Professional Documents
Culture Documents
Başyazı ve Makaleler
Başyazı
İsmail Yavuz
Başyazıyı Oku
"Ümmetimden Bir Tâife, Kıyamet Gününe Kadar Hakk İçin Muzaffer Bir Şekilde Mücadeleye Devam
Edecektir."
(Hadis-i Şerif)
"Görüldüğü üzere hakikatleri neşrettiğimiz için bir taraftan dini hükümlere karşı
olanlar, diğer taraftan dini kendi menfaat ve zanlarına göre kullanmak isteyen
münafıklar aleyhimizde tertipler yapıyor, bizi karalamaya çalışıyorlar. Bu iftira ve
yalanı yapanlar en büyük zararı kendilerine yapıyorlar. Zira bizim şahsımıza
saldırdıklarını zannediyorlar, ancak bu saldırıyı hükm-ü ilâhi'yi neşrettiğimizden
yaptıkları için aslında bu düşmanlıkları hükm-ü ilâhi'ye, Allah-u Teâlâ'yadır. Bu
sebeple bunların ikinci en büyük zararı müslüman halkımıza ve bu milletedir. Çünkü
hak ve hakikat susturulmaya, yalan ve sahtekârlık yükseltilmeye çalışılıyor. Bir
millet için bundan büyük bir zarar düşünülemez. Üstelik bu duruma bir müdahale
gelmediği için bu da Cenâb-ı Hakk'ın gadabını celbediyor. Biz vazifemizi yapıyoruz,
yapmaya devam edeceğiz. Ama hayatta ama vefatta. Gerçek ve son hesap ise ilâhi
divan kurulduğunda görülecek. İşte o gün vay yalancıların haline!
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve
onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır."(Fâtır: 10)"
Bu mücadeleye "İman kurtarma cihadı" derlerdi. Zira imanlar yanıyor, ebedî hayatlar
gidiyor. Bu duruma çok üzülürler, hak ve hakikati duyurmak için beşer takatinin
kaldıramayacağı büyük bir azim ve gayret gösterirlerdi. Bir keresinde; "İtimad edin,
dünyada kalmak için tek bir arzum Allah yolunda bu cihad içindir. Beni tek tutan
cihaddır. Gitmeye çok meyyalim, bu cihad olmasa yaşamanın âlemi
ne!.." buyurmuştu.
Bu büyük mücadelenin gayesi; "Dini, imanı ve vatanı korumak"tı. "Biz öteden beri
hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz. Bunu, İslâm dini
böyle emrettiği için yapıyoruz. Bizim iki gayemiz var: İman ve
vatan." buyurmuşlardı.
Şöyle buyurmuşlardı:
O günlerde birçokları bu Zât-ı âli'yi anlayamadı. Bu Zât-ı âli'nin bir taraftan "Din ve
vatan" buyurması, "Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan!" buyurması;
diğer taraftan dinde ve vatanda bölücülük yapanların dinden çıktıklarını ilân edip
onlarla mücadele etmesi halk tarafından hakkıyla anlaşılamadı. Zira halk bu bölücü ve
parçalayıcılara "Bunlar da müslüman" nazarı ile bakıyordu. Ve fakat bu Zât-ı âli'nin her
beyanı Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le idi. İtiraza imkân yoktu.
Bu Zât-ı âli özetle; "Din" dedi, "İslâm" dedi, "İman" dedi, "Vatan" dedi. "İmansız
vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." dedi.
Ve bugün gerek Türkiye'de gerek İslâm dünyasında yaşananlar, din ve iman için,
küffar ordularına karşı koyabilmek için; bir taraftan devletin, bayrağın, Allah ve
Resul'ünde birlik ve beraberlik içinde bulunmanın ne kadar önemli olduğunu; diğer
taraftan iç düşmanların küffardan daha tehlikeli olduğunu ve küffarın veremediği zararı
müslümanlara verdiğini bizlere ayan beyan gösteriyor.
Bu hakikat henüz bu kadar aşikâr bir şekilde ortaya çıkmadığı, birçoklarının Türk
bayrağına hakaret etmeyi marifet zannettiği bir zamanda bu Zât-ı âli bu hakikatleri
söyledi, "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." sözünü ve Türk
bayrağını dergimizin logosuna koydurttu.
Bugün biz görüyoruz ki; bu Zât-ı âli'nin âdeta bütün beyanları kendisinden sonraki
zaman için söylenmiş gibidir. O zamandan gelen beyanları bu zamana ışık tutuyor,
önümüzü aydınlatıyor.
Ve görüyoruz ki; Muhterem Ömer Öngüt'ün işaret koyduğu her kimsenin âkıbeti bu
Zât-ı âli'nin ne kadar doğru söylediğini, Allah-u Teâlâ'ya olan yakınlığını ortaya
çıkartıyor. FETÖ'yü hep beraber gördük, Yaşar Nuri Öztürk hakkında kitap çıkartmıştı
deist olarak öldü. Buna mümasil diğerleri de böyledir. Bunlardan tehdit ve tehlikesi
devam ettiği bilinenlere karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, yeni zararlara
uğramamıza sebep olabilir.
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin gayesi; dinde, vatanda "Uhuvvet, birlik ve beraberlik" idi.
FETÖ'nün Türkiye'ye verdiği zararı bir dış düşman verebildi mi? Bu hâinler 15
Temmuz'da başarılı olmuş olsaydı memleketi küffara çoktan peşkeş çekmiş
olacaklardı. Devlet hâlâ bunları temizlemeye çalışıyor. Yurtdışında FETÖ diasporası
kurdular, Türkiye'nin aleyhine çalışıyorlar. Ermeni diasporasının, Yunan diasporasının
veremediği zararı Türkiye'ye bunlar veriyor.
Aynı şekilde Suriye'de, Irak'ta DAEŞ denilen fitnenin müslümanlara verdiği zararı
başka kim verebilirdi? Müslümanları tarumar ettiler. Amerika'nın, Rusya'nın zulmüne
zemin hazırladılar.
Aynı şekilde İdlib'deki Türkiye'yi kabul etmek istemeyen benzer gruplar hâlâ Türkiye'ye
karşı orada durmaya çalışıyor. Türk askeri oraya giderken bunlardan emin olamıyor.
Böyle müslümanlık mı olur? Bunlar mı müslüman? Bunları bahane eden Esed, Rusya
ve İran'ın desteği ile milyonlarca müslümanı sürüyor, bombalıyor.
Amerika olsun, Yahudi olsun, Rusya olsun küffar İslâm ülkelerine nüfuz ederken her
bir bölücüden ziyadesiyle istifade ediyor.
İşte Muhterem Ömer Öngüt'ün bu iç düşmanlarla, bu din ve vatan bölücüleri ile yaptığı
mücadele bunun içindir. Müslümanları uyandırmak, küffara karşı dinimizi ve vatanımızı
korumak içindir.
FETÖ'nün "derin" teröristleri bu Zât-ı âli'yi 2009 yılında kurmuş oldukları bir kumpasın
içine dahil etmeye çalıştılar.
Bugün bu iftirayı atanların içyüzü ortaya çıktığı halde Ahmet Akgündüz gibiler hâlâ bu
iftiralara sahip çıkmaya, aynı karalama kampanyasına devam etmeye çalışıyor.
Ve fakat kim ki bu Muhterem Zât'ı diline dolamaya çalışıyorsa daha dünyada iken
Hazret-i Allah onun içyüzünü bize gösteriyor.
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî.
Tecrid-i sarih: 2042)
Başka;
Din-i İslâm'ı bozmak, tahrif etmek isteyen âhir zaman ulemâsı karşı!
Kâfir ve küffar karşı, Amerika karşı, yahudiler karşı, Vatikan karşı! Papa ve papazlar
karşı!
Küffar kim hakiki kim sahte biliyor. Türkiye'de FETÖ gibileri, Irak'ta Suriye'de DAEŞ
gibi örgütleri el altından kurdu, besledi, büyüttü. Zamanı gelince kendi çıkarı için
kullandı. 100 yıl önce de Arabistan'da Vehhabileri destekledikleri gibi.
Bu memlekette yıllar yılı müslümanlar takip edildi, zulüm gördü. Bir araya gelip ibadet
yapamadı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de yıllarca gizli-açık takip edildi.
1980 ihtilalinde Bolu'ya götürülüp sorgulandı, kitabı Sıkıyönetim Askeri Savcılığı'nca
soruşturmaya tabi tutuldu ancak "Kovuşturmaya yer olmadığına" karar verildi. 28
Şubat'tan sonra da benzer muamelelere muhatap kaldı, kurmuş olduğu vakıf
soruşturma geçirdi.
O sıkıntılı zamanda İslâm'ı yaşayan azdı ve fakat sahteler de azdı, bugünkü gibi
ortalığı sahteler işgal etmemişti.
Bu Zât-ı âli'nin kimin adamı olduğu, nerede durduğu belli. Asıl siz kimin adamısınız?
Soruyoruz!
Din-i İslâm için, Hazret-i Kur'an için mücadele eden, yalnız ve yalnız Allah ve
Resulullah için çalışan, her işte ahkâm-ı ilâhi ile hareket eden, hep ahkâm-ı ilâhi'yi ileri
süren, 85 yıllık ömrü din ve vatan bölücüleri ile mücadele ile geçen bu Zât-ı âli mi derin
devletin adamı?
Yoksa bu Zât-ı âli "Din ve vatan" dediği için, bölücülük yaptığınızı duyurduğu için mi
bu yaftayı vurmaya çalışıyorsunuz?
Derin devletin adamı "Dini nikâh şart değil" diyen bir Diyanet reisine cevap verir mi?
"Organ nakli" adı altında yapılan katliama dur demeye çalışır mı?
Derin devletin adamı hiç Arabistan'da yapılan katliama ahkâm-ı ilâhi'yi ortaya koyarak
müdahale eder mi?
Bu Zât-ı âli ıslâh için, imanları kurtarmak için, küffara karşı vatanımızı muhafaza etmek
için çalışıyor.
Soruyoruz!
İslâm, Kur'an diye ortaya çıkıp İslâm'ı her işlerine alet edenlerle mücadele etmek derin
devlet mi?
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri inkâr edenlerle mücadele etmek derin devlet mi
oluyor?
...
Hak ve adaletle, iman ve vicdanla bakan; bu Zât-ı âli'nin niyet-i halisa ile tek gayesinin
din, iman ve vatan olduğunu görüyor ve teşekkür ediyor.
O Hazret-i Allah'ın kullandığı kulu idi, kimsenin adamı değildi. Bilakis Selçuklu'nun,
Osmanlı'nın, küffarla cihad eden, haçlı ordularını tarumar eden Türk ordularının
muzafferiyeti için seccadesi başında gözyaşı döken "Evliyâullah"ın son halkası idiler.
Din ve vatan bölücüleri bu devleti yıkmaya çalışırken bu Zât-ı âli Kıbrıs harbinde,
terörle mücadelede ve buna mümasil her daim ordumuzun muzafferiyeti için duâ etti.
Bu bölücüler onun bu hâlini devletin adamı olarak yorumladılar. Çünkü onların kurmuş
oldukları dine göre devleti yıkmak, vatanı parçalamak gerekiyordu.
Fetullah Gülen dinlerarası diyalog adı altında müslümanlara küfrü hoş göstermeye
çalıştı, Kelime-i Tevhid'den Resulullah Aleyhisselâm'ı çıkartmaya çalıştı. Buna kim
müdahale etti? Ömer Öngüt.
Süleyman Hilmi Tunahan'dan sonra onun yolundan ayrılan Kemal Kacar "Türkiye
Dar'ül-harptir, fâiz alınabilir" diye gazetelere beyanat verdi. Kim müdahale etti? Ömer
Öngüt.
Yaşar Nuri Öztürk gibi âhir zaman âlimleri İslâm'da olmayan fetvalar vererek halkı ifsat
etmeye çalıştı, İskender Evrenesoğlu gibi sahte mehdiler, sahte isalar, sahte dabbetül
arzlar türedi. Kim bunlar hakkında eser çıkarttı? Ömer Öngüt.
FETÖ'nün "Dinlerarası diyalog" fitnesine sahip çıkan, FETÖ gibi Papa'ya giden, "Dini
nikâh şart değil" diyen Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz hakkında
dergilerimizde kim neşriyat yaptı? Ömer Öngüt.
Türkiye'de türeyen Hizbülvahşetçiler katliamlar yaparken bunlar hakkında kim eser
neşretti? Ömer Öngüt.
Sahte mutasavvıflar, şeyh şeytanları ortalığı istilâ etti, tasavvufu babadan oğula geçen
saltanata çevirdiler, bazıları holding patronu oldular. Bu yapılanların dinde ve bu âli
yolda olmadığını kim yazdı? Ömer Öngüt.
Vehhabi Suud 1995 yılında haksız bir fetva ile aralarında Türklerin de olduğu şoförleri
idam ederken bu haksız katliama kim müdahale etti? Vehhabiler hakkında kim eser
neşretti? Ömer Öngüt.
....
İşte Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri İslâm'a en büyük zararı veren
bu türemeleri, din ve vatan bölücülerini, halkı ifsad eden âhir zaman âlimlerini, sahte
mutasavvıfları ifşâ ettiler. Eserler neşrettiler.
Bu yüzden bu sahtelerin hepsi bu Zât-ı âli'ye düşman kesildiler, iftira attılar. Eserlerinin
okunmaması için propaganda yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.
Çünkü;
Öyle bir mücadele ki tek başına milyonlarca insanı karşısına almış, hakikati söylediği
için cümle âlem düşman kesilmişti. Ama o Hazret-i Allah'ın dostluğuna tâlip idi.
"Allah'ıma yemin ederim ki; kimseye garazım yok. Ben herkese kardeş gözüyle
bakarım amma kimsenin de küfrüne rızâ gösteremem. Yani yazacağımı yazarım,
yapacağımı yaparım, bunu bilin!
Sırf Allah için, Allah korkusundan yapıyorum. Bir gayem, bir maksadım, bir
menfaatim var mı?
Büyük mücadele, mücahede yapılıyor. Milyonlara karşı çıkmış, tek tek tek küfür
damgası vuruyoruz. Bugün insana bir kişi, bir düşman yetiyor. Bizim karşımızda
milyonlar var. Deli miyim? Hayır! Ben deli değilim. Ben, Allah rızâsı için bu yola
çıktım, yapacağımı ölünceye kadar da yapacağım.
Biz emirle hareket ederiz. "Biç!" derlerse, biçeriz, hiç korkmayız. Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müşrikler darılacak diye Kur'an-ı kerim'i
tebliğden mi geri kalıyordu?
Biz memuruz; izin verdiği kadar yürür, "Dur!" dediği zaman dururuz. Fakat hiç
kimseden sakınmıyoruz, hiç kimseyi nazar-ı itibara almıyoruz. Bu âlimdir, bu
zâlimdir demiyor, âlimin de zâlimin de üstüne yürüyoruz. Bizim vazifemiz bu. ...
Biiznillah-i Teâlâ satın alamayacakları bir tek kapı varsa o da buradadır. Yani bu
kapı satın alınamaz.
Allah-u Teâlâ burayı desteklemiş, imanını buraya akıtmış, burası para ile, pulla,
dünya ile, madde ile alınacak kapı değil. O'nun rızâsı, O'nun hoşnutluğu her
şeyden mühim.
Onun için bu yol Hakk'a ait, halka ait değil. Bu sözümün altında çok ince manalar
var." ("Vuslat Sohbetleri", s. 416-417)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- bu mücadeleyi yaparken sanılmasın ki nefsi ile
hareket ediyordu. Asla. Kendileri her türlü nefsanî arzuyu ayakları altına almış, nefisle
mücadelenin mücessem bir timsali, büyük bir Allah dostu idi.
Eserlerinde de daima bunu, nefisle mücadeleyi tavsiye etmişlerdi. Zira Resulullah
Aleyhisselâm'ın ve ashâbının yolu böyle kurulmuştur ve o izi takip eden hakiki tasavvuf
ehli bunu esas alır.
'Ey zâhid!... Fethetmek için seni kuşanmış görüyorum. Fakat sen fethedildiğini
bilmiyorsun. Evvela kendi içine dön. İçindeki düşmanını öğren. Evini ve odalarını
işgaliyetten kurtar.'
Kişiler ilk önce kendilerini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten men etmeye önce
kendi nefislerinden başlamalı; başkalarından önce kendilerini düzeltmeye
çalışmalıdırlar. En efdal cihad budur.
Nefsin bütün arzularından sıyrılmayan bir kimse bu büyük mücadeleyi yapabilir mi?
Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Nefis İle Büyük Cihadı
Hakkıyla Yapan,
Ehl-i Tasavvufun Kendisinden İlham Aldığı Büyük Bir
Zât-ı Âli İdi:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir sefer dönüşünde ashâbına:
"En iyi cihad, insanın kendi nefsânî arzularıyla Allah rızâsı için yaptığı
cihaddır." (Camiü's-sağir)
Herkes uyurken o uyanıktı, herkes gülerken o ağlardı. Her anını zikirle, fikirle, şükürle
geçirirdi.
Hayatının her yönünde, her anında etraflarına en güzel bir numune olmuşlardı.
Büyük bir mahviyet ve tevazu sahibi idiler. Bu büyük tevazuları Hazret-i Allah'a
yakınlıktan geliyordu. Zira mülkün sahibi, azamet sahibi Yaratıcı'ya yakınlık ancak
kişinin küçüklüğünü, acziyetini, hiçliğini itirafı ile mümkündür ve bu da Allah dostlarına
verilmiştir.
Şeyhi Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin 1950 yılında vefat etmesi üzerine genç
yaşta emânet-i ilâhî'yi taşımaya başlamışlar, 2010 yılındaki vefatlarına kadar 60 yıl
boyunca İslâm'a, imana hizmet etmişler, insanları irşad etmişlerdi.
Hazret-i Allah'tan gelen bu ilim ve mahviyet ile irşad halkaları sadece kendi ihvanına
değil bütün müslümanlara uzanmıştı.
1984 yılında vefat eden bir Zât-ı âli yakınlarının kendisinden sonra kimi bıraktığını
sormaları üzerine kendi talebelerinden bir kimseyi değil, Muhterem Ömer Öngüt'ü
işaret etmişti. Bunu en yakın talebeleri naklettiler ancak bu vasiyete riayet etmediler.
Daima tevazuyu tercih ettikleri için öne çıkmayı asla istememişlerdi. Bir İstanbul
ziyaretlerinde Gönenli Mehmet Efendi'nin kendilerine yönelerek teveccüh göstermek
istemesi üzerine kibarca oradan uzaklaşmışlardı. Bu Zât-ı âli de 1991 yılında vefat etti.
1993 yılında vefat eden bir başka Şeyh Efendi talebelerine bu Zât-ı âli'nin kitaplarını
okumalarını tavsiye etmişti. Vefatından sonra bu tavsiyeye sırt çevirdiler.
2001 yılında vefat eden bir Şeyh Efendi hakkında şöyle söylemişlerdi: "Onlar da para
toplamaya çıkıyorlardı. Biz dedik ki: 'Onlara bu yakışmaz.' Hemen vazgeçtiler.
Onun için onlar bizdendir, kardeşimizdir."
Samsun'dan bir Şeyh Efendi "Gerçek Mürşid Hazret-i Allah'tır" isimli eserini
okuduktan sonra müridleri ile beraber gelerek kendisine intisap etmişti. Bu zât
Muhterem Ömer Öngüt'ten bir gün önce vefat etti.
Binaenaleyh devrinin önde gelen şahsiyetleri Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh-
Hazretleri'ni bilir ve hürmet ederlerdi.
Ancak bu zâtların hepsi vefat etti. Bugün "Tasavvuf yolundayız" diyenlerin hemen
hepsi ticarete yöneldi, şeyhliği babadan oğula geçen saltanata çevirdi. O eski
zâtlardan kimse kalmadı.
Büyük bir takdir ve teveccühlere mazhar oldular. O ise bu durumdan istifade etmeyi,
etrafına kalabalık toplamayı aklından dahi geçirmedi.
Ömürleri boyunca zerre kadar nefsine tâviz verdiği görülmemiş, daimâ huzur-u ilâhi'de
imiş gibi yaşamıştır. Ziyarete gelenler olsun, ihvanı olsun; yakınlık makamından neşet
eden bu mehabet ve celâleti her zaman hissetmiş ve huzurlarında hürmet ve ihtiram
üzere bulunmuşlardır.
Bu Zât-ı muhterem hayatı boyunca böyle yaşadı ve fakat birçok kimsenin haberi yok.
Ama onu tanıyanlar iyi bilirler ki; Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri
ehlince gayet iyi bilinen; manevî şahsiyeti çok yüksek, müridleri değil şeyhleri dahi
irşad eden; dünyaya, maddeye, menfaate, makam-rütbeye zerre kadar iltifat etmeyen;
memleketimizin, din ve vatanın selâmeti için gayret eden büyük bir Zât-ı âli idi.
Etrafındaki insanlara da önce nefisle cihadı tavsiye etmişler, nefsine hakim, dinine ve
vatanına bağlı insanlar yetiştirmişlerdi.
