You are on page 1of 85

RENE GUENÖN

A __

a l e m in ♦ ♦
♦ ♦ __

HÜKÜMDARI
Dinlerde Merkez Sembolizmi

\ .

I R (N ( CUCNON KITA PllCl |


%
v iv w tfjn
ALEMİN HÜKÜMDARI
“Dinlerde Merkez Sembolizmi-

VP--Â
RENE GUENON

İS S 6 yılında F ra n sa’da B io is’da d oğd u. G ençlik yıllarından itiba­


ren din, m etafizik ve gİzU bilim ler üzerinde çalıştı. D oğu m etafizi­
ğine özel bir ilgi duydu. D oğu gelenekleri (özellikle de H induizm )
incelem eleri onu sahih bir G elenek (T rad ition) olm adan batını y o ­
lun doğru bir şekilde tecrü b e ed ilem eyeceği so n u cu n a g ö tü rd ü . Bu
a ra ştırm a la rı so n u cu n d a 1 9 1 2 yılında müsUîm an old u . B ir süre
so n ra F ra n sa ’dan ayrılarak M ısır’a yerleşti ve çalışm alarını o rad a
sü rd ü rd ü . M ak aleleri düzenli o larak E tu des Tradition elles’ de y a­
yınlandı. 1 9 5 2 yılında h ayata gözlerini yum an çağım ızın bu büyük
m etafizikçisi ve arifi geride 2 0 k ad ar eser b ıraktı. B unlardan bir
kısmı sağlığında, bir kısmı da ölü m ü n den so n ra basılm ıştır. D aha
ö n ce T ü rk çe ’ye M o d e m D ü n y im m B ım a lın u , D o ğu ve Batı, N ic e li­
ği} t E geifien liği ve Ç ağuı A la m etleri, R u h çu Yaudgı, îslaut M a n ev i­
y a tı ve T a o cu lîtğ a T o p lu Bakt^, M a n e v î İ lim le r e G iriş, Saım^
M eta fiz iğ i ve S e m b o lik Silahlar, G e le n e k s e l F o rm la r ve K o zm ik
D ev irler adlı kitapları çevrilm iş olan G u en o n ’un diğer eserleri dc
yayınevim iz tarafından yayın lan acak tır.
i çindekiler

B atı’daki ‘Agarceha’ K avrayışına D air ...........................................................................................7


Krallık Ve B aşrah iplik (Pon cificat) ............................................................................................ 13
‘Şekiiıa’ Ve ‘M e ta tr o n ’ .................................................................................................... 21

Ü ç Y ü ce İ ş l e v ............................................................................................................................................2 9
G raal S e m b o liz m i.................................................................................................................................. 3 7

‘ M elkisedck ’ ............................................................................................................................................4 3
‘L u z ’ Ya Da Ö lüm süzlük İk a m e tg â h ı............................ 53
‘Kaİi Yuga’ D ön em in de G izlenen Y ü ce M e r k e z ....................................................................6 1

‘O n fa lo s’ Ve B e c ille r .............................................................................................................................6 7
M an evî M erk ezlerin Sem bolik İsimleri Ve Tem silleri ...................................................... 7 5
M an evî M erk ezlerin K o n u m lan n m Tespiti ............................................................................8 1

Bazı S on u çlar .......................................................................................................................................... 8 7


İn d e k s ........................................................................................................................................................... 9 1
1
BATEDAKÎ ‘AGARTTHA’ KAVRAYIŞINA DAİR

aint-Yves d’Alveydre’in öldükten sonra 1 9 1 0 ’da^ yayınlanan M/s~


Ssiojî de Vînde adlı eserinde, Agartdıa adlı gizemli bir inisyatik m er­
kezin tasviri yapılır. H atta, bu kitabı okuyan birçok ki§i burada bah­
sedilen şeyin tamamen hayalî bir yer olduğunu, gerçekle hiçbir alaka­
sı olm ayan kurgu türü bir şey olduğunu düşünmüşlerdir. G erçekten
de, şayet verileri harfiyen değerlendirecek olursak, sadece zahire ba­
karak hükm edenler için burada bahsedilen şeylerde gerçek dışı şeyle­
rin olduğu hükmü, bu kim selerce, çıkarılabilir. Acaba, Saint-Yves’in
kendisi de uzun zaman önce yazmış olduğu bu eseri yayınlamama ko­
nusunda sağlam gerekçeleri var mı idi? D iğer yandan, o güne kadar
Avrupa’da, Agarrrha’dan ve onun şefi olan Brahm atm a’dan, pek fazla
ciddi bir yazar olmayan ve bu konularda otorite sahibi olmayan Lo-
uis Jaco lİio t’dan başka kİmse bahsetm em işti.“ Bize göre, bu kimse
H indistan’daki ikameti esnasında bu şeylerden bahsedildiğini duy-

1. İkinci baskı, 1 9 4 9 .
2. L e s Fils d e D ietı, s s . 2 3 6 , 2 6 3 - 2 6 7 , 2 7 2 ; L e S p iritism e d a u s le M o n d e ,
S S .2 7-Z S.
fi • Â L Ü M İ N H Ü K Ü M D A R I

muştu fakat, diğer bilgilerde olduğu gibi bu bilgileri de kendi uçuk


anlayışı çerçevesinde düzenlemişti. Ancak, 1 9 2 4 ’te çok yeni ve hİç
beklenm edik bir vakıa meydana geldi: M . Ferdinand Ossendows-
ki’nin 19 2 0 ve 1 9 2 1 ’de Orta Asya’ya gerçekleştirm iş olduğu çok ha­
reketli seyahatlerinde uğradığı yerleri anlattığı Bêtes, Hommes et Di­
eux adlı eseri, özellikle son kısmında Saint-Yves’in bahsettikleri İle he­
men hemen aynı anlatıları içermektedir. Bu eser çerçevesinde koparı­
lan gürültü, o güne kadar Agartdta meselesi üzerine çökmüş olan ses­
sizliğe nihayet bir son verecek hayırlı bir vesilenin ortaya çıkmasına
neden olmuştu.
Tabiatıyla, septik zihniyette veya kötü niyetli olanlar Bay Ossen-
dowski’ye doğrudan doğruya ve açıkça Saint-Yves’den intihaller yap­
tığı yönünde suçlamalarda bulunmada gecikm ediler; buradan hare­
ketle de her ikİ eserdeki benzer m etinlerin dökümünü yaptılar. G er­
çekten de, oldukça fazla sayıda pasaj, detaylarına kadar şaşılacak de­
recede birbirine benzerlik arz etmektedir. Ö ncelikle, bizzat Saint-
Yves’in kendi kitabında dahi gerçek dışı gibi görülebilecek olan bir
husus var; yani, kollan kıtaların ve okyanusların dahİ altına kadar her
tarafa ulaşan bir yer altı dünyasının varlığından söz edilmektedir; Öy­
le ki, bununla yeryüzündeki bütün bölgeler arasında görünmeyen ile­
tişimler sağlanmaktadır; kaldı ki Bay Ossendowski bu ifadeleri kendi
hesabına söylemediği gibi bunlar hakkında ne düşeneceğinİ bilmedi­
ğini de ifade ermektedir; o, bu ifadeleri seyahatleri esnasında karşılaş­
tığı kimselere atfetmektedir. Bu benzerlikler daha detay konulardan
olan ve eskiden Agarttha’da^ yaşadıkları kabul edilen Bohemyahiar’m
kökenlerinin ele alındığı, ‘Dünyanın H üküm darı’nın selefinin mezarı
başında bulunduğu konusunun işlendiğine benzer daha birçok konu
vardır. Saİnt-Yves’in aktardığına göre, ‘Kozmik mİsterlerin’ yer altı
kutlamaları esnasında öyle anlar vardır ki, o esnada çölde seyahat
edenler durur, hayvanlar ise seslerini keserler.^^ Bay Ossendowski,

3. Bu k on ud a şunu belirrm eliyiz ki, içlerinde B o h e m ie n le r’in ço k çarpıcı bir ö r­


nek reşkil ettikleri ‘üzüntü içerisindeki’ top luluk ların varlığı, g erçek ten de
ço k gizem li ve ço k dikkatle araştırılm ası gerek en bir konu.
4. Dr. A rtu ro Reghini, bunun eskilerin ti m o r panictıs dedikleri şey ile bir iliş­
kisi olduğunu bizlere bildirdi. Bu yaklaşım bize de old u k ça gerçek çi geldi.
B A İT D A K İ ‘A G A R T T H A İOVVMYIŞINA DAİR - 9

böyle genel bir saygı durusunun yaşandığı anlardan birine bizzat ken­
disinin şahit olduğunu temin ederek aktarmaktadır. İlginç bir tevafuk
olarak özellikle bugün mevcut olmayan ve olağanüstü insanlarla hay­
vanların bir arada yaşadığı bir ada hikâyesi vardır: Burada Saİnc-Yves,
D iodore de Sicile’den naklen lam bule’ün seyahatinin özetini aktarır;
oysa Bay Ossendowski, Nepalli bir eski budistin seyahatinden bahse­
der. Öyle ki, her ikisinin de aktardıkları tasvirler birbirinden çok az
farklılıklar arz etmektedir. Şayet, bu hikâyenin birbirinden oldukça
uzaktaki kaynaklardan gelen İki versiyonu var ise, bu durumda onla­
rı bulup bİrbİriyle itina ile mukayese etm ek ilginç olsa gerek.
Bu eserlerdeki bütün benzerliklere dikkat çektik, ancak burada
hiçbir şekilde gerçek bir intihalin olduğu yönünde bİzde bİr kanaat
oluşmamıştır. Zaten, bizim buradaki niyetimiz, temelde bizi çok uzak­
tan ilgilendiren bir tartışmaya girmek değildir. Bay Ossendovvski’nin
bizzat bizlere aktardığı müşahedeler dışında, bizler çok farklı kaynak­
lardan bu tür hikâyelerin M oğolistan’da ve bütün bir Orta Asya’da
çok yaygın olduğunu bilmekteyiz. Hemen şu İlâveyi yaparak belirte­
lim ki, buna benzer şeyler hemen hemen bütün halkların gelenekle­
rinde mevcuttur. Diğer yandan, şayet Ossendowski, Nlission de rin de
adlı eseri kısmen kopyalamış olsaydı, neden çok vurucu birtakım nok­
talara eserinde yer vermediğini anlayamıyoruz. Aym şekilde, neden
bazı kelimelerin şekillerini değiştirdiğini de, meselâ Agarttha yerine
Agharti gibi, anlayamıyoruz. Oysa bu olayın daha iyi açıklaması, Os-
sendowski’nin rivayet kaynağı moğol iken, Saint-Yves’in kaynağının
H indular olmasıdır {zira, bizler Saint-Yves’in en az iki Hindu ile te­
masta olduğunu bilmekteyiz).^ Aynı şekilde, inisyatik hiyerarşideki

5. Bay O ssend ow ski’nin raicipleri, bu olayı sö z konusu şahsın elinde M ission d e


l ’h ıd e adli eserin R usça tercü m esin in v a r olabileceğinden h arek etle açık la­
m ak istediler. O ysa, bu tercü m en in varlığı başlı başına bir problem acik . Z i­
ra, bizar Saint-Yves’in varisleri böyle birşeyi bilm ediklerini b elirtiyorlar. Ay­
rıca , Saint-Yves’ in Aum o larak yazdıklarını neden O m şeklinde yazdı diye de
B ay Ossendovvski eleştirildi. O ysa, h er ne kadar A um , kutsal tek hecelinin
teşkil edildiği p arçalarına ayrılarak tem sili ise de, doğru tran skrip siyon u ve
g e rçe k seslendiriîişi O m şeklindedir. Z ir a , H in d istan ’da olduğu gibi T ib et’te
ve M o ğ o lista n ’da da bu şekildedir. Bu açık lam a, bazı eleştirilerin ne d üzey­
de olduklarını gösterm e bakım ından yecerlidir.
1 0 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

başkam tarif için neden ‘Dünyanın Hükümdarı’ ifadesini kuîİandtğını


da bilmiyoruz. Zira bu isim, Saint-Yves tarafından hiç kullanıimamak-
tadır. Bazı alıntıların olduğunu kabul edecek olsak bile, bazen Ossen-
dowski’nin aktardığı bazı şeyler var ki Mission de Vlnde'ât bunun
karşılığı yoktur. Bunlar öyle şeyler ki, kendisinin bütün bu parçalan
uydurması mümkün değildir; kaldı ki, kendisi doktrinlerden çok po­
litikayla meşguldü ve ezoterizmle ilgili hiçbir şey bilmemektedir. Ö y­
le ki, aktardığı şeylerin gerçek mahiyeti hakkında hiçbir fikre sahip
olmadığı apaçıktır. Meselâ, Dünyanın Hükümdarı tarafından fî tari­
hinde ‘siyah bir taşın’ Dalai Lam a’ya gönderilmesi, oradan M oğolis­
tan’daki Urga’ya nakledilmesi ve aşağı yukarı yüz yıl önce kaybolma­
sı konulu bir rivayet yer almaktadır.'^ Oysa, birçok gelenekte ‘siyah
taşlar’ önemli bir rol oynamaktadırlar: Kibele’nin sembolü olmaktan
M ek ke’deki Kabe’ye yerleştirilen siyah taşa kadar.^ işte başka bir Ör­
nek daha: Urga’da ikamet eden Bogdo-H an ya da ‘Yaşayan Buda’da,
birçok kıymetli eşyalar yanında, üzerinde svastika’nm kazınmış oldu­
ğu Cengiz-H an’ın yüzüğü ile ‘Dünyanın H üküm darı’nın mührünün
olduğu bakır bir plâket de yer almaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Bay O s­
sendowski, bu eşyalardan sadece birini görmüş, diğerinin varlığını dü­
şünmesi ise oldukça güç olurdu: Burada tabiî olarak akima altın bir
plâketten bahsetme fikri gelemez miydi
Bu giriş mahiyetindeki birkaç tespit, meramımızı aktarmak içİn
yeterlidİr. Zira biz, her türlü polemik ve şahıslara ilişkin her türlü tar­
tışmadan uzak durmak istiyoruz. Burada Bay Ossendowski ile Saint-
Yves’i zikrediyorsak bu, onların söylediklerinin birtakım tespitler
yapmada bir başlangıç noktası teşkil edebileceği nedeniyledir; yoksa

6. Bunun bir aero lit olduğunu bilm eyen Bay O ssend ow ski, bazı fenom enleri
y eryü zün e çıkan bazı varlıklar o larak açık lam ak ta ve bunların bir çaşic kaya-
g antaş (arduvaz) olduklarını varsaym akta.
7. B u rad a, gökyüzünden düşen ve W o lfram d ’ E sch en b ach versiyonunda G raai
o la ra k kabul edilenlerindeki gibi bazen ü zerlerinde yazıların da olduğu îap-
sis exiîis ile araların da ilginç benzerlikler kurulabilir. O layı d aha ilginç lalan ,
bu aynı versiyond a, G raal n ih ayet ‘ Rahip J e a n ’nm h ük üm darhğı’na nakledil­
m ek te, Kimileri buranın M o ğ o listan (M on g o lie) olduğunu savunm uştur.
O ysa, b urada herhangi bir co ğ rafî m ekân fikri kabul ed ilem ez. (Bkz, L’E so -
terısm e de D a n te, 1 9 5 7 baskısı, s s .3 5 - 3 6 , ve daha sonraki sayfalar.)
BATI’DAKİ 'AGARTTHA’ KAVRAYIŞINA DAİR • H

ne biri ne de öteki ile uzaktan yakından hiçbir alâkası yoktur. Kaldı


ki, meselenin kendisi onların şahsının olduğu gibi -hesaba katılması
bile gerekmeyen- bizim de şahsımızın ötesinde bir boyuta sahiptir. O
şahisîann eserleri ile ilgili boş sayılabilecek herhangi bir hnetin tenki-
di’ taaliyetine girişmek istemiyoruz. Aksine, bildiğimiz kadarıyla, baş­
ka hiçbir yerde olmayan bazı tespitlere dikkat çekmek istiyoruz. Ö y­
le ki, bu tespitler Bay Ossendowskİ’nin ‘sırların sırrı’ dediği şeyi bir
ölçüde aydınlatmada yardımcı oiabilird*

S. Elinizdeki bu eserin varİtgı biİe tarafım ızd an bilinm eyen bir kişi lehine g e r­
çek te kalem e alındığına dair bugünlerde bazı söylen tilerin dolaştığını ö ğ re ­
n in ce ço k şaşırdık. Kimlen tarafın dan söylen irse söylensin, bu tür ifadelerin
tam am ım kesin bir dille red d ediyoruz. Z ira bizim için önem li olan , gelenek­
sel b ir sem bolizm in açıklanm asıdır ve herh angi bir ‘şahsileştirm e’ i!e hiçbir
alâkası yoktur.
H Ü KÜ M DA RLIK VE BAŞRA H ÎPLİK (PO N TİFİC A T)

ünyanın Hükümdarı’ ünvanı, en yüksek, en tam ve en kesİn


anlamıyla ele alındığında bu isim tam olarak ilk ve evrensel
Kanun Yapıcı Mantı için kullanılır. Bu ismin çeşitli şekillerde kullanıl­
ması birçok eski halklarda da görülmektedir. Burada hemen bir Örnek
olarak M ısırhlar’dakİ Mİna ve Meues kelim elerini, Keklerin Menü ke­
limesini ve Yunanlıların Minos kelimesini hatırlatabiliriz.^ Zacen bu
isim, hiçbir şekilde tarihî ya da gu vaya bu şekilde efsanevî bir kahra­
mana işaret etmemektedir. Gerçekte onun işaret ettiği şey, bir ilkedir:
Saf manevî N ur’ıı düşünen ve bizİm dünyevî şartlarımız ile içinde bu­
lunduğumuz varlık devresine uygun Kanun (Dharma) yapan Kozmik
Akü’dır. O, aynı zamanda hassaten düşünen varlık (Sanskritçe’de m a­
nava) olarak kabul edilen insanın da arketipidir.
Diğer yandan, burada özellikle belirtilm esi gereken diğer bİr şey
ise, bu ilkenin yeryüzündeki bir manevî merkez ya da kaynağı ‘in-

I. G r d d c r ’de M inos aynı an da hem yaşayanlaruı kanun yapıcısı hem de ölüle­


rin yargılaytctsıdtc. H indu geleneğinde bu iki İşlevden biri M a n u ’ya diğeri ise
Y am a’ya aittir. A ncak bunlar zaten ikiz k ard eşler olarak temsil edilirler. Bu
da, iki farklı görü n ü m d e ele alınan tek bir prensibin çift yönlülüğüdür.
1 4 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

san olm ayan’ {apauruş^eya) kutsal geleneğin am bannı bütünüyle ko­


rum akla görevlendirilm iş bir teşkilat tarafından tezahür ettirilebilir
olmasıdır. Ö yle kİ, ilk hikm et (sagesse) çağlar boyunca onu kabul
edebilecek durumda olanlara bu vasıtayla iletilir. Böyle bİr teşkila­
tın başı, bir şekilde M anu’yu bizzat tem sil ederek, onun ünvanını ve
sıfatlarım taşıma hakkına sahiptir. Ayrıca, görevini ifa içİn gerekli
olan bilgi derecesine ulaşmakla, âdeta insanı bir tezahürü imiş gİbi
ilke ile gerçekten aynileşir, ve bu durumda kendi bireyselliği kaybo­
lur. Saint-Yves’in İşaret ettiği gİbi şayet bu merkez - yani Aggarttha-
, fî tarihinde m evcut olan A y o d h y c T ikam et eden ve kökenini gü­
nümüz devresinin M anu ’su olan Vaİvasvata’ya kadar götüren kadİın
‘güneş hanedanhğı’nın {Sûrya-vama) varisi ise, A garttha’da da du­
rum aynıdır.-
Saint-Yves, daha önce de belirttiğim iz gibi, Agarttha’nın yüce
başkam nı ''Dünyanın H ükümdard olarak takdim etm em ektedir; onu
‘H üküm dar Başrahip’ (Souverain Pontife) olarak takdim etm ekte ve
ayrıca onu bîr ‘Brahman Kilisesi’ni başı olarak zikreder ki, böyle bir
isim lendirm e biraz fazlaca batıhlaştınlm ış (occidentalisée) bir kav-
ramsallaştırmadır.^ Bu son tespit bir tarafa bırakılacak olursa, onun
söyledikleri bir yönüyle Bay O ssendow ski’nin söylediklerini ta ­
m amlam aktadır. Öyle anlaşılıyor ki, her ikisi de kendi ağırlıklı meş­
guliyetleri ve eğilim lerine uygun olan yönüyle olayı görmüşlerdir.
Z ira, gerçekte burada söz konusu olan çift yönlü bir güçtür, yani ay­
nı anda hem rahiplik hem de H üküm darlık gücü. Kelimenin gerçek
anlam ıyla ‘baştabiplik’ (pontifical) ünvanı, evleviyetle inisyatik hi­
yerarşinin başkanına aİttİr. Bu ise birtakım açıklam aların yapılması-

2. Bu ‘güneş h anedanlığı’ m akam ını sem bolik o larak ele alacak olu rsak, o n u n ­
la G ü l-H a ç la r’ın ‘G üneş H isarı’ ve h a n a C am p an eiia’nın ‘Güneş Ş ehri’ a ra ­
sında bir benzerlik kurulabilir.
3. ‘B rah m an ik K ilise’ şeklindeki ad lan d ırm a, sad ece h eteredok s bir m ezhep
olan ve 1 9 , yüzyılın başlarında A vru pah lar ve özellikle de p ro testan ların et­
kisi ile kurulm uş olan m od ern B rah m a-S am aj dışında aslında H in d istan ’da
h içb ir zam an kullanılm am ıştır. Söz konusu m ezh ep , ço k kısa bİr süre İçeri­
sinde birbirine rakip birçok d allara b ö lü n m ü ştü r ve bugün hem en hem en
h içb ir m üntesibi kalm am ıştır. Bu m ezh ep lerd en birisinin kurucusunun şaİr
R a b in d ran ath T ag o re’nİn dedesi old u ğu n u b u rad a zikretm ek ilginç olacaktır.
H Ü K Ü M D A R LÎK V E liAŞRAHİBLEK (P O N IİE İC A T ) • 1 5

m gerektirm ektedir: Sözlük anlamıyla pontifex (bagralıiplİk) ‘köprü


inşa eden / kuran’ kim sedir; R om alılar’a ait bir ünvan olarak köken
itibarıyla bİr şekilde ‘M asonik’ bir ünvandır. Ancak, sembolik ola­
rak, aracılık görevini yerine getiren anlamını taşır; bu dünya ile yük­
sek âlem ler arasındaki iletişimi kuran kişidirri Bu anlamda, ‘semavî
köprü’ olarak gök kuşağı, ‘başrahipliğin’ (pontificat) rabiî bir sem ­
bolüdür. Öyle ki, bütün gelenekler hemen hem en tamamen aynı an­
lamları yüklem ektedirler: M eselâ İbraniler’de, Tanrı ile halkı arasın­
da varılan antlaşm anın (ahitleşm e) tem inatıdır; Ç in ’de G ök ile
Yer’İn birliğinin işaretidir; Yunanlüar’da, ‘tanrıların habercisi’ olan
İris’i temsil etm ektedir; hem en hem en her yerde, Iskandinavlar’da
olduğu gibi Persler’de ve A raplar’da, O rta Afrika’dan Kuzey Am eri­
ka’daki bazı halklara kadar gök kuşağı, hissedilebilir âlem (monde
sensible) ile hissedİlebilirüstü âlem (suprasensible) arasını birbirine
bağlayan köprüdür.
Diğer yandan, rahiplik ve hükümdarlık güçlerinin birleşmesi Lâ-
tinİer’de Janus sembolizminin bir tezahürü ile temsil edilmekte idi.
Bu sembolizm, oldukça girift ve birden fazla anlama sahiptir. Altın ve
gümüş anahtarlar aynı ilişki çerçevesinde mütenasip olarak her iki
inisyasyona tekabül etmekte idi,^ Hindu term inolojisi ile söyleyecek
olursak, burada söz konusu olan Brahmanİar ile Kşatriyalar’m takip
ettikleri yol kastedilmektedir. Ancak, hiyerarşinin tepesinde ortak
prensipte buluşulmaktadır. Öyle ki burası, her türlü tefrikin ötesinde,
her ikisinin de kendilerine nispet edilen vasıfların kaynağıdır. Zİra,

4. Aziz B ernard diyor ki: ‘ Kelim enin etim olojik kökeninin de gösterdiği üzere
Pontif, tan rı ile insan arasın d a bir b akım a bir k ö p rü d ü r’ (Tractatns d e M ori-
bııs et O fficio e p is c o p o n n n , 111,9). H in d istan ’da sad ece Ja in a ’ lar için kulla­
nılan bir terim v ard ır ve L â tin ce ’deki P o n tifex kelim esinin tanı kargılığıdır:
T irch am k ara. Kelim e anlam ı itibarıyla ‘bir ırm ak geçidi veya bir geçit yapan
kişi’ anlam ına gelm ektedir. B u rad a söz konusu olan g eçit, kurtuluş yolu d u r
{M o k şa ). T ırta h a m k a ralar, aynen Y u b a n n a ’n ın K ı/ıy/’ndeki ilıciyarlar gibi sa­
yıca yirm id örc ad ettir ki, zaten b unlar da -y a n i ih tiyarlar- bir pontifikal to p ­
luluk olu ştu rm ak ta idiler.
5. D iğer b ir bakış açısına g ö re bu an ah tarlard an biri ‘büyük sırla r’ an ah tarı di­
ğeri ise ‘küçük sırlar’ an ah tarıd ır. Ja n u s’un bazı tem sillerin de bu h er iki g üç
a y rıca bir a n ah tar ve b ir asa ile de tem sil edilm iştir.
1 6 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R !

nerede uyguknırsa uygulansın her türlü haklı otoritenin kaynağıdır.


Aynı şekilde, Agarttha’nın inisyelerİ birer ativarna'’d\î yani ‘kastlar-
ötesi’dİrler.^
O rta Çağ’da, otoritenin birbirini tamamlayan her ikİ tarafının da
bir arada bulunduğu bir ifade vardır ki burada hatırlatmaya değerdir:
O dönemlerde sık sık ‘Rahip Yahya’nın Hüküm darlığı’^ diye isimlen­
dirilen gizemli bir ülkeden bahsedilmekte idi, O zamanlar, söz konu­
su merkezin ‘dış örtüsünün’ büyük çapta {doğru ya da yanlış bir isim­
lendirme ile) Nesturfler ve Sabiîlerce^ teşekkül ettiği bir dönemdir.
G erçekten de, Sabiîler kendilerine “Yahya’nın M andaîlerİ” ismini ver­
m ekte idiler; yanİ ‘Yahya’nın şakirtleri’. Burada başka bİr noktaya da­
ha dikkati çekm ek isteriz: İlginçtir ki, dışa kapalı karakterdeki birçok
Doğulu gruplar, meselâ İsmaİlîler veya ‘Dağın İhtiyan’nın şakirtlerin­
den Lübnan’daki Dürziler’e kadar hepsi de, batıdaki şövalye tarikat-
leri gibi, ‘Kutsal Topraklar’ın Bekçileri’ ünvanım taşımaktadırlar.
Bundan sonra yapacağımız açıklamalar bunun ne anlama geldiğini da­
ha da açık hâle getirecektir. Görünen o ki Saint-Yves, “Agarrtha’nm

6. Bu konuda hem en şunu belirtelim ki, O n a Ç ağ b an dünyasındaki sosyal o r ­


ganizasyon ilke itibarıyla k astlar m üesscsesinin bİr kopyasıdır: Kilise sınıfı
B ra h m a n la r’a, asiller K şatriy alar’a, üçüncü sınıflar (tiers états) Vaygiyalar’a
ve serfler de Ş u d ralar’a tekabül etm ektedir.
7. Saint Louis d ön em in dek i C arpin ve R ubruqnis seyah atlerind e ‘Rahip J e -
a n ’dan b ahsedilm ektedir. M eseleyi k arm aşık lalan , kim ilerine g öre bu ismi
taşıyan d ö r t ayrı kişinin m evcu d iyetid ir: T ib et’ te (ya da P am ir’de), M o ğ o lis­
ta n ’da, H in d istan ’da ve E ty o p y a ’da (zaten bu E ty o p y a kelimesinin anlam ı
old u kça belirsizdir). Ancak burada, aynı gücün ayrı ayrı d ö rt temsilcisi de söz
konusu olabilir. Bir rivayete göre Cengiz Plan, Rahip Jean ’ın hükümdarlığına sal­
dırm ak istemiş; ancak Rahip Jean, Cengiz H an ’ın ordularım yıldırım göndererek
püskürtmüş. Nihayet, M üslümanların fetihlerinden itibaren Rahİp Jean bir daha
görünm emiş, ve zahiren Dalay-Lam a olarak temsil edilmiştir.
8. O rta A sya’d a, özellikle de Tü rk istan b ölgesind e, şövalyelerin h aclarının şek­
line tam am en benzeyen N estu ri haçları b u lu n m u ştu r ki, kim ilerinin o rtasın ­
da sw astika resm i y e r alm aktadır. Ayrıca b elirtilm esi g erek ir ki, görü nü rd e
Lam aizm ile ilişkilerinin varlığı şüphe o lm ay an N e stu rile r’in, İslâm ’ın baş­
langıç d ön em lerin d e, her ne kadar gizem li olsa da, önem li faaliyetleri olm uş­
tur. D iğer yandan SabİiIer ise, B ağd at halifeliği d ö n em in d e A rap dünyası
üzerinde önem iİ etkileri oinnışrur. H atta bir rivayete g ö re , Pers ülkesindeki
son yen i-E flâru n cu lar o n lara sığınmışiar.
H Ü K Ü M D A R LIK V E BAŞIiAHİPLİK (FO N T İFÎC A T ) • 1 7

