Professional Documents
Culture Documents
TAKDİM
BAŞYAZI
/ İsmail Yavuz
İSLÂM İLMİHALİ
Hacc (32)
GÜNDEM
GÜNDEM
Eğitim
"O Lâtif'tir, Her Şeyden Haberdardır." (En'am: 103) / Canan Büşra Kara
| Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
Bismillahirrahmanirrahim
Muhterem Okuyucularımız;
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de gerek eserlerinde gerek hayât-ı
saadetlerinde yapmış oldukları sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve harabiyat
devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin harbe
hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i Muhammedi
tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi.
İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'si zuhur etmek üzere. Etti edecek. Bu ateş çıktı
çıkacak.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününden önce istisnâsız bütün beldeleri harap edeceğini beyan
buyuruyor.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur.
Nitekim küfür ve fâsıklık sebebiyle yeryüzünde zaman zaman nice felâketler baş
göstermektedir.
Ya harple, ya zelzele ile, ya âfâtla. Onu ona, onu ona, onu ona musallat ede ede, ede ede
yıkacak. Yani dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak. Onun için artık bugünlere yaklaştık.
Hüküm O'nundur, O'nun emri ve izni olduğu zaman dünya mahvolur. Ne zaman? O bilir.
O'nun emri ve izni olmadan bir tek yaprak bile düşmez, bir insan düşer mi?
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin vefatı ile bu harp ve harabiyat
devirleri iyice ortaya çıktı. İslâm dünyasında büyük hadiseler yaşanıyor.
Türkiye de büyük badireler atlattı. Hazret-i Allah devletimize zeval vermedi, ancak büyük
hadiseler yaşandı.
Kuzey Kore krizi hiç olmadığı kadar büyüdü. Her an bir harp çıkabilir. Şimdilik Kuzey Kore
geri adım attı.
Amerika'yı vurabilecek silahlar yapmak için büyük bir gayret içinde. Balistik füze
yapmaya başladılar. Bir kıvılcım Japonya, Güney Kore ve Çin gibi bölge ülkelerini de içine
alan büyük bir harbe sebep olabilir.
Amerika; Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yeni yaptırımlar uygulama kararı aldı. İran bu
karar uygulanırsa nükleer faaliyetlerinin kontrolü için yapılan anlaşmadan çekilmesinin
birkaç saatlik bir iş olduğunu açıkladı.
Latin Amerika ülkeleri Amerikan işgal ve siyasetine karşı kin ve nefret içerisinde.
Brezilya'da Amerikan destekli darbe oldu. Venezuela karıştırılıyor.
Bunun gibi dünyanın hemen her yerinde bir kıvılcımla tutuşacak gerilimler var.
Hülâsa dünya kaynıyor. Üçüncü Cihan Harbi'ne doğru gidiyor. Emr-i ilâhî'yi bekliyor.
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu
otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, tasavvura
sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki
tasavvurun haricinde olacak!
Dünya bidayete dönüyor, dünya o nispette bitecek ve insanlar gidecek. Bundan sonra çok
çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl harpler olacak! Çok
az insan kalacak. Harpler, zelzeleler, âfatlar ile insanları yok edecek.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de gerek eserlerinde gerek hayât-ı
saadetlerinde yapmış oldukları sohbetlerinde haber verilen bu günlerin, harp ve harabiyat
devrinin artık geldiğini; büyük hadiselerin yaşanacağını, bütün ülkelerin harbe
hazırlandığını, bu bombaların patlayacağını ... haber vermişler, ümmet-i Muhammedi
tedbirli ve hazırlıklı olması için ikaz ve irşad etmişlerdi.
İsrâ Sure-i şerif'i 58. Âyet-i kerime'sini sık sık beyan ederler, her bir memleketin bir
belâya uğrayacağını haber verirlerdi:
"Vakit geldiyse olacak. İsrâ 58. Âyet-i kerime'de bunu belirtiyor Cenâb-ı Hakk."
"Bugün harp demek; kazanan belli değil. Her taraf yıkılacak, kazanan belli değil.
Bugünkü harp yıkım harbi. "Ben vuracağım, sen kalacaksın." diye bir şey yok. O
da onu vuracak, o da onu vuracak."
"Ortalık çok karışık, vakit geliyor. dünyanın yok olma vakti geliyor. Buradan
takip edeceksiniz, Hatem son dendi. Hazret-i Mehdi, Hazret-i İsa Aleyhisselâm,
sonra bitiyor. Sonra iki kumandan gelecek.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin vefatı ile bu harp ve harabiyat
devirleri iyice ortaya çıktı. İslâm dünyasında büyük hadiseler yaşanıyor.
Türkiye de büyük badireler atlattı. Hazret-i Allah devletimize zeval vermedi, ancak büyük
hadiseler yaşandı. Daha neler yaşanacağını Allah bilir. Amerika PKK'yı büyük bir terör
ordusu haline getirdi. Yüzlerce tır silah veriyor, gelişmiş füzelere kadar her türlü donatımı
yapıyor. Diğer taraftan Yunanistan büyük hazırlık içinde. Yunanistan'a çok dikkat etmemiz
lâzım.
Kuzey Kore krizi hiç olmadığı kadar büyüdü. Her an bir harp çıkabilir. Şimdilik Kuzey Kore
geri adım attı, Ancak Amerikan bombardımanlarında halkının yüzde yirmisini kaybeden
Kuzey Kore Amerika'ya karşı büyük bir hınç ve kin duyuyor. Amerika'yı vurabilecek
silahlar yapmak için büyük bir gayret içinde. Balistik füze yapmaya başladılar. Amerika da
nükleer tehditte bulunmaktan çekinmiyor. Bir kıvılcım Japonya, Güney Kore ve Çin gibi
bölge ülkelerini de içine alan büyük bir harbe sebep olabilir.
Bunun gibi dünyanın hemen her yerinde bir kıvılcımla tutuşacak gerilimler var.
Ortadoğu'nun çıbanbaşı İsrail mütemadiyen işgalini genişletiyor, Filistin'e, Lübnan'a her
fırsatta saldırıyor. Fırsatını bulsa bütün komşularını yakmak istiyor. Etrafındaki ülkeleri,
fitne-fesadı ile birbirine düşürmeye, ordularını, devletlerini yıkmaya çalışıyor. Türkiye-
İran, Şii-Sünni savaşı çıkartmak için çok uğraştı, uğraşıyor. Körfez'deki Katar krizinin
arkasında da İsrail var.
İsrail ve Amerika'nın Irak ve Suriye gibi ülkelerde açtığı boşluğa kendi nüfuz alanını
genişletmek için şuursuzca dalan İran ise Ortadoğu'yu, Suriye'yi, Yemen'i, Körfez
ülkelerini karıştırıyor, fırsattan istifade etmeye çalışıyor. Şii-Sünni savaşı çıkartmaya
çalışan İsrail ve Amerika'nın ekmeğine yağ sürüyor. Bir taraftan IŞİD diğer taraftan
Haşd-i Şabi gibi örgütler halkın arasına kan, işgal, işkence, tecavüz ile tamir edilmesi
mümkün olmayan yaralar salıyor. Lübnan'daki komşusu Şii Hizbullah ile mütemadiyen
savaşan İsrail ise Amerika'yı kullanarak İran'ı vurmanın hesaplarını yapıyor.
Amerika; Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yeni yaptırımlar uygulama kararı aldı. İran bu
karar uygulanırsa nükleer faaliyetlerinin kontrolü için yapılan anlaşmadan çekilmesinin
birkaç saatlik bir iş olduğunu açıkladı. İran meclisi füze geliştirme programı için yarım
milyar dolarlık bir ek bütçe ayırma kararı aldı. Rusya yeni silahlanma programı
kapsamında Uzay-Hava Kuvvetleri'ne 2025 yılına kadar her yıl 400 yeni uçak-helikopter
katılacağını açıkladı.
Yemen'de iç savaş iyice büyüdü. İran ve Arabistan destekli gruplar birbirleri ile savaşıyor.
İran destekli gruplar Arabistan'a füze atıyor. Birleşik Arap Emirlikleri fırsattan istifade
Yemen'in adalarını ve sahillerini işgal ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri Katar krizinde de
başı çeken ülkelerden. Amerikan-İsrail güdümünde siyaset takip etmekten çekinmiyor.
Mısır'da İsrail yanlısı askeri bir yönetim var. Ancak Mısır'da da geniş fitne grupları var.
Selefilerin etkisi fazla.
İsrail'in taşeronu Amerika, İran, Mısır ve Arabistan'ı işgal etme planları yapıyor. Önce
ortalığı karıştırıyor, terör örgütlerini öne çıkartıyor, sonra bak burada terör var diyerek
ordusuyla işgale geliyor.
Kuzey Buz Denizi'ndeki çıkar çatışmaları yine Amerika, Rusya, Kanada, Norveç gibi
ülkeleri karşı karşıya getiriyor. Rusya buralardaki askerî üslerini takviye ediyor.
Baltık denizinde Rus ve Amerikan savaş uçakları sık sık karşı karşıya geliyor.
Güney Amerika, diğer ismiyle Latin Amerika ülkeleri Amerikan işgal ve siyasetine karşı
kin ve nefret içerisinde. Ancak Brezilya'da Amerikan destekli bir hükümet darbesi
başarıya ulaştı. Venezuela'da ülkesini ve halkını bir yere getiren Chavez kanserden öldü.
Öldürüldüğü düşünülüyor. Yerine gelen hükümeti devirmek için Amerika Venezuela'yı
mütemadiyen karıştırıyor, hatta askerî müdahaleyi dahi düşündüğünü söylemekten
çekinmiyor. Amerika daha önce bu gibi işleri yaparken biraz kendisini gizlerdi, artık
gizlenme ihtiyacı hissetmiyor.
Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki yayılmacı siyaseti bölgedeki ülkeleri rahatsız ediyor.
Amerika burada ve Pasifik'te Çin'i çevrelemeye çalışıyor. Japonya, Güney Kore, Filipinler,
Tayvan gibi ülkelerde nüfuzunu artırıyor.
Avrupa'nın ekonomik sorunları alttan alta bir kaynamaya sebep oluyor. Fransa ve
Almanya arasındaki gerilim gün geçtikçe çoğalıyor.
Bir kazanın büyük bir savaşa dönüşme ihtimali o kadar çoğaldı ki, Amerika-Rusya,
Amerika-Çin, Türk-Rus ... orduları arasında direkt iletişim hatları kurulması için
anlaşmalar yapılıyor. Türkiye ve Amerika NATO ülkeleri olduğu için böyle bir anlaşmaya
gerek kalmıyor, ancak Suriye'deki gerilim en çok da Türkiye ve Amerika'yı karşı karşıya
getiriyor.
Her ülke bu devirde yaşanacak bir savaşın kazananı olmayacağını biliyor. Ancak
Amerika'nın pervasızlığı ve yahudinin dünyayı ateşe verme iştahı ortamı iyice geriyor,
herkes diken üstünde. Herkes hazırlanıyor. Bakalım nereye kadar?
Amerika güneyimizde bir terör ordusu kurdu, durmadan tırlarla silah taşıyor. Kime karşı?
Niçin?
Binaenaleyh, hem devlet olarak, hem de fert olarak tedbirli ve hazırlıklı olmamız gereken
bir zamandayız.
Bir harp çıkması an meselesi. Küffara karşı, vatanımızın muhafazası için el birlik
mücadele etmemiz gereken bir zamandayız. Bu mücadele bugün sözle olur, yarın
ordumuza her türlü desteği vermekle olur.
Biz de dâima duâ edelim, bu azimde ve bu gayrette olalım. Düşman hem içeriden hem
dışarıdan kuşatmaya çalışıyor.
İsrâ Sûre-i Şerif'inin 58. Âyet-i Kerime'si Zuhur Etmek Üzere:
İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'si zuhur etmek üzere. Etti edecek. Bu ateş çıktı
çıkacak. Her gün bu Âyet-i kerime'yi muhakkak okurum.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde, kıyamet günü gelmeden önce helâk olmaktan yahut
da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket halkının
bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız." (İsrâ: 58)
Bu helâk etme ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur.
Nitekim küfür ve fâsıklık sebebiyle yeryüzünde zaman zaman nice felâketler baş
göstermektedir.
Ne zaman olacağı, onu gerektiren sebepler ve nasıl olacağı gibi hususlar açıklanmamış,
hiçbir şey bırakmamak kaydıyla Levh-i mahfuz'da yazılmıştır. Bu hüküm kesin olarak
yerine getirilecektir.
Allah-u Teâlâ kıyamet gününden önce istisnâsız bütün beldeleri harap edeceğini beyan
buyuruyor, "Biz buna karar verdik!" buyuruyor. Ya harple, ya zelzele ile, ya âfâtla.
Onu ona, onu ona, onu ona musallat ede ede, ede ede yıkacak. Yani dünyayı doldurduğu
gibi boşaltacak. Onun için artık bugünlere yaklaştık. Hüküm O'nundur, O'nun emri ve izni
olduğu zaman dünya mahvolur. Ne zaman? O bilir. O'nun emri ve izni olmadan bir tek
yaprak bile düşmez, bir insan düşer mi?
Bu meyanda ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp
sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek.
Din kalktıktan sonra ifsadçılar yürüdü yürüdü, ifsad son haddini buldu. Küfür, isyan,
dinden çıkma moda oldu.
Bugün medeniyet adı altında kâfir ve münafıkların bu kadar ileri gitmelerine sebep;
kadınların çılgın, erkeklerin sarhoş, orta tabakanın şaşkın, zenginlerin azgın oluşundandır
ve halkın da bölücülerin peşinden koşuşudur. Allah-u Teâlâ da azap üstüne azap indiriyor.
Onun içindir ki gün bugündür ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil.
Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünyaya dalacak, dünyaya
meyledecek zaman değil. Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, borçlu olma, borçlu ölme,
ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Öyle bir gündeyiz ki doğana sevinmemeli, imanla göçene üzülmemeli. Bugün böyle bir
gündeyiz.
Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı." (İbn-i Mâce: 4035)
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz
sene zarfında Allahu âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, tasavvura sığmayacak
kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde
olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ
kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk'ın izni olmadıkça bir yaprak dahi
düşmez. Hep O'nun takdiri ile oluyor. Amma Allahu âlem bu otuz sene içinde çok mühim
şeyler olacak. Dünya düzelecek, dümdüz olacak.
Onun içindir ki bugün dünyaya dalmak günü değil. Helâlden rızık kazanmak, tedbirli
olmak ve Hazret-i Allah'a yönelip gönül vermek günüdür. Böyle bir zamanda ne lâzımsa
onu temine çalışması, bir müminin çok uyanık olması gerek.
Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir. Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik
olmalı, sonraya kalanlar dona kalır. O zaman herkes görecek, inanacak amma iş işten
geçmiş olacak.
Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl
harpler olacak? Tasavvurun haricinde! Bu harplerde çok az insan kalacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde; "Elli kadına
bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalacağını..." beyan buyurmuşlardır. (Buhârî)
Öyle şiddetli harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zayi olacak. Sayı itibari ile elli
kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allahu âlem bunu gösteriyor.
Artık bundan sonra harabiyet durumu başlıyor.
Allah-u Teâlâ İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde, kıyamet günü gelmeden önce
helâk olmaktan yahut da şiddetli azabın gelip çatmasından kurtulabilecek hiçbir memleket
halkının bulunmadığını beyan buyurmaktadır:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i
mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Binaenaleyh dünya şimdi yıkıma doğru gidiyor. "Hazır olun!" denilmek isteniyor. Şu kadar
var ki dalâlet ehli fâsıklar hâlâ eğlencede, hâlâ zevk-ü sefada, önündeki karanlığı
görmüyor. Fakat Hakk'a yakın olanlar, yıkım olsa da yapım olsa da, ibadet ve taatında.
Bize Allah gerek, O'na yönelmemiz gerek, O ister yapar ister yıkar.
Allah-u Teâlâ'nın açık bir ferman-ı ilâhî'si var. Küffar ne kadar İslâm'ı söndürmeye
çalışırsa çalışsın, o bir fırkayı kıyamete kadar payidar edeceğine ve nihayet muzafferiyeti
de İslâm'a bahşedeceğine vaad-i sübhânisi var.
Meselâ memleketimiz bir krizden geçti. Fakat O bizi korudu. Niçin? Çünkü biz Hakk'a
bağlıyız, halka bağlı değiliz. Halk sıkıntı çekti, biz hiçbir şey görmedik. Bize kat kat
lütuflarda bulundu. Dilerse o günler gelince de korur. Sen yeter ki tedbirini al!
Harpler, kıtlıklar, kargaşalar, üçüncü dünya harbi, ticaret yollarının kapanması bunların
hepsi önümüzdeki senelerde beklenen afatlardır. Resulullah Aleyhisselâm'ın haber verdiği
kıyamet alâmetleridir.
İrşad için kimse gayret etmiyor. Halbuki şu çok yakın zamanda bazı tehlikelerle
karşılaşma ihtimalimiz var. Harp tehlikesi var, kıtlık tehlikesi var.
Dikkat ederseniz bütün dünya sallanıyor, huzursuz! Amma sel, amma rüzgâr, amma afât,
amma zelzele, Allah'ım beterinden korusun.
Allah'ım bu hazırladıkları ateşi birbirine çevir. Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et,
muzaffer et! Hepsi ateşi hazırladılar, bir emr-i İlâhi'ye bakıyor, o emir kibrittir.
Bizi hayatta tuttukça bir şey olmaz. Bizi alırsa çok şey olur. Çok korkunç silâhlar var.
İmha edici silâhlar var. Çok az insan kalacak. Rabbü'l-âlemin dünyayı doldurduğu gibi
boşaltacak. Bu dünyayı yakacak, yıkacak.
İtimad edin bazen duâ etmeye korkuyorum, o kadar gadaplı. Bazen o kadar gadaplı her
zaman değil. Siz uyuyorsunuz, kendi âleminizdesiniz.
Tabii ki fakirin gizli niyazlarımız var, arzularımız var. Bu nuru Hazret-i Mehdi'ye
ulaştırmak. Bizi kalemle mücadele ile vazifelendirdi. Binaenaleyh Hazret-i Mehdi bu
kitaplarla yürüyecek.
Zaten Hazret-i İsa Aleyhisselâm'la Hazret-i Mehdi birleşecek, ondan sonra bu nur
kıyamete kadar gidecek, O'nun seçtiği esastır, halkın seçtiği esas değil.
Bizim bu beyanlarımızı çok evvelden gören Mevlânâ Abdurrahmân Câmî -kuddise sırruh-
Hazretleri'nin talebesi Hüsâmeddîn Ali el-Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhu
Hutbetü'l-Beyân" isimli mecmuadaki risalesinde Mehdi ile olan ilgimizi şöyle işaret
buyuruyorlar:
Bu zât-ı muhterem tâ o zaman bu hakikati dile getirmiş, kaleme almış. Allah râzı olsun.
Hatem-i velî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin zuhuru ise artık kıyametin iyice yaklaştığının
bir delilidir.
Zira artık Hatem-i veli'den sonra irşadla vazifeli bir veli gelmeyecek, gelse de kendi
çapında olacak. Ondan çok kısa bir zaman sonra Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa
Aleyhisselâm'ın devri başlayacak.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliyâ" kitabı'nın son iki
bölümünde, âhir zamanda zuhur edecek olan fitne ve kötülüklerden söz ederken; velîlerin
"Hâtemü'l-velâye"liğini elinde bulunduran zâtın, bu devirde ilâhî hücceti ayakta tutup,
kıyamet gününe kadar kendisinden önceki veliler ve Tevhid ehli üzerine bir hüccet
olacağını haber veriyor. Mehdi Aleyhisselâm'ın bu devirde vazifedar kılınacağını; yine bu
devirde yeryüzüne inecek olan İsa Aleyhisselâm'ın ise, ümmetin son gelenleri arasında,
kendi havârilerine denk birtakım yardımcılar bulacağını haber vermiştir.
Fitne ve fesadın son haddini bulduğu bu âhir zamanda, Hâtemü'l-veli'nin başlattığı iman
kurtarma cihadını, onun hemen ardından gelecek olan Mehdi Resul Hazretleri ve İsa
Aleyhisselâm tamamlayacak; bu surette birbirleriyle mütemmim olacaklardır.
Allah-u Teâlâ bu dine hizmeti, bu şanı ve şerefi Türk milletine vermişti. Amma Türk
milletinden din kaldırıldıktan sonra bu fitne koptu. Kopa kopa, en fesad zamanına kadar
geldi. O zaman bu zamandır.
Asırlardan beri üzerinde durulan "Hâtem-i Veli" mevzusunun zamanı olmadığı için
çözümü de gelmemişti, çünkü zamanı değildi. Sadece sözü vardı, zamanı olmadığı gibi,
hedefi de yoktu. Şimdi ise zamanı geldiği için çözümü ve izahı yapılıyor.
Gün geldi, ay doğdu, nur meydana çıktı, nasibi olan gördü ve anladı. Amma asıl duyuran
ve yayan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oldu.
Nuaym bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
Aslında görebilen için bu Hadis-i şerif'te herşey çok âyân bir şekilde belli edilmişti. Mühim
olan, geleceği haber verilen bu zâtı bu Hadis-i şerif'te görebilmekti. Fakat bu herkese
müyesser olmadı. Çünkü her bilginin özü Hadis-i şerif'lerde gizlidir.
Şu kadar var ki, "Hatem-i veli'nin ortaya çıkışı, Hazret-i Mehdi'nin dünyaya
geldiğinin işaretidir." Bunu böyle bilin.
"Dünya hâlinden âhiret hâline intikâl sofrası, kıyametin kopuşu ve vaad edilen
âhir zamandaki Mehdî'nin önündeki set onunla açılır." ("Mecmû'a-i Şerhu Hutbeti'l-
Beyân li'l-Hüsâm el-Bitlisî", Konya Bölge Yazma Eserler Ktp. Akseki, nr.: 164, vr. 268)
Dilediğini dilediği zaman gönderir. Bizi çekecek, Hazret-i Mehdi'yi vazife başına getirecek.
O dururken İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek.
Bizim vazifemiz şudur: Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
Bizim yaptığımız Hazret-i Mehdi'ye zemin hazırlamaktır. Aynı zamanda dağılmış olan
Ümmet-i Muhammed'i Hazret-i Allah ve Resul'ünde birleştirmektir.
Bu yol ıslahat yoludur. Sonra Hazret-i Mehdi gelecek ve fetih yoluna girecektir.
Hazret-i Allah, Hazret-i Mehdi'ye o kadar ruhsat verecek ki taa Amerika'ya kadar gidecek.
"Bir kurtarıcı olarak ellerinden tutar, dünya denizinden çeker çıkarır. Tabii ki
nasibi olanı, Hakk'a uyanı." (5. Meclis)
Nasibi olan onu bulacak, nasibini alacak. Nasibi olmayan onu bulamayacak ve hüsranda
kalacak. Ruhu ölmüş bir kimsenin hakikatle ne işi var?
Hâtem-i veli'den sonra Hazret-i Mehdi gelecek. Veli gelse de kendi çapında gelecek, yani
resulden sonra gelen nebiler gibi olacak, fakat irşâda mezun olmayacak. Bundan sonra
kimseden bir şey beklemeyin. Bu kitaplara tutunun, çünkü bu bir mühürdür. Hâtem-i
nebi'den sonra bir peygamber çıksa inanılır mı? Bu da bunun gibidir. Çıkar, fakat sahteler
çıkar. Onlar yalancıdırlar.
Öteden beri şunu duyardık: "Âhir son zamanda bina ile zinâ çok olacak."
Binaya ne kadar önem verildi, amma o binanın içinde hep zinâ. Hiç nikâh yok. Bugün
nikâh bilinmiyor, yapılmıyor, mehir zaten bilinmiyor.
Amma görülüyor ki bina da gitti, zinâ da gitti, hepsi gitti. Dün yıkanmayı kibrine
yediremeyen, bugün yıkanmadan gömülüyor. Dün saraylara sığmayan bugün barakalarda
sığınmaya çalışıyor. Ne ibretler var!
Onun için gün bugün ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat
insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünya ile meşgul olacak, dünyaya
meyledecek zaman değil.
Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Zira bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan ihtiyacından fazlasını alan kimse,
şuursuzca kendini helâk etmiş olur." (Câmiü's-Sağîr)
Yani kelp olarak ahirete çıkacak. Ne oldu? Kazandı! Neyi kazandı? Ateşi kazandı!
Hâtem'likle ıslahat başladı. Birinci ıslahat nurla, hatem'likle olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla
ıslahat yapacağı gibi, İsa Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik
yapacak ve Deccal'i öldürecek.
Bu nur çığır açıyor, karanlıkları deliyor. Bu çığır Mehdi Hazretleri'nin zamanına kadar
gidecek. Nur da yayılacak, türemeler de türeyecek. Bunlar daima birbirine karşı olacaklar.
Mehdi Hazretleri zuhur ettiği zaman, ona en çok buğz eden ve karşı gelen, imansız
imamlarla türemeleri olacak. İmanları yok çünkü. İmamları var imanları yok.
İşte Mehdi Hazretleri o zamanki fukaha ile, o zamanki imansız imamlarla çarpışacak.
"İşte bu yol Allah'ın hidayet yoludur. Allah kullarından dilediğini bu yola eriştirir
(kime dilerse ona nasip eder)." (En'âm: 88)
.....
Büyük bir şaşkınlık ve boşluk içinde iken, Allah-u Teâlâ müslümanları toparlamak,
şaşkınlığı önlemek için Mehdi Hazretleri'ni gönderecek. Çok büyük harplerden ve
felâketlerden sonra Hicaz'da vazifeye başlayacak, adaleti ile hükmedecek.
Allah-u Teâlâ mülkünü ne bu zâlimlerin arzusuna bırakacak, ne de gelecek olan âlim, âdil
olanlara bırakacak.
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı
yaratandır." (Mülk: 2)
Bundan Sonra Havadisleri Takip Etmek Lâzım; Çünkü Her An Her Şey Olabilir:
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk'ın izni olmadıkça bir yaprak dahi
düşmez.
"O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez." buyuruyor. (En'âm: 59)
Hep O'nun takdiri ile oluyor. Amma Allah-u âlem bu otuz sene içinde çok mühim şeyler
olacak.
...
Allah-u Teâlâ şimdiye kadar yapma, yaşatma izni verdi; şimdi yıkma, öldürme günü geldi.
Dünya böyle boşalacak. Artık gemiyi boşaltma vakti; harp boşaltacak, Hazret-i Mehdi
boşaltacak, Deccâl boşaltacak, İsa Aleyhisselâm boşaltacak. Boşaltma... Bir yiyelim, bin
şükür edelim.
Harp afattır; açlık, susuzluk, perişanlık, ölüm hepsi harpte. Amma takdir olan şey olacak.
Harpte galip çıkan yok, herkes mağlup. Kimisi az zarar etmiştir, kimisi çok zarar etmiştir.
Her gün ne çıkacak diye bakılıyor, tutuşacak efendim tutuşacak. Bundan sonra
havadisleri takip etmek lâzım. Çünkü her an her şey olabilir. Artık hareket hemen hemen
başladı. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, takdir ne ise o olur.
.....
Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra
başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da
yıkılır.
Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık
bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde
bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı
kaldırmak için Hazret-i Mehdi'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine
bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murad edilen noktaya kadar yürüyecek, vazifesini
ifâ edecek. Sonra onun elindeki iradeyi de çekecek. Deccal'e salâhiyet vermeyi murad
edince, onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi, Hazret-i Mehdi uzağa
açılacak, o ise istilâya başlayacak. Ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf
düşünce, onun maiyetini kurtarmak ve İslâm'ı galebe çaldırmak için Allah-u Teâlâ üçüncü
olarak da Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek. Deccal ve yahudiler o şekilde
temizlenecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat
bununla kalmayacak. Bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle
boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek. Üzerlerine tank gibi yürüyecek, fakat Allah-u Teâlâ
onları da bir gecede helâk edecek. Onların helâk oluşu harple değil, duâ ile. Ve böylece
dünyayı boşaltmış olacak.
Bizden sonra kime sorarsınız? Size her şeyi bırakıyoruz. Kitaplarımızda her şeyi
bulacaksınız, zamanı gelince anlayacaksınız.
Bu kitaplar, müslümanlar sıkıştığı zaman çok iş görecek, yegâne tutunulacak yer olacak.
İşte bizden sonra insanlar hakikati öğrenmek için bu kitaplara sarılacak.
.....
Dünya milletleri harbe hazır durumdalar, savaş ha patladı ha patlayacak. Yalnız emr-i
ilâhiyi bekliyor. Savaşların çıkması ilâhi hükme bakar. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın izni
olmadıkça bir yaprak dahî düşmez.
"O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez." buyuruyor. (En'âm: 59)
Bunlar hep O'nun takdîri ile oluyor. Kişi istese de, istemese de mukadderât ne ise o
olacak. Dünya bidâyete dönüyor; yâni dünya o nispette bitecek ve insanlar yeryüzünden
silinip gidecek. Bunları size hatırlatıyorum; şimdiden Hazret-i Allah ve Resûl'üne
yönelmeye ve sığınmaya bakın, bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın!..
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kapkara, ince bacaklı, koca ayaklı birinin Kâbe'yi taş taş yıktığını görüyorum
sanki." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 790)
Kâbe-i muazzama'yı kıyamete çok yakın bir zamanda, başlarında ince bacaklı şiş karınlı
bir kimsenin yer aldığı Habeşliler gelip yıkacaklar, taş taş sökecekler, taşlarını da denize
atacaklar.
Size şöyle söylemek istiyorum ki; artık bütün gücünüzü ahirete yöneltin, dünyayı atın.
Çünkü vakit geldi. Onun için çok dikkatli olun, ortalık karışıyor. Dünyayı doldurduğu gibi
boşaltacak. Bu insanlar yok olacak. Yalnız burada mı? Hayır dünyada vaziyet çok vahim.
Bildiğiniz gibi değil! Artık dünya hırsını bırakalım. Sahibimize yönelelim, âlem ne yaparsa
yapsın. Çünkü Allah-u Teâlâ yetmiş üç fırkadan bu fırkayı sevmiş, seçmiş, ahkâmını
ayakta tutmak için öne sürmüş. Bu büyük bir fazilettir. Bu fazileti muhafaza et sana kâfi.
Şunu yapayım, bunu yapayım hayır! Zamanı değil. Ortalık karışıyor. Çok evvel demiştim:
"Allah'ım! Bu hadisatı bana gösterme!" diye. Çok vahim, vahşi hadisat var
önümüzde.
Durum bu kadar nazik yani, şunu da haber vereyim ki; kalben ve ruhen bağlı olanlar
zarar görmeyecek. Cenâb-ı Hakk bütün samimiyetiyle tam bağlı olan ihvanı o şekilde
kurtaracak. Fakat çadırın direği yıkıldığı zaman bir esinti olacak. Çok büyük hadiseler var.
Onun için aklınızı başınıza alın, dünyaya değil, ahirete yönelin ve bunu yakınlarınıza
tavsiye edin.
Şu gördüğümüz sükûnet Allah-u âlem kar topluyor. Bir kıvılcımdan ateş alacak, ateş
sardığı zaman her tarafı saracak. Fitneler büyüyor, bu ateş bütün dünyayı ele alacak. Ne
zaman? Allah-u Teâlâ hüküm çıkardığı zaman. Her taraf hazır. Bu isyan cezasız kalmaz.
Âkıbetimiz hakikaten vahim. İhsan çok, nimet büyük, isyan büyük. Bu isyanın karşılığı
çok vahim olacak.
Bakıyorum nereden nasıl patlayacak? Çünkü güna-gün vakit yaklaşıyor. Acaba hangi
kibrit ateş alacak. Her memleket barut halinde. Herkes harbe hazırlanıyor. Bu silahlar
patladığı zaman nasıl insan kalacak, dünyanın durumu ne olacak? Artık dünyanın düzeni,
rotası tamamen bozulacak, eski duruma gelecek. At, öküz bunlar olacak. Benzin yok,
araba yok. Hiçbir şey işlemeyecek. Gemiler yelkene dönecek. Yani dünya bidayete
dönecek. Harpler, afâtlar sonunda çok az insan kalacak. Petrol olmayacak; uçak, araba
gibi araç olmayacak, eski devirlere dönülecek. Gün bugün, yarını O bilir.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya
helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i
mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Durum bildiğiniz gibi değil. Cenâb-ı Hakk, "Şimdiye kadar yaptım, bundan sonra
hiçbir memleket hariç kalmamak üzere dünyayı amma harp ile amma zelzele ile
amma afât ile yıkacağım, harap edeceğim!" buyuruyor.
Onun için çok tedbirli olun. Yalnız borçlu olmayalım, borçlu ölmeyelim. Buna çok dikkat
edin. Biz öteden beri kardeşleri her bakımdan tedbirli olmaya alıştırdık, hazırladık ki
bugünler için...
O'nunla olmak hayat, O'nsuz olmak vefat. Kalsak da O'nunla, gitsek de O'nunla...
Denize baktığın zaman sakin, ne kadar güzel. Şimdiki deniz de öyle amma içi kaynıyor,
dünya da böyle kaynıyor. Fakat patlamak için emir bekliyor, bir patladığı zaman bütün
dünyaya yayılacak ve bu uzak değil, dünya memleketleri bir bir karışacak.
Onun için dünyaya değil, ahirete gönül vermenizi tavsiye ediyorum. Bugün sığınma
günüdür.
Âyet-i kerime'lerinden anlaşılacağı üzere, o nur kıyamete kadar bâki kalacaktır. O ise
Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıyan vekilleridir.
Resulullah Aleyhisselâm'a itaat, Allah-u Teâlâ'ya itaat olduğu gibi, ona biat de Allah-u
Teâlâ'ya biat demektir.
Bu öyle bir dâvet ki; Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a olan bir dâvettir. Din
İslâm'dır. Hududullah Allah'ın hudududur. Bu hududu aşmayın, ahkâm-ı ilâhi dışına
çıkmayın, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sinden ayrılmayın.
"Bugün harp demek; kazanan belli değil. Her tarafa yıkılacak, kazanan belli değil.
Bugünkü harp yıkım harbi. 'Ben vuracağım, sen kalacaksın.' diye bir şey yok. O da onu
vuracak, o da onu vuracak."
•
"Kullanılacak çok kuvvetli silâhlar var, biri diğerini mahvetmek için. Bunlar birdenbire
olacak. Çünkü kim evvel atarsa o kazanacak. Onun için çok büyük zayiat birden olacak.
Hüküm Hazret-i Allah'ındır, boşaltacağını beyan buyuruyor."
"Dünya harbe doğru öyle bir hırsla gidiyor ki, yalnız emr-i İlâhî'yi bekliyor. Amerika
katiyetle harp açmak azminde. Rusya da hazırlığa gidiyor.
Allahu âlem Rusya ortadan yok olacak. Amerika da yerinde kalmayacak. Dünya bir hallaç
pamuğu gibi sarsılacak. Mühim tehlikeler var." (23 Kasım 1979)
Hazret-i Allah cidden gadap etmiş. 'Biz onları suç üstü yakalayacağız.' denildi. Anlıyorum
ki Hazret-i Allah'ın gadabı çok büyük. İtimat edin yalvarmaya bile korkuyorum. Ancak
hususi bir yalvarmayı Cenâb-ı Hakk lütfetmiş.
Nükleer demek felâket demek. Her an için büyük bir hadise beklenebilir. Yalnız hiç şüphe
yok ki biz zamanını soramayız. Aslâ! Aklımızdan hayâlimizden bile geçmez. Bize sadece
rumuz verilir. Ne zaman kopacağını Sahibim bilir.
•
"Bu otuz sene zarfında çok büyük harpler var. Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar ve çıktıktan
sonra da on sene, kırk sene içinde büyük hadiseler var. Kırk sene dediğin çok çabuk
geçer, bereketsiz bir ömür.
Bu otuz sene içerisinde gelecek felâketleri bir Allah bilir. O ona, o ona atacak çok seri
olacak. Dünya bitecek. Atacak amma karşıdaki de sana atacak. Ondan sonra başlayacak
kılıçla, atla, sopa ile. Almanya şimdiden at beslemeye çalışıyor. Çünkü yarın at harbi
başlayacak. Akıllı devlet, başına geleceği biliyor. Benzin kalmayacak, motor işlemeyecek,
artık kılıç harbi olacak." (24 Ağustos 2002)
"Çok şımardılar, şımarık bir millet oldular. Yemanî Yemen'den, Süfyanî Şam'dan,
yahudiler ve Amerikalılar... Oraya (Arabistan'a) dört yerden tehdit var.
Hükümet diye bir şey kalmayacak, millet son zamanda başıboş kalacak. Yemen ile Suud-i
Arabistan arasındaki sürtüşme gittikçe artıyor. Yemen'den Aden şehrinden atılacak bir
bomba Suud-i Arabistan üzerinde büyük bir afat getirecek. Ondan sonra harp husule
gelecek. Onları da Ruslar destekliyor. (2002)
Bu dünya savaşı çıkınca her taraf alev olacak. O ona, o ona derken Allah'ımız sonumuzu
hayırlı etsin. Ruhsat Hazret-i Allah'ın vergisiyledir. Yoksa kumandanla, şunla bunla değil.
O Osmanlı yıkılacak bir devlet mi? Fakat âhir zaman geldi yıkılması lâzım!
Efkâr yanıyor. Birbirine bakarak tutuşuyor. Efkârı görüyorsun herkes harbe hazırlanmış,
sulh için konuşan yok. İsrâ Sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinin tecelliyatının zamanı
geliyor.
Cenâb-ı Hakk "Ya helâk ederiz veya şiddetli bir azapla cezalandırırız." buyuruyor
kesin olarak. Bunu bilin. Hüküm O'nundur.
Moğolların başındaki Hülagü İslâm ülkelerini yaka yaka gelirken halktan biri; "Zamanın
kutbu nerede?" deyince bir tanesi; "Sus! O Hülagü'nün bindiği atın yularını tutuyor!"
demiş.
Çünkü Hazret-i Allah yıkmayı murat ettiği zaman bir sebep halk eder.
Bakıyorum, Almanya şimdiden at yetiştiriyor. Yani bu ateşli silâhlar durduğu zaman kılıçla
harp yapacak, onun hazırlığını yapıyor.
Çünkü bu harp bir âfâttır, atom harbi, nükleer harbi. Ve dolayısıyla birbirine ata ata
dünya dümdüz olacak, dünya yıkılacak.
Akıllı insan Hazret-i Allah'a yönelecek, o kadar. Bugünkü durumunu düşünecek, yarını O
bilir. Durumlar o kadar nazik ki, Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar neler olacağını bir Allah
bilir. Çok hadiseler olacak, çok büyük harpler olacak, zelzeleler olacak, âfâtlar olacak,
insan azalacak. Otuz sene dediğin ne ki, ömür bereketsizdir, hemen geçer. İnsan şöyle
düşünse; insan ölüyor, on sene yirmi sene geçiyor, sanki dünkü gibi.
Bu harpler görünüyor yani. Tasavvura sığmayan, akla hayâle gelmeyen harpler olacak."
(17 Eylül 2002)
"Harpler Allah'u âlem o kadar yakın, o kadar korkunç ki! Bu önümüzdeki harpler
tasavvura sığmıyor. Bu harpler insanları yok etme harbi olacak.
Zaten Allah'u âlem Hazret-i Mehdi'nin çıkmasına daha var. Bu büyük herc-ü merç otuz
seneye kadar.
Geçen gün bir film seyrediyorum. Atom bombasının füzesini atıyorlar, oradaki askerler
kabir haline geliyor ve rahat yürümeyi yapıyor. Fakat herkes atacağını ve yapacağını
düşünüyor, başına geleceğini kimse düşünmüyor.
Dünya öyle kaynıyor, öyle kaynıyor ki bir gün patlayacak. Önümüz kötü. Allah-u Teâlâ'nın
hükmüne kalmış. İşler Amerika'nın direktifi ile yürüyor. Zaman onların bugün için. Daha
ne kadar sürer Allah bilir. İleride büyük harpler var. Yakın zamanda her şey değişecek.
"Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
Karşılıklı kuvvetler ile Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona, yok edecek. Böylece
dünyayı yok edecek; o onunla, o onunla! Hüküm Allah'ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk
yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder.
Bundan sonra çok çetin harpler olacağını, kapıda olduğunu haber veriyoruz. Amma nasıl
harpler olacak? Tasavvurun haricinde! Bu harplerde çok az insan kalacak, büyük bir
felâket olacak. Bu felâket gadâb-ı İlâhi'ye olur, açlık olur, harp olur. O bilir.
Hazret-i Allah ile meşgul olan kalp altının içine girse bir şey olmaz. Gaye bu hâle gelmek.
