Professional Documents
Culture Documents
Talha KAYA
Isparta 2006
İÇİNDEKİLER
Sahife
ÖNSÖZ .....................................................................................ii
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………iii
KISALTMALAR .....................................................................................iv
GİRİŞ
Giriş…………………................................................................................5
BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DEĞERLENDİRME
SONUÇ ...................................................................................................67
KAYNAKÇA ..........................................................................................69
KISALTMALAR
GİRİŞ
1
Hüsameddin Erdem, Panteizm ve Vahdet-i Vücud Mukayesesi, Ankara 1990, s.1.
2
Halife Keskin, İslam Düşüncesinde Allah-Âlem İlişkisi, İstanbul 1996, Önsöz içinde.
3
Mustafa Şekip Tunç, Bir Din Felsefesine Doğru, İstanbul 1959, s.12.
4
Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, İstanbul 1968, s.20.
5
Necip Taylan, Düşünce Tarihinde Tanrı Sorunu, İstanbul 1998, s.9.
6
Etienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, Çev: Mehmet Aydın, İzmir 1986, s.15.
7
Mevlüt Albayrak, Tanrı ve Süreç, Isparta 2001, s.41.
6
8
Etienne Gilson, a.g.e., s.17-18-19.
9
Süleyman H. Bolay, Aristo Metafiziği ile Gazzalî Metafiziğinin Karşılaştırılması, İstanbul 1993,
s.270.
10
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.45.
11
Necip Taylan, İslam Düşüncesinde Din Felsefeleri, İstanbul 1994, s.11-12.
7
edebilmek için çabalamıştır. Fideist bir tutum takınanlar ve orta yolu arayanlar da bu
tartışmalardan geri kalmamışlardır. 12
İlkçağ’dan bu güne hemen her filozof Tanrı ile ilgili kanaatlerini ortaya
koymuş, O’nun evren ile ilişkisini, evrene müdahalesi olup olmadığını izaha
çalışmıştır. Farklı Tanrı tasavvurları ile ilgili görüşleri Harsthorne’nin dokuz grupta
topladığı tasnifle daha iyi anlayabiliriz:
1. Ezeli, şuurlu, bilen, zamanla ilgili olan ve evreni ihtiva eden varlık. Platon,
Sri Java, Schelling, Fechner, Whitehead, İkbal ve Radhakrishnon’u
oluşturduğu bu grubun anlayışı panentheizm anlayışıdır.
2. Ezelî, şuurlu olup evreni bilmeyen ve onu ihtiva etmeyen varlık anlayışı.
Yani Aristotelesci teizm.
3. Ezelî, şuurlu, bilen ancak evreni ihtiva etmeyen varlık. Philon, Augustinus,
Anselmus, Gazali ve Leibnizh’in savunduğu görüş. Yani klasik teizm.
4. Şuur ve bilginin ötesinde ezeli olan varlık. Plotinus’un görüşü.
5. Ezelî, şuurlu, bilen ve evreni ihtiva eden varlık. Sankara, Spinoza ve
Royce’nin fikirleri olan klasik panteizm anlayışı.
6. Ezelî, şuurlu, bilen, zamanla ilgili fakat evreni ihtiva etmeyen varlık.
Socinus ve Lequier’in savunduğu temporalist teizm.
7. Ezelî, şuurlu, kısmen evreni ihtiva eden varlık. James ve Brightman’in
anlayışı olan sınırlı panentheizm.
8. Tamamen zamanda olan veya kısmen ortaya çıkan şuurlu varlık. S.
Alexander, Ames ve Cattel’in içinde bulunduğu grup.
9. Zamanda olan ve şuursuz varlık. Bu da Wieman’ın savunduğu görüştür. 13
12
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.51-53.
13
Charles Hartshorne, William Reese, Philosophers Speak of God, Chicago and London 1969, 17’den
alıntılayan Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.51.
8
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1.HAYATI
14
Ernst Von Aster, Felsefe Tarihi Dersleri I, İstanbul 1943, s.99.
15
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çev:H.Vehbi Eralp, İstanbul 1949, s.43.
16
Fahrettin Olguner, Batı ve İslâm Kaynakları Işığında Platon, Ankara 1989, s.4-5.
17
Ernst Von Aster, a.g.e., s.99.
18
Alfred Weber, a.g.e., s.43.
19
Mehmet Karasan, Büyük Feylosoflar Antolojisi, C.I, İstanbul 1949, s.27.
9
1.2. ESERLERİ
a- İlk Dönem (Gençlik Dönemi) Eserleri:
Bunlar Apologie (Müdafaname) Kriton, Laches, Harmmides, Euthyphrron,
Politeis (Devlet) ’nin birinci kitabı ve küçük Hipisi’dir.
b- İkinci Dönem Eserleri:
Bunlar Georgias, Menon, Phaidros, Symposion, Politeis (Devlet) dır.
c- Üçüncü Dönem Eserleri:
Bu dönem de Theaitetos, Parmanides, Sophistes ve Politokos adlı eserler yer
alır.
d- Dördüncü Dönem Eserleri (İhtiyarlık Dönemi):
Platonun son dönem eserlerini oluşturan son grupta Timaios, Kritias ve
Nomos (Kanunlar) bulunur. 23
Kısaca hayatı ve eserleri hakkında bilgi edindiğimiz Platon’un Tanrı-Evren
ilişkisi ile ilgili fikirlerini incelemeye geçebiliriz.
