaşantısı sorulan bir aile,
eski yerlerini çok özlediklerini, Bezirganbahçe’nin zengin yeri olduğunu söylerken
bir başka aile ise konutların küçüklüğü ve masrafların fazlalığı nedeniyle
Bezirganbahçe’de geçinemediklerini ve taşınmayı düşündüklerini belirtmektedir.
Haberde göze çarpan en önemli nokta ise, Bezirganbahçe’den taşınmak zorunda
kalan ailelerin yine gecekondu bölgelerine yerleşiyor olmalarıdır [91].

Tüm bu veriler, hem “Ayazma- Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesinin”


başarısızlığını hem de TOKİ’nin dar gelirliler için konut üretimlerini kullanıcıları
hesaba katmadan yapmasının doğurduğu problemleri göz önüne sermesi açısından
oldukça önemlidir. Çevre ve konut koşullarının insan yaşamı açısından elverişli
olmadığı bilinen Ayazma bölgesinin, TOKİ Bezirganbahçe “Sosyal” Konutlarına
yerleştirilen Ayazmalılar tarafından bunca özleniyor olması, mimari tasarımda ve
planlamada kullanıcı katılımının önemini de bir kez daha hatırlatmaktadır.

103
5. SONUÇ

Tez çalışması, mimari tasarım sürecinin tanımlanması ile başlayarak; insan ve mekan
arasındaki ilişkinin tarihsel süreç içerisindeki değişimi sonucu mimarlık kavramının
nasıl şekillendiğini ve mimari tasarım süreci içinde yer alan aktörlerin bu değişimde
nasıl konumlandıklarını sorgulamaktadır. Bu bağlamda; insanın mekanla kurduğu
ilişkinin, toplumsal ve ekonomik değişimlerle birlikte farklı anlamlar kazandığı tespit
edilmektedir. İlk insanlar için mekân, kullanım değerine sahip herhangi bir nesne
iken; mülkiyet ilişkilerinin doğuşu ile birlikte mekâna yüklenen anlamlar da
farklılaşmaya başlamıştır. Ancak özellikle kapitalizm ile birlikte üretim araçlarının
değişimine paralel olarak üretim mekânları da değişime uğramış; tarihsel olarak
üretimin ana mekânı olan kır önemsizleşerek sanayinin merkezi olan kent, toplumsal
ilişkiler üzerinde belirleyici bir hale gelmiştir. Bu değişim, mekânın niteliğine dair
bir değişimi de birlikte getirmiştir: Kapitalizm ile birlikte mekânın “kullanım değeri”
yerini “değişim değeri” üzerinden tanımlanma sürecine bırakmıştır. Tüm bu
toplumsal değişimlerle birlikte mimarlık ve mimar kavramlarının da, mekanın
“kullanım değeri” yerine “değişim değeri” üzerinden şekillenmesi sonucu yeniden
tanımlanmaya açıldığı ortaya konulmaktadır. Günümüz mimarlığının sürdürülüş
biçiminde, mimarların toplumdan ve toplumsal boyuttan kopuk, biçimci bir anlayışla
mesleklerini sürdürmeleri temel eleştiri noktasını oluşturmaktadır.

Oysa bir eylem olarak mimarlık, insanlığın sağlıklı bir çevrede yaşama ihtiyacından
doğmuştur. Bu düşünceden hareketle mimarlık mesleği de insan ihtiyaçlarını
belirleyen değil karşılayan bir yaklaşımla sürdürülmelidir. Kapitalizmi beslemek
yerine toplum yararını gözeten bir mimarlık anlayışına ise mimari tasarım sürecinin
katılımcı bir yaklaşımla ele alınması ile ulaşılabilir. Bu yaklaşım, mimari tasarım
sürecinde alınan kararlarda kullanıcının da söz sahibi olması; bir “uzman” olarak
mimarın donanımı ile kullanıcının deneyiminin birleştirilmesi olarak ele
alınmaktadır.

Mimari tasarım sürecinin katılımcı bir hale bürünebilmesi ise sürecin tüm
aktörlerinin üzerine düşen görevi yerine getirmesi ile mümkün olmaktadır.

104
Aktörlerden biri olan yerel yönetimler, yönetim sorumluluklarından dolayı,
demokrasinin temel unsuru olan katılımcılık yaklaşımının hayatın her alanında
benimsenmesi ve uygulanmasından sorumludur. Bir diğer önemli aktör olarak
mimarın da, mimarlık pratiği içerisinde katılımcı yaklaşımları benimsemesi; süreç
içerisinde katılımcılığı sağlayacak ve arttıracak yöntemlerin uygulanmasına ön ayak
olması gerekmektedir. Mimar; yönetim, yatırımcı ve kullanıcı arasında bir köprü
işlevi görerek süreci yönlendirebilecek yegane aktördür.