Tapınakçılan”ndan bahsederken kendisinin bile rahmin edemiyeceği


çok yerinde bir isim bulmuşnır. Biraz önce kullandığımız ‘dış örtü’
ifadesine şaşırmamak için burada hemen ekleyelim ki, şövalye inisi-
yasyonunun özü itibarıyla bir Kşatriya inisyasyonu olduğuna dikkat
çekmek İsteriz. Bu da, aşk sembolizminin neden bu kadar baskın bir
rol oynadığını açıklamaktadır.^
Son tespitler bir yana, bir kimsenin hem rahip hem de hükümdar
olması fikri, B atı’da çok yaygın olan bir fikir değildir. Oysa bu, biz­
zat Hristiyanlığm kökeninde çok çarpıcı bir şekilde ‘H üküm dar-M e-
cuslar’ (Roi-M ages) ile temsil edilmiştir. O rta Çağ’da bile (zahiren de
olsa) güç (otorite) papalık ile im paratorluk arasında taksim edilmiş
vaziyette idi.^® Böyle bir taksim , şayet yerinde bir ifade olarak görü­
lecek olursa, yukarıda tamamlanmamış bir organizasyonun işareti
olarak değerlendirilebilir. Z ira, her iki gücün de kendisine bağlandı­
ğı ve onlardan önce gelen bir ilkenin olmadığım görmekteyiz. D e­
mek ki, gerçek yüce güç bunlardan ayrı bir yerde olması gerekm ek­
tedir. D oğu’da, hiyerarşinin tepesinde böyle bir ayrımın vukuu, aksi­
ne, oldukça İstisnaidir. Ancak, bazı Budist anlayışlarda buna benzer
durumlarla karşılaşılmaktadır. Burada, BudaÎık ile Şakravartilik ya dâ
evrensel m onarklık arasındaki uyumsuzluğa dikkati çekm ek istedik.
Zira rivayete göre, Şakya-M uni bir ara bİri ile diğeri arasında secim
yapmak zorunda kalmıştı.
Burada, Budist bir kavram olmayan Şakravarti kavramının, H in­
du geleneğine uygun olarak M anu’nun fonksiyonu ya da onun tem ­
silcileri için kullanıldığını belirtmeliyiz. Kelime anlamıyla Şakravarti,
‘tekeri döndüren’ anlamına gelmektedir. Yani, her şeyin merkezinde
yer almak suretiyle, bizzat kendisi katılmadan hareketi yönlendiren

9. Bu farklılığa L ’E so terism e d e D a n te adlı eserim izde daha ö n ce değindik.


10. D iğer y an d an , eski R o m a’da Im p e ra to r aynı zam an d a P on tifex M axim u s
idi. M ü slü m an ların hilâfet teorileri de -en azından bir ö lçü d e- her iki gücü
kendisinde birleştirm ektedir; aynı şey U zak -D o ğu ’dakt W ang k avram ı için
de g eçerlid ir (bkz. L a G ra n d e T riade, b ölü m : X V II}.
İl. Başka bir yerde Ş akravarti kavram ı iİe D an te’deki im p arato rlu k fikri a ra ­
sındaki benzerliğe dikkat çekm iştik. Bu n ok tad a. D e M o n a rch ia adlı esere
işaret etm ek faydalı olacaktır.
1 8 . Â L E M İN H ÜK ÜM D ARI

ya da Aristo’nun ifadesini kullanacak olursak, ‘hareket etmeyen hare­


ket ettiricid ir’^ “
Biz özellikle şuna dikkati çekm ek İstiyoruz: Söz konusu olan mer­
kez, bütün geleneklerin sembolik olarak ‘Kutup’ diye tanımlanmasın­
da ittifak ettikleri sabit noktadır. Zira dünyanın rotası onun etrafında
gerçekleşmektedir. Bu durum, genellikle bir teker ile temsil edilmek­
tedir; bu, Keltler’de olduğu gibi ÎCildaniler’de ve Hindular’da da bu
şekildedir. İşte, Uzak Doğu’dan Uzak B atı’ya kadar her yerde kulla­
nılan ve gerçekte ‘Kutup’un simgesi’ olan svastika’nm gerçek anlamı
da budur.^‘^Belki de Avrupa tarihinde ilk kez burada svastika’nm ger­
çek anlamı verilmiş olmaktadır. Çağdaş bilginler, bu sembolü en fan-
tazi teorilerle boş yere açıklamaya çalıştılar. Onlardan birçoğu, sabit
bir fikre kapılarak, bu ve başka birçok yerde bütünüyle ‘güneş’e"*^ ait
bir işaret görmek İstediler. Oysa, her ne kadar bazen bunu temsil et­
miş olsa da, bu sadece arızî ve çarpık bir şekilde olmuştur. Bazıları İse,

12. Bunla aynı anlam a gelecek şekilde Çin geleneği ‘değişm eyen o r ta ’ kavram ı­
nı kullanm aktadır. Burada belirtilm esi g erek ir ki, M asonİk sem bolizm ine
g ö re ü statlar ‘O rta O d a ’da top lan ırlar.
13. Tekerin K ek sem bolizm indeki yeri O rta Ç a ğ ’da aynen k oru n m u ştu r; bu­
nunla ilgili b irçok örn eğe R om a d ön em i kiliselerinde bulm ak m ü m k ü nd ür;
a y rıca gotik yapılarda bulunan gül sem bolizm inin kendisi de bundan tü re­
miş g ö rü n ü y o r zİra tek er ile am b lem o larak kullam lan çiçekler arasın da
açık bir ilişki vardır, m eselâ B a tı’da gülün D oğ u ’da ise locüsün varlığı gibi.
14. Bu işaret H ristiyan H erm etizm in e yabancı değildir. Lotıdu n ’deki eski C ar-
m e la r’a ait m an astırlarda ilginç sem bollere rastladık. M u h tem elen bunlar
1 5 . yüzyılın ikinci yansın a aitler. Bu sem b o ler içerisinde sw astika, dİğer bir
işaret olan X X X {şekil) ile, önem li bir yer işgal etm ek ted ir. Bu vesileyle bu­
ra d a , D oğ u ’dan gelmiş olan C a rm e ia r’m kendi tarİkatlerinİn kuruluşunu İl-
ya’ya (Elie) ve P itagoras’a d ayan dırdıklarım belirtm ek yerinde o lacak tır
(m eselâ, d iğer yandan M aso n lu k da kendini aynı şekilde hem [hz.] Süley­
m a n ’a hem de P itag oras’a d ayan d ırm ak tad ır ki, bu da old u k ça ilginç bir
benzerlik olduğunu g ö sterm ek ted ir); diğer yand an bazıları, onların Tapı-
n ak çılar ve aynı zam anda M e rc y din ad am larına ço k yakın bİr İnisyasyona
sahip olduklarını nakletm ektedir. Bu M e rcy Tarikarı’nın isminin İskoç M a ­
son lu ğun da bir m ertebe o larak geçtiği bilinm ekte ki bu k on ud a L’E so teriş­
in e d e D a n teld e geniş açık lam alard a bulunduk.
15. Aynı tespitler teker için de geçcrlİd İr ki, biraz ö n ce bunun g erçek anlam ını
açıklam ıştık.
H Ü K Ü M D A R LIK V E B A Ş IU H tP L İK (P O N İİFİC A T ) • 1 9

svastika’nm hareketin semboiü olduğunu söylemekle hakikate daha


çok yaklaşmışlardı. Ancak, her ne kadar yanlış olsa da bu yorum ek­
siktir. Zira burada söz konusu olan sıradan bir hareket değildir. Aksi­
ne, hareket etmeyen bir eksen ya da bir merkez etrafında gerçekleşen
bir harekettir söz konusu olan. Tekrar edecek olursak, söz konusu
sembol ile doğrudan alâkalı olan asıl unsur, sabit olan noktadır.
Biraz önce açıkladığımıza göre, ‘Dünyanın H üküm dan’nm özü
itibarıyla emredici ve düzenleyici bir fonksiyonu olması gerektiğim
anlayabiliriz (nitekim cümle içerisinde kullandığımız son kelimenin -
régulatrice- rex ve regere kelimeleri ile aynı köke sahip olduğunu fark
edebiliriz.) Bu fonksiyon, ‘denge’ veya ‘uyum’ kelimeleri ile özetlene­
bilir ki, bu Sanskritçe’deki Dharma kelim esine tekabül ermektedir.
Bizim buradan anladığımız şey bunun, değişmeyen yüce İlke’nin zahir
âlemdeki bir yansıması olduğudur. Yine aynı tespitlerden, ‘Dünyanın
Hükümdarı’nın temel vasfının neden “adalet” ve “barış” olduğunu da
anlamış oluyoruz; zira, her iki kavram da “insanın içinde bulunduğu
âlem”de {rnânava-loka) bu denge ve uyumun tezahür ettiği iki suret­
tir.*^ Burada önemli bir noktaya temas etmiş bulunuyoruz. Genel açı­
lımları bir yana, birtakım kuruntuya kapılanlara hatırlatmak isteriz ki.
Bay Ossendowski’nin eserinin son satırları burada belirtilenlerin âde­
ta birer yankısıdır.

16. Burada sad ece bir h atırlarm a yapm ak için, d iğerlerin den ço k daha fantezi
içeren ve sw astik a’yi ateş yakm ak için kullanılan ilkel bir aletin şem ası o la ­
rak gören leri zikretm ek isteriz. H e r ne k ad ar bu sem b olü n , A gni’nin bir
am blem i oim ası hasebiyie, bazen ateş ile alâkası olm uş olsa da bunun ço k
farklı g erek çeleri vardır.
17. D h ri kökü, asıl itibarıyla istikrar fikrini ifade etm ek ted ir. Aynı an lam a sa­
hip olan dhrıı şekli ise, Kutup Sanskritçesine ait bir isim olan D h ru v a’nın
köküdür. K im ileri, Y u nan ca’da m eşe an lam ın a gelen d n ıs kelimesini de bu­
na dayan dırm ak tad ır. Z aten L âtin ce’ de de bizzat ro b u r Icelimesi hem m eşe
ile g üç hem de kararlılık anlam ına gelm ek ted ir. D ru id ler’de ise (belki bu
isim dru-vid olarak okunm alıdır, yani g ü ç ve bilgeliği birleştiren an lam ın ­
d a), aynı şekilde D o d o n e’da, meşe ‘ D ünya A ğ acı’nı temsil etm ek ted ir ki,
kutupları birleştiren sabit mihveri sem bolize etm ek ted ir.
ıs. B u rad a, A dalet ve Barış’ın bir arad a bulunduğu Kitab-ı M ukaddes m etinle­
rini h atırlatm ak g e rek iy o r; 'Justitia et Pax o s a d a ta e sn n P (M ezm u rlar,
8 4 / 1 1 ) ; 'Pax o p u s Ju siİîia e\ vb.
3
‘ŞEKİNA’ VE ‘M ETATRON’

nlayışları birtakım önyargılarla sınırlanmış olan bazı çekingen zi-


hinler, bizzat 'Dünyanın Hükümdari' ifadesinden tedirginlik duy­
dular. Bu ifade ile İncirde yer alan Princeps bujus mimdi ile hemen
bir alâka kurdular. Tabiî ki, böyle bir benzetme hem yanlıştır hem de
temelden yoksundur. Burada bu müşkili gidermek içİn hemen ifade
edelim ki, bu ‘Dünyanın Hükümdan ifadesi, İbranice’de ve Arap­
ça’da, bizzat Tanrı içİn kullanılmaktadır.^ Bu arada, bazı ilginç tespit­
ler olabileceği İçin, burada İbranî Kabbalası’ndakİ ‘semavî aracılar’ te­
orisine dikkat çekmek isteriz. Bu teorilerin zaten ele aldığımız bu
araştırma ile doğrudan alâkaları vardır.
Söz konusu ‘semavî aracılar’, Şekİna ile M etatron ’dur. En genİş
anlamıyla Şekİna’mn, îlâhiÜğin (Divinité) ‘gerçek huzûru’ anlamına

1. Z iîtcn , ‘D ünya’ (le M o n d e) ile ‘bıı d ün ya’ (ce m on de) ifadeleri arasın da ço k
büyük anlam farkı vardır. O kadar ki, bazı dillerde bunları tanım lam ak için
iki farklı kavram kullanılm aktadır: M eselâ A ra p ça ’da ‘ D ü n ya’ karşılığında
eî-âient kelimesi kullanılırken, ‘bu d ün ya’ karşılığında ed -d ü n y a kelimesi
kulianılm aktadır.
2 2 • Â L E M İN H ÜK ÜM D ARI

geldiğini hemen belirtmeliyiz. Kitab-ı Mukaddes’de kullanıldığı yer­


lerde bu kelime, Özellike bir manevî merkezin tesisi ile alâkalı olarak
geçtiğini unutmamak gerekir: Toplanma Ç a d ın ’nm yapımı, Süleyman
ve Z orobabel’in Tapınaklan’mn inşasında olduğu gibi. Belli şartlar
çerçevesinde yapımı gerçekleşmiş olan böyle bir merkez, elbette da­
ima ‘Aydınlık’ (Nur / Lumière) ile temsil edilen ilâhı tezahürün tecel-
ligâhı olmalı İdİ. Burada, Masonluğun hâlâ kullandığı ‘çok aydınlık ve
çok düzenli’ ifadesinin kadîm ruhban bilimine ait bir hatıra olduğu ve
bunun sadece Yahudİler’e ait bir şey olmadığım belirtmek ilginç ola­
caktır. Bu konunun üzerine ileride tekrar döneriz. Burada, ‘manevî et­
kiler’ teorisi üzerinde durmak istemiyoruz (biz, İbranİce bir kelime
olan baraköfu n tercümesi için ‘kutsamalar’ yerine bu ifadeyi uygun
görüyoruz. Arapça’daki bereket kelimesi ise bu kelimenin hâlâ gerçek
anlamını taşımaktadır). Ancak, olayları sadece bu zaviyeden ele ala­
cak olsak dahi, Bay Vulliaud’nun La Kabbale juive adlı eserinde nak­
lettiği Elias Levita’nm sözünü açıklama imkânı olabilir: ‘Kabbala’mn
üstatları, bu konuda çok büyük sırlara sahiptir.’
Şekina kendini çok değişik şekillerde dışa vurur. Bunlardan iki ta­
nesi çok dikkati çekm ektedir ki, biri içse! (batın) diğeri dışsaldır (za­
hir). Diğer yandan, Hristiyan geleneğinde bir cümle vardır ki, bu her
iki tezahürü açıkça ortaya koymaktadır: ‘'Gloria m excelsts deo, et İn
terra Pax horninibus bonae voluntatis.’ Burada kullanılan Gloria ve
Pax kelim eleri, İlke’ye nispetle içsel tarafa işaret ederken, görünür
âleme nispetle zahir yöne işaret etmektedirler. Bu sözleri bu şekilde
anladığımızda, bunların neden M elekler (Malakİm) tarafından ‘bizde-
k r ya da ‘bizlerle birlikteki Tanrı’nm (Emmanuel) doğumunu ilân et­
mek için kullandıkları hemen anlaşılabilir. Birinci özellik ile ilgili ola­
rak, ilâhiyatçıların ‘ru’yet’in (vision béatifique) kendisi ile ve kendi­
sinde gerçekleştiği ‘izzet nuru’nu (lumière de gloire) da hatırlatabili­
riz. İkinci Özellik ile ilgili olarak ise; biraz önce işaret edilen ‘B an ş’a
atıfta bulunulabilir ki, bu aynı zamanda barmî anlamı itibarıyla bu
dünyada (in terra) kurulmuş olan manevî merkezlerin temel vasıfla­
rından biri olarak her yerde mevcuttur. Zaten, Arapça bir kavram
olan ‘Sekine’, ki o aynı zamanda İbranice’deki Şekina ile aynıdır, ‘Bü­
yük Barış’ olarak tercüme edilir. Bu İse, G ül-H aç’lardaki Pax Profun-
d a’mn tam karşılığıdır. Buradan ise, onların ‘Kutsal Rulı’un M abedi’
•ŞEKİNA’ V E ‘M E T A T R O N ’ • 2 3

İle neyi kasdettikleri herhalde açıklanmış olmaktadır. Aynı şekilde, İn­


cirin birçok yerinde geçmekte olan ‘B an s’- ifadelerinin de kesin ola­
rak ne anlama geldiği ram olarak yorumianabilmektedir. Öyle ki, ‘Şe-
kina’ya ilişkin gizli geleneğin M esih’in nuru ile birtakım alâkası oldu­
ğu’ da anlaşılmaktadır böylece. Bay Vulliaud, bu son tasvirleri yapar­
ken söylediği,^ bu geleneğin ‘sadece Pardes’e giden yolun takipçileri­
ne mahsus olduğunu’ söylemesinin hiç gerekçesi yok mudur? Burada­
ki Pardes, ileride de göreceğimiz üzere, yüce manevf merkez anlamı­
na gelmektedir.
Bu, yine aynı konu ile alâkalı başka bir tespitte bulunmayı gerek­
tirmektedir: Bay Vulliaud, daha sonraki satırlarda ‘YııbiK ile alâkalı
bir sır’dan bahsetmektedir ki, bu da bir anlamda/Barış’ fikri ile alâ­
kalıdır ve bu konu ile ilgili Z o/w ’daki {lil, 52b ) ‘Eden’den çıkan ne­
hir, îobel adını taşımaktadır’ cümlesini ve Yeremya’daki (X V IÎ, S): ‘ır­
mak kenarında köklerini salar’ metnini aktarmaktadır. Buradan ise,
‘Yubil’İn merkezî fikrinin, her şeyin ilk hâline tekrar getirilmesidir,’
Burada söz konusu olan şeyin, bütün geleneklerde var olan ‘ilk hâle’
geri dönüş olduğu aşikârdır. Bu konu üzerinde, Dantebiin Ezoteriz-
niV' adlı eserimizde durma fırsatımız olmuştu. Bizim, ‘her şeyin ilk
hâline geri dönmesi mesihî çağda olacaktır’ derken ne kastettiğimizi,
söz konusu çalışmamızı okuyanlar, bizim ‘yeryüzü cenneti’ ile ‘Sema­
vî Kudüs’ arasındaki İlişkiler hakkında söylediklerimizi hatırlayacak­
lardır. Zaten, gerçekte bütün bunlarda söz konusu olan şey, çevrimsel
tezahürdeki çeşitli evrelerde ifade edilen, bu dünyanın merkezi olan
Pardes’tir. Bütün halkların geleneksel sembolizmi bunu, varlığın mer­
kezi ve ‘İlâhî m esken’ olan (Hindu doktrininde Brahma-pura) kalp ile
mukayese eder. Aynı şekilde, onun bir sureti olan Toplanma Çadırı bu
nedenle ibranice’de mi^kan, diğer bir ifadeyle ‘Tanrı’mn meskeni’
adıyla anılmaktadır kİ, bu kelime ile Şekİna kelimesi aym köktendir.
Diğer bir bakış açısına göre Şekİna, Sefiröt’un sentezidir. Sefirot
ağacında ‘sağdaki sütun’, Rahmet tarafım temsil ederken; ‘soldaki sü-

2. Z a te n bizzat inciPin kendisinde, b urada kastedilen şeyin profan dünyanın


anladığı m an ad a bir bang olm adığı açık ça belirtilm iştir (â’uhanna, 1 4 /2 7 ) .
3. L a K a b b a le Ju iv e , c . i , s.5 0 3 .
4. Aynı eser, c . l , s s .5 0 6 - 5 0 7 .
2 4 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

tun’, Gazap^ yönünü temsil etmektedir. Bu her iki tezahürü Şekina’da


da bulmaktayız. Hemen belirtelim ki, bu ifadeleri bir şekilde daha ön­
ceki açıklam alarla irtibatlandırmak İçİn, Gazap’ın Adalet’le, Rah-
m et’in ise B an ş’la bir alâkası kurulabilir.*’ ‘Şayet İnsan, günah işler ve
Şekina’dan uzaklaşırsa, Gazap’a bağlı güçlerin (Sârim) hakimiyeti al­
tına girer.’^ İşte o zaman Şekina, ‘gazap eli’ olarak isimlendirilir ki bu
bize derhâl çok bilinen bir sembol olan ‘adalet eli’ ifadesini hatırlat­
maktır. Aksine, ‘şayet insan Şekina’ya yaklaşırsa, kendisini azat eder’,
ve Şekina bu durumda Tanrı’mn ‘sağ eli’dir, yani ‘adalet elİ’ bu du­
rumda ‘kutsama eli’ olur.®^ Burada söz konusu olan, ‘Adalet Evi’nin
(Beyt-Din) sırlarıdır ki, bu da yüce manevî merkezîn diğer bir ifadesi­
dir.^ Burada herhalde açıklamaya gerek kalmayacak şekilde anlaşıl­
maktadır ki, biraz önce belirtilen iki taraf, Hristiyanhk’takİ ‘Hesap
günü’ tasvirlerinde, ifade edilen ‘seçilm işler’ İle ‘İânetlenmişler’dİr.
Bunu aym zamanda Pisagorcular’m ‘Y ’ harfi ile tasvir ettikleri ikİ yön
ile; ya da, zahirî olarak İfade edilen Erdem ve Şer arasındaki Herkül
mitosu İle; ya da aynı şekilde, Lâtin’lerde Janus sembolizmi ile biriİk-

5. Bu nu nla m ukayese edilebilir bir sem bolizm de O rta Ç a ğ ’da kullanılan ‘can -
lılarin ve Ölülerin ağ açları’ figüründe g ö rü lm ek ted ir ki, bunun ‘m anevî nesil’
fikri ile ço k açık bir ilişkisi vardır. B u rad a h em en belirtelim ki, sefirocik ağ aç
ay m zam an d a ‘H a y a t A ğacı’ ile de aynı kabul edilm iştir.
6. T aim u d ’ a g ö re T an ri’m n iki m ak am ı v ard ır. B u nlardan biri A dalet, diğeri ise
M e rh a m e t m akam ıdır. Bu iki m ak am , İslâm gelen eğin d e Ar.ş İle Kürsii’ye te­
kabül etm ek ted ir. Islâm geleneği ay rıca, d oğ ru d an doğruya A llah’ın sıfatla­
rını yani İlâhî stfauİan ‘celâl’ ve ‘ce m a l’ sıfatlan şeklinde ayırır ki bu da aynı
d üzlem e ait bİr ayrım dır.
7. L a K a b b a le ju İv c, c . l , s .5 0 7 .
8. Aziz A ugustin’e ve diğer bazı Kilise B ab alan ’ na g ö re, sağ el aynı anda hem
R ah m eti h em de İyiliği temsil etm e k te d ir; oysa sol el İse, özellikle de Tanrı
ile ilgili o larak , A dalet’ tn sem bolüdür. ‘A daletin eli’, hüküm darlığın genellik­
le bilinen bir vasfıdır; ‘takdis eli’ ifadesi ise rahiplik otoritesinin bir işareti­
dir ki, bazen M esih ’in sem bolü o larak da kullanılm ıştır, - ’takdis eli’ tasviri
G o lu a la r’ ın (gauloises) bazı p araların d a rastlan m ak tad ır ki, b unlarda kısa
d allan olan svastİka figürüne rastlam ak da m üm kündür.
9. Bu m erkez ya da onun suretinde m eyd ana getirilm iş olan başka herhangi bi­
risi, aynı an da hem bir m abet (B arış’a tekabül ed en rahiplik yönü) hem de
bir saray ya da m ahkem e olarak (A daler’e rekabüj eden hüküm darlık yönü)
tasvir edilebilir.
‘ŞEKİNA’ V E ‘M E T A T R O N ’ • 2 5

te kullanılan semavî ve yer altı (cehennem) kapıları şeklindeki iki ka­


pı iÎe;**^ veya, Hİndular’da Ganeşa*-* sembolizmi İle irtibatlı olan aşa­
ğı inen ve yukan çıkan çevrimsel iki devre ile mukayese edebiliriz. So­
nuç itibarıyla, bütün bu açıklamalardan sonra, Stoacıiar’dan Kant’a
kadar yapılmış olan her türlü felsefî, ahlaltî ve zahirî yorumlan bir ta­
rafa koyacak olursak; ‘sağ duyulu’ ya da ‘iyi niyet’ {Tax hommibus
bonae voluntatis’, ayrıca bizim biraz önce işaret ettiğimiz sembollere
ilişkin daha başka bilgilere sahip olanlar, N oel bayramının kış gündö-
nümüne rastlamasının boşuna olmadığını fark edeceklerdir) gibi ifa­
delerin gerçekte ne anlama geldikleri daha kolay anlaşılacaktır.
‘Kabbala, Şekina’ya kendisi ile aynı isimleri ve bu nedenle de ay­
nı özellikleri taşıyan bir eş verm ektedir’; tabiatıyla, Şekina’ya göre
birçok farklı özelliği de vardır,*^ Onun adı M etatron’dur. Bu ismin sa­
yısal değeri ‘Herşeye Gücü Yeten’ anlamındaki Şadday*^ ile aynıdır
(bu ismin, İbrahim’in Tanrı’sma aİt olduğu söylenmektedir). M etat-
ron kelimesinin etimolojisi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda
ileri sürüen çeşitli hipotezler arasında en ilginç olanlardan bir tanesi,
bu ismi Kildanice’deki M itra’dan türetmektedir ki bu ‘yağmur’ anla­
mına gelmektedir, ancak kök itibarıyla bîr yönüyle ‘ışık’ (nur) kelim e­
si ile de bir ilişkisi vardır. Şayet durum böyle olsa dahi, Hindu ve Zer-
düştlük’teki M itra’ya benzemesi dolayısı ile Yahudiliğin yabancı dokt­
rinlerden yaptığı bir alıntı sonucuna varmak için yeterli bir gerekçe
sunmamaktadır. Zira, farklı gelenekler arasında var olan İlişkiler bu
kadar zahirî bir şekilde ele almamak gerekir. Bunu, hemen hemen bü­
tün geleneklerde ‘manevî etkiler’in G ök’ten Yer’e inmesinin sembolü
olarak yağmura atfedilen rolün açıklamasında da hatırlatabiliriz. Ko­
numuzla ilgili olarak, meselâ İbranî doktrin, ‘Hayat Ağacı’ndan çıkan
bir ‘ışık (nur) damlası’ndan bahsetmeleredir ki, bununla ölülerin diri-

10 . B u rad a söz konusu o lan , genellikle O rta Ç ağ kiliselerinin cüm le kapısında


tasvir edilen ve aynı anlam ı yansıtan b u rçlar kuşağı çevrim in in iki yansıdır.
11. B u rad a tadad ettiğim iz sem bollerin h er biri uzun uzun ele alınm ayı gerekli
kılm ak tad ır; kim bilir, belki başka bir çalışm am ızd a bunu yaparız.
12. L a K a bh a le jııiue, c . l , s s .4 9 7 - 4 9 8 .
13. Bu iki isim den her birinin, m eydana getirildikleri İbranî harflerinin kıym et­
lerine g ö re , sayısal değeri 3 1 4 ’ tûr.
2 6 • A L E M İN H Ü K ÜM D ARI

lişi gerçekleşecektir; ayrıca, bütün âlemîerie iletişime geçen semavî et­


kiyi temsil eden ‘çİğ akması’ olarak da yer almaktadır ki bu bize sim­
yadaki ve gülhaçlılardaki sembolizmi hatırlatmaktadır.
‘M etatron kavramı, bekçi, efendi, resul, aracı anlamlarının ta­
m amını İçerm ektedir’ ; o, ‘hissedilir âlemdeki tecellilerin (théopha-
nİes) failidir’ ^‘* ve aynı zamanda ‘Alemin Prensi’dir (Sâr ha-ölam).
Bu son ifadelerden de anlaşılacağı üzere, konumuzdan kesinlikle
uzaklaşmış sayılmayız. Daha önce açıkladığım ız gelenekse] sem bo­
lizmi kullanacak olursak, şunu açıkça belirtebiliriz: Nasıl ki inisyatik'
hiyerarşinin başkam ‘Yeryüzü Kutbu’ ise, M etatron da ‘Semavî Ku-
tup’tur. Bunun, diğerinde bir yansıması vardır, ve ‘Âlemin M ihveri’
uyarınca onunla doğrudan ilişki İçerisindedir. ‘Onun adı M ikail’dir
ki o, Tanrt’nın önünde yakılarak kurban edilen ve takdim edilen Baş-
R ah ip’tİr (Grand Prêtre). Yeryüzünde israiloğulları’mn yaptığı her
şey, semavî âlemde meydana gelen olaylara uygun olarak gerçekleş­
m ektedir. Bu dünyadaki Baş Rahip (Grand Pontife), M erham et’in
prensi olan M ikaîİ’i sembolize eder... Kitab-ı M ukaddes’te M ikaİl’in
tezahüründen bahsedildiği her cüm lede, Şekina’nm İzzeti söz konu­
su edilm ektedir.’^^ Burada İsraiioğuİlan ile ilgili söylenen şeylerin
tam am ı, gerçek sünnî (orthodoxe) bir geleneğe sahip olan bütün
halklar içİn de geçerlİdir. H atta öyle ki, ilk geleneğin tem silcileri bu­
na daha çok lâyıktır, zira diğerleri ondan ayrılm ışlardır ve ona göre
daha alt düzeydedirler. Bunun, daha önce bahsettiğim iz, semavî âle­
min sureti olan ‘Kutsal Toprak’ sembolizmi ile de alâkası vardır. D i­
ğer yandan, yukarıda söylediklerim ize ilâveten, M etatro n ’da sadece
M erh ab et özelliği yoktur; o, ayrıca Adalet vasfına da sahiptir. O, sa­
dece ‘Büyük (Baş) Kahin’ (Kohen ha-gadol) değil, aym zamanda ‘Bü­
yük H üküm dar’dır (Sâr ha-gadol) ve ‘semavî m ilislerin başı’dır. Ya­
ni, onda hem hükümdarlık kudreti hem de ruhbanlık veya ‘aracılık’
fonksiyonuna tekabül eden pontiflik ilkesi mevcuttur. D ikkat edile­
cek olursa, M elek yanİ ‘hüküm dar’ kelimesi ile M aleak yani ‘m elek’
veya ‘gönderilm iş’ kelim eleri, bir ve aynı kelim enin iki farklı şekli­
dir. Dahası, M alaki yani ‘benim gönderdiğim ’ (burada kastedilen

14. L a K a bba le ju iv e, c . l , s s .4 9 2 ve 4 9 9 .
15, Aynı eser, c . l , s s .5 0 0 - 5 0 1 .
‘ŞEKİNA’ V E ‘M E T A T R O N ’ • 2 7

Tann’nın gönderdiği, veya ‘kendisinde Tanrı’mn olduğu m elek’ ya­


ni M aleak ha-ElobinPd\r) kelimesi, M ikael (M ikail) kelimesinin
anagranudırd^
Burada sunu da eklemek uygun olacaktır ki şayet M ikail, biraz
Önce gördüğümüz üzre M etatron ile aynı ise, bu durumda o tek bir
vasfı temsil etmektedir. Aydınlık olan vasfın yanında, karanlık bir ta­
raf da vardır ki, bu da Samael ile temsil edilmektedir ve onun için Sâr
ha-olam da denmektedir. Şimdi, en başta yaptığımız tespitlere tekrar
dönmüş oluyoruz. Gerçekten de, bu son zikrettiğimiz vasıf, yalnızca
bu özellik, aşağı seviyedeki anlamda ‘bu dünyanın dehasıdır’, yani İn-
cil’de bahsedilen Prİnceps bujus mımdVdiv. M etatron’un bir gölgesi
olarak onunla alâkalan, çift anlama sahip olarak aynı ismi kullanma­
yı meşrulaştırmaktadır. Bu, aynı zamanda neden apokaliptik bir sayı
olan 6 6 6 ’mn, ‘Hayvan’ın sayısı’nın, bir şemsî sayı olduğunu da açık­
lamaktadır.*"^ Son olarak, H ippolyte’in dediği gibi*** ‘Mesih ve Dec-
cal’ın, her ikisinin de amblemi aslandır’ ki, bu da bir şemsî sembol­
dür. Aynı tespit, yıİan*^ ve daha başka birçok sembol için de kuIİanı-
labilir. Kabbalistik bakış açısına göre, burada söz konusu oîan M etat­
ron’un biribirine zıt çift yüzüdür. Sem bollerin çift yönü şeklinde ge­
nel olarak form üle edilebilecek teoriler üzerinde fazla duramayacağız.
Sadece şunu belirtelim ki, nuranî vasıf ile zulmanî vasıfların birbirine
karıştırılması açıkça ‘satanizm’dir. İşte, gerçekte bilmeden ve belki de
sadece cehaletle bu karıştırmayı yapanlar {ki sadece bir Özürdür, yok-