20
Emile Brehier, Felsefe Tarihi, Çev: Miraç Katırcıoğlu, İstanbul 1969, s.75.
21
Hüsameddin Erdem, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Konya 2000, s.205-206.
22
Carra De Vaux, “Eflatun” mad., İslam Ans., C.IV, İstanbul 1964, s.191.
23
Ernst von Aster, a.g.e., s.114-119.
10
24
Alfred Weber, a.g.e., s.50.
25
Etienne Gilson, a.g.e., s.28-29.
26
Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Ankara 1997, s.2.
27
Etienne Gilson, a.g.e., s.30.
28
Etienne Gilson, a.g.e., s.30.
11
29
Platon, Yasalar, Çev: Candan Şentuna-Saffet Babür, İstanbul 1994, s.119.
30
Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, İstanbul 1994, s.65.
31
Platon, Yasalar, s. 120.
32
Platon, Yasalar, s.118.
12
arasında, mevcut kanunun inanmak gerekir diye ortaya koyduğu Tanrılar yokmuş
gibi dinsizliğin kol gezmesi bu görüşlerden kaynaklanmaktadır. 33
Platon şöyle der; “Bu öğretiyi savunan galiba ateşi, suyu, toprağı ve havayı
her şeyin ilk öğesi sayıyor ve bunlara ‘doğa’ adını veriyor, ruhu da bunlardan
sonraya koyuyor. Hatta galiba değil, öğretisinde bunları açıkça belirtiyor.” 34
“Ruhları dinsizliğe yönelten öğretiler her şeyin ilk oluş ve yok oluş nedeninin ilk
önce değil sonra oluştuğunu göstermişler, sonra olanı başa almışlardır; bu nedenle
de Tanrıların gerçek varlığı hakkında yanılgıya düşmüşlerdir.” 35
Bilgelerin Tanrıların varlığı hakkında yanılgıya düşmelerinin sebebinin
maddeyi ruhun önüne koymaları ve maddenin daha önce meydana geldiğini
söylemeleri olduğunu belirten Platon ruhun önemini anlatmaya başlar ve buradan
Tanrıların varlığının ispatına ulaşır.
Platon ruh hakkında şunları söyler; “Galiba hemen herkes ruhun nasıl bir
varlık olduğunu ve gücünün ne olduğunu bilmiyor; onunla ilgili başka şeyler
arasında özellikle oluşumunu, ilk yaratılanlar arasında olduğunu bütün maddelerden
önce oluştuğunu, başka her şeyden daha çok bunların değişim ve dönüşüm ilkesi
olduğunu bilmiyorlar; eğer bu böyleyse ruh cisimden daha eski olduğuna göre, ruha
ilişkin olan her şeyin maddeyle ilgili olanlardan daha önce oluşmuş olması
zorunludur.” 36
Platon ruh hakkındaki ifadelerinden sonra bazı şeylerin hareket ettiğini bazı
şeylerinde durduğunu, duranın belli bir yerde durduğunu, hareket edenin de belli bir
yerde hareket ettiğini ve bu hareketi bazısının bir tek yerde bazısının ise birçok yerde
yapabildiğini belirtir; “Merkezi sabit duran nesneler, çemberi dönen daireler gibi,
bir tek yerde hareket eder. Birçok yerde hareket edenler ise kimi zaman tek merkezli,
kimi zamanda döndükleri için birden fazla merkezli hareket içinde bir yerden başka
yere geçerek hareket eden nesnelerdir. Bunlar duran nesneler ile çarpıştıklarında
parçalanırlar, karşıt yönde hareket ederek karşılarına çıkan başka nesnelerle
çarpıştıklarında ise birleşip bu ikisi arasında bir tek nesne haline gelirler.
Birleşenler büyür, ayrışanlar ise, her biri var olan durumunu koruduğu sürece
33
Platon, Yasalar, s.124.
34
Platon, Yasalar, s.126.
35
Platon, Yasalar, s.127.
36
Platon, Yasalar, s.127.
13
37
Platon, Yasalar, s.129-130.
38
Platon, Yasalar, s.130.
39
Platon, Yasalar, s.131.
40
Platon, Yasalar, s.132.
14
canlı olarak kabul etmemiz gerektiğini belirten Platon, bir nesnenin ister adını
söyleyip tanımını soralım, ister tanımını verip adını soralım, her iki durumda da aynı
şeyden söz ettiğimizi söyler. Bu noktada adı ruh olan şeyin tanımı nedir diye bir soru
sorar ve cevaplar; “kendiliğinden hareket eden hareket”. 41 Platon’a göre ruhun bütün
varlıklardaki her değişikliğin ve hareketin nedeni olduğu ortaya çıktığına göre, şimdi
var olan, daha önceden var olmuş olan, ileride var olacak olan bütün nesnelerin ve
karşıtlarının ilk oluşum ve hareket ilkesiyle aynı şey oldukları yeterince
kanıtlanmıştır. Bütün varlıklar içerisinde ruhun, hareket ilkesi olarak en eski olduğu
açıkça ortadadır. Bu durumda kendi dışındaki bir şeyden kaynaklanan ve hiçbir şeyi
harekete geçiremeyen hareket ikinci sırada gelir. Ruh yönettiğine, madde de doğal
olarak onun yönetiminde olduğuna göre, ruhun maddeden önce olduğunu, maddenin
ise ondan sonra ikinci sırada geldiğini rahatlıkla söylenebilir. Ruh bedenden önce
olduğuna göre ruha ilişkin şeylerinde daha eski olduğu anlaşılmıştır. 42
Platon’a göre ruh her şeyin nedeni olarak kabul edildiğinde, iyinin ve
kötünün, güzelin ve çirkinin, adaletin ve adaletsizliğin ve bütün karşıtların sebebidir.