Mimari tasarım sürecinde katılımcı bir yaklaşımın sağlıklı bir şekilde tesis
edilebilmesi için; kullanıcının süreçte belirleyici bir aktör olarak yer alması,
katılımcılığı benimsemesi, temel bir hak olarak görmesi ve talep eder hale gelmesi
gerekmektedir. Kullanıcının katılımcılığı özümsemesi ise süreç içerisindeki diğer
aktörlerin katılımcılığa göstermelik değil samimi bir şekilde yaklaşmaları ile
mümkün olmaktadır. Ayrıca katılımcı süreçlerin sürdürülebilmesi için kullanıcının
kişiye karşı toplumu, bireyselliğe karşı kolektifliği öne çıkaran bir yaklaşımı
benimsemesi de sağlanmalıdır.

Ancak günümüzde hakim olan kapitalist politikalar, mimari tasarımda kullanıcı


katılımı yaklaşımının istenilen oranda hayata geçmesini engellemektedir. Katılımcı
yöntemlerin uygulanabildiği durumlarda ise özellikle yerel yönetimler ve mimarlar
tarafından göstermelik bir yaklaşım sergilenebildiği tespit edilmektedir.

Tarih boyunca mimarlık eylemini, dini, politik ve ekonomik gücü elinde


bulunduranların yönlendirdiği gerçektir. Ancak bu durum kapitalizm öncesinde
çoğunlukla dini ve anıtsal yapılar ile devlet yapılarının mimarisini belirlerken;
mekânı “değişim değeri” üzerinden tanımlayan kapitalizmle birlikte, insan yaşamı
açısından özel bir mekân olan konut mimarisi de iktidarlar tarafından üretilen piyasa
politikalarıyla yönlendirilmeye başlanmıştır.

Mimari tasarım sürecine yön veren bu politikalarla, dünyanın birçok yerinde dar
gelirli vatandaşlar için, niteliksiz ve sağlıksız konutlar üretilmiştir ve halen
üretilmeye devam etmektedir. Böylesi bir üretim süreci ile elde edilen konutlar
insanların ihtiyaç ve taleplerini karşılamamaktadır ancak ucuz ve hızlı bir üretim
sürecine sahip oldukları için kapitalizme yarar sağlamaktadır.

Mimari tasarımda kullanıcı katılımı yaklaşımı ile kullanıcının süreç içerisinde


belirleyici bir aktör haline gelebilmesi ve konut politikalarının da demokratik bir

105
anlayışla oluşturulması mümkün olmaktadır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren
mimari tasarım sürecinin ve bu sürecin bir aktörü olarak mimarın rolünün
sorgulanması ile birlikte mimari tasarımda kullanıcı katılımı yaklaşımının dünyanın
birçok ülkesinde uygulandığı görülmektedir. Bu tarihlerden itibaren özellikle
ABD’de ve Avrupa ülkelerinde, dar gelirlilere yönelik olarak seri üretim yoluyla inşa
edilen toplu konutların insan yaşamı ve kent bütünlüğü açısından sağlıklı sonuçlar
vermediği kabul edilerek, katılımcı yaklaşımlar konut alanında yoğunlaştırılmıştır.
Konuya Türkiye özelinde baktığımızda ise, dünya genelinde yaşanan olumsuz
örneklerden ders çıkaran ve olumlu örnekleri takip eden bir yaklaşıma uygulamada
pek rastlanmadığı görülmektedir.

Dünyanın birçok ülkesinden örneklerle de incelendiği üzere, katılımcı bir mimari


tasarım süreci ile insanların sahiplendikleri ve kendilerini ait hissettikleri konut
alanları inşa edilebilmekte; dar gelirliler için ucuz ve nitelikli konut üretimi
alternatifleri oluşturulmaktadır.

Örneğin Leinefelde – ZukunftsWerkStadt projesinde görüldüğü gibi, kentlinin tasarım


kararlarına katılımı için yerel yönetim tarafından çok büyük bir çaba gösterilmiş;
projenin uygulanma süresini uzatmasına rağmen katılımcı yöntemlerin hayata
geçirilmesinde ısrar edilmiştir. Bu çaba sonucunda ise insanların sahiplendikleri, her
geçen gün değer kattıkları bir yaşam alanı oluşmuştur. Quinta Monroy ve Pune –
Çoğalan Konut projelerinde, mimarların tasarım sürecinde katılımcı bir yaklaşıma
sahip olmaları sayesinde, kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap veren esnek ve ucuz
konutlar üretilebilmiştir. Tyre Balıkçı Kooperatifi projesinde ise yerinde
sağlıklılaştırmanın mümkün olmadığı koşullarda, kullanıcı katılımı yöntemi
sayesinde, insanların kendilerini ait hissedebilecekleri yeni konut alanlarının
kolaylıkla inşa edilebilmiştir.