Birincisi nefsinle cihad et, ikincisi bölücülerle cihad et, üçüncüsü Hazret-i
Allah'ın kitabına uy, arkaya atma onu. Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine
dikkat et, sâdıklarla beraber ol. Felâh bu üç noktadadır. Unutmayın bunu...
Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla
destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.
Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz
ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim
ölümümle iş bitmiyor!
Burası meclis-i ilâhiyedir. Niçin? Hakk kapısı olduğu için. Halk kapısı olmadığı
için. Fakir der ki: Kardeşler! Uyanık bulunun, açın gözlerinizi! Bu yol Hazret-i
Allah'a ve Resullah'a aittir. Dehalet eden onlara dehalet etmiş oluyor.
Binaenaleyh edebimize riayet edelim. Hâl ve ahvalimizi düzeltelim. Daha doğrusu
O'nun beğendiği işleri yapalım. Geceleri Hakk'ın beğendiğini yapalım, gündüzleri
halkın beğendiğini yapalım, beşeriyete hizmet edelim.
Demek ki ben, ben değilim. Bir benliğim var O yapıyor bunları. Bu yol Hazret-i
Allah'a ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e aittir. Şu halde sen
de kendini buna göre ayarla..." (Vuslat Sohbetleri, s. 417)
Bu mücadeleyi yaparken hayatın her safhasına yetişmiş, insanları tenvir etmiş, maddi
ve mânevi her yönde numune olmuşlar, hakkı ve hakikati tavsiye etmişler, ihlâs ve
istikamet üzere olunmasına gayret etmişlerdi.
Bu Zât-ı âli'nin bütün gayesi Hazret-i Allah'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak ve
inananları kurtarmaktı. İlâhî muhafazaya tâlip oldu, müslümanlara da bunu tavsiye etti:
"Allah'ımız güzel hâl ile hallendirsin! O güzel hâl ile hallenebilmek için Hazret-i
Allah'a gerçekten yaklaşmamız lâzım. Rızasını mucib iş ve hareket yapmamız
lâzım. İbadet ve taate yönelmemiz lâzım. O şekilde O'nun rızasını kazanırsak, O
bizi hıfz-u himayesine alır. Hıfz-u himayesi ile bizi kötülüklerden korur, tasarruf-u
ilâhiyesi ile bizi rıza yolunda yürütür ve kulunu kurtarır."
Din ve Vatan Bölücüleriyle Yaptıkları Mücadele
Hazret-i Allah'ın Vazifedar Kılması İle İdi,
Allah-u Teâlâ'ya Yakınlık Makamından Gelen Bir
Celâdet ve Azim Sahibi İdi:
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri nefsine asla taviz
vermeyen, dâima Allah-u Teâlâ'nın âzameti ve varlığı karşısında hiçliğini itiraf eden,
her daim huzur-u ilâhî'de imiş gibi hareket eden, sohbetleri derin mehabet ve yakınlık
makamından süzülen çok kemalli bir Zât-ı âli idi.
Zannedilmesin ki kendilerinin din ve vatan bölücüleri ile yapmış oldukları mücadele; kin
ve garaz gibi herhangi bir nefsani hareket ile, yahut kendisini karalamak isteyenlerin
iftira attıkları gibi birilerinin adamı olduğu için yapılan bir mücadeledir. Asla.
Hazret-i Allah'ın Zât'ına çektiği, vazifedar kıldığı bir dostu idi. Bu mücadelelerini
herhangi bir zanna, tahmine göre değil, Allah-u Teâlâ'nın göstermesi ile, vazifedar
kılması ile yapmışlardı.
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Kendi geçimini bile el emeği ile kendi geliri ile temin ederdi. Kendi kitaplarının, hediye
ettikleri kitapların dahi parasını vakfa satış fiyatından öderlerdi. Vakıfta çalıştıkları
halde asla vakıftan para almadılar, yemeğini dahi yemediler.
Bugünkü sahtelerin her birinin holding kurduğu bir zamanda asla madde üzere kurulu
bir yol bırakmadılar.
Ömründe siyasete tenezzül etmedi ki; bir menfaat için, madde için destek beyan etsin:
Daima gayesiz, saf, üzerinde hiçbir leke bulunmayan bir İslâm yaşayışı üzere
bulundular. "Biz Hazret-i Allah'a reyimizi vermişiz." buyurdular. (İmanlı Gönüllere
Hitap, s. 114)
Oysa müslümanların önderiyim diye ortaya çıkan kimileri bir bina için, kimileri bir
televizyon kanalı kurmak için, kimileri vekillik sahibi olmak için, kimileri devlet
kademelerine taraftarlarını yerleştirmek için buna mümasil pazarlıklar ile İslâm'ı
ayaklar altına aldılar. Bu güzel dine en büyük zararı verdiler.
Ömründe Hakk'tan başka kimse ile olmadı ki, halkın sözüyle iş yapsın:
"En kıymetli ânım Hazret-i Allah ile olduğum andır. Çünkü benim dostum O'dur.
Dost dediğin düşman olabilir, dost zannettiğin belki sana düşmandır. Amma
O'nun dostluğu sonsuzdur, O hep dosttur. Şu halde ben dostumla olayım,
düşmanımla olmayayım. Halkla konuştuğum zaman birçok lüzumlu ve lüzumsuz
kelimeler geçiyor, amma O'nunla olduğum zaman hiç kötü geçmiyor, ânım hep
dolu geçiyor. İbadet etmesem bile huzuru yeter. Allah-u Teâlâ lütfu ile ihsan
buyurursa, dost olarak O'nu seçmişim, O'nu dost bilmişim, O'nunla olmaya
gayret ediyorum. O'nunla olduğum zaman hayattır, O'nsuz olduğum zaman ruhi
bir vefattır."
Ömründe etrafına adam toplama gayesi gütmedi ki, yönünü halka dönsün:
Bu yüzden, gayesi iman kurtarmak olduğu için hiçbir hakikati neşretmekten çekinmedi.
Ömründe Hakk'tan başka kimseye tapmadı, O'ndan başka kimseye boyun eğmedi ki
halkın kınamasından çekinsin:
"Bu kadar sert yazılır mı?" diyenler FETÖ'nün darbe teşebbüsünden sonra benzer
şeyleri FETÖ'ye söylemeye başladılar. Ve fakat bu Zât-ı âli seneler öncesinden
bunların iç durumunu, küfrünü, ihanetini görmüş ve Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle
ispat ve ilân etmişti.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nde bir beşerin takatini aşan öyle
büyük bir âzim, kararlılık ve celâdet vardı ki, etrafındakiler kendisine ayak uydurmakta
güçlük çekerlerdi. Bilinirdi ki bu hâl ve bu mücadele Allah-u Teâlâ'dan geliyordu. O'nun
desteği ile, O'nun yönetmesi ile yürüyordu.
Çünkü gün geçtikçe beyanlarındaki doğruluk ve hakikat aşikâr oluyor. Daha önemlisi
mânevî tasarrufları devam ediyor. Zira evliyâullahın ruhaniyeti şehidler gibidir, öldükten
sonra da tasarrufları devam eder, evliyâullahın ölümü kınından çıkmış kılıca
benzetilmiştir.
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid
gönderir." (Ebu Dâvud)
Zira bu mücadele olmamış olsaydı, her bir bölücünün görüşü din yerine kabul
görseydi; ortada İslâm diye bir şey kalmazdı.
Ümmet-i Muhammed'i, Bu Milleti, Vatanı ve Devleti
Düşünür,
Selâmeti İçin Duâ Ederlerdi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 1967 Arap-İsrail savaşını Mısır
kaybedince önce hatayı kendisinde aradığını, Cenâb-ı Hakk'a istiğfar ettiğini
söylemişlerdi. (1973'te ikinci savaşta Mısır ve Suriye ani bir saldırı ile İsrail'e çok büyük
zarar verdiler. İsrail'de üst düzey askerler ve hükümet değişti.)
Olacak hadiseleri ve yaşanacak savaşları haber verirler, Allah-u Teâlâ'nın muzafferiyet
vermesi için duâ ettikleri gibi hazırlık yapılmasını da tavsiye ederlerdi.
Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gün bir ihvanı küçük bir cep radyosu getirmiş, haber
dinlemek için açmışlar. Zât-ı âlileri o anda işi bırakmış, sağ elini alnına koymuş,
gözlerinden şapır şapır yaşlar gelmiş. Oradakiler de duygulanmışlar. O esnada bir
yakını kapıdan girmiş, telaşlı telaşlı: "Hacı Efendi! Savaş başladı!" demiş. Zât-ı âlileri
oradakilere şöyle buyurmuşlar:
"Hacı Celal Efendi'nin telâşını size şöyle arz edelim: Bu sene Hacc'da Kâbe-i
Muazama'ya bakıyorduk. Bir ara perde açıldı, Allah-u Teâlâ Türk-Yunan savaşı
sahnesi gösterdi. Yanımızda Hacı Celal Efendi vardı, ona bu harbin olacağını ifşâ
etmiştik."
Hazret-i Allah'ın yakın kullarının Allah katındaki değeri çok büyüktür. Bizim
bilmediğimiz birçok ahval onların hürmetine cereyan eder.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ikinci bir Türk-Yunan Savaşı'nı
haber vermişler, Yunan'ın elinde yakıcı silahlar bulunduğunu, bize zarar vereceklerini,
fakat Allah-u Teâlâ'nın zafer bahşedeceğini, Selânik'e kadar olan toprakların elimize
geçeceğini müjdelemişlerdi. Mânevî bir işaret üzerine başladıkları su riyazeti
esnasında bırakmak istediklerinde yine mânen "Eğer su içersen Selanik'i
vermeyiz." buyurduklarını haber vermişlerdi. Allah-u âlem o günlere az kaldı. Zira
kazan iyice kaynıyor.
Farz-ı muhal ki kumandan harbeder ve harbi kazanır. Halbuki onun harbi kazanmasına
vesile olan seccâdededir. Harbi o kazanmıştır, onun yüzü suyu hürmetine olmuştur.
Onu kimse görmez ve bilmez, kumandanı görür. Onun da hükmü yoktur, onda tecelli
edende hüküm vardır.
Âdetullah böyledir. Allah-u Teâlâ böyle tecelli ediyor, kâinatı da böyle idare ediyor.
Bütün kâinat kukla mesabesindedir.
Hacca öz insanların gittiği bir zamanda altı yüz bin kişi hacca gitmiş. Altı kişinin haccı
kabul olmuş. Fakat Cenâb-ı Hakk o altı kişinin yüzüsuyu hürmetine ötekileri de kabul
etmiş.
Binaenaleyh zahirde işler yüzlerle binlerle döner ancak maneviyatta birlerle döner.
Hazret-i Allah bir kişinin hürmetine, birkaç kişinin hürmetine ümmet-i Muhammed'e
lütufta bulunur.
Delilini mi istiyorsunuz?
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır.
Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye
sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye
hürmeten zafer verilir.
Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın
Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve
zafer müyesser olur.
Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın
Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!' denilir.
Yine fetih müyesser olur." (Buhârî. Tecrid-i sarih. 1223)
"Her asırda benim ümmetimden sabîkûn önde gelenler vardır ki bunlara budelâ
ve sıddıkûn itlâk olunur. Hakkında inayet ve merhameti o kadar boldur ki, sizler o
sayede yer içersiniz. Yeryüzünün halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve
musibetler onlarla kaldırılır." (Nevadirül Usul, Tirmizî)
"Allah'ın kendi rızâsı ile gıdalandırdığı kulları âfiyette olarak yaşar, âfiyette olarak
ölür ve âfiyette olarak cennete girerler. Karanlık gece kıt'aları gibi fitneler onlarla
giderilir ve onlara zarar veremez." (Ebu Nuaym)
Yani içeri girme, dışardan nazar et! Bize düşen duâ oldu, müdahale değil. Çünkü
zamanında her şeyi yaptık. Anladım ki vahim hadiseler olacak.
Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur
bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini
tutar. Amma direği alırsa kimi tutar? Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı. Sağ
olursanız otuz seneye kadar neler göreceksiniz, aklınız almaz."
Zira bu Zât-ı âli kendi görüşünü değil, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü ortaya koymuştur.
Her beyanını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le yapmıştır.
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların
işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'am:
159)
"Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim. O halde
benden korkun.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!
"Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise
yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir." (Ahmed bin
Hanbel)
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri
hep ateştedir."
Yine bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır.
Bu bölücülerin İslâm ile Allah ve Resul'ü ile bir ilgisi olmadığını haber veren kim? Allah
ve Resul'ü.
O halde hiç kimse Muhterem Ömer Öngüt'ün bu bölücüler hakkındaki beyanlarını ona
atfetmesin. Zira ona atfeden Allah ve Resul'ünün beyanını hiçe saymış olur.
Hayır denilmez.
- Dinden çıkmış, bir isimle din kurmuş, Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'a
alenen harp ilân etmiş bir kimseye de müslüman denir mi?
Hayır denilmez.
"Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu
haller yoksa, sözler sahibine döner." (Buhârî, Tecrid-i sârih: 1988)
Hadis-i şerif'i mucibince inanan bir müslümana küfür isnad etmek insanı küfre
götürdüğü gibi, iman dairesinde olmayan bir kâfiri iman hudutları içine koymak
da insanı küfre götürür. Neden küfre götürür? Karşıdaki alenen küfrettiği halde
İslâm dairesine sokmak istediği için, bile bile söylediği için, Allah-u Teâlâ'nın
koyduğu hudutları kaldırdığı için kâfir olur." (Sözler ve Notlar 8, s. 327)
Binaenaleyh hiç kimse "Ömer Öngüt tekfir ediyor" demesin. Zira bu söz Allah-u
Teâlâ'nın hükmünü Muhterem Ömer Öngüt'e atfetmek anlamına gelir.
Bugünkü ortamda bile âlim sıfatı ile çıkıp "FETÖ'ye kâfir, münafık diyemezsiniz" diye
ortalıkta dolaşanlar var. Bu FETÖ yardakçılarına âlim mi diyeceğiz, müslüman mı
diyeceğiz?
İlâhi hükümleri herkes biliyor ama bilmek başka iman etmek başka. İmanın dereceleri
var, Allah-u Teâlâ'ya yakınlığın dereceleri var.
Birçok kimse, birçok âlim bu Zât-ı âli'nin doğru söylediğini teslim ve kabul etti ve
fakat "Biz söyleyemeyiz" dediler. Kimse bu zât gibi konuşamıyor. Ki bu Zât-ı âli ilâhî
hükümleri söylemekle kalmadı, bu hükümleri kitapları ile duyurdu, kitaplarını yaymaları
için sevenlerini teşvik etti. Bu bölücülerle çatır çatır mücadele etti.
"Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- bir gün:
(Yanındakiler hayretle):
Hem kendisinden sonrası için birçok nasihat ve vasiyet bıraktılar hem de kendisinden
sonra bu âlî yolu bozma ihtimalleri olanları yoldan ve kurmuş oldukları vakıftan
uzaklaştırdılar. Kim olursa olsun, en yakınında dahi bulunsa bu gibi kimseleri, nefsinin
heva ve hevesine kapılanları, makam-menfaat peşinde koşanları, ahkâm-ı ilâhi'yi
çiğneyenleri, kendisinde varlık görenleri ayırdılar ve ilân ettiler.
"Müminin ferasetinden korkunuz. Çünkü o aziz ve celil olan Allah'ın nuru ile
bakar." (Münâvî)
İşte bu Zât-ı âli, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah'ın nuru ile
baktığı için bu gibi türemeleri görmüş ve "Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin
Vasiyetimdir." isminde bir kitap çıkartmışlardı:
"Bilhassa bizden sonra türeyecek olanları belirtmek, açıklamak ve onlardan
kaçınmanız için bu kitapçık yazılmıştır. Oysa defalarca arzettiğimiz gibi hiç
kimseyi bırakmış değilim. Bu kitaplar Hazret-i Allah'ın bir lütfudur, onlara sarılın,
kurtulun." (Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir, s. 25)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hususiyetle 2007 yılında yoldan
ve vakıftan attığı bazılarının tasavvuf erbabı imiş gibi kendilerinde bir varlık
vehmettiklerini, önderlik-şeyhlik davası güttüklerini duyuyoruz.
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil
olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)
Hayatta iken bu gibi nefsine uyan şeytanın yoluna girenleri, ahkâmda olmayan yanlış
işleri yapanları yoldan atmış, vakıftan uzaklaştırmışlardı.
"Tek kelime maazallah insan İslâm'dan çıkıp münafıklığa geçti mi artık her şeyi
yapar. Beni bunlar üzüyor."
"Bu zümreyi attık, bu sizin zamanınızda oldu ve bunlar başınıza belâ olurdu.
Vakfın parçalanmasına vesile olurdu. Niyetleri bozuktu, uzaklaştırıverdik. Bu
şekilde atıldılar, dışarıya attılar. Ayakkabılarını bile attılar, kapıyı kapattılar.
Mânen atıldılar, vakfa giremezler."
"Boşanmayı gerektiren aşırı geçimsizlik gibi bir durum bulunmadığı halde bir
kadının, kocasından kendisini boşama teklifinde bulunması haramdır." (Allah-u
Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
"Allah-u Teâlâ'nın buğzettiği boşama, mekruh olan yani sebepsiz yere yapılan
boşamadır." (Allah-u Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
Ortada haklı bir sebep dahi olsa boşanma Allah-u Teâlâ'nın hoşnut olmadığı bir şeydir:
"Allah'ın helâl kıldığı şeyler arasında, boşanma hiç sevmediği helâldir." (İbn-i
Mâce: 2018)" (Nikâh ve Evlilik, s. 181-182)
Bu hüküm ortada geçimsizlik gibi mücbir bir sebeple boşanma durumu içindir. Ve fakat
ortada hiçbir sebep yokken karı-kocanın arasını bozmak, ayırmak dinimizde şiddetle
reddedilen büyük bir günahtır.
"Bu kayanlardan ben uzağım. Ben onlardan değilim. Bu sahtelerle hiçbir ilgim
yoktur." (Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir, s. 25)
"Bu yol Hazret-i Allah ve Resulullah'ın yoludur. Ve bu yolun sahibi Hazret-i Allah
ve Resulullah Efendimiz'dir. Burada O'nun hükmü ve düsturu yürür.
Bizim hiç kimseye buğzumuz yok. Biz bu tedbirleri sırf Allah için, yolun selâmeti
için alıyoruz. Biz de mesulüz, mesul olmamak için işi ciddi tutuyoruz." (Vuslat
Sohbetleri, s. 388-389)
"Hakk ve hakikate, gerçek kurtuluşa götüren bu alî yolu ve kapıyı bulduktan
sonra kendi nefis arzusuna kapılıp, zâhiren yolun adamı gibi gözüken kalbi
dönmüş ve etrafındakilerin de dönmesi için plânlar çevirenlerin bizimle hiçbir
alâkaları yoktur.
... Zirâ:
Her ihvan, nefis derecelerini ders olarak okusun. Çünkü kayan buradan kayıyor.
Bir münafıklıktan kayıyor, bir de nefisten kayıyor.
İnsanın dört büyük düşmanı var. Şeytan, nefis, şehvet, şeytanlaşmış arkadaş. Bu
dört düşman insanın imanını yok eder.
Samimi gibi ihvanlar, bakıyorsun kayıp gidiyor. Küçük bir dünya muhabbeti
giriyor, kayıyor gidiyor. Oturuyorum, ağlıyorum. Ama bir ebediyat
gidiyor." (Saadete Erenler Felâkete Kayanlar, s. 329)
Binaenaleyh bu Zât-ı âli gördü, bildi, uzaklaştırdı. Din bölücüsü olsun, vatan bölücüsü
olsun, sahteler olsun, âhir zaman âlimleri olsun, sahte mürşidler olsun, sahte müridler
olsun ... kime işaret koymuşsa Cenâb-ı Hakk içyüzünü, âkıbetini bize daha dünyada
iken gösteriyor.
Dini ve Vatanı Müdafaa İçin Kalemle
Yapılan Büyük Bir Mücadele
"İslâmiyet tek kişi kalıncaya kadar mücadele etmeyi gerektiren bir dindir. Böyle
bir düşünce ise mağlubiyeti peşinen kabul etmek demektir.
Bu fikir sahipleri ya gaflet içinde olduklarından veya kasten, İslâm düşmanları ile
birleşiyorlar. İçeriden satın alınanlar da bu fikri yayabilirler.
"Hazret-i Allah fâizin azını da çoğunu da şiddetle haram kılmıştır. Bu kadar açık
ve kesin iken, o irin kanalını açan bir kimse çok iyi bilsin ki Allah ve Resul'üne
harp açmıştır. Bu gibi kimseler Hazret-i Allah'ı bırakıp menfaat bulduğu yere
dayandıkları için, dayandıkları yerin ehlidirler. Hiçbir zaman Allah ehli değildirler.
Nereye dayanarak, nereden destek alarak o fiil-i münkeri işledilerse orada
göçerler, İslâm dininde değil." (Kardeşlik Dini ve Hakikatler s. 69)
Bu Zât-ı âli bu beyanları ile insanları Hakk'a ve hakikate dâvet etmiş, onları fitne ve
fesattan kurtarmış, halkımızın Cuma'dan uzaklaşmasına, fâize dalmasına mani
olmuştur. Soruyoruz, ondan başka bu fitnelerle mücadele eden başka biri var mıydı?
"Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım"
Kitabını Neşrederek Birçok Fitneyi Kim Söndürdü?
1990 yılında yayınladığı "Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" kitabıyla
memleketimizde çıkmış birçok fitneyi söndürmüşler, müslümanları Âyet-i kerime ve
Hadis-i şerif'lerle tenvir etmişlerdir.
Bu kitapta;
Ölen bir kimsenin ruhunun başka bir bedene geçeceğini söyleyenlere cevap vermişler,
tenasüh, reenkarnasyonun dinimizde yeri olmadığını beyan etmişlerdir.
Ruh çağırma diye bir şeyin olmadığını, bu kişilerin cinlerle irtibatlı olduğunu izah
etmişlerdir.
"Organ Nakli ve Vasiyeti"nin câiz olmadığına dair beyanları ilk defa bu kitapta
yayınlanmıştır.
Bu fitne ile bu Zât-i âli mücadele etti, Hakikat dergisinde ona cevap verdi ve bu yüzden
de o zamanki Reis mahkemeye verdi, bu zât mahkemelerde ifade verdi.
"Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe kadının payının iki misli miras
vermenizi emreder." buyurmaktadır. (Nisa: 11)
İlâhi hüküm böyledir. Bunlar ise ilâhi hükmü bırakıp kendi zanları üzere hüküm
vermeye çalışıyorlar.
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade
etmez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarının tamamını bilmektedir." (Yunus:
36)" (Sözler ve Notlar 5 s. 547)
"İslâm'ın meşru kıldığı dini nikâh ise Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları
muhafaza etmek, ilâhi hükümlerden istifade etmek ve hayatını bu istikamette
tanzim etmek içindir. Bu ilâhi bir hükümdür. Bu da inanıp iman edenlere göredir.
İman etmeyenlere dini nikâh şamil değildir.
"Bu hükümler Allah'ın hudutlarıdır. Kim Allah'ın hudutlarını aşarsa kendine yazık
etmiş olur."(Talâk: 1)" (Sözler ve Notlar 5, s. 559)
"Mehir, nikâh kıyma neticesinde erkek tarafından kadına verilmesi lâzım olan
para veya maldan ibarettir. Evlenecek her müslüman kadının şer'an hakkıdır.
Aşırı gitmemek şartı ile bir kadın mali gücü nispetinde kocasının malına girmesi
lâzımdır, amma az amma çok. Bu meşru hak çiğnenmemeli ve kadınlara bu
hakları verilmelidir. Zira mehir ile nikâh esas olur." (Sözler ve Notlar 5 s. 566)
Şimdi soruyoruz!
İslâm'a aykırı bunca fitnelerle kim mücadele etti? Kim bu hususta yazılar yazdı? Kim
kalemle mücadele etti? İşte bu Zât-ı âli böyle İslâm'ın hakikatlerini beyan etmiş,
İslâm'ın esaslarını ortaya koymuştur.
...
Halbuki Hazret-i Kur'an'da ve Hadis-i şerif'te olan bir mevzuda mahlûkun hüküm
vermeye izni yoktur, sahib-i salâhiyet de değildir. Ve burada uygulanan cezânın
İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur." (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini s. 529-530)
...
Bir cezâ vermek icabediyorsa, evvelâ içenden başlanır. Hadd cezâsı içene tatbik
edilir.
Hüküm vermek ancak Allah'a ve Resul'üne âittir." (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini s.
536)
Haksız yere adam öldürüyorken, insanlar kaçırılıyorken yalnız başına bu Zât-ı âli
onlarla mücadele etti.
İslâm dini insan hayatını korumuş, cana kıymayı Allah'a inkârdan sonra büyük
suçlardan kabul etmiştir.
Kur'an-ı kerim'de öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Âyet-i kerime vardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in insan öldürmenin haram
olduğunu belirten pek çok Hadis-i şerif'i mevcuttur.
Haksız yere kasten bir kimseyi öldürmek en büyük suç ve günahlardan sayılır.
Bu cinayeti işleyenler dünyada kısasa, ahirette ise cezaya uğrar.
Bu Hadis-i şerif haksız olarak bir insanın hayatına son vermenin en büyük
günahların başında geldiğini gösterir.
İşte bu Zât-ı âli'nin ömrü böyle müslümanlara zarar veren bu gibi âhir zaman fitnelerini
söndürmek, İslâm'ı ve müslümanları korumakla geçti. Bu mücadeleyi bihakkın ve
yalnız Allah için yaptı. Kimseden de bir şey beklemedi.
Küffar büyük rahatsızlık duydu. "Bu broşürü kim dağıtıyor? Hıristiyan halkı İslâm'a kim
davet ediyor?" diye çok telâşlandılar, endişelendiler. Vatikan'dan sesi geldi. Vatikan'ın
İstanbul temsilcisi George Marovitch İstanbul'daki Hakikat Yayınevi'ne kadar gelmişti.
Sorular sordu, gerekli cevapları aldı. Kendisine İslâmiyet anlatılarak Resulullah
Aleyhisselâm'ın son peygamber olduğu beyan edildi. İslâm dini tebliğ edildi.
İşte bu zât tek başına hıristiyan papa ve papazlarla, yahudilerle çok mücadele etti.
İslâm'a davet vazifesini yerine getirdi.
O günlerde çok tehditler geldi. Bize gelen mektupların birinde broşürün içine domuz eti
koyup göndermişlerdi.
Bu cihadı kim yaptı?
Yine ilk baskısı 2000 yılında yapılan "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların
ve Münafıkların İçyüzü" isimli kitabını neşretti. Küfrü hoş gören ve göstermeye
çalışan FETÖ'nün fitnesini söndürmek için yahudilerin ve hıristiyanların iç durumunu
bu millete duyururak ortaya çıkan fitneyi söndürmeye çalıştı.
"Ey Küfrü Hoş Görenler! Size Allah-u Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Ediyorum!"
Bir anda her yönden saldırarak Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni
karalamaya çalıştılar. Bunların dertleri hak ve hakikati söyleyen bu Zât-ı âli'nin
susturulmasıydı. Hakaret ettiler, iftira attılar, yalan söylediler, kumpas kurdular.
Ellerinden geleni yaptılar ama onu susturamadılar, Muhterem Ömer Öngüt'ün yakınları
tarafından görüşmenin ses kayıtları alındığı için kumpasları ellerinde patladı. Mahkeme
kararıyla tekzip yayınlamak zorunda kaldılar.
O tarihte bu kampanyayı başlatan gazetenin başında ise genel yayın yönetmeni olarak
firari FETÖ'cü Ergun Babahan vardı. Ergun Babahan "Âyet-hadisle böyle tekzip mi
olur?" diye manşetten makale bile yazdı.
Bu Zât-ı âli'nin bu neşriyatından rahatsız olan haçlı kâfirler ve onların piyonu FETÖ
ahir ömründe hasta halinde 2009 yılında bu Zât-ı âli'ye ikinci bir defa büyük bir kumpas
daha kurdular, "Hain Tezgâh" tertip ettiler. Takip ettiler, dinlediler. Niyetleri
susturmaktı.
Hıristiyanlar Türkiye'yi ele geçirmeye çalışırken teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı
âli gerek Türkiye'de gerek dünyanın her yerinde İslâm'a davet broşürleri ile
hıristiyanları Hakk'a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti. Ama bundan kimsenin
haberi yok.
Soruyoruz hıristiyan âlemi ile böyle bir cihadı kim yaptı? Bu Zât-ı âli'den başka yapan
oldu mu?
Ama o yaptı!
Organ Nakli'nin Câiz Olmadığını İnsanlara Kim
Duyurdu?
Muhterem Ömer Öngüt'ün Organ Nakli hakkında ilk beyanları 1990 yılında neşredilen
"Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" isimli kiaplarında yayınlandı. Daha sonra 1992
yılında "İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli" isminde bir kitap çıkardılar, dergilerimizde
müteaddit defalar çıkan makaleleri ile müslümanları tenvir ettiler.
Diyanet organ nakline cevaz verip insanların katline vesile olurken, organ naklinin caiz
olmadığını duyurup müslümanları uyandırarak bu fitne ile kim mücadele etti?
Organ nakli ve vasiyeti mevzuunu kullanarak kumpas kurmak isteyen gazetenin
mahkeme kararı ile yayınlamak zorunda kaldığı tekzip metninde Organ Nakli
hakkındaki beyanlarının bazıları şöyleydi:
Organ nakli daha kişi ölmeden, organlar canlı iken yapılıyor. Beyin
fonksiyonlarının durmuş olduğuna hükmedilerek nakil yapılıyor. Halbuki o anda
kalp çalışır vaziyettedir. İşte bu kişinin takdir-i ilâhi ile bitkisel hayattan çıkma
imkanı ve ihtimali de vardır. Misalleri de çoktur.
"Allah'ın izni olmadan hiç kimse ölmez, o belli bir süreye göre yazılmıştır." (Âl-i
imran: 145)
Fakat daha kalp durmamışken organlar alındığı için, vasiyet eden için bu bir
intihar oluyor.
...
"Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir." (Ebu Dâvud: 3207 - İbn-i
Mâce: 1616)
Hadis-i şerif'ten; kişinin hayatta iken eziyet duyduğu şeylerden ölü iken de eziyet
duyduğu anlaşılmaktadır.
...
"Hülasa-i kelâm;
Kaldı ki; biz ilâhi hükümleri, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri esas tutuyoruz.
İlmî konuşuyoruz.Sizin zannınıza uymuyor diye bu şekilde sansasyon çıkartmak
için yayıncılık yapmak, hakkaniyeti ve adaleti gözeten hiç kimseye
yakışmaz." (İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli s. 351-353)
Kim bunca yalan ve iftiralara rağmen organ nakli caiz değildir diyebildi? Bu yanlışlara
ilâhî beyanlarla müdahale etti? Bu katliam fitnesini kim söndürdü? Kim mücadele etti?
Bu Fetö ile mücadeleyi bunca yıldır kalem ile Türkiye'de ve dünyada ondan başka kim
yaptı?
"O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını
muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ'nın en çok
buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta
kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve
Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)
Alenen Hazret-i Allah'a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgörüyü ilân etti ve
bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti.
Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara tâbi
oldular, hepsi birden küfre kaydılar.
"Dinini ilân edip, papazı "Hazret" kabul eden, papanın kucağına giden, onun
maksad ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için
çalışan, din-i İslâm'a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunan nankörlere siz
hâlâ müslüman mı diyeceksiniz?" ("Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların ve
Münafıkların İçyüzü", 1. Baskı: Temmuz 2000, s. 596-597)
"Bu güzelim vatanı bölmek için küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.
Küfrü hoş gördüğüne göre hıristiyanlar namına çalışıyor, İslâm'ın ise aleyhinde
çalışıyor.
Amerika'da yaşayıp oradan idare ettiğine göre, Amerika kendi nam-ı hesabına
kullandığına göre Amerikan ajanıdır. Onların himayesi altındadır. Türkiye ve
İslâm'la hiçbir ilgisi yoktur. ABD'nin direktifi ile çalışır. En büyük İslâm
düşmanıdır. Küfrü hoş görenleri oradan idare ediyor. Hususi görüntülü
telefonları vardır, onlarla konuşuyor. Ayna gibi halk onu görsün.
Bütün gayesi hıristiyanlarla bir olup İslâm kalesini içten içe yıkmaktır. Bunu bir
müslüman yapar mı? Bu icraat bizden görünüp içten tehlike arzeden münafıklara
yakışır." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", 1. Baskı Mart 2005, s. 144-145)
"Süleymancılar kendi dinlerini kurunca: "Bizim dinimize göre fâiz helâldir." diyerek
fâizin helâl olduğunu ilân ettiler. Bu inkârlarını alevlendirerek bütün Türkiye'ye
ve dünyaya duyurdular, halkı fâize bulaştırdılar.
İlk fâizin helâl olduğunu söylediler. Para, öşür ne varsa topladılar, böylece ilk
çığırı açmış oldular.
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta
kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve
Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)
"Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ
etmesi gibidir." (İbn-i Mâce: 2274)
Dolayısıyla hem paralarını, hem imanlarını aldılar." (Sözler ve Notlar 10, Birinci
Baskı Ocak 2000, s. 498-499)
Almanya gibi küfür bir memlekette sahte halifelik ilân eden Kaplancılarla kim mücadele
etti?
"Küfür diyarında İslâm halifeliğini ilân eden nankör ve sahtekâr Kaplan ve oğlu
evvelâ Almanya'nın kuklası idiler, sonra şeytanın maskarası oldular.
Diğerleri gibi bunlar da para topluyorlardı ve halkı yoluyorlardı. Böylece
Kaplancılık dinini yaymaya çalışıyorlardı.
Bunların hepsi hakkında kitaplar yazıldığı gibi; bu dinine ve vatanına ihanet eden
nankörün hakkında da kitap yazıldı." (Sözler ve Notlar 10, Birinci Baskı Ocak 2000,
s. 499)
Cemalettin Kaplan ile büyük mücadele etmiş, sahte halifelik ilân edince dinin, vatanın
bölünmesine mani olmak için her şeyi yapmıştı.
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor ve böyle
söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah'a karşı geldiğini resmen ilân etti.
Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: "Refah partisinden olmayanlar
patates dinindendir." diyerek, Allah-u Teâlâ'nın dinini patatese çevirdi. Kendi
dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü.
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o
âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)
İslâm'a aykırı verdiği fetvâlarla müslümanlar arasında fitne çıkarıp ifsat eden Yaşar
Nuri Öztürk'le kim mücadele etti?
Küfür ve nifak hastalığına tutulan, açıkça âyetleri inkâr eden Edip Yüksel'le kim
mücadele etti?
Âhir zamanda türeyen sahte mehdi İskender Evrenesoğlu ile kim mücadele etti?
Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap veremedikleri için, onlara
isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler.
Çünkü her isim bir dindir. Bunların her biri kendi yolunu beğendi.
"Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler,
çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur,
yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir." (Müminun: 53)
İslâm'dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir.
Oysa İslâm'da bir tek ümmet bir tek din vardır." (Sözler ve Notlar 10, Birinci Baskı
Ocak 2000, s. 500-501)
Bu Yazılar Niçin Yazılıyor?
"Bu yazıları mülkün sahibi olan ve beni imtihan sahasına gönderen Hazret-i
Allah'tan korktuğum için yazıyorum. Allah-u Teâlâ'nın bildirdiğini, duyurduğunu,
bildirmeye ve duyurmaya çalışıyorum.
Zira;
"Gördüm yâ Rabb'i!"
"Ettim yâ Rabb'i!"
Benim hiç kimseye kinim yok amma, dinime ve vatanıma el uzatana da hiç
müsamaham yok.
Satılan gerek kitaplardan, gerek mecmuadan bir tek lira dahi cebime girmez.
Allah'ım nasip etmesin. Bütün bu işleri rızâ-i Bâri'yi tahsil etmek için yapıyorum.
"De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." (İsrâ: 81)
Her tarafı zulmet bürüyüp ortalık kararınca Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu nur
ışığı ile "Hakikat ile dalâlet"in ayrılmasını murad etmiş ve bugün bu ilmi indirmiş.
Bu ilim ile bu nur ile bu Bayraklılar, cesaretle bu karanlığın üzerine yürüyünce;
bu türemeler, güneş çıkınca karların eridiği gibi eridiler. Ne bu din kurucular
kaldı, ne de türemeleri kaldı, hepsi de sükût-u hayâle uğradılar. Maskeleri indi.
Müslüman gibi görünenlerin durumu belli oldu. Hakikat ile dalâlet ayrıldı ve
kötülükleri ortada kaldı.
Hadis-i şerif'i mucibince cennetlikler bir fırkada kaldı, cehennemlikler ise yetmiş
iki fırkaya ayrıldı.
İşte bu berzah, Allah-u Teâlâ'nın indirdiği nur sayesinde belli oldu." (Sözler ve
Notlar 10, s. 503-504)
"Bu iftiralar;
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54)
Âyet-i kerimesi'ni düstur edindiğimiz için, hakikatleri korkmadan,
çekinmeden neşrettiğimiz için oluyor."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâin Tezgâh, s. 21)
Hâin Tezgâh,
2009 Yılında Kurulan Tuzak ve İftira:
2009 yılında FETÖ'nün kumpasçı "derin" militanları Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ni, hâin bir tezgâhla, yalan ve iftiralarla "Birilerinin adamı,
elemanı", "Gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse" olarak göstermeye
çalışmışlar, ona ve yakınlarına büyük tuzak kurmuşlardı. Gayeleri hem fitne ve
huzursuzluk çıkarmak, hem de bu mübarek zâttan, yazdıklarından dolayı intikam
almaktı.
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve
onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)
Şöyle buyurmuşlardı:
Daha geniş cevapları, yapılan hukuki mücadeleyi, iftiraya ortak olan yayın
kuruluşlarının mahkeme kararları ile yayınlamak zorunda kaldıkları tekzipleri de içine
alan "Hâin Tezgâh" isimli eserlerini 2010 yılında yayınladılar, yalan ve iftiraların
içyüzünü ilân ettiler.
Kendileri bu iftiralar çıktığı zaman cevap mahiyetinde yazdıkları "Hâin Tezgâh" isimli
eserinde şöyle söylemişlerdi:
"Belge diye yayınlanan kendisi mi uydurmadır, yoksa ele geçirilen bazı verilerin
içine bu uydurma yalan ve iftiralar eklenerek mi servis yapılmıştır, veyahut
hazırlayan mı kasıtlıdır bilmiyoruz, ancak şunu biliyoruz ki bizim hakkımızdaki
iddialar katıksız iftiradır, yalandır, uydurmadır."
Buna rağmen bunca dinlemenin yapılmış olması böyle pâk bir zâtın suçlu imiş gibi
mahremine riayetsizlik yapılması bizleri ziyadesiyle rencide etmiştir. Bu duruma sebep
olanların, art niyetli hareket edenlerin hakkında Hazret-i Allah hükmünü hem bu
dünyada hem de ahirette verecektir. Zira onun sahibi Hazret-i Allah'tır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklar." (Yunus: 62)
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî.
Tecrid-i sarih: 2042)
Ahir ömründe uydurulan yalan haberler, atılan iftiralar Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ni çok üzmüştü, sağlık ve sıhhatine zarar vermişti. Ama o hiç
metanetini kaybetmemiş, Hakk yoldan, hak bildiği davadan ayrılmamıştı. Onun gayesi
Allah ve Resul'ü, davası İslâm idi.
Bu bölücülerin gayesi devleti yıkmak olduğu için, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ne öteden beri "Devletin adamı" iftirasını atarlar.
Halbuki bu Zât-ı âli kimsenin adamı değil "Allah dostu bir velî"dir. Bütün
gayesi "Allah", sözü "Allah" olan çok büyük bir Zât-ı âli'dir.
Şöyle buyurmuşlardı:
"Ben kimsenin adamı değilim, kimseye bağlı değilim, benim bağlılığım bir tek
Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'adır. Biz yalnız ve yalnız Hazret-i
Allah ve Resul'ü için çalışır ve nurunun yayılmasına gayret ederiz."
"Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz ancak
Hazret-i Allah ve Resul'üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız. Onun içindir ki,
cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok."
"Sermaye ikidir:
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'yi tanıyanlar kendileri hakkında büyük bir hüsn-ü niyete sahip
olmuşlardır. Sadece din ve vatan düşmanları, iç ve dış düşmanlar bu zâta düşmanlık
beslemişlerdir.
"Bizim yaşımız 85'e gelmiştir. Ömrümüz 1950 yılından beri irşadla geçmiştir.
Yayınlanan eserlerimizin sayısı 35 cilde varmıştır, toplam20 bin sahifeyi
bulmaktadır. Bütün Kuran-ı kerim Âyet-i kerime'lerini izahlarıyla beraber havî bu
eserlerimiz tefsir hükmündedir. "Kalblerin Anahtarı Külliyatı" ismiyle
neşredilmektedir.
Hadis-i şerif'te:
"Bu gibi bölücüler bizi öteden beri "Başkası nam ve hesabına çalışan bir kimse"
gibi göstermeye çalışmışlardır. Şimdi de hiçbir ilgimiz ve bilgimiz olmadığı halde
"Ergenekon" adı verilen örgütle bağlantılı göstermeye çalışıyorlar.
...
Biz öteden beri hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz.
Bunu; İslâm dini böyle emrettiği için yapıyoruz.
Ancak bu gibiler bölücü oldukları için, bir de kendi aleyhlerindeki her bir şeyi
gerek yalan, gerek iftira ile savuşturmak istedikleri için bize de iftira etmekten
çekinmemişlerdir.
"Kim bir hatâ veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa,
muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur."(Nisâ: 112)
İki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi
biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. Siz bu bayrağın şerefini
bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Amma yabancı bir bayrak
altında büyüseydiniz o zaman bayrağın kıymetini bilirdiniz. Ben bunu çok iyi
biliyorum...
