Professional Documents
Culture Documents
Başyazı ve Makaleler
Başyazı
İsmail Yavuz
Başyazıyı Oku
“Ey İman Edenler! Bütün Tedbirlerinizi Alın. Birlikler Halinde Savaşa Çıkın veya
Toptan Seferber Olun.”
(Nisâ: 71)
“Onlarla Savaşın ki Allah Sizin Ellerinizle Onlara Azap Etsin, Onları Rezil Etsin, Sizi Onlara Karşı
Galip Kılsın ve Müminlerin Gönüllerini Ferahlandırsın. ”
(Tevbe: 14)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Türkiye’yi tehdit eden terör gibi
tehditlere karşı sınır ötesinde icra edilen askerî operasyonlardan, Türkiye’nin başına
çorap örmeye çalışan Amerika, İsrail gibi küffar ülkelerine verilen cevaplardan çok
memnun olurlar, vatanın muhafazası, ordumuzun muzafferiyeti için duâ ederler,
maddî-manevî desteklerini beyan ederlerdi. Batı’da Yunanistan’ın Türkiye’yi vurmak
için fırsat kolladığını, bir Türk-Yunan Savaşı’nın çıkacağını haber vererek teyakkuzda
ve tedbirli olunmasını nasihat ederlerdi. Biz de defaatle bunları hatırlatıyor, gerekli
bütün tedbirlerin alınması ve uyanık bulunulması için gayret gösteriyoruz.
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Amerika’nın bu niyetini Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle beyan
buyurmuşlardı:
“Amerika hep ister ki Türkiye’yi hem bölsün, hem harbe soksun. “Sen sürt, ben
yaşayayım” diyor. Türkiye kuvvet bulmasın, parçalansın. Çünkü Türkiye’yi
büyük görüyorlar. ... ‘Yunan yutsun, şu yutsun, bu yutsun, kâfir yutsun!’
diyorlar. Allah’ım korusun, Allah’ım korusun, Allah’ım korusun! O koruyor zaten.
İç düşman, dış düşman!”
Türkiye’ye yönelen bu tehditler ve düşmanlıklar yeni değildir. Tarih boyu devam eden
bir düşmanlıktır. Küffarın tıynetinden zuhur etmektedir. Çünkü Batı Türkleri sevmez.
Sebebi yüzyıllardır İslâm’ın bayraktarlığını, müslümanların önderliğini yapmış olan bu
necip millet kâfirlerin hedefi ve düşmanı olmuştur.
Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı son zamanlarda iyice alevlendi, gemi azıya aldılar.
Ege’de, Akdeniz’de mütemadiyen ortamı gerecek, savaşa sebep olabilecek icraatlarda
bulunuyorlar. En yetkili ağızlardan başbakanı, bakanı, gazetecisi… sürekli olarak
Türkiye’ye karşı bir savaş dili kullanıyor. Yunan televizyonları sürekli Türkiye aleyhinde
yayınlar yapıyor. Uzun zamandır ekonomik krizde olmalarına rağmen şuursuzca,
büyük bir hırsla silahlanıyorlar.
Yunan meselesi Osmanlı’dan günümüze bir baş ağrısıdır. Mora isyanlarında, İstiklâl
Harbi’nde Anadolu’da, Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar, soykırımlar hiç unutulmamıştır. Bu
tarihi düşmanlık bunların genlerine işlemiştir. Bu hususu Muhterem Ömer Öngüt -
kuddise sırruh- Hazretleri; “En birinci düşman Yunan!” buyurarak seneler evvel
haber vermişler, “Yunan hiçbir zaman rahat durmaz.” beyanı ile de bugünleri işaret
etmişlerdi.
“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da.”
“Yunan saldırmaz, saldıramaz” zannı ile hareket etmek büyük bir basiretsizlik olur. En
büyük tehlike rehavete kapılmak, düşmanı küçümsemektir. PKK, Ermeni nasıl ki
cürmüne bakmadan saldırıyor ve fırsat kolluyorsa; bunların durumu da böyledir. Üstelik
büyük küffar devletleri Yunan’a atom dahil her türlü silahı verdi, veriyor.
Yunan bizden bir şey kopartacak değil, ancak ellerinde her türlü silah var, bize büyük
zararlar verebilirler. Fırsatını bulduklarına kanaat getirdikleri an aniden saldırabilirler.
Zira arkalarında Yunan’ı kullanarak bize zarar vermek isteyen küresel güçler, İslâm ve
Türk düşmanı devletler var. Haçlı zihniyeti devam eden hıristiyan devletler var, İsrail
var.
Zira Yunan da; Ermeni gibi, PKK gibi. İçinde büyük bir kin ve düşmanlık var. Bu kin, bu
düşmanlık, bu küfür bütün benliklerini sarmış durumda. Kıbrıs’ta olduğu gibi en büyük
zararı kendileri gördüğü ve görecekleri halde şuursuzca saldırmanın, savaş
çıkartmanın plânlarını yapıyorlar.
Hemen hemen bütün savaşlar, dünya savaşları ekonomik krizlerden yahut hammadde
paylaşımı gibi anlaşmazlıklardan sonra ortaya çıkmıştır.
Küresel ticarette yaşanan sıkıntılar bütün dünyada zincirleme etkiler yapıyor. Kâh
hammadde arzında, kâh enerji kaynakları arzında sıkıntı yaşanıyor. Nakliyede
yaşanan sorunlar bunlara eklenince her şeyin fiyatı görülmemiş derecede artıyor.
Avrupa’da doğalgaz fiyatları anormal derecede arttı, İngiltere’de kamyon şoförü
eksikliği yüzünden marketlerde ve yakıtta krizler ortaya çıktı. Almanya’da üretim düştü,
enflasyon yükseldi, Fransa’da aynı şekilde kıtlıklar yaşandı. Çip üreticileri talebe
yetişemediği için otomobil firmaları üretimlerini durdurmak ya da azaltmak zorunda
kaldı. Gemilerle yapılan ticarette kullanılan konteynerlerin sirkülasyonunda sorunlar
yaşandığı için navlun fiyatları katlanarak arttı. Bazı maden ocakları salgın hastalık
sebebiyle üretimi durdurduğu için maden, kömür fiyatları fırladı. Petrol, doğalgaz
fiyatları sürekli artıyor. Üretici uluslararası piyasada bugün 100 dolara aldığı
hammaddeyi yarın 110 dolara alamıyor. Türkiye’de TL dolar karşısında değer
kaybettiği için fiyatlar çarpan etkisiyle yükseliyor. Hammadde fiyatları yükseldiği için
müteahhitler yeni inşaat yapmaktan çekiniyor. Konut arzı kesilince bu sefer de kiralık
ev bulmakta zorluk çekiliyor. Bu da kiraların aşırı yükselmesine sebep oluyor.
Avrupa’da, Amerika’da, bütün dünyada halk artan fiyatlardan şikâyetçi. İşsizlik, gıda
fiyatlarının aşırı yükselmesi, konut kiralarının yükselmesi gibi etkiler geçim sıkıntılarını
gittikçe artırıyor.
Salgın hastalıktan önce 2008 krizinin devamında bütün merkez bankaları para basarak
krizi geçiştirmeye çalışmıştı. Üzerine gelen salgın günlerinde merkez bankaları
karantina ve benzeri tedbirlerin getirdiği yükleri sübvanse etmek için daha çok, dünya
tarihinde görülmemiş düzeyde paralar bastı. Bu fazla paranın yakın bir gelecekte
büyük bir enflasyon hatta çok büyük bir ekonomik kriz olarak yansımasından
korkuluyor. Şu günde bile bu kadar sıkıntılar yaşanıyor, böyle büyük bir kriz gelirse
halkın durumu nasıl olur? Dünyanın hali ne olur?
Binaenaleyh bu krizlerin sadece kriz olarak kalmayıp büyük savaşlara sebep olacağı,
bütün dünyanın yangın yerine döneceği tahmin ediliyor.
ABD, İngiltere, Avustralya AUKUS adında yeni bir birlik oluşturdular. Avustralya Fransa
ile olan milyarlarca dolarlık denizaltı anlaşmasını iptal etti, ABD ve İngiltere’den nükleer
denizaltılar alacağı söyleniyor. Çin bu ittifaka tepki gösterdi. Fransa da denizaltı
satamadığı için küstü.
Japonya, Güney Kore gibi ülkeler de Çin’den çok rahatsız ve Amerika ile ittifak
halindeler.
Kuzey Kore nükleer başlıkları ve füze teknolojisi ile Amerika’yı ve müttefiklerini tehdit
ediyor.
Rusya’nın Ukrayna ve Gürcistan ’daki işgalleri Avrupa’nın çok tepkisini çekti. Ancak
Avrupa askerî olarak etkisiz bir profil çiziyor.
Dünyada bu kadar derdi olduğu halde Amerika’nın Türkiye’yi karşısına alması küresel
çıkarları için çok mantıksız bir hareket. Fakat İsrail etkisi sebebiyle Amerika’da büyük
bir Türkiye karşıtlığı var. Rusya ve Çin gibi Türkiye’yi aynı kefeye koymaktan imtina
etseler de her türlü düşmanlığı yapmaya çalışıyorlar. Suriye’de PKK’yı destekliyorlar.
Batı’da Yunanistan ile Savunma İşbirliği Anlaşması yapıp, askerî üsler kuruyorlar.
Dedeağaç’ta; hem limana, hem limanın kuzeyindeki havalimanına, hem de atış sahası
adı altında onun da kuzeyindeki topraklara büyük bir alana yerleştiler, üs kurdular.
Uzmanlar amacın Türkiye’nin bir karşı taarruzunda zırhlı birliklerin önünü kesmek,
Yunanistan içlerine ilerlemesini engellemek olduğunu söylüyorlar.
Türkiye F-35’leri alamayınca F-16 almak istediğini söyledi; hemen arkasından
Uluslararası Kara Para Aklama listesinde Türkiye’yi gri listeye aldılar, Batılı 10 ülkenin
büyükelçisi Kavala’nın salınması için açıklamada bulundu, Amerikan mahkemesi
hukuku siyasete alet ederek Halkbank davasının devamın a karar verdi. Türkiye’yi G-20
zirvesi öncesi zor duruma, suçlu duruma düşürmeye çalışıyorlar ki; Türkiye istediklerini
alamasın. Amerika’nın dünyada o kadar derdi var, ama Amerikan kongresi adeta
Türkiye ile yatıp, Türkiye ile kalkıyor, kongre üyelerinin çoğu Türkiye aleyhtarı, 3
Kongre üyesi hemen Dışişleri Bakanlığı’na mektup yazdı, “Türkiye’ye F-16 vermeyin.”
dedi. F-35 vermiyorlardı, F-16 verilmesini bile istemiyorlar.
Ermenistan’ı Türkiye’nin boğazını sıkması, Orta Asya ticaret yollarını ve boru hatlarının
önünü kesmesi için ileri sürdüler ancak büyük bir hezimete uğradılar. PKK’yı Suriye’de
ileri sürdüler büyük hezimetler yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Ne kadar canları
yandı ki Biden “Türkiye’nin Suriye’deki varlığı Amerika’nın güvenliğini tehdit ediyor”
diye açıklama yaptı. Türkiye yeni bir Suriye operasyonunun işaretini verdiği için her
yönden saldırıyorlar.
Amerika olsun, Fransa olsun, Yunanistan olsun, bunlar da PKK gibi Ermenistan gi bi
hezimete uğrayacaklar inşallah. Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile yeni
hezimetler yaşayacaklar.
Allah-u Teâlâ İslâm’ın ve Türkiye’nin düşmanı olan küffarı kahr-u perişan etsin, bunlara
fırsat vermesin.
Suriye, Libya ve ardından özellikle Karabağ savaşından sonra Türkiye’nin bir güç
kazandığının ortaya çıkması küfür mahfillerini ziyadesiyle rahatsız etmiş ve
hareketlendirmiştir. Genlerindeki Haçlı zihniyeti depreşmeye başlamıştır.
Ancak Allah-u Teâlâ her zaman mümin kullarını lütfu ile desteklemiş, bu küfür ve
dalalet ehlinin tuzaklarını boşa çıkartmıştır.
“Onlar böyle tuzak kurdular, biz de kendileri hiç farkında olmadan onların
plânlarını altüst ettik.” (Neml: 50)
“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i
imran: 118)
“Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb’inizden bir hayır inmesini
istemezler.” (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabb’iniz
tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle
buyurmuştur:
“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da
sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)
“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar
veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i
imrân: 120)
Tarih boyunca bu kini atamamışlar, halen bu kin ile bu intikam arzusu ile yaşıyorlar. Bu
yüzden de Türklerden nefret ediyorlar. Tek gayeleri Türklerden ve İslâm’dan intikam
almak.
“Göğüslerin özünü” bilen Allah-u Teâlâ bu kâfirlere gadab-ı ilâhî ile “Kininizle
geberin!” diye hitap ediyor:
“Yunanlılar 1919’da İzmir bölgesini işgal edip Orta Anadolu’ya doğru girdikleri zaman,
büyük çapta bir katliamı tamamladılar. 25 Haziran 1919’daki Aydın katliamı, cinayetler
zincirinden bir tanesiydi. Yunan askerleri önce, kasabanın Türk mahallesini yoğun bir
topçu bombardımanına tâbi tuttular. Kaçmaya çalışan Türkler, Yunan askerleri veya
yardımcı sivil kuvvetler tarafından vurulup öldürüldü. Ondan sonra, Yunan ordusu
mahalleye girdi ve yıkıma devam etti. Bazı Türk aileleri, evleri ateşe verilerek diri diri
yakıldı. Diğerleri sokaklarda öldürüldü. Bir bina içerisine saklanmış olan dört kadın,
tahta kazıklara bağlanarak katledildiler. O gün yaklaşık on bin Türk zalimce
katledildi.” (Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol. Bkz. Vahşi Batı, sh. 279)
Ancak Allah-u Teâlâ intikamını almayı nasip etti:
“Çok zulüm yaptılar... Ve sonra bu intikam alındı. Hepsi yok oldu. Kestiler,
biçtiler, öldürdüler, boğdular ... derken o intikam onlardan alındı ve Yunanistan’a
kaçan olmadı.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
“1970’lere gelinceye kadar yüzlerce Kıbrıs Türk’ü, vahşi Yunan’ın silahlarıyla can verdi.
Rumlar, silahsız gençlerden dağlarda sürülerini otlatan çobanlara, çaresiz yaşlılardan
küçücük çocuklara kadar rastladıkları her Türk’ü, içlerindeki vahşet ateşiyle
katlettiler.” (Dr. Sedat Cereci, Vahşi Batı, sh. 284)
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.
Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe: 73,
Tahrîm: 9)
Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla sahip çıkıp
onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah ve vatan için
canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette oldular, bu niyetle öldüler.
Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.
Yetmez mi!
Değmez mi!
Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm tehditlere karşı
duralım.
“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları
sever.” (Saff: 4)
Yunan’ın her an, ani bir saldırısına karşı yekvücud hazır olalım.
Bugün İslâm’ın bayraktarlığını bu millet yapıyor. O halde her hazırlığımız tam olsun.
Sonra nedamet çok olur, faydası yok olur. Ama biz O’nun yolunda olursak, eksiğimiz
olsa da O bizi affeder, destekler, her zorluktan bir çıkış yolu ihsan eder. Bu cennet gibi
vatanın düşmanı çok, onun için uyanık olalım. Su uyur, düşman uyumaz.
“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi
yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler
yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
“Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver! O kâfirler
gürûhuna karşı bize yardım et!” (Bakara: 250)
Tarih boyu bu millet kendi vatanını, dinini, imanını muhafaza ederken bir baraj gibi
zulüm ve küfür selinin önünde durmuş, bütün İslâm dünyasının, müslümanların ve
mazlumların selâmeti için kılıç kuşanmış, kan dökmüştür. Atalarımız yüzyıllar boyu
İslâm’ı bütün dünyaya yaydıkları gibi İslâm’ın ve müslümanların yok edilmesinin
önündeki en büyük engel olmuştur.
Bugün de böyledir.
Ordusuna peygamber ocağı diyen bu necip milletin necip olanları bu cihad azmini ve
kararlılığını kaybetmemişlerdir. Elan böyledir; kahraman Mehmetçik harp
meydanlarında küffara karşı, haçlı ordularına karşı savaşa, şehadet şerbetini
yudumlamaya devam etmektedir.
Bu yüzdendir ki atalarımız;
“Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle bir
millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına, Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhar olmuşlardır.
Ömürleri at sırtında cihad meydanlarında geçmiştir.
Bizleri de bu sevgiye layık etmesi, bugünkü bu küffar ordularını helâk etmeye vesile
kılması Cenâb-ı Hakk’tan en büyük niyazımızdır.
Bizim içeride kısır, şahsi, maddi çekişme ve bölünmeleri bırakıp, Allah ve Resul’ünde
yani “İlâhi Görüş Birliği”nde birleşip iç ve dış düşmanlarla mücadele etmemiz
gerekmektedir.
Zira Allah-u Teâlâ şöyle emir buyurmaktadır:
“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl: 46)
Zamanında Osmanlı’yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün
de çevirmek istiyorlar. Yahudisi, hıristiyanı bir olmuş müslüman Türk milletine karşı
tuzak kuruyorlar.