Ruh aynı zamanda hareket eden her şeyin içinde bulunduğuna ve onu yönettiğine
göre, gökyüzünü de yönettiği rahatlıkla söylenebilir. 43
Birden fazla ruhun olduğunu ifade eden Platon ruhun etkinliğini şu şekilde
anlatır; “Ruh gökyüzündeki, yeryüzündeki ve denizdeki her şeyi kendi hareketi ile
güder; bu hareketlerin adı; istemek, araştırmak, dikkat etmek, karar vermek, doğru
ve yanlışı düşünmektir; sevinmek ve üzülmek, cesur olmak ve korkmak, nefret etmek
ve sevmektir, işte bu türden olan ya da maddeye özgü ikincil hareketleri de kapsayan
ilk hareketler bütün maddeleri büyümeye ve küçülmeye, birleşmeye ve ayrılmaya ve
bunları izleyen sonuçlara götürür; maddenin sıcak ve soğuk, ağır ve hafif, katı ve
yumuşak, ak ve kara, acı ve tatlı olmasına neden olur; ruh bütün bu araçları
kullanarak ve tanrısal akılla işbirliği içinde, aslında kendisi de tanrı olduğu için her
şeyi doğru ve mutlu kılar, ama akılsızlıkla birleşirse, her şey bunun tersi olur.” 44
Her şeyi çekip çeviren ruh olduğuna göre, gökyüzünü yöneterek ve
düzenleyerek dönüşünü sağlayan da zorunlu olarak en üstün ruhtur diyen Platon
41
Platon, Yasalar, aynı yer.
42
Platon, Yasalar, s.133.
43
Platon, Yasalar, s.134.
44
Platon, Yasalar, s.134-135.
15
güneşi, ayı ve yıldızları döndüren ruhun, her birini ayrı ayrı çevirdiğini belirterek
bunların içinden güneş hakkında konuşur ve bu konuşmanın bütün yıldızlar için
geçerli olmasını istemektedir. Platon sözlerine şu şekilde devam eder; “Her insan
güneşin kütlesini görür ama ruhunu göremez. Ruh güneşe verdiği hareketi üç şeyden
biri ile yapar; ya bu gözle görünen yuvarlak kütlenin içine yerleşerek, tıpkı bizim
ruhumuzun bizi her yere götürdüğü gibi, onu her yere götürüyor; ya birtakım
kişilerin söylediği gibi, dışarıdan bir yerden ateş ya da havadan oluşma bir kütle
edinerek kendi kütle gücüyle bunu itiyor; ya da üçüncü olarak, kütlesi olmadan, ama
içindeki başka olağanüstü ve harika güçler sayesinde götürüyor. Hepimizi
aydınlatan güneşi ruh ister arabaya oturmuş gibi götürsün, ister dışarıdan itsin, ister
şu ya da bu şekilde hareket ettirsin, her insanın güneşi tanrı olarak görmesi gerekir.
Bütün yıldızlar, ay, yıllar, ve bütün mevsimler hakkında bu aynı sözü yinelemekten
başka ne yapabiliriz? Her türlü erdemle donatılmış bir ruh ya da ruhlar bütün
bunların nedeni olarak gösterildiğine göre, ister canlı olarak kütlelerin içinde
bulunup gökyüzünü düzenlesinler, ister başka türlü olsun, bunların tanrı olduğunu
söyleyeceğiz, değil mi? Bunları kabul edip her şeyin tanrıyla dolu olduğunu kabul
etmeyeni hoş görecek biri var mıdır?” 45
Platon Tanrıların varlığının ispatını şu sözlerle tamamlar; “Son olarak
Tanrıların varlığına inanmayanlar ya bize ruhu her türlü oluşumun ana ilkesi olarak
koyarken yanıldığımızı ve bunun sonucunda söylediğimiz öteki şeylerin de yanlış
olduğunu gösterecek ya da bize boyun eğerek ve ömrünün geri kalanında tanrılara
inanarak yaşayacak.” 46
Yasalar’ın onuncu kitabında Tanrıların varlığını anlatan Platon’un bir de bu
dünyanın yapıcısı olan Demiorgues ile ilgili görüşleri vardır. Bu ismi Timaios’ta
kullanan Platon’un Demiorgues adını verdiği bu Tanrı ezelî ve ebedî olan ve bu
evreni yaratan Tanrı’dır. Demiorgues’i bilmenin zor olduğunu, bildikten sonra
herkese tanıtmanın ise imkânsız olduğunu 47 belirten Platon yine de onunla ilgili bazı
bilgiler verir. Platon’a göre doğan her şey bir neden zoruyla doğar; çünkü ne olursa
olsun herhangi bir şey nedensiz doğamaz. 48 Demiorgues İyi’dir ve sebeplerin en
45
Platon, Yasalar, s.138.
