You are on page 1of 161

338.

SAYI, Kasım 2021

Başyazı ve Makaleler
Başyazı
İsmail Yavuz
Başyazıyı Oku

Ey Müslümanlar! Ey Türk Milleti! DÜŞMANINI TANI, DİNİNİ, VATANINI, İMANINI KORU!

“Kâfir Olanlar Birbirlerinin Dostlarıdırlar.”


(Enfâl: 73)
“Onlar Size Fenalık Etmekten Aslâ Geri Kalmazlar. Size Sıkıntı Verecek
Şeyleri İsteyip Dururlar. Öfkeleri Ağızlarından Taşmaktadır. Kalplerinin
Gizledikleri İse Daha Büyüktür.”
(Âl-i İmran: 118)

“Ey İman Edenler! Bütün Tedbirlerinizi Alın. Birlikler Halinde Savaşa Çıkın veya
Toptan Seferber Olun.”
(Nisâ: 71)

“Onlarla Savaşın ki Allah Sizin Ellerinizle Onlara Azap Etsin, Onları Rezil Etsin, Sizi Onlara Karşı
Galip Kılsın ve Müminlerin Gönüllerini Ferahlandırsın. ”
(Tevbe: 14)

“Küfür Tek Millettir.”


(Hadis-i Şerif)

“YUNANLILAR SALDIRMAK İÇİN


KARARLILAR. BİR ANDA
SALDIRACAKLAR.”
(ÖMER ÖNGÜT -KUDDİSE SIRRUH-)
“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da. Merkez
yapacaklar. Çünkü İstanbul dünyada seçilmiş bir yer. Denizi var, boğazı var,
dağı var, tepesi var. Her şey güzel. Fakat şimdiye kadar Cenâb-ı Hakk korudu.
Bu düşmanlar gizli, sinsi, gerçek gayelerini saklıyorlar. Müslümanları yavaş
yavaş sindirmeye çalışıyorlar. İstemedikleri adamı kaldırıp, istediklerini
koymak istiyorlar. Kendisinin hâkimiyeti olsun. İstanbul hep tehlikede. Hedef
İstanbul olacak ve İslâm olacak.”

“Küffâr İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez.


Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir. Küffar bu vatanı küfür beldesi
yapmak istiyor. Bu vatanın İslâm beldesi olmasını hazmedebilmiş değildir.
Küffar daima bu milleti bu topraklardan çıkarma hayalini kurmuştur. Gerçek
niyetleri budur.”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Türkiye’yi tehdit eden terör gibi
tehditlere karşı sınır ötesinde icra edilen askerî operasyonlardan, Türkiye’nin başına
çorap örmeye çalışan Amerika, İsrail gibi küffar ülkelerine verilen cevaplardan çok
memnun olurlar, vatanın muhafazası, ordumuzun muzafferiyeti için duâ ederler,
maddî-manevî desteklerini beyan ederlerdi. Batı’da Yunanistan’ın Türkiye’yi vurmak
için fırsat kolladığını, bir Türk-Yunan Savaşı’nın çıkacağını haber vererek teyakkuzda
ve tedbirli olunmasını nasihat ederlerdi. Biz de defaatle bunları hatırlatıyor, gerekli
bütün tedbirlerin alınması ve uyanık bulunulması için gayret gösteriyoruz.

Bu harbin olacağını, Yunan ve Haçlı Batı’nın intikam duyguları ile muhakkak


saldıracağını söylüyoruz.
Bu mevzuları daha önce de dikkat nazarlarınıza arzetmeye çalıştık. Ancak son
günlerde Yunan ve arkasındaki Haçlı Batı’nın tehdit ve tehlikesi çok arttı. Hemen
hemen her gün hasmane tutum ve davranışlarının bir yenisini sergilemeye başladılar.
Yunanistan’ın ise yaptığı anlaşmalarla düşmanlığını ve savaşı göze aldığını ilân etmiş
olması; bu mevzuyu tekrar arzetmek lüzumunu ortaya çıkarmıştır.

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’lerinde düşmanlarımızı bize tanıtıyor ve ikaz ediyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)

Şunu unutmamak lâzımdır ki, Yunanistan nasıl ki düşmansa, Amerika da düşmandır.


ABD’nin bugüne kadar yaptığı hep düşmanlıktan başka nedir? Bir taraftan güney
sınırımızın dibinde Suriye’de terör örgütü PKK’yı devlet yapmaya çalışıyor, kurduğu
üslere yerleşiyor, diğer taraftan batıda, Batı Trakya’da hemen sınırımızın dibine
Dedeağaç’a üs kuruyor. Bugüne kadar tank, helikopter vs. yüzlerce askeri araç
yerleştiren Amerika, Kasım ayında daha büyük bir sevkiyat yapacağını açıkladı. Bu
yığınağın Rusya’ya karşı yapıldığı iddia edilse de Yunanistan Türkiye’ye karşı
yapıldığını söylüyor ve topraklarını adeta Amerikan garnizonuna çeviriyor.
Yunanistan’la ortak Savunma İşbirliği Anlaşması yapan Amerika’nın Türkiye’ye karşı
bir niyeti olmadığını iddia etmek mümkün müdür? Bu anlaşma ile Amerika resmen
safını, tarafını ve Türkiye’ye karşı niyetini ortaya koymuştur.

Amerika’nın bu niyetini Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle beyan
buyurmuşlardı:
“Amerika hep ister ki Türkiye’yi hem bölsün, hem harbe soksun. “Sen sürt, ben
yaşayayım” diyor. Türkiye kuvvet bulmasın, parçalansın. Çünkü Türkiye’yi
büyük görüyorlar. ... ‘Yunan yutsun, şu yutsun, bu yutsun, kâfir yutsun!’
diyorlar. Allah’ım korusun, Allah’ım korusun, Allah’ım korusun! O koruyor zaten.
İç düşman, dış düşman!”

Binaenaleyh düşman çok.

Türkiye’ye yönelen bu tehditler ve düşmanlıklar yeni değildir. Tarih boyu devam eden
bir düşmanlıktır. Küffarın tıynetinden zuhur etmektedir. Çünkü Batı Türkleri sevmez.
Sebebi yüzyıllardır İslâm’ın bayraktarlığını, müslümanların önderliğini yapmış olan bu
necip millet kâfirlerin hedefi ve düşmanı olmuştur.

“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden


hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Türkiye, etrafında çıkartılan askerî tehditleri ortadan kaldırmak, denizlerindeki hak ve


menfaatlerini müdafaa etmek için son yıllarda ciddi bir mücadele veriyor. Suriye’deki
PKK tehdidine karşı yeni bir sınır ötesi operasyonun konuşulduğu, her an ordumuzun
yeni bir harekâta başlama ihtimali olan günlerden geçiyoruz. Diğer yandan Yunanistan
sürekli silahlanıyor ve saldırmak için fırsat kolluyor.

Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı son zamanlarda iyice alevlendi, gemi azıya aldılar.
Ege’de, Akdeniz’de mütemadiyen ortamı gerecek, savaşa sebep olabilecek icraatlarda
bulunuyorlar. En yetkili ağızlardan başbakanı, bakanı, gazetecisi… sürekli olarak
Türkiye’ye karşı bir savaş dili kullanıyor. Yunan televizyonları sürekli Türkiye aleyhinde
yayınlar yapıyor. Uzun zamandır ekonomik krizde olmalarına rağmen şuursuzca,
büyük bir hırsla silahlanıyorlar.

Yunanistan bu cesaretini şüphesiz ağababalarından, sahiplerinden alıyor. Başta


Fransa olmak üzere ABD, İsrail gibi ülkelerin desteğiyle her türlü füze, uçak ve gemiyi
temin etmeye çalışıyorlar. Büyük devletlerle ve çevre ülkelerle Türkiye’ye karşı ittifaklar
kuruyor, topraklarını, adalarını Amerika gibi ülkelerin askerlerine açıyorlar. Türkiye
düşmanlığı paranoyası ile bütün Yunanistan’ı Amerika’ya peşkeş çekiyorlar. ABD
sınırımız boyunca askeri üsler kuruyor.
Her an bir harp başlayabilir. Düşman buna hazırlanıyor.

Yunan meselesi Osmanlı’dan günümüze bir baş ağrısıdır. Mora isyanlarında, İstiklâl
Harbi’nde Anadolu’da, Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar, soykırımlar hiç unutulmamıştır. Bu
tarihi düşmanlık bunların genlerine işlemiştir. Bu hususu Muhterem Ömer Öngüt -
kuddise sırruh- Hazretleri; “En birinci düşman Yunan!” buyurarak seneler evvel
haber vermişler, “Yunan hiçbir zaman rahat durmaz.” beyanı ile de bugünleri işaret
etmişlerdi.

“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da.”

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu düşmanları, bu düşmanların


saldıracağını haber verdikleri gibi savaşın seyrini ve nihayetinde galibiyeti,
muzafferiyeti bu millete vereceğini ve Türkiye’nin Yunanistan’ı bir kez daha yeneceğini
de haber vermişlerdi.

“Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i affet!

Vatanımızı muhafaza et!

Ordumuzu muzaffer et!”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

“Yunan saldırmaz, saldıramaz” zannı ile hareket etmek büyük bir basiretsizlik olur. En
büyük tehlike rehavete kapılmak, düşmanı küçümsemektir. PKK, Ermeni nasıl ki
cürmüne bakmadan saldırıyor ve fırsat kolluyorsa; bunların durumu da böyledir. Üstelik
büyük küffar devletleri Yunan’a atom dahil her türlü silahı verdi, veriyor.

Kâfirler birbirinin dostudur. Bunu Cenâb-ı Hakk bize bildiriyor:


“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostudurlar.” (Mâide: 51)

Yunan bizden bir şey kopartacak değil, ancak ellerinde her türlü silah var, bize büyük
zararlar verebilirler. Fırsatını bulduklarına kanaat getirdikleri an aniden saldırabilirler.
Zira arkalarında Yunan’ı kullanarak bize zarar vermek isteyen küresel güçler, İslâm ve
Türk düşmanı devletler var. Haçlı zihniyeti devam eden hıristiyan devletler var, İsrail
var.

Tehlikeyi küçümsemeyelim; Trakya’da, Ege’de, Akdeniz’de her türlü tedbiri alalım,


varsa eksiklerimiz süratle düzeltip telâfi edelim:

“Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın.” (Nisa: 71)

Zira Yunan da; Ermeni gibi, PKK gibi. İçinde büyük bir kin ve düşmanlık var. Bu kin, bu
düşmanlık, bu küfür bütün benliklerini sarmış durumda. Kıbrıs’ta olduğu gibi en büyük
zararı kendileri gördüğü ve görecekleri halde şuursuzca saldırmanın, savaş
çıkartmanın plânlarını yapıyorlar.

Dünya Kazanı Kaynıyor:


Dünyada çok şeyler oluyor. Özellikle dünya ekonomisinde yaşanan sıkıntılar gittikçe
büyüyor, bu durum küresel ve bölgesel savaş ihtimallerini arttırıyor.

Hemen hemen bütün savaşlar, dünya savaşları ekonomik krizlerden yahut hammadde
paylaşımı gibi anlaşmazlıklardan sonra ortaya çıkmıştır.
Küresel ticarette yaşanan sıkıntılar bütün dünyada zincirleme etkiler yapıyor. Kâh
hammadde arzında, kâh enerji kaynakları arzında sıkıntı yaşanıyor. Nakliyede
yaşanan sorunlar bunlara eklenince her şeyin fiyatı görülmemiş derecede artıyor.
Avrupa’da doğalgaz fiyatları anormal derecede arttı, İngiltere’de kamyon şoförü
eksikliği yüzünden marketlerde ve yakıtta krizler ortaya çıktı. Almanya’da üretim düştü,
enflasyon yükseldi, Fransa’da aynı şekilde kıtlıklar yaşandı. Çip üreticileri talebe
yetişemediği için otomobil firmaları üretimlerini durdurmak ya da azaltmak zorunda
kaldı. Gemilerle yapılan ticarette kullanılan konteynerlerin sirkülasyonunda sorunlar
yaşandığı için navlun fiyatları katlanarak arttı. Bazı maden ocakları salgın hastalık
sebebiyle üretimi durdurduğu için maden, kömür fiyatları fırladı. Petrol, doğalgaz
fiyatları sürekli artıyor. Üretici uluslararası piyasada bugün 100 dolara aldığı
hammaddeyi yarın 110 dolara alamıyor. Türkiye’de TL dolar karşısında değer
kaybettiği için fiyatlar çarpan etkisiyle yükseliyor. Hammadde fiyatları yükseldiği için
müteahhitler yeni inşaat yapmaktan çekiniyor. Konut arzı kesilince bu sefer de kiralık
ev bulmakta zorluk çekiliyor. Bu da kiraların aşırı yükselmesine sebep oluyor.
Avrupa’da, Amerika’da, bütün dünyada halk artan fiyatlardan şikâyetçi. İşsizlik, gıda
fiyatlarının aşırı yükselmesi, konut kiralarının yükselmesi gibi etkiler geçim sıkıntılarını
gittikçe artırıyor.

Salgın hastalıktan önce 2008 krizinin devamında bütün merkez bankaları para basarak
krizi geçiştirmeye çalışmıştı. Üzerine gelen salgın günlerinde merkez bankaları
karantina ve benzeri tedbirlerin getirdiği yükleri sübvanse etmek için daha çok, dünya
tarihinde görülmemiş düzeyde paralar bastı. Bu fazla paranın yakın bir gelecekte
büyük bir enflasyon hatta çok büyük bir ekonomik kriz olarak yansımasından
korkuluyor. Şu günde bile bu kadar sıkıntılar yaşanıyor, böyle büyük bir kriz gelirse
halkın durumu nasıl olur? Dünyanın hali ne olur?

Binaenaleyh bu krizlerin sadece kriz olarak kalmayıp büyük savaşlara sebep olacağı,
bütün dünyanın yangın yerine döneceği tahmin ediliyor.

Çin’in dünyadaki hammaddeleri topladığı söyleniyor. Bir şeye hazırlanıyorlar.


Tayvan’ı Çin’in bir parçası kabul eden Çin son günlerde baskısını artırdı. 150 uçakla
Tayvan hava sahasına girip tacizde bu lundu. Amerika ilk defa Tayvan’ı Çin’e karşı
savunacağını açıkladı. Çin’in icraatlarından bölge ülkeleri tedirgin ve rahatsız.

ABD dikkatinin büyük kısmını Çin ve Rusya’ya Asya-Pasifik bölgesine kaydırdı.


Afganistan, Irak gibi yerlerden çekilip askerlerini bütün dünyada Çin’in önünü kesecek
şekilde konumlandırmaya çalışıyor.

ABD, İngiltere, Avustralya AUKUS adında yeni bir birlik oluşturdular. Avustralya Fransa
ile olan milyarlarca dolarlık denizaltı anlaşmasını iptal etti, ABD ve İngiltere’den nükleer
denizaltılar alacağı söyleniyor. Çin bu ittifaka tepki gösterdi. Fransa da denizaltı
satamadığı için küstü.

Japonya, Güney Kore gibi ülkeler de Çin’den çok rahatsız ve Amerika ile ittifak
halindeler.

Kuzey Kore nükleer başlıkları ve füze teknolojisi ile Amerika’yı ve müttefiklerini tehdit
ediyor.

Diğer yandan Amerika Rusya’yı da çevrelemeye çalışıyor. Doğu Avrupa’ya yığınak


yapıyor. Rusya’dan özellikle İngiltere çok rahatsız, Amerika’yı Rusya’ya karşı harekete
geçirmeye çalışıyor.

Rusya’nın Ukrayna ve Gürcistan ’daki işgalleri Avrupa’nın çok tepkisini çekti. Ancak
Avrupa askerî olarak etkisiz bir profil çiziyor.

Dünyada bu kadar derdi olduğu halde Amerika’nın Türkiye’yi karşısına alması küresel
çıkarları için çok mantıksız bir hareket. Fakat İsrail etkisi sebebiyle Amerika’da büyük
bir Türkiye karşıtlığı var. Rusya ve Çin gibi Türkiye’yi aynı kefeye koymaktan imtina
etseler de her türlü düşmanlığı yapmaya çalışıyorlar. Suriye’de PKK’yı destekliyorlar.
Batı’da Yunanistan ile Savunma İşbirliği Anlaşması yapıp, askerî üsler kuruyorlar.
Dedeağaç’ta; hem limana, hem limanın kuzeyindeki havalimanına, hem de atış sahası
adı altında onun da kuzeyindeki topraklara büyük bir alana yerleştiler, üs kurdular.
Uzmanlar amacın Türkiye’nin bir karşı taarruzunda zırhlı birliklerin önünü kesmek,
Yunanistan içlerine ilerlemesini engellemek olduğunu söylüyorlar.
Türkiye F-35’leri alamayınca F-16 almak istediğini söyledi; hemen arkasından
Uluslararası Kara Para Aklama listesinde Türkiye’yi gri listeye aldılar, Batılı 10 ülkenin
büyükelçisi Kavala’nın salınması için açıklamada bulundu, Amerikan mahkemesi
hukuku siyasete alet ederek Halkbank davasının devamın a karar verdi. Türkiye’yi G-20
zirvesi öncesi zor duruma, suçlu duruma düşürmeye çalışıyorlar ki; Türkiye istediklerini
alamasın. Amerika’nın dünyada o kadar derdi var, ama Amerikan kongresi adeta
Türkiye ile yatıp, Türkiye ile kalkıyor, kongre üyelerinin çoğu Türkiye aleyhtarı, 3
Kongre üyesi hemen Dışişleri Bakanlığı’na mektup yazdı, “Türkiye’ye F-16 vermeyin.”
dedi. F-35 vermiyorlardı, F-16 verilmesini bile istemiyorlar.

ABD’nin durumu şudur:

“Bugün de aynı maksatla hareket ettiği gibi, vatanımıza kastetmek, milletimize


nifak sokmak, ülkemizi parçalamak, hatta İslâm’ı bozarak kendi gayesine uygun
bir din ihdas etmek istemektedir.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, s.
596)
Türkiye’yi sürekli bir baskı altında tutmaya, etrafını çevrelemeye, PKK, Yunanistan,
Ermenistan gibi düşmanları üzerimize salmaya çalışıyorlar. Fransa’ya da Yunanistan’a
destek vermesi için yol veriyorlar, kullanıyorlar. Fransa ile Türkiye’nin çıkarları
çatışıyor. Fransa’nın bir harp durumunda Yunanistan’a uçakları ile askeri teçhizatı ile
yardım edeceği anlaşılıyor.
Rusya da Amerika, İsrail, Fransa vs. bunlardan geri kalmamaya Ermenistan’ı, PKK’yı,
İran militanlarını kullanmaya çalışıyor. Karabağ’da hemen araya girdi, Azerbaycan’ın
daha fazla ilerlemesini durdurmaya çalıştı. Suriye’de yaşananları görüyoruz, yeri
geliyor askerimizin canına kastedecek kadar ileri gidiyor.

Ermenistan’ı Türkiye’nin boğazını sıkması, Orta Asya ticaret yollarını ve boru hatlarının
önünü kesmesi için ileri sürdüler ancak büyük bir hezimete uğradılar. PKK’yı Suriye’de
ileri sürdüler büyük hezimetler yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Ne kadar canları
yandı ki Biden “Türkiye’nin Suriye’deki varlığı Amerika’nın güvenliğini tehdit ediyor”
diye açıklama yaptı. Türkiye yeni bir Suriye operasyonunun işaretini verdiği için her
yönden saldırıyorlar.

Amerika olsun, Fransa olsun, Yunanistan olsun, bunlar da PKK gibi Ermenistan gi bi
hezimete uğrayacaklar inşallah. Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile yeni
hezimetler yaşayacaklar.

Allah-u Teâlâ İslâm’ın ve Türkiye’nin düşmanı olan küffarı kahr-u perişan etsin, bunlara
fırsat vermesin.

Küffar Türkiye’nin Güç Kazanmasından Rahatsız:


Türkiye; Suriye ve Irak’taki sınır ötesi operasyonlarıyla; Libya ve Karabağ gibi
coğrafyalarda dost ülkelere vermiş olduğu askerî desteklerle; Ege ve Akdeniz’de Mavi
Vatan’ımızı korumak için bayrak gösteren donanması ile küffarın etrafımızda örmeye
çalıştığı çemberi parçalayıp atıyor. Ciddi bir mücadele veriliyor.

Küffar Türkiye’nin kendi silahını yapmaya başlamasından ve Türk ordusunun bu


muvaffakiyetlerinden çok rahatsız. Engellemek için her yolu deniyorlar ve Türkiye’nin
başına çorap örmek için uğraşıyorlar.

Suriye, Libya ve ardından özellikle Karabağ savaşından sonra Türkiye’nin bir güç
kazandığının ortaya çıkması küfür mahfillerini ziyadesiyle rahatsız etmiş ve
hareketlendirmiştir. Genlerindeki Haçlı zihniyeti depreşmeye başlamıştır.

Haçlılar; bu zalimler, bu kâfirler, bu soykırımcılar, bu sömürgeciler dün olduğu gibi


bugün de bu güzel vatanımızı elimizden almak, bu milleti yok etmek niyetindedirler.

Endülüs’ten, Erivan’dan, Kırım’dan, Mora’dan, Balkanlardan çıkarttığı gibi bizi


Anadolu’dan da çıkartmanın, burada da soykırım yapmanın plânlarını yapıyorlar, 100
yıl önce yaptıkları gibi. O gün de bu amaçlarına ulaşmak için Ermeni’yi, Yunan’ı
kullanmışlar, ancak Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile bu amaçlarına
ulaşamamışlardır.
İnsanlık tarihi bu gibi dalâlet ve küfür ehlinin müminlere kurmaya çalıştıkları tuzaklarla
doludur.

Ancak Allah-u Teâlâ her zaman mümin kullarını lütfu ile desteklemiş, bu küfür ve
dalalet ehlinin tuzaklarını boşa çıkartmıştır.
“Onlar böyle tuzak kurdular, biz de kendileri hiç farkında olmadan onların
plânlarını altüst ettik.” (Neml: 50)

“Tuzaklarının sonunun nice olduğuna bir bak! Biz onları da kavimlerini de


hepsini helâk ettik.” (Neml: 51)

Küffarın Kin ve Düşmanlığı;


Dergilerimizde defaatle hatırlatıldığı üzere yahudi ve hıristiyanlar İslâm’ı ve
müslümanları sevmedikleri gibi Türkiye’ye büyük kin ve garezleri vardır. Bu hasım ve
düşmanlık Osmanlı Devleti’ni yıkmakla bitmemiştir. Bugün de Türkiye’n in yıkılması,
parçalanması, Türklerin Anadolu’dan çıkarılması hedeflerini devam ettirmektedirler.

Küffar İslâm’a ve müslümanlara olan düşmanlığından tarih boyu hiçbir zaman


vazgeçmiş değildir. Zira onların bu düşmanlığının kaynağı içinde bulundukları
küfürlerindendir.

Cenâb-ı Hakk bunu bize haber veriyor:

“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i
imran: 118)

Küffâr bizim için tarihte ve bugün hayır düşünmemiştir, düşünmeyecektir.

Bu sebeple küffarın, yükselmesini ve güçlü olmasını zerre kadar hazmedemedikleri,


yıkmaya ve parçalamaya çalıştıkları bir millet, bir ülke varsa o da burasıdır, Türkiye’dir,
bu necip millettir.

Bugün Yunan’ın, PKK’nın, Ermeni’nin, Fransa’nın, Amerika’nın, İsrail’in ve buna


mümasil küfür ehlinin yapmış olduğu düşmanlık Türkiye aleyhinde yaptıkları ittifaklarla,
anlaşmalarla ayan beyan ortaya çıkmıştır. Özellikle Yunanistan Türkiye’ye saldırmak
için yeni bir Haçlı ittifakı kurmaya çalışıyor ve fırsat kolluyor.

Çok uyanık ve çok dikkatli olmamız gereken bir zamandayız.

“Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan


sakın.”(Münâfikun: 4)

Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i


kerime’sinde haber vermektedir:

“Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb’inizden bir hayır inmesini
istemezler.” (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için Rabb’iniz
tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi istemezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle
buyurmuştur:

“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da
sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)

Müslümanlar Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar


bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece
sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.

“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar
veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i
imrân: 120)

Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ’ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice


korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını görmezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Müminler yalnız Allah’a güvenip bağlansınlar.” (Tevbe: 51)

Yunanistan’ın Kini Nereden Geliyor?


İslâm düşmanlığından geliyor.

Türklerin İslâm’a hizmetlerinden geliyor.

Kurtuluş Savaşı’ndaki hezimetten, Yunanlıların denize dökülmesinden geliyor.

Osmanlı yüzyıllarca Yunan’a hükmetti, oraları zaptetti, bu kin oradan geliyor.

İstanbul ve Ayasofya ellerinden çıktı, bunu hazmedemiyorlar.


Pek çok ülkenin kendi aralarında anlaşmazlıklar var, çıkar çatışmaları var, ama
savaşmıyorlar. Yunanistan niye savaş istiyor, hızla bir savaşa gidiyor? İşte asıl sebep
bu saydıklarımız. İçlerinden atamıyorlar.

Tarih boyunca bu kini atamamışlar, halen bu kin ile bu intikam arzusu ile yaşıyorlar. Bu
yüzden de Türklerden nefret ediyorlar. Tek gayeleri Türklerden ve İslâm’dan intikam
almak.

“Göğüslerin özünü” bilen Allah-u Teâlâ bu kâfirlere gadab-ı ilâhî ile “Kininizle
geberin!” diye hitap ediyor:

“Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının


uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin!” Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü
bilendir.” (Âl-i imran: 119)

Öyle Bir Kin ve Düşmanlık ki...


Karşımızda insanlıktan nasibi olmayan, insanın yapamayacağı işkenceleri yapabilecek
tıynette, kin ve intikam ile dolu bir düşman var.

Yunan tarih boyu her fırsatta Türklere katliam ve soykırımlar yapmıştır.


Yunanlıların İstiklâl Harbi sırasında 650 bin civarında insanımızı katlettiklerini yabancı
tarihciler söylüyorlar. Yunan ordusu Anadolu’ya girerken masum sivil halkı katledip
öldürüyor, kızlara kadınlara tecavüz ediyor, malları-mülkleri yağmalıyor, evleri mülkleri
yakıyor, yıkıyor, çoluk-çocuk, yaşlı-kadın demeden işkence ile öldürüyorlardı. Türk
ordularının önünde büyük bir bozguna uğrayıp kaçarken de bir taraftan da her
geçtikleri şehri, kasabayı, köyü yakıp yıktılar, sivil masum halkın sığındığı camileri
evleri içindekilerle beraber ateşe verdiler. Anadolu’da kaldıkları süre içinde Bosna’da
Sırpların yaptıklarından aşağı kalmayan, kelimelerle ifade edilemez zulümler ve
katliamlar yapmışlardır. Büyük Zafer’den sonra Türkler bu katliam, soykırım, işkence
ve tecavüzleri çok gündeme getirmediler ancak çirkef Yunan utanmadan Yunanın
soykırıma uğradığını iddia etti.

“Yunanlılar 1919’da İzmir bölgesini işgal edip Orta Anadolu’ya doğru girdikleri zaman,
büyük çapta bir katliamı tamamladılar. 25 Haziran 1919’daki Aydın katliamı, cinayetler
zincirinden bir tanesiydi. Yunan askerleri önce, kasabanın Türk mahallesini yoğun bir
topçu bombardımanına tâbi tuttular. Kaçmaya çalışan Türkler, Yunan askerleri veya
yardımcı sivil kuvvetler tarafından vurulup öldürüldü. Ondan sonra, Yunan ordusu
mahalleye girdi ve yıkıma devam etti. Bazı Türk aileleri, evleri ateşe verilerek diri diri
yakıldı. Diğerleri sokaklarda öldürüldü. Bir bina içerisine saklanmış olan dört kadın,
tahta kazıklara bağlanarak katledildiler. O gün yaklaşık on bin Türk zalimce
katledildi.” (Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol. Bkz. Vahşi Batı, sh. 279)
Ancak Allah-u Teâlâ intikamını almayı nasip etti:

“Çok zulüm yaptılar... Ve sonra bu intikam alındı. Hepsi yok oldu. Kestiler,
biçtiler, öldürdüler, boğdular ... derken o intikam onlardan alındı ve Yunanistan’a
kaçan olmadı.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Ve daha dün Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar unutulmadı.

“1970’lere gelinceye kadar yüzlerce Kıbrıs Türk’ü, vahşi Yunan’ın silahlarıyla can verdi.
Rumlar, silahsız gençlerden dağlarda sürülerini otlatan çobanlara, çaresiz yaşlılardan
küçücük çocuklara kadar rastladıkları her Türk’ü, içlerindeki vahşet ateşiyle
katlettiler.” (Dr. Sedat Cereci, Vahşi Batı, sh. 284)

Bu katliamları insan olan yapabilir mi?

“Hazret-i Allah zulmedenleri sevmez. Bütün kötülüklere sabrı vardır, fakat


zulmedene sabretmez.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, 14 Ağustos 1974)

Onun için çok müteyakkız, tedbirli ve daima harbe hazırlıklı olmalıyız.


Binaenaleyh düşmanımızı tanıyalım ve bunlara karşı her türlü tedbirimizi alalım.

Bu Milletin Cihad Azmi:


Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.
Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” (Tevbe: 73,
Tahrîm: 9)

Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla sahip çıkıp
onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah ve vatan için
canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette oldular, bu niyetle öldüler.
Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.

“Hiç şüphesiz ki, Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen


müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında
satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat’ta da İncil’de de ve
Kur’an’da da sâbittir. Allah’tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde
yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir
saâdettir.” (Tevbe: 111)

Yetmez mi!

Değmez mi!

Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm tehditlere karşı
duralım.

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları
sever.” (Saff: 4)

Yunan’ın her an, ani bir saldırısına karşı yekvücud hazır olalım.

Bugün İslâm’ın bayraktarlığını bu millet yapıyor. O halde her hazırlığımız tam olsun.
Sonra nedamet çok olur, faydası yok olur. Ama biz O’nun yolunda olursak, eksiğimiz
olsa da O bizi affeder, destekler, her zorluktan bir çıkış yolu ihsan eder. Bu cennet gibi
vatanın düşmanı çok, onun için uyanık olalım. Su uyur, düşman uyumaz.

Hazret-i Allah sonunda zaferi bize bahşedecek.

“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi
yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler
yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
“Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver! O kâfirler
gürûhuna karşı bize yardım et!” (Bakara: 250)

Bize Allah-u Teâlâ’nın dostluğu yardımı yeter.

Tarih boyu bu millet kendi vatanını, dinini, imanını muhafaza ederken bir baraj gibi
zulüm ve küfür selinin önünde durmuş, bütün İslâm dünyasının, müslümanların ve
mazlumların selâmeti için kılıç kuşanmış, kan dökmüştür. Atalarımız yüzyıllar boyu
İslâm’ı bütün dünyaya yaydıkları gibi İslâm’ın ve müslümanların yok edilmesinin
önündeki en büyük engel olmuştur.

Bugün de böyledir.
Ordusuna peygamber ocağı diyen bu necip milletin necip olanları bu cihad azmini ve
kararlılığını kaybetmemişlerdir. Elan böyledir; kahraman Mehmetçik harp
meydanlarında küffara karşı, haçlı ordularına karşı savaşa, şehadet şerbetini
yudumlamaya devam etmektedir.

Bu yüzdendir ki atalarımız;

“Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle bir
millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına, Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhar olmuşlardır.
Ömürleri at sırtında cihad meydanlarında geçmiştir.

Bizleri de bu sevgiye layık etmesi, bugünkü bu küffar ordularını helâk etmeye vesile
kılması Cenâb-ı Hakk’tan en büyük niyazımızdır.

Şu da unutulmamalıdır ki; küffara karşı, Türkiye’yi parçalamaya çalışan terör


örgütlerine karşı yapılan harekâtların icrasına gölge düşürecek beyan ve icraatlarda
bulunmak, terör örgütlerinin ve Amerika, Fransa, İsrail, Yunanistan gibi düşmanların
ekmeğine yağ sürecek açıklamalar yapmak; İslâm dünyasının müdafii konumunda
bulunan bu ülkeye zarar vermek olacağından manen çok tehlikeli bir iştir. Bir
müslümana düşen bu gibi durumlarda birlik ve beraberlik içinde kahraman
Mehmetçiğimizin muvaffakiyeti ve muzafferiyeti için duâ etmek ve destek vermektir.

Bizim içeride kısır, şahsi, maddi çekişme ve bölünmeleri bırakıp, Allah ve Resul’ünde
yani “İlâhi Görüş Birliği”nde birleşip iç ve dış düşmanlarla mücadele etmemiz
gerekmektedir.
Zira Allah-u Teâlâ şöyle emir buyurmaktadır:

“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl: 46)

Diğer bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine


yardımlaşmayınız.” (Mâide: 2)

Zamanında Osmanlı’yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün
de çevirmek istiyorlar. Yahudisi, hıristiyanı bir olmuş müslüman Türk milletine karşı
tuzak kuruyorlar.

Zira; “Küffar ülkeleri cihad eden bir Türk ve Türkiye görmek istemiyor.” (Ömer
Öngüt -kuddise sırruh-)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde küffarla cihad eden mü’minleri methederek şöyle
buyurmaktadır:

“Muhammed Allah’ın Peygamber’idir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere


karşı çok çetin ve sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler.” (Fetih: 29)

“Müminler ahzabı (düşman birliklerini) gördüklerinde: “İşte Allah ve Resul’ünün


bize vâdettiği! Allah ve Resul’ü doğru söylemiştir.” dediler. Bu onların ancak
imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.

Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat
gösterirler, onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti
beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 22-23)

“Allah’tan Bir Yardım ve Yakın Bir Fetih”:


*Allah-u Teâlâ bu nuru parlatacak. Allah-u Teâlâ zamanı gelince nurunu yayacak,
buna emin olun. Bunu böyle gözümle görür gibi görüyorum. Tabi ki birçok gizli
işler var da onları size söylemiyorum. Fakat murad ettiği zaman dinini
parlatacak, nurlandıracak.

Çünkü vaad-i sübhanisi var.

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler


istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)

Allah-u Teâlâ bu kâfirlere bırakmayacak, katiyyen bırakmayacak. Cenâb-ı Hakk


murad ettiğini gizli haberle bize sezdirir. Ve biz ona göre hareket ederiz.
Bu zâlimlerin bu zulmü yanlarına kalacak amma cehennemde de ebedî
kalacaklar. “Küllühüm fin-nar” olacaklar. Yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Ne
kalacak? Cehennem kârı.

Allah-u Teâlâ bu küfrü onların başına geçirecek, imanı nurlandıracak. Zamanı


gelince Hazret-i Allah’ın hükmü hâkim olacak.

Korktukları başlarına gelecek inşallah. Yoksa ellerinden gelse İslâm’ı kökünden


kazıyacaklar.

Fakat size şu müjdeyi veriyorum.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Bundan başka, seveceğiniz bir şey daha var. Allah’tan bir yardım ve yakın bir
fetih. Müminleri müjdele!” buyuruyor. (Saff: 13)

Çok geçmeden bu Âyet-i kerime tecelli edecek. Şimdi küffar bütün hızıyla hücum
ediyor, plânlarını kuruyor. Sonra Cenâb-ı Hakk dilediği gibi plân kuracak. Fakat
bu Âyet-i kerime’nin tecellisini bekleyin. Hayatta olsam da ölsem de bu Âyet-i
kerime’yi bilin.* (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri harplerin büyük bir afat olduğunu
haber verdikleri gibi Yunan’a karşı kazanılacak zaferi de müjdelemişlerdi. Allah-u Teâlâ
bütün bu harplerin sonunda nihaî zaferi de İslâm’a ve müslümanlara verecek. Fakat
önümüzde çok büyük harpler var.

