You are on page 1of 3

6- PLATON’UN İDEA ANLAYIŞI1

Platon, Peloponnes Savaşı’nın yarattığı toplumsal çöküşün kuramsal etkilerinden ve


Sofistlerin neden olduğu değer bunalımlarından kurtulmak sağlam temeller aramıştır. Evren
tasavvurundaki bunalımları çözmek için kullanılabilecek en önemli temel varlığın yapısını
ve Tanrı’nın nitelik ile görevlerini yeniden kurgulamaktır. Yeniden kurgulanan varlık,
mükemmel, değişmeyen ve ebedilik özelliklerine sahip olmak durumundadır. Çünkü
kültürel dünyada iyi bir sistem kurabilmek için varlık dünyasının mükemmelliğine ihtiyaç
duyulmaktadır. Platon’a göre, toplumdaki bozulmanın başlıca nedenlerinden biri, efsane
temelli evren tasavvurunun temel belirleyicileri olan tanrıların, birbirleriyle çekişmeleri,
kıskançlıkları, savaşlarıdır. Evrenin belirleyicisi olan tanrılar insanlar gibi davrandıkları
sürece, insanlar için iyi bir model olamazlar ve bu nedenle kültürel dünyada sürekli bir
bunalım yaşanır. Evrenin yapısı mükemmellikle tanımlanırsa ve onun mükemmel bir
model olduğu gösterilirse, evren modeline uygun bir yapıyı kültürel dünyada da kurmak
mümkün hale gelir. Bu kaygılarla yola çıkan Platon, idealar dünyasını mükemmel model
örneği olarak ortaya koymuştur.

İdealar, tanrıların dünya üzerindeki etkisine benzer bir etkiye sahiptirler. Evrende
varolan her şeyin tanrılarda bağlantılı olduğu gibi, aynı şeyler ya doğrudan ya da dolaylı
olarak idealarla bağlantılıdır. İdeaların salt iyi ve mükemmel olmaları, onları zamansız
dolaysıyla da değişme ve bozulmalardan uzak oldukları anlamına gelmektedir. İdealar
dünyası ile insanlar arasındaki bağlantıyı ruh sağlamaktadır. Platon Phaidros, kitabında,
idealar dünyasını şöyle tasvir etmiştir: Renksiz, şekilsiz, dokunmak istendiğinde varlığı ile
yokluğu belirsiz, ancak ruhu idare eden aklın görebileceği hakikat, asıl bilginin yurdu olan
yer (Phaidros, 247). Görülemeyen, dokunulamayan ancak akılla fark edilebilen (Guthrie
1975, IV. 403) renksiz, şekilsiz yapı, mükemmel model olarak ortaya çıkmaktadır.

Platon Phaidros kitabında, Zeus’un öncülüğünde ruhların gökte dolaştıklarını tasvir


eder. Göğün en üst katına geldiklerinde Tanrılar ve onlara en yakın olan ruhlar gök
kubbenin üstüne çıkarak, hakikatler dünyasını (idealar dünyası) seyrederler. Ancak
yapılarında bozukluk olan, iyi terbiye almamış diğer ruhlar bunu gerçekleştiremezler.
Yapılarındaki olumlu özellikler kubbenin üstüne çıkmak isterken, olumsuz özellikler yere
inmeye çalışır. Bu çekişmelerden ve kalabalıktan çok büyük kargaşa ortaya çıkar ve tanrıları
takip eden ruhların çok büyük bir bölümü, Gök kubbenin üstüne çıkamadıklarından
hakikatler dünyasını göremezler. Bazı ruhlar da sadece başlarını çıkarıp hakikatler
dünyasına bir bakar sonra göğün içine düşerken bazı ruhlar da başlarını bir çıkarıp bir aşağı
düşerken hakikatlere göz atmış olurlar (Phaidros, 247a –248b). Gök kubbesinin ötesini
görenler hakikatle beslenirken göremeyenler sanılarla beslenirler. Bu tasviriyle Platon,
göğün ötesinde bir hakikatler dünyasının olduğunu ve tanrılar buradan beslenerek olumlu
özelliklere sahip olup ve bu özelliklerini koruduklarını belirtmektedir. Ancak hakikatler
dünyasını her ruh görmeyi başaramamaktadır. Çünkü hakikatler dünyasını görmeyi
belirleyen, Adrasteia yasasıdır.

