Professional Documents
Culture Documents
YOK EDİLMEK
İSTENEN MİLLET
Cumhuriyet
ÖNSÖZ
5
SORRENTO, 20Ağustos1920
7
herşeye karşı sürekli kötü niyetli, mutaassıp, kindar ve inti
kamcı olan) eski Avrupa diplomasisinin ananevi hilelerine ve
onun skandal derecesini bulan emperyalist amaçlarına terket
mişlerdir.
Kim ne derse desin, alınan bütün tedbirlere rağmen, bu
anlaşmadaki başlıca hükümlerin sathi bir şekilde tetkiki,
onun herşeyden önce, keyfi, hukuka aykırı, haksız ve tahrip
kar içeriğini ortaya koymaya kafidir.
Fakat, bu anlaşmanın metnini incelemeden önce, mütte
fikler tarafından, geçen 18 Temmuzda Spa'da kaleme alınan
ve İstanbul'dan gönderilen murahhas heyetine derhal tevdi
edilen cevabı irdeleyelim. İşte bu cevabın metni:
Spa, 16Temmuz1920
8
nı ispat eden devletlere karşı aşikar bir ihanet irtikap etmiştir.
Türkiye, en küçük bir mazereti olmadan ve hiçbir tehdit kar
şısında kalmadan harbe girmiştir. Müttefikler kendisine kar
şı hiçbir hasmane maksat beslememekte idiler. Daha 1914 yı
lı ağustos ayında devletler Babıaliye, Türkiye harbin sonuna
kadar tarafsız kaldığı takdirde müttefiklerin Osmanlı toprak
larının bütünlüğünü garanti etmeyi kabul ettiklerini bildir
mişlerdir. Bu beyanatı istihfafla karşılamakla Türkiye, harbe
girmesindeki amilin, emniyeti kaygısı değil, ihtiras olduğunu
ispat etmiştir. Osmanlı heyetinin, Türkiye'nin müdahalesinin
insanlık için sebep olduğu kötülükleri ve kayıpları doğru ola
rak ölçmediği anlaşılmaktadır. Türkiye'nin mesuliyetinin şu
mulü, yalnız müttefiklerin Türk ordularına karşı kazandıkla
rı zaferin bahasına bağlı değildir: Sebepsiz olarak müttefikle
re büyük bir deniz muvasala yolunu kapamakla, bu suretle bir
taraftan Rusya ile Romanya arasındaki, diğer taraftan onlarla
Batılı müttefikleri arasındaki münasebetleri kesmekle Türki
ye, harbi en aşağı iki sene uzatmış ve müttefiklerin birkaç
milyon insan ve yüzlerce milyar kaybetmelerine sebep ol
muştur. Türkiye' nin, muazzam kayıplar pahasına dünya hür
riyetini yeniden tesis edenlere borçlu olduğu tazminat, vere
bileceği miktarın çok üstündedir ( 1).
Müttefikler, Türklerin diğer milletler üzerindeki hakimi
yetlerine son vermesi zamanının geldiğini açıkça görmekte
dirler. Harpten önceki uzun devletlerde Babıali ile büyük
devletler arasındaki münasebetlerin tarihi, Bulgaristan'da,
Makedonya'da, Ermenistan'da ve başka yerlerde vukua gelen
(l) Altı asn geçen bir zamandan beri hür yaşamış bir Türkiye'nin parça
landığı ve esaret altına alındığı bir sırada ileri sürülen bu iddia pek cüretkarane
dir.
9
zalimane hareketlere son verilmesi için yapılan ve muvaffak
olamayan seri halindeki teşebbüslerin tarihidir. Bu zalimane
hareketler insanlık vicdanını sarsmış ve isyan ettirmiştir. Son
20 sene içinde Ermeniler, işitilmemiş barbarlık şartlan altın
da katledilmişlerdir. Harb esnasında Osmanlı hükümetinin
katliam sürgün ve harb esirlerine kötü muameleler gibi hare
ketleri, bu gibi kötülükler bahsinde bundan evvelki hareket
lerini geride bırakmıştır. Yapılan tahminlere göre, 19 14 yılın
dan beri Osmanlı hükümeti sözde bir isyan bahanesiyle er
kek, kadın ve çocuk olarak 800 bin Ermeniyi sürgüne gönder
miş veya ocaklarından kovmuştur. Türk hükümeti, Türk ır
kından olmayan tebalannı yağmaya, hoyratlığa ve cinayete
karşı koruma vazifesini yapmamakla kalmamıştır; aynı za
manda, himayesiyle mükellef bulunduğu halk kitlelerine kar
şı en vahşiyane hücumları bizzat idare ve tertip etmek mesu
liyetini de üzerine almıştır. Bu hususta müttefiklerin elinde
birçok deliller mevcuttur. Bu sebeplerle müttefik devletler,
Türk ırkından olmayan ekseriyetlerle meskun bütün toprakla
n Türk boyunduruğundan kurtarmaya azmetmişlerdir. Türk
olmayan birçok halk topluluklarını, Osmanlı idaresi altında
tutmak ne doğru bir hareket olur, ne de Yakın Doğuda adila
ne bir sulh kurmaya yarar. Müttefik devletler, Trakya'yı ve
İzmir'i Türk hakimiyetinden ayıran muahede hükümlerinde
hiçbir değişiklik yapılmasına muvafakat edemezler. Çünkü,
bu topraklarda Türkler ekalliyettedir (2). Suriye ile Türkiye
arasındaki hudut hakkında da aynı hükümler caridir.
Müttefik devletler, aynı sebeple Birleşik Amerika Reisi
10
tarafından adilane bir şekilde tesbit edilecek olan hudutlar
içinde müstakil bir Ermenistan ihdasını hedef tutan hüküm
lerde hiçbir değişiklik yapamayacaklardır.
İzmir hakkındaki hükümler, bu limanın A nadolu ile ti
caretini ve mübadelelerini tahdit etmek gibi bir netice verme
yecektir. Bilakis, limanın serbestliği muahede ile garanti edil
diği için bu bölge halkı onun, hinterlandın bir mahreci olma
sından geniş ölçüde istifade edecektir. Namuslu bir hüküme
tin idaresi altında bu liman, dahilin ihtiyaçlarını eskisinden
daha müessir bir şekilde sağlayacaktır. Derpiş edilen rejim
Dantzig rejimine benzemektedir.
Boğazlar rejimine gelince: Büyük devletler herhangi bir
Türk hükümeti tarafından medeniyet davasına karşı yapılacak
yeni bir ihaneti (3) önlemek için gereken tedbirleri almakta
tereddüt edemezler. Bu itibarla Boğazların serbestliğini temin
için meşru ve adilane olduğuna kani bulundukları rejminin
esas hatlarını değiştirmeyeceklerdir. Bununla beraber, mütte
fikler, Osmanlı heyetinin, Türkiye'nin sahildar bir devlet sı
fatiyle temsil edilmesi hususundaki mülahazalarını ve Bulga
ristan gibi aynı şartlar altında bu komisyona bir murahhas
göndermesi hakkını tamamiyle reddetmemektedirler. Türki
ye lehinde yapılan bu değişiklik ve mesela, Türkiye'nin 1600
ve daha yukarı gayri safi tonajdaki bütün gemileri müttefik
hükümetlere teslim etmesi hakkındaki maddenin kaldırılma
sı gibi yapılması mümkün görünen diğer bazı tadiller işbu ce
vabın zeylinde yazılıdır.
Türkiye'nin mali kontrolunu hedef tutan hükümlerden
maksat bu devleti vesayet altına almak değildir. Bu hükümler
11
bizzat Türkiye'yi, mazide kendisini yıpratmış olan irtişa ve
spekülasyona karşı korumak ve nihayet emperyalist temayül
lerden kurtulmuş olan Türk milletine (4) refah ve iyi bir ida
re temin etmek gayesiyle konmuştur.
Netice olarak müttefikler, muahedenin, Osmanlı heyeti
tarafından bu vesikaya isnad edilen mahiyeti taşımadığını bil
dirirler. Muahedenin, Türkiye' nin, Türk hükümetleri tarafın
dan o kadar amansız ve kötü bir şekilde idare edilen toprak
lar üzerindeki hakimiyetine �on verdiği doğrudur. Fakat mu
ahedede, Türkiye'yi geniş ve mahsüldar topraklara malik
milli bir devlet olarak ipka etmektedir. Tesbit edilen hüküm
ler, Türk milletinin metotlarını islah ettiği takdirde müreffeh
bir millet olmasına engel teşkil edecek hiçbir kaydı taşıma
maktadır. Muahede, lstanbul' un, burada Türklerin ekseriyeti
teşkil ettikleri şüpheli olmakla beraber (5) başkent olarak
Türkiye'de kalmasını bile temin etmektedir. Türklerin mazi
de, kuvvet ve kudretlerini kötü bir şekilde kullanmaları key
fiyetinin doğurduğu büyük tereddütlere rağmen müttefikler,
ihtiyatlı ve basiretli olduğunda şüphe uyandıracak böyle bir
karara varmışlardır.
Türk hükümeti sulhu imzalamaktan imtina ettiği, yahut
Anadolu üzerinde otorite tesis etmekte aciz gösterdiği veya
muahedenin tatbikini temin edemediği takdirde, müttefikle
rin muahede hükümlerine uyarak bu maddeyi değiştirmeleri
ve Türkleri bu sefer ebediyen Avrupa dışına atmak mecburi
yetinde kalmaları ihtimali vardır.
12
Müttefik devletler bu notalarıyla Osmanlı heyetine, Tür
kiye'ye muahede hükü�lerini kati olarak kabul ettiğini ve
muahedeyi imza edeceğini bildirmek için on gün mühlet ve
rildiğini tebliğ ederler. Mühlet 27 Temmuz'da gece yarısı so
na erecektir. Muahede gösterilen şartlar altında imza edilme�
diği takdirde müttefik devletler vaziyete göre, gereken tedbir
leri alacaklardır."
O tarihte sulh konferansının reisi olan M. Clemence
au'nun Damat Ferit Paşayı Paris'ten uzaklaştıran 25 Haziran
1919 tarihli (6) notası hiç olmazsa Türklerin bazı meziyetle
rini öven ve onları muzaffer devletler tarafından hak ve ada
let esaslarına göre muamele göreceklerine dair uzak bir ümit
le avutan nazikane birkaç kelimeyi ihtiva etmekte idi.
Bir sene süren korkulu bir bekleme devresinden, tarife
sığmaz yeni işkencelerden ve büyük zulüm ve mahrumiyet
lerden sonra Spa konferansı Türklere çok sert ve haysiyet kı
ncı bir lisanla kaleme alınmış olan bir nota hediye etti. Bu no
tada, baştanbaşa "amansız ve ebedi düşmanlar haline gelmiş
dünkü ananevi dostlarının" galiplerin kin ve intikam hisleri,
Osmanlı İmparatorluğu ile hilafeti ve Türk milletini yok et- ·
13
kından mahrum edilmiş bulunuyordu. Bilakis iki mütareke
senesi esnasında Türkiye'de yükselen her türlü protesto sesi
boğulmuş, mukaddes, fakat pek bahtsız olan Osmanlı davası
nı müdafaa edebilecek her vatanperver gadre uğramış veya
ortadan kaldırılmıştır.
İftiralar ve tatmin edilmemiş kinlerle dolu olan bu nota
nın, büyük Yunanistan'ı ihdas ettiği iddiasında bulunan adam
tarafından kaleme alındığını yazan Rumca gazeteler, bu hadi
seden dolayı memnun olmakta haklı idiler.
Bununla beraber bu sonuncu ithamname yeni bir delili
ihtiva etmemekte idi. Müttefikler, M. Clemenceau'nun nota
sında ele alınan mülahazaları tekrar etmekte, yani Türki
ye'nin milletlerin hürriyetine karşı suikastte bulunduğunu,
dostlarına ihanet ettiğini, Hıristiyanların Türkiye'de sistemli
bir şekide katliama maruz kaldıklarını, Türkiye'nin başka
milletleri idareden aciz bulunduğunu iddia eylemekte, hülasa
kuvvetli bir muhayyelenin, düşmanın müstahak olsun veya
olmasın, yokedilmesini dünya efkarında haklı göstermek için
bulabileceği bütün bahaneler ileri sürülmekte idi. _
14
Fakat Tüklerin barbar olmadıklarına, Avrupa diplomasi
sinin içyüzünü iyice bildiklerine, onların da bir ideali oldu
ğuna ve bütün gayretleriyle büyük devletlerin zalim vasiliğin
den kurtulmaya çalıştıklarına, Avrupa'yı, milletleri ve
Hıristiyanlık alemini inandırmak için ne yapmak lazımdır?
Türkiye'nin gelişmesine ve diğer komşu devletler ve bunların
arasındaki rekabet, entrikalar, bencil ve emperyalist emeller
dir. Bir kere daha alenen söylemek lazımdır ki, Türler herhan
gi bir milletin istiklaline kastetmemişlerdir. İhı;met, Türklerin
tarihinde meçhul bir mefhumdur. Türkler daima zayıf olanı
kuvvetliye, mağduru zalime karşı müdafaa etmişlerdir. Türk
lere, tarihlerinin en nazik anlannda sadakatsizlik veya alaka
sızlık gösterenler Türklerin dostlandır. Bunu isbat için 1908
inkılabından sonra cereyan eden son derece feci hadiselerden
bir kere daha bahsetmek mi lazım geliyor?
Genç Türkiye tarafından Fransa ve İngiltere ile her saha
da anlaşmak için sarfedilen ciddi, fakat beyhude gayretleri mi
hatırlatalım? Bilhassa Osmanlı idaresinin islahı ve ihyası için
İngiltere ile samimi ve sadıkane bir işbirliği temini hususun
da yapılan ısrarlı teşebbüslerimizden mi bahsedelim?
Sir Edward Grey, Türkiye'deki İngiliz-Alman menfaat
lerinin (1902-1914) telifi için Babıalinin talimatı üzerine, o
tarihte Londra sefiri.olan eski Sadrazam Tevfik Paşa'nın (7)
Hakkı Paşa ile (8) sıkı bir işbirilği halinde sarfettiği takdire
şayan gayretleri şüphesiz ki inkar.etmeyecektir. Hiç olmazsa
Osmanlı lmparatorluğu'nun batmak üzere bulunduğu bu se-
15
nelerin feci hadiselerini hatırlatmamıza müsaade edilsin...
Meselii, büyük devletlerin, Balkanlarda statükonun muhafa
zası için neşrettikleri müşterek beyanname .. Ve talih Türk si
lahlarının aleyhine dönünce bu beyannameye nasıl riayet
edilmişti?
Ya Makedonya'da, Epirde ve eski Sırbistan'da 300 bin
bedbaht Müslümanın hayatına malolan o merhametsiz katli
amlar!.. Avrupa medeniyetinin küçük şampiyonları tarafın
dan mütareke devrinde soğukkanlılıkla hazırlanan bu cinayet
ler, Türkiye'de Hıristiyanların herhangi bir tecavüze uğradık
larına dair çıkarılan esassız bir haber üzerine kıyametleri ko
paran başvekaletlerde hiç olmazsa küçük bir merhamet hissi
uyandırmış mıdır?
Avrupa medeniyeti ve vicdanı Türkleri büyük insanlık
ailesi haricinde mi tututyor? Yoksa, herhangi bir dava uğrun
da çalıştılarını iddia edenler tarafından ceza görmeden ve
durmadan asil Müslüman kanının akıtılmasına cevaz var mı
dır? Bu yüz binlerce Müslümanın bıraktıkları yüz binlerce
yetim, Umumi Harpte irtika edilen cinayetler kadar korkunç
olan katliam karşısında, medeni dünyanın adil kararını bek
liyor...
Aynı adamlar tarafından mütarekede ika edilen meza
limden sonra Makedonya'da, Trakya'da ve lzmir'de ezici ço
ğunluğu teşkil eden Müslümanları bugünkü cellatlarına tes- .
lim etmek suretiyle mi galip devlet adaleti tesis ettiklerini sa
nıyorlar?
Türkiye' nin hiçbir mazereti olmadan ve hiçbir tahrike
maruz kalmadan harbe girdiği tekrar ediliyor. Bu iddayı ileri
sürenlerin samimi kanaati acaba bu mudur? 1915'den sonra
itilaf devletlerinin safından savaşmaya teşvik veya icbar edi-
16
len, büyük veya küçük dört düzine devlet hangi mazeret ve
ya tahrik dolayısıyla öteden beri hiçbir şikayetleri olmayan
milletlere sırasıyla saldırmışlardır?
Halbuki, Türkiye'nin kendisini hor gören veya komşula
rı tarafından sisteı.nli bir şekilde gadre uğratılmasına veya
parçalanmasına göz yuman dostlarından ümidini keserek Al
manlar ve Avusturyalılarla beraber yürümek mecburiyetinde
kaldığı malumdur. Sür'atle seyrini takip eden hadiselerin sev
ki ile, Türkiye nihayet felaketlerinin başlıca sebebi olan Mos
kof heyülasını azami şansla yıkmak gibi istisnai bir fırsatı ele
geçirdiğini sanmıştır.
Tahrike gelince: Türkiye belki ani bir tahrik karşısında
kalmamıştır. Fakat entrikaları, haksızlıkları, zulümleri ve tah
rik veya müsamaha neticesi kendisinden parçalar koparılma
sı gibi hadiseleriyle yarım asırlık bir tarih meydandadır. İki
talihsiz harpten sonra bitkin bir halde bulunan Türkiye bütün
Avrupa mukadderatının bahis mevzuu olduğu bir harbe nev
midane bir gayretle katılmıştır.
Bu korkunç buhranların devamı müddetince itilaf dev
letleri, Türkiye'yi kendi selametli taraflarına çekmek için bir
teşebbüste veya ciddi bir teşvikte bulunduklarını idda edebi
lirler mi? Edemezlerse bugün Türkiye'yi ihanetle itham et
mek doğru olur mu?
Buna mukabil, yine talihsiz bir harp olan 1877 muhasa
masından sonra İngiltere resmen Türkiye'nin müttefiki idi.
Bu tarihten sonra, İngiltere Türkiye'yi desteklemek için ne
yapmıştır? Büyük devletler 40 senelik bir zaman içinde dört
defa (1841, 1856, 1871 ve 1878) garanti ettikleri Osmanlı İm
paratorluğu'nun tamamiyetini muhafaza için ne gibi gayretler
sarfetmişlerdir?
17
İstemiyerek bahsetmeye mecbur kaldığımız bir hadise
daha var:
Bulgarlar Filibe vak'asını ( 16 Eylül 1885) hazırladıkları
zaman İngiltere, Bulgaristan prensini hükümdarına karşı des
teklemek yolunu tutmuştu. Aynı devlet oldukça mevsimsiz ve
karanlık bir isyan hareketinden istifa ederek Avrupa'nın ga
rantisi altında muhtar bir Osmanlı eyaleti olan Mısır' a pek
mahirane bir şekilde el koymuştu ( 1882).
Küçük veya büyük, fakat hepsi de Türk milli izzetiıwfsi
ni rencide eden diğer bir çok hadiselerden bahsetmek istemi
yoruz. Bu hadiseler Sultan A bdülhamid'in saltanat devrinde
33 yıl Türk-Avrupa münasebetlerini lekelemiştir.
Elleri vicdanlara götürmek ve açık konuşmak şartıyla
soralım: an'anevi dostluk delillerinin kıymetinden veya Os
manlı topraklarının bütünlüğünün muhafaza edilebileceğine
dair son dakika yapılan müphem beyanattan söz açılabilir mi?
Bu dostluk 50 seneden beri yalnız ellerinde silahlarla Osman
lı lmparatorluğu'nu yıkmak isteyenlerin menfaatlerine işle
miştir. Resmi teminat ise, daima biraz daha hastalanmasına
çalışan adamdan bir parça daha koparılmasını sağlamıştır.