İlâhî Lütuf:
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı “Hatmü’l-Evliyâ” adlı eserinde, kırkların
tümünün zuhurundan sonra Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın kâim olacağını haber veren
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellileri
anlattığı “Büdüvv-ü Şe’n” risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra
kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir devirde Türk’e gön derileceğini
keşfetmişti.

İfşaatının bir noktasında; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir
de ordu bulunduğunu müşâhede ederek; “Halkın, mâiyyeti Türk olan bir orduya
mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.” diyor. (Hakîm et-
Tirmizî, “Risâle-i Büdüvv-i Şe’n”, İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 216a-217a)

Şeyh Şerâfeddîn ed-Dağıstânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin talebelerinden Ali


Usta’nın anlattığına göre; Hazret Yunan Harbi esnâsında Geyve’de bulunduğu sırada,
kendisine harbin sonundan, memleketin ve İslâmiyet’in durumundan endişe
ederek: “Hazret! Müslümanların ve memleketin sonu ne olacak?” diye sorduğu zaman
ona şöyle buyurmuştu:
“Bir gün Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e, kendisiyle birlikte muhârebe edenlerden biri
muhârebe esnâsında: ‘Böyle bir fitnenin içinde bu işin sonu ne olacak?’ diye
sormuş. O da: ‘Din kıyâmete kadar bâkîdir.’ dedikten sonra bir müddet başını önüne
eğmiş, öylece kalmış. Hatta etrâfındakiler uyudu zannetmişler. Sonra Hazret-i Ali -
radiyallahu anh- başını kaldırıp üç defâ: ‘Ni’mel Etrâk, ni’mel Etrâk, ni’mel Etrâk!’:
‘Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir!’ dedikten sonra: ‘Din
Türkler elinde kalacak, Türkler ile yücelecek ve kıyâmete kadar bâkî
kalacak!’ buyurmuş.”(“Menâkıb-ı Şerefiyye”)

Daha evvel de arzetmiştik ki; bu vazîfe birinci basamaktır. O hem Türk milletine, hem
de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî
desteği içindir. Binaenaleyh bu destek âhirete çekilinceye kadar devam edecek, işin
nezâketi daha sonra başlayacak.

Dâima din ve vatan için, ordu için maddî manevî tedbir alan bir Zât-ı âli idi. Bu vatanın,
bu devletin selâmetini düşünürdü. “Ortalık karışıyor, çok evvel demiştim; Allah’ım
bu hadisatı bana gösterme diye. Çok vahim, vahşi hadisat var önümüzde”,
“Allah’ım o günleri bana gösterme!” buyurmuşlardı. Başka bir zaman ise “O vakti
görmek istiyorum, elimden gelen desteği sağlamak istiyorum. Ne yapabilirim,
nasıl destek olabilirim? Onu düşünüyorum.” buyurmuşlardı.

İşte bu Zât-ı âli böyle düşkündü. Böyle düşünüyordu. İnanın ve itimat edin ki bugün de
düşünüyorlar. Allah-u Teâlâ bu muzafferiyeti lütfederse Yunan’ı değil, Avrupa’yı,
Amerika’yı Haçlı ordularını yenmiş olacağız inşaallah -u Teâlâ.

Kâfirlerin Hepsinde Bu Düşmanlık ve Zulüm Vardır:


Dünyanın birçok yerinde yaptıkları gibi yakın zamanda Avrupa’nın ortasında Bosna’da
yapılan zulüm bunların, bu Haçlı Batı’nın gerçek yüzünü gösteren bir hadisedir.

Bugün de Ermeni’yi Yunan’ı, Hınçak ve Taşnak terör örgütlerinin devamı olan PKK’yı
kullanarak aynı plânı devam ettiriyorlar. 100 yıl önce Sevr’de toplanıp kendi aralarında
haritalar çizip anlaşmalar yapanlar bu hülyalarından vazgeçmiş değildir. Bugün de
Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar ortaya atıyorlar. En son Papa’nın Kuzey Irak
ziyaretinde Papa’nın kafası ile beraber Türkiye’nin bir bölümünü Kürdistan’ın parçası
olarak gösteren haritayı pul olarak bastılar. 15 Temmuz’da olduğu gibi türlü
yöntemlerle, ihanetlerle bu amaçlarına ulaşmak için gayret ediyorlar.
Dikkat ederseniz “Terörle savaş” adı altında bütün dünyaya işgal orduları gönderen,
ortalığı tarumar eden Amerika sınırımızın ötesinde bir terör örgütü ile açıkça iş birliği
yapıp terör devleti kurmaya çalışıyor. PKK da vazifesini mütemadiyen yapmaya, terör
eylemlerine devam ediyor. Kahraman Türk ordusu bellerini kırıyor, inlerine giriyor,
ancak inatla kin ve düşmanlıklarına devam etmeye, küffarın ekmeğine yağ sürmeye,
taşeronluğa devam ediyorlar. Ne zaman bu terörün kökünü kurutmaya başlasak
sahipleri her türlü desteği her türlü silahı bunlara veriyorlar.

“Bugün Türkiye’nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü


günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır.” (Ömer Öngüt -
kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, s. 596)

Öyle bir kin ve düşmanlık ki, Karabağ Savaşı’nda PKK’lılar İran üzerinden Ermeni
ordusuna iltihak ettiler. Bu savaşta aslında Ermeniler çok büyük hazırlık yapmıştı
ancak Türk kurmay zekâsı ve SİHA’larının desteği ve Azerbaycan Ordusu’nun
kahramanlığı sayesinde kısa zamanda büyük bir zafer nasip oldu. Ele geçirilen
haritalarda Ermenilerin amacının hem Azerbaycan ile İran Azerbaycan’ı arasındaki
bağlantıyı koparacak şekilde Hazar denizine doğru güneyde, hem de boru hatlarını ve
Türkiye’nin Orta Asya ticaret yollarını kontrol edecek şekilde kuzeyde yeni işgaller
yapmak olduğu ortaya çıktı. Dolayısı ile bu işgal niyetinin bir hedefi de Türki ye idi.
Ermenistan tokatı yedi oturdu. Ancak hala terörünü devam ettirmeye çalışıyor, her
fırsatta Azerbaycan askerlerine saldırıyor. Verdiği sözleri yerine getirmiyor.

Binaenaleyh son yıllarda küfür mahfillerindeki Türkiye düşmanlığının arttığını, özellikle


harp araç ve gereçleri temin etmemizi-geliştirmemizi engellemek için ellerinden geleni
yapmaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz.

Küffar bize kin besliyor, karşımıza çıkmaya cesaret edemeyenler piyonlarını,


taşeronlarını üzerimize salıyor. Taşeronlarını birer birer eziyoruz ve birgün bu
taşeronları üzerimize salanlarla karşılaşacağımız günü bekliyoruz.

Haçlı Zihniyet:
Dikkat ederseniz küffar bizimle harp etmeye çekindiği için Selçuklu ve Osmanlı’dan
günümüze daima birkaç veya daha fazla hıristiyan devlet bir araya gelerek bize
saldırmışlardır. Papa ve papazların kışkırtması ile cereyan eden bu savaşlarda
Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Balkanları, Haçlı ordularına mezar yapmışlardır.
Saldırgan taraf kendileri oldukları halde Haçlı Batı bu yenilgileri hazmedememiştir. Kin
ve düşmanlıkları hâlen devam etmektedir.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bugün gelinen noktayı şöyle ifade
etmişlerdi:
“Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ABD kendisine en büyük düşman olarak
İslâm’ı seçti. Bunun da adını Yeni Dünya Düzeni olarak koydu. Yeni Dünya
Düzeni’nin prensibi hıristiyanlığı güçlendirmek, İslâm’ı ezmek idi. Bu düzenin
savunucusu ABD ve Batı, Bosna-Hersek ve Azerbaycan’da büyük katliam
yapılmasına göz yummuşlardır.” (Sözler ve Notlar-6, s. 522)

Tarihten gelen bu Haçlı zihniyeti Batılı ülkelerin genlerine işlemiştir. 11 Eylül


saldırılarından sonra Amerikan başkanı oğul Bush’un Haçlı Seferi başlattığını
söylemesi bunun bariz örneklerinden birisidir. Bu söylemin arkasından Afganistan’da,
Irak’ta yapılanlar hâlâ hafızalardadır. Bu zihniyet hemen her Batılı devlette yaşamaya
devam etmektedir. Gerek İslâm aleyhinde, İslâm düşmanlığında; gerek İslâm devlet ve
milletlerine yönelik hadiselerde bu çok barizdir. Kudüs mevzuunda olduğu gibi. Kudüs
hıristiyanlar için de kutsal olmamış olsaydı çoktan İsrail’e peşkeş çekmiş olurlardı.

Bu Haçlıların amaçları bizi Anadolu ve Balkanlardan çıkarmak, Endülüs’te, Mora’da,


Ermenistan’da ve daha birçok yerde yaptıkları gibi soykırım yapmaktır.

İspanya ve Fransa’nın bir kısım toprakları üzerinde kurulan Endülüs İslâm devleti
yıkıldıktan sonra bir tane bile müslüman bırakmamışlardır.

Ermenistan denilen topraklarda Ermeniler çoğunlukta değilken, Erivan bir Türk şehri
iken Rusların tampon devlet olarak kurduğu bu ülkede bugün hiç Türk kalmamıştır.

Aynı şekilde Yunanlıların Mora’da Türklere yaptıkları soykırımı Yunan milli marşında
iftiharla anlatmaktadırlar.

Anadolu’da hıristiyanlarca kutsal kabul edilen yerlerin olması bu haçlı zihniyetin bu


topraklara yönelmesinin sebeplerinden bir diğeridir.

Onurumuzu, her şeyimizi o kadar ayaklar altına aldığımız halde bizi Avrupa Birliği’ne
almamalarının esas sebebi de budur.

Gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış, İslâm ülkelerine önderlik eden, numune olan, kol-kanat
geren bir Türkiye istemiyorlar. Onun için de Türkiye’yi daima ya iç kargaşalarla, ya
hainlerle, ya dış müdahalelerle sindirmeye, meşgul etmeye, kendi derdiyle uğraşmaya
mecbur etmeye çalışıyorlar.

Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine de alacak değildir. Bu
böyle bilinmelidir.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyuruyor:

“Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde


fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur.” (Enfâl: 73)

“Birbirine hasım iki zümre.” (Hac: 19)”

(“Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz.”, s. 162-163)


Sömürgeci, Gaddar, Haçlı Batı:
Batı ülkeleri bütün dünyaya yayıldıklarında bü yük katliamlar, soykırımlar yaptılar,
gittikleri ülkelerin bütün zenginliklerini sömürürken, yerli halklara her türlü mezalimi
reva gördüler. Kendilerinden olmayan yerli insanların değeri, Batı’ya ekonomik bir getiri
getirebildikleri kadardı. Çoğu zaman bir hayvan kadar değerleri yoktu.

15. yüzyılda Avrupa’nın en büyük devleti olan İspanyollar Güney ve Orta Amerika’da
milyonlarca yerliyi yok ettiler. Yerli kadınlar İspanyolların eline geçmesin diye
çocuklarını ve kendilerini asıyorlardı. Çünkü istilacılar aç köpeklerine annelerinin
gözleri önünde çocuklarını canlı canlı atmak dahil her türlü insanlık dışı işkenceyi
yapıyorlardı.

Benzer soykırımları İngilizler ve Fransızlar Kuzey Amerika’da yaptılar. Bu kıtadaki yerli


nüfus Avrupa nüfusundan daha fazla idi. Bu kıtada büyük uygarlıklar vardı. Nüfusu 200
binden fazla şehirler vardı. Ancak çelik ve barutu icat edememişlerdi. Avrupalılar
hepsini, insanlarını, şehirlerini, medeniyetlerini, yazılı belgelerini her şeyi yok ettiler.

Yine Afrika’da, Avustralya’da her yerde kendilerine direnecek gücü olmayan zavallı
halkları yok ettiler, sömürmekle yetinmediler her türlü işkenceyi yaptılar. Köle olarak
Amerika’ya taşıdılar.

Belçikalılar Kongo’da yerli halkı kauçuk toplamak gibi işlerde ölümüne çalıştırmış,
konulan kotayı dolduramayan işçilerin ceza olarak ellerini kesmiştir. Elleri ile
çalışmasını istedikleri kişilerin ise çocuklarının, eşlerinin ellerini kesmişlerdir. O kadar
büyük katliamlar yapmışlardır ki, ekonomiye yük olmasın diye askerler harcanan her
mermiye karşılık kesilmiş bir el getirmekle mükellef tutulmuştur. Sadece Kongo’da en
az 10 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.

Buna mümasil her Avrupa ülkesinin tarihi büyük katliam ve soykırımlarla doludur.

Bu gibi hadiselerin tarihte kaldığını düşünenler büyük bir hata yaparlar. Yakın
zamanda Ruanda’da, Bosna’da yaşanan soykırımlarda bu barbarlar suç ortağıdır.

Soykırım, katliam, gasp, yağma bunların iliklerine, genlerine işlemiştir. Bunlara


kesinlikle itimat edilmez. Bunlardan her türlü şey beklenebilir.

Şu kadar var ki; Batı’nın hiçbir sınır tanımayan açgözlülüklerini tatmin uğruna giriştikleri
ifsat ve sömürgecilik gayretlerinin önündeki en büyük engel daima İslâm milletleri ve
bilhassa Türkler olmuştur.

Yunan “Megali İdea”sı:


Yunanlıların “Megali İdea” dedikleri büyük amaçlarını, Bizans devletini yeniden
canlandırmak olarak tanımlayabiliriz.

Bu büyük amaç Ege (Adalar Denizi)’ndeki bütün adaları, Kıbrıs’ı, Batı Anadolu, Trakya,
İstanbul ve Karadeniz’de Pontus’u içine alır.

Kıbrıs’a müdahale etmek zorunda kalmamıza sebep olan olaylar, Yunanlıların


mütemadiyen Ege’deki kayalıklara, adacıklara insan çıkartması, tatbikatlarda İzmir’i
arkalarına alıp resim çektirmeleri, Pontus hayallerini diri tutmaya çalışmaları, bir futbol
kulubü başkanının İstanbul’daki müsabakanın ardından “Evimizde kazandık” demesi,
İstanbul’daki Rum patriğinin ekümenik patrik gibi arz-ı endam etmesi, Akdeniz’deki
Sevilla haritası ve Yunan’ın hiçbir kıyısı bulunmadığı halde Doğu Akdeniz’de hak iddia
etmesi ve buna mümasil Yunan çirkefliklerinin arkasında bu amaç yatar.
Yani bazılarının dediği gibi “Megali İdea” bazı aşırı milliyetçi Yunanlılara ait bir fikir
değildir, adı konmamış bir şekilde Yunanistan’ın resmi politikasıdır.

Dikkat ederseniz Yunanistan kurulduğu günden beri bu amacı doğrultusunda


genişlemiştir ve halen genişlemeye çalışmaktadır.

Yunan Milli Marşındaki Soykırımcı Zihniyet:


Cihad Yaycı’nın dikkat çekmesi üzerine Türkiye’nin gündemine gelen Yunan milli
marşı, Türklere karşı katliamcı ve soykırımcı zihniyetin tezahürleri ile doludur.

Dönemin büyük devletleri İngiltere ve Fransa’nın desteği ile 1821’de başlayan Yunan
isyanının ardından Mora’daki yaklaşık yüz bin Türk soykırıma uğramıştır. Bu katliam
hakkında İngiliz tarihçi William St. Clair; “Mora’daki soykırım ancak öldürecek
başka Türk kalmadığında sona erdi” demiştir.

İşin daha fecaat tarafı Yunan Milli Marşı’nın bu soykırımı iftiharla yücelten dizelerle
dolu olmasıdır.
158 kıtadan oluşan bu sefaletnamenin bazı dörtlü kleri şöyledir:

“Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim. / Ve dalgasında boğulsun, her Türk
tohumu. / Neden muharebeye yavaşladı bir an? / Neden azaldı dökülen kan? ...

Hem palaskalar, hem kılıçlar / Etrafa saçılmış beyinlere,/ Baştan başa yarılmış
kafataslarına, / Kımıl kımıl oynayan iç organlarına bulanmış...

Köpekler azalıyordu / Ve Allah diye bağırıyorlardı, Allah! / Fakat Hristiyanların


dudakları daha doğruydu / Ateş diye bağırıyorlardı ateş! ...

Ve pislikler ölüyorlardı, / Allah diye böğürerek. ...

Pis kanları nehir olmuş / Ovada akmakta / Masum otlar su yerine / Kan içmekte...

Çimlerin üzerinde uzanıyor / Ve her yerde ölüyorlardı / Sefil ve umutsuzca / Bu terk


edilmiş sefil artıklar.”

Gördüğünüz gibi tamamen Türk düşmanlığı ve Türklere yaptıkları zulüm, katliam ve


soykırımları bir maharet gibi anlatan, beyinlere işleyip bu düşmanlığı körükleyen bir
milli marşları var.

Tarih Boyu Savaş Kaybettiği Halde Toprak Kazanan


Ülke:
Yunan çeteleri 1821 yılında İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle isyan etmi ş, büyük
katliamlar yaparak kadın-çocuk onbinlerce Türk ve müslümanı öldürerek Mora’da
devletini ilân etmişti. Mısır’dan ibrahim Paşa kumandasında gelen Osmanlı askerleri
1825’te Mora’ya ayak bastı ve 1827 yılında Atina’nın ele geçirilmesiyle Yunan isyanı
tamamen bastırılmış oldu. Ancak İngiltere, Fransa ve Rusya harekâtın durdurulması
için Osmanlı’ya ultimatom verdiler. Osmanlı geri çekilmeyince bu üç ülkenin
donanması Navarin’de Osmanlı donanmasına saldırdı. Donanmasının büyük kısmını
kaybeden İbrahim Paşa harekâtı durdurmak zorunda kaldı. 1832 yılında Osmanlı
Yunan Devletini tanıdı.

Bu ülkelerin desteği ile Mora yarımadasında devlet kuran Yunanlılar sürekli


genişlemeye çalıştı, Osmanlı idaresi altındaki Rumları kışkırtıp terör eylemleri yaptı.
Bunun üzerine Osmanlı 1897 yılında Yunanistan’a savaş ilân etmek zorunda kaldı.
Osmanlı orduları Yunan ordularını kesin bir yenilgiye uğrattı. Atina’yı ele geçirmek
üzere iken Rusya’nın ultimatomu ile savaş durdu ve sonra yapılan anlaşma ile
Osmanlı Teselya’dan da geri çekildi.

Yunanistan’ı uzun süre Avrupa’dan gelen krallar idare etti.

Yunanistan yine bu büyük devletlerin desteği ile 1919 yılında İzmir’e asker çıkartarak
Anadolu işgaline başlamıştır. Bu işgalde de en büyük destekçisi İngiltere olmuştur. 1.
Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın ordusu dağıtılmış ve silahları teslim edilmiş
olduğu için Türkiye 3 yıl boyunca Yunan ordusunun karşısına denk bir kuvvet
çıkartamamış, nihayet 1922 yılında Büyük Taarruz ile Yunan ordusu yok edilmiştir.

Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Batı Anadolu hayali ve ordusu yok olan Yunanistan’ın
buna rağmen topraklarını genişletmesine şöyle vurgu yapmaktadır: “Türk ordusu,
Yunan ordusunu bitirmiştir. Yunan ordusu diye bir şey kalmamıştır. Ama allem
etmişlerdir kullem etmişlerdir ordusuz Yunanistan, Yunan topraklarını büyütmüştür.
Yani genişletmiştir.”

Yunanistan nihalet 1947’de İtalya’nın elinde olan adaları da topraklarına katmıştır.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 90’lı yıllarda yaşananları ise
eserinde şöyle nakletmişlerdi:

“Kıbrıs konusu gündemde tutulup, Rumlara peşkeş çekilmek isteniyor, Ege


sorununda Yunan tarafını destekliyorlardı. İnsan Hakları meselesi gibi çeşitli
bahanelerle Türkiye’ye baskı yapıyorlar, Filistin İsrail’in zulmü altında, Keşmir de
Hindular’ın esareti altında inliyordu. Bunlarla da kalınmıyor, Çeçenistan Rus
mezalimi altında eziliyordu. Bütün bunlar Yeni Dünya Düzeni’nin ve baştakilerin
sorumsuz, liyâkatsiz politikalarının eseri idi.
Türkiye, eline geçen çok büyük fırsatları kaçırmış, batıcı ve Amerikancı
yaklaşımlarla hadiselere yaklaşılmıştır.”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Sözler ve Notlar 6”, s. 522-523)

Binaenaleyh Yunanistan’ın çığırtkanlıklarına bakarsanız hep gözü arkasındadır.


Avrupa, Amerika arkamda mı, yanımda mı diye bakar. Öyle alışmışlar. Bir savaş
çıkartırsam, onların desteği ile yine bir şeyler kopartabilir miyim hülyasındalar. Bütün
konuşmalarına bakarsanız. “Bir savaş çıkartırsak acaba Amerika, Fransa bizi yalnız
bırakır mı?” şeklinde bir bilinç altına sahip olduklarını görürsünüz.

Meselâ ABD ile Savunma İşbirliği Anlaşması’nın imzalanmasından duyduğu


memnuniyeti anlatan Yunan Kathimerini gazetesinden Tom Ellis, Yunanlıları bu
bilinçaltı ile kendince uyarıyor; “Kendimizi kandırmayalım” diyor ve
sonra “Yunanistan’ın toprak bütünlüğünün ve egemenlik haklarının korunmasına,
uluslararası hukuk ilkelerine ve Deniz Hukuku’na verilen desteğe yapılan atıflar
faydalıdır ve sembolik ağırlık taşır ancak -daha önce de sık sık söylediğimiz gibi- kimse
bizim için savaşmayacak” ifadelerini kullanıyor.

Unuttukları bir şey var, ne Rusya eski Rusya, ne Amerika eski Amerika, ne Avrupa
eski Avrupa. Hiçbirisinin Yunanistan için savaşacak dermanı ve eski gücü yok. Artık
hiçbir halk 100 yıl önceki 200 yıl önceki gibi başkaları için savaşmıyor. Türkiye ise; 40
yıldır savaşan, dünyanın en tecrübeli askerine, kendi silahına ve savaşma azmine
sahip bir ülke. Küffarın seneler sürecek dediği savaşları kırk günde, elli günde kesin
zaferle neticelendiren bir ordumuz var. Afrin’de, Karabağ’da olduğu gibi.

Bu Yunanlılar bir aptallık yaptığında kesin ve net bir cevap vermek boyn umuzun
borcudur. Haçlı Batı’nın bu şımarık çocuğuna pabuç bırakma devri artık geride
kalmıştır.

Yunanistan’ın ABD İle Yaptığı Anlaşma:


Yunanistan Amerika ile olan savunma işbirliği anlaşmasını genişleterek yeniledi. Daha
önce birer yıllık yapılan uzatmalar bu sefer beş yıllık yapıldı ve bu beş yılın sonunda da
taraflardan birisi çekilmezse anlaşmanın süresiz uzayacağı belirtildi.

ABD-Yunanistan Savunma İşbirliği Anlaşması uyarınca Yunanistan, Türkiye sınırın daki


Dedeağaç Üssü ve Girit Adası’ndaki Suda Üssü de dahil olmak üzere, ülkedeki
Amerikan üslerinde daha fazla ABD askerinin konuşlandırılmasına izin verecek. Ayrıca
ABD, Yunan askeri üslerine de erişim hakkına sahip olacak. ABD güçlerinin
Yunanistan’da tatbikat yapacağı bölgeler genişletilecek.

Yine bu anlaşmayla ABD’nin Ege’de bulunan adalarda yeni üs kurmasının önü açılmış
oldu. ABD Gökçeada’ya sadece 7 mil uzaklıktaki Semadirek Adası’na üs kurma
hazırlığına başladı.
Bu anlaşmanın NATO çerçevesinde Rusya’ya karşı Bulgaristan ve Romanya gibi
ülkelere hızlı güç aktarımı yapmak için yapıldığı söylense de Yunanlı yetkililer açıkça
bu anlaşmayı Türkiye’ye karşı yaptıklarını söylüyorlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını savaş sebebi sayan kararına atıf
yapıyorlar.

Anlaşma imzalanırken konuşan Yunan Dışişleri Bakanı, Doğu Akdeniz ve Ege’de


savaş tehdidiyle karşı karşıya olduklarını söyledi; “Akdeniz’de Yunanistan, bir savaş
sebebiyle (casus belli) karşı karşıya. Burada egemen haklarını kullanmasıyla durum
savaşa gidebilir. Her gün de provokasyona maruz kaldığımızı belirtmeliyim.
Yunanistan, diplomasi yoluyla sorunları çözmede kararlı” diye konuştu.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de Savunma İşbirliği Anlaşması’nın
yenilenmesinin “Doğu Akdeniz ve ötesinde güvenliğe ve istikrara katkıda
bulunacağını” söyledi.

Bu anlaşma Yunanistan’ı ziyadesiyle memnun ediyor ve Türkiye’ye karşı


cesaretlendiriyor. ABD’nin bunu görmemesi mümkün mü? Amerika eskiden dikkat
ettiği Türk-Yunan dengesini artık terketmiş durumda ve açıkça Yunanistan’ı
destekliyor.
Görüyorsunuz tehlike büyük, Haçlı Batı devletleri Türkiye’yi batıdan Yunan ile;
güneyden PKK, YPG ile sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Bunu bize 40-50 senedir Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri söylüyordu. Ve bugün
tahakkuk etti.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri “Türkiye’nin iki yerden kıskacı
var. Hiç ummadığımız yerden.” buyurmuşlar; Türkiye PKK gibi terör örgütlerini
vurduğunda yahudinin onların arkasında duracağını; diğer tarafta da düşman
Yunanistan’ın bulunduğunu haber vererek, tehlikelere karşı ikazda bulunmuşlardı:

“Binaenaleyh Türkiye vurursa yahudi karşılayacak ve dünya da oradan


karışacak. Diğer taraftan da Yunanistan var, düşman var. Onun için zaten o ne
murad ettiyse o olacak. Ve dünyayı birbirine vurduracak, yok edecek.

Yunanistan füzelerine güveniyor. Dediğim gibi, Türkiye’de de atom var.

... Takdir ne ise o olacak. Hüküm O’nundur. Mülk O’nundur.”

“İsrail demek Amerika demek, Amerika demek hıristiyan alemi demek.”

“Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demektir.”

“Dikkat ederseniz ordu Irak hududunu geçti. Her an için çatışma başlayabilir.
Ama ilâhî takdir nasıl olacağını Allah bilir.

Diğer taraftan Yunan hiçbir zaman rahat durmaz. Onun için bu iki cephemizde ...
Rabb’im korusun!” (2006)

Amerika Batı Trakya’da:


ABD’nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt bu görüşmeler esnasında, “Kasım ayında
Dedeağaç limanına yeni bir sevkiyat gerçekleştireceğiz. Bu defa Dedeağaç’a gelecek
uçak ve helikopterlerin sayısı öncekilerinden daha fazla olacak. Gördüğünüz gibi her
defasında daha güçlü hareket ediyoruz” diye konuştu. İlk aşamada, “USNS Yuma” adlı
hızlı askeri nakliye gemisi Dedeağaç limanına gelerek, saldırı helikopterleri, insansız
hava araçları (İHA), tank, zıhlı araç ve çeşitli askeri malzemeleri bölgeye yığacak.
Haberinde Ta Nea gazetesi, “ABD, Yunanistan’a bugüne kadarki en büyük çıkarmasını
yapacak” ifadelerini kullandı.

Amerika’lı yetkililerin siyasi cümlelerle ifade ettikleri Yunan desteğini ABD Atina
Büyükelçisi daha pervasız sözlerle dile getiriyor ve Yunanistan’a tabir caiz ise kuvvetli
gazlar veriyor.

Saddam da Amerikan büyükelçisinin oyununa gelip Kuveyt’i işgal etmişti. Amerika’nın


Bağdat büyükelçisi Glapsie, işgalden bir hafta önce Saddam’la yaptıkları görüşmede
Irak’ın Kuveyt sınırına yaptığı yığınağı bile bile “Amerika’nın araplar arası
anlaşmazlıklara karışmadığını” söylemişti. Devamını hepimiz biliyoruz.
Şimdi de görülüyor ki Amerika, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı haddinden fazla
cesaretlendiriyor.

Aslında Amerika bir taşla birkaç kuş vu rmuş oluyor. Amerika Yunanistan’a yerleşerek
tehdit olarak gördüğü Rusya, Çin ve Türkiye’ye karşı pozisyon almış oluyor.

Karadeniz’e gemilerini istediği gibi sokamayan Amerika Batı Trakya üzerinden


Karadeniz’e yol bulmaya çalışıyor.

Yine Akdeniz’de birçok ülkede limanların işletmesini satın alan Çin Yunanistan’ın en
büyük limanı Pire’yi de satın almıştı. Bir Rus şirketi de Selanik limanını satın aldı.
Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin önünde askerî garnizonlar kurmaya çalışan ABD,
Yunanistan’a yerleşerek önemli bir konum elde etmiş oldu.

Diğer yandan bildiğimiz üzere ABD Başkanı Biden yakın zamanda Suriye meselesi
hakkında konuşurken Türkiye’nin PKK’ya karşı haklı müdahalelerinin ABD’nin
güvenliği için tehdit oluşturduğunu söyledi. ABD’nin Türkiye’yi teh dit olarak gördüğü
birinci ağızdan itiraf edilmiş oldu. Bu yüzden ABD’nin Batı Trakya’ya yerleşmesinin en
önemli sebeplerinden birisinin Türkiye’yi kuşatmak maksadı taşıdığını rahatlıkla
söylemek mümkündür.

Amerika’nın Başında Yunan Var:


Bilindiği üzere Amerikan Başkanı Biden “Ben onursal ve fahri Yunanım” demişti.

Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalesinden bir yıl önce senatör olan Biden,
uzun yıllar boyunca Türkiye’ye Kıbrıs’tan çekilme çağrısı yaptı. 1987 yılında da
Birleşmiş Milletler’in (BM) bu doğrultuda aldığı karara uymadığı için Türkiye’ye yeniden
ambargo uygulanmasını öngören kanun taslağını hazırlayan ve Kongre’ye sunan
isimlerden biri oldu. Bu tasarı Kongre’de yeterli oyu alıp yasalaşamadı.

1999 yılında da Türkiye’ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest


bırakılmasını Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak veto etmişti.

Başkan olmadan önce 1915 olaylarının “Ermeni Soykırımı” olarak tanınması gerektiğini
savunuyordu. 24 Nisan 2020’de, 1915 olaylarının 105. yılında yaptığı yazılı
açıklamada Senato’daki çalışmalarını hatırlatarak, “soykırımın tanınması için yürütülen
çabalara liderlik etmekten gurur duyduğunu” söylemişti. Nitekim 24 Nisan 2021’de
yaptığı yazılı açıklamada soykırım ifadelerini kullanarak şöyle dedi: “Her yıl bu günde,
Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımında hayatını kaybeden herkesin hayatını
hatırlıyor ve kendimizi böyle bir vahşetin bir daha yaşanmamasına adıyoruz. 24 Nisan
1915’ten itibaren Konstantinopolis’teki Ermeni aydınların ve cemaat liderlerinin
Osmanlı makamları tarafından tutuklanmasıyla bir buçuk milyon Ermeni, imha
kampanyasında sürgün edildi, katledildi veya ölüme yürüdü.”
Görüyorsunuz Amerika’nın başında Türk düşmanlığı ile iyice temayüz etmiş, kendisini
“Yunan” olarak tanımlayan bir şahıs bulunmaktadır. Gerek Ermenilerin sözde tezlerini
kabul etmesi gerek İstanbul’a Yunan dili ile “Konstantinopolis” demesi içindeki gerçek
niyeti gösteriyor.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in de Biden’den aşağı kalır bir yanı yoktur.

ABD Kongresi ise sanki Ermeni-Yunan Kongresi gibi, neredeyse Türkiye karşıtı
olmayan kimse yok.

En son üç kongre üyesi Türkiye’nin talep ettiği F-16’ların verilmemesi için mektup
yazdı.

Türkiye’yi karşılarına almaya çekindikleri için düşmanlıklarını frenliyorlar.


Yunan’dan Nükleer Tehdit; Yunanistan’ın Fransa İle
Yaptığı Anlaşma:
Yunanistan’a en açık desteği Fransa veriyor. Fırkateynler, füzeler, uçaklar ...
Yunanistan hangi silahı isterse en kısa zamanda gönderiyor. Kimisini hibe ediyor.

Fransa Türkiye’den çok rahatsız. Bunun en büyük sebebi yıllardır sömürdüğü Afrika
ülkelerine Türkiye’nin yaptığı açılım. Bu sömürgeci yamyamların bir kuruşuna engel
olduğun zaman hemen düşman kesiliyorlar.

Yunanistan Amerika ile yaptığı anlaşmadan önce Fransa ile Savunma İşbirliği
anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre iki ülkeden biri saldırıya uğrarsa diğeri saldırıya
uğramış kabul edileceği karara bağlandı.

Fransa ile imzalanan anlaşmayı, Fransa ile Almanya arasında imzalanan Aachen
Antlaşması’na benzeten Yunan Başbakan Miçotakis, anlaşmanın özünde “taraf lardan
birinin saldırıya uğraması olasılığında diğer ülkenin askeri yardımını öngördüğünü”
söyledi.

Yunan Başbakanı Miçotakis, Yunan parlamentosunda Fransa’nın Yunanistan ile


imzaladığı Savunma ve Güvenlik Alanlarında İş Birliğine Yönelik Stratejik Ortaklık
Anlaşması hakkında yaptığı konuşmada Fransa’nın anlaşma çerçevesinde Atina’ya
vermesi öngörülen desteği değerlendirirken;

“Yunanistan’ın tarihinde ilk defa, olası bir saldırı anında kıtamızın en güçlü, BM
Güvenlik Konseyi üyesi ve AB’nin yegane nükleer gücü olan Fransa’nın -askeri dahil-
yanında yer alacağını taahhüt ettiği tarihi bir anlaşmadır” dedi.

Bu hususta Tümamiral Cihat Yaycı dikkate alınması gereken şu sözleri söylemektedir:

“Fransa ile Yunanistan savunma iş birliği anlaşması imzaladı. Yunan m illi savunma
bakanı ne dedi? AB’nin tek nükleer gücü artık arkamızda dedi bu anlaşmadan sonra.
Bu bir uluslararası suçtur. Bir kere bunu Türkiye’nin çok iyi kullanması lâzım. Yani
imzaladığı anlaşma ile nükleer güç kullanmakla başka ülkeleri, başka milletl eri tehdit
ediyor Yunanistan/Yunan devlet adamları! Bunun BM ve dünya kamuoyu nezdinde
derhâl çok sert prostesto edilmesi ve duyurulması lâzım. Bu uluslararası hukukta
yasaklanmış bir konuşma tarzıdır. Siz normal konvansiyonel silahla da tehdit
edemezsiniz, hele nükleer silah kullanımı konusunda hiç kimse hiç kimseyi tehdit
edemez! Yani bu BM’nin kuruluş şartlarına aykırı. Bir de şunu hatırlatmak gerekir.
İttifak imzaladığı devletin sahip olduğu silahla başkalarını tehdit eden bir devletin,
kendisinin o silaha sahip olduğu durumda dünyayı ne hale çevireceğini düşünmek
lâzım.”

