You are on page 1of 16

ARİSTOTELES: GELİŞİMİNİN TARİHİNİN TEMELLERİ*

Werner Wilhelm Jaeger


Çev: Barış Aydoğan**

ARISTOTLE: FUNDAMENTALS OF THE HISTORY OF HIS DEVELOPMENT

ÖZ
Werner Wilhelm Jaeger (1888-1961), 20. yüzyılın önde gelen klasik filologla-
rındandır. Doktora çalışmasını Aristoteles’in Metafiziği’nin oluşumu üzerine
yapmış ve bu çalışmada Aristoteles’in eserinin bir bütün olarak yazılmadığını
ve farklı zamanlarda verdiği derslerin biraraya getirilmesi ile oluştuğunu savun-
muştur. Bu nedenle kitap içerisinde yer alan kopukluk ve çelişkilerin olağan
olduğunu savunmuştur. Karşınızda duran çeviri ise onun en az bir yarım yüz-
yıl boyunca yapılmış olan Aristoteles yorumları ve tarihsel eleştirileri üzerinde
hakim olmuş “Aristoteles: Gelişiminin tarihinin temelleri” adlı eserinin Önsöz,
Sunuş bölümleri ve onları takip eden ilk bölümünden oluşmaktadır. Jaeger,
Önsöz’de bu eserde kullandığı yönteme ilişkin kısa bir bilgilendirmeden sonra
Sunuş bölümünde kendi zamanında bir filozof olarak Platon’un gelişim tarihi
yaygın olarak incelenirken Aristoteles’in gelişim tarihinin göz ardı edilişini, bu
durumun tarihsel nedenlerini de ortaya koyarak eleştirir. Eserin çevrilen bu ilk
bölümü, Aristoteles’in Akademi’ye katıldığı döneme ilişkin olup onun Platon’la
olan halef-selef ilişkisine de döneminin genel kabullerinden farklı bir ışık tut-
maktadır.
Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Platon, gelişim, Akademi, Jaeger.

*
Werner Wilhelm Jaeger, Aristoteles: Grundlegung einer Geschichte seiner Entwicklung, Widmannsche
Buchhandlung, Berlin, 1923.
**
Arş. Gör., MSGSÜ Felsefe Bölümü (aydogan.baris@gmail.com). Yazı geliş tarihi: 15.05.2017; kabul
tarihi: 12.06.2017.

Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, Haziran 2017, Sayı 34, s. 71-85


72 Werner Wilhelm Jaeger

ABSTRACT
Werner Wilhelm Jaeger (1888-1961), was one of the leading philologists of
20 th Century. On his dissertation he studied the development of Aristotle’s
Metaphysics and defended the argument that Aristotle’s work was not written
as a whole and was formed through unification of his distinct courses; therefore
disconnections and contradictions in the work should be considered as natural.
The translation before you is the preface, the problem and following first chapter
of his work Aristotle: Fundamentals of the History of His Development. After
a short briefing over the method of the work in preface, Jaeger critisizes the
habit of undervaluing Aristotle’s development history by his contrempraries
while Platon’s development history was widely examined, with manifesting the
historical reasons of this situation. This translated first chapter of the work is
about the period in which Aristotle entered the Academy and sheds a different
light from the general aggreement of the century on the predecessor-successor
relationship between Aristotle and Plato.
Keywords: Aristotle, Plato, development, Academy, Jaeger

...

Önsöz

Önünüzde duran ve eş zamanlı olarak hem araştırma hem de genel çerçeve olan
bu kitabın tarzı, kısa bir yönlendirmeyi gerektirir.
Araştırma sistematik bir serimleme yerine, Aristoteles’in metinlerinden yola çıkan
ve içsel gelişiminin bu metinlerden yola dökülen izlerini takip eden bir çözümleme
ortaya koyacaktır. Yaşamöyküsel çerçeve yalnızca şimdiye kadar böyle bir ayrıma tabi
tutulmamış büyük yazınsal kütlenin üç gelişim dönemine ayrışmasını algılanabilir
kılmalıdır. Bu yolla elde edilen resim yine de, malzemenin kıtlığı nedeniyle kısmi bir
resim olarak kalacaktır. O, yine de taslaklarında Aristoteles’in ruhsal yapısı ve düşün-
cesinin itici güçlerinin oldukça açık bir görüntüsünün ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu,
öncelikle felsefi sorunlar tarihinin ve ilkeler araştırmasının yararınadır. Ancak yazarın
amacı, sistematik felsefeye yönelik bir katkı sağlamak değildir, tersine Grek ruhunun
Aristoteles’in ismiyle nitelenen kısmi tarihini aydınlatmaktır.
Bu araştırmaların sonuçlarını 1916’dan beri Kiel ve Berlin’deki üniversite ders-
lerinde birkaç kez anlattım, yazılı biçimi de sonuç kısmı dışında önemli oranda bit-
mişti. O zamandan bu yana ortaya çıkmış olan, Aristoteles’in kendisi için aslında
pek katkısı olmayan literatürü, yalnızca kendilerinden yeni bir şeyler öğrenebildiğim
ya da kendilerine karşı çıkmam gerektiği sürece dikkate aldım. Eski araştırmaların
sonuçları, salt önemsiz kanı ya da serimleme değişikliklerine denk geldikleri sürece
boşuna aranacaktır: bütün bunların gelişimle bir ilgisi yoktur. Kendinde bir amaç olarak
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 73

Aristoteles’in tüm yazılı çalışmalarının bir çözümlemesi ve onların tüm katmanlarının


baştan aşağı mikroskopik düzeyde bir araştırması, yalnızca açık örneklerle gelişiminin
ruhsal görünüşünü böylesi olarak tematik anlamda açıklamanın söz konusu olduğu
yerde daha az oranda dikkate alınmıştır.
Son olarak, yiğitçe bir güvenle zamanın uygunsuzluğuna rağmen tüm kapsamıyla
bu kitabın yayınlanmasının riskini üzerine almış olan yayınevi yönetimine en derin
teşekkürlerimi dile getiriyorum.
Berlin, 1923 Paskalyası
W.J.

Sorun

Aristoteles, felsefesiyle birlikte kendi tarihsel kavrayışını temellendiren ve bununla