Çünkü O'nu buldun mu her şeyi buldun. O'nu buldun mu, O'nunla berabersin.
Yerin hükmü yok, yerler bomboş kalacak. Niçin? Çünkü insan yok, yerler satılmayacak.
Niçin? Çünkü alan yok.
.....
Dünya kaynıyor, kaynaya kaynaya taşacak ve bu halk gidecek, yavaş yavaş. Bir zaman
imar ediyordu, şimdi harap ediyor. Hazret-i Allah'tan hakikaten korkmak lâzım. Bu isyan
cezasız kalmaz.
Âyet-i kerime'de:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir defasında şehâdet parmağı ile
orta parmağını yanyana göstererek:
Hadis-i şerif'lerde haber verilen küçük kıyamet alâmetlerinin hemen hemen hepsi zuhur
etti. Büyük kıyamet alâmetlerinin yaşanması an meselesi.
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." (Fâtır: 14)
Binaenaleyh artık ahir son zamanda yaşıyoruz. Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna çok az kaldı.
Allah'u-âlem daha 25-26 yıl gibi bir zaman var. (2006)
Ancak onun zuhuruna kadar çok büyük harpler, çok büyük afatlar, çok büyük
kargaşalıklar var.
Hadis-i şerif:
"Şu beş şey sizin aranızda vuku bulsa nasıl olursunuz? Onların aranızda vuku
bulmasından veya onlara ulaşmanızdan Allah'a sığınırım.
Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada
tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar."
Şimdiki zaman tarif ediliyor. Öyle hastalıklar var ki, ismi bile belli değil. Bir ahlâksızlık
başgösterdiği zaman Allah-u Teâlâ bir hastalık musallat ediyor.
Bunun içindir ki kuraklık, harp, zelzele gibi çeşitli ibtilâlara, âfatlara bu millet maruz
kalabilir.
Ve nihayetinde de Allah-u Teâlâ bunları yapanların kökünü keser. Şimdilik onlara ruhsat
veriyor.
Halk hâlâ bunları müslüman zannediyor. Çünkü halk da balık otu yutmuş.
"Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim
idareci ile cezalandırılırlar."
Bugün olduğu gibi müslümanlar paramparça olmuşlar, herkes kendi dinini kendi partisini
kuvvetlendirmek ve ayakta tutmak için çalışıyor. İslâm dini umurunda bile değil, İslâm
dini ile onun hiç bir ilgisi yok.
Öyle harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zâyi olacak. Sayı itibarı ile elli kadın bir
erkeğin himayesine girecek.
Üçüncü dünya harbi bir âfâttır. Çinlilerin istilası ise bir helâkiyettir.
.....
.....
Kırmızı rüzgâr, yani insanlar bu hâle geldikten sonra harp felâketini bekleyin.
Allah-u Teâlâ bu vesile ile intikamını alır ve o milletin helâkına vesile olur. Bu azgınlığın
cezası böyle olur.
Bunlar küçük alâmetlerdir ve bunlar sıra ile geliyor. Bunlardan sonra büyük alâmetler
zuhur etmeye başlar.
Çok büyük harplerin olacağını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber
veriyor.
Şu anda Fırat nehri akıyor. Suyu çekildiği zaman, o yer zamanla açılacak, o yerin altında
Allah-u âlem altın hazinesi var. O çıkınca oradaki devletler, biri "Ben alayım!" diğeri "Ben
alayım!" derken birbirine girecekler. Bu harplerde çok insan kırılacak.
Bu hazine altın olduğu gibi, su da olabilir. Çünkü yerine göre su da altın kadar kıymetlidir.
"Fırat nehrinin altın hazinelerinden bir kısmının alana çıkması yakındır. Her kim
o zaman orada bulunursa, ondan bir şey almasın." (Buharî)
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine
sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. "Burada yahudi var gel
öldür!" diye. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
"Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar
işgal edecek.
İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar
Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup,
yüzüstü düşerek ölecekler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
'Allah'a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine'yi kırk sene kadar zelil bir
halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size
söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh, c. 6 sh: 235)
"O kadar sıkıntılar olacak ki, pahalılık artacak. Alan alamayacak, satan satamayacak, iki
tabaka birden çökecek.
İhtiyaç çok, parası yok. "Ah onun yerinde yatan ben olsaydım da şu sıkıntıyı
çekmeseydim!" diyecek."
Kıyametin büyük alâmetlerinden birisi de, güneş Hazret-i Allah'ın izni ve emriyle bir
defaya mahsus olmak üzere bir cuma günü battığı yerden doğacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün güneşin battığı bir sırada
Ebu Zerr -radiyallahu anh-e: "Güneş nereye gider bilir misin?" Diye sordu. "Allah ve
Resul'ü bilir!" demesi üzerine şöyle buyurdu:
"Güneş gider, arşın altında secde eder ve tekrar doğmak için izin ister, izin
verilir. Bir gün gelir secde edip izin ister, fakat secdesi kabul edilmeyip izin
verilmez. Ona: 'Geldiğin yere git, battığın yerden doğ!' denilir. O da battığı
yerden doğar." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1321)
Güneşin batıdan doğması kıyametin büyük alâmetlerinden olduğu gibi; büyük bir
dumanın yeryüzünü kaplaması, Deccâl'in türeyip ilâhlık dâvâsında bulunup bir süre
insanları saptırması, İsa Aleyhissâm'ın yeryüzüne inerek icraatlarını gerçekleştirmesi,
Ye'cüc ve Me'cüc adında aslı ve nesebi belirsiz iki kabilenin yeryüzüne yayılması,
Dabbetü'l-arz adında bir hayvanın ortaya çıkması, Hicaz tarafından büyük bir ateşin
çıkması, üç büyük yer çöküntüsü olması da büyük alâmetlerdendir. Güneş batıdan
doğduktan sonra, bunlar da onun arkasından beklenir.
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar var; şiddetli,
tasavvura sığmayacak kadar büyük harpler var.
Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, sonraya kalanlar donakalır. O zaman
herkes inanacak amma, iş işten geçmiş olacak.
"Binaenaleyh artık dünyanın şâşâsına dalmayın, nefsânî arzulara kapılmayın. Helâl lokma
kazanmayı ve yemeyi, günlük geçinmeyi düşünün! Uzun bir ömür hayâline kapılmayın!
Ebedî saâdetinizi hazırlayın. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, bunu size tavsiye
ediyorum."
Allah-u Teâlâ bizi kalemle cihad için, bölücü din düşmanlarını kalemle biçmek için ve bu
kitapları yazmakla vazifelendirdi. Bu kitaplar bizden sonraki boşluğu Hazret-i Mehdi'ye
ulaştıracak, ona köprü olacak, bunu böyle bilin.
Mehdi Hazretleri'ni ise kılıçla cihad etmek için gönderecek. Ömrü sırf cihadla geçecek. O
bir şey yazmayacak, çünkü yazmaya vakti olmayacak. Bu kitapları okumakla
aydınlanacak.
"O zât, o tâifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program
yapacak." buyurmuşlardır. (Emirdağ Lâhikası. s: 259)
.....
Bundan sonra zaman daha da güçleşecek. İyi ve kötü âmirler gelecek. Ve bu bozukluk,
en sonuncu olan Deccal'e kadar devam edecek. O çıktığı zaman ortalık büsbütün
bozulacak.
Yavaş yavaş fitne çıkıyor, harp patlayıncaya kadar, patladı mı artık gider.
Allah-u Teâlâ bizi ayakta tuttukça sizi de tutacak amma bizi alırsa halinizi bilmiyorum.
Dünyanın hiçbir memleketinde huzur yok, huzur kalktı dünyadan...
İmanlı olalım, imanlı ölelim. Biz kendi yolumuza bakalım, rızâ yolunu tutalım. Kimseye
söz söylemeyelim amma istikametten de ayrılmayalım.
Eğer ömrün otuz-kırk sene olursa, bu otuz sene içinde göreceklerin tasavvur dahi
edilemez. O kadar şiddetli harpler var.
Dünya kaynıyor, bana; "Yalnız seyret, hiçbir zaman karışma ve dalgalara girme" diye
emir verirler. Allah'ım sonumuzu hayırlı eylesin. Bir ruhsat veriyor, dilediği güne kadar
imtihandayız. Dünya vehamete doğru gidiyor, hep harbe hazırlanıyor.
Bu devir müslümanların paramparça olduğu, bölücülerin her yeri işgal ettiği, saptırıcı
imamların, ahir zaman âlimlerinin insanları Hakk yoldan uzaklaştırdığı ve imansızlık
girdabına düşürdüğü bir devirdir. Dünya kurulduğundan beri böyle bir devir gelmiş
değildir.
Binaenaleyh ilk iman kurtarma cihadını Hatem-i veli başlatacak, onun ardından Hazret-i
Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek ve bu cihadı tamamlayacaklar, birbirleriyle
mütemmim olacaklar. Bu noktada üçü de birbirine bağlanıyor. Bu merdiven üçtür, üçü
birdir.
Çünkü bu iman kurtarma cihadı, bu birinci merdivenden başladı. Hatem-i veli, Hazret-i
Mehdi ve İsa Aleyhisselâm üçü de birbiri ardından geliyor.
Birisi kalemle, birisi kılıçla, birisi ıslahatla vazifeli olacak. Her birinin vazifesi ayrı olacak.
Bundan sonra zaman daha da güçleşecek. İyi ve kötü âmirler gelecek. Hazret-i Mehdi ve
Hazret-i İsa Aleyhisselâm zamanına kadar bir iyi bir kötü, bir iyi bir kötü gelecek. Ve bu
bozukluk, en sonuncu olan Deccal'e kadar devam edecek. O çıktığı zaman ortalık
büsbütün bozulacak.
Dünya kuruldu kurulalı böyle bir zaman gelmedi. Bundan daha beteri otuzuncu deccâl
çıktığı zaman. Biz şimdi devr-i Deccâl'de yaşıyoruz.
"Hepsi de Allah'ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller
türemedikçe kıyamet kopmaz." (Tirmizî)
Lâkin otuzuncu deccâl çıktığı zaman daha beter olacak. Bu da Hazret-i Mehdi, Hazret-i İsa
Aleyhisselâm'ın zamanına rast gelecek.
Harpler, zelzeleler, afatlar ile insanları yok edecek Cenâb-ı Hakk. İnsanlar birbirlerini yok
edecek, memleketler harap olacak. Bitecek yani. Dünya ne yahudiye ne de Çinliler'e
kalacak. İslâm'a verecek amma insan kalmamış olacak. Fakir Elhamdülillâh bunu çok
evvel söylemiştir.
Demek İstiyoruz ki; Bundan Sonra Harpler ve Darpler, Üzüntüler Var, Sıkıntılar
ve Hüzünlü Seneler Var:
.....
Ve bugünler çok yakın, çok yakın. Ben 80 yaşımda olduğuma kendim inanamıyorum.
Bütün bu hadiselerin oluşu, bitişi 40 sene sürecek. Demek istiyoruz ki, bundan sonra
harpler var, darpler var, üzüntüler var, sıkıntılar var, hüzünlü seneler var.
Mühim hadiseler olacak, mühim hadiseler doğacak ve büyük kanamalar olacak. Vakit
bekleniyor. Ne zaman? O bilir. Allah'u-âlem doğacak hadiseler çok kan dökülmesine
vesile olur.
Ben dünyayı harap olmuş bir ev olarak görüyorum. Ne zaman çöktürecek, onu O bilir.
Bu isyan cezasız kalmaz, vakit geldi. Allah'ım beterinden korusun. Bakalım Allah-u Teâlâ
ne gösterecek.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır
var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Amerika dört devleti gözüne kestirdi; Irak, İran, Suudi Arabistan ve Mısır.
Amerika'nın bütün gayesi petrolü elde etmek, dünyayı elde tutmak. Ondan sonra büyük
bir patlak verecek, dünya kaynayacak.
Her şey tezahür ediyor artık, belki gitme vaktim yaklaştıysa tezahür ediyor ve bunlar
böyle çıkıyor, her şey bilinsin isteniyor.
Gün bugün yarını O bilir, ve demiştim, "Allah'ım! bana o günleri gösterme!" Çok karanlık
günler var, seyirci kalacağız, takdir ne ise onu seyredeceğiz.
Tedbirli olmalı, Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, kelime-i Tevhid'le çok meşgul olmamız
lâzım. Kelime-i Tevhid üzerinde olalım ve orada ölelim.
"Rüyâmda gördüm ki, düşman uçakları hışımla bulunduğumuz şehre doğru geliyorlardı.
Bir noktada durdular. Ne kadar geçmek istedilerse de bu tarafa geçemediler."
"Allah'ın izni olmayınca hiçbir musibet isabet etmez. Kim de Allah'a inanırsa ona
hidayet eder, gönlünü doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilendir." buyuruyor.
(Teğâbün: 11)
Cenâb-ı Hakk bir musibeti isabet ettirmemeyi murad etmişse onların büyük silâhları
oyuncak mesabesine düşer. Oraya kadar gelmelerine müsaade etmiş, orada bırakmış, O
gelmiyorum der, halbuki gelemiyordur.
Onun için bir hadise ile karşılaştığınız zaman hiç hayret etmeyin. İzn-i ilâhi olmadan hiçbir
ferde, hiçbir memlekete musibet isabet etmez. Ettirmeyi dilemişse, o isabet eder. Yâ bir
cezâdır, yâ ibtilâdır veya şehadete vesiledir.
Bu nokta çok ince ve tehlikelidir. Nefis o hırs ile karışır ve bizi aldatabilir. Hazret-i Allah'a
sığınmasını bileceğiz. Zâlim bir insanla karşı karşıya gelince tabii ki müdafaa lâzım. Fakat
diğer zamanlarda gelen ibtilâları azimle, sabırla seyredeceğiz.