Bunu bir Türk amirali söylüyor. Yunanistan’ın nükleer bomba ile tehdit ettiğini söylüyor.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri seneler evvel söyledi:

“Burada bizim manevî gördüğümüz işler de oluyor. Şimdi Yunanistan’ın plânına


bakıyorum, yahut gösteriyorlar daha doğrusu. İlk hücumları atom olacak. Fakat
şimdiki devletlerin her birisi kendi plânını yürütmeye çalışıyor. Ama başına
geleceğini düşünmüyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Hiçbir belde yoktur
ki, onu ben yıkmamış bırakayım.’

Yunanistan’ın plânına baktım, atomunu atacak, Kıbrıs’ta askerini serbestçe


yürütecek. Fakat Türkiye’nin ona ne atacağını o bilmiyor. Türkiye’de de aynı
atom bombası var. Ama füze ile yoksa tayyare ile var.”

Yani bunların niyeti bu. Ellerinden geldiği an nükleer silah kullanmaktan bile
çekinmeyecek bir tıynete, kin ve düşmanlığa sahipler.
Yunanistan’ın bu tehditi üst perdeden dile getirilmelidir, ki böylece Türkiye’nin de bu tür
silahları edinmesi yönünde dünya kamuoyu oluşturulmuş olur.

Her türlü tedbiri almamız lâzım. Her türlü silahın bizde de bulunması lâzım. Zira
bunlardan her şey beklenir.

Afrika’nın İliğini Sömüren Fransa:


Fransa Afrika’nın büyük bir kısmını sömürgeleştirmiş ve bugün hâlâ birçok Afrika
ülkesinin doğal kaynaklarını sömüren, bu ülkelerin paralarını gasbeden bir ülkedir.

Geçtiğimiz yüzyılın başında Libya, Sudan, Kongo’nun batısında kalan bütün Batı Afrika
birkaç devlet hariç Fransa’nın sömürgesiydi, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa
Trablus’un güneyindeki bütün Batı Libya’yı işgal etmişti. Kaddafi’yi ilk bombalayan,
Libya’yı karıştıran Fransa’dır.
Aç gözlü, soykırımcı Fransa Afrika’yı kendi mülkü zannediyor.

Fransız sömürgesi Afrika ülkeleri bugün bağımsızlığını kazanmış olsalar da halen


Fransa güdümündedir.

Afrika’da 54 ülkenin 27’sinini resmî dili Fransızca’dır. Fransa 1961’den beri 14 Afrika
ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Bu ülkeler para olarak Fransa’ya ait CFA
Frangı kullanıyorlar. Afrika Finansal Topluluğu’nu (CFA) kuran anlaşmanın hükümleri
uyarınca bu ülkeler döviz rezervlerinin en az yüzde 85’ini Fransız Merkez Bankasında
tutmakla yükümlü. Üstelik kendi paralarının yüzde 20’sinden fazlasını talep etmeleri
durumunda Fransa’nın veto hakkı bulunuyor. Fransız h azinesi, Afrika’dan yıllık 500
milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. Yine bu ülkelerin çoğunda büyük ekonomik
varlıkların tümü Fransız şirketlerinin elinde.

Yakın zamanda Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi 15 ülke 2020 yılı
Temmuz ayı itibarıyla sömürge döneminden kalma 74 yıllık Fransız sömürge parası
CFA frangını kaldırarak ortak para birimine geçeceklerini ve ECO ismini verdikleri para
birimini kullanacaklarını ilân ettiler. Fransa bu açılımı destekliyor gibi yapıp sömürüye
devam etmeye çalışıyor.

Ruanda’daki soykırımın sorumlusu olan, lejyon birlikleri ile işgallerini sinsice devam
ettiren bu faşist, soykırımcı yamyamlardan kıtanın mazlum halklarını, müslüman
halklarını düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Fransız sömürgesi Çad’ın paralı milislerinin
Libya’nın güneyindeki faaliyetlerini Fransa’dan bağımsız düşünebilir miyiz?

Çoğu müslüman olan bu ülkelere Türkiye’nin yaptığı açılım, elçilikler açması, THY’nın
seferler düzenlemesi Fransa’yı çok rahatsız ediyor. Zira bu ülkeler daha önce
seyahatlerinde bile Afrika’daki bir ülkeden diğerine veya dünyanın herhangi bir yerine
uçakla gitmek için Paris üzerinden aktarma yapmak zorundaydı.

Bu ülkeler Türkiye’nin el uzatmasından memn unlar ve Fransız boyunduruğundan


kurtulmaya çalışıyorlar. En son Ekim ayında cumhurbaşkanının 4 Afrika ülkesini
ziyaret etmesinde olduğu gibi bu gibi faaliyetler Fransa’yı hop oturup hop kaldırıyor.

Yunanistan Saldıramaz Rahatlığında Olanlar Var, Oysa;


HER AN BİR KIVILCIM ÇIKABİLİR:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Yunanlılar saldırmak için kararlılar. Bir anda saldıracaklar.” buyurmuşlardı.

Çok müteyakkız olmak lâzımdır. Ani bir saldırıda hazırlıklı olmazsak zayiat çok olur,
kendimizi toparlayıncaya kadar Trakya’da ilerleyebilirler.
Konunun uzmanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye ile Yunanistan arasında son
dönemde tırmanan gerilime ilişkin yaptığı bir açıklamada konuyla ilgili şu ifadeleri
kullandı:

“Kimseyle müzakere etmeden S-400’leri aktive etmemiz elzem hale gelmiştir.


Bunları aktive ederek, devletimizin ve milletimizin güvenliğini sağlamamız
lâzımdır. S-400 sistemi bir taarruz sistemi değildir, bir saldırı silahı değildir. Bu
sistem bir savunma silahıdır. Sizin ülkenize bir uçak girerse işte o zaman onu
düşürmek için devreye girer bu sistem. Yoksa siz S-400 sistemiyle Yunanistan’ı
bombalayamazsınız. S-400 sistemiyle Şam’ı bombalayamazsınız, öyle bir şey
yok. Bu yerden havaya atılan, adı üstünde hava savunma sistemi, hava taarruz
sistemi değil. Ama Yunanistan’ın aldıklarının hepsi taarruz sistemi. Kime karşı?
İtalya’ya karşı mı? Arnavutluk’a karşı mı? Makedonya’ya karşı mı? Bulgaristan’a
karşı mı? Kime karşı? Türkiye’ye karşı.” (Haberler.com, 19 Ekim 2021)

Bu düşmanlıkların, özellikle Yunanistan’ın bu silahlanma ihtirası ve hasmane


tavırlarının çok ciddi bir şekilde ele alınması gerektiği halde Türkiye’de büyük bir
kesimde ve halkta bir rahatlık var.

Nasıl ki PKK gibi Ermenistan gibi çirkef ve şirretlerle uğraşıyorsak bunların şeddeli bir
benzeri de Yunanistan’dır. Bunlara karşı kesinlikle çok temkin li, tedbirli ve hazırlıklı
olmamız lâzımdır.

Bunların üsluplarına ve yapılan açıklamalara bakarsanız her an karasularını 12 mile


çıkartma kararı alabilirler. Bunu Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Bunu kabul
etmeyen Türkiye’nin gemileri bu sahaya girdiğinde Yunan’ın müdahale etmesi demek
savaşın başlaması demektir.

İş her zamankinden daha nazik bir hal almıştır.

Yunanistan’ı çok küçümsüyoruz, Türkiye aşağıda meşgulken ani bir saldırı ile füzelerle
bize saldırabilirler.

Nihayetinde harp de bir afattır, imtihandır. Allah-u Teâlâ cihad edenlerle etmeyenleri
ayırt etmek için bu imtihan ve ibtilâlarla bizleri denemektedir.

İmtihan edilip de temize çıkarılmadan cennete girilmeyeceği, Uhu d savaşı hakkında


inen bir Âyet-i kerime’de beyan buyurulmaktadır:

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenlerle etmeyenleri, sebat edenlerle


etmeyenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?” (Âl-i imrân:
142)

Âyet-i kerime’de cihadsız ve sabırsız, imtihan edilmeden ve Allah -u Teâlâ’nın kendi


yolunda cihad edenleri, düşmanlarına karşı direnmekte sabır gösterenleri belirtmeden
cennete girilebileceğini sanan kimselerin bu düşünceleri reddedilmektedir.
Her çeşit ibtilayı Hazret-i Allah indiriyor. Bu musibetlere karşı tek sığınağımız yine
Allah-u Teâlâ’dır. O’nun merhametine nâil olabilmek için O’na sığınmalı, O’nun lütfuna
ihsanına dayanarak, O’nun uğrunda cihad ve sebat etmeliyiz.

“Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve
Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz.” (Enfâl: 45)

12 Mil Meselesi:
Bilindiği üzere Ege Denizi (Adalar Denizi) içerisinde birçok ada bulunan bir deniz.
Kurtuluş Savaşı’nda bir donanmamız olmadığı için buradaki irili ufaklı adaların
tamamına yakını Yunanistan’da kalmıştır. Lozan’da karasuları 3 den iz mili olarak
karara bağlanmıştır. Daha sonra bu 6 mile çıkarıldığında Türkiye buna pek ses
çıkarmadı. Ancak günümüzde birçok devlet karasularını 12 mile çıkarmış durumda.
Yalnız bunun başka bir devletin aleyhine olmaması lâzım.

Eğer Adalar Denizi’nde Türkiye 12 mili kabul ederse Yunan adaları Türkiye’nin
batısında adeta bir duvar haline geliyor; hiçbir ticari, askerî gemi Anadolu’dan açık
denize çıkamaz, balıkçılarımız Anadolu kıyılarından öteye açılamaz duruma düşüyor.
Karasularının 6 milden 12 mile çıkması durumunda Adalar Denizin’de %40 olan Yunan
payı %70’e çıkıyor. Bu durumdan sadece Türkiye değil boğazları kullanan bütün
Karedeniz ülkeleri de etkileniyor, Akdeniz’in önünü Yunan karasuları kapatmış oluyor.
Boğazlardan izinsiz geçebilen gemiler, Adalar Denizi’nden izinsiz geçemez duruma
geliyor.

Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye böyle bir şeyi kabul edebilir mi?

Yunanistan işte bu kadar pervasız, bu kadar çirkef bir politika yürütüyor. Ve hiçbir Batı
ülkesi de yahu sen ne yapıyorsun demiyor.

Yunanistan hali hazırda karasularını 6 mil hava sahasını 10 mil kabul ettim diyor, bu
yüzden sürekli Türk uçakları hava sahama girdi diye yaygara kopartıyor.

Yunan Parlamentosu Cumhurbaşkanı’na karasularını 12 mile çıkarma yetkisini seneler


önce vermiş durumda. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise 1 Haziran 1995 yılında aldığı
kararla Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkartmasının savaş sebebi olduğunu ilân
etti.
Çirkef Yunanistan sürekli bunun yaygarasını yapıyor. Savaşı göze alamadığı için
karasularını 12 mile çıkartma kararını almıyor. Ancak son zamanlarda Amerika ve
Fransa ile yaptığı Savunma İşbirliği Anlaşmalarından cesaret alan Yunanistan her an
bir karar alabilir.

Yunanistan geçtiğimiz aylarda İtalya’ya bakan kıyılarında İyon Denizi’nde karasularını


12 mile çıkardı, yoklama çekiyor.

İnsan Yaşamayan Adacık ve Kayalardaki Yunan İşgali:


Yunan Megali İdea’sına göre hareket eden Yunanistan bütün Ege’yi ve Ege’deki bütün
adaları ele geçirmeye çalışıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ve FETÖ’nün Hoşgörü
Diyalog fitnesini fırsat bilerek Ege’de burnumuzun dibindeki birçok insansız adacık ve
kayalıklara insan ve asker yerleştirdiler. “Su uyur düşman uyumaz” atasözünü bilfiil
bize gösterdiler. Biz uyurken buralara yerleştiler. Maalesef Türkiye aman hır çıkmasın
diye buna göz yumdu. Şimdi Yunanistan bu insansız adacıkları da sahipleniyor ve bu
boş adacık ve kayalıkların da karasuları olduğunu iddia ediyor. Türkiye’nin bunları
buralardan defetmesi lâzım, ancak bu takdirde savaş çıkartan ü lke durumuna düşmüş
olacak.

1996 yılında yaşanan Kardak krizi buna güzel bir örnektir. Kardak kayalıkları 2 ayrı
kayalıktan meydana geliyor, Yunanlılar birisine asker çıkartıp donanması ile her iki
kayalığın etrafını kuşattılar. Türkiye saldıran taraf olmamak için müthiş bir operasyonla
SAT komandolarını asker bulunmayan diğer kayalığa çıkarttı. Komandolarımız Yunan
donanmasının arasından tereyağından kıl çeker gibi geçip Yunan askeri olmayan
kayalığa çıkıp Türk bayrağı çektiler. Sabah Türk askerini gören Yunanistan büyük bir
şoka uğradı. Türk askerine silah çekemeyince büyük bir hezimetle geri çekilmek
zorunda kaldı.

Adalar Meselesi ve Adaların Silahlandırılması:


Adalar Denizi’ndeki (Ege’deki) bazı adalar Lozan anlaşmasına göre
silahsızlandırılması şartı ile Yunanistan’a devredilmişti.

Oysa Yunanistan her türlü pervasızlığı, çirkefliği yaptığı gibi bu adaları da


silahlandırmış durumda.

Türkiye yıllar yılı Avrupa hülyası ile küfrü ve kâfirleri hoş görme uğruna bunlara ses
çıkarmadı, yapması gerekenleri yapmadı.
Şimdi Yunanistan o kadar gemi azıya aldı ki, Yunan ana karasından yüzlerce km
uzakta, Türkiye’nin burnunun dibindeki adalarda tatbikat yapıyor, arkasına İzmir’i alıp
resim çektiriyor.

Ancak Türkiye adaların devri için silahsızlandırma şartı olduğunu, bu şart ortadan
kalktığı için devir işleminin de geçersiz hale geldiğini iddia etme hakkına sahip olmuş
oluyor.

Yunan’a karşı bu gibi proaktif politikalar uygulamaktan çekinmemek, gereken her şeyi
yapmak lâzım.

Mavi Vatan’ı Yunan Hazmedemiyor:


Bazı amirallerimizin gayreti ile Türkiye’nin gündemine giren “Mavi Vatan” kavramı ve
Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki hak ve menfaatlerini müdafaa etmeye başlaması
Yunanistan’ı adeta kudurtmuş durumda. Sinsi sinsi Ege’yi Yunan gölü, Avrupa Birliği
sürecini kullanarak Kıbrıs’ı Yunan adası haline getirmeye çalışan Yunanistan’ın
hayalleri büyük sekteye uğradı.

Ve fakat Yunanistan hakkı olmayanı hak kabul etmekte o kadar çizmeyi aşmış
durumda ki Türkiye’nin kendi hakkını müdafaa etmesini kendisine yönelik bir tehdit
olarak lanse ediyor ve öyle inanıyor. Halkından gazetecisine, profesöründen bakanına,
başbakanına hepsi böyle. Yunanistan’da öyle bir paranoya öyle bir kamuoyu var ki işin
hakikatini bilenler gıkını çıkartmaktan çekiniyor. Yunanistan’ın adeta Amerikan işgaline
uğramasına itiraz edenler bile Türkiye’ye karşı söz söyleme ihtiyacı hissediyorlar.

Batı Trakya’da Yunan Zulmü:


İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi’ne
verdiği röportajda Yunanistan’ın uyguladığı baskıların bazılarını şöyle anlatmıştır:

“Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının “Türküm” demesi yasaktır. Kurduğu ve


kuracağı derneklerde “Türk” kelimesini kullanması yasaktır. Eskiden okullarda “Türk
İlkokulu” yazarken sonraları “Miyonotiko” (Azınlık) veya “Muslumaniko” ifadeleri
kullanılmıştır.

... Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı mensubu milletvekili, müftü, belediye
başkanları veya dernek başkanlarının Türk olduklarını ifade etmeleri veya “Azınlık
Türk’tür.” gibi ifadeler kullanmaları mahkemeye verilmelerine yol açmaktadır.

... Vakıf idaresinin azınlık tarafından seçimle iş başına gelmesi lâzımken cunta
döneminden beri vakıf idarelerine Yunan vatandaşları tayin ile gelmektedir. Malların
idaresi Yunanın elinde. Azınlık vakıflarına ait mallar satılmakta veya az bir kira
karşılığında Yunanlara peşkeş çekilmektedir.

... (Müslüman Türkler) 90’lı yıllara kadar müftü seçimini bir şekilde yerine getirmiştir.
Yunanistan 90’lı yıllardan sonra azınlığı hiçe sayarak müftü tayinine gitmiştir. Azınlık
da aynı yıllarda müftü seçimine gitmiş ve önce İskeçe’de, sonra da Gümülcine’de
kendi müftüsünü seçmiştir. ... Seçilmiş ve atanmış müftü uygulaması halen de devam
etmektedir.

... Azınlık mensubu Türk’üm diyorsa hiçbir kamu işine alınmaz.

... Azınlığın çözüm bekleyen en acil sorunu eğitimdir. Oku llarımız kapatılmaktadır.

... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi azınlığı haklı bulmuştur. Ama Yunanistan
mahkemenin kararına uymayarak müftülere makamlarını iade etmemiştir. İskeçe Türk
Birliği’nin de tabelası iade edilmemiştir.”

Güya Avrupa Birliği üyesi Yun anistan’da yaşananları görebiliyor musunuz?


Lozan’da o günün şartlarında müslüman azınlık tabiri kullanıldı diye Türklerin
kimliklerini ifade etmesini engellemek için her türlü zulmü, her türlü baskıyı yapıyorlar.

Oysa kendileri Lozan’da silahsız olması şartıyla Yunan’a bırakılan adaları


silahlandırıyorlar.

Bunlarla kendi üsluplarıyla mücadele etmek şart olmuştur.

Bize Saldırmaya Kararlı Olan Yunan’a Karşı;


Cesur, Basiretli, Dirayetli, Atak Bir Dış Politika
Uygulamanın Lüzumu:
Osmanlı döneminden gelen anlaşmalarda ve Lozan anlaşmasında Türkiye Girit’i olsun,
12 Adalar’ı olsun, diğer bazı adalar olsun, bunların bir kısmını Yunan’dan başka
ülkelere geçici olarak devretmiş, hatta bazılarını hiç devretmemiştir. Ancak Türkiye’nin
pasif tutumu sebebiyle Yunan bu nların hemen hepsine konmuş, asker yerleştirmiştir.
Özellikle Girit ve 12 Adalar’ın Yunan’a hediye edildiği 1947’deki Paris Konferansı’nda
Türkiye’nin temsil dahi edilmemesi İnönü devrinin en büyük hatalarından birisi olarak
tarihe geçmiştir.

Türkiye bu haklarını; Yunan’a devretmediği adaları, Batı Trakya’daki Türklere


uygulanan zulmü, Yunan’ın nükleer tehdidini, Türkiye aleyhine imzaladığı askerî
anlaşmaları, Amerikan üslerini, Münhasır Ekonomik Bölge tezlerini daha aktif bir
politika ile dile getirmeli ve uluslararası kuruluşlar nezdinde her türlü girişimi
yapmalıdır. Askerî olarak bir girişimde bulunmasa bile “Hukuken hakkım var, günü
geldiğinde bunu kullanacağım” demelidir.
Bu siyasetin faydası şu olacaktır ki, bir defa Türkiye’nin kendi kamuoyu bu haklarının
farkında olması gerekmektedir.

Diğer yandan burada uzun uzun anlatmaya çalıştığımız üzere Yunan saldırmaya
kararlı ve saldıracak. Yunan haksız bir saldırı yaptığında Türkiye haklı olarak karşı
taarruzda bulunacaktır. Bu taarruzda Batı Trakya, Adalar Denizi’ndeki adalara sahip
olmamızın yolu, hakkımız olanı almanın yolu açılacaktır.

Kıbrıs’ta bizi çıkarmak için her türlü baskıyı yapıyorlar ancak orada garantörlük
anlaşmamız olduğu için daha ileri gidemiyorlar. Eğer biz bu haklarımızı dile
getirmezsek küffar devletleri o gün geldiğinde daha büyük baskı yapabilir. Bugüne
kadar olduğu gibi hakkımız olanı tekrar Yunan’a vermeye kalkabilir.

Biz bu haklarımızı dile getirmeliyiz ki; haklı olduğumuzu, hakkımız olduğunu, dost da
bilsin, düşman da bilsin.

Küffarın Hedefi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:

“Allah-u Teâlâ küffârın, müslümanlara karşı gönüllerinde besledikleri kin ve


nefretin büyüklüğüne dikkati çekerek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:

“Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür!

Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.”(Âl-i imran: 118)

Bu Âyet-i kerime küfre ve kâfirlere meyledenler için bir ihtardır. Yâni size bu ilâhî
hükümleri hatırlatıyoruz ki, onlardan her zaman uzak durun ve tehlikelerinden
sakınmak için dâima uyanık bulunun. Onlara bu gözle bakma istidâdını
kaybedenler, bu tehlikeyi idrakten de mahrum kalmışlardır. Bu ilâhî hüküm
hatırdan çıkarılmamalı; bugün ellerine fırsat geçse yine aynı şeyleri yapacakları
unutulmamalıdır.” (“İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN İÇYÜZÜ”,
s. 320)

Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık
olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman
uzun zamandır yaşanmış değildi.

Amerika başta olmak üzere bütün küffar Batı devletleri terör örgütlerini maşa olarak
kullanıyor, alenen destek veriyorlar. PKK gibi kendilerinin dahi terör örgütü kabul ettiği
teröristlere her türlü silâhı, aklı, parayı veriyor, devlet kurdurtmaya çalışıyorlar. Bu gibi
teröristleri Türkiye’ye saldırtıyor. Bu küffarın maşaları da “Arkamda Amerika
var.” diyerek Türkiye ile savaşmaya kalkıyor. Halbuki başına geleceklerden haberi yok.

Atalarımız ne güzel söylemişler: “Domuzdan post, kâfirden dost olmaz.”

“‘Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde


fitne ve büyük bir fesat (kargaşalık) olur.’ (Enfâl: 73)

Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime’sinde küfrü ve kâfirleri bize tanıtmış, onların
birbirleriyle dost olduklarını, müslümanların onları dost edinmesinin yasak
olduğunu, küfür ehlinin müslümanlar için daima kötü fikirler beslediğini, onların
müslümanlara düşman olduklarını, küfür ehlinin birer necis (pislik) olduklarını ve
buna mümasil küffarın iç durumunu bize bildirmiştir.”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN
İÇYÜZÜ”, Nisan 2006, s. 332)

Tarihten Gelen Düşmanlık:


Türklerin İslâm dini ile müşerref olması ile başlayan bin yıllık tarihi süreçte bu millet
İslâm dinine bir kale, müslümanlara ve İslâm ülkelerine önder ve umut olmuştur.
İstanbul’un alınması ise Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısını ortadan kaldırdığı gibi
küffarın haçlıların bütün ümidini söndüren bir gelişme oldu.

Sadece Yunanistan değil, hiçbir hıristiyan Batı ülkesi bu durumu hâlâ hazmedebilmiş
değildir.

Tarih boyu milletler inişler, çıkışlar yaşamış, bazı milletler tarih sahnesine çıkarken,
bazıları tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Batı’nın hazmedemediği Türklerin tarih sahnesindeki büyük rolünden ziyade hak ve


hakikatin, İslâm dininin temsilcisi olmalarıdır. Hazmedemedikleri budur. Bu toprakların
İslâm olmasıdır.
Bu hakikatler ortada iken papalar, din adamları, kendi toplumlarına yön veren önderleri
kendi düzenleri bozulmasın diye binbir türlü yalanla halklarına Türk düşmanlığı
empoze ettiler. Türkler’e vahşi, dinsiz, barbar, sapık gibi akla-hayale gelmeyen her
türlü iftirayı attılar.

Batı’yı tanıyan, Batı’da yaşayan bilim insanlarımızın söyledikleri gibi; en yumuşak


huylu dediğiniz bir batılının bile derinine indiğinizde “Türk korkusu ve düşmanlığı”
vardır.
Bu korku ve düşmanlık Batı’nın kültür geni haline gelmiştir.

Küffarın durumu budur. Bunlar bu kadar alçaktır. Bunlara itimat edilmez. Bunlar
düşmandır.

“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden


hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Görüldüğü üzere onların bu düşmanlıkları tarihten gelir. Zira Türkler 500 yıl bunların
üzerinde at koşturmuş, İslâm’ın sancağını dalgalandırmıştır.
Bugün de bu kadar saldırıya rağmen ayakta durmamız ve şehidlerimize rağmen
zaferden zafere yürümemiz; onları telâşlandırıyor ve kudurtuyor. Türkiye her saldırıya
karşı direnç gösterdikçe, küffarın içyüzü ortaya çıktıkça kuduruyorlar, düşmanlıklarını
gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Böylece Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü bize gösteriyor.
Gerek gizli, gerek aleni düşmanlıklarını sergiliyorlar. Yunan’ı, Rum’u, Ermeni’yi, PKK’yı
kullanıyorlar. Türkiye’yi kıskaca almak istiyorlar.

Bu hususta da ittifak halindeler. Çünkü özünde İslâm’a düşmanlar ve Türklere büyük


kinleri var. İslâm’a, Türklere karşı birlik içindeler.

“Küfür tek millettir.” (Hadis-i şerif)

Batı Neden Düşman?


Alman Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelen yahudi profesör P. Neumark (Hukuk
ve İktisat fakültelerinde hocaların hocası olarak ders vermiştir) bir öğrencisinin “Avrupa
bizi neden sevmez hocam?” diye sorması üzerine söylediği mevzuatı birkaç kez
yazılarımızda arzettik. Ehemmiyetine binaen tekrar alıyoruz:

“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmezler ve
sevmeleri de mümkün değildir. Türk ve İslâm düşmanlığı asırlardır kilisenin ve
hıristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. ...”

Daha sonra “Sebeplerine gelince, not ediniz” diyerek on tane sebep saymıştır.

1- Avrupalılar sizleri müslüman olduğunuz ve İslâmiyeti yaydığınız ve müslümanları


asırlarca himaye ettiğiniz için sevmezler...

2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler. Tarihten Türk
çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin
yeniden yazılması gerekirdi. Osmanlı arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imha edildi.

3- Dün Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa’nın sırtında ve ensesinde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Balkanlar ve Orta Avrupa’yı hıristiyan


Haçlılar’a mezar ettiler.

6- Sizi silah ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek, milli ve manevi değerlerinizden


kopararak yendiler ve hâkimiyet sağladılar. Giyiminizden yaşantınıza kadar her şeyi
kendilerine benzettiler. Ahlaki değerlerinizi yıprattılar. Ve sonra kendi içinizde sizi
bölmeye başladılar.

7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı canını, kanını ve malını İslâmiyet uğruna feda


etmeseydi Kuzey Afrika Orta Doğu hıristiyan ülkesi olurdu. Ve belki İslâmiyet Hicaz’da
azınlık olarak kalırdı. Batı her yerde İslâmiyeti kendi inançlarına göre kanalize etti.
Ama Osmanlı Asr-ı Saâdet devrindeki inancı devam ettirdi.

8- Kilise size kin kusmaktadır. Sebepleri yukarıdadır.

9- Ben İstanbul’a geldiğimde Türkiye’de 2 üniversite vardı. Şimdi 19’a çıktı. Osmanlı
devrinde medreseler köylere kadar yaygın idi. Her medresede bilim vardı. İlk
denizaltıyı Osmanlı yaptı. Sizin haberiniz yok ama Avrupalı biliyor.

10- Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa’nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama Batı
size bu imkânı vermez...” (Mustafa Necati Özfatura, 08 Temmuz 2005)

Bu profesör diyor ki “Hıristiyanlar sizi sevmez.”

Niye sevmez?

Çünkü bu necip millet İslâm’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Onların memleketlerini


İslâm beldesi haline getirdiler, halkını da adaletle yöneterek İslâm’ın güzelliklerini
yaşayarak müslüman olmasına vesile oldular.

Küffar seneler senesi İslâm’ın idaresi altında yaşadı. Sırplar olsun, Macarlar olsun,
Bulgarlar olsun, Yunanlılar olsun, daha birçok millet böyle.

Meselâ yüz elli bin Macar ordusu bir anda bataklıkta boğuldular. Sırplar da öyle. İki
defa fethedildi. Onun için bunlar onu unutmuyor. Bunlar hiçbir zaman bunu unutmaz.
Kin-intikam ateşi içlerini yakar kavurur.

Osmanlı bunlarla böyle mücâdele ediyordu. Zira bunların amacı müslümanların


medeniyetini yerle bir etmektir. İspanya’da yaptıkları gibi. Endülüs medeniyetini
ortadan kaldırdılar, bütün eserlerini yok ettiler, müslümanları katlettiler, sürdüler.
Kalanları da zorla hıristiyan yaptılar. Kabul etmeyenleri yakarak, işkence yaparak
öldürdüler. Şu barbarlığa bakınız!

İspanya o devirde hıristiyan Batı’nın en büyük devleti idi. Vatikan papalarının himayesi
ve emri altında hareket ediyorlardı.

Bir de Osmanlı’ya, Fatih Sultan Mehmed’e bakınız. İstanbul’u fethediyor, kimsenin


malına, ırzına, kılına dokunmuyor, ibadetine karışmıyor, adaletle yönetiyor. Kıyası
mümkün değildir.

Tarih hıristiyanların acımasız soykırımları, katliamları, vahşetleri ile doludur. Batı’yı ve


Amerika’yı tanımak için tarihine bakmak yeter.
Hıristiyan Batı dünyası İslâmiyet’in doğmasından itibaren müslümanlara bir önyargı, bir
kin ile bakmışlar, bu yüzden de Haçlı seferleri adı altında yüzyıllarca İslâm beldelerine
saldırmışlardır. Bu savaşlar esnasında hıristiyan haçlıların müslüman çocukları
parçalayıp pişirerek yemeleri, masum insanların ırzlarına geçmeleri, derilerini
yüzmeleri, kazıklara oturtmaları ve türlü türlü işkenceleri unutulmamıştır.

Bugün de aynı zihniyet devam etmektedir. Bizim bunları, bu vahşileri tanımamız ve


gelecek nesillere de tanıtmamız lâzımdır.
Dikkat ederseniz, Sultan Murad Han’ı şehid eden Sırp askerinin bugün heykelini
dikiyorlar ve milli kahraman olarak kabul ediyorlar. Bunu da Osmanlı’yı iftira ile
karalama ile kendi nesillerine kin ve nefret aşılayarak yetiştiriyorlar. Bunun gibi bugün
bütün Batı ülkelerinin okul kitaplarında İslâm’ı, müslümanları karalayan iftira ve
hakarete varan ifadeler bulunmaktadır. Türkleri soykırımcı göstermek için
parlamentolarında aldıkları kararları okullarında ders olarak okutuyorlar. Orada
yaşayan ve bu ifadeleri kabul etmediğini söyleyen Türk çocuklarına ceza veriyorlar.

Bu kin ve nefretle yetişen bir Batı insanından bize karşı sevgi beslemesin i beklemek
mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Yüzyıllardır bunlar bu kinle
yetiştirilmektedir. Bu zihniyet adeta bunların kültürü olmuştur.

Yıllarca Yunan Batı Trakya Türkleri’ne, Rum Kıbrıs’taki Türklere zulmetti, katletti.
Bulgar öyle, Sırplar öyle. Türklere, Boşnaklara, Arnavutlara sadece müslüman
oldukları için zulmettiler, katlettiler. Bütün Avrupa bu zulümleri, katliamları seyretti,
gizlice destek verdi.

Zaten Avrupa Türklerin geri dönmesi, yok olması için azimle gayret ediyor. Evlerini
yakıyorlar, öldürüyorlar, en küçük bahanelerle çocukları ellerinden alıp hıristiyan
ailelere veriyorlar, hıristiyan mekteplerinde yetiştiriyorlar. Sırf intikam için.

Bunların iç durumunu Hazret-i Allah bize tanıtıyor:

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)

İşte bunların amacı İslâm medeniyetini yerle bir etmek, müslümanları yok etmektir.

Onlar medeniyetimizi, halkımızı, çoluğumuzu, çocuğumuzu, her şeyimizi yok etmek


istiyorlar; oysa biz sadece küffarın bu murdar necis küfrünü yok etmeye çalışıyoruz.

“Bizim gayemiz Nûr-i ilâhî’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır.
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.”buyuruyor. (Tevbe: 28)

Öteden beri biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya
çalışıyoruz ki, kâfirlerin pislik olduğu, murdar olduğu bilinsin.

Çünkü kâfirin aslı murdardır, necistir, pistir.

“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

Tıpkı kendisinden kaçınılması gereken pis koku gibidirler.

“Nihayet murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i imrân: 179)” (Ömer Öngüt -kuddise
sırruh-, “Hâinlerin İçyüzü”, s. 19)

Küffar Kâfirliğini Yapıyor ve Yapacak:


Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

Tarihe ibretle baktığımızda yahudi ve hıristiyanların işbirliği içinde, İslâm dini’ne karşı
büyük tertip ve tezgâhlar hazırladıkları görülür.

Osmanlı Devleti’ni yıkanlar da onlardır. Onların emelleri hâlâ bitmiş değil.


Yayınladıkları haritalarda Türkiye’yi bölmek istiyorlar. Bu maksat için müslüman Kürt
halkını kavmiyetçilik fitnesi ile avlamaya çalışıyorlar. Onları bu hale getirenler
bunlardır.

Daha evvel de diğer İslâm ümmetlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar idi. Osman lı’yı
bitirdiler, 60 civarı İslâm ülkesi ortaya çıktı ve fakat hiçbirisi iflâh olmadı. Şer-i şerif
yaşanmadı, zâlim ve bencil, işbirlikçi krallık, emirlik, rejim ve sistemler geldi. Ve hâlâ
bu memleketler içten içe kaynıyor, huzur yok.

Bütün İslâm aleminin gözü Türkiye’de. Küffar ise Türkiye’yi nasıl yıkabiliriz diye elbirlik
uğraşıyorlar. PKK eşkıyasını ortaya çıkaranlar da, destekleyenler de, milletin başına
musallat edenler de onlardır.

Onlar İslâm’ı yıkmak istiyorlar. Müslümanların tek ümit kaynağı olan bu memleketi
parçalamak, yok etmek istiyorlar.
Kâfirden müslümana hiçbir zaman fayda gelmez. Allah -u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde,
onların birbirleriyle dost olduklarını beyan buyuruyor.

“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin


dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah
zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 51)

İslâm’a ve müslümanlara olan kinleri hiç sönmemiştir. Özellikle Türkler’e karşı ayrı bir
garazları vardır. Zira tarihte Allah-u Teâlâ en derin galebeyi İslâm’a vermiş. Asr-ı
saâdet’te ve Osmanlı Devleti zamanında.

Yunanlılar’la Yapılacak Savaş:


Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Yunanistan’ın bize saldırmak için
fırsat kolladığını, saldıracağını, yaşanacak savaşta Türkiye’nin muzaffer olacağını,
ancak Yunanistan’ın elindeki yakıcı silahlarla bize zarar vereceğini, savaş sonunda da
küffar Batı’nın Türkiye’ye silah ambargosu uygulayacağını, Türkiye’nin de kendi
silahını kendisinin yapacağını haber vermişlerdi.

Bugün Amerika ve İsrail PKK’yı devlet haline getirmeye çalışıyor. Bu Zât-ı âli burada
yapılacak bir savaş esnasında Yunanistan’ın saldıracağını, önce ilerleyeceklerini
ancak sonra Türkiye’nin Selânik dahil Batı Trakya’yı ele geçireceğini söylemişlerdi:

“Yunanlılar saldırmak için kararlılar.”