46
Platon, Yasalar, s.138.
47
Platon, Timaios, Çev: Erol Güney-Lütfü Ay, İstanbul 1989, 28 C.
48
Platon, Timaios, 28-A.
16
kâmilidir. 49 Demiorgues, bir amaca göre oluşturan, etkileyen bir güçtür. O iyidir,
iyiliğinden dünyayı yaratmıştır. 50 Yaratmış olduğu her şeyin elden geldiğince kendine
benzemesini isteyen 51 Demiorgues ilk olarak yıldızları ve gök ruhlarını, son olarak
da duyulur dünyayı meydana getirmiştir. 52
Demiorgues bazı Platon yorumcularına göre ideler hiyerarşisinin en üst
noktasında bulunan İyi idesi ile aynıdır. 53 Bazı yorumculara göre ise Demiorgues
simgesel bir kişiliktir. 54 Galiba en doğru olanı Platon’un hiçbir yerde Tanrı diye
birleştirmediği İyi ile Tanrıyı ayrı tutmaktır. 55
Yalnız Platon’un bu evreni meydana getiren Tanrı olarak nitelediği
Demiorgues mutlak bir Tanrı olarak görünmemektedir. O yalnızca bir mimardır. 56
Çünkü Platon’a göre Demiorgues varolanları yaratırken ezelî ve ebedî olan ilk
örneklere, yani idelere bakıp, onları örnek alarak eserini meydana getirir. Bu
durumda Tanrı’nın mutlak olması söz konusu olamaz. Nasıl ki, kopyacı taklit ettiği
örneğe bağlı kalıyorsa; Demiorgues’ta meydana getirdiği eserinde ideye bağlı
kalıyor. 57 Bu tarz bir yaratmada bulunan Tanrı’nın mutlak Tanrı olması
düşünülemez.
Tanrı ile ilgili fikirlerini öğrendiğimiz Platon’un şimdi de Evren hakkındaki
görüşlerini bakalım.
Platon’a göre iki âlem vardır: ideler âlemi ve görünüşler âlemi. Timaios’ta iki
âlem olduğunu şu şekilde anlatır; “Hiç doğmadığı halde her zaman var olan nedir?
Hep geliştiği halde hiç var olmıyan nedir? Birincisi düşüncenin yardımıyla akıl
tarafından sezilir. Çünkü her zaman aynıdır. İkincisine gelince onu kanaatle akla
dayanmayan duyum tasarlar, çünkü o doğar ve ölür; ama hiçbir zaman gerçekten
49
Platon, Timaios, 29-A.
50
P. M.Gilabert, Felsefe Tarihi, İstanbul 2003, s. 65.
51
Platon, Timaios, 29- E.
52
Platon, Timaios, 30-D, 32-C.
53
Alfred Weber, a.g.e., s.50.
54
Frederick Copleston, Felsefe Tarihi, C.I, Çev: Aziz Yardımlı, İstanbul 1995, s.62.
55
Etienne Gilson, a.g.e., s.28.
56
Frank Thilly, Felsefe Tarihi, Çev: İbrahim Şener, İstanbul 2002, s. 126.
57
Alfred Weber, a.g.e., s.50; Hüsameddin Erdem, a.g.e., s. 236.
17
var değildir.” 58 Yaşadığımız evrenle ilgili olarak ta şunları söyler; “Bütün göğü veya
evreni ele alalım; acaba ezelden beri var mıydı, bir başlangıcı olmadı mı, bir
başlangıcı olmuş mudur? Doğmuştur, çünkü gözle görülür, elle tutulur haldedir, bir
teni vardır. Bu gibi şeyler duygundur; duyumla beraber kanaatin tasarladığı şeyler
de oluşa, doğuma mahkumdur.” 59
Kendisini duyularımızla algıladığımız fenomenler dünyası, ideler dünyasının
bir tasarımıdır. 60 Duyulur dünya sahip olduğu düzen ve belirliliğe Demiurgos’un
ideler dünyasının yapısını ve formlarını aktarmasıyla ulaşır. Fakat duyulur âlem
kendisine aktarılan formları koruyabilmek bakımından yetersiz olup, mutlak bir
değişme içindedir. Maddî dünya, formları yalnızca belirli zaman dilimleri içinde
koruyabilir. O sürekli bir akış hali içinde bulunduğuna göre formları alır ve daha
sonra yitirir. Şu hâlde, maddî dünyanın gerçek ideler dünyasının ezeli-ebedi yönlerini
Demiurgos’un faaliyeti sayesinde kazandığı ve bu yönleri sonsuz bir hareket dizisi ve
dolayısıyla değişme süreci içerisinde kaybettiği dikkate alındığında, o ezelî-ebedî bir
gerçekliğin zaman içinde hareket eden ve değişen gölgesi ya da kopyası olarak
görülmek durumundadır. 61
Platon bu durumu Devlet diyalogunda mağara benzetmesi ile şu şekilde
anlatır: “Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa
açılan bir giriş... İnsanlar çocuklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire
vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar, ne de burunların
ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını
bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında.