16. Bu son u y an , alda ister istem ez şu sözleri çağ rışu rıy o r; ‘Benedictııs qui ve­
nir in n om in e D om in i’ ; bu sözler M esih ’e u yarlanm ıştır, oysa H erm as’tn
Ç o b a n ’ 1 (Pasteur) bunu özellikle M ikaeP e İlginç bir şeidicle u yarlam aktadır.
A ncak bu son d urum , M esih ile Şckİııa arasındaki ilişkiyi kavrayanları pek
şaşırtm am alıd ır. M esih aynı zam anda ‘B arış’m P rensi’ olarak da ad lan dınf-
m ışn r ki, o aym zam anda ‘yaşayanların ve ölü lerin Y arg ıcıd ır’ da.
17. Bu sayı, aynı zam an d a G üneş’ in şeytanı o lan S orath ismi ile de teşkil edil­
m iştir ki, bu yönüyle M ikail’in karşıtıdır d a. İlcriki satırlarda bunun farklı
bir anlam ını daha g öreceğiz.
18. M . V ulliaud, L a K a bba le ju iv e, c . l , s .3 7 3 ’cie nakledilm iştir.
19. Bu karşıt d urum aynı zam anda başındaki İki yılanlı asa (cadu cee) ile de tas­
vir edilm iştir. H ristiyan ikonografisinde, biri M esih ’i dİğerİ ise Şeyran’ı
temsil eden çift başlı yılan olan anfİsben’de (am phİsbene) birleştirilm iştir.
1 8 . Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

sa bu yapılanı meşrulaştırmaz), ‘Âlemin Hükümdarı’ İsminde aşağı


âleme ait (infernale) bir anlam bulduklarını sanmaktadırlar,*^

20. A y n ca hem en belirtelim ki ‘D ünya K üresi’, im p arato rlu k gücü veya evren ­
sel H üküm darlığı temsil etm ek ted ir ve genellikle M esih ’in eline yerleştiril­
miştir. Bu da g ö sterm ek ted ir ki o , hem m anevi o ro riten in hem de maddİ ik­
tidarın bir am blem idir.
ü ç YÜCE İŞLEV

ainC“Yves’in dediğine göre, Agarttha’nm yüce başkanı Brahâtma


5 ünvanım taşımaktadır {burada Brahmâtmâ yazmak daha doğru
olurdu). Yani, ‘ruhların Tann’nın Ruhu’ndald desteği’. Onun iki yar­
dımcısı, M ahâtm a yani ‘Evrensel Ruh’u temsil eden’ ile Mahânga ya­
ni ‘Kozm os’un maddî düzeninin tamamının sembolü’dür.^ ‘Ruh, nefs
ve beden’ şeklinde Batılı doktrinlerin temsil ettiği ve burada birbirini
tamamlayıcı bir analoji İle makrokozmos ve mikrokozmos olarak uy­
gulanan şey, hiyerarşik ayrımdır. Burada, Sanskritçe olan bu kavram­
ların ilkeleri temsil ettikleri ve her ne kadar onları temsil etseler dahi
kesinlikle insanlar için kullanılamayacağı özellikle belirtilmelidir. Bu
durumda dahi, bu isimler bellİ bir fonksiyona işaret ederler yoksa şa­
hıslara değil. Bay Ossendovvski’ye göre, M ahâtm a ‘gelecekte vuku bu­
lacak olayları bilm ektedir’, Mahânga ise ‘bu olayların sebeplerini yö­
netm ektedir’. Brahâtma ise, ‘Tanrı ile yüz yüze konuşabilir’.- Öyle ki,
onun (yani Brahâtma’mn) yeryüzü âlemi ile kendileri aracılığıyla yü-

1. Bay Ossendovvski B rah y im a, M ah y tm a ve M ah y n g a şeklinde yazm aktadır.


2. Yu karıda, M e ta tro n 'u n ‘Vechin (Yüzün) M eleğ i’ olduğunu görm üştük.
3 0 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

ce İlke’yc'^ ulaşılabilen yüksek varlık mertebeleri arasında iletişimin


gerçekleştiği yerin tam merkezinde yer aldığı hatırlanacak olursa bu­
nun ne demek olduğu daha kolay anlaşılacaktır. Zaten, şayet ‘Alemin
H üküm darı’ ifadesi dar bİr çerçevede ve sadece bu dünya ile sınırlı
olarak anlaşılacak olursa, bu doğru bir anlama olmaz. Bazı nedenler
göz önünde bulundurularak, Brahâtm a için ‘Üç Dünyanın Efendisi’
demek daha doğru olur.‘^ Zira, her gerçek hiyerarşide, en üst derece­
ye sahip olan aynı zamanda ve bu nedenle aşağı derecede olanların ta­
mamına da sahiptir. Bu ‘üç dünya’ (Hindu geleneğinde bu Tribhuva-
na’yı teşkil etm ektedir), ileride de açıklayacağımız üzere, biraz önce
zikrettiğimiz üç fonksiyona tekabül eden alanlardın
Bay Ossendowskî’nm dediğine göre, ‘Tapınak’tan çıktığında Ale­
min H üküm dan iİahî Nûr (Aydınlık) ile parlar’. İbranî Kutsal Kitabı
da Sina Dağı’ndan inerken Musa ile ilgili aym şeyi söylemektedir.-^
Bu benzerlik ile ilgili şuna da işaret etmeliyiz ki, İslâm geleneği M u ­
sa’yı kendi zamanının ‘Kutbu’ olarak görm ektedir., Zaten, Kabba-
la’mn da M usa’ nın bizzat M etatron tarafından bilgilendirildiğini be­
lirtmesi yine aym nedenle değil midir.^ Burada, bizim dünyamızın
esas manevî merkezi ile derece itibarıyla onun altında yer alan diğer
alt manevî m erkezler arasında bir ayrımın yapılması uygun olacaktır.
Öyle ki, bu talİ merkezler sadece belli gelenekler çerçevesinde ve
özellikle de belli halklara intibak (adapte) edilerek onu temsil eder­
ler. Bu nokta üzerinde fazla durmadan şunu belirtmeliyiz ki, M u ­
sa’daki ‘kanun yapıcılık’ (Arapça’da bu 7'es///’dür) fonksiyonu, M anu

3. U zak-D oğıı geleneğine göre ‘D eğişm eyen O rta ’, ‘Sem anın Faaliyeci’nİn te ­
celli ettiği n oktadır.
4. B öyle bir ifadeye şaşıracak o lan lar için, acab a an ah tarlar ile birlikte papalı­
ğın belli başlı işaretlerinden olan üç taçlı b ir başlık olan triregnum üzerine
b iç düşünüp düşünm ediklerini so rm ak isteriz.
5. A y n ca , aydınlığına halk d aya nam ad ığı için M u sa’ nın yüzünü bir örtü ile ka-
, p atm ak z o ru n d a kaldığı da n akledilm ekted ir (Çıkış, 2 4 / 2 9 - 3 5 ) . Sem bolik
açıd an bu d u ru m , kesret alemi için zahiri bir u yarlam anın gerekliliğine işa­
re t e tm ek ted ir. Burad a, ‘v alıyetm ek ’ (rev eler) kelim esinin çift anlam lı oluşu­
nu da b atırlarnuş olalım . Ö yle ki, hem ‘ö rtüyü k ald ırm a’ anlam ına g elm ek ­
tedir, hem de ‘Örtü ile gizlem ek’ an lam ın a gelm ektedir. Sözün, İfade ettiği
b ir düşünceyi hem tecelli ettirm esi hem de gizlem esi işte bu yüzdendir.
ü ç Y Ü C E İŞLEV • 3 1

İsminin ifade ettiği güce ait bir vekâletin varlığım gerekli kılmakta­
dır. Diğer yandan, M ann isminin içerdiği anlamlardan bir tanesi de,
İlahî İşığı (Nuru) yansıtmadır.
Bir lama, Bay Ossendowski’ye hitaben diyor ki: ‘Âlemin Hüküm­
darı’, insanlığın geleceğini yönetenlerin tamamımn zihinleri ile irtibat
halindedir... O, onların niyetlerini ve fikirlerini bilir. Şayet bu fikirler
Tann’mn hoşuna giderse, bu durumda Âlemin Hükümdarı kendi gö­
rünmeyen yardımıyla onların gerçekleşmesi için yardım eder; şayet
Tann’ya bos görünmezse, o zaman Hükümdar bunların gerçekleşme­
mesi yönünde etkide bulunur. Bu güç Agharci’ye gizemli Om bilgisi
sayesinde verilmiştir. Bu öyle bİr kelimedir ki, bütün ibadetlerimize
bununla başlarız.’ Peşinden ise, az çok Om hecesine daİr afald birta­
kım bilgilere sahip kişilerce şaşkınlık yaratacak şu cümleler yer almak­
tadır: ‘O m , eski bir azizin, Gorolarm ilkinin adıdır (Bay Ossendows-
ki, guru kelimesi karşılığında goro yazmaktadır) ve o, üçyüzbin yıl
Önce yaşamıştır.’ Tabiî ki bu cümle, şayet şu tespiti hatırlamayacak
olursak kesinlikle düşünülemeyecek bİr durumdur: Bize göre, çok
beiİi belirsiz bir şekilde dile getirilmiş olan bu çağ, mevcut M anu’dan
çok daha eskilere dayanmaktadır. Diğer yandan, bizim ait olduğumuz
Kalpa’nın (yani yedinci Vaivasvata) ilk Manusu olan Adi-M anu, aynı
zamanda Svâyambhuva yani ‘Svayambhû’dan çıkan’ adım da taşımak­
tadır ki bu, ‘kendi zatıyla kaim ’ ya da ezelî Logos anlamına gelm ekte­
dir. Oysa Logos’un kendisi ya da onun temsilcisi, Gurulann ya da
‘manevî üstatların’ İlki olarak isimlendirilebilir. G erçekten de Om,
Logos’un bir adıdır.^

6. Bu isim , ço k şaşırtıcı bir şekilde, eski H ristiyan sem bolizm inde de y er alm ak ­
tad ır ki, b urada M esih ’i tem sil için kullanılan işaretler arasın da bir tanesinin
d ah a son raları Ave M a ria ’nm b ir kısaltm ası o larak kullanıldığını fark ed iy o ­
ru z; ve bu, ö n celeri, K elâm ’m (Verbe) h er şeyin başı ve sonu olduğu an la­
m ındaki Yunan alfabesinin iki u ç harfleri olan alfa ve o m e g a ’yı birleşti rene
eşit bir şey idi. G e rçe k te, bundan d aha da m ü k em m eld ir zira, h em baş, hem
o rta , hem de son anlam ına gelm ekted ir. Şu işaret ( X X X ) , hakikaten AVM
şeklinde ayrıştırılabilir. Yani, tek heceli O m kelim esini teşkil eden üç unsura
tekabül eden Lâtİn h arflerine ayrıştırılabilir (S an sk ritçe’de sesli bir harf olan
‘o ’ h arfi, ‘a ’ ile ‘u ’ harflerinin birleşim inden o lu şm ak tad ır). H erb iri M esih ’in
işaretleri o larak eie alındığında, buradaki A um işareti ile svastik a’m n b enzer-
3 2 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

Diğer yandan Om kelim esi, daha önce bahsetmiş olduğumuz


Brahâtm a ile onun iki yardım cısının fonksiyonlarının hiyerarşik da­
ğılım ına ilişkin doğrudan doğruya bir anahtar sunmaktadır. G erçek­
ten de, Hindu geleneğine göre bu kutsal hecenin üç unsuru, biraz
önce Tribhuvana’nın üç kavram ına İlişkin atıfta bulunduğumuz ‘üç
âlem ’i sem bolize etm ektedir: Yeryüzü (Bhû), Atm osfer (Bhuvas) ve
Sem â / Gökyüzü (Svar). Yani diğer bir ifadeyle, cismanî tezahür âle­
m i, psişik ya da latif tezahür âlemi ve tezahür etmeyen esas {princi-
piel) âlem.^ Aşağıdan yukarıya doğru sıralayarak ifade edecek olur­
sak; burada sÖz konusu olan, M ahânga, M ahâtm â ve Brahatmâ alan­
larıdır. Bunu, yukarıda bu ünvanlara ilişkin yaptığımız yorumlardan
da kolayca anlayabiliriz. Bunlar, alanlar arasında var olan alt-üst iliş­
kisine işaret etm ektedir ki bu da, B rahâtm â’nın daha önce zikrettiği­
miz ‘üç âlemin efendisi’ İsmini almasını da doğrulamaktadır:^ ‘Bu,
herşeyİn efendisi’dir, mutlak bilgi sahibidir (olayların tamamının se­
beplerini anında fark etm ektedir), içten yönetendir (dünyanın m er­
kezindedir ve onu içinden yönetir, dünyanın hareketini yönlendirir.

lİği, bulunduğum uz n ok ta İtibarıyla bize o ld u k ça anlam lı gelm ektedir. D iğer


y an d an , b urada aynı zam anda söz konusu aynı işareu, birbirinin zıddı şeklin­
de yerleştirilm iş ü çgene de b en zem ek ted ir ki bu, bir yönü yle, ‘Süleym an’ ın
m ü h rü ’ne tekabül etm ektedir. Z ira , şayet S üleym an ’ın m ührünü şu şekilde
( X X X ) rasvir ed er ve ortadak i yatay çizgi sim genin genel anlam ım belirler-
cesine yansım a h attını ya da ‘suyun yüzeyi’ni tem sil ed erse; bu d urum da, h er
iki işaretin de aynı sayıda cizgİ taşıd ık lan m ve sad ece yerleştirilm e yönüyle
-b irisin d e yatay olan diğerinde dikey o lm ak ta- bunların birbirinden ayrıldık­
larını g ö rü rü z.
7. Bu ‘üç âlem ’ kavram ının daha geniş açıklam ası için , daha ö n ce kalem e aldı­
ğım ız V E so te rism e d e D a n te İle L H o m m e et so n d e v e n ir seio n le Vedanta ad­
lı eserlere g ö n d erm ed e bulunm am ız icap ed ecek . Birinci eserde, özellikle
g erçek ten varlık m ertebeleri olan bu âlem lerin birbirileriyle olan ilişkileri ve
bunların inisyasyon d ereceleri üzerinde durdu k. İkinci k itapta ise, M a n d n k -
ya Upani^üd m etninin tam am en m etafizik açıd an tam bir açıklam asını yap ­
tık ki, b u rad a söz konusu edilen sem bolizm bütünüyle bu eserde açtkİan-
m a k ta d ır; öyle ki, bizim düşüncelerim izde olan şeylerin pratikte ço k farklı
u ygulam aları olm aktadır.
S, Evrensel ilkeler düzeninde, B ra h a tm a ’m n işlevi İşvara’ya, M a h a tm a ’nınki
H ira n y a g a rb a ’ya ve M ah an g a’nınld de V iraj’a n isp et edilm ektedir. Bunların
söz konusu vasıflan, bu ilişkiden k olayca çıkarsanab ilir.
üç Ö İ İC E İŞ L E V • 3 3

ancak kendisi bu harekete katılmaz), kaynaktır (her türlü haklı gü­


cün kaynağıdır), bütün varlıkların kökeni ve sonudur (Kanun’u cem-
silen bürün çevrimsel tezahürler anlam ın’da)’.^ Diğer bir sembolizm ­
den istifade ederek şunu da belirtebiliriz ki, M ahânga inisyatik üç­
genin tabanım temsil eder, Brahâtm â ise tepesini temsil eder; ikisi
arasında M ahâtm â, bir bakım a aracı ilkeyi (kozmik canlılık, yani
herm etiklerin Anima Mundi dediği şey) temsil etm ektedir ki, onun
faaliyeti ‘ara âlem de’ gerçekleşm ektedir. Bütün bunlar, Saint-Yves’in
vattan dediği ve bay Ossendowski’nin vatannan dediği kutsal alfa­
beye tekabül eden işaretler tarafından açıkça tasvir edilmektedir. Ya
da, aynı anlam a gelen geom etrik şekillerle tasvir edilm ektedirler
(düz çizgi, spiral ve nokra). Öyle ki, üç m attalar da denilen O m tek
hecesini meydana getiren unsurlar da esas itibarıyla bunlara tekabül
etmektedir.
Kendimizi daha açık bir şekilde ifade edelim: Brahâtmâ, her iki
güçün yani ruhbanlık ve hükümdarlık güçlerinin tamamına bölünme­
miş vaziyetteki ilk haliyle sahiptir. Bu iki kuvvet, tezahür edebilmek
için ikiye ayrılırlar; M ahâtm â, ruhbanlık gücünü temsil ederken, M a­
hânga hükümdarlık gücünü temsil eder. Bu ayrım, Brahm anlar ve
Kşatriyalar ayrımına tekabül etmektedir. Zaten, ‘kastların üstünde ol­
maları’ nedeniyle Mahâtmâ ve M ahânga ile Brahâtmâ’nın bizzat ken­
dilerinde hem ruhbanlık hem de hükümdarlık vasıfları vardır. Burada
ayrıca, bugüne kadar yeterli bir şekilde açıklanmamış olan ve olduk­
ça önemli olan bir konuyu da belirtmeliyiz: Daha önceki satırlarda,
kendilerinde her İki gücü de birleştiren Incil’deki Hükümdar-Mecus-
lara atıfta bulunulmuştu; şimdi, bu gizemli şahısların gerçekte sadece
ve sadece Agarttha’mn üç başkamnı temsil ettiklerini söylüyoruz.***
M ahânga olan, M esih’e altın ikram eder ve onu bir ‘Hüküm dar’ ola­
rak selâm lar; M ahâtm â olan, M esih’e günnük takdim eder ve onu bir
‘Rahip’ olarak selâmlar; son olarak Brahâtmâ olan ise, M esih’e mür

9. M andttkya V panişad, şru ti;6 .


10. Saint-Yves açıkça sÖz konusu üç ‘H üküm dar-M ecus’un A garttha’dan gddikie-
rini belirtiyor ancak, bu konuda fazla açıklam ada bulunmuyor- Kendilerine at­
fedilen isimler herhalde ço k uydurm a, sadece içlerinden M elk i-O r ismi, ki İb-
ran ice’de ‘Aydınlığın H üküm darı’ anlam ına gelm ektedir, oldukça anlam lıdır.
3 4 . Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

takdim eder (bozulmayı önleyen bitki ve Amrirâ’nm süreri)*^ ve onu


bir ‘Peygamber’ ya da mükemmel bir M anevî Üstat olarak selâmlar.
İlk geleneğin sahih temsilcileri tarafından, doğan M esih’e karşı her bi­
rinin kendi alanına tekabül eden âlemde gerçekleştirdikleri bu tebrik,
aym zamanda o geleneğe nispetle Hristiyanİiğın mükemmel bir doğ­
ru yol (orthodoxie) olduğunun da bir işaretidir.
Tabiatıyla, Bay Ossendowski’den bu seviyede bir tespitte bulun­
ması beklenemezdi. Ancak, şayet bazı şeyleri daha derinlemesine kav­
ramış olsaydı, Agarttha’mn yüce üçlüsü ile yine kendisinin bahsettiği
Lamaizm’deki üçlü arasında kesin bİr analojinin olduğunu en azından
fark edebilirdi; ‘Buda’mn kutsiyetini (ya da saf maneviyatını) tahak­
kuk ettiren’ Dalay Lama; ‘Buda’mn bilgisini tahakkuk ettiren’ olarak
Tashi-Lama (ki bu bilgi, sanıldığı gibi ‘sihir’ değil ‘meleklerin sağladı­
ğı’ (théurgique) bir bilgi); ve ‘Buda’nm maddî ve savaş gücünü temsil
eden’ Bogdo-H an’dır. Bu da aynen ‘üç âlem ’ tasnifine benzemektedir.
Bu benzetmeyi o kadar kolayca yapabileceğini kendisine yapılan şu
benzetmeden de anlayabiliriz: ‘Aghartİ’nin başkenti, mabetler ve ma­
nastırlar ile kaplı bir dağın tepesinde yer alan Dalay Lama’nın sarayı
Potala’nm olduğu Lhassa’yı andırmaktadır,’ Olayları bu şekilde aktar­
mak zaten yanlıştır, zira var olan ilişkileri altüst etmektedir. Zira, ger­
çekte ifade edebildiğimiz suretten yola çıkarak prototipten bahsede­
biliriz, yoksa aksi bir yöntemle değil. Öyle ki, Lamaizm’in merkezi
ancak gerçek ‘Âlemin M erkezi’nin bir suretinden başka bir şey ola­
maz. Ancak, bu tarzdaki bütün merkezler, bulundukları mevkiye nis­
petle birtakım ortak topografik özellikler taşırlar. Zira bu farklılıklar,
yadsınamayacak bir sembolik anlama sahiptirler ve dahası, bunların
her biri ‘manevî eckiieşimler’in kendilerine nispetle etkin oldukları
kanunlarla da irtibat hâlinde olmalıdırlar. Burada tamamıyla ‘kutsal
coğrafya’ adını verebileceğimiz geleneksel bilİm ile alâkalı konular
söz konusudur.

11. Ö lüm süzlük içeceği ya da gıdası olaraİc H in d u lar’daki Am rita ya da Yunan-


lılar’dald A m bruaz (her İki kelime de etim olojik o larak aynıdır), aym şekil­
de V edalar’da Som a ve M azd ek ler’de H a o m a o larak temsil edilm ekte idi.
Z am k a ğ a çla n veya bozulm ayan reçin elerin , sem bolizm de önem li rolleri
vard ır. Özellikle bunlar, bazen M esih ’in am b lem leri olarak kullanılm ışlardır.
ö ç Y Ü C E İŞLEV • 3 5

Ayrıca, bir o kadar ilginç olan başka bir benzerlik daha vardır: Sa­
int-Yves, birtakım sembolik sayılarla ilişkili olan inisyatik hiyerarşinin
çeşitli derecelerini veya halkalarını tasvir ederken, zamanın taksimine
de nispet ederek, sözlerini su şekilde tamamlar: ‘Gizemli merkeze en
yakın olan ve en yüksekte yer alan halka, yüce inisyasyonu temsil
eden ve zodyak (burçlar kuşağı) alanına tekabül eden oniki unsurdan
müteşekkildir,’ Bu oluşum, oniki büyük N am shamiar’dan (ya da N e-
nıohanlar) müreşekkiİ Dalay Lama’nın ‘çevrimsel konseyi’ olarak ad­
landırılanda da aynı şekilde mevcuttur. Bunu aynı şekilde, birtakım
Batılı geleneklerde dahi bulmaktayız ki ‘Yuvarlak M asanın Şövalyele­
ri’ ile ilgili olan buna bir örnektir. Biz buna ayrıca şunu da eklem eli­
yiz ki, Agarttha’nın iç halkasının oniki üyesi, kozmik düzen göz önün­
de bulundurulduğunda, sadece Zodyak’m oniki simgesini temsil er­
memektedirler. Bunlar aynı zamanda (burada ‘daha çok’ ifadesini de
kullanmak isteriz, mamafih her iki yorum da birbirini dışta bırakm a­
maktadır), Güneş’in çeşitli suretleri olan oniki Adityalar’ı da temsil
etmektedirler ki, bunların da aynı zodyak işaretleri ile alâkası var­
dır.*- M eselâ, nasıl ki Manu Vaivasvata ‘Güneş’in oğlu’ diye isimlen-
diriliyorsa, aynı şekilde ‘Dünyanın H üküm dan’nm ’ amblemleri ara­
sında Güneş de yer almaktadır.*^

12. R ivayete g ö re , A dityalar (Adi ti’den yani ‘G ö rü n m ey en ’den türetilm iştir)


oniki olm ad an önce yedi ad ettiler ve o zam anları başkanları Varuna idi.
O niki A dityalar şu nlard ır: D h atri, M itra , A ryaınan , R tıdra, Varuna, S u rya,
B h ag a, V ivasvat, Puşan, Savirri, T v a ştri, V işnu. Bunlar, g örü n m eyen ve b ir
tek öze sahip olanın çeşitli tecellilerid ir. A y n ca, bu oniki G ün eş’in çev rim
bittiğinde aynı anda tezahü r ed ecekleri de n akledilm ekted ir ki, bu d u ru m ­
da aslı ve ilk ortak tabiatların a geri d ön m ü ş o lacaklard ır. Yunanİılar’d a,
O lim p u s’un oniki büyük tanrısı aynı zam n d a B u rçlar K uşağı’nın oniki se m ­
b olü ile irtib at halindedir.
13. Bizim burada atıfta bulunduğum uz sem b o l, M esih ’e Sol Ju sıitiae ünvanım
veren katolik ayinindeki ile aynıdır. Kelâm (V erhe), g erçek ten de ‘m an ev î
G ü n eş’tir, yani hakikaten ‘Alem in M erk ezi’dir. A y n ca, Sol Ju stitiae ifadesi
d oğ ru d an d oğruya M elki-Sedek’ in vasıflarına atıfta bulunm aktadır. B u rad a
a y rıca , güneş hayvanı olan aslanın, Antik ve O rta Ç a ğ ’da aynı an da h em
a d a le t hem de kudret am blem i old u ğu n a dikkat çek m ek gerek m ek ted ir.
B u rçlar K uşağı’nda aslan, b izzat G ü n eş’in evidir, -G ü n e ş ’in oniki ışını, o n i­
ki A d ity alar’î temsil ettiği kabul edilebilir. Başka bir bakış açısına g ö re , §a-
3Ö . Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

Buradan çıkarılan sonuçlardan ilki, hemen hemen bütün ülkeler­


deki gizli ya da ulaşılması güç olan manevî merkezler ile ilgili yapılan
tasvirler arasında birbirine çok yakın ilişkilerin gerçekten mevcut ol­
duğudur. Verilebilecek en makul açıklama, şayet bu tasvirler farklı
merkezler ile alâkalı iseler -ki bunun çeşitli durumlarda olduğu vaki-
dir-, bunlar tek ve yüce bir merkezden kaynaklanmaktadır. Zaten, bü­
tün farklı gelenekler sonuç itibarıyla ilk büyük geleneğin birer uyarla­
masından (adaptation) başka bir şey değildir.

y et G üneş M esih ’i tem sil ed iyorsa, on iki fşın da on iki H a v a ri’ye tekabül et­
m ek tedir (aposroİos kelimesi ‘gön d erilm iş’ an iam ın a gelm ekted ir ve ışınlar
da G üneş tarafından ‘gönderilm elcte’d ir). Z a te n , H a v a rile r’ İn oniki sayısın­
d a, b irçok nok tanın dışında, özellikle H ristiyanlığm iik gelenekle olan tam
bir uyum u görülebilir.
5

GRAAL SEMBOLİZMİ

1 ^ iraz önce, “Yuvarlak Masa Şövalyeleri”ne atıfta bulunmuştuk.