“Burada çok şiddetli bir harp olacak Allah-u âlem. Ama Yunanistan’la şöyle
olacak:

Onların füzeleri var, Türkiye’de de füze var, kimse bilmiyor. Ağır füzeler var.
Orada kullanılacak füzeyi gözümle görür gibiyim.” (10.09.2006)
“Şüphe yok ki o da eriyecek. Bu dünya harbi patlayınca, büyük silâhlar
patlayınca o ona, o ona derken memleket de öyle eriyecek.

“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere biz onu kıyamet gününden önce helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır.” (İsrâ: 58)

Ve hep oraya doğru gidiyoruz. Şimdi Amerika’nın burada işi var. İran var, Suudi
Arabistan var, Mısır var, derken dünya öyle tutuşacak.

Oralara girerken Türkiye’nin başını belâya sokmak istiyor. Takdir neyse o. Kıbrıs
meselesinde aniden bir ateş çıkabilir, ama takdirse. Çünkü Rumlar harbe hazır,
ama takdir neyse o olur. Onlar onu bir türlü yediremiyorlar. Onun için felâket
başa gelebilir.”

“Burada bizim manevî gördüğümüz işler de oluyor. Şimdi Yunanistan’ın plânına


bakıyorum, yahut gösteriyorlar daha doğrusu. İlk hücumları atom olacak. Fakat
şimdiki devletlerin her birisi kendi plânını yürütmeye çalışıyor. Ama başına
geleceğini düşünmüyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Hiçbir belde yoktur
ki, onu ben yıkmamış bırakayım.’

Yunanistan’ın plânına baktım, atomunu atacak, Kıbrıs’ta askerini serbestçe


yürütecek. Fakat Türkiye’nin ona ne atacağını o bilmiyor. Türkiye’de de aynı
atom bombası var. Ama füze ile yoksa tayyare ile var.

Onun için memleketler böylece perişan olup gidecek. Zaten Cenâb-ı Hakk
buyuruyor ki, İsrâ suresi’nin 58. Âyetinde:

‘Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.’ (İsrâ: 58)

Almanya şimdiden at yetiştiriyor. Yani bu ateşli silahlar durduğu zaman, kılıçla


atla harp yapacak, onun hazırlığını yapıyor.

Çünkü bu harp afat. Atom harbi. Efendim, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine
ata ata dünya dümdüz olacak. ...

Yunanistan’ın durumunu böyle seyrediyorum, onların plânlarını, onların


hareketlerini seyrediyorum. Yani mahvetmeye doğru gidiyorlar, ama başlarına ne
geleceğinin hesabını da yapmıyorlar. ‘Biz yapacağız’ diyor. Ama her devlet aynı
zihniyette.

Allah’ım sonumuzu hayırlı etsin. Kâmil imanla aldığı kullarından etsin.

Tedbir şart. Nedir tedbir? Hazret-i Allah’a yönelmek. En büyük tedbir bu. Sonra
da verdiği aklı kullanmak. Onun için ihvana duyurun, küçücük küçücük altınları
eve bırakın ki, böyle bir harp zuhur ederse çoluk-çocuk aç kalmasın. Zengin
olsun için değil, aç kalmasın için. Ama bu harpler görünüyor yani. Harpler
görünüyor. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu harpler
için ‘Tasavvura sığmayan harpler olacak. Tasavvura sığmayan, akla hayale
gelmeyen harpler olacak.’ buyuruyor.

Almanya ve Fransa Amerika’ya karşı tedbir alıyor. Yani itimat etmiyorlar.

Takdir ne ise o olur. Hüküm Hazret-i Allah’ın.” (17 Eylül 2002)

“İstanbul hep tehlikede. Beri tarafta olan çabuk bu tarafa gider. Öte tarafta olan
da tedarikini yapsın diyoruz. Un vs. Çünkü köprüler gidebilir. Köprüler gidince
ilgiyi keser. Fakat beri tarafta olan bu tarafa kaçabilir. Bu tedbirler düşünülüyor,
daha henüz bir şey yok.

Yunan bu bombaları Rusya’dan hususi aldı. Bir atom bombası bir memleketi
mahvedebiliyor.”

Bütün Dünya Harbe Hazırlanıyor:


Binaenaleyh bütün dünya harbe hazırlanıyor. Tehlike gerçekten çok büyük. Resulullah
Aleyhisselâm’ın haber vermiş olduğu büyük harplerin yaklaştığı ahir zamanda
yaşıyoruz.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Harp ve harabiyat


devri” buyurduğu günlerin içerisindeyiz.

Zât-ı âlileri gerek eserlerinde gerek sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve
harabiyat devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin
harbe hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i
Muhammed’i tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi:

"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa
gerek. Bu otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli,
tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler
olacak ki tasavvurun haricinde olacak!”

“Dünyanın ömrü pek uzun değil. Harpler, depremler, kıtlıklar, kargaşalar, Üçüncü
Dünya Harbi, ticaret yollarının kapanması; bunların hepsi önümüzdeki senelerde
beklenen âfatlardır. Bunları arzediyoruz, ikaz ve irşad için, tedbirli olmanız için.”

Her türlü harbe, her büyüklükte harbe hazırlık yapmamız, çok dikkatli, çok tedbirli, çok
hazırlıklı olmamız lâzım.

ÖncekiSonraki
Devamını Oku

Fâtiha Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (27)KUR'AN-I KERİM TEFSİRİDizi Yazı - Tefsir

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (8)HAZRET-İ


MUHAMMED AleyhisselâmDizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri

Mürşid Kişiye Nefsini ve Ruhunu TanıtırMuhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi
Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (127)Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (54)EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm-


HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI 250)Dizi Yazı -
"Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar

Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (4)Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve
Açıklamalar (183)Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar

Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8)TASAVVUF'UN ASLI


HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİDizi Yazı - Tasavvuf

Ölümün Hakikati Cenaze İşleri ve Berzah Hayatı (12)İSLÂM İLMİHALİDizi Yazı - İslâm İlmihali

HAZRET-İ EBU BEKİR SIDDÎK -Radiyallahu Anh- (96)ASHÂB-I KİRAM -Radiyallahu anhüm-
HAZERÂTI'NIN HAYATIDizi Yazı - Ashâb-ı Kiram -r. anhüm-

Çocuklar İçin Şifalı Masallar- Mutsuzluk HastalığıEĞİTİMCanan Büşra Kara

Hakikat 338. Sayı

Bismillahirrahmanirrahim
“Allah-u zül-celâl vel-kemâl Hazretleri’ne; O’nun sevdiği ve
beğendiği şekilde bitmez-tükenmez hamd-ü senâlar olsun.
Peygamberimiz Efendimiz’e, onun diğer peygamber
kardeşlerine, hepsinin Âl ve Ashâb-ı kiram’ına, etbâına,
ihsan duygusuyla kıyamete kadar onlara tâbi olup izinden
gidenlere; sonsuzların sonsuzuna kadar salât-ü selâmlar
olsun.”

Muhterem Okuyucularımız;

Son günlerde Yunan ve arkasındaki Haçlı Batı’nın tehdit ve tehlikesi çok arttı.
Hemen hemen her gün hasmane tutum ve davranışlarının bir yenisini
sergilemeye başladılar. Yunanistan’ın ise yaptığı anlaşmalarla düşmanlığını ve
savaşı göze aldığını ilân etmiş olması; bu mevzuyu tekrar arzetmek lüzumunu
ortaya çıkarmıştır.

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’lerinde düşmanlarımızı bize tanıtıyor ve ikaz


ediyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)


“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size
karşı savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)
Türkiye etrafında çıkartılan askerî tehditleri ortadan kaldırmak, denizlerindeki
hak ve menfaatlerini müdafaa etmek için son yıllarda ciddi bir mücadele
veriyor. Suriye’deki PKK tehdidine karşı yeni bir sınır ötesi operasyonun
konuşulduğu, her an ordumuzun yeni bir harekâta başlama ihtimali olan
günlerden geçiyoruz. Diğer yandan Yunanistan sürekli silahlanıyor ve
saldırmak için fırsat kolluyor.

Yunanistan bu cesaretini şüphesiz ağababalarından, sahiplerinden alıyor.


Başta Fransa olmak üzere ABD, İsrail gibi ülkelerin desteğiyle her türlü füze,
uçak ve gemiyi temin etmeye çalışıyorlar. Büyük devletlerle ve çevre ülkelerle
Türkiye’ye karşı ittifaklar kuruyor, topraklarını, adalarını Amerika gibi ülkelerin
askerlerine açıyorlar. Türkiye düşmanlığı paranoyası ile bütün Yunanistan’ı
Amerika’ya peşkeş çekiyorlar. ABD sınırımız boyunca askeri üsler kuruyor.
Her an bir harp başlayabilir. Düşman buna hazırlanıyor.

Fırsatını bulduklarına kanaat getirdikleri an aniden saldırabilirler. Zira


arkalarında Yunan’ı kullanarak bize zarar vermek isteyen küresel güçler, İslâm
ve Türk düşmanı devletler var. Haçlı zihniyeti devam eden hıristiyan devletler
var, İsrail var.

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert
davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış
yeridir!” (Tevbe: 73, Tahrîm: 9)
Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla
sahip çıkıp onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah
ve vatan için canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette
oldular, bu niyetle öldüler. Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.

“Hiç şüphesiz ki, Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen


müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak
karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat’ta
da İncil’de de ve Kur’an’da da sâbittir. Allah’tan ziyade ahdine vefa
gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin.
İşte bu çok büyük bir saâdettir.” (Tevbe: 111)
Yetmez mi! Değmez mi!

Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm
tehditlere karşı duralım.

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak


savaşanları sever.” (Saff: 4)
Yunan’ın her an, ani bir saldırısına karşı yekvücud hazır olalım.

Bugün İslâm’ın bayraktarlığını bu millet yapıyor. O halde her hazırlığımız tam


olsun. Sonra nedamet çok olur, faydası yok olur. Ama biz O’nun yolunda
olursak, eksiğimiz olsa da O bizi affeder, destekler, her zorluktan bir çıkış yolu
ihsan eder. Bu cennet gibi vatanın düşmanı çok, onun için uyanık olalım. Su
uyur, düşman uyumaz.

Hazret-i Allah sonunda zaferi bize bahşedecek.

“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur.
Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek
kimdir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
•••

Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...

“Kâfir Olanlar Birbirlerinin Dostlarıdırlar.”


(Enfâl: 73)
“Onlar Size Fenalık Etmekten Aslâ Geri Kalmazlar. Size Sıkıntı
Verecek Şeyleri İsteyip Dururlar. Öfkeleri Ağızlarından Taşmaktadır.
Kalplerinin Gizledikleri İse Daha Büyüktür.”
(Âl-i İmran: 118)

“Ey İman Edenler! Bütün Tedbirlerinizi Alın. Birlikler Halinde Savaşa Çıkın veya
Toptan Seferber Olun.”
(Nisâ: 71)

“Onlarla Savaşın ki Allah Sizin Ellerinizle Onlara Azap Etsin, Onları Rezil Etsin, Sizi Onlara
Karşı Galip Kılsın ve Müminlerin Gönüllerini Ferahlandırsın.”
(Tevbe: 14)

“Küfür Tek Millettir.”


(Hadis-i Şerif)

“YUNANLILAR SALDIRMAK İÇİN


KARARLILAR. BİR ANDA
SALDIRACAKLAR.”
(ÖMER ÖNGÜT -KUDDİSE SIRRUH-)

“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da. Merkez
yapacaklar. Çünkü İstanbul dünyada seçilmiş bir yer. Denizi var, boğazı var,
dağı var, tepesi var. Her şey güzel. Fakat şimdiye kadar Cenâb-ı Hakk korudu.
Bu düşmanlar gizli, sinsi, gerçek gayelerini saklıyorlar. Müslümanları yavaş
yavaş sindirmeye çalışıyorlar. İstemedikleri adamı kaldırıp, istediklerini koymak
istiyorlar. Kendisinin hâkimiyeti olsun. İstanbul hep tehlikede. Hedef İstanbul
olacak ve İslâm olacak.”

“Küffâr İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez.


Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir. Küffar bu vatanı küfür beldesi
yapmak istiyor. Bu vatanın İslâm beldesi olmasını hazmedebilmiş değildir.
Küffar daima bu milleti bu topraklardan çıkarma hayalini kurmuştur. Gerçek
niyetleri budur.”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)


Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Türkiye’yi tehdit eden terör gibi
tehditlere karşı sınır ötesinde icra edilen askerî operasyonlardan, Türkiye’nin başına
çorap örmeye çalışan Amerika, İsrail gibi küffar ülkelerine verilen cevaplardan çok
memnun olurlar, vatanın muhafazası, ordumuzun muzafferiyeti için duâ ederler,
maddî-manevî desteklerini beyan ederlerdi. Batı’da Yunanistan’ın Türkiye’yi vurmak
için fırsat kolladığını, bir Türk-Yunan Savaşı’nın çıkacağını haber vererek teyakkuzda
ve tedbirli olunmasını nasihat ederlerdi. Biz de defaatle bunları hatırlatıyor, gerekli
bütün tedbirlerin alınması ve uyanık bulunulması için gayret gösteriyoruz.

Bu harbin olacağını, Yunan ve Haçlı Batı’nın intikam duyguları ile muhakkak


saldıracağını söylüyoruz.

Bu mevzuları daha önce de dikkat nazarlarınıza arzetmeye çalıştık. Ancak son


günlerde Yunan ve arkasındaki Haçlı Batı’nın tehdit ve tehlikesi çok arttı. Hemen
hemen her gün hasmane tutum ve davranışlarının bir yenisini sergilemeye başladılar.
Yunanistan’ın ise yaptığı anlaşmalarla düşmanlığını ve savaşı göze aldığını ilân
etmiş olması; bu mevzuyu tekrar arzetmek lüzumunu ortaya çıkarmıştır.

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’lerinde düşmanlarımızı bize tanıtıyor ve ikaz ediyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)

Şunu unutmamak lâzımdır ki, Yunanistan nasıl ki düşmansa, Amerika da düşmandır.


ABD’nin bugüne kadar yaptığı hep düşmanlıktan başka nedir? Bir taraftan güney
sınırımızın dibinde Suriye’de terör örgütü PKK’yı devlet yapmaya çalışıyor, kurduğu
üslere yerleşiyor, diğer taraftan batıda, Batı Trakya’da hemen sınırımızın dibine
Dedeağaç’a üs kuruyor. Bugüne kadar tank, helikopter vs. yüzlerce askeri araç
yerleştiren Amerika, Kasım ayında daha büyük bir sevkiyat yapacağını açıkladı. Bu
yığınağın Rusya’ya karşı yapıldığı iddia edilse de Yunanistan Türkiye’ye karşı
yapıldığını söylüyor ve topraklarını adeta Amerikan garnizonuna çeviriyor.
Yunanistan’la ortak Savunma İşbirliği Anlaşması yapan Amerika’nın Türkiye’ye karşı
bir niyeti olmadığını iddia etmek mümkün müdür? Bu anlaşma ile Amerika resmen
safını, tarafını ve Türkiye’ye karşı niyetini ortaya koymuştur.

Amerika’nın bu niyetini Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle


beyan buyurmuşlardı:

“Amerika hep ister ki Türkiye’yi hem bölsün, hem harbe soksun. “Sen sürt, ben
yaşayayım” diyor. Türkiye kuvvet bulmasın, parçalansın. Çünkü Türkiye’yi
büyük görüyorlar. ... ‘Yunan yutsun, şu yutsun, bu yutsun, kâfir yutsun!’
diyorlar. Allah’ım korusun, Allah’ım korusun, Allah’ım korusun! O koruyor
zaten. İç düşman, dış düşman!”

Binaenaleyh düşman çok.

Türkiye’ye yönelen bu tehditler ve düşmanlıklar yeni değildir. Tarih boyu devam eden
bir düşmanlıktır. Küffarın tıynetinden zuhur etmektedir. Çünkü Batı Türkleri sevmez.
Sebebi yüzyıllardır İslâm’ın bayraktarlığını, müslüman ların önderliğini yapmış olan bu
necip millet kâfirlerin hedefi ve düşmanı olmuştur.

“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden


hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Türkiye, etrafında çıkartılan askerî tehditleri ortadan kaldırmak, denizlerindeki hak ve


menfaatlerini müdafaa etmek için son yıllarda ciddi bir mücadele veriyor. Suriye’deki
PKK tehdidine karşı yeni bir sınır ötesi operasyonun konuşulduğu, her an ordumuzun
yeni bir harekâta başlama ihtimali olan günlerden geçiyoruz. Diğer yandan
Yunanistan sürekli silahlanıyor ve saldırmak için fırsat kolluyor.

Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı son zamanlarda iyice alevlendi, gemi azıya aldılar.
Ege’de, Akdeniz’de mütemadiyen ortamı gerecek, savaşa sebep olabilecek
icraatlarda bulunuyorlar. En yetkili ağızlardan başbakanı, bakanı, gazetecisi… sürekli
olarak Türkiye’ye karşı bir savaş dili kullanıyor. Yunan televizyonları sürekli Türkiye
aleyhinde yayınlar yapıyor. Uzun zamandır ekonomik krizde olmalarına rağmen
şuursuzca, büyük bir hırsla silahlanıyorlar.

Yunanistan bu cesaretini şüphesiz ağababalarından, sahiplerinden alıyor. Başta


Fransa olmak üzere ABD, İsrail gibi ülkelerin desteğiyle her türlü füze, uçak ve gemiyi
temin etmeye çalışıyorlar. Büyük devletlerle ve çevre ülkelerle Türkiye’ye karşı
ittifaklar kuruyor, topraklarını, adalarını Amerika gibi ülkelerin askerlerine açıyorlar.
Türkiye düşmanlığı paranoyası ile bütün Yunanistan’ı Amerika’ya peşkeş çekiyorlar.
ABD sınırımız boyunca askeri üsler kuruyor.
Her an bir harp başlayabilir. Düşman buna hazırlanıyor.

Yunan meselesi Osmanlı’dan günümüze bir baş ağrısıdır. Mora isyanlarında, İstiklâl
Harbi’nde Anadolu’da, Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar, soykırımlar hiç unutulmamıştır.
Bu tarihi düşmanlık bunların genlerine işlemiştir. Bu hususu Muhterem Ömer Öngüt -
kuddise sırruh- Hazretleri; “En birinci düşman Yunan!” buyurarak seneler evvel
haber vermişler, “Yunan hiçbir zaman rahat durmaz.” beyanı ile de bugünleri işaret
etmişlerdi.

“En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her
kâfirin gözü İstanbul’da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul’da.”

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu düşmanları, bu düşmanların


saldıracağını haber verdikleri gibi savaşın seyrini ve nihayetinde galibiyeti,
muzafferiyeti bu millete vereceğini ve Türkiye’nin Yunanistan’ı bir kez daha
yeneceğini de haber vermişlerdi.

“Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i affet!

Vatanımızı muhafaza et!

Ordumuzu muzaffer et!”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

“Yunan saldırmaz, saldıramaz” zannı ile hareket etmek büyük bir basiretsizlik olur. En
büyük tehlike rehavete kapılmak, düşmanı küçümsemektir. PKK, Ermeni nasıl ki
cürmüne bakmadan saldırıyor ve fırsat kolluyorsa; bunların durumu da böyledir.
Üstelik büyük küffar devletleri Yunan’a atom dahil her türlü silahı verdi, veriyor.

Kâfirler birbirinin dostudur. Bunu Cenâb-ı Hakk bize bildiriyor:


“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostudurlar.” (Mâide: 51)

Yunan bizden bir şey kopartacak değil, ancak ellerinde her türlü silah var, bi ze büyük
zararlar verebilirler. Fırsatını bulduklarına kanaat getirdikleri an aniden saldırabilirler.
Zira arkalarında Yunan’ı kullanarak bize zarar vermek isteyen küresel güçler, İslâm
ve Türk düşmanı devletler var. Haçlı zihniyeti devam eden hıristiyan devletler var,
İsrail var.

Tehlikeyi küçümsemeyelim; Trakya’da, Ege’de, Akdeniz’de her türlü tedbiri alalım,


varsa eksiklerimiz süratle düzeltip telâfi edelim:

“Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın.” (Nisa: 71)

Zira Yunan da; Ermeni gibi, PKK gibi. İçinde büyük bir kin ve düşmanlık var. Bu kin,
bu düşmanlık, bu küfür bütün benliklerini sarmış durumda. Kıbrıs’ta olduğu gibi en
büyük zararı kendileri gördüğü ve görecekleri h alde şuursuzca saldırmanın, savaş
çıkartmanın plânlarını yapıyorlar.

Dünya Kazanı Kaynıyor:


Dünyada çok şeyler oluyor. Özellikle dünya ekonomisinde yaşanan sıkıntılar gittikçe
büyüyor, bu durum küresel ve bölgesel savaş ihtimallerini arttırıyor.

Hemen hemen bütün savaşlar, dünya savaşları ekonomik krizlerden yahut


hammadde paylaşımı gibi anlaşmazlıklardan sonra ortaya çıkmıştır.
Küresel ticarette yaşanan sıkıntılar bütün dünyada zincirleme etkiler yapıyor. Kâh
hammadde arzında, kâh enerji kaynakları arzın da sıkıntı yaşanıyor. Nakliyede
yaşanan sorunlar bunlara eklenince her şeyin fiyatı görülmemiş derecede artıyor.
Avrupa’da doğalgaz fiyatları anormal derecede arttı, İngiltere’de kamyon şoförü
eksikliği yüzünden marketlerde ve yakıtta krizler ortaya çıktı. Almanya’da üretim
düştü, enflasyon yükseldi, Fransa’da aynı şekilde kıtlıklar yaşandı. Çip üreticileri
talebe yetişemediği için otomobil firmaları üretimlerini durdurmak ya da azaltmak
zorunda kaldı. Gemilerle yapılan ticarette kullanılan konteynerlerin sirkülasyonunda
sorunlar yaşandığı için navlun fiyatları katlanarak arttı. Bazı maden ocakları salgın
hastalık sebebiyle üretimi durdurduğu için maden, kömür fiyatları fırladı. Petrol,
doğalgaz fiyatları sürekli artıyor. Üretici uluslararası piyasada bugün 100 dolara aldığı
hammaddeyi yarın 110 dolara alamıyor. Türkiye’de TL dolar karşısında değer
kaybettiği için fiyatlar çarpan etkisiyle yükseliyor. Hammadde fiyatları yükseldiği için
müteahhitler yeni inşaat yapmaktan çekiniyor. Konut arzı kesilince bu sefer de kiralık
ev bulmakta zorluk çekiliyor. Bu da kiraların aşırı yükselmesine sebep oluyor.
Avrupa’da, Amerika’da, bütün dünyada halk artan fiyatlardan şikâyetçi. İşsizlik, gıda
fiyatlarının aşırı yükselmesi, konut kiralarının yükselmesi gibi etkiler geçim
sıkıntılarını gittikçe artırıyor.

Salgın hastalıktan önce 2008 krizinin devamında bütün merkez bankaları para
basarak krizi geçiştirmeye çalışmıştı. Üzerine gelen salgın günlerinde merkez
bankaları karantina ve benzeri tedbirlerin getirdiği yükleri sübvan se etmek için daha
çok, dünya tarihinde görülmemiş düzeyde paralar bastı. Bu fazla paranın yakın bir
gelecekte büyük bir enflasyon hatta çok büyük bir ekonomik kriz olarak
yansımasından korkuluyor. Şu günde bile bu kadar sıkıntılar yaşanıyor, böyle büyük
bir kriz gelirse halkın durumu nasıl olur? Dünyanın hali ne olur?

Binaenaleyh bu krizlerin sadece kriz olarak kalmayıp büyük savaşlara sebep olacağı,
bütün dünyanın yangın yerine döneceği tahmin ediliyor.

Çin’in dünyadaki hammaddeleri topladığı söyleniyor. Bir şeye hazırlanıyorlar.


Tayvan’ı Çin’in bir parçası kabul eden Çin son günlerde baskısını artırdı. 150 uçakla
Tayvan hava sahasına girip tacizde bulundu. Amerika ilk defa Tayvan’ı Çin’e karşı
savunacağını açıkladı. Çin’in icraatlarından bölge ülkeleri tedirgin ve rahatsız.

ABD dikkatinin büyük kısmını Çin ve Rusya’ya Asya-Pasifik bölgesine kaydırdı.


Afganistan, Irak gibi yerlerden çekilip askerlerini bütün dünyada Çin’in önünü kesecek
şekilde konumlandırmaya çalışıyor.

ABD, İngiltere, Avustralya AUKUS adında yeni bir birlik oluşturdular. Avustralya
Fransa ile olan milyarlarca dolarlık denizaltı anlaşmasını iptal etti, ABD ve
İngiltere’den nükleer denizaltılar alacağı söyleniyor. Çin bu ittifaka tepki gösterdi.
Fransa da denizaltı satamadığı için küstü.

Japonya, Güney Kore gibi ülkeler de Çin’den çok rahatsız ve Amerika ile ittifak
halindeler.

Kuzey Kore nükleer başlıkları ve füze teknolojisi ile Amerika’yı ve müttefiklerini tehdit
ediyor.

Diğer yandan Amerika Rusya’yı da çevrelemeye çalışıyor. Doğu Avrupa’ya yığınak


yapıyor. Rusya’dan özellikle İngiltere çok rahatsız, Amerika’yı Rusya’ya karşı
harekete geçirmeye çalışıyor.

Rusya’nın Ukrayna ve Gürcistan’daki işgalleri Avrupa’nın çok tepkisini çekti. Ancak


Avrupa askerî olarak etkisiz bir profil çiziyor.

Dünyada bu kadar derdi olduğu halde Amerika’nın Türkiye’yi karşısına alması küresel
çıkarları için çok mantıksız bir hareket. Fakat İsrail etkisi sebebiyle Amerika’da büyük
bir Türkiye karşıtlığı var. Rusya ve Çin gibi Türkiye’yi aynı kefeye koymaktan imtina
etseler de her türlü düşmanlığı yapmaya çalışıyorlar. Suriye’de PKK’yı destekliyorlar.
Batı’da Yunanistan ile Savunma İşbirliği Anlaşması yapıp, askerî üsler kuruyorlar.
Dedeağaç’ta; hem limana, hem limanın kuzeyindeki havalimanına, hem de atış
sahası adı altında onun da kuzeyindeki topraklara büyük bir alana yerleştiler, üs
kurdular. Uzmanlar amacın Türkiye’nin bir karşı taarruzunda zırhlı birliklerin önünü
kesmek, Yunanistan içlerine ilerlemesini engellemek olduğunu söylüyorlar.
Türkiye F-35’leri alamayınca F-16 almak istediğini söyledi; hemen arkasından
Uluslararası Kara Para Aklama listesinde Türkiye’yi gri listeye aldılar, Batılı 10
ülkenin büyükelçisi Kavala’nın salın ması için açıklamada bulundu, Amerikan
mahkemesi hukuku siyasete alet ederek Halkbank davasının devamına karar verdi.
Türkiye’yi G-20 zirvesi öncesi zor duruma, suçlu duruma düşürmeye çalışıyorlar ki;
Türkiye istediklerini alamasın. Amerika’nın dünyada o kadar derdi var, ama Amerikan
kongresi adeta Türkiye ile yatıp, Türkiye ile kalkıyor, kongre üyelerinin çoğu Türkiye
aleyhtarı, 3 Kongre üyesi hemen Dışişleri Bakanlığı’na mektup yazdı, “Türkiye’ye F-
16 vermeyin.” dedi. F-35 vermiyorlardı, F-16 verilmesini bile istemiyorlar.

ABD’nin durumu şudur:

“Bugün de aynı maksatla hareket ettiği gibi, vatanımıza kastetmek, milletimize


nifak sokmak, ülkemizi parçalamak, hatta İslâm’ı bozarak kendi gayesine uygun
bir din ihdas etmek istemektedir.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü,
s. 596)
Türkiye’yi sürekli bir baskı altında tutmaya, etrafını çevrelemeye, PKK, Yunanistan,
Ermenistan gibi düşmanları üzerimize salmaya çalışıyorlar. Fransa’ya da
Yunanistan’a destek vermesi için yol veriyorlar, kullanıyorlar. Fransa ile Türkiye’nin
çıkarları çatışıyor. Fransa’nın bir harp durumu nda Yunanistan’a uçakları ile askeri
teçhizatı ile yardım edeceği anlaşılıyor.
Rusya da Amerika, İsrail, Fransa vs. bunlardan geri kalmamaya Ermenistan’ı, PKK’yı,
İran militanlarını kullanmaya çalışıyor. Karabağ’da hemen araya girdi, Azerbaycan’ın
daha fazla ilerlemesini durdurmaya çalıştı. Suriye’de yaşananları görüyoruz, yeri
geliyor askerimizin canına kastedecek kadar ileri gidiyor.

Ermenistan’ı Türkiye’nin boğazını sıkması, Orta Asya ticaret yollarını ve boru


hatlarının önünü kesmesi için ileri sürdüler ancak büyük bir hezimete uğradılar.
PKK’yı Suriye’de ileri sürdüler büyük hezimetler yaşadılar, yaşamaya devam
ediyorlar. Ne kadar canları yandı ki Biden “Türkiye’nin Suriye’deki varlığı Amerika’nın
güvenliğini tehdit ediyor” diye açıklama yaptı. Türkiye yeni bir Suriye operasyonunun
işaretini verdiği için her yönden saldırıyorlar.

Amerika olsun, Fransa olsun, Yunanistan olsun, bunlar da PKK gibi Ermenistan gibi
hezimete uğrayacaklar inşallah. Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile yeni
hezimetler yaşayacaklar.

Allah-u Teâlâ İslâm’ın ve Türkiye’nin düşmanı olan küffarı kahr-u perişan etsin,
bunlara fırsat vermesin.

Küffar Türkiye’nin Güç Kazanmasından Rahatsız:


Türkiye; Suriye ve Irak’taki sınır ötesi operasyonlarıyla; Libya ve Karabağ gibi
coğrafyalarda dost ülkelere vermiş olduğu askerî desteklerle; Ege ve Akdeniz’de
Mavi Vatan’ımızı korumak için bayrak gösteren donanması ile küffarın etrafımızda
örmeye çalıştığı çemberi parçalayıp atıyor. Ciddi bir mücadele veriliyor.

Küffar Türkiye’nin kendi silahını yapmaya başlamasından ve Türk ordusunun bu


muvaffakiyetlerinden çok rahatsız. Engellemek için her yolu deniyorlar ve Türkiye’nin
başına çorap örmek için uğraşıyorlar.

Suriye, Libya ve ardından özellikle Karabağ savaşından sonra Türkiye’nin bir güç
kazandığının ortaya çıkması küfür mahfillerini ziyadesiyle rahatsız etmiş ve
hareketlendirmiştir. Genlerindeki Haçlı zihniyeti depreşmeye başlamıştır.

Haçlılar; bu zalimler, bu kâfirler, bu soykırımcılar, bu sömürgeciler dün olduğu gibi


bugün de bu güzel vatanımızı elimizden almak, bu milleti yok etmek niyetindedirler.

Endülüs’ten, Erivan’dan, Kırım’dan, Mora’dan, Balkanlardan çıkarttığı gibi bizi


Anadolu’dan da çıkartmanın, burada da soykırım yapmanın plânlarını yapıyorlar, 100
yıl önce yaptıkları gibi. O gün de bu amaçlarına ulaşmak için Ermeni’yi, Yunan’ı
kullanmışlar, ancak Allah-u Teâlâ’nın yardımı ve desteği ile bu amaçlarına
ulaşamamışlardır.
İnsanlık tarihi bu gibi dalâlet ve küfür ehlinin müminlere kurmaya çalıştıkları tuzaklarla
doludur.

Ancak Allah-u Teâlâ her zaman mümin kullarını lütfu ile desteklemiş, bu küfür ve
dalalet ehlinin tuzaklarını boşa çıkartmıştır.
“Onlar böyle tuzak kurdular, biz de kendileri hiç farkında olmadan onların
plânlarını altüst ettik.” (Neml: 50)

“Tuzaklarının sonunun nice olduğuna bir bak! Biz onları da kavimlerini de


hepsini helâk ettik.” (Neml: 51)

Küffarın Kin ve Düşmanlığı;


Dergilerimizde defaatle hatırlatıldığı üzere yahudi ve hıristiyanlar İslâm’ı ve
müslümanları sevmedikleri gibi Türkiye’ye büyük kin ve garezleri vardır. Bu hasım ve
düşmanlık Osmanlı Devleti’ni yıkmakla bitmemiştir. Bugün de Türkiye’nin yıkılması,
parçalanması, Türklerin Anadolu’dan çıkarılması hedeflerini devam ettirmektedirler.

Küffar İslâm’a ve müslümanlara olan düşmanlığından tarih boyu hiçbir zaman


vazgeçmiş değildir. Zira onların bu düşmanlığının kaynağı içinde bulundukları
küfürlerindendir.

Cenâb-ı Hakk bunu bize haber veriyor:

“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü
onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i
imran: 118)

Küffâr bizim için tarihte ve bugün hayır düşünmemiştir, düşünmeyecektir.

Bu sebeple küffarın, yükselmesini ve güçlü olmasını zerre kadar hazmedemedikleri,


yıkmaya ve parçalamaya çalıştıkları bir millet, bir ülke varsa o da burasıdır,
Türkiye’dir, bu necip millettir.

Bugün Yunan’ın, PKK’nın, Ermeni’nin, Fransa’nın, Amerika’nın, İsrail’in ve buna


mümasil küfür ehlinin yapmış olduğu düşmanlık Türkiye aleyhinde yaptıkları
ittifaklarla, anlaşmalarla ayan beyan ortaya çıkmıştır. Özellikle Yunanistan Türkiye’ye
saldırmak için yeni bir Haçlı ittifakı kurmaya çalışıyor ve fırsat kolluyor.

Çok uyanık ve çok dikkatli olmamız gereken bir zamandayız.

“Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan


sakın.”(Münâfikun: 4)

Allah-u Teâlâ gayr-i müslimlerin müslümanlara karşı takındıkları tavrı Âyet-i


kerime’sinde haber vermektedir:

“Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb’inizden bir hayır


inmesini istemezler.” (Bakara: 105)
Yahudi, hıristiyan ve putperest kâfirler sizi kıskandıkları ve kin kustukları için
Rabb’iniz tarafından size bir iyilik dokunmasını, öne geçmenizi, yükselmenizi
istemezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ onların durumlarını açıklayarak şöyle
buyurmuştur:

“Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da
sevinirler.” (Âl-i imrân: 120)

Müslümanlar Allah-u Teâlâ’nın yardımıyla güçlenirler, zaferler kazanırlarsa onlar


bundan hoşlanmazlar. Bir bozgun ile karşılaşırlarsa, bundan dolayı da son derece
sevinç duyarlar. Bu ise düşmanlığın en ileri derecesidir.

“Eğer sabreder Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zaman zarar
veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i
imrân: 120)

Eğer müslümanlar Allah-u Teâlâ’ya itaat etmekte sabreder, yasaklarından iyice


korunurlarsa, o kâfirlerin ve münafıkların hile ve entrikalarının hiçbir zararını
görmezler.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Müminler yalnız Allah’a güvenip bağlansınlar.” (Tevbe: 51)

Yunanistan’ın Kini Nereden Geliyor?


İslâm düşmanlığından geliyor.

Türklerin İslâm’a hizmetlerinden geliyor.

Kurtuluş Savaşı’ndaki hezimetten, Yunanlıların denize dökülmesinden geliyor.

Osmanlı yüzyıllarca Yunan’a hükmetti, oraları zaptetti, bu kin oradan geliyor.