Mahpuslarda ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani
şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini
gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getiriyor musun
gözünün önüne?
- Getiriyorum?
- Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar,
taşlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer
58
Platon, Timaios, 28-A.
59
Platon, Timaios, 28-C.
60
Wıllıams Sahakıan, Felsefe Tarihi, Çev: Aziz Yardımlı, İstanbul 1997, s.58.
61
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ankara 1997, s.553.
18
Platon varlık ile ilgili görüşlerini ifade ederken kendinden önceki filozofların
varlık ile ilgili olarak söylemiş oldukları sözleri dikkate almaktadır.
Platon’a göre Heraklitos’un da Parmenides’in de görüşlerinde eksik taraflar
vardır. Varlıksız oluş olmadığı gibi oluşsuz varlık da düşünülemez. Ne
Parmenides’in dediği gibi zamansız, değişmesiz, oluşsuz, sonlu ve sınırlı tek bir
varlık vardır; ne de Heraklitos’un dediği gibi yalnızca değişme, zaman ve hareketten
müteşekkil varlıksız bir oluş vardır. Bu kavramların ikisi de birbirine bağlıdır. Varlık
dediğimiz zaman onun varlık olmasının özü gereğince bir kuvvet, bir değişme, bir
oluş olacaktır. Fakat bu oluş bir varlığın oluşudur, varlığın bir tavrıdır. Kendi başına
62
Platon, Devlet, Çev: Sabahattin Eyüboğlu- M. Ali Cimcoz, İstanbul 1995, 514-A, 515-D.
19
varlıktan ayrı bir oluş düşünülemez. Bir şeyin var olmaması demek, oluşunda
olmaması demektir. 63
Platon’un varlık görüşünü ideler nazariyesinin oluşturur. Bu sebeple Platon
idealist bir filozoftur. Onu idealist varlık anlayışına götüren sebep bilginin değişmez
bir nesneye ait olması gerektiği düşüncesidir. Eğer her şey Heraklitos’un dediği gibi
akıyorsa, değişiyorsa hiçbir şey var değildir, hiçbir şey var değilse bilgi de yoktur.
Oysa ki, Platon Theaitetos diyalogunda belirttiği gibi bilgi vardır kanaatine
sahiptir 64 . Bilgi varsa onun nesnesi olmalıdır. Yani bilgi bir varlığa ait olmalıdır. Ve
bu bilgi doğru, değişmez ve zorunlu olmalıdır. Böyle bir bilgi de ancak kendisinin ait
olduğu varlığın bu özellikleri taşımasıyla ortaya çıkar. 65
Bu evrendeki her şey Heraklitos’un dediği gibi değişim ve oluşum içindedir.
Öyleyse bilginin nesnelerini bu evrendeki varlıklar oluşturamaz. Bilginin nesneleri
olsa olsa bu fenomenler âlemindeki nesnelerin örneklerini, ilk modellerini oluşturan
ideler âleminde olmalıdır. İdeler âlemi akılla kavranabilir. İdeler ezelî, ebedî,
değişmez, hareketsiz ve zorunlu varlıklardır.
Platon, gerçek sözünün neyi ifade ettiğini ve neyin gerçek olduğunu, gerçeğin
kapsamına nelerin girdiğini genel olarak Sofist diyalogunda ortaya koymaktadır. Biz
Platon’un gerçekle neyi kastettiğine değinmeden önce, kendisinden evvel yaşamış
olan filozofların gerçekle ilgili görüşlerine getirmiş olduğu eleştirilere kısaca
değinelim.
Platon Sofist diyalogunda Sokrat öncesi filozofları doğa filozofları (fizikçiler)
ve birci Parmenides olarak ikiye ayırır.
Fizikçilere ‘sıcak’ ve ‘soğuk’ un var olduğunu söyledikleri zaman ‘gerçek’
sözü ile neyi kastettiklerini sormakta 66 ve bu soru ile onun değinmek istediği nokta
63
H.Ziya Ülken, Varlık ve Oluş, s.112.
64
Platon, Theaitetos, Diyaloglar II içinde, Çev: Macit Gökberk, İstanbul 1999, s.186.
65
A.Kadir Çüçen, Felsefeye Giriş, Bursa 1999, s.250.
66
Platon, Sofist, Diyaloglar II içinde, Çev: Ömer Naci Soykan, İstanbul 1999, s.322.
20
67
Francıs Macdonald Cornford, Platon’un Bilgi Kuramı, Çev: Ahmet Cevizci, Ankara 1989, s.404.
68
Francıs Macdonald Cornford, a.g.e., s.409-410.
69
Platon, Sofist, s.320-322.
21
2.3.1.2. İDELER
İde cisimsel olmayan varlıktır: Tinsel olmayan bir biçim, bir ilk örnektir. Tek
ve asıl gerçektir, hiç değişmez, daima kendi ile aynı kalır. Buna karşılık cisim
özdekseldir, devamlı bir oluş içerisindedir ve daima değişmektedir. Bu sebeple özdek
olanın gerçek bir varlığı yoktur. 71
Şimdi ide sözcüğünün Eski Yunanca karşılığı olan anlama uygun düşecek
tarzda üç tanım verelim. 72
70
Francıs Macdonald Cornford, a.g.e., s.414.