felsefi bilincin yeni, içsel olarak karmaşık fakat daha sorumluluk sahibi bir biçimini
elde etmiş ilk düşünürdür. Tarihsel-ruhsal gelişim düşüncesinin yaratıcısı, kendi başarı-
mını da saf olarak şeylerin yasası üzerinde temellenen bir gelişimin pragmatik sonucu
olarak kavrar, hatta serimlemesinin genelinde kendi düşüncelerini seleflerinin, özellikle
de Platon ve okulunun eleştirisinin doğrudan bir meyvesi olarak gösterir. Bu konuda
kendisi izlendiğinde ve tarihsel olarak, içlerinden kendisini kurduğu bu koşullarla
kavranmaya çalışıldığında felsefî ya da Aristotelesçe düşünülmüştür.
Bir kişiliğin kendini değerlendirmesini tamamen nesnel bir kaynak olarak kul-
lanmaya alışkın olmayan ve onun ölçütlerini edinmeyen filolog, tüm bu çabaların
Aristoteles’in kendine özgü felsefi tarzının diri bir kavrayışına götürmediğine, en
başta tamamen onu seleflerini anlayışıyla ölçmeye başladığında, şaşırmamalıdır:
Sanki herhangi bir filozof seleflerini bu bağlamda anlayabilecekmiş gibi. Aristote-
les’in bireysel yaratımının yalnız bir olumlu ölçütü olabilir, Platon’u nasıl eleştirdiği
değil, aksine kendisinin nasıl platonlaştırdığı (çünkü bu onun için felsefe yapmak
demekti). Bilimi neden bu belirli yöne çevirdiği, öncesinin tarihinden ziyade ilkin
kendi felsefî gelişiminden açığa çıkar; aynı şekilde Yunan düşünmesinin felsefesinde
onun kendisinin Platon’un felsefesini öncüllerinden türetmek yerine o tarihi etkilerle
kendi yaratıcı orijinalliğinin ilişkisinin ürünü olarak açıklaması gibi. Ruhsal gelişimin
incelenmesinde büyük bireylerdeki yaratıcılık ve özyasalılıklık çok dar geliyorsa, o
halde tarihsel hareket bütünlüğü kişiliğin organik gelişimi yoluyla tamamlanmaya
ihtiyaç duyar. Aristoteles’in kendisi de gelişim ve biçim arasındaki sıkı ilişkiye işaret
eder: “Yaşayarak kendini geliştiren baskın biçim” onun felsefesinin ana düşüncesidir.
Onun amacı biçim ve entelekheiayı gelişim aşamalarında tanımaktır. Yalnızca bu şekilde
ruhsal bir ‘yapı’da yasalı olan şey doğrudan bir görülürlüğe kavuşur; Yine Aristote-
les’in devlet yaşantısının ön basamakları üzerine dersinin başlarında söylediği gibi:
‘Genelde olduğu gibi, burada da, şeylerin ilkin kökenlerinden bu yana doğru geliştiği
74 Werner Wilhelm Jaeger

görüldüğünde, doğru bakış ortaya çıkacaktır’.


Organik gelişimin ilkesinin bugüne kadar yaratıcıya uygulanmamış olması, kaza-
nımları olan tekil fakat tamamen kısmi ve bu nedenle etkisiz kalmış dışavurumlar göz
ardı edildiğinde, insan bilgisinin tarihinin kendisi bakımından zengin olduğu, neredeyse
anlaşılmaz çelişkilerinden birisidir. Abartıya kaçmadan söylenebilir ki; Platon’un
gelişim süreci üzerine tam bir literatürün bir araya getirildiği bir çağda, Aristoteles’in
gelişiminden neredeyse hiç kimse söz etmemekte ve her seferinde neredeyse kimse
bir şey bilmemektedir. Antik ruhun tarihinin en ateşli sorunlarından birinin önünden
bu ısrarlı geçip gitme o kadar telkin edici etkide bulunmuştur ki gelişim tarihçi bir
incelemenin Aristoteles’e uygulanmayışında Platon’la arasındaki ruhsal ayrımın bir
tür sembolü olarak görünmüştür: Platon’un gelişim tarihi insanları onun düşünmesinin
temel kuvvetlerinden itkilerinden birini ortaya koyan ve onu tüm Platon öncesinden
ayırt eden kurucu güdü için aşamalı bir körleşmeye zorlarken, Aristotelesçi öğretinin
kronolojisi ve gelişimine yönelik sorunun ve onların kaynaklarının neredeyse felsefi
anlaşılmazlığın bir işareti olarak görülmesinde tamamen başka bir alışkanlık kazanıl-
mıştır. Çünkü zamansızca tüm tikellerin tohumunu kendisinde taşıyan Monad aynı
zamanda sistemin kendisidir.
Şimdiye kadar Aristoteles’in gelişim tarihine yönelik bir çabanın olmamasının
nedeni, onun felsefesini katı bir kavram şematizmi olarak gören skolastik kavrayıştır.
Bu kavrayışın diyalektik aracı onun yorumcularına; onların Aristotelesçi araştırma
tarzını harekete geçiren kuvvetlere, kendine özgü delici, soyut Apodiktik’e ve görüsel,
organik biçim öğretisine ilişkin herhangi bir kişisel deneyim kaynaklı fikre de sahip
olmamalarına rağmen, ustalıkla hakim olmuştur. Aristoteles’in spiritüalizmi görü ve
gerçeklikle doygunluğa ulaşmış, onun acıtan kanıtlama gücü yalnızca 4. yüzyılın kanlı
yaşamsallığının kendini eğitici biçimde koştuğu sağaltıcı bukağıdır. Yanlış anlamanın
kökü Aristoteles öğretisinin daha dar anlamda felsefi kısımlarının, Peripatos’da üçüncü
nesilden beri gerçekleştirilmiş mantık ve metafiziğin deneyimsel gerçeklik araştırma-
sından ayrılmasında yatmaktadır. Kendisine her şeyden önce metinlerin kurtarılmasını
borçlu olduğumuz, Andronikos’la başlayan yorum ekolününün katkıları azımsana-
mayacak ölçüde olmasına ve metinlere harfi harfine sadakatli gelenekçilikleri felsefi
kavrayış gücü bakımından Straton ve Theophrastos’un acınacak haldeki takipçilerine
göre çok üstün olmasına rağmen, bu hareket de kökensel ruhun Aristoteles’e varan bir
yenilenişini ortaya koyamamıştır. Sürekli gelişen bir doğa ve ruh biliminin besleyici
zemininden ve bundan dolayı Aristoteles’in spekülatif düşüncelerinin kıvraklıklarını
ve bükücü gücünü içinden çektikleri deneyimin ve kavram oluşturmanın o verimli
karşılıklı etkileşiminden yoksundular. O zamandan beri Aristoteles’in kavranışında
daha büyük bir kopuş olmamıştır; şerh geleneğini doğu Aristotelesçiliği, onu da batı
Aristotelesçiliği kesintisiz bir biçimde takip etmiştir. Her ikisinin kendi zamanlarına
olan eğitici etkisi abartılamayacak olan özgün tarzı, daha Antik dönemde canlı bir
Aristoteles kavrayışına set çekmiş olan aynı saf-kavramsal Skolastiktir. Her ikisi de
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 75