Türkiye’de özellikle 2000’li yılların başından itibaren, dar gelirlilerin konut


ihtiyacını karşılamak adına TOKİ eliyle gerçekleştirilen konut üretiminde, dünyanın
birçok ülkesinde terk edilmiş yaklaşımlarla üretimin sürdürüldüğü ve tüm eleştirilere
rağmen bunda ısrar edildiği bilinmektedir. Ülkenin dört bir yanında inşa edilen düşük
kaliteli ve standart konutların, kısa ve uzun vadede yaşattığı ve yaşatacağı
olumsuzluklar çalışma içerisinde incelenmiştir.

TOKİ Bezirganbahçe Altgelir Grubu Konut Projesi üzerinden yapılan incelemeler


ışığında, kullanıcı ihtiyaç ve istekleri doğru tespit edilmeden üretilen bu konut

106
alanının, kullanıcılar tarafından benimsenmediği ve sahiplenilmediği görülmektedir.
Yerel yönetim tarafından bu konutların ne tasarım, ne de uygulama aşamalarında
kullanıcının ihtiyaç ve taleplerinin öğrenilmesi için herhangi bir çaba sarf edilmemiş;
sürece katılımı talep eden tüm sivil inisiyatiflerin bu talepleri reddedilmiş; hatta
mimarlık ve şehircilik disiplinlerinin bilgi ve birikimlerinden bile yeteri kadar
yararlanılmamıştır. Tüm bu nedenlerle, kullanıcı memnuniyetinin oldukça düşük
oranlara sahip olduğu, kullanıcılarının barınmakta zorlandığı bu konut alanı,
dünyadaki benzerlerinde olduğu gibi zaman içerisinde atıllaşmaya ve terkedilmeye
mahkûmdur.

Çalışma kapsamında incelenen tüm bu örneklerin değerlendirilmesi sonucu, katılımcı


bir mimari tasarım sürecinin işletildiği tüm konut uygulamalarında, hem kullanıcılar
açısından hem de bütün bir kent açısından oldukça olumlu sonuçlara ulaşıldığı
görülmektedir. Türkiye’de de dar gelirlilerin ihtiyaçlarına cevap verebilen, nitelikli
bir konut üretim sürecinin tesis edilebilmesi için sürecin tüm aşamalarında
katılımcılık prensibinin desteklenmesi, örgütlenmesi ve katılımcılığı hayata
geçirecek araçların geliştirilmesi gerektiği tespit edilmektedir.

TOKİ’nin dar gelirlere yönelik ürettiği konutların mimari tasarımında, kullanıcı


katılımlı bir sürecin tesis edilebilmesi için hayata geçirilmesi gereken aşamalar
aşağıdaki gibi önerilmektedir:

- Konut, içerisinde yer aldığı mekânla (kentle) bir bütündür ve bu nedenle konut
tasarımı, kentsel planlamanın ve planlama politikalarının bir parçası olarak ele
alınmalıdır.

- Tasarım süreci içerisinde kenti ilgilendiren ve kentle ilgilenen tüm aktörlerin


birlikte uyum içerisinde çalışabilmesinin zemini sağlanmalıdır. Başta kentliler olmak
üzere, üniversiteler, meslek odaları ve çeşitli sivil inisiyatifler sürecin bütününe dâhil
edilmelidir.

- Kentsel planlama ve konut üretim sürecine dair TOKİ’nin elinde bulundurduğu


merkezi güç dağıtılarak bu konuda yerel yönetimlerin yetkileri arttırılmalı, bu
yetkileri denetleyen bilimsel ve demokratik mekanizmalar yaratılmalıdır.

- Konut üretiminde mülk edindirmeye değil ihtiyaca dayalı bir politika geliştirilmesi
için sürecin tüm aktörleri ile birlikte çalışmalar yapılmalı ve tespit edilen ihtiyaçlar
doğrultusunda yeni konut üretim modelleri geliştirilmelidir.

107
- Tasarlanacak konutların kullanıcı ile ilişkisi, bilimsel çalışmalar yolu ile elde
edilmeli ve bu çalışmalarla elde edilen bilgiler sürecin tüm aşamalarında
kullanılmalıdır.

- Yerel ve bölgesel farklılıklar önemsenmeli ve tasarım kriteri olarak ele alınmalıdır.

- Yerel yönetimler tarafından, tasarım kararlarının verilmesi sürecine kullanıcıların


katılımını sağlayacak zemin ve araçlar yaratılmalıdır. Mimarlar başta olmak üzere
tasarım süreci ile ilgili tüm disiplinlerden insanların, sürece kullanıcı katılımını
sağlayacak yöntemleri geliştirmesi teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.