Türkiye'nin kendi arzusuyla ve hiçbir tahrik karşısında
kalmadan harbe girdiğini farzedelim. Böyle bir vaziyette kı
rılan bütün çanakları Türkiye'nin ödemesi veya onun ortadan
kaldırılması mı lazımdır?
Geçende (22 Temmuz 1920) Sovyetlerin Polonya'ya tah
mil etmek istedikleri şartlardan bahseden M . Lloyd George
pek haklı olarak, "herhangi bir devletin, hükfuneti taarruz et
tiği için milleti söndürmek istemesinin ahliik dışı bir hareket
olduğunu" söylemişti. Halbuki, Damat Ferit Paşa başkanlı
ğındaki Türk hey'etine tevdi edilen ve İngiltere başvekilinin
18
kaleminden çıkan 25 Haziran 19 19 tarihli notada aynen şöy
le bir cümleye tesadüf edilmektedir:
" - Fakat umumiyetle bir millet, hakkında, o milletin po
litikasını idare eden ve ordularını elinde bulunduran hükfune
tine göre bir hüküm verilir." 1 1 Ağustos'ta irat ettiği başka
bir nutukta da yine İngiltere başvekili şöyle demiştir:
"- 1870'de Prusya'ya karşı tecavüze benzeyen bir hadi
se olmuştur. Bunun böyle olmadığını şimdi öğrenmiş bulu
nuyorum. Fakat hiç kimse, hatta o tarihte Fransa'nın suçlu ol
duğunu iddia edenler bile, Almanya'nın, Fransa'nın milli var
lığını ve istiklalini tahrip edecek mahiyette sulh ileri sürmek
te haklı olduğunu kabul edemezlerdi. Almanya eğer bunu
yapmış olsaydı bütün medeniyet alemini aleyhine çevirmiş
olacaktı. Bu 19 14 vukuatına da teşmil edilebilir. Almanya'nın
istilaya başladığı inkar edilemez. Fakat Almanya mağlup ol
duktan ve bozguna uğradıktan sonra, müttefikler sulh şartı
olarak Alman milletinin yok edilmesi için ısrar etmiş olsay
dılar, bütün medeni dünya pek haklı olarak isyan ederdi. Bu
itibarla muzaffer bir milletten yeni tecavüzde bulunmayacağı
na dair istenecek teminat ile bir milletin istiklalini ortadan
kaldırmaya matuf herhangi bir şart arasındaki farka işaret et
mek isterim.
Herhangi bir devletin, bir milletin hükUmeti tarafından
yapılan tecavüz dolayısıyla o milletin yok edilmesini isteme
si ahlak dışı bir harekettir. Avrupa'yı dikkate almak lazımdır.
Ve Avrupa'nın, Polonya'nın istiklali lehinde bir söyleyeceği
vardır. Polonya'nın istiklali ve varlığı Avrupa sulh binasının
esaslı bir parçasıdır. Avrupa sulhunun idamesiyle alakalı olan
müstakil milletlerden hiçbiri Polonya'nın ortadan kalkmasına
razı olamaz. Polanya'nın yeniden taksimi yalnız bir cinayet
19
olarak kalmayacak, aynı zamanda Avrupa sulhu için bir teh
like teşkil edecektir. Politikamızın esası olarak bunu hesaba
katmamız lazımdir. Spa'daki müdahalemizin sebebi budur."
İngiltere başvekilinin bu sözleri hakkında herhangi bir
tefsirde bulunmayı zait addediyoruz. Bu sözleri, mükemmel
bir centilmene, vicdan ve iz' an sahibi bir devlet adamına la
yık görüyoruz. Fakat, Türkiye bahis mevzuu olduğu zaman
aynı zat, birden bire açık bir haksızlığın ve hudutsuz bir şuur
suzluğun timsali oluyor. Çünkü, bu adam, Türklerin, Polon
yalılarınki kadar mükaddes olan hakların tanımıyor. Türkle
rin milli istiklali, onun nazarında, Avrupa sulbünde hiçbir rol
oynamıyor. Bundan daha mühim ve daha hazin olanı Lloyd
George tarafından bir çok defalar zikredilen, medeni dünya
nın, Türkiye' nin sulh ve hürriyet uğrunda savaşanlar tarafın
dan parçalandığını görmemesidir.
Diğer taraftan, aynı devletler, Osmanlıların milli istikla
lini müdafaa eden asil ve cesur insanlara, umumi sükı1neti
bozmaya çalışan tahrikçiler ve haydutlar nazarıyla bakmak
tadırlar. Halbuki, Şark iki asırdan beri huzur ve sükı1nun has
retini çekmektedir. Kuvvetli olanlar ne zaman zayıflara irade
lerini ve istilacı politikalarını kabul ettirmek isteseler, onlara
karşı sahte bir şefkat gösterirler. Bundan Türklerin ve
. Müslümanların alacakları büyük bir ders vardır. Onlar bilme
lidirler ki, büyük devletlerin, biri Hıristiyan Avrupa için, di
ğeri Müslüman Asya ve Afrika için iki türlü politika anlayış
ları vardır. Yani iki tartı ve iki ölçü ... Yeryüzündeki 350 mil
yon Müslüman bu hakikatı ıstırapla öğrenmiş bulunuyor.
Son zamanlarda gerek M. Lloyd George ve gerekse diğer
İngiliz siyasi şahsiyetleri tarafından söylenen ve en mühimle
ri aşağıya alınan nutuklar bu hakikatı inkara mahal bırakmı-
20
yacak bir şekilde ortaya koymakta ve Avrupa diplomasisinin
Türkiye'ye karşı ne kadar haksız, hilekar ve emperyalist ol
duğunu isbat etmektedir:
Türkiye meselesi:
21
Amerika ile anlaşmanın bizim için hayati bir ehemmiyeti var
dır. Bununla beraber biz bugüne kadar, söz verdiğimiz kadar
hatta daha çok bekledik. Amerika' nın karan memnuniyeti
mucip gibi görünmüyor. Bu şartlar altında biz kendimizi ne
zaket kaideleri dışına çıkmadan ve Amerika'yı Şarktaki
Hıristiyanlann himayesi şerefini bizimle paylaşmaktan mah
rum etmeden Türkiye ile sulh imzalamak hakkına malik ad
(10) Aradan aylar geçtiği halde, Türkiye haklı ve adilane bir sulha kavu
şamadı.
(11) Muhterem Sir, Türklerin kime karşı, ne zaman, nasıl ve niçin entrika
lar çevirdiklerini bildirecek olursa, Türkleri pek memnun etmiş olacaktır. Avru
pa diplomasisi tarafından asırlardan beri lstanbul' da çevrilen entrikalara gelin
ce, en kıymetli yabancı diplomatlar için İstanbul 'un bir mektep teşkil ettiği ve
bunların Osmanlı payitahtında yetiştiklerini muhterem İngiliz mebusuna hatırla
tırım.
22
kalkacak olursanız yeni ve küçümsenmeyecek bir harbe baş
lamış olursunuz. Ordu ve donanmanın masraflarını kısmak
tan bahsettiğiniz şu sırada hükilmeti Türkleri İstanbul'dan
kovmuyor diye takbih edemezsiniz."
Lloyd George şu cevabı vermiştir:
"- İstanbul'a Türklerin yerine Rusların ikamesi hakkın
daki anlaşma Rus ihtilalinden ve Brest-Litovsk sulbünden
sonra hükümsüz kalmıştı. BugüR için Bolşevikler, kendileri
ne bu yolda bir teklif yapılması bahis mevzuu olsa bile böyle
bir mes' uliyet kabul etmeye hazır bulunmamaktadırlar. Her
halde Çanakkale'nin bekçisini değiştirmiş bulunuyoruz.
Bundan sonra hiçbir zaman Türklere Boğazlan İngiliz gemi
lerine kapamak fırsatını vermiyeceğiz. Avusturya-Macaris
tan' ı yok etmek veya Akdeniz'den Karadeniz' e geçiş yolunun
milletlerarası bir hale getirilmesi şartıyla payitahtı İstanbul
olan bir Türk İmparatorluğu' nun ipkasına mani olmak için
çarpışmıyacağımıza dair ocak 1918'de yaptığımız vaadi de
yerine getireceğiz. Aynı vaad mucibince Arabistan, Ermenis
tan, Mezopotamya, Suriye ve Filistin ayn birer millet olarak
tanınmak hakkına malik olacaklardı. Yukatdaki beyanat bizi
Hindistan'da oldukça geniş bir ölçüde derhal asker toplama
ya mecbur etmek gibi bir netice vermiştir.
Bizim, dünyanın en mühim Müslüman devleti olduğu
muz ve Türklerin İstanbul'dan kovulması ihtimalinin
Müslüman imparatorluğundan derin bir teessür uyandırdığı
unutuluyor. Asya'da, İngiltere' nin sözüne güvenilemiyeceği
zehabını uyandırmak dünyanın bu kısmında İngiliz nüfusu
için çok zararlı neticeler yerebilir. Türkiye ile aktedilen sulh
şartlan neşredildiği zaman Türklerin suçlan ve bütün çılgın
lıkları için kafi derecede cezalandınlmadıklarını düşünecek
23
olan tek bir Türk dostu görülemiyecektir. İmparatorlukların
yansından fazlasını kaybedecek, payitahtları müttefik topla
rının tehdidi altına girecek, ordu ve donanmalarının itibarı
kalmıyacak olan Türklere verilmesi tasarlanan ceza en sert
hakimlere bile korkunç gelecektir.
Hilalin salibin önünde eğilmesini temin arzusuyla sulh
şartlarının tahmil edildiği hissini vermek Şarktaki hükfuneti
miz için öldürücü bir darbe olacaktır. Böyle bir hareket İngil
tere ve onun dini anlayışları için de bir şeref teşkil etmiyecek
tir. Hayır!. Türkiye meselesinde ilham aldığım prensip Bo
ğazların serbestliği, Türk ırkından olmayan cemaatlerin
Müslüman boyunduruğundan kurtulması ve ekseriyeti bilhas
sa Türk ırkından olan yerlerde tamamiyle Türk olan bir hiikil
metin ipkasıdır.
Bundan başka Türklerin bir zamanlar Akdeniz'in amba
rı olan zengin toprakların inkişafına mani olamamaları lazım
dır. Şu halde Türkiye artık Boğazın bekçisi olmayacaktır.
Onun bu bölgede bulunan kaleleri yıkılacaktır. Sahiller civa
rında Türk kıtalan bulunmayacaktır. Müttefikler donanmanın
yardımıyla geçiş serbestliğini sağlıyacak olan garnizonları
bizzat temin edeceklerdir. Nisbeten zayıf kuvvetlerin Çanak
kale' yi ve icap ederse Boğaziçi'ni muhafaza edebileceğini
ümit ediyoruz. Türkiye'nin donanması olmayacaktır. Başka
çare bulamadık. Böyle yapmasaydık, İstanbul ve boğazların
civan için beynelmilel bir askeri hükUmet kurmak liizım ge
lecekti. Böyle bir hükfunet, devletlere ağır bir yük tahmil ede
cek ve tasavvur edilebilecek hükfunet şekillerinin en kötüsü
olacaktı.
Karşılaştığımız güçlüklerden biri böyle bir hükümetin
mes'uliyetlerin paylaşmak üzere güvendiğimiz iki büyük
24
memleketin, Rusya ve Amerika'nın yanımızda yer almamış
olmalarıdır. Biz, Amerikalıların, Ermenilerin ve belki de İs
tanbul'un bekçisi olmak hususunda muvafakat edeceklerini
ümit etmiştik. Fakat Amerika'yı, Türkiye'deki Hıristiyan eka
liyetlerin himayesi için düşünebileceğimiz tedbirlerden hiç
biri hakkında bugün hesaba katamayız.
Bana gelince, ben Ermenilerin bir katliam tehlikesi kar
şısında bulunduklarını bilseydim, Sultanı Toros dağlarının
yüzlerce mil gerisinde değil, İstanbul'da İngiliz gemilerinin
toplarının tehdidi altında görmeyi tercih ederdim.
Müttefiklerin istedikleri Türkle.rin elinden, kendi ırkla
rından olmayan cematlerin idaresini almaktır. Bu cemaatlar,
kendilerine bu kadar zulmeden insanların bugün İngiliz,
Fransız ve İtalyan toplarının tehdidi altında kendi kurtuluş ka
rarlarını imzaladıklarını öğrendikleri zaman tamamiyle hima
ye edilmekte olduklarını hissedeceklerdir (12)"
Lord Robert Cecil, Türklerin İstanbul'da bfrakılmasının
esef edilecek bir şey olduğunu, Sultanın bu şehirde bırakıla
bileceğini, fakat Babıali'nin hükfunetle beraber ortadan kay
bolması lazım geldiğini" bir kere daha tekrar etti. Lord, bu
hususta Hindistan ahalisinin hislerine hürmet etmekle bera
ber, Sultanın İstanbul'da bırakılmasında ısrar edilmesini hay
retle karşıladığını ilave etti. Ve "bence Sultanın, halife ünva
nını taşımakta ısrar etmesi için hiçbir sebep yoktur" dedi.
Söz alan Bonar Law şunları söyledi:
" -İstanbul 'da büyük bir donanmamız var, fakat Türk hü
kfuneti Konya'da olsaydı, ona kuvvetli olduğumuzu isbat ede-
25
meden sadece notalar gönderebilirdik. Halbuki, Türkiye gibi
memleketler yalnız kuvvete hürmet ederler. (13) Gümrükleri
milletler cemiyetine devretmek, bu teşkilatı daha başlangıçta
f iyaskoya doğru sürükler. Milletler cemiyetinin ordusu yok
tur. A merika' ya, İstanbul'da bir manda kabul etmesini teklif
te bulunmak ne makul ne de munzifane bir hareket olur. Fa
kat, müttefikler Türkleri lstanbul'dan kovmak niyetinde de
ğildirler."
San Remo konferansının neticeleri hakkında 30 Nisan
1920'de Avam kamarasında söylediği bir nutukta M. Lloyd
George, evvela: "San Remo konferansının mütarekeden son
ra akdedilen bütün konferanslardan daha verimli olduğunu ve
anlaşmazlıkların ve şüphelerin ortadan kalkması dolayısıyla
alınan neticelerden bütün dünyanın memnun kaldığını" be
lirtmiştir. Bundan sonra Ren havalisinin ve kömür bölgeleri
nin ilhamına dair basın ve bazı Fransız şahsiyetleri tarafından
açıkça ileri sürülen tekliflere temas eden hatip şöyle demiştir:
"- Bu hususta, İngiltere' nin herhangi bir vaziyette böyle
bir politikaya alet olmayacağım tasrih etmek mecburiyetinde
kaldık. 1870 ve 1871'de alınan dersler bütün Avrupa' nın zih
ninde derin izler bırakmıştır.
Bismarck ve onun generalleri tarafından yapılan hata
dünyada görülmemiş ölçüde bir felakete sebep olmuştur.
Bambaşka bir millete, bir ırka ait olan topraklardan bir kıs
mının dost bir devletin topraklarına ilhakına müsaade etmek
suretiyle böyle bir hatanın tekerrürüne imkan vermek istemi
yoruz. Çocuklarımıza bir A ls�ce-Lorraine mirası bırakmak
26
niyetinde değiliz. Böyle bir harekette bulunacak olursak ço
cuklarunız bize lanet edeceklerdir (14)
22 Temmuz 1920'de M. Lloyd George, Avam kamarasın
da Türk hakimiyeti altındaki Şarkın tarihi, stratejik ve ticari
ehemmiyeti üzerinde durduktan sonra şöyle demiştir:
"- Büyük devletler Türkleri toplu bir halde bırakmışlar
dır. Bunu, onlara herhangi bir suretle itimatları olduğu için
değil, Türkleri ortadan kaldırmanın neticelerinden korktukla
rı için yapmışlardır. Sona eren harp bu korkuyu tamamiyle
izale etmiştir. Türkiye tamamiyle ezilmiştir. Buna müteessir
olmanız için de hiçbir sebep yoktur. Türkiye'nin yerine kimin
ikame edilmesini araştırmamız lazım geliyordu. Bunu yapa
bilecek olan başlıca Avrupa devletleri, İngiltere, F ransa, ve
İtalya idi. Bu üç devlet dünyanın her tarafında ezici taahhüt
ler altına girmiş bulunuyorlar. Bunu dikkate almak lazım ge
lir. Vaziyeti düzeltmek için elimizden gelen yardımı yapmak
bir zaruret haline gelmiştir. Bulgaristan'a artık itimat edeme
yiz. Fakat diğer taraftan Yunanlılar ın gösterdikleri kuvvet,
maharet ve siyasi anlayışı takdir etmekle mes'uduz.
Yunan kuvvetleri harekete geçmiş ve M. Venizelos'un
planı tatbik edilmiştir Yunan kıt'aları iyi teşkilatlandırılmış
ve mükemmel bir şekilde sevk ve idare edilmiştir. Büyük bir
gayret ve cesaretle çarpışan bu kıt'alar, umumiyetle ırklarının
büyük an'anelerine layık bir şekilde hareket etmişlerdir. Ken
dilerine gösterilen bölgeleri iki haftada değil, on günde te-
27
mizlemişlerdir. Türk kuvvetleri tamamiyle mağlup olmuş ve
nizam iade edilmiştir. (15)
Yunanlılar şimdi Trakya'da da buna benzer hareketlere
girişmişlerdir. Siyasi ve askeri işlerde hiçbir zaman kat' i ke
hanetlerde bulunmak mümkün değildir. Fakat, Yunanlıların
Anadolu'da olduğu gibi Trakya'da da muvaffak olacakların
dan eminim. Yunan milleti pek akıllı, kahraman ve şerefli bir
tarihte malik ve M. Venizelos gibi büyük devlet adamları ye
tiştirmeye müstait bir millettir. Bu itibarla müttefikler niza
mın iadesi ve sulh muahedesinin tatbiki için Yunan kuvvetle
rini kullanmaktadırlar. Bu fikir mükemmeldir ve muvaffaki
yetle neticelenmektedir. Çünkü, Yunanlıların bir harekete te
şebbüs ettikleri zaman, kendi kuvvetleri ve kaynaklan hak
kında doğru bir kaanat sahibi olduklarını göstermektedir. Va
ziyeti tamamiyle kavramışlardır. Şarkın bu kısmında en mü
him hadiselerden biri budur (16)."
5 Ağustosta Avam kamarasında cereyan eden müza
kereler:
Lord Weınys, Lordlar kamarasının dikkatini Türkiye ile
akdedilecek olan muahede üzerine çekmiştir. Lord'un kana
atine göre, bu muahedenin ihtiva ettiği bir çok hükümler İn
giltere menfaatleri için zararlı, hatta tehlikelidir. Bu itibarla
28
bu muahede kendi kanaatini paylaşanların itirazları dinlen
meden tasdik edilmemelidir.
Lord: "İzmir'de kalabalık ve nüfuzlu bir Rum kolonisi
vardır, fakat bu koloni bir Osmanlı vilayetine aittir. Anado
lu'nun bir çok vilayetlerinde de vaziyet aynıdır. Trakya'yı Yu
nanistan'a vermekle, Edirne'ye Yunan kıt'alarını sokarak
Bulgaristan'm Ege denizine çıkmasına mani olmakla bütün
harp sebeplerinin ortadan kaldırıldığı mı sanılıyor?
Türkiye ve Bulga_ristan bir intikam hissine kapılarak, kı
lıçla kaybettiklerini yine kılıçla elde etmeye çalışmıyacaklar
mıdır?" demiştir.