Musibet tıpkı deniz dalgaları gibidir, birbiri ardınca mütemâdiyen gelir. Cenâb-ı Hakk
isabet ettirmemeyi murat etmişse, denizin dalgasını seyrettiğin gibi olursun.
Dalgalar hep sana geliyor, fakat hiç dokunmuyor, dışarıdan seyrediyorsun. Lâkin seyirci
kısmından olmayıp da ilerlersen, ibtilânın içine girmiş olursun. Bu sefer o dalgalar sana
isabet edecek, ama boğacak ama kurtaracak. Nasıl murad etmişse öyle olacak. En
hayırlısı dışarıdan seyretmek.
Bu noktada çok sabırlı ve temkinli olmak lâzım, rızâsında bizi muhafaza etmesi için
Cenâb-ı Hakk'a niyaz etmek lâzım."
Mehdi Aleyhisselâm ancak ihlâs sahiplerini ordusuna alacaktır. Gerçekten bir imam
gelecek, fakat fakirin tahminine göre bu zamana daha 30-40 sene var. Nasibi olan bu
hakiki imamı görür. Çıktığı zaman tereddütsüz biat edin."
Şu kadar varki İsa Aleyhisselâm'ın da geleceği Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler ile
arzedildi. Ona ve Mehdi Aleyhisselâm'a gönülden teslim olup biat etmek şarttır.
"Bakalım imamınız kendinizden olduğu halde Meryem oğlu İsa yanınıza indiği
zaman durumunuz nasıl olur?" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1406)
Allah-u Teâlâ kime o lütuf nûr'unu koymuşsa ona tâbi olacak, kime koymamışsa
olmayacak.
•
"Hazret-i Mehdi'yi can-ü gönülden bekleyin, çıktığı zaman hiç tereddüt etmeden
tâbi olun, amma sahtelere değil. O Mekke-i mükerreme'den çıkacak ve oradaki
fetihlerden sonra bu tarafa gelecek. Siz ona tâbi olun, başkasına değil.
Tedbir:
Tedbir, Cenâb-ı Hakk'ın verdiği aklı yerinde kullanmaktır. Hazret-i Allah bizi imtihan için
çeşitli musibetler verir, ibtilâlara uğratır. Dilerse başımıza birçok insanları musallat eder.
Biz Sahib'imize sığınacağız, her iş ve hareketimizi O'nun rızâsına uygun olarak yapacağız.
Ve bu arada tedbirlerimizi de hiç elden bırakmayacağız.
Biz tedbiri çok severiz, lâkin takdirden de kurtuluş olmaz. Cenâb-ı Hakk'ın takdirine rızâ
göstermek, sebeplere müracaat etmeye mani değildir.
Hazret-i Allah hayrı takdir etmiş ve onu bir sebebe bağlamıştır. Şerri de takdir eden
O'dur. Onu da defetmek için sebepler hazırlamıştır.
Bir gün herkes yaptığının hesabını verecek. Fakat biz âlemin vereceği hesabın hesabını
yapmayacağız. Herkes kendi hesabını kendisi düşünsün. Biz vazifemizi yapmakla
mükellefiz. Hatta niçin yapıyor bile demeyeceğiz. Onun yaptığı bizi meşgul etmeyecek. O
vazifesini yapacak, biz de vazifemizi yapacağız.
Birinci tedbir ve hazırlık ibadet ve taat ile Allah-u Teâlâ'nın hıfz-ı himâyesini talep
etmekledir.
Allah-u Teâlâ:
Evet bu Âyet-i kerime de vardır amma ayrıdır, bu âyetin manası; siz Allah'a kaçınız, sizin
yardımcınız O'dur, ihsan ve ikramı bol olandır.
Bir de;
Âyet-i kerime'si vardır ki çok daha mühimdir. Bugün Hazret-i Allah'a sığınma günüdür.
Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Çünkü o sığınmanın sayesinde, halkın sıkıntılı, telaşlı
olduğu zamanda dilerse O seni kurtarır. Zira bu isyan cezasız kalmaz.
Hazret-i Allah'a yönelelim, bize O yeter! Kalsak yolunda, gitsek yolunda ölelim inşaallah.
Bizim için fayda getirecek budur: Yolunda olalım, yolunda ölelim.
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur.
O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır,
hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
Ey kardeş! Sakın ilâhi hükümleri arkaya atıp, nefis arzusunun peşinden gidenlerden olma.
Öğüt ve nasihatten fayda gören müminler sınıfına dahil ol!
Hazret-i Allah ve Resulullah'a gönülden bağlı ol. İbadet ve taata devam et. Mahviyyetten
ve hiçlikten ayrılma. Yolu bunlarla alın... Ölçü budur.
Namazla, ibadetle, zikirle, fikirle, salât-ü selâmla çok meşgul olalım. Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz'in günlük sığınma duâlarını okuyalım...
Dünyaya değil, ahirete özenin. Dünyada özenilecek yer yok. Hele şimdiden sonra ne
harpler, ne felâketler var...
İsyan çok büyük, bu isyanın cezası ne ile verilir? Harp ile mi, zelzele ile mi?
Manen tedbir almak bu kadar mühim olduğu gibi madden de tedbirli olmak lâzımdır. Zira
hayatı idame ettirebilmek için lüzumlu temel ihtiyaçlardan mahrum kalmak da büyük bir
tehlikedir.
Öyle günler gelecek ki, parayla bile olsa yiyecek bulamama durumları olacak.
Gün gelecek hiçbir şey işlemeyecek. Benzin yok, araba yok, dünyanın rotası bozulacak
eski günlere dönülecek, petrol olmayacak, uçak, araba olmayacak, hiçbir şey
işlemeyecek, gemiler yelkene dönecek.
Binaenaleyh her türlü tedbiri almak lâzımdır. Erzak olsun, ısınma, aydınlanma ihtiyaçları
olsun, buna mümasil her türlü tedbiri almakta fayda var.
Allah-u âlem ateş sardığı zaman her tarafı saracak. Âyet-i kerime zuhur edince hiç
kalmayacak. Bu silâhlarla çok az insan kalacak. Yalnız cephe değil, cephenin gerisindeki
de gidiyor. Bir atom bombası Japonya'yı mahvetti. Amma şimdi herkeste o bomba var.
Herkes birbirine attığı zaman her taraf dümdüz olur. Hüküm O'nundur. O ne isterse O'nu
yapar.
Harp mazallah yalnız askere değil, sivile de dokunur, onun için yiyecek içecek için çok
tedarikli olmak lâzım. Allah-u Teâlâ'nın dediği olur amma önümüzdeki harpler şiddetli.
Para da böyle. Bugün değeri çok, yarın bir bakmışsın kâğıt parçası. Amma altın öyle
değil. Para pul, altın külçe olur.
İktisatlı yaşa, senin ne yediğini kimse görmez. Önümüzde Allah-u âlem karanlık günler
var. O karanlık günlerde yaşayabilmek için şimdiden tedbir almak lâzım. Çocuklarınızı ona
göre idame edin, sakın ellerine fazla para vermeyin, çocuk israfa alışır.
Kardeşler! Küçük altın yapın, çeyrek altın. Kenara koyun. Altın amma yarın onunla ekmek
alacaksın. Zengin olmak için değil. Böyle bir harp zuhur ederse çoluk çocuk aç kalmasın.
Amma bugün amma yarın bu nasihatın niye yapıldığını bir gün anlayacaksınız.
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 29
Kim bilir? Bunlar bilir. Nasıl bilir? O bildirdiği için bilir. Ve bilen de bile bile konuşuyor.
Demek ki bildirdiği kimseler var ve size bildiriyor. Bildirdiği kimselerin olduğunu bildirmek
için bunlar size söyleniyor.
Bunu ancak bildirdiği kimse bilir. Bildirdiği kimsenin dışında isterse âlim olsun, hacı, hoca
olsun hiç kimse bilemez.
Furkân Sûre-i şerif'inin 59. Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ bu hakikati bilenlerin
olduğunu haber veriyor. Ve ben de size bildiriyorum. Demek ki bildirdiği kimseler
bildirilen her şeyi biliyormuş.
"İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber
verirler." buyuruyor. (Hâkim)
"Men ârefe"nin sırrına vâkıf olması lâzımdır. Gerçekten hükümsüz, değersiz olduğunu
görmedikçe, bilmedikçe, bu sır tecelli etmez. Yani ifnâ olmadıkça, hüküm ve hikmet
yalnız Hazret-i Allah ile olduğunu görmedikçe ve bilmedikçe bu esrâr-ı ilâhiyi bilmek ve
çözmek mümkün değildir.
Yani O'nu bilen kendisinin hükümsüz, değersiz bir mahlûk olduğunu bilir.
İkincisi; "El fakru fahrî"nin sırrına vâkıf olmak da şarttır. Bu gibi kimseler hiçbir şeye
sahip ve malik olmadığını gözü ile görür, hükümsüz olduğunu bilirler ve ilân ederler.
Herkes nefsiyle iftihar ederken, bunlar yalnız ve yalnız Hazret-i Allah ile iftihar ederler.
Çünkü O'ndan başka bir vücud ve mevcud olmadığını yalnız bunlar bilirler.
Herkes nefsiyle "Ben, ben, ben!" diyor, ama bunlar ise hep "Allah, Allah, Allah" diyor ve
Hazret-i Allah ile övünüyorlar.
Zira onlar Hazret-i Allah'ı biliyorlar ve O'ndan başka bir mevcut olmadığını görüyorlar.
Ve bunlar:
Bunlar benliğinden geçmiş, benliğini ifna etmişlerdir. Çünkü Var'ı görüyor. İçinde de O,
kâinâtın içinde de O.
Her şey bir perdeden ibarettir. Her şeyin içinde O var. Yalnız kişinin içinde değil, her şeyin
içinde O var.
Amma kendisini bilmeyen, yaratılış gayesini göremeyen Hazret-i Allah'ı nasıl bilebilir,
nasıl bulabilir?
| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |
HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 30-31
Yalnız Mekkeli müşriklerin içinden bazı azılılar umumî aftan hariç tutularak kanları mübah
kılınmıştı. Bunlardan fetih sırasında Mekke-i mükerreme'den kaçmış olanların birkaçı
yakalandıkları yerlerde öldürülmüş ve fakat pek çoğu yine affedilmiştir.
Kanları heder edildiği halde affa mazhar olanlar arasında, bilhassa Ebu Cehil'in oğlu
İkrime, Sa'd oğlu Abdullah, Safvân, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşî, ciğerini dişleyen
Hind, Resulullah Aleyhisselâm'ın kızı Zeyneb -radiyallahu anhâ-yı yaralayan ve sonunda
ölümüne sebep olan Habbâr, meşhûr şâir Kâ'b bin Züheyr vardı. İnsafsız düşmanlarına
karşı Resulullah Aleyhisselâm'ın gösterdiği bu âlicenaplığın benzerini insanlık tarihi bir
daha gösteremez.
Bir zamanlar küfrün liderleri olan şahıslar, yıkılacak birer boy hedefi iken, putları yerle bir
edecek birer kahraman haline getirildiler.
Resulullah Aleyhisselâm'ın eman vermesi üzerine onu aramaya koyuldu. Tihâme sahilinde
Habeşistan'a gitmek üzere bir gemiye binmek üzere iken yetişti. Durumu kendisine
anlattığında:
"Yâ Ümmü Hakîm! Muhammed benden bu kadar fenâlık görmüşken eman mı verdi?" diye
sordu.
"Evet eman verdi." dedi. İkrime korku ve ümit arasında karısı ile beraber geri döndü.
"İkrime şimdi mümin ve muhâcir olarak geliyor. Sakın babasına kötü söz
söyleyip de onu gücendirmeyiniz." buyurdu.
Resulullah Aleyhisselâm karşısında onu gördüğü zaman çok sevindi, hemen ayağa kalktı,
yanına doğru vararak onu kucakladı.
Üç kere:
Utancından başını önüne eğmiş bulunan İkrime, şehâdet getirerek müslüman oldu.
"Yâ Resulellah! Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar, yüzüne karşı veya
arkandan sarfettiğim bütün sözler için, bana Allah'tan mağfiret dilemeni
isterim." dedi.
Kureyş'in ünlü süvarilerinden olan İkrime -radiyallahu anh- İslâm'a geldikten sonra çok
iyi bir hâl sahibi oldu.
Hangi evde bir put olduğunu duyarsa hemen gider onu kırardı, halbuki kendisi cahiliye
döneminde Mekke-i mükerreme'de put ticareti yapan bir kimseydi.
Mushaf-ı şerif'i eline alır, yüzüne sürer: "Rabb'imin kitabı!" diyerek ağlardı.
Hiçbir zaman cihaddan uzak kalmamış, savaşlarda bütün gücüyle çarpışmış, nihayet
Yermük savaşı'nda şehit düşmüştü.
Safvan Bin Ümeyye -Radiyallahu Anh-:
Câhiliye çağında Kureyş'in eşrafındandı. Babası Ümeyye, dedesi Halef, oğlu Abdullah, hep
halkı doyuran kişilerden idiler. Çok düzgün konuşurdu.
Fetih günü gemiye binip Yemen'e gitmek için Cidde'ye doğru yola çıktı. Bunun üzerine
kardeşinin oğlu ve arkadaşı Umeyr bin Vehb -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'a
gelerek:
"Yâ Resulellah! Safvan, kavminin reisidir, senden korkarak kaçtı. Ona eman
ver." diyerek istirhamda bulundu.
"Yâ Resulellah! Senin ona eman verdiğini anlaması için bana bir nişan verir
misiniz?" dedi.
"Ey Safvan! Anam babam sana fedâ olsun, Allah'tan kork ve kendini helâk etme.
Resulullah Aleyhisselâm sana eman verdi. İşte emanının alâmeti olarak onun
verdiği bu nişanı getirdim." dedi.