Ben aslen Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat Efendimiz'in aslındanım, Medine-i
münevvere'denim. Orada kalabilirdim. Hatta 1952'de kalmaya da gittim ve fakat
baktım ki oranın halkı Resulullah Efendimiz'e karşı çok lâubali. "Ben lâubâli
yaşamaktansa hasretle yaşayayım daha hayırlı." dedim, buraya geldim.
Bir yakınım askere gittiği zaman, "Gittiğin yer Peygamber Ocağı" diye ona
nasihat ediyorum.
Allah korusun, bir harp çıkmış olsa en önde savaşmak isterim, ordumuza her
türlü yardımda bulunmak için bütün imkânlarımı seferber ederim. Bu ne suç ne
de günahtır.
Ancak bu bölücüler kendilerini öyle ayırdılar, kalplerini öyle bir kinle doldurdular
ki, hiçbir hakikati duymak istemiyorlar. Her iftirayı peşinen kabul ediyorlar. Yarın
bir harp olsa cepheden kaçmak isterler. Çünkü düşman olmuşlar.
Makam, nam, şöhret, menfaat peşinde olmadım. İslâm'a tam bir teslimiyetle bağlı
kalmaya çalıştım.
Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış
başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.
İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin içinde
de bölücüler türedi.Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye çalıştıkları gibi
bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm bölmeye, kendi nam
ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını hüküm yerine koymaya,
insanları nefis putunun etrafında toplamaya çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde
memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak belli bir vakte kadar." (Hâin Tezgâh, s.
27-28)
Muhterem Ömer Öngüt'ün 10 yıl evvel 2010 yılında yayınlanan "Hâin Tezgâh" isimli
eserinde yer alan bu husustaki diğer bazı beyanları şöyledir:
"Bu iftiralar;
… Çünkü biz İslâm dininden görünen birçok grubun yaptıklarının İslâm dininde
olmadığını açıkça neşrettik. Eserlerimizi inceleyen bunu açıkça görecektir. Biz
İslâm müdafiliği yapıyoruz. Yaklaşık yirmi senedir İslâm dini'nin asliyetini
bozmak isteyenlerle, halkımızın imanını çalmak isteyenlerle kalemle mücadele
yürütüyoruz, eserler neşrediyoruz. Bundan rahatsız olanlar ise hatalarını
düzeltmek yerine iftira ile bizi susturmaya çalışıyorlar." (Hâin Tezgâh, s. 21)
Nitekim"Hâin Tezgâh" isimli bu eserleri yayınlandıktan sadece iki yıl sonra 2012
yılında MİT kumpası, 2013 yılında 17-25 Aralık olayı ve 2016 yılında FETÖ darbe
teşebbüsü yaşanmıştır.
Bu İftiraları Diline Dolayanlar:
Binaenaleyh bu iftiralara bütün din ve vatan bölücüleri ve bölücülere arka çıkanlar
sahip çıkmak isterler.
Çünkü Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunların ahkâm-ı ilâhî'ye
uymayan icraatlarını duyuruyor ve rahat hareket edemiyorlar. Hükm-ü ilâhî'yi rahat
çiğneyemiyorlar.
Bir başkası; 2019'da ölen Kadir Mısıroğlu "Keşke Yunan galip gelseydi" demiş, Kudüs
fatihi Selâhaddin Eyyûbî'ye hâşâ "Şerefsiz", "Hayvanoğlu hayvan" diye hakaret
etmiş; "Memleket darü'l-harptir, fâiz alınabilir" diyen küfür ehliyle birlik olup bunlara söz
dahi söylememiş; ve fakat şom ağzı ile çıkıp Muhterem Ömer Öngüt'e hakaretlerle
düşmanlık yapmıştı.
Ahmet Akgündüz üniversitesine İslâm adını verdiği hâlde İslâm'a yapılan taciz,
tecavüzlere karşı sessiz kalırken, bu Zât-ı âli küffarla kıyasıya mücadele etti.
İftira atmak, yalan söylemek, fitne çıkarmakla bu Zât-ı âli'yi kimse karalayamaz.
Her şey ahirette bir bir ortaya çıkacak. İşte o zaman nedamet çok olacak.
KAMUOYUNA DUYURU
CIA ajanı olduğu devletin üst kademesi tarafından da dile getirilen, hakkında FETÖ
isimli silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile dava açılan ve tutuklu olarak yargılanan
eski MİT mensubu Enver Altaylı'nın FETÖ bağlantıları ve 2008 yılında Fetullah Gülen'e
yazdığı mektuba dair bazı basın organlarında haberler yayınlanmıştır. (Sözcü
Gazetesi, Aytunç Erkin, 30 Ocak 2020)
Bu haberlerde Enver Altaylı'nın 2008 yılında FETÖ terör örgütünün lideri Fetullah
Gülen'e yazdığı mektupta şu ifadelerin geçtiği belirtilmektedir:
"… Yeni ekibin güdümündeki bazı askeri mahfillerde, şahsınıza ve yakınlarınıza karşı
kin ve düşmanlık duyguları tahrik edilmektedir. Hatta bunlar sizin katledilmeniz
gerektiğini, bu mümkün olmazsa yakınlarınız hedef alınarak canınızın yakılması
gerektiğini dahi ifade ediyorlar.
Mesela bunların kontrolünde olan Ömer Öngüt çevresindeki bazı ülkücü gençler
açıkça sizi, mümkün olmazsa yakınlarınızı katletmekten bahsediyorlar."
Enver Altaylı gibi CIA istihbarat yapılanmasına angaje olmuş, FETÖ örgütü üyeliğinden
tutuklu olarak halen yargılanan bir karakterin, ABD'nin CIA isimli istihbarat örgütünün
oyuncağı olmuş FETÖ terör örgütü liderine Muhterem Ömer Öngüt aleyhine
beyanlarda bulunmasını Muhterem Ömer Öngüt lehine bir övünç vesilesi olarak kabul
etmek gerekir, ancak buradaki iki mühim yalan ve yanlış bilginin de tashih edilmesi ve
kamuoyunun aydınlatılması lüzumludur.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hayât-ı saadetlerinin hiçbir anında
hiçbir kimsenin, hiçbir şahsın, hiçbir kurumun kontrolünde olmamıştır. Bu Zât-ı âli'nin
yegâne bağlılığı yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun Resul'ünedir.
Bir Allah dostunu, Hazret-i Allah'ın seçkin bir kulunu herhangi birilerinin elemanı,
birilerinin kontrolü altındaki bir kişi gibi göstermek büyük bir iftiradır.
Bu tür iftiralara Muhterem Ömer Öngüt sağlığında aşağıdaki şekilde cevap vermiştir ki
tekrarında fayda mülahaza ediyoruz:
"Değil yakınlarımız bizi uzaktan tanıyan kimseler dahi bilir ki; biz hiç kimsenin
"Hazırda bekletilecek bir elemanı" değiliz. Bizim bağlılığımız yalnız ve yalnız
Hazret-i Allah'adır. Kimse bizi hazırda bekletemez, kimse bizi
yönlendiremez." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 11)
"Hiç kimse bize "Medyatik eylem ve söylem" yaptıramaz. En sarih bir surette
hakikati ortaya koyan o kadar eserimiz var, medya hiçbir zaman bizi
kullanamamıştır. Çünkü bu eserlerde polemik değil hakikat, laf değil Âyet-i
kerime ve Hadis-i şerif'ler vardır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s.
12)
Kamuoyunun da artık bilgisi dahilindedir ki din ve vatan hâini FETÖ terör örgütü
mensupları kendi aleyhlerinde olan herkesi karalamaya çalışmışlar, kumpaslar
kurmuşlardır. FETÖ'nün gerçek yüzünün yeterince bilinmediği o tarihlerde 2009 yılında
kurdukları bir kumpasa bu Zât-ı âli'nin ismini de karıştırmışlardır. Çünkü Muhterem
Ömer Öngüt Hazretleri 1995 yılından başlayarak bu hâinin gerçek yüzünü gerek
yazdığı kitap ve gerekse kurucusu olduğu Hakikat isimli derginin muhtelif sayılarındaki
yazıları ile ifşa etmiş, bu ifşaatları FETÖ ve peşinden gidenleri fevkalade rahatsız
etmişti.
Bu rahatsızlıklarının bir sonucu olarak intikam almak maksadı ile 2009 yılında FETÖ
güdümündeki Taraf Gazetesi'nde yayınlanan ve ıslak imza tartışmaları ile meşhur olan
"İrtica ile mücadele eylem planı" isimli sahte belgede bu Zât-ı âli'yi benzer ifadelerle
askeriye tarafından "kullanılan bir eleman" gibi göstermeye çalıştılar. Bu sahte belgede
uydurdukları senaryoya göre güya askeriye bu Zât-ı âli'yi "Hazırda beklettiği eleman"
olarak görüyordu ve bu Zât-ı âli'yi kullanarak bazı kumpaslar kurmaya çalışacaktı.
Nitekim bu belgenin sahte olduğu yargı kararları ile tescillendi. Bu belgeye rapor
verenler "Gerçeğe aykırı bilirkişilik yapmak", "Silahlı terör örgütüne üye olmak"
suçlarından halen yargılanıyorlar. 2009 yılındaki bu tezviratın zemininin 2008 yılında
kurulmaya başlandığı, bu yıl içerisinde Enver Altaylı tarafından FETÖ'ye yazılan
mektup içeriğindeki yalan ve iftiralardan açıkça anlaşılmaktadır.
O tarihte 2009 ve sonrasında bu tezvirat bazı basın yayın organları tarafından doğru
imiş gibi kabul edilerek yayınlandı. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri
85 yaşlarında iken çeşitli hastalıklarla mücadele ile geçirdiği ömrünün son yılını bu
iftira ile mücadele ederek geçirdi. Dergimizde cevap verdikleri gibi "Hâin
Tezgâh" isimli bir de eserleri yayınlandı. Yapılan hukuki mücadeleler sonunda
Televizyonlar ve haber siteleri tekzip metinleri yayınlamak zorunda kaldı. Bu konunun
ayrıntılarını merak edenler Muhterem Ömer Öngüt'ün "Hâin Tezgâh" isimli bu eserine
müracaat edebilirler.
Yine Kanal 7 Televizyonu'nun Ana Haber bülteninde benzer iftiraların yer alması
sebebiyle yapılan müracaat sonucu; Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 11/03/2010
tarih ve 2010/340 sayılı kararı ve bu karara Kanal 7 Televizyonu'nun itirazını reddeden
Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 08/04/2010 tarih ve 2010/118 sayılı kararı
gereği mahkemeye sunduğumuz Cevap ve Düzeltme metni Kanal 7 Televizyonun 29
Nisan 2010 tarihli ana haber bülteninde yayınlanmıştır.
Bunlardan bir tanesini Samanyolu Televizyonu'nun 15 Nisan 2010 tarihli ana haber
bülteninde yayınlanan tekzip metnini arzediyoruz. (Bkz. s. 37)
FETÖ üyesi Enver Altaylı'nın 2008 yılında FETÖ terör örgütü liderine yazmış olduğu
mektubundaki ikinci yalan ve yanlış bilgi güyâ "Muhterem Ömer Öngüt'ün çevresinde
bulunan bazı ülkücü gençlerin FETÖ terör örgütü liderini, mümkün olmazsa yakınlarını
katletmekten bahsetmesi"dir.
Burada direkt olarak Muhterem Ömer Öngüt'e bir itham olmasa da Muhterem Ömer
Öngüt'ün çevresindeki bazı kişilerin bu tür eylemlerden bahsettiğine dair bilgi de doğru
değildir, yalandır.
Yukarıda da arzettiğimiz üzere din ve vatan hâini Fetullah Gülen'in içyüzünü Muhterem
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 1995 yılından itibaren neşretmeye başlamışlar,
defalarca dergimizde makaleleri yayınlanmış, bunlar hakkında 1999 yılında da "Küfrü
Hoş Gören Narcıların İçyüzü" isminde eser neşretmişlerdir. Bu yayınlar ile büyük bir
mücadele vermişler, toplumu uyarma, müslümanları uyandırma görevini ifa etmişler,
devleti ve bu hâinin peşinden gidenleri ikaz etmişlerdir. Dinden çıktığına dair, hâin
olduğuna dair en sarih ifadelerle çok ciddi bir mücadele vermişler ancak hiçbir zaman
katletme, yakınlarının zarara uğratılması gibi bir söylemleri asla olmamıştır. Bilakis
yapmış oldukları bu mücadeleyi, kendilerine verilen görevi "Kalemle mücadele" olarak
tanımlamışlardır.
Buna kalemle cihad denilir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 29)
Tek gayesi imanları kurtarmak, etrafını, müslümanları tenvir etmek olan bir Zât-ı âli
idiler. Asla hiçbir yakınına bu gibi bir telkinleri olmamıştır.
Enver Altaylı gibi bir kişinin mektubunda bu gibi ifadelerin geçmiş olmasından birilerinin
Muhterem Ömer Öngüt'ten rahatsız olduğu; Zât-ı âlileri'ni hedefe koymaya 2008
yılında başladığı; nihayetinde ism-i âlilerinin 2009 yılındaki kumpasa karıştırıldığı
anlaşılmış oluyor.
5 Şubat 2020
(https://www.hakikat.com/duyuru/kamuoyuna-duyuru)
Bu Kadar Büyük Cihadı Kim Yaptı?
Amerikan istihbarat örgütü CIA ile bağlantılı bu kişinin Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ni hedef almasından anlıyoruz ki demek ki bu Zât-ı âli'nin yaptığı
mücahede ve mücadeleden küffar da rahatsız olmuş.
Bugün Suriye, Irak, Libya, Yemen gibi ülkeler dış müdahaleler sebebiyle büyük bir
sıkıntıya düştü, ancak esas büyük sıkıntıyı yaşamaları, bu badireleri bir türlü
atlatamayışları, halkın birbirine düşmesi sebebiyle ortada devletin kalmamasındandır.
İşte bugün İslâm dünyasının içine düştüğü durumu seneler öncesinden gören
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri dinde ve vatanda bölücülük yapan
gruplara karşı en şiddetli bir lisanla ikazda bulundu, eserler yazarak mücadele etti.
İrşad ve Mücâdelesi
Eserleri İle Devam Eden Bir Zât:
"Bu nur bugün için değildir. Bu nur, kıyamete kadar geçerlidir. Siz bu nura
yapıştıkça Allah-u Teâlâ sizi kurtarır. Bunu böyle bilin, ötekilere de aldanıp
saplanmayın.
Dikkat ederseniz neler çıktı. Sahte mehdiler, sahte isalar çıktı. Ama bir tane değil,
birkaç tane. Çok fesatçılar, ifsatçılar, sapmışlar çıkar ve çıkıyor. Fakat Cenâb-ı
Hakk'ın izniyle nur ile aydınlatmaya çalışıyoruz. Bu kıyamete kadar geçerlidir.
Bugün için de değildir."
Buradan da görülüyor ki; bu Zât-ı âli tahminle, zan ile değil, Hazret-i Allah'ın
kullanması ile vazife vermesi ile hareket eden büyük bir veli idi.
Kendileri bu büyük mücadelenin önemini, kendilerinden sonrası için bu mücadelenin
yapıldığını şu beyanları ile ifade etmişlerdi:
"Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek
için ve bu kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu
Hazret-i Mehdi'ye ulaştıracak, ona köprü olacak." (Sözler ve Notlar 10 s. 417)
"Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla
destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.
Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz
ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim
ölümümle iş bitmiyor!"
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin bütün bu mücadelesi bugün daha aşikâr oluyor ve daha da
olacak. Ve müslümanlara yol gösteriyor, daha da gösterecek.
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir." (Enfâl: 46)
Hazret-i Allah'ın emri budur. Hazret-i Allah'ın kitabı budur, Hazret-i Allah'ın dini
budur. ...
Âyet-i kerime'lerde:
"Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış
başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.
İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin içinde
de bölücüler türedi.Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye çalıştıkları gibi
bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm bölmeye, kendi nam
ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını hüküm yerine koymaya,
insanları nefis putunun etrafında toplamaya çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde
memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak belli bir vakte kadar:
Gerek İslâm'a ve gerekse vatana düşman olan bu bölücüleri iyi tanıyın. Sakın
parçalanmayın. Sabırlı olun. Allah-u Teâlâ yardım edecek ve bunları, bu küfür
ehlini bir bir yok edecek. Din-i İslâm ve vatan selâmet olacak."
Vatan imanı muhafaza eder. Çünkü vatansız iman kazanılmıyor. Bu vatan çok,
çok güzel amma vatandaşlar bunu bilmiyoruz. ...
İfşaat edin, ikaz edin! Dini, vatanı müdafaa edin! Bizim bu kitapları yaymaktaki
amacımız; dini, imanı ve vatanımızı korumaktır. Çünkü bu vatan çok güzel bir
vatan."
"Bu vatan bir emanettir. Osmanlılar harbe giderken 'Allah'ım bu vatan sana
emanet' der, öyle giderlerdi. Emanet olduğu için iç düşman, dış düşman çok ama
yıkılmıyor. Emanet olduğu için yıkılmıyor da halk bunun farkında değil."
"Birçok Osmanlı Padişahı sırf Allah için cihada çıktı, vatanı ve milleti Allah'a
emanet etti öylece yola çıktı. Allah-u Teâlâ o emaneti kabul etti. Bizler hâlâ o
emanet sayesinde ayaktayız, İlâhî yardım ve destek altındayız.
Hiç şüpheniz olmasın Allah-u Teâlâ bu emaneti kabul etti. İlâhi muhafazaya aldı.
Yoksa kâfir dışarıdan, münafıklar ve fâsıklar içeriden yıllardır bu devleti yıkmaya
çalışıyor. İlâhi muhafaza olmasa ayakta kalması mümkün değildi.
Böyle bir zamana geldik ama Rabb'imiz kimin yüzü suyu hürmetine koruyor ise
koruyor. Rabb'im korusun.
Oysa devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar. Hatta bir defasında;
"Türk bayrağına paçavra diyen bir kimse nasıl müslüman olabilir?" demiştik."
"Bu güzel vatanı bozmaya kimsenin hakkı yok. Çünkü vatansız din de olmuyor.
Küçüklüğümü Yugoslavya'da geçirdiğim için, onların bayrağı Sırp bayrağı idi.
Buradakiler, yabancı bir bayrağın altında yaşamanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Azgın, taşkın, dinsiz, imansız insanlar evvelâ memleketin polisine, askerine
hücum ediyor. Sen kimi yıkmaya çalışıyorsun? Bir bak şöyle, kimi yıkıyorsun?
Sen kendi vatanını yıkıyorsun. Açık söylüyorum o zaman sen bu vatanın evlâdı
değilsin."
İman kalesi çöktüğü zaman kişi ebedî felâkete düçar olduğu gibi, İslâm da asliyetini
kaybeder. İslâmiyet'in asliyetinin bozulması en büyük tehlikedir.
Onun içindir ki vatanımızın durumunun çok nazik olduğu, her an harbe girme ihtimali
olduğu 1. Körfez Savaşı'nın olduğu 1991 yılında bu bölücülerin tezviratı sebebiyle
şöyle buyurmuştu:
Bunun içindir ki bu yetmiş iki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış
düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve
tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s.
174)
Dinimize ve vatanımıza kast eden bu bölücülerin hem imanlara hem de vatana zarar
verdikleri; imanı ve vatanı bölmeye çalıştıkları; imanları ve güzel vatanımızı kâfire
peşkeş çekmek için yarıştıkları ayan beyan ortadadır.
Bunlar hem dinimizi hem vatanımızı parçalıyorlar, dış düşmandan daha büyük tahribatı
yaptılar. Din-i mübin'i bölmekle, vatanımızı parçalamakla da en büyük düşmanlığı
yapmış oldular. Bu yüzden dinimizi olduğu gibi vatanımızı dahi büyük tehlikeye
düşürüyorlar.
Her beyanlarında olduğu gibi Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususu da
Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanları ile seneler öncesinden izah
ve ilân etmiştir. Kendi ismine davet etmemiş, Allah ve Resul'üne davet
etmişlerdir. "Her isim bir dindir." buyurmuşlar, "İlâhî Görüş Birliği'ne Davet" ismiyle
eser neşretmişler, "Allah ve Resul'ünde birleşelim." beyanları ile birlik ve
beraberliğin reçetesini öz olarak ortaya koymuşlardır.
"Bütün bölücüler birliğin ancak kendi kurduğu din üzerinde olmasını isterler.
Allah ve Resul'ünde birleşmeye yanaşmazlar. Rıza-i İlâhi için çalışmak, onların
işine gelmez, onlar yalancıdırlar ve halkı sapıttırıyorlar.
Biz ancak Allah-u Teâlâ'nın ahkâmını tebliğe memuruz Allah ve Resul'ünde
birleşmeye davet ediyoruz. " (İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet, s. 190)
Birlik ancak böyle olur, birlik ancak burada olur. Yoksa fitne çıkartanların fitnelerini hoş
görmekle ancak fitne büyümüş olur. Bugün görüldüğü gibi.
"Hepiniz topluca, sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın." (Âl-i imran:
103)
Dikkat ederseniz Allah-u Teâlâ "Parçalanıp ayrılmayın" diye emir buyururken aynı
zamanda "Sımsıkı Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor. Ahmetin, mehmetin ipine değil.