Lord Curzon şu cevabı vermiştir:
"-Türkiye ile imzalanacak sulh muahedesinden bahset
mek için bundan daha fena bir zaman seçilemez. Filhakika
Türk murahhasları bu muahedeyi imza etmek için Paris'e gel
mektedirler. Ve muahede metni henüz neşredilmemiştir. Hu
susi bir komisyon İzmir vilayetinin bir Türk vilayeti olmadı
ğını ve Yunanistan'a devredilen bölgede pek büyük bir Rum
ekseriyetinin mevcut bulunduğunu nizami bir şekilde tespit
etmiştir. Trakya hakkında da aynı şey söylenebilir. Çatal
ca'dan Bulgar hududuna kadar uzanan bölgede oturan Rum- .
lar pek büyük değilse de, mahsus bir ekseriyete sahiptirler. İs
tanbul'un Türklere bırakılmış olması, büyük devletlerin baş
ka bir hal çaresi üzerinde mutabık kalmak istemediklerinden
veya kalamadıklarından değil, sadece müttefiklerin dünyanın
muhtelif yerlerinde bulunan Müslüman teb'alarının arzuları
nı yerine getirmek düşüncesinden doğmaktadır. Kanaatımca,
istikbalin, yapılan bu tavizin yerinde olmadığını göstermesi
kuvvetle muhtemeldir."
Hatip, Filistin mandasından ve Ermenistan ile Mezopo-
29
tamya'ya yapılan muameleden memnun olmayan Lord
Wemys'e, elinde olsaydı bu meseleleri nasıl halledeceğini
sormuş ve şöyle devam etmiştir:
"-Türkiye'nin bu memletleri fena idare etmesine ve ha
rebeye çevirmesine müsaade edilmesini mi isteyecektir?
Ermenistan'ın menfaatleri, Türkiye'nin kötüye kullandığı
kudretinin azaltılmasını emretmiyor mu?
Diğer taraftan, muahede, Türkiye'ye müreffeh ve sulh
sever olmak imkanını vermektedir. Türkiye'ye A nadolu'da
mütecanis etnografik topraklar bırakılmaktadır. Bu topraklar
İspanya'ya nisbetle daha geniş ve Avusturya'ya bırakılan top
rakların üç mislidir.
Muahede bundan başka, Türklere büyük mali ve iktisa
di imkanlar sağlamaktadır. Bir mali kontrol komisyonu ihda
sı sayesinde Türkler, vergilerin adilane bir şekilde tevzii im
kanına kavuşacaklardır. Bu hal şimdiye kadar onlarca meçhul
bir şeydi. Bu sayede hükfunet de irtişa derdinden kurtulacak
tır. Türkiye, kendisinden alınan limanlardan istifade edecek
tir. Türk hükUmeti mazinin kötü an'anelerinden kendini kur
tarabilirse, Türkler dünyanın inkişafı için faydalı bir unsur ol
mak gibi mükemmel bir fırsat elde etmiş olac�ardır. Haklı
ve adil olduğundan emin bulundukları bu muahedeyi tahmil
eden büyük devletler, Türkiye'nin iyi niyetle hareket ettiğini
görecek olurlarsa, kendisine ellerinden gelen yardımı yap
maktan geri durmayacaklardır.
Bu hususta selahiyetli kaynaklardan hiçibr malfunat ala
mamış olmakla beraber, bana söylediklerine göre, Türk mu
rahhasları bu muahedeyi imza edeceklerdir. Bundan daha isa
betli bir karar tasavvur edemem."
30
11 Ağustosta M. Lloyd George, Polonya meseleleri hak
kında aşağıda beyanatta bulunmuştur:
" . . .Fransa'nın ve İngiİtere'nin ihtarlarına rağmen Polon
ya taarruzunun başlamış olmasına pek müteessir oldum. Ka
naatimce Sovyet hükumetinin sulh şartları içinde bu vakayı
dikkate almaya hakkı vardır. Yani, böyle bir taarruzun teker
rürüne mani olmak için teminat istemekte haklıdır. İngiltere
hükfımeti namına ben hiçbir zaman bu hakkı inkar etmedim.
Müttefiklerimizden herhangi birinin de inkar edeceğini san
mıyorum. Bizim kabul etmediğimiz keyfiyet, başka bir mil
lete yapılan tecavüzde bir hükumetin hatası ne kadar büyük
olursa olsun, bu hatanın bir milli varlığın yok edilmesine ka- ·
31
istiklalini ortadan kaldırmaya matuf herhangi bir şart arasın
da bir fark olması lazım gelir.
Vaziyet vahim olduğu için, söylediğim sözleri dikkatle
tartmak mecburiyetindeyim. Herhangi bir devletin, hükfune
ti tecavüzde bulunan bir milletin yok edilmesini istemesi ah
.
lak kaidelerine tamamiyle aykırıdır. Avrupa'yı dikkate almak
lazımdır ve Avrupa'nın, Polonya'nın istiklali lehinde söyliye
cekleri vardır. Polonya'nın istiklali ve mevcudiyeti, Avrupa
sulh binasının esaslı bir parçasıdır. Avrupa'da sulhun idame
siy.le alakalı müstakil devletlerden hiçbiri Polonya'nın orta
dan kalkmasına karşı kayıtsız kalamaz. Polanya'nın yeniden
taksimi sadece bir cinayet olmakla kalmaz, aynı zamanda bir
tehlike de teşkil eder. Politikamızın esası olarak bunu dikka
te almamız lazımdır. Spa'da müdahalemizin sebebi budur."
Bu güzel nutukları dikkatle okuduktan sonra, Türklere
büyük devletler tarafından adilane ve insanca muamele yapıl
dığını iddia edecek Avrupa'da vicdan ve haya sahibi tek bir
insan var mıdır? Türklerin bu şartlar altında serbetçe yaşaya
bileceklerine, rahatça inkişaf edeceklerine ve Avrupa hudut
larında bir sulh, nizam ve terakki amili olacaklarına inanmak
mümkün müdür?
İngiltere, Türkiye'nin mevcudiyetine ehemmiyet versey
di, maksat Şarkta yeni çatışmalara mani olmak olsaydı. Os
manlı lmparatorluğu'nu son derecede zayıf düşürmek iste
mezlerdi. Yunanlıları, ekseriyetin zararına olarak Türkiye'de
hiçbir zaman inkar edilmemiş olan ekalliyetlerin haklarını
sözde korumak için, İstanbul 'un kapılarına yerleştirmezlerdi.
Nihayet iki uzun seneden beri talihsiz Türkleri en ağır taşkın
lıklara ve mahrumiyetlere maruz bırakarak, onlardaki vatan
hissini ve milli şuuru öldürmeye çalışmazlardı.
32
Bunun yerine, sadece istikbalde yeni ihtilaflara mani ol
mak için, ciddi, fakat serbest ve müstakil devlet anlayışına
uygun bir şekilde garantiler elde etmeye gayret ederlerdi. Bil
hassa Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsızlığını ve tamami
yetini temin etmeye çalışırlardı. Bu tarafsızlık ve tamamiyet
Rusya da dahil olmak üzere, büyük devletlerin müşterek ga
rantisi .altına alınabilirdi. Fakat sulh şartlan neşredildikten
sonra oynanan oyun tamamiyle meydana çıktı. Bu şartlarda
Türkiye'nin felaketten kurtulmasına imkan vermemek ve ilk
fırsatta onu ortadan kaldırmak hususunda alakalılarca güdü
len maksadı görmemek için kör olmak veya her türlü hakikat
mefhumunu kavramaktan aciz olmak icap eder.
Çok şükür, can çekişen adam ölmeye hazır değildir. İna
nılmayacak bir hayatiyet ve zindelikle tekrar doğrulmuştur.
Ve kendisini kemiren hastalığın hücumlarına muvaffakiyetle
mukavemet etmektedir.
Şimdi, Osmanlı İmparatorluğu 'odan bir parça koparmak
icap ettiği zaman Hıristiyanlık aleminin taassubunu tahrik
için Avrupa diplomasisi tarafından bir kızıl manto gibi kulla
nılan en dikenli meseleye, yani Türkiye'deki Hıristiyanlann
katliamı meselesine gelelim:
Spa notasında diğer milletler üzerindeki Türk hakimiye
tine ebediyyen son verilmesi zaruretinden şiddetli bir lisanla
bahsedilmekte ve "harbe tekaddüm eden uzun devrelerde Ba
bıali ile büyük devletler arasındaki münasebetler tarihinin, in
sanlık vicdanını isyan ettiren zulümlere son verilmesi için ya
pılan, fakat neticesiz kalan teşebbüslerin tarihi" olduğu ha
tırlatılmaktadır.
İnsan zekasının havalarda bile hakim olduğu bu sanat ve
muazzam terakkiler asrında, hakikatlere bu kadar susamış
33
olan Avrupa'nın, Orta Şarkta kendi gözleri veya Türklere kar
şı musamahakar davrandıkları iddia edilemeyecek olan ken
di ajanlarının gözleri önünde cereyan eden hadiselerin haki
katini anlamamakta ısrar etmesi cidden hayret edilecek bir
şeydir. Şahısların, hatta parlamentoların, Tanrının sırlarına
vakıf olmadıklarını kabul edelim. Fakat, Avrupa başvekalet
lerinin arşivlerinde bütün bu katliamların nasıl, kimler tara
fından ve niçin hazırlandığını veya ne gibi tahriklerin mahsu
lü olduğunu gösteren kalın gizli dosyalar mevcut değil midir?
1877 Türk-Rus harbinden evvel ve sonra neşredilen ha
kiki vesikalar, mesela Bulgaristan'da katliam sebepleri yarat
mak için emperyalist Rusya'nın konsolosluk ajanları tarafın
dan girişilen caniyane faaliyetini meydana çıkarmamış mı
dır? Rusya'nm İstanbul'daki eski büyük elçisi Nelidov'un son
zamanlarda neşredilen hatıraları bu karanlık ve iğrenç hadise
leri mükemmel bir şekilde aydınlatmaktadır. Tatar, Pazarcık,
eski Zara ve Filibe gibi bazı mahallerde binlerce Müslüman
Bulgarlar tarafından katledilmemiş midir? Fakat İnglitere'de
efkarı umumiye Bulgar katliamı hakkındaki yanlış haberler
karşısında müteessir olmuştur! .
1 5 seneden fazla bir zamandan beri Makedonya'yı kana
boyayan feci hadiselere gelince: İnsan haklarının korunması
namına hak ve adaleti inhisar altına almış olanların, yabancı
memleketler tarafından hazırlanan ve desteklenen bu uzun ve
elim anarşi devri esnasında Bulgarların, Sırpların ve Rumla
rın birbirlerini yok etmelerine mani olmak için kahraman
Türk'ün kendini feda ettiğini bu kadar çabuk unutmuş olma
larına cidden teessüf etmek lazımdır.
Birbirlerine karşı tahrik edilen bu muhtelif ırklar Bal
kanlar'da hegemonyayı paylaşmaya çalışmakta idiler. 1 908
34
Türk inkılabı bu planı suya düşürdüğü için yine ve daima Pet
rograttan uçurulan bir parola, o zamana kadar birbirlerini bo
ğazlayan bu küçük milletleri bir blok halinde birleştirdi. Os
manlıların bu büyük kalkınma ve huzur hamlesi, Jön Türkle
rin bu güzel ve mükemmel eseri Balkanlıların iğrenç ve cani
.
yane taarruzları karşısında eridi. Bunun dünya harbine mün
cer olan neticeleri malumdur. Statükonun muhafaza edilece
ğine dair resmen taahhütlerde bulunan Avrupa, sözünü tutma
dığı veya tutmak istemediği için cezasını çekti.
Ya Ermeni katliamı denecek? Fakat bunu kim inkar etti?
Maalesef 30 seneden beri bu gibi hadiseler cereyan etmiştir.
Fakat bunlara kim sebep oldu? Ermeni unsurunun kesif bir
halde bulunduğu Kafkasya'da her türlü Ermeni hareketine
mani olmak için Ermenileri Türkiye'de sultana isyana teşvik
eden emperyalist Rusya değil midir? Muhtemel bir Ermeni
ayaklanmasının bastırılmasına Rusya'nın muvafakati karşılı
ğı olarak, Çarın Sultan Abdülhamid'den haksız yere Ermeni
lere ait oldukları iddia olunan hem hudut eyaletlerde şimen
difer inşası imtiyazını aldığı hala bir sır olarak mı kalacak?
Türk'ün birdenbire Hıristiyan düşmanı veya daha mutaassıp
olmak için niçin altı asır beklediği makul bir sual olarak so
rulamaz mı? Fakat tarih Türklerin kendi hakimiyetleri altın
da sükunetle yaşayanlara karşı geniş bir müsamaha gösteren
birkaç millet arasında bulunduklarını şükranla kaydediyor.
Nihayet, imparatorluk içinde katledilen yalnız Ermeni
ler mi var? Beynelmilel yeşil masanın bu sevgili kuzuları
Türklerin misillemesini davet edecek hiçbir şey yapmadılar
mı? Rus topraklarında teşkil edilen Ermeni çetelerinin gad
darlığına kurban olan yüzbinlerce Türk'ün, Kürdün ve Ara-
35
hın kanı daima muzdarip insanlığı müdafaaya hazır olan me
deni Avrupa'nın gözlerinde hiçbir kıymet ifade etmiyor mu?
Asıl vahim olan cihet, bu çetelerin harp esnasında, yani
Türkiye'nin mevcudiyeti için çarpıştığı bir sırada faaliyette
bulunmuş olmaları ve Türk ordusunu kendi memleketinde ar
kasından vurmalarıdır.
Harp esnasında ortaya atılan prensiplere dayanarak istik
lale kavuşmak isteyen İrlandalı vatanseverlere İngiliz polisi
nin nasıl muamele ettiğini görerek, bu bedbahtlar eğer harbin
en hararetli zamanında isyan edip İngiliz kıtalarına hücum et
seydiler veya köylerde İngilizleri öldürmeye kalksaydılar
Lloyd George hükümetinin onlara ne gibi bir muamele yapa
cağını öğrenmek isterdik.
Türkiye gibi bir memlekette bir tenkil hareketinin şahsi
intikam hareketi mahiyetini alması ve gayri meşru gayelere
alet olması kadar kolay birşey yoktur. Fakat mütarekede müt
tefiklerin üniformasını taşıyan Ermeniler tarafından yapılan
taşkınlıkları, ik'a edilen korkunç cinayetleri nasıl mazur gö
relim? Onların iki seneden beri Kilikya'da, Suriye'de ve Azar
beycan'da yaptıkları katliamları tel'in etmemek mümkün mü
dür? Ermeniler A zarbeycan'da hükümet şefini birkaç arkada
şıyla beraber öldürecek kadar cüretlerini ileriye götürmüşler
dir. Resmi ajanlar tarafından ika edilen ve daha korkunç cina
yetleri zikretmek lazım gelirse tarafsız ve namuskar halk kit
lelerinin gözleri önüne aşağıdaki raporu sermekle iktifa ede
ceğiz. Bu rapor geçen sene İzmir'de Avrupa kuvvet ve adale
tinin sembolü olan müttefik filosunun kayıtsız gözleri önün
de cereyan eden kanlı hadiseleri mahallinde resmen tahkik
eden fevkalade müttefik komisyonunun azalan tarafından ka
leme alınmıştır:
36
İZMİR İ
' N V E CİVARININ YUNANLILAR
TARAFINDAN İŞ GALİ H AKKINDA
MÜTTEFİKLER ARASI KOMİSYONUN RAPORU
Mesuliyetlerin tesbiti
Madd e 1- Mütarekeden beri Aydın vilayetinde
Hıristiyanlann umumi vaziyetinin memnuniyeti mucip old
uğu yapılan tahkikattan anlaşılmıştır.
lzmir'in işgali emri yanlış malumata dayanılarak sulh
konferansı tarafından verilmiş ise de, hadiselerin asıl mesuli
yeti bu gibi malumatı hazıtlayan veya tahkik etmeden veren
şahıslara veya hükümetlere aittir. Bu malumattan tesbit edilen
noktalar numara 1 'de bahsedilmiştir. (İtalya'yı temsil eden
general bu hususta 37. celsenin zaptında yazılı ihtiraz kayıt
larını tekrar eder.)
Madd e 2- Hadiselerin başlıca sebebi dini kinlerde aran
malıdır. Yunanlılar nümayişlere mani olmak için hiçbir şey
yapmamışlardır. Yunan işgali, medeni bir vazifenin ifası şek
linde tecelli etmekten uzak kalmış ve derhal bir fetih ve haç
lı seferi mahiyetini almıştır.
Madd e 3- 15 ve 16 Mayıs 'ta karaya çıkmayı takip eden
ilk günlerde lzmir'de ve şehrin yakın civarında cereyan eden
hadiselerin mesuliyeti Yunan yüksek askeri kumandanlığına
ve vaizfelerini yapmamış olan bazı subaylara terettüp etmek
tedir. Yunan hükümeti aldığı ceza tedbirleri ile bu mesuliyeti
tanımıştır.
Bununla beraber, mesuliyetin bir kısmı Yunanlılar gel
meden evvel adi suçluların hapishanelerden kaçmalarına ve
37
silahlanmalarına mani olmak için hiçbir tedbir almamış olan
Türk makamlarına terettüp etmektedir.
Madd e 4- Yunan hükümeti kendisini İzmir'de temsil
eden yüksek sivil otoritenin şahsında, Yunan kıtalarının ileri
hareketi esnasında memleketin iç bölgesini kana boyayan va
him karışıklıklardan mesuldür. Çünkü:
a) Yukarıda zikredilen otorite, M. Venizelos tarafından
telgrafla verilen yüksek meclisin talimatına uymamıştır. Bu
otorite, itilaf mümessilinin müsaadesini almadan 1 0-23 Ma
yıs'ta, askeri kumandanlığa İzmir sancağı hudutlarının dışın
da bulunan Aydın, Manisa ve Kasabaya (Turgutlu) kıtalar
gönderilmesine emir verme müsaadesini tebliğ etmiştir.
b) ·Aynı otorite halka işgal sahasının genişliği hakkında
kasten malumat vermemiştir. Bu suretle, Müslüman ahalinin
heyecanının artmasına ve daha sonra karışıklıkların fazlalaş
masına sebep olmuştur.
Madd e 5- Yüksek Yunan makamları, memlekette silah
lı sivillerin dolaşmasına müsaade ettikleri için de mesuldür
ler. Bu makamlar bazı askeri ve polis hareketleri için nizami
kıtalarla birlikte bu silahlı sivillerin de kullanılmasına müsa
ade etmiştir.
Madd e 6- Menderes vadisinde vukua gelen karışıklık
ların ilk sebebini haksız olarak yapılan işgalde aramak la
zımdır. Yunan kıtalarının yürüyüşü ve yerleşmesi esnasında
vukua gelen müessif hadiseler, bu kıtalar yürüyüşe başlar
başlamaz memleketin bir harp haline girmiş olmasından ile
ri gelmiştir.
Türklerle Yunanlılar arasında asırdan beri mevcut olan
kin, hadiselerin sık sık tekerrür etmesinde ve vahşiyane bir
38
şekil almasında başlıca amil olmuştur. Bu hadiselerden yalnız
Yunanlıları mesul tutmak doğru değildir.
Aynı mülahazalar, Bergama bölgesinde, Manisa ve Öde
miş civarında vukua gelen hadiseler için de ileri sürülebilir.
Madd e 7- Bunun aksine olarak Menemen katliamından
yalnız Rumlar mesuldür. Bu katliam hazırlanmamıştır. Fakat,
Bergama meselesi dolayısıyla kıtalannın galeyan halinde bu
lunduğunu bilen Yunan kumandanlığının, sinirli ve yorgun
olan ve korku içinde bulunan askerlerinin hiçbir tahrik
karşısında kalmadan sivil Türkleri öldürmelerine engel
olacak tedbirleri alması lazımdı. Ve bu tedbirleri alabilirdi.