Zira; “Küffar ülkeleri cihad eden bir Türk ve Türkiye görmek istemiyor.” (Ömer
Öngüt -kuddise sırruh-)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde küffarla cihad eden mü’minleri methederek şöyle
buyurmaktadır:
Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat
gösterirler, onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti
beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 22-23)
“Bundan başka, seveceğiniz bir şey daha var. Allah’tan bir yardım ve yakın bir
fetih. Müminleri müjdele!” buyuruyor. (Saff: 13)
Çok geçmeden bu Âyet-i kerime tecelli edecek. Şimdi küffar bütün hızıyla hücum
ediyor, plânlarını kuruyor. Sonra Cenâb-ı Hakk dilediği gibi plân kuracak. Fakat
bu Âyet-i kerime’nin tecellisini bekleyin. Hayatta olsam da ölsem de bu Âyet-i
kerime’yi bilin.* (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri harplerin büyük bir afat olduğunu
haber verdikleri gibi Yunan’a karşı kazanılacak zaferi de müjdelemişlerdi. Allah-u Teâlâ
bütün bu harplerin sonunda nihaî zaferi de İslâm’a ve müslümanlara verecek. Fakat
önümüzde çok büyük harpler var.
İlâhî Lütuf:
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı “Hatmü’l-Evliyâ” adlı eserinde, kırkların
tümünün zuhurundan sonra Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın kâim olacağını haber veren
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellileri
anlattığı “Büdüvv-ü Şe’n” risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra
kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir devirde Türk’e gön derileceğini
keşfetmişti.
İfşaatının bir noktasında; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir
de ordu bulunduğunu müşâhede ederek; “Halkın, mâiyyeti Türk olan bir orduya
mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.” diyor. (Hakîm et-
Tirmizî, “Risâle-i Büdüvv-i Şe’n”, İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 216a-217a)
Daha evvel de arzetmiştik ki; bu vazîfe birinci basamaktır. O hem Türk milletine, hem
de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî
desteği içindir. Binaenaleyh bu destek âhirete çekilinceye kadar devam edecek, işin
nezâketi daha sonra başlayacak.
Dâima din ve vatan için, ordu için maddî manevî tedbir alan bir Zât-ı âli idi. Bu vatanın,
bu devletin selâmetini düşünürdü. “Ortalık karışıyor, çok evvel demiştim; Allah’ım
bu hadisatı bana gösterme diye. Çok vahim, vahşi hadisat var önümüzde”,
“Allah’ım o günleri bana gösterme!” buyurmuşlardı. Başka bir zaman ise “O vakti
görmek istiyorum, elimden gelen desteği sağlamak istiyorum. Ne yapabilirim,
nasıl destek olabilirim? Onu düşünüyorum.” buyurmuşlardı.
İşte bu Zât-ı âli böyle düşkündü. Böyle düşünüyordu. İnanın ve itimat edin ki bugün de
düşünüyorlar. Allah-u Teâlâ bu muzafferiyeti lütfederse Yunan’ı değil, Avrupa’yı,
Amerika’yı Haçlı ordularını yenmiş olacağız inşaallah -u Teâlâ.
Bugün de Ermeni’yi Yunan’ı, Hınçak ve Taşnak terör örgütlerinin devamı olan PKK’yı
kullanarak aynı plânı devam ettiriyorlar. 100 yıl önce Sevr’de toplanıp kendi aralarında
haritalar çizip anlaşmalar yapanlar bu hülyalarından vazgeçmiş değildir. Bugün de
Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar ortaya atıyorlar. En son Papa’nın Kuzey Irak
ziyaretinde Papa’nın kafası ile beraber Türkiye’nin bir bölümünü Kürdistan’ın parçası
olarak gösteren haritayı pul olarak bastılar. 15 Temmuz’da olduğu gibi türlü
yöntemlerle, ihanetlerle bu amaçlarına ulaşmak için gayret ediyorlar.
Dikkat ederseniz “Terörle savaş” adı altında bütün dünyaya işgal orduları gönderen,
ortalığı tarumar eden Amerika sınırımızın ötesinde bir terör örgütü ile açıkça iş birliği
yapıp terör devleti kurmaya çalışıyor. PKK da vazifesini mütemadiyen yapmaya, terör
eylemlerine devam ediyor. Kahraman Türk ordusu bellerini kırıyor, inlerine giriyor,
ancak inatla kin ve düşmanlıklarına devam etmeye, küffarın ekmeğine yağ sürmeye,
taşeronluğa devam ediyorlar. Ne zaman bu terörün kökünü kurutmaya başlasak
sahipleri her türlü desteği her türlü silahı bunlara veriyorlar.
Öyle bir kin ve düşmanlık ki, Karabağ Savaşı’nda PKK’lılar İran üzerinden Ermeni
ordusuna iltihak ettiler. Bu savaşta aslında Ermeniler çok büyük hazırlık yapmıştı
ancak Türk kurmay zekâsı ve SİHA’larının desteği ve Azerbaycan Ordusu’nun
kahramanlığı sayesinde kısa zamanda büyük bir zafer nasip oldu. Ele geçirilen
haritalarda Ermenilerin amacının hem Azerbaycan ile İran Azerbaycan’ı arasındaki
bağlantıyı koparacak şekilde Hazar denizine doğru güneyde, hem de boru hatlarını ve
Türkiye’nin Orta Asya ticaret yollarını kontrol edecek şekilde kuzeyde yeni işgaller
yapmak olduğu ortaya çıktı. Dolayısı ile bu işgal niyetinin bir hedefi de Türki ye idi.
Ermenistan tokatı yedi oturdu. Ancak hala terörünü devam ettirmeye çalışıyor, her
fırsatta Azerbaycan askerlerine saldırıyor. Verdiği sözleri yerine getirmiyor.
Haçlı Zihniyet:
Dikkat ederseniz küffar bizimle harp etmeye çekindiği için Selçuklu ve Osmanlı’dan
günümüze daima birkaç veya daha fazla hıristiyan devlet bir araya gelerek bize
saldırmışlardır. Papa ve papazların kışkırtması ile cereyan eden bu savaşlarda
Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Balkanları, Haçlı ordularına mezar yapmışlardır.
Saldırgan taraf kendileri oldukları halde Haçlı Batı bu yenilgileri hazmedememiştir. Kin
ve düşmanlıkları hâlen devam etmektedir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bugün gelinen noktayı şöyle ifade
etmişlerdi:
“Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ABD kendisine en büyük düşman olarak
İslâm’ı seçti. Bunun da adını Yeni Dünya Düzeni olarak koydu. Yeni Dünya
Düzeni’nin prensibi hıristiyanlığı güçlendirmek, İslâm’ı ezmek idi. Bu düzenin
savunucusu ABD ve Batı, Bosna-Hersek ve Azerbaycan’da büyük katliam
yapılmasına göz yummuşlardır.” (Sözler ve Notlar-6, s. 522)
İspanya ve Fransa’nın bir kısım toprakları üzerinde kurulan Endülüs İslâm devleti
yıkıldıktan sonra bir tane bile müslüman bırakmamışlardır.
Ermenistan denilen topraklarda Ermeniler çoğunlukta değilken, Erivan bir Türk şehri
iken Rusların tampon devlet olarak kurduğu bu ülkede bugün hiç Türk kalmamıştır.
Aynı şekilde Yunanlıların Mora’da Türklere yaptıkları soykırımı Yunan milli marşında
iftiharla anlatmaktadırlar.
Onurumuzu, her şeyimizi o kadar ayaklar altına aldığımız halde bizi Avrupa Birliği’ne
almamalarının esas sebebi de budur.
Gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış, İslâm ülkelerine önderlik eden, numune olan, kol-kanat
geren bir Türkiye istemiyorlar. Onun için de Türkiye’yi daima ya iç kargaşalarla, ya
hainlerle, ya dış müdahalelerle sindirmeye, meşgul etmeye, kendi derdiyle uğraşmaya
mecbur etmeye çalışıyorlar.
Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine de alacak değildir. Bu
böyle bilinmelidir.
15. yüzyılda Avrupa’nın en büyük devleti olan İspanyollar Güney ve Orta Amerika’da
milyonlarca yerliyi yok ettiler. Yerli kadınlar İspanyolların eline geçmesin diye
çocuklarını ve kendilerini asıyorlardı. Çünkü istilacılar aç köpeklerine annelerinin
gözleri önünde çocuklarını canlı canlı atmak dahil her türlü insanlık dışı işkenceyi
yapıyorlardı.
Yine Afrika’da, Avustralya’da her yerde kendilerine direnecek gücü olmayan zavallı
halkları yok ettiler, sömürmekle yetinmediler her türlü işkenceyi yaptılar. Köle olarak
Amerika’ya taşıdılar.
Belçikalılar Kongo’da yerli halkı kauçuk toplamak gibi işlerde ölümüne çalıştırmış,
konulan kotayı dolduramayan işçilerin ceza olarak ellerini kesmiştir. Elleri ile
çalışmasını istedikleri kişilerin ise çocuklarının, eşlerinin ellerini kesmişlerdir. O kadar
büyük katliamlar yapmışlardır ki, ekonomiye yük olmasın diye askerler harcanan her
mermiye karşılık kesilmiş bir el getirmekle mükellef tutulmuştur. Sadece Kongo’da en
az 10 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.
Buna mümasil her Avrupa ülkesinin tarihi büyük katliam ve soykırımlarla doludur.
Bu gibi hadiselerin tarihte kaldığını düşünenler büyük bir hata yaparlar. Yakın
zamanda Ruanda’da, Bosna’da yaşanan soykırımlarda bu barbarlar suç ortağıdır.
Şu kadar var ki; Batı’nın hiçbir sınır tanımayan açgözlülüklerini tatmin uğruna giriştikleri
ifsat ve sömürgecilik gayretlerinin önündeki en büyük engel daima İslâm milletleri ve
bilhassa Türkler olmuştur.
Bu büyük amaç Ege (Adalar Denizi)’ndeki bütün adaları, Kıbrıs’ı, Batı Anadolu, Trakya,
İstanbul ve Karadeniz’de Pontus’u içine alır.
Dönemin büyük devletleri İngiltere ve Fransa’nın desteği ile 1821’de başlayan Yunan
isyanının ardından Mora’daki yaklaşık yüz bin Türk soykırıma uğramıştır. Bu katliam
hakkında İngiliz tarihçi William St. Clair; “Mora’daki soykırım ancak öldürecek
başka Türk kalmadığında sona erdi” demiştir.
İşin daha fecaat tarafı Yunan Milli Marşı’nın bu soykırımı iftiharla yücelten dizelerle
dolu olmasıdır.
158 kıtadan oluşan bu sefaletnamenin bazı dörtlü kleri şöyledir:
“Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim. / Ve dalgasında boğulsun, her Türk
tohumu. / Neden muharebeye yavaşladı bir an? / Neden azaldı dökülen kan? ...
Hem palaskalar, hem kılıçlar / Etrafa saçılmış beyinlere,/ Baştan başa yarılmış
kafataslarına, / Kımıl kımıl oynayan iç organlarına bulanmış...
Pis kanları nehir olmuş / Ovada akmakta / Masum otlar su yerine / Kan içmekte...
Yunanistan yine bu büyük devletlerin desteği ile 1919 yılında İzmir’e asker çıkartarak
Anadolu işgaline başlamıştır. Bu işgalde de en büyük destekçisi İngiltere olmuştur. 1.
Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın ordusu dağıtılmış ve silahları teslim edilmiş
olduğu için Türkiye 3 yıl boyunca Yunan ordusunun karşısına denk bir kuvvet
çıkartamamış, nihayet 1922 yılında Büyük Taarruz ile Yunan ordusu yok edilmiştir.
Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Batı Anadolu hayali ve ordusu yok olan Yunanistan’ın
buna rağmen topraklarını genişletmesine şöyle vurgu yapmaktadır: “Türk ordusu,
Yunan ordusunu bitirmiştir. Yunan ordusu diye bir şey kalmamıştır. Ama allem
etmişlerdir kullem etmişlerdir ordusuz Yunanistan, Yunan topraklarını büyütmüştür.
Yani genişletmiştir.”
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 90’lı yıllarda yaşananları ise
eserinde şöyle nakletmişlerdi:
Unuttukları bir şey var, ne Rusya eski Rusya, ne Amerika eski Amerika, ne Avrupa
eski Avrupa. Hiçbirisinin Yunanistan için savaşacak dermanı ve eski gücü yok. Artık
hiçbir halk 100 yıl önceki 200 yıl önceki gibi başkaları için savaşmıyor. Türkiye ise; 40
yıldır savaşan, dünyanın en tecrübeli askerine, kendi silahına ve savaşma azmine
sahip bir ülke. Küffarın seneler sürecek dediği savaşları kırk günde, elli günde kesin
zaferle neticelendiren bir ordumuz var. Afrin’de, Karabağ’da olduğu gibi.
Bu Yunanlılar bir aptallık yaptığında kesin ve net bir cevap vermek boyn umuzun
borcudur. Haçlı Batı’nın bu şımarık çocuğuna pabuç bırakma devri artık geride
kalmıştır.
Yine bu anlaşmayla ABD’nin Ege’de bulunan adalarda yeni üs kurmasının önü açılmış
oldu. ABD Gökçeada’ya sadece 7 mil uzaklıktaki Semadirek Adası’na üs kurma
hazırlığına başladı.
Bu anlaşmanın NATO çerçevesinde Rusya’ya karşı Bulgaristan ve Romanya gibi
ülkelere hızlı güç aktarımı yapmak için yapıldığı söylense de Yunanlı yetkililer açıkça
bu anlaşmayı Türkiye’ye karşı yaptıklarını söylüyorlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını savaş sebebi sayan kararına atıf
yapıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri “Türkiye’nin iki yerden kıskacı
var. Hiç ummadığımız yerden.” buyurmuşlar; Türkiye PKK gibi terör örgütlerini
vurduğunda yahudinin onların arkasında duracağını; diğer tarafta da düşman
Yunanistan’ın bulunduğunu haber vererek, tehlikelere karşı ikazda bulunmuşlardı:
“Dikkat ederseniz ordu Irak hududunu geçti. Her an için çatışma başlayabilir.
Ama ilâhî takdir nasıl olacağını Allah bilir.
Diğer taraftan Yunan hiçbir zaman rahat durmaz. Onun için bu iki cephemizde ...
Rabb’im korusun!” (2006)
Amerika’lı yetkililerin siyasi cümlelerle ifade ettikleri Yunan desteğini ABD Atina
Büyükelçisi daha pervasız sözlerle dile getiriyor ve Yunanistan’a tabir caiz ise kuvvetli
gazlar veriyor.
Aslında Amerika bir taşla birkaç kuş vu rmuş oluyor. Amerika Yunanistan’a yerleşerek
tehdit olarak gördüğü Rusya, Çin ve Türkiye’ye karşı pozisyon almış oluyor.
Yine Akdeniz’de birçok ülkede limanların işletmesini satın alan Çin Yunanistan’ın en
büyük limanı Pire’yi de satın almıştı. Bir Rus şirketi de Selanik limanını satın aldı.
Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin önünde askerî garnizonlar kurmaya çalışan ABD,
Yunanistan’a yerleşerek önemli bir konum elde etmiş oldu.
Diğer yandan bildiğimiz üzere ABD Başkanı Biden yakın zamanda Suriye meselesi
hakkında konuşurken Türkiye’nin PKK’ya karşı haklı müdahalelerinin ABD’nin
güvenliği için tehdit oluşturduğunu söyledi. ABD’nin Türkiye’yi teh dit olarak gördüğü
birinci ağızdan itiraf edilmiş oldu. Bu yüzden ABD’nin Batı Trakya’ya yerleşmesinin en
önemli sebeplerinden birisinin Türkiye’yi kuşatmak maksadı taşıdığını rahatlıkla
söylemek mümkündür.
Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalesinden bir yıl önce senatör olan Biden,
uzun yıllar boyunca Türkiye’ye Kıbrıs’tan çekilme çağrısı yaptı. 1987 yılında da
Birleşmiş Milletler’in (BM) bu doğrultuda aldığı karara uymadığı için Türkiye’ye yeniden
ambargo uygulanmasını öngören kanun taslağını hazırlayan ve Kongre’ye sunan
isimlerden biri oldu. Bu tasarı Kongre’de yeterli oyu alıp yasalaşamadı.
Başkan olmadan önce 1915 olaylarının “Ermeni Soykırımı” olarak tanınması gerektiğini
savunuyordu. 24 Nisan 2020’de, 1915 olaylarının 105. yılında yaptığı yazılı
açıklamada Senato’daki çalışmalarını hatırlatarak, “soykırımın tanınması için yürütülen
çabalara liderlik etmekten gurur duyduğunu” söylemişti. Nitekim 24 Nisan 2021’de
yaptığı yazılı açıklamada soykırım ifadelerini kullanarak şöyle dedi: “Her yıl bu günde,
Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımında hayatını kaybeden herkesin hayatını
hatırlıyor ve kendimizi böyle bir vahşetin bir daha yaşanmamasına adıyoruz. 24 Nisan
1915’ten itibaren Konstantinopolis’teki Ermeni aydınların ve cemaat liderlerinin
Osmanlı makamları tarafından tutuklanmasıyla bir buçuk milyon Ermeni, imha
kampanyasında sürgün edildi, katledildi veya ölüme yürüdü.”
Görüyorsunuz Amerika’nın başında Türk düşmanlığı ile iyice temayüz etmiş, kendisini
“Yunan” olarak tanımlayan bir şahıs bulunmaktadır. Gerek Ermenilerin sözde tezlerini
kabul etmesi gerek İstanbul’a Yunan dili ile “Konstantinopolis” demesi içindeki gerçek
niyeti gösteriyor.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in de Biden’den aşağı kalır bir yanı yoktur.
ABD Kongresi ise sanki Ermeni-Yunan Kongresi gibi, neredeyse Türkiye karşıtı
olmayan kimse yok.
En son üç kongre üyesi Türkiye’nin talep ettiği F-16’ların verilmemesi için mektup
yazdı.
Fransa Türkiye’den çok rahatsız. Bunun en büyük sebebi yıllardır sömürdüğü Afrika
ülkelerine Türkiye’nin yaptığı açılım. Bu sömürgeci yamyamların bir kuruşuna engel
olduğun zaman hemen düşman kesiliyorlar.