Burada, “G raal’ın aranması’nın ne anlama geldiğinin üzerinde
durmak pek de yararsız sayılmayacaktır. Bu arama, Kelt kökenli efsa­
nelerde remel unsur olarak takdim edilmektedir. Bütün geleneklerde,
bir şekilde, belli bİr dönemden sonra ortadan kaybolmuş ya da gizlen­
miş olan bir şeyden bahsedilmektedir; meselâ Hindular’da Soma,
Persler’de ise H aom a’dvr kİ, bu ‘ölümsüzlük iksiridir’ ve Graal ile çok
yakın ilişkisi vardır. Zİra bu da, rivayet edildiğine göre, M esih’in ka­
nını içeren kutsal bir vazodur ve aynı şekilde o da ‘ölümsüzlük iksi-
ri’dir. Başka yerlerde bu sembolizm daha farklıdır: Aleselâ Yahudi-
ler’de kaybolan şey, yüce ilâhf ismin telaffuzudur.* Ancak temel dü-

Bu rneyanda, M asonluğun İkaybolan S ö z’ünü de hatırlatm ak isteriz ki, aynı


şekilde bu da g erçek inisyasyonun sırlarını sem bolize etm ek ted ir. D em ek ki,
‘kaybolan S öz’ün aran m ası’ tem ası aslında ‘G ra a l’m aran m ası’nın haska bir
form u du r. Bu da, tarihçi Henrs M a rttn ’in ‘Aziz G raal’m M assen ie’si ile M a ­
sonluk arasın d a kurduğu bağlantıyı d oğ ru lam ak tad ır (bkz. U E so terism e d e
dcınte, 1 9 5 7 , s s .3 5 - 3 6 ) ; burada yapm ış o ld u ğu m u z açıklam alar, G raal sem -
3 8 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

şünce her zaman aynıdır, ve bunun tam olarak neye tekabül ettiğini
ileride açıklayacağız.
Rivayet edildiğine göre Kursal-Graal, son akşam yemeğinde kulla­
nılan ve daha sonra Romalı yüzbaşı Longin’in artığı mızrakla M esih’in
göğsünde açılan yaradan akan kanı Arimathielİ Joseph’in içine topla­
dığı kasedir.“ Bu kase, efsaneye göre, bizzat Arİmathieli Joseph ile Ni-
codeme tarafından^ Büyük Britanya’ya nakledilmiştir. Burada, Kelt ge­
leneği ile Hristiyan geleneği arasında kurulan İlişkiye işaret edildiğine
dikkat etmek lâzım. Gerçekten de kase, antİk geleneklerin birçoğunda
önemli bir rol oynamaktadır ki, herhalde Keltler’de de durum aynı idi.
Harta burada hemen belirtilmelidir ki, bazen bu bir mızrağa da nispet
edilmektedir. Bu her iki sembol de bu durumda birbirini tamamlayıcı
bir özelliğe sahiptir denebilir. Ancak burada buna değinmek, bizİm
üzerinde durduğumuz konumuzdan uzaklaşmamıza neden olur.^*
G raal’in gerçek anlamını en açık hiçimde gösteren şey belkİ de,
onun kökeni İle ilgili rivayet edilen şeylerdir: Rivayete göre bu kase,
Şeytan’m (Lucifer) kovulması esnasında alnından düşen bir zümrüt-
' ten m elekler tarafından yontulmuştur.^ Bu zümrüt bize çok açık bir
şekilde, Hindu sembolizmindeki (ki Budizm’e de buradan geçmiştir)
»n m ’yı hatırlatmaktadir ki, genellikle Şİva’nın üçüncü gözü olarak

boUzm i ile diğer bütün inisyatik k u rıım lan n ‘o rta k m erkezi’ arasın da v a r
olan yakın İlişki hakkında belirttiklerim izi anlam ayı sağlayacaktır.
2. Bu L on gİn ismi, Y u nan ca’sı logke (lonke diye telaffuz edilir) olan bizzat lan-
c e (m ızrak) kelim esine çok yakın bir kelim edir, zaten L âtin ce’deki lancea da
aynı kÖke sahiptir.
3. B u rad aki iki şahıstan birisi H ü k ü m d arlık diğeri rahiplik gücünü temsil et­
m ek tedir. ‘Yuvarlak M usa’nın tesisinde A rth u r ile M erlin arasın da da aynı
d urum söz konusudur,
4. B u rad a sad e ce , mızrak sem bolizm inin genellikle ‘Alem in M ih v eri’ ile irtib at
hâlinde olduğunu belirtm ek İsteriz. Buna g ö re, m ızraktan d am layan kan İle
‘H a y a t A ğ a cı’ndan çıkan dam lanın aynı anlam ı vardır. Z a te n bütün gelen ck -
İerin, hayatın ilkesinin kana dayandığını açık lam ad a görüş birliği içerisinde
old u klarını bilm ekteyiz.
5. K im ileri, İblis’in (Lucifer) tacın d an düşen bir zü m rü t olduğunu belirtirler.
A n cak b u rad a, İblis’ in d üşm eden (kovulm ad an ) ö n ce ‘Taç M eleği’ oluşu ile
bir k arıştırm a söz konusudur (yan i, ilk Sefira olan K e te r’in); İb ran ice’de ha-
k a triel d en m ek ted ir ki, bu ismin sayısal değeri 6 6 6 ’dtr.
GRAAL SE M B O LİZ M İ • 3 9

yer almaktadir ve ‘ezelilik hissi’ diyebileceğimiz seyi temsil etm ekte­


dir. Bu konuyu başka bir yerde detaylı olarak açıklamıştık.'* Daha son­
ra, G raal’in yeryüzü cennetinde Adem’e teslim edildiği-, ancak kovul­
ması esnasında onun da onu kaybettiği, zira Eden’den kovulduğunda
onu beraberinde götüremediği nakledilir ki bu, biraz önce belirttiği­
miz anlam ile çok daha açıklığa kavuşmaktadır. Gerçekten de, merke­
zinden uzaklaştırılmış olan insan, artık zamanın hüküm sürdüğü bîr
alana hapsedilmiştir, Artık bir daha, her şeyin ezelî görünümüyle te­
maşa edildiği yegane noktaya tekrar ulaşamayacaktı. Diğer bir İfadey­
le, ‘ezeliyet hissine’ sahip olmak, yukarıda da belirttiğimiz üzere, bü­
tün geleneklerin ortaklaşa isimlendirdikleri ‘ilk durum’la (état pri­
mordial) ilintilidir. Bunun yeniden tesisi ise, gerçek inisyasyonun ilk
safhasını reşkil eder ki bu, ‘insan üstü’ (supra-humains)'^ mertebelerin
gerçek fethinin öncelikli şartıdır. Yeryüzü Cenneti, zaten açıkça ‘Ale­
min M erkezi’nİ temsil etmektedir. Bundan sonraki sayfalarda cenne­
tin gerçek anlamı ile ilgili söyleyeceklerimiz, bunu daha da iyi anla­
mamızı sağlayacaktır.
Şu açıklamalar daha da gizemli ifadeler içerm ekte: Şit (Seth), yer­
yüzü cennetine girmeyi elde ediyor ve böylece yeniden o kıymetli va­
zoyu buluyor. Oysa Şit ismi, temel ve istikrar fikirlerini ifade etmek­
tedir. Yani, burada bir şekilde, insanın düşüşüyle yok edilmiş olan ilk
düzenin (ordre primordial) tekrar kurulduğuna işaret edilmektedir,^
Böylece, Şit ve ondan sonra G raal’a sahip olanların, ona sahip olmak­
la birlikte kaybolmuş olan cennetin yerine geçecek ve bir bakıma
onun bir sureti olacak bir manevî merkez kurabilmişlerdir. Bu durum­
da, Graal’a sahip olmak, ilk geleneğin bütünüyle bir manevî merkez-

6. L’H o m m e et son denenir selon le Vedanta, s. 1 5 0 .


7. Bu ‘ilk d u ru m ’ ya da ‘cen n e t h ali’ne d air b kz.: UEsoteristne de Dante, 1 9 5 7 ,
s s .4 6 - 4 8 ve 6 8 - 7 0 ; UHotntne et son denenir selon le Vedatıta, s. 1 8 2 .
8. R ivayete g ö re , Set cam kırk yıl yeryüzü cen n etin d e kalm ış. Bu 4 0 .sayısının
aynı zam an d a ‘b arışm a’ veya ‘ilkeye d ön ü ş’ anlam ı da vardır. Bu sayı ile ö l­
çülen zam an dilim lerine genellikle Y ah ud i-H ristiyan geleneğinde rast (an­
m a k ta d ır: M eselâ, kırk gün süren tufanı, İsrailo ğ u llan ’nın kırk yıllık çÖl h a­
y atı, M u sa ’nın [a.s.] Sina D ağı’nda geçirdiği kırk gün, M esih ’in tuttuğu kırk
günlük oru cu (K arem kelim esi tabiî olarak aynı anlam a gelm ek ted ir); buna
b enzer başka ö rn ek ler d aha bulabiliriz.
4 0 ■ Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

de bulundurulmasını temsil etmektedir. Zaten efsane, Graal’ın Mesih


dönemine kadar nerede ve kİm tarafından korunduğu bilgisini aktar­
mamaktadır. Ancak, kendisine atfedilen Kelt kökenliiiği, Druidler’İn
de bundan bir paya sahip olduklarına işaret etmektedir ki, böylece
onların da ilk geleneğin düzenli koruyucuları arasında sayılacakları
gerektiğine işaret etmektedir.
Graal’m ya da onun muadili sembollerden bir tanesinin kaybol­
ması, aslında bütün içerdikleri ile birlikte geleneğin kaybolması anla­
mına gelmektedir. Doğrusu, gerçekte bu gelenek, kaybolmaktan çok
gizlenmiş vaziyettedir. Ya da kaybolması, ancak bazı tali merkezler için
söz konusudur ki, bu da onların yüce merkez ile olan doğrudan irti­
batlarını koparmaları sonucu meydana gelir. Bu yüce merkez ise, da­
ima geleneği olduğu gibi korur, ve dış âlemde meydana gelen değişme­
lerden etkilenmez. Saint Augustİn dahil bazı Kilise Babalan’mn da be­
lirttikleri gibi tufan, ‘İdris’İn (Henoch) İkametgâhı ve Azizlerin Topra­
ğı’ olan,‘^ ‘tepesi ay küresine değen’ yani değişim alanının (yanı ‘ay-al-
tı âlemi’ denilen yerin) Ötesinde olan ve dünya ile semavâr’ın iletişim
noktasında bulunan yeryüzü cenneti’ni etkilememiştir.*^ Ancak, nasıl
ki yeryüzü cenneti ulaşılamaz oldu ise, temelde aym şey olan yüce
merkez de belli bir dönem boyunca zahiren kendini göstermeyebilir.
İşte o zaman, geleneğin bütün insanlık için kaybolduğundan bahsedi­
lir. Zira o, ancak çok itina ile kapatılmış olan bazı merkezlerde korun­
muştur. Bu nedenle de insanlar, ilk durumda olanın aksine bilinçli ve
etkin olarak ona katılmazlar.** Günümüz çağının durumu da tam ola-

9. ‘Ve H an o k Allah ile y ürüd ü; ve gözden k ayb old u ; çünkü onu Allah aldı’
(Tekvin, 5 /2 4 ) . Bu d u ru m d a, yeryüzü cen n etin e nakledilm iş olm alı; zaren
T o star ve C arejan gibi ilah iyatçılar da bu şekilde düşünm ektedİler. ‘Azizder
T o p ra ğ ı’ veya ‘Y aşayanlar T o p rağ ı’ ile ilgili o larak ileride yapılacak olan
açık lam alara bkz.
10. Bu, yeryüzü cen netin i A raf dağının tepesine y erleştiren D ante’ nin uygula­
mış olduğu sem bolizm le u yuşm aktadır ki, bu d urum bütün geleneklerde
var olan ‘kutup d ağı’ ile ayniyet arz etm ek ted ir.
11. H in du gelen eği, başlangıçta adı H am sa olan sad ece bir tek kastın old u ğu ­
nu n akletm ektedir. Bu, bürün insanların, hâlen var olan d örtlü kast sistem i­
nin ö tesin d e, söz konusu isim ile tayin edilen m anevf d erecey e norm al o la­
rak ve kendiliğinden sahip old u klarına işaret etm ek ted ir.
GRAAL SE M B O L İZ M İ • 4 1

rak budur, ve bu durumun başlangıç tarihi mevcut ‘profaıT ve sıradan


ulaşılabilen tarihin çok ötesindedir. Demek ki, geleneğin kaybolması,
bazı durumlarda bu genel anlamıyla anlaşılabilir, veya belli bir halk ya
da medeniyetin geleceğini az çok gizli bir şekilde yönlendiren manevî
merkezin kararması şeklinde de anlaşılabilir. Buna göre, sÖz konusu
duruma işaret eden herhangi bir sembolizm ile karşılaşıldığında, bu iki
yorumdan hangisi ile yorumlanması gerektiği İncelenmelidir,
Bu söylediklerimizden harekede, G raal’in birbiri ile çok sıkı bağ­
lantılı olan İki şeyi temsil ettiği sonucu çıkabilir: ‘İlk geleneğe’ bütü­
nüyle sahip olan ve bu sahip olunuşun gerekli kıldığı erkin bilgiye sa­
hip olma mertebesine ulasan ile, gerçekte bu haliyle ‘ilk hâlin’ tama­
mıyla yeniden bütünleşmedir. Bizzat Graal kelimesinin içerdiği çifte
anlamın, bu iki şey ile, yani ‘ilk hâl’ ve ‘ilk gelenek’ ile ilişkisi vardır.
Zira, ilk bakışta fark edilemeyecek kadar çok daha derin varlık sebep­
leri olan ve sembolizmde inkâr edilemez bir rol oynayan bu iki kav­
ramdan biriyle Graal, aynı anda hem bir kase (grasale) hem de bir ki­
tap (gradale veya gradúale) olmaktadır. Bu ikinci anlam, açıkça gele­
neğe işaret etmektedir, oysa ilk anlam daha çok doğrudan kendi du­
rumu ile alâkalıdır. *-
Her ne kadar herbİrinin sembolik bir değeri olsa da, burada ne
Aziz Graal efsanesinin ne de Tuvarlak M asa Şövalyeieri’nin hikâyele­
ri ve onların keşiflerinin alt detaylarına girme niyetimiz var. Sadece
şunu belirtm ek isteriz ki, M erlen’in plânları çerçevesinde Hükümdar
Arthur tarafından kurulan ‘Yuvarlak M asa’nm varlık nedeni, Şövalye-
ler’den birinin G ral’i ele geçirebilmesi ve Büyük Britanya’dan Armo-
rique’e getirmesi hâlinde Graal’i kabul etmeye matuftur.*^ Bu masa,
hâlâ çok eski bir semboldür, ve geleneği koruyan manevî merkezler
ile daima irtibatlı olan sembollerden bir tanesidir. Masanın yuvarlak

12. Aziz G raal efsanesinin bazı v ersiy o n ların d a, h er iki anlam da birlikçe bulım -
m a k ta d ır; zİra bıı durum da kirap, M e sih ’in veya bir meleğin bizzat kupanın
üzerine çizdiği şey olm aktadîr. B u rad a, ‘H a y a t K itabı’ iie apokaliptiğe ait
sem bolizm in birtakım unsurları arasın d a kolay benzerlikler kurm ak m ü m ­
kün olm aktadır.
1.3. A rth u r isminin çok İlginç anlam ı v ard ır kİ, d oğ ru d an ‘kurup’ sem bolizm i Üe
irtib atlıdır; belki bu konuyu başka bir vesile ile açıklarız.
4 2 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

şeklinin, etrafında daima oniki kişinin hazır bulunması nedeniyle zod­


yak çevrimi ile şeklen bir bağlantısı vardır. Daha önce de bahsettiği­
miz gibi bu özellik, söz konusu bütün merkezlerin teşkilinde mevcut­
tur.
Graal efsanesi ile İlişkili başka bir sembol daha vardır, ve üzerin­
de durulmayı haketmektedİr: Bu, M ontsaİvat’rır {sözlük anlamıyla
‘Selâm et Tepesi’ anlamına gelm ektedir). M ontsalvat’m tepesi ‘hiçbİr
ölümlünün ulaşamadığı uzak kıyılarda’ yer almaktadır, ve aynca, kim­
senin ulaşamadığı bİr bölgede, arkasından güneşin yükseldiği ve deni­
zin tam ortasında yer alarak temsil edilmektedir. O, aym zamanda
hem ‘kutsal ada’ hem de ‘kutup dağı’dır. Bu her iki sembol de birbi­
rinin aynıdır ve bu konuda tekrar ileriki sayfalarda açıklamalarda bu­
lunacağız. Burası, tabiatıyla yeryüzü cenneti ile aynı olan ‘Ölümsüz­
lük Âlemi’dir.*-^
Tekrar G raal’İn kendisine gelecek olursak, onun ilk anlamının
tem elde kutsal kasenin karşılaşıldığı her yerde genellikle sahip oldu­
ğu anlam ın aynısı olduğunu; aynı şekilde, yukarıda işaret ettiğimiz
D oğu’daki Vedİk Som a’yı veya M azdeizm deki H aom a’yı yani gerek­
li şartları taşıyanlarda ‘ezelilik hissini’ tekrar kazandıran ‘ölümsüz­
lük iksirini’ içeren kurban kadehi ile aynı anlam a sahip olduğunu
fark erm ek çok kolaydır. Bu konudan aynlm aksizm , kupa ve onun
içerdiği şey ile İlgili sembolizm üzerinde fazla duramayacağız. Bu
konunun derlİ toplu işlenebilmesi, özel bir araştırmayı gerektirm ek­
tedir. A ncak, biraz Önce yaptığımız açıklam alar, şİnıdİ ele alacağımız
konunun işlenmesinde çok önem li birtakım tespitler yapılabilmesini
sağlayacaktır.

14. T u v a rla k M asa Şövalyeleri’, bazen eİli kİşi o lm ak tad ır (İb ran iler’de bu sa­
yı, Yubiİ’e tekabül etm ek ted ir ki, aynı zam an d a ‘Kutsal ruh’ıın h ük üm ran ­
lığı’ ile de alâkası vard ır). A ncak, bu d u ru m d a d ahi, içlerinde önem li rol o y ­
nayan daim a oniki kişi olm uştur. B u rad a, O rta Ç ağ kahram anlık m asalla­
rından b azılarınd a C h arlem ag n e’ ın oniki d anışm an ın dan bahsedildiğini ha­
tırlatm ış olalım .
15. M o n sa lv a t İle M erıı arasındaki benzerlik H in d u lar tarafından bize bildiril­
m iştir; bacı efsanelerinden G raal’ın anlam ını yakından araştırm aya hİzi iten
ned en de budur.
‘M E L K ISE D E K ’

oğu geleneklerindeki rivayetlere göre belli bir dönemde Soma bi­


linemez olmuş, ve bu yüzden kurban ayinlerinde onun yerine ge­
çecek başka bir içecek kullanılması icap etmiştir ki bu, ilk Soma’mn
ancak bir sureti mesabesindedir.* Bu görev, genellikle şarap tarafın­
dan yerine getirilmiştir. G rekler’deki Dionisos efsanesinin büyük bir
kısmım da bu teşkil etm ektedir.- Oysa şarap, çoğu kez gerçek inisya­
tik geleneği temsil ettiği kabul edilmiştir; İbranice’de “yayİn’\ ‘şarap”

1. P ersîer’in geleneğine g ö re, iki tü r H a o m a olm uştu r: S adece ‘kutsal d ağd a’


coplanabilen beyaz h aom a ki buna Eİborj adı verilm ektedir-, diğeri ise, İran-
iıia r’ın ataları İlk yerleşim yerlerinin terk ettikten so n ra birincinin yerini alan
sarı h a o m a d ır ki, son raları bu da kabul edilm iştir. B u rad a söz konusu olan ,
m anevî karanlığın peş peşe gelen saflıalan d ır ki bu, insanlığın çeşitli çevrİm -
sei asırları b oyu nca yükselerek geçekJeşm ektedir.
2. D ion isos veya Bakkus’un çeşitli tezahü rlere tekabül eden b irço k isim leri v a r­
dır. Bu tezahürlerden en azından birinde gelenek, onu H in d istan ’dan getir­
m ek tedir. M eselâ, Z eu s’un kalçasından d oğd uğu na ilişkin rivayet, ilginç bir
kelim e asim ilasyonu arz etm ek ted ir; Y u nan ca bir kelim e olan m eros yani
‘k alça’, ‘kutup d ağı’ anlam ındaki M eru kelimesi yerine kullanılm ıştır ki, ses­
leri itibarıyla de hem en h em en blrbirilerinin aynıdır.
4 4 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

ve “sori” yani “sır” kelimeleri, aynı sayısal değere sahip olmaları ne­
deniyle birbiri yerine kullamlmışcır.'* Sufilerde ise şarap, ezorerİk bil­
giyi, herkes için uygun olmayıp sadece seçkin bir zümreye has olan
doktrini, temsil için kuİianılmaktadın Öyle ki, şarap İçen herkese ce­
za uygulanır. Buradan çıkan sonuç odur ki, bir ayinde şarabın kulla­
nılması, bu ayine açıkça inisyatik bir özellik katmaktadır.^*
M elkisedek ismi, ya da daha doğru bir isimlendirmeyle M eiki-
Tsedek, gerçekte ‘Âlemin Hükümdarı’nm bizzat işlevlerinin temsil
edildiği bir Yahtıdi-Hristİyan geleneği kavramından başka birşey de­
ğildir. Bu konuda açıklama yapmaktan önce çekindik. Zira bu, İbranî
Kutsal Kitabı’mn en gizemli cümlelerinden birisinin açıklamasını ge­
rektiriyordu. Ancak, ‘Âlemin Hükümdarı’ konusunu ele almaya karar
verdikten sonra, artık buna değinmeden geçmenin imkânı yoktu. Bu
konuda Aziz Paulus’un sözlerini tekrar edebiliriz: ‘Bunun hakkında
söyliyecek çok sözümüz vardır, ve kulaklarınız İşitmekte ağırlaştığın­
dan, tefsiri güçtür.”''’
İşte söz konusu Kutsal K İtap’taki cüm leler; “Ve Salem
Hükümdarı Melki-Tsedek ekmek ve şarap çıkardı; ve Yüce Allah’ın
(El Elion) kâhini idi. Ve onu mübarek kılıp*^ dedi: Göklerin ve yerin
sahibi Yüce Allah tarafından Abram mübarek olsun; ve senin düşman­
larım eline teslim eden Yüce Allah mübarek olsun. Ve (Abram) her
şeyden kendisine ondalık verdi.
Demek ki Melki-Tsedek, aynı anda hem hükümdar hem de bİr ra­
hip. Adı, ‘Adaletin Hükümdarı’ anlamına gelm ekte; ve aynı zamanda
Salem ’in de hükümdarıdır yani ‘B an ş’ın. Burada her şeyden önce,

Bu keiim eierin her ikisinin de sayısal değeri 7 0 Y ir.


4. M elkİsedek ’in kurbanı, genellikle E vh aristiy a’nın bİr ‘Ön-temsiİi’ o larak gö­
rü lm ek ted ir; bu arad a, M e z m u rla r’daki şu sözlerin M esih ’e u yarlanm ası gi­
bi H ristiyan rahip de iİke olarak kendisini M elkisedek ile eşleştirm ektedir:
‘Ta es sacerd os in a etern n v ı secu n d ın n o rd in en ı M e lc h is e d e d (‘M elkisedek
tertib i üzre / Sen ebediyen k ahinsin’) (M ezm u rlar, 1 1 0 /4 ) .
5. İb ran ilere M ek tu p , 5 /1 1 .
6. O z a m an lar: A bram adı henüz A braham (İbrahim ) diye değiştirilm em işti; eşi
S a ra y ’ın adı da Sara diye aynı zam an d a değiştirilm işrir (bkz. Tekvin, 1 7 ); Öy­
le ki, bu isim lerin her ikisinin değeri de aynen k orun m u ştur.
7. Tekvin, 1 4 /1 9 - 2 0 .
‘MELKÎSEDEK’ • 4 5

‘Adalet’ ve ‘B an ş’ kavramlarını görüyoruz; yani tam olarak ‘Âlemin


Hükümdarı’nın iki vasfını. Salem kelim esinin, genel kanaatin aksine,
hiçbir zaman bir şehrin adı olmadığına dikkat etmek gerekir. Aksine,
Melki-Tsedek’in sembolik olarak ikametgâhı anlamına alacak olursak,
o zaman Agarttha’mn bir eş anlamı olarak bakılabilir. H er halükârda,
buna Kudüs’ün (Jerusalem) ilk adı olarak bakmak hatalıdır, zira onun
adı Yebus idi. Aksine, şayet Kudüs (Jerusalem) ismi bu şehre Ibraniler
tarafından bir manevî merkez tesis edildiğinde verildi ise, bu isimlen­
dirme, o şehrin gerçek Salem’in görünen bir sureti olduğuna işaret et­
mek içindir. Burada hemen belirtilmelidir ki Tapınak, Süleyman tara­
fından inşa edilmiştir ki, onun adı (Şlom oh) da ‘Barışçı’ anlamına gel­
mekte olup Salem ’den türemiştir.^
Şimdi, Aziz Paulus’un Melid-Tsedek ile ilgili ifadeleri nasıl yorumla­
dığına bakalım: Çünkü Salem hükümdarı, Yüce Allah’ın kâhini,
hükümdarları Öldürmekten dönen İbrahim’i karşılamış ve ona hayır dua
etmiş olan, ve İbrahim’in kendisine her şeyden ondalık verdiği bu Melki-
sedek (evvela, tercüme olunarak, Salah Hükümdarı, ve ondan sonra, Sa­
lem Hükümdarı, yani, selamet hükümdarı; babasız, anasız, nesepsiz olup
kendisinde günlerin başlangıcı ve hayatın sonu olmıyarak, fakat Allah’ın
Oğlu’na benzer kılınmış olarak) devam üzre kâhin kalıyor.”**
Burada Melkti-Tsedek, İbrahim’e nispetle daha üstün bir şekilde
takdim edilmektedir, çünkü İbrahim ’i o mübarek kılmıştır; ‘şu açıktır
ki, alt seviyede olan üstün olan tarafından mübarek kılınır’ .*** Diğer
yandan İbrahim, bu üstünlüğü tanımaktadır, zira ona ondalık vermek­
tedir ki bu, bağlılığın bİr işaretidir. Burada, kelimenin feodal anlamı­
na yakın gerçek bir unvan söz konusudur. Ancak, şu kadar var ki, bu­
radaki unvan manevî bir unvandır. İşte, İbranî geleneği ile büyük ilk
gelenek arasındaki kesişme noktası da burasıdır. Burada söz konusu

8. B u rad a ay rıca belirtm ek gerekir ki, aynı kelim e kökü İslâm veM üslim
(M üslüm an) kelim esinde de b ulun m ak tad ır; ‘İlâhî İrad e’ye boyun eğ m e’
(İslâm kelimesinin kelime anlam ı budur) ‘B arış’ın gerekli şartım o lu ştu r­
m a k ta d ır; b urada dile getirilen fikir H in du geleneğindeki D harm a ile m u ­
kayese edilebilir.
9. İbranilere M ek tu p , 7 / 1-3.
10. İb ranilere M ek tu p , 7 /7 .
4 6 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

edilen ‘mübarek kılm a’, açıkça bİr ‘manevî etki’nin iledsimidİr ki, İb­
rahim de buna katdacaknr. Kulianıian ifade tarzı, İbrahim’i doğrudan
doğruya ‘Yüce Aİlah’ ile irtibata geçirmektedir. Aynı İbrahim, O ’nu
daha sonra Yehova olarak isimlendirecektir.** Şayec Melki-Tsedek İb­
rahim’den üstün ise bu, M elki Tsedek’in Tanrısı olan Yüce Oİan’nın
(Elion), İbrahim ’in Tanrısı olan her şeye Gücü Yeten’den (Şadday) da­
ha üstün olması nedeniyledir. Diğer bir ifadeyle, bu iki isimden birin­
cisi diğerine nispetle daha üstün bir özelliği temsil etmektedir. Aynca,
konunun en çok önemli olan ve her hâlde bugüne kadar hiç açıklan­
mamış olan tarafı ise, El Elİon kelimesi İle Emmanüel kelimesinin sa­
yısal değerlerinin eşit olmasıdır.*“ Bu ise, Melki-Tsedek rivayetini M e-
ctıs-Hükümdarlar’a bağlamaktadır ki, bunun anlamını daha önce
açıklamıştık. Dahası, şuna da dikkat çekilebilir; Melki-Tsedek’in ra­
hipliği, El E lion ’un rahipliğidir; Hristiyan rahipliği ise, Emmanücl’in
rahipliğidir. Şayet El Elion, Emmanüel İse, o zaman bu her iki rahip­
lik bir ve aynı şeye işaret eder ki, zaten Hristiyan rahipliği de ekmek
ve şarap evharİstiyasma sahip olması hasebiyle o da gerçekten ‘M el­
kisedek nizamına uygun’ bir rahipliktir.*^
Yahudi-Hristiyan geleneği iki farklı ruhbanlık kabul etmektedir:
Birisi ‘H arun’un nizamına uygun’ olandır, diğeri ise ‘Melkisedek ni­
zamına uygun’ olandır. Bu İkincisi, birinciye nispetle daha üstündür;
nasıl ki M elkİsedek’in kendisi İbrahim’den üstün ise. İbrahim ’den Le-
vi kabilesi, ondan da Harun ailesi çıkm ıştır.*’* Bu üstünlük, Aziz Fa­

11. Tekvin, 1 4 /2 2 .
12. Bu ¡.simlerin herbirinin sayısal d eğeri 1 9 7 ’dir.
13. Bu tam am en yukarıda açıkladığım ız şeyin d oğ ru lan m asıd ır; an cak , gelene­
ğe karılm a h er zam an bilinçli olm ayabilir; bu d u ru m d a dahi g erçek ‘m ane­
vî tesirleri’ olduğu gibi ak tarabilir, an cak bu d u ru m d a inisyatik hiyerarşide
h erhangi bir sınıfa ak d f dahil olm ayı b erab erin d e geçirm ez.
14. Verilen bilgiden h arek etle, buradaki üstünlüğün Yeni A hid’ in Eski A hid’e
olan üstünlüğüne tekabül ettiğini söyleyebiliriz. (İb ran ilere M ek tu p , 7 /2 2 ) .
B u rad a, neden M esih ’in din adam ı kabilesi olan Levi kabilesi’ nden değil de
bir H ük üm darlık kabilesi olan Yuda’dan d oğd u ğu n u açıklam ak g erek m ek ­
tedir (bkz. Aynı yer, 7 / 1 1 - 1 7 ) ; ancak, bu konuyu açık lam ak bizleri işlem ek­
te olduğum uz m evzudan uzaklaştırır. -Y a k u b ’un oniki oğlunun neslinden
geîen oniki kabilenin organ izasyon u, tabiî o larak m an evî m erkezlerin oni-
kili teşekküllerine dayan m ak tadır.
‘M EL K İSED E K ’ • 4 7

ulus tarafından açıkça ifade edilmiştir: “Ve denilebilir ki, ondalık alan
Levi dahi İbrahim /asıtası ile ondalık vermiştir.’ *^ Burada, söz konu­
su iki tür rahiplik üzerinde daha fazla durmayacağız. Ancak, Aziz Pa­
ulus’un şu sözünü de nakledelim: ‘Ve burada (Levili rahipliğinde) fa­
ni olan adamlar ondalık alıyorlar, fakat orada yaşamakta olduğuna §e-
hadet edilen bir zat alıyor.’ *^ M elkisedek olan bu ‘yaşayan adam’,
‘ebedî olarak var olan’ (ibranice ‘le-olam ’) M anu’dur; yanı, kendi
çevrimi boyunca (Manvantara) ya da özellikle yöneticisi olduğu dün­
yanın ömrü boyunca var olan. Bu nedenle o ‘arasızdır’, zira onun kö­
keni ‘insan dışıdır’, çünkü bizzat kendisi insanın prototipidir. O, ger­
çekten de ‘Tanrı’mn Oğlu suretinde yapılm ıştır’, zira o yapmış oldu­
ğu Kanun gereği bu dünya için İlâhî Kelim e’nin ifadesi ve suretidir.*^
Daha başka dikkat çekilecek noktalar da var. M eselâ: ‘M ecus
H üküm darlar’ rivayetinde, birbirinden farklı üç şahıs görm ekteyiz
ki, bunlar inisyatik hiyerarşinin üç başkamdir. Melki-Tsedek rivaye­
tinde ise, bir tek şahıs görm ekteyiz, ancak kendisinde her üç işlevi
birleştirebilecek bir durumdadır. İşte bu yüzdendir ki, kimileri Ado-
nİ-Tsedek yanİ ‘Adaletin Efendisi’, bu ismin bİr çifti olan Kohen-Tse-
dek ve M elki-Tsedek yani ‘Adalet H üküm darı’ şeklinde bir ayrını
yaptadırlar. Bu üç özellik, Brahâtm â, M ahâtm â ve M ahânga İşlevle­
ri ile İrtibatlandırılabİlir.*''* Her ne kadar M elki-Tsedek sadece üçün­
cü Özelliğin bir ismi olsa da, genellikle diğerlerine de teşmil edilerek
kullanılır. Diğerlerine nispetle o ismin özellikle kullanılmış olması