Menemen'de bulunan Yunan subayları vazifelerini katiyen
yapmamışlardır.
Madd e 8- Vaziyet şimdi düzelmiş olmasına rağmen, Ay
dın vilayetinde sükunet teessüs edememiştir.
Anadolu ile ticari muameleler hemen kamilen durmuş
tur. Bu vaziyet işgalin ve Türk sivilleriyle Yunan kıtalan ara
sında devam eden harp halinin bir neticesidir. Yunan kıtalan
artık işgal bölgelerini genişletertıemektedirler.
Eski eşkiya çetelerinin reisleriyle müştereken hareket
eden milli Türk hareketlerinin şefleri, emirleri altındaki kuv
vetler W;erinde kafi bir otorite tesis edemedikleri için bu bir
likler bazan akınlar yapmaktadırlar. Bu itibarla halen memle
kette hüküm süren vaziyetin mesuliyeti kısmen kendilerine
terettüp etmektedir. Bu mesuliyetin arkasında bugüne kadar
milli hareketin şefleri üzerinde hiçbir otoritesi bulunmayan
Türk hükümetiniiı mesuliyeti belirmektedir.
Komisyon Azalan
39
KOMİSYONUN VARDIGI NETİCELER
40
hariç olmak üzere işgal edilen bölgelerde Türk unsuru, Rum
unsuruna· nisbetle hakim bir ekseriyettedir.
Mukavemetini izhar eden Türk milli şuurunun böyle bir
ilhakı kabul etmeyeceğine dikkati çekmek komisyonun vazi
fesidir. Türk milli şuuru ancak kuvvet karşısında, yani Yuna
nistan' ın tek başına herhangi bir muvaffakiyet şansı ile yürü
temeyeceği askeri bir sefer karşısında eğilecektir.
3- Bu şartlar altında komisyon aşağıdaki tedbirleri teklif
eder:
a) Yunan kıtaları tamamen veya kısmen çok daha az sa
yıda müttefik kıtalarınıi yerlerini bir an evvel terketmelidir
ler.
b) Yunanlıların izzetinefsini korumak için Yunan kıtala
rından bir kısmının işgalde işbirliği yapması kararlaştırıldığı
takdirde bu kıtaların, milli Türk kuvvetleriyle doğrudan doğ
ruya temas etmelerine mani olmak için, işgal edilen bölgenin
içine dağıtılması.
c) İşgalin müttefikler tarafından gerçekleştirilmesini
müteakip Türk hükümetinden müttefik subaylarının idaresi
ve kumandası altında jandarmanın yeniden teşkilatlandırıl
masının istenilmesi. Jandarma bir an evvel bütün bölgede ni
zamı temin edecek ve bu maksatla müttefik müfrezelerinin
yerini alacak bir hale getirilmelidir.
d} Türk hükümeti jandarmayı yeniden teşkilatlandır
makla beraber sivil idarede de islahat yapmalıdır.
4- Türk milli hareketinin şefleri muhalefetlerinin yalnız
Yunanlılara karşı olduğunu bildirdiklerinden bu tedbirler si
lahla mukavemete devam etmeleri için ortada hiçbir sebep bı
rakmayacak ve İstanbul'daki merkezi hükümete temin ede
mediği otoriteyi kazandırmış olacaktır.
41
Nizami kıtalann terhisi için ortada hiçbir sebep kalma
yacaktır.
Aksi takdirde itilaf, Türklerin, gerek milli hareket şefle
ri, gerekse hükümet erkanı vasıtasıyla izhar ettikleri sadakat
hisleri hakkında nihayet bir fikir sahibi olabilecektir.
Komisyon azalan:
Amiral Bristol (Amerika Birleşik Devletleri murahhası)
General Bunoust (Fransız murahhası),
General Hare (İngiltere murahhası),
General Dall'olio (İtalya murahhası).
Bu tahkikatın ne gibi bir netice Yerdiği malumdur.
Babıali, İzmir'deki Yunan işgalinin muvakkat olacağına
dair müttefiklerden resmi teminat aldı. Tipik olan cihet, bü
yük devletlerin yeniden resmi bir vaadde bulunmuş olmaları
na rağmen M.Venizelos'un Roma'dan geçerken, bana, birkaç
gün sonra "İzmir'e oradan çıkmak için gitmediğini, orada bu
lunduğunu ve orada kalacağını" söylemiş olmasıdır.
Fakat büyük devletlerin teminat ve vaidlerini en iğrenç
şekilde tekzip eden Sevres muahedesidir. Bu muahede ile, bu
Türk vilayeti Osmanlı İmparatorluğu'ndan alınarak düpedüz
Yunanistan'a verilmiştir. Büyük bir siyasi yanlışlık ve anla
şılmaz bir adaletsizlik eseri olarak büyük devletler bu muahe
de ile Osmanlı Trakyasını da Yunanistan'a cömertçe hediye
etmişler, Edime'nin tarihi bir kıymeti olduğunu, Türklerin
mukaddes bir şehri mahiyetini taşıdığını ve lzmir'de olduğu
gibi bu vilayette de Türklerin ezici bir ekseriyette olduğunu
dikkate almamışlardır. ( 1 60 bin Rum'a mukabil, 460 bin
Türk. Bütün Trakya'da 253 bin Ruma mukabil, 992 bin 862
Türk vardır.)
Bu iki vilayette Türkler'in ekseriyette bulunduklarının
42
bir delili olarak İzmir ve Trakya'daki Müslüman ve Rumların
mübadelesine dair Temmuz 1 9 14'de M.Venizelos ile akdetti
ğim anlaşmayı zikredebilirim.
Filhakika zikredilen vilayetlerde ekseriyet Rumlarda
olsaydı M.Venizelos böyle bir anlaşmayı imza eder miydi?
Fransız askeri makamlarının Trakya'yı işgal ettikleri za
man tanzim ettikleri bir istatistik bu hususta başka bir delil
teşkil etmektedir. Bu vesikada gösterilen rakamlar, tarafım
dan San Remo ve Paris konferansına gönderilmiş olan
muhtırada ve protesto mektubunda verilen malumata tama
miyle uymaktadır.
Bu vesikaların metinleri aşağıdadır:
43
edememiş olması, diğer binbir engel arasında, iki asırdan be
ri bu uzun vadeli işin başarılması için gereken imkan ve sü
kunete kavuşmamış olmasından ileri gelmektedir. Çünkü, im
paratorluk her 1 0, 1 5, 20 senede bir komşularının taarruzla
rına maruz kalmıştır. Son 1 2 yıl içinde cereyan eden vukuat
Türkler tarafından terakki yolunda ve Avrupa anlayışı istika
metinde yapılan her hareketin veya atılan her adımın, fena
karşılanmakla kalmayıp aynı zamanda merhametsiz düşman
ları tarafından şiddetle engellendiğini açıkça göstermektedir.
Hıristiyanların imparatorluk içinde maruz kaldıkları id
dia edilen tazyiklere gelince, şu ciheti dikkate almak kafidir
ki, Türk Asya'da bin seneyi geçen bir hakimiyetten sonra, Av
rupa'da Hıristiyan milletlerin mukaddes iman namına durma
dan ve merhamet etmeden birbirlerini boğazlamaları geçen
asrın bu kararsızlığı içinde, evet, bedbaht Musevilerin aynı
iman namına Avrupa'dan bilamerhamet kovuldukları ve iş
kenceye maruz bulundukları bir sırada, Türkler kendi geniş
ve kuvvetli imparatorlukları içinde yalnız milyonlarca
Hıristiyanın mevcudiyetine değil, aynı zamanda onların ka
nunları ve adetleri içinde hiçbir güçlüğe uğramadan mevcu
diyetlerini muhafaza etmelerine, gelişmelerine ve umumiyet
le hakim ırkın zararına olarak zenginleşmelerine müsaade et
mişler ve Hıristiyan Avrupa tarafından kovulan bedbaht mil
letlere geniş ve pederane bir misafirperverlik göstermişlerdir.
Bugün bütün hak ve adalet prensiplerine aykırı olarak
asil ve mukaddes Trakya ve Anadolu topraklarına yerleşebi
leceğini zanneden Yunanistan aynı müsamaha misalini vere
bilir mi? Yunanlı olmayan unsurlara karşı iç politikasının ve
bilhassa kendi hakimiyeti altına geçmek talihsizliğine uğra
yan ve 1 883 'den evvel Teselyanın geniş ve münbit ovalarını
44
dolduran 300 bin Türk' ün, Epir'deki yüzbinlerce Müslüman
Arnavut' un, Girit' teki 50 bin ve Makedonya'daki 800 bin
Müslümanın hesaplarını verebilir mi?
Modem medeniyetin bu acı ve ebediyyen utandırıcı fas
lı üzerinde fazla durmak lüzumunu hissetmiyorum. Çünkü
galip devletler tamamiyle Türk olan İzmir' i, nizamı iade et
mek bahanesiyle, mütareke devrinde işgal eden eski Yunan
medeniyeti varislerinin binlerce Müslümanı nasıl öldürdük
lerini tesbit için 4 ay evvel müttefikler tarafından yapılan tah
kikat neticesinde daha fazlasını öğrenmiş bulunuyorlar.
Ben sadece, yüksek meclisin hayırhah dikkatine arzedil
mek üzere evvelki gün tarafımdan ekselans Mr. Lloyd Geor
ge' a gönderilmiş olan vesikalarda da mevcut olan bazı ra
kamları burada göstermekle iktifa edeceğim.
45
lardan çıkarılmıştı. Temmuz 1914 'de Atina elçisi bulundu
ğum sırada M. Venizelos ile imzaladığım anlaşma mucibince
Makedonya Müslümanları ile mübadele edilecek olan Trak
ya ve İzmir Rumları kategorisine dahil bulunmakta idiler.
M. Venizelos 'un bugün İzmir vilayetinde ekseriyetin Rumlar
da olduğunu söylemesi yeni Hellad ajanlarının bu talihsiz
Müslüman vilayetinde iğrenç olduğu kadar hazin bir iş gör
müş olmalarından ileri gelmektedir.
Müslüman Rum Ermeni
Adana 84 1 .903 (% 83) 8.974 (% 3) 57.687 (% 1 4)
Trabzon 921 . 128 (% 83) 161 .564 (% 14) 40.237 (% 3)
Erzurum 673.297 (% 82) 4.864 1 36.6 1 8 (% 1 6)
Van 1 79.380 (% 69) 57.732 (% 22)
Şimdi bay reis, bu rakamların belagati ve mütarekeden
beri bedbaht Osmanlı topraklarını kana boyayan hadiselerin
dehşeti karşısında Türk milleti alnı açık olarak ve en gururlu.
bir sükunet içinde tarihe karşı bütün dünyayı adalet, ittihat ve
sulhün sağlam temellerine istinat ettirmek gibi ağır bir mesu
liyeti yüklenmiş olan galip devletlerin adilane ve insani kara
rını beklemektedir.
Bu devletlerin yegane ve en doğru yolu, yani Osmanlı
milletinin ve onun aynı zamanda yeryüzündeki 350 milyon
Müslümanın yüksek şefi olan Sultanın tarihi ve dini hakları
na riayet yolunu seçmelerini Allah'tan diliyorum.
Mazlum milletlere karşı İtalya hükümetinin alicenabane
ve haynhahane hareket tarzından cesaret alarak ekselansları
na Türk. milletinin şükranlarını sunar, derin hürmetlerimi te
yid ederim.
Galip Kemali
(İtalya'da mezunen bulunan orta elçi)
Roma, 17Temmuz1920
46
PARİS KONFERANSINA VE BirrtiN DCNYA
DEVLETLERİNİN BAŞVEKALETLERİNE
GÖNDERİLEN NOTA
47
gara mukabil 992.687 Türk) kendi mukadderatı hakkında ka
rar verecek yegane unsur olduğunu resmen ve alenen beyan
eder. Ve davasının haklılığına imanının parlak bir delili olmak
üzere, Milletler Cemiyetinin kontrolu altında yapılacak bir
plebisitin neticelerini şimdiden kabul eder.
�
Trakya Müslümanları büyük devlet erin yüksek hak ve
adalet hislerinden ilham alarak, Müslümanlara karşı bariz bir
haksızlık teşkil eden yersiz bir karan geri alacaklarını ümit
ederler. Bu karar, kuvvet ve şiddet yoluyla ayn ırk ve dinden
olan bir bölgenin yabancı bir devletin hakimiyeti altına gir
mesine sebep olmaktadır. Bu devletin hakimiyeti altına gir
mesine sebep olmaktadır. Bu devletin ananeleri ve idare sis
temi, mevcut olduğu günden beri, kendi hakimiyeti altına
geçmek bedbahtlığına maruz kalan milletlerin hayat hakları
nı tanımadığını isbat etmiştir.
Galip Kemali
Mezun Orta elçi ve Trakya murahhas
heyeti reisi
48
olsaydılar bu milletlerden hiçbiri Türklere isnat edilen cebir
ve tazyikten kendini kurtaramazdı.
Bu milletlerin, 7 asırlık bir esaretten sonra bugün hata
imparatorluk içinde müreffeh bir halde bulunmaları, bu cebir
ve tazyikin mahiyeti ve neticesi hakkında Avrupa efkarını ay
dınlatacak bir vakıa teşkil eder.
20. asırda yabancı bir hakimiyet altına geçmek talihsiz
liğine uğrayan milyonlarca Müslümanın medeniyet ve terak
kiye en iyi intibak etmek iddiasında bulunan idareler altında
hayatlarını, şereflerini ve dinlerini muhafaza etmek ve aynı
kolaylık ve müsamaha ile gelişmek imkanını bulmaları arzu
edilir.
Müttefiklerin notası Suriye'den Mezopotamya'dan ve
umumiyetle Türk olmayan bütün milletlerin Türk boyundu
ruğundan kurtarılması zaruretinden bahsediyor. Bu notada
deniliyor ki:
" - Yakın Şarkta Türk olmayan birçok milletleri Osman
lı hakimiyeti altında bırakmak doğru birşey olmadığı gibi, de
vamlı bir sulh temini bakımından da hatalıdır. Müttefik dev
letler, Trakya ve İzmir'i Osmanlı hakimiyetinden ayıran mu
ahede hükümlerinde hiçbir değişiklik yapılmasına muvafakat
edemezler, çünkü bu toprakların her ikisinde de Türkler ekal
liyettedir."
Fakat, Avrupa devletleri hangi prensibe dayanarak ken
dileriyle aralarında hiçbir yakınlık olmayan milletlerin mu
kadderatını tayin etmeye kalkıyorlar?
Herhangi bir karar ittihaz etmeden evvel, Müttefikler hiç
olmazsa bu milletlerle istişarede bulunmuşlar mıdır? Veya
bunların namına konuşmak için kendilerine hukuki bir mes
net temin etmişler midir? Eğer bu milletleri temsil ediyorlar-
49
sa Suriye'de, Mezopotamya'&, İzmir'de, Trakya'da ve başka
yerlerde neden bu kadar büyük kuvvetler tahşidine lüzum gö
rüyorlar? Ve bilhassa bu topraklarda iki seneden beri durma
dan, dinlenmeden vukua gelen çarpışmaların sebebi nedir?
Harp esnasında, hükümdar-halifelerine ihanet eden bazı
şefler bu suçlarını, hiç olmazsa, memleketlerini herhangi bir
hakimiyetten kurtarmak gibi vatani bir hareketle haklı göster
medikleri takdirde, İslam aleminin ebedi kinine ve lanetine
iki defa layık olmuş olurlar.
Fakat hal hiç de böyle değlidir. Ne Suriye, ne Mezopo
tamya, ne de Hicaz arapları ağırlığını şimdiden hissettikleri
yeni ve hakiki boyunduruğu kabul etmek istemeyeceklerdir.
Trakya ve İzmir' e gelince; ekseriyet bu vilayetlerde
Rumlarda ise, muahede hükümlerine göre, bu toprakların ka
derini tayin edecek olan plebisit niçin uzak bir tarihe bırakıl
dı? Sonra nasıl, oldu da Yunanistan iki seneden beri Türk
ekalliyeti ile başa çıkamadı? .
M. Lloyd George'un, M. Venizelos'un mübalağalı bir
çok defalar esassız iddialarını ciddi telakki ederek haksız ve
makul olmayan şartları Türklere şiddet ve kuvvetle kabul et-
. tirebileceğine inanması cidden tesadüfe şayandır. Daha çok
esefle karşılanacak bir nokta vardır: M. Lloyd George'un bu
politikanın İngilterenin hakiki menfaatlerine uygun olduğu
nu, bir an için dahi olsa, kabul etmesidir.
İngiltere asırlardan beri Rusya'nın emperyalist politika
sıyla mücadele etmiştir. Çünkü bu politika İngiltere'nin As
ya'daki müstemlekeleri için bir tehdit teşkil etmiş ve Pan-İs
lamizm, Avrupa'da ve Asya'da fiili bir hegemonya tesis et
mek tehlikesini göstermiştir. Bu hegemonya, Almanyanın
önüne geçmek üzere bulunduğu bir sırada, İngiltere Rusya ile
50
bir ittifak akdetmiş ve o andan itibaren bu yeni ve eskisinden
daha korkunç olan kuvvetin büyümesine ve genişlemesine
her ne pahasına olursa olsun mani olmak için elinden gelen
gayreti sarfetmiştir.
Almanya ve İngiltere nasıl olsa bir gün boy ölçüşecek
lerdi. Ve o gün daha çok gecikemezdi. 45 seneden beri, ken
disine Alsace ve Lorraine' in avdetini sağlayacak bir intika
mın peşinde koşan Fransa'ya gelince, bu memleket kendisi
ne ittifaklar temini için her fırsattan istifade etmekteydi. Rus
ya 'nın durmadan, dinlenmeden Türkiye'yi tazyik etmek ve
zayıflatmak politikasını geliştirdiği bir sırada ananevi dostlar
Şarkta kendilerine karşı daima müzahir ve dost olan bir mil
leti ihmal etmekte beis görmemişlerdir.
Bu kayıtsızlık, alakalıların günün birinde ebedi Şark me
selesini gizli maksatlarına göre halletmek hususundaki arzu
larının bir ifadesinden başka bir şey olamaz. Türkiye işte bu
nun için, tecrit edilse bile ihmal edilmiş ve tesadüfe bağlı te
şebbüslere atılmak zorunda bırakılmıştır. Böyle olmasaydı,
İngiltere ve Fransa kuvvetli ve tekrar canlanmış bir Türki
ye'nin mevcudiyetini cidden istemiş olsaydılar; Jön Türkle
rin, bazan mahalline masruf olmamakla beraber, takdire pek
layık olan gayretlerini felce uğratan devamlı sarsıntılara ka
yıtsız bir gözle seyirci kalamazdılar. Ve nihayet Türkiye'nin
birbiri arkasından bu kadar felaketlere uğramasına müsama
ha edebilirler miydi? Bu şartlar altında, Türkiye'yi dostlarına
karşı vefasızlıkla itham etmek ve ona medeni milletlerin dost
luğuna ve hayyırhahlığına layık olmayan bir memleket mu
amelesi yapmak doğru mudur? Bilhassa onu, sözde zararsız
bir hale getirmek için, mahvetmek veya zayıflatmak ihtiyatlı
ve siyasete uygun bir hareket olur mu?
51
Ne olursa olsun, mütarekeden beri İstanbul'da tatbik edi
len metotlar bu neticeyi temin etmekten, hele galip büyük
devletlerin Şarkta itibarını artırmaktan pek uzaktır.
Türk milletinin kendi payitahtında hoyrat ve gayri in
sanı muamelelere maruz kalması, iki seneden beri bu şehir
de hüküm süren baskı ve mezalim, galip milletlerin ruh asa
leti ve idare üstünlüğü hakkında hiç de iyi bir fikir verme
mektedir.