onun felsefesini, kendisine özgü dehasının bir ürünü olarak, kendi çağının tarihsel
olarak verili sorun durumu ile birlikte kavramaya yetkin değildiler ve bu nedenle nasıl
canlı bir gelişim gösterdiğine hiç değinmeden yalnızca baskın olan biçime tutundular.
Bu sıralarda kuşkusuz biçimde gelenekçiliğin hatası nedeniyle, Aristoteles’in gelişi-
minin temel bir kaynağının, konuşma ve mektuplarının kaybı gerçekleşti. Bu yolla
onun insanî kişiliğine geçiş yolu kapandı. Böylece Antik Çağ’a yönelik hümanizmin
getirdiği yeni oluşan sevginin Aristoteles için hiçbir değişim yaratmaması, en başta
onun Luther ve hümanistlerin aynı şekilde çok küçümsedikleri ortaçağ skolastiğinin
derebeyi konumunda olmasındandır. Antik felsefe ve edebiyatın bütün büyük adamları
arasında yalnızca Aristoteles bir Rönesans yaşamamıştır. Gerçi herkes onun çağının
büyük güçlerinden biri, modern dünyanın temel yapıtaşlarından bir tanesi olduğunun
bilincindeydi fakat bir parça gelenek olarak kaldı, bir başka nedenle değilse şu se-
bepten; çünkü hümanizma günleri ve reform sonrasında bile içeriği bakımından hala
çoğunlukla zorunlu görülüyordu. Melanchthon ve Cizvitlerin her ikisi de teolojilerini
metafizik üzerine kurdular, Machiavelli Politika’dan, Fransız eleştirmenler ve şairler
kurallarını Poetika’dan soyutladılar. Logik’ten Kant’a kadar olan tüm filozoflar ve
daha fazlası, Etiği’nden ahlakçılar ve hukukçular yararlandılar.
Onun düşüncesinin içsel biçimine yönelik çok güçlü bir içeriksel ilgi filologları,
hümanistlerin yeniden gün yüzüne çıkardıkları antik sanat nesrinin dar ve yüzeysel
biçim kavrayışına göre daha az engelledi. Gerçi korunmuş olan yazıları inceden ince-
ye araştırdılar ve metinlerini saptamaya çalıştılar fakat yeni stil kavrayışı metinlerin
aktarıldıkları tamamlanmamış hallerine karşı estetik bir tepki geliştirdi. Normlarına
aykırı düştükleri ve kendilerine tamamen yabancı olan edebi yazım tarzı onlara ölçü
olarak koyulmak istendi. Metinlerin tarzı naif bir şekilde Platon’un diyalogları ile
karşılaştırıldı ve bir yandan Aristoteles’in incelemeleri her türden akılcı müdahalelerle
zorla, rahatsız edici kısımları gerçek dışı ilan edilirken ve bütün kitaplar ya da tekil
önermeler okunabilir el kitaplarına dönüştürülmeye çalışılırken, diğer yandan Platon’un
Diyalogları’ndaki şaşırtıcı sanattan coşku duyuldu. Eleştirinin bu tarzı her tarihsel
kavrayışın kendisinden yola çıkması gereken Aristoteles felsefesinin ruhu için tarif
edilen geçici biçimin yanlış yargılanışından doğdu. Gerçi Platon konusunda da onun
bütünsel ruhunun bilgisi için biçim sorununun önemi uzun bir süre boyunca ve tekrar
tekrar yanlış değerlendirilmiştir; özellikle de kurumsal felsefe ve edebî filoloji sürekli
olarak biçimi Platon için konu bakımından bir önemi olmayan edebi bir şey olarak ele
almaya eğilimliydiler, oysa Platon biçimle felsefe tarihinde tamamen tek başına ayakta
durur. Fakat şimdi, Aristoteles’de o neredeyse ‘tamamen biçimden yoksunmuşçasına’
içeriğe kapılmak istenirken, biçim gelişiminin Platon’un felsefesinin bilgisi için temel
bir anahtar olduğu çoğunlukça bilinmektedir. Stoacı ve Epikürosçu metinlerin ortadan
kayboluşunun suçlusu olduğu gibi, kendisine neredeyse Aristoteles’in ders notlarının
kaybını borçlu olacağımız Helenistik retoriğin dar edebi biçim kavramını soyarsak,
böylece gelişimtarihsel soru kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü, Aristoteles’in oluşun
76 Werner Wilhelm Jaeger

farklı evrelerinin izlerini kendinde taşıdığı kabulü olmaksızın onun mirasının karak-
teristik durumunu açıklamak kesinlikle olanaklı değildir. Ders notlarının analizi bizi
kendiliğinden bu sonuca götürür ve Aristoteles’in kayıp edebi metinlerinin korunan
kısımları da bunu onaylar. Bu nedenle bu kitabın ilk ve kaçınılmaz ödevi kayıp me-
tinlerin arta kalan kısımlarının ışığında ve ders notlarının analiziyle en başta şunu
göstermektir: Karşınızda duran bu çalışmanın, ders notlarının ve kayıp metinlerden
kalan fragmanlarının yorumlarından ortaya çıkmasında olduğu gibi, metafiziğin ortaya
çıkmasının temellerinde bir gelişim bulunmaktadır. Filolojik eleştiri ancak doğrudan
felsefi soru sormanın hizmetinde olduğu sürece söz konusu olacaktır, çünkü burada
metinlerin, metinler olarak yalnızca dış durumları değil, daha ziyade onlarda Aristo-
telesçi düşünmenin itici gücünün nasıl ortaya çıktığı ele alınacaktır.

Birinci Bölüm: Akademi Çağı

Birinci Kısım: Aristoteles’in Katıldığı Zamanki Akademi

Aristoteles, biyografisini yazanın güvenilir tanıklığına göre, Makedonya kralı


Philipp’e, Platon’un yanında yirmi yıl kaldığını yazar. Akademi’de Platon’un ölümüne
(348/7) kadar kaldığından, öyleyse 368/7 yılında Akademi’ye katılmıştır. O zaman 17
yaşıyla gençlik çağında bulunuyordu.1
Okulu bıraktığında kırklı yaşlarına yaklaşıyordu. Üzerinde tartışma olamayan olgu-
lar çok şaşırtıcı olmamıştır. Büyük düşünürler tarihinde kesinlikle bir ikinci, hatta belki
de kendi başına ayakta duran yaratıcı doğalar arasında hiçbir örneği yoktur ki yeteneğin
benzer derinliğindeki orijinalliğe sahip bir insan, bu kadar uzun süre tamamen farklı
bir tarzda üstün bir dâhinin etkisi altında ayakta kalsın ve tamamen onun gölgesinde
yetişmiş olsun. Güçleri birleştiren ve ayıran ve usta aracılığıyla etkide bulunan; genç
olana gençliğinin aşkını ve ilk adanmışlığını sağlayan, kendisine denk bir olgunluğa
eriştirip sonra ayıran, büyük bir ustayla olan böylesi bir bağın içsel duyarlılığı ve aynı
zamanda yaratıcı yetinin gücü ve güvenliği için aldatıcı olmayan bir ölçüt günümüzde
mevcut değildir. Aristoteles’in içsel gelişiminin konusu budur. Platon’un dünyasının
deneyimi ve onda gerçekleşen kendisine dönük kırılmayı; elastik itici gücü kendi sınırlı
ve Platon’un sınırsız dehasının özgün ayrımına rağmen düşünmesini daha ilerlemiş bir
aşamaya taşıyan zekasının şaşırtıcı şekilde yükseltilmiş yay gerilimine borçludur ve
bu zamandan sonra bu yükseklikten aşağıya inmek aşağı yukarı kader çarkını tersine
çevirmek anlamına gelirdi.
Aristoteles’in Platon’la olan felsefî bağı, günümüze kadar hep yapıldığı gibi,