71
Macit Gökberk, Felsefenin Evrimi, İstanbul 1979, s.8.
72
Şahin Yenişehirlioğlu, Felsefe Diyalektik Bilgi Kuramı (Epistemoloji), Ankara 1982, s.168-169.
22
a-İde ilk önce bir biçimdir, bir yapıdır. Duyusal nesnelerin değişmeleri
karşısında bir değişmezdir ve bu değişmezliği meydana getiren ilişkilerin bileşiminde
bulunan birliktir. Kısaca ide değişen, yok olan, kesin olmayan şeylerin dışında
anlaşılan ve varlığı kabul edilen evrenseldir.
b-Ayrıca ideyi tür ya da genel varlık olarak ifade edebiliriz. Böyle bir
niteleme, birbirlerine benzeyen ya da ayrılıklar gösteren çok sayıdaki duyusal
nesnenin birleşmelerini sağlayan bir ilke olarak bize ideyi algılatır. Örneğin, güzel
kavramının, ‘kendinde güzel’ olarak düşünülmesi, güzellik niteliğini taşıyan birçok
nesnenin, bu niteliği genel özelliğin sınırları içinde, aynı ortak nitelik olarak
paylaşmalarıdır. Bu bir güzel olma olgusunun ortaya çıkmasıdır.
c-Üçüncü olarak ide ‘yaratılış’ ve ‘doğa’ olarak ifade edilebilir. Buradaki
yaratılış kavramı yapısında birçok eşdeğer kavramı barındırır. Örneğin, ‘yaratılış’
dendiği zaman doğayı, evreni, dünyayı ve nitelik, özellik ve karakterleri ve tür, cins
ve çeşitleri de anlamak gerekir. Platon’a göre o, bağlı olduğumuz bir gerçektir.
Çünkü, varoluşların tamamı ile bir bütün olarak donatılmıştır. Bu durumda tek
gerçek varlıktır. Çünkü değişmeyen, sürekli aynı kalan ve dengeli tek yaratılıştır.
İdenin bu üç ayrı tanımını verdikten sonra küçük bir ayrıntıyı ifade edip
konumuza devam edelim. Platon ve onun yorumcularının eserlerinde ide, evrensel,
form (biçim) gibi sözcükler aynı kavramı yani ide kavramını ifade eder. Ayrıca
Platon ide kavramıyla idenin bu gün kullanılan anlamını kastetmez. Çünkü bu gün
ide kavramı ile çıkış yeri insan olan tasavvurlar, düşünceler ifade edilmektedir. Bu
tasavvurlar, insan olarak bizde olup-biten, bizim tarafımızdan kurulan, hafızamıza
işlenen tasavvurlardır. Platon ide tabiri ile şeyleri, varolan bir şeyi kasteder. Bir de
ideal varlıktan söz edildiğinde ifade edilmek istenen matematik ve mantıksal bilginin
objeleri, ya da ahlakî akıl bilgisinin objeleri gibi objelerdir. Bunların hayattaki yapma
ve etmelerin idealleriyle ya da herhangi yüksek ideal amaçlarla ilgisi yoktur. Burada
‘ideal’ ‘real’in karşıtı bir kavram olarak kullanılmaktadır. Nesneler, canlılar, insanlar
realdirler. Real olan her şey zaman içindedir, oluşur; değişir ve yok olur. Fakat ideal
varlık zaman dışındadır, değişmez, aynı şekilde devamlıdır. 73
73
Heinz Heimsoeth, Felsefenin Temel Disiplinleri, Çev:Takiyyettin Mengüşoğlu, İstanbul 1986, s. 90-
91.
23
74
Kâmıran Birand, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Ankara 1964, s.51.
75
W.K.C.Guthre, a.g.e., s.112.
76
Frederick Copleston,, a.g.e., s.38.
77
Platon, Thaitetos, 151-D,152-C.
78
Ernst Von Aster, a.g.e., s.124.
79
Platon, Menon, Çev. Adnan Cemgil, İstanbul 1942, 82-C,.85-B.
24
hakikatler, meydana gelen ve sonra yok olan objelere ait bilgiler değillerdir.
Matematiğin objeleri zaman ve mekânın üstünde ezelî ve ebedîdirler ve aralarında
ezelî ve ebedî bir nispet vardır.
Bu çeşit bilgilerin herhangi bir sübjektif düşünce ile ilgisi olamaz. Çünkü bu
bilgiler algılar yolu ile elde edilmiş değillerdir. Algılar sadece bu çeşit düşüncelerin
meydana çıkmasında rol oynar. 80 Platon algıların bu rolüne hatırlama der. Yukarıda
alıntıladığımız Menon diyalogundaki köle’ye sorduğu sorular da onun daha evvelden
sahip olduğu bilgileri algıların sebep olması ile hatırlamasıdır.