Adrasteia yasasına göre, gök yüzünde tanrıları takip etmiş ve hakikatlerin


bazılarını görmüş ruhlar, iyi olmalarını sürdürüp tanrıları takip edebilirlerse, iyi olma
konumlarını korurlar. Eğer ruh, tanrıları takip edemeyip bahtsızlık nedeniyle de sahip olduğu
hakikatleri unutup ve kötülüğe eğilim gösterirse, ağırlaşır, kanatlarını kaybeder ve yer
1
Ayhan Bıçak, Felsefenin Kuruluşu (2017) adlı kitaptan alınmıştır (s 135-).

1
yüzüne düşer. Hakikatleri görme ölçüsüne göre ruhların dünyadaki konumları belirlenir.
Hakikatlerin çoğunu gören ruhlar, güzelin, Musalar’ın ve aşkın dostu olan filozoflar olarak
doğarlar. İkinci sırada yer alanlar, yasalara saygılı, iyi bir savaşçı, usta bir komutan olan
kral olarak doğarlar. Üçüncü sıradakiler, devlet adamı, idareci ya da iş adamı olurlar.
Dördüncü sıradakiler, yorulmak bilmez bir idmancı ya da hekim olarak doğarlar. Beşinci
sıradakiler, kahin ya da mistik bilgileri tanıyanlar, altıncı sıradakiler, şair ya da taklitle
uğraşanlar, yedinci sıradakiler, zanaatkar ya da çiftçi, sekizinci sıradakiler, sofistler ve
demagoglar, dokuzuncu sıradakiler, tiran olarak doğarlar (Phaidros, 248 c-e; Guthrie 1975,
IV. 403-404). Bu kişilerin ruhlarının süreçleri, davranışlarına bağlı olarak iyileşmekte ya
da kötüleşmektedir. Ancak hakikatler dünyasını hiç görmeyen ruhlar, insan olamazlar
(Phaidros, 249c). İnsan olmak için, duyumların çokluğunu, adına idea denilen birliğe
indirme becerisini göstermek gerekir. Bu beceri, tanrıların peşinden giderek, gök
kubbenin ötesinde olan hakikatler alemini görenlerin bedenlenerek insan haline
geldiğinde, gördüklerini hatırlamasıyla mümkün olmaktadır (Phaidros,249c). Hatırlama
gücü en yüksek olan filozoftur; çünkü o tanrıyı en iyi takip edebilendir.

Platon, ruhların hakikatle ilişkisinin, bu dünyadaki konumlarını da belirlediğini


kabul etmektedir. Böylelikle hem genel olarak insanın hem de bireyin konumu, ruhun
evrenle ilişkisine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Devlet’teki mağara benzetmesi, idealar dünyası ile bu dünya arasındaki zıtlığı


göstermesi açısından önemlidir. Platon, mağara benzetmesinde, çocukluklarından itibaren
ayaklarından ve boyunlarından bağlı olarak bir ateşin yanında oturtulan ve nesneleri,
nesnelerin kuklalarının duvara yansıyan gölgelerinden tanıyan insanlardan bahseder.
Bunlardan birinin zincirlerinden kurtulup mağaranın dışına çıktığında, o ana kadar gerçek
olarak kabul ettikleri şeylerin gölgeler olduğunu ve asıl gerçeklikle hiç karşılaşmadıklarını
fark eder. Mağaradan çıkarken gördüklerinden gözleri kamaşacağından, daha önce
bakmaya alışık olduklarına yönelecektir. Gün ışığına çıktığında, gölge ve yansımalardan
başlayarak aşama aşama gözlerini alıştırarak en sonunda güneşe bakabilecek duruma
geldiğinde, her şeyin güneş tarafından düzenlendiğini anlayacaktır. (Devlet, 514a- 516c).
Gerçekliği gördükten sonra, eski haline ve orda edindiklere değeri artık ciddiye
almayacaktır. Mağaradan çıkarılan kişi, geri döndürülüp eski yerine yeniden oturtulduğunda
ve arkadaşlarına gördüklerini anlattığında, arkadaşları ona inanmayacak ve onunla alay
edeceklerdir. Arkadaşlarını zincirlerden kurtarıp dışarı çakmaya çalışmaya kalkışsa, onu
öldürürler (Devlet, 516d- 517a).