1
Mektuba Vita Marciana S. 427, 18 Rose (Ps. Ammon. S. 438, 13 Lat. Çeviri S. 443, 12) değinir. 17 yaş
ifadesi aynı kaynaktan çıkmaz, fakat daha İskender biyografilerinde Mektuba ilişkin notlarla birleşti-
rilmiş durumdadır. Krş. Dionys. Halic. Ad Amm. 5 (728 R).
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 77

günümüz ekol filozoflarının Kant’la bağının düşünüldüğüne benzer şekilde; ustasının


makul bulunan eğitici görüşlerine bağlanıp, dogmasının belirli başka kısımlarıyla
kopma biçiminde kavranılmamalıdır. Bunun dışında tam da Platon’un doğasının ve
onun resmedici felsefe yapma tarzının karşılaştırılamazlığı görüşü Aristoteles’in kav-
ranışında onun bir modeli için kararsızlığa yol açmıştır. Aristoteles tam da Platon’da
yapı, mitos ve sezgi olan şeylerin önünden geçip gitmiş olmalıdır. Eleştirisi Platon’a
pek de denk düşmüyor görünmektedir, çünkü ondaki bu özsel yönlere neredeyse hiç
dokunmamıştır ki kendi soyutluğu içinde bir μετάβασις εἰς ἄλλο γένος [metabasis eis
allo genos] olarak görünür. Fakat bu gerçekten de pek uzağı göremeyen ve öğrenci işi bir
yakıştırmadır. Aristoteles birden fazla yerde, eleştiriye henüz başlamamışken platoncu
düşünme tarzının açıkça farkında olduğunu açığa vurur. Kendisine psikolojinin ve onun
düşünsel ve sanatsal görünüşlere uygulanışının kurucusu unvanını verdiğimiz adam için
bu başka nasıl olabilirdi? Daha yenilerin ilk defa kendilerinin keşfettiklerini sandıkları
Platon’daki şiirsel ve kehanetvari tarafa ilişkin ilk kısa, isabetli sözleri sarf eden de ta
kendisiydi. O, platoncu diyalogların sanatsal özünü çoğu modern felsefeciden daha
doğru bir şekilde tanımlamıştır. Platon öğretisinde ki mantıksal ve ontolojik zorluklara
ilişkin eleştirisinin, onların tarihsel anlamı ve somut içeriğini değersizleştirdiğine de
hiçbir zaman inanmamıştır. Bütün bunlar kendiliğinden anlaşılır ve Aristoteles’in
Platon’un düşünce dünyasına katı bir eleştirel tutumla yaklaşmadığını, tersine onun
bütünsel insanî izleniminin korkunç şiddetini uzun yıllar sonunda onun sözcükleriyle
onaylanmaya gerek duymaz. Fakat Platon’un dünyası gibi böylesine karmaşık, farklı
zihinsel güçlerden oluşmuş, kendi bireysel görünüş biçiminde baştan aşağıya özgün bir
dünyanın kendine özgü biçimde anlaşılması gerekliliği başka bir şeydir, onu bir bütün
olarak yeniden kurmak ve geliştirmek istemek bir başka şeydir. Bu noktada verimli
ve verimsiz Platonculuğun yolları ayrılır. Platoncu zihinsel birliğin, onun en sevdiği
sembol ve ifadelerin söz bakımından zengin kültüne estetize eden ve asılsız öykünme
verimsiz; Platon’un kendisinin en yüksek gördüğü sorunlara yönelik çalışmaysa ve-
rimlidir. Ve bu çalışma zorunlulukla onu aşar. Aristoteles ile birlikte modern bilimin
Platonun geri getirilemez ruhsal birliğine olan karşıtlığını kavrayarak, bu şekilde
zorunlu olsa da kendi düşünüşümüzün tek yanlılığının bilincine varmak da verimlidir.
Aristoteles bu soruna karşı farklı zamanlarda farklı tavırlar almıştır. Platoncu tipusun
başlangıçtaki kırılgan yeniden kurulma ve geliştirme denemelerini, platoncu mirasın
kalan özü ve onun bir yandan özüne sadık kalmaya çalışırken bir yandan kabuğunu
soymaya çalıştığı, zamana bağlı ya da bireysel olarak tekrarlanamaz olan ifade tarzını
ayırt etmeyi öğrendi. Bununla beraber Platon’un felsefesi onun için bitmiş bir biçimden
daha yüksek ve daha yeni bir şeyin ὕλη [hylē]’si haline gelir. Onun Platon’dan tüm
ruhuyla alımladığı şeyle tartışması hayatı boyunca bütün çalışmalarına yayılır ve kişisel
gelişiminin kılavuzu olur. Burada çeşitli safhaların aracılığıyla kendi özçekirdeğinin
kabuğundan soyulmasını izleyebileceğimiz, aşamalı gelişen bir süreç kendini belli
eder. Son yaratımları dahi platoncu ruhun izlerini ve damgasını kendilerinde taşırlar
78 Werner Wilhelm Jaeger

fakat daha önceki dönemlerinden olanlara göre daha zayıf derecede. Aristotelesçi
gelişim kavramı kendisi üzerine uygulanabilir: Ortaya çıkacak olan yeni biçim, hâlâ
çok büyük öneme sahip “maddenin” direncine karşı koyarak sonunda galip olarak
üstün gelir. Büyür ve sonunda diğerini, kendi yapısını ona dayatarak, içten dışarıya
kendi yasalarına göre dönüştürür. Nasıl tragedya, en sonunda kendi doğasını kazanana
kadar (ἔσχε τὴν ἑαυτῆϛ φύσιν [eskhe tēn heautēs physin]) kendisine çeşitli dönüşüm
biçimlerini uygulayarak, “Dithyrambos’dan” geliştiyse, Aristoteles de platoncu felsefe
ile birlikte ve ondan kendisini oluşturdu. Gelişiminin tarihi kesinlikle belirlenebilir
belgeleriyle birlikte, bazı noktalarda uzlaşmaya varılamasa da, bu yönde dereceli bir
ilerlemenin skalasını ortaya koyuyor. Böylesi noktalarda sonradan çok kere öğrencileri
onu kendisinden daha iyi anlamışlardır; eşdeyişle platoncu olanı dışarı çekip düzelt-
mişler ve saf Aristotelesçi olanı elde etmeyi denemişlerdir. Fakat saf Aristotelesçi olan
da yalnızca yarı Aristoteles’tir. Öğrencileri bunu kavramamışlardır, kendisi de bunun
her zaman bilincinde kalamamıştır.
Aristoteles’in 367 yılında girdiği Akademi, artık Platon’un, kâhinin ağzından
Eros’dan ruhun doğuşunun büyük gizemini almak için sanatın ve bilimlerin başını çe-
kenleri ve Helenistik gençliğin temsilcilerini bir araya getireceğini düşünebildiği Şölen
zamanındaki Akademi değildi. Platon’un felsefesinin özü, erken dönem eserlerinde
başardığı gibi, Sokrates’in merkezi filozof figürü sembolüyle örtülmemişti. İçeriği ve
yöntemi Sokratik sorun dairesinin çok ötesine geçmişti. Sokrates’in Platon ve erken
dönem platoncu okul için ne olduğunu, Aristoteles altmışlı yılların akademisindeki
Sokratik ruhun yaşayan güncelliğinden değil, yalnızca okuma parçalarından öğren-
mişti. Phaidon, Gorgias, Devlet ve Şölen o sırada ustanın artık kapanmış bir yaşam
döneminin klasik belgeleri olarak, hareketsiz tanrılar gibi okul kurumunun yoğun
etkinliğinin yukarısında kalıyorlardı. Platon’un kişisel güncelliğinin tadına varmak
amacıyla, uzaktan cezbetmiş olsalar bile, filozof okulunun göbeğinde gizemlerin
kutlanmıyor oluşu kesinlikle şaşkınlıkla karşılanırdı. Bahsedilen eserlerden geniş bir
alanda yayılım bulan, yeniden biçimlendiren bir güç çıktı, Aristoteles Akademi’de de
ustasının yeni bir samimiyetini buldu. Fakat Platon’un klasik İdeler, Birlik ve Çokluk;
Haz ve Acı, Devlet, Ruh ve Erdem öğretileri öğrenciler açısından kesinlikle dokunu-
lamaz kutsallıklar değildi, tersine durmaksızın kavramların keskin ayrımı ve onların
mantıksal taşıma kapasitelerinin acı verici araştırmaları sınandı, savunuldu ve yeni
modellere dönüştürüldü. Burada ayırt edici olan şey, öğrencilerin de bu ortak düşünme
çalışmalarında kendi paylarını almalarıydı. Diyalogların yapı ve mitleri Platon’un özgün
tekrarlanamaz yaratmaları olarak kaldılar, buna karşın kavram tartışması Akademi’nin
dindar yöneliminin yanında okul kurucu tek ilkeydi, çünkü Platon’un ruhundaki yalnızca
bu iki öğe aktarılabilirdi. Ne kadar öğrenci çektiyse, ruhu o oranda doğasının sanatsal
yanı üzerinde ağırlık kazandı. Şairin Platon’daki diyalektikçi tarafından bastırılması
gerçi kendisinde bu karşıt güçlerin karışımında temellenmişti, fakat her şeyden önce
okul onu karşı konulmaz biçimde bu yöne çekti.
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 79