Yunanistan Amerika ile yaptığı anlaşmadan önce Fransa ile Savunma İşbirliği
anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre iki ülkeden biri saldırıya uğrarsa diğeri saldırıya
uğramış kabul edileceği karara bağlandı.
Fransa ile imzalanan anlaşmayı, Fransa ile Almanya arasında imzalanan Aachen
Antlaşması’na benzeten Yunan Başbakan Miçotakis, anlaşmanın özünde “taraf lardan
birinin saldırıya uğraması olasılığında diğer ülkenin askeri yardımını öngördüğünü”
söyledi.
“Yunanistan’ın tarihinde ilk defa, olası bir saldırı anında kıtamızın en güçlü, BM
Güvenlik Konseyi üyesi ve AB’nin yegane nükleer gücü olan Fransa’nın -askeri dahil-
yanında yer alacağını taahhüt ettiği tarihi bir anlaşmadır” dedi.
“Fransa ile Yunanistan savunma iş birliği anlaşması imzaladı. Yunan m illi savunma
bakanı ne dedi? AB’nin tek nükleer gücü artık arkamızda dedi bu anlaşmadan sonra.
Bu bir uluslararası suçtur. Bir kere bunu Türkiye’nin çok iyi kullanması lâzım. Yani
imzaladığı anlaşma ile nükleer güç kullanmakla başka ülkeleri, başka milletl eri tehdit
ediyor Yunanistan/Yunan devlet adamları! Bunun BM ve dünya kamuoyu nezdinde
derhâl çok sert prostesto edilmesi ve duyurulması lâzım. Bu uluslararası hukukta
yasaklanmış bir konuşma tarzıdır. Siz normal konvansiyonel silahla da tehdit
edemezsiniz, hele nükleer silah kullanımı konusunda hiç kimse hiç kimseyi tehdit
edemez! Yani bu BM’nin kuruluş şartlarına aykırı. Bir de şunu hatırlatmak gerekir.
İttifak imzaladığı devletin sahip olduğu silahla başkalarını tehdit eden bir devletin,
kendisinin o silaha sahip olduğu durumda dünyayı ne hale çevireceğini düşünmek
lâzım.”
Bunu bir Türk amirali söylüyor. Yunanistan’ın nükleer bomba ile tehdit ettiğini söylüyor.
Yani bunların niyeti bu. Ellerinden geldiği an nükleer silah kullanmaktan bile
çekinmeyecek bir tıynete, kin ve düşmanlığa sahipler.
Yunanistan’ın bu tehditi üst perdeden dile getirilmelidir, ki böylece Türkiye’nin de bu tür
silahları edinmesi yönünde dünya kamuoyu oluşturulmuş olur.
Her türlü tedbiri almamız lâzım. Her türlü silahın bizde de bulunması lâzım. Zira
bunlardan her şey beklenir.
Geçtiğimiz yüzyılın başında Libya, Sudan, Kongo’nun batısında kalan bütün Batı Afrika
birkaç devlet hariç Fransa’nın sömürgesiydi, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa
Trablus’un güneyindeki bütün Batı Libya’yı işgal etmişti. Kaddafi’yi ilk bombalayan,
Libya’yı karıştıran Fransa’dır.
Aç gözlü, soykırımcı Fransa Afrika’yı kendi mülkü zannediyor.
Afrika’da 54 ülkenin 27’sinini resmî dili Fransızca’dır. Fransa 1961’den beri 14 Afrika
ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Bu ülkeler para olarak Fransa’ya ait CFA
Frangı kullanıyorlar. Afrika Finansal Topluluğu’nu (CFA) kuran anlaşmanın hükümleri
uyarınca bu ülkeler döviz rezervlerinin en az yüzde 85’ini Fransız Merkez Bankasında
tutmakla yükümlü. Üstelik kendi paralarının yüzde 20’sinden fazlasını talep etmeleri
durumunda Fransa’nın veto hakkı bulunuyor. Fransız h azinesi, Afrika’dan yıllık 500
milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. Yine bu ülkelerin çoğunda büyük ekonomik
varlıkların tümü Fransız şirketlerinin elinde.
Yakın zamanda Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi 15 ülke 2020 yılı
Temmuz ayı itibarıyla sömürge döneminden kalma 74 yıllık Fransız sömürge parası
CFA frangını kaldırarak ortak para birimine geçeceklerini ve ECO ismini verdikleri para
birimini kullanacaklarını ilân ettiler. Fransa bu açılımı destekliyor gibi yapıp sömürüye
devam etmeye çalışıyor.
Ruanda’daki soykırımın sorumlusu olan, lejyon birlikleri ile işgallerini sinsice devam
ettiren bu faşist, soykırımcı yamyamlardan kıtanın mazlum halklarını, müslüman
halklarını düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Fransız sömürgesi Çad’ın paralı milislerinin
Libya’nın güneyindeki faaliyetlerini Fransa’dan bağımsız düşünebilir miyiz?
Çoğu müslüman olan bu ülkelere Türkiye’nin yaptığı açılım, elçilikler açması, THY’nın
seferler düzenlemesi Fransa’yı çok rahatsız ediyor. Zira bu ülkeler daha önce
seyahatlerinde bile Afrika’daki bir ülkeden diğerine veya dünyanın herhangi bir yerine
uçakla gitmek için Paris üzerinden aktarma yapmak zorundaydı.
Çok müteyakkız olmak lâzımdır. Ani bir saldırıda hazırlıklı olmazsak zayiat çok olur,
kendimizi toparlayıncaya kadar Trakya’da ilerleyebilirler.
Konunun uzmanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye ile Yunanistan arasında son
dönemde tırmanan gerilime ilişkin yaptığı bir açıklamada konuyla ilgili şu ifadeleri
kullandı:
Nasıl ki PKK gibi Ermenistan gibi çirkef ve şirretlerle uğraşıyorsak bunların şeddeli bir
benzeri de Yunanistan’dır. Bunlara karşı kesinlikle çok temkin li, tedbirli ve hazırlıklı
olmamız lâzımdır.
Yunanistan’ı çok küçümsüyoruz, Türkiye aşağıda meşgulken ani bir saldırı ile füzelerle
bize saldırabilirler.
Nihayetinde harp de bir afattır, imtihandır. Allah-u Teâlâ cihad edenlerle etmeyenleri
ayırt etmek için bu imtihan ve ibtilâlarla bizleri denemektedir.
“Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve
Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz.” (Enfâl: 45)
12 Mil Meselesi:
Bilindiği üzere Ege Denizi (Adalar Denizi) içerisinde birçok ada bulunan bir deniz.
Kurtuluş Savaşı’nda bir donanmamız olmadığı için buradaki irili ufaklı adaların
tamamına yakını Yunanistan’da kalmıştır. Lozan’da karasuları 3 den iz mili olarak
karara bağlanmıştır. Daha sonra bu 6 mile çıkarıldığında Türkiye buna pek ses
çıkarmadı. Ancak günümüzde birçok devlet karasularını 12 mile çıkarmış durumda.
Yalnız bunun başka bir devletin aleyhine olmaması lâzım.
Eğer Adalar Denizi’nde Türkiye 12 mili kabul ederse Yunan adaları Türkiye’nin
batısında adeta bir duvar haline geliyor; hiçbir ticari, askerî gemi Anadolu’dan açık
denize çıkamaz, balıkçılarımız Anadolu kıyılarından öteye açılamaz duruma düşüyor.
Karasularının 6 milden 12 mile çıkması durumunda Adalar Denizin’de %40 olan Yunan
payı %70’e çıkıyor. Bu durumdan sadece Türkiye değil boğazları kullanan bütün
Karedeniz ülkeleri de etkileniyor, Akdeniz’in önünü Yunan karasuları kapatmış oluyor.
Boğazlardan izinsiz geçebilen gemiler, Adalar Denizi’nden izinsiz geçemez duruma
geliyor.
Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye böyle bir şeyi kabul edebilir mi?
Yunanistan işte bu kadar pervasız, bu kadar çirkef bir politika yürütüyor. Ve hiçbir Batı
ülkesi de yahu sen ne yapıyorsun demiyor.
Yunanistan hali hazırda karasularını 6 mil hava sahasını 10 mil kabul ettim diyor, bu
yüzden sürekli Türk uçakları hava sahama girdi diye yaygara kopartıyor.
1996 yılında yaşanan Kardak krizi buna güzel bir örnektir. Kardak kayalıkları 2 ayrı
kayalıktan meydana geliyor, Yunanlılar birisine asker çıkartıp donanması ile her iki
kayalığın etrafını kuşattılar. Türkiye saldıran taraf olmamak için müthiş bir operasyonla
SAT komandolarını asker bulunmayan diğer kayalığa çıkarttı. Komandolarımız Yunan
donanmasının arasından tereyağından kıl çeker gibi geçip Yunan askeri olmayan
kayalığa çıkıp Türk bayrağı çektiler. Sabah Türk askerini gören Yunanistan büyük bir
şoka uğradı. Türk askerine silah çekemeyince büyük bir hezimetle geri çekilmek
zorunda kaldı.
Türkiye yıllar yılı Avrupa hülyası ile küfrü ve kâfirleri hoş görme uğruna bunlara ses
çıkarmadı, yapması gerekenleri yapmadı.
Şimdi Yunanistan o kadar gemi azıya aldı ki, Yunan ana karasından yüzlerce km
uzakta, Türkiye’nin burnunun dibindeki adalarda tatbikat yapıyor, arkasına İzmir’i alıp
resim çektiriyor.
Ancak Türkiye adaların devri için silahsızlandırma şartı olduğunu, bu şart ortadan
kalktığı için devir işleminin de geçersiz hale geldiğini iddia etme hakkına sahip olmuş
oluyor.
Yunan’a karşı bu gibi proaktif politikalar uygulamaktan çekinmemek, gereken her şeyi
yapmak lâzım.
Ve fakat Yunanistan hakkı olmayanı hak kabul etmekte o kadar çizmeyi aşmış
durumda ki Türkiye’nin kendi hakkını müdafaa etmesini kendisine yönelik bir tehdit
olarak lanse ediyor ve öyle inanıyor. Halkından gazetecisine, profesöründen bakanına,
başbakanına hepsi böyle. Yunanistan’da öyle bir paranoya öyle bir kamuoyu var ki işin
hakikatini bilenler gıkını çıkartmaktan çekiniyor. Yunanistan’ın adeta Amerikan işgaline
uğramasına itiraz edenler bile Türkiye’ye karşı söz söyleme ihtiyacı hissediyorlar.
... Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı mensubu milletvekili, müftü, belediye
başkanları veya dernek başkanlarının Türk olduklarını ifade etmeleri veya “Azınlık
Türk’tür.” gibi ifadeler kullanmaları mahkemeye verilmelerine yol açmaktadır.
... Vakıf idaresinin azınlık tarafından seçimle iş başına gelmesi lâzımken cunta
döneminden beri vakıf idarelerine Yunan vatandaşları tayin ile gelmektedir. Malların
idaresi Yunanın elinde. Azınlık vakıflarına ait mallar satılmakta veya az bir kira
karşılığında Yunanlara peşkeş çekilmektedir.
... (Müslüman Türkler) 90’lı yıllara kadar müftü seçimini bir şekilde yerine getirmiştir.
Yunanistan 90’lı yıllardan sonra azınlığı hiçe sayarak müftü tayinine gitmiştir. Azınlık
da aynı yıllarda müftü seçimine gitmiş ve önce İskeçe’de, sonra da Gümülcine’de
kendi müftüsünü seçmiştir. ... Seçilmiş ve atanmış müftü uygulaması halen de devam
etmektedir.
... Azınlığın çözüm bekleyen en acil sorunu eğitimdir. Oku llarımız kapatılmaktadır.
... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi azınlığı haklı bulmuştur. Ama Yunanistan
mahkemenin kararına uymayarak müftülere makamlarını iade etmemiştir. İskeçe Türk
Birliği’nin de tabelası iade edilmemiştir.”
Diğer yandan burada uzun uzun anlatmaya çalıştığımız üzere Yunan saldırmaya
kararlı ve saldıracak. Yunan haksız bir saldırı yaptığında Türkiye haklı olarak karşı
taarruzda bulunacaktır. Bu taarruzda Batı Trakya, Adalar Denizi’ndeki adalara sahip
olmamızın yolu, hakkımız olanı almanın yolu açılacaktır.
Kıbrıs’ta bizi çıkarmak için her türlü baskıyı yapıyorlar ancak orada garantörlük
anlaşmamız olduğu için daha ileri gidemiyorlar. Eğer biz bu haklarımızı dile
getirmezsek küffar devletleri o gün geldiğinde daha büyük baskı yapabilir. Bugüne
kadar olduğu gibi hakkımız olanı tekrar Yunan’a vermeye kalkabilir.
Biz bu haklarımızı dile getirmeliyiz ki; haklı olduğumuzu, hakkımız olduğunu, dost da
bilsin, düşman da bilsin.
Küffarın Hedefi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
“Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür!
Bu Âyet-i kerime küfre ve kâfirlere meyledenler için bir ihtardır. Yâni size bu ilâhî
hükümleri hatırlatıyoruz ki, onlardan her zaman uzak durun ve tehlikelerinden
sakınmak için dâima uyanık bulunun. Onlara bu gözle bakma istidâdını
kaybedenler, bu tehlikeyi idrakten de mahrum kalmışlardır. Bu ilâhî hüküm
hatırdan çıkarılmamalı; bugün ellerine fırsat geçse yine aynı şeyleri yapacakları
unutulmamalıdır.” (“İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN İÇYÜZÜ”,
s. 320)
Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık
olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman
uzun zamandır yaşanmış değildi.
Amerika başta olmak üzere bütün küffar Batı devletleri terör örgütlerini maşa olarak
kullanıyor, alenen destek veriyorlar. PKK gibi kendilerinin dahi terör örgütü kabul ettiği
teröristlere her türlü silâhı, aklı, parayı veriyor, devlet kurdurtmaya çalışıyorlar. Bu gibi
teröristleri Türkiye’ye saldırtıyor. Bu küffarın maşaları da “Arkamda Amerika
var.” diyerek Türkiye ile savaşmaya kalkıyor. Halbuki başına geleceklerden haberi yok.
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime’sinde küfrü ve kâfirleri bize tanıtmış, onların
birbirleriyle dost olduklarını, müslümanların onları dost edinmesinin yasak
olduğunu, küfür ehlinin müslümanlar için daima kötü fikirler beslediğini, onların
müslümanlara düşman olduklarını, küfür ehlinin birer necis (pislik) olduklarını ve
buna mümasil küffarın iç durumunu bize bildirmiştir.”
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN
İÇYÜZÜ”, Nisan 2006, s. 332)
Sadece Yunanistan değil, hiçbir hıristiyan Batı ülkesi bu durumu hâlâ hazmedebilmiş
değildir.
Tarih boyu milletler inişler, çıkışlar yaşamış, bazı milletler tarih sahnesine çıkarken,
bazıları tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Küffarın durumu budur. Bunlar bu kadar alçaktır. Bunlara itimat edilmez. Bunlar
düşmandır.
Görüldüğü üzere onların bu düşmanlıkları tarihten gelir. Zira Türkler 500 yıl bunların
üzerinde at koşturmuş, İslâm’ın sancağını dalgalandırmıştır.
Bugün de bu kadar saldırıya rağmen ayakta durmamız ve şehidlerimize rağmen
zaferden zafere yürümemiz; onları telâşlandırıyor ve kudurtuyor. Türkiye her saldırıya
karşı direnç gösterdikçe, küffarın içyüzü ortaya çıktıkça kuduruyorlar, düşmanlıklarını
gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Böylece Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü bize gösteriyor.
Gerek gizli, gerek aleni düşmanlıklarını sergiliyorlar. Yunan’ı, Rum’u, Ermeni’yi, PKK’yı
kullanıyorlar. Türkiye’yi kıskaca almak istiyorlar.
“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmezler ve
sevmeleri de mümkün değildir. Türk ve İslâm düşmanlığı asırlardır kilisenin ve
hıristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. ...”
Daha sonra “Sebeplerine gelince, not ediniz” diyerek on tane sebep saymıştır.
2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler. Tarihten Türk
çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin
yeniden yazılması gerekirdi. Osmanlı arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imha edildi.
9- Ben İstanbul’a geldiğimde Türkiye’de 2 üniversite vardı. Şimdi 19’a çıktı. Osmanlı
devrinde medreseler köylere kadar yaygın idi. Her medresede bilim vardı. İlk
denizaltıyı Osmanlı yaptı. Sizin haberiniz yok ama Avrupalı biliyor.
10- Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa’nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama Batı
size bu imkânı vermez...” (Mustafa Necati Özfatura, 08 Temmuz 2005)
Niye sevmez?
Küffar seneler senesi İslâm’ın idaresi altında yaşadı. Sırplar olsun, Macarlar olsun,
Bulgarlar olsun, Yunanlılar olsun, daha birçok millet böyle.
Meselâ yüz elli bin Macar ordusu bir anda bataklıkta boğuldular. Sırplar da öyle. İki
defa fethedildi. Onun için bunlar onu unutmuyor. Bunlar hiçbir zaman bunu unutmaz.
Kin-intikam ateşi içlerini yakar kavurur.
İspanya o devirde hıristiyan Batı’nın en büyük devleti idi. Vatikan papalarının himayesi
ve emri altında hareket ediyorlardı.
Bu kin ve nefretle yetişen bir Batı insanından bize karşı sevgi beslemesin i beklemek
mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Yüzyıllardır bunlar bu kinle
yetiştirilmektedir. Bu zihniyet adeta bunların kültürü olmuştur.
Yıllarca Yunan Batı Trakya Türkleri’ne, Rum Kıbrıs’taki Türklere zulmetti, katletti.