15. İb ranilere M e k m p , 7 / 9 -
16. İb ranilere M ek tu p , 7 / 8 .
17. İskenderiyeli G n o stik ler’in Piscis S o p h ia’sında M elkisedek, ‘ Ebedi İşığın
B üyük A bcısı’ diye tavsif edilir; bu da yine, doğrud an doğruya İlke’den çı­
kan ışın ile akiedilebilir ışığı alan ve onu kendi sahası olan yeryüzüne yan ­
sıtan M a n u ’nun fonksiyonu ile u yu şm ak tad ır; İşte bu yüzdendir ki, M a -
n u ’ya ‘G ü n eş’in oğ lu ’ denm ektedir.
18. M elki-Tsedek ile ilgili daha başka gelen ek ler de v ard ır; bunlardan bİrİne g ö ­
re , M elkisedek 5 2 yaşında m elek M ikail tarafın dan yeryüzü cen n etin d e
takdis edilm iştir. Buradaki 5 2 sem bolik .sayısı, diğer yand an, H ind gelen e­
ğin d e önem li bir rol o y n am ak tad ır ki, bu sayı V eda’nın toplam anlam ına te ­
kabül ettiği kabul edilir. H a tta , bütün bu an lam lara tekabül eden O m tek
hecelisinin farklı telaffuz şekillerinin m e v cu t olduğu söylenm ektedir.
4 8 . Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

İse, onun işlevinin daha çok dış âleme yönelik olm ası, yani doğru­
dan reçelli eden taraf olması nedeniyledir. D iğer yandan, ‘Âlemin
H ü kü m d arı’ ifadesi ile ‘A daletin H ükü m d arı’ ifadesi, sadece
hüküm darlık iktidarına doğrudan işaret etmektedir. Diğer yandan,
aynı zam anda H indistan’da D harm a-R âjâ ismine de taslamaktayız ki
bu ismin sözlük mukabili M elki-Tsedek’le aynıdır.*-*
Şimdi, Melki-Tsedek isminin tam olarak ne anlama geldiğine ba­
kalım ; ‘Adalet Hükümdarı’na aİt vasıflar terazi ve kılıçtır; bunlar
‘Hüküm M eleği’ olarak bilinen M ikail’in de nitelikleridir.“** Bu her iki
amblem de sosyal düzende İdarî ve askerî işlevleri temsil eder ki bun­
lar Kşatriyalar’ın görevleridir ve hükümdarlık iktidarını meydana ge­
tiren iki unsurdur. Bunlar da hiyeroglif olarak Ibranice ve Arapça
H ak kelimesinin kökünü oluşturan iki özelliktir ve bu kelime aym za­
manda hem ‘Adalet’ hem de ‘H akikat’ anlamlarına gelmektedir.^*
Öyle ki bu kelime, çeşitli eski halklarda hükümdarlığa işaret etmek
için kullanılm ıştır.“^ Hak, Adalet’i yani terazi ile sembolize edilen
dengeyi sağlayan kuvvettir. Oysa kuvvetin kendisi, kılıç ile sembolize
edilm ektedir ki, hükümdarlık kuvvetinin gerçek rolünü karakîerize
eden de b u d u r .D iğ e r yandan, manevî düzende (ordre) ise, Haki-
kat’in gücüdür. Ayrıca, bu H ak kökünün daha yumuşatıİmış bir şekli

19, D h a rm a -R a ja adı veya daha d oğru b ir ifadeyle ünvanı, M ah ab h araca’d a ay­


nı z a m a n d a Yudhiştira için de kullanılm akcadır. A n cak , öncelikle ‘ölülerin
yargılayıcısı’ olan Yam a için kullanılm ıştır ki, M an u ile olan yakın irtibarı-
na d ah a ö n c e işaret ediim işti.
20, H ristiy an ikonografisinde m elek M ik ail, ‘ hesap gün ü ’ lem siİlerinde her iki
vasfı ile y e r alm aktadır.
21, Eski M ısır’da da aynı şekilde M veya M a a c aynı zam an d a hem ‘A d alet’ hem
de ‘H a k ik a t’ idi; y argılam a esnasındaki tartın ın b ir kefesinde o n u , diğer ke­
fesinde ise kalbin hiyeroglifi olan b ir v azo n u n olduğunu g ö rü y o ru z. - î b r a -
n ice ’de }?ok, ‘ferm an ’ anlam ına gelm ek ted ir (M ezm u rlar, 2 /7 ) .
22, Bu H a k kelimesinin sayısal değeri 1 0 8 ’dir ki, tem el çevrim se! sayılardan bir
tanesidir. -H in d is ta n ’da, Şiva teşbihi 1 0 8 tan ecik ten m ü teşekk ild ir; teşbi­
hin ilk anlam ı ‘âlem lerin halkası’m sem bolize etm ek ted ir ki bu, v ar olan
m erteb elerin veya çevrim lerin birbirileri ile olan seb ep -so n u ç bağı ile b ağ­
lılıkları anlam ına gelm ektedir.
23, Bu an lam , şayet m o d ern ler bunun zahirî uç anlam ını fazla kötü ye kullan­
m am ış olsalardı, şu form ülde Ö zetlenebilir: ‘H ukukun hizm etindeki g ü ç’ .
‘ M EL K İSED EK ’ • 4 9

de vardır ve burada manevî güç, maddî gücün yerine geçmiştir- Bu


H ak şekli, açıkça H ikm et’i temsil ermektedir (İbranice’de Hokm ah),
Öyle ki bu, daha çok manevî otoriteye tekabül ederken, diğeri
hükümdarlık iktidarına tekabül etmektedir. Bu durum, söz konusu
birbirine tekabül eden form ların, benzer anlamlar ile kan kelimesinin
kökeninde olması ile de doğrulanmıştır. Kan kelimesi, çeşitli dillerde
‘iktidar’ veya ‘güç’ anlamına ve ‘bilgi’ anlamına g e l m e k t e d i r Kan,
özellikle manevî veya aklî iktidardır ve H ikm et’le aynıdır (Kohen ya­
ni îbranice’de ‘rahip’ kelimesi de aynı kökten gelmektedir), ve qan
maddî iktidardır (bazı kelimelerin ‘sahip olm a’ fikri ve özellikle de
Qain kelimesi de bu köktendir).-^ Bu kökler ve onlardan türeyenler,
başka sonuçlara ulaşmaya da imkân sağlamaktadır. Ancak biz, daha
çok doğrudan kendi çalışmamızla ilgili olanlar üzerinde durmalıyız.
Bundan önce belirtilenleri tamamlaması bakımından, İbranî Kab-
balası’nın Şekina hakkındaki ifadelerine tekrar bakalım: Şekinah,
‘aşağı âlem de’ on Sefirot’un sonuncusu ile temsil edilmektedir ve
M alkut yani ‘Hükümdarlık’ olarak isimlendİrilmektedir, Bu isimlen­
dirme, üzerinde durduğumuz konu itibarıyla açıklanmayı haketmek-
tedİr. Ancak bundan da önemlisi, nıaîkııt kelimesinin eş anlamlısı ola­
rak kullanılanlar arasında, Tsedek yani ‘Doğru O lan’ da vardır.-**
M alkut ve Tsedek kelimeleri ya da ‘H üküm darlık’ (dünyanın yöneti­
mi) ile Adalet kelimeleri arasındaki bu benzerlik, Özellikle bizzat M el­
ki-Tsedek kelimesinde de vardır. Burada, sefirotik ağacının ‘orta sütu­
nundaki’ dağıtılan ve dengeleyen Adalet söz konusudur. Bunu, ‘sol

24. Bkz.: L E so terisın e d e D a n te, 1 9 5 7 , s .5 8 .


25. O rta Asya halkları tarafından başkanlara verilen bir unvan olan H an keli­
m esi, belki aynı kelim e köküne d ayan m ak tadır.
26. Tsedek, aynı zam an d a Jü p ite r’in de ad ıd ır ki, nitekim onıınla irtibatlı olan
m eleğin adı Tsadk iel-M elek ’tir; b urada, M elki-Tsedek ismi ile oîan benzer­
lik (zira buna sad ece bir El eklenm iştir ki, bu ek bütün m elek İsimlerinin ta ­
m am ının sonunda yer alm ak tad ır) üzerinde d u rm ay acak kadar açıktır. H in ­
d istan ’da, aynı gezegenin adı B rih asp ari’dir ve o da ‘sem avî başrah ip ’tir.
-M a lk u t kelim esinin bir diğer eş anlam lısı Sabbat’tır ve buradaki ‘dinlen­
m e ’ fikri de aslında ‘ B a n ş’a tekabül etm ek ted ir; ay rıca, yukarıda da g ö rd ü ­
ğüm üz gibi bu isim bizzat Şekina’ nm kendisi ile ‘aşağı âlem le’ irtibat kur­
duğu zahirî yönünü temsil etm ektedir.
5 0 » Â L E M İN H Ü K ÜM D ARİ

sütunda’ yer alan Rahmer’in karşıtı ve Gazab’ın özelliği olan Ada-


let’ten ayırmak gerekir. Zira bunlar, iki farklı özelliktir {ve zaten İb­
ranice’de bunlara tekabül eden iki farklı kelime mevcuttur: Birincisi
için Tsedekah, diğeri İçin ise Din kelimesi). Bunlardan, en kesin ve
tam olanı birinci anlamdaki Adalet kelimesidir ki, bu kelime denge
veya uyum fikrini içerir ve sıkı sıkıya Barış ile bağlantılıdır.
M alkut, ‘yukarıdaki nehirden gelen suların toplandığı haznedir;
yani, bol bol yayılan bütün feyezanların (manevî inayet ve etkilerin)
bir haznesi’.”^ Bu ‘yukarıdaki nehİr’ ve inen sular, çok ilginç bİr şekil­
de Hindu geleneğindeki semavî Gangâ’ya atfedilen rolü çağrıştırmak­
tadır. Aynca Şaktİ’nin, kİ Gangâ onun bİr tezahürüdür, Şekina ile ben­
zer özellikleri vardır ki, herhalde bu onların ortak bİr özelliği olan
‘İlâhî’ İşleve sahip olmalarıdır. Semavî suların haznesi, bu dünyadaki
manevî merkez ile aynıdır: Pardes’in nehirleri oradan çıkmaktadır, ve
oradan dört aslî yöne doğru yol alırlar. Yahudiler’e göre bu manevî
merkez, Siyon tepesidir ve onu ‘Alemin Kalbi’ olarak isimlendirirler.
Zaten bütün ‘Kutsal Topraklar’ için bu ifade kullanılmaktadır ve on­
lar için bu tepe, bir bakıma H indular’daki M ertı’nun veya Persler’de-
ki A lborj’un karşılığı mesabesindedir.“** ‘Yehova’nm Kutsal Toplanma
Çadırı, Şekina’nın ikametgâhı, Tapınağın kalbi olan Kutsalların Kur-
salı’dır. Tapınağın kendisi Siyon’nun (Kudüs’ün) merkezidir, nasıl İd
kutsal Sion İsrail Toprağı’nm merkezi ise, ve İsrail Toprağı’nın da
dünyanın merkezi olduğu gibi.’“^ Bu durumu daha da ileri götürebi­
liriz: Burada sayılanları ters yönde ele alarak bu sıralama yapılabile­
ceği gibi, Tapınak’taki Toplanma Çadırı’ndan sonra. Toplanma Çadı­
rı içindeki Ahit Sandığı ve, Ahİt Sandığı üzerinde Şekina’nın tecelligâ-
hı (iki Kerubim’in arasında) şeklinde her biri peş peşe ‘Manevî Kut­
bun’ yakın temsili olur.

27. P. VuiİÎİiiud, L a K a b b a le juive, c . l , s .5 0 9 .


28. S am İriler’de, aynı roîü G erizim dağı ü stlenm iştir ve b enzer ad lara sah ip tir:.
T a k d is Edilm iş D ağ ’, ‘Ebedi Tepe’, ‘M irasın D ağı’, ‘T a n n ’nın E v i’ ve ‘M e ­
leklerinin T op lan m a Ç ad ırı’, ‘Şelcina’nm İk am etg âh ı’ o larak adlandırılm ış­
tır. Aynı zam an d a, E d en ’in bulunduğu ve tufanın suları altında kalm ayan
‘İlk (K adim ) D a ğ ’ (H a r K adim ) o larak da kabul edilir.
29. S. Vulliaud, l a K a bba le jıtİve, c . l , s.5 0 9 .
‘M E L K İS E D E K ’ • 5 1

İşte, Dante de Kudüs’ü ‘M anevî M erkez’ olarak bu şekilde tak­


dim etm ektedir-ki, bunu başka bir yerde açıklama fırsatımız olmuş-
tuZ** Ancak bu, açıkça Yahudi bakış açısını terk ettiğimiz andan itiba­
ren bir anda sembolik bir hâl almakta ve kesinlikle belli bir yer anla­
mını artık taşımamaktadır. İlk geleneğin adaptasyonu amacıyla belli
şartlar çerçevesinde teşkil edilen diğer bütün tali manevî merkezler,
daha önce de gösterdiğimiz gibi, yüce merkezin bir suretinden ibaret­
tir. Siyon, gerçekte sadece tali bir merkez olabilir; ancak bununla bir­
likte bu benzerlikten hareketle yüce merkez ile sembolik bir ayniyet
kurabilir. Kudüs de, isminin işaret ettiği gibi, gerçek Salem’İn bir su­
retidir. Sadece İsrail Toprağı’ndan ibaret olmayan ‘Kutsal Toprak’ ile
ilgili daha önce söylediğimiz ve de söylemeye devam edeceğimiz şey­
ler, onu zahmetsizce anlamayı sağlayacaktır.
Bu konuda, ‘Kutsal Toprak’ ile aynı anlama gelen diğer bir ifade
ise ‘Yaşayanların Toprağı’ ifadesidir: Açıkça ‘ölümsüzlük ikametgâhı’
anlamına gelmektedir. Öyle ki, tam karşılığı dikkate alınacak olursa,
yeryüzü cennetine veya onun sembolik benzerlerine tekabül etm ekte­
dir. Ancak bu aym isimlendirme, tali derecedeki ‘Kutsal Topraklar’
için de kullanılmıştır, meselâ özellikle İsrail Toprağı’nda olduğu gibi.
Rivayete göre, ‘Yaşayanların Toprağı, yedi toprak içerm ektedir’. Bay
Vulliaud, bu konuda şunu aktarmaktadır: ‘Bu toprak Kenan’dır, zira
orada yedi halk vardı’.^* Şüphesiz bu, sözlük anlamı itibarıyla doğru­
dur; ancak, sembolik anlamda bu yedi toprak, meselâ İslâm gelene­
ğinde de olduğu gibi, yedi dvipa’ya da tekabül edebilir ki Hindu ge­
leneğinde onların ortak merkezi M eru’dur. Bu konu üzerinde ileride
duracağız. Aynı şekilde, eski dünyalar veya bizden önceki yaratılışlar,
nasıl ki ‘Edom ’un yedi hükümdarı’ şeklinde tasvir ediliyorsa (burada­
ki yedili sayının Tekvin’deki yedi ‘gün’ ile bir ilişkisi vardır), burada
tesadüf olmaktan çok daha öte, Kaipa’mn başından günümüze kadar
sayılan yedİ Manu çağlan ile çok çarpıcı bir benzerlik vardır.

30. L’E so ten sin e d e D a n te, 1 9 5 7 baskısı, s .6 4 .


31. L a K a bba le jtdve, c . l , s .1 1 6 .
32. B ir K alp a, tam o n d ö rt M an v an tara içerm ek ted ir; V ayvasvata, m evcu t M a ­
n u, bu K alpa’ntn yedincisidir ve Ş rişveta-V arah a-K alpa veya ‘Beyaz Yaban
D om uzu Ç ağ ı’ diye adlandırılır. -B a ş k a b ir ilginç uyarı ise şudur: Yahudi-
5 2 . Â L E M İN H ÜK Ü M D A R I

1er, R o m a ’ya E dom adını v erirler; oysa, gelenek R o m a ’nın yedi lıiiküm da-
nnclan da bahseder ki, bunların İkincisi yanİ şehrin kanun yapıcısı o larak
kabul edilen N u m a, M am ı ism inin hecelerin in tam bir tersine okunuşuna
sah ip tir ve aym zam anda Y u nan ca b ir kelim e olan ve ‘k anu n ’ anlam ına ge­
len iio m o s ile de benzerlik arz ermeleredir. B u rad a, R o m a’nın yedi h ük üm ­
d arın ın , b ir yönüyle, belli bir m ed en iyet için , söz konusu yedi M an u ’ nun
farklı b ir tem silinden başka b ir şey olm adığı düşünülebilir. Aynı şekilde, Yu-
n an ’lı yedi bilge d e, benzer şartlar dahilind e, yedi Rişi’nin tem silidir ki, biz­
d en ön cek i çevrim in bilgelikleri bun larda bireşim halindeydi.
7
X U Z ’ YA DA Ö LÜ M SÜ ZLÜ K İK A M ETG Â H I

eraltı dünyası’na İlişkin rivayetler, birçok halkta görülmektedir.


y Burada hepsini coplamaya niyetimiz yok. Kaldı ki, bir kısmının
bizim şu anda üzerinde durduğumuz konu ile doğrudan bir ilgisi yok­
tur. Bununla beraber, genel olarak bunları ele aldığımızda, bu ‘mağa­
ralar kültünün’ şu veya bu şekilde ‘iç mahal’ veya ‘merkezî mahal’ fik­
ri ile daima bir bağlantısı vardır; ve bu durumda mağara sembolü ve
kalp sembolü, birbirine çok yakındır.' Diğer yandan, O rta Asya’da ol­
duğu gibi Amerika’da ve belki de daha başka yerlerde, gerçekten de
inisyatik merkezlerin İçerisinde asırlarca varhklanm sürdürmüş ol­
dukları mağaralar ve yeraltı mağaraları var. Ancak, bunun dışında, bu
konu ile alâkalı aktarılan her şeyde, farkedİlmesi pek de güç olmayan
bir sembolizm tarafı vardır. Hatta, bu inisyatik merkezlerin tesisi için
yeraltı mekânlarının seçimi, sadece basİt bir korunmadan çok, birta­
kım sembolik düzene göre olabileceğini düşünebiliriz. Saint-Yves, bel­
ki bu sembolizmi açıklayabilirdi; ancak bunu yapmamıştır. İste, eserİ-

M a ğ a ra ya da İn, kalbin içinİ renısil etm ektedir kİ, bu varlığın merkezi oİarak
kabili edilm iştir; ayrıca, ‘A lem Yum urtası’m n içi olarak da kabul edilmektedir.
5 4 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

nin bazı kısımlarını inanılmaz gösteren de budur.“ Bay Ossendows-


ki’ye gelince, kesinlikle görünen şeyin ötesine geçmeye gücü yetmez
ve kendisine söylenen şeylerin doğrudan anlamlarının ötesinde bir
anlam ifade ettiğini düşünemezdi.
Biraz önce atıfta bulunduğumuz gelenekler arasında, bir tanesi
var ki özel bir ilgi gerektirm ektedir: O, Yahudilik içerisindedir ve Luz
adında çok gizemli bir şehir ile ilgilidir.^ Bu yer, köken itibarıyla Ya­
kub’un, rüya gördükten sonra oranın adını Beyt-El yani ‘Tann’nm
Evi’ koyduğu yerdir.^* Bu konu üzerine ileride tekrar döneceğiz. Riva­
yete göre, ‘Ölüm M eleği’ bu şehre giremez ve burada hiçbir gücü yok­
muş. İlginç bir benzerlik olarak, bazıları onu A lborj’un yanında oldu­
ğunu belirtirler ki, Persler içİn bu yer ‘ölümsüzlük ikametgâhı’dır.
Luz’un yakın civarında, bir badem ağacı (İbranice buna da hız
denilm ektedir) vardır. Bu ağacın kökünde, yeraltına girilebilecek bir
delik vardır.^ Bu yeraltı geçidi, tamamen gizli olan bu şehre götürür.
Luz kelim esi, çeşitli kabüllere göre, gizlenmiş olan, örtülü olan, zarf­
lanmış, sessiz ve sır anlamlarına gelmektedir. Ö zellikle belirtilm eli­
dir ki, gökyüzü anlamına gelen kelim eler de aynı anlama gelm ekte­
dir. Genellikle coelum kelimesi ile Yunanca’daki koHon yani ‘delik’
arasında bir benzerlik kurarlar (bunun mağara ile de bir ilİskİsi var­
dır, harta Varon bu benzerliğe şu şekilde yaklaşm aktadır: a cavo co ­
elum), Ancak, en eski ve en doğru şekli caelum olabilir; bu kelime
açıkça caelare yani ‘gizlem ek’ anlamına gelen kelim eyi hatırlatm ak­
tadır. Diğer yandan, Sanskritçe’de Varuna kelim esi, ‘örtm ek’ anlamı-

2. B u rad a ö rn ek o la ra k ‘ceh en n em lere iniş’in anlacıldığı kısmı h atırlatm ak iste­


riz; fırsat bulanlar, daha ö n ce L E so terism e d e D a n t e ’d e belirttiklerim izle
m ukayese edebilirler.
3. B u rad a kullandığım ız bilgilerin bir kısm ı, Jew ish E n c y c lo p e d ia ’d zn alınm ış­
tır (c .7 , 2 1 9 ) .
4. Tekvin, 2 8 /1 9 .
5. Kuzey A m erika halklarının bazı g elen ek lerin de, ilk zam an lard a yeraltın da
yaşayan insan lardan bazılarının kendİsİ vesilesi ile yeryüzüne çıktıkları ve yi­
ne aynı ırktan bazılarının ise yeraltın da kaldıkları b ir ağ açtan bahsedilm ek­
tedir. B u h v er-L y tto n , La R a ce fu tu re (T h e C o in in g R a ce) adlı eserini kalem e
alırken bu geleneklerden esinlenm iş olabilir. E serin yeni yaym ın adı ise şöy­
le: L a R a ce q u i n o u s ex term in era (Bizi yok ed ecek ırk).
‘L U Z ’ YA DA Ö LÜ M SÜ Z L Ü K İK A M ETG Â H I • 5 5

na gelen T a f kelimesinden türem ektedir (bu aynı zamanda kal kö­


künün de anlam ıdır ki, Lâtince’deki caelare’nm diğer bir şekli olan
celare, ve onun bir e§ anlamlısı olan Yunanca’daki kaîuptein de
onunla irtibatlıdır),^ G rekçe’deki Ouranos kelimesi de, aynı kelim e­
nin farklı bir formudur, zira var kelimesi kolayca i tf a şeklini alır.
D em ek ki bu kelim eler, ‘örten ’Ç ‘gizleyen’**, ve aynı zamanda ‘gizle­
nen’ anlam larına gelir ki bu sonuncu an lam m iki manası vardır: H is­
lerden gizlenmiş olan, hisler-üstü olan. O aynı zamanda, gizlilik (oc-
cultation) ve kararma (obscurcissem ent) çağlarındaki zahir ve görü­
nür olması son bulan gelenektir ki, o zaman ‘semavî dünya’ artık
‘yeraltı dünyası’ olmuştur.
Ayrıca, başka bir açıdan, ‘Gökyüzü’ ile de bir benzerlik kurulabi­
lir. Luz, ‘mavi şehir’ olarak da isimlendirilir. Safirin rengi olan bu
renk, semanın (göğün) rengidir.** H indistan’da, gökyüzünün mavi
renginin, M eru ’nun yüzlerinden birinden, güneydeki yüzünden ışığın
yansıması sonucunda olduğunu rivayet ederler ki, onun bu yüzü ja m -
bu-dvipa’ya bakmaktadır ve bu da safirdendir. Bunun aynı sem bo­
lizmle bağlantısı olduğu kolayca anlamşılmaktadır. Jambu-dvipa, ge-

6. Aynı kal k ökünden, başka lâtince k elim eler de cürem ektedir. M eselâ, caligo
ve belki de m ürekkep bir kelime olan o c c u lu ıs . D iğer y an d an , caelare fo r­
m unun asıl iribarıyla farklı bir kök olan ve ‘k esm ek’ ve ‘b ölm ek ’, veya ‘ay ır­
m ak ’ ve ‘gizlem ek’ anlam ına geien {aynı şekilde ca ed cre) c a e d ’d en gelm iş o l­
ması m üm kündür. A ncak, lierhalükârda bu köklerle dile getirilen fikirler,
fark edildiği gibi, birbirine ço k yakındırlar. Bu da, her ne kadar bu iki fo rm
da etim olojik açıdan birbirinden bağım sız olsalar da, caelare ile c ela re'n in
k olay ca asimİle edilmesini sağlam ıştır.
7. O rta Asya geleneklerinde ‘Sem avî Y eryüzü ’ veya ‘Yaşayanların Yeri’ ile aynı
kabul edilebilir olan ‘Âlem in Çacısı’nın, A valok ireşvara’nm h üküm dar old u ­
ğu ‘ B atı’daki G ökyüzü’ arasında ço k yakın ilişkiler söz konusudur. - ’Ö rm e k ’
kelim esinin anlam ı konusunda, aynı zam an d a M ason ik bir İfade olan ‘ö rtü l­
m üş h alde o lm ak ’ ifadesini hatırlam am ız gerek m ek ted ir: L o c a ’nm yıldızlı ta ­
vanı gö k kubbeyi temsil etm ektedir.
8. Bu, M ısırlılar’daki İsis’in veya N eir’in örtüsüdür. Uzak Doğu geleneğinde ise
Evrensel A nne’nİn ‘mavi örtüsü’dür (Tao-te-king, 6. kısım); şayet bu anlamı g ö ­
rünen gökyüzüne uygulayacak olursak, bu durum da yüksek hakikatleri gizleyen
veya ‘ifşa eden’ astronom i sembolizminin rolüne atıfta bulunulduğunu görürüz.
9. Safir, K itab-ı M ukaddes sem bolizm in de önem li bir rolü v ard ır; özellikle de,
p eygam berlerin m ükaşefelerİnde sık sık g örü lm ektedir.
5 6 • Â L E M İN H Ü K ÜM D AIU

nellikle İnanıldığı gibi Hindistan değildir. Aksine o, gerçekte bugün


içinde bulunduğumuz hâliyle bütün yeryüzünü İfade etmektedir. Bu
dünyanın da bütünüyle M eru’nun güneyinde olduğu kabul edilebilir,
zira M eru kuzey kutbu ile özdeşleştirİlmektedir.*** Yedi Dvipalar (söz­
lük anlamıyla ‘adalar’ veya ‘kıtalar’), peş peşe birtakım çevrimsel çağ­
lardan sonra ortaya çıkmaktadır. Öyle kİ, bunlardan herbirİ tekabül
ettikleri çağa nispetle yeryüzü dünyasıdır. Onlar, merkezi M eru olan
bir lotus teşkil ederler ve uzaydaki yedi bölgeye doğru yöneliktirler.**
Demek ki, M eru ’nun herbir dvİpa’ya dönük bir yüzü vardır. Şayet bu

10. K u zey ’e S an sk ritçe’de Uîtara d en m ek ted ir, yani en yüksek bölge an lam ın ­
d a ; G ü n ey ’e ise, sağdaki bölge an lam ın d a Dak^İna denir, yani yüzün D o-
ğu ’ ya çevirilm esi İle sağda olan bölge an lam ın dad ır. U ttarayana İse, G ü­
n eş’ in yükselerek K uzey’e d oğ ru İcat etriği yürüyüş an lam ın dad ır ve bu d u ­
ru m kış g ün dön üm ü ile başlar ve yaz gü n d ö n ü m ü ile b itm ek ted ir; Dak^ina-
y a n a ise, G ün eş’in G ü n ey ’e d oğru aşağıya d o ğ ru inişi an lam ın d ad ır ve yaz
gü n d ö n ü m ü n d e başlar ve kış gü n d ö n ü m ü n d e biter.
11. H İnd sem bolizm indeki (bizzat Budizm ’in ‘yedi adım ’ efsanesinde koruduğu
gibi) uzaydaki yedi bölge, d ört asıl yön ile birlikte Z en it, N adir ve m erkezin
kendisi. Bu rad a, bu temsilin üç boyutlu bir çarpı işareti şeklini aldığını belir­
tilebilir (m erkezden itibaren birbirinin zıddı altı y ön). Aynı şekilde, Kabbaİa
sem bolizm indeki ‘Kutsal S aray ’ veya ‘İç S aray ’ da altı yönün m erkezinde yer
alm ak tad ır ki, kendisi ile birlikte yedi olur. Bir de, ‘İskenderiyeli C lem en t di­
y o r ki: ‘Tanım lan anm am ış boyutlar, ‘A lem ’in Kalbi’ olan Tanrı’d an hareket­
te biri yukarı, biri aşağıya, bir diğeri sağa, diğer biri sola, bir diğeri öne ve ni­
h ayet bir başkası da arkaya doğru yönelirler. D aim a aynı olan bir sayıya ba­
kar gibi bakışlarını bu altı boyuta y ön elterek dünyayı tam am lar; o , her şeyin
başlangıcı ve sonudur (alfa ve o m eg a), zam anın altı saflıası onda tam am lanır,
ve tam m lan am ayan boyudarm ı yine ondan alırlar; işte, 7 sayısının sırrı b ura­
d a d ır’ (ahncı yapılan kaynak içİn bkz.; P. Vuillaud, la K abbale juive, c . l ,
ss.2 1 5 - 2 1 6 ) . Bütün bunlar, başlangıçtaki nokranın mekân ve zam andaki g e­
lişimi ile bağlantılıdır; uzayın altı yönü ne tekabül eden zam anın altı saflıası,
ain çevrim sel dönem i oluşturur ki, bu da d aha genel bir dönem in alt bölü­
m ü d ü r ki, bazen sembolik olarak ain bin yıl şeklinde temsil edilir. Bunlar,
Tekvin’deki (Yaratılış) İlk altı gününe de tekabül etm ek ted ir ki, yedinci gün
olan Şabbat günü yeniden Ilke’ye yani m erkeze dönüş evresidir. Böylece ye­
di d ön em vard ır ki, bunların her birine yedi dvipanm tezahürü nispet edile­
bilir. Şayet, bu dönem lerden her biri bir M an v an tara ise, Kalpa bütün olarak
iki dizi yedili içerir. Anlaşılacağı ü zere, farklı b oyutlara gÖre çevrim sel d ö ­
n em ler kullanılarak aynı sem bolizm farklı m ertebelere uygulanabilir.
‘L U Z ’ YA DA Ö L Ü M SÜ Z L Ü K İK A M ETG Â H I * 5 7

yüzlerden herbiri, göidcuşağmdaki bir renge sahip iseler,*^ bu yedi


rengin sentezi beyaz renktir ki, bu renk her yerde yüce manevî otori-
reye nispet edilmektedir.'^ Bu renk, aynı zamanda bizzat M etu ’nun
da rengidir (ileride onun ‘beyaz dağ’ olarak da İsimlendirildiğini gö­
receğiz). Oysa diğer renkleri, farklı dvipaİara nispetle görünen yönle­
ridir. Öyle anlaşılıyor ki, her bir dvipanın tezahür dönemine göre M e­
ru’nun farklı bir pozisyonu söz konusudur. Ancak, gerçekte o değiş­
mezdir; çünkü o merkezdir; ve, bir çağdan diğerine göre değişen şey,
M eru’ya göre yeryüzünün yönelişidir.
Tekrar İbranice bir kelime olan h ı f a dönelim. Bu kelimenin fark­
lı anlam lan oldukça ilginçtir: Genellikle bu kelimenin anlamı ‘badem’
(aynı zamanda ‘badem ağacı’dır, yani teşmil kuralına göre hem ağaca
hem de meyvesine aynı isim kullanılmaktadır) veya ‘çeİdrdek’ anlamı­
na gelmektedir. Oysa çekirdek, en içte olan ve en çok gizli olan şey­
dir, ve tamamen kapalı olandır. ‘Tecavüz edilemez’ olması fikrİ de bu­
radan gelmektedir (bu anlamı Agarttha’da da b u lm a k ta y ız ).L u z ke­
limesi, bedendeki yok edilemeyen bir parça İçin de kullamlmıştır, ve
sembolik olarak çok sert bir kemikle temsil edilir kî, ruh Öldükten
sonra diriliş gününe kadar ona bitişik k a l ı r .N a s ı l ki çekirdek tohu­
mun özünü içeriyor ve kemik de iliği içeriyorsa, bu luz da varlığın ye­
niden inşası için gerekli olan unsurları içerir. Bu inşa faaliyeti ise, ku­
rumuş kemikleri yeniden canlandıracak ‘semavî çiğ’in etkisi İle ger­
çekleşecektir. Aziz Paulus’un şu sözleri de açıkça buna işaret etm ekte­
dir: ‘Çürümede ekilir, çürümezlikte [izzette] kıyam eder.’ '^ Burada da