Tam da Aristoteles’in Akademi’ye girişi zamanında büyük sonuçları olan bu


değişimin, geç dönem Platoncu diyalektiğin oluşumunun yola koyulmaya başlanması
onun ruhsal yönü için ayırt edici oldu. Yeni Platon araştırmalarındaki gelişmeler saye-
sinde, Platon’un bu yıllarda yazmış olduğu Yöntem-diyalogları olan Theaitetos, Sofist,
Devlet Adamı, Parmenides ve Philebos’ta bu süreci hâlâ kronolojik bir kesinlikle takip
edebiliyoruz. Bu grubun öncü diyalogu, Theaitetos’un, Platon’un anısını yücelttiği
ünlü matematikçinin, ölümünden kısa bir süre sonra (369) yazılmıştır.2 Aristoteles’in
Akademi’ye katıldığı zamanki ve onu izleyen sohbetlerde (Sofist, Devlet Adamı) okulun,
klasik dönem eserlerinin ardında neredeyse kaybolmuş olan sakin çalışması Platon’un
tüm yazarlığını hizmetine zorlamaya başladı ve onların çabalarının içerisinde hiçbir
güdünün eksik olmadığı bir resmini eksik bıraktı. Aristoteles’in ve onun Platon’la olan
ilişkisinin kavrayışı için bulanıklaşmış genel ‘Platon’ tasavvurundan yola çıkılmaması,
tersine onun yerine 369 sonrasına denk gelen keskin sınırlarla belirlenmiş, yöntemsel
olana yönelmiş son dönemin kavramının koyulması özsel bir zorunluluktur. Bu yolla
Aristoteles’e yanlış anlamaya açık olamayan bir yön gösterilmiş ve onun özgün yete-
neğine kendi verimli çalışmalarının bir sahası açılmış oldu.
Aristoteles’i Sokratik olanın yaşamsal yakınlığından ve erken dönem Platon’un
reform ruhundan ayıran yalın araştırmacı duruşu ve daha sanatsal yapıdaki erken dönem
Platonu ile karşıtlığa getiren düşünmesindeki soyut yan, yalnızca ona kişisel olarak ait
olan çekicilikler değildir. Bu onun da dahil olduğu zamandaki Akademi’nin genel tavrıydı.
Theaitetos bu geç dönem Platon’unun Sokratik olmayan filozof tipinin apotheosesidir.3
Filozofun Sokrates’in dile geldiği diyalogun bu kısmının aktarımındaki betimlemesinde,
filozof kendisini Sokrates’in Savunması’nda gerçeğe uygun olarak karakterize ettiği gibi
değil, daha ziyade özellikleri yeni teorisyen idealini görünür biçimde belirlemiş olan,
dünyaya yabancı matematikçi tipine benzer görür. Sokrates, gökte ve yer altında yer
alanlarla değil, yalnızca insanlarla ilgilenmiştir. Bunun karşısında olarak Theaitetos,
felsefi ruhu γεωμετροῦσα [geōmetrousa] ve ἀστρονομοῦσα [astronomousa]4 olarak
adlandırmıştır. Yakın olana karşı kayıtsızdır, pratik yapma ve çabayı, öyleyse tam da
içlerinde Sokrates’in dinleyicileri aramayı en çok sevdiği insanların yaşamını dikkate
almaz ve Pindaros’dan şevkle alıntılandığı üzere yüce uzaklıklarda dolanır.

2
Dışsal zaman dizinleri için Eva Sachs’ın ayırt edici nedenleri ile krş., De Theaeteto Atheniensi mathe-
matico (Doktora Berol. 1914) s. 18 ve devamı. Temel kanıt doğaldır ki felsefe ve stil çözümlerinde
yatar, her ikisi de daha geç oluşumun dışsal işaretlerini tasdik ederler. Theaitetos’un sorununu olumlu
anlamda sürdüren Sofist’i ve yine buraya dahil olan Devlet Adamı’nın da sahneye ilişkin çerçevesini
korumasını, artık hiç kimse Zeller’in hala yaptığı gibi ‘temel’ Dialog olarak Platon’un gelişiminin
başlangıcına yerleştirmeyecektir. Campbell’in temeli ortaya koyan Araştırmaları ancak daha sonra
Almanya’ya girme şansına sahip oldular, fakat daha sonra yeni araştırmalar sonucunda her yönden
desteklendiler. Ayırt edici olan o zamandan bu yana üzerine eklenen platoncu Diyalektiğin gelişim
tarihidir, her şeyden önce kendisine az şeyi borçlu olmadığım J. Stenzel’in Platon’ik Diyalektiğin
Gelişimi üzerine Çalışmalar’ı (Breslau 1917) ile krş.
3
Tanrısallaştırılma (ç.n.).
4
Theaitetos 173E-174A.
80 Werner Wilhelm Jaeger