Bulgar öyle, Sırplar öyle. Türklere, Boşnaklara, Arnavutlara sadece müslüman
oldukları için zulmettiler, katlettiler. Bütün Avrupa bu zulümleri, katliamları seyretti,
gizlice destek verdi.
Zaten Avrupa Türklerin geri dönmesi, yok olması için azimle gayret ediyor. Evlerini
yakıyorlar, öldürüyorlar, en küçük bahanelerle çocukları ellerinden alıp hıristiyan
ailelere veriyorlar, hıristiyan mekteplerinde yetiştiriyorlar. Sırf intikam için.
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
İşte bunların amacı İslâm medeniyetini yerle bir etmek, müslümanları yok etmektir.
“Bizim gayemiz Nûr-i ilâhî’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır.
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
Öteden beri biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya
çalışıyoruz ki, kâfirlerin pislik olduğu, murdar olduğu bilinsin.
“Nihayet murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i imrân: 179)” (Ömer Öngüt -kuddise
sırruh-, “Hâinlerin İçyüzü”, s. 19)
Tarihe ibretle baktığımızda yahudi ve hıristiyanların işbirliği içinde, İslâm dini’ne karşı
büyük tertip ve tezgâhlar hazırladıkları görülür.
Daha evvel de diğer İslâm ümmetlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar idi. Osman lı’yı
bitirdiler, 60 civarı İslâm ülkesi ortaya çıktı ve fakat hiçbirisi iflâh olmadı. Şer-i şerif
yaşanmadı, zâlim ve bencil, işbirlikçi krallık, emirlik, rejim ve sistemler geldi. Ve hâlâ
bu memleketler içten içe kaynıyor, huzur yok.
Bütün İslâm aleminin gözü Türkiye’de. Küffar ise Türkiye’yi nasıl yıkabiliriz diye elbirlik
uğraşıyorlar. PKK eşkıyasını ortaya çıkaranlar da, destekleyenler de, milletin başına
musallat edenler de onlardır.
Onlar İslâm’ı yıkmak istiyorlar. Müslümanların tek ümit kaynağı olan bu memleketi
parçalamak, yok etmek istiyorlar.
Kâfirden müslümana hiçbir zaman fayda gelmez. Allah -u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde,
onların birbirleriyle dost olduklarını beyan buyuruyor.
İslâm’a ve müslümanlara olan kinleri hiç sönmemiştir. Özellikle Türkler’e karşı ayrı bir
garazları vardır. Zira tarihte Allah-u Teâlâ en derin galebeyi İslâm’a vermiş. Asr-ı
saâdet’te ve Osmanlı Devleti zamanında.
Bugün Amerika ve İsrail PKK’yı devlet haline getirmeye çalışıyor. Bu Zât-ı âli burada
yapılacak bir savaş esnasında Yunanistan’ın saldıracağını, önce ilerleyeceklerini
ancak sonra Türkiye’nin Selânik dahil Batı Trakya’yı ele geçireceğini söylemişlerdi:
“Burada çok şiddetli bir harp olacak Allah-u âlem. Ama Yunanistan’la şöyle
olacak:
Onların füzeleri var, Türkiye’de de füze var, kimse bilmiyor. Ağır füzeler var.
Orada kullanılacak füzeyi gözümle görür gibiyim.” (10.09.2006)
“Şüphe yok ki o da eriyecek. Bu dünya harbi patlayınca, büyük silâhlar
patlayınca o ona, o ona derken memleket de öyle eriyecek.
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere biz onu kıyamet gününden önce helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Ve hep oraya doğru gidiyoruz. Şimdi Amerika’nın burada işi var. İran var, Suudi
Arabistan var, Mısır var, derken dünya öyle tutuşacak.
Oralara girerken Türkiye’nin başını belâya sokmak istiyor. Takdir neyse o. Kıbrıs
meselesinde aniden bir ateş çıkabilir, ama takdirse. Çünkü Rumlar harbe hazır,
ama takdir neyse o olur. Onlar onu bir türlü yediremiyorlar. Onun için felâket
başa gelebilir.”
Onun için memleketler böylece perişan olup gidecek. Zaten Cenâb-ı Hakk
buyuruyor ki, İsrâ suresi’nin 58. Âyetinde:
‘Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.’ (İsrâ: 58)
Çünkü bu harp afat. Atom harbi. Efendim, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine
ata ata dünya dümdüz olacak. ...
Tedbir şart. Nedir tedbir? Hazret-i Allah’a yönelmek. En büyük tedbir bu. Sonra
da verdiği aklı kullanmak. Onun için ihvana duyurun, küçücük küçücük altınları
eve bırakın ki, böyle bir harp zuhur ederse çoluk-çocuk aç kalmasın. Zengin
olsun için değil, aç kalmasın için. Ama bu harpler görünüyor yani. Harpler
görünüyor. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu harpler
için ‘Tasavvura sığmayan harpler olacak. Tasavvura sığmayan, akla hayale
gelmeyen harpler olacak.’ buyuruyor.
“İstanbul hep tehlikede. Beri tarafta olan çabuk bu tarafa gider. Öte tarafta olan
da tedarikini yapsın diyoruz. Un vs. Çünkü köprüler gidebilir. Köprüler gidince
ilgiyi keser. Fakat beri tarafta olan bu tarafa kaçabilir. Bu tedbirler düşünülüyor,
daha henüz bir şey yok.
Yunan bu bombaları Rusya’dan hususi aldı. Bir atom bombası bir memleketi
mahvedebiliyor.”
Zât-ı âlileri gerek eserlerinde gerek sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve
harabiyat devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin
harbe hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i
Muhammed’i tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi:
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa
gerek. Bu otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli,
tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler
olacak ki tasavvurun haricinde olacak!”
“Dünyanın ömrü pek uzun değil. Harpler, depremler, kıtlıklar, kargaşalar, Üçüncü
Dünya Harbi, ticaret yollarının kapanması; bunların hepsi önümüzdeki senelerde
beklenen âfatlardır. Bunları arzediyoruz, ikaz ve irşad için, tedbirli olmanız için.”
Her türlü harbe, her büyüklükte harbe hazırlık yapmamız, çok dikkatli, çok tedbirli, çok
hazırlıklı olmamız lâzım.
ÖncekiSonraki
Devamını Oku
•
Mürşid Kişiye Nefsini ve Ruhunu TanıtırMuhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi
Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (127)Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (4)Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve
Açıklamalar (183)Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
Ölümün Hakikati Cenaze İşleri ve Berzah Hayatı (12)İSLÂM İLMİHALİDizi Yazı - İslâm İlmihali
HAZRET-İ EBU BEKİR SIDDÎK -Radiyallahu Anh- (96)ASHÂB-I KİRAM -Radiyallahu anhüm-
HAZERÂTI'NIN HAYATIDizi Yazı - Ashâb-ı Kiram -r. anhüm-
Bismillahirrahmanirrahim
“Allah-u zül-celâl vel-kemâl Hazretleri’ne; O’nun sevdiği ve
beğendiği şekilde bitmez-tükenmez hamd-ü senâlar olsun.
Peygamberimiz Efendimiz’e, onun diğer peygamber
kardeşlerine, hepsinin Âl ve Ashâb-ı kiram’ına, etbâına,
ihsan duygusuyla kıyamete kadar onlara tâbi olup izinden
gidenlere; sonsuzların sonsuzuna kadar salât-ü selâmlar
olsun.”
Muhterem Okuyucularımız;
Son günlerde Yunan ve arkasındaki Haçlı Batı’nın tehdit ve tehlikesi çok arttı.
Hemen hemen her gün hasmane tutum ve davranışlarının bir yenisini
sergilemeye başladılar. Yunanistan’ın ise yaptığı anlaşmalarla düşmanlığını ve
savaşı göze aldığını ilân etmiş olması; bu mevzuyu tekrar arzetmek lüzumunu
ortaya çıkarmıştır.
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert
davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış
yeridir!” (Tevbe: 73, Tahrîm: 9)
Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla
sahip çıkıp onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah
ve vatan için canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette
oldular, bu niyetle öldüler. Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.
Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm
tehditlere karşı duralım.
“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur.
Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek
kimdir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
•••
“Ey İman Edenler! Bütün Tedbirlerinizi Alın. Birlikler Halinde Savaşa Çıkın veya
Toptan Seferber Olun.”
(Nisâ: 71)
“Onlarla Savaşın ki Allah Sizin Ellerinizle Onlara Azap Etsin, Onları Rezil Etsin, Sizi Onlara
Karşı Galip Kılsın ve Müminlerin Gönüllerini Ferahlandırsın.”
(Tevbe: 14)
“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da. Merkez
yapacaklar. Çünkü İstanbul dünyada seçilmiş bir yer. Denizi var, boğazı var,
dağı var, tepesi var. Her şey güzel. Fakat şimdiye kadar Cenâb-ı Hakk korudu.
Bu düşmanlar gizli, sinsi, gerçek gayelerini saklıyorlar. Müslümanları yavaş
yavaş sindirmeye çalışıyorlar. İstemedikleri adamı kaldırıp, istediklerini koymak
istiyorlar. Kendisinin hâkimiyeti olsun. İstanbul hep tehlikede. Hedef İstanbul
olacak ve İslâm olacak.”
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
“Amerika hep ister ki Türkiye’yi hem bölsün, hem harbe soksun. “Sen sürt, ben
yaşayayım” diyor. Türkiye kuvvet bulmasın, parçalansın. Çünkü Türkiye’yi
büyük görüyorlar. ... ‘Yunan yutsun, şu yutsun, bu yutsun, kâfir yutsun!’
diyorlar. Allah’ım korusun, Allah’ım korusun, Allah’ım korusun! O koruyor
zaten. İç düşman, dış düşman!”
Türkiye’ye yönelen bu tehditler ve düşmanlıklar yeni değildir. Tarih boyu devam eden
bir düşmanlıktır. Küffarın tıynetinden zuhur etmektedir. Çünkü Batı Türkleri sevmez.
Sebebi yüzyıllardır İslâm’ın bayraktarlığını, müslüman ların önderliğini yapmış olan bu
necip millet kâfirlerin hedefi ve düşmanı olmuştur.
Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı son zamanlarda iyice alevlendi, gemi azıya aldılar.
Ege’de, Akdeniz’de mütemadiyen ortamı gerecek, savaşa sebep olabilecek
icraatlarda bulunuyorlar. En yetkili ağızlardan başbakanı, bakanı, gazetecisi… sürekli
olarak Türkiye’ye karşı bir savaş dili kullanıyor. Yunan televizyonları sürekli Türkiye
aleyhinde yayınlar yapıyor. Uzun zamandır ekonomik krizde olmalarına rağmen
şuursuzca, büyük bir hırsla silahlanıyorlar.
Yunan meselesi Osmanlı’dan günümüze bir baş ağrısıdır. Mora isyanlarında, İstiklâl
Harbi’nde Anadolu’da, Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar, soykırımlar hiç unutulmamıştır.
Bu tarihi düşmanlık bunların genlerine işlemiştir. Bu hususu Muhterem Ömer Öngüt -
kuddise sırruh- Hazretleri; “En birinci düşman Yunan!” buyurarak seneler evvel
haber vermişler, “Yunan hiçbir zaman rahat durmaz.” beyanı ile de bugünleri işaret
etmişlerdi.
“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da.”
“Yunan saldırmaz, saldıramaz” zannı ile hareket etmek büyük bir basiretsizlik olur. En
büyük tehlike rehavete kapılmak, düşmanı küçümsemektir. PKK, Ermeni nasıl ki
cürmüne bakmadan saldırıyor ve fırsat kolluyorsa; bunların durumu da böyledir.
Üstelik büyük küffar devletleri Yunan’a atom dahil her türlü silahı verdi, veriyor.
Yunan bizden bir şey kopartacak değil, ancak ellerinde her türlü silah var, bi ze büyük
zararlar verebilirler. Fırsatını bulduklarına kanaat getirdikleri an aniden saldırabilirler.
Zira arkalarında Yunan’ı kullanarak bize zarar vermek isteyen küresel güçler, İslâm
ve Türk düşmanı devletler var. Haçlı zihniyeti devam eden hıristiyan devletler var,
İsrail var.
Zira Yunan da; Ermeni gibi, PKK gibi. İçinde büyük bir kin ve düşmanlık var. Bu kin,
bu düşmanlık, bu küfür bütün benliklerini sarmış durumda. Kıbrıs’ta olduğu gibi en
büyük zararı kendileri gördüğü ve görecekleri h alde şuursuzca saldırmanın, savaş
çıkartmanın plânlarını yapıyorlar.
Salgın hastalıktan önce 2008 krizinin devamında bütün merkez bankaları para
basarak krizi geçiştirmeye çalışmıştı. Üzerine gelen salgın günlerinde merkez
bankaları karantina ve benzeri tedbirlerin getirdiği yükleri sübvan se etmek için daha
çok, dünya tarihinde görülmemiş düzeyde paralar bastı. Bu fazla paranın yakın bir
gelecekte büyük bir enflasyon hatta çok büyük bir ekonomik kriz olarak
yansımasından korkuluyor. Şu günde bile bu kadar sıkıntılar yaşanıyor, böyle büyük
bir kriz gelirse halkın durumu nasıl olur? Dünyanın hali ne olur?
Binaenaleyh bu krizlerin sadece kriz olarak kalmayıp büyük savaşlara sebep olacağı,
bütün dünyanın yangın yerine döneceği tahmin ediliyor.
ABD, İngiltere, Avustralya AUKUS adında yeni bir birlik oluşturdular. Avustralya
Fransa ile olan milyarlarca dolarlık denizaltı anlaşmasını iptal etti, ABD ve
İngiltere’den nükleer denizaltılar alacağı söyleniyor. Çin bu ittifaka tepki gösterdi.
Fransa da denizaltı satamadığı için küstü.
Japonya, Güney Kore gibi ülkeler de Çin’den çok rahatsız ve Amerika ile ittifak
halindeler.
Kuzey Kore nükleer başlıkları ve füze teknolojisi ile Amerika’yı ve müttefiklerini tehdit
ediyor.
Dünyada bu kadar derdi olduğu halde Amerika’nın Türkiye’yi karşısına alması küresel
çıkarları için çok mantıksız bir hareket. Fakat İsrail etkisi sebebiyle Amerika’da büyük
bir Türkiye karşıtlığı var. Rusya ve Çin gibi Türkiye’yi aynı kefeye koymaktan imtina
etseler de her türlü düşmanlığı yapmaya çalışıyorlar. Suriye’de PKK’yı destekliyorlar.
Batı’da Yunanistan ile Savunma İşbirliği Anlaşması yapıp, askerî üsler kuruyorlar.
Dedeağaç’ta; hem limana, hem limanın kuzeyindeki havalimanına, hem de atış
sahası adı altında onun da kuzeyindeki topraklara büyük bir alana yerleştiler, üs
kurdular. Uzmanlar amacın Türkiye’nin bir karşı taarruzunda zırhlı birliklerin önünü
kesmek, Yunanistan içlerine ilerlemesini engellemek olduğunu söylüyorlar.
Türkiye F-35’leri alamayınca F-16 almak istediğini söyledi; hemen arkasından
Uluslararası Kara Para Aklama listesinde Türkiye’yi gri listeye aldılar, Batılı 10
ülkenin büyükelçisi Kavala’nın salın ması için açıklamada bulundu, Amerikan
mahkemesi hukuku siyasete alet ederek Halkbank davasının devamına karar verdi.
Türkiye’yi G-20 zirvesi öncesi zor duruma, suçlu duruma düşürmeye çalışıyorlar ki;
Türkiye istediklerini alamasın. Amerika’nın dünyada o kadar derdi var, ama Amerikan
kongresi adeta Türkiye ile yatıp, Türkiye ile kalkıyor, kongre üyelerinin çoğu Türkiye
aleyhtarı, 3 Kongre üyesi hemen Dışişleri Bakanlığı’na mektup yazdı, “Türkiye’ye F-
16 vermeyin.” dedi. F-35 vermiyorlardı, F-16 verilmesini bile istemiyorlar.
Amerika olsun, Fransa olsun, Yunanistan olsun, bunlar da PKK gibi Ermenistan gibi
hezimete uğrayacaklar inşallah. Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile yeni
hezimetler yaşayacaklar.
Allah-u Teâlâ İslâm’ın ve Türkiye’nin düşmanı olan küffarı kahr-u perişan etsin,
bunlara fırsat vermesin.
Suriye, Libya ve ardından özellikle Karabağ savaşından sonra Türkiye’nin bir güç
kazandığının ortaya çıkması küfür mahfillerini ziyadesiyle rahatsız etmiş ve
hareketlendirmiştir. Genlerindeki Haçlı zihniyeti depreşmeye başlamıştır.
Ancak Allah-u Teâlâ her zaman mümin kullarını lütfu ile desteklemiş, bu küfür ve
dalalet ehlinin tuzaklarını boşa çıkartmıştır.
“Onlar böyle tuzak kurdular, biz de kendileri hiç farkında olmadan onların
plânlarını altüst ettik.” (Neml: 50)
“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i
imran: 118)
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle
buyurmuştur:
“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da
sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)
“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar
veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i
imrân: 120)
Tarih boyunca bu kini atamamışlar, halen bu kin ile bu intikam arzusu ile yaşıyorlar.
Bu yüzden de Türklerden nefret ediyorlar. Tek gayeleri Türklerden ve İslâm’dan
intikam almak.