12. G ökkuşağına d air d ah a ö n c e zikredilen bilgilere bakılabilir. -G e r ç e k te sa­


d ece akı renk vard ır ve h er biri ikişer ikişer birbirini ta m am larlar ki, birbi­
rine ikişer halinde zıt olan alcı y ö n e tekabül ed erler. N asıl ki yedinci bölge
m erkeze tekabül etm ek te idiyse, yedinci renk de beyazın kendisidir.
13. K atolik hiyerarşisinde P ap a’m n beyaz renkli giyinm esi boşuna değildir.
14 . B ad em ağacının Bak ire’ yi tem silen alınm ası bu yüzdendir.
15. B u ra d a , söz konusu Yahudi geleneğinin m u h tem elen Leİbnitz’in daim a bir
beden ile varlığını sürd üren an cak öld ü kten so n ra ‘k ü çü len ’ şeklindeki ‘an i-
m aP a (yani yaşayan varlığa) d air bazı teorilerin e esin kaynağı olduğunu zik­
retm ek ilginç olacaktır.
16. I, K orintosluiara M ek tu p , 1 5 / 4 2 . -B u ra d a k i sö zlerd e, analoji kurallarının
tam bir uygulanm ası v ard ır: ‘Y u k an d a olan aşağıdaki ile aynıdır, ancak rers
y ö n d e d ir’.
5 8 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

her zaman oİduğu gibi ‘İzzet’, üst âlemdeki Şekina ile İrtibatlıdır kİ,
‘semavî çiğ’in de onunla çok yakın bir İlişkisi vardır. Bunu biraz Önce
fark etmiş olabiliriz. Luz, çürümediği içİn, insanda ‘ölümsüzlük çekir-
deği’dir*^ ve ‘ölümsüzlük ikametgâhı’ da yine aym isme sahiptir: Bu­
rada, her iki hâlde de ‘Ölüm M eleği’nin gücü etkisizdir. Bu bir bakı­
ma, ölümsüz olanın yumurtası veya embriyonudur.*** Ayrıca bu, kele­
beğin içerisinden çıktığı krizalit kabuğuna da benzemektedir.*^ Bu
benzetm e, onun gerçekte dirilişteki görevini de açıklamaktadır.
Luz’un yeri, omurganın alr kısmı olarak tespit edilir. Bu çok ilginç
gelebilir, ancak Hİndu geleneğindeki Kundalinî gücü dedikleri şey ile
açıklığa kavuşmaktadır.“** Kundalinî, İnsan varlığında içkin olduğu ka­
bul edilen Şakti’nin bir suretidir.“* Bu kuvvet, kendi etrafında dolan­
mış hâldeki bir yılan İle temsil edİİir ki, burada da omurganın en alt
kısmına tekabül eden organizmanın bir bölgesi söz konusudur. Bu, en
azından normal insanda böyledir. Ancak, hatha-Yoga gibi birtakım uy­
gulamalarla o, ‘üçüncü göze’ yani Şiva’nın alnındaki göze tekabül
eden bölgeye ulaşmak için çeşitli plexusİara tekabül eden ‘tekerler’
(şakralar) veya ‘lotus’e (kamalalar) göre uyanır, açılır ve kalkar. Bu
aşama, ‘ilk durumun’ yeniden elde edilmesini temsil etmektedir. Bu-

17. S an sk rirçe’de akşcıra kelim esi, ‘b ozu lm ayan ’ an lam ın a gelm ektedir, ve bu­
rad an h arek etle de ‘ö lm ey en ’ veya ‘yok edilem eyen ’ an lam ların a gelir; di­
lin ilk unsuru ve tohum u olan h eceyi temsil eder, ve üçlü V eda’yı kendİ için­
de barındırdığı için de evleviyetle O m tek hecelisi için kullanılm aktadır.
18. Farklı bir form altında bunun dengine farklı geleneklerde de rastİanm akta-
dır, özellikle de önem li gelişm iş tarzları ile T ao izm ’de rastlanm akcadır. -B u
y ön ü yle, ‘m ak ro k o zm ik ’ düzeydeki D ünyanın Yu m u rtası’ nm ‘ m ik rokoz-
m ik’ düzeydeki b enzerid ir; zira o , ‘gelecek çev rim ’in (K atolik A m entü-
sü ’ndcki vita venm ri saecu li’si an lam ın da) im k ân lan m içerm ektedir.
19. B u rad a, büyük o ran d a bu benzerlik üzerine kurulu olduğu için P sycbc’ nin
yunan sem bolizm indeki yerine atıfta bulunabiliriz (bkz. Psyche, F. P ro n ’un
h azırladığı).
20. Kundali kelimesi {m ücnn es şekli kıındalini’d ir), halka ya da spiral şeklinde
yuvarlan m ış anlam ına g elm ek ted ir; bu yuvarlan m a şekli, em b riyon hâlini
veya ‘gelİşm em işiiği’ sem bolize etm ek ted ir.
21. Bu çe rçe v e d e , ve belli bir alâka çerçev esin d e, onun m ekânı da kalbin içi gi­
bi kabul ed ilm iştir; H in du Şakci ile İbranî Şekina’sı arasın d a var olan ilişki­
ye d aha ö n ce atıfra bulunm uştuk.
‘L U Z ’ YA DA Ö LÜ M SÜ Z L Ü K İIOVMETGÂHI • 5 9

radan ise, ölümsüzlük hâli dediğimiz şeyi elde eder. Buraya kadar, hâ­
lâ insanlık durumundayızdır. Daha ileriki bir aşamada, Kundalinî baş­
taki taca ulaşır kİ,“ bu son aşama varlığın üst mertebelerinin etkin
olarak feıhedilmesine işaret etmektedir. Bu benzetmeden ortaya çıkan
şey, /wz’un organizmada aşağıya tekabül eden bir mevkide yer alması
ancak ‘düşmüş olan insan’m durumunda söz konusudur. Yeryüzünde­
ki bütün insanlar dikkate alındığında ise, yüce manevî merkezin ‘ye­
raltı dünyasında’ bulunması aym nedenledir.-*

22. B u rad a söz konusu olan B rah m a-ran d h ra veya B rah m a’ nın ağzıdır ki, su-
şu m n a veya ‘ana a r t e r ’in ‘güneş ışını’ ile tem asta bulunduğu n oİaadır. Söz
konusu sem bolizm i bütünüyle L’H o n ım e et so n d en en ir selo n le Vedanta ad­
lı eserde açıkladık.
23. Bü tün b un ların , ço k bilinen şu H e rm e tik cü m len in anlam ı ile ço k yakın
b ir ilişkisi v a rd ır: "visita in ferio ra te rra e, re ctifica n d o in v en ies occtdU tm la-
p id e m , v era n ı ın e d ic in a m ’ ; öyle ki, bu cü m led ek i k elim elerin ilk h arleri
bir ara y a g etirildiğin de V itriolnm kelim esi o rta y a çık m ak tad ır. Başka bir
bakış açısına g ö re ‘felsefe taşı’ aynı z am an d a ‘hakiki he kim lik’d ir, yani
‘u zun yaşam ın iksiri’ dir. -B a z e n , in ferio ra y erin e in terio ra yazılm aktadır,
a n cak genel anlam ı d eğ işm em ek ted ir, ve ‘a lt d ü n yay a’ d aim a açık bir im a
v e r alm ak tad ır.
8
TCALİ YUGA’ D Ö N EM İN D E G İZ LEN EN YÜ CE M ERIŒ Z

erçekten de denildiğine göre Agarrtha her zaman yer altında ol­


mamıştır ve daima bu şekilde kalmaz. Bay Ossendowsky’nin ak­
tardığına göre, öyle bir zaman gelecek ki ‘A garti’deki insanlar bulun­
dukları mağarayı terk ederler ve yeryüzüne çıkarlar.’ ’ Bu merkez, gö­
rünür dünyadan kaybolmadan önce başka bir isme sahipti. Zira
Agarttha, ‘kavranamayan’ veya ‘nüfuz edilemeyen’ {aynı zamanda ‘ih­
lâl edilemeyen’dir; zira orası Salem ’dir yani ‘B an s’ın ikametgâhı’dır)
adı ona uygun düşmezdi. Bay Ossendowski, ‘altı bin yıl önce’ onun
yeraltına çekildiğini belirtm ektedir; oysa bu tarih çok yakın bir nis­
petle tam da, Batılılar’m ‘demir çağ’ dedikleri ve M anvanrtara’nın
taksim ettiği dört çağın sonuncusu olan Kali-Yuga’nın ya da ‘siyah
çağ’ın başlangıcına tekabül etm ektedir.- Buna göre, onun yeniden te­
zahürü aynı dönemin sonu İle aynı olmalıdır.

1. Bu cü m leler, 1 8 9 0 uîrihinde ‘Âlem in H ü k ü m d a n ’ nm N arab anch i m an astı­


rında göründüğünde yapm ış olduğu k ehan etin son cüm leleridir.
2. M a n v a n ta ra ya da M anıı’ nın bir dönem i ki, M aha-Yuga olarak da ad lan dırıl­
m ak tadır, d ö rt aded Yuga’ya ya da alt d ön em e sah ip tir: Krita-Yuga (veya S at-
ya-Yuga), Treta-Yıiga, D vapara-Yuga ve Kaİİ-Yuga’dır ki, bunlar Antik Yunan-
6 2 • Â L EM İN HÜK ÜM D ARI

Daha önceki satırlarda, bürün gelenekler tarafından imada bulu­


nulan kaybolan bir şeyin olduğuna ve bunların farklı sembollerle tem­
sil edildiğine işaret etmiştik. Şayet bu, yeryüzündeki bütün insanlığı
içine alacak şekilde genelleştirilerek ele alınacak olursa, bunların tam
da Kali-Yuga’ıım şartları ile uyuşruğu görülmektedir. Buna göre, için­
de bulunduğumuz dönem karanlık ve kargaşa dönemidir.* Bu döne­
min özelliği gereğince, söz konusu dönem boyunca inisyatik bilgi giz­
lenmiş olmalıdır. ‘Tarihî’ dİye nitelendirilen antikitedeki (oysa bu ta­
rih söz konusu dönemin başına kadar bile ulaşmamaktadır^ ‘Sırlar’ın
(Mystères) ve bütün halklarda var olan gizli örgütlerin sahip oldukla­
rı bu özellikleri bu durumdan kaynaklanmaktadır: Bu örgütler, haki­
ki bir geleneksel doktrinin hâlâ mevcut olduğu her yerde etkin bir
inisyasyon sunmaktadırlar. Ancak, şayet bu doktrinin ruhu sadece za­
hirî temsillerden İbaret olan sembollere hayat vermeyi keserse, hu du­
rumda söz konusu organizasyonlar sadece birer gölge mesabesinde et­
kin olabilirler. Bu ise, birçok nedenden ötürü, dünyanın 'manevî mer­
kezi ile her türlü bilinçli ilişkinin kesilmiş olması nedeniyledir. Bu da,
geleneğin kaybedilmesinin en hususî anlamıdir. Bu durum özellikle,

Lârindeki sırasıyla ‘altın çağ ’, ‘güm üş çağ ’, ‘tu n ç c a ğ ’ ve ‘dem ir ça ğ ’a tekabül


etm ektedir. Bu d ön em lerin peg peşe gelm elerind e, bir çeşit git gide m addî­
leşme söz k on usud ur ki, bu da İlke’den uzaklaşm anın bir son ucu du r. Bu du­
ru m , ‘ilk d u ru m ’dan itibaren maddî alem de çevrim sel tezahü rü n gelişimine
zoru nlu olarak eşlik etm ektedir.
3. Bu çağın başlangıcı, Kicab-ı M u kad des sem bolizm inde Babil Kulesi vc ‘dille­
rin k arışm ası’ ile temsil edilm ektedir. Ç o k m antıldı o larak cen n etten düşüş
ve tufanın ilk İki çağın bitişine tekabül ettiğini düşünebiliriz. A ncak, gerçek ­
te, İb ran î geleneğinin başlangıç noktası ıM anvantara’nın başlangıcına tekabül
etm ez. U ntırnıam ak gerek ir ki, çevrim sel çağ lar farklı d üzlem lerd e uygııiana-
b ilm ektedir ki, bu d ön em lerin süreleri birbirinden farklı olab ilir; öyle kİ, ba­
zen birbirine çegmİş vaziyette de bulunabilirler ki, bu ilk bakışta içinden çı­
kılam az gibi görü nse de birtakım karm aşıklıklar arz edebilir. Bu mesele ise,
an cak m ütekabil geleneksel m erkezlerin hiyerarşik ast-ü st düzeni dikkate alı­
n arak çözülebilm e im kânına sahiptir.
4. H ristiy an lık ön cesi V I. yüzyıldan ö n cek i d ö n em le ilgili o lay larla ilgili
ta rih çilerin kesin bir tarih î k ro n o lo ji o rta y a k o y m aların ın h em en h em en
im kânsızlığı k on u su n a g erek tiğ i gibi d ik katin çek ilm ed iği h er hâlde
sö y len em ez.
‘lOVLİ VUGA’ D ÖNEıVİİNDE G İZ L E N E N Y Ü C E M E R K E Z * 6 3

yüce merkezle doğrudan ve etkin bir ilişki içerisinde olmayı kesen şu


ye da bu tali merkezlerle alâkalıdır.
D em ek ki biz burada, daha önce de belirttiğim iz gibi, gerçekten
kaybolan bİr şeyden çok, gizlenmiş bir şeyden bahsetmemiz gerek­
mektedir. Z ira o, herkes için kaybolm am ıştır; çünkü ona hâlâ bütü­
nüyle sahip olanlar mevcuttur. Durum böyle olunca, başkalarının da
bunu bulma İmkânı vardır, yerer ki gereği gibİ araştırmasını bilsin­
ler. Yani, niyetleri öyle bir şekilde yönelm eli ki, ‘karşılıklı etki ve
tepkiler’ kanunu gereğince-* uyandıracağı uyumlu titreşim ler saye­
sinde onları yüce merkez ile etkin manevî bir iletişime sokabilir.**
Zaten, geleneksel form ların tam am ında niyetin yönelişinin sembolik
bir temsili vardır. Burada, ayin anlam ındaki bir yönelişten (orienta-
tion riruelle) bahsetmekteyiz: G erçekten de bu yönelişte hakikî bir
manevî m erkeze doğru bir yöneliş olur ki, bu her ne olursa olsun da­
ima ‘Âlemin A-lerkezi’nin gerçek bir suretidir.*' Ancak, Kalİ-Yuga’da
ilerledikçe, git gide kapanan ve gizlenen merkezle birleşme daha da
zorlaşmakta, aynı zamanda zahirî birer temsilleri olan tali m erkezler
de zaman geçtikçe daha da nadir bulunmaktadır.*’ Oysa bu dönem
bittiğinde, geleneğin tekrar yeniden bütünüyle tecelli etmesi gerek­
mektedir. Z ira, bir öncekinin bitim iyle başlayan her M anvantara,

5. Bu ifade T aoist d ok trind en ö d ü n ç alın m ıştır; d iğer yand an, biz b urada A rap ­
ç a ’da tam karşılığı ‘en -n iy y et’ olan kelim enin tam karşılığı an lam ın da ‘n iyet’
(in ten tio n ) kelim esini kullanm aktayız ki, genellikle bu şekilde tercü m e e t ­
m ekteyiz. Z a te n bu te rcü m e, kelim enin L âtin ce etim olojisine de uygunluk
arz etm e k te d ir (in-ten de re ’den, bir yere d oğ ru yö n elm e [rendre]).
6. Bu söylediklerim iz, Incil’deki şu ifadeleri tam o larak teixu m e erm em ize im ­
kân v e rm e k te d ir: ‘A tayın , b ulacaksınız; isteyin, elde ed ersiniz; vurun ve ka­
pı size a çıla ca k tır.’ -B u ra d a tabiî o larak , d ah a ö n ce ‘doğru n iyet’ ve ‘iyi ni­
y e t’ ile ilgili yapm ış olduğum uz açık lam alara g ö n d erm ed e bulunm ak g erek ­
m ek tedir. Z ira , buradan h areketle şu form ü lü n açıldam asım zahm etsizce el­
de edebiliriz: Pax in terra h o ın in ib ns b o n a e voluntatis.
7. İslâm ’da bu yönelm e (kıble), bir bakım a niyetin m addîleşm esidir. H ristiyan
kiliselerinin y ö n leri ise, ço k farklı bir d u ru m d u r ve esas itibanyia aynı fikre
dayan m ak tadır.
8. B u rad a tabi ki söz konusu olan sad ece nİsbî bİr tezahü rd ür, zira bu tali m e r­
kezlerin bizzat kendileri aşağı-yukarı Kali-Yuga’ dan itibaren kesin bir şekilde
kapalıdır.
64 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

ayni zamanda yeryüzü İnsanlığı için ‘ilk hâle geri dönüşü’ zorunlu
kılmaktadır.**
Avrupa’da, düzenli organizasyonlar vasıtasıyla merkezle kurul­
muş olan bilinçli ilişkilerin tamamı günümüz itibarıyla kopmuş vazi­
yettedir. Bu durum, birçok asırdan berİ böyledir. Zaten bu kopuş, bİr
anda gerçekleşmiş olmayıp peş peşe gelen birçok evreden sonra ol­
muştur.*** Bu evrelerin ilki 15. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Baş­
ka bir yerde şövalye tarikatlerine İlişkin belirtmiş olduğumuz şeyler­
den de anlaşılacağı üzere, onların başlıca rollerinden biri de Doğu ile
Batı arasında iletişim sağlamaktır. Bu iletişimin gerçek boyutu ise, bu­
rada söz konusu edilen merkezin en azından ‘tarihsel’ dediğimiz dö­
nemlerde daima Doğu’da olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Bu arada;
Tapmak Tarikati ya da daha sonraları alacağı isimle Gülhaççılık, bu
iletişimin devamını sağlamaya devam etmiştir; ancak bu durum daha
sonraları biraz daha belirginsizleşmiştir.** Rönesans ve Reform , yeni
bir kritik döneme işaret etmişlerdir. Nihayet, Saint-Yves’in belirttiği­
ne göre tam kopma, Otuz Yıl Savaşlan’na son veren 1 6 4 8 ’deki West-
falya Anlaşmaları ile aynı tarihe rastlamaktadır. Oysa, çok ilginçtir ki
birçok müellif tam da Otuz Yıl Savaşlan’ndan sonra gerçek Gülhaççı-
lar’m Asya’ya çekilm ek üzere Avrupa’yı terk ettiklerini belirtm ekte­
dirler. Bu konu ile ilgili şunu da hatırlatmak isteriz ki, Agarttha’nın en
içteki çemberde yer alan mensuplan gİbi Güihaç M üntesipleri’nin
adedi de 12 idi. Nitekim bu durum, söz konusu yüce merkezin sure­
tinde teşkil edilmiş olan manevî merkezlerin tamamında ortaktır.
Bu son evreden itibaren, etkin inisyatik bilginin deposuna hiçbir
Batı organizasyonu gerçekten sahip olamamıştır. H atta Swedenborg,
‘Kaybedilen Kelâm ı’n artık Tibet ve Tatarisran bilgeleri arasında aran-

9. B u rad a söz konusu olan, biten çevrim sel d ön em e nispetle sem avî Kudüs’ün
tezah ü rü d ü r ki, b aşlayacak olan d ön em e göre ise yeryüzü cen n eti ile aym
şey d ir; bunu daha ö n ce IJE soîerisin e de D a n te 'd e açıklam ıştık.
10. Aynı şekilde, daha geniş bir bakış açısına g ö re, b urada İlk m erkezden uzak­
laşm ada insanlık için d ereceler m evcu ttu r. İşte, faklı Y u ga’ların ayrım ı da bu
d e re ce le re tekabül etm ektedir.
11. Y ine aynı kon ud a, tek rar L’E so terism e d e D a n ie adlı çalışm am ıza g ö n d er­
m ed e bulunm ak m ecbu riyetind e İcalacağım ; zira b u rad a, bu iddiayı d oğ ru ­
layacak bütün tespitlerde bulunduk.
‘KiVLİ n iG A ’ D Ö N E M İN D E G İZ L E N E N Y Ü C E M E R K E Z • 6 5

ması gerektiğini açıklamıştır. Diğer yandan, Anne-Catherİne Emme­


rich ‘Peygamberler Dağı’ diye adlandırdığı we aynı bölgelerde yer al­
dığım belirttiği gizemli bir yere dair bir müşahedeye (vision) nail ol­
muştur. Buna ayrıca, Bayan Blavatsky’nin bu konu ile ilgili olarak,
gerçek anlamına hiçbir zaman vakıf olamadığı, çok dağınık birtakım
bilgilere sahip olduğunu da eklemeliyiz. Ondaki ‘Büyük Beyaz Loca’
fikrine de bu sebep olmuştur ki biz bunu, Agarttha’nın değil bir sure­
ti, olsa olsa bir karikatürü olarak isim lendİrebiliriz.’-

12. B u rad a yaptığım ız tespitleri anlayanlar, bizim n ed en bugün B a tfd a gün yü ­


zü ne çıkan b irço k sözde-inisyatik k uruluşları dikkate alm am ızın im kânsız
o lduğunu da a n larlar; B unlardan hiçbirisi, sıkı bir İm tihana tâbi tutuldu­
ğ u n d a, en ufak bir ‘düzenlilik’ (régu larité) ispatında bulunam azlar.
9
‘ONFALOS’ VE BETiLLER

ay Ossendovvsky’nin naklettiğine göre, ‘Âlemin Hükümdarı’


Hindistan ve Siam ’da eskiden birçok defa görünmüş ve ‘bir oğ­
lağın üzerinde oturm ak suretiyle elindeki altın bir elm a ile halkı tak­
dis etm iş’. Ö zellikle bu detay bilgi, Saint-Yves’in ‘Oğlak ve Boğa
Ç evrim i’ ile ilgili söyledikleri ile mukayese edildiğinde daha da
önem kazanmaktadır.* Ç ok daha ilginç olan diğer bir yön ise, yer­
yüzü cennetindeki dört nehire tekabül eden dört adet nehirin üze­
rinden aktığı bir dağın üstündeki Oğlak ile ilgili Hristiyan semboliz-

1. B u rad a, Vedik Agni ile Kuzu sem bolü arasındaki ilişkiye d air daha önce yap ­
mış old u ğu m u z imayı b urada h atırlatm ak isteriz {L E so terisın e d e D a n te,
1 9 5 7 baskısı, s s .6 9 - 7 0 ) ; U H o m m e et so n d e v e n ir selo n le Vedanta, s.43)-,
H in d istan ’da K oç, A gni’nin taşım a vasıtasını tem sil etm ektedir. -D iğ e r yan­
d an , Bay Ossendo\vski b irçok kez R am a küirünün hâlâ M o ğ o lisran ’da v ar ol­
duğun a işaret erm ektedir. D em ek ki b u rad a, b irço k oryantalistin dediğinin
aksine, B udizm ’den farklı bir şey söz konusu. D iğer yand an bize aktarıldığı­
na g ö re , ‘R am Ç evrim i’nin h atıralarının hâlâ K am b o çy a’da varm ış. Bu bilgi-
İBl'“bize o k ad ar olağanüstü geldi ki, bunu b u rad a ak tarm ayı d üşünm edik;
b urada bunu sad ece bir h atırlatm a babından ak tarm ış o lu yoru z.
6 8 . Â L E M İN H Ü K Ü M D A R !

minde sayısız tem siller vardır.- Oysa bİz, KalbYuga’nın başlamasın­


dan Önce A garttha’nın başka bir adı olduğunu belirtmiştik. 3u isİm,
Paradesha’dır ve Sanskritçe’de ‘Yüce Uzakhk’tır ve bazen de ‘Âlemin
K albi’ diye de İsimlendİrilmektedir ki bu durum tam da manevî m er­
keze tekabül eder. İşte, Kildaniler’in Pardes ve Barılılar’m da Paradi
(Cennet) olarak telaffuz ettikleri kelim enin kökeni bu isimdir. Bu
kelimenin gerçek anlamı da budur. Bu ise, bizim daha önceleri, bu­
rada söz konusu edilen şey ile şu ya da bu şekilde İbranî Kabbala-
sı’ndaki Pardes’in aynı şey olduğunu belirtm em izin daha iyi anlaşıl­
masını sağlayacaktır.
Diğer yandan, ‘Kutup’ sembolizmine dair daha Önceki açıklama­
larımıza da atıfta bulunmak suretiyle, yeryüzü cennetindeki dağ ile
hemen hemen bütün geleneklerde çeşitli suretler altında mevcut olan
‘kutup dağı’nın aynı şey olduğunu fark etm ek daha da kolay olm ak­
tadır: Burada daha önceleri zikrettiğimiz H indular’daki M eru’yu,
Persler’deki A lborj’u, batıdaki Graal efsanesindeki M ontsalvat’ı, ayrı­
ca Araplar’daki K af Dağı’nı^ ve her'ne kadar uzaktan da olsa Yunan-
lılar’daki OHmpus dağını hatırlatabiliriz. Bunlardaki ortak özellik,
yeryüzü cennetinde olduğu gİbi, sıradan insanların uİaşamıyacağı ve
bazı çevrimsel evrelerin sonunda insanlığın tamamım etkileyerek al­
tüst eden yıkımlardan ırak bir yerde bulunmalarıdır. Bu bölge gerçek­
ten de ‘yüce uzaklık’radtr; hatta bazı Veda ve Avesta metinlerinde bu
yer başlangıçta kutupta yer almakta idİ, nitekim kavramın kelime an­
lamı da budur. İnsanlığın yeryüzü tarihindeki farklı evrelerinden han­
gisinde bulunursa bulunsun, o sem bolik anlamda daima kutupta yer
almaktadır. Zira o, esas itibarıyla her şeyin etrafında devrimini ta­
mamladığı sabit mihver ile temsİİ edilmektedir.