Safvan müşrik olduğu halde Mekke'de emniyet içinde yaşadı, ona kimse dokunmadı.
Yapılan Huneyn ve Taif savaşları'nda bulundu.
Resulullah Aleyhisselâm Cirâne'ye dönüp ganimetler arasında dolaştığı sırada Safvan
yanında bulunuyor, develer ve davarlarla dolu vâdiye bakıyordu. Resulullah Aleyhisselâm:
Safvan kendini tutamadı ve: "Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi bu derece
temiz, iyi ve üstün olamaz." dedi ve şehâdet getirdi.
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 32-33
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Tevbe Sûre-i şerif'inin 36. Âyet-i kerime'sinde:
"Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah'ın katında ayların sayısı on
ikidir. Bunların dördü haram aylardır. İşte bu en doğru bir hesaptır. Öyle ise o
aylar içinde kendinize zulmetmeyin." buyuruyor.
"Şüphesiz ki zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günde olduğu gibi deveran
edip durmaktadır. Sene on iki aydır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1654)
Bu dört muhterem ayın üçü sıra ile "Zilkade, Zilhicce, Muharrem" olup dördüncü de
"Receb"dir.
Bu aylar hürmete lâyık olup, savaş yapmak yasak olduğu için "Haram aylar" olarak
vasıflandırılmıştır.
Zilkade ve Zilhicce aynı zamanda "Hacc" aylarıdır. İşte bu aylardan olan Zilhicce ayının
ilk on günleri; zikir, tekbir ve Hacc günleridir. Hazret-i Allah'ın:
"On geceye yemin olsun ki..." Âyet-i kerime'si ile methettiği çok kıymetli çok mübarek
günlerdir. (Fecr: 2)
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'nden rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Dört mühim geceyi ihyâ eden kimseye cennet zaruridir. Terviye, Arefe, Kurban
Bayramı ve Ramazan Bayramı geceleri." buyuruyorlar. (C. Sağir)
"Arefe gününde oruç tutmak hem geçmiş hem de gelecekten birer senenin
küçük günahına kefaret olur." (Ahmed bin Hanbel)
"Bu on gün derslere devam ettiniz mi, yoksa ara sıra mı yaptınız? Çünkü çok
kıymetli çok mübarek günler." buyurdular.
"Efendim şükür namazı kurbanı kestikten sonra mı, kesmeden evvel mi kılınır?" diye
soran bir kardeşimize şöyle buyurdular:
"Ben kurban kestim diye namaz kılınmaz, kestiren ve o lütfa ulaştıran Hazret-i
Allah'a şükretmek için kılınır."
"Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ'nın rızâsını
kazanmak için kan akıtmaktır. O'na ulaşan sizin O'na itaat ve teslimiyetinizdeki,
emirlerini yerine getirmenizdeki takvânızdır. Zira ameller ancak takvâ ve ihlâs
ölçüleriyle makbuldür. Kurban kesenler ancak niyet, ihlâs ve takvânın şartlarına
riâyet ederek Rabb'lerini râzı edebilirler."
"Kurban malla yapılan bir fedâkârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da
dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunu
göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsanî arzuları kesmenin de bir
işaretidir.
O kana bedel olarak, gelecek birçok felâketler, ibtilâlar, akacak kanlar önlendiği
gibi, en mühimi de Allah-u Teâlâ'nın emri şerif'inin yerine getirilmiş olmasıdır.
Rızâ-i Bâri'ye vesiledir."
Hazret-i Allah bizi istikamet ve ihlâsı üzerinde, hidayeti üzerinde yürütsün. Bizi
kendine güvenenlerden etmesin, bizi bize bırakmasın.
Hiçbir zaman demeyiz ki; "Şu kötülüğü yapmam!" En büyük kötülük de olsa,
katiyyen demeyiz. Çünkü Hazret-i Allah seni sana bırakırsa, en büyük kötülüğü
yaparsın.
İyilik Hakk'tandır, kötülük bizdendir. Hazret-i Allah'a sığınalım ki, O'nun lütf-u
keremi ile iyi olabilelim. Kendimize kaldığımız zaman perişan oluruz."
"Fakat mademki her şey Hakk'ın, biz de Hakk'ın birer mahlûkçuğuyuz, bunu
hiçbir zaman kaybetmememiz lâzım.
Bu ise en tehlikeli bir şeydir. Bir insanın Cenâb-ı Allah'a çok sığınması ve
nefsinden çok korkması lâzımdır. Nefsin kendini beğenmesi en büyük tehlikedir,
Allah'ım korusun.
"Efendim, bundan sonra Zât-ı âli'nize hiçbir şey sormaya yüzümüz kalmadı. Şimdiye
kadar verdiğiniz hakikatler bize yeter." diyen bir misafire Efendi Hazretlerimiz şöyle
buyurdular:
Ve şunu çok iyi bilmek lâzım ki; bütün iyilikler Hazret-i Allah'tan gelir. Bizde
iyiliğin zerresi ve eseri bile yoktur. Ancak Hazret-i Allah lütfederse, bizde iyilik
husule gelir. Bırakırsa bizden hayale gelmeyecek kötülükler husule gelir. Bir kul;
"Ben bu kötülüğü yapmam!" dememeli.
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 34-35
Nefisle yapılan zikre karşılık istemekten hâli olur ve isteyen sadece nefsi cihetinden
isterse, o heva ve hevesi ile beraber demektir.
Nefsin isteğine karşı O'nun zikriyle meşgul olan ise, isteyenlerden hiçbirine verilmeyen en
üstün şeye ulaşmış demektir.
Şu halde O'nun zikriyle meşgul olmanın sevap ve karşılığı nasıl bir şeydir? Heyhât!..
Allah'ın kendi safvet ve tasfiyesini tahsis edip kendisini için seçtiği kimse dışında, halk işte
bu muhteşemliği mütâlaa etmekten acizdir. Allah bu ilmi onun için saklı tutar ve gizlice
ona hissettirip öğretir.
Mümin O'nun dünyasında yine O'nun dünyası ile meşgul olur. O, O'nun mülkünden bir
mülktür.
Zâhid: "Dünya mülküne rağbet eden nasıl ki âhiret mülküne karşılık onunla meşgulse,
ben de dünya mülküne karşılık âhiret mülkü ile meşgulüm!" der.
Sıddîk: "Siz O'nun mülküne karşılık nasıl ki bu ikisiyle meşgulseniz, ben de bu ikisine
karşılık O'nun mânevi mülkü ile meşgulüm!" der.
Ârif ise: "Ben mülkün Melîk'i ile meşgulüm! Sen nasıl ki bu ikisine karşılık O'nun mülküyle
meşgulsen ey sâdık; ben de mülküne karşılık mülkün Seyyid'i, yani Efendi'si ile
meşgulüm!" der.
"Ferd" olan Ârif ise bizzat Rabb'i ile meşguldür. Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-in: "Yürüyün! Müferridler en öne geçtiler!" sözü onun hakkındadır.
Bu Hadis'i bize nakleden Hafsa bin Ömer'in Muhammed bin Bişr el-Abdî'den, onun Ömer
bin Râşid el-Yemâmî'den, onun Yahyâ bin Ebâ Kesîr'den, onun Ebâ Seleme'den
bildirdiğine göre; Ebâ Hureyre -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in
şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Dediler ki:
Şöyle buyurdu:
"Benliğiyle dalan" Arap lûgatında o kimsedir ki; aklı O'na dönmüştür. O aradan
kaldırılmanın, yok olup gitmenin ihsânı içindedir; tâ ki O'nu hayâl edip, aklı sanki hiç
yokmuşçasına, ilahi Kelâm'dan kendisini kaybedip sarhoş olmuşçasına kelâm etsin.
[88b] O'nun zikrine bütün benliğiyle dalanlar ise o kimselerdir ki; bizim kullanmakta olduğumuz akılları sönmüş ve kendileri kullanılır hâle
gelmişlerdir. Çünkü onlar ilahi kabza (himâye) içindedirler, onun içinden işitirler; O'nunla görür, O'nunla tutar, O'nunla yürür ve O'nunla
düşünürler. Bu sıfat, Zübeyr'in Âişe -radiyallahu anhâ-dan, onun Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den, onun ise Azîz ve Celîl olan
Rabb'inden rivâyet ettiği Hadis'le; yine Abdülkerîm el-Herevî'nin Enes'ten, onun Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den, onun Cibrîl
Aleyhisselâm'dan ve onun da Rabb'inden rivâyet ettiği bir Hadis'te bize gelmiştir.
O'nun kalbini kendi mülküne, sevap ve ikâbının mülküne ve dünyasının mülküne göre kendisiyle meşgul ettirdiği bu kul, kalbi
"Vahdâniyyet" ve "İnfirâd billâh" mülkünde boğularak O'nunla ferdleşmiştir. O'nunla birlikte nazar ederek bakar; O'nunla bakar, O'na
bakar. Çünkü kendisine nazar ettiği eşya da O'nun varlığı ile birliktedir. Dolayısıyla onu kendisiyle meşgul ettirmesi nedeniyle, eşya için
O'ndan başkasının hâkimiyeti (onun için) söz konusu olmaz. Çünkü Rabb'i ondan, eşyanın gâlip gelen hakimiyetini alır ve (onu) kendisiyle
meşgul ettirerek eşyadan men eder.
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 36-37
"Rüyâ misâl âlemiyle ilgili olduğu için, o kendisinden sözettiğimiz şeye göre
meydana gelen; her hakîkatin biraraya toplanış sûretiyle ilgili bir temsildir.
Ay nûrunu güneşten elde ettiği gibi; onlar (veliler) de onun velâyetini kaynak
edinip ondan istifade ettikleri için, onun velâyetine 'Velâyet-i şemsiyye' (Güneş
velâyeti) adı verilir; diğer velilerin velâyeti ise 'Velâyet-i kameriyye' (Ay
velâyeti) diye isimlendirilir." (Şerhü'l-Kâşânî alâ Fusûsu'l-Hikem; Ayasofya, nr.: 1901,
21a-21b yaprağı.)
Allah-u Teâlâ onu oraya koymuş. Güneş nerede bulunursa ziyanın kaynağı orada oluyor.
Güneş nerede? Koyduğu yerde. O nereye koyduysa, O nereden ihsan ediyorsa...
TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
İbtilâ ve İmtihan (13)
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 38-39
Kadılığı esnasında bir gece rüyâsında kıyametin koptuğunu, sırat ve mizan kurulduğunu,
sâlih kişiler olduklarını zannettiği pek çok kimsenin, hususiyetle çok sevdiği hocası
Nâsırzâde'nin de cehennemlikler arasında bulunduğunu gördü.
Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve teessür içindeki günlerde mahkemeye bir dâvâ
getirildi.
Boşanma dâvâsı ile huzuruna gelen bir kadın, kocasının her sene Hacc'a niyet ettiği halde
gitmediğini ve o sene yine Hacc'a niyet ettiği halde gitmediğini ve o sene yine Hacc'a
niyet edip eğer gitmezse kendisini üç talâkla boşayacağını söylediğini, fakat arefe gününe
kadar gitmediği halde kurban bayramı günlerinde birkaç gün ortadan kaybolduktan sonra
meydana çıkarak Hacc'a gidip geldiğini söylemek suretiyle yalan konuştuğunu, bu itibarla
talâkın gerçekleşmesini istedi.
Yanında bulunan kocası ise, arefe gününe kadar memleketinden ayrılmadığını kabul
etmekle beraber, Hacc'a gidip geldiğini, hatta orada görüştüğü arkadaşlarından
dönüşlerinde şâhitlik yapmalarının istenebileceğini söyleyerek talâkın gerçekleşmediğini
savundu.
Dâvâ, kadı Mahmud Efendi tarafından hacıların dönüşüne kadar tehir edildi.
Hacılar döndükten sonra ise, kocanın iddiasında doğru olduğu hacı arkadaşlarının
şâhitlikleri ile anlaşıldı. Bunun üzerine kadı Mahmud Efendi talâkın vâki olmayacağına dair
hükmü ilân etti.
Hazret-i Üftade -kuddise sırruh- ondan; önce mal ve mülkten, ikinci olarak memuriyetten
feragat etmesini ve üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını istedi. O da bütün
bunları tereddütsüz kabul ederek şeyhinin irşad halkasına katıldı.
Şeyhine verdiği sözleri yerine getirerek önce mal ve mülkünü fakirlere dağıttı, sonra da
memuriyeti terk etti. Arkasından da nefsini ayaklar altına alabilmek için çok sıkı bir
riyazete başladı.
"Haydi evlâdım! Bir sırık ciğeri omuzuna alarak Bursa sokaklarında dolaşıp
satmalısın."
Diye emretmiş, Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri de hiç tereddüt etmeden sırığı samur
kürkün üzerine almış ve Bursa sokaklarında:
Bu hâli gören ahâli: "Kadı çıldırmış!" diyerek aleyhinde bir sürü dedikodular uydurdular.
Fakat o, bu şekilde nefsini kırıp ruhunu yükseltmek için, bu söylenenlerin hiçbirine
aldırmadı.
Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri ciğer satma vazifesini kemâl-i ihtimamla yerine
getirdikten sonra onu dergâhın helâlarını temizlemeye memur etti. Bir gün abdesthaneleri
yıkarken kulağına davul-zurna ve dümbelek sesleri geldi. Meğer kendisinin yerine, yeni
tayin olunan kadı geliyormuş ve halk onu karşılamakla meşgul imişler. Hazret halkın bu
âdetini bildiği için, sesleri duyunca kendi kendine:
"Yeni kadı geliyor hâ!... Biçare Mahmud, sen böyle bir mesleği bıraktın, şimdi
abdesthanelere hizmetkâr oldun!"