“Göğüslerin özünü” bilen Allah-u Teâlâ bu kâfirlere gadab-ı ilâhî ile “Kininizle
geberin!” diye hitap ediyor:
“Yunanlılar 1919’da İzmir bölgesini işgal edip Orta Anadolu’ya doğru girdikleri zaman,
büyük çapta bir katliamı tamamladılar. 25 Haziran 1919’daki Aydın katliamı,
cinayetler zincirinden bir tanesiydi. Yunan askerleri önce, kasabanın Türk mahallesini
yoğun bir topçu bombardımanına tâbi tuttular. Kaçmaya çalışan Türkler, Yunan
askerleri veya yardımcı sivil kuvvetler tarafından vurulup öldürüldü. Ondan sonra,
Yunan ordusu mahalleye girdi ve yıkıma devam etti. Bazı Türk aileleri, evleri ateşe
verilerek diri diri yakıldı. Diğerleri sokaklarda öldürüldü. Bir bina içerisine saklanmış
olan dört kadın, tahta kazıklara bağlanarak katledildiler. O gün yaklaşık on bin Türk
zalimce katledildi.” (Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol. Bkz. Vahşi Batı, sh. 279)
Ancak Allah-u Teâlâ intikamını almayı nasip etti:
“Çok zulüm yaptılar... Ve sonra bu intikam alındı. Hepsi yok oldu. Kestiler,
biçtiler, öldürdüler, boğdular ... derken o intikam onlardan alındı ve
Yunanistan’a kaçan olmadı.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
“1970’lere gelinceye kadar yüzlerce Kıbrıs Türk’ü, vahşi Yunan’ın silahlarıyla can
verdi. Rumlar, silahsız gençlerden dağlarda sürülerini otlatan çobanlara, çaresiz
yaşlılardan küçücük çocuklara kadar rastladıkları her Türk’ü, içlerindeki vahşet
ateşiyle katlettiler.” (Dr. Sedat Cereci, Vahşi Batı, sh. 284)
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert
davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış
yeridir!” (Tevbe: 73, Tahrîm: 9)
Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla sahip çıkıp
onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah ve vatan için
canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette oldular, bu niyetle öldüler.
Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.
Yetmez mi!
Değmez mi!
Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm tehditlere
karşı duralım.
“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları
sever.” (Saff: 4)
Yunan’ın her an, ani bir saldırısına karşı yekvücud hazır olalım.
Bugün İslâm’ın bayraktarlığını bu millet yapıyor. O halde her hazırlığımız tam olsun.
Sonra nedamet çok olur, faydası yok olur. Ama biz O’nun yolunda olursak, eksiğimiz
olsa da O bizi affeder, destekler, her zorluktan bir çıkış yolu ihsan eder. Bu cennet
gibi vatanın düşmanı çok, onun için uyanık olalım. Su uyur, düşman uyumaz.
“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi
yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler
yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
“Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver! O kâfirler
gürûhuna karşı bize yardım et!” (Bakara: 250)
Tarih boyu bu millet kendi vatanını, dinini, imanını muhafaza ederken bir baraj gibi
zulüm ve küfür selinin önünde durmuş, bütün İslâm dünyasının, müslümanların ve
mazlumların selâmeti için kılıç kuşanmış, kan dökmüştür. Atalarımız yüzyıllar boyu
İslâm’ı bütün dünyaya yaydıkları gibi İslâm’ın ve müslümanların yok edilmesinin
önündeki en büyük engel olmuştur.
Bugün de böyledir.
Ordusuna peygamber ocağı diyen bu necip milletin necip olanları bu cihad azmini ve
kararlılığını kaybetmemişlerdir. Elan böyledir; kahraman Mehmetçik harp
meydanlarında küffara karşı, haçlı ordularına karşı savaşa, şehadet şerbetini
yudumlamaya devam etmektedir.
Bu yüzdendir ki atalarımız;
“Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle
bir millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına, Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhar olmuşlardır.
Ömürleri at sırtında cihad meydanlarında geçmiştir.
Bizleri de bu sevgiye layık etmesi, bugünkü bu küffar ordularını helâk etmeye vesile
kılması Cenâb-ı Hakk’tan en büyük niyazımızdır.
Bizim içeride kısır, şahsi, maddi çekişme ve bölünmeleri bırakıp, Allah ve Resul’ünde
yani “İlâhi Görüş Birliği”nde birleşip iç ve dış düşmanlarla mücadele etmemiz
gerekmektedir.
Zira Allah-u Teâlâ şöyle emir buyurmaktadır:
“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl: 46)
Zira; “Küffar ülkeleri cihad eden bir Türk ve Türkiye görmek istemiyor.” (Ömer
Öngüt -kuddise sırruh-)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde küffarla cihad eden mü’minleri methederek şöyle
buyurmaktadır:
Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat
gösterirler, onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti
beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 22-23)
“Bundan başka, seveceğiniz bir şey daha var. Allah’tan bir yardım ve yakın bir
fetih. Müminleri müjdele!” buyuruyor. (Saff: 13)
Çok geçmeden bu Âyet-i kerime tecelli edecek. Şimdi küffar bütün hızıyla
hücum ediyor, plânlarını kuruyor. Sonra Cenâb-ı Hakk dilediği gibi plân
kuracak. Fakat bu Âyet-i kerime’nin tecellisini bekleyin. Hayatta olsam da
ölsem de bu Âyet-i kerime’yi bilin.* (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri harplerin büyük bir afat olduğunu
haber verdikleri gibi Yunan’a karşı kazanılacak zaferi de müjdelemişlerdi. Allah -u
Teâlâ bütün bu harplerin sonunda nihaî zaferi de İslâm’a ve müslümanlara verecek.
Fakat önümüzde çok büyük harpler var.
İlâhî Lütuf:
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı “Hatmü’l-Evliyâ” adlı eserinde, kırkların
tümünün zuhurundan sonra Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın kâim olacağını haber veren
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellileri
anlattığı “Büdüvv-ü Şe’n” risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan son ra
kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir devirde Türk’e gönderileceğini
keşfetmişti.
Daha evvel de arzetmiştik ki; bu vazîfe birinci basamaktır. O hem Türk milletine, hem
de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî
desteği içindir. Binaenaleyh bu destek âhirete çekilinceye kadar devam edecek, işin
nezâketi daha sonra başlayacak.
Dâima din ve vatan için, ordu için maddî manevî tedbir alan bir Zât-ı âli idi. Bu
vatanın, bu devletin selâmetini düşünürdü. “Ortalık karışıyor, çok evvel demiştim;
Allah’ım bu hadisatı bana gösterme diye. Çok vahim, vahşi hadisat var
önümüzde”, “Allah’ım o günleri bana gösterme!” buyurmuşlardı. Başka bir zaman
ise “O vakti görmek istiyorum, elimden gelen desteği sağlamak istiyorum. Ne
yapabilirim, nasıl destek olabilirim? Onu düşünüyorum.” buyurmuşlardı.
İşte bu Zât-ı âli böyle düşkündü. Böyle düşünüyordu. İnanın ve itimat edin ki bugün
de düşünüyorlar. Allah-u Teâlâ bu muzafferiyeti lütfederse Yunan’ı değil, Avrupa’yı,
Amerika’yı Haçlı ordularını yenmiş olacağız inşaallah -u Teâlâ.
Bugün de Ermeni’yi Yunan’ı, Hınçak ve Taşnak terör örgütlerinin devamı olan PKK’yı
kullanarak aynı plânı devam ettiriyorlar. 100 yıl önce Sevr’de toplanıp kendi
aralarında haritalar çizip anlaşmalar yapanlar bu hülyalarından vazgeçmiş değildir.
Bugün de Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar ortaya atıyorlar. En son Papa’nın
Kuzey Irak ziyaretinde Papa’nın kafası ile beraber Türkiye’nin bir bölümünü
Kürdistan’ın parçası olarak gösteren haritayı pul olarak bastılar. 15 Temmuz’da
olduğu gibi türlü yöntemlerle, ihanetlerle bu amaçlarına ulaşmak için gayret ediyorlar.
Dikkat ederseniz “Terörle savaş” adı altında bütün dünyaya işgal orduları gönderen,
ortalığı tarumar eden Amerika sınırımızın ötesinde bir terör örgütü ile açıkça iş birliği
yapıp terör devleti kurmaya çalışıyor. PKK da vazifesini mütemadiyen yapmaya, terör
eylemlerine devam ediyor. Kahraman Türk ordusu bellerini kırıyor, inlerine giriyor,
ancak inatla kin ve düşmanlıklarına devam etmeye, küffarın ekmeğine yağ sürmeye,
taşeronluğa devam ediyorlar. Ne zaman bu terörün kökünü kurutmaya başlasak
sahipleri her türlü desteği her türlü silahı bunlara veriyorlar.
Öyle bir kin ve düşmanlık ki, Karabağ Savaşı’nda PKK’lılar İran üzerinden Ermeni
ordusuna iltihak ettiler. Bu savaşta aslında Ermeniler çok büyük hazırlık yapmıştı
ancak Türk kurmay zekâsı ve SİHA’larının desteği ve Azerbaycan Ordusu’nun
kahramanlığı sayesinde kısa zamanda büyük bir zafer nasip oldu. Ele geçirilen
haritalarda Ermenilerin amacının hem Azerbaycan ile İran Azerbaycan’ı arasındaki
bağlantıyı koparacak şekilde Hazar denizine doğru güneyde, h em de boru hatlarını
ve Türkiye’nin Orta Asya ticaret yollarını kontrol edecek şekilde kuzeyde yeni işgaller
yapmak olduğu ortaya çıktı. Dolayısı ile bu işgal niyetinin bir hedefi de Türkiye idi.
Ermenistan tokatı yedi oturdu. Ancak hala terörünü devam ettirmeye çalışıyor, her
fırsatta Azerbaycan askerlerine saldırıyor. Verdiği sözleri yerine getirmiyor.
Haçlı Zihniyet:
Dikkat ederseniz küffar bizimle harp etmeye çekindiği için Selçuklu ve Osmanlı’dan
günümüze daima birkaç veya daha fazla hıristiyan devlet bir araya gelerek bize
saldırmışlardır. Papa ve papazların kışkırtması ile cereyan eden bu savaşlarda
Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Balkanları, Haçlı ordularına mezar yapmışlardır.
Saldırgan taraf kendileri oldukları halde Haçlı Batı bu yenilgileri hazmedememiştir.
Kin ve düşmanlıkları hâlen devam etmektedir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bugün gelinen noktayı şöyle ifade
etmişlerdi:
“Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ABD kendisine en büyük düşman olarak
İslâm’ı seçti. Bunun da adını Yeni Dünya Düzeni olarak koydu. Yeni Dünya
Düzeni’nin prensibi hıristiyanlığı güçlendirmek, İslâm’ı ezmek idi. Bu düzenin
savunucusu ABD ve Batı, Bosna-Hersek ve Azerbaycan’da büyük katliam
yapılmasına göz yummuşlardır.” (Sözler ve Notlar-6, s. 522)
İspanya ve Fransa’nın bir kısım toprakları üzerinde kurulan Endülüs İslâm devleti
yıkıldıktan sonra bir tane bile müslüman bırakmamışlardır.
Ermenistan denilen topraklarda Ermeniler çoğunlukta değilken, Erivan bir Türk şehri
iken Rusların tampon devlet olarak kurduğu bu ülkede bugün hiç Türk kalmamıştır.
Aynı şekilde Yunanlıların Mora’da Türklere yaptıkları soykırımı Yunan milli marşında
iftiharla anlatmaktadırlar.
Onurumuzu, her şeyimizi o kadar ayaklar altına aldığımız halde bizi Avrupa Birliği’ne
almamalarının esas sebebi de budur.
Gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış, İslâm ülkelerine önderlik eden, numune olan, kol-kanat
geren bir Türkiye istemiyorlar. Onun için de Türkiye’yi daima ya iç kargaşalarla, ya
hainlerle, ya dış müdahalelerle sindirmeye, meşgul etmeye, kendi derdiyle
uğraşmaya mecbur etmeye çalışıyorlar.
Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine de alacak değildir. Bu
böyle bilinmelidir.
15. yüzyılda Avrupa’nın en büyük devleti olan İspanyollar Güney ve Orta Amerika’da
milyonlarca yerliyi yok ettiler. Yerli kadınlar İspanyolların eline geçmesin diye
çocuklarını ve kendilerini asıyorlardı. Çünkü istilacılar aç köpeklerine annelerinin
gözleri önünde çocuklarını canlı canlı atmak dahil her türlü insanlık dışı işkenceyi
yapıyorlardı.
Yine Afrika’da, Avustralya’da her yerde kendilerine direnecek gücü olmayan zavallı
halkları yok ettiler, sömürmekle yetinmediler her türlü işkenceyi yaptılar. Köle olarak
Amerika’ya taşıdılar.
Belçikalılar Kongo’da yerli halkı kauçuk toplamak gibi işlerde ölümüne çalıştırmış,
konulan kotayı dolduramayan işçilerin ceza olarak ellerini kesmiştir. Elleri ile
çalışmasını istedikleri kişilerin ise çocuklarının, eşlerinin ellerini kesmişlerdir. O kadar
büyük katliamlar yapmışlardır ki, ekonomiye yük olmasın diye askerler harcanan her
mermiye karşılık kesilmiş bir el getirmekle mükellef tutulmuştur. Sadece Kongo’da en
az 10 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.
Buna mümasil her Avrupa ülkesinin tarihi büyük katliam ve soykırımlarla doludur.
Bu gibi hadiselerin tarihte kaldığını düşünenler büyük bir hata yaparlar. Yakın
zamanda Ruanda’da, Bosna’da yaşanan soykırımlarda bu barbarlar suç ortağıdır.
Şu kadar var ki; Batı’nın hiçbir sınır tanımayan açgözlülüklerini tatmin uğruna
giriştikleri ifsat ve sömürgecilik gayretlerinin önündeki en büyük engel daima İslâm
milletleri ve bilhassa Türkler olmuştur.
Bu büyük amaç Ege (Adalar Denizi)’ndeki bütün adaları, Kıbrıs’ı, Batı Anadolu,
Trakya, İstanbul ve Karadeniz’de Pontus’u içine alır.
Dönemin büyük devletleri İngiltere ve Fransa’nın desteği ile 1821’de başlayan Yunan
isyanının ardından Mora’daki yaklaşık yüz bin Türk soykırıma uğramıştır. Bu katliam
hakkında İngiliz tarihçi William St. Clair; “Mora’daki soykırım ancak öldürecek
başka Türk kalmadığında sona erdi” demiştir.
İşin daha fecaat tarafı Yunan Milli Marşı’nın bu soykırımı iftiharla yücelten dizelerle
dolu olmasıdır.
158 kıtadan oluşan bu sefaletnamenin bazı dörtlükleri şöyledir:
“Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim. / Ve dalgasında boğulsun, her Türk
tohumu. / Neden muharebeye yavaşladı bir an? / Neden azaldı dökülen kan? ...
Hem palaskalar, hem kılıçlar / Etrafa saçılmış beyinlere,/ Baştan başa yarılmış
kafataslarına, / Kımıl kımıl oynayan iç organlarına bulanmış...
Köpekler azalıyordu / Ve Allah diye bağırıyorlardı, Allah! / Fakat Hristiyanların
dudakları daha doğruydu / Ateş diye bağırıyorlardı ateş! ...
Ve pislikler ölüyorlardı, / Allah diye böğürerek. ...
Pis kanları nehir olmuş / Ovada akmakta / Masum otlar su yerine / Kan içmekte...
Çimlerin üzerinde uzanıyor / Ve her yerde ölüyorlardı / Sefil ve umutsuzca / Bu terk
edilmiş sefil artıklar.”
Yunanistan yine bu büyük devletlerin desteği ile 1919 yılında İzmir’e asker çıkartarak
Anadolu işgaline başlamıştır. Bu işgalde de en büyük destekçisi İngiltere olmuştur. 1.
Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın ordusu dağıtılmış ve silahları teslim edilmiş
olduğu için Türkiye 3 yıl boyunca Yunan ordusunun karşısına denk bir kuvvet
çıkartamamış, nihayet 1922 yılında Büyük Taarruz ile Yunan ordusu yok edilmiştir.
Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Batı Anadolu hayali ve ordusu yok olan Yunanistan’ın
buna rağmen topraklarını genişletmesine şöyle vurgu yapmaktadır: “Türk ordusu,
Yunan ordusunu bitirmiştir. Yunan ordusu diye bir şey kalmamıştır. Ama allem
etmişlerdir kullem etmişlerdir ordusuz Yunanistan, Yunan topraklarını büyütmüştür.
Yani genişletmiştir.”
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 90’lı yıllarda yaşananları ise
eserinde şöyle nakletmişlerdi:
Unuttukları bir şey var, ne Rusya eski Rusya, ne Amerika eski Amerika, ne Avrupa
eski Avrupa. Hiçbirisinin Yunanistan için savaşacak dermanı ve eski gücü yok. Artık
hiçbir halk 100 yıl önceki 200 yıl önceki gibi başkaları için savaşmıyor. Türkiye ise; 40
yıldır savaşan, dünyanın en tecrübeli askerine, kendi silahına ve savaşma azmine
sahip bir ülke. Küffarın seneler sürecek dediği savaşları kırk günde, elli günde kesin
zaferle neticelendiren bir ordumuz var. Afrin’de, Karabağ’da olduğu gibi .
Bu Yunanlılar bir aptallık yaptığında kesin ve net bir cevap vermek boynumuzun
borcudur. Haçlı Batı’nın bu şımarık çocuğuna pabuç bırakma devri artık geride
kalmıştır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri “Türkiye’nin iki yerden kıskacı
var. Hiç ummadığımız yerden.” buyurmuşlar; Türkiye PKK gibi terör örgütlerini
vurduğunda yahudinin onların arkasında duracağını; diğer tarafta da düşman
Yunanistan’ın bulunduğunu haber vererek, tehlikelere karşı ikazda bulunmuşlardı:
“Dikkat ederseniz ordu Irak hududunu geçti. Her an için çatışma başlayabilir.
Ama ilâhî takdir nasıl olacağını Allah bilir.