2. B u ra d a , Y u h an n a’nın Vahyi kitabında b ahsedilen yedi m ühürle kapatılm ış


oİan kitabın üzerindeki Kuzu tem sillerini h atırlatm ış olalım ; T ib et Lam aizm i
de aynı şekilde gizem li yedi m ü h re sahiptir, ve biz bunun ço k tesadüfi bir şey
o ld u ğu n a inanm ıyoruz.
3. K af D ağı ile ilgili olarak, ona ‘ne yerd en ne de denizden u laşılam ayacağı’ ak ­
tarılm a k ta d ır {la b i ’l-berri ue la bPl~bahri-, ay rıca d aha ö n ce M o n tsaiv at ile
ilgili o la ra k sö ylen en lere bakınız); bunun dışında bir de ‘ Evliya D ağı’ {C eb el
el-E vIiya) diye de bir ismi vard ır ki, A n n e-C ath erin e E m m erich ’ in ‘ Peygam ­
b erler D a ğ ı’ İle bir yakınlık kurulabilir.
‘O N FA LO S’ V E BET ÍLLER ■ 6 9

N itekim dağ, Kali-Yuga’dan önceki ‘Âlemin M erkezi’ni temsil et­


mektedir. Yani, bu dönemlerde bir şekilde zahirdi ve henüz daha ye­
raltında değildi. Yani, yerleşik düzenin bir çeşit altüst olmasına sebep
olacak özel şartların ortaya çıktığı karanlık çağın dışındaki normal
durum diyebileceğimiz bir durumda idi. Ayrıca şunu da eklemek ge­
rekir ki, çevrimsel kanunlara ilişkin durumların yanında dağ ve mağa­
ra sembollerinin her birinin bir varlık nedeni vardır; ve bunların her
ikisinin birbirini tamamlayıcı bir özellikleri vardır.‘* Dahası mağara,
bizzat söz konusu dağın içerisinde ya da hemen onun altında olarak
düşünülebilir.
Antik geleneklerde, ‘Âlemin M erkezi’ni temsil eden daha başka
semboller de vardır. Bunlar içerisinde belki de en Önemlilerden bir ta­
nesi de Onfaîos’tur (Omphalos) kİ, bu hemen hemen bütün halklarda
bulunur.'^ Yunanca bir kelime olan ‘onfalos’, ‘om bilik’ anlamına gel­
mektedir ve aynı zamanda ‘merkez olan’ hatta özellikle de tekerleğin
merkezi anlamına da gelir. Sanskritçe’de nabbi kelimesi bu tür farklı­
lıklara sahiptir; ayrıca Kelt ve Cermen dillerinde aynı kökten türeyen
nab ve nav formlarında kelimeler de mevcuttur.^ Diğer yandan, Gî7-
lua (gallois) dilinde nav veya n af kelimeleri, ‘başkan’ anlamına sahip­
tirler ve Tanrı için bile kullanılır. Demek ki burada, merkezî İlke fik-

4. Bu tam am lam a, birbirinin ters iki farklı yöne bakan iki ü çgend ir ki, bu da
‘S üleym an ’ın M ü h rü ’dür. O , aynı zam n d a m ızrak ve kupaya da benzetilebi­
lir ki bundan ve buna denk başka b irço k sem bolden d aha ö n ce bahsetm iştik.
5. \V -H . R oscher, 1 9 1 3 ’de yayınlanm ış o lan Ompluılos adlı bir eserde, bu k o ­
nuyla alâkalı farklı to p lu m lan içine alan old u k ça külÜyath b ir d ok üm an to p ­
lam ıştır. A ncak, bu sem bolün söz konusu top lu m lan n yeryüzüne ilişkin fikir­
leri ile alâkalı oiduğu şeklinde bir fikre sahip olm akla hara etm iştir. Z ira ona
g ö re , yeryüzünün sathında v ar olan bir m erk ezd ir sÖz konusu olan ki, bu d ü ­
şü nce m eseleyi olabilecek en kaba b ir anlayışla anlam aktır. Çünkü böyle bir
düşü nceye sahip o lm a, sem bolizm in d erin anlam ına ilişkin tam bir ceh alet
so n u cu olabilir. -B u n d an sonraki açıklam alarım ızd a, K4. J. L o tlı’ım Retnıe
d es E tu d es a}iâemws''c\e (T em m uz-Eyiüi, 1 9 Î 5 ) yayınlanan ‘L O n ıp h a lo s
ch ez les C eltcs' adlı çalışm asından birtakım bilgiler kullanacağız.
6. A lm a n ca ’da n a h e kelimesi m ihver, ve m ıbel kelimesi ise göbek anlam ına gel­
m ek ted ir; ve bu son kelim e de genel o larak m erkez ve o rta anlam ına gel­
m ek tedir. -Y u n a n ca ’daki o m p h a lo s kelimesi ile L âtin ce’deki ıım bilicus keli­
m esi, basit farklıltklaria aynı k ökten türem işlerdir.
7 0 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

ri İfade edilmektedir^ ‘M erkez’ kelimesi zaten çok ayrı bir öneme sa­
hiptir. Zira teker, her yerde rotasını sabit bîr nokta etrafında tamam­
layan Alemin sembolüdür ve bu nedenle de swastika ile mukayese edi­
lebilir bir semboldür. Ancak swastika’da, tezahürü temsil eden çevre
çİzilmemiştir; öyle ki, sanki doğrudan doğruya merkeze dikkat çekil­
mektedir: Swastika, Alemin bİr sureti değildir, aksine o Alem’e nispet­
le İlk e’nin hareketidir.
O nfalos sembolü, sadece belli bir bölgenin merkezine yerleştirile­
bilirdi. Bu bölge, coğrafi bir merkezden çok manevî bîr merkezdir;
bununla beraber bazen her ikisinin bir arada bulunduğu da olm akta­
dır. Ancak, şayet durum bu son belirtilen şekilde olursa, bu noktanın
söz konusu bölgede ikamet edenler için o yerin ‘Âlemin M erkezi’nin
görünür sureti olarak kabul edilmiş olması nedeniyledir; ve aynı za­
manda, bu halka aİr geleneğin, söz konusu halkın zihniyetine ve var­
lık şartlarına en uygun bir form içerisinde, ilk geleneğin bir uyarlama­
sıdır. Genellikle D elf tapmağındaki Onfalos bilinmektedir. Bu mabet,
gerçekten de antik Yunan’ın manevî merkezi idi,** ve bunun doğrulu­
ğunu gösterecek açıklamalar üzerinde fazla durmadan şunu belirtmek
isteriz ki, söz konusu yerde yılda İki defa Anfikryonİar (Amphictyons)
konseyi toplanmakta idi. Bu konsey, H elenik halkların tamamının
temsilcilerinden müteşekkildi ve bu toplantı söz konusu halkların ara­
larındaki yegane erkin bağ idi. Bu bağın gücü, özde geleneksel oluşun­
dan kaynaklanmaktaydı.
O nfalos’nn maddî temsili genelde kutsal bir taş idi ve buna çoğu
zaman ‘betil’ adı verilmekte İdi. Bu isimlendirme ise, ibranice’deki
‘Beyt-El’ yanİ ‘Tann’nın Evi’ kelimesinden başkası değildir. Bu ismi Ya­
kub [(a.s.)], rüyansında Tanrı’nm kendisine reçelli ettiğini gördüğü ye­
re vermiştir: ‘Ve Yakub rüyasından uyanır ve der ki: M uhakkak Tanrı

7. R ig-V ed a’daİci Agni, ‘Yeryüzünün G öb eğ i’ diye isim lendirilm iştir ki, bu da


aynı fikre d ayanm aktadır. Svastika, daha ö n ce de belirttiğim iz gibi, sık sık
A gni’nin bir sem bolü olarak kuUanılır,
8. Y u nan istan ’da başka m erkezler de vard ı, an cak d aha ço k özellikle Eleusis ve
S a m o tra ce gibi S ırriler’ in (M ystères) înİsyasyonuna tahsis edilm işlerdi. O ysa
D elfler, H ellenİk kollektivitesinin tam am ım doğrud an ilgilendiren bir sosya!
role sahipti.
‘O N FA LO S’ V E BETÍLLER • 7 1

bu yerde, ve ben bunu bilmiyordum. Ve Yakub korktu ve dedi: Bu yer


ne kadar da korkutucu! Bu, Tanrı’nın Evi ve göklerin kapılandır. Ve
Yakub sabah erkenden kalkar, ve başına yastık yaptığı taşı alır ve onu
bir sütun gibi diker, ve onun tepesine yağ döker (onu takdis etmek
için). Ve bu yere Beyt-EI adını verir; ancak bu yerin ilk adı Luz idi.’^
Biz, bu Luz kelimesinin anlamını daha önce açıklamıştık. Diğer yan­
dan, Beyt-El’İn yani T a n n ’nm Evİ’ isminin daha sonraları, M esih’in
doğduğu şehir olan ‘Beyrüllahİm’ {Beith-Lehem) yani ‘ekmeğin evi’
adını aldığı da nakledilmektedir.*** Taş ile ekmek arasındaki sembolik
İlişki, üzerinde durmaya değer çok Ügİnç bir noktadır.** Belirtilmesi
gereken diğer bir nokta ise, Beyt-El kelimesinin sadece bir yer için de­
ğil, aynı zamanda bizzat taşın kendisi için de kullanılan bir isim olma­
sıdır: ‘Ve bir sütun gibi diktiğim bu taş, Tann’mn evi olacaktır.’ ** De­
mek kİ, ileride Toplanma Çadırı şeklinde İsimlendirilecek olan açıkça
‘İlâhî mesken’ (mişkan) yani Şekina bu olsa gerektir. Tabi ki, bütün
bunlar bir şekilde ‘manevî etkilem eler’ {berakot) konusu ile irtibatlıdır.
Birçok eski halklar arasında ortak oían ‘Taşlar Kültü’nden bahsedildi­
ğinde, söz konusu kültün (ibadetin) taşlara değil, aksine bu taşların
kendisine ev olduğu Tanrı’ya (Divinité) karşı yapıldığı anlaşılmalıdır.

9. Tekvin, 2 8 / 1 6 - 1 9 .
10. Yine Tekvin kitabında y er alm ak ta olan B ey r-L eh em ile B eyt-E loh inı şekli­
nin ses benzerlikleri zaten farkedilm ektedir.
] 1. ‘Ve ayartıcı gelip on a dedi: E ğer A llah’ın O ğlu isen, söyle, hu taşlar ekm ek
olsun ’ (M a rta , 4 / 3 ; ay rıca bkz.: Luka, 4 /3 ) . Bizim burada b elim ikierim izle
birlikte bu sözlerin gizem li anlam ı v ard ır; M esih ’in buna b enzer bir deği­
şiklik geçirm esi gerek m ek teyd i, an cak bunu ay artıcın ın dediği gibi m addî
an lam da değil m anevî olarak (spiricuel) yapm ası g erek iy o rd u . O ysa m an e­
vî d üzlem , m addî düzlem in bir benzerid ir (an alo gu e), an cak ter.s yönde btr
b enzeridir. K eiâm ’ın tecellisi olarak bizzat M esih , ‘G ökten inmiş olan ek­
m e k tir’ ki, bu yüzden şöyle hir cevap v erilm iştir; ‘İnsan yalnız ekm ekle y a ­
şam az, fakat A llah ’ın ağzından çıkan her sözle y a şa r’. İste Yenİ A hit’ te,
‘T a n n ’ ın evi’ o larak taşın yerini alacak olan bu ek m ek tir; buna ayrıca, İlâhî
h aberlerin (oracles) neden kesildiğini de ekleyebiliriz. Kendisini, tecelli et­
miş K elâm ’ııı ‘e ti’ ile aynileştiren ekm ekle ilgili o larak b urada, İb ranice’de-
ki leh eın ile aynı olan A rap ça’daki Lıhın k elim esinin, ‘ek m ek ’ değil ‘e t’ an ­
lamı taşıdığını burada belirtm ek ilginç o lacak tır.
12. Tekvin, 2 8 /2 2 .
7 2 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R !

O nfalos’u temsil eden taş, Yakub’un diktiği gibi bir sütun şekline
sahip olabilir. N itekim , Kelt halklarında olduğu gibi bazı menhirlerin
bu anlamı taşıdığı muhtemeldir. Delf tapmağında olduğu gibi bu taş­
ların yanında kehanetlerin yapılması, anlaşılacağı üzere söz konusu
Tanrı’nın huzurunda yapılmış gibi kabul edilmekteydi. Zaten, ‘Tan-
n ’nın Evİ’ tabii olarak ‘Dünyanın M erkezi’ ile aynileşmektedir. O nfa­
los, bazen K ibele’nin siyah taşı gibİ, koni veya ovoid [yumurta] şek­
lindeki bir taş ile de temsil edilebilir. Koni, kutsal dağı hatırlatmakta­
dır ki, bu da ‘Kutup’ veya ‘Alemin M İhverİ’nİn sembolüdür. Ovoid
şekline gelince, o da çok önemli bir sembol olan ‘Âlemin Yumurtası’
İle doğrudan İrtibatlıdır.'^ Şunu da eklem ek gerekir ki, şayet Onfalos
genellikle bir taş ile temsil edilmekte ise de, bazen de bir tür ‘tumu-
lus’ olan tertre İle de temsil edilir ki bu kutsal dağın bir surecidir.
M eselâ Ç in’de, her hükümdarlık veya feodal devletin merkezinde es­
kiden ‘beş böİge’den alınmış topraktan yapılmış dörtgen piramit şek­
linde bir tertre dikilirdi: Piramİtin dört yüzünden her biri dört temel
yöne tekabül etm ekteydi; piramitin tepesi ise, bu dört yönün bizzat
merkezini temsİİ etm ekteydi.'“' İlginç olan, bu ‘beş bölge’ ile İrlan­
da’da da karşılaşmaktayız; Öyle ki, buradaki ‘başkanın dikili taşı’ da
aynı şekilde her bölgenin merkezine dikilm işti.'*
Kek ülkeleri içerisinde gerçekten de İrlanda, bizlere söz konusu
O nfalos’a ait birçok bilgi sunmaktadır. İrlanda eskiden beş bölgeye
aynlmiştı ki, bunlardan birinin adı Mİde idi (bu kelime M eath olarak

13. B azen , özellikle de Yım anlıiar’a ait b İrralam o m p h a lo i için bu söylenebilir,


taşın etrafı bir yılanla çevrilm işti; bu aynı yılana Kildani işaret taşlarının te ­
p esinde veya d iplerinde rastlam ak m ü m k ü n d ü r ki, b unlar g erçek ‘betiHer’
olarak d eğerlen d irilm elidirler. Z a te n , ağ aç sem bolizm i gİbİ (başka bir ‘Â le­
min M ih v e ri’ figürüdür) taş sem bolizm i de, genel o larak yılan ile yakın bir
b ağlantı içerisindedir. Bu durum , K eld er’deki ve M ısirlılar’daki y u m u rta fi­
gürü için de geçerlidir. -O n fa îo s ’un tasviri babında ço k güzel bir ö rn ek o la­
rak k erm a ria ‘betili’ zikredilebilir ki, bunun genel o larak tasviri tepesi yu­
varlaklaştırılm ış düzensiz bir koni b içim in d ed ir; ve bunıın yüzlerinden bir
tanesind e svascİka işareti vardır. Bay J . L o th , daha ö n ce zikretm iş old u ğu ­
m uz araştırm asın d a, bu betil ve daha başka birtak ım taşlarla ilgili birtakım
fo to ğ ra fla r da sunm aktadır.
14. Ç in gelen eğin d e 5 rakam ının çok ayrı bir sem bolik anlam ı vardır.
15. J . L orh tarafın dan B reh on Lavvs’dan naklen.
‘O N FA LO S’ VE B E 1İL L E R * 7 3

İngilizce’de hâlâ varlığını sürdürmektedir) ve bu, ‘orta’ anlamına ge­


len eski bir Kelt kelimesi olan m edion’dur ve Lâtince’deki karşılığı
medius’tur.*^ Diğer dört bölgenin birer parçasından meydana getiril­
miş olan bu M ide Hükümdarlığı, yüce İrlanda hükümdanmn bizzat
mekânı idi ve diğer hükümdarlar derece olarak onun altında yer al­
makta idiler.*'^ Ülkenin tam olarak merkezini temsil eden Ushnagh’da
‘Âlemin nonıbrili’ diye isimlendirilen devasa bir taş dikili idi ki, bu ta­
şa ‘parçaların taşı’ (pierre des portions) (aiİna-meeran) da denilirdi.
Zira bu taş, M ide Hükümdarlığı içerisinde kesişen diğer ilk diğer dört
hükümdarlığın ayırıcı çizgilerini belirtmekteydiler. Her yıl mayıs
ayında, tıpkı Druidler’İn yıllık toplantılarına benzer bir şekilde Car-
nucler ülkesinin Galler’deki ‘kutsanmış merkezî yerinde’ (medio-Ia-
non veya medİo-nemeton) bir genel kurul toplanmakta idi. Bunun ay­
rıca, D elf’deki Anfiktiyonlar’ın toplantısı ile de bir benzerliği vardır.
İrlanda’nın dört bölgeye ve merkezdeki yüce başkanın ikamet et­
tiği yer şeklinde ayrılması, oldukça eski geleneklerle irtibatlıdır. G er­
çekten de İrlanda, işte bu nedenle ‘dört üstadın adası’ olarak adlan­
dırılmıştır;*** ancak bu ve ayrıca ‘yeşil ada’ (Erin) şeklindeki isimlen­
dirme, Önceleri daha kuzeydeki bir toprak için kullanılırdı ki, bu yer
şimdi bilinm em ektedir ve belki de kaybolmuştur. Öyie ki, sÖz konu­
su yerin manevî merkezi veya belki de yüce merkezi Ogygie veyahut
Thule idi. Bu ‘dört üstadın adası’nın hatırasına Çin geleneğinde de
rastlanmaktadır, ve öyle görünüyor ki bugüne kadar hiç fark edilm e­
mişti. İşte bunu dile getiren bir Taocu m etin; ‘İm parator Yao çok üzü­
lüyordu, ve ideal olarak iyi yönettiğine inanıyordu. Ancak, (‘gerçek
insanların’ -rchenn-jen- yani ‘ilk aslî durum la’ bütünleşmiş olan in­
sanların yaşadığı) uzaklardaki Kou-chee adasındaki dört üstadı ziya­
ret ettikten sonradır ki, her şeyi birbirine karıştırdığının farkına va­
rır. İdeal olan, kozmik tekeri kendiliğinden döndüren üstün-insanın

16. B u ra d a , Ç in ’in aynı zam an d a ‘O rta ’nın İm p arato rlu ğ u ’ oİaralc adlandtrıldı-
ğı unurnim am alı.
17. M id e hüküm darlığının başşehri T ara id i; o y sa, S an sk ritçe’de tara kelimesi
‘yıldız’ d em ek tir ve özellikle de kutup yıldızı için kullanılır.
18. G enellikle Lârin form u nd a bildiğim iz Aziz P atrice’ in ismi, aslında C o th ra -
ige’d ir ve bu kelime ‘d ördü nü n hizm etçisi’ anlam ın a gelm ektedir.
7 4 • Â L E M İN H ÜK ÜM D ARI

kayıtsızliğıdır'** (yani ‘hareket erm em ek’ şeklindeki davranış olan her


türlü bağdan k u r tu lm a d ır ) .D iğ e r yandan ‘dört üstat’, dört M aha-
raja veya ‘büyük hüküm darlar’ ile de ayniyet arz ermektedir. H int ve
Tibet geleneklerine göre onlar, dört aslî yönde ikamet etm ektedir­
ler.^' Ayrıca bunlar, elem entlere (unsurlara) de tekabül ederler: B e­
şincisi olan ve kutsal dağın tepesinde yani merkezde İkamet eden yü­
ce üstat, bu durumda, dört ana unsurdan hemen sonra gelen ilk un­
surlardan H erm esçiler’deki beşİnci aslı unsur olan (quinta essentia)
Esir’e (Ether / Akasha) tekabül eder.-- Benzer geleneklere O rta Ame­
rika’da da rasdanmaktadır.

19. M erk e z e yerleştirilm iş olan ‘g erçek insan’, eşyanın h arek etine dahil o lm az;
a n cak , g erçek te bu hareketi sad ece varlığı ile y ön etir, zira ‘G öğü n Faaliye­
ti’ o n d a yansım aktadır.
20. T ch oa n g-tscii, k Bolüm ; P.L. W ie g e r’ in tercü m esi ile, s .2 1 3 . -R iv a y e te g ö ­
re , im p a ra to r Yao M .Ö . 2 3 5 6 yılında b ü k üm darhk yapm ış.
21. B u rad a a y rıca, İslâm tasavvufundaki d ö rt Evrad dok triniyle de bir b en zer­
lik kurabiliriz.
22. Svastika gibi çarpı işaretlerinde bu tem ci işaret aynı zam anda bir nokra ile
de tem sil ed ilm ektedir ki, bu da K utup’tur. D örr tem e! yön ile birlikte di­
ğer d ö rt unsur da haçın d ö rt koluna tekabül etm ek ted ir ki, bu da bütün uy­
gulam alarıyla dörtlü nnsurluluğu sem bolize erm ektedir.
M AN EVÎ M ERK EZLERİN
SE M B O L İK İSİM LERİ VE T E M S İL L E R İ

Tice Ülke’ ile ilgili olarak benzer birçok gelenek daha zikredebili­
riz. Onu tanımlamak İçin, Paradesha’dan muhtemelen daha eski
bir isim daha vardır ki o da Tula’dır. Grekler bunu Thule diye çevirmiş­
lerdir. Nitekim biraz Önce de gördüğümüz gibİ, söz konusu bu Thule, il­
kel (prİmitive) ‘dört üstat adası’ ile herhalde aym idİ. Ayrıca belirtmemiz
gerekir ki, bu aynı Tula ismi çok farklı bölgelere isim olarak verilmiştir.
Zira, bugün dahi aynı isme hem Rusya’da hem de Orta Amerika’da rast­
lamaktayız. Bu söz konusu bölgeleri, çok eski zamanlarda, ilk Tula’dan
feyezan etmiş birer manevî merkez olduklarını düşünmek uygun olacak.
Meksika’daki Tula’nın kökeninin Toltekler’e ait olduğu bilinmekte. Ri­
vayete göre bunlar, ‘suların ortasındaki toprak’ anlamındaki AztIan’dan
gelmiş -ki bu aslında Atiantis’den başkası değildir-, ve söz konusu Tula
ismini de asıl memleketlerinden getirmişler. Tula ismini verdikleri mer­
kez muhtemelen bir Ölçüde kaybolan kıtanın yerine geçmişti.’ Ancak,

A zılan veya Tuİa’nm ideografik işareti, beyaz balıkçıldır. Balıkçıl ile leyleğin
Bacı’da oynadığı rol, D oğu ’ da karaleyleğin (ibis) oynadığı rolün aynısıdır ki,
bu kuşların üçü de M esih ’in tasvirleri arasın d a yer alm aktadır. Karaleylek,
M ısırh îa r’da T o t’un sem bollerinden biri idi, yani H ik m ct’in sem bolü.
7 6 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

diğer yandan, Atlantis Tula’sı iİe Hyberboreen Tula’smı birbirinden ayır­


mak gerekir. Zira, günümüzdeki Adanvantara’nın tamamım kapsayacak
şekilde ilk ve yüce merkezi temsil eden gerçekte bu ikinci -hiperboreen-
Tııla’dır. Hakîki ‘kutsal ada’ olan bu idİ. Yukarıda da belirttiğimiz gibİ,
köken itibarıyla onun durumu tamamıyla kutupsal (poİaire) İdi. Aynı an­
lama gelen isimlerle adlandırılmış olan diğer ‘kutsal adaların’ ramamı,
bunun birer suretinden başka birşey değildir. Bu durum, Manvantara’ya
nispetle tali düzeydeki ikincil bir tarihi çevrimi yönlendiren Atlancİs ge­
leneğine ait manevî merkez için de aynen geçerlidir.^
Sanskritçe’de TuÎa kelimesi, ‘terazi’ anlamına gelmekte, ve özellik­
le de bu İsmin tekabül ettiği burç (zodyak) simgesine işaret etmektedir.
Ancak, bir Çin geleneğine göre, semavî terazi aslında ilk önceleri Bü­
yük Ayı imiş.* Bu tespit çok önemli. Zira, Büyük Ayı’ya nispet edilen
sembolizm tabiî olarak doğrudan doğruya Kutup ile de ilgilidir.' Bu
konu üzerinde burada daha fazla duramıyacağız, zira bu ayrı bir araş­
tırmada ele alınmayı gerekli kılmaktadır.* Ayrıca, kutup terazisi ile
burçlar terazisi arasındaki ilişki de ayrıca ele alınmalı. Nitekim burçlar

2. A tlan te geleneği ile H ip erb o reen geleneğinin tam kavuşm a n oktalarının tam
olarak tespiti çok z o rd u r ve bu d u ru m , b irço k karışıklığa m eydan verecek şe­
kilde bazı isim lerin birbirilerinin yerine kullanılm ış olm asıdır. Buna rağm en,
söz konusu sorun tam olarak çö zü lem ez değildir.
3. B üyük Ayı, aynı zam anda ‘Yeşim taşı T erazisi’ diye da ad landırtinıışıır ki, ye-
şim taşı m ükem m ellik sem bolüdür. Başka halklarda Büyük Ayı ile Küçük Ayı,
terazinin iki küfesi o larak kabul edilm iştir. -B u sem bolik terazinin, Sifra di-
T sen in ta’daki (Z o h a r’m ‘Sırlar K itabı’) ile bir irtibatının olm adığı sö y len e­
m ez. B u rad aki terazi, ‘olm ayan bir yerde asılı vaziyette d u rm ak tad ır’, yanİ
‘le ce iii-e tm e m işte ’ ki, bu bizim d ünyam ız için kutup noktası ne ise odu r. Bu
d ün yan ın dengesinin gerçek ten de K utup’ra olduğunu söyleyebiliriz.
4. H in d istan ’da Büyük Ayı, sap ta-rik şa’dır, yani yedi rişi’nin sem bolik evidir.
Bu d urum tabi ki H ip erb oreen gelen ek le uyu şm aktadır; oysa atkuue gelen e­
ğinde Büyük Ayı’ nın bu rolün ü , yine aynı şekilde yedi yıldızdan m üteşekkil
o la n Yedi Kandilli Süreyya (Ü lker) yıldızları üstlenm iştir. Y ıınanlılar’a g ö re
Yedi Kandilli Süreyya takım yıldızlarının A tlas’ ın kızlan olduğu ve bu yüz­
den A tlan tİdeler olarak da adlandırıldıkları zaten bilinm ektedir.
5. B u ra d a , M e ru kelimesi ile m ero s kelimesinin fonetik benzerliğine daİr daba
ö n ce söylediklerim izle bağlantılı o larak , M ısırlılar’da Büyük Ayı’ya Kalça
Takım Yıldızı dendiğini zikretm ek ilginç olacaktır.
M A N E V İ M E R K E Z L E R İN SE M B O LİK İSİM LERİ V E T E M S İL L E R İ • 7 7

terazisi ‘hüküm simgesi’ olarak değerlendirilmektedir. Adalet’in bir


vasfı olarak terazi hakkında söylediklerimiz, Meİki Sedek ile ilgili dü­
şünüldüğünde onun adının yüce manevî merkeze işaret ettiği anlaşılır.
Tula, aynı zamanda ‘beyaz ada’ olarak da bilinmektedir. Daha ön­
ce, bu rengin manevî otoriteye tekabül ettiğini belirtmiştik. Amerika ge­
leneklerinde AztIan’ı temsil eden sembol beyaz dağdır. Ancak, bu tasvir
Öncelikle Hİperboreen Tula ve ‘kutup dağı’ içİn kullanılmaktaydı. Hin­
distan’da, genellikle Kuzey’İn en ücra bölgelerine^ konumlandınİan
‘beyaz ada’ (Shveta-dvipa), ‘Saadetliler İkametgâhı’ olarak kabul edilir
ki bu da onu ‘Yaşayanlar Ülkesi’ ile açıkça aynı şey olduğunu göster­
mektedir.* Ancak burada bir istisna var: Kelt gelenekleri ‘Azizler adası’
veya ‘Saadetliler adası’ olarak özellikle ‘yeşil ada’dan bahsetmektedir.^
Ancak, bu adanın ortasında bİr ‘beyaz dağ’ yükselmektedir ki, bu dağın
hiçbir tufan tarafından sular altında bırakılmadığı rivayet edilir.^ Bu da­
ğın tepesi ise, ‘lâl’ {erguvan kırmızısı) rengindedir.*** ‘Güneş’in dağı’ di­
ye de adlandırılan bu dağ, Meru dağının aynısıdır: Zira Meru Dağı da
‘beyaz dağ’dır ve denizin ortasında yer aldığı için de etrafı yeşil bir ku­
şakla çevrilidir.** Tepesinde ise üçgen ışık parlamaktadır.

6. Şveta-dvipa, Jam b u -d v ip a’nm onsekiz alt b ölm elerinden birine verilen isimdir.
7. Bu, aym zam an d a bize, Batı antikitesindeki ‘Talihliler A dalarını (lies F o rtu n é ­
es) h atırlatm ak tad ır; ancak bu ad alar B a n ’d a y e r alm ak ta idi (‘H esperides
b ahçeleri’ : Y u nan ca’da hesper, L âtin ce’de vesp er kelim eleri karanlık, yani B a­
tı dem ek tir) ki, bu da A tlante kökenli bir geleneğin olduğuna işaret etm ek te­
d ir; diğer yandan bu, T ibet geleneğindeki ‘Batı Sem ası’nı da hatırlatm aktadır.
8. ‘A zizler A dası’ ism i, Y eşil A da’ ismi gibi d ah a so n raları İrlanda için kullanılş-
m ışnr, h a tta bazen İngiltere için bile kullanılm ıştır, -b u ra d a aynı anlam ı ta ­
şıyan H eligolan d Adası ism ine de işaret etm iş olalım .
9. Yeryüzü C en neti ile ilgili benzer diğer geleneklere d aha Önce atıfta bulunmuş­
tuk. -D ışta pek konuşulm asa da, İslam tasavvufunda ‘yeşil ad a’ (ei-ceziretü ’l-
hadra) ve ‘beyaz d ağ’ (el-cebelü’l-ebyaz) sem bolleri ço k iyi bilinmektedir.
10. B u rad a, d aha Önce L’E so terism e d e D a tıte’d e bahsettiğim iz üç H erm etik renk
ile k arşılaşm aktayız: yeşİl, beyaz, kırm ızı.
11. D iğer yand an, bazen gökkuşağı renklerine sahİp kayış söz konusu olabilir ki,
bu da İris’in b aşörtüsü ile benzerlik arz ed eb ilir; Saint-Yves, M ission d e l ’In-
i/e adlı eserin de atıfta b u lu n m ak tad ır; aynı şey A n n e-C ath erin e E m m erich ’in
keşflerinde (visions) de m evcu ttu r. -G ö k k u şa ğ ı sembolizm.i ve d vip a’Jar ile
ilgili o larak d aha ö n ce söylediklerim ize bakılabilir.
7 8 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R İ

‘Beyaz ada’ gekiinde tanımlanan manevf merkezlere (tekrar ha­


tırlatacak olursak, bu isimlendirme gerçekte öncelikli ölarak bu ismi
kullanmaya lâyık olan yüce merkez için değil, aynı zamanda tali sevi­
yedeki merkezler İçin de kullanılmıştır), her türlü beyaz fikrini ifade
eden yerler, bölgeler veya şehirlerin isimleri de eklenmelidir. Bunu
ifade eden birçok sayıda yer vardır: Albion’dan Albanİe (Arnavut­
luk)’ye, oradan Rom a’nm merkezî şehrini teşkil eden Albe la Lon-
gue’a ve aynı isimleri taşıyan antik şehirleri de dahil ederek,*“ Grek-
ler’de, Argos şehrinin ismi aynı anlamı taşımaktadır.*^ Bu vakıaların
nedeni ise, ileride yapacağımız açıklamalarla daha iyi anlaşılacaktır.
M anevî m erkezin, ‘kutsal dağ’ı da içeren bir ada olarak temsil
edilmesine dair bir tespitte daha bulunm ak gerekmektedir. Zİra,
böyle bir merkez gerçekten var olmuş olabileceği gibi (her ne kadar
bütün ‘Kusal Topraklar’ ada olmasa da), bunun bir sem bolik anlamı
da olmalıdır. Tarihî vakıaların bizzat kendileri dahi -k i, özellikle bu­
na kutsal tarihle ilgili olanlar dahildir-, gerçekte yüksek mertebelere
ait birtakım hakikatleri kendilerine göre yonılam aktadırlar. Bu da
sembolizm in bizzat tem eli olan m ütekabiliyet kanunu nedeniyledir
ki, bu bütün âlem leri bütüncül ve evrensel bİr uyumda birleştirm ek­
tedir. Burada söz konusu olan temsilin çağrıştırdığı fikir, ‘istikrarlı-
lık’tır ki, biz bunu daha önce Kutup’un bir Özelliği olarak zikretmİş-

12. ‘B eyaz’ an lam ın a gelen L âtin ce’deki a lbu s kelim esi, aym an lam a sahip olan
İb ran İce’deki hıban kelimesi ile bir yalanlık arz e tm ek ted ir ki, kelimenin
m iiennes hali olan L cb a n a ise Ay için k ullanılm aktadır. L âtin ce’de Lıına,
aym zam an d a hem ‘b eyaz’ hem de ‘p arlak ’ an lam ların a gelebilir ki, birbiri­
ne yakın fikirleri ifade etm ek ted irler.
13. Bir sıfat olan a rgos (beyaz) kelimesi ile şehrin ismi olan kelim e arasında sa­
d ece bir telaffuz farkı v ard ır; şehrin ismi ne m ü zek ker ne de m üennestir
(n eu tre), an cak aynı kelimenin m üzekker halİ A rg u stu r. B urada a y n ca A r­
go gem isi hatırlanab ilir (zaten bunun da A rgus tarafın d an İnşa edildiği ka­
bul edilir ki, direği D od o n e orm anınd ak i m eşeden y ap ılm ıştır); bu son du­
rum daki kullanım da kelim e aynı zam anda ‘hızh’ an lam ın a da gelebilir; hız,
ışığın bir vasfı o larak g örü lm ek ted ir (özellikle de şim şeğin), an cak ilk an la­
mı ‘beyazlık’rır, tali anlam ı ise ‘parlaklık’ m anasına gelm ektedir. -A yn ı ke­
lim eden güm üş kelimesi de türem ek ted İr ki, rengi beyazd ır ve sem bolik
o larak Ay’a tekabül etm ek ted ir; L âtin ce’deki a rg e n îm n ile Y u n an ca’daki ar-
gııro s kelimesi g ö rü n ü rd e aym kök sahip kelim elerdir.
N'L\NEVİ M E R K E Z L E R İN SE M B O L İK İSİM LERİ V E T EM S İL L E R İ • 7 9

tik: Ada, sulann sürekli çalkannlan arasmda daima değişmezliğini


korum aktadır. Buradaki çalkantı, dı§ dünyanın bir tasviridir. ‘Sela­
met D ağı’na, ‘Barış M abedi’ne ulaşmak için İse, ‘hırslar denizini’ aş­
mak gerek m ek ted ir."