İstanbul ve Ayasofya ellerinden çıktı, bunu hazmedemiyorlar.


Pek çok ülkenin kendi aralarında anlaşmazlıklar var, çıkar çatışmaları var, ama
savaşmıyorlar. Yunanistan niye savaş istiyor, hızla bir savaşa gidiyor? İşte asıl sebep
bu saydıklarımız. İçlerinden atamıyorlar.

Tarih boyunca bu kini atamamışlar, halen bu kin ile bu intikam arzusu ile yaşıyorlar.
Bu yüzden de Türklerden nefret ediyorlar. Tek gayeleri Türklerden ve İslâm’dan
intikam almak.

“Göğüslerin özünü” bilen Allah-u Teâlâ bu kâfirlere gadab-ı ilâhî ile “Kininizle
geberin!” diye hitap ediyor:

“Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının


uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle geberin!” Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü
bilendir.” (Âl-i imran: 119)

Öyle Bir Kin ve Düşmanlık ki...


Karşımızda insanlıktan nasibi olmayan, insanın yapamayacağı işkenceleri
yapabilecek tıynette, kin ve intikam ile dolu bir düşman var.

Yunan tarih boyu her fırsatta Türklere katliam ve soykırımlar yapmıştır.


Yunanlıların İstiklâl Harbi sırasında 650 bin civarında insanımızı katlettiklerin i yabancı
tarihciler söylüyorlar. Yunan ordusu Anadolu’ya girerken masum sivil halkı katledip
öldürüyor, kızlara kadınlara tecavüz ediyor, malları-mülkleri yağmalıyor, evleri
mülkleri yakıyor, yıkıyor, çoluk-çocuk, yaşlı-kadın demeden işkence ile öldürüyorlardı.
Türk ordularının önünde büyük bir bozguna uğrayıp kaçarken de bir taraftan da her
geçtikleri şehri, kasabayı, köyü yakıp yıktılar, sivil masum halkın sığındığı camileri
evleri içindekilerle beraber ateşe verdiler. Anadolu’da kaldıkları süre içinde B osna’da
Sırpların yaptıklarından aşağı kalmayan, kelimelerle ifade edilemez zulümler ve
katliamlar yapmışlardır. Büyük Zafer’den sonra Türkler bu katliam, soykırım, işkence
ve tecavüzleri çok gündeme getirmediler ancak çirkef Yunan utanmadan Yunanın
soykırıma uğradığını iddia etti.

“Yunanlılar 1919’da İzmir bölgesini işgal edip Orta Anadolu’ya doğru girdikleri zaman,
büyük çapta bir katliamı tamamladılar. 25 Haziran 1919’daki Aydın katliamı,
cinayetler zincirinden bir tanesiydi. Yunan askerleri önce, kasabanın Türk mahallesini
yoğun bir topçu bombardımanına tâbi tuttular. Kaçmaya çalışan Türkler, Yunan
askerleri veya yardımcı sivil kuvvetler tarafından vurulup öldürüldü. Ondan sonra,
Yunan ordusu mahalleye girdi ve yıkıma devam etti. Bazı Türk aileleri, evleri ateşe
verilerek diri diri yakıldı. Diğerleri sokaklarda öldürüldü. Bir bina içerisine saklanmış
olan dört kadın, tahta kazıklara bağlanarak katledildiler. O gün yaklaşık on bin Türk
zalimce katledildi.” (Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol. Bkz. Vahşi Batı, sh. 279)
Ancak Allah-u Teâlâ intikamını almayı nasip etti:

“Çok zulüm yaptılar... Ve sonra bu intikam alındı. Hepsi yok oldu. Kestiler,
biçtiler, öldürdüler, boğdular ... derken o intikam onlardan alındı ve
Yunanistan’a kaçan olmadı.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Ve daha dün Kıbrıs’ta yaptıkları katliamlar unutulmadı.

“1970’lere gelinceye kadar yüzlerce Kıbrıs Türk’ü, vahşi Yunan’ın silahlarıyla can
verdi. Rumlar, silahsız gençlerden dağlarda sürülerini otlatan çobanlara, çaresiz
yaşlılardan küçücük çocuklara kadar rastladıkları her Türk’ü, içlerindeki vahşet
ateşiyle katlettiler.” (Dr. Sedat Cereci, Vahşi Batı, sh. 284)

Bu katliamları insan olan yapabilir mi?

“Hazret-i Allah zulmedenleri sevmez. Bütün kötülüklere sabrı vardır, fakat


zulmedene sabretmez.” (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, 14 Ağustos 1974)

Onun için çok müteyakkız, tedbirli ve daima harbe hazırlıklı olmalıyız.


Binaenaleyh düşmanımızı tanıyalım ve bunlara karşı her türlü tedbirimizi alalım.

Bu Milletin Cihad Azmi:


Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert
davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış
yeridir!” (Tevbe: 73, Tahrîm: 9)

Bu âli din de, bu güzel vatan da bize emanettir. O halde emanete hakkıyla sahip çıkıp
onları koruyalım. Atalarımızı hatırlayalım. Onlar i’lâ-yi kelimetullah ve vatan için
canlarını, mallarını feda etmekten çekinmediler. Bu niyette oldular, bu niyetle öldüler.
Hazret-i Allah ile alış verişe girdiler.

“Hiç şüphesiz ki, Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen


müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında
satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat’ta da İncil’de de ve
Kur’an’da da sâbittir. Allah’tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde
yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir
saâdettir.” (Tevbe: 111)

Yetmez mi!

Değmez mi!

Onun için bu imanlı ruhla, cihad aşkıyla din ve vatanımıza yönelen tüm tehditlere
karşı duralım.

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları
sever.” (Saff: 4)

Yunan’ın her an, ani bir saldırısına karşı yekvücud hazır olalım.

Bugün İslâm’ın bayraktarlığını bu millet yapıyor. O halde her hazırlığımız tam olsun.
Sonra nedamet çok olur, faydası yok olur. Ama biz O’nun yolunda olursak, eksiğimiz
olsa da O bizi affeder, destekler, her zorluktan bir çıkış yolu ihsan eder. Bu cennet
gibi vatanın düşmanı çok, onun için uyanık olalım. Su uyur, düşman uyumaz.

Hazret-i Allah sonunda zaferi bize bahşedecek.

“Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi
yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler
yalnız Allah’a güvensinler.” (Âl-i imran: 160)
“Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver! O kâfirler
gürûhuna karşı bize yardım et!” (Bakara: 250)

Bize Allah-u Teâlâ’nın dostluğu yardımı yeter.

Tarih boyu bu millet kendi vatanını, dinini, imanını muhafaza ederken bir baraj gibi
zulüm ve küfür selinin önünde durmuş, bütün İslâm dünyasının, müslümanların ve
mazlumların selâmeti için kılıç kuşanmış, kan dökmüştür. Atalarımız yüzyıllar boyu
İslâm’ı bütün dünyaya yaydıkları gibi İslâm’ın ve müslümanların yok edilmesinin
önündeki en büyük engel olmuştur.

Bugün de böyledir.
Ordusuna peygamber ocağı diyen bu necip milletin necip olanları bu cihad azmini ve
kararlılığını kaybetmemişlerdir. Elan böyledir; kahraman Mehmetçik harp
meydanlarında küffara karşı, haçlı ordularına karşı savaşa, şehadet şerbetini
yudumlamaya devam etmektedir.

Bu yüzdendir ki atalarımız;

“Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse, Allah onun yerine ileride öyle
bir millet getirir ki; Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına, Allah-u Teâlâ’nın sevgisine mazhar olmuşlardır.
Ömürleri at sırtında cihad meydanlarında geçmiştir.

Bizleri de bu sevgiye layık etmesi, bugünkü bu küffar ordularını helâk etmeye vesile
kılması Cenâb-ı Hakk’tan en büyük niyazımızdır.

Şu da unutulmamalıdır ki; küffara karşı, Türkiye’yi parçalamaya çalışan terör


örgütlerine karşı yapılan harekâtların icrasına gölge düşürecek beyan ve icraatlarda
bulunmak, terör örgütlerinin ve Amerika, Fransa, İsrail, Yunanistan gibi düşmanların
ekmeğine yağ sürecek açıklamalar yapmak; İslâm dünyasının müdafii konumunda
bulunan bu ülkeye zarar vermek olacağından manen çok tehlikeli bir iştir. Bir
müslümana düşen bu gibi durumlarda birlik ve beraberlik içinde kahraman
Mehmetçiğimizin muvaffakiyeti ve muzafferiyeti için duâ etmek ve destek vermektir.

Bizim içeride kısır, şahsi, maddi çekişme ve bölünmeleri bırakıp, Allah ve Resul’ünde
yani “İlâhi Görüş Birliği”nde birleşip iç ve dış düşmanlarla mücadele etmemiz
gerekmektedir.
Zira Allah-u Teâlâ şöyle emir buyurmaktadır:

“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa
düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl: 46)

Diğer bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine


yardımlaşmayınız.” (Mâide: 2)

Zamanında Osmanlı’yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini


bugün de çevirmek istiyorlar. Yahudisi, hıristiyanı bir olmuş müslüman Türk milletine
karşı tuzak kuruyorlar.

Zira; “Küffar ülkeleri cihad eden bir Türk ve Türkiye görmek istemiyor.” (Ömer
Öngüt -kuddise sırruh-)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde küffarla cihad eden mü’minleri methederek şöyle
buyurmaktadır:

“Muhammed Allah’ın Peygamber’idir. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere


karşı çok çetin ve sert, birbirlerine karşı çok merhametlidirler.” (Fetih: 29)

“Müminler ahzabı (düşman birliklerini) gördüklerinde: “İşte Allah ve Resul’ünün


bize vâdettiği! Allah ve Resul’ü doğru söylemiştir.” dediler. Bu onların ancak
imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.

Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat
gösterirler, onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu dâveti
beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 22-23)

“Allah’tan Bir Yardım ve Yakın Bir Fetih”:


*Allah-u Teâlâ bu nuru parlatacak. Allah-u Teâlâ zamanı gelince nurunu
yayacak, buna emin olun. Bunu böyle gözümle görür gibi görüyorum. Tabi ki
birçok gizli işler var da onları size söylemiyorum. Fakat murad ettiği zaman
dinini parlatacak, nurlandıracak.

Çünkü vaad-i sübhanisi var.

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler


istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)

Allah-u Teâlâ bu kâfirlere bırakmayacak, katiyyen bırakmayacak. Cenâb-ı Hakk


murad ettiğini gizli haberle bize sezdirir. Ve biz ona göre hareket ederiz.
Bu zâlimlerin bu zulmü yanlarına kalacak amma cehennemde de ebedî
kalacaklar. “Küllühüm fin-nar” olacaklar. Yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Ne
kalacak? Cehennem kârı.

Allah-u Teâlâ bu küfrü onların başına geçirecek, imanı nurlandıracak. Zamanı


gelince Hazret-i Allah’ın hükmü hâkim olacak.

Korktukları başlarına gelecek inşallah. Yoksa ellerinden gelse İslâm’ı kökünden


kazıyacaklar.

Fakat size şu müjdeyi veriyorum.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Bundan başka, seveceğiniz bir şey daha var. Allah’tan bir yardım ve yakın bir
fetih. Müminleri müjdele!” buyuruyor. (Saff: 13)

Çok geçmeden bu Âyet-i kerime tecelli edecek. Şimdi küffar bütün hızıyla
hücum ediyor, plânlarını kuruyor. Sonra Cenâb-ı Hakk dilediği gibi plân
kuracak. Fakat bu Âyet-i kerime’nin tecellisini bekleyin. Hayatta olsam da
ölsem de bu Âyet-i kerime’yi bilin.* (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri harplerin büyük bir afat olduğunu
haber verdikleri gibi Yunan’a karşı kazanılacak zaferi de müjdelemişlerdi. Allah -u
Teâlâ bütün bu harplerin sonunda nihaî zaferi de İslâm’a ve müslümanlara verecek.
Fakat önümüzde çok büyük harpler var.

İlâhî Lütuf:
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı “Hatmü’l-Evliyâ” adlı eserinde, kırkların
tümünün zuhurundan sonra Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın kâim olacağını haber veren
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellileri
anlattığı “Büdüvv-ü Şe’n” risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan son ra
kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir devirde Türk’e gönderileceğini
keşfetmişti.

İfşaatının bir noktasında; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran


bir de ordu bulunduğunu müşâhede ederek; “Halkın, mâiyyeti Türk olan bir orduya
mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.” diyor. (Hakîm et-
Tirmizî, “Risâle-i Büdüvv-i Şe’n”, İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 216a-217a)

Şeyh Şerâfeddîn ed-Dağıstânî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin talebelerinden Ali


Usta’nın anlattığına göre; Hazret Yunan Harbi esnâsında Geyve’de bulunduğu
sırada, kendisine harbin sonundan, memleketin ve İslâmiyet’in durumundan endişe
ederek: “Hazret! Müslümanların ve memleketin sonu ne olacak?” diye sorduğu
zaman ona şöyle buyurmuştu:
“Bir gün Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e, kendisiyle birlikte muhârebe edenlerden biri
muhârebe esnâsında: ‘Böyle bir fitnenin içinde bu işin sonu ne olacak?’ diye
sormuş. O da: ‘Din kıyâmete kadar bâkîdir.’ dedikten sonra bir müddet başını
önüne eğmiş, öylece kalmış. Hatta etrâfındakiler uyudu zannetmişler. Sonra Hazret-i
Ali -radiyallahu anh- başını kaldırıp üç defâ: ‘Ni’mel Etrâk, ni’mel Etrâk, ni’mel
Etrâk!’: ‘Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir!’ dedikten
sonra: ‘Din Türkler elinde kalacak, Türkler ile yücelecek ve kıyâmete kadar bâkî
kalacak!’ buyurmuş.”(“Menâkıb-ı Şerefiyye”)

Daha evvel de arzetmiştik ki; bu vazîfe birinci basamaktır. O hem Türk milletine, hem
de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî
desteği içindir. Binaenaleyh bu destek âhirete çekilinceye kadar devam edecek, işin
nezâketi daha sonra başlayacak.

Dâima din ve vatan için, ordu için maddî manevî tedbir alan bir Zât-ı âli idi. Bu
vatanın, bu devletin selâmetini düşünürdü. “Ortalık karışıyor, çok evvel demiştim;
Allah’ım bu hadisatı bana gösterme diye. Çok vahim, vahşi hadisat var
önümüzde”, “Allah’ım o günleri bana gösterme!” buyurmuşlardı. Başka bir zaman
ise “O vakti görmek istiyorum, elimden gelen desteği sağlamak istiyorum. Ne
yapabilirim, nasıl destek olabilirim? Onu düşünüyorum.” buyurmuşlardı.

İşte bu Zât-ı âli böyle düşkündü. Böyle düşünüyordu. İnanın ve itimat edin ki bugün
de düşünüyorlar. Allah-u Teâlâ bu muzafferiyeti lütfederse Yunan’ı değil, Avrupa’yı,
Amerika’yı Haçlı ordularını yenmiş olacağız inşaallah -u Teâlâ.

Kâfirlerin Hepsinde Bu Düşmanlık ve Zulüm Vardır:


Dünyanın birçok yerinde yaptıkları gibi yakın zamanda Avrupa’nın ortasında
Bosna’da yapılan zulüm bunların, bu Haçlı Batı’nın gerçek yüzünü gösteren bir
hadisedir.

Bugün de Ermeni’yi Yunan’ı, Hınçak ve Taşnak terör örgütlerinin devamı olan PKK’yı
kullanarak aynı plânı devam ettiriyorlar. 100 yıl önce Sevr’de toplanıp kendi
aralarında haritalar çizip anlaşmalar yapanlar bu hülyalarından vazgeçmiş değildir.
Bugün de Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar ortaya atıyorlar. En son Papa’nın
Kuzey Irak ziyaretinde Papa’nın kafası ile beraber Türkiye’nin bir bölümünü
Kürdistan’ın parçası olarak gösteren haritayı pul olarak bastılar. 15 Temmuz’da
olduğu gibi türlü yöntemlerle, ihanetlerle bu amaçlarına ulaşmak için gayret ediyorlar.
Dikkat ederseniz “Terörle savaş” adı altında bütün dünyaya işgal orduları gönderen,
ortalığı tarumar eden Amerika sınırımızın ötesinde bir terör örgütü ile açıkça iş birliği
yapıp terör devleti kurmaya çalışıyor. PKK da vazifesini mütemadiyen yapmaya, terör
eylemlerine devam ediyor. Kahraman Türk ordusu bellerini kırıyor, inlerine giriyor,
ancak inatla kin ve düşmanlıklarına devam etmeye, küffarın ekmeğine yağ sürmeye,
taşeronluğa devam ediyorlar. Ne zaman bu terörün kökünü kurutmaya başlasak
sahipleri her türlü desteği her türlü silahı bunlara veriyorlar.

“Bugün Türkiye’nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü


günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır.” (Ömer Öngüt -
kuddise sırruh-, Hâinlerin İçyüzü, s. 596)

Öyle bir kin ve düşmanlık ki, Karabağ Savaşı’nda PKK’lılar İran üzerinden Ermeni
ordusuna iltihak ettiler. Bu savaşta aslında Ermeniler çok büyük hazırlık yapmıştı
ancak Türk kurmay zekâsı ve SİHA’larının desteği ve Azerbaycan Ordusu’nun
kahramanlığı sayesinde kısa zamanda büyük bir zafer nasip oldu. Ele geçirilen
haritalarda Ermenilerin amacının hem Azerbaycan ile İran Azerbaycan’ı arasındaki
bağlantıyı koparacak şekilde Hazar denizine doğru güneyde, h em de boru hatlarını
ve Türkiye’nin Orta Asya ticaret yollarını kontrol edecek şekilde kuzeyde yeni işgaller
yapmak olduğu ortaya çıktı. Dolayısı ile bu işgal niyetinin bir hedefi de Türkiye idi.
Ermenistan tokatı yedi oturdu. Ancak hala terörünü devam ettirmeye çalışıyor, her
fırsatta Azerbaycan askerlerine saldırıyor. Verdiği sözleri yerine getirmiyor.

Binaenaleyh son yıllarda küfür mahfillerindeki Türkiye düşmanlığının arttığını,


özellikle harp araç ve gereçleri temin etmemizi-geliştirmemizi engellemek için
ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz.

Küffar bize kin besliyor, karşımıza çıkmaya cesaret edemeyenler piyonlarını,


taşeronlarını üzerimize salıyor. Taşeronlarını birer birer eziyoruz ve birgün bu
taşeronları üzerimize salanlarla karşılaşacağımız günü bekliyoruz.

Haçlı Zihniyet:
Dikkat ederseniz küffar bizimle harp etmeye çekindiği için Selçuklu ve Osmanlı’dan
günümüze daima birkaç veya daha fazla hıristiyan devlet bir araya gelerek bize
saldırmışlardır. Papa ve papazların kışkırtması ile cereyan eden bu savaşlarda
Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Balkanları, Haçlı ordularına mezar yapmışlardır.
Saldırgan taraf kendileri oldukları halde Haçlı Batı bu yenilgileri hazmedememiştir.
Kin ve düşmanlıkları hâlen devam etmektedir.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bugün gelinen noktayı şöyle ifade
etmişlerdi:
“Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ABD kendisine en büyük düşman olarak
İslâm’ı seçti. Bunun da adını Yeni Dünya Düzeni olarak koydu. Yeni Dünya
Düzeni’nin prensibi hıristiyanlığı güçlendirmek, İslâm’ı ezmek idi. Bu düzenin
savunucusu ABD ve Batı, Bosna-Hersek ve Azerbaycan’da büyük katliam
yapılmasına göz yummuşlardır.” (Sözler ve Notlar-6, s. 522)

Tarihten gelen bu Haçlı zihniyeti Batılı ülkelerin genlerine işlemiştir. 11 Eylül


saldırılarından sonra Amerikan başkanı oğul Bush’un Haçlı Seferi başlattığını
söylemesi bunun bariz örneklerinden birisidir. Bu söylemin arkasından Afganistan’da,
Irak’ta yapılanlar hâlâ hafızalardadır. Bu zihniyet hemen her Batılı devlette yaşamaya
devam etmektedir. Gerek İslâm aleyhinde, İslâm düşmanlığında; gerek İslâm devlet
ve milletlerine yönelik hadiselerde bu çok barizdir. Kudüs mevzuunda olduğu gibi.
Kudüs hıristiyanlar için de kutsal olmamış olsaydı çoktan İsrail’e peşkeş çekmiş
olurlardı.

Bu Haçlıların amaçları bizi Anadolu ve Balkanlardan çıkarmak, Endülüs’te, Mora’da,


Ermenistan’da ve daha birçok yerde yaptıkları gibi soykırım yapmaktır.

İspanya ve Fransa’nın bir kısım toprakları üzerinde kurulan Endülüs İslâm devleti
yıkıldıktan sonra bir tane bile müslüman bırakmamışlardır.

Ermenistan denilen topraklarda Ermeniler çoğunlukta değilken, Erivan bir Türk şehri
iken Rusların tampon devlet olarak kurduğu bu ülkede bugün hiç Türk kalmamıştır.

Aynı şekilde Yunanlıların Mora’da Türklere yaptıkları soykırımı Yunan milli marşında
iftiharla anlatmaktadırlar.

Anadolu’da hıristiyanlarca kutsal kabul edilen yerlerin olması bu haçlı zihniyetin bu


topraklara yönelmesinin sebeplerinden bir diğeridir.

Onurumuzu, her şeyimizi o kadar ayaklar altına aldığımız halde bizi Avrupa Birliği’ne
almamalarının esas sebebi de budur.

Gelişmiş, ilerlemiş, kalkınmış, İslâm ülkelerine önderlik eden, numune olan, kol-kanat
geren bir Türkiye istemiyorlar. Onun için de Türkiye’yi daima ya iç kargaşalarla, ya
hainlerle, ya dış müdahalelerle sindirmeye, meşgul etmeye, kendi derdiyle
uğraşmaya mecbur etmeye çalışıyorlar.

Binaenaleyh küffar onların dinine girmedikçe bizi kendi birliğine de alacak değildir. Bu
böyle bilinmelidir.

Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyuruyor:

“Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız


yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur.” (Enfâl: 73)

“Birbirine hasım iki zümre.” (Hac: 19)”

(“Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz.”, s. 162-163)


Sömürgeci, Gaddar, Haçlı Batı:
Batı ülkeleri bütün dünyaya yayıldıklarında büyük katliamlar, soykırımlar yaptılar,
gittikleri ülkelerin bütün zenginliklerini sömürürken, yerli halklara her türlü mezalimi
reva gördüler. Kendilerinden olmayan yerli insanların değeri, Batı’ya ekonomik bir
getiri getirebildikleri kadardı. Çoğu zaman bir hayvan kadar değerleri yoktu.

15. yüzyılda Avrupa’nın en büyük devleti olan İspanyollar Güney ve Orta Amerika’da
milyonlarca yerliyi yok ettiler. Yerli kadınlar İspanyolların eline geçmesin diye
çocuklarını ve kendilerini asıyorlardı. Çünkü istilacılar aç köpeklerine annelerinin
gözleri önünde çocuklarını canlı canlı atmak dahil her türlü insanlık dışı işkenceyi
yapıyorlardı.

Benzer soykırımları İngilizler ve Fransızlar Kuzey Amerika’da yaptılar. Bu kıtadaki


yerli nüfus Avrupa nüfusundan daha fazla idi. Bu kıtada büyük uygarlıklar vardı.
Nüfusu 200 binden fazla şehirler vardı. Ancak çelik ve barutu icat edememişlerdi.
Avrupalılar hepsini, insanlarını, şehirlerini, medeniyetlerini, yazılı belgelerini her şeyi
yok ettiler.

Yine Afrika’da, Avustralya’da her yerde kendilerine direnecek gücü olmayan zavallı
halkları yok ettiler, sömürmekle yetinmediler her türlü işkenceyi yaptılar. Köle olarak
Amerika’ya taşıdılar.

Belçikalılar Kongo’da yerli halkı kauçuk toplamak gibi işlerde ölümüne çalıştırmış,
konulan kotayı dolduramayan işçilerin ceza olarak ellerini kesmiştir. Elleri ile
çalışmasını istedikleri kişilerin ise çocuklarının, eşlerinin ellerini kesmişlerdir. O kadar
büyük katliamlar yapmışlardır ki, ekonomiye yük olmasın diye askerler harcanan her
mermiye karşılık kesilmiş bir el getirmekle mükellef tutulmuştur. Sadece Kongo’da en
az 10 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyor.

Buna mümasil her Avrupa ülkesinin tarihi büyük katliam ve soykırımlarla doludur.

Bu gibi hadiselerin tarihte kaldığını düşünenler büyük bir hata yaparlar. Yakın
zamanda Ruanda’da, Bosna’da yaşanan soykırımlarda bu barbarlar suç ortağıdır.

Soykırım, katliam, gasp, yağma bunların iliklerine, genlerine işlemiştir. Bunlara


kesinlikle itimat edilmez. Bunlardan her türlü şey beklenebilir.

Şu kadar var ki; Batı’nın hiçbir sınır tanımayan açgözlülüklerini tatmin uğruna
giriştikleri ifsat ve sömürgecilik gayretlerinin önündeki en büyük engel daima İslâm
milletleri ve bilhassa Türkler olmuştur.

Yunan “Megali İdea”sı:


Yunanlıların “Megali İdea” dedikleri büyük amaçlarını, Bizans devletini yeniden
canlandırmak olarak tanımlayabiliriz.

Bu büyük amaç Ege (Adalar Denizi)’ndeki bütün adaları, Kıbrıs’ı, Batı Anadolu,
Trakya, İstanbul ve Karadeniz’de Pontus’u içine alır.

Kıbrıs’a müdahale etmek zorunda kalmamıza sebep olan olaylar, Yunanlıların


mütemadiyen Ege’deki kayalıklara, adacıklara insan çıkartması, tatbikatlarda İzmir’i
arkalarına alıp resim çektirmeleri, Pontus hayallerini diri tutmaya çalışmaları, bir
futbol kulubü başkanının İstanbul’daki müsabakanın ardından “Evimizde kazandık”
demesi, İstanbul’daki Rum patriğinin ekümenik patrik gibi arz-ı endam etmesi,
Akdeniz’deki Sevilla haritası ve Yunan’ın hiçbir kıyısı bulunmadığı halde Doğu
Akdeniz’de hak iddia etmesi ve buna mümasil Yunan çirkefliklerinin arkasında bu
amaç yatar.
Yani bazılarının dediği gibi “Megali İdea” bazı aşırı milliyetçi Yunanlılara ait bir fikir
değildir, adı konmamış bir şekilde Yunanistan’ın resmi politikasıdır.

Dikkat ederseniz Yunanistan kurulduğu gü nden beri bu amacı doğrultusunda


genişlemiştir ve halen genişlemeye çalışmaktadır.

Yunan Milli Marşındaki Soykırımcı Zihniyet:


Cihad Yaycı’nın dikkat çekmesi üzerine Türkiye’nin gündemine gelen Yunan milli
marşı, Türklere karşı katliamcı ve soykırımcı zihniyetin tezahürleri ile doludur.

Dönemin büyük devletleri İngiltere ve Fransa’nın desteği ile 1821’de başlayan Yunan
isyanının ardından Mora’daki yaklaşık yüz bin Türk soykırıma uğramıştır. Bu katliam
hakkında İngiliz tarihçi William St. Clair; “Mora’daki soykırım ancak öldürecek
başka Türk kalmadığında sona erdi” demiştir.

İşin daha fecaat tarafı Yunan Milli Marşı’nın bu soykırımı iftiharla yücelten dizelerle
dolu olmasıdır.
158 kıtadan oluşan bu sefaletnamenin bazı dörtlükleri şöyledir:

“Derin okyanus, işte böyle uğuldasın isterdim. / Ve dalgasında boğulsun, her Türk
tohumu. / Neden muharebeye yavaşladı bir an? / Neden azaldı dökülen kan? ...
Hem palaskalar, hem kılıçlar / Etrafa saçılmış beyinlere,/ Baştan başa yarılmış
kafataslarına, / Kımıl kımıl oynayan iç organlarına bulanmış...
Köpekler azalıyordu / Ve Allah diye bağırıyorlardı, Allah! / Fakat Hristiyanların
dudakları daha doğruydu / Ateş diye bağırıyorlardı ateş! ...
Ve pislikler ölüyorlardı, / Allah diye böğürerek. ...
Pis kanları nehir olmuş / Ovada akmakta / Masum otlar su yerine / Kan içmekte...
Çimlerin üzerinde uzanıyor / Ve her yerde ölüyorlardı / Sefil ve umutsuzca / Bu terk
edilmiş sefil artıklar.”

Gördüğünüz gibi tamamen Türk düşmanlığı ve Türklere yaptıkları zulüm, katliam ve


soykırımları bir maharet gibi anlatan, beyinlere işleyip bu düşmanlığı körükleyen bir
milli marşları var.

Tarih Boyu Savaş Kaybettiği Halde Toprak Kazanan


Ülke:
Yunan çeteleri 1821 yılında İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle isyan etmiş, büyük
katliamlar yaparak kadın-çocuk onbinlerce Türk ve müslümanı öldürerek Mora’da
devletini ilân etmişti. Mısır’dan ibrahim Paşa kumandasında gelen Osmanlı askerleri
1825’te Mora’ya ayak bastı ve 1827 yılında Atina’nın ele geçirilmesiyle Yunan isyanı
tamamen bastırılmış oldu. Ancak İngiltere, Fransa ve Rusya harekâtın durdurulması
için Osmanlı’ya ultimatom verdiler. Osmanlı geri çekilmeyince bu üç ülkenin
donanması Navarin’de Osmanlı donanmasına saldırdı. Donanmasının büyük kısmını
kaybeden İbrahim Paşa harekâtı durdurmak zorunda kaldı. 1832 yılında Osmanlı
Yunan Devletini tanıdı.

Bu ülkelerin desteği ile Mora yarımadasında devlet kuran Yunanlılar sürekli


genişlemeye çalıştı, Osmanlı idaresi altındaki Rumları kışkırtıp terör eylemleri yaptı.
Bunun üzerine Osmanlı 1897 yılında Yunanistan’a savaş ilân etmek zorunda kaldı.
Osmanlı orduları Yunan ordularını kesin bir yenilgiye uğrattı. Atina’yı ele geçirmek
üzere iken Rusya’nın ultimatomu ile savaş durdu ve sonra yapılan anlaşma ile
Osmanlı Teselya’dan da geri çekildi.

Yunanistan’ı uzun süre Avrupa’dan gelen krallar idare etti.

Yunanistan yine bu büyük devletlerin desteği ile 1919 yılında İzmir’e asker çıkartarak
Anadolu işgaline başlamıştır. Bu işgalde de en büyük destekçisi İngiltere olmuştur. 1.
Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın ordusu dağıtılmış ve silahları teslim edilmiş
olduğu için Türkiye 3 yıl boyunca Yunan ordusunun karşısına denk bir kuvvet
çıkartamamış, nihayet 1922 yılında Büyük Taarruz ile Yunan ordusu yok edilmiştir.
Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı Batı Anadolu hayali ve ordusu yok olan Yunanistan’ın
buna rağmen topraklarını genişletmesine şöyle vurgu yapmaktadır: “Türk ordusu,
Yunan ordusunu bitirmiştir. Yunan ordusu diye bir şey kalmamıştır. Ama allem
etmişlerdir kullem etmişlerdir ordusuz Yunanistan, Yunan topraklarını büyütmüştür.
Yani genişletmiştir.”

Yunanistan nihalet 1947’de İtalya’nın elinde olan adaları da topraklarına katmıştır.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 90’lı yıllarda yaşananları ise
eserinde şöyle nakletmişlerdi:

“Kıbrıs konusu gündemde tutulup, Rumlara peşkeş çekilmek isteniyor, Ege


sorununda Yunan tarafını destekliyorlardı. İnsan Hakları meselesi gibi çeşitli
bahanelerle Türkiye’ye baskı yapıyorlar, Filistin İsrail’in zulmü altında, Keşmir
de Hindular’ın esareti altında inliyordu. Bunlarla da kalınmıyor, Çeçenistan Rus
mezalimi altında eziliyordu. Bütün bunlar Yeni Dünya Düzeni’nin ve baştakilerin
sorumsuz, liyâkatsiz politikalarının eseri idi.

Türkiye, eline geçen çok büyük fırsatları kaçırmış, batıcı ve Amerikancı


yaklaşımlarla hadiselere yaklaşılmıştır.”
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “Sözler ve Notlar 6”, s. 522-523)

Binaenaleyh Yunanistan’ın çığırtkanlıklarına bakarsanız hep gözü arkasındadır.


Avrupa, Amerika arkamda mı, yanımda mı diye bakar. Öyle alışmışlar. Bir savaş
çıkartırsam, onların desteği ile yine bir şeyler kopartabilir miyim hülyasındalar. Bütün
konuşmalarına bakarsanız. “Bir savaş çıkartırsak acaba Amerika, Fransa bizi yalnız
bırakır mı?” şeklinde bir bilinç altına sahip olduklarını görürsünüz.

Meselâ ABD ile Savunma İşbirliği Anlaşması’nın imzalanmasından duyduğu


memnuniyeti anlatan Yunan Kathimerini gazetesinden Tom Ellis, Yunanlıları bu
bilinçaltı ile kendince uyarıyor; “Kendimizi kandırmayalım” diyor ve
sonra “Yunanistan’ın toprak bütünlüğünün ve egemenlik haklarının korunmasına,
uluslararası hukuk ilkelerine ve Deniz Hukuku’na verilen desteğe yapılan atıflar
faydalıdır ve sembolik ağırlık taşır ancak -daha önce de sık sık söylediğimiz gibi-
kimse bizim için savaşmayacak” ifadelerini kullanıyor.

Unuttukları bir şey var, ne Rusya eski Rusya, ne Amerika eski Amerika, ne Avrupa
eski Avrupa. Hiçbirisinin Yunanistan için savaşacak dermanı ve eski gücü yok. Artık
hiçbir halk 100 yıl önceki 200 yıl önceki gibi başkaları için savaşmıyor. Türkiye ise; 40
yıldır savaşan, dünyanın en tecrübeli askerine, kendi silahına ve savaşma azmine
sahip bir ülke. Küffarın seneler sürecek dediği savaşları kırk günde, elli günde kesin
zaferle neticelendiren bir ordumuz var. Afrin’de, Karabağ’da olduğu gibi .

Bu Yunanlılar bir aptallık yaptığında kesin ve net bir cevap vermek boynumuzun
borcudur. Haçlı Batı’nın bu şımarık çocuğuna pabuç bırakma devri artık geride
kalmıştır.

Yunanistan’ın ABD İle Yaptığı Anlaşma:


Yunanistan Amerika ile olan savunma işbirliği anlaşmasını genişleterek yeniledi.
Daha önce birer yıllık yapılan uzatmalar bu sefer beş yıllık yapıldı ve bu beş yılın
sonunda da taraflardan birisi çekilmezse anlaşmanın süresiz uzayacağı belirtildi.

ABD-Yunanistan Savunma İşbirliği Anlaşması uyarınca Yunanistan, Türkiye


sınırındaki Dedeağaç Üssü ve Girit Adası’ndaki Suda Üssü de dahil olmak üzere,
ülkedeki Amerikan üslerinde daha fazla ABD askerinin konuşlandırılmasına izin
verecek. Ayrıca ABD, Yunan askeri üslerine de erişim hakkına sahip olacak. ABD
güçlerinin Yunanistan’da tatbikat yapacağı bölgeler genişletilecek.

