You are on page 1of 7

FRANSIZ İHTİLALİ

Fransız İhtilali veya Fransız Devrimi denilen vaka, içerisinde bulunduğumuz tarihi dönemin
başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Haliyle bu önemli olayı bilmek bir görevdir.

Fransız İhtilali’ni idrak edebilmek için öncelikle, her önemli vakada olduğu gibi öncesine bakmak
gerekir. Çok fazla detaya girmeyeceğim, ama mevzuyu anlamanız için de en iyi özeti size
sunmaya çalışacağım. Tarih severler için problem yok ama herkese hitap etsin (oyuncular,
gençler…) diye böyle bir karar aldım.

İhtilal Öncesi Fransa Tarihine Küçük Bir Bakış

Avrupa, İhtilal öncesinde oldukça kanlı feodalite, hanedan ve mezhep savaşları verdi. Avrupa
Ülkeleri, birbirlerini adeta uzun yıllar boyunca kemirdi durdu. Büyük ve küçük, birkaç sene ara
vererek sürekli çatıştılar. Bu çatışma sadece Avrupa’da olmuyor, mücadele aynı zamanda veya
farklı dönemlerde denizaşırı topraklarda da devam ediyordu.

Fransa böyle bir ortamda kendi güdümünde bir Avrupa için çabalıyordu. Haçlı Seferleri
dönemindeki gibi yeniden başı çekmek istiyordu. Bu arzu Yüzyıl Savaşları sonrasında VIII.
Charles (Şarl) ile başladı. O İtalya Savaşları’nı başlattı. Bu savaşlara Habsburg–Valois savaşları
da eklendi. Dinde reform hareketleri de o dönem yeşerdi. Almanya’da Martin Luther, Fransa’da
Jean Calvin, İngiltere’de ise Anglikanizm doğuyordu. Roma ise Cizvit, engizisyonda yeniden
yapılanma ve Trento Konsili ile dinde reformculara cevap vermeye çalışıyordu.
Yıllar ilerliyor türlü nedenlerle çatışmalar devam ediyordu. Fransa’nın yeni lideri IV. Henry, artık
açık açık Fransa güdümündeki Avrupa projesini dile getiriyordu. Avrupa Birliği’nin ilk adımını atan
kişi olarak da kabul edilen IV. Henry’nin Avrupası üç bölümden oluşuyordu: 1- Hasburglar’ın gücü
kırılacak. 2- müttefik de olsa Türkler geldikleri yere, Asya’ya sürülecek. 3- İleride sorun olacağı
işaretlerini veren Ruslar Avrupa dışında bırakılacak (+ Mezhep farklılığı da etken olmalı). Onun
kuracağı Avrupa birliğinin adı da “High Christian Republic” ya da Avrupa Hristiyan Cumhuriyeti
idi… Öyle ki ilerleyen yıllarda da Nantes Fermanı’nı yükümlülükten kaldıran Kral’a göre “Bir inanç,
bir yasa, bir kral” olmalıydı. Ve “Kral tanrının yeryüzündeki gölgesiydi ve ona karşı gelmek
günahtı”…

Biraz daha ileri saralım ve Fransa’nın dahil olduğu büyük mücadeleleri madde şeklinde yazalım.

 30 Yıl Savaşları
 9 Yıl Savaşları
 İspanya’yı Taksim Savaşları
 Lehistan’ı Taksim Savaşları
 Avusturya Veraset Savaşları
 Yedi Yıl Savaşları

Sadece savaşları görüyorsunuz lakin küçük anlaşmazlıklar, dine dayalı kanlı olaylar ve çeşitli
anlaşmaların da olduğu su götürmez bir gerçek. Daha önce uzunluğundan dolayı iki kere silip
üçüncü kez yeniden yazmaya başladığım bu yazıyı kısa tutmak açısından daha ince ayrıntıya
girmiyorum.