Theaitetos’da aynı zamanda belirgin biçimde çok kesin bir şekilde Theaetitos,
Sofist ve Devlet Adamı’nın sürdürülmesinden önce, öyleyse belki de Aristoteles’in
Akademi’ye dahil olduğu zamanda bitmiş olan, fakat hiçbir şekilde daha sonrasına
denk gelmeyen Parmenides’in gelişine göndermede bulunulur. Aristoteles’in bu yeni
çevrede bu kadar genç yaşında hemen temeli sarsıcı bir inisiyatif almış olması, bu
diyalogdaki ideler öğretisine karşı itirazları ona geri götürenlerin kendisinden bekle-
dikleri gibi, pek olası değildir. Bu diyalog Akademi’nin daha Aristoteles öncesinde
idelerin ontolojik ve soyut ikili niteliklerinin eleştirisinde ne kadar ileri gitmiş olduğuna
ilişkin bir belgedir; ikisinin ayrımı sürekli olarak görünmez kalamazdı. Platon, gerçi
zorlukların ustası olabileceğini düşünüyordu, yine de idelerin acı verici mantıksal
ve ontolojik araştırmasını burada ve daha sonra uygulandığı gibi, ilkesel olarak ge-
rekçelendirilmiş kabul ediyor ve bu yolla kendisi takip eden gelişimi yola koymuş
oluyordu. Aristotelesçi spekülasyon Phaidon’la Devlet’le ve onların ide öğretisiyle
zorlukla ilişkilendirilebilirdi.
Platon’un zamanının önemli matematikçileri Theaitetos ve Theodoros’la; genç,
felsefi ilgileri olan nesille ve kendi alanlarında büyük yetenekliler olan fakat felsefe
adına bir şey bilmek istemeyen yaşlı nesille bağlantısı o zaman ortaya çıkan tek bir
eserde nedensiz olarak iz bırakmış değildir. 367’de Kyzikos’lu Eudoxos da okulu ile
birlikte, Platon ve öğrencileriyle beraber her iki grubu da hareketlendiren sorunları
görüşmek üzere Atina’ya geldi.5 Bu dikkat çeken bir olaydı, bundan sonra süreklice
Helikon, Athenaios gibi matematik ve astronomi okullarının üyelerinin diğerlerinin
yanında Akademi ile de bağlantı halinde olduklarını görürüz. Devletlerde hali hazırda
Theaietetos tarafından Stereometrinin keşfinin etkilerini görürüz. Eudoxos’la bir araya
gelişten itibaren Kyzikos okulunun gezegenlerin kuralsız hareketlerini basit mate-
matiksel varsayımlarla açıklama girişimlerine yönelik çabalarına olan ilgi, Platon ve
takipçilerinin düşüncelerinde hâkim bir alan kazanır. Fakat Eudoxos’dan başka itkiler
de çıkar: Coğrafi ufuk ve kültür tarihi ufku devasa biçimde genişler. Eudoxos Asya ve
Mısır’ın daha doğru bilgisini beraberinde getirdi ve oralardaki gökbiliminin bilgisel
konumu üzerine uzun yıllara yayılan incelemesinden haberdar etti. Etik sorular için
de ona teşekkürle yükümlüydüler: daha sonra Aristoteles etiği için belirleyici olan
haz ve acının özü ve anlamı sorusu Platon’un daha geç yıllarında yeniden, içinde
Ksenokrates, Speusippos ve Aristoteles’in περὶ ἡδονῆς [peri hēdonēs] metinleriyle,
Platon’un kendisinin Philebos’la katıldığı akademi içi büyük bir etkinliğe taşındı.
Daha Akademi’deki varlığının başında Eudoxos’la tanışan Aristoteles, onun kişisel
izlenimini çok daha sonraları dahi, ondan kaynaklanan itkileri teşekkürle anarak samimi

5
Tannery’in savı, Histoire de l’astronomie, s. 296 A.4, Aristotelesvita s.429, 1 (Rose) tarafından onay-
lanır, buna göre Aristoteles Eudoxos’un denetiminde Akademi’ye katılır. Öyleyse herhangi bir alıntıcı
zamansal ifadeyi yanlış anlamış ve Eudoxos’u bir Archonot yerine koymuştur. Kaynakta yalnızca
Aristoteles’in katılımı ile Eudoxos’un oradaki mevcudiyetinin zamansal denkliği vurgulanmıştır. Krş.
F. Jacoby’i izleyen E. Sachs, a.g.y. S.17 A.2.
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 81

bir sıcaklıkla tarif eder. Eudoxos İdeler Öğretisi’ne karşı da görüşlerini belirtmiş ve
idelerin yeniden biçimlendirilmesine ilişkin bir öneride bulunmuştur.
Platoncu okul sürekli olarak daha fazla yabancıyı, bunlar arasında en farklı ruhları
da kendisine çekmeye başladı. Platon, seyahatleri yoluyla, etkileri Sicilya’ya kadar
genişleyen Tarent’teki Arkhytas çevresindeki Pythagorasçılarla yakın bir ilişki kur-
du. O sırada Sicilya’da, dışarıya da etkisi bulunan, ve örneğin Karystos’lu Diokles
gibi bir yazar ve doktorun da ruhsal olarak içinde düşünülmesi gereken Philistion’un
sağlık okulunun yıldızı parlamaktaydı. Platon Philistion’la bağlantı kurmuş olmalı-
dır. Platoncu denilen ikinci mektubun yazarı onunla olan ilişkisinden, hatta olasılıkla
Philistion’un Atina’ya bir kez davet edilişinden haberdar gibi görünmektedir. Her
şekilde Akademi’nin kavramsal kılı kırk yarıcılarının arasında can sıkıcı bir mevcu-
diyet içinde, çağdaşları bir komedyenin bahsettiği isimlendirilmeyen ἰατρὸϛ Σικελᾶς
ἀπὸ γᾶς [iatros Sikelas apo gas]’ın arkasında Philistion’un kendisi olmasa da, onun
okulundan gerçek bir kişilik gizlenmektedir.6 Bu öykü bunun dışında Platon’un gerçi
her alandan bilginlerle sohbetlerde bulunduğunu, fakat bunların sonucunun yalnızca
İyonyalı-Sicilyalı bilim ve Platon’un bilimden anladığı şey arasındaki aşılamaz uçuru-
mun örtüsünü kaldırmaktan ibaret olduğunu gösterebilir. Timaios’un tıp, matematik ve
astronominin en yeni araştırma sonuçlarını kullandığı çerçeve bizi Platon’un içinden
kendi dünya yaratılış öyküsünü çıkardığı malzemeyle ne kadar bağımsız iş gördüğü
konusunda yanılgıya sürüklememelidir.
Geç dönem Platon’unun okulunda her zaman çok yaygın bir malzeme üzerinde
düşünülmüş ve konuşulmuştur ve bir Aristoteles bu ortamda kendi araştırma tarzı için
daha sonra bu kadar önemeli olacak gerçek ayrıntıların değerini kendi başına ölçmeyi
rahatlıkla öğrenebilirdi. Fakat Akademi’de bilimlerin bir organizasyonundan günümüzde
genellikle olduğu gibi bahsedilmemelidir. Modern akademi ve üniversiteler, öğretim
ve araştırma amacıyla bütün bilimlerin sistematik bir birliği kendisine uzak olan ve
düşüncelerinin ansiklopedik bir okul organizasyonuna pratik uygulaması kendisine
daha da uzak olan Platon’u örnek alamazlar. Tıp, matematik, astronomi, coğrafya ve
etnoloji bilimlerinin, tarih ve antik çağ biliminin, retorik ve diyalektik sanatların büyük
sisteminin her biri yalnızca yunan araştırmacılığının bilindik ana temsilcileri olarak
adlandırılmak için, bazıları tek kişilik geleneğe sıkışmış olsalar dahi, kendileri için
yetkinleşmiştiler ve o zamanlar kendilerine dokunulmaksızın hala otonom bir yaşam
sürdürüyorlardı. Kendi matematiğini bazı sofistlerce yürütülen Yunan arkeolojisi ya da
kültür tarihi araştırmalarıyla bilimlerin evrensel bir sisteminde bir araya gelmiş olarak