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)
"Din adına yapılan her bölünme İslâm dininde bir ihanettir, bir zulümdür. Bu
bölücüler rücû etmedikleri takdirde, çok şiddetli bir azapla kendilerine yazık
etmiş olurlar." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s. 124)
Dinine ve vatanına ihanet eden, Türk bayrağını paçavra olarak görenlerin dine ve
vatana yaptığı ihanet budur.
(Ey Müslüman Kardeş! Düşmanını Tanı Dinini ve Vatanını Muhafaza Et! s. 431-432)
ÖncekiSonraki
Devamını Oku
Bismillahirrahmanirrahim
“Allah-u zül-celâl vel-kemâl Hazretleri’ne; O’nun sevdiği ve
beğendiği şekilde bitmez-tükenmez hamd-ü senâlar olsun.
Muhterem Okuyucularımız;
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah dostu büyük bir
mutasavvıf idi. Ömrünü Allah yoluna adadı. Bütün ömrü irşadla, nasihatle
geçti, eserler neşretti. Allah için, Resulullah için mücadele ve mücahede etti.
Şöyle buyurmuşlardı:
FETÖ, 2009 yılında kurduğu bir kumpasa bu Zât-ı âli’nin ismini de karıştırmak
istemiş ve birilerinin adamı olarak göstermeye çalışmıştı.
Oysa bu Zât-ı âli Allah ve Resul’ünden başka hiç kimseye bağlı değildi.
“Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz
ancak Hazret-i Allah ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız.
Onun içindir ki, cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok.”
Yakın zamanda FETÖ’nün bu Zât-ı âli’ye kurduğu kumpasın yeni bir belgesi
ortaya çıktı. FETÖ örgütü üyeliğinden tutuklu olarak halen yargılanan ve CIA
ajanı olduğu devletin üst kademesi tarafından da dile getirilen Enver Altaylı’nın
FETÖ terör örgütü liderine yazdığı bir mektupta Muhterem Ömer Öngüt’ü
şikâyet ettiği ortaya çıktı. Böyle bir karakterin mektubunda bu Zât-ı âli’yi
şikâyet etmesini Muhterem Ömer Öngüt lehine bir övünç vesilesi olarak kabul
etmek gerekir. Bununla beraber bu mektuptaki iki mühim yalan ve yanlış bilgi
de dergimizde izah edilmiştir
Bu ay içerisinde idrak edilecek olan “Miraç Kandili”nizi tebrik eder, tüm İslâm
âlemi’ne hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ederiz.
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
"Ümmetimden Bir Tâife, Kıyamet Gününe Kadar Hakk İçin Muzaffer Bir Şekilde Mücadeleye
Devam Edecektir."
(Hadis-i Şerif)
"Görüldüğü üzere hakikatleri neşrettiğimiz için bir taraftan dini hükümlere karşı
olanlar, diğer taraftan dini kendi menfaat ve zanlarına göre kullanmak isteyen
münafıklar aleyhimizde tertipler yapıyor, bizi karalamaya çalışıyorlar. Bu iftira ve
yalanı yapanlar en büyük zararı kendilerine yapıyorlar. Zira bizim şahsımıza
saldırdıklarını zannediyorlar, ancak bu saldırıyı hükm-ü ilâhi'yi neşrettiğimizden
yaptıkları için aslında bu düşmanlıkları hükm-ü ilâhi'ye, Allah-u Teâlâ'yadır. Bu
sebeple bunların ikinci en büyük zararı müslüman halkımıza ve bu milletedir. Çünkü
hak ve hakikat susturulmaya, yalan ve sahtekârlık yükseltilmeye çalışılıyor. Bir millet
için bundan büyük bir zarar düşünülemez. Üstelik bu duruma bir müdahale gelmediği
için bu da Cenâb-ı Hakk'ın gadabını celbediyor. Biz vazifemizi yapıyoruz, yapmaya
devam edeceğiz. Ama hayatta ama vefatta. Gerçek ve son hesap ise ilâhi divan
kurulduğunda görülecek. İşte o gün vay yalancıların haline!
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve
onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır."(Fâtır: 10)"
Bu büyük mücadelenin gayesi; "Dini, imanı ve vatanı korumak"tı. "Biz öteden beri
hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz. Bunu, İslâm dini
böyle emrettiği için yapıyoruz. Bizim iki gayemiz var: İman ve
vatan." buyurmuşlardı.
Şöyle buyurmuşlardı:
O günlerde birçokları bu Zât-ı âli'yi anlayamadı. Bu Zât-ı âli'nin bir taraftan "Din ve
vatan" buyurması, "Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan!" buyurması;
diğer taraftan dinde ve vatanda bölücülük yapanların dinden çıktıklarını ilân edip
onlarla mücadele etmesi halk tarafından hakkıyla anlaşılamadı. Zira halk bu bölücü
ve parçalayıcılara "Bunlar da müslüman" nazarı ile bakıyordu. Ve fakat bu Zât-ı âli'nin
her beyanı Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le idi. İtiraza imkân yoktu.
Bu Zât-ı âli özetle; "Din" dedi, "İslâm" dedi, "İman" dedi, "Vatan" dedi. "İmansız
vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." dedi.
Ve bugün gerek Türkiye'de gerek İslâm dünyasında yaşananlar, din ve iman için,
küffar ordularına karşı koyabilmek için; bir taraftan devletin, bayrağın, Allah ve
Resul'ünde birlik ve beraberlik içinde bulunmanın ne kadar önemli olduğunu; diğer
taraftan iç düşmanların küffardan daha tehlikeli olduğunu ve küffarın veremediği
zararı müslümanlara verdiğini bizlere ayan beyan gösteriyor.
Bu hakikat henüz bu kadar aşikâr bir şekilde ortaya çıkmadığı, birçoklarının Türk
bayrağına hakaret etmeyi marifet zannettiği bir zamanda bu Zât-ı âli bu hakikatleri
söyledi, "İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez." sözünü ve Türk
bayrağını dergimizin logosuna koydurttu.
Bugün biz görüyoruz ki; bu Zât-ı âli'nin âdeta bütün beyanları kendisinden sonraki
zaman için söylenmiş gibidir. O zamandan gelen beyanları bu zamana ışık tutuyor,
önümüzü aydınlatıyor.
Ve görüyoruz ki; Muhterem Ömer Öngüt'ün işaret koyduğu her kimsenin âkıbeti bu
Zât-ı âli'nin ne kadar doğru söylediğini, Allah-u Teâlâ'ya olan yakınlığını ortaya
çıkartıyor. FETÖ'yü hep beraber gördük, Yaşar Nuri Öztürk hakkında kitap çıkartmıştı
deist olarak öldü. Buna mümasil diğerleri de böyledir. Bunlardan tehdit ve tehlikesi
devam ettiği bilinenlere karşı gerekli tedbirlerin alınmaması, yeni zararlara
uğramamıza sebep olabilir.
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin gayesi; dinde, vatanda "Uhuvvet, birlik ve beraberlik" idi.
FETÖ'nün Türkiye'ye verdiği zararı bir dış düşman verebildi mi? Bu hâinler 15
Temmuz'da başarılı olmuş olsaydı memleketi küffara çoktan peşkeş çekmiş
olacaklardı. Devlet hâlâ bunları temizlemeye çalışıyor. Yurtdışında FETÖ diasporası
kurdular, Türkiye'nin aleyhine çalışıyorlar. Ermeni diasporasının, Yunan
diasporasının veremediği zararı Türkiye'ye bunlar veriyor.
Aynı şekilde Suriye'de, Irak'ta DAEŞ denilen fitnenin müslümanlara verdiği zararı
başka kim verebilirdi? Müslümanları tarumar ettiler. Amerika'nın, Rusya'nın zulmüne
zemin hazırladılar.
Aynı şekilde İdlib'deki Türkiye'yi kabul etmek istemeyen benzer gruplar hâlâ
Türkiye'ye karşı orada durmaya çalışıyor. Türk askeri oraya giderken bunlardan emin
olamıyor. Böyle müslümanlık mı olur? Bunlar mı müslüman? Bunları bahane eden
Esed, Rusya ve İran'ın desteği ile milyonlarca müslümanı sürüyor, bombalıyor.
Amerika olsun, Yahudi olsun, Rusya olsun küffar İslâm ülkelerine nüfuz ederken her
bir bölücüden ziyadesiyle istifade ediyor.
FETÖ'nün "derin" teröristleri bu Zât-ı âli'yi 2009 yılında kurmuş oldukları bir kumpasın
içine dahil etmeye çalıştılar.
Bugün bu iftirayı atanların içyüzü ortaya çıktığı halde Ahmet Akgündüz gibiler hâlâ bu
iftiralara sahip çıkmaya, aynı karalama kampanyasına devam etmeye çalışıyor.
Ve fakat kim ki bu Muhterem Zât'ı diline dolamaya çalışıyorsa daha dünyada iken
Hazret-i Allah onun içyüzünü bize gösteriyor.
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî.
Tecrid-i sarih: 2042)
Başka;
Din-i İslâm'ı bozmak, tahrif etmek isteyen âhir zaman ulemâsı karşı!
Kâfir ve küffar karşı, Amerika karşı, yahudiler karşı, Vatikan karşı! Papa ve papazlar
karşı!
Küffar kim hakiki kim sahte biliyor. Türkiye'de FETÖ gibileri, Irak'ta Suriye'de DAEŞ
gibi örgütleri el altından kurdu, besledi, büyüttü. Zamanı gelince kendi çıkarı için
kullandı. 100 yıl önce de Arabistan'da Vehhabileri destekledikleri gibi.
Bu sahteler, bu bölücü ve hainler, menfaat ve saltanat için küffarla el birlik hareket
etmekten, el altından işbirliği yapmaktan çekinmezler. Bu gibi hâinlerin Irak'ta,
Suriye'de, Libya'da, Yemen'de nelere sebep olduğunu görüyoruz.
Bu memlekette yıllar yılı müslümanlar takip edildi, zulüm gördü. Bir araya gelip ibadet
yapamadı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de yıllarca gizli-açık takip edildi.
1980 ihtilalinde Bolu'ya götürülüp sorgulandı, kitabı Sıkıyönetim Askeri Savcılığı'nca
soruşturmaya tabi tutuldu ancak "Kovuşturmaya yer olmadığına" karar verildi. 28
Şubat'tan sonra da benzer muamelelere muhatap kaldı, kurmuş olduğu vakıf
soruşturma geçirdi.
O sıkıntılı zamanda İslâm'ı yaşayan azdı ve fakat sahteler de azdı, bugünkü gibi
ortalığı sahteler işgal etmemişti.
Soruyoruz!
Din-i İslâm için, Hazret-i Kur'an için mücadele eden, yalnız ve yalnız Allah ve
Resulullah için çalışan, her işte ahkâm-ı ilâhi ile hareket eden, hep ahkâm-ı ilâhi'yi
ileri süren, 85 yıllık ömrü din ve vatan bölücüleri ile mücadele ile geçen bu Zât-ı âli mi
derin devletin adamı?
Yoksa bu Zât-ı âli "Din ve vatan" dediği için, bölücülük yaptığınızı duyurduğu için mi
bu yaftayı vurmaya çalışıyorsunuz?
Derin devletin adamı "Dini nikâh şart değil" diyen bir Diyanet reisine cevap verir mi?
"Organ nakli" adı altında yapılan katliama dur demeye çalışır mı?
Derin devletin adamı hiç Arabistan'da yapılan katliama ahkâm-ı ilâhi'yi ortaya koyarak
müdahale eder mi?
Bu Zât-ı âli ıslâh için, imanları kurtarmak için, küffara karşı vatanımızı muhafaza
etmek için çalışıyor.
Soruyoruz!
İslâm, Kur'an diye ortaya çıkıp İslâm'ı her işlerine alet edenlerle mücadele etmek
derin devlet mi?
Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri inkâr edenlerle mücadele etmek derin devlet mi
oluyor?
...
Hak ve adaletle, iman ve vicdanla bakan; bu Zât-ı âli'nin niyet-i halisa ile tek
gayesinin din, iman ve vatan olduğunu görüyor ve teşekkür ediyor.
O Hazret-i Allah'ın kullandığı kulu idi, kimsenin adamı değildi. Bilakis Selçuklu'nun,
Osmanlı'nın, küffarla cihad eden, haçlı ordularını tarumar eden Türk ordularının
muzafferiyeti için seccadesi başında gözyaşı döken "Evliyâullah"ın son halkası idiler.
Din ve vatan bölücüleri bu devleti yıkmaya çalışırken bu Zât-ı âli Kıbrıs harbinde,
terörle mücadelede ve buna mümasil her daim ordumuzun muzafferiyeti için duâ etti.
Bu bölücüler onun bu hâlini devletin adamı olarak yorumladılar. Çünkü onların
kurmuş oldukları dine göre devleti yıkmak, vatanı parçalamak gerekiyordu.
Fetullah Gülen dinlerarası diyalog adı altında müslümanlara küfrü hoş göstermeye
çalıştı, Kelime-i Tevhid'den Resulullah Aleyhisselâm'ı çıkartmaya çalıştı. Buna kim
müdahale etti? Ömer Öngüt.
Süleyman Hilmi Tunahan'dan sonra onun yolundan ayrılan Kemal Kacar "Türkiye
Dar'ül-harptir, fâiz alınabilir" diye gazetelere beyanat verdi. Kim müdahale etti? Ömer
Öngüt.
Yaşar Nuri Öztürk gibi âhir zaman âlimleri İslâm'da olmayan fetvalar vererek halkı
ifsat etmeye çalıştı, İskender Evrenesoğlu gibi sahte mehdiler, sahte isalar, sahte
dabbetül arzlar türedi. Kim bunlar hakkında eser çıkarttı? Ömer Öngüt.
Sahte mutasavvıflar, şeyh şeytanları ortalığı istilâ etti, tasavvufu babadan oğula
geçen saltanata çevirdiler, bazıları holding patronu oldular. Bu yapılanların dinde ve
bu âli yolda olmadığını kim yazdı? Ömer Öngüt.
Vehhabi Suud 1995 yılında haksız bir fetva ile aralarında Türklerin de olduğu şoförleri
idam ederken bu haksız katliama kim müdahale etti? Vehhabiler hakkında kim eser
neşretti? Ömer Öngüt.
....
İşte Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri İslâm'a en büyük zararı veren
bu türemeleri, din ve vatan bölücülerini, halkı ifsad eden âhir zaman âlimlerini, sahte
mutasavvıfları ifşâ ettiler. Eserler neşrettiler.
Çünkü;
Hakkı duyurdu, hakikat ile dalâleti ayırdı, berzah oldu. Ümmet-i Muhammedi tenvir
etti, fitne ve fesadın sönmesi için canı pahasına çalıştı, uhuvvet, birlik ve beraberlik
için azâmi gayret gösterdi.
Öyle bir mücadele ki tek başına milyonlarca insanı karşısına almış, hakikati söylediği
için cümle âlem düşman kesilmişti. Ama o Hazret-i Allah'ın dostluğuna tâlip idi.
"Allah'ıma yemin ederim ki; kimseye garazım yok. Ben herkese kardeş gözüyle
bakarım amma kimsenin de küfrüne rızâ gösteremem. Yani yazacağımı yazarım,
yapacağımı yaparım, bunu bilin!
Sırf Allah için, Allah korkusundan yapıyorum. Bir gayem, bir maksadım, bir
menfaatim var mı?
Büyük mücadele, mücahede yapılıyor. Milyonlara karşı çıkmış, tek tek tek küfür
damgası vuruyoruz. Bugün insana bir kişi, bir düşman yetiyor. Bizim
karşımızda milyonlar var. Deli miyim? Hayır! Ben deli değilim. Ben, Allah rızâsı
için bu yola çıktım, yapacağımı ölünceye kadar da yapacağım.
Biz emirle hareket ederiz. "Biç!" derlerse, biçeriz, hiç korkmayız. Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müşrikler darılacak diye Kur'an-ı kerim'i
tebliğden mi geri kalıyordu?
Biz memuruz; izin verdiği kadar yürür, "Dur!" dediği zaman dururuz. Fakat hiç
kimseden sakınmıyoruz, hiç kimseyi nazar-ı itibara almıyoruz. Bu âlimdir, bu
zâlimdir demiyor, âlimin de zâlimin de üstüne yürüyoruz. Bizim vazifemiz bu. ...
Biiznillah-i Teâlâ satın alamayacakları bir tek kapı varsa o da buradadır. Yani bu
kapı satın alınamaz.
Allah-u Teâlâ burayı desteklemiş, imanını buraya akıtmış, burası para ile, pulla,
dünya ile, madde ile alınacak kapı değil. O'nun rızâsı, O'nun hoşnutluğu her
şeyden mühim.
Onun için bu yol Hakk'a ait, halka ait değil. Bu sözümün altında çok ince
manalar var." ("Vuslat Sohbetleri", s. 416-417)
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- bu mücadeleyi yaparken sanılmasın ki nefsi
ile hareket ediyordu. Asla. Kendileri her türlü nefsanî arzuyu ayakları altına almış,
nefisle mücadelenin mücessem bir timsali, büyük bir Allah dostu idi.
'Ey zâhid!... Fethetmek için seni kuşanmış görüyorum. Fakat sen fethedildiğini
bilmiyorsun. Evvela kendi içine dön. İçindeki düşmanını öğren. Evini ve
odalarını işgaliyetten kurtar.'
Kişiler ilk önce kendilerini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten men etmeye
önce kendi nefislerinden başlamalı; başkalarından önce kendilerini düzeltmeye
çalışmalıdırlar. En efdal cihad budur.
Nefsin bütün arzularından sıyrılmayan bir kimse bu büyük mücadeleyi yapabilir mi?
Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Nefis İle Büyük Cihadı
Hakkıyla Yapan,
Ehl-i Tasavvufun Kendisinden İlham Aldığı Büyük
Bir Zât-ı Âli İdi:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir sefer dönüşünde ashâbına:
"En iyi cihad, insanın kendi nefsânî arzularıyla Allah rızâsı için yaptığı
cihaddır." (Camiü's-sağir)
Herkes uyurken o uyanıktı, herkes gülerken o ağlardı. Her anını zikirle, fikirle, şükürle
geçirirdi.
Hayatının her yönünde, her anında etraflarına en güzel bir numune olmuşlardı.
Büyük bir mahviyet ve tevazu sahibi idiler. Bu büyük tevazuları Hazret-i Allah'a
yakınlıktan geliyordu. Zira mülkün sahibi, azamet sahibi Yaratıcı'ya yakınlık ancak
kişinin küçüklüğünü, acziyetini, hiçliğini itirafı ile mümkündür ve bu da Allah dostlarına
verilmiştir.
Şeyhi Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin 1950 yılında vefat etmesi üzerine
genç yaşta emânet-i ilâhî'yi taşımaya başlamışlar, 2010 yılındaki vefatlarına kadar 60
yıl boyunca İslâm'a, imana hizmet etmişler, insanları irşad etmişlerdi.
Hazret-i Allah'tan gelen bu ilim ve mahviyet ile irşad halkaları sadece kendi ihvanına
değil bütün müslümanlara uzanmıştı.
1984 yılında vefat eden bir Zât-ı âli yakınlarının kendisinden sonra kimi bıraktığını
sormaları üzerine kendi talebelerinden bir kimseyi değil, Muhterem Ömer Öngüt'ü
işaret etmişti. Bunu en yakın talebeleri naklettiler ancak bu vasiyete riayet etmediler.
Daima tevazuyu tercih ettikleri için öne çıkmayı asla istememişlerdi. Bir İstanbul
ziyaretlerinde Gönenli Mehmet Efendi'nin kendilerine yönelerek teveccüh göstermek
istemesi üzerine kibarca oradan uzaklaşmışlardı. Bu Zât-ı âli de 1991 yılında vefat
etti.
1993 yılında vefat eden bir başka Şeyh Efendi talebelerine bu Zât-ı âli'nin kitaplarını
okumalarını tavsiye etmişti. Vefatından sonra bu tavsiyeye sırt çevirdiler.
2001 yılında vefat eden bir Şeyh Efendi hakkında şöyle söylemişlerdi: "Onlar da
para toplamaya çıkıyorlardı. Biz dedik ki: 'Onlara bu yakışmaz.' Hemen
vazgeçtiler. Onun için onlar bizdendir, kardeşimizdir."
Samsun'dan bir Şeyh Efendi "Gerçek Mürşid Hazret-i Allah'tır" isimli eserini
okuduktan sonra müridleri ile beraber gelerek kendisine intisap etmişti. Bu zât
Muhterem Ömer Öngüt'ten bir gün önce vefat etti.
Binaenaleyh devrinin önde gelen şahsiyetleri Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh-
Hazretleri'ni bilir ve hürmet ederlerdi.
Ancak bu zâtların hepsi vefat etti. Bugün "Tasavvuf yolundayız" diyenlerin hemen
hepsi ticarete yöneldi, şeyhliği babadan oğula geçen saltanata çevirdi. O eski
zâtlardan kimse kalmadı.
Büyük bir takdir ve teveccühlere mazhar oldular. O ise bu durumdan istifade etmeyi,
etrafına kalabalık toplamayı aklından dahi geçirmedi.