Avrupa’nın buram buram mezhep, feodalite ve hanedanların çıkarları kokan savaşları daima
devam etmiş İhtilal’e kadar sürmüştür. Dedikleri kadar varmış, Avrupa’da barışlar adeta bir
“virgüldür”…

İhtilal Öncesi Fransa’da Düzen Ve İhtilal’in İç-Dış Nedenleri

1453’te aldığımız ve 18. yüzyılın sonlarına kadar getirdiğimiz Fransa’nın, bu vetire içerisinde
yaşadığı bir sürü çıkar ve fikir mücadelesi sonucunda hanedanın yerini son derece
sağlamlaştırarak üzerine bir güç tanımadığını görmekteyiz. Öyle ki XV. Louis’e göre “Egemen
güç sadece benim kişiliğimde bulunur. Tüm yasama gücü, ne diğerlerine ne de bu gücün
herhangi bir kısmına karşı sorumluluk duymaksızın, sadece bana aittir. Kamu düzeni
bütünüyle benden kaynaklanır, halkın hakları ve çıkarları zorunlu bir şekilde benimkilere
bağlıdır, diğerleri ise sadece benim ellerimdedir”. Bu aynı zamanda Orta Çağ’ın öğelerinden
olan feodalitenin ülke yönetiminde artık söz sahibi olmadığı manasına geliyor. Bu dönemde
feodaller sadece halk üzerinde etkililer.

Halk demişken toplumsal yapıda ise tamamıyla bölünmüşlük ve eşitsizlik söz konusu olduğunu
belirtmek lazım. Fransa’nın Avrupa’da parmakla gösterilen bir yapı olması ve hanedanın bu kadar
güçlü olmasının en büyük diyetini her zaman halk ödemiştir. Askerlik, devlete ile feodal beylere
ayrı ayrı verilen vergiler ve fikir bakımından hanedan güdümünde olma zorunluluğu bir de bunlar
yetmezmiş gibi adaletsizlik halkın tamamıyla bezmesine sebep oluyordu. O dönem Avrupa’nın
çoğu yerinde olduğu gibi Fransa’da da toplum soylular, ruhbanlar ve halk olarak üç sınıfa
ayrılıyordu. Halk sınıfının da içerisinde gruplar vardı. Farklı işlerle uğraşıp zenginleşenlere
(büyük) burjuva, saygı gören işleri yapan doktor veya öğretmenlere ise yer yer (küçük) burjuva
denmekteydi. Karın tokluğuna çalışan, geçimini sağlayan meslek erbapları ve adeta köle
durumundaki köylüler de halk sınıfının alt tabakasını temsil ediyordu.

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu iaşeci bir ekonomi politikası uygularken, Avrupa-Fransa


merkantilist ekonomi politikası gütmekteydi. İaşeci ekonomi önce emekçinin doyması, sonra
emekçinin yaşadığı çevrenin doyması ve akabinde artan (hangi ürün olursa olsun tarım, maden
vb. gibi) ürünün ticarete açılmasıdır. Merkantilist ekonomi ise köleliğe izin veren, belli grupların
çıkarlarını hedeflemiş ve işçiyi daha fazla sömüren bir sistemdir. Beşer hatasız olmaz, iaşecilik
güzel göründüğü kadar olumsuz yönleri de olabilir. İaşecilik birkaç kurt ısırığı olan sağlam bir
elmadır. Merkantilist sistem ise yarısından fazlası çürümüş bir elmadır. Hangisini yersiniz?
Böyle bir ortamda halk vergi veriyor, devlet ve soylu/aristokratlar vergi topluyor (soylu ve
ruhbanlar vergi vermiyor), Hindistan’daki kast sistemi gibi toplumdaki sınıflar statülerini sülblerine
devrediyordu. İtibarlı statüler, özellikle devlet görevleri parayla satın alınılıyor, ancak ödenen para
geri verilirse makam geri alınabiliyordu. Düşünsenize hakimlik paralı, bastır parayı, adaleti
güdümüne al. Evet, durum aynen böyleydi. Daha ağır örnekler vereyim. Ekmek pişirmek veya
tahılları öğütmek gibi “hayati ihtiyaçlar” dahi vergiliydi.