Matematiğin konusunu zaman ve mekâna bağlı olmayan ezelî ve ebedî
hakikatler meydana getirir. Örneğin tahtaya çizilmiş bir üçgen meydana gelmiş ve
yok olacak olan bir objedir. Aynı şekilde bir kağıda çizilmiş daire de böyledir. Fakat
matematikçinin tetkik ettiği bu gibi münferit şekiller değildir. Matematikçi genellikle
daire ve üçgenden bahseder. Kağıda çizilmiş olan daire hakikî bir daire olmayıp,
hakikî daireye takriben yaklaşan bir dairedir. Bu sebeple matematikçinin ortaya
koyduğu bir kural kağıttaki daire için takriben geçerlidir. Bunu Platon’un ifadesi ile
şöyle söyleyebiliriz: Çizilen daire sadece matematikçinin daire idesine iştirak ettiği
ölçüde bir dairedir. Çizilen daire ve üçgen silinebilir. Fakat daire ve üçgen
kavramları daima kalıcıdır. Bunlar ne meydana gelmiş ne de yok olacaklardır. 81
Sokrates’in talebesi Antisthenes’e göre idraklerden hareketle elde edilen bilgi,
objeleri unsurlarına ayırmak demektir. Bir objeyi son unsuruna kadar ayırınca bilgi
de biter, bundan ileri geçilmez. Platon’a göre hakiki bilgi Antisdhenes’in bilgiyi
bitirdiği yerde başlar. Bir objeyi bilmek için sorulacak ilk soru ‘bu nedir?’ sorusudur.
Bu soruya ‘bu insandır’, ‘bu kalemdir’ gibi cevaplar verilebilir. Bu durumda bilgi
objeler hakkında hüküm vermektir ve bu hüküm de belirli olan obje bir külli mefhum
altına konulur. Algılar sadece münferit objeleri gösterir. Fakat düşünce bu münferit
objeleri külli bir mefhum altında toplar. 82
Platon’a göre bütün bilgiler kavramsaldır, yani sınıflara ayırma bilgisidir.
Çünkü Platon idelerin birer sınıflama sonucunda anlatılabileceğini düşünür. İnsan
düşünme yetisine sahiptir. Bu düşünme ile nesne ve kavram (ide) arasında diyalektik
zihinsel bir bağlantı kurulur. Bu diyalektik zihinsel bağlantı sayesinde bilgi ortaya
80
Kâmıran Birand, a.g.e., s.51.
81
Ernst Von Aster, a.g.e., s.124.
82
Ernst Von Aster, a.g.e., s.125.
25
Platon’un ideler ile ilgili görüşlerini bir bütün halinde anlatmış olduğu
müstakil bir eseri yoktur. Bunun sebebini kendisi şöyle açıklar “Benim bu mesele
üzerinde yazılmış bir eserim yoktur, olmayacaktır da; çünkü bunlar, öteki bilimler
gibi söz kalıbına sokulamaz. Bu meselelerle ancak uzun uzun uğraştıktan, ömrünü
bunları düşünmekle geçirdikten sonradır ki hakikat, ruhta sıçrayan bir kıvılcım gibi
parlar ve sonra kendiliğinden gelişir.’’ 84 Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi
Platon’un idelere ayrılmış herhangi bir eseri yoktur. İdelere ilişkin görüşleri farklı
diyaloglarda yer alır. Bu şekilde farklı diyaloglarda yer almasının bir sebebi de ideler
nazariyesi ile ilgili olarak zaman içinde ortaya çıkan gelişmelerdir. 85
Platon’un diyaloglarında kendilerinden bahsedilen ideler beş grup olarak
sınıflandırılabilirler:
1- İyi İdesi, adalet İdesi, güzellik idesi gibi ahlâksal ve estetik ideler.
2- Aynılık ve farklılık, varlık ve yokluk, benzerlik ve benzemezlik, bir ve çok
ideleri gibi, genel olan belirli fikirlerin ideleri.
3- Daire idesi, çap idesi, iki, üç v.b. idesi gibi, matematiksel ideler.
4- İnsan idesi, inek idesi gibi doğal türler için ideler.
83
Şahin Yenişehirlioğlu, a.g.e., s.166.
84
Platon, Mektuplar, Çev: İrfan Şahinbaş, İstanbul 1989, VII. mektup 341-C, 341-D.
85
M.Ali Ağaoğulları, Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi, Ankara 1989, s.138.
26
5- Masa ve sandalye idesi gibi, insan elinden çıkma ürün türleri için ideler. 86
Platon’a göre görünüşler âlemindeki nesneler kendilerinden pay almak
suretiyle ideleri taklit ederler. İdeler, nesnelerin kendilerini kopya etmek suretiyle
meydana geldikleri ilk örneklerdir 87 .