Diğer taraftan Yunan hiçbir zaman rahat durmaz. Onun için bu iki cephemizde
... Rabb’im korusun!” (2006)
Amerika’lı yetkililerin siyasi cümlelerle ifade ettikleri Yunan desteğini ABD Atina
Büyükelçisi daha pervasız sözlerle dile getiriyor ve Yunanistan’a tabir caiz ise kuvvetli
gazlar veriyor.
Aslında Amerika bir taşla birkaç kuş vurmuş oluyor. Amerika Yunanistan’a yerleşerek
tehdit olarak gördüğü Rusya, Çin ve Türkiye’ye karşı pozisyon almış oluyor.
Yine Akdeniz’de birçok ülkede limanların işletmesini satın alan Çin Yunanistan’ın en
büyük limanı Pire’yi de satın almıştı. Bir Rus şirketi de Selanik limanını satın aldı.
Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin önünde askerî garnizonlar kurmaya çalışan ABD,
Yunanistan’a yerleşerek önemli bir konum elde etmiş oldu.
Diğer yandan bildiğimiz üzere ABD Başkanı Biden yakın zamanda Suriye meselesi
hakkında konuşurken Türkiye’nin PKK’ya karşı haklı müdahalelerinin ABD’nin
güvenliği için tehdit oluşturduğunu söyledi. ABD’nin Türkiye’yi tehdit olarak gördüğü
birinci ağızdan itiraf edilmiş oldu. Bu yüzden ABD’nin Batı Trakya’ya yerleşmesinin en
önemli sebeplerinden birisinin Türkiye’yi kuşatmak maksadı taşıdığını rahatlıkla
söylemek mümkündür.
Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalesinden bir yıl önce senatör olan Biden,
uzun yıllar boyunca Türkiye’ye Kıbrıs’tan çekilme çağrısı yaptı. 1987 yılında da
Birleşmiş Milletler’in (BM) bu doğrultuda aldığı karara uymadığı için Türkiye’ye
yeniden ambargo uygulanmasını öngören kanun taslağını hazırlayan ve Kongre’ye
sunan isimlerden biri oldu. Bu tasarı Kongre’de yeterli oyu alıp yasalaşamadı.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in de Biden’den aşağı kalır bir yanı yoktur.
ABD Kongresi ise sanki Ermeni-Yunan Kongresi gibi, neredeyse Türkiye karşıtı
olmayan kimse yok.
En son üç kongre üyesi Türkiye’nin talep ettiği F-16’ların verilmemesi için mektup
yazdı.
Fransa Türkiye’den çok rahatsız. Bunun en büyük sebebi yıllardır sömürdüğü Afrika
ülkelerine Türkiye’nin yaptığı açılım. Bu sömürgeci yamyamların bir kuruşuna engel
olduğun zaman hemen düşman kesiliyorlar.
Yunanistan Amerika ile yaptığı anlaşmadan önce Fransa ile Savunma İşbirliği
anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre iki ülkeden biri saldırıya uğrarsa diğeri saldırıya
uğramış kabul edileceği karara bağlandı.
Fransa ile imzalanan anlaşmayı, Fransa ile Almanya arasında imzalanan Aachen
Antlaşması’na benzeten Yunan Başbakan Miçotakis, anlaşmanın özünde “taraflardan
birinin saldırıya uğraması olasılığında diğer ülkenin askeri yardımını öngördüğünü”
söyledi.
“Yunanistan’ın tarihinde ilk defa, olası bir saldırı anında kıtamızın en güçlü, BM
Güvenlik Konseyi üyesi ve AB’nin yegane nükleer gücü olan Fransa’nın -askeri dahil-
yanında yer alacağını taahhüt ettiği tarihi bir anlaşmadır” dedi.
“Fransa ile Yunanistan savunma iş birliği anlaşması imzaladı. Yunan milli savunma
bakanı ne dedi? AB’nin tek nükleer gücü artık arkamızda dedi bu anlaşmadan sonra.
Bu bir uluslararası suçtur. Bir kere bunu Türkiye’nin çok iyi kullanması lâzım. Yani
imzaladığı anlaşma ile nükleer güç kullanmakla başka ülkeleri, başka milletleri tehdit
ediyor Yunanistan/Yunan devlet adamları! Bunun BM ve dünya kamuoyu nezdinde
derhâl çok sert prostesto edilmesi ve duyurulması lâzım. Bu uluslararası hukukta
yasaklanmış bir konuşma tarzıdır. Siz normal konvansiyonel silahla da tehdit
edemezsiniz, hele nükleer silah kullanımı konusunda hiç kimse hiç kimseyi tehdit
edemez! Yani bu BM’nin kuruluş şartlarına aykırı. Bir de şunu hatırlatmak gerekir.
İttifak imzaladığı devletin sahip olduğu silahla başkalarını tehdit eden bir devletin,
kendisinin o silaha sahip olduğu durumda dünyayı ne hale çevireceğini düşünmek
lâzım.”
Bunu bir Türk amirali söylüyor. Yunanistan’ın nükleer bomba ile tehdit ettiğini
söylüyor.
Yani bunların niyeti bu. Ellerinden geldiği an nükleer silah kullanmaktan bile
çekinmeyecek bir tıynete, kin ve düşmanlığa sahipler.
Yunanistan’ın bu tehditi üst perdeden dile getirilmelidir, ki böylece Türkiye’nin de bu
tür silahları edinmesi yönünde dünya kamuoyu oluşturulmuş olur.
Her türlü tedbiri almamız lâzım. Her türlü silahın bizde de bulunması lâzım. Zira
bunlardan her şey beklenir.
Geçtiğimiz yüzyılın başında Libya, Sudan, Kongo’nun batısında kalan bütün Batı
Afrika birkaç devlet hariç Fransa’nın sömürgesiydi, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa
Trablus’un güneyindeki bütün Batı Libya’yı işgal etmişti. Kaddafi’yi ilk bombalayan,
Libya’yı karıştıran Fransa’dır.
Aç gözlü, soykırımcı Fransa Afrika’yı kendi mülkü zannediyor.
Afrika’da 54 ülkenin 27’sinini resmî dili Fransızca’dır. Fransa 1961’den beri 14 Afrika
ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Bu ülkeler para olarak Fransa’ya ait CFA
Frangı kullanıyorlar. Afrika Finansal Topluluğu’nu (CFA) kuran anlaşmanın hükümleri
uyarınca bu ülkeler döviz rezervlerinin en az yüzde 85’ini Fransız Merkez Bankasında
tutmakla yükümlü. Üstelik kendi paralarının yüzde 20’sinden fazlasını talep etmeleri
durumunda Fransa’nın veto hakkı bulunuyor. Fransız hazinesi, Afrika’dan yıllık 500
milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. Yine bu ülkelerin çoğunda büyük ekonomik
varlıkların tümü Fransız şirketlerinin elinde.
Yakın zamanda Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi 15 ülke 2020 yılı
Temmuz ayı itibarıyla sömürge döneminden kalma 74 yıllık Fransız sömürge parası
CFA frangını kaldırarak ortak para birimine geçeceklerini ve ECO ismini verdikleri
para birimini kullanacaklarını ilân ettiler. Fransa bu açılımı destekliyor gibi yapıp
sömürüye devam etmeye çalışıyor.
Ruanda’daki soykırımın sorumlusu olan, lejyon birlikleri ile işgallerini sinsice devam
ettiren bu faşist, soykırımcı yamyamlardan kıtanın mazlum halklarını, müslüman
halklarını düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Fransız sömürgesi Çad’ın paralı
milislerinin Libya’nın güneyindeki faaliyetlerini Fransa’dan bağımsız düşünebilir
miyiz?
Çoğu müslüman olan bu ülkelere Türkiye’nin yaptığı açılım, elçilikler açması, THY’nın
seferler düzenlemesi Fransa’yı çok rahatsız ediyor. Zira bu ülkeler daha önce
seyahatlerinde bile Afrika’daki bir ülkeden diğerine veya dünyanın herhangi bir yerine
uçakla gitmek için Paris üzerinden aktarma yapmak zorundaydı.
Çok müteyakkız olmak lâzımdır. Ani bir saldırıda hazırlıklı olmazsak zayiat çok olur,
kendimizi toparlayıncaya kadar Trakya’da ilerleyebilirler.
Konunun uzmanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye ile Yunanistan arasında
son dönemde tırmanan gerilime ilişkin yaptığı bir açıklamada konuyla ilgili şu ifadeleri
kullandı:
Nasıl ki PKK gibi Ermenistan gibi çirkef ve şirretlerle uğraşıyorsak bunların şeddeli bir
benzeri de Yunanistan’dır. Bunlara karşı kesinlikle çok temkinli, tedbirli ve hazırlıklı
olmamız lâzımdır.
Yunanistan’ı çok küçümsüyoruz, Türkiye aşağıda meşgulken ani bir saldırı ile
füzelerle bize saldırabilirler.
Nihayetinde harp de bir afattır, imtihandır. Allah -u Teâlâ cihad edenlerle etmeyenleri
ayırt etmek için bu imtihan ve ibtilâlarla bizleri denemektedir.
“Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve
Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz.” (Enfâl: 45)
12 Mil Meselesi:
Bilindiği üzere Ege Denizi (Adalar Denizi) içerisinde birçok ada bulunan bir deniz.
Kurtuluş Savaşı’nda bir donanmamız olmadığı için buradaki irili ufaklı adaların
tamamına yakını Yunanistan’da kalmıştır. Lozan’da karasuları 3 deniz mili olarak
karara bağlanmıştır. Daha sonra bu 6 mile çıkarıldığında Türkiye buna pek ses
çıkarmadı. Ancak günümüzde birçok devlet karasularını 12 mile çıkarmış durumda.
Yalnız bunun başka bir devletin aleyhine olmaması lâzım.
Eğer Adalar Denizi’nde Türkiye 12 mili kabul ederse Yunan adaları Türkiye’nin
batısında adeta bir duvar haline geliyor; hiçbir ticari, askerî gemi Anadolu’dan açık
denize çıkamaz, balıkçılarımız Anadolu kıyılarından öteye açılamaz duruma düşüyor.
Karasularının 6 milden 12 mile çıkması durumunda Adalar Denizin’de %40 olan
Yunan payı %70’e çıkıyor. Bu durumdan sadece Türkiye değil boğazları kullanan
bütün Karedeniz ülkeleri de etkileniyor, Akdeniz’in önünü Yunan karasuları kapatmış
oluyor. Boğazlardan izinsiz geçebilen gemiler, Adalar Denizi’nden izinsiz geçemez
duruma geliyor.
Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye böyle bir şeyi kabul edebilir mi?
Yunanistan işte bu kadar pervasız, bu kadar çirkef bir politika yürütüyor. Ve hiçbir
Batı ülkesi de yahu sen ne yapıyorsun demiyor.
Yunanistan hali hazırda karasularını 6 mil hava sahasını 10 mil kabul ettim diyor, bu
yüzden sürekli Türk uçakları hava sahama girdi diye yaygara kopartıyor.
1996 yılında yaşanan Kardak krizi buna güzel bir örnektir. Kardak kayalıkları 2 ayrı
kayalıktan meydana geliyor, Yunanlılar birisine asker çıkartıp donanması ile her iki
kayalığın etrafını kuşattılar. Türkiye saldıran taraf olmamak için müthiş bir
operasyonla SAT komandolarını asker bulunmayan diğer kayalığa çıkarttı.
Komandolarımız Yunan donanmasının arasından tereyağından kıl çeker gibi geçip
Yunan askeri olmayan kayalığa çıkıp Türk bayrağı çektiler. Sabah Türk askerini
gören Yunanistan büyük bir şoka uğradı. Türk askerine silah çekemeyince büyük bir
hezimetle geri çekilmek zorunda kaldı.
Türkiye yıllar yılı Avrupa hülyası ile küfrü ve kâfirleri hoş görme uğruna bunlara ses
çıkarmadı, yapması gerekenleri yapmadı.
Şimdi Yunanistan o kadar gemi azıya aldı ki, Yunan ana karasından yüzlerce km
uzakta, Türkiye’nin burnunun dibindeki adalarda tatbikat yapıyor, arkasına İzmir’i alıp
resim çektiriyor.
Ancak Türkiye adaların devri için silahsızlandırma şartı olduğunu, bu şart ortadan
kalktığı için devir işleminin de geçersiz hale geldiğini iddia etme hakkına sahip olmuş
oluyor.
Yunan’a karşı bu gibi proaktif politikalar uygulamaktan çekinmemek, gereken her şeyi
yapmak lâzım.
Ve fakat Yunanistan hakkı olmayanı hak kabul etmekte o kadar çizmeyi aşmış
durumda ki Türkiye’nin kendi hakkını mü dafaa etmesini kendisine yönelik bir tehdit
olarak lanse ediyor ve öyle inanıyor. Halkından gazetecisine, profesöründen
bakanına, başbakanına hepsi böyle. Yunanistan’da öyle bir paranoya öyle bir
kamuoyu var ki işin hakikatini bilenler gıkını çıkartmaktan çekiniyor. Yunanistan’ın
adeta Amerikan işgaline uğramasına itiraz edenler bile Türkiye’ye karşı söz söyleme
ihtiyacı hissediyorlar.
... Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı mensubu milletvekili, müftü, belediye
başkanları veya dernek başkanlarının Türk olduklarını ifade etmeleri veya “Azınlık
Türk’tür.” gibi ifadeler kullanmaları mahkemeye verilmelerine yol açmaktadır.
... Vakıf idaresinin azınlık tarafından seçimle iş başına gelmesi lâzımken cunta
döneminden beri vakıf idarelerine Yunan vatandaşları tayin ile gelmektedir. Malların
idaresi Yunanın elinde. Azınlık vakıflarına ait mallar satılmakta veya az bir kira
karşılığında Yunanlara peşkeş çekilmektedir.
... (Müslüman Türkler) 90’lı yıllara kadar müftü seçimini bir şekilde yerine getirmiştir.
Yunanistan 90’lı yıllardan sonra azınlığı hiçe sayarak müftü tayinine gitmiştir. Azınlık
da aynı yıllarda müftü seçimine gitmiş ve önce İskeçe’de, sonra da Gümülcine’de
kendi müftüsünü seçmiştir. ... Seçilmiş ve atanmış müftü uygulaması halen de devam
etmektedir.
... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi azınlığı haklı bulmuştur. Ama Yunanistan
mahkemenin kararına uymayarak müftülere makamlarını iade etmemiştir. İskeçe
Türk Birliği’nin de tabelası iade edilmemiştir.”
Güya Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da yaşananları görebiliyor musunuz?
Diğer yandan burada uzun uzun anlatmaya çalıştığımız üzere Yunan saldırmaya
kararlı ve saldıracak. Yunan haksız bir saldırı yaptığında Türkiye haklı olarak karşı
taarruzda bulunacaktır. Bu taarruzda Batı Trakya, Adalar Denizi’ndeki adalara sahip
olmamızın yolu, hakkımız olanı almanın yolu açılacaktır.
Kıbrıs’ta bizi çıkarmak için her türlü baskıyı yapıyorlar ancak orada garantörlük
anlaşmamız olduğu için daha ileri gidemiyorlar. Eğer biz bu haklarımızı dile
getirmezsek küffar devletleri o gün geldiğinde daha büyük baskı yapabilir. Bugüne
kadar olduğu gibi hakkımız olanı tekrar Yunan’a vermeye kalkabilir.
Biz bu haklarımızı dile getirmeliyiz ki; haklı olduğumuzu, hakkımız olduğunu, dost da
bilsin, düşman da bilsin.
Küffarın Hedefi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
“Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür!
Bu Âyet-i kerime küfre ve kâfirlere meyledenler için bir ihtardır. Yâni size bu
ilâhî hükümleri hatırlatıyoruz ki, onlardan her zaman uzak durun ve
tehlikelerinden sakınmak için dâima uyanık bulunun. Onlara bu gözle bakma
istidâdını kaybedenler, bu tehlikeyi idrakten de mahrum kalmışlardır. Bu ilâhî
hüküm hatırdan çıkarılmamalı; bugün ellerine fırsat geçse yine aynı şeyleri
yapacakları unutulmamalıdır.” (“İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden
HAİNLERİN İÇYÜZÜ”, s. 320)
Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık
olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman
uzun zamandır yaşanmış değildi.
Amerika başta olmak üzere bütün küffar Batı devletleri terör örgütlerini maşa olarak
kullanıyor, alenen destek veriyorlar. PKK gibi kendilerinin dahi terör örgütü kabul
ettiği teröristlere her türlü silâhı, aklı, parayı veriyor, devlet kurdurtmaya çalışıyorlar.
Bu gibi teröristleri Türkiye’ye saldırtıyor. Bu küffarın maşaları da “Arkamda Amerika
var.” diyerek Türkiye ile savaşmaya kalkıyor. Halbuki başına geleceklerden haberi
yok.
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime’sinde küfrü ve kâfirleri bize tanıtmış, onların
birbirleriyle dost olduklarını, müslümanların onları dost edinmesinin yasak
olduğunu, küfür ehlinin müslümanlar için daima kötü fikirler beslediğini,
onların müslümanlara düşman olduklarını, küfür ehlinin birer necis (pislik)
olduklarını ve buna mümasil küffarın iç durumunu bize bildirmiştir.”
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN
İÇYÜZÜ”, Nisan 2006, s. 332)
Sadece Yunanistan değil, hiçbir hıristiyan Batı ülkesi bu durumu hâlâ hazmedebilmiş
değildir.
Tarih boyu milletler inişler, çıkışlar yaşamış, bazı milletler tarih sahnesine çıkarken,
bazıları tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Küffarın durumu budur. Bunlar bu kadar alçaktır. Bunlara itimat edilmez. Bunlar
düşmandır.