Yukarıda Fransa’nın dahil olduğu savaşlar listesini yazmıştım. Listenin en sonunda, ilk dünya
savaşı olarak da addedilen, Yedi Yıl Savaşları Fransa’nın itibarında büyük bir zelzeleye sebep
oldu. Halk yönetimin kendilerini bu kadar sömürmesi ve ezmesinin karşısında alınan askeri
yenilgilere de tepkiliydi. Öyle ki Fransa bu savaşta Hindistan’dan Amerika’ya kadar birçok
sömürgesinden feragat etti. Hem de bu toprakları tarihi düşmanı İngilizler’e kaptırdı. Bunun
acısını Amerika’daki İngiliz kolonilerinin verdiği bağımsızlık mücadelesini destekleyerek çıkardı.
Ama bu ilişki sonucunda kendi tebaasının başına bela olacağını hiç düşünmedi…

-Düşünürler Ve Burjuva’nın İhtilal’e Katkısı

Hem düzen hem de askeri sıkıntılarla ezilen başta halk sınıfının alt tabakaları ve burjuva, dünya
görüşü cephesinde değişimler yaşadı. Akılcılık ve maddecililik ön plana çıkmaya başladı.

Fransız düşünürler:

 Montesquieu
 Voltaire
 Jean-Jacques Rousseau
 Diderot

İngiliz düşünürler:

 John Locke
 Thomas Hobbes

Ve sayılacak nice isim… Ağır basan abiler üste sıralı, ortak özellikleri: Akılcılar, maddeciler,
ateist/deist/tabiri caiz ise don değiştirir gibi mezhep değiştirirler. Hedef tek kişi yönetimi ve
kilisenin halk üzerindeki olumsuz etkileriydi. İstedikleri ise eşitlik ve halkın yönetime dahil olduğu
özetle “Cumhuriyet” tarzı bir yönetimdi.
Yukarıda izah ettik sömürülen, statü olarak yükselemeyen ve eşit şartlarda vergi vb. gibi
mevzuların dahi söz edilemediği bir ortamda bu düşünürlerin fikirleri, halk(ları) ve bu sınıfın üyesi
burjuvaları etkiledi.

Burjuvalar, monarşinin politikalarıyla sinen toprak sahiplerinin önüne geçmişti. Öyle ki hanedan ve
feodaller burjuvalardan borç alıyordu. Böyle bir statüye gelen zengin halk kesimi vergilerden artık
oldukça bunalmıştı. Zengin olabilirlerdi ama hala halktan sayılıyorlardı. Ruhbanlar ve soylulara
göre hala alt sınıftaydılar.

Fransız İhtilali

Kral XVI. Louis, ülkenin gidişatı için bir karar verdi ve en son 1600’lerin başında toplanan sonra
muhatap dahi alınmayan Etats Generaux adlı danışma meclisi yeniden toplandı. Ruhban,
aristokrat ve halk sınıfından temsilciler, XIV. Louis’den bu yana kralların halktan kopuk, zevk ve
israf içerisinde ömür tükettikleri Versay Sarayı’nda bir araya geldiler. Burada sınıflar arasında
alınacak kararlar için yapılacak oylama sisteminde bir uzlaşmazlık oldu ve bu problem günlerce
sürdü.

Halk sınıfı temsilcileri bu duruma daha fazla katlanamayarak “Milli Meclis” kuracaklarını, halkın
%95-6’sını temsil ettiklerini dile getirdiler. Milli Meclis 17 Haziran 1789’da kuruldu. Kral XVI.
Louis’in baskıları ve aldığı önlemlere rağmen Milli Meclis toplanmış ve hatta ruhban ve
aristokratlardan da çok transfer almıştı. Öyle ki kral yandaşları dahi artık halk sınıfının yanında
toplanmaya başladı. Tarih 9 Temmuz 1789’u gösterdiğinde “Kurucu Meclis” yani Assemblee
Constituante oluşturuldu. Bu açık açık var olan düzenin tanınmadığı anlamına geliyordu. Kurucu
Meclis yeni anayasa için çalışmalara başladı.