Mütareke mukavelesinin iyice malum olan hükümlerine
aykırı olarak idareye el konulması, kitle halinde yapılan tev
kifler, imparatorluğun en yüksek şahsiyetlerinin Malta'ya sü
rülmesi, dünya harbinin en kanlı ve şanlı muharebe meydan
larında şöhret kazanmış olan Osmanlı ordusu kumandanları
na reva görülen hakaretamiz muameleler hiçbir zaman haklı
gösterilemez.
Nihai muvaffakiyeti elde edenlerin bu kanunsuz ve hazin
hareket tarzlarıyla, memleketlerine ölüm saçan nisbetsiz ve
korkunç mücadeleye rağmen Kutul-Amara'nın kahraman
müdafiine senelerce bir prens muamelesi yapmış olan Os
manlıların hareket tarzları arasında ne büyük bir tezat göze
çarpıyor.
Fakat, İstanbul'un işgal edildiği gün ( 1 6 Mart 1 920) se
kiz yüz bin Türk kendi payitahtlarında daha feci, daha tüy
ler ürpertici sahnelere şahit olmuşlardır. Aşağıdaki vesika
lar daha iyi konuşacaklar ve dünya efkarına hakikatleri bü
tün çıplaklığıyla anlatacaklardır.
Eski ve yeni medeniyetin mümessilleri tarafından yapı
lan bu taşkınlıkların asil Türk topraklarını kirleten son teza
hürler olmasını Tanndan dileriz. Bu topraklarda milyonlar-
52
ca Hıristiyan ve yabancı, asırlarca en geniş ve samimi misa
firperverliğine nail olmuşlardır. Türk milleti, Tanrının izniy
le büyük medeni milletler arasında hak ettiği yeri yakında
alacaktır.
53
16 Mart 1920 tar ihli müşt erek notanın zeyli
17 Mart 1920
54
ekselansları tarafından . . . . ve . . . meslekdaşlarıyla birlikte gön
derilen l 6 Mart tarihli müşterek notayı ve zeylini aldığımı
bildirmekle şeref duyarım.
Bu münasebetle İstanbul 'da müttefiklerin emniyetini
tehdit edecek bir vaziyet mevcut olmadığına işaret etmek is
terim.
Şehirde hiçbir karışıklık vukua gelmediği gibi bir nizam
sızlık ihtimalini de akla getirecek bir hadise bile cereyan et
memiştir. Esasen müttefik devletlerin elinde her ihtimale kar
şı koymaya yetecek miktarda kuvvet mevcuttur.
Bu şartlar altında, İmparatorluk Hükümeti böyle bir ted
birin zaruretini izah edememekte ve en esaslı haklarına yapı
lan bu tecavüzü protesto etmeyi bir vazife bilmektedir.
Anadolu'daki harekete gelince, bu hareketi doğuran baş
lıca sebebin Aydın vilayetinin tamamıyla haksız olarak Yu
nan kıtaları tarafından işgali ve bu kıtaların, yerli Rumların
da iştirakiyle ika ettikleri, işitilmemiş zulüm ve gaddarlıklar
olduğu ekselanslarınca da malumdur.
O tarihte, büyük bir Ermenistan ve bir Pontos Rum dev
leti ihdas edileceğine dair ısrarla dolaşan şayialar ve heyecan
verici diğer söylentiler ve neşriyat bu hareketin Anadolu'nun
daha büyük bir kısmı üzerinde yayılmasına sebep olmuştur.
İmparatorluk hükümeti bu harekete yabancı kalmıştır.
Esasen mütarekenin uzun sürmesi ve onun tatbik şartları, hü
kümetin otoritesini geniş bir ölçüde azaltmış olduğu için, bu
hareketin kontrolü mümkün olamamıştır.
Hükümet, bahis mevzuu olan hareketin idarecileri veya
mensupları tarafından yapilmış olan tecavüzleri tasvip ve tec
viz etmediğini beyan eder.
Bu münasebetle Babıali, mütarekeden beri Anadolu'nun
55
hiçbir yerinde katliam yapılmadığını bir kere daha beyan et
mek ister.
Maraş hadiselerine gelince, bunun sebepleri evvelce izah
edilmiştir. Orada Müslümanlarla silahlı Ermeni müfrezeleri
arasında çarpışmalar vukua gelmiş ve bu çarpışmalara bu
müfrezeler sebebiyet vermişlerdir. Babıali, bazı kimselerin
bu çarpışmaları bir Ermeni katliamı gibi göstermek istemele
rine teessüf eder. Bu hadiseler hakkında muhtelit bir heyetin
tahkikat yapması yüksek komserlerden istenmiştir. Ve Babı
ali bu talebinde ısrar etmektedir.
Mezkur notada ekselansları, bu gibi hadiseler veya teca
vüzler tekerrür ettiği takdirde Türkiye ile akdedilecek sulh
muahedesindeki şartların ağırlaştırılacağını ve yapılan taviz
lerin geri alınacağını ilave etmektedir.
Memlekette emniyeti bozacak hadiseler cereyan etmeye
ceği ümidini izhar ederim. Diğer cihetten müttefik devletle
rin bazı kimselerin düşüncesiz hareketlerinin veya sözlerinin
neticelerinden Osmanlı milletinin mesul tutulmasının ve bu
milletin mukadderatının ·İradesi haricinde cereyan eden mün
ferit hadiselere bağlanmasının doğru olmayacağını kabul
edeceklerinden emin bulunmaktayım. Yüksek müttefik mec
lisinin Türkiye hakkındaki kararlarında daha yüksek mülaha
zalardan ve hislerden ilham alacağından şüphe etmemekte
yim.
Bilvesile . . . . . . . .
56
sıf beylerin dün akşam saat sekizi çeyrek geçe İngiliz asker
leri tarafından meclis binası içinde zorla tevkif edildiklerini
ekselanslannıza bildirmekle şeref duyanın.
Ayandan Çürüksulu Mahmut Paşa da evinde esef verici
şartlar içinde tevkif edilmiştir.
Bu hareketlerin parlamento azalarına tanınan ve her
memlekette riayet edilen dokunulmazlık prensibine tamamiy
le aykırı olduğunun tarafı alilerince kabul edileceğinden emi
nim.
İmparatorluk hükümeti, umumi efkarı pek kötü bir tesir
altında bırakması ve memlekette nahoş akisler husule getir
mesi ihtimali bulunan bu hareketleri protesto etmeyi kendisi
için bir vaı;ife addeder.
Bu ve�ile ile . ..
17Mart 1920
N. 21221 / 87
57
gönderilecek telgrafların serbest bırakılması hususunda Os
manlı Telgraf dairelerini kontrol eden subaylara emir veril
mesi için yüksek askeri makamlar nezdinde teşebbüste bu
lunmalarını ekselanslarımızdan rica ederim.
Bu vesile ile....... .
17Mart 1920
N. 21229/86
58
H ARİCİYE NAZIRI S AFA BEY 'DEN
İNGİLİZ YÜKSEK KOMSERLERİNE
17Mart 1920
N. 21220/130
59
miştir. Bu teessüfe şayan hadiseyi bildirirken, mezkfır İngiliz
askerlerinin hareket tarzı hakkında verilecek hükmü ekse
lanslarına bırakır ve bu gibi vakalann tekerrür etmemesi için
gereken tedbirlerin alınacağını ümit ederim.
17/Mart/1920
60
' 1 6 Mart'ta İstanbul gazetelerinde neşredilen tebliğin 4. fıkra
sında herkesin sultanın emirlerine itaat etmesi lazım geldiği
kaydedilmekte ise de, imparatorluk hükümeti, bu telkinin tat
biki geniş bir ölçüde İstanbul makamlarıyla Anadolu vilayet
leri arasında muhabere imkanına bağlı bulunduğu kanaatin
dedir. Halbuki, İstanbul'un işgalinden beri memleket dahili
ile her türlü posta ve telgraf muharebeleri tamamiyle kesilmiş
bulunmaktadır.
Burada cereyan eden hadiseler hakkında resmi malumat
tan mahrum bulunan imparatorluğun A sya vilayetlerinin, iş
galin şumulü ve neticeleri hakkında bir fikir edinemedikleri
için, bu gibi hallerde olduğu üzere süratle ve yanlış olarak ya
yılan söylentileri bile izam ederek mezkur tebliğde hedef tu
tulan maksada tamamiyle aykırı bir netice verecek olan tehli
keli bir galeyana kapılmalarından korkulur.
Bundan başka imparatorluk hükümeti, umumi nizamın
temini zımmında İstanbul 'da verilecek kararların vilayetlerde
tatbikini sağlamak üzere her şeyden evvel Asya vilayetleriy
le posta ve telgraf muharebelerinin derhal başlaması elzem
olduğu kanaatindedir.
İmkanların isabetli bir anlaşından doğan bi mülahazala
rın doğruluğunun ekselanslarınca takdir buyrulacağından
emin olan imparatorluk hükümeti, .kesilen hatların ve muha
beratın bir an evvel tesisi icap edenlere gereken talimatın sü
ratle verilmesini rica eder ve aksi takdirde Payitaht ile vila
yetler arasında temasın kesilmesi neticesinde vukua gelebile
cek hadiselerden mesul olamayacağını beyan eder. Bu teşeb
büsün müsbet bir şekilde karşılanacağı ümidiyle hürmetleri-
min kabulüne ......... .
61
H ARİCİYE NAZIRI SAFA BEYDEN
İNGİLTERE YÜKSEK KOMSER LİGİNE
18/Mart/1920
N. 21245/94
MUHTIR A
19/Mart/1920
62
Ödemiş istikametinde taarruzlarına devam ederek Köldik
ovasını işgal etmişler ve açtıkları ateş karşısında korkarak
kaçmaya çalışan bu bölgenin sakinlerini, kadınlar ve çocuk
lar da dahil olmak üzere katlettikten sonra evlerini yakmışlar
dır. Çine kasabası bombardıman ve yağma edilmiştir.
Salihli (Aydın vilayeti) kaymakamının geçende Osman
lı hükümetine çektiği bir telgrafta, müttefik devletler tarafın
dan kendilerine gösterilen bölgenin ilerisinde harekete geçen
Yunan kıtalannın Bozbağ, Kötek ve Teke mevkilerini tahrip
ettikten sonra Ödemiş'e bağlı dört köye ateş vererek bunları
da tahrip ettikleri bildirilmektedir. Binlerce aile, çocuklarıy
la birlikte düşmandan kaçarak bitap ve yan ölü bir halde Sa
lihli'ye gelmişlerdir. Kaçamayanlar derhal öldürülmüş ve ka
dınlar müstevlilerin tecavüzüne uğradıktan sonra aynı akıbe
te maruz kalmışlardır.
63
TERKOS TESİSLERİNİN YUNANLILAR
TARAFINDAN İŞGALİ VE
HADIMKÖY'DE HAYDUTLUK VAKALARI
MUHTIRA
21/Mart/1920
21 Mart 1920
N. 21264/9 7
64
lanslarına payitahtla vilayetler arasındaki resmi telgraf muha
berelerinin inkıtaa uğradığını bildirmiştim.
Beş günden beri dahiliye nezaretine hiçbir telgraf habe
- ri gelmemiş ve bu dairenin talimatından hiçbiri vilayet ma
kamlarına ulaştırılamamıştır.
Bu vaziyet karşısında, imparatorluk hük:ümetince duyu
lan derin endişeyi gizleyemeyeceğim. Muhaberatın inkıtaın
dan doğacak idari mahzurlar hariç olmak üzere bunun, impa
ratorluk hük:ümeti ve müttefik devletler tarafından izalesi
kendi menfaatleri iktizasından olan ilk neticesine işaret et
mek isterim.
Filhakika, lstanbul'un askeri işgal altına alındığına ve bu
münasebetle bazı hadiseler cereyan ettiğine dair doğru veya
yanlış olarak dolaşan haberler halen vilayetlere ulaşmış bu
lunmaktadır. Bu haberler galip bir ihtimalle ya izam edilmiş
veya hakikate aykırı bir şekle bürünmüştür. Sükunet ve amme
nizamının temini bakımından vakit geçirilmeksizin bu şayi
zj
alara nihayet verilmeksi n büyük bir ehemmiyeti vardır.
Bu sebeple vilayetlerde efkarı umumiyeyi teskin etmek,
vilayet makamlarına emirler verebilmek ve vilayetlerde cere
yan eden hadiseler hakkında malumat alabilmek üzere Türk
çe telgraf muharebelerinin Osmanlı makamları için serbest
bırakılması hususunda işgal makamları nezdinde süratle te
şebbüste bulunmanızı rica ederim.
65
bir İngiliz müfrezesi tarafından evinde tevkif edilerek bir
harp gemisine götürüldüğünü ekselanslarına arzederim.
Hiçbir veçhile haklı görülemeyecek olan ve hükümetin
en meşru haklarına bir tecavüz mahiyetini taşıyan bu hareke
tin ne kadar vahim olduğu takdir buyrulacaktır.
Sait Paşa'nın serbest bırakılması için lazım gelen teşeb
büslerde bulunulmasını ekselanslarından rica ederim.
23/Mart/1920
66
Haksız bir hareketi takbih etmek icap ettiği zaman M.
Lloyd George tarı;tfından daima ileri sürülen medeni dünyanın
müdahalesini sağlamak ümidiyle bütün memleketlere tara
fımdan gönderilmiş olan protesto mektubunun metnini aşa
ğıda veriyorum:
67
İki asırdan beri komşu devletlerin devamlı taarruz ve
tazyiklerine uğrayan ve bu sebeple terakki etmek imkanından
mahrum kalan Türkler, uzun zamandan beri imparatorlukla
rını kalkındırmaktan ve idareyi ıslah etmekten başka bir gaye
peşinde koşmamışlar ve bu maksatla tarafsız bir devletin sa
dıkane ve menfaatsiz işbirliğini resmeq talep etmişlerdir.
Türkler 1 6 aydan beri mukaddes ve meşru haklarına kar
şı açıkça yapılan tecavüzleri dünya vicdanı muvacehesinde
şiddetle protesto ederken, diğer cihetten taleplerini samimi
yetle tekrar eylemekte, fakat açıkça ilan olunan prensipler hi
lafına kendilerini milli birliklerinden ve on asırlık istiklalle
rinden mahrum edecek şartlara boyun eğmeyi katiyetle red
detmektedirler.
Türkiye'de hiç kimse itilaf aleyhinde değildir ve herkes
medeni milletlerin maddi menfaatleri ve kazançlarını hedef
tutan bu iğrenç ve gayri insani politikayı takbih edeceklerini
kuvvetle ümit etmektedir. Bu politika beş sene devam eden
korkunç bir harpten sonra, bu kadar ıstıraba katlanan insanlı
ğı dünyada şimdiye kadar misli görülmemiş bir felakete sü
rüklemek istidadındadır.
Şimdiki teşebbüsler Türkiye'ye istikrarlı bir hükümet
temin edecek yerde, onu anarşiye götürmekte ve Anadolu'da
20 milyon Müslümanı ölüme mahkfun etmektedir. Mütare
keden beri cani eller 200 binden fazla Türk'ü öldürmüş ve
büyük devletler bunu yapanları hiçbir veçhile cezalandırma
mışlardır.
68
Şimdi, Sevres 'de imzalanan ve Türkiye tarafından tas
diki istenilen mahut muahedenin hükümlerini kısaca tetkik
edelim.
26 maddeden ibaret bir bütün olan ilk kısımda Milletler
Cemiyeti'nden bahsedilmektedir. Sağlam ve samimi bir zih
niyetin mahsülü olan bu müessese hiç olmazsa insanların fe
laketlerini hafifletir, hataları ve sefaletleri azaltabilirse beşe
riyet onunla iftihar etmelidir.
Fakat bu yeryüzü cennetine girmek için mağlupların ce
hennemde kalmaya razı olmaları ve beynelmilel taahütlere
sadık kalmak hususundaki niyetleri hakkında fiili garantiler
vermeleri, askeri, deniz ve hava kuvvetleri ve silahlan hak
kında cemiyet tarafından tespit edilen nizamları kabul etme
leri mi lazımdır? Bu, onların esarete ebediyen razı olmaları
ve daima daha büyük bir kuvvetle üzerlerine çökecek olan ce
hennemi boyunduruktan kurtulma fikrini ve imkanını unut
maları demektir.
Bundan başka bu cennete kabul edilebilmek için As
samble'de reylerin üçte ikisini almak lazımdır. Assamble'de
yalnız azizler ve veliler yoktur. Orada dünyanın mukaddera
tını mahir, hodbin ve ihtirasla dolu ellerinde tutmakta devam
edecek olan Avrupa politikasının bazı havarilerinden talimat
alan hükümet ajanları da vardır.
Zafer, eğer lekesiz ve samimi bir şeref de doğuruyorsa,
büyük devletlerin resmi ve aleni taahhütlerini hatırlamaları,
sulh muahedelerine toprak ihakı, tazminat gibi keyfi şartlan
sokmamaları ve milletlerin meşru haklarına istisnasız riayet
etmeleri gerekir.
Haklı ve adil olabilmek, büyüklükleri ve cihan sulhuna
karşı bağlılıklarıyla hürmet kazanmak için bu yüksek cemiyet
69
kurucularının evvela dünya nizamını sağlam temellere istinat
ettirmeleri, herkesin hakkına hürmet edilmesini sağlamaları,
milletlerin zararına olarak milli toprakların parçalanmasına
ve bilhassa sulhun ve dünya sükunetinin ihlaline mani olma
ları şarttır. Halbuki bu cemiyet, harabeler, haksızlıklar ve kin
ler üzerine kurulmakta ve prensip olarak şiddet ve hoyratlığı
desteklemektedir.
Muahedenin 9 maddeyi ihtiva eden ikinci kısmında, Os
manlı İmparatorluğu'nun yeni hudutları çizilmektedir. Türki-
'
70
taraftan maruz bulunacak olan imparatorluk hükümeti son
derece nazik bir vaziyette kalacak ve yabancı kanunlara tabi
olarak müttefiklerin elinde bir rehine gibi muamele görecek
tir. Esasen, M .Lloyd George bir nutkunda, itiraz eden bir me
busa cevap verirken açıkça şunları söylemişti:
" - İstanbul' un Türkler' e bırakılmasından maksat onları
alçaklıklarından ( ! ) dolayı taltif etmek değil, Sultanı ve onun
hükümetini el altında bulundurmaktır. Türkler Konya ' ya yer
leşecek olrularsa her türlü kontroldan uzak kalmış olurlar."
Üçüncü kısmın üç maddesinde hiçbir talep vaki olmadı
ğı halde Kürdistan' a verilecek olan muhtariyet için hazırlık
yapmak üzere bir İngiliz-Fransız-İtalyan komisyonunun teş
kilinden bahsedilmektedir. İmparatorluk hükümeti bu komis
yon tarafından verilecek kararlan şimdiden kabul etmek mec
buriyetindedir.
19 maddelik (65-83) dördüncü kısım İzmir şehri ile civa
rındaki topraklan Yunanistan' a ayırmaktadır.
1O asırdan beri
tamamiyle Türk olan bu vilayetlerde Yunanistan' ın hiçbir
hakkı yoktur. Şuursuzluğun ve manasızlığın son derecesi ola
rak beş sene sonra mahalli parlamentonun karan teyid edil
mek üzere bir plesibit istenebilecektir. Bu parlamento ekseri
yete dayanarak İzmir ve civarının kati olarak Yunan krallığı
na ilhakını talep edebilecektir.