Görüldüğü üzere onların bu düşmanlıkları tarihten gelir. Zira Türkler 500 yıl bunların
üzerinde at koşturmuş, İslâm’ın sancağını dalgalandırmıştır.
Bugün de bu kadar saldırıya rağmen ayakta durmamız ve şehidlerimize rağmen
zaferden zafere yürümemiz; onları telâşlandırıyor ve kudurtuyor. Türkiye her saldırıya
karşı direnç gösterdikçe, küffarın içyüzü ortaya çıktıkça kuduruyorlar, düşmanlıklarını
gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Böylece Allah -u Teâlâ bunların içyüzünü bize
gösteriyor. Gerek gizli, gerek aleni düşmanlıklarını sergiliyorlar. Yunan’ı, Rum’u,
Ermeni’yi, PKK’yı kullanıyorlar. Türkiye’yi kıskaca almak istiyorlar.
Küffar seneler senesi İslâm’ın idaresi altında yaşadı. Sırplar olsun, Macarlar olsun,
Bulgarlar olsun, Yunanlılar olsun, daha birçok millet böyle.
Meselâ yüz elli bin Macar ordusu bir anda bataklıkta boğuldular. Sırplar da öyle. İki
defa fethedildi. Onun için bunlar onu unutmuyor. Bunlar hiçbir zaman bunu unutmaz.
Kin-intikam ateşi içlerini yakar kavurur.
Bu kin ve nefretle yetişen bir Batı insanından bize karşı sevgi beslemesini beklemek
mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Yüzyıllardır bunlar bu kinle
yetiştirilmektedir. Bu zihniyet adeta bunların kültürü olmuştur.
Yıllarca Yunan Batı Trakya Türkleri’ne, Rum Kıbrıs’taki Türklere zulmetti, katletti.
Bulgar öyle, Sırplar öyle. Türklere, Boşnaklara, Arnavutlara sadece müslüman
oldukları için zulmettiler, katlettiler. Bütün Avrupa bu zulümleri, katliamları seyretti,
gizlice destek verdi.
Zaten Avrupa Türklerin geri dönmesi, yok olması için azimle gayret ediyor. Evlerini
yakıyorlar, öldürüyorlar, en küçük bahanelerle çocukları ellerinden alıp hıristiyan
ailelere veriyorlar, hıristiyan mekteplerinde yetiştiriyorlar. Sırf intikam için.
“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
İşte bunların amacı İslâm medeniyetini yerle bir etmek, müslümanları yok etmektir.
“Bizim gayemiz Nûr-i ilâhî’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır.
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
Öteden beri biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya
çalışıyoruz ki, kâfirlerin pislik olduğu, murdar olduğu bilinsin.
“Nihayet murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i imrân: 179)” (Ömer Öngüt -kuddise
sırruh-, “Hâinlerin İçyüzü”, s. 19)
Tarihe ibretle baktığımızda yahudi ve hıristiyanların işbirliği içinde, İslâm dini’n e karşı
büyük tertip ve tezgâhlar hazırladıkları görülür.
Daha evvel de diğer İslâm ümmetlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar idi. Osmanlı’yı
bitirdiler, 60 civarı İslâm ülkesi ortaya çıktı ve fakat hiçbirisi iflâh olmadı. Şer-i şerif
yaşanmadı, zâlim ve bencil, işbirlikçi krallık, emirlik, rejim ve sistemler geldi. Ve hâlâ
bu memleketler içten içe kaynıyor, huzur yok.
Bütün İslâm aleminin gözü Türkiye’de. Küffar ise Türkiye’yi nasıl yıkabiliriz diye
elbirlik uğraşıyorlar. PKK eşkıyasını ortaya çıkaranlar da, destekleyenler de, milletin
başına musallat edenler de onlardır.
Onlar İslâm’ı yıkmak istiyorlar. Müslümanların tek ümit kaynağı olan bu memleketi
parçalamak, yok etmek istiyorlar.
Kâfirden müslümana hiçbir zaman fayda gelmez. Allah -u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde,
onların birbirleriyle dost olduklarını beyan buyuruyor.
İslâm’a ve müslümanlara olan kinleri hiç sönmemiştir. Özellikle Türkler’e karşı ayrı bir
garazları vardır. Zira tarihte Allah -u Teâlâ en derin galebeyi İslâm’a vermiş. Asr-ı
saâdet’te ve Osmanlı Devleti zamanında.
Bugün Amerika ve İsrail PKK’yı devlet haline getirmeye çalışıyor. Bu Zât-ı âli burada
yapılacak bir savaş esnasında Yunanistan’ın saldıracağını, önce ilerleyeceklerini
ancak sonra Türkiye’nin Selânik dahil Batı Trakya’yı ele geçireceğini söylemişlerdi:
“Burada çok şiddetli bir harp olacak Allah-u âlem. Ama Yunanistan’la şöyle
olacak:
Onların füzeleri var, Türkiye’de de füze var, kimse bilmiyor. Ağır füzeler var.
Orada kullanılacak füzeyi gözümle görür gibiyim.” (10.09.2006)
“Şüphe yok ki o da eriyecek. Bu dünya harbi patlayınca, büyük silâhlar
patlayınca o ona, o ona derken memleket de öyle eriyecek.
“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere biz onu kıyamet gününden önce helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır.” (İsrâ: 58)
Ve hep oraya doğru gidiyoruz. Şimdi Amerika’nın burada işi var. İran var, Suudi
Arabistan var, Mısır var, derken dünya öyle tutuşacak.
Onun için memleketler böylece perişan olup gidecek. Zaten Cenâb-ı Hakk
buyuruyor ki, İsrâ suresi’nin 58. Âyetinde:
‘Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.’ (İsrâ: 58)
Çünkü bu harp afat. Atom harbi. Efendim, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine
ata ata dünya dümdüz olacak. ...
Tedbir şart. Nedir tedbir? Hazret-i Allah’a yönelmek. En büyük tedbir bu. Sonra
da verdiği aklı kullanmak. Onun için ihvana duyurun, küçücük küçücük altınları
eve bırakın ki, böyle bir harp zuhur ederse çoluk-çocuk aç kalmasın. Zengin
olsun için değil, aç kalmasın için. Ama bu harpler görünüyor yani. Harpler
görünüyor. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu harpler
için ‘Tasavvura sığmayan harpler olacak. Tasavvura sığmayan, akla hayale
gelmeyen harpler olacak.’ buyuruyor.
“İstanbul hep tehlikede. Beri tarafta olan çabuk bu tarafa gider. Öte tarafta olan
da tedarikini yapsın diyoruz. Un vs. Çünkü köprüler gidebilir. Köprüler gidince
ilgiyi keser. Fakat beri tarafta olan bu tarafa kaçabilir. Bu tedbirler düşünülüyor,
daha henüz bir şey yok.
Yunan bu bombaları Rusya’dan hususi aldı. Bir atom bombası bir memleketi
mahvedebiliyor.”
Zât-ı âlileri gerek eserlerinde gerek sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve
harabiyat devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin
harbe hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i
Muhammed’i tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi:
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa
gerek. Bu otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle
şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle
zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!”
Her türlü harbe, her büyüklükte harbe hazırlık yapmamız, çok dikkatli, çok tedbirli,
çok hazırlıklı olmamız lâzım.
Fâtiha Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (27)
Besmele-i Şerife'nin Önemi, Fazileti, Hikmeti ve Esrarı (24)
O bunu gördü, bildi ve söyledi. Ah bunu görmek ne güzeldir, amma sen görmüyorsun
ve bilmiyorsun! Çünkü çekirdekte kaldın. Hâlbuki sende ne yarattıysa âlemde o var.
Ama sen dürülü kaldın. Âyân-ı sabiten bu sahada istidat gösteremediği için
çekirdekte kaldın. Her şeyi ayrı ayrı görüyorsun da Hazret-i Allah’ın her şeyde var
olduğunu ve her şeyden her şeye yakın olduğunu görmüyorsun.
“Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.” (Vâkıa: 85)
Bu Âyet-i kerime senin her şeyde O’nu görmediğini beyan ediyor. Bu Âyet-i
kerime’den anlaşılıyor ki, Hazret-i Allah her şeyden her şeye yakın. Amma sen dürülü
kaldığın için bazı şeyleri görüyorsun da O’nu görmüyorsun. Neden? Hakikata kör
olduğun için O’nu göremedin ve bilemedin. Zira hakikata varamadığın için de ilmin
zandan öteye geçmedi. Ya ilmel-yakîn’de veya en çok aynel-yakîn’de kaldın. Bunun
için her şeyi kendi zannın ile ölçüyorsun, zan ise hakikatin karşısında hükümsüzdür.
İnsanın yaratılışında sayılamayacak kadar çok ince sanatlar, garip hikmetler, çeşit
çeşit ziynetler vardır.
Mühim olan ise, insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini
koruması, Rabb’inin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz emsalsiz nimetlerine
karşı O’na nankörlük etmemesi; bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının hikmet ve
değerini bilip, her birini en güzel bir şekilde kullanmaya ihtimam göstermesidir.
O gerçekte bir dâne. Ama O tecelli ettiği zaman bir kâinât. Hazret-i Allah dilediği
yerde tecelli eder.
Musa Aleyhisselâm’a ağaç konuştu. Ama konuşan ağaç değildi. Hazret-i Allah ağaca
tecelli etmişti...
HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed
Aleyhisselâm (8)
Fakat nankör olan birçok insan bunu bilemedi, bu Nur’u göremedi, dalâlet çukuruna
düştü ve ebedî saâdetini kaybetti.
O ki; inanan bütün insanlara Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetidir. Tabii ki bilen için...
“Andolsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i imrân: 164)
Çünkü eğer Allah-u Teâlâ onu göndermeseydi, Allah -u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini
okuyup onlara açmasaydı, doğruyu eğriyi nereden bileceklerdi? Hidayete nereden
ereceklerdi? Karanlıklardan nasıl kurtulacaklardı? İnananlar onunla hikmete erdiler,
hakikati buldular, Hakk’a eriştiler. Ölümden kurtulup hayata döndüler, cehennemden
uzaklaşıp cennete nâil oldular. Bu sayede Allah -u Teâlâ dünyada saâdetine ahirette
de selâmetine ulaştırdı. O nur kaynağını göndermeseydi, hakikat ile dalâlet
bilinmeseydi, onları bu girdaptan kim kurtaracaktı?
Arabistan halkı çok çeşitli aşiret ve kabilelere ayrılmış bulunuyorlardı. Bir hükümdara
baş eğip itaat ederek toplu bir millet haline gelememişler, esaslı bir devlet
kuramamışlardı. Hâl ve ahvallerini düzeltmeye yetecek ilâhî bir kanun o gün için
mevcut değildi. Geleceklerini emniyete alabilecek kanunları da yoktu . Kabileler
arasında kan dâvâları yüzünden iç harplerin ardı arkası kesilmek bilmezdi. Birbirleri
ile uğraşmaktan başka işleri yoktu. Devamlı olarak düşmanlık ve çapulculuk yaparlar;
erkekleri öldürüp, çocukları ve kadınları esir ederlerdi. Kız çocuklarını diri diri
gömecek derecede vahşet gösteren ve bundan acı bile duymayan âileler vardı. Ölen
bir adamın hanımları, vârisleri arasında hayvanlar gibi taksim olunurdu.
“Halbuki onlar daha önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cum’a: 2)
Bütün bunların yanında fakr-u zaruret içinde kıvranmakta ve ciğerleri kan ağlamakta
idi. Açlıktan hurma çekirdeklerini dövüp yerlerdi. Ölü hayvanların etlerini bile yemek
mecburiyetinde kalırlardı.
Aralarında okur-yazar olan kimseler hemen hemen yok gibi idi. Putlara heykellere
tapıyorlardı. Mekke, putperestliğin merkezi haline gelmişti. Kâbe-i muazzama’nın
içinde üçyüzaltmış kadar put vardı. Arabistan’a yahudilik, hıristiyanlık ve ateşperestli k
gibi dinler de girmişti.
Yalnız Araplar değil, insanlık âlemi maddî ve mânevî ızdıraplar içinde olup; bütün
dünya zulüm, istibdat, cehalet ve sefalet içinde inliyordu.
Arabistan’ın iki büyük komşusu olan Bizans ve İran, o devirde dünyanın iki süper
devleti olmasına rağmen, korkunç bir uçuruma doğru sürükleniyorlardı. İran
birbirleriyle çarpışan çeşitli dini ve felsefi düşüncelerle çalkalanıyordu. İdareyi elinde
bulunduran kişilerin desteklediği zerdüştlük bunlardan biriydi. Kişinin anasıyla, kızıyla
veya bacısıyla evlenmeyi üstün tutması temel felsefesindendi. Hatta milâdî beşinci
asrın ortalarında hüküm süren İkinci Yezdücerd kendi kızıyla evlenmişti. Bu ise,
çirkinliklerin ve ahlâkî yozlaşmanın sadece bir yönüdür. İran’da ayrıca Mazdekçilik de
vardı. İnsanların bütün mallarda ve kadınlarda ortak olduklarını savunarak, bütün
kadınları helâl, bütün malları da mubah ilân etmişti. Bu sapıklık, nefislerine ve
zevklerine düşkün olanlar tarafından büyük bir ilgi ile karşılanıyordu.
Bizansa gelince, oraya da sömürgecilik ruhu hâkim olmuştu. Aynı zamanda çöküntü
yönünden İran’dan hiç de geri kalmıyordu. Aşırı vergilerden ve rüşvetten
kaynaklanan, iktisadi zulüm, ahlâksızca yaşayış, Bizans’ın geleceğini karartıyordu.
Hülâsa olarak bu devirde ne tarafa bakılsa, cihan ın her yeri herc-ü merç içinde idi.
Islahı için ancak bir kurtarıcının zuhuru gerekiyordu. Bu hakiki mürşid, olsa olsa
Allah-u Teâlâ tarafından vazifelendirilen bir Peygamber olabilirdi. Artık bütün ümitler
yahudi ve hıristiyan dinlerinin müjdelediği âhirzaman peygamberine müteveccihti.
Geleceği dört gözle bekleniyordu.
Nihayet Allah-u Teâlâ lütfetti, nur kaynağı Muhammedî güneş tülû etti, beklenen
kurtarıcı geldi.
“O Allah ki okuma yazma bilmeyen ümmî bir kavmin içinden, onlara Allah’ın
âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir
peygamber göndermiştir.” (Cum’a: 2)
Allah-u Teâlâ asırlardan beri imansız yaşayan ve birbirine saldırıp duran bu insanlara
iman nuru ile münevver, İslâm şerefiyle müşerref olduktan sonra indirdiği Âyet-i
kerime’lerinde şöyle buyurdu:
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor.” (Âl-i imrân:
103)
Allah-u Teâlâ ilâhî bir gaye uğrunda birleşen bu bahtiyar kullarını Kur’an-ı kerim’inde
meth-ü senâ etmektedir:
“Onların gönüllerini birleştiren Allah’tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi
verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların
aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Azîz’dir, hüküm ve hikmet
sahibidir.” (Enfâl: 63)
Diyarları değişmemişken, onlar birden nasıl değiştiler? Câhili âlim oldu, harpçisi
sulhsever oldu. Fitne fesat deryasında yüzenler salâha erdi. Müfsidler muslih,
bozguncular ıslah oldu. Yol kesenler yol gösterici oldu. Kin ve düşmanlıkları sevgi ve
dostluğa, bedevilikleri medeniliğe inkılâb etti.
O ümmî peygamber, o nur saçan kandil, onlara öyle bir ruh nefhetti ki; hiçbir şey
ellerinden gelmeyen kimseler, baştan başa değişerek memleket idare eder oldular.
Siyaset sahasında dünyada hiç esâmesi bile okunmayan çöl Arapları, cihanda misli
görülmemiş bir izzetle ve şerefle; faziletli, azametli, şevketli idareler kurmaya
muvaffak ve mübeşşer oldular.
“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i imran:
110)
Ölmüş kalpler canlandı, basiretler açıldı, kırılmış ve kopmuş olan ilâhî bağlar yeniden
bağlandı. Bütün bunlara o Nur vesile oldu. Çünkü o Allah -u Teâlâ’nın kanunu ile,
hükmü ile geldi ve O’nun hükmü ile hükmetti.
Haddelerden süzülüp varlık yok olunca, “Yaptım, ettim!” diyen insan “Sen bana
şunu ihsan ettin, bunu ihsan ettin!” diye her şeye ihsan gözü ile bakmaya
başlar. Sahib’inin her şeyine râzı olur. Nefis, ister istemez ruhun peşinden
sürüklenir gider. Buna rağmen yine hileli yolları hiç bırakmaz. Şu kadar var ki,
direksiyonda iyi şoför olduğu için, kuvveti nispetinde kötü yolcunun sözünü
dinlememeye çalışır. Hakk yolunda devam eder. Kötü yolcunun hep gayesi onu
şaşırtmak ve direksiyonu eline geçirmektir.
O güzel şoför, güzel yollardan yürüye yürüye incele incele öyle bir hale gelir ki,
“Yürüyorum!” derken o da yürütüldüğünü görünce direksiyonu bırakıverir.
Yürütene şükretmeye başlar. Bu ise çok uzak bir noktadır.”
Hadis-i şerif’te:
“Tefrika bugün büyük bir hastalık ve dert haline gelmiştir. Emr-i ilâhiye
bilinmediğinden, herkes “Benim yolum Hakk, diğerlerini at!” diyor.
Kendimizi çok aciz, pasif, değersiz bir mahlûk olarak gözümüzle gördüğümüz
zaman duyduğumuz zevk ile birisine vermemiz icap eden bir nesneyi
verdirirken duyduğumuz zevk.
Nefis hep kendisini haklı çıkarmak ister. Belki baştan aşağıya haksızdır da,
haksızlığını hiç kabul etmez. Şu halde hayat boyunca nefsimizi kontrol altında
tutalım. Hareketlerimiz; Rahmâni mi, nefsâni mi? Bu ölçüyü kaybetmeyelim.”