Diyerek nefsinin iğfaline kapıldı. Hatırından bir an bunlar geçince derhal toparlandı ve:
"Mahmud! Sen şeyhine, nefsini ayaklar altına alacağına dair söz vermedin mi?"
Diyerek kalbinden geçen bu hâle tevbekâr olmuş ve elindeki süpürgeyi atarak taşları
sakalıyla süpürmeye başlayacağı bir anda şeyhi yetişmiş ve:
"Evlâdım! Sakal mübarek şeydir, onunla böyle bir şey yapılmaz." diyerek
omuzundan yakalamış, sonra da:
Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri şeyhinin taht-ı terbiyesinde her geçen gün mânevî
tecellilere nâil oluyor, ruhu olgunlaşıyordu. Nefsini tezkiye ile kalbini tasfiyeye muvaffak
olan Hazret, artık nebâtâtın bile tesbihini duyar hâle gelmişti. Üç yıl gibi kısa bir zamanda
seyr-ü sülûk'unu tamamladı ve irşada mezun oldu.
Şeyhinin vefatından sonra Rumeli'ye gitti. Trakya ve Balkanlar'da bir süre kaldıktan sonra
İstanbul'a geldi. Bu arada Üsküdar'da kendi dergâhını inşa etti.
Halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir sahası meydana getirdi.
Dergâhı her zümreden insanlarla dolup taştı. Akın akın gelenler, hasta kalplerine şifâ olan
sohbetlerine kavuştular. Devrin padişahları ona hürmette kusur etmediler.
Milâdi 1628 yılında seksen yedi yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Cenazesi büyük bir
merasimle kaldırılmış ve zâviyesinde bizzat kendisinin yaptırdığı türbeye defnedilmiştir.
İSLÂM İLMİHALİ
HACC (32)
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 40
• Bundan sonra Zilhicce'nin 8. günü olan "Terviye" gününe kadar; "Kıran" ve "İfrad"
Hacc'larına niyet edenler ihramlı olarak, "Temettu haccı"na niyet edenler ihramsız olarak
Mekke-i mükerreme'de kalırlar. Fırsat buldukça gece ve gündüz diledikleri kadar "Nâfile
Tavaf" yaparlar.
"Beyt-i mükerrem'i elli defa tavaf eden kimse anasından yeni doğmuş gibi
günahsız olur." (Buharî-Müslim)
Bu tavaflarda kudüm tavafında olduğu gibi sağ omuzu açmak ve remel yapmak yoktur.
"Beyt-i şerif'te (Kâbe-i muazzama'da) edâ olunan namazın biri, diğer yerlerdeki
namazların yüz binine muâdildir." (Tirmizî)
Beş vakit namazları mümkün olduğu kadar Harem-i şerif'te kılmak için azami gayret
göstermelidir.
• "Temettu haccı" yapanlar Terviye günü Hacc için yeniden Mekke-i mükerreme'de
ihrama girerler.
İhram için gerekli temizliği ve hazırlığı yaptıktan sonra iki rekât ihram namazı kılarlar ve:
"Allah'm! Senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. Onun edâsını bana
kolaylaştır ve onu benden kabul buyur."
Diyerek hacca niyet ederler ve "Telbiye" yaparak yeniden ihrama girerler. İhram
yasakları tekrar başlar.
"İfrad" ve "Kıran" haccı yapanlar ise, zaten ihramda oldukları için ihramlı olarak
Mina'ya giderler.
• Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve ertesi günün sabah namazını Mina'da kılıp, güneş
doğduktan sonra oradan ayrılmak müstehaptır.
Mina'ya uğramadan Arafat'a gidilirse bir şey lâzım gelmez, fakat sünnete aykırı hareket
edilmiş olur.
Eylül 2017
Hakikat Aylık İslâm Dergisi
s. 41
Fakat Bedir savaşına katılmayan ve hususiyetle bu savaşta bulunanlar hakkında nâzil olan
beşaretli Âyet-i kerime'lerin etkisi altında kalan gençler düşmanın dışarıda
karşılanmasından yana fikirler ileri sürdüler:
"Yâ Resulellah! Sen bizi düşmanlarımıza karşı çıkar. Bizim kendilerinden korkup
sinmediğimizi anlasınlar."
"Yâ Resulellah! Sana kitabı indiren Allah'a andolsun ki, kılıcımla Medine dışında
Kureyşliler'le çarpışmadıkça bir şey yemeyeceğim." diyordu.
Bu arada Resulullah Aleyhisselâm Medine'de kalıp savunmada kalmakla ilgili fikrini tekrar
açıkladı. Fakat "Medine dışına çıkalım" fikrinde olanlar ısrarla bunu istiyorlardı.
Sa'd bin Ubâde -radiyallahu anh- ve Numan bin Mâlik -radiyallahu anh- gibi hatırı sayılır
sahabiler de bu arzuyu taşıyanları desteklediler.
Bu arada Ensâr'dan Sa'd bin Muâz -radiyallahu anh- geldi. Orada bulunanlara:
"Medine'den çıkmak istemediği halde, siz Resulullah Aleyhisselâm'a ısrar ettiniz
durdunuz. Halbuki ona emir semâdan iner. Siz bu işi ona bırakınız." dedi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın üst üste iki zırh giymiş, kılıcını kuşanmış başına miğferini
geçirmiş olarak hane-i saâdetten çıktığını görünce:
"Yâ Resulellah! Biz sana muhalefet ettik. Sen nasıl murad edersen öyle yap!"
dediler.
Ebu Bekir, Ömer, Ali, Zübeyr, Talha, Abdurrahman, Sa'd, Ebu Ubeyde, Habbab, Ebu
Dücâne -radiyallahu anhüm ecmaîn- gibi Muhâcirler'den ve Ensâr'dan mücâhidler
Resulullah Aleyhisselâm'ın etrafında halka çevirmişlerdi.
Ebu Dücâne -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'ın kalkanı oldu, kendisinden aldığı
kılıcın hakkını ödedi, birçok yara aldı.
Sa'd bin Ebi Vakkas -radiyallahu anh- çok iyi ok atardı. Resulullah Aleyhisselâm
kendisine:
Ondan başka hiç kimse için annesiyle babasının isimlerini bir araya getirmemiştir.
Resulullah Aleyhisselâm'ın çevresinde toplanan otuz kadar bahadır sonuna kadar sebat
ettiler.
FETÖ-PKK-DAEŞ üçlüsü ile üzerimize gelen küresel güçler, bütün çirkin yüzleri ortaya
çıkmasına rağmen hâlâ bu terör örgütlerini kullanarak bizi boğmaya, tökezletmeye
çalışıyor, üzerimize geliyorlar.
"Terörle Savaş" ismi verilen, ancak küresel bir savaşın içinde ve ortasındayız. Küresel bir
çete; taşeronu ABD, yancısı Almanya ve bu taşeron ülkelerin taşeronu terör orduları ile
bize saldırıyor.
Bu tehdidin büyüklüğünü, nasıl bir küresel savaşla karşı karşıya olduğumuzu doğru
tanımlamamız ve bilmemiz gerekiyor. Bunu bilirsek nasıl bir teyakkuz hali içinde olmamız
gerektiğini daha iyi kavrarız.
Ortadoğu merkezli bir "Küresel Kraliyet" kurma planı yapan "Radikal-Dinci-Faşist" küresel
paralel çete, bu planı uygulamak için harekete geçti. Sadece bölgeyi, Türkiye'yi değil,
bütün dünyayı büyük bir kaos ve savaş bekliyor.
Plan bu kadar büyük olduğu için, hangi teyakkuz seviyesinde olursak olalım, mümkünse
alarm düzeyini daha da üst seviyeye çıkartalım. Her bir kuruma, her bir makama en ehil
kimse onu getirelim. Bulunduğu makamın hakkını veremeyenleri orada tutmayalım.
Bu ehliyetin en büyük ölçüsü şu olmalıdır: Vatanı için canını verecek, hiçbir şekilde satın
alınamayacak karakterde olmak.
Eğer her bir makama ehlini getirmezsek, yahut ehil olanları küstürürsek o nispette bu
küresel tehdite karşı işimiz zorlaşır. Zira vakit çok daraldı. Bir an bile hata yapma
lüksümüz yok.
Türkiye'ye yapılan saldırılar bu büyük planın önemli bir parçası. Tehlike ve tehdit büyük.
Bu "Küresel Kraliyet" kelimesi rastgele seçilmiş bir tanımlama değildir. Bu faşist dincilerin
peşinde oldukları şeyin tanımı da ismi de budur. Rahmetli Oktay Sinanoğlu eserlerinde bu
çeteyi "Küresel Kraliyetçiler" diye damgalarken bir bilim adamı olarak gayet bilinçli bir
isim tercihinde bulunmuştu. "Krallık" kelimesi bize masal kitaplarında kalmış bir şey gibi
geliyor, ancak Batı dünyasında ve Siyonist bilincinde "Krallık" hâlâ güçlü ve ideal bir
imgedir. (Bugün bütün dünyaya demokrasi, bilim, akıl diye ahkâm kesen Batı hâlâ
kralların hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. İngiltere, Hollanda, İspanya, İsveç, Norveç,
Danimarka, Belçika birer krallıktır. Avustralya, Yeni Zelanda İngiliz kraliçesine bağlı birer
devlettir. Avustralya halkı referandumda bağımsızlığı reddetmiştir.)
Bu yapıyı anlamak için FETÖ'ye bakmak yeterlidir. Solcu, komünist, alevi, Atatürkçü,
ateist, tarikatçı … her türlü maskeyi takarak, toplumun her tabakasına sızmaya çalışan
FETÖ bu küresel çetenin çalışma şekli hakkında da bize bir fikir verecektir. Meselâ bu
ülkede öteden beri hemen bütün sol örgütlerin yöneticileri Batı'nın taşeronu olmuştur.
"Anti kapitalist", "Anti emperyalist" olduğunu iddia eden bu örgütlerin mensuplarının Batı
ülkelerinde elini kolunu sallayarak dolaşması, PKK'nın Amerika'nın paralı askeri olmaya
razı olması bunun canlı örnekleridir. Halbuki bu küresel faşistlerin çıkarlarına ve
planlarına aykırı hareket edenler bizzat bu kapitalistlerin talimatı ile ortadan kaldırılmış,
gariban örgüt üyelerine de "Faşistler öldürdü" diye propaganda yapılmıştır. Uğur Mumcu,
Hablemitoğlu, Hrant Dink örneğinde olduğu gibi.
Dünyadaki bütün nüfusu 15-20 milyon ancak olan yahudilere dayanan Ortadoğu merkezli
bir "Küresel Kraliyet" kurmak isteyince plan çeviriciler gerçek niyetlerini gizlemek,
Amerika gibi ülkelerin arkasına saklanmak zorunda kalıyor. Aynı şekilde plan da ona göre
büyük olmak zorunda.
Şimdi böyle büyük bir planın bu kadar küçük bir nüfusla uygulanabilmesi için neler
yapılması lâzım?
1. Bir defa Ortadoğu'da büyük devlet, sorun çıkartacak bir ordu olmaması lâzım.
Lübnan, Irak, Suriye, Libya'nın başına gelenlerin bölge ülkeleri İran, Arabistan, Mısır ve
Türkiye için de planlandığını, dağılan Suriye'yi toparlamaya çalışan ve bölgedeki askerî
varlığını sağlama almaya çalışan Rusya'nın da hedefte olduğunu kesin bir bilgi düzeyinde
tahmin edebilirsiniz. Arabistan ve Mısır'ın hem iç karışıklığa hem dış müdahaleye maruz
kalacağını, İran'ın içerden karıştırılamaz ve Şii-Sünni savaşı çıkartılamazsa Irak gibi direkt
taarruza uğrayacağını, Türkiye'nin siyasi birliğini ve ordusunu bozamadıkları müddetçe
direkt işgale cesaret edemeyeceklerini, yaşanan gelişmelere bakınca nihai savaşın yirmi-
yirmibeş yıllık yakın bir gelecekte Türkiye ile Amerika arasında yaşanacağını
söyleyebiliriz.
2. Ortadoğu merkezli bir küresel kraliyet kurmak istiyorsanız, başka bir gücün buralarda
dolaşması işinize gelmeyecektir. Bu sebeple Ortadoğu'da etki ve güç sahibi ülkelerin,
sadece Rusya'nın değil, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin de bölgeden tasfiye edilmesi lâzım.
İlk büyük küresel savaşın Çin ile Amerika arasında değil, Rusya ile Amerika arasında
olacağını tahmin edebiliriz. Çünkü bu çetenin kafası Ortadoğu merkezli çalışıyor.
Rusya'nın S-400'leri, uçakları, gemileri ile Suriye'de, İsrail'in hemen dibinde bulunması,
İran'ın aynı şekilde Lübnan'a kadar uzanan nüfuzu ve füze teknolojisi; Rusya'nın
Ukrayna'yı yahut Gürcistan'ı işgal etmesinden, İran'ın ABD ile didişmesinden daha önemli
bunlar için. Dikkat ederseniz Trump Kuzey Kore'yi hedefe koyduğu halde CIA başkanına
kadar hemen bütün çete "Kuzey Kore tehdit değil" yollu açıklamalar yaptı, kriz ertelendi.
Bu fanatik, faşist, dinci çetenin bu büyük planı birçok ülkenin hatta bütün küresel güçlerin
çıkarlarını da tehdit ediyor. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Çin hatta bizzat
Amerika'nın çıkarlarına aykırı bir plan. Bu ülkeler ne kadar durumun farkında tartışılır.