Katılımcı yaklaşımların hayatın her alanında benimsenmesi ile insanların içinde


yaşadıkları yapılı çevreyi sahiplenerek korudukları ve geliştirdikleri bilinmektedir.
Katılımcı yaklaşımlarla ve demokratik anlayışla insanlar yaşadıkları mekânlar
hakkında söz sahibi oldukça, kent yaşamı ve yaşam kalitesine dair sorunlar yaratıcı
düşüncelere açılabilmektedir. Katılımcı, demokratik anlayışın, hayatın her alanında
benimsenmesi ve uygulanması bir yandan da, yönetimler tarafından benimsenen
olumsuz mekânsal ve kentsel politikaların engellenmesini ve kaynakların eşitlikçi
biçimde dağıtılmasını, sosyal devlet anlayışını destekleyecek zeminlerin
hazırlanmasını sağlayacaktır.

108
KAYNAKÇA
[1] Harvey, D., 2006. Sosyal Adalet ve Şehir, Metis Yayınları, İstanbul
[2] Heidegger, M., 1997. Sanatın Doğuşu ve Düşüncenin Yolu, Patikalar- Martin
Heidegger ve Modern Çağ içinde, s. 11- 31, İmge Yayınevi, Ankara
[3] Karatani, K., 2010. Metafor Olarak Mimari, Metis Yayınları, İstanbul
[4] Güney, D. , Yürekli, H. , 2004. Mimarlığın Tanımı Üzerine Bir Deneme, itü
dergisi/a, 3/ 1, 31-42
[5] Özer, B. , 2000. Kültür-Sanat-Mimarlık, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları,
İstanbul
[6] Kuban, D. , 2002. Mimarlık Kavramları-Tarihsel Perspektif İçinde Mimarlığın
Kuramsal Sözlüğüne Giriş, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul
[7] Hasol, D. , 2008. Mimarlığı Tanımlamak, Yapı Dergisi, 316, 46- 48
[8] Little, S. , 2006. …izmler- Sanatı Anlamak, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları,
İstanbul
[9] Harvey, D., 2006. Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, İstanbul
[10] Heynen, H., 2011. Mimarlık ve Modernite: Bir Eleştiri, Versus Kitap, İstanbul
[11] Ojalvo, R., 2012. Modernitenin İki Yüzü Arasında Mimarlık: “Mesken
Tutmak” tan Göçebeliğe
http://www.e-skop.com/skopdergi/modernitenin-iki-yuzu-arasinda-mimarlik-
“mesken-tutmak”tan-gocebelige/584 (erişim tarihi 24 Mart 2012)
[12] Zizék, S., 2011. Mimari Paralaks, Encore Yayınları, İstanbul
[13] Roth, L.M., 2006. Mimarlığın Öyküsü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul
[14] Bumin, K. , 1990. Demokrasi Arayışında Kent, Ayrıntı Yayınevi, İstanbul
[15] Akyol, F. , 2004. Demiurgos veya Mimar, Etik- Estetik içinde, s. 116- 122,
Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul
[16] Yürekli, H. ve F. , 2004. Mimarlık Bir Entelektüel Enerji Alanı, Yapı-
Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul
[17] Tanyeli, U., 2011. Rüya, İnşa, İtiraz: Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut
Yayınları, İstanbul
[18] Yırtıcı, H. , 2002. Tüketimin Mekânsal Örgütlenmesinin İdeolojisi, Mimarlık
ve Tüketim içinde, Boyut Kitapları, İstanbul
[19] Petras, J., 2004. Küreselleşme ve Direniş, Mephisto Yayınları, İstanbul
[20] Rybczynski, W., 2002. The Bilbao Effect, The Atlantic Monthly, Kasım.
[21] Artun, A., 2012. Mimarın Şöhret Düşkünlüğü- Emre Arolat ve Guy Debord
http://www.e-skop.com/skopbulten/mimarin-sohret-duskunlugu-emre-arolat-
ve-guy-debord/611 (erişim tarihi 10 Eylül 2012)
[22] Harvey, D., 2008. Umut Mekanları, Metis Yayınları, İstanbul
[23] Sanoff, H., 2000. Community Participation Methods in Design and Planning,
John Wiley & Sons Inc., New York
[24] Özaloğlu, S., Kennedy, N.F. , 2009. Katılımcı Mimarlık: Nereye Kadar?,
Mimarlık Dergisi, 346, 33- 40