Ömürleri boyunca zerre kadar nefsine tâviz verdiği görülmemiş, daimâ huzur-u
ilâhi'de imiş gibi yaşamıştır. Ziyarete gelenler olsun, ihvanı olsun; yakınlık
makamından neşet eden bu mehabet ve celâleti her zaman hissetmiş ve
huzurlarında hürmet ve ihtiram üzere bulunmuşlardır.
Bu Zât-ı muhterem hayatı boyunca böyle yaşadı ve fakat birçok kimsenin haberi yok.
Ama onu tanıyanlar iyi bilirler ki; Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri
ehlince gayet iyi bilinen; manevî şahsiyeti çok yüksek, müridleri değil şeyhleri dahi
irşad eden; dünyaya, maddeye, menfaate, makam-rütbeye zerre kadar iltifat
etmeyen; memleketimizin, din ve vatanın selâmeti için gayret eden büyük bir Zât-ı âli
idi.
Etrafındaki insanlara da önce nefisle cihadı tavsiye etmişler, nefsine hakim, dinine ve
vatanına bağlı insanlar yetiştirmişlerdi.
Birincisi nefsinle cihad et, ikincisi bölücülerle cihad et, üçüncüsü Hazret-i
Allah'ın kitabına uy, arkaya atma onu. Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine
dikkat et, sâdıklarla beraber ol. Felâh bu üç noktadadır. Unutmayın bunu...
Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla
destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.
Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz
ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim
ölümümle iş bitmiyor!
Burası meclis-i ilâhiyedir. Niçin? Hakk kapısı olduğu için. Halk kapısı olmadığı
için. Fakir der ki: Kardeşler! Uyanık bulunun, açın gözlerinizi! Bu yol Hazret-i
Allah'a ve Resullah'a aittir. Dehalet eden onlara dehalet etmiş oluyor.
Binaenaleyh edebimize riayet edelim. Hâl ve ahvalimizi düzeltelim. Daha
doğrusu O'nun beğendiği işleri yapalım. Geceleri Hakk'ın beğendiğini yapalım,
gündüzleri halkın beğendiğini yapalım, beşeriyete hizmet edelim.
Demek ki ben, ben değilim. Bir benliğim var O yapıyor bunları. Bu yol Hazret-i
Allah'a ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e aittir. Şu halde
sen de kendini buna göre ayarla..." (Vuslat Sohbetleri, s. 417)
Bu mücadeleyi yaparken hayatın her safhasına yetişmiş, insanları tenvir etmiş, maddi
ve mânevi her yönde numune olmuşlar, hakkı ve hakikati tavsiye etmişler, ihlâs ve
istikamet üzere olunmasına gayret etmişlerdi.
Bu Zât-ı âli'nin bütün gayesi Hazret-i Allah'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak ve
inananları kurtarmaktı. İlâhî muhafazaya tâlip oldu, müslümanlara da bunu tavsiye
etti:
"Allah'ımız güzel hâl ile hallendirsin! O güzel hâl ile hallenebilmek için Hazret-i
Allah'a gerçekten yaklaşmamız lâzım. Rızasını mucib iş ve hareket yapmamız
lâzım. İbadet ve taate yönelmemiz lâzım. O şekilde O'nun rızasını kazanırsak, O
bizi hıfz-u himayesine alır. Hıfz-u himayesi ile bizi kötülüklerden korur, tasarruf-
u ilâhiyesi ile bizi rıza yolunda yürütür ve kulunu kurtarır."
Din ve Vatan Bölücüleriyle Yaptıkları Mücadele
Hazret-i Allah'ın Vazifedar Kılması İle İdi,
Allah-u Teâlâ'ya Yakınlık Makamından Gelen Bir
Celâdet ve Azim Sahibi İdi:
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri nefsine asla taviz
vermeyen, dâima Allah-u Teâlâ'nın âzameti ve varlığı karşısında hiçliğini itiraf eden,
her daim huzur-u ilâhî'de imiş gibi hareket eden, sohbetleri derin mehabet ve yakınlık
makamından süzülen çok kemalli bir Zât-ı âli idi.
Hazret-i Allah'ın Zât'ına çektiği, vazifedar kıldığı bir dostu idi. Bu mücadelelerini
herhangi bir zanna, tahmine göre değil, Allah-u Teâlâ'nın göstermesi ile, vazifedar
kılması ile yapmışlardı.
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)
Kendi geçimini bile el emeği ile kendi geliri ile temin ederdi. Kendi kitaplarının, hediye
ettikleri kitapların dahi parasını vakfa satış fiyatından öderlerdi. Vakıfta çalıştıkları
halde asla vakıftan para almadılar, yemeğini dahi yemediler.
Bugünkü sahtelerin her birinin holding kurduğu bir zamanda asla madde üzere kurulu
bir yol bırakmadılar.
Ömründe siyasete tenezzül etmedi ki; bir menfaat için, madde için destek beyan
etsin:
Daima gayesiz, saf, üzerinde hiçbir leke bulunmayan bir İslâm yaşayışı üzere
bulundular. "Biz Hazret-i Allah'a reyimizi vermişiz." buyurdular. (İmanlı Gönüllere
Hitap, s. 114)
Oysa müslümanların önderiyim diye ortaya çıkan kimileri bir bina için, kimileri bir
televizyon kanalı kurmak için, kimileri vekillik sahibi olmak için, kimileri devlet
kademelerine taraftarlarını yerleştirmek için buna mümasil pazarlıklar ile İslâm'ı
ayaklar altına aldılar. Bu güzel dine en büyük zararı verdiler.
Ömründe Hakk'tan başka kimse ile olmadı ki, halkın sözüyle iş yapsın:
"En kıymetli ânım Hazret-i Allah ile olduğum andır. Çünkü benim dostum O'dur.
Dost dediğin düşman olabilir, dost zannettiğin belki sana düşmandır. Amma
O'nun dostluğu sonsuzdur, O hep dosttur. Şu halde ben dostumla olayım,
düşmanımla olmayayım. Halkla konuştuğum zaman birçok lüzumlu ve
lüzumsuz kelimeler geçiyor, amma O'nunla olduğum zaman hiç kötü geçmiyor,
ânım hep dolu geçiyor. İbadet etmesem bile huzuru yeter. Allah-u Teâlâ lütfu ile
ihsan buyurursa, dost olarak O'nu seçmişim, O'nu dost bilmişim, O'nunla
olmaya gayret ediyorum. O'nunla olduğum zaman hayattır, O'nsuz olduğum
zaman ruhi bir vefattır."
Ömründe etrafına adam toplama gayesi gütmedi ki, yönünü halka dönsün:
Ömründe Hakk'tan başka kimseye tapmadı, O'ndan başka kimseye boyun eğmedi ki
halkın kınamasından çekinsin:
"Bu kadar sert yazılır mı?" diyenler FETÖ'nün darbe teşebbüsünden sonra benzer
şeyleri FETÖ'ye söylemeye başladılar. Ve fakat bu Zât-ı âli seneler öncesinden
bunların iç durumunu, küfrünü, ihanetini görmüş ve Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle
ispat ve ilân etmişti.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nde bir beşerin takatini aşan öyle
büyük bir âzim, kararlılık ve celâdet vardı ki, etrafındakiler kendisine ayak
uydurmakta güçlük çekerlerdi. Bilinirdi ki bu hâl ve bu mücadele Allah-u Teâlâ'dan
geliyordu. O'nun desteği ile, O'nun yönetmesi ile yürüyordu.
Çünkü gün geçtikçe beyanlarındaki doğruluk ve hakikat aşikâr oluyor. Daha önemlisi
mânevî tasarrufları devam ediyor. Zira evliyâullahın ruhaniyeti şehidler gibidir,
öldükten sonra da tasarrufları devam eder, evliyâullahın ölümü kınından çıkmış kılıca
benzetilmiştir.
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid
gönderir." (Ebu Dâvud)
Zira bu mücadele olmamış olsaydı, her bir bölücünün görüşü din yerine kabul
görseydi; ortada İslâm diye bir şey kalmazdı.
Ümmet-i Muhammed'i, Bu Milleti, Vatanı ve Devleti
Düşünür,
Selâmeti İçin Duâ Ederlerdi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 1967 Arap-İsrail savaşını Mısır
kaybedince önce hatayı kendisinde aradığını, Cenâb-ı Hakk'a istiğfar ettiğini
söylemişlerdi. (1973'te ikinci savaşta Mısır ve Suriye ani bir saldırı ile İsrail'e çok
büyük zarar verdiler. İsrail'de üst düzey askerler ve hükümet değişti.)
Olacak hadiseleri ve yaşanacak savaşları haber verirler, Allah-u Teâlâ'nın
muzafferiyet vermesi için duâ ettikleri gibi hazırlık yapılmasını da tavsiye ederlerdi.
Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gün bir ihvanı küçük bir cep radyosu getirmiş, haber
dinlemek için açmışlar. Zât-ı âlileri o anda işi bırakmış, sağ elini alnına koymuş,
gözlerinden şapır şapır yaşlar gelmiş. Oradakiler de duygulanmışlar. O esnada bir
yakını kapıdan girmiş, telaşlı telaşlı: "Hacı Efendi! Savaş başladı!" demiş. Zât-ı âlileri
oradakilere şöyle buyurmuşlar:
"Hacı Celal Efendi'nin telâşını size şöyle arz edelim: Bu sene Hacc'da Kâbe-i
Muazama'ya bakıyorduk. Bir ara perde açıldı, Allah-u Teâlâ Türk-Yunan savaşı
sahnesi gösterdi. Yanımızda Hacı Celal Efendi vardı, ona bu harbin olacağını
ifşâ etmiştik."
Hazret-i Allah'ın yakın kullarının Allah katındaki değeri çok büyüktür. Bizim
bilmediğimiz birçok ahval onların hürmetine cereyan eder.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ikinci bir Türk-Yunan Savaşı'nı
haber vermişler, Yunan'ın elinde yakıcı silahlar bulunduğunu, bize zarar
vereceklerini, fakat Allah-u Teâlâ'nın zafer bahşedeceğini, Selânik'e kadar olan
toprakların elimize geçeceğini müjdelemişlerdi. Mânevî bir işaret üzerine başladıkları
su riyazeti esnasında bırakmak istediklerinde yine mânen "Eğer su içersen
Selanik'i vermeyiz." buyurduklarını haber vermişlerdi. Allah-u âlem o günlere az
kaldı. Zira kazan iyice kaynıyor.
Âdetullah böyledir. Allah-u Teâlâ böyle tecelli ediyor, kâinatı da böyle idare ediyor.
Bütün kâinat kukla mesabesindedir.
Hacca öz insanların gittiği bir zamanda altı yüz bin kişi hacca gitmiş. Altı kişinin haccı
kabul olmuş. Fakat Cenâb-ı Hakk o altı kişinin yüzüsuyu hürmetine ötekileri de kabul
etmiş.
Binaenaleyh zahirde işler yüzlerle binlerle döner ancak maneviyatta birlerle döner.
Hazret-i Allah bir kişinin hürmetine, birkaç kişinin hürmetine ümmet-i Muhammed'e
lütufta bulunur.
Delilini mi istiyorsunuz?
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır.
Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye
sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye
hürmeten zafer verilir.
Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın
Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve
zafer müyesser olur.
Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın
Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!'
denilir. Yine fetih müyesser olur." (Buhârî. Tecrid-i sarih. 1223)
"Her asırda benim ümmetimden sabîkûn önde gelenler vardır ki bunlara budelâ
ve sıddıkûn itlâk olunur. Hakkında inayet ve merhameti o kadar boldur ki, sizler
o sayede yer içersiniz. Yeryüzünün halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve
musibetler onlarla kaldırılır." (Nevadirül Usul, Tirmizî)
"Allah'ın kendi rızâsı ile gıdalandırdığı kulları âfiyette olarak yaşar, âfiyette
olarak ölür ve âfiyette olarak cennete girerler. Karanlık gece kıt'aları gibi fitneler
onlarla giderilir ve onlara zarar veremez." (Ebu Nuaym)
Yani içeri girme, dışardan nazar et! Bize düşen duâ oldu, müdahale değil.
Çünkü zamanında her şeyi yaptık. Anladım ki vahim hadiseler olacak.
Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur
bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini
tutar. Amma direği alırsa kimi tutar? Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı. Sağ
olursanız otuz seneye kadar neler göreceksiniz, aklınız almaz."
Muhterem Ömer Öngüt Kendi Görüşünü Değil,
Allah-u Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Etmiştir:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın dinini bozmaya
çalışanların din ve vatan bölücülerinin dinden çıktıklarını söylemekle kendi görüşünü
ortaya koyuyor zannedenler büyük bir yanılgı içindeler.
Zira bu Zât-ı âli kendi görüşünü değil, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü ortaya koymuştur.
Her beyanını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le yapmıştır.
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur.
Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber
verecektir." (En'am: 159)
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!
"Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise
yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir." (Ahmed bin
Hanbel)
Hıristiyan ve yahudiler ellerindeki kitap tahrip edildiği için fırkalara ayrıldılar. Dinden
çıktılar. İslâm dini'nin bölücüleri ise Kur'an-ı kerim olduğu gibi durduğu halde fırkalara
ayrılıyor, dinden çıkıyorlar.
Yine bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır.
Bu bölücülerin İslâm ile Allah ve Resul'ü ile bir ilgisi olmadığını haber veren kim?
Allah ve Resul'ü.
O halde hiç kimse Muhterem Ömer Öngüt'ün bu bölücüler hakkındaki beyanlarını ona
atfetmesin. Zira ona atfeden Allah ve Resul'ünün beyanını hiçe saymış olur.
"Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu
haller yoksa, sözler sahibine döner." (Buhârî, Tecrid-i sârih: 1988)
Hadis-i şerif'i mucibince inanan bir müslümana küfür isnad etmek insanı küfre
götürdüğü gibi, iman dairesinde olmayan bir kâfiri iman hudutları içine koymak
da insanı küfre götürür. Neden küfre götürür? Karşıdaki alenen küfrettiği halde
İslâm dairesine sokmak istediği için, bile bile söylediği için, Allah-u Teâlâ'nın
koyduğu hudutları kaldırdığı için kâfir olur." (Sözler ve Notlar 8, s. 327)
Binaenaleyh hiç kimse "Ömer Öngüt tekfir ediyor" demesin. Zira bu söz Allah-u
Teâlâ'nın hükmünü Muhterem Ömer Öngüt'e atfetmek anlamına gelir.
Bugünkü ortamda bile âlim sıfatı ile çıkıp "FETÖ'ye kâfir, münafık diyemezsiniz" diye
ortalıkta dolaşanlar var. Bu FETÖ yardakçılarına âlim mi diyeceğiz, müslüman mı
diyeceğiz?
Birçok kimse, birçok âlim bu Zât-ı âli'nin doğru söylediğini teslim ve kabul etti ve
fakat "Biz söyleyemeyiz" dediler. Kimse bu zât gibi konuşamıyor. Ki bu Zât-ı âli ilâhî
hükümleri söylemekle kalmadı, bu hükümleri kitapları ile duyurdu, kitaplarını
yaymaları için sevenlerini teşvik etti. Bu bölücülerle çatır çatır mücadele etti.
"Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- bir gün:
(Yanındakiler hayretle):
Hem kendisinden sonrası için birçok nasihat ve vasiyet bıraktılar hem de kendisinden
sonra bu âlî yolu bozma ihtimalleri olanları yoldan ve kurmuş oldukları vakıftan
uzaklaştırdılar. Kim olursa olsun, en yakınında dahi bulunsa bu gibi kimseleri,
nefsinin heva ve hevesine kapılanları, makam-menfaat peşinde koşanları, ahkâm-ı
ilâhi'yi çiğneyenleri, kendisinde varlık görenleri ayırdılar ve ilân ettiler.
"Müminin ferasetinden korkunuz. Çünkü o aziz ve celil olan Allah'ın nuru ile
bakar." (Münâvî)
İşte bu Zât-ı âli, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah'ın nuru ile
baktığı için bu gibi türemeleri görmüş ve "Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin
Vasiyetimdir." isminde bir kitap çıkartmışlardı:
"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil
olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)" (Furkan: 43)
Hayatta iken bu gibi nefsine uyan şeytanın yoluna girenleri, ahkâmda olmayan yanlış
işleri yapanları yoldan atmış, vakıftan uzaklaştırmışlardı.
"Tek kelime maazallah insan İslâm'dan çıkıp münafıklığa geçti mi artık her şeyi
yapar. Beni bunlar üzüyor."
"Bu zümreyi attık, bu sizin zamanınızda oldu ve bunlar başınıza belâ olurdu.
Vakfın parçalanmasına vesile olurdu. Niyetleri bozuktu, uzaklaştırıverdik. Bu
şekilde atıldılar, dışarıya attılar. Ayakkabılarını bile attılar, kapıyı kapattılar.
Mânen atıldılar, vakfa giremezler."
"Boşanmayı gerektiren aşırı geçimsizlik gibi bir durum bulunmadığı halde bir
kadının, kocasından kendisini boşama teklifinde bulunması haramdır." (Allah-u
Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
"Allah-u Teâlâ'nın buğzettiği boşama, mekruh olan yani sebepsiz yere yapılan
boşamadır." (Allah-u Teâlâ'nın Hükmü, İslâm'ın Hukuku, s. 538)
Ortada haklı bir sebep dahi olsa boşanma Allah-u Teâlâ'nın hoşnut olmadığı bir
şeydir:
"Allah'ın helâl kıldığı şeyler arasında, boşanma hiç sevmediği helâldir." (İbn-i
Mâce: 2018)" (Nikâh ve Evlilik, s. 181-182)
Bu hüküm ortada geçimsizlik gibi mücbir bir sebeple boşanma durumu içindir. Ve
fakat ortada hiçbir sebep yokken karı-kocanın arasını bozmak, ayırmak dinimizde
şiddetle reddedilen büyük bir günahtır.
"Bu kayanlardan ben uzağım. Ben onlardan değilim. Bu sahtelerle hiçbir ilgim
yoktur." (Şeytan Fırkasına Uymamanız İçin Vasiyetimdir, s. 25)
Bizim hiç kimseye buğzumuz yok. Biz bu tedbirleri sırf Allah için, yolun
selâmeti için alıyoruz. Biz de mesulüz, mesul olmamak için işi ciddi
tutuyoruz." (Vuslat Sohbetleri, s. 388-389)
"Hakk ve hakikate, gerçek kurtuluşa götüren bu alî yolu ve kapıyı bulduktan
sonra kendi nefis arzusuna kapılıp, zâhiren yolun adamı gibi gözüken kalbi
dönmüş ve etrafındakilerin de dönmesi için plânlar çevirenlerin bizimle hiçbir
alâkaları yoktur.
... Zirâ:
Her ihvan, nefis derecelerini ders olarak okusun. Çünkü kayan buradan
kayıyor. Bir münafıklıktan kayıyor, bir de nefisten kayıyor.
İnsanın dört büyük düşmanı var. Şeytan, nefis, şehvet, şeytanlaşmış arkadaş.
Bu dört düşman insanın imanını yok eder.
Samimi gibi ihvanlar, bakıyorsun kayıp gidiyor. Küçük bir dünya muhabbeti
giriyor, kayıyor gidiyor. Oturuyorum, ağlıyorum. Ama bir ebediyat
gidiyor." (Saadete Erenler Felâkete Kayanlar, s. 329)
Binaenaleyh bu Zât-ı âli gördü, bildi, uzaklaştırdı. Din bölücüsü olsun, vatan bölücüsü
olsun, sahteler olsun, âhir zaman âlimleri olsun, sahte mürşidler olsun, sahte müridler
olsun ... kime işaret koymuşsa Cenâb-ı Hakk içyüzünü, âkıbetini bize daha dünyada
iken gösteriyor.
Dini ve Vatanı Müdafaa İçin Kalemle
Yapılan Büyük Bir Mücadele
Muhterem Ömer Öngüt -Kuddise Sırruh- Hazretleri İslâm Dini'ni bozmaya matuf
her harekete eserleriyle, yazıları ile müdahale etmişti.
"Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla
destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.
Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz
ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim
ölümümle iş bitmiyor!"
"İslâmiyet tek kişi kalıncaya kadar mücadele etmeyi gerektiren bir dindir. Böyle
bir düşünce ise mağlubiyeti peşinen kabul etmek demektir.
Bu Zât-ı âli bu beyanları ile insanları Hakk'a ve hakikate dâvet etmiş, onları fitne ve
fesattan kurtarmış, halkımızın Cuma'dan uzaklaşmasına, fâize dalmasına mani
olmuştur. Soruyoruz, ondan başka bu fitnelerle mücadele eden başka biri var mıydı?
"Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım"
Kitabını Neşrederek Birçok Fitneyi Kim Söndürdü?
1990 yılında yayınladığı "Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" kitabıyla
memleketimizde çıkmış birçok fitneyi söndürmüşler, müslümanları Âyet-i kerime ve
Hadis-i şerif'lerle tenvir etmişlerdir.