Nefsimiz dünya ticareti ister, ruhumuz ise ebedi hayatın ticaretini ister.
“Yumuşaklılık, halimlik her zaman tercih edilir, fakat yerine göre olacak, taviz
olmayacak. Yersiz yumuşaklık zarar getirir.”
EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm-
HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (250)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (54)
Onun bir veçhesi; kulun herhangi bir emir ve nehiy hâlinde, her ikisiyle de ilgili olarak
kendisine geleni Allah için kendi üzerine alıp tevâzu göstermesidir.
Diğer veçhesi ise ondan daha yüksek ve yücedir, o kulun her türlü irâde ve dileme
hâlinde, ne şekilde olursa olsun Allah Azze ve Celle’ye muvâfakat ile, ona dair Allah
için tevâzuya bürünmesidir.
...
Nitekim üzerine alınıp yüklenme ve tevâzu gösterme ile ilgili olarak, her türlü şehvet,
irâde, arzu, dileme ve nefsin murâdlarının terk edilip bırakılmasının da ehemmiyeti
beyân edilmiştir.
Biri, onun hepsinden kendini men edip engellemek; diğeri onun h epsini bağışlayıp
vermektir.
Onun her ikisi de kulların kalplerinden iki kalbin; şiddet, akıl, uyku -uyanıklık, güzellik,
keskin kavrayış, rızâ ve onların huzûr-ı İlâhi’deki mertebeleri hakkında vukûfiyet
sahibi olmakla ilgilidir.
İşte bu, huzûr-ı İlâhi’de ancak kendini ondan men etmekle durabilir. Bu ise onu
sahiplenip üzerine almakla huzûr-ı İlâhi’de kâim olmak demektir.
Men de, bağış da onların iki Seyyid’inin, yâni efendisinin fiilleridir; zira huzûr-ı İlâhi’de
durabilmek ancak ikisinin fiiliyâtı sayesin de gerçekleşebilir.
Daha sonra Cibrîl Aleyhisselâm onu ilâhi celâl ve azametin kendisine yönelebilmesi
için, Üns makamında değil, ilâhi heybet makamında onunla teyid edip destekler.
Ondan sonra, Allah’ın sevgisine ulaştıran her iki hâl üzere âhir zamana dek erişen
kimse de O’nun katında aynı iz üzerindedir.
İlki, onun kalbinin kulluğunu yerine getirebilmiş gerçek bir kulun kalbi, ahvâlinin
sûretinin ise mülk sahiplerinin sûreti olmasıdır.
İkincisi, yine kulluğa erişebilmiş bir kul kalbi olarak, ahvâlinin sûretinin, başka bir şeye
güç yetiremeyecek şekilde köle edinilmiş bir kulun, yaratılıştan hissedeceği heybet
(korku) hâli üzere olan sûreti şeklinde olmasıdır.
Üçüncüsü ise kalbinin gerçek bir kul kalbi, sûretinin ahvâlinin de kulluğa erişmiş
gerçek bir kulluğun sûreti olmasıdır.
İki sûret arasında en hayırlısı, zahir ve bâtını istivâ etmenin dışında olan ilkinin
mevcudiyetidir.
İkincisi zâhiri de, bâtını da istivâ eder. Çünkü ilkinin kalbi kulluk sû retinde, ahvâli de
yine kulluk sûretindedir.
Şu kadar var ki üçüncüsünün hayrı da yine zâhiri de, bâtını da istivâ etmektedir. Artık
Allah onun kalbine bakıp nazar eder ve kalbini gerçek kul kalbi şeklinde vücuda
gelmiş bulur; ahvâline nazar ettiğinde onu da gerçek kulluk ahvâli olarak bulur.
Ubûdiyetin tamamı işte budur. Kalpleri ilk yaratılıştakine, bedenleri ise hilkatteki
şeylere mukabele edecek hâle eriştiği için aynen bu şekilde tamama ermiş olur.
“Nida ettireceğim!” demek, yani onu âlemlere bildireceğim, onu beşeriyete ilân
edeceğim.
Ziyaretine çağırması hususi bir şeydir. Kimseye bahşetmediği ve ilân etmediği bir
lütuftur bu. Bunu hiç kimseye bahşetmedi.
Nasıl ki Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini Mirac-ı şerif’te huzuruna dâvet
ettiyse, onu da ahirette dâvet edecek.
Buyurur ki:
“Dünya hasenesi Hâtemü’n-nübüvve olduğu gibi, ahiret iyiliği ile murâd edilen
de Hâtemü’l-velâye’dir.” (89a yaprak)
“Bana gelince de, onunla aramdaki perdeyi kaldıracağım; bana nasıl dilerse
öylece nazar edecek.”
Onun her şeyini serbest bırakıyorum. Bir evin çocuğu babasına nazar ettiği gibi, o da
bana istediği gibi nazar edecek. O da evin çocuğudur, evinde istediği gibi hareket
edecek.
•
“Ve diyeceğim ki; ‘Müjdeler olsun sana! İzzet ve Celâl’ime yemin ederim ki,
bana ettiğin nazarla senin gönlünü iyileştirip; her gün, her gece ve her saat
içinde senin için bir keramet ortaya koyacağım!’” (“el-Muhabbe li’l-Muhâsibî”; s.
22-23)
Yani karşılaşacağın her hareketinde seninleyim. Seninle olduğum için, her gün her
saat hemhâl de olduğum için, arzularını yerine getireceğim, işine yardım edeceğim,
gücüne kuvvet vereceğim, seni o lütfa süreceğim.
Zaten her şey keramet. Kuru bir ağaçtan bir şey çıkar mı? Bu çıkanlar hep O’nun
kerametidir, lütfu ihsanıdır. Allah -u Teâlâ ona bu şekilde tecellî edecek ve bu
tecelliyâtla ona bunları verecek.
“Bana ettiğin nazarla!..” beyanı çok mühim. “Sanma ki bilinmiyor! Hep benimle olmak
istediğini biliyorum.” mânâsına geliyor.
Dikkat edilirse Allah-u Teâlâ Yahya Aleyhisselâm’a indirdiği vahyinde Hâtem-i veli’yi
bizzat gönderdiğini beyan buyurmaktadır.
“İzzet ve Celâl’ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki,
Nebi’ler ve Resul’ler dahi ona gıpta edecekler!”
Az evvel arzettiğimiz gibi, gıpta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ
gönderdiği için, irşadını O yaydığı için, bu nuru bütün dünyaya O sirayet ettirdiği
içindir.
Bu kıssa, gerek üzerlerine azap sözü hak olanları korkutmak ve gerekse uyarılara
kulak verenleri müjdelemek hususunda Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- Efendimiz’e ve onun güzide ümmetine vâdedilmiş olan müjdelerin mühim bir
numunesini vermektedir.
İslâm daima galiptir, mağlup edilemez. Allah -u Teâlâ inananların her zaman için
yanındadır. Dinine yardım edenlere yardım eder, lütfu ile destekler.
İsa Aleyhisselâm hayatta iken dinini müjdelemek için zaman zaman çeşitli yerlere
dâvetçiler gönderiyordu. Antakya halkını Tevhid’e dâvet etmek için Havâriler’inden iki
kişiyi göndermişti. Oranın halkı karşı çıkınca arkalarından bir Havârî daha gönderdi.
Elçiler onlara gelip kendilerini Hakk’a dâvet ettiklerinde, hiç düşünmeden reddettiler.
Hatta üzerlerine saldırdılar ve hapsettiler.
“Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik.” (Yâsin: 14)
Bu üçüncü zât da o halkı aynı surette Tevhid’e dâvet etti. Daha önce gelen iki zâtı
teyidde ve tasdikte bulundu.
Buradaki hikmeti size arzedeyim: Dikkat edilirse onları görünüşte İsa Aleyhisselâm
gönderdi, fakat Allah-u Teâlâ: “Biz gönderdik.” buyuruyor. “Biz
gönderdik.” buyurulması, İsa Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah -u
Teâlâ’nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor.
Onlara isyan eden, gönderene isyan etti demektir. Ahirette de bundan ötürü
muhasebeye çekileceği şüphesizdir.
O gönderdiği için, O’nun gönderdiğine inkâr ve itiraz edildiği için işler değişiyor.
Kimisine ebedî saâdeti, kimisine ebedî felâketi bu noktadan vermiş oluyor.
TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH
İNCİLERİ
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8)
Evvelkilerden murad “Asr-ı saâdet”tir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen
ve “Hâtem-i velî” ile başlayan iman kurtarma ve cihad devresidir.
“Ey mümin cemaatin diyârı! Size selâm olsun. İnşaallah biz de size katılacağız.
Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim.” buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç
alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi?”
“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç
alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını tanıyamaz mı?”
Buradaki inceliğe çok dikkat ederseniz hangisinin efdal olduğu belli değil.
Birine “Ashâbım.” diyor, birine “İhvanım.” diyor. Ashâb mı efdal, ihvan mı efdal?
Onları birbirine bu kadar bitiştiriyor ve bu bitiştirmeyi ilerletiyor. Onlar da onun
ümmeti, bunlar da onun ümmeti. Şu kadar var ki, onlar onun ashâbı, bunlar ise
ihvanı.
Ashâbı dinde kardeş yolda arkadaştı. İhvanı ise dinde de kardeş, yolda da kardeş
kabul etti. Faziletini siz düşünün!
Çünkü Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı zamanında güçlük vardı amma,
destek aldıkları iki güç de vardı. Kur’an -ı kerim âyetleri an be an nâzil oluyordu. Her
an için tecelliyât-ı ilâhî’ye mazhar idiler. Diğer taraftan Resulullah Aleyhisselâm’ın
nuru karşılarında idi. İçleri dışları nurlanıyordu. Onun sohbeti ile müşerref oluyorlardı.
İlâhî hükümleri kaynağından öğreniyorlardı. O nur onlara yetiyordu, onları eğitiyor,
terbiye ediyordu. Büyük bir mânevî destek vardı. Onlar gördü ler, göre göre iman
ettiler. Bakıyorlardı, yol alıyorlardı.
Şimdi ise aradan 1400 sene gibi uzun bir zaman geçmiş bulunuyor. O nurdan
uzaklaşılmış, ortalık tamamen kararmış, kapkara olmuş. Dünya kurulalıdan beri böyle
bir fitne kopmadı.
Böyle olduğu halde, sonda gelenlerin bağlılıkları Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-
Hazerâtı gibi olduğundan ötürü ona yaklaşmış ve bitişmiş durumda oldukları için,
onların yakınlığı bunlara geçti. Aynı h ayatı yaşadıkları için kardeş oluyorlar.
Dereceleri çok yüksek.
“Bu ümmetin son zamanlarında ıslâhı, ancak ilk devirlerindeki ıslâh usulünün
ele alınmasıyla mümkündür.” buyurmuşlardır.
Bu yol Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtının yoluna benzediği için, diğer
tarikat yollarının hiçbir icraatına benzemez.
Bu yol aynı o yola benzediği için, yetişme şekilleri de aynıdır. Kimisi amel ile gidiyor.
Kimisi cihad ile, kimisi de hem amel, hem cihad ile gidiyor. Bazısı kapalı olarak gider,
bazısı açık; bazısı sülûk ile nasibini alır, bazısı cezbe ile alır.
O kuvvetli cezbe ile çekildikleri için Allah -u Teâlâ Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-
Hazerâtına verdiği gibi, müridana da bir h afiflik, bir kolaylık vermiştir.
Her yol yoldur, bu yola varıncaya kadar. Bu yol ise başa benzediği için şekli
değişiyor.
Tarikât-ı âliye-i münevvere’nin yolcularının gidişatları hafî ve cehrî olmak üzere ikiye
ayrılır. Pîrân-ı izam Hazerâtı da bu yollar üzerinde yetişmiş ve yetiştirmişlerdir.
İSLAM İLMİHALİ
Ölümün Hakikati Cenaze İşleri ve Berzah Hayatı (12)
Kâfirin ölüm zamanı geldiğinde melekler kendilerine azabı, cezayı, zincir ve halkaları,
cehennemi ve kaynar suları, Rahman ve Rahim olan Allah-u Teâlâ’nın öfkesini
müjdelerler.
“Bu zâlimler ölüm dalgaları içinde can çekişirken, melekler de ellerini uzatmış:
‘Haydi canlarınızı teslim edin! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve
Allah’ın âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bu gün siz horlayıcı,
alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız!’ derken bir görsen!” (En’âm: 93)
Azap melekleri ise ruhlarının cesetlerinden çıkması için yüzlerine ve kıçlarına şiddetle
vururlar.
Âyet-i kerime’de: “O anda onları bir görsen?” buyurulmasında büyük ibretler vardır.
Bu ayrılık anında, dünyadan kopmadan ve uzaklaşmadan dolayı öyle bir acı duyar,
öyle bir ızdırap çeker ki, yanar da yanar. Bu yanmadan dolayı her türlü nurdan
mahrum olarak önünde azaba, ardında lânet olarak o âleme sevkedilir. Yeniden
dirilişinde de, mahşer yerinde haşrolu şunda da bu minval üzere acılar sürer gider.
“İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullara
zulmetmez.” (Enfâl: 51)
Dünya hayatının sonu ve ahiret merhalelerinin ilk kapısı olan ölüm ve can çekişme
hâli beyan edilerek, ahireti bırakıp da dünyaya bel bağlayanların belini kıran o büyük
belânın ahirete de kalmayıp, dünyada iken başladığı gözler önüne seriliyor.
Ölüm işaretleri gelmiş çatmış. Yakınları etrafını sarmışlar. Bir şeyler yapabilmek için
başında dönüp duruyorlar.
“Kim afsun yapar, bunu kim tedavi eder acaba? denir.” (Kıyamet: 27)
Kimi hekim çağırır, kimi üfürükçüden meded umar. İnanan da inanmayan da son bir
teselli olmak üzere ona başvurur.
“Ve kendisi de bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.” (Kıyamet: 28)
İşler sarpa sarmış, can boğaza dayanmış, nefesi tıkanmış, ayrılık vakti gelmiş. Sevgili
dünyasına “Elveda!” diye diye vedâ ediyor. Dünyasından ayrılma sıkıntısı ile ölüm
sıkıntıları birleşmiş, el ayak karışmış.
Hesabı görülmek, cezası verilmek üzere, itile kakıla, hakaretlerle O’nun huzuruna
götürülür.
Ahireti bırakıp da dünyayı sevenlerin dünyada varacakları kötü son işte budur..
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz halife olmadan önce nasıl bir hayat
yaşamışsa halifeliği esnasında da gayet sade bir hayat yaşamıştı.
Vefatı esnasında, kendisine ait bir arazi parçasının satılarak hilafeti müddetince aldığı
maaşların devlet hazinesine geri ödenmesini vasiyet etti.
-Çocuklar İçin Şifalı Masallar-
Mutsuzluk Hastalığı
(Ele Alınan Sorun: Her geçen gün artan huysuz, mutsuz ve etrafındakileri de
mutsuz eden çocuklar için yazılmış bir masaldır.)
“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken,
develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...” diye başlarmış
masallar. Fakat bu masalda yaşananlar gerçekten olmuş.
Dillere destan bir güzel bir ülkede Mine adında güzel bir kız varmış. Elbiseleri de
oyuncakları da birbirinden güzelmiş. Arkadaşları Mine’nin oyuncaklarından daha çok
onun sevgi dolu temiz kalbini severlermiş.
Mine bir gün evde misafirler varken, arkadaşları ile oyun oynamayı bırakıp biraz
camdan bakmak istemiş ve kafasını camdan çıkartarak etraftaki güzellikleri
seyretmeye başlamış. İşte tam bu sırada kötülük fısıldayan görünmez varlıkların
üflediği fısıltıya kapılmış. Ve bu masalda olan olaylar da hep ondan sonra başlamış.
Mine camdan kafasını içeri sokunca suratını asmış, kaşlarını çatmış, bambaşka bir
kız olarak etrafa sinirli sinirli bakmaya ve konuşmaya başlamış: İlk dediği şey; yüksek
sesle misafirliğe gelen arkadaşlarına:
“Hey oyuncaklarım ile oynayamazsınız. Hepsini bırakın, benim onlar!” demek olmuş.
Bu sözler karşısında herkes şaşırmış kalmış. Annesi başta olmak üzere arkadaşları
ve onların anneleri de çok üzülmüşler.
Meğer kötülerin amacı; bu denizi doldurup bir tusunami gibi taşırmak ve etraftaki
bütün güzellikleri yok edip dünyanın kötüler tarafından ele geçirilmesini sağlamakmış.
Mine’nin annesi endişe ile hemen Mine’nin babasını aramış. Eve çabuk gelmesini
Mine’de bir şeylerin yolunda gitmediğini kızını tanıyamadığını söylemiş.
Babası hemen arabaya atlayarak eve gelmiş. Kızının güzel yüzünün ne kadar
çirkinleştiğini görünce gözlerine, annesinin Mine hakkında anlattıklarını duyunca da
kulaklarına inanamamış.
“Mine’ciğim, gel biraz parka inelim seninle. Temiz hava sana iyi gelir.” demiş ve baba
kız parka inmişler.
Parktaki herkes “Bu bizim tanıdığımız Mine mi?” diye tuhaf tuhaf bakmaya başlamış.
Bu olayı izlemek için ağacın üstüne oturan kötülük fısıldayan varlıklar ise yine
mutluluktan uçuşmuş ve sevinçle kahkaha atmışlar.
Her geçen gün bu ülkedeki güzellikler böylece bir bir kaybolmaya başlamış.
..........
İnşallah, her bir çocuğumuzun dalga dalga yayılan güzellik halkalarından bir halka
olabilmesi duası ile...