109
[25] Till, J., 2005. The Negotiation of Hope, in Architecture and Participation, pp.
19- 40, Spon Press, London.
[26] Huth, E., 2005. Fragments of participation in architecture, 1963- 2002: Graz
and Berlin, in Architecture and Participation, pp. 150- 161, Spon Press, London
[27] Baba, E., C., 2009. Küreselleşme Sürecinde Yüksek Yapılaşmanın Kullanıcı-
Çevre İlişkisi Bağlamında Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul
[28] İncedayı, D. , 2002. Mimari Tasarım Sürecine Katılımcı Yaklaşım, Mimar
Sinan Üniversitesi Yayınları, İstanbul
[29] Hughes, J., 2000. After Non- Plan: Retrenchment and Reassertion, in Non-
Plan, pp. 166- 183, Architectural Press, Oxford
[30] Friedmann, Y., 2004. Sakin'in Karar Verdiği Mimarlık, Mimarist Dergisi, 12,
62-65
[31] Esengil, Z. , 2009. Planlama Ve Tasarım Sürecine Katılımın Kamusal Projeler
Bağlamında İrdelenmesi: Antalya Kent Merkezi Örneği, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul
[32] Tekeli, İ., 2009. Kentsel Yaşam Kalitesine Varlık Düzeyinde Bir Problem
Olarak Bakmak: İlhan Tekeli ile Söyleşi, Mimarlık Dergisi, 346, 23-26
[33] Tekeli, İ. , 2011. Tasarım Mimarlık ve Mimarlar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul
[34] Habreken N.J., 1988. Type As A Social Agreement, Third Asian Congress of
Architects, Seoul- Korea, November
[35] Day, C., 2003. Consensus Design, Architectural Press, London
[36] UN HABITAT, 2003. The Challenge of Slums, Global Report on Human
Settlements, Earthscan Publications, London
(http://www.unhabitat.org - erişim tarihi: 12 Ağustos 2012)
[37] UNHABITAT, 2009. Financing Affordable Social Housing in Europe, United
Nations Human Settlements Programme, Nairobi
(http://www.unhabitat.org - erişim tarihi: 21 Temmuz 2012)
[38] http://en.wikipedia.org/wiki/Council_house, Council house, erişim tarihi 2
Ağustos 2012
[39] Wheeler, B., 2011. What future for social housing?
http://www.bbc.co.uk/news/uk-14380936, (erişim tarihi 3 Ağustos 2012)
[40] Minton, A., 2009. Ground Control, Penguin Books, London
[41] http://en.wikipedia.org/wiki/Public_housing, Public Housing, erişim tarihi 2
Ağustos 2012
[42] Risen, C., 2005. Fransa’daki Ayaklanmalar için Le Corbusier’yi Suçlamayın
http://v3.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=5933, (erişim
tarihi 5 Eylül 2012)
[43] http://en.wikipedia.org/wiki/HLM, HLM, erişim tarihi 3 Ağustos 2012
[44] Parent, C., 2006. İsyankar Kent
http://v3.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=6539, (erişim
tarihi 5 Eylül 2012)
[45] Sosyal Konut Sayısı Azaldı, 3 Ağustos 2012.
http://www.hurriyet.de/haberler/gundem/1255928/sosyal-konut-sayisi-azaldi
(erişim tarihi 10 Ağustos 2012)