Halbuki, son beyanlarından birinde, İngiltere başvekili
İzmir'de Rumların ekseriyette olduklarını bir kere daha iddia
etmişti . Şu halde plebisit tarihini uzağa atmanın manası ne
dir? Rumlar ekseriyette iseler 7 Yunan tümeni iki seneden be
ri bu vilayette kimlerle çarpışıyor.
Oynanmak istenen oyun meydandadır. Bu müddet için
de Yunan idaresi A nadolu'nun ayrılmaz bir bütününü teşkil
71
eden bu bölgede, bütün Müslüman unsurun değilse bile, ek
seriyetini ortadan kaldırmak için 50 seneden beri kendi top
raklarında tatbik ettiği emin ve pratik çareleri burada da tek
rarlamakta mahzur görmeyecektir.
Beşinci kısımdaki hükümler gereğince (madde 84-87)
Yunanistan, Avrupa Çatalca hattının ilerisindeki bütün top
raklan eline geçirmekte, Marmara'ya inmekte ve İmroz, Boz
caada ve Limni adalarına yerleşerek Boğazların ağzında yer
almaktadır. Böylece fiilen Yunanlıların elinde bulunan bir pa
yitaht ile hür bir Türkiye bırakıldığı ileri sürülmektedir.
Altı maddeyi (88-93) ihtiva eden altıncı kısımda Türki
ye, 1 9 l 8 Brest-Litovsk muahedesi ile esasen ihdas edilmiş
bulunduğu Ermenistan' ı hür ve müstakil bir devlet olarak ta
nımak mecburiyetinde kırabılmaktadır. Türkiye, aynı zaman
da, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurreisi tarafından Er
zurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerinde Ermenistan'ın
yeni hudutlarını tayin için verilecek karan kabul etmeye ic
bar edilmektedir. Bu vilayetlerde dünya harbi felaketlerinden
evvel bile, hiçbir noktada, kesif bir Ermeni topluluğu bulun
mamakta idi. Ve kati ekseriyet, şimdi de olduğu gibi,
Müslümanlarda idi.
Yedinci kısmın dört maddesiyle (94-97) Suriye ve Me
zopotamya, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmakta ve bu
memleketler, kendilerini idare edebilecek bir vaziyete gelin
ceye kadar mandater bir devletin (Fransa ve İngiltere) tavsiye
ve yardımından faydalanmaları şartıyla muvakkaten müsta
kil birer devlet olarak tanınmaktadır.
Filistin ise, büyük devletler tarafından seçilecek bir man
daterin idaresine tevdi edilecektir. (Bu mandater tesadüfen yi
ne İngiltere 'dir.)
72
Şamatacı, mutaassıp, terakki düşmanı Türk'ü (!) ceza
landırmak için tertip edilen bütün kombinezon ve formül
lerde Osmanlı İmparatorluğu'nun dolambaçlı yollarla par
çalanması hedefinin bulunduğunu görmemek, Türk-Arap
milli sahasının en güzel ve verimli parçalarına Fransızlar ve
İngilizler tarafından el konulduğunu hissetmemek için pek
saf olmaya hacet yoktur. Milletler dört seneden beri adalet
ve dünya hürriyeti namına bu neticeye varmak için mi çar
pıştılar?
Sekizinci ve dokuzuncu kısımlarda, İngiltere, Türki
ye'yi, krallık haline gteirilen Hicazın istiklalini tanımak ve
Sultanı Mısır, Sudan ve Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından
ve ünvanlanndan vazgeçmemek mecburiyetinde bırakmakta
dır.
1 878'de akdedilen bir ittifak muahedesi ile Kıbrıs adası,
Türkiye'yi emperyalist Rusya'nın yeni bir tecavüzüne karşı
müdafaa etmesi şartıyla, lngiltere'ye bırakılmıştı. Halbuki,
İngiltere şimdi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak iste
yen devletlerin başında bulunuyor.
Dokuzuncu ve onuncu kısımlarda, Fransa ve İtalya, Sul
tanı, birincisi Fas ve Tunus üzerindeki himayesini tanımaya
ve 1 2 Ekim 1 9 1 2 Lozan muahedesi ile Libya'dan kendisine
verilen bütün hak ve imtiyazlardan ikincisinin lehine tama
mıyla feragat etmeye mecbur bırakmaktadırlar.
Bu beş fasıl ile Sultan-Halifenin mukaddes ve dokunul
maz hakları ortadan kaldırmakta ve zatı şahane ile, impara
torluk tebası olsunlar veya olmasınlar, asırlardan beri
Müslüman milletler arasında mevcut olan bağlar koparılmak
tadır.
Bu muhtelif milliyetler iki asırdan beri iyi işlemeyen üs-
73
manlı idaresi aleyhine ciddi şikayetlerde bulunmak isteseydi
ler bunda güçlük çekmezlerdi. Fakat harpten evvel ve harp
içinde müttefikler tarafından ustaca kandırılan bazı şefler 1 3
asırdan beri Müslümanların mirası olan ve halifenin manevi
ve fiili himayesi altında bulunan bu memleketlerin, yabancı
ların himayesi ve mandası altına girmesi ihtimalini kabul
ederken hakikaten yerli ahalinin hislerine tercüman olabil
mişler midir? Yoksa beyhude siyasi hürriyet ümitleriyle avu
tulan bu halk günün birinde Türklerin boyunduruğundan da
ha ağır ve daha merhametsiz bir boyunduruk altına mı soku
lacaktır?
Tabiyet meselesi, on ikinci kısmı teşkil eden 9 maddenin
(1 23- 1 3 1) hükümlerine göre, Osmanlı lınparatorluğu'nun hü
kümdarlık haklarına ve kanuni esaslara aykırı olarak halledil
miştir.
Bu suretle mesela, harpten evvel müttefik devletlerden
birinin tabiyetine girmiş olanlar, Osmanlı hukukunun buna
aykırı olan bütün hükümlerine rağmen o devletin tebası ad
dedilmektedirler. Yani, kuvvet hakka tecavüz etmekle kalma
makta, aynı zamanda bariz bir kanunsuzluğu bu sahada bile
zorla kabul ettirmektedir.
Muahedenin pek mahirane bir şekilde ifade edilmiş olan
en çirkin hükümlerinden biri, umumi hükümler başlığı altın
da toplanan 1 3 . kısmın sonuncu maddesine sıkıştırılmıştır.
Filhakika Türkiye'nin herhangi bir devletin hükümran
lığına ve hiamyesine tabi olan Müslümanlar üzerindeki, hü
kümranlık veya kaza haklarından, bunların mahiyeti ne olur
sa olsun, vazgeçtiğini ve Türkiye'den ayrılan veya işbu mu
ahede mucibince statüsü halen Türkiye tarafından tanınmış
olan topraklarda herhangi bir Türk makamı tarafından, gerek
74
doğrudan doğruya, gerekse dolayısıyla hiçbir kaza hakkı id
dia edilemeyeceğini büyük devletler tasrih eylemişlerdir. Bu
suretle Türkiye'yi, hükümdarının aynı zamanda dünyadaki
350 milyon Müslümanın en yüksek şefi olması dolayısıyla
haiz olduğu dini hak ve selahiyetlerinden zımnen mahrum et
mektedirler. Halbuki, Müslümanların manevi kuvvetlerinin
dikkate alınması ve onların hislerine, bu kadar istihfafla ve
kaygusuzca bakılmayıp, riayet edilmesi lazım gelirdi. Haki
katta şeriat bakımından, beynelmilel bir muahede ile tahmil
edilen bu hükümlerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü dini pren
sipler ve meseleler siyasi muahedelerin hodbin ve ahlakla il
gisi olmayan muhtevasına giremez. Bu gibi muahedeler
Müslümanların vicdanı, itikatları ve dini ananeleri üzerinde
hiçbir veçhile müessir olamaz.
Muahedenin 9. kısmı ekaliyetlerin himayesi mevzuunu
ihtiva eden 1 2 maddeden ( 1 40- 1 5 1 ) mürekkeptir. Tarafsız
muhitler, Türklerin 1 O asırdan beri kendi idareleri altında ya
şamış bulunan muhtelif milletlere karşı ne kadar müsamaha
kar davrandıklarını açıkça kabul etmektedirler. Dünyanın
hiçbir memleketinde milli ve dini hisler Türkiye 'de olduğu
kadar rahat ve endişesiz bir şekilde inkişaf edememiştir. Av
rupa'da Hıristiyanlar din namına birbirlerini boğazlar, biça
re Yahudilere eziyet ve işkence ederlerken, Türkiye'de mil
yonlarca Hıristiyan vemusevi sadece mecudiyetlerini idame
etmekle kalmamışlar, aynı zamanda zengin olmuşlar ve ço
ğalmışlardır.
Türkiye 'nin şüphesiz ki, cezri islahata ihtiyacı vardır. Fa
kat, bu islahatın istisnasız bütün milletlere serbestçe ve hiçbir
engel karşısında kalmadan yaşamak ve inkişaf etmek hakkı
nı vermesi lazımdır. Halbuki, yukarıda zikredilen hükümler-
75
le Türkiye halkının çoğunluğu yani Müslümanlar ekaliyete
karşı aşağı bir seviyede bırakılmakta ve Osmanlı devleti ken
di tebalanna karşı hükümranlık hakkını kullanmayacak bir
vaziyete getirilmektedir.
Muahedenin 56 maddelik (1 52-207) beşinci kısmı müs
takbel Osmanlı Devleti'nin askeri, deniz ve hava teşekkülle
ri hakkındaki hükümleri ihtiva etmektedir.
Zatı Şahanenin 700 subay ve erden mürekkep şahsi bir
muhafız kıtası olacaktır. Osmanlı ordusunun mevcudu ise, er
kanı harbiyesi, topçu, süvari, istihkam ve fen kıtalan da dahil
olmak üzere subay ve er olarak 1 5 bini tecavüz etmeye yete
cektir. Bundan başka mevcutu 35 bini tecavüz etmeyecek
olan bir jandarma kuvveti, koparılan parçalara rağmen Fran
sa kadar büyük kalacak olan yeni Osmanlı topraklarında ni
zam ve asayişi temin edecektir. 1 O bin kilometreyi tecavüz
eden sahillerinin müdafaası için Türkiye, 600 ve 1 00 tonluk
yedi şalope ve altı torpido ile iktifa etmek mecburiyetinde ka
lacaktır.
Silahlı kuvvetler, erbaşlar ve erler için 1 2 senelik ve su
baylar için 25 senelik bir hizmet müddeti kabul edilmek su
retiyle, gönüllülerden mürekkep olacaktır.
Silah, cephane ve harp malzemesi ithali ve ihracı yasak
tır. Boğazlar ve adalar bölgesindeki istihkamlar kamilen yı
kılacaktır.
Bu hükümlerle Türkiye'nin, yabancı bir memleketin te
cavüzüne karşı bütün kuvvetleri ve müdafaa imkanları orta
dan kaldırılırken, diğer taraftan üçüncü faslın üç maddesine
( 1 78-1 80) göre de padişah, boğazlar rejimine bağlı bulunan
payitaht üzerinde hükümdarlık hakkını kaybetmektedir.
Memleket içinde faaliyette bulunacak olan müttefik
76
kontrol ve teşkilat komisyonları, maliyenin inkişafı ve mahal
li otoritelerin iyi işlemesi ve sağlamlaştırılması hususlarında
ağır bir yük ve engel olacaklardır.
Umumi hükümleri ihtiva eden beşinci bölüm, 30 Ekim
1 9 1 8 tarihli mütareke mukavelesinin 7, 1 0, 12, 1 3 ve 14.
maddelerinin yürürlükten kaldığını tasrik etmek suretiyle
milli hakimiyet ve istiklal namına geride kaldı ise hepsine son
darbeyi indirmektedir. Çünkü, mesela bu mukavelenin 7.
maddesi müttefiklere, emniyetlerini tehdit edecek bir vaziyet
husule geldiği takdirde Türkiye'de herhangi bir stratejik nok-'
tayı işgal etmek hakkını vermektedir.
İki mütareke senesinin acıklı tecrübesi, beynelmilel an
laşmaların zahiren ve en zararsız hükümleri Şarkta tatbik edi
lirken ne kadar kayfi hareket edildiğini göstermiştir.
Harp esirleri ve mezarlara ait kısmın 1 8 maddesindeki
(208-225) hükümlerinde bile az çok keyfi kayıtlar ihtiva eden
umumi prensiplere tesadüf edilmektedir ki, bunların tahlilin
den sarfınazar edilebilir. Buna mukabil müeyyideler ismini
taşıyan 7. kısmın hiçbir veçhile meşru olmayan hükümleri
karşısında milli vicdanın isyan etmemesi mümkün değildir.
Bu hükümlere göre, İmparatorluk hükümeti, müttefik devlet
lerin harp kanunlarına ve adetlerine aykırı hareket etmekle
zan altına alınan kimseleri kendi askeri mahkemelerine sev
ketmek hakkını tanımakta (madde 26) ve müttefiklere, 1
Ağustos 1 9 1 4 'de Osmanlı İmparatorluğu 'na bağlı bütün top
raklarda, harp esnasında vukua gelen katliamların mesulleri
sıfatıyla, isteyecekleri şahıslan teslim etmeye mecbur tutul
maktadır (Madde 230).
Bu hükümler yalnız hür millet mefhumunu ortadan kal
dırmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda tehlikeli ve tarihte
77
misline tesadüf edilmeyen bir misal teşkil ediyor. Hak ve ada
leti inkar eden bu hükümler, bilhassa İslam dünyasına karşı
manasız ve pervasız bir tahrik mahiyetini alıyor.
Herhangi bahane ile olursa olsun, doğrudan doğruya ve
ya dolayısıyla bir cinayet işlemiş veya böyle bir fiile karşı
müsamahakar davranmış olanların mesuliyetini hiçbir veçhi
le azaltmak istemeyiz. Ancak, mütarekeden sonra, o zaman
da iktidarda bulunan şimdiki sadrazam Tevfik Paşa'nın, bü
tün memlekette dolaşmak ve harp esnasında yapılan kötülük
lerin mesullerini tesbit etmek üzere Türkiye'ye muhtelif bir
tahkik heyeti gönderilmesini Avrupa devletlerinden istemiş
olduğunu medeni dünyaya tekrar hatırlatmak isteriz. Gariptir
ki, bu halisane ve diploması tarihinde misli görülmemiş te
şebbüs Avrupa'da bir red cevabı ile karşılanmıştır.
Siyasi hükümlerden sonra muahedenin mali işler hak
kındaki sekizinci kısmı Türk milletine kalan son toprak par
çalarında bile, istiklal namına ne varsa yok etmiştir.
Filhakika meşrutiyet rejimine bağlı olan Türkiye kendi
bütçesini tanzim edemeyecektir. Bir mali komisyon bu işi
kontrol edecektir. Hükürnet dahili ve harici istikraz addede
meyecek ve Türkiye'nin bütün kaynaklan herşeyden evvel
aşağıdaki hususlara tahsis edilecektir:
1 - Mali komisyonun maaşları ve cari masrafları: Mütte
fik işgal kuvvetlerinin gerek Osmanlı toprakları üzerinde, ge
rekse Türkiye'den ayrılan topraklarda normal masrafları.
2- Osmanlı hükümeti tarafından müttefik tabiyetinde
bulunanlara verilecek tazminat...
Türkiye, mali komisyonun muvafakati olmadan kendi
tabiyetinde bulunanlara bile imtiyazlar veremeyecektir.
78
Diğer devletlere bırakılan topraklardaki bütün emlak,
hazinei hassaya ait olanlar da dahil olmak üzere, bu devletle
rin malı olacaktır.
Hülasa, Türkiye kendi topraklarında bütün hükümranlık
haklarını müttefiklerin mali komisyonuna devretmeye mec
bur tutulmaktadır. Bu suretle Türk milleti cebri bir vasilikten
ve asırlardan beri devam eden utandırıcı bir istismardan kur
tulmak için muazzam bir mücadeleye giriştikten sonra bir esir
muamelesi görecektir.
Şarkta sulh ve sükunun temini, daha doğrusu hürriyet ve
dünya refahının havarileri kıyafetine giren emperyalistlerin
sonsuz iştihalarının tatmini gayesini güden Sevres muahede
sinin başlıca hükümlerini telhis etmiş bulunuyoruz.
Artık Türk mukavemetinden, milliyetçilerin Bolşevik
lerle anlaşmasından, İslamiyetin yegane ve ebedi müdafileri
olan Türklerin maruz kaldıkları haksızlık karşısında
Müslümanlık aleminde beliren infial ve kardeşlik hislerinden
bahsedildiği zaman kimse hayret etmemelidir.
Bu şartların pek ağır, haksız ve dolayısıyla tatbik kaabi
liyeti olmadığını, bunları Türklere kabul ettirebilmek için bü
tün Şark'ı durmadan ve aralıksız olarak tahribe devam etmek,
hayatlarını, şereflerini ve dinlerini pek pahalıya satmaya az
metmiş bulunan milyonlarca insanı soğukkanlılıkla ortadan
kaldırmak lazım geldiğini Avrupa anlamıyor mu?.
Beş sene devam eden korkunç bir harpten ve birkaç me
şum şahsın ihtiras ve hodbinliğinden doğan bu kadar büyük
felaketlerden sonra tarihte eşi ve misali olmayan bu kadar bü
yük bir cinayeti Avrupa'da açıkça kim işleyecektir? Çünkü,
yapılması istenen iş Anadolu'daki 1 5-20 milyon Müslüman
Türk'ün yok edilmesidir.
79
Fakat, bu korkunç hareketi yapmak için kendi arzusu ile
ortaya çıkan biri vardır (!). O, kılıcını şimdiden çekmiştir. Ve
kurbanına son darbeyi indirmeye hazırlanmaktadır. Muvaffak
olacak mıdır? Asla . . . Türk, herhalde boyun eğmeyecektir ve
Venizelos, emrindeki yedi tümenle, hayatlarını koruyan kah
raman Türklerle başa çıkamayacaktır.
Büyük devletler nasıl olsa Türklere karşı politikalarını
değiştirmek mecburiyetindedirler. Şark ile yakından alakalı
olan iki devlet, Fransa ve İngiltere Türkiye'yi canlı ve müsta
kil olarak ayakta tutmak zorundadırlar. Bunun muhtelif se
bepleri vardır.
İtalya'ya gelince, bu memleket Türkiye'den büyük ikti
sadi ve ticari menfaatler sağlamak arzusundadır.
Türkler ise, memleketlerinin sayısız kaynaklarını kıy
metlendirmek için iktisadi sahada müttefik devletlerle sami
mi ve adilane bir işbirliğinden doğacak hesapsız faydalan
tam değerleriyle ölçmektedirler. Fakat bu neticeye varmak
için müttefiklerin siyasi hatalarını anlamaları, kuvvetli, hür
ve müstakil bir Türkiye'nin Avrupa için ne büyük bir zaruret
olduğunu kavramaları ve ona hiçbir engelle karşılaşmadan
kendini toplamak ve gelişme çarelerini ve imkanlarını sağla
maları lazımdır. Esasen Türkler, milli ve tabii hudutlardan,
toprak bütünlükleri, siyasi ve iktisadi hürriyetleri ve istiklal
leri için ciddi ve fiili garantilerden başka bir şey istememek
tedirler. Hükümranlık haklarını, istiklallerini ihlal etmeyecek
olan adil şartlan kabule hazır bulunmaktadırlar.
Fakat bunun aksine olarak, müttefikler Türkler'in bu
meşru haklarını tanımamakta ısrar edecek haksız ve şerefsiz
tazyik ve imha politikalarına devam edecek haksız ve.şeref
siz tazyik ve imha politikalarına devam edecek olurlarsa, sin-
80
si tahrip vasıtalarına m�lik olduklarına göre, Türk mukave
metinde muhakkak ki büyük rahneler açacaklar, fakat Türk
mücadele imanını asla yok edemeyeceklerdir. Ve tarih ergeç
bunun intikamını almakta gecikmeyecektir.