Bu kitapta;
Ölen bir kimsenin ruhunun başka bir bedene geçeceğini söyleyenlere cevap
vermişler, tenasüh, reenkarnasyonun dinimizde yeri olmadığını beyan etmişlerdir.
Ruh çağırma diye bir şeyin olmadığını, bu kişilerin cinlerle irtibatlı olduğunu izah
etmişlerdir.
"Organ Nakli ve Vasiyeti"nin câiz olmadığına dair beyanları ilk defa bu kitapta
yayınlanmıştır.
Bu fitne ile bu Zât-i âli mücadele etti, Hakikat dergisinde ona cevap verdi ve bu
yüzden de o zamanki Reis mahkemeye verdi, bu zât mahkemelerde ifade verdi.
"Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe kadının payının iki misli miras
vermenizi emreder." buyurmaktadır. (Nisa: 11)
İlâhi hüküm böyledir. Bunlar ise ilâhi hükmü bırakıp kendi zanları üzere hüküm
vermeye çalışıyorlar.
"Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey
ifade etmez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarının tamamını
bilmektedir." (Yunus: 36)" (Sözler ve Notlar 5 s. 547)
"İslâm'ın meşru kıldığı dini nikâh ise Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları
muhafaza etmek, ilâhi hükümlerden istifade etmek ve hayatını bu istikamette
tanzim etmek içindir. Bu ilâhi bir hükümdür. Bu da inanıp iman edenlere
göredir. İman etmeyenlere dini nikâh şamil değildir.
Şimdi soruyoruz!
İslâm'a aykırı bunca fitnelerle kim mücadele etti? Kim bu hususta yazılar yazdı? Kim
kalemle mücadele etti? İşte bu Zât-ı âli böyle İslâm'ın hakikatlerini beyan etmiş,
İslâm'ın esaslarını ortaya koymuştur.
...
...
Bir cezâ vermek icabediyorsa, evvelâ içenden başlanır. Hadd cezâsı içene
tatbik edilir.
Hüküm vermek ancak Allah'a ve Resul'üne âittir." (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini s.
536)
Haksız yere adam öldürüyorken, insanlar kaçırılıyorken yalnız başına bu Zât-ı âli
onlarla mücadele etti.
İslâm dini insan hayatını korumuş, cana kıymayı Allah'a inkârdan sonra büyük
suçlardan kabul etmiştir.
Kur'an-ı kerim'de öldürmenin haram olduğuna dair pek çok Âyet-i kerime
vardır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in insan öldürmenin
haram olduğunu belirten pek çok Hadis-i şerif'i mevcuttur.
Haksız yere kasten bir kimseyi öldürmek en büyük suç ve günahlardan sayılır.
Bu cinayeti işleyenler dünyada kısasa, ahirette ise cezaya uğrar.
Bu Hadis-i şerif haksız olarak bir insanın hayatına son vermenin en büyük
günahların başında geldiğini gösterir.
İşte bu Zât-ı âli'nin ömrü böyle müslümanlara zarar veren bu gibi âhir zaman
fitnelerini söndürmek, İslâm'ı ve müslümanları korumakla geçti. Bu mücadeleyi
bihakkın ve yalnız Allah için yaptı. Kimseden de bir şey beklemedi.
Küffar büyük rahatsızlık duydu. "Bu broşürü kim dağıtıyor? Hıristiyan halkı İslâm'a
kim davet ediyor?" diye çok telâşlandılar, endişelendiler. Vatikan'dan sesi geldi.
Vatikan'ın İstanbul temsilcisi George Marovitch İstanbul'daki Hakikat Yayınevi'ne
kadar gelmişti. Sorular sordu, gerekli cevapları aldı. Kendisine İslâmiyet anlatılarak
Resulullah Aleyhisselâm'ın son peygamber olduğu beyan edildi. İslâm dini tebliğ
edildi.
İşte bu zât tek başına hıristiyan papa ve papazlarla, yahudilerle çok mücadele etti.
İslâm'a davet vazifesini yerine getirdi.
O günlerde çok tehditler geldi. Bize gelen mektupların birinde broşürün içine domuz
eti koyup göndermişlerdi.
Bu cihadı kim yaptı?
Yine ilk baskısı 2000 yılında yapılan "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların
ve Münafıkların İçyüzü" isimli kitabını neşretti. Küfrü hoş gören ve göstermeye
çalışan FETÖ'nün fitnesini söndürmek için yahudilerin ve hıristiyanların iç durumunu
bu millete duyururak ortaya çıkan fitneyi söndürmeye çalıştı.
"Ey Küfrü Hoş Görenler! Size Allah-u Teâlâ'nın Hükümlerini Beyan Ediyorum!"
Bir anda her yönden saldırarak Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni
karalamaya çalıştılar. Bunların dertleri hak ve hakikati söyleyen bu Zât-ı âli'nin
susturulmasıydı. Hakaret ettiler, iftira attılar, yalan söylediler, kumpas kurdular.
Ellerinden geleni yaptılar ama onu susturamadılar, Muhterem Ömer Öngüt'ün
yakınları tarafından görüşmenin ses kayıtları alındığı için kumpasları ellerinde patladı.
Mahkeme kararıyla tekzip yayınlamak zorunda kaldılar.
O tarihte bu kampanyayı başlatan gazetenin başında ise genel yayın yönetmeni
olarak firari FETÖ'cü Ergun Babahan vardı. Ergun Babahan "Âyet-hadisle böyle
tekzip mi olur?" diye manşetten makale bile yazdı.
Bu Zât-ı âli'nin bu neşriyatından rahatsız olan haçlı kâfirler ve onların piyonu FETÖ
ahir ömründe hasta halinde 2009 yılında bu Zât-ı âli'ye ikinci bir defa büyük bir
kumpas daha kurdular, "Hain Tezgâh" tertip ettiler. Takip ettiler, dinlediler. Niyetleri
susturmaktı.
Hıristiyanlar Türkiye'yi ele geçirmeye çalışırken teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı
âli gerek Türkiye'de gerek dünyanın her yerinde İslâm'a davet broşürleri ile
hıristiyanları Hakk'a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti. Ama bundan kimsenin
haberi yok.
Soruyoruz hıristiyan âlemi ile böyle bir cihadı kim yaptı? Bu Zât-ı âli'den başka yapan
oldu mu?
Ama o yaptı!
Organ Nakli'nin Câiz Olmadığını İnsanlara Kim
Duyurdu?
Muhterem Ömer Öngüt'ün Organ Nakli hakkında ilk beyanları 1990 yılında neşredilen
"Hakikat İle Dalâleti Bilmemiz Lâzım" isimli kiaplarında yayınlandı. Daha sonra 1992
yılında "İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli" isminde bir kitap çıkardılar,
dergilerimizde müteaddit defalar çıkan makaleleri ile müslümanları tenvir ettiler.
Diyanet organ nakline cevaz verip insanların katline vesile olurken, organ naklinin
caiz olmadığını duyurup müslümanları uyandırarak bu fitne ile kim mücadele etti?
Organ nakli ve vasiyeti mevzuunu kullanarak kumpas kurmak isteyen gazetenin
mahkeme kararı ile yayınlamak zorunda kaldığı tekzip metninde Organ Nakli
hakkındaki beyanlarının bazıları şöyleydi:
Organ nakli daha kişi ölmeden, organlar canlı iken yapılıyor. Beyin
fonksiyonlarının durmuş olduğuna hükmedilerek nakil yapılıyor. Halbuki o anda
kalp çalışır vaziyettedir. İşte bu kişinin takdir-i ilâhi ile bitkisel hayattan çıkma
imkanı ve ihtimali de vardır. Misalleri de çoktur.
"Allah'ın izni olmadan hiç kimse ölmez, o belli bir süreye göre yazılmıştır." (Âl-i
imran: 145)
Fakat daha kalp durmamışken organlar alındığı için, vasiyet eden için bu bir
intihar oluyor.
...
"Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir." (Ebu Dâvud: 3207 - İbn-i
Mâce: 1616)
Hadis-i şerif'ten; kişinin hayatta iken eziyet duyduğu şeylerden ölü iken de
eziyet duyduğu anlaşılmaktadır.
...
"Hülasa-i kelâm;
Kaldı ki; biz ilâhi hükümleri, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri esas tutuyoruz.
İlmî konuşuyoruz.Sizin zannınıza uymuyor diye bu şekilde sansasyon
çıkartmak için yayıncılık yapmak, hakkaniyeti ve adaleti gözeten hiç kimseye
yakışmaz." (İnsanın Yaratılışı ve Organ Nakli s. 351-353)
Kim bunca yalan ve iftiralara rağmen organ nakli caiz değildir diyebildi? Bu yanlışlara
ilâhî beyanlarla müdahale etti? Bu katliam fitnesini kim söndürdü? Kim mücadele etti?
Bu Fetö ile mücadeleyi bunca yıldır kalem ile Türkiye'de ve dünyada ondan başka
kim yaptı?
"O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını
muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ'nın en çok
buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta
kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve
Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)
Alenen Hazret-i Allah'a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgörüyü ilân etti ve
bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti.
Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara
tâbi oldular, hepsi birden küfre kaydılar.
"Dinini ilân edip, papazı "Hazret" kabul eden, papanın kucağına giden, onun
maksad ve gayesinin hedefe ulaşması, müslümanların hıristiyanlaşması için
çalışan, din-i İslâm'a ve güzel vatana en büyük ihanette bulunan nankörlere siz
hâlâ müslüman mı diyeceksiniz?" ("Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin Hıristiyanların
ve Münafıkların İçyüzü", 1. Baskı: Temmuz 2000, s. 596-597)
"Bu güzelim vatanı bölmek için küfrü yaymak için çok çalışıyorlar.
Küfrü hoş gördüğüne göre hıristiyanlar namına çalışıyor, İslâm'ın ise aleyhinde
çalışıyor.
Amerika'da yaşayıp oradan idare ettiğine göre, Amerika kendi nam-ı hesabına
kullandığına göre Amerikan ajanıdır. Onların himayesi altındadır. Türkiye ve
İslâm'la hiçbir ilgisi yoktur. ABD'nin direktifi ile çalışır. En büyük İslâm
düşmanıdır. Küfrü hoş görenleri oradan idare ediyor. Hususi görüntülü
telefonları vardır, onlarla konuşuyor. Ayna gibi halk onu görsün.
Bütün gayesi hıristiyanlarla bir olup İslâm kalesini içten içe yıkmaktır. Bunu bir
müslüman yapar mı? Bu icraat bizden görünüp içten tehlike arzeden
münafıklara yakışır." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", 1. Baskı Mart 2005, s.
144-145)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta
kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah'a ve
Peygamber'ine açılmış bir savaş olduğunu bilin." (Bakara: 278-279)
"Fâiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. Bunların en hafifi, kişinin anası ile zinâ
etmesi gibidir." (İbn-i Mâce: 2274)
Dolayısıyla hem paralarını, hem imanlarını aldılar." (Sözler ve Notlar 10, Birinci
Baskı Ocak 2000, s. 498-499)
Almanya gibi küfür bir memlekette sahte halifelik ilân eden Kaplancılarla kim
mücadele etti?
"Küfür diyarında İslâm halifeliğini ilân eden nankör ve sahtekâr Kaplan ve oğlu
evvelâ Almanya'nın kuklası idiler, sonra şeytanın maskarası oldular.
Cemalettin Kaplan ile büyük mücadele etmiş, sahte halifelik ilân edince dinin, vatanın
bölünmesine mani olmak için her şeyi yapmıştı.
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, o ise bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor ve böyle
söylüyor. Bu sözü ile alenen Hazret-i Allah'a karşı geldiğini resmen ilân etti.
Diğer taraftan kendi dinini ayakta tutmak için: "Refah partisinden olmayanlar
patates dinindendir." diyerek, Allah-u Teâlâ'nın dinini patatese çevirdi. Kendi
dinini yüceltmek için İslâm dinini küçülttükçe küçülttü.
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o
âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)
İslâm'a aykırı verdiği fetvâlarla müslümanlar arasında fitne çıkarıp ifsat eden Yaşar
Nuri Öztürk'le kim mücadele etti?
Küfür ve nifak hastalığına tutulan, açıkça âyetleri inkâr eden Edip Yüksel'le kim
mücadele etti?
Âhir zamanda türeyen sahte mehdi İskender Evrenesoğlu ile kim mücadele etti?
Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le cevap veremedikleri için, onlara
isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler.
Çünkü her isim bir dindir. Bunların her biri kendi yolunu beğendi.
İslâm'dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir.
Oysa İslâm'da bir tek ümmet bir tek din vardır." (Sözler ve Notlar 10, Birinci Baskı
Ocak 2000, s. 500-501)
Bu Yazılar Niçin Yazılıyor?
"Bu yazıları mülkün sahibi olan ve beni imtihan sahasına gönderen Hazret-i
Allah'tan korktuğum için yazıyorum. Allah-u Teâlâ'nın bildirdiğini,
duyurduğunu, bildirmeye ve duyurmaya çalışıyorum.
Zira;
"Gördüm yâ Rabb'i!"
"Ettim yâ Rabb'i!"
Benim hiç kimseye kinim yok amma, dinime ve vatanıma el uzatana da hiç
müsamaham yok.
Satılan gerek kitaplardan, gerek mecmuadan bir tek lira dahi cebime girmez.
Allah'ım nasip etmesin. Bütün bu işleri rızâ-i Bâri'yi tahsil etmek için
yapıyorum.
"De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." (İsrâ: 81)
İşte bu berzah, Allah-u Teâlâ'nın indirdiği nur sayesinde belli oldu." (Sözler ve
Notlar 10, s. 503-504)
"Bu iftiralar;
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Mâide: 54)
Âyet-i kerimesi'ni düstur edindiğimiz için, hakikatleri korkmadan, çekinmeden
neşrettiğimiz için oluyor."
Hâin Tezgâh,
2009 Yılında Kurulan Tuzak ve İftira:
2009 yılında FETÖ'nün kumpasçı "derin" militanları Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ni, hâin bir tezgâhla, yalan ve iftiralarla "Birilerinin adamı,
elemanı", "Gayr-i kanuni maksatlar için kullanılabilecek bir kimse" olarak göstermeye
çalışmışlar, ona ve yakınlarına büyük tuzak kurmuşlardı. Gayeleri hem fitne ve
huzursuzluk çıkarmak, hem de bu mübarek zâttan, yazdıklarından dolayı intikam
almaktı.
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve
onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)
Şöyle buyurmuşlardı:
"Bu haberi tekzip ediyorum. Kasten yapılmıştır, yalandır, yalan söylüyorlar!
Gayeleri ortalığı karıştırmak, fitne ve huzursuzluk çıkarmaktır. Bu tertibin
arkasındakiler, yazdığımız yazılarından dolayı bizden intikam almaya
çalışıyorlar. Elbette, bundan sonra daha şiddetlisini yazacağız."
Aynı zamanda ciddi bir hukuki mücadele verdiler. Televizyonlara, gazetelere, internet
sitelerine tekzip ihtarnameleri gönderildi. Yayınlamayanlar mahkemeye verildi, suç
duyurularında bulunuldu. Mahkemeler televizyonların tekzip yayınlamasına karar
verdi.
Daha geniş cevapları, yapılan hukuki mücadeleyi, iftiraya ortak olan yayın
kuruluşlarının mahkeme kararları ile yayınlamak zorunda kaldıkları tekzipleri de içine
alan "Hâin Tezgâh" isimli eserlerini 2010 yılında yayınladılar, yalan ve iftiraların
içyüzünü ilân ettiler.
Kendileri bu iftiralar çıktığı zaman cevap mahiyetinde yazdıkları "Hâin Tezgâh" isimli
eserinde şöyle söylemişlerdi:
"Belge diye yayınlanan kendisi mi uydurmadır, yoksa ele geçirilen bazı verilerin
içine bu uydurma yalan ve iftiralar eklenerek mi servis yapılmıştır, veyahut
hazırlayan mı kasıtlıdır bilmiyoruz, ancak şunu biliyoruz ki bizim hakkımızdaki
iddialar katıksız iftiradır, yalandır, uydurmadır."
Bugün öğreniyoruz ki bu iftirâ ve tezgâhlar sebebiyle Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri ve yakınları gizlice soruşturulmuş, teknik, fiziki, takibe alınmış ve
telefonları dinlenmiş. Mahkemelerin verdiği gizli dinleme kararları defalarca uzatılmış.
Nihayet hiçbir şey bulunamadığı için "Kovuşturmaya Yer Olmadığı"na dair yargı
kararları verilmiş, kanun gereği tutulan kayıtlar imha edilmiş. Gelen tebligatlarla bu
durumu öğrenmiş olduk.
Bu Zât-ı âli'nin suçsuzluğu meydanda idi, yargı kararları da bu durumu tescillemiş
oldu.
Buna rağmen bunca dinlemenin yapılmış olması böyle pâk bir zâtın suçlu imiş gibi
mahremine riayetsizlik yapılması bizleri ziyadesiyle rencide etmiştir. Bu duruma
sebep olanların, art niyetli hareket edenlerin hakkında Hazret-i Allah hükmünü hem
bu dünyada hem de ahirette verecektir. Zira onun sahibi Hazret-i Allah'tır.
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da
olmayacaklar." (Yunus: 62)
"Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim." (Buharî.
Tecrid-i sarih: 2042)
Ahir ömründe uydurulan yalan haberler, atılan iftiralar Muhterem Ömer Öngüt -
kuddise sırruh- Hazretleri'ni çok üzmüştü, sağlık ve sıhhatine zarar vermişti. Ama o
hiç metanetini kaybetmemiş, Hakk yoldan, hak bildiği davadan ayrılmamıştı. Onun
gayesi Allah ve Resul'ü, davası İslâm idi.
Bu bölücülerin gayesi devleti yıkmak olduğu için, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise
sırruh- Hazretleri'ne öteden beri "Devletin adamı" iftirasını atarlar.
Halbuki bu Zât-ı âli kimsenin adamı değil "Allah dostu bir velî"dir. Bütün
gayesi "Allah", sözü "Allah" olan çok büyük bir Zât-ı âli'dir.
Şöyle buyurmuşlardı:
"Ben kimsenin adamı değilim, kimseye bağlı değilim, benim bağlılığım bir tek
Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'adır. Biz yalnız ve yalnız Hazret-i
Allah ve Resul'ü için çalışır ve nurunun yayılmasına gayret ederiz."
"Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz ancak
Hazret-i Allah ve Resul'üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız. Onun içindir
ki, cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok."
"Sermaye ikidir:
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'yi tanıyanlar kendileri hakkında büyük bir hüsn-ü niyete sahip
olmuşlardır. Sadece din ve vatan düşmanları, iç ve dış düşmanlar bu zâta düşmanlık
beslemişlerdir.
"Bizim yaşımız 85'e gelmiştir. Ömrümüz 1950 yılından beri irşadla geçmiştir.
Yayınlanan eserlerimizin sayısı 35 cilde varmıştır, toplam20 bin sahifeyi
bulmaktadır. Bütün Kuran-ı kerim Âyet-i kerime'lerini izahlarıyla beraber havî
bu eserlerimiz tefsir hükmündedir. "Kalblerin Anahtarı Külliyatı" ismiyle
neşredilmektedir.
Hadis-i şerif'te:
"Bu gibi bölücüler bizi öteden beri "Başkası nam ve hesabına çalışan bir
kimse" gibi göstermeye çalışmışlardır. Şimdi de hiçbir ilgimiz ve bilgimiz
olmadığı halde "Ergenekon" adı verilen örgütle bağlantılı göstermeye
çalışıyorlar.
...
Biz öteden beri hem dinde hem vatanda bölücülüğü yok etmeye çalışıyoruz.
Bunu; İslâm dini böyle emrettiği için yapıyoruz.
Ancak bu gibiler bölücü oldukları için, bir de kendi aleyhlerindeki her bir şeyi
gerek yalan, gerek iftira ile savuşturmak istedikleri için bize de iftira etmekten
çekinmemişlerdir.
"Kim bir hatâ veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa,
muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur."(Nisâ: 112)
İki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi
biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. Siz bu bayrağın şerefini
bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Amma yabancı bir bayrak
altında büyüseydiniz o zaman bayrağın kıymetini bilirdiniz. Ben bunu çok iyi
biliyorum...
Bir yakınım askere gittiği zaman, "Gittiğin yer Peygamber Ocağı" diye ona
nasihat ediyorum.
Allah korusun, bir harp çıkmış olsa en önde savaşmak isterim, ordumuza her
türlü yardımda bulunmak için bütün imkânlarımı seferber ederim. Bu ne suç ne
de günahtır.
Makam, nam, şöhret, menfaat peşinde olmadım. İslâm'a tam bir teslimiyetle
bağlı kalmaya çalıştım.
Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış
başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.
İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin
içinde de bölücüler türedi.Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye
çalıştıkları gibi bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm
bölmeye, kendi nam ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını
hüküm yerine koymaya, insanları nefis putunun etrafında toplamaya
çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak
belli bir vakte kadar." (Hâin Tezgâh, s. 27-28)
Muhterem Ömer Öngüt'ün 10 yıl evvel 2010 yılında yayınlanan "Hâin Tezgâh" isimli
eserinde yer alan bu husustaki diğer bazı beyanları şöyledir:
"Bu iftiralar;
… Çünkü biz İslâm dininden görünen birçok grubun yaptıklarının İslâm dininde
olmadığını açıkça neşrettik. Eserlerimizi inceleyen bunu açıkça görecektir. Biz
İslâm müdafiliği yapıyoruz. Yaklaşık yirmi senedir İslâm dini'nin asliyetini
bozmak isteyenlerle, halkımızın imanını çalmak isteyenlerle kalemle mücadele
yürütüyoruz, eserler neşrediyoruz. Bundan rahatsız olanlar ise hatalarını
düzeltmek yerine iftira ile bizi susturmaya çalışıyorlar." (Hâin Tezgâh, s. 21)
Nitekim"Hâin Tezgâh" isimli bu eserleri yayınlandıktan sadece iki yıl sonra 2012
yılında MİT kumpası, 2013 yılında 17-25 Aralık olayı ve 2016 yılında FETÖ darbe
teşebbüsü yaşanmıştır.
Bu İftiraları Diline Dolayanlar:
Binaenaleyh bu iftiralara bütün din ve vatan bölücüleri ve bölücülere arka çıkanlar
sahip çıkmak isterler.
Çünkü Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunların ahkâm-ı ilâhî'ye
uymayan icraatlarını duyuruyor ve rahat hareket edemiyorlar. Hükm-ü ilâhî'yi rahat
çiğneyemiyorlar.
Bir başkası; 2019'da ölen Kadir Mısıroğlu "Keşke Yunan galip gelseydi" demiş,
Kudüs fatihi Selâhaddin Eyyûbî'ye hâşâ "Şerefsiz", "Hayvanoğlu hayvan" diye
hakaret etmiş; "Memleket darü'l-harptir, fâiz alınabilir" diyen küfür ehliyle birlik olup
bunlara söz dahi söylememiş; ve fakat şom ağzı ile çıkıp Muhterem Ömer Öngüt'e
hakaretlerle düşmanlık yapmıştı.
Ahmet Akgündüz'ün kendisine "Fino köpeği" diyerek hakaret eden bu Kadir
Mısıroğlu'ndan medet ummasını, bu ikisini buradan kıyas edebilirsiniz.
Ahmet Akgündüz üniversitesine İslâm adını verdiği hâlde İslâm'a yapılan taciz,
tecavüzlere karşı sessiz kalırken, bu Zât-ı âli küffarla kıyasıya mücadele etti.
İftira atmak, yalan söylemek, fitne çıkarmakla bu Zât-ı âli'yi kimse karalayamaz.
Her şey ahirette bir bir ortaya çıkacak. İşte o zaman nedamet çok olacak.
KAMUOYUNA DUYURU
CIA ajanı olduğu devletin üst kademesi tarafından da dile getirilen, hakkında FETÖ
isimli silahlı terör örgütü üyeliği suçlaması ile dava açılan ve tutuklu olarak yargılanan
eski MİT mensubu Enver Altaylı'nın FETÖ bağlantıları ve 2008 yılında Fetullah
Gülen'e yazdığı mektuba dair bazı basın organlarında haberler yayınlanmıştır.
(Sözcü Gazetesi, Aytunç Erkin, 30 Ocak 2020)
Bu haberlerde Enver Altaylı'nın 2008 yılında FETÖ terör örgütünün lideri Fetullah
Gülen'e yazdığı mektupta şu ifadelerin geçtiği belirtilmektedir:
"… Yeni ekibin güdümündeki bazı askeri mahfillerde, şahsınıza ve yakınlarınıza karşı
kin ve düşmanlık duyguları tahrik edilmektedir. Hatta bunlar sizin katledilmeniz
gerektiğini, bu mümkün olmazsa yakınlarınız hedef alınarak canınızın yakılması
gerektiğini dahi ifade ediyorlar.
Mesela bunların kontrolünde olan Ömer Öngüt çevresindeki bazı ülkücü gençler
açıkça sizi, mümkün olmazsa yakınlarınızı katletmekten bahsediyorlar."
Enver Altaylı gibi CIA istihbarat yapılanmasına angaje olmuş, FETÖ örgütü
üyeliğinden tutuklu olarak halen yargılanan bir karakterin, ABD'nin CIA isimli
istihbarat örgütünün oyuncağı olmuş FETÖ terör örgütü liderine Muhterem Ömer
Öngüt aleyhine beyanlarda bulunmasını Muhterem Ömer Öngüt lehine bir övünç
vesilesi olarak kabul etmek gerekir, ancak buradaki iki mühim yalan ve yanlış bilginin
de tashih edilmesi ve kamuoyunun aydınlatılması lüzumludur.
Birinci Yalan ve Yanlış Bilgi; Muhterem Ömer Öngüt'ün askeriyenin kontrolünde
olduğudur.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hayât-ı saadetlerinin hiçbir anında
hiçbir kimsenin, hiçbir şahsın, hiçbir kurumun kontrolünde olmamıştır. Bu Zât-ı âli'nin
yegâne bağlılığı yalnız ve yalnız Allah-u Teâlâ'ya ve O'nun Resul'ünedir.
Bir Allah dostunu, Hazret-i Allah'ın seçkin bir kulunu herhangi birilerinin elemanı,
birilerinin kontrolü altındaki bir kişi gibi göstermek büyük bir iftiradır.
Bu tür iftiralara Muhterem Ömer Öngüt sağlığında aşağıdaki şekilde cevap vermiştir
ki tekrarında fayda mülahaza ediyoruz:
"Değil yakınlarımız bizi uzaktan tanıyan kimseler dahi bilir ki; biz hiç kimsenin
"Hazırda bekletilecek bir elemanı" değiliz. Bizim bağlılığımız yalnız ve yalnız
Hazret-i Allah'adır. Kimse bizi hazırda bekletemez, kimse bizi
yönlendiremez." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 11)
"Hiç kimse bize "Medyatik eylem ve söylem" yaptıramaz. En sarih bir surette
hakikati ortaya koyan o kadar eserimiz var, medya hiçbir zaman bizi
kullanamamıştır. Çünkü bu eserlerde polemik değil hakikat, laf değil Âyet-i
kerime ve Hadis-i şerif'ler vardır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh",
s. 12)
Kamuoyunun da artık bilgisi dahilindedir ki din ve vatan hâini FETÖ terör örgütü
mensupları kendi aleyhlerinde olan herkesi karalamaya çalışmışlar, kumpaslar
kurmuşlardır. FETÖ'nün gerçek yüzünün yeterince bilinmediği o tarihlerde 2009
yılında kurdukları bir kumpasa bu Zât-ı âli'nin ismini de karıştırmışlardır. Çünkü
Muhterem Ömer Öngüt Hazretleri 1995 yılından başlayarak bu hâinin gerçek yüzünü
gerek yazdığı kitap ve gerekse kurucusu olduğu Hakikat isimli derginin muhtelif
sayılarındaki yazıları ile ifşa etmiş, bu ifşaatları FETÖ ve peşinden gidenleri
fevkalade rahatsız etmişti.
Bu rahatsızlıklarının bir sonucu olarak intikam almak maksadı ile 2009 yılında FETÖ
güdümündeki Taraf Gazetesi'nde yayınlanan ve ıslak imza tartışmaları ile meşhur
olan "İrtica ile mücadele eylem planı" isimli sahte belgede bu Zât-ı âli'yi benzer
ifadelerle askeriye tarafından "kullanılan bir eleman" gibi göstermeye çalıştılar. Bu
sahte belgede uydurdukları senaryoya göre güya askeriye bu Zât-ı âli'yi "Hazırda
beklettiği eleman" olarak görüyordu ve bu Zât-ı âli'yi kullanarak bazı kumpaslar
kurmaya çalışacaktı.
Nitekim bu belgenin sahte olduğu yargı kararları ile tescillendi. Bu belgeye rapor
verenler "Gerçeğe aykırı bilirkişilik yapmak", "Silahlı terör örgütüne üye olmak"
suçlarından halen yargılanıyorlar. 2009 yılındaki bu tezviratın zemininin 2008 yılında
kurulmaya başlandığı, bu yıl içerisinde Enver Altaylı tarafından FETÖ'ye yazılan
mektup içeriğindeki yalan ve iftiralardan açıkça anlaşılmaktadır.
O tarihte 2009 ve sonrasında bu tezvirat bazı basın yayın organları tarafından doğru
imiş gibi kabul edilerek yayınlandı. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri
85 yaşlarında iken çeşitli hastalıklarla mücadele ile geçirdiği ömrünün son yılını bu
iftira ile mücadele ederek geçirdi. Dergimizde cevap verdikleri gibi "Hâin
Tezgâh" isimli bir de eserleri yayınlandı. Yapılan hukuki mücadeleler sonunda
Televizyonlar ve haber siteleri tekzip metinleri yayınlamak zorunda kaldı. Bu konunun
ayrıntılarını merak edenler Muhterem Ömer Öngüt'ün "Hâin Tezgâh" isimli bu
eserine müracaat edebilirler.
Yine Kanal 7 Televizyonu'nun Ana Haber bülteninde benzer iftiraların yer alması
sebebiyle yapılan müracaat sonucu; Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi'nin
11/03/2010 tarih ve 2010/340 sayılı kararı ve bu karara Kanal 7 Televizyonu'nun
itirazını reddeden Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 08/04/2010 tarih ve
2010/118 sayılı kararı gereği mahkemeye sunduğumuz Cevap ve Düzeltme metni
Kanal 7 Televizyonun 29 Nisan 2010 tarihli ana haber bülteninde yayınlanmıştır.
Bunlardan bir tanesini Samanyolu Televizyonu'nun 15 Nisan 2010 tarihli ana haber
bülteninde yayınlanan tekzip metnini arzediyoruz. (Bkz. s. 37)
FETÖ üyesi Enver Altaylı'nın 2008 yılında FETÖ terör örgütü liderine yazmış olduğu
mektubundaki ikinci yalan ve yanlış bilgi güyâ "Muhterem Ömer Öngüt'ün çevresinde
bulunan bazı ülkücü gençlerin FETÖ terör örgütü liderini, mümkün olmazsa
yakınlarını katletmekten bahsetmesi"dir.
Burada direkt olarak Muhterem Ömer Öngüt'e bir itham olmasa da Muhterem Ömer
Öngüt'ün çevresindeki bazı kişilerin bu tür eylemlerden bahsettiğine dair bilgi de
doğru değildir, yalandır.
Yukarıda da arzettiğimiz üzere din ve vatan hâini Fetullah Gülen'in içyüzünü
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 1995 yılından itibaren neşretmeye
başlamışlar, defalarca dergimizde makaleleri yayınlanmış, bunlar hakkında 1999
yılında da "Küfrü Hoş Gören Narcıların İçyüzü" isminde eser neşretmişlerdir. Bu
yayınlar ile büyük bir mücadele vermişler, toplumu uyarma, müslümanları uyandırma
görevini ifa etmişler, devleti ve bu hâinin peşinden gidenleri ikaz etmişlerdir. Dinden
çıktığına dair, hâin olduğuna dair en sarih ifadelerle çok ciddi bir mücadele vermişler
ancak hiçbir zaman katletme, yakınlarının zarara uğratılması gibi bir söylemleri asla
olmamıştır. Bilakis yapmış oldukları bu mücadeleyi, kendilerine verilen görevi
"Kalemle mücadele" olarak tanımlamışlardır.
Buna kalemle cihad denilir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâin Tezgâh", s. 29)
Tek gayesi imanları kurtarmak, etrafını, müslümanları tenvir etmek olan bir Zât-ı âli
idiler. Asla hiçbir yakınına bu gibi bir telkinleri olmamıştır.
Enver Altaylı gibi bir kişinin mektubunda bu gibi ifadelerin geçmiş olmasından
birilerinin Muhterem Ömer Öngüt'ten rahatsız olduğu; Zât-ı âlileri'ni hedefe koymaya
2008 yılında başladığı; nihayetinde ism-i âlilerinin 2009 yılındaki kumpasa
karıştırıldığı anlaşılmış oluyor.
5 Şubat 2020
(https://www.hakikat.com/duyuru/kamuoyuna-duyuru)
Bugün Suriye, Irak, Libya, Yemen gibi ülkeler dış müdahaleler sebebiyle büyük bir
sıkıntıya düştü, ancak esas büyük sıkıntıyı yaşamaları, bu badireleri bir türlü
atlatamayışları, halkın birbirine düşmesi sebebiyle ortada devletin kalmamasındandır.
İşte bugün İslâm dünyasının içine düştüğü durumu seneler öncesinden gören
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri dinde ve vatanda bölücülük yapan
gruplara karşı en şiddetli bir lisanla ikazda bulundu, eserler yazarak mücadele etti.
İrşad ve Mücâdelesi
Eserleri İle Devam Eden Bir Zât:
"Bu nur bugün için değildir. Bu nur, kıyamete kadar geçerlidir. Siz bu nura
yapıştıkça Allah-u Teâlâ sizi kurtarır. Bunu böyle bilin, ötekilere de aldanıp
saplanmayın.
Dikkat ederseniz neler çıktı. Sahte mehdiler, sahte isalar çıktı. Ama bir tane
değil, birkaç tane. Çok fesatçılar, ifsatçılar, sapmışlar çıkar ve çıkıyor. Fakat
Cenâb-ı Hakk'ın izniyle nur ile aydınlatmaya çalışıyoruz. Bu kıyamete kadar
geçerlidir. Bugün için de değildir."
Buradan da görülüyor ki; bu Zât-ı âli tahminle, zan ile değil, Hazret-i Allah'ın
kullanması ile vazife vermesi ile hareket eden büyük bir veli idi.
"Hatta niyazım var; Allah'ım lütfundan ayaklarımı rızânda sabit kıl. Lütfunla
destekle, alıncaya kadar değil, aldıktan sonra da mücadeleme devam ettir.
Neyle? Kitaplarla. Ölünceye kadar da değil. Bunu Allah-u Teâlâ'dan niyaz
ediyorum. Bu nuru O veriyor ve böyle bu nur gidecek. Onun için benim
ölümümle iş bitmiyor!"
Binaenaleyh bu Zât-ı âli'nin bütün bu mücadelesi bugün daha aşikâr oluyor ve daha
da olacak. Ve müslümanlara yol gösteriyor, daha da gösterecek.
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir." (Enfâl: 46)
Hazret-i Allah'ın emri budur. Hazret-i Allah'ın kitabı budur, Hazret-i Allah'ın dini
budur. ...
Biz "İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET" ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i
Allah ve Resul'ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini
koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve
Resul'ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir
kardeşliğin tesisine gayret ederiz.
Âyet-i kerime'lerde:
"Ancak öyle bir devirde yaşıyoruz ki, her türlü fitne, her türlü bölücülük almış
başını gidiyor. Her türlü ahlâksızlık yaşanıyor.
İşte bu en kötü devirde vatanda bölücüler olduğu gibi dinde, İslâm dini'nin
içinde de bölücüler türedi.Vatan bölücülerinin vatanımızı parsellemeye
çalıştıkları gibi bunlar da Allah-u Teâlâ'nın dinini, din-i İslâm'ı bölüm bölüm
bölmeye, kendi nam ve hesaplarına parsellemeye çalışıyorlar. Kendi zanlarını
hüküm yerine koymaya, insanları nefis putunun etrafında toplamaya
çalışıyorlar. Herkes kendi parselinde memnun, rahatı istirahatı yerinde. Ancak
belli bir vakte kadar:
Gerek İslâm'a ve gerekse vatana düşman olan bu bölücüleri iyi tanıyın. Sakın
parçalanmayın. Sabırlı olun. Allah-u Teâlâ yardım edecek ve bunları, bu küfür
ehlini bir bir yok edecek. Din-i İslâm ve vatan selâmet olacak."
Vatan imanı muhafaza eder. Çünkü vatansız iman kazanılmıyor. Bu vatan çok,
çok güzel amma vatandaşlar bunu bilmiyoruz. ...
İfşaat edin, ikaz edin! Dini, vatanı müdafaa edin! Bizim bu kitapları yaymaktaki
amacımız; dini, imanı ve vatanımızı korumaktır. Çünkü bu vatan çok güzel bir
vatan."
"Bu vatan bir emanettir. Osmanlılar harbe giderken 'Allah'ım bu vatan sana
emanet' der, öyle giderlerdi. Emanet olduğu için iç düşman, dış düşman çok
ama yıkılmıyor. Emanet olduğu için yıkılmıyor da halk bunun farkında değil."
"Birçok Osmanlı Padişahı sırf Allah için cihada çıktı, vatanı ve milleti Allah'a
emanet etti öylece yola çıktı. Allah-u Teâlâ o emaneti kabul etti. Bizler hâlâ o
emanet sayesinde ayaktayız, İlâhî yardım ve destek altındayız.
Hiç şüpheniz olmasın Allah-u Teâlâ bu emaneti kabul etti. İlâhi muhafazaya aldı.
Yoksa kâfir dışarıdan, münafıklar ve fâsıklar içeriden yıllardır bu devleti
yıkmaya çalışıyor. İlâhi muhafaza olmasa ayakta kalması mümkün değildi.
Böyle bir zamana geldik ama Rabb'imiz kimin yüzü suyu hürmetine koruyor ise
koruyor. Rabb'im korusun.
Oysa devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar. Hatta bir defasında;
"Türk bayrağına paçavra diyen bir kimse nasıl müslüman olabilir?" demiştik."
"Bu güzel vatanı bozmaya kimsenin hakkı yok. Çünkü vatansız din de olmuyor.
Küçüklüğümü Yugoslavya'da geçirdiğim için, onların bayrağı Sırp bayrağı idi.
Buradakiler, yabancı bir bayrağın altında yaşamanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Azgın, taşkın, dinsiz, imansız insanlar evvelâ memleketin polisine, askerine
hücum ediyor. Sen kimi yıkmaya çalışıyorsun? Bir bak şöyle, kimi yıkıyorsun?
Sen kendi vatanını yıkıyorsun. Açık söylüyorum o zaman sen bu vatanın evlâdı
değilsin."
İman kalesi çöktüğü zaman kişi ebedî felâkete düçar olduğu gibi, İslâm da asliyetini
kaybeder. İslâmiyet'in asliyetinin bozulması en büyük tehlikedir.
Onun içindir ki vatanımızın durumunun çok nazik olduğu, her an harbe girme ihtimali
olduğu 1. Körfez Savaşı'nın olduğu 1991 yılında bu bölücülerin tezviratı sebebiyle
şöyle buyurmuştu:
Bunun içindir ki bu yetmiş iki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış
düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve
tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s.
174)
Dinimize ve vatanımıza kast eden bu bölücülerin hem imanlara hem de vatana zarar
verdikleri; imanı ve vatanı bölmeye çalıştıkları; imanları ve güzel vatanımızı kâfire
peşkeş çekmek için yarıştıkları ayan beyan ortadadır.
Bunlar hem dinimizi hem vatanımızı parçalıyorlar, dış düşmandan daha büyük
tahribatı yaptılar. Din-i mübin'i bölmekle, vatanımızı parçalamakla da en büyük
düşmanlığı yapmış oldular. Bu yüzden dinimizi olduğu gibi vatanımızı dahi büyük
tehlikeye düşürüyorlar.
Her beyanlarında olduğu gibi Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususu da
Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanları ile seneler öncesinden izah
ve ilân etmiştir. Kendi ismine davet etmemiş, Allah ve Resul'üne davet
etmişlerdir. "Her isim bir dindir." buyurmuşlar, "İlâhî Görüş Birliği'ne
Davet" ismiyle eser neşretmişler, "Allah ve Resul'ünde birleşelim." beyanları ile
birlik ve beraberliğin reçetesini öz olarak ortaya koymuşlardır.
"Bütün bölücüler birliğin ancak kendi kurduğu din üzerinde olmasını isterler.
Allah ve Resul'ünde birleşmeye yanaşmazlar. Rıza-i İlâhi için çalışmak, onların
işine gelmez, onlar yalancıdırlar ve halkı sapıttırıyorlar.
Biz ancak Allah-u Teâlâ'nın ahkâmını tebliğe memuruz Allah ve Resul'ünde
birleşmeye davet ediyoruz. " (İlâhî Görüş Birliği'ne Dâvet, s. 190)
Birlik ancak böyle olur, birlik ancak burada olur. Yoksa fitne çıkartanların fitnelerini
hoş görmekle ancak fitne büyümüş olur. Bugün görüldüğü gibi.
Dikkat ederseniz Allah-u Teâlâ "Parçalanıp ayrılmayın" diye emir buyururken aynı
zamanda "Sımsıkı Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor. Ahmetin, mehmetin ipine değil.
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)
"Din adına yapılan her bölünme İslâm dininde bir ihanettir, bir zulümdür. Bu
bölücüler rücû etmedikleri takdirde, çok şiddetli bir azapla kendilerine yazık
etmiş olurlar." (İlâhî Görüş Birliği'ne Davet, s. 124)
Dinine ve vatanına ihanet eden, Türk bayrağını paçavra olarak görenlerin dine
ve vatana yaptığı ihanet budur.
(Ey Müslüman Kardeş! Düşmanını Tanı Dinini ve Vatanını Muhafaza Et! s. 431-432)