110
[46] Jacobs, J., 2011. Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, Metis
Yayınları, İstanbul
[47] Davis, M., 2007. Gecekondu Gezegeni, Metis Yayınları, İstanbul
[48] UNHABITAT, 2011. Affordable Land and Housing in Latin America and
Carribean, United Nations Human Settlements Programme, Nairobi
(http://www.unhabitat.org - erişim tarihi 26 Temmuz 2012)
[49] UNHABITAT, 2011. Affordable Land and Housing in Africa, United Nations
Human Settlements Programme, Nairobi
(http://www.unhabitat.org - erişim tarihi 28 Temmuz 2012)
[50] Tekeli, İ. , 2009. Türkiye’nin Konut Tarihine Konut Sunum Biçimleri
Kavramını Kullanarak Yaklaşmak, Konut Sempozyumu içinde, s. 283- 301,
Mimarlar Odası Yayınları, İstanbul
[51] http://www.tuik.gov.tr, TUİK 2000 yılı nüfus verileri, erişim tarihi 16 Haziran
2012
[52] Keyder, Ç., 2006. İstanbul Küresel ile Yerel Arasında, Metis Yayınları,
İstanbul
[53] Şahinler, D., 1994. İstanbul Kentinde Düşük Gelirli Konutu Planlaması İçin
Kullanıcı Katılımlı Bir Sistem Önerisi, Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, İstanbul
[54] http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa61.htm, 1961 Anayasası, erişim tarihi
22 Haziran 2012
[55] Hasol, D. , 2006. Konut Politikaları/ Sorunlar- Öneriler, Yapı Dergisi, 295, 36-
38
[56] Işık, O., Pınarcıoğlu, M. M., 2009. Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları,
İstanbul
[57] http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan1.pdf, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,
erişim tarihi 30 Ekim 2012
[58] Turgut, H., 2003. Kentlileşme Süreci İçinde Sosyo-Kültürel ve Mekansal
Değişimler: Gecekondu-Konut Örüntüsü, Mimar.ist Dergisi, 7, 57-65
[59] Kurtuluş, H., 2009. İstanbul’da Yapsatçılığın Yeniden Doğuşu ve Kent
Merkezinde Mekanda Çözülen Sınıfsal Homojenlik, Konut Sempozyumu
içinde, s. 339- 381, Mimarlar Odası Yayınları, İstanbul
[60] www.toki.gov.tr/ptext.asp?id=2, TOKİ Tarihçe, erişim tarihi 11 Ekim 2012
[61] www.toki.gov.tr/docs/yayinlar/TOKI'11_TRK.pdf, TOKİ 2010-2011 Kurum
Profili, erişim tarihi 15 Ekim 2012
[62] TOKİ Konut Üretim Raporu, 22 Ekim 2012.
http://www.toki.gov.tr/tr/genel/t.ashx?..., erişim tarihi 24 Ekim 2012
[63] TMMOB Mimarlar Odası TOKİ Raporu, Ağustos 2008.
www.mo.org.tr/belgedocs/toki-rapor-2.pdf, erişim tarihi 12 Ekim 2012
[64] TOKİ Değerlendirme Raporu, 13 Kasım 2011.
http://www.imo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=629&tipi=4&sube=0,
erişim tarihi 16 Ekim 2012
[65] TOKİ 5 Yılda 65 Milyon 808 m2’lik Alanı Mülkiyetine Geçirdi, 26 Mayıs
2008.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=
879732&CategoryID=80, erişim tarihi 14 Ekim 2012

111
[66] http://www.mimarlarodasi.org.tr/index.cfm?sayfa=belge&sub=detail&bid=14
&mid=14&tip=0&Recid=10375, Mimarlar Odası Basın Açıklaması, erişim
tarihi 25 Ekim 2012
[67] Merkez Kayaşehir’deki Ofisler 4 Günde Tükendi,16 Kasım 2011.
http://www.emlakjet.com/haber/detay/merkez-kayasehir-deki-ofisler-4-gunde-
tukendi_2836.html, erişim tarihi 26 Ekim 2012
[68] Kayaşehir Kayacity Projesi için Ön Talep Toplanıyor, 19 Mart 2012.
http://www.emlakkulisi.com/kayasehir-kaya-city-projesi-icin-on-talep-
toplaniyor/14694, erişim tarihi 27 Ekim 201
[69] Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 41. Dönem Çalışma Raporları, Nisan 2012.
http://www.mimarist.org/2012-06-08-21-57-57/41-donem-calisma-
raporu.html, erişim tarihi 26 Ekim 2012
[70] http://www.agaoglu.com.tr/, erişim tarihi 26 Ekim 2012
[71] Dostoğlu, N., T. ve Gür, A., M., 2010. TOKİ Konutlarında Kullanıcı
Memnuniyeti ve Fırsatlar, Mimarlık Dergisi, 355, Eylül-Ekim
[72] http://www.bursamimar.org.tr/icsayfa.php?catid=6&altid=18&indeks=457,
erişim tarihi 18 Ekim 2012
[73] Keleş, R., 2011. İnsan Hakkı Olarak Konut, Konut Sempozyumu içinde, s. 23-
41, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yayınları, İstanbul
[74] Özsoy, A., 2011. Toplu Konutlarda Tasarım Kalitesi, Konut Sempozyumu
içinde, s. 117-129, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Yayınları, İstanbul
[75] TOKİ’nin Müşteri Memnuniyeti Araştırması, 7 Ağustos 2007.
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/416611.asp, erişim tarihi 17 Ekim 2012
[76] TOKİ’nin Doğu ve Güneydoğu’daki Konutlarında Hatalı Planlama, 28
Haziran 2004, Dünya Gazetesi, erişim tarihi 8 Ekim 2012
[77] Barajdan Doğan Absürt Köy, 12 Aralık 2010.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=
1032330&CategoryID=77, erişim tarihi 17 Ekim 2012
[78] Yine skandal Yine TOKİ, 23 Kasım 2007.
http://evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=20695, erişim tarihi 15 Ekim 2012
[79] http://www2.tbmm.gov.tr/d23/7/7-7247c.pdf, TBMM Soru Önergesi, 10 Nisan
2009, erişim tarihi 28 Ekim 2012
[80] Gür, Ş., Ö., 2011. Sosyal Toplu Konut Bir Rüya mıydı?, Konut Sempozyumu
içinde, , s. 59-86, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Yayınları, İstanbul
[81] Keyder, Ç., 2006. Enformel Konut Piyasasından Küresel Konut Piyasasına,
İstanbul, Küresel ile Yerel Arasında içinde, s. 171-192, Metis Yayınları,
İstanbul
[82] Baysal, C., U., 2010. İstanbul'u Küresel Kent Yapma Aracı Olarak Kentsel
Dönüşüm ve Ardındaki Konut Hakkı İhlalleri: Ayazma(n)'dan
Bezirganbahçe'ye Tutunamayanlar, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi
Üniversitesi, İstanbul
[83] http://ayazmamagdurlari.wordpress.com/ - erişim tarihi 27 Ekim 2012
[84] Türkün, A., 2011. Konut Alanlarında Radikal Dönüşümler, Konut
Sempozyumu içinde, s. 339-381, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent

112
Şubesi, İstanbul
[85] Turan, İ., 2010. T.C. Başbakanlık Toplu konut İdaresi (TOKİ) Sosyal Konut
Uygulamalarının (2003-10) Sürdürülebilir Mimarlık Çerçevesinde
Değerlendirilmesi: Bezirganbahçe Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik
Üniversitesi, İstanbul
[86] Turgut, S., ve Ceylan, E., C., 2010. Bir Yerel Yönetim Deneyiminin
Ardından, Küçükçekmece Belediye Başkanlığı, İstanbul
[87] Kırık Camdan Bakarken 10'uncu Kattan Düştü, Hürriyet Gazetesi, 25 Eylül
2008, erişim tarihi 10 Ekim 2012
[88] Ayda 60 YTL Ödeyemiyoruz,Gerçek Gündem Gazetesi, 17 Nisan 2008, erişim
tarihi 9 Ekim 2012
[89] Dönüşümden Dönüş, Radikal Gazetesi, 19 Ağustos 2012, erişim tarihi 25
Ekim 2012
[90] Mimarlar Odası, 2009. TOKİ Çalışmaları Üzerine Değerlendirmeler,
TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, İstanbul

ÖRNEKLERDE KULLANILAN KAYNAKLAR


Almanya/ Leinefelde- ZukunftsWerkStadt Projesi
http://www.worldhabitatawards.org/winners-and-finalists/project-
details.cfm?lang=00&theProjectID=73731BB1-15C5-F4C0-9900BBA4F68107AE/
15 Mayıs 2012
http://www.goethe.de/kue/arc/zds/en6666770.htm/ 15 Mayıs 2012
http://www.scandinavianarchitects.com/no/projects/16460_rehabilitation_des_physik
erquartiers/all/indexAll?lang=en-gb/ 15 Mayıs 2012
http://www.mp-a.de/Projekte_2_0_pid_44.html/ 23 Ağustos 2012
http://www.stefan-forster-architekten.de/de/stadtumbau/thematik/ 23 Ağustos 2012
Fransa/ Paris- Bois Le Prêtre Binası
http://www.moma.org/interactives/exhibitions/2010/smallscalebigchange/projects/tra
nsformation_of_tour_boise_le_pretre/ 8 Mayıs 2012
http://parisisinvisible.blogspot.com/2011/12/tour-bois-le-pretre-making-social.html/
10 Mayıs 2012
http://inhabitat.com/tour-bois-le-pretre-60s-parisian-social-housing-tower-renovated-
into-gleaming-efficient-apartment
complex/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter / 11 Haziran 2012
http://designbuildsource.com.au/remembering-the-social-element-to-sustainable-
building/ 22 Temmuz 2012
http://www.nytimes.com/2012/03/28/arts/design/renovated-tour-bois-le-pretre-
brightens-paris-skyline.html?pagewanted=all&_moc.semityn/ 18 Ağustos 2012
http://www.lacatonvassal.com/index.php?idp=56/ 18 Ağustos 2012
http://www.architectural-review.com/buildings/lacaton-and-vassals-revitalisation-of-
a-parisian-tower-block/8624097.article/ 18 Ağustos 2012