Kurucu Meclis’ten haberdar olan halk düzenin değişeceğini anlamış ve ayaklanmıştı. Öyle ki halk
soyluların şatolarını basıp yağmalama yapıyordu. Bu ayaklanmaya silahla karşılık verildi ve
Hanedan canını koruma moduna geçerek Kral XVI. Louis’in emriyle Fransızlar’ın dahil olmadığı
yabancı ordu birlikleri oluşturarak Paris’i ablukaya (bence çok ağır bir karar) aldı. Hanedanın
tutumu, halkın canıma yetti demesi, Fransa’nın bu olaylar öncesi ve anında girdiği siyasi-ekonomi
buhran kaçınılmaz sonu getirdi.
Tarih 14 Temmuz 1789’u gösterdiğinde rejimin sembollerinden biri olan ve düşünce suçlularının
bulunduğu Bastille Hapishanesi basılarak mahkumlar salındı. Akabinde Paris’teki devlet kurumları
ele geçirilerek Commune adı verilen yeni yönetim ilanı yapıldı. Son olarak da Ulusal Halk Ordusu
adını taşıyan, Fransız silahlı birlikleri oluşturuldu. Bu başkaldırı sadece Paris’te değil, Fransa’nın
diğer şehirlerinde de gerçekleşiyordu.

4 Ağustos 1789’da artık ipleri eline alan halk sınıfının, aristokrat ve ruhbanlara hedefledikleri
ilkeleri kabul ettirdiler. Bu tarihten sonra feodalite Fransa’da tarihe gömüldü. 28 Ağustos 1789’da
da o ünlü, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin temelini oluşturduğu, “İnsan ve Yurttaşlık Hakları
Bildirisi” yayımlandı. Kral XVI. Louis ve eşi Kraliçe Marie Antoinette askeri destek alarak yeniden
ülkeyi ele geçirmek için giriştikleri kaçışta yakalandılar, hapsedildiler ve Kurucu Meclis’in
hazırladığı anayasayı 14 Eylül 1791’de imzaladılar.

Yukarıda bir not düşmüştüm “komplo teorisi üretebilirsiniz diye…” Şimdi daha iyi anladınız.

Böylece Fransa’da feodalite ve monarşi, silahlı bir ihtilal girişimiyle bertaraf edilerek yeni bir
düzen olan anayasal monarşiye geçildi. Bu düzene meşrutiyet de denmektedir.
Sonuç

Milliyetçilik, laiklik, halkların kendini yönetmesi gibi çeşitli düşünceler neredeyse tüm dünyaya
yayıldı. Dine dayalı uygulamalar neredeyse tamamen terkedildi ve toplumun hayatını idame
ettirmesindeki etkileri silinmeye başladı.

Fransız İhtilali, Fransız milletinin kurtuluşu ve demokrasinin gelişiminde büyük bir adım olarak
görülüyor. Aslında İhtilal oldu ve bitti değildir, ihtilalciler de fikirlerini dayatmak için çok insan
öldürmüşler ve “diktatörlük” yönetimi kurmuşlardır. Kurucu Meclis sonrasında Konvasiyon Meclisi,
Direktuvar Yönetimi gibi evreler sonucu Napoleon Fransa’sına geçilmiştir.

 23.000 öldürme olayı.


 17.000 yasal idam.

 Sadece Vadee bölgesindeki düzeni kabul ettirme çatışmalarında 200.000 kişi hayatını
kaybetmesi.
 İhtilal’i ve ihtilal düşüncelerini Fransa dışına yaymak için girilen savaşlarda 1.000.000
Fransız öldü. Bu ölülerin bir de diğer devletlerdeki karşılığı da var. Yani sayı toplamda 1
milyondan çok daha fazla…

You might also like