14. ‘H ırsla r (passions) denizini geçen Yogi, H u zu r ile birleşm iştir ve ‘B en ’ligine
(Soi) bütünüyle sahip o lm u ştu r’ elem ektedir Ş an k araçary a (A tm a-B od h a).
B u rad a zikredilen ‘h ırslar’ kelim esi, ‘su retler akım ını’ oluşturan her türlü
geçici ve arızî değişiklikleri belirtm ek için kullanılm ıştır: B urada söz k on u ­
su Oİan, bütün geleneklerin o rtak sem bolizm i İle söylenecek olursa ‘aşağı
âlem deki su la r’ alanıdır. Bu yüzdendir ki, ‘Büyük B arış’ın fethi sık sık d e­
nizde gem inin yüzmesi ile tem sil edilm iştir (K atolik sem bolizm inde tek n e­
nin kiliseyi temsil etmesinin neden lerin den birisi de b ud ur); bazen savaş ile
de temsil edilir ki, B agavai-G ita bu an lam da yoru m lanab ilir ki, Islâm d o k t­
rinindeki ‘kutsal savaş’ (cihad) teorisini de bu bakış açısına g ö te anlayabili­
riz. -B u n a ek o ia ra k ; ‘sularda y ü rü m ek ’, su ret ve değişim (tahavvüi) âlem i­
ne hakim iyeti sem bolize etm ek ted ir: V işnu, N a rayan a olarak yani ‘suların
üstünde y ü rü y en ’ diye de çağ ın lm ak tad ır. B u rad a, İncil ile b ir benzerlik o r ­
taya çık m ak tad ır ki, M esih ’in de suların ü stü nd e yürüdüğünü g ö rm ek tey iz.
M A N EV Î M E R K E Z L E R İN K O N U M LA RIN IN T E SP İT İ

aha önce belirttiklerimiz .arasında ‘yüce bölge’nin konumunun


tespiti meselesini hemen hemen ranmamıyla hiç ele almadık. Çok
çetrefil bir konu. Zaten, bulunduğumuz konum itibarıyla de ra!i bir
mesele olarak yer almakta. Öyle görünüyor ki, en geniş çevrim olan
M anvantara’nın birer alt bölümleri olan farklı çevrimlere göre birbi­
rini rakip eden birçok yerin varlığını kabul ermek gerekiyor. Şayet
kendimizi zamanın dışında tutup M anvantara’yı bir bütün olarak de­
ğerlendirecek olursak, bu mevkiler arasında hiyerarşik bir düzenin
varlığı görülebilir. Öyle ki, bunların her biri M anvantara’mn içerdiği
temel ve ilk geleneğin birer adaptasyonundan ibaret geleneksel suret­
lerin oluşumuna tekabül etmektedirler. Diğer yandan, temel merke­
zin haricinde, aynı zamanda ona bağlı olan ve onun birçok sureti me­
sabesinde olan başka merkezler de vardır. Ancak bu tali merkezler,
daha zahiri olmaları nedeniyle yüce merkeze nispetle daha görünür
durumdadırlar.'

1. Saint-Yves’in, T a ro t sem bolizm in den Ödünç aldığı ifadeyi kullanarak, yüce


m erkezin d iğ er m erkezlere g ö re d urum un u ‘yirm i iki sır ile örtülü sıfır’ o la­
rak tanım layabiliriz.
8 2 • Â LEM İN H Ü K ÜM D ARI

Bu son nokta üzerinde, özellikle Lamaizm’in merkezi olan Lhasa


ile Agarttha arasındaki benzerliğe dikkat çekmiştik. Buna a>Tica, Ba-
tı’da dahi topografik durumları birtakım özellikler arz eden fakat kö­
ken itibarıyla benzer varlık gerekçeleri olan en az iki şehİr bilinmek­
tedir. Bunlar: Roma ve Kudüs’tür. {Kudüs’ün, M elki-Sedek’in gizem­
li Salem’inin zahirî bir sureti olduğuna daha önce işaret etmiştik). An­
tik zamanlarda, yukarıda da işaret ettiğimiz gibİ, gerçekten de kutsal
coğrafya-ya da din adamı sınıfı (sacerdotal) coğrafyası- diye adlandı­
rabileceğimiz bir şey var idi. Öyle kİ, şehirlerin ve mabetlerin mevki­
leri keyfî olarak tespit edilmiyordu. Aksine, çok hassas birtakım ka­
nunlara göre tayin edilmekte idi.“ Buradan, ‘dİn adamı sınıfı sanatı’
(art sacerdotal) ile ‘hükümdarlık sanatı’nı inşaatçılar sanatı İle birleş­
tiren bağlantılar sezilebilir.'* Aynca bu durum bize, neden eski lonca­
ların gerçek bİr inisyatik geleneğe sahip olduklarını da açıklamakta­
dır.* Zaten bİr şehrin inşası ile bir doktrinin yasalaştırılması (veya, be­
lirli bir yer ve zamanın şartlarına uygun olarak geliştirilen yeni gele­
neksel bir formun oluşturulması) arasında öyle bir ilişki vardı ki, ge­
nellikle birincisi -yan i şehrin İnşası- İkincinin -yan İ doktrinin- bir
semboiizasyonu olarak gerçekleşmekte idi.^ Tabi ki, özellikle de yer­
yüzünün belli bir bölümünün şehri konumunda olmaya namzet bir
yerin tayininde, şu veya bu şekilde özel birtakım tedbirlere başvurul­
ması gerekmekte idi. Aynı şekilde, kuruluşları ile ilgili ortamlarla ilgi-

2. E flâtu n ’un T im a o s’u, kapalı bir şekilde de olsa, buradaki söz konusu bilime
birtakım atıflar içermeleredir.
3. B u rad a, P on tifex (Başrahiplik) ünvanı ile ilgili söyled iklerim iz h atırlanabilir;
d iğer yand an, ‘hüküm darlık san atı’ ifadesi m o d ern M aso n lar tarafın dan m u­
hafaza edilm işrir.
4. R o m ah la r’da Ja n u s, aynı zam an d a hem Sırİar’a inisyasyon hem de san atk âr­
lar lon calarının tanrısı idi (C ollegia fab ro ru m ), hu çift yönlü tavsifte çok an ­
lamlı bir durum söz konusudur.
5. B u ra d a ö rn e k o la ra k , lir’ inden (lyr) çıkan seslerle Tebes d u v arların ı inşa
ed en A n fión (A m p h io n ) sem bolün ü zik red eb iliriz. B ira z d a n , bu Tebes şeh ­
rinin ism inin n eye işaret ettiğini g ö receğ iz. O rfizm ve P ita g o riz n ı’de lir
m üzik aletinin ne k a d a r ö n em li old u ğu n u b iliy o ru z. B u ra d a h em en b elir­
telim ki, Ç in g elen eğ in d e b en zer bir rolü ü stlen m iş o lan çalgı aletleri m ev ­
cu ttu r. Tabi ki, o n la rla ilgili o larak sö y len en lerin de sem b o lik olduğu unu­
tu lm am alıd ır.
M AN EVÎ M E R K E Z L E R İN K O N U M L A R IN IN TESPİTİ ■ 8 3

li oiması nedeniyle şehirlerin adlan da bu bakımdan dikkatli bir şekil­


de eie alınmalıdır^
Konumuzla dolaylı olarak ilişkisi bulunan bu konular üzerinde
daha fazla durmadan şunu da belirtmek isteriz ki, biraz önce bahset­
miş olduğumuz türden bir merkez Helenistik dönem öncesi G irit’te
(Crete) var id i7 Ayrıca, öyle anlaşılıyor ki M ısır’da birbirini takip
eden M em fİsler ve Tebler döneminde bunlardan birçok bulunmakta
idiJ* Aynı zamanda bir Grek şehrinin de ismi olmuş olan bu en son
zikredilen şehrin (Tebler) ismi, manevî merkezlerin tespiti konusunda
bizim özellikle dikkatimizi çekmelidir; özellikle de tufandaki geminin
İbranice ismi olan Tebah ile olan açık benzerliği nedeniyle. Zira, bu
söz konusu gemi de yüce merkezin bir temsilidir; ve bu yönüyle özel­
likle bir bakıma bir zarf görevi görerek geleneğin korunması şeklinde

6. İsim lerle İlgili, özellikle de beyaz düşüncesi ile ilgili olarak daha önceki sa-
n rlard a birrakım ö rn ek ler bulm ak m üm kündür. Bu k on ud a biraz daha d u ra­
cağız. A yrıca, bazı durum larda, şehrin gücü ve korunm ası ile d oğrud an alâ­
kası olm ası kursal eşyalarla ilgiİi o iarak da b irço k şey söylenebilir: Troya ile
ilgili Palladium efsanesi bu m eyan dad ır; R o m a ’daki S aliyenler’e (Saliens) ait
kalk anlar da bu şekildedir (bunların, N um a d ön em in d e bir göktaşında kes-
kinleştirikliği rivayet edilir; Saliyenler Kurulu oniki üyeden m üteşekkildi).
Bu eşyalar, İb ran iler’deki Ahİt Sandığı gibi ‘m an evî etk iler’ içeren d ayan ak ­
lar idi.
7. M ısır İçin M en es ne ise, bizzat M inos isminin kendisi bu k onuda yeterli bir
İşarettir. R om a ile ilgili o larak N um a konusunda söylediklerim ize, ay rıca Ku­
düs İle İlgiİi o larak da Ş lo m o ’nun anlam ı ile ilgili olarak söylediklerim ize
g ö n d erm ed e bulunm ak isreriz. “ Bu a rad a, G irit ile ilgiİi o larak O rta Ç ağ m i­
m arları tarafın dan karakteristik bir sem bol olan L ab iren t’in k ullam m m a atıf­
ta bulunalım . D aha da ilginç olanı, bazı kiliselerin d öşem elerine çizilmiş olan
L ab iren t güzergahı, Kutsat Top rağa hac ziyaretin e glcme imkânı b ulam ayan ­
lar için, bu yolculuğun yerini alm akta İdİ.
8. D aha ö n ce , D elf’in Yunanistan (G rek) içİn aynı rolü oynadığını g örm üştük ;
adı, yunus balığını (dauphin) çağ rıştırm ak tad ır ki, bunun sem bolizm i de ço k
önem lid ir. -D iğ e r bir ilginç isim ise B ab ilon ’d u r: Bab-İlu, ‘G öğün kapısı’ an ­
lam ına gelm ek ted ir ki, bu anlam Yalcup tarafın dan Luz için kul lanı im ıştır.
Z a te n , B ey t-E P d e olduğu gibi ‘T an rı’nm E v i’ an lam ın a da gelebilir. A ncak,
gelen ek kaybolduğunda m eydana gelen ‘karışıklık’ (Babel) anlam ına da gel­
m ek ted ir; İşte o zam an , sem bolün tersine dönüşü vaki o lu r ki, Jan u a Infer-
ni bu d urum da Jan u a C oelİ’ nin yerini alır.
8 4 • Â L E M İN H Ü K ÜM D ARI

değerlendirilmiştir/* Bu durum, iki çevrim arası geçiş dönemlerinde


eski durumun yok edilip yenisinin kurulması için gerçekleşen kozmik
rufana işaret etmektedir.*** Kitab-ı M ukaddes’de sözü edilen Nuh’un
[a.s.] rolü,** hindu geleneğindeki daha sonraları Vaivasvata adını ala­
cak olan Satyavrata’nın -ki bugünkü M anu’dur- ile benzerdir. Ancak
burada hemen belirtilmesi gerekir ki, söz konusu bu son durum gü­
nümüz M anvantara’smın başına tekabül ederken, Kitab-ı M ukad­
des’de bahsedilen tufan başka bir çevrimin başlangıcına tekabül et­
mektedir ve yine aym M anvantara’nm içerisinde bulunmakla beraber
daha sınırlıdır**: Zira, burada söz konusu edilen aynı olay değildir,
sadece aralarında benzerlik olan olaylardır.**
Burada yine zikre değer olan diğer bir konu da, N uh’un Gemisi
ile gökkuşağı sembolizmi arasındaki ilişkidir. Söz konusu ilişki Kitab-
ı M ukaddes’te, Tanrı ile yeryüzündeki yaratıklar arasındaki antlaşma­
nın bir işareti olarak tufandan sonra gökkuşağının ortaya çıkması şek­
lindedir.** Gem i, tufan esnasında, aşağı âleme ait suların oluşturduğu
Okyanus’ta yüzüyor; gökkuşağı İse, düzenin kurulduğu ve her şeyin

9. İ3ıı d urum , çev rim b oyu nca gelişecek olan imkânUırm tam am ını tohum o la­
rak içeren bir çevrim in başlangıcı için ‘Â lem Y u m u rtası’ ne ifade ediyorsa.
Aynı şekilde, G emi de dünyayı yeniden inşa etm ed e kullanılacak olan tüm
unsurları içe rir ki, bu da onun gelecekteki d uru m u n u n toh u m larıdır.
10. Bir çev rim d en (d ev red en ) diğerine geleneksel geçişi veya İntikali sağlam ak
da ‘B aşrah ip liğ in ’ (Pon tificat) g örevleri arasın d ad ır. B u rad a, G em i’nin in­
şasının sem bolik k öp rü nü n inşası ile aynı an lam ı v a rd ır; zira, h er ikisi de
‘su lan g e çm e y i’ sağlam ak am acıyla yapılm ıştır ki, bunun da sayısız anlam ı
vardır.
n . N u h ’un, aynı zam an d a, üzüm bağını diken ilk kişi olm ası da dikkati çek ­
m ek ted ir (Tekvin, 9 / 2 0 ) ; bu durum yukarıda, M elk İsed ek ’in kurbanı k on u ­
sunu işlerken, şarap ve otum inisyatik ritüellerde oynad ığı rol ile iİgiÜ söy­
lediklerim izle birlikte düşünülebilir.
12. K itab-ı M u k ad d es’ceki Tufan’ m tarihi an lam ların d an bir tanesi de, Atlanti-
d e ’in kaybolduğu büyük afettir.
13. B u rad a yapılm ış olan u yan lar tabiî olarak , b irço k halklarda rastlanan tufan
olayı içeren geleneklerin tam am ı için geçerlidir. B u n lar içerisinde çok fark­
lı d evreler içeren ler de v ard ır id, m eselâ Y u nan tılar’daki D eucalion ve O gy-
ges tufanları gibi.
14 . Tekvin, 9 / 1 2 - 1 7 .
m a n ev î M E R K E Z L E R İN K O N U M LA R IN IN T E S P tlİ • 8 5

yenilendiği anda ‘gökyüzünde’ yani yukan âleme ait suların olduğu


bölgede zuhur ediyor. Burada söz konusu olan, kelimenin tam anla­
mıyla bir analojik ilişkidir. Yani, her iki suret de birbirinin zıddı şek­
linde çevrilmiş ve biri diğerini tamamlamakta: Geminin gövde şekli
aşağıya doğru kıvnm yapmakta iken, gökkuşağının kıvrımı yukarıya
doğrudur. İkisinin birlikteliği ise birbirini tamamlayan bir çember ve­
ya bir çevrim suretindedİr ve âdeta bİri diğerinin y an sıd ır." G erçek­
te bu söz konusu suret, çevrimin başlangıcında bir bütündü; Bu, bİr
kürenin dikey kesimidir; kürenin yatay kesimi ise yeryüzü cennetinin
çemberimsİ İç kesimi İle temsil e d ilm iştir;" bu ise, ‘kutup dağı’ndan
çıkan dört nehrin oluşturduğu bir hac işareti ile kesilmiştir.'*' Bunla­
rın yeniden teşkili yine aynı çevrimin sonunda gerçekleşmelidir. An­
cak bu durumda, semavî Kudüs tasvirinde çember bir kare şeklİ ile de­
ğ iştirilm iştir"; bu ise, H erm esçiler’in sembolik olarak ‘çemberin

15. Bu iki yarını, ‘D ünyanın Yum nrrası’nınkine tekabüi etm ek ted ir; aynen biz­
zat ‘yukarı su la r’ ve ‘aşağı su lar’d a olduğu gİbi. Karışıklık d ön em lerin d e,
üstteki yarım g örü nm ez olur, ve Fabre d ’O liv et’nin ‘ türlerin yığılm ası’ o la ­
yı diye isim lendirdiği olay işre bu ak tak i yarım d a m eyd ana gelir. - B i r bakış
açısına g ö re , burada söz konusu edilen birbirini tam am layıcı iki sürer, b ir­
birinin zıddı yöne doğru çevrilm iş iki hilâle benzetilebilir ki (sulan b irbirin ­
den ayıran çizgiye nispetle biri d iğerinin yansım ası ve sim etriğid ir), bunda
Ja n u s sem bolizm ine a tıf v ard ır ve gem i onu n am blem lerinden birini teşkil
ed er. B u rad a hilâl, kupa ve gem i arasın d a b ir bakım a sem bolik bir eşitliğin
söz konusu olduğuna dikkat çek m ek isteriz. A yrıca, ‘vaisseau’ kelimesi a y ­
nı zam an d a hem ‘kupa’ hem de ‘g em i’ için k ullanılm aktadır (‘Saint Vaissel’
ism i, Q rta Ç a ğ ’da G raal’ m en ço k kullanıkan isim lerinden birisidir).
16. B u rad aki küre de ‘D ünyanın Y u m u rtası’d ır; yeryüzü cenneti üst ve alt y arı­
mın birbirinden aynidığı d üzlem de, yani g ö k ve y e r’in sınırında bulunm ak­
tadır.
17. K abbalistier bu d ö rt nehir ile, Pardes (C en n et) kelimesini olu şturan d ö rt
h a rf arasın da bağlantı k u rarlar; başka b ir yerd e bunların ceh enn em d eki
d ö r t nehirle ilgili analojik ilişkilerine değinm iştik {L'E soterism e da danta,
1 9 5 7 baskısı, s .6 3 ).
18. Bu y er değiştirm e, başka bir yerd e an lam ın a değindiğim iz, bitki sem boliz­
m inin m ineral sem bolizm i İle değiştirilm esi şeklindedir {L’ Esorerism e de
d an te, 1 9 5 7 baskısı, s.6 7 ). -S e m a v î Kudüs’ün oniki kapısı, tabİf olarak
B u rçla r K uşagı’nm oniki işaretine ve İsrail’in oniki kabilesine tekabül e t­
m ek ted ir; burada söz konusu olan b u rçlar çevrim in in değişimi söz konusu-
8 6 . Â L E M İN H Ü K Ü M D A R ]

dörtgenİiği (quadrature)’ şeklinde belirttikleri şeyin gerçekleşmesine


işaret etm ektedir: İlk ve merkezî olan noktanın yayılması ile imkânla­
rın gelişmesini temsil edilen küre, bu söz konusu gelişme tamamlan­
dığında bir küp şekline dönüşmektedir ki böylece, söz konusu çevrim
nihaî dengesine ulaşmış olurd^

d u r ki, bu da dünyanın rotasyon u n u n d urdurulm ası ve ilk hâlin yeniden ta­


hakkuku olan nihaî bir d urum da tespitidir kİ, bu da an cak yine bu söz k o ­
nusu ilk hâlde m ü n dem iç oian m üm künatın peş peş tezahürünün tam am ­
lanm ası ile olur. “ Yeryüzü cen n eti’nin m erkezinde olan ‘H a y a t A ğ acı’, aym
zam an d a G ökyüzü Kudüsü’nün de m erkezin ded ir ki, b u rad a oniki m eyve­
si vard ır. Tabi ki bunların onikİ A ditya ile irtibatları olduğu kesindir; nasıl
ki, b izzat ‘ H ayat A ğacı’mn kendisinin, Adİty'aîar’ ın kendisinden çık n k lan
y egane öz ve bölünem ez olan Aditi ile bİr alâkası varsa.
19. B u rad a, küre İle küp şekilleri, her İkİ dinam ik ve statik bakış açısına tek a­
bül etm ek ted ir. Küpün altı yüzü, uzaydaki üç b oyu ta g ö re yönlendirilm iş­
le rd ir; kürenin m erkezinden h arek etle çizilm iş olan haçın akı dalı gibi.
-K ü p ile ilgili o larak ise, aym şekilde tam am lan m a ve m ükem m eliyet fikir­
leri içeren M ason ik bİr sem bol olan ‘kübİk taş’ '■ ı k olay ca bir benzerlik ku­
rulabilir, yani, belli bir d urum da m evcu t olan im kânların tam o larak tah ak ­
kukudur b urada söz konusu olan.
12
BAZI SONUÇLAR

B ^ m ü n geleneklerle uyum arz eden tanıklıklardan hareket edildİ-


ğinde şöyle bir sonuç çok açık olarak ortaya çıkmaktadır ki o da:
Diğer bütün ‘Kutsal Topraklar’a örneklik arz eden bir ‘Kutsal Top-
rak’m varlığı. Öyle bir manevî merkez ki, bütün diğer merkezler onun
akında yer almaktadırlar. ‘Kutsal Toprak’ aynı zamanda ‘Azizlerin
Toprağı’, ‘Saadetlilerin Toprağı’, ‘Yaşayanların Toprağı’ ve ‘Ölümsüz­
lerin Toprağı’dır. Bu ifadelerin ramamı birbirine denktir. Bunlara ay­
rıca bir de Eflâtun’un ‘Saadetlilerin yurdu’ dediği ‘Saf Toprağı’* da

1. Ja p o n y a ’da v a r olan Budist ekollerinden b ir tanesi de G io -d o ’d u r { ‘S af T o p ­


ra k ’ anlam ın a gelm ek ted ir). D iğer yandan bu isim , îslâm ’daid Ihvanü’s-Safa
(Safiyetin -T em izliğin- K ardeşleri) ismini ve ‘sa fla r’ anlam ın a gelen O rta Ç ağ
B atı’daki C a th a re la r’ı hatırlatm aktad ır. M u h tem elen , M üslüm an inisyelerİ
için kulianıian (veya d aha doğru bir ran tm lam a ile, H in du geleneğindeki Y o ­
gi gibi, inisyasyonun nihayetine ulaşm ış o lan lar an lam ın d a) Sııfi ismi de, tam
o larak aynı anlam a gelm ektedir. G erçek ten de, avam etim olojisinin onu yün
kelimesi olan ¿i(/'’dnn türetm esi (sııfilerİn giym iş olduğu elbise nedeniyle),
pek ikne edici g örü n m ü yor. A y n ca, Y u nan ca ‘ h ak im ’ anlam ına gelen sofos
(sophos) kelim esinden türetilm esi, her ne k ad ar kabul edilebilir bir açıklam a
8 8 • Â L E M İN H Ü K Ü M D A R I

eklemek gerekm ektedir.* Genellikle bu yurdun yeri ‘gayb âlemi’ ola­


rak tespit edilir. Ancak, bunun ne olduğunu anlamak istersek, bütün
geleneklerin bahsettiği ‘manevî m ertebeler’in durumunun da bu oldu­
ğunu unutmamak gerekir ki, bunlar gerçekte birer inİsyasyon m erte­
besini temsil etmektedir.*
Yeryüzü çevriminin içinde bulunduğumuz döneminde, yanı Kali
Yuga’da, bazı dı§ ilişkilerin gerçekleşmesini sağlamakla beraber her
türlü kutsal dışı bakışlardan ‘bekçiler’ tarafından korunan bu ‘Kutsal
Toprak’, gerçekten de gaybdadıt. Öyle ki, ona ulaşmak için gerekli
olan vasıflara sahip olmayanlar için ulaşılamazdır. Şİmdİ, belli bir böl­
gede yer alması onun gerçekten harfİ harfine orada olduğu anlamına
mı gelmekte, yoksa bu mevkilendirme sadece sem bolik midir, ya da
her ikisi birden mi? Bu soruya sadece şu şekilde cevap veririz: Bize
göre, coğrah vakıalar ve aynı zamanda tarihî vakıaların kendisi, her
şey gibi bir sembolik değere sahiptirler. Zaten bunların böyle olması,
onların bİr vakıa olmaları gerçeğinden hiçbir şey eksiltmez. Aksine,
bu doğrudan tecrübe edilen vakıa olmaları yanında, onlara daha yü­
ce bir anlam da katm aktadır.'

gibi g ö rü n se de, A ra p ça ’ya yabancı bir kelim e nlm ası nedeniyle uygun düge-
m ekredir. Bizim düşüncem ize g ö re , Sufi kelim esini safa’dan yanİ ‘saflık’tan
(tem izlik, safiyet ç.n .) türeten görüş daba m akbul g ö rü n m ek ted ir.
2. Bu ‘Saf T o p rağ ın ’ sem bolik tavsifi, Fed on (Pb edon ) kitabının sonunda bulun­
m ak tad ır (M a rio M eu n ier tercü m esi ile, s s .2 8 5 - 2 8 9 ) ; D aha ö n ce, b uradak i­
ler ile D an ce’nin yeryüzü cenneti arasm d a o rta k tavsifler kurulabileceğini be­
lirtilm iştir (Jo h n S tew art, T h e M yths o f Plato, ss. 1 0 1 - 1 1 3 ).
3. Z a te n , d iğ er âlem lerin ram am ı b irer varlık m ertebesind en ibarettir, yoksa,
h er ne k a d ar sem bolik oiarak öyle tasvir ediİseler de, b irer m ekân değildir­
ler. B uniarı tanım lam ak için kullanılan ve L âtin ce’deki locıts ile aynı anlam a
gelen S an sk ritçe’deki loka kelim esi, kendi içerisinde bu uzay sem bolizm ini
taşım aktad ır. Z am an la ilgili de bir sem bolizm v ard ır; öyle kİ, bu aynı varlık
m erteb eleri peş peşe gelen çev rim ler fo rm u n d a tavsif edilirler. H e r ne kadar
za m a n , tabi ki m ekân da, on lard an sad ece bir tanesine ait bir durum olsa da,
peş peşe gelm eleri burada sad ece birbirine bağlı seb epler zincirinin bir tasvi­
rinden ibarettir.
4. Bu d u ru m , kutsal m etinlerin yo ru m u n d a söz konusu oian çok anlam lılık ile
m ukayese edilebilir; öyle ki, birbirine zıt veya birbirini yok edici değil, aksi­
ne, b ütün cül sentetik bilgide birbirini tam am layıcı ve birbiri ile uyum lu bir
BAZÎ SO N U Ç L A R * S 9

Bu araştırma ile ilgili söylenebilecek olan her şeyi söylemiş oldu­


ğumuzu düşünmüyoruz ve hatta çok az şey söylediğimizi belirtmeli­
yiz. Yapmış olduğumuz birtakım mukayeseler daha başkalarının da
yapılabileceğini çağnştırmıştır. Ancak, buna rağmen, şimdiye kadar
yaptıklarımızdan oldukça fazlasını yaptığımız kesin; hatta bazıları bu
yüzden bizi eleştirebilir de. Bu arada, söylediklerimizin haddi aşar ni­
telikte olduğunu zannetmiyoruz; öyle ki, pek alışkın olunmayan bazı
konuların alenen açıklanmasının birtakım faydalan olacağını düşüne­
cek kişilerden değiliz; bu yüzden de, söylenmesi gerekmeyecek şeyle­
ri söylediğimizi de zannetmiyoruz. Bu faydacılık konusunda şöyle kı­
sa bir tespitte bulunabiliriz: Bugün içinde bulunduğumuz ve yaşadığı­
mız ortam larda, olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki, daha henüz gerek­
çeleri ortaya çıkmayan birçok şeyin -inanılması bir yana- beklenme­
dik ve öngörülemeyen uygulamaları ile karşı karşıya kahnabilmekte-
dİr. Biz, yakından veya uzaktan ‘kehanette bulunma’ya benzeyen her
şeyden uzak durmak istiyoruz. Ancak, burada sonuç olarak Joseph de
M aistre’in* bir asır önce söylediğinden bugün daha da geçerli olan şu
cümlesini aktarmak istiyoruz: ‘İlâhî düzen içerisinde gerçekleşebile­
cek olan çok büyük bir olaya hazırlıklı olmalıyız; öyle ki, bu olaya
doğru o kadar hızlı adımlarla ilerliyoruz ki seyircilerin tamamına
çarpmaktayız. Birçok korkunç kehanet, ahir zamanın geldiğini zaten
haber verm ekte.’

d u ru m arz ed erler. -B u ra d a o rtay a koyduğum uz bakış açısına g ö re , tarihî va­


kıalar zam an a ait sem bolizm e tekabül e tm ek ted irler; co ğ rafî olaylar ise,
uzayla ilgili sem bolizm e takabül ed erler. Bunların herbirinin arasın da, za­
m an ve m ekânın kendi araların d a olduğu gibi, zoru nlu bir ilişki veya b ağlan­
tı (co rre la tio n ) vardır. İşte bu n eden led ir ki, m anevî m erkezin belli bir y e r­
de bulunm ası, içinde bulunulan d ön em e g ö re farklılık arz edebilir.
5. Soirees d e Sûİnt-Petersbotırg, I I . entrerien. -Y u k arıd a belirttiğim iz kehanetle­
rin kesilmesi ile ilgili her rürlü zahirî kargaşayı b e rta ra f etm ek için -ö y le ki,
buna daha önceleri Plutark (Plutarque) dikkat çek m işti-, ‘k eh an etler’ kelim e­
sine, eskiden (antikitede) olduğu gibi kesin ve tarif edildiği .sekliyle değil de,
genelde yaygın olarak kullanıldığı gibİ Jo sep h de M aistre tarafından da ço k
geniş bir anlam yüklenmiş olduğunu her hâlde belirtm eye gerek yoktur.

You might also like