113
Şili/ Iquique- Quinta Monroy Projesi
http://www.archdaily.com/10775/quinta-monroy-elemental/ 4 Haziran 2012
http://www.moma.org/interactives/exhibitions/2010/smallscalebigchange/projects/qu
inta_monroy_housing/ 6 Haziran 2012
http://www.arkitera.com/soylesi/index/detay/tasarimin-mimari-olmayan-problemleri-
nasil-cozdugunun-degerini-anlatmaya-calisiyoruz/232/ 13 Ağustos 2012
Lübnan/ Abbasiyeh- Tyre Balıkçı Kooparatifi Projesi
http://www.moma.org/interactives/exhibitions/2010/smallscalebigchange/projects/ho
using_for_the_fishermen_of_tyre/ 16 Haziran 2012
http://www.hashimsarkis.com/projects/housing-fishermen-tyre/ 16 Haziran 2012
http://architecturelab.net/2011/05/housing-for-the-fishermen-of-tyre-lebanon-by-
hashim-sarkis-studios/ 28 Haziran 2012
Hindistan/ Pune- Çoğalan Konut Projesi
http://www.archdaily.com/21465/incremental-housing-strategy-in-india-filipe-
balestra-sara-goransson/ 24 Haziran 2012
http://openarchitecturenetwork.org/projects/dlygad2_insitu_rehabilitation/
24 Haziran 2012
http://www.archidose.org/May09/25/dose.html/ 12 Ağustos 2012
İstanbul- Sulukule Alternatif Projesi
http://sulukulegunlugu.blogspot.com/ 18 Ağustos 2012
http://www.sulukuleatolyesi.blogspot.com/ 3 Mart 2012
Mimarlar Odası 39., 40. ve 41. Dönem çalışma raporları, www.mimarist.org/ 17
Eylül 2012
Uzun, H., 2009. Kentsel Dönüşüm Uygulamalarının Kent Özlemi ve Kentlilik
Açısından Değerlendirilmesi Sulukule- Taşoluk Örneği, Kadir Has Üniversitesi
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=10741
99&CategoryID=80/ 13 Eylül 2012

114
ÖNCÜL KIRLANGIÇ YOLDAŞ
Doğum yeri / tarihi: İstanbul / 23.02.1985

Adres: Acıbadem Mah. Asaf Bey Sok. Zümrüt


Apt. 16/8 Kadıköy/İST

Telefon: 0555 6087602

E-mail: onculll@gmail.com

Öğrenim Durumu:
2010 - 2012 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimari
Tasarım Sorunları Programı’nda Yüksek Lisans Eğitimi
2003 - 2009 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık
Bölümü’nde Lisans Eğitimi
1999 – 2003 Pertevniyal Anadolu Lisesi (İstanbul)
1996 – 1999 Doğa İlköğretim Okulu (İstanbul)
1991 - 1996 Tüc. Ve San. Derneği İlköğretim Okulu (İstanbul)

İş Deneyimleri:
16.04.2012 – ... Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

12.12.2011 – 13.04.2012 Proplan Proje Yönetim Danışmanlık’da Şantiye


Deneyimi (Akasya Acıbadem Projesi, Kadıköy/İst.)

21.05.2011 – 25.10.2011 Freelance İş Deneyimi

21.03.2011 – 21.05.2011 Dikmen Tayfur Mimarlık'da ofis ve şantiye deneyimi


(İstinye/İst.)

15.10.2010 – 25.05.2011 Grontmij - Turkey / Freelance iş deneyimi


(Maslak/İst.)

01.07.2008 – 10.09.2010 Mot Tasarım Mimarlık'da ofis ve şantiye deneyimi


(İkitelli/İst.)

11.06.2007 – 09.09.2007 Minerva Mimarlık’da ofis ve şantiye deneyimi


(Beyoğlu/İst.)

15.04.2007 – 15.05.2007 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni.de restorasyon


projesi deneyimi

01.07.2006- 15.09.2006 Exit mimarlık 'ta ofis deneyimi (İstanbul-Nişantaşı)

20.04.2006 - 20.06.2006 Doğru Tasarım’ da ofis deneyimi (İstanbul-Kadıköy)

115
Workshop Çalışmaları:

21.04.2010 – 24.04.2010 MSGSÜ ŞBPB & LSE Planning Studies Workshop on


Fener-Balat Neighboourhood Renewal Process

01.07.2010 – 30.07.2010 TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kent


Düşleri Atölyesi Kadıköy Grubu ile atölye yürütücülüğü

11.10.2010 – 14.10.2010 MSGSÜ & University of Portsmouth School of


Architecture Urbanism Studio at Karaköy – Eminönü

30.05.2011 – 03.06.2011 “MSGSÜ & University of Portsmouth School of


Architecture Urbanism Studio at Karaköy – Eminönü”
kapsamında Portsmouth Üniversitesi’nde proje
sunumu”

Bilgisayar Programları:
AutoCAD (çok iyi)
3ds max (iyi)
Archicad (iyi)
Sketchup (çok iyi)
Photoshop (çok iyi)
İndesign (iyi)
Quark Express (iyi)
Corel Draw (orta)
Ms Office (çok iyi)

Yabancı Dil:
İngilizce (İyi)
Fransızca (Başlangıç)

Diğer Aktiviteler:
- Bireysel resim ve karikatür çalışmaları
- Dijital ve basılı medya üzerine çalışmalar
- Kent ve mekan sosyolojisi çalışmaları

18 Aralık 2012
Öncül Kırlangıç Yoldaş

116

You might also like