Yine bu anlaşmayla ABD’nin Ege’de bulunan adalarda yeni üs kurmasının önü


açılmış oldu. ABD Gökçeada’ya sadece 7 mil uzaklıktaki Semadirek Adası’na üs
kurma hazırlığına başladı.
Bu anlaşmanın NATO çerçevesinde Rusya’ya karşı Bulgaristan ve Romanya gibi
ülkelere hızlı güç aktarımı yapmak için yapıldığı söylense de Yunanlı yetkililer açıkça
bu anlaşmayı Türkiye’ye karşı yaptıklarını söylüyorlar, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını savaş sebebi sayan
kararına atıf yapıyorlar.

Anlaşma imzalanırken konuşan Yunan Dışişleri Bakanı, Doğu Akdeniz ve Ege’de


savaş tehdidiyle karşı karşıya olduklarını söyledi; “Akdeniz’de Yunanistan, bir savaş
sebebiyle (casus belli) karşı karşıya. Burada egemen haklarını kullanmasıyla durum
savaşa gidebilir. Her gün de provokasyona maruz kaldığımızı belirtmeliyim.
Yunanistan, diplomasi yoluyla sorunları çözmede kararlı” diye konuştu.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de Savunma İşbirliği Anlaşması’nın
yenilenmesinin “Doğu Akdeniz ve ötesinde güvenliğe ve istikrara katkıda
bulunacağını” söyledi.

Bu anlaşma Yunanistan’ı ziyadesiyle memnun ediyor ve Türkiye’ye karşı


cesaretlendiriyor. ABD’nin bunu görmemesi mümkün mü? Amerika eskiden dikkat
ettiği Türk-Yunan dengesini artık terketmiş durumda ve açıkça Yunanistan’ı
destekliyor.
Görüyorsunuz tehlike büyük, Haçlı Batı devletleri Türkiye’yi batıdan Yunan ile;
güneyden PKK, YPG ile sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Bunu bize 40-50 senedir Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri söylüyordu. Ve
bugün tahakkuk etti.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri “Türkiye’nin iki yerden kıskacı
var. Hiç ummadığımız yerden.” buyurmuşlar; Türkiye PKK gibi terör örgütlerini
vurduğunda yahudinin onların arkasında duracağını; diğer tarafta da düşman
Yunanistan’ın bulunduğunu haber vererek, tehlikelere karşı ikazda bulunmuşlardı:

“Binaenaleyh Türkiye vurursa yahudi karşılayacak ve dünya da oradan


karışacak. Diğer taraftan da Yunanistan var, düşman var. Onun için zaten o ne
murad ettiyse o olacak. Ve dünyayı birbirine vurduracak, yok edecek.

Yunanistan füzelerine güveniyor. Dediğim gibi, Türkiye’de de atom var.

... Takdir ne ise o olacak. Hüküm O’nundur. Mülk O’nundur.”

“İsrail demek Amerika demek, Amerika demek hıristiyan alemi demek.”

“Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demektir.”

“Dikkat ederseniz ordu Irak hududunu geçti. Her an için çatışma başlayabilir.
Ama ilâhî takdir nasıl olacağını Allah bilir.

Diğer taraftan Yunan hiçbir zaman rahat durmaz. Onun için bu iki cephemizde
... Rabb’im korusun!” (2006)

Amerika Batı Trakya’da:


ABD’nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt bu görüşmeler esnasında, “Kasım ayında
Dedeağaç limanına yeni bir sevkiyat gerçekleştireceğiz. Bu defa Dedeağaç’a gelecek
uçak ve helikopterlerin sayısı öncekilerinden daha fazla olacak. Gördüğünüz gibi her
defasında daha güçlü hareket ediyoruz” diye konuştu. İlk aşamada, “USNS Yuma”
adlı hızlı askeri nakliye gemisi Dedeağaç limanına gelerek, saldırı helikopterleri,
insansız hava araçları (İHA), tank, zıhlı araç ve çeşitli askeri malzemeleri bölgeye
yığacak. Haberinde Ta Nea gazetesi, “ABD, Yunanistan’a bugüne kadarki en büyük
çıkarmasını yapacak” ifadelerini kullandı.

Amerika’lı yetkililerin siyasi cümlelerle ifade ettikleri Yunan desteğini ABD Atina
Büyükelçisi daha pervasız sözlerle dile getiriyor ve Yunanistan’a tabir caiz ise kuvvetli
gazlar veriyor.

Saddam da Amerikan büyükelçisinin oyununa gelip Kuveyt’i işgal etmişti. Amerika’nın


Bağdat büyükelçisi Glapsie, işgalden bir hafta önce Saddam’la yaptıkları görüşmede
Irak’ın Kuveyt sınırına yaptığı yığınağı bile bile “Amerika’nın araplar arası
anlaşmazlıklara karışmadığını” söylemişti. Devamını hepimiz biliyoruz.
Şimdi de görülüyor ki Amerika, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı haddinden fazla
cesaretlendiriyor.

Aslında Amerika bir taşla birkaç kuş vurmuş oluyor. Amerika Yunanistan’a yerleşerek
tehdit olarak gördüğü Rusya, Çin ve Türkiye’ye karşı pozisyon almış oluyor.

Karadeniz’e gemilerini istediği gibi sokamayan Amerika Batı Trakya üzerinden


Karadeniz’e yol bulmaya çalışıyor.

Yine Akdeniz’de birçok ülkede limanların işletmesini satın alan Çin Yunanistan’ın en
büyük limanı Pire’yi de satın almıştı. Bir Rus şirketi de Selanik limanını satın aldı.
Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin önünde askerî garnizonlar kurmaya çalışan ABD,
Yunanistan’a yerleşerek önemli bir konum elde etmiş oldu.

Diğer yandan bildiğimiz üzere ABD Başkanı Biden yakın zamanda Suriye meselesi
hakkında konuşurken Türkiye’nin PKK’ya karşı haklı müdahalelerinin ABD’nin
güvenliği için tehdit oluşturduğunu söyledi. ABD’nin Türkiye’yi tehdit olarak gördüğü
birinci ağızdan itiraf edilmiş oldu. Bu yüzden ABD’nin Batı Trakya’ya yerleşmesinin en
önemli sebeplerinden birisinin Türkiye’yi kuşatmak maksadı taşıdığını rahatlıkla
söylemek mümkündür.

Amerika’nın Başında Yunan Var:


Bilindiği üzere Amerikan Başkanı Biden “Ben onursal ve fahri Yunanım” demişti.

Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalesinden bir yıl önce senatör olan Biden,
uzun yıllar boyunca Türkiye’ye Kıbrıs’tan çekilme çağrısı yaptı. 1987 yılında da
Birleşmiş Milletler’in (BM) bu doğrultuda aldığı karara uymadığı için Türkiye’ye
yeniden ambargo uygulanmasını öngören kanun taslağını hazırlayan ve Kongre’ye
sunan isimlerden biri oldu. Bu tasarı Kongre’de yeterli oyu alıp yasalaşamadı.

1999 yılında da Türkiye’ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest


bırakılmasını Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak veto etmişti.

Başkan olmadan önce 1915 olaylarının “Ermeni Soykırımı” olarak tanınması


gerektiğini savunuyordu. 24 Nisan 2020’de, 1915 olaylarının 105. yılında yaptığı
yazılı açıklamada Senato’daki çalışmalarını hatırlatarak, “soykırımın tanınması için
yürütülen çabalara liderlik etmekten gurur duyduğunu” söylemişti. Nitekim 24 Nisan
2021’de yaptığı yazılı açıklamada soykırım ifadelerini kullanarak şöyle dedi: “Her yıl
bu günde, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımında hayatını kaybeden herkesin
hayatını hatırlıyor ve kendimizi böyle bir vahşetin bir daha yaşanmamasına adıyoruz.
24 Nisan 1915’ten itibaren Konstantinopolis’teki Ermeni aydınların ve cemaat
liderlerinin Osmanlı makamları tarafından tutuklanmasıyla bir buçuk milyon Ermeni,
imha kampanyasında sürgün edildi, katledildi veya ölüme yürüdü.”
Görüyorsunuz Amerika’nın başında Türk düşmanlığı ile iyice temayüz etmiş,
kendisini “Yunan” olarak tanımlayan bir şahıs bulunmaktadır. Gerek Ermenilerin
sözde tezlerini kabul etmesi gerek İstanbul’a Yunan dili ile “Konstantinopolis” demesi
içindeki gerçek niyeti gösteriyor.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in de Biden’den aşağı kalır bir yanı yoktur.

ABD Kongresi ise sanki Ermeni-Yunan Kongresi gibi, neredeyse Türkiye karşıtı
olmayan kimse yok.

En son üç kongre üyesi Türkiye’nin talep ettiği F-16’ların verilmemesi için mektup
yazdı.

Türkiye’yi karşılarına almaya çekindikleri için düşmanlıklarını frenliyorlar.


Yunan’dan Nükleer Tehdit; Yunanistan’ın Fransa İle
Yaptığı Anlaşma:
Yunanistan’a en açık desteği Fransa veriyor. Fırkateynler, füzeler, uçaklar ...
Yunanistan hangi silahı isterse en kısa zamanda gönderiyor. Kimisini hibe ediyor.

Fransa Türkiye’den çok rahatsız. Bunun en büyük sebebi yıllardır sömürdüğü Afrika
ülkelerine Türkiye’nin yaptığı açılım. Bu sömürgeci yamyamların bir kuruşuna engel
olduğun zaman hemen düşman kesiliyorlar.

Yunanistan Amerika ile yaptığı anlaşmadan önce Fransa ile Savunma İşbirliği
anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre iki ülkeden biri saldırıya uğrarsa diğeri saldırıya
uğramış kabul edileceği karara bağlandı.

Fransa ile imzalanan anlaşmayı, Fransa ile Almanya arasında imzalanan Aachen
Antlaşması’na benzeten Yunan Başbakan Miçotakis, anlaşmanın özünde “taraflardan
birinin saldırıya uğraması olasılığında diğer ülkenin askeri yardımını öngördüğünü”
söyledi.

Yunan Başbakanı Miçotakis, Yunan parlamentosunda Fransa’nın Yunanistan ile


imzaladığı Savunma ve Güvenlik Alanlarında İş Birliğine Yönelik Stratejik Ortaklık
Anlaşması hakkında yaptığı konuşmada Fransa’nın anlaşma çerçevesinde Atina’ya
vermesi öngörülen desteği değerlendirirken;

“Yunanistan’ın tarihinde ilk defa, olası bir saldırı anında kıtamızın en güçlü, BM
Güvenlik Konseyi üyesi ve AB’nin yegane nükleer gücü olan Fransa’nın -askeri dahil-
yanında yer alacağını taahhüt ettiği tarihi bir anlaşmadır” dedi.

Bu hususta Tümamiral Cihat Yaycı dikkate alınması gereken şu sözleri


söylemektedir:

“Fransa ile Yunanistan savunma iş birliği anlaşması imzaladı. Yunan milli savunma
bakanı ne dedi? AB’nin tek nükleer gücü artık arkamızda dedi bu anlaşmadan sonra.
Bu bir uluslararası suçtur. Bir kere bunu Türkiye’nin çok iyi kullanması lâzım. Yani
imzaladığı anlaşma ile nükleer güç kullanmakla başka ülkeleri, başka milletleri tehdit
ediyor Yunanistan/Yunan devlet adamları! Bunun BM ve dünya kamuoyu nezdinde
derhâl çok sert prostesto edilmesi ve duyurulması lâzım. Bu uluslararası hukukta
yasaklanmış bir konuşma tarzıdır. Siz normal konvansiyonel silahla da tehdit
edemezsiniz, hele nükleer silah kullanımı konusunda hiç kimse hiç kimseyi tehdit
edemez! Yani bu BM’nin kuruluş şartlarına aykırı. Bir de şunu hatırlatmak gerekir.
İttifak imzaladığı devletin sahip olduğu silahla başkalarını tehdit eden bir devletin,
kendisinin o silaha sahip olduğu durumda dünyayı ne hale çevireceğini düşünmek
lâzım.”

Bunu bir Türk amirali söylüyor. Yunanistan’ın nükleer bomba ile tehdit ettiğini
söylüyor.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri seneler evvel söyledi:

“Burada bizim manevî gördüğümüz işler de oluyor. Şimdi Yunanistan’ın


plânına bakıyorum, yahut gösteriyorlar daha doğrusu. İlk hücumları atom
olacak. Fakat şimdiki devletlerin her birisi kendi plânını yürütmeye çalışıyor.
Ama başına geleceğini düşünmüyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Hiçbir
belde yoktur ki, onu ben yıkmamış bırakayım.’

Yunanistan’ın plânına baktım, atomunu atacak, Kıbrıs’ta askerini serbestçe


yürütecek. Fakat Türkiye’nin ona ne atacağını o bilmiyor. Türkiye’de de aynı
atom bombası var. Ama füze ile yoksa tayyare ile var.”

Yani bunların niyeti bu. Ellerinden geldiği an nükleer silah kullanmaktan bile
çekinmeyecek bir tıynete, kin ve düşmanlığa sahipler.
Yunanistan’ın bu tehditi üst perdeden dile getirilmelidir, ki böylece Türkiye’nin de bu
tür silahları edinmesi yönünde dünya kamuoyu oluşturulmuş olur.

Her türlü tedbiri almamız lâzım. Her türlü silahın bizde de bulunması lâzım. Zira
bunlardan her şey beklenir.

Afrika’nın İliğini Sömüren Fransa:


Fransa Afrika’nın büyük bir kısmını sömürgeleştirmiş ve bugün hâlâ birçok Afrika
ülkesinin doğal kaynaklarını sömüren, bu ülkelerin paralarını gasbeden bir ülkedir.

Geçtiğimiz yüzyılın başında Libya, Sudan, Kongo’nun batısında kalan bütün Batı
Afrika birkaç devlet hariç Fransa’nın sömürgesiydi, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa
Trablus’un güneyindeki bütün Batı Libya’yı işgal etmişti. Kaddafi’yi ilk bombalayan,
Libya’yı karıştıran Fransa’dır.
Aç gözlü, soykırımcı Fransa Afrika’yı kendi mülkü zannediyor.

Fransız sömürgesi Afrika ülkeleri bugün bağımsızlığını kazanmış olsalar da halen


Fransa güdümündedir.

Afrika’da 54 ülkenin 27’sinini resmî dili Fransızca’dır. Fransa 1961’den beri 14 Afrika
ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Bu ülkeler para olarak Fransa’ya ait CFA
Frangı kullanıyorlar. Afrika Finansal Topluluğu’nu (CFA) kuran anlaşmanın hükümleri
uyarınca bu ülkeler döviz rezervlerinin en az yüzde 85’ini Fransız Merkez Bankasında
tutmakla yükümlü. Üstelik kendi paralarının yüzde 20’sinden fazlasını talep etmeleri
durumunda Fransa’nın veto hakkı bulunuyor. Fransız hazinesi, Afrika’dan yıllık 500
milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. Yine bu ülkelerin çoğunda büyük ekonomik
varlıkların tümü Fransız şirketlerinin elinde.

Yakın zamanda Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi 15 ülke 2020 yılı
Temmuz ayı itibarıyla sömürge döneminden kalma 74 yıllık Fransız sömürge parası
CFA frangını kaldırarak ortak para birimine geçeceklerini ve ECO ismini verdikleri
para birimini kullanacaklarını ilân ettiler. Fransa bu açılımı destekliyor gibi yapıp
sömürüye devam etmeye çalışıyor.

Ruanda’daki soykırımın sorumlusu olan, lejyon birlikleri ile işgallerini sinsice devam
ettiren bu faşist, soykırımcı yamyamlardan kıtanın mazlum halklarını, müslüman
halklarını düşünmelerini bekleyebilir miyiz? Fransız sömürgesi Çad’ın paralı
milislerinin Libya’nın güneyindeki faaliyetlerini Fransa’dan bağımsız düşünebilir
miyiz?

Çoğu müslüman olan bu ülkelere Türkiye’nin yaptığı açılım, elçilikler açması, THY’nın
seferler düzenlemesi Fransa’yı çok rahatsız ediyor. Zira bu ülkeler daha önce
seyahatlerinde bile Afrika’daki bir ülkeden diğerine veya dünyanın herhangi bir yerine
uçakla gitmek için Paris üzerinden aktarma yapmak zorundaydı.

Bu ülkeler Türkiye’nin el uzatmasından memnunlar ve Fransız boyunduruğundan


kurtulmaya çalışıyorlar. En son Ekim ayında cumhurbaşkanının 4 Afrika ülkesini
ziyaret etmesinde olduğu gibi bu gibi faaliyetler Fransa’yı hop oturup hop kaldırıyor.

Yunanistan Saldıramaz Rahatlığında Olanlar Var,


Oysa;
HER AN BİR KIVILCIM ÇIKABİLİR:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Yunanlılar saldırmak için kararlılar. Bir anda saldıracaklar.” buyurmuşlardı.

Çok müteyakkız olmak lâzımdır. Ani bir saldırıda hazırlıklı olmazsak zayiat çok olur,
kendimizi toparlayıncaya kadar Trakya’da ilerleyebilirler.
Konunun uzmanı Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye ile Yunanistan arasında
son dönemde tırmanan gerilime ilişkin yaptığı bir açıklamada konuyla ilgili şu ifadeleri
kullandı:

“Kimseyle müzakere etmeden S-400’leri aktive etmemiz elzem hale gelmiştir.


Bunları aktive ederek, devletimizin ve milletimizin güvenliğini sağlamamız
lâzımdır. S-400 sistemi bir taarruz sistemi değildir, bir saldırı silahı değildir. Bu
sistem bir savunma silahıdır. Sizin ülkenize bir uçak girerse işte o zaman onu
düşürmek için devreye girer bu sistem. Yoksa siz S-400 sistemiyle Yunanistan’ı
bombalayamazsınız. S-400 sistemiyle Şam’ı bombalayamazsınız, öyle bir şey
yok. Bu yerden havaya atılan, adı üstünde hava savunma sistemi, hava taarruz
sistemi değil. Ama Yunanistan’ın aldıklarının hepsi taarruz sistemi. Kime karşı?
İtalya’ya karşı mı? Arnavutluk’a karşı mı? Makedonya’ya karşı mı?
Bulgaristan’a karşı mı? Kime karşı? Türkiye’ye karşı.” (Haberler.com, 19 Ekim
2021)

Bu düşmanlıkların, özellikle Yunanistan’ın bu silahlanma ihtirası ve hasmane


tavırlarının çok ciddi bir şekilde ele alınması gerektiği halde Türkiye’de büyük bir
kesimde ve halkta bir rahatlık var.

Nasıl ki PKK gibi Ermenistan gibi çirkef ve şirretlerle uğraşıyorsak bunların şeddeli bir
benzeri de Yunanistan’dır. Bunlara karşı kesinlikle çok temkinli, tedbirli ve hazırlıklı
olmamız lâzımdır.

Bunların üsluplarına ve yapılan açıklamalara bakarsanız her an karasularını 12 mile


çıkartma kararı alabilirler. Bunu Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Bunu
kabul etmeyen Türkiye’nin gemileri bu sahaya girdiğinde Yunan’ın müdahale etmesi
demek savaşın başlaması demektir.

İş her zamankinden daha nazik bir hal almıştır.

Yunanistan’ı çok küçümsüyoruz, Türkiye aşağıda meşgulken ani bir saldırı ile
füzelerle bize saldırabilirler.

Nihayetinde harp de bir afattır, imtihandır. Allah -u Teâlâ cihad edenlerle etmeyenleri
ayırt etmek için bu imtihan ve ibtilâlarla bizleri denemektedir.

İmtihan edilip de temize çıkarılmadan cennete girilmeyeceği, Uhud savaşı hakkında


inen bir Âyet-i kerime’de beyan buyurulmaktadır:

“Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenlerle etmeyenleri, sebat edenlerle


etmeyenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?” (Âl-i
imrân: 142)

Âyet-i kerime’de cihadsız ve sabırsız, imtihan edilmeden ve Allah -u Teâlâ’nın kendi


yolunda cihad edenleri, düşmanlarına karşı direnmekte sabır gösterenleri belirtmeden
cennete girilebileceğini sanan kimselerin bu düşünceleri reddedilmektedir.
Her çeşit ibtilayı Hazret-i Allah indiriyor. Bu musibetlere karşı tek sığınağımız yine
Allah-u Teâlâ’dır. O’nun merhametine nâil olabilmek için O’na sığınmalı, O’nun
lütfuna ihsanına dayanarak, O’nun uğrunda cihad ve sebat etmeliyiz.

“Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve
Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz.” (Enfâl: 45)

12 Mil Meselesi:
Bilindiği üzere Ege Denizi (Adalar Denizi) içerisinde birçok ada bulunan bir deniz.
Kurtuluş Savaşı’nda bir donanmamız olmadığı için buradaki irili ufaklı adaların
tamamına yakını Yunanistan’da kalmıştır. Lozan’da karasuları 3 deniz mili olarak
karara bağlanmıştır. Daha sonra bu 6 mile çıkarıldığında Türkiye buna pek ses
çıkarmadı. Ancak günümüzde birçok devlet karasularını 12 mile çıkarmış durumda.
Yalnız bunun başka bir devletin aleyhine olmaması lâzım.

Eğer Adalar Denizi’nde Türkiye 12 mili kabul ederse Yunan adaları Türkiye’nin
batısında adeta bir duvar haline geliyor; hiçbir ticari, askerî gemi Anadolu’dan açık
denize çıkamaz, balıkçılarımız Anadolu kıyılarından öteye açılamaz duruma düşüyor.
Karasularının 6 milden 12 mile çıkması durumunda Adalar Denizin’de %40 olan
Yunan payı %70’e çıkıyor. Bu durumdan sadece Türkiye değil boğazları kullanan
bütün Karedeniz ülkeleri de etkileniyor, Akdeniz’in önünü Yunan karasuları kapatmış
oluyor. Boğazlardan izinsiz geçebilen gemiler, Adalar Denizi’nden izinsiz geçemez
duruma geliyor.

Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye böyle bir şeyi kabul edebilir mi?

Yunanistan işte bu kadar pervasız, bu kadar çirkef bir politika yürütüyor. Ve hiçbir
Batı ülkesi de yahu sen ne yapıyorsun demiyor.

Yunanistan hali hazırda karasularını 6 mil hava sahasını 10 mil kabul ettim diyor, bu
yüzden sürekli Türk uçakları hava sahama girdi diye yaygara kopartıyor.

Yunan Parlamentosu Cumhurbaşkanı’na karasularını 12 mile çıkarma yetkisini


seneler önce vermiş durumda. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise 1 Haziran 1995
yılında aldığı kararla Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkartmasının savaş sebebi
olduğunu ilân etti.
Çirkef Yunanistan sürekli bunun yaygarasını yapıyor. Savaşı göze alamadığı için
karasularını 12 mile çıkartma kararını almıyor. Ancak son zamanlarda Amerika ve
Fransa ile yaptığı Savunma İşbirliği Anlaşmalarından cesaret alan Yunanistan her an
bir karar alabilir.

Yunanistan geçtiğimiz aylarda İtalya’ya bakan kıyılarında İyon Denizi’nde karasularını


12 mile çıkardı, yoklama çekiyor.

İnsan Yaşamayan Adacık ve Kayalardaki Yunan


İşgali:
Yunan Megali İdea’sına göre hareket eden Yunanistan bütün Ege’yi ve Ege’deki
bütün adaları ele geçirmeye çalışıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ve FETÖ’nün
Hoşgörü Diyalog fitnesini fırsat bilerek Ege’de burnumuzun dibindeki birçok insansız
adacık ve kayalıklara insan ve asker yerleştirdiler. “Su uyur düşman uyumaz”
atasözünü bilfiil bize gösterdiler. Biz uyurken buralara yerleştiler. Maalesef Türkiye
aman hır çıkmasın diye buna göz yumdu. Şimdi Yunanistan bu insansız adacıkları da
sahipleniyor ve bu boş adacık ve kayalıkların da karasuları olduğunu iddia ediyor.
Türkiye’nin bunları buralardan defetmesi lâzım, ancak bu takdirde savaş çıkartan ülke
durumuna düşmüş olacak.

1996 yılında yaşanan Kardak krizi buna güzel bir örnektir. Kardak kayalıkları 2 ayrı
kayalıktan meydana geliyor, Yunanlılar birisine asker çıkartıp donanması ile her iki
kayalığın etrafını kuşattılar. Türkiye saldıran taraf olmamak için müthiş bir
operasyonla SAT komandolarını asker bulunmayan diğer kayalığa çıkarttı.
Komandolarımız Yunan donanmasının arasından tereyağından kıl çeker gibi geçip
Yunan askeri olmayan kayalığa çıkıp Türk bayrağı çektiler. Sabah Türk askerini
gören Yunanistan büyük bir şoka uğradı. Türk askerine silah çekemeyince büyük bir
hezimetle geri çekilmek zorunda kaldı.

Adalar Meselesi ve Adaların Silahlandırılması:


Adalar Denizi’ndeki (Ege’deki) bazı adalar Lozan anlaşmasına göre
silahsızlandırılması şartı ile Yunanistan’a devredilmişti.

Oysa Yunanistan her türlü pervasızlığı, çirkefliği yaptığı gibi bu adaları da


silahlandırmış durumda.

Türkiye yıllar yılı Avrupa hülyası ile küfrü ve kâfirleri hoş görme uğruna bunlara ses
çıkarmadı, yapması gerekenleri yapmadı.
Şimdi Yunanistan o kadar gemi azıya aldı ki, Yunan ana karasından yüzlerce km
uzakta, Türkiye’nin burnunun dibindeki adalarda tatbikat yapıyor, arkasına İzmir’i alıp
resim çektiriyor.

Ancak Türkiye adaların devri için silahsızlandırma şartı olduğunu, bu şart ortadan
kalktığı için devir işleminin de geçersiz hale geldiğini iddia etme hakkına sahip olmuş
oluyor.

Yunan’a karşı bu gibi proaktif politikalar uygulamaktan çekinmemek, gereken her şeyi
yapmak lâzım.

Mavi Vatan’ı Yunan Hazmedemiyor:


Bazı amirallerimizin gayreti ile Türkiye’nin gündemine giren “Mavi Vatan” kavramı ve
Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki hak ve menfaatlerini müdafaa etmeye başlaması
Yunanistan’ı adeta kudurtmuş durumda. Sinsi sinsi Ege’yi Yunan gölü, Avrupa Birliği
sürecini kullanarak Kıbrıs’ı Yunan adası haline getirmeye çalışan Yunanistan’ın
hayalleri büyük sekteye uğradı.

Ve fakat Yunanistan hakkı olmayanı hak kabul etmekte o kadar çizmeyi aşmış
durumda ki Türkiye’nin kendi hakkını mü dafaa etmesini kendisine yönelik bir tehdit
olarak lanse ediyor ve öyle inanıyor. Halkından gazetecisine, profesöründen
bakanına, başbakanına hepsi böyle. Yunanistan’da öyle bir paranoya öyle bir
kamuoyu var ki işin hakikatini bilenler gıkını çıkartmaktan çekiniyor. Yunanistan’ın
adeta Amerikan işgaline uğramasına itiraz edenler bile Türkiye’ye karşı söz söyleme
ihtiyacı hissediyorlar.

Batı Trakya’da Yunan Zulmü:


İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi’ne
verdiği röportajda Yunanistan’ın uyguladığı baskıların bazılarını şöyle anlatmıştır:

“Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının “Türküm” demesi yasaktır. Kurduğu ve


kuracağı derneklerde “Türk” kelimesini kullanması yasaktır. Eskiden okullarda “Türk
İlkokulu” yazarken sonraları “Miyonotiko” (Azınlık) veya “Muslumaniko” ifadeleri
kullanılmıştır.

... Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı mensubu milletvekili, müftü, belediye
başkanları veya dernek başkanlarının Türk olduklarını ifade etmeleri veya “Azınlık
Türk’tür.” gibi ifadeler kullanmaları mahkemeye verilmelerine yol açmaktadır.

... Vakıf idaresinin azınlık tarafından seçimle iş başına gelmesi lâzımken cunta
döneminden beri vakıf idarelerine Yunan vatandaşları tayin ile gelmektedir. Malların
idaresi Yunanın elinde. Azınlık vakıflarına ait mallar satılmakta veya az bir kira
karşılığında Yunanlara peşkeş çekilmektedir.

... (Müslüman Türkler) 90’lı yıllara kadar müftü seçimini bir şekilde yerine getirmiştir.
Yunanistan 90’lı yıllardan sonra azınlığı hiçe sayarak müftü tayinine gitmiştir. Azınlık
da aynı yıllarda müftü seçimine gitmiş ve önce İskeçe’de, sonra da Gümülcine’de
kendi müftüsünü seçmiştir. ... Seçilmiş ve atanmış müftü uygulaması halen de devam
etmektedir.

... Azınlık mensubu Türk’üm diyorsa hiçbir kamu işine alınmaz.

... Azınlığın çözüm bekleyen en acil sorunu eğitimdir. Okullarımız kapatılmaktadır.

... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi azınlığı haklı bulmuştur. Ama Yunanistan
mahkemenin kararına uymayarak müftülere makamlarını iade etmemiştir. İskeçe
Türk Birliği’nin de tabelası iade edilmemiştir.”
Güya Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da yaşananları görebiliyor musunuz?

Lozan’da o günün şartlarında müslüman azınlık tabiri kullanıldı diye Türklerin


kimliklerini ifade etmesini engellemek için her türlü zulmü, her türlü baskıyı yapıyorlar.

Oysa kendileri Lozan’da silahsız olması şartıyla Yunan’a bırakılan adaları


silahlandırıyorlar.

Bunlarla kendi üsluplarıyla mücadele etmek şart olmuştur.

Bize Saldırmaya Kararlı Olan Yunan’a Karşı;


Cesur, Basiretli, Dirayetli, Atak Bir Dış Politika
Uygulamanın Lüzumu:
Osmanlı döneminden gelen anlaşmalarda ve Lozan anlaşmasında Türkiye Girit’i
olsun, 12 Adalar’ı olsun, diğer bazı adalar olsun, bunların bir kısmını Yunan’dan
başka ülkelere geçici olarak devretmiş, hatta bazılarını hiç devretmemiştir. Ancak
Türkiye’nin pasif tutumu sebebiyle Yunan bunların hemen hepsine konmuş, asker
yerleştirmiştir. Özellikle Girit ve 12 Adalar’ın Yunan’a hediye edildiği 1947’deki Paris
Konferansı’nda Türkiye’nin temsil dahi edilmemesi İnönü devrinin en büyük
hatalarından birisi olarak tarihe geçmiştir.

Türkiye bu haklarını; Yunan’a devretmediği adaları, Batı Trakya’daki Türklere


uygulanan zulmü, Yunan’ın nükleer tehdidini, Türkiye aleyhine imzaladığı askerî
anlaşmaları, Amerikan üslerini, Münhasır Ekonomik Bölge tezlerini daha aktif bir
politika ile dile getirmeli ve uluslararası kuruluşlar nezdinde her türlü girişimi
yapmalıdır. Askerî olarak bir girişimde bulunmasa bile “Hukuken hakkım var, günü
geldiğinde bunu kullanacağım” demelidir.
Bu siyasetin faydası şu olacaktır ki, bir defa Türkiye’nin kendi kamuoyu bu haklarının
farkında olması gerekmektedir.

Diğer yandan burada uzun uzun anlatmaya çalıştığımız üzere Yunan saldırmaya
kararlı ve saldıracak. Yunan haksız bir saldırı yaptığında Türkiye haklı olarak karşı
taarruzda bulunacaktır. Bu taarruzda Batı Trakya, Adalar Denizi’ndeki adalara sahip
olmamızın yolu, hakkımız olanı almanın yolu açılacaktır.

Kıbrıs’ta bizi çıkarmak için her türlü baskıyı yapıyorlar ancak orada garantörlük
anlaşmamız olduğu için daha ileri gidemiyorlar. Eğer biz bu haklarımızı dile
getirmezsek küffar devletleri o gün geldiğinde daha büyük baskı yapabilir. Bugüne
kadar olduğu gibi hakkımız olanı tekrar Yunan’a vermeye kalkabilir.

Biz bu haklarımızı dile getirmeliyiz ki; haklı olduğumuzu, hakkımız olduğunu, dost da
bilsin, düşman da bilsin.

Küffarın Hedefi:
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:

“Allah-u Teâlâ küffârın, müslümanlara karşı gönüllerinde besledikleri kin ve


nefretin büyüklüğüne dikkati çekerek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:

“Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar, size sıkıntı verecek şeyleri
isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise
daha büyüktür!

Eğer düşünürseniz, âyetleri size açıklamış bulunuyoruz.”(Âl-i imran: 118)

Bu Âyet-i kerime küfre ve kâfirlere meyledenler için bir ihtardır. Yâni size bu
ilâhî hükümleri hatırlatıyoruz ki, onlardan her zaman uzak durun ve
tehlikelerinden sakınmak için dâima uyanık bulunun. Onlara bu gözle bakma
istidâdını kaybedenler, bu tehlikeyi idrakten de mahrum kalmışlardır. Bu ilâhî
hüküm hatırdan çıkarılmamalı; bugün ellerine fırsat geçse yine aynı şeyleri
yapacakları unutulmamalıdır.” (“İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden
HAİNLERİN İÇYÜZÜ”, s. 320)

Dünya üzerinde hiç bu kadar içten ve dıştan kuşatılmış bir ülke yoktur. Çok uyanık
olmalı, her türlü tedbiri almalıyız. Küffarın bizi kuşatmaya çalıştığı böyle bir zaman
uzun zamandır yaşanmış değildi.

Amerika başta olmak üzere bütün küffar Batı devletleri terör örgütlerini maşa olarak
kullanıyor, alenen destek veriyorlar. PKK gibi kendilerinin dahi terör örgütü kabul
ettiği teröristlere her türlü silâhı, aklı, parayı veriyor, devlet kurdurtmaya çalışıyorlar.
Bu gibi teröristleri Türkiye’ye saldırtıyor. Bu küffarın maşaları da “Arkamda Amerika
var.” diyerek Türkiye ile savaşmaya kalkıyor. Halbuki başına geleceklerden haberi
yok.

Atalarımız ne güzel söylemişler: “Domuzdan post, kâfirden dost olmaz.”

“‘Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız


yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat (kargaşalık) olur.’ (Enfâl: 73)

Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime’sinde küfrü ve kâfirleri bize tanıtmış, onların
birbirleriyle dost olduklarını, müslümanların onları dost edinmesinin yasak
olduğunu, küfür ehlinin müslümanlar için daima kötü fikirler beslediğini,
onların müslümanlara düşman olduklarını, küfür ehlinin birer necis (pislik)
olduklarını ve buna mümasil küffarın iç durumunu bize bildirmiştir.”

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, “İslâm Dini’ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN
İÇYÜZÜ”, Nisan 2006, s. 332)

Tarihten Gelen Düşmanlık:


Türklerin İslâm dini ile müşerref olması ile başlayan bin yıllık tarihi süreçte bu millet
İslâm dinine bir kale, müslümanlara ve İslâm ülkelerine ön der ve umut olmuştur.

İstanbul’un alınması ise Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısını ortadan kaldırdığı


gibi küffarın haçlıların bütün ümidini söndüren bir gelişme oldu.

Sadece Yunanistan değil, hiçbir hıristiyan Batı ülkesi bu durumu hâlâ hazmedebilmiş
değildir.

Tarih boyu milletler inişler, çıkışlar yaşamış, bazı milletler tarih sahnesine çıkarken,
bazıları tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Batı’nın hazmedemediği Türklerin tarih sahnesindeki büyük rolünden ziyade hak ve


hakikatin, İslâm dininin temsilcisi olmalarıdır. Hazmedemedikleri budur. Bu
toprakların İslâm olmasıdır.
Bu hakikatler ortada iken papalar, din adamları, kendi toplumlarına yön veren
önderleri kendi düzenleri bozulmasın diye binbir türlü yalanla halklarına Türk
düşmanlığı empoze ettiler. Türkler’e vahşi, dinsiz, barbar, sapık gibi akla-hayale
gelmeyen her türlü iftirayı attılar.