Roma, 30 Ekim 1 920
V ESİKALAR
Bay Başvekil,
Dünya sulhunun menfaati, insanlık haklan ve adalet na
mına aşağıdaki mülahazaları haynhah ve aydın dikkatinize
sunanın:
Evvela, müsaadenizle ve büyük bir hürmetle size bildir
mek isterim ki, son beyanatınız Türklerin ruhunda derin bir
hayret '.le huzursuzluk uyandırmıştır. Haksız yere ihanetle it
ham edilen Türkler imparatorluklarının çökmesi tehlikesiyle
karşılaşmış bulunuyorlar.
Harp sonunda, bütün dünya İngiliz hakimiyeti altıµa gir
dikten sonra İngiltere başvekilinin, bu yüksek mevkiden, bin
seneden fazla bir zamandan beri Asya'da Şark'ın ve İslamiye-
81
ti medeniyetini, asaletini, ruh ve karakter yüksekliğini temsil
eden Türk milletine bu kadar kin ve istihfafla muamele etme
sinin sebebi hiçbir zaman anlaşılamayacaktır.
1 877-1 878 Kıbrıs muahedesiyle tevsik edilen asırlık bir
dostluk ananesiyle Türkiye'ye bağlı bulunan İngiltere, Türk
lerin şeref, alicenaplık ve kahramanlıklar dolu tarihinde hiç
bir ihanet numunesi vermediklerini, muahedelere daima ri
ayet ettiklerini ve Osmanlı lmparatorluğu'nun muasır tarihin
pek az kaydettiği bir kahramanlık vakasından, zaferin yüz çe
virdiği muharip bir orduya yapılan yardımdan doğduğunu
herkesten iyi bilmesi lazımdır.
Aradan yedi asırlık bir zaman geçtikten sonra talihin
sevkiyle Türkiye muazzam bir harbe sürüklenmiş ve mağlup
olmuştur. Avrupa medeniyetinin en büyük iki şampiyonu ara
sında, dünya hegemonyasını elde etmek için yapılan bu mü
cadelede Türkler, yine en kuvvetlilere karşı yürümüşlerdir.
Çünkü, gaye ananevi ve merhametsiz düşmanı emperyalist
Rusya'yı mağlup etmekti.
lngiltere'nin Almanya'yı mağlup ettiği bütün dünyanın
adilane ve devamlı bir sulha muhtaç bulunduğu, nihayet bü
yük devletler tarafından ilan edilen yeni milliyet prensipleri
ne göre, yeni devletler kurulduğu, bazılarının da genişletildi
ği bir sırada Osmanlı lmparatorluğu'nu, her ne pahasına olur
sa olsun, imha etmek ve İstanbul'daki halifenin prestijini
azaltmak doğru mudur ve mümkün müdür?
insanlık, hak ve adalet namına ve bu kadar ıstırap çek
miş dünyanın yeni felaketlere uğramasını önlemek için cihan
mukadderatını ellerinde bulunduranların adil, müsamahakar
ve bilhassa basiret sahibi olmaları lazım gelir.
Ne denirse denilsin, Osmanlı İmparatorluğu'nun mevcu-
82
diyeti dünya sulhu için siyasi bir zarurettir. Halifenin İstan
bul 'da kalması Müslümanlık aleminin huzur ve selameti için
şarttır. Kısmen yabancı entrikaların eseri olan bütün hataları
na ve mekanizmasındaki bozukluğa rağmen Osmanlı otorite
sinin Makedonya'dan çekilmesi dünya harbine sebep olma
mış mıdır? Hilafetin İstanbul 'dan kaldırıması Müslümanlık
alemini müthiş ve sonsuz bir keşmekeşe sürükleyecek ve bu
nun neticesi ne İngiltere ne de Fransa için hayırlı olmayacak
tır. (Selahiyetli şahsiyetleriniz bunu aylardanberi tekrar et
mektedirler.)
Evet, bu kadar menfi tecrübelerden sonra bir tahrik ve
bilhassa bir entrika merkezi olan Şarkın bütün hastalıklarını
tedavi etmek için mertçe çareler arama lazım geliyor.
Bu pratik ve cidden merdane çarenin Osmanlı impara
torluğunun taksimi gibi meşum ve gayri insani bir hareket de
ğil, asırlık inanışlara ve alakalıların gizleyemedikleri emper
yalist emellere son vermek olduğundan şüphe edilebilir mi?
Türklerin Hıristiyanlara yaptıkları büyük iyiliklerin (evet, bu
nu açıkça iddia ediyorum) mükafatı olarak, imparatorlukları
sağlamlaştırılmalı ve kalkınmasını temin için de onu her tür
lü taarruza karşı korumalıdır. Çünkü, Türklerin geniş bir im
paratorluğu idare edecek kabiliyette olmadıklarını iddia et
mek bir haksızlıktır. Bilhassa Türklerin kendi tebaları olan
Hıristiyanlara karşı kin ve tazyikten ibaret bir ananeye sahip
oldukları iddiası tamamıyla bir iftiradır.
Üç kıta üzerinde yedi asırlık bir hakimiyetten ve bu ka
dar hadiselerden sonra Türkiye yalnız sinesinde milyonlarca
Hıristiyanı barındırmakla kalmamış, onlara hiçbir engelle
karşılaşmadan gelişmek, çoğalmak ve zengin olmak imkanla
rını da vermiştir. Hıristiyanların, imparatorluğun her tarafın-
83
da, mektepleri, kiliseleri, hastahaneleri, ticarethaneleri, hüla
sa bütün dini, kültürel ve sosyal meseleleri mevcuttur. Ve bu
vaziyet onların bugünkü müreffeh durumlarını izah etmeye
kafidir.
Bu harp esnasında, komitenin idarecileri Hıristiyanlara
karşı misilleme tedbirleri almak zorunda kaldıkları bir za
manda bile, içlerinden binlercesi Müslümanların zararına
muazzam servetler kazanmamışlar mıdır? 1 9 1 2 'de Balkan
lar'da statükonun muhafaza edileceğine dair büyük devletler
tarafından resmen verilen teminata rağmen Makedonya'da,
Epirde, Arnavutluk'ta ve Trakya'da başka hakimiyetler altına
geçen üç milyon Müslüman hakkında da aynı şeyler söylene
bilir mi? 1 883'den evvel 300 bin Müslümanın Hıristiyan va
tandaşlarıyla birlikte topraklarının mahsulü ile geçindikleri
geniş ve mümbit Teselya ovalarında bugün 20 Müslüman ai
lesi gösterilebilir mi?
Türk milleti bütün meziyetlerine rağmen, dünyada ismi
iki asırdan beri kalın bir iftira ve kin örtüsü ile örtülü bulunan
yegane millettir.
İngiltere, Anadolu'daki 1 5 milyon Türk'ü boğmak veya
ağır, fakat muhakkak bir ölüme mahkum etmekle şerefine
hiçbir şey ilave etmiş olmayacaktır. Çünkü, bu insan kitlesi
ni istiklalinden, beş asırdan beri hilafetin merkezi olan payi
tahtından mahrum bırakmak onu ölüme mahkum etmek de
mektir.
Türklere, "cehenneme kadar yolunuz var(!), hak namı
na, adaletin zaferi ve milletlerin hürriyeti namına beş sene
den beri harp etmiş bulunan biz büyükler, kuvvetliler, galip
ler sizi kısaca İstanbul'dan kovuyoruz (!), 20. asırda haçlı se
ferlerini hilafeti tahrip etmek suretiyle sona erdiriyoruz (!) ni-
84
hayet, sizin en kıymetli şeyinizi alıyoruz, çünkü siz Türk'sü
nüz; dünyada her türlü istinat noktasından ve en büyük şefin
den mahrum bırakmak, sefalete sürüklemek ve mahvetmek
istediğimiz İslamiyeti temsil ediyorsunuz" demek, bu talih
sizlikleri ümitsizliğe sevketmek, çılgına çevirmek demektir.
Fakat, muhterem Başvekil, böyle gayri insani, gayri si
yasi, ihtiyatsız ve tarihte misalsiz bir hareket tarzının ne ka
dar kötü ve felaketli neticeler vereceğini bir an düşündünüz
mü?
Ben kendi nefsime böyle bir ihtimali düşündükçe deh
şetle titriyorum.
Böyle bir tedbirin itiraf edilen gayesi büyük devletlerin
Şarkta yeni sarsıntılara kati surette mani olmak azimleri ol
duğuna göre, bu devletlerin, hareket tarzlarıyla barut fıçısını
bizzat ateşlemeleri hayrete şayandır. .
Fakat, belki de büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu
içinde geri kalan Türkleri de imha etmeye karar vermişlerdir.
Muhterem başvekil, rahim ve intikamcı tanrı namına, in
sanlık, adalet ve İngiltere'nin İslam alemi üzerindeki prestiji
namına teklif edilen merdane tedbirler hususunda kararlar al
manızı istirham eder ve kati tamamiyet ve tarafsızlığı Rusya
da dahil olmak üzere büyük devletlerin müşterek teminatı al
tında bulunacak, büyük, kuvvetli ve kalkınmış bir Türki
ye'nin kendisine hakseverliklerinin ve alicenaplıklannın de
lilini vermiş olanlara karşı ebediyyen minnettar kalacağını ve
Şarkta sulhün kıyinetli bir bekçisi olacağını size temin ede
rim. Böyle bir sulhün şartlan ilişik broşürün 2 1 -23 sahifele
rinde gösterilmiştir.
Bu vesile . . . . . . . . . .
Halen Roma'da bulunan Elçi
85
Galip Kemali
SİYASİ BİR Ş AH SİYETİN İSTAN BUIJ DAN
YAZDIGI 28 MART 1920 TARİH Lİ MEKTUP
86
türlü anlayamıyoruz. Ne Anadolu taraftarı ne de ittihatçı olan
mebus Celal Nuri Bey'in sadece Ferit Paşa'nın politikasının
düşmanı olduğu için tevkifini misal olarak gösterebiliriz.
Diğer cihetten, İstanbul şehrinin iktisadi vaziyeti gittik
çe nezaket kesbetmekte ve tahammül edilmez bir hal almak
tadır. Müttefik kıtalan bütün toprak mahsullerine el koymak
ta ve bunları da kendileri istihlak etmektedirler. Sayılan çok
olan yabancılar ve Rus müstecileri de ilave edilecek olursa,
İstanbul 'da yiyecek buhranının ne kadar vahim bir şekil aldı
ğı kolayca anlaşılır. Halkın en acil gıda maddelerinden mah
rum kalmasından da korkulur. Söylendiğine göre, İngiltere
hükümeti açlık ıstırabı içinde kalacak olan Türkleri muahe
denin ağır şartlarını kabul etmeye zorlamak için böyle bir kıt
lık yaratmak istemektedirler.
Türk matbuatının ağzına bir kilit asan İngiliz sansürü
Fransız gazeteleri tarafından Osmanlı İmparatorluğu lehinde
yazılan makalelerin iktibas edilmesine de mani olmaktadır.
Bir seneden beri işlerin sürüncemede bırakılması ve sulh
muahedesinin imzalanması keyfiyetinin bir günden diğerine
atılması İstanbul 'daki huzursuzluğu ve sefaleti arttırmaktadır.
İngiltere hükümeti, Babıali'nin milli harekatı takbih etmesi
ni isteyecek kadar keyfi müdahalelerine devam etmektedir.
Gayesi Sultanın şahsen milli hareketi tasvip etmediğini ve
Londra kabinesinin bütün imparatorlukta halifenin otoritesi
ni idame ettirmekten ve kuvvetlendirmekten başka bir şey
yapmadığını göstermek suretiyle Müslüman Hintlileri kendi
sine bağlamaktır. Hint Müslümanları, İngilizlerin milli ordu
ya karşı düşmanca hareketleri dolayısıyla hoşnutsuzluklarını
izhar ettikleri takdirde, bir delil olarak kullanılmak üzere, pa
dişahın milli hareketi resmen takbih etmesi istenmektedir. Fa-
87
kat Hintliler ve İslam alemi hakikatı er geç öğreneceklerdir.
İngilizler, Osmanlı kabinesine kıtalarını İzmir bölgesi
nin üç kilometre gerisine çekmesini teklif etmişlerdir. Bu ted
bir Müslüman ahalinin hayatını, mallarını ve namusunu Yu
nanlılara teslim edecek mahiyetteydi. Osmanlı hükümetinin,
sulh konferansındaki beynelmilel tahkik komisyonunun var
dığı neticeler karşısında bu talebi kabul etmemiştir. Bunun
üzerine, İngiliz hükümeti, Ali Rıza Paşa kabinesinin milli ha
rekatı tasvip etmediğini resmen bildirmesini istemiştir. Kabi
ne bu ağır teklifi reddetmiş ve istifasını vermiştir.
Türklerin hakiki ve amansız düşmanları, Türkiye'nin
kendisini müdafaa etmek hususundaki maddi imkansızlığın
dan ve Türkiye lehindeki makalelerin neşredilmesini yasak
eden İngiliz sansür rejiminden pek mahirane bir şekilde isti
fade ederek, Ermeni katliamı, Yunan mezalimi vs. gibi Os
manlı İmparatorluğu'yla alakalı yanlış ve uydurma haberleri
yaymakta ve vicdansız hareketleriyle siyasi gayelerine eriş
meye çalışmaktadırlar. Halbuki, bu acıklı hadiseleri aydınlat
mak için faydalı yollar bulunsaydı hakiki mağdurların her ta
rafta Hıristiyanlar değil, umumiyetle Müslümanlar olduğu
meydana çıkarılabilirdi.
Türk dostu olmadığı herkesçe bilinen Times Gazetesi
sükutu muhafaza edememiş ve fakat hadiselerin sarahati ve
doğruluğu karşısında, hakikati tamamiyle boğmaya muvaffak
olamamıştır. Bu gazetenin 1 9 Mart 1 920 tarihli sayısında
Kafkasya'da Ermenilerin Müslüman halkı aleyhindeki insaf
sız ve gayri insani faaliyeti hakkında şu satırları okuyoruz:
" - Tatar makamları tarafından maverayı Kafkas 'daki İn
giliz yüksek komiserine ve sulh konferansındaki Amerikan
mümessillerine ibraz edilen deliller Ermenilerin bu topraklar-
88
daki Müslüman komşularına karşı insanlığa aykırı metotlar
kullandıklarını göstermektedir. Tatar başvekili, geçen aralık
ayında müttefiklerin himayesinde 23 Kasım 19 19'da imzala
nan anlaşma mucibince münazaalı topraklar Azerbaycan kı
taları tarafından tahliye edildikten sonra, aralarında topçular
da bulunan nizami Ermeni kıtalarının Zangezur bölgesine ge
lerek Müslüman ahaliyi kitle halinde katlettiklerini bildirmiş
tir. Diğer taraftan, Nahcivan'daki Tatar valisi aynı bölgede ta
tarlara ait hayvanlara el konması, şikayetçilerin tevkifi,
Müslümanların süngüyle öldürülmeleri, kadınlara ve çocuk
lara fena muameleler yapılması ve bunların ateşe atılması gi
bi hadiseler hakkında mufassal malumat vermiştir."
Türklerin mesuliyeti hakkında hakikatın tecelli etmesi
için katliam meselesinin tahkik ettirilmesi tarafsız hakem sı
fatıyla medeni dünyadan bir defa daha istemeyi bir vazife sa
yarız.
Tahkikat neticesinin lehimize olacağından, aynı zaman
da Hıristiyan Batıyı Müslüman Doğu aleyhinde istismar eden
profesyonel müfterilerin kötü niyeti de aydınlanacağından
emin bulunuyoruz.
İmparatorluk içindeki Rumlara gelince, bunlar harbin
devamı müddetince her türlü vatan aleyhtarı manevralara baş
vurmuşlardır. Buna mukabil bir kin ve tazyik rejimi ile Trak
ya'da, Epir'de ve Makedonya'da yüzbinlerce bedbaht
Müslümanın uğradığı acı akibetler dolayısıyla bugün insanlı
ğa M.Venizelos bile, 19 14'de Makedonya'daki Müslüman
ahali ile Trakya ve İzmir'deki romların mübadelesi hakkında
bir anlaşma akdini kabul etmek suretiyle İzmir ve Trakya
üzerindeki Yunan emellerinin haksızlığını itiraf etmiştir.
Yunanlıların İzmir' i işgal ettikleri günden beri, mazur
89
gösterilmesi mümkün olmayan, haksız hareket tarzları bugün
açıkça ve resmen belirtilmiştir. Müttefikler arası tahkik ko
misyonunca tanzim edilen rapor hakiki suçluların kimler ol
duğunu meydana koymuştur.
Bu raporun belli başlı fıkralarını aşağıya alıyoruz:
1 - İşgal, medeni bir vazifenin ifası şeklinde tecelli et
mekten uzak kalmış ve derhal bir fetih ve haçlı seferi mahi
yetini alinıştır.
2- Yunan hükümeti, kendisini İzmir'de temsil eden Yük
sek sivil otoritenin şahsında Yunan kıtalarının ileri hareketi
esnasında memleketi kana bulayan vahim karışıklıklardan
mesuldür.
3- Yüksek Yunan makamları memlekette silahlı siville
rin dolaşmasına müsaade etmekle mesuliyet altına girmişler
dir. Katliamın yegane mesulleri Yunanlılardır. Yunan subay
ları vazifelerini hiçbir veçhile yapmamışlardır.
Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan generalleri işte bu
neticeye varmışlardır.
-Elimizde bulunan resmi bir listeye göre, Yunanlılar Ar
navutluk'ta bile 1 8 1 köyü yakmış ve tahrip etmişler, bu köy
ler sakinlerinden kaçamayanları öldürmüşlerdir.
Bulgarların, Balkan harbinden sonra, Rumeli 'de Türkle
re karşı işledikleri cinayetler üzerinde durmaya lüzum yoktur.
Büyük Carnegie anketi Bulgarlara terettüp eden bütün mesu
liyeti tesbit etmiştir.
Türklere isnat edilen katliamlardan bahsedildikçe
Ermeniler, Rumlar ve Bulgarlar tarafından işlenen cinayetle
ri kasten unutmak teessüf edilecek bir şeydir.
Osmanlı siyasi ve milli çevrelerinde, Fransa'nın ve İtal
ya'nın, İngiliz kabinesinin çizdiği siyasi ihtiras yolunda yürü-
90
meleri teessüfle karşılanmakta ve bu yolda devam ettikleri
takdirde, birincisinin Şark'ta manevi itibarını, Türkiye ile
dostane ve iyi iktisadi münasebetler tesis etmek isteyen ikin
cisinin de son zamanlarda Şark'ta kazandığı itimadı kaybede
ceklerine işaret olunmaktadır.
Sulhün adilane ve devamlı, şartların da kaabili tatbik ola
bilmesi için milletin bu hükümleri bilmesi, münakaşa ve ka
bul etmesi lazımdır. Parlamento milletin iradesini temsil et
mektedir. Bu sebeple, meclisin tamamiyle hür olması meşru
tiyet rejiminin başlıca prensibidir. Kendi mukadderatına ha
kim olan yalnız millettir. Halbuki, payitahtın İngilizler tara
fından işgalinden sonra, meclis hürriyetini kaybetmiştir. Me
buslardan bir kısmı tevkif edilmiş, bir kısmı da takip edilmek
te olduğundan parlamento bu vaziyeti protesto etmek için
açık toplantılarına son vermiştir.
91
olmadığını bildirmişti. Bu beyanname Fransız askeri kuvvet
lerinin, mahalli makamlarının işlerine el koymaları için bir
bahaneden ibaretti. İşgal Fransız taburları tarafından yapıl
mıştır. Bu taburların büyük bir kısmı, "Amerikan lejyonu" is
miyle tanınan Ermeni komitelerine mensup kimselerden mü
rekkepti. Bunlar berbatlıklarıyla şöhret bulmuşlardı.