6
Bir karakter olarak Eudoxos ve onun haz öğretisi üzerine Aristoteles Nic. Eth. K 2, İdeler öğretisinin
yeniden biçimlendirilmesi önerisi üzerine Metafizik A 9, 991a 17 ve Alexander’in karşıt görüşlerini
bu kısmın yorumunda muhafaza ettiği ikinci bir kitap Περὶ ἰδεῶν [Peri ideōn]’da daha geniş olarak
(fragman 189, Rose) Eudoxos Methexis’i şeylerdeki idelerin içkinliği olarak kavramaktan yanadır,
Aristoteles buna şiddetle karşı çıkar. Bunun o zaman en çok tartışma yaratan sorun olduğunu Pla-
ton’un geç dönem diyalogları da gösterir.
82 Werner Wilhelm Jaeger

görme düşüncesi, bir Theodoros veya Theaitetos’a ilginç bir şekilde hoş gelebilir. De-
mokritos ve daha sonra Aristoteles’in temsil ettiği tipin kısmen öncülü olan Eudoxos
bu konuda anormal görünüşlerdir. Eudoxos çok yönlülük konusunda bir mucizeydi
ve matematik ve astronomiyi coğrafya ve etnolojiyle, tıp ve felsefe araştırmalarıyla
birleştirdi. Sayılan ilk dört alanda kendisi de bizzat üretkendi.
Platon’un çabası yalnızca “varolan” (das Seiende) üzerine yönelmişti. Eğer onu
Grek düşünce geleneği içerisine yerleştireceksek, o idealar kuramı ile yeni bir yön
verdiği töz (οὐσία [ousia]) üzerine spekülasyonun temsilcileri arasında yer alır; doğrusu
onu tekrardan yaşama döndüren kendisidir. İdealar öğretisinden yola çıkarak en başta
çokluluğa, emprik dünyaya dokunmadı, çünkü aranan şey birlik, yani duyulur-üstü
olan idi. İncelemelerinin yönü görünüşler dünyasından ‘yukarıya’ doğruydu. Yalnızca
kavram spekülasyonunun zorunlulukları aracılığıyla, Aristoteles’de zihinsel yaşamın
kavrayışını edinme girişiminde olduğu kadar hayvan ve bitkilerin emprik kavrayışını
edinme girişiminde de fazlasıyla önemli bir hale gelmiş olan sınıflandırma yönteminin
kuruluşuna vardı. Ancak konu Platon’un kendisi için henüz İdealar dairesinin aşağı-
sında yer alan ve tümden ἄπειρον [apeiron] (sonsuz) dolayısıyla da ayırt edilemez
olan tikel varlıkların sistemleştirilmesi değildir. Onun bireysellik (ἄτομον [atomon])
kavramı daha fazla bölünebilir olmayan ve görünüşler dünyası ile Platoncu gerçekli-
ğin olduğu gibi Platoncu bilimin de arasındaki sınırı gösteren en aşağı İdealar’ın bir
kavramıdır. Komedyen Epikrates’in söz ettiği ve genel olarak dışarıdan Akademi’deki
en karakteristik ve en tuhaf uğraşı olarak görünen, bitkilerin ve diğer şeylerin pek çok
sınıflandırılması (Speusippos’un büyük eseri ‘Benzerlikler’in de görünüşteki konusu
yalnızca onlardı), okulda ortaya konan çeşitli kitapların Sınıflandırmalar başlığını
taşıması gibi, nesnelerin kendilerine yönelik bir ilgiden dolayı değil daha ziyade kav-
ramların ilişkilerinin bilgisi uğruna sürdürülüyordu. Platon Sofist diyalogunda gerçek
sofistleri tarihsel olarak araştırmayı ne kadar az istediyse bitkileri sınıflandırmada da
gerçek bir botanik sistem oluşturma o kadar az göz önüne alınıyordu.7
Varlığın bu bölümlerinden, geçekliğin (ὄν [on]) sınıfları kadar çok sınıflandı-
rılmış olan birlikli bir bilim planına giden yol, gerçi artık pek uzak değildir, fakat

7
Epikrates yukarıda değinilen fragmanda platoncuların botanik nesnelerle tematik uğraşısından bahset-
mez; onun alaya aldığı şey kavramsal ilişkileri şeylerin kendisinden üstün tutan sınıflandırma güdüsü-
dür.
A
περί γάρ φύσεως άφοριζόμενοι
A
διεχώριζον ζώων τε βίον
A
δένρων τε φύσιν λαχάνων τε γένή,
A
κάτ έν τούτοις τήν κολοκύνιην
A
έξήταζον τίνος έστί γένους
A
βίος [bios] burada hayvanların δίαιτα’sı [diaita] değil, dahas ziyade φύσις [physis] ve γένος [genos]
ile anlamdaş olarak kavramların sınırlandırılması, ayrıştırılması ve sınanmasında olduğu gibi hakiki
platonik terimlerdir. Speusippos’un Ομοια’sının [Omoia] fragmanları şimdilerde P. Lang, De Speu-
sippi Academici scriptis (Doktora tezi Bonn 1911) adlı eserinde biraraya getirildi. Başlık da zaten bu
çalışmada neyin amaçlandığını göstermektedir.
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 83

pozitif bilimlerin bir araya gelişine ancak aristotelesçi gerçeklik kavramının, varlığın
platoncu aşkın kavramını yerinden etmesiyle varıldı.8 Buna rağmen yalnızca Atinalı
kavram felsefesi ve sınıflandırmaya olan yatkınlığı aracılığıyla biraradalık düşüncesi-
nin bağımsız gelişen tekil bilimlere sonradan taşınmış olması, üzerinde düşünülmesi
gereken bir konudur. Onun tekil bilimlere uygulanışının fayda ve zararlarını tartmak
hâlâ pek olanaklı değildir. Muhtemelen her ikisi de eşit değerdedir. Her biri kendine
özgü bir form ilkesine ve kendi özgün ruhuna sahip olan bütün bilimlerin belirli bir
felsefenin evrensel ruhuna eksiksiz bir nüfuz edişi, araştırmanın yaşayarak geliştiği
bir yerde hiçbir zaman gerçeklik haline gelmemiştir. Yalnızca, felsefenin zihinleriyle
tekil araştırmaların belirli dallarını dolduran önemli filozofların denetimine girdiği
yerde ya da çifte doğalar aracılığıyla kısmi bir nüfuz ediş gerçekleşmiştir. Kendi
içinde çok farklı örnekleri olan bu tür filozoflar içerisinde Aristoteles, Leibniz, Hegel
en önemli filozoflardır.
Platon’un kendisi matematik sorularına yönelik alanın bilgisine dayanan bir
kavrayışa sahipti, böylece modern matematiğin en önemli olaylarını takip edebili-
yordu. O zamanlar matematiksel düşünmeye geçiş sağladığı oranda, astronomi ile
de ilgileniyordu. Salt kümelenme durumları olarak kavramak istediği Empedokles’in
Elementler olarak adlandırdığı şeylerin niteliksel ayrımları için matematiksel bir türetim
yöntemi elde etme umudunu taşıdığı Elementler fiziği ile uğraşmaya daha sonradan
kendisini ciddi bir şekilde adadı. Bunlar dışında görünüşlerin kendisiyle yalnızca tıbbi
ve etik-politik alanda ilgilendi, burada ceza hukuku ve kültür tarihinin öğeleri için
isim vermek gerekirse Yasalar’da çok geniş bir malzemeyi bir araya getirdi. O halde,
tikelleri çalışmaya yönelişi Aristoteles’in okulun üyesi olduğu döneme denk gelir.
Onun bu yeni tarihsel-politik malzemeden çekip çıkardığı coşku, kendi Politika’sı ve
Platon’un Yasalar’ı arasındaki eser miktardaki örtüşmelerde görülebilir. Temel ola-
rak Akademi’de korunan çalışmalarda, unsurlara ilişkin olan söz konusu olduğunda,
eğilim ve istidattan yoksundu. Aristoteles’in özgün dehasının barındığı organik doğa
alanlarına ters bir şekilde Platon Akademi’deki coşkudan yoksundu.
Genç Aristoteles’in birbirinden farklı bilimlerin katı, yöntemsel düşünme tarzına
dokunuşu uzun vadede kendi felsefesine etkileri bakımından çok zengindi, bu doku-
nuş aynı oranda tarzıyla bağlantılı olmalıydı, yine de Platon’un kişiliği onu bütün bu
etkilerden daha güçlü bir şekilde kuşatıyordu. Onun içten bakan ve eğiten zihni tüm
o verimli yüzeylerin üstüne çıkıyordu. Onunla ilgilenme isteği bu zamandan sonra
onu tamamen kuşattı.
Burada Platon’un kişiliğinin çağdaşlarına etkilerine değinmek ya da onun bilim
tarihindeki konumunu bir formülle özetlemek bize uzaktır. Bu son soru uğruna Aris-
toteles gibi yetenekli bir zihin için tüm içsel karşılaşmanın harekete geçmesi gerekti.