Platon’un mağara benzetmesi, idealar dünyasıyla insanların yaşadığı dünya arasında


ne kadar derin uçurumların olduğunu göstermektedir. İyi ideası açısından soruna bakıldığında,
insanların yaşadığı dünyayı, yarı karanlık mağara, mağarayı aydınlatan ateş de güneşi,
mağaradan çıkışına giden yokuş yol, seyredilen güzellikler ve ruhun idealar dünyasına
yükselişini temsil etmektedir (Devlet, 517b) Yaşanılan dünya bir mağara olarak
yorumlandığında, mağaradan çıkışın biricik yolu, akıl aracılığıyla iyinin kavranmasıdır.
Platon’a göre, kavranan dünyanın sınırlarında iyi ideası vardır. İnsan onu kolay kolay
göremez. Görebilmek için de dünyada iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini
anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan odur ve kavranan dünyada
da doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında
bilgece davranabilir (Devlet, 517bc). Ortaya çıkan model, hakikat temeline oturtulmuştur.
Ancak bu model, herkes tarafından kavranılamamaktadır. Çünkü insanların büyük bir
çoğunluğu, mağarada zincire vurulmuş insanlar gibi, gölgeleri gerçek sanmaktadırlar. Ancak

2
hakikati bilen filozoflar, hakikati kavrayabilmektedirler. Hakikati kavrayanlar da, insan
işlerinden uzaklaşmaktadırlar.

Mağara benzetmesiyle ortaya çıkan durum, insanların hakikatlerden ne kadar uzak


olduğunu göstermektir. Mağarada yaşayanlar, hakikati görenlerin davranışlarındaki iyiliğine
şaşırır ve düşüncelerinin üstünlüğünü yadırgarlar (Devlet, 517d). Platon yadırgamanın
nedenini, görme bulanıklığıyla açıklar. Görmedeki bulanıklık, ya aydınlıktan karanlığa
geçişte ya da kanarlıktan aydınlığa çıkışta olmak üzere iki nedene bağlıdır. Genellikle
insanlar bu iki nedeni birbirinden ayıramazlar. Halbuki aydınlıktan karanlığa gelenlerin
gözlerinin bulanması övülmeli ve karanlıktan aydınlığa çıkanların gözlerinin kamaşmasına
acınmalıdır. Eğitim yoluyla ruhlarında bulunan iyiye yöneltmek şartıyla, insanları bu acınası
durumdan kurtulabilir (Devlet, 518 ab). Platon’a göre, değişmelerin belirleyici olduğu ortam,
gölgeler dünyası yani kültürel dünya bir mağarayı temsil etmektedir. Mağarada bağlı
kalanların sahip oldukları bilgilerden hiç şüphe etmemeleri gibi, kültür dünyasının
ilkelerini, kökenini araştırmayanlar ve başka kültürlerle karşılaştırmayanlar da içinde
yaşadıkları durumu hakikat olarak kabul ederler. Mağaranın dışına çıkıp, gördükleri
hakikati çevresine anlatanların karşılaşacağı duruma iyi bir örnek, Sokrates’in idamıdır.

Platon’un idealar öğretisi, uğraştığı sorunları çözmek için geliştirilen bir modeldir.
Platonun uğraştığı sorunlardan biri de, bu modelin içerdiği hakikatleri, insanların nasıl
bilebilecekleri ve nasıl kullanacaklarıdır. Platon bu sorunu çözmek için, Orfeusçu ve
Phytagorasçı ruh öğretilerinin, ruhun tekrar doğumu ve yeniden hatırlaması gibi bazı
özelliklerini benimsemiştir. Platon’a göre en değerli şey hayat değil, ruhtur; çünkü ruh,
ideal, ezeli ve ebedi dünyaya aittir (Eliade 2003/3, 229-230). Platon Orfeusçu ve
Phytagorasçı ruh öğretisini doğu kaynaklarıyla birleştirerek, kişisel bir görüş olarak, tutarlı
bir şekilde temellendirmiş, Homeros ve Hesiodos’a dayalı mitolojiyi önemsememiştir
(Eliade 2003/3, 231). Bu tavrın başlıca nedenlerinden biri de, ruhun ebedi ve efendi
oluşuyla bedenin köle olması, Homeros ile Hesiodos’un kitaplarında ve Milet okulu
düşünürlerinde yer almamış olmasıdır (Thomson 1988/1, 288). Platon’un insanın ruhunu
göksel bir kökenle açıklaması, idealar dünyası ile kültürel dünya arasındaki bağlantıyı
temellendirmektedir.

İdea öğretisi, evrenin ve evrendeki her şeyin yapılışına model olmuştur. Modelin
temel özeliği, hiç değişmeyen, değişmelerden etkilenmeyen, mükemmel, kendi kendilerine
yeterli olmalarıdır. Dünyadaki sorunların kaynağı olan, değişme ve bozulmanın dışında
kalan idealar, değişme ve bozulma için çareler aranırken aklıda tutulmuştur. Evrenin
kuruluşu, toplumun biçimlendirilişi, devlet adamı tipi, söz konusu model çerçevesinde
geliştirilmiştir.

You might also like