Ancak çıkarlarının çiğnenmesinden hazzetmedikleri de ortada. Amerika'da yaşanan
tartışmaların ve iktidar kavgalarının arkasında da bu var. Normalde bu çeteye karşı sesini
çıkartmaya cesaret edemeyecek durumda olan emekli generaller öncülüğündeki WASP
Amerikalılar'ın sesini çıkartmaya, gidişata dur demeye çalışmasının sebebi Amerika'nın bu
çete tarafından kullanıldığını ve ateşe sürüldüğünü görmeleridir. Türkiye, Rusya ve hatta
İngiltere ile kavgalı, bütün dünyayı kaosa sürükleyecek, Amerika'nın refahına zarar
verecek, Amerikalıların tabutlarla ülkesine döneceği bu plana itiraz ediyorlar. Ancak ne
hazindir ki bu grup maalesef umudunu Trump gibi bir adama bağlamak zorunda kalmıştır.
Görüyorsunuz bu küresel çete Trump'un hakkından geliyor. Trump kolunu bile
kıpırdatamıyor, istifa edeceği söylentileri dolaşıyor. Gidici görünüyor.
"Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Soğuk Savaş döneminde ABD nükleer gizli bilgilerini
çalarak Moskova'ya getiren ve ABD'nin tek atom bombasına sahip güç olarak kalmasına
engel olan Sovyet ajanlarını kutladı.
... ABD'nin Manhattan Projesi'nde çalışan bilim adamlarının nükleer silahın farkında
olduklarını, Hiroşima ve Nagasiki'ye atılan bombaların nasıl bir sonuç verdiğini
gördüklerini kaydeden Rusya Başbakanı, "Onlar da böylesine güçlü bir silahın tek
elde olmasını doğru bulmuyordu…" değerlendirmesinde bulundu." (Haberrus.com, 24
Şubat 2012)
Türkiye elinde bilgi olanların itimat edebilecekleri bir mekanizma, kurum oluşturabilirse
kendisi için lüzumlu olan bilgileri-teknolojileri bu şekilde elde etme ihtimali var. Meselâ
FETÖ'nün piramit yapısındaki bütün isimler gayet belli ki Amerika'nın elinde var.
Amerika'nın elinde varsa, İngilizlerin elinde de olabilir.
Amerika'nın DAEŞ'le mücadele için sonunu düşünmeden PKK gibi bir terör örgütüne bel
bağladığını düşünen varsa kafasını kumdan çıkartması lâzım.
Ortada büyük bir plan ve büyük bir savaş var. Bu savaşın gideceği yer "Deccaliyet
devri"dir. Taşeron Amerika'ya taşeronluk yapan, ekmeğine yağ süren FETÖ, PKK, DAEŞ
gibi örgütlere destek veren, sempati duyan herkes bilmelidir ki, bunlar deccalin asker
namzetleridir.
Bu fanatik dinci küresel çetenin güdümündeki ülkeler, milletler, terör örgütleri üzerimize
salındıkça şaşırmayalım.
Her türlü taktiği-tekniği-silahı ele geçirmek için var gücümüzle gayret etmemiz lâzım.
ABD'nin küresel emperyalist ağalığının sonu gelirken dünya büyük bir ateş çukuruna
düşmek üzeredir.
Dünya milletleri kendilerini idare eden kodaman takımı yüzünden savaşın pençesine
itiliyor. Para baronları, üst akıl ve özellikle ABD'nin iplerini elinde bulunduran Yahudi
zihniyeti böyle bir akıbeti kendi milli ve dini emelleri için zaruri görüyor.
Çin-Hindistan, Bhutan adındaki küçük ülke toprakları için savaşın eşiğine gelmiş
bulunuyor.
ABD, daha önce Güney Kore'ye yerleştirdiği THAAD adındaki Yüksek İrtifa Hava
Savunma Sistemini, bu defa Alaska'da test ediyor.
Rusya, askeri tatbikat ve gösterilerle güç gösterisi yapıyor. Çin ve Rusya, Baltık
Denizi'nde ilk defa birlikte bir askeri tatbikat gerçekleştirirken NATO Gürcistan'da
tatbikata başlıyor.
Rusya ile Ermenistan askerî birlik için anlaşma yapıyor. Ermenistan ordusu Azeri
topraklarını top atışına tutuyor. Ermenistanlı komutan Garabedyan; "Ermenistan
Türkiye'yi işgal ettiğinde S-400 işe yaramayacak. Bu durum işimizi zorlaştırmaz.
Türkiye eninde sonunda parçalanacak. Bunu önleyemeyecekler. Ermenistan bu
işi gerektiği biçimde halledecek." diyebiliyor.
Suriye'de büyük bir iç savaş yaşanıyor. PYD ABD tarafından piyon olarak kullanılıyor.
Ortadoğu yine savaş ve yıkımı yaşamaya devam ediyor.
ABD Senatosu, Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yeni yaptırımlar öngören yasa tasarısını
kabul ediyor.
"Önümüzde öyle büyük fırtınalar var ki hiçbir şey kalmayacak. Biz hazır olalım.
İmanla göçmek için çareler arayalım. Onun için cihat yolunda bulunalım. O'nun
yolunda olalım, O'nun yolunda ölelim."
Ne yazık ki bu dost, kardeş ülke yabancıların müdahalesi ile çalkantılar yaşamakta, kaosa
sürüklenmek istenmektedir. Özelde Pakistan, genelde bütün İslam ülkeleri büyük bir
tehdit ve tehlikenin içinde bulunuyor. İslam'ın mukaddes değerleri başta Kudüs ve
Mescid-i Aksa olmak üzere saldırı altına alınmıştır. Batılıların ipini elinde bulunduran ve
'Üst Akıl' diye tanımlanan Yahudi-Siyonist güç, saldırıların merkezine Türkiye başta
olmak üzere İslam ülkelerini oturtmuştur.
Bu olayın ardında Amerika'nın olduğu açık bir gerçektir. Avrasya Birliği yolunda Çin ve
Hindistan ile birlikte hareket etmeye başlayan Pakistan'ın bu yeni hamlesi Batıyı
ürkütmüştür.
Navaz Şerif iktidarında en önemli gelişme olarak Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru projesi
hayata geçirilmiştir. Çin ticaret ürünlerini Pakistan'ın Gwadar Limanı'ndan ihraç
edecek, hem Çin hem de Pakistan büyük kazanç elde edecekler. Çin ile askeri işbirliğini
tarihinin en yüksek noktasına taşımıştı. Pakistan Çin desteği ile savaş uçağı üretmeye
başladı. Yine bu yıl Hindistan'la birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) katıldı.
Keşmir sorununu Hindistan ile birlikte barış yoluyla çözme kararı alındı. Katar krizinde
Türkiye ve İran ile birlikte hareket ederek, Türkiye'nin Katar'a asker göndermesine
destek vermiştir. Ayrıca 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından FETÖ bağlantılı
isimleri Türkiye'ye iade eden ilk ülke oldu.
Pakistan'da kriket oyuncusu İmran Han ve ülkenin FETÖ'sü olarak bilinen ve tamamen
Batının adamı olan Tahir'ül Kadri isimli şahıs bu dost ve kardeş ülkenin altını oyan
oyunculardan ikisidirler. Müşerref ve destekçisi muhalefet liderleri Şerif'in gidişinden
memnun olmuşlardır.
... Kuşkusuz, Şerif'in tek "suçu"(!) Şangay'a tam üye olmak değildi, 15 Temmuz
sonrasında Türkiye'deki demokratik direnişin yanında yer almış ilk dünya
liderlerinden biriydi, son Katar Krizi'nde ... konumunu Türkiye'ye yakın bir
noktada belirlemişti... ... Pakistan, nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke
olarak, neo-con/siyonist lobinin hedefindeki bir ülkedir. Amaçları, etnik-dini
"suni gerginlikleri" yükseltilmiş Pakistan'ı parçalayıp, parçalanma sürecinde
müdahale ederek nükleer silahlarına el koymaktır. Başlatılan operasyonun
hedefi budur. ..." (Ardan Zentürk, 31.07.2017)
Gönlümüz Pakistanlı kardeşlerimizin huzur ve saadeti için dua ediyor, ülkenin her türlü
fitne, fesat, bela ve savaşlardan azade yaşamasını arzuluyor. Hazret-i Allah küffara fırsat
vermesin. Amin.
Hazret-i Allah ezelî ve ebedî ilmi ile, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, küçük
büyük, gizli âşikâr, olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilir, hiçbir şey sonsuz ve
sınırsız ilminden gizlenemez.
Ali Bey öğretmenlik mesleğini çok seven, öğrencileri ile okul dışında da ilgilenen, bazen
geziler düzenleyerek değişik mekânları ve şehirleri ziyarete götüren bir öğretmendi.
Bu gezilerinde "Seyahat ediniz sıhhat bulunuz" Hadis-i şerif'ini düstur edinir,
eğlenmeye değil, manevî kazançlar elde etmeye çalışırdı. Yolda öğrencileri ile sohbet
etmek; onların gönüllerine güzel ve faydalı bilgiler ekmek onun için ayrı bir zevkti.
Ali Bey ve öğrencileri bu gezilerinde yakın bir köyde şifalı bir su olduğunu öğrenmişlerdi.
Tâbi yaklaşık 40-50 km. yol gitmeleri gerekiyordu. Köyün ismi de ilginç gelmişti: "Kullar
Köyü"
Oraya gidecek ve hem oradaki şifalı sudan içecek hem de böbrek taşı rahatsızlığı olan bir
öğrencisi için su dolduracaklardı. Yalnızca köyün yolunu hiç birisi bilmiyordu. "O zaman
hemen teknolojiyi yardıma çağıralım Hocam" dedi Mehmet ve cep telefonundan hemen
navigasyon uygulamasını açtı. Böylece Ali Bey ve öğrencileri yola koyuldular. Ali Bey'in
aklına gönlüne ve diline düşen ilk kelime: "El-Alîm" oldu. Ve devam etti: "Bilen
demektir. Allah Alim'dir. İlmi, ezelî ve ebedî olup bütün kâinatı ve her şeyi kuşatmıştır.
Hiçbir şey onun ilminin dışında kalamaz. Gölgelenecek bir şeyin olmadığı bir yerde güneşe
karşı gizlenmenin mümkün olmadığı gibi, ezelî ve ebedî ilmi ile, zaman ve mekân kaydı
olmaksızın, küçük büyük, gizli âşikâr, olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilir, hiçbir şey
sonsuz ve sınırsız ilminden gizlenemez.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ilim sıfatıyla Allah'ı şöyle vasfetmiştir:
"Ey gaybların Alîm'i! Ey ilmi her şeyi kuşatan! Ey en gizli ve en bilinmez sırları
bilen! Ey ilmi geçmiş ve gelecek her şeyi ihata eden! Ey dağların ağırlıklarını,
denizlerin ölçüsünü, yağmur damlalarının adedini, ağaçların yapraklarının
sayısını, gecenin kararttığı ve gündüzün aydınlattığı her şeyin adetini bilen!""
"Bütün hayat sahiplerinin muhtaç oldukları rızıkları layık bir tarzda, münasip bir vakitte
ve umulmadık bir yerden vermek, ancak her şeyi kuşatan bir ilim ile olur. Bu meselenin
hadsiz misallerinden sadece deveye bakalım:
Devenin hörgücü depo gibidir. Günlerce bu depodaki rızık ile idare edebilir. Üç hafta su
içmeden yaşayabilir. Ayakları geniştir. Kumda batmadan koşabilir.
Göz kapaklarındaki kirpikler ağ gibidir. En şiddetli kum fırtınalarında bile gözleri kum ile
dolmaz.
Burnu öyle bir şekilde yaratılmıştır ki, en korkunç fırtınalarda bile rahatça nefes alabilir.
Uzun boynu yerden 3 metre yükseklikteki yaprakları bile yemesine imkân tanır.
Dizler, bir boynuz kadar sert ve kalın bir zardan oluşan nasırla kaplıdır. Bu nasırlar
hayvan kumlara yattığında onu aşırı sıcak olan zeminden ve yaralanmalardan korur.
Kalın kürkü sayesinde yazın (+) 50 dereceye varan sıcağına, kışın ise (-) 50 dereceye
kadar ulaşan soğuğuna dayanabilir. …
Devenin vücuduna hayatının devamı için en mükemmel sureti ve şekli vermek, her şeyi
bilen bir Zat'ın ilmini ispat eder. Mesela, devenin bütün özellikleri olmakla birlikte sadece
ayakları atın ayakları gibi olsaydı, çölde 1 km. bile gidemezdi. O zaman diğer
özelliklerinin bir önemi kalır mıydı? Veya gözü ağlı olmasaydı fırtınalarda tek bir adım bile
atamazdı. Dudakları yarık olmasa beslenemezdi.
Şimdi filleri, balıkları, kuşları, böcekleri, bitkileri ve diğer mahlûkatı deveye kıyas edin ve
Allah'ın nihayetsiz ilmini bir derece tefekkür edin." dedi. Bu arada ilk defa öğretmeni ile
bir seyahate çıkan Yusuf:
"Bu kadarını aklım almıyor." dedi. Tam burada navigasyonu ayarlayan Mehmet:
"Navigasyona bak" dedi. "Bizim aracın nerde olduğunu kaçla gittiğini, aslında kaçla
gitmemiz gerektiğini ve en küçük yol ayrımları ve kıvrımlarına kadar her şeyi biliyor. Bir
insan icadı bu kadar biliyorsa elbette Yaradan akla hayale sığmayacak kadar biliyordur."
dedi.
Yusuf Mehmet'in örneğinden etkilenmişti. Ali Bey ise öğrencisinin örneğine hayran
kalmıştı. En'am Suresi, 103. Âyet-i kerime'sini seslice mırıldandı:
"Hiçbir göz O'na erişemez, ihata ve idrak edemez. Fakat O bütün gözleri ihata
eder. O Lâtif'tir, her şeyden haberdardır."
Ve gönlü çok güzel duygularla dolu bir şekilde navigasyonu takip ederek yola devam etti.