Batı’yı tanıyan, Batı’da yaşayan bilim insanlarımızın söyledikleri gibi; en yumuşak


huylu dediğiniz bir batılının bile derinine indiğinizde “Türk korkusu ve düşmanlığı”
vardır.
Bu korku ve düşmanlık Batı’nın kültür geni haline gelmiştir.

Küffarın durumu budur. Bunlar bu kadar alçaktır. Bunlara itimat edilmez. Bunlar
düşmandır.

“Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden


hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Görüldüğü üzere onların bu düşmanlıkları tarihten gelir. Zira Türkler 500 yıl bunların
üzerinde at koşturmuş, İslâm’ın sancağını dalgalandırmıştır.
Bugün de bu kadar saldırıya rağmen ayakta durmamız ve şehidlerimize rağmen
zaferden zafere yürümemiz; onları telâşlandırıyor ve kudurtuyor. Türkiye her saldırıya
karşı direnç gösterdikçe, küffarın içyüzü ortaya çıktıkça kuduruyorlar, düşmanlıklarını
gizleme ihtiyacı duymuyorlar. Böylece Allah -u Teâlâ bunların içyüzünü bize
gösteriyor. Gerek gizli, gerek aleni düşmanlıklarını sergiliyorlar. Yunan’ı, Rum’u,
Ermeni’yi, PKK’yı kullanıyorlar. Türkiye’yi kıskaca almak istiyorlar.

Bu hususta da ittifak halindeler. Çünkü özünde İslâm’a düşmanlar ve Türklere büyük


kinleri var. İslâm’a, Türklere karşı birlik içindeler.

“Küfür tek millettir.” (Hadis-i şerif)

Batı Neden Düşman?


Alman Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelen yahudi profesör P. Neumark (Hukuk
ve İktisat fakültelerinde hocaların hocası olarak ders vermiştir) bir
öğrencisinin “Avrupa bizi neden sevmez hocam?” diye sorması üzerine söylediği
mevzuatı birkaç kez yazılarımızda arzettik. Ehemmiyetine binaen tekrar alıyoruz:
“Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmezler ve
sevmeleri de mümkün değildir. Türk ve İslâm düşmanlığı asırlardır kilisenin ve
hıristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. ...”
Daha sonra “Sebeplerine gelince, not ediniz” diyerek on tane sebep saymıştır.
1- Avrupalılar sizleri müslüman olduğunuz ve İslâmiyeti yaydığınız ve müslümanları
asırlarca himaye ettiğiniz için sevmezler...
2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler. Tarihten Türk
çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin
yeniden yazılması gerekirdi. Osmanlı arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imha edildi.
3- Dün Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 yıl Avrupa’nın sırtında ve ensesinde at koşturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Balkanlar ve Orta Avrupa’yı hıristiyan
Haçlılar’a mezar ettiler.
6- Sizi silah ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek, milli ve manevi değerlerinizden
kopararak yendiler ve hâkimiyet sağladılar. Giyiminizden yaşantınıza kadar her şeyi
kendilerine benzettiler. Ahlaki değerlerinizi yıprattılar. Ve sonra kendi içinizde sizi
bölmeye başladılar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı canını, kanını ve malını İslâmiyet uğruna feda
etmeseydi Kuzey Afrika Orta Doğu hıristiyan ülkesi olurdu. Ve belki İslâmiyet
Hicaz’da azınlık olarak kalırdı. Batı her yerde İslâmiyeti kendi inançlarına göre
kanalize etti. Ama Osmanlı Asr-ı Saâdet devrindeki inancı devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadır. Sebepleri yukarıdadır.
9- Ben İstanbul’a geldiğimde Türkiye’de 2 üniversite vardı. Şimdi 19’a çıktı. Osmanlı
devrinde medreseler köylere kadar yaygın idi. Her medresede bilim vardı. İlk
denizaltıyı Osmanlı yaptı. Sizin haberiniz yok ama Avrupalı biliyor.
10- Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa’nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama
Batı size bu imkânı vermez...” (Mustafa Necati Özfatura, 08 Temmuz 2005)

Bu profesör diyor ki “Hıristiyanlar sizi sevmez.”


Niye sevmez?

Çünkü bu necip millet İslâm’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Onların memleketlerini


İslâm beldesi haline getirdiler, halkını da adaletle yöneterek İslâm’ın gü zelliklerini
yaşayarak müslüman olmasına vesile oldular.

Küffar seneler senesi İslâm’ın idaresi altında yaşadı. Sırplar olsun, Macarlar olsun,
Bulgarlar olsun, Yunanlılar olsun, daha birçok millet böyle.

Meselâ yüz elli bin Macar ordusu bir anda bataklıkta boğuldular. Sırplar da öyle. İki
defa fethedildi. Onun için bunlar onu unutmuyor. Bunlar hiçbir zaman bunu unutmaz.
Kin-intikam ateşi içlerini yakar kavurur.

Osmanlı bunlarla böyle mücâdele ediyordu. Zira bunların amacı müslümanların


medeniyetini yerle bir etmektir. İspanya’da yaptıkları gibi. Endülüs medeniyetini
ortadan kaldırdılar, bütün eserlerini yok ettiler, müslümanları katlettiler, sürdüler.
Kalanları da zorla hıristiyan yaptılar. Kabul etmeyenleri yakarak, işkence yaparak
öldürdüler. Şu barbarlığa bakınız!

İspanya o devirde hıristiyan Batı’nın en büyük devleti idi. Vatikan papalarının


himayesi ve emri altında hareket ediyorlardı.

Bir de Osmanlı’ya, Fatih Sultan Mehmed’e bakınız. İstanbul’u fethediyor, kimsenin


malına, ırzına, kılına dokunmuyor, ibadetine karışmıyor, adaletle yönetiyor. Kıyası
mümkün değildir.

Tarih hıristiyanların acımasız soykırımları, katliamları, vahşetleri ile doludur. Batı’yı ve


Amerika’yı tanımak için tarihine bakmak yeter.
Hıristiyan Batı dünyası İslâmiyet’in doğmasından itibaren müslümanlara bir önyargı,
bir kin ile bakmışlar, bu yüzden de Haçlı seferleri adı altında yüzyıllarca İslâm
beldelerine saldırmışlardır. Bu savaşlar esnasında hıristiyan haçlıların müslüman
çocukları parçalayıp pişirerek yemeleri, masum insanların ırzlarına geçmeleri,
derilerini yüzmeleri, kazıklara oturtmaları ve türlü türlü işkenceleri unutulmamıştır.

Bugün de aynı zihniyet devam etmektedir. Bizim bunları, bu vahşileri tanımamız ve


gelecek nesillere de tanıtmamız lâzımdır.
Dikkat ederseniz, Sultan Murad Han’ı şehid eden Sırp askerinin bugün heykelini
dikiyorlar ve milli kahraman olarak kabul ediyorlar. Bunu da Osmanlı’yı iftira ile
karalama ile kendi nesillerine kin ve nefret aşılayarak yetiştiriyorlar. Bunun gibi bugün
bütün Batı ülkelerinin okul kitaplarında İslâm’ı, müslümanları karalayan iftira ve
hakarete varan ifadeler bulunmaktadır. Türkleri soykırımcı göstermek için
parlamentolarında aldıkları kararları okullarında ders olarak okutuyorlar. Orada
yaşayan ve bu ifadeleri kabul etmediğini söyleyen Türk çocuklarına ceza veriyorlar.

Bu kin ve nefretle yetişen bir Batı insanından bize karşı sevgi beslemesini beklemek
mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Yüzyıllardır bunlar bu kinle
yetiştirilmektedir. Bu zihniyet adeta bunların kültürü olmuştur.

Yıllarca Yunan Batı Trakya Türkleri’ne, Rum Kıbrıs’taki Türklere zulmetti, katletti.
Bulgar öyle, Sırplar öyle. Türklere, Boşnaklara, Arnavutlara sadece müslüman
oldukları için zulmettiler, katlettiler. Bütün Avrupa bu zulümleri, katliamları seyretti,
gizlice destek verdi.

Zaten Avrupa Türklerin geri dönmesi, yok olması için azimle gayret ediyor. Evlerini
yakıyorlar, öldürüyorlar, en küçük bahanelerle çocukları ellerinden alıp hıristiyan
ailelere veriyorlar, hıristiyan mekteplerinde yetiştiriyorlar. Sırf intikam için.

Bunların iç durumunu Hazret-i Allah bize tanıtıyor:

“Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı
savaşa devam ederler.” (Bakara: 217)

İşte bunların amacı İslâm medeniyetini yerle bir etmek, müslümanları yok etmektir.

Onlar medeniyetimizi, halkımızı, çoluğumuzu, çocuğumuzu, her şeyimizi yok etmek


istiyorlar; oysa biz sadece küffarın bu murdar necis küfrünü yok etmeye çalışıyoruz.

“Bizim gayemiz Nûr-i ilâhî’yi yaymak, murdar ve pis olan küfrü kaldırmaktır.
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.”buyuruyor. (Tevbe: 28)

Öteden beri biz bu necaseti kaldırmak için çalışıyoruz. Bunu halka duyurmaya
çalışıyoruz ki, kâfirlerin pislik olduğu, murdar olduğu bilinsin.

Çünkü kâfirin aslı murdardır, necistir, pistir.

“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

Tıpkı kendisinden kaçınılması gereken pis koku gibidirler.

“Nihayet murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i imrân: 179)” (Ömer Öngüt -kuddise
sırruh-, “Hâinlerin İçyüzü”, s. 19)

Küffar Kâfirliğini Yapıyor ve Yapacak:


Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Nisâ: 101)

Tarihe ibretle baktığımızda yahudi ve hıristiyanların işbirliği içinde, İslâm dini’n e karşı
büyük tertip ve tezgâhlar hazırladıkları görülür.

Osmanlı Devleti’ni yıkanlar da onlardır. Onların emelleri hâlâ bitmiş değil.


Yayınladıkları haritalarda Türkiye’yi bölmek istiyorlar. Bu maksat için müslüman Kürt
halkını kavmiyetçilik fitnesi ile avlamaya çalışıyorlar. Onları bu hale getirenler
bunlardır.

Daha evvel de diğer İslâm ümmetlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar idi. Osmanlı’yı
bitirdiler, 60 civarı İslâm ülkesi ortaya çıktı ve fakat hiçbirisi iflâh olmadı. Şer-i şerif
yaşanmadı, zâlim ve bencil, işbirlikçi krallık, emirlik, rejim ve sistemler geldi. Ve hâlâ
bu memleketler içten içe kaynıyor, huzur yok.

Bütün İslâm aleminin gözü Türkiye’de. Küffar ise Türkiye’yi nasıl yıkabiliriz diye
elbirlik uğraşıyorlar. PKK eşkıyasını ortaya çıkaranlar da, destekleyenler de, milletin
başına musallat edenler de onlardır.

Onlar İslâm’ı yıkmak istiyorlar. Müslümanların tek ümit kaynağı olan bu memleketi
parçalamak, yok etmek istiyorlar.
Kâfirden müslümana hiçbir zaman fayda gelmez. Allah -u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde,
onların birbirleriyle dost olduklarını beyan buyuruyor.

“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin


dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah
zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 51)

İslâm’a ve müslümanlara olan kinleri hiç sönmemiştir. Özellikle Türkler’e karşı ayrı bir
garazları vardır. Zira tarihte Allah -u Teâlâ en derin galebeyi İslâm’a vermiş. Asr-ı
saâdet’te ve Osmanlı Devleti zamanında.

Yunanlılar’la Yapılacak Savaş:


Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Yunanistan’ın bize saldırmak için
fırsat kolladığını, saldıracağını, yaşanacak savaşta Türkiye’nin muzaffer olacağını,
ancak Yunanistan’ın elindeki yakıcı silahlarla bize zarar vereceğini, savaş sonunda
da küffar Batı’nın Türkiye’ye silah ambargosu uygulayacağını, Türkiye’nin de kendi
silahını kendisinin yapacağını haber vermişlerdi.

Bugün Amerika ve İsrail PKK’yı devlet haline getirmeye çalışıyor. Bu Zât-ı âli burada
yapılacak bir savaş esnasında Yunanistan’ın saldıracağını, önce ilerleyeceklerini
ancak sonra Türkiye’nin Selânik dahil Batı Trakya’yı ele geçireceğini söylemişlerdi:

“Yunanlılar saldırmak için kararlılar.”

“Burada çok şiddetli bir harp olacak Allah-u âlem. Ama Yunanistan’la şöyle
olacak:

Onların füzeleri var, Türkiye’de de füze var, kimse bilmiyor. Ağır füzeler var.
Orada kullanılacak füzeyi gözümle görür gibiyim.” (10.09.2006)
“Şüphe yok ki o da eriyecek. Bu dünya harbi patlayınca, büyük silâhlar
patlayınca o ona, o ona derken memleket de öyle eriyecek.

“Hiçbir memleket hariç olmamak üzere biz onu kıyamet gününden önce helâk
ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır.” (İsrâ: 58)

Ve hep oraya doğru gidiyoruz. Şimdi Amerika’nın burada işi var. İran var, Suudi
Arabistan var, Mısır var, derken dünya öyle tutuşacak.

Oralara girerken Türkiye’nin başını belâya sokmak istiyor. Takdir neyse o.


Kıbrıs meselesinde aniden bir ateş çıkabilir, ama takdirse. Çünkü Rumlar harbe
hazır, ama takdir neyse o olur. Onlar onu bir türlü yediremiyorlar. Onun için
felâket başa gelebilir.”

“Burada bizim manevî gördüğümüz işler de oluyor. Şimdi Yunanistan’ın


plânına bakıyorum, yahut gösteriyorlar daha doğrusu. İlk hücumları atom
olacak. Fakat şimdiki devletlerin her birisi kendi plânını yürütmeye çalışıyor.
Ama başına geleceğini düşünmüyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Hiçbir
belde yoktur ki, onu ben yıkmamış bırakayım.’

Yunanistan’ın plânına baktım, atomunu atacak, Kıbrıs’ta askerini serbestçe


yürütecek. Fakat Türkiye’nin ona ne atacağını o bilmiyor. Türkiye’de de aynı
atom bombası var. Ama füze ile yoksa tayyare ile var.

Onun için memleketler böylece perişan olup gidecek. Zaten Cenâb-ı Hakk
buyuruyor ki, İsrâ suresi’nin 58. Âyetinde:

‘Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız.’ (İsrâ: 58)

Almanya şimdiden at yetiştiriyor. Yani bu ateşli silahlar durduğu zaman, kılıçla


atla harp yapacak, onun hazırlığını yapıyor.

Çünkü bu harp afat. Atom harbi. Efendim, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine
ata ata dünya dümdüz olacak. ...

Yunanistan’ın durumunu böyle seyrediyorum, onların plânlarını, onların


hareketlerini seyrediyorum. Yani mahvetmeye doğru gidiyorlar, ama başlarına
ne geleceğinin hesabını da yapmıyorlar. ‘Biz yapacağız’ diyor. Ama her devlet
aynı zihniyette.

Allah’ım sonumuzu hayırlı etsin. Kâmil imanla aldığı kullarından etsin.

Tedbir şart. Nedir tedbir? Hazret-i Allah’a yönelmek. En büyük tedbir bu. Sonra
da verdiği aklı kullanmak. Onun için ihvana duyurun, küçücük küçücük altınları
eve bırakın ki, böyle bir harp zuhur ederse çoluk-çocuk aç kalmasın. Zengin
olsun için değil, aç kalmasın için. Ama bu harpler görünüyor yani. Harpler
görünüyor. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu harpler
için ‘Tasavvura sığmayan harpler olacak. Tasavvura sığmayan, akla hayale
gelmeyen harpler olacak.’ buyuruyor.

Almanya ve Fransa Amerika’ya karşı tedbir alıyor. Yani itimat etmiyorlar.

Takdir ne ise o olur. Hüküm Hazret-i Allah’ın.” (17 Eylül 2002)

“İstanbul hep tehlikede. Beri tarafta olan çabuk bu tarafa gider. Öte tarafta olan
da tedarikini yapsın diyoruz. Un vs. Çünkü köprüler gidebilir. Köprüler gidince
ilgiyi keser. Fakat beri tarafta olan bu tarafa kaçabilir. Bu tedbirler düşünülüyor,
daha henüz bir şey yok.

Yunan bu bombaları Rusya’dan hususi aldı. Bir atom bombası bir memleketi
mahvedebiliyor.”

Bütün Dünya Harbe Hazırlanıyor:


Binaenaleyh bütün dünya harbe hazırlanıyor. Tehlike gerçekten çok büyük.
Resulullah Aleyhisselâm’ın haber vermiş olduğu büyük harplerin yaklaştığı ahir
zamanda yaşıyoruz.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Harp ve harabiyat


devri” buyurduğu günlerin içerisindeyiz.

Zât-ı âlileri gerek eserlerinde gerek sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve
harabiyat devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin
harbe hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i
Muhammed’i tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi:

"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa
gerek. Bu otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle
şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle
zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!”

“Dünyanın ömrü pek uzun değil. Harpler, depremler, kıtlıklar, kargaşalar,


Üçüncü Dünya Harbi, ticaret yollarının kapanması; bunların hepsi önümüzdeki
senelerde beklenen âfatlardır. Bunları arzediyoruz, ikaz ve irşad için, tedbirli
olmanız için.”

Her türlü harbe, her büyüklükte harbe hazırlık yapmamız, çok dikkatli, çok tedbirli,
çok hazırlıklı olmamız lâzım.
Fâtiha Sûre-i Şerif'inin Tefsiri (27)
Besmele-i Şerife'nin Önemi, Fazileti, Hikmeti ve Esrarı (24)

Besmele’deki Sır (2)


Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz buyururlar ki:

“Devân sendedir bilmezsin.

Derdin de sendendir görmezsin.

Sen kendini küçücük bir cirim zannedersin,

Halbuki bütün âlemler sende dürülmüştür (de bilmezsin)”

O bunu gördü, bildi ve söyledi. Ah bunu görmek ne güzeldir, amma sen görmüyorsun
ve bilmiyorsun! Çünkü çekirdekte kaldın. Hâlbuki sende ne yarattıysa âlemde o var.
Ama sen dürülü kaldın. Âyân-ı sabiten bu sahada istidat gösteremediği için
çekirdekte kaldın. Her şeyi ayrı ayrı görüyorsun da Hazret-i Allah’ın her şeyde var
olduğunu ve her şeyden her şeye yakın olduğunu görmüyorsun.

İşte Âyet-i kerime:

“Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.” (Vâkıa: 85)

Bu Âyet-i kerime senin her şeyde O’nu görmediğini beyan ediyor. Bu Âyet-i
kerime’den anlaşılıyor ki, Hazret-i Allah her şeyden her şeye yakın. Amma sen dürülü
kaldığın için bazı şeyleri görüyorsun da O’nu görmüyorsun. Neden? Hakikata kör
olduğun için O’nu göremedin ve bilemedin. Zira hakikata varamadığın için de ilmin
zandan öteye geçmedi. Ya ilmel-yakîn’de veya en çok aynel-yakîn’de kaldın. Bunun
için her şeyi kendi zannın ile ölçüyorsun, zan ise hakikatin karşısında hükümsüzdür.

İnsanın yaratılışında sayılamayacak kadar çok ince sanatlar, garip hikmetler, çeşit
çeşit ziynetler vardır.

Mühim olan ise, insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini
koruması, Rabb’inin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz emsalsiz nimetlerine
karşı O’na nankörlük etmemesi; bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının hikmet ve
değerini bilip, her birini en güzel bir şekilde kullanmaya ihtimam göstermesidir.

Niçin? Cenâb-ı Hakk’ın tecelliyatına mazhar olduğu için.

“Bu harmanda bir tek dâneyim,


Âlem bendendir.”

O gerçekte bir dâne. Ama O tecelli ettiği zaman bir kâinât. Hazret-i Allah dilediği
yerde tecelli eder.

Musa Aleyhisselâm’a ağaç konuştu. Ama konuşan ağaç değildi. Hazret-i Allah ağaca
tecelli etmişti...

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed
Aleyhisselâm (8)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insanlara Allah-u Teâlâ’nın lütfunu


belirten, sonsuz saâdet ve selâmeti müjdeleyen, halkı dalâletten kurtarıp uyaran,
cehalet karanlığından çıkaran, en güzel bir rehber, en şefkatli bir peygamberdir.

Fakat nankör olan birçok insan bunu bilemedi, bu Nur’u göremedi, dalâlet çukuruna
düştü ve ebedî saâdetini kaybetti.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Resul’üm! De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği


peygamberiyim.” (A’râf: 158)

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin bütün insanlara


gönderildiğini ferman buyuruyor. Bunun içindir ki hiç kimse: “Ben böyle bir şey
duymadım, bilmediğim için de iman etmedim.” diye hiçbir bahane bulamaz.

Böylece bahane kapısı da kapanmış oldu.

O ki; inanan bütün insanlara Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetidir. Tabii ki bilen için...

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Andolsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i imrân: 164)

Nurundan Resulullah Aleyhisselâm’ı yaratması, o nur ile âlemleri


donatması, “Rahmeten lil-âlemîn” olduğunu bizzat beyan buyurması, onunla hayat
vermesi, inananları temizleyip nura çıkarması, Hakk’a ulaşmaya vesile olması en
büyük nimettir.

Çünkü eğer Allah-u Teâlâ onu göndermeseydi, Allah -u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini
okuyup onlara açmasaydı, doğruyu eğriyi nereden bileceklerdi? Hidayete nereden
ereceklerdi? Karanlıklardan nasıl kurtulacaklardı? İnananlar onunla hikmete erdiler,
hakikati buldular, Hakk’a eriştiler. Ölümden kurtulup hayata döndüler, cehennemden
uzaklaşıp cennete nâil oldular. Bu sayede Allah -u Teâlâ dünyada saâdetine ahirette
de selâmetine ulaştırdı. O nur kaynağını göndermeseydi, hakikat ile dalâlet
bilinmeseydi, onları bu girdaptan kim kurtaracaktı?

Muhammed Aleyhisselâm’ın âlemlere rahmet ve Sirâc-ı münîr olarak gönderildiği


milâdî altıncı asırda Arabistan’da büyük bir cehalet ve dalâlet, karışıklık ve
huzursuzluk hüküm sürüyordu. Vahşet, kin, buğz ve düşmanlık son haddini bulmuştu.
Dünyanın üzerini kara bulutlar kaplamıştı.

Arabistan halkı çok çeşitli aşiret ve kabilelere ayrılmış bulunuyorlardı. Bir hükümdara
baş eğip itaat ederek toplu bir millet haline gelememişler, esaslı bir devlet
kuramamışlardı. Hâl ve ahvallerini düzeltmeye yetecek ilâhî bir kanun o gün için
mevcut değildi. Geleceklerini emniyete alabilecek kanunları da yoktu . Kabileler
arasında kan dâvâları yüzünden iç harplerin ardı arkası kesilmek bilmezdi. Birbirleri
ile uğraşmaktan başka işleri yoktu. Devamlı olarak düşmanlık ve çapulculuk yaparlar;
erkekleri öldürüp, çocukları ve kadınları esir ederlerdi. Kız çocuklarını diri diri
gömecek derecede vahşet gösteren ve bundan acı bile duymayan âileler vardı. Ölen
bir adamın hanımları, vârisleri arasında hayvanlar gibi taksim olunurdu.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Halbuki onlar daha önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cum’a: 2)

Bütün bunların yanında fakr-u zaruret içinde kıvranmakta ve ciğerleri kan ağlamakta
idi. Açlıktan hurma çekirdeklerini dövüp yerlerdi. Ölü hayvanların etlerini bile yemek
mecburiyetinde kalırlardı.

Aralarında okur-yazar olan kimseler hemen hemen yok gibi idi. Putlara heykellere
tapıyorlardı. Mekke, putperestliğin merkezi haline gelmişti. Kâbe-i muazzama’nın
içinde üçyüzaltmış kadar put vardı. Arabistan’a yahudilik, hıristiyanlık ve ateşperestli k
gibi dinler de girmişti.

Yalnız Araplar değil, insanlık âlemi maddî ve mânevî ızdıraplar içinde olup; bütün
dünya zulüm, istibdat, cehalet ve sefalet içinde inliyordu.

Arabistan’ın iki büyük komşusu olan Bizans ve İran, o devirde dünyanın iki süper
devleti olmasına rağmen, korkunç bir uçuruma doğru sürükleniyorlardı. İran
birbirleriyle çarpışan çeşitli dini ve felsefi düşüncelerle çalkalanıyordu. İdareyi elinde
bulunduran kişilerin desteklediği zerdüştlük bunlardan biriydi. Kişinin anasıyla, kızıyla
veya bacısıyla evlenmeyi üstün tutması temel felsefesindendi. Hatta milâdî beşinci
asrın ortalarında hüküm süren İkinci Yezdücerd kendi kızıyla evlenmişti. Bu ise,
çirkinliklerin ve ahlâkî yozlaşmanın sadece bir yönüdür. İran’da ayrıca Mazdekçilik de
vardı. İnsanların bütün mallarda ve kadınlarda ortak olduklarını savunarak, bütün
kadınları helâl, bütün malları da mubah ilân etmişti. Bu sapıklık, nefislerine ve
zevklerine düşkün olanlar tarafından büyük bir ilgi ile karşılanıyordu.

Bizansa gelince, oraya da sömürgecilik ruhu hâkim olmuştu. Aynı zamanda çöküntü
yönünden İran’dan hiç de geri kalmıyordu. Aşırı vergilerden ve rüşvetten
kaynaklanan, iktisadi zulüm, ahlâksızca yaşayış, Bizans’ın geleceğini karartıyordu.

Hülâsa olarak bu devirde ne tarafa bakılsa, cihan ın her yeri herc-ü merç içinde idi.
Islahı için ancak bir kurtarıcının zuhuru gerekiyordu. Bu hakiki mürşid, olsa olsa
Allah-u Teâlâ tarafından vazifelendirilen bir Peygamber olabilirdi. Artık bütün ümitler
yahudi ve hıristiyan dinlerinin müjdelediği âhirzaman peygamberine müteveccihti.
Geleceği dört gözle bekleniyordu.

Nihayet Allah-u Teâlâ lütfetti, nur kaynağı Muhammedî güneş tülû etti, beklenen
kurtarıcı geldi.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“O Allah ki okuma yazma bilmeyen ümmî bir kavmin içinden, onlara Allah’ın
âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir
peygamber göndermiştir.” (Cum’a: 2)

Allah-u Teâlâ asırlardan beri imansız yaşayan ve birbirine saldırıp duran bu insanlara
iman nuru ile münevver, İslâm şerefiyle müşerref olduktan sonra indirdiği Âyet-i
kerime’lerinde şöyle buyurdu:

“Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun


nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.

Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.

İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor.” (Âl-i imrân:
103)

O insan şeklindeki canavarlar; bıçak bıçağa gelmiş, birbirlerinin kanına susamış,


vahşi hayvanlar gibi dağılmış olan Araplar, o Nur sayesinde birleşip tek bir vücut
haline geldiler. Gönülleri ve bünyeleri ile birlikte, büyük bir teslimiyet dairesine girdiler.

Allah-u Teâlâ ilâhî bir gaye uğrunda birleşen bu bahtiyar kullarını Kur’an-ı kerim’inde
meth-ü senâ etmektedir:

“Onların gönüllerini birleştiren Allah’tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi
verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların
aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Azîz’dir, hüküm ve hikmet
sahibidir.” (Enfâl: 63)

Diyarları değişmemişken, onlar birden nasıl değiştiler? Câhili âlim oldu, harpçisi
sulhsever oldu. Fitne fesat deryasında yüzenler salâha erdi. Müfsidler muslih,
bozguncular ıslah oldu. Yol kesenler yol gösterici oldu. Kin ve düşmanlıkları sevgi ve
dostluğa, bedevilikleri medeniliğe inkılâb etti.

O ümmî peygamber, o nur saçan kandil, onlara öyle bir ruh nefhetti ki; hiçbir şey
ellerinden gelmeyen kimseler, baştan başa değişerek memleket idare eder oldular.
Siyaset sahasında dünyada hiç esâmesi bile okunmayan çöl Arapları, cihanda misli
görülmemiş bir izzetle ve şerefle; faziletli, azametli, şevketli idareler kurmaya
muvaffak ve mübeşşer oldular.

O Nur’un etrafında birleşip toplanmaları sayesinde; o imanın, o birlik ve beraberliğin


verdiği heyecanla, kısa zamanda İslâmiyet’i çok uzaklara kadar yaydılar. Allah’ın
yüce adını yükselttiler. Gittikleri yerlere huzur ve saâdet götürdüler, numune oldular.
Adaletin temelini tesis ederek medeniyet nurlarını yaygınlaştırdılar. Öyle ki, azamet
ve kudreti herkesçe bilinen İran ve Rum devletlerini bütün şevketine rağmen kısa bir
müddet içinde yerle bir ettiler. Elde ettikleri medeniyet sayesinde; medeniyiz diyen,
kendisini güç sahibi zanneden devletleri, Allah -u Teâlâ’nın izniyle yıktılar attılar.
Cihanın şarkına ve garbına hâkim olarak, beşeriyeti uyandırmaya, gönülleri
nurlandırmaya gayret ettiler. Haktan hakikatten, fazilet üzerine kurulmuş bir
medeniyetten haberdar etmeye çalıştılar. Muvaffakiyetten muvaffakiyete, zaferden
zafere nâil olup durdular.

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i imran:
110)

Âyet-i kerime’sinin muhatabı oldular.

Ölmüş kalpler canlandı, basiretler açıldı, kırılmış ve kopmuş olan ilâhî bağlar yeniden
bağlandı. Bütün bunlara o Nur vesile oldu. Çünkü o Allah -u Teâlâ’nın kanunu ile,
hükmü ile geldi ve O’nun hükmü ile hükmetti.

Muhterem Ömer Öngüt


-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar
(127)

Mürşid Kişiye Nefsini ve Ruhunu Tanıtır:


“Nasıl ki zâhirde bir hoca vardır, bir çocuğa “Elif”ten başlayıp bilmediklerini
yavaş yavaş öğretirse, bâtıni hocalık da bir mürebbinin taht-ı terbiyesi ile olur.
Mürşid, nefis tortularından süzülmeyi, Hakk’a tekarrüb yollarını, gizli yolları tarif
eder. Hazret-i Allah’ın bildirdiğini bildirir. Kişiye nefsini ve ruhunu tanıtır. Bu
tanıyış esnasında nefis bütün yaptığı iyilikleri kendisine mal eder. Fakat
Fenâfişşeyh’de varlık yok olur.

Haddelerden süzülüp varlık yok olunca, “Yaptım, ettim!” diyen insan “Sen bana
şunu ihsan ettin, bunu ihsan ettin!” diye her şeye ihsan gözü ile bakmaya
başlar. Sahib’inin her şeyine râzı olur. Nefis, ister istemez ruhun peşinden
sürüklenir gider. Buna rağmen yine hileli yolları hiç bırakmaz. Şu kadar var ki,
direksiyonda iyi şoför olduğu için, kuvveti nispetinde kötü yolcunun sözünü
dinlememeye çalışır. Hakk yolunda devam eder. Kötü yolcunun hep gayesi onu
şaşırtmak ve direksiyonu eline geçirmektir.

O güzel şoför, güzel yollardan yürüye yürüye incele incele öyle bir hale gelir ki,
“Yürüyorum!” derken o da yürütüldüğünü görünce direksiyonu bırakıverir.
Yürütene şükretmeye başlar. Bu ise çok uzak bir noktadır.”

İslâmiyet Temizlik ve Tertip Dinidir:


Bir ihvan formikadan saksı yapmış. Çok memnun oldular ve şu sözleri söylediler:

“Bir saksı istemiştik amma, bu kadar da güzel olacağını tahmin etmemiştik.


Allah râzı olsun, çok hoşumuza gitti.

Tertibi çok seviyoruz. İslâmiyet temizlik ve tertip dinidir. Müslümanın her


bakımdan beşeriyete numune olması lâzım.

Bunu bir şartla kabul ediyoruz, parasını muhakkak muhakkak alacaksınız.


Bunda fevkalâde sanat var, ücretini ona göre almanız lâzım. Sanatkâr, emeğinin
karşılığını alırsa dinlenir, alamazsa yorulur.

En büyük hediye gönlümüzün rahat etmesidir. Elhamdülillah, Hazret-i Allah


hiçbir ihtiyaç içinde bırakmamıştır. Bu gibi şeylere irtikab, O’nun ihsan ve
ikramlarını bir nevi seyretmek demektir. Vermiştir vermek lâzım, vermeyeni de
sevmez.”

“Hazret-i Allah kuvveti müslümanlıkta, müslümanda görmek ister.

Hadis-i şerif’te:

“Kuvvetli mümin Allah’a zayıf müminden daha hayırlı ve sevgilidir.” buyruluyor.


(Ahmed bin Hanbel)

Müslüman Allah’ından korkar. Hiçbir zaman hududu aşmak istemez, onun


imanı tecavüz etmeye müsaade etmez. Aşmak isteyene de aştırmaz.
Müslüman demek sinmiş süprülmüş demek değildir. Hâl ve ahvâli en aşağı on
münafığa bedel olmadıkça imanı tam olmaz. Bir fâsık, fıskından, küfründen
cesaret alıp neler yapıyor. Bir hiç için hayatını ortaya koyuyor. Allah’ına
dayanan bir mümin çok daha cesur olmalıdır. Biz müslümanı böyle görmek,
böyle kabul etmek istiyoruz.”

“Tefrika bugün büyük bir hastalık ve dert haline gelmiştir. Emr-i ilâhiye
bilinmediğinden, herkes “Benim yolum Hakk, diğerlerini at!” diyor.

Nereye atıyorsun? Ahkâm yolunda gidenlerin hepsi Hakk’tır, hepsi kardeştir.


Kur’an yolunda bulundukça sevmek ve kardeş bilmek lâzım.”

Nurlu Sözler, Hikmetli Beyanlar:


“Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nin, lütfu boldur da, sonsuz şükürler olsun ki en
çok zevk duyurduğu iki noktası vardır.

Kendimizi çok aciz, pasif, değersiz bir mahlûk olarak gözümüzle gördüğümüz
zaman duyduğumuz zevk ile birisine vermemiz icap eden bir nesneyi
verdirirken duyduğumuz zevk.

Bu iki nokta mahlûkunu, kölesini çok memnun eder.

“Allah’ım bunlardan çok hoşlandırıyorsun, bunları üzerimden alma!” diye niyaz


ederiz.”

“Nefse dayanarak söylenen sözlerle bazen karşımızdakini incitiyoruz. Söz bıçak


yarası gibidir. Bıçak yarası geçer de, söz yarası uzun zaman unutulmaz.

Nefis hep kendisini haklı çıkarmak ister. Belki baştan aşağıya haksızdır da,
haksızlığını hiç kabul etmez. Şu halde hayat boyunca nefsimizi kontrol altında
tutalım. Hareketlerimiz; Rahmâni mi, nefsâni mi? Bu ölçüyü kaybetmeyelim.”

“Artık ticareti bırakmak niyetindeyiz. Bakıyoruz iş her gün zorlaşıyor. Daha


doğrusu hakikaten ticaretin en büyüğü Hakk’a ibadettir, Hakk yolunda
hizmettir. Bunun ticareti büyük, dünya ticareti küçüktür.