Bu sürüler şehre girip yayıldıktan sonra Türklerin kanı
m içmek ve etini yemek için geldiklerini yüksek sesle söyle
meye başlamışlar ve düşüncelerini derhal tatbik etmişlerdir.
Gece zorla Müslüman evlerine girmişler, en iğrenç tecavüz
lerde bulunmuşlar ve kıymetli eşyaları alıp götürmüşlerdir.
Fransız üniformasını taşıyan bu Ermeniler, şimendüfer hatla
rı üzerinde Müslüman yolcuları tahkir ederek ve barbar bir
şekilde döğerek soymuşlardır. Pozantı'da güpegündüz bir su
bayı ve yüze yakın Türk askerini öldürmüşlerdir. (Bunların
isim ve hüviyetleri malumdur ve kaydedilmiştir.) Gözleri
önünde yapılan bu cinayetlerin dehşeti içinde, Müslüman hal
kı Fransız makamlarına şikayette bulunmuşlarsa da, bu ma
kamlar canileri cezalandıracakları yerde, bunların yerlerini
değiştirmekle iktifa etmişler, jandarma ve polis kadroları
Müslümanların amansız düşmanı olan Ermenilerle dolu ol
duğu halde bu kadrolara yeniden tayinler yapmak yolunu tut
muşlardır.
3- Polis ve jandarmayı da ellerine alan Fransız makam
ları bütün siyasi, idari ve adli işlere müdahale ederek mahal
li hükümetin otoritesini sıfıra indirmişlerdir.
Mahalli makamların bu suretle bertaraf edilmesi, hay
dutların türemesine sebep olmuştur. Çoktan beri ismi işitil
meyen meşhur eşkiya Kara Yusuf, çetesi ile tekrar köylere
baskınlar yapmaya başlamıştir. Bu baskınlardan ve yağmalar-
92
dan yalnız Müslümanlar zarar gördüğü müddetçe bu hareket
lere müsamaha edilmiştir. Fakat, eşkiyalar yolun üstünde te
sadüf ettiği birkaç Ermeniyi soyunca Müslümanlara karşı if
tiralar başlamış ve Kara Yusuf'un geçtiği bütün köylerde hay
dutun yağmalarını ve cinayetlerini ödemek üzere masum
Türkler yakalanmıştır. Bu suretle eşraftan 54 Türk sualsiz ve
tahkikatsız kurşuna dizilmiştir. Bu haydutluk hadisesi üzeri
ne yeni Ermeni komiteleri teşekkül etmiş ve bunların teçhiza
tı Fransız memurları tarafından temin olunmuştur.
4- Ermeni entrikaları ve manevraları :t;"ransız makamları
nın hareket tarzı üzerinde müessir olmuştur. Türk memurla-.
nnın büyük bir kısmı ehemmiyetsiz sebeplerle vilayet hudu
du dışına sevkedilmiştir. Osmanlı bayrağının çekilmesi yasak
edilmiştir. Türk ilk mektepleri sıkı bir nezaret altına alınmış
tır. Talebelerin milli marşlar söylemeleri yasak edilmiş, zira
at mektebi ile lise ve diğer mektepler kapatılmıştır.
Türklerin toplanmaları da yasak edilmiştir. En bayağı
halk tabakalarına mensup gayri müslim unsurlara yüksek
mevkiler verilmiştir. Kendilerine Türkler aleyhinde faaliyet
göstermeleri tavsiye olunmuştur. Ermeniler her tarafa bayrak
larını çekmişlerdir. Hiçbir zaruret olmadan teşekkül eden ko
misyonlar Müslümanlara ait malların müsadere edilmesine
karar vermişlerdir.
WİLSON PRENSİPLERİ
93
zırlanacak ve bundan sonra hususi mahiyette beynelmilel an
laşmalar ve milletler arasında hususi ve gizli anlaşmalar ya
pılmayacaktır. Diplomatik faaliyet herkesin gözü önünde
açıkça devam edecektir.
2- Denizlerde sulh ve harp zamanlarında, kara sulan ha
riç olmak üzere seyrüsefer serbesttir. Beynelmilel anlaşmala
rın tatbiki maksadıyla beynelmilel bir teşebbüsle tamamen
veya kısmen kapatılabilecek denizler müstesnadır.
3- Bütün iktisadi manialar mümkün olduğu nisbette kal
dırılacak, sulha muvafakat ve sulhun idamesine iştirak eden
oütün mill�tler için eşit ticaret şartaln konacaktır.
4- Milletlerin silahlanmaları iç emniyetle telif edilebile
cek son hadde kadar tahdit edileceğine dair kaif teminat teati
edilecektir.
5- Bütün müstemlekelere ait talepler geniş ve tamamıy
la tarafsız bir zihniyet içinde halledilecektir. Bu hükümran
lık meselelerinin hallinde, alakalı halkın menfaatleri, hü
kümranlık hakkı sona erecek olan hükümetin makul taleple
ri ölçüsünde dikkate alınması prensibine tamamıyla riayet
edilecektir.
6- Rus arazisi tamamıyla tahliye edilecek ve Rusya'ya
ait bütün meseleler hallolunacaktır. Bütün dünya milletleri,
en iyi ve en serbest şekilde işbirliği yaparak, Rusya'ya hiçbir
güçlük ve engelle karşılaşmadan ve tamamıyla müstakil ola
ra siyasi inkişafını ve milli teşkilatını tayin etmek imkanını
vereceklerdir. Aynı surette Rusya'yı hür milletler cemiyetine
samimiyet ve haynhahlıkla kabul edecekler, bundan başka ih
tiyaç göstereceği ve arzu edeceği her türlü yardımı kendisine
yapacaklardır. Gelecek aylarda kardeş milletler tarafından
94
Rusya'ya yapılacak mualeme, onların iyi niyetlerinin ve ken
di menfaatleri hariç olmak üzere, Rusya'nın ihtiyaçlarına kar
şı gösterecekleri anlayışın, nihayet akilane ve cömert sempa
tilerinin miyarım teşkil edecektir.
7- Belçika, herkesin takdir edeceği veçhile, tahliye ve ih
ya edilmeli ve diğer bütün hür milletler gibi, sahip olduğu hü
kümranlıktan, bu hükümranlığın tahdidi için hiçbir teşebbüs
yapılmadan istifade etmelidir. Başka hiçbir münferit muka
vele, milletlerin karşılıklı münasebetlerini tanzim için bizzat
ihzar ve tesbit ettikleri kanunlara karşı itimatlarını işbu muka
vele kadar iade edemez. Bu mukavele olmasaydı milletler hu
kukunun bütün mekanizması ve bütün kuvveti ebediyyen sar
sılmış olurdu.
8- Fransız toprakları tamamıyla kurtarılmalı ve istilaya
uğrayan bölgeler ihya edilmelidir. 1 87 1 'de Prusya yüzünden
Fransa'nın Alsace-Loraine'de uğradığı ve 50 seneye yakın
bir zaman dünya sulhünü ihlal eden zarar, herkesin menfa
atine olarak sulhün yeniden tesis edilebilmesi için taµıir edil
melidir.
9- İtalyan hudutları, milliyetler prensibinin açık hüküm
lerine uygun bir şekilde tashih olunmalıdır.
1 {}- Milletler arasında yerlerini muhafaza ve temin et
mek istediğimiz Avusturya-Macaristan milletlerine bir an ev
vel muhtariyet çerçevesi içinde gelişme imkanı verilmelidir.
1 1 - Romanya, Sırbistan ve Karadağ tahliye edilmelidir.
İşgal altındaki topraklar ihya olunmalıdır. Sırbistan için deni
ze serbest bir mahreç verilmelidir. Balkan devletlerinin ken
di aralarındaki münasebetleri tarihin tesis ettiği ananevi ve
milli bağlardan ilham alınarak dostane bir anlayış içinde tayin
edilmelidir. Bu devletlere beynelmilel siyasi ve iktisadi istik-
95
lal ve toprak bütünlüğü garantileri verilmelidir.
12- Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki Türle
bölgelerinin hükümranlığı ve emniyeti garanti edilmelidir.
Fakat, halen Türk hakimiyeti altında bulunan diğer milletle
re, hiçbir fena muameleye maruz kalmadan, tam bir yaşama
emniyeti ve muhtariyet çerçevesi içinde gelişme imkanı te
min edilmelidir. Boğazlar'a gelince, bunlar beynelmilel ga
rantilerin himayesi altında bütün milletlerin gemilerine tica
retine serbest bir geçit olarak açık bulundurulmalıdır.
1 3 - Ahalisi münakaşa götürmez bir şekilde Polonyalı
olan topraklan ihtiva edecek müstakil bir Polonya devleti
ihdas edilmelidir. Bu devlet için denize serbest bir mahreç
temin olunmalıdır. Polonya'nın siyasi ve iktisadi istiklali ile
toprak bütünlüğü beynelmilel bir anlaşma ile temin edilme
lidir.
1 4- Sarih mukavelelere müstenit umumi bir milletler ce
miyeti teşekkül etmelidir. Bu cemiyetin gayesi küçük ve bü
yük devletlere karşılıklı siyasi istiklal ve toprak bütünlüğü ga
rantileri vermek olmalıdır.
96
müş olan büyük muvazene oyununda değiştirilen fişler gibi,
hükümetler arasında el değiştirmesine nihayet verilmelidir.
3- Bu harpte alakalı milletlerin menfaatlerine tekabül et
meyen veya lehlerinde olmayan ve rakip devletlerin ihtirasla
rı arasında sadece bir pazarlık vesilesi olan hiçbir toprak an
laşması yapılmayacaktır.
4- İyice tayin edilmiş her milli bünye, kendi arzu ve
emellerini imkan nisbetinde ve her türlü yeni ve eski ihtilaf
ve çatışma sebeplerini bertaraf edecek şekilde tahakkuk ettir
melidir. Bu olmadıkça ileride Avrupa ve dünya sulhü için ye
ni tehlikeler doğabilir.
T ÜRKİ YE V E SULH
97
Türk hükümetinin o tarihte işlediği suçlan mazur gösterme
ye veya hafifletmeye hiçbir veçhile teşebbüs etmemiştir. Bu
muhtırada Türkiye'nin ihtilaf devletleri ile hiçbir anlaşmazlık
mevzuu mevcut olmadığı, Türkiye'nin, Almanya' nın sadık
bir aleti olarak hareket ettiği ve başlangıcı mazeretsiz ve sev
ki idaresi merhametsiz olan harbin, tarihin kaydettiği, hatta
etmediği ölçüde hesaplanmış katliamlara sebep olduğu sara
haten ve zımnen kabul edilmektedir. Fakat muhtırada bu suç
ların, kötü hareketleri Türk milletine yükletilemeyeceği,
Müslümanları da Hıristiyanlar kadar mutazamr eden bu suç
larda hiçbir dini taassup unsuru mevcut olmadığı, bu hareket
lerin, tarih boyunca Türkiye 'nin muhtelif ırklara mensup te
balanna karşı muamelesinden de anlaşılacağı veçhile Osman
lı ananesine hiçbir veçhile uymadığı, Osmanlı lmparatorlu
ğu 'nun ipkası dünyanın dini muvazenesi bakımından elzem
olduğu ve yalnız siyaset bakımından değil, adalet bakımın
dan da bu toprakların harpten evvelki vaziyetleriyle muhafa
zası lazım geldiği iddia edilmektedir. Meclis ne bu neticeyi,
ne de onun istinat ettiği delilleri kabul edebilir. Meclis şimdi
ki Türkiye hükümetinin selefleri tarafından takipi edilen si
yaseti hiçbir veçhile tasvip etmediğinden bir an bile şüphe et
memektedir. Türk hükümeti ahlaki mülahazalara mesul tutul
masa bile hadiselerin cereyan şekliyle mesul bulunmaktadır.
Hükümet erkanı şahsen mütalaa edildikleri zaman, neti
cesi memleketleri için bu kadar zararlı olan hareketleri red
detmek hususunda bütün hak ve imkanlara maliktirler. Fakat
umumiyetle bir millet hakkında, dış politikasını idare eden ve
ordularını emrinde bulunduran hükümetine göre hüküm veri
lir ( 1 7).
Sadece tarihinin en nazik bir zamanında Türkiye'de, ik-
98
tidarın, muvaffak olması ihtimali bulunmayan bir zümrenin
eline geçtiği için, bu prensibin makul neticelerinden muaf tu
tulması da istenmez.
Bununla beraber, arazisinin tamamiyle iadesi talebini ih
tiva etmekle, muhtıra Türkiye'nin nazırları tarafından işlenen
suçların cezasını çekmeye mecbur tutulmaması deliline isti
nat etmektedir. Daha derin sebepler mevcut olduğu iddiası,
Türkiye'nin mazideki hükümranlık tarihine ve Müslümanlık
aleminin bugünkü durumuna dayanmaktadır. Meclis faidesiz
münakaşalara girişmemek, gerek ekselanslarını ve gerekse
kendisine refakat eden murahhasları boş yere müteessir etme
mek arzusundadır. Meclis, meziyetlerini takdir ettiği Türk
milletine karşı iyi niyetler beslemektedir. Fakat, Türk mille
tinin yabancı ırkları idare hususundaki kabiliyeti bu meziyet
leri arasında sayılamaz. Tecrübe çok sık ve çok uzun bir za
man tekerrür ettiği için netice hakkında en küçük bir ümide
bile yer kalmamıştır. Tarih bize birçok Türk muvaffakiyetin
den, birçok Türk muvaffakiyetsizliğinden bahsediyor. Haki
miyet altına alınan milletler ve kurtarılan milletler. Bizzat
muhtırada bile son zamanlarında Osmanlı hakimiyeti altında
bulunan toprakların azalmasına dair bir telmih var.
Fakat bütün bu değişikliklerde Türk hakimiyetinin bir
memleket üzerinde kurulması neticesinde, bu memlekette
maddi refahın azalmadığını, kültür seviyesinin düşmediğini
gösteren tek bir misali bile ne Avrupa'da ne Asya'da ne de Af
rika 'da bulmak mümkündür. Buna mukabil Türk hakimiyeti
bertaraf edildikten sonra maddi refahın artmadığını ve kültür
seviyesinin yükselmediğini gösteren tek bir misale de tesadüf
edilemez.
Türk, gerek Avrupa Hıristiyanlan arasında, gerekse Su-
99
riye, Arabistan ve Afrika Müslümanları arasında yaşadığı her
yerde bir tahrip unsuru olmuştur. Harp yoluyla kazandığını
sulh yoluyla geliştirmeye hiçbir zaman muvaffak olamamış
tır. Onun kabiliyetini bu sahada aramamalıdır.
Bu vakıaların aşikar neticesi, şu olsa gerektir: Türkiye
hiçbir mazereti olmadan ve hiçbir tahrik karşısında kalma
dan, kendi arzusuyla itilaf devletlerine taarruz ettiği ve mağ
lup olduğu için, muhtelifunsurlardan mürekkep olan impara
torluğundaki milletlerin mukadderatını tayin etmek gibi ağır
bir vazifeyi galiplere yüklemiştir.
Başlıca müttefik ve şerik devletler meclisi bu vazifeyi,
bizzat bu milletlerin temennilerine ve devamlı menfaatlerine
uygun geldiği için ifa etmek arzusundadır. Fakat, meclis ma
alesef muhtıranın bu hususta büsbütün başka ve sözde dini re
kabetlere müstenit mülahazalar serdettiğini müşahede etmek
tedir. tleri sürülen sebeplere bakılacak olursa, Osmanlı İmpa
ratorluğu 'nun, kendi hudutları içinde yaşayan Müslümanları
nı veya Hıristiyanların menfaati düşünülerek değil, Türk bo
yunduruğunu hiçbir zaman hissetmemiş veya hissetmek zo
runda bulunanların ne kadar ağır bir yük altında kaldığnıı
unutmuş olanların dini hislerine riayet kaygısıyla, muhafaza
edilmesi istenmektedir.
Fakat, hadiseler bu fikri asla haklı gösterecek mahiyette
değildir. Bütün harp tarihi bu mütalaanın hiçbir mesnede da
yanmadığını isbat ediyor. Protestan Almanya'nın, Katolik
Avusturya'nın, Ortodosk Bulgaristan' ın, Müslüman Türki
ye'nin komşularını yağma etmek için birleştikleri bir müca
delede din unsuru aranabilir mi? Bütün bu davada, Hıristiyan
Ermenilerin Türk hükümetinin emriyle katledilmesi koyu bir
taassubu meydana çıkarmış olmaktadır. Fakat, ekselansları
1 00
aynı tarihte ve aynı makamların emriyle zararsız Müslüman
ların oldukça büyük bir ölçüde ve dini tarafgirlik şüphesini
tamamıyla uzaklaştırmaya değilse bile, hafifletmeye kafi ge
lecek korkunç şartlar altında katledildiklerine işaret etmekte
dir.
Şu halde, harp esnasında hükümetler ırk meselelerine
pek az önem vermişlerdir. İtilaf devletlerine gelince, bunlar
hiç ehemmiyet vermemişlerdir. Fakat o zamandan beri bu
hükmü değiştirecek mahiyette hiçbir hadise cereyan etme
miştir. Herkesin itikadına riayet edilmiş, mukaddes yerler ih
timamla korunmuş, harpten evvel Müslüman olan devletler
ve milletler dinlerini muhafaza etmişlerdir. Dine taalluk eden
hiçbir husus, dinin icaplarına riayet ettiği için gereken emni
yet şartlan müstesna olmak üzere, değiştirilmemiştir. Ve bu
değişiklik müttefiklerin kontrolu altında bulunan yerlerde
iyiliğe doğru giden bir istikamette yapılmıştır. Tarihi bir
Müslüman devletin topraklarının azalması bütün memleket
lerde Müslüman davasına zarar verecek bir hadise teşkil ede
ceği ileri sürülürse, müsadenizle bunun yanlış olduğu kana
atinde bulunduğumuza işaret etmek isteriz. Normal düşünen
bütün Müslümanlar için İstanbul tahtını işgal eden hüküme
tin muasır tarihi bir sevinç veya gurur kaynağı olamaz. Yuka
rıda bildirdiğimiz sebepler dolayısıyla Türkler pek az kabili
yeti olan bir işe girişmiş, neticede az bir muvaffakiyet elde et
miştir. Türkler daha müsait şartlar altında çalışır, enerjisi bil
hassa zekasına uygun bir çerçeve içinde, daha az karışık ve
daha kolay yeni hal ve şartlar içinde inkişaf edecek olursa ir
tişa ve entrikadan ibaret kötü bir ananeyi terkettikten, belki
de unuttuktan sonra bu kadar açık misallerini verdiği cesaret
ve disiplinden başka meziyetler ibraz etmek suretiyle neden
101
memleketini ve dolayısıyla dininin yükselmesini temin ede
mesin?
Eğer yanılmıyorsak, ekselansları, ümitlerimizin ve te
mennilerimizin mahiyetini iyi anlayacaktır. Muhtıranın dik
kati çeken bir yerinde Türkiye'nin çalışmalarını kesif bir ik
tisadi ve fikri faaliyete tahsis edeceği bildiriliyor.
Hiçbir değişiklik bu kadar heyecan ve hayret verici ol
mayacak, hiçbir değişkilik bundan daha büyük bir fayda te
min edemeyecektir. Ekselansları Türk ırkından olan insanlar
da bu değişikliği husule getirecek hareketin başına geçebile
cek olursa elimizden gelen bütün yardıma mazhar olacak ve
bu yardımı bilfiil görecektir.
Bu vesile ile ...... .
Clemenceau
102