8
Arist. Metaph. Γ 2, 1004 ª2 τοσαῦτα μέρη φιλοσοφίας έστίν όσαι περ αί ούσίαι [tosauta merē
philosophias estin osai per ai ousiai].
84 Werner Wilhelm Jaeger

Platon o günkü ve bugünkü bilime olan mesafesinin verdiği duyguyla mistik olarak
adlandırıldı ve bu yolla asıl sorun tarihinin gelişiminden kopartıldı. Bulmacanın bu
basit çözümü doğru olsaydı, onun bilim tarihine neden bu kadar derin etkide bulunduğu
neredeyse hiç anlaşılamazdı. İçlerinden Platon’un eserlerinin ortaya çıktığı unsurlar
şüphesiz ionik soruşturma (historia) ya da sofistlerin akılsallaştıran aydınlanmasından
başka dairelere aittirler, bunların her ikisi de birbirlerine ne kadar yabancı olsalar da,
o zamanki bilimin formları olarak sayıldılar. Bu unsurların ilki, Sokrates’in φρόνησις
[phronēsis]’i yalnızca dışsal olarak sofistlerin akılcılığına benzerdi, içsel olarak kök-
leri Yunan felsefe ve bilimi tarafından o zamana dek keşfedilmemiş olan mutlak
töresel norm bilincinden çıkmıştı. İçsel sezginin yeni ve deneyim üstü bir kavramını
gerektiriyordu. Platon’un Sokratik φρόνησις [phronēsis]’i nesne olarak duyularüstü
bir varlığa bağlaması ve bunu form (Gestalt) olarak kavramasıyla Sokratik düşünce
dünyasına o zamanki bilim için yabancı olan iki yeni unsur katmış oldu. Bunlardan biri
Yunan ruhunun sanatsal ve görsel uzunca bir gelişiminin sonucu olan ‘Eidos’, diğeri
Platon’un bir ve çok sorunuyla yeni bir besin ve ideler kavrayışıyla yaşam dolu bir
sezgisel içerik verdiği, uzun süredir kenarda kalmış olan kavramsal οὐσία [ousia]-
üzerine spekülasyondur. Buna dördüncü bir güç olarak Platon’un bütün yaşamını
kuşatan ruh haliyle eğilimi olduğu ve yeni, duyulur-üstü varlık kavrayışının verimli
zemininde güçlü kökler salan, Platon’un mit oluşturan fantazisiyle beslenen orfik ruh
mitinin düalizmini katarsak; Platon’un zamanının normal bilim insanları üstünde şair,
erdem hocası, eleştirmen ve peygamber karışımı olarak etkide bulunduğunu, bunda
yeni bir yöntemin prangalarını sıkan gücünün de ilkin bir değişiklik yaratmadığını
tasavvur etmek hiç de zor değildir. Elbette bunun yanında Theaitetos, Eudoxos ve
Aristoteles gibi doğaların da, yani 4. yüzyılın getirdiği bilimsel araştırmanın en dâhi
yörünge şaşırtıcılarının Platon güneşinin yörüngesinde döndüklerini eklersek, zih-
nin yollarının karmaşıklığının yetersiz bir tasavvurunun felsefi düşünmenin yaratıcı
devrimcisinin bilim tarihinden kazımak istediği bilgelik ortaya koyulmuş olur; çünkü
o yalnızca yeni bilimsel olgu ve olaylar ortaya koymakla kalmamış, bunun yanında
tamamen yeni bilimsel boyutlar keşfetmiştir.
Aristoteles en az Eudoxos kadar açık bir şekilde görmüştür ki, Platon’un felsefi
eserlerinde dünyanın, hiç bir gören gözün nesnel bir bilgi elde edecek şekilde dal-
mamış olduğu karanlık zihinsel kısımlarının keşfi ile özgün bilimsel açığa çıkarma
ve mitleştiren unsurlarla iç içe geçmiştir. Bu iç içe geçmenin zorunluluğu yalnızca
yaratıcısının öznel eğilimlerinde yatmaz, aynı zamanda tarihsel olarak koşullanmış
bir yapılanmadır, bunun öğelerini de Aristoteles kişisel kavrayışıyla aynı derinlikteki
faydacı kavrayışıyla göstermiştir. Fakat öncelikle, ilk metinlerinin kalıntılarının da
gösterdiği gibi, kendini başka bir şeyle karşılaştırılamaz olan bu dünyanın bölünemez
bütünlüğüne adamıştır ve tam da Platon’un felsefesindeki bilimsel olmayan; metafizik
ve dinsel unsurlar çok derinde ve sürekli olarak onun ruhunda izlerini bırakmışlardır.
Bu izlenimler onda özellikle yüksek bir duyarlılıkla karşılanmış olmalıdır. Onun daha
Aristoteles: Gelişiminin Tarihinin Temelleri 85

sonraki sorunsalları büyük bir oranda onun öncekinin yerine koyduğu yöntemsel-bi-
limsel yeteneğiyle olan çatışmasından doğmuştur ve onun gücü bilimsel olarak her
alanda Platon üzerinden yola çıkarken ondan hiç ödün vermemiş olmasında yatar. Bu
genç, yeni bir yaşamın rehberini Platon’da aramış ve bulmuştur, tam da Nerinthos di-
yalogunda platoncu Gorgias dersinde ustanın yanına yerleşmek ve onu izlemek üzere
baskın bir şekilde pulluktan el çektirdiği şu basit korinthli çiftçi gibi.
Platon, iyinin izlenmesinin iyinin bilgisi ile nasıl bağlantılı olduğunu yedinci
mektupta açıklamıştır. Sokrates’in insanları iyi ettiğini söylediği bilgi başka durumlarda
bilim tarafından bilgi olarak adlandırılan bilgiden farklıdır. Bu yaratıcı bir ilimdir ve yal-
nızca iyi, adil ve güzel, bilinecek olanla özsel bir yakınlığı olan ruhlar için erişilebilirdir.
Yaşlı Platon, ruhun adil olamadan adil olanı bilebileceğini söyleyen cümleden başka
bir şeye böylesine coşkuyla karşı koymamıştır9. Platoncu Akademi’nin kuruluşunun
amacı bilimlerin organizasyonundan ziyade, budur. Platon’un yaşlılık döneminden bir
mektubun da ortaya koyduğu gibi, o sonuna kadar bu görüşünü korumuştur: Amaç,
ruhları İyi’de erişkin olduktan sonra yüksek ruhsal konumları aracılığıyla şu “sonunda
tutuşturan” bilgiden pay almaya ehil olan seçilmiş olanların ortak yaşamasıdır (συζῆν
[syzēn]). Platon onlar için bu çabanın insan kitlelerinin değil, daha ziyade yetersiz
yönlendirme içerisinde onu kendi başına bulmayı başaran az sayıdaki insanın mülkü
olduğunu söyler.10

9
Platon Ep. VII 344a.
10
Platon. Ep. VII 341 C-E.

You might also like