Nefsimiz dünya ticareti ister, ruhumuz ise ebedi hayatın ticaretini ister.

Allah’ımız her şeyin hayırlısını ihsan buyursun.”


“Yumuşaklılık, halimlik her zaman tercih edilir, fakat yerine göre olacak, taviz
olmayacak. Yersiz yumuşaklık zarar getirir.”

“Hakk’ın çalıştırdığı kullar, Hakk’ın kölesidirler. Hazret-i Allah onları


benliklerinden sıyırmış soymuştur. Bundan ötürü cihanın başında kutup
olsalar, kendilerini bir sinekten farklı görmezler. Kapıyı şahıs kapısı değil, Hakk
kapısı görürler.”

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm-
HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (250)
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (54)

İnsanın Yaratılışı Hakkında Bir Mesele (6)


Vehb bin Münebbih’in bize ilettiği rivâyette onunla ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:

“Ben İbrahim Aleyhisselâm’ın suhufundakileri okudum, Allah Azze ve Celle


şöyle buyuruyordu:

‘Azametime karşılık tevâzu gösteren kimseyi ben makbul kılar, ona


gündüzlerini zikrimle kat ettirir, rızâma erişmesi için şehvetlerden yana onu
nefsine gâlip getiririm.” (İmâm-ı Gazâlî, İhyâ-i Ulûmi’d-Dîn, III, 360)

Biz onu iki veçhe üzerine yerleştirilmiş olarak bulduk:

Onun bir veçhesi; kulun herhangi bir emir ve nehiy hâlinde, her ikisiyle de ilgili olarak
kendisine geleni Allah için kendi üzerine alıp tevâzu göstermesidir.

Diğer veçhesi ise ondan daha yüksek ve yücedir, o kulun her türlü irâde ve dileme
hâlinde, ne şekilde olursa olsun Allah Azze ve Celle’ye muvâfakat ile, ona dair Allah
için tevâzuya bürünmesidir.
...

Nitekim üzerine alınıp yüklenme ve tevâzu gösterme ile ilgili olarak, her türlü şehvet,
irâde, arzu, dileme ve nefsin murâdlarının terk edilip bırakılmasının da ehemmiyeti
beyân edilmiştir.

Şunların üçü yeryüzünde seni ondan haberdâr ederler:

Biri, onun hepsinden kendini men edip engellemek; diğeri onun h epsini bağışlayıp
vermektir.

Onun her ikisi de kulların kalplerinden iki kalbin; şiddet, akıl, uyku -uyanıklık, güzellik,
keskin kavrayış, rızâ ve onların huzûr-ı İlâhi’deki mertebeleri hakkında vukûfiyet
sahibi olmakla ilgilidir.

İşte bu, huzûr-ı İlâhi’de ancak kendini ondan men etmekle durabilir. Bu ise onu
sahiplenip üzerine almakla huzûr-ı İlâhi’de kâim olmak demektir.

Men de, bağış da onların iki Seyyid’inin, yâni efendisinin fiilleridir; zira huzûr-ı İlâhi’de
durabilmek ancak ikisinin fiiliyâtı sayesin de gerçekleşebilir.

Üçüncüsüne gelince; O’na yükselerek, dünyadan çıkıp Sidre’ye erişerek, kalbiyle


birlikte O’nun huzûr-ı İlâhi’sinde kâim olup durabilmektir.

Daha sonra Cibrîl Aleyhisselâm onu ilâhi celâl ve azametin kendisine yönelebilmesi
için, Üns makamında değil, ilâhi heybet makamında onunla teyid edip destekler.

Nitekim bir Hadis’te onunla ilgili olarak:

“Ben Cibrîl’e nazar ettim; o Hakk’a mülâkî olduğunda kırılıp eğilmiş ve


bükülmüş gibiydi, âdetâ bir ölüden farksızdı.” buyurulduğunu görmez misin?

Cibrîl Aleyhisselâm çözüldüğü vakit ancak Cemâl mülkü ve heybet makamı


üzerindedir; o da, ismi mübarek olan Rabb’inin fiiliyâtı itibariyle onu bunun üzerinde
bulundurduğunun bir delili gibidir. Zira kulluğuna seçmesi ve eminlerin itminanı üzere
durabilmesi bakımından, onun için hayırlı olan ancak Heybet makamı ve Celâl
mülküdür.

Geçmişteki kadîm eminlerden Süleyman ve İsâ Aleyhimüsselâm’ın halka göre


durumu da, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in devrinde bunun gibidir.

Ondan sonra, Allah’ın sevgisine ulaştıran her iki hâl üzere âhir zamana dek erişen
kimse de O’nun katında aynı iz üzerindedir.

İşte Cibrîl’in Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e ulaşırken Rabb’ine karşı


tevâzusu ile ancak buna işaret edilmiştir. Başlangıçta O’nun Celâl ve Azamet’inin
kendisine verilişiyle, mülk ve onu kendisine iletecek müşâverede seçkinliğin ona
ihdâs edilişi buna göre kesinleşmiştir. O, dünyayı tedbir ve idare etmek için bir sûret
olarak seçilmiştir ki, bu da ubûdiyyet, yani kulluk etmektir.
Bununla birlikte, bir başka veçhe de aynen şu şekildedir:

İlki, onun kalbinin kulluğunu yerine getirebilmiş gerçek bir kulun kalbi, ahvâlinin
sûretinin ise mülk sahiplerinin sûreti olmasıdır.

İkincisi, yine kulluğa erişebilmiş bir kul kalbi olarak, ahvâlinin sûretinin, başka bir şeye
güç yetiremeyecek şekilde köle edinilmiş bir kulun, yaratılıştan hissedeceği heybet
(korku) hâli üzere olan sûreti şeklinde olmasıdır.

Üçüncüsü ise kalbinin gerçek bir kul kalbi, sûretinin ahvâlinin de kulluğa erişmiş
gerçek bir kulluğun sûreti olmasıdır.

İki sûret arasında en hayırlısı, zahir ve bâtını istivâ etmenin dışında olan ilkinin
mevcudiyetidir.

İkincisi zâhiri de, bâtını da istivâ eder. Çünkü ilkinin kalbi kulluk sû retinde, ahvâli de
yine kulluk sûretindedir.

Şu kadar var ki üçüncüsünün hayrı da yine zâhiri de, bâtını da istivâ etmektedir. Artık
Allah onun kalbine bakıp nazar eder ve kalbini gerçek kul kalbi şeklinde vücuda
gelmiş bulur; ahvâline nazar ettiğinde onu da gerçek kulluk ahvâli olarak bulur.

Ubûdiyetin tamamı işte budur. Kalpleri ilk yaratılıştakine, bedenleri ise hilkatteki
şeylere mukabele edecek hâle eriştiği için aynen bu şekilde tamama ermiş olur.

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına


İzah ve Açıklamalar (183)
Saînüddin Ali Türkî -Kuddise Sırruh- (4)

Dünya ve Ahiret Hasenesi:


İbrahim bin Edhem -kuddise sırruh- Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre; Allah -u
Teâlâ İsrâiloğulları’na gönderdiği peygamberlerden Yahya bin Zekeriyya
Aleyhisselâm’a, velilerinden birini niyetinden ötürü sevmeyi kendisine şiâr edindiğini,
bu kimseyi nebilerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlatla göndereceğini
vahyetmiş; onda tecellî edip, onu Zât’ından gayrı her şeyden temizleyeceğini haber
vermiş bir noktasında şöyle buyurmuştur:

“Sonra da bir münâdi’ye;

‘Bu filân oğlu filândır! Allah’ın velisi, seçtiği ve yarattıklarının en hayırlısıdır!’


diye nidâ ettireceğim.”
Çok mühim bir husus. O ikinin ikincisi olduğu için bunlar oluyor. İki kandil, iki nur, iki
kaynak, iki kanal...

En hayırlısı olmasının mânâsı; Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve


sellem-ini bir tek yarattı. Onun yanında da bunu yarattı. Burada bir birlik husule geldi.

“Nida ettireceğim!” demek, yani onu âlemlere bildireceğim, onu beşeriyete ilân
edeceğim.

Burada babamı da katmış oluyor, onu da şereflendiriyor, babamın ismini de


duyurmuş oluyor.

“Onu ziyaretime çağırmasını emredeceğim.”

Ziyaretine çağırması hususi bir şeydir. Kimseye bahşetmediği ve ilân etmediği bir
lütuftur bu. Bunu hiç kimseye bahşetmedi.

Nasıl ki Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini Mirac-ı şerif’te huzuruna dâvet
ettiyse, onu da ahirette dâvet edecek.

“Vech-i kerîm’ime nazar ettirerek, onun gönlüne şifâ vereceğim.”

Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Mirâc-ı şerif’te Cemâl-i bâkemâl’ini


gösterdi, ona da mahşerde gösterecek.

Saînüddin Ali Türkî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem” kitabı’na yazdığı


şerhte Bakara sûre-i şerif’inin 201. Âyet-i kerime’sindeki ahiret
hasenesinin “Hâtemü’l-velâye” olduğunu beyan etmiştir.

Buyurur ki:

“Dünya hasenesi Hâtemü’n-nübüvve olduğu gibi, ahiret iyiliği ile murâd edilen
de Hâtemü’l-velâye’dir.” (89a yaprak)

Gönlüne şifâ vermesinin mânâsı; yani onun gönlünü kendimle dolduracağım.

“Bana gelince de, onunla aramdaki perdeyi kaldıracağım; bana nasıl dilerse
öylece nazar edecek.”

Onun her şeyini serbest bırakıyorum. Bir evin çocuğu babasına nazar ettiği gibi, o da
bana istediği gibi nazar edecek. O da evin çocuğudur, evinde istediği gibi hareket
edecek.

“Ve diyeceğim ki; ‘Müjdeler olsun sana! İzzet ve Celâl’ime yemin ederim ki,
bana ettiğin nazarla senin gönlünü iyileştirip; her gün, her gece ve her saat
içinde senin için bir keramet ortaya koyacağım!’” (“el-Muhabbe li’l-Muhâsibî”; s.
22-23)

Yani karşılaşacağın her hareketinde seninleyim. Seninle olduğum için, her gün her
saat hemhâl de olduğum için, arzularını yerine getireceğim, işine yardım edeceğim,
gücüne kuvvet vereceğim, seni o lütfa süreceğim.

Zaten her şey keramet. Kuru bir ağaçtan bir şey çıkar mı? Bu çıkanlar hep O’nun
kerametidir, lütfu ihsanıdır. Allah -u Teâlâ ona bu şekilde tecellî edecek ve bu
tecelliyâtla ona bunları verecek.

“Bana ettiğin nazarla!..” beyanı çok mühim. “Sanma ki bilinmiyor! Hep benimle olmak
istediğini biliyorum.” mânâsına geliyor.

Dikkat edilirse Allah-u Teâlâ Yahya Aleyhisselâm’a indirdiği vahyinde Hâtem-i veli’yi
bizzat gönderdiğini beyan buyurmaktadır.

Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhu’l-Gayb” adlı eserinde


buyurur ki:

“Resul ve nebilerin vekilidir, işte peygamberler bunu vekil etmişlerdir.” (33.


Makale)

Onların vazifeleri bitti, onlar çekildiler ve onların vazifesini o yapacak, o onları


aratmayacak.

Nitekim Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:

“İzzet ve Celâl’ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki,
Nebi’ler ve Resul’ler dahi ona gıpta edecekler!”

Bu orayı da geçti şimdi. Gayemiz O’nun gönderdiğini duyurmaktır.

Az evvel arzettiğimiz gibi, gıpta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ
gönderdiği için, irşadını O yaydığı için, bu nuru bütün dünyaya O sirayet ettirdiği
içindir.

Kur’an-ı kerim’de muhtelif vesilelerle kıssalara yer verilmektedir. Bu kıssaların gayesi


insanları imana yöneltmek, inanan insanların imanlarını kuvvetlendirmektir.
Yâsin Sûre-i şerif’inde geçen kıssada kendilerini Hakk’a dâvet için gönderilmiş olan
elçileri Antakya halkının nasıl reddettikleri ve o elçilerin de kendilerini nasıl savunmuş
oldukları anlatılmaktadır:

“Onlara o memleket halkını (Antakyalıları) misal getir. Hani oraya elçiler


gelmişlerdi.” (Yâsin: 13)

Bu kıssa, gerek üzerlerine azap sözü hak olanları korkutmak ve gerekse uyarılara
kulak verenleri müjdelemek hususunda Cenâb-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- Efendimiz’e ve onun güzide ümmetine vâdedilmiş olan müjdelerin mühim bir
numunesini vermektedir.

İslâm daima galiptir, mağlup edilemez. Allah -u Teâlâ inananların her zaman için
yanındadır. Dinine yardım edenlere yardım eder, lütfu ile destekler.

İsa Aleyhisselâm hayatta iken dinini müjdelemek için zaman zaman çeşitli yerlere
dâvetçiler gönderiyordu. Antakya halkını Tevhid’e dâvet etmek için Havâriler’inden iki
kişiyi göndermişti. Oranın halkı karşı çıkınca arkalarından bir Havârî daha gönderdi.

Allah-u Teâlâ bu hadiseyi şöyle haber veriyor:

“O zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı.” (Yâsin:


14)

Elçiler onlara gelip kendilerini Hakk’a dâvet ettiklerinde, hiç düşünmeden reddettiler.
Hatta üzerlerine saldırdılar ve hapsettiler.

“Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik.” (Yâsin: 14)

Bu üçüncü zât da o halkı aynı surette Tevhid’e dâvet etti. Daha önce gelen iki zâtı
teyidde ve tasdikte bulundu.

Bu üç zât Antakya halkına:

“Gerçekten biz size gönderildik demişlerdi.” (Yâsin: 14)

Buradaki hikmeti size arzedeyim: Dikkat edilirse onları görünüşte İsa Aleyhisselâm
gönderdi, fakat Allah-u Teâlâ: “Biz gönderdik.” buyuruyor. “Biz
gönderdik.” buyurulması, İsa Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah -u
Teâlâ’nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor.

Binaenaleyh bu gönderilenler Hazret-i Allah’ın emrini tebliğ ediyorsa, gönderilmiş


olduğu için, halkın onlara itaat etmesi gerekiyor.

Onlara isyan eden, gönderene isyan etti demektir. Ahirette de bundan ötürü
muhasebeye çekileceği şüphesizdir.

O gönderdiği için, O’nun gönderdiğine inkâr ve itiraz edildiği için işler değişiyor.
Kimisine ebedî saâdeti, kimisine ebedî felâketi bu noktadan vermiş oluyor.
TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH
İNCİLERİ
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8)

Birinci Hadis-i Şerif:


Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha


hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizî)

Şimdi bu belli olmayanı belirtmeye çalışacağız ve hakikatını ortaya koyacağız.

Evvelkilerden murad “Asr-ı saâdet”tir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen
ve “Hâtem-i velî” ile başlayan iman kurtarma ve cihad devresidir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Hangisi


daha hayırlıdır bilinmez.” buyuruyor. Bu mucize beyanı ile başta gelenlerle sonda
gelenleri birbirine bitiştirmekle, Ashâb ile ihvanı bir zincirin baklaları haline
getirmektedir. Hepsi de aynı yolun yolcularıdır, hiç fark yok.

Bu faziletin nereden geldiğini mütebâki Hadis-i şerif’lerde arzetmeye çalışacağız.

İkinci Hadis-i Şerif:


Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kabristana gelip:

“Ey mümin cemaatin diyârı! Size selâm olsun. İnşaallah biz de size katılacağız.
Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim.” buyurdu.

Ashâb-ı kiram:

“Yâ Resulellah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediklerinde:

“Siz benim ashâbımsınız. İhvanımız ise, henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdu.


“Henüz gelmemiş olan ümmetinizi nasıl tanıyacaksınız yâ Resulellah?” diye
sorulduğunda ise şöyle cevap verdi:

“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç
alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi?”

“Elbette bilir yâ Resulellah!”

“Kardeşlerimiz de yüzleri, el ve ayakları abdest nuru ile parlak olarak


geleceklerdir. Ben de havzın başında onları bekleyeceğim.” (Müslim: 249)

Burada herkesin anlayabileceği bir tabir kullanmışlar. “Abdest nuru ile


tanıyacağım.” buyuruyorlar. Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı da abdest
alıyordu amma Resulullah Aleyhisselâm’ı görüyorlardı. Onlar nurun karşısında idiler.
O nur yetiyordu onlara. Ve fakat o nurdan 1400 sene uzaklaşılmış, ortalık kararmış.
Gelecek ümmet ise hem görmüyor, hem abdest alıyor. O nurdan uzaklaşmışlar
amma, Ashâb-ı kiram’ın hayatını yaşıyorlar, Ashâb-ı kiram’a bitişmiş durumları var.
Demek ki; “İhvanımız ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurulan kimseler,
bilhassa ikinci bin seneden sonra gelecek olan bu ümmet içinde Hâtem-i veli’ye tâbi
olan ihvan topluluğudur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç
alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını tanıyamaz mı?”

Beyanı ile bu zamanın karanlığını siyah atlara benzetmektedir. Ortalık o kadar


kararacak ki, hiç beyaz yeri kalmayacak. Fakat o kararmış ortamda o beyazlığı, o
nuru taşıyacak insanlar da bulunacak. Allah -u Teâlâ bu karanlık ortamda Hâtem-i
veli’nin ihvanına öyle bir nur verecek ki, nurun alâ nur olacaklar.

Buradaki inceliğe çok dikkat ederseniz hangisinin efdal olduğu belli değil.
Birine “Ashâbım.” diyor, birine “İhvanım.” diyor. Ashâb mı efdal, ihvan mı efdal?
Onları birbirine bu kadar bitiştiriyor ve bu bitiştirmeyi ilerletiyor. Onlar da onun
ümmeti, bunlar da onun ümmeti. Şu kadar var ki, onlar onun ashâbı, bunlar ise
ihvanı.

Ashâbı dinde kardeş yolda arkadaştı. İhvanı ise dinde de kardeş, yolda da kardeş
kabul etti. Faziletini siz düşünün!

Zira bu güçlük içerisinde 1400 seneden sonra Resulullah Aleyhisselâm’a


kavuşuyorlar, bitişiyorlar ve aynı hayatı yaşıyorlar. Bu ise kardeşliğin tâ kendisidir.

Çünkü Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı zamanında güçlük vardı amma,
destek aldıkları iki güç de vardı. Kur’an -ı kerim âyetleri an be an nâzil oluyordu. Her
an için tecelliyât-ı ilâhî’ye mazhar idiler. Diğer taraftan Resulullah Aleyhisselâm’ın
nuru karşılarında idi. İçleri dışları nurlanıyordu. Onun sohbeti ile müşerref oluyorlardı.
İlâhî hükümleri kaynağından öğreniyorlardı. O nur onlara yetiyordu, onları eğitiyor,
terbiye ediyordu. Büyük bir mânevî destek vardı. Onlar gördü ler, göre göre iman
ettiler. Bakıyorlardı, yol alıyorlardı.

Resulullah Aleyhisselâm bu Din -i mübin’i onlarla kurdu, onlarla yaydı.

Şimdi ise aradan 1400 sene gibi uzun bir zaman geçmiş bulunuyor. O nurdan
uzaklaşılmış, ortalık tamamen kararmış, kapkara olmuş. Dünya kurulalıdan beri böyle
bir fitne kopmadı.

Böyle olduğu halde, sonda gelenlerin bağlılıkları Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-
Hazerâtı gibi olduğundan ötürü ona yaklaşmış ve bitişmiş durumda oldukları için,
onların yakınlığı bunlara geçti. Aynı h ayatı yaşadıkları için kardeş oluyorlar.
Dereceleri çok yüksek.

Onlar o hayatı yaşadıkları gibi, bunlar da aynı hayatı yaşıyorlar ve diğer


müslümanlara yaşatmaya çalışıyorlar. Bir taraftan nuru muhafaza ediyorlar, bir
taraftan nurlandırmaya çalışıyorlar. Bir taraftan nefisle cihad ediyorlar, bir taraftan
beşeriyet ile cihad ediyorlar. İlâhî hükümleri duyurmaya, beşeriyeti nurlandırmaya
gayret ediyorlar.

İmâm-ı Mâlik -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri:

“Bu ümmetin son zamanlarında ıslâhı, ancak ilk devirlerindeki ıslâh usulünün
ele alınmasıyla mümkündür.” buyurmuşlardır.

Bu yol Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtının yoluna benzediği için, diğer
tarikat yollarının hiçbir icraatına benzemez.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi gören müslümanların hepsi


“Sahabe” olma şerefine nâil olmuşlardı. Fakat içlerinde seçkin olanlar vardı. İhvan
var, ihvanın içinde seçkin ihvan var.

Bu yol aynı o yola benzediği için, yetişme şekilleri de aynıdır. Kimisi amel ile gidiyor.
Kimisi cihad ile, kimisi de hem amel, hem cihad ile gidiyor. Bazısı kapalı olarak gider,
bazısı açık; bazısı sülûk ile nasibini alır, bazısı cezbe ile alır.

O kuvvetli cezbe ile çekildikleri için Allah -u Teâlâ Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-
Hazerâtına verdiği gibi, müridana da bir h afiflik, bir kolaylık vermiştir.

Her yol yoldur, bu yola varıncaya kadar. Bu yol ise başa benzediği için şekli
değişiyor.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bir mektuplarında buyururlar ki:

“Ey kurtuluş yolunu arayan tâlip!


Bu büyüklerin yolu Ashâb-ı kiram’ın yoludur. Allah onlardan râzı olsun. Bu
indirac, yani nihayetin bidayete sığdırılması dahi, o sığdırılışın eseridir ki;
Hayr’ül-beşer Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin sohbetinde
onlara müyesser olmuştur. Ona ve âline salât ve selâm olsun.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ilk sohbetinde bunlara


müyesser olan, onların dışında kalan pek az kimselere nihayette hasıl olmuştur.
Bu feyizler ve bereketler, ilk asırda (saâdet asrında) zuhur eden feyizlerin ve
bereketlerin aynıdır. Her ne kadar ortada bulunanlara nispetle sondakilerin
uzaklığı belli de olsa, fakat iş, gerçekte bunun aksinedir. Çünkü sondakiler, ilk
asra ortada bulunanlardan daha yakındır. Onun boyasıyla boyanmıştır. Bunu
ortadakiler ister doğrulasın, isterse doğrulamasın. Hatta bu muamelenin
hakikatını sonda gelenlerin dahi pek çoğu idrak edemez.” (336. Mektup)

Tarikât-ı âliye-i münevvere’nin yolcularının gidişatları hafî ve cehrî olmak üzere ikiye
ayrılır. Pîrân-ı izam Hazerâtı da bu yollar üzerinde yetişmiş ve yetiştirmişlerdir.

İSLAM İLMİHALİ
Ölümün Hakikati Cenaze İşleri ve Berzah Hayatı (12)

Üç Sınıf İnsan (3)


c- İnkârcı Sapıklar (2)

Kâfirin ölüm zamanı geldiğinde melekler kendilerine azabı, cezayı, zincir ve halkaları,
cehennemi ve kaynar suları, Rahman ve Rahim olan Allah-u Teâlâ’nın öfkesini
müjdelerler.

“Bu zâlimler ölüm dalgaları içinde can çekişirken, melekler de ellerini uzatmış:
‘Haydi canlarınızı teslim edin! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve
Allah’ın âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bu gün siz horlayıcı,
alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız!’ derken bir görsen!” (En’âm: 93)

Kendi ruhlarını çıkarmaya güçleri olmadığı halde, meleklerin bu emirleri azaplarını,


hasretlerini artırmak, onları tâciz etmek içindir.

Azap melekleri ise ruhlarının cesetlerinden çıkması için yüzlerine ve kıçlarına şiddetle
vururlar.

“Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak ve: ‘Haydi, yangın azabını


tadın!’ diyerek canlarını alırken onları bir görsen!” (Enfâl: 50)
O kâfir kimsenin bedeninden ruhu kabzolunurken onun gerçekte ne acılar çektiğini ve
ne hasretler içinde gittiğini dışarıdakilerin müşahede etmesi mümkün değildir.

Âyet-i kerime’de: “O anda onları bir görsen?” buyurulmasında büyük ibretler vardır.

Bu ayrılık anında, dünyadan kopmadan ve uzaklaşmadan dolayı öyle bir acı duyar,
öyle bir ızdırap çeker ki, yanar da yanar. Bu yanmadan dolayı her türlü nurdan
mahrum olarak önünde azaba, ardında lânet olarak o âleme sevkedilir. Yeniden
dirilişinde de, mahşer yerinde haşrolu şunda da bu minval üzere acılar sürer gider.

“İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullara
zulmetmez.” (Enfâl: 51)

“Ve şüphesiz ki en son varış ancak Rabb’inedir.” (Necm: 42)

Can Çekişme Sahnesi:


Allah kullarının nazarlarını eninde sonunda canlarının çıkacağı ana ve o anda
meydana gelecek olan korkulu dakikalara çevirmeleri için uyarı mahiyetinde Âyet-i
kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Artık gözünüzü açın! Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır.” (Kıyamet:


26)

Dünya hayatının sonu ve ahiret merhalelerinin ilk kapısı olan ölüm ve can çekişme
hâli beyan edilerek, ahireti bırakıp da dünyaya bel bağlayanların belini kıran o büyük
belânın ahirete de kalmayıp, dünyada iken başladığı gözler önüne seriliyor.

Ölüm işaretleri gelmiş çatmış. Yakınları etrafını sarmışlar. Bir şeyler yapabilmek için
başında dönüp duruyorlar.

Çare aramak için çırpınan aile efradı tarafından:

“Kim afsun yapar, bunu kim tedavi eder acaba? denir.” (Kıyamet: 27)

Kimi hekim çağırır, kimi üfürükçüden meded umar. İnanan da inanmayan da son bir
teselli olmak üzere ona başvurur.

“Ve kendisi de bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.” (Kıyamet: 28)

İşler sarpa sarmış, can boğaza dayanmış, nefesi tıkanmış, ayrılık vakti gelmiş. Sevgili
dünyasına “Elveda!” diye diye vedâ ediyor. Dünyasından ayrılma sıkıntısı ile ölüm
sıkıntıları birleşmiş, el ayak karışmış.

“Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyamet: 29)


Artık onun işi bâki olan Allah’a kalmıştır.

“İşte o gün sevk Rabb’inedir.” (Kıyamet: 30)

Hesabı görülmek, cezası verilmek üzere, itile kakıla, hakaretlerle O’nun huzuruna
götürülür.

Ahireti bırakıp da dünyayı sevenlerin dünyada varacakları kötü son işte budur..

ASHÂB-I KİRAM -Radiyallahu anhüm-


HAZERÂTI'NIN
HAYATI
"Ashâbım Yıldızlar Gibidir. Hangisine Uyarsanız Hidayeti Bulmuş
Olursunuz." (Beyhâkî)

HAZRET-İ EBU BEKİR SIDDÎK -Radiyallahu Anh- (96)

“Sen O’ndan Râzı, O Senden Râzı Olarak:


İbn-i Abbâs -radiyallahu anh- Hazretleri’nin anlattığına göre Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz’e şu Âyet-i kerime’ler nâzil olmuştu:

“Ey mutmaine olan (huzura eren) nefs!

Dön Rabb’ine! Sen O’ndan râzı, O senden râzı olarak.

Haydi gir kullarımın içine!

Gir cennetime!” (Fecr: 27-30)

Bu Âyet-i kerime’ler indiğinde Ebu Bekir -radiyallahu anh- de Resulullah -sallallahu


aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında bulunuyordu.

“Ey Allah’ın Resul’ü! Bu ne kadar güzel!” dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz de Ebu Bekir -radiyallahu anh-


Efendimiz’e şu mühim ve emsalsiz müjdeyi verdi:

“Bu sözler sana söylenecek!” (İbn-i Kesir)


Hayatta İken Cennet Müjdesi:
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edildiğine göre Resulullah -
sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurdular:

“Ebu Bekir ve Ömer, kendilerinden önce ve sonra gelip geçen, peygamberler


haricindeki bütün cennetliklerin olgun yaşta olanlarının efendileridir.

Ey Ali! Bu hususu, hayatta kaldıkları müddetçe onlara haber verme!” (İbn-i


Mâce)

Gece Geç Vakitlere Kadar İstişare:


Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz müslümanlarla alâkalı bir


mesele hakkında Hazret-i Ebu Bekir ile gece geç vakitlere kadar konuşurlardı,
ben de onlarla beraber olurdum.” (Tirmizi)

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve


sellem- Efendimiz’in yardımcısı, en yakın arkadaşı bir nevi veziri ve müşaviri idi.

Üç Aydan Biri ve En Hayırlısı:


Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-Vâlidemiz anlatıyor:

“Rüyâmda hücreme üç ayın düştüğünü gördüm. Rüyâmı babam Hazret-i Ebu


Bekir’e anlattım.

Sükût etti, cevap vermedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz


vefat edip de odama defnedilince babam:

“İşte (rüyânda gördüğün) üç aydan biri ve en hayırlısı!” dedi.” (Muvatta, Cenâiz:


10)

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz halife olmadan önce nasıl bir hayat
yaşamışsa halifeliği esnasında da gayet sade bir hayat yaşamıştı.

Vefatı esnasında, kendisine ait bir arazi parçasının satılarak hilafeti müddetince aldığı
maaşların devlet hazinesine geri ödenmesini vasiyet etti.
-Çocuklar İçin Şifalı Masallar-
Mutsuzluk Hastalığı
(Ele Alınan Sorun: Her geçen gün artan huysuz, mutsuz ve etrafındakileri de
mutsuz eden çocuklar için yazılmış bir masaldır.)

“Hazret-i Allah bizi ne güzel yarattı ve güzel gönderdi. Bizim bu güzelliğimizi


muhafaza edebilmemiz için güzel işler yapmalıyız. Güzel işler güzellik getirir ve
insanı güzele götürür. Fakat insan güzel geldiği halde, güzel işler işlemezse
çirkin olur. Çirkin olan Güzel’e gidemez, Güzel’e giden yolu kaybeder. Onun
için kötü işlere dalmamamız, kirlenmememiz gerekiyor.” (Ömer Öngüt -k.s.-)

“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken,
develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken...” diye başlarmış
masallar. Fakat bu masalda yaşananlar gerçekten olmuş.

Dillere destan bir güzel bir ülkede Mine adında güzel bir kız varmış. Elbiseleri de
oyuncakları da birbirinden güzelmiş. Arkadaşları Mine’nin oyuncaklarından daha çok
onun sevgi dolu temiz kalbini severlermiş.

Mine bir gün evde misafirler varken, arkadaşları ile oyun oynamayı bırakıp biraz
camdan bakmak istemiş ve kafasını camdan çıkartarak etraftaki güzellikleri
seyretmeye başlamış. İşte tam bu sırada kötülük fısıldayan görünmez varlıkların
üflediği fısıltıya kapılmış. Ve bu masalda olan olaylar da hep ondan sonra başlamış.

Mine camdan kafasını içeri sokunca suratını asmış, kaşlarını çatmış, bambaşka bir
kız olarak etrafa sinirli sinirli bakmaya ve konuşmaya başlamış: İlk dediği şey; yüksek
sesle misafirliğe gelen arkadaşlarına:

“Hey oyuncaklarım ile oynayamazsınız. Hepsini bırakın, benim onlar!” demek olmuş.

Bu sözler karşısında herkes şaşırmış kalmış. Annesi başta olmak üzere arkadaşları
ve onların anneleri de çok üzülmüşler.

Daha sonra annesine dönerek:

“Anne artık bu misafirler gitsinler, çayımızdan, kurabiyemizden de yiyip içmesinler”


demiş. “Hatta koltuklarımızdan da kalksınlar, oturmasınlar! Hemen evimizden
gitsinleeeeeeer!” diye bağırmış.
Annesi: “Güzel kızım ne oldu sana? İyi misin? Hiç senin gibi güzel bir kıza bu
söylediklerin yakışıyor mu?” demiş.

Misafirlerin ve arkadaşlarının Mine’nin kendilerine söyledikleri yüzünden kalpleri çok


kırılmış, çok üzülerek evden hızlıca çıkıp gitmişler.

Bu durumu bacadan izleyen kötülük fısıldayan varlıklar, gülmekten yarılmışlar ve


mutluluktan sevinç ile uçuşmuşlar. Çünkü şu anda Mine’nin davranışları ile kötülük
denizine bir damla kötülük daha düşmüş.

Meğer kötülerin amacı; bu denizi doldurup bir tusunami gibi taşırmak ve etraftaki
bütün güzellikleri yok edip dünyanın kötüler tarafından ele geçirilmesini sağlamakmış.

Mine’nin annesi endişe ile hemen Mine’nin babasını aramış. Eve çabuk gelmesini
Mine’de bir şeylerin yolunda gitmediğini kızını tanıyamadığını söylemiş.

Babası hemen arabaya atlayarak eve gelmiş. Kızının güzel yüzünün ne kadar
çirkinleştiğini görünce gözlerine, annesinin Mine hakkında anlattıklarını duyunca da
kulaklarına inanamamış.

Üzgün bir sesle kızına seslenmiş:

“Mine’ciğim, gel biraz parka inelim seninle. Temiz hava sana iyi gelir.” demiş ve baba
kız parka inmişler.

Mine parka iner inmez:

“Hayır! O çocuk binmesin, o salıncak beniiim!” diye bağırmaya başlamış. “O


kaydıraktan da kimse kaymasın izin vermiyorum!” demiş.

Parktaki herkes “Bu bizim tanıdığımız Mine mi?” diye tuhaf tuhaf bakmaya başlamış.

Bu olayı izlemek için ağacın üstüne oturan kötülük fısıldayan varlıklar ise yine
mutluluktan uçuşmuş ve sevinçle kahkaha atmışlar.

Kötülük fısıldayanlar mutlulukla uçuşmaya başladıkça ülkede söz dinlemeyen, hiçbir


şekilde paylaşmayı sevmeyen, misafir sevmez aksi, öfkeli ve mutsuz çocukların
sayısı her geçen gün gittikçe çoğalıyormuş.

Ülkede çocukların durumu kötüleştikçe; mutsuzluk bir hastalık gibi yayıldıkca


yayılmış. Çocuklardan sonra anne babalar da mutsuz olmaya başlamış. Sonra
hayvanlar ve bitkiler. Kediler sevgi ile miyavlamaz, köpekler havlamaz olmuş.
Kelebekler; rengarenk kanatlarını açıp uçamaz ve birbirinden güzel sesleri ile kuşlar
ötemez olmuş. Mis kokulu çiçekler solmuş ve açmaz olmuş. Yeşil yapraklı ağaçlar da
solmuş ve yapraklarını dökerek kurumaya yü z tutmuşlar.

Her geçen gün bu ülkedeki güzellikler böylece bir bir kaybolmaya başlamış.

Fakat bir gün olağanüstü güzel bir şey olmuş.


Bütün ülkede her şey o güzel günden sonra değişmiş. Kötülükler bir bir yok olmaya,
güzellikler tekrar hayat bulmaya, çiçekler açmaya, kuşlar ötmeye, büyük küçük
herkes tekrar mutlu olmaya başlamış .....

Sence o gün ne olmuş?

..........

Bırakalım çocuklarımız güzel ve mutlu yaşamak için, güzelliklerin nasıl hayat


bulabileceği hakkında düşünsünler, kafa yorsunlar ve fikirler üretip hayal etsinler.
Kötülere dur demenin yolunu kendi kendilerine keşfeden birer “Güzel Kahraman”
olsunlar. Zira onlar keşfettikçe, güzellikleri düşündükçe o güzel davranışlara motive
olacaklardır.

İnşallah, her bir çocuğumuzun dalga dalga yayılan güzellik halkalarından bir halka
olabilmesi duası ile...

You might also like