İdeler ezelî, ebedî ve değişmezdirler. 88 Platon İdelerin hangi anlamda ezelî ve
ebedî olduğunu Timaios’ta açıklar:“Geçmiş ve gelecek, ölmez tözden bahsederken
cahilliğimizden kullandığımız, zaman çeşitleridir. Biz o tözün sözünü ederken vardı,
vardır, olacaktır diyoruz. Vardı, olacaktır gibi sözler yalnız zaman içinde doğan,
gelişen şeylere yaraşır.” 89
Aynı pasajda hiç sona ermeyen zamanın birlikte bulunduğu hareketsiz haldeki
ebediliğin, hareketli bir görüntüsü olduğu belirtilir. 90
Bu pasajları da göz önünde bulundurarak idelerin zaman içinde
varolmadıklarını söyleyebiliriz. İdeler aynı zamanda uzayda da varolmazlar. Her ne
91
kadar Platon Phaidros’ta idenin gökyüzünde ya da uzayın yukarısında olduğunu
söylerse de kastettiği şey fizik ötesi âlemdir. Bu konuda Alfred Weber şunları söyler:
“İdelerin yeri eşyanın yeri değildir; (Platon’un bahsettiği gök) kendi nev’ine mahsus,
idelerin mahiyetine uygun bir yerdir; yani anlaşılırdır (akılla kavranılandır). İdelerin
yeri idenin kendisidir. İdenin kendinden başka yeri yoktur.” 92
Platon’a göre ideler parçalardan meydana gelmezler. Bu durumu
Phaidon’daki şu pasaj açıklar:
“Sokrates: O halde birleştirilmiş olan ve tabiatça bileşik bulunan şeylerin,
bileştikleri gibi dağılmaları sana uygun görünmüyor mu? Bileşik olmayan varlıklar
varsa, bu halden kurtulmak yalnız onlara mahsus değil midir?
Kebes: Evet, bende bu fikirdeyim doğru söylüyorsun.
86
Anders Vedberg, Plato’s Philosophy of Mathematics’den derleyen: Ahmet Cevizci, İdealar
Kuramı, Ankara 1999, s.84-85.
87
Platon, Timaios, 29B-C; Platon, Phaidros, Çev: Hamdi Akverdi, İstanbul 1943, 250-A, 250-B;
Platon, Devlet, 402-C.
88
Platon, Phaidon, Çev: H.Ragıp Atademir, S.Kemal Yetkin, İstanbul 1943 , 78-D, 79-A; Platon,
Phaidros 217-D, 217-E.
89
Platon, Timaios, 37-E, 38-A.
90
Platon, Timaios, 37-D, 37-E.
91
Platon, Phaidros, 247-A, 247-E.
92
Alfred Weber, a.g.e., s.49.
27
Sokrates: Söyle bana, hep aynı olan, hep bir türlü davranan şeylerin bileşik
olmadıkları, hep değişip aynı kalmayan şeylerin de bileşik oldukları doğruya
benzemiyor mu?” 93
Duyusal nesneler bileşik, değişken ve sonlu şeyler sınıfını oluştururken, ideler
basit ve değişmez varlıklar sınıfını meydana getirir. 94 Platon, Philebos diyalogunda
ideleri, kendi dilinde bileşik olmayan, basit bir şey anlamındaki ‘monad’ sözcüğü ile
adlandırır. 95
İdeler ezelî ve ebedî bir âlemi meydana getirirler. Bu âlem ne meydana
gelmiştir ne de yok olacaktır. İdeler arasında belirli nispetler vardır. Yani ideler
âleminde ezelî ve ebedî bir nizam vardır. Platon, idelerin aralarındaki kesin
nispetlerden bir nizam doğduğu için, bir ideler kosmos’unun var olduğunu kabul
eder. İdeler âleminin yapısı aynen bir piramite benzer. Bu piramitin tepe noktasında
varlık idesi bulunur. 96 Nasıl ki görünen âlemde mükemmele doğru bir varlıklar
derecesi varsa, nesnelerin ilk modelleri olan idelerde de böyle bir derecelendirme
vardır. İdeler, dereceler halinde birbirlerine bağlanmış bir vaziyette bulunurlar. Bu
bağ daima umumilik ve kudret itibariyle çoğalarak tepeye en yüksek, en kudretli
ideye kadar çıkar. En tepedeki ide bütün bu sistemi kuşatan iyi idesidir. 97
Özetle Platon’un varlık görüşünün temelini İdeler nazariyesi oluşturur.
Platon’a göre bilginin değişmez ve gerçek bilginin meydana gelebilmesi için ideler
âleminin varlığını kabul etmek şarttır. Platon’a göre içinde yaşadığımız dünya ideler
âleminden pay alması sayesinde vardır ve görüntüden ibarettir. Bir aynada
görüntünün aksetmesi gibi içinde yaşadığımız dünya da idelerin yansımasıdır. Bu
sebeple Platon yaşadığımız âleme görünüşler âlemi der.
Parmenides’in ‘var olan vardır, var olmayan var değildir’ sözü ile kendini
ifade eden Eleacı monismde, var olanla var olmayan arasında orta bir derece kabul
edilmediği için, nesnelerin ontolojik olarak zaman ve mekânda varolmaları, mantıken
93
Platon, Phaidon, 78-B, 78-C.
94
Platon, Phaidon, 78-D, 79-A.
95
Platon, Philebos, Çev: Sabri Esat Siyavuşgil, İstanbul 1989, 15-A, 15-B.
96
Ernst von Aster, a.g.e., s.129.
97
Alfred Weber, a.g.e., s.48-49.
28
98
Mübahat Türker Küyel, Aristoteles ve Fârâbî’nin Varlık ve Düşünce Öğretileri, Ankara 1969, s.3.
99
Platon, Sofist, s. 318.
100
Francıs Macdonald Cornford, a.g.e., s.384.
101
Francıs Macdonald Cornford, a.g.e., s.385.
102
Walther Kranz, Antik Felsefe, Çev:Suad Y.Baydur, İstanbul Tarihsiz, s.61.
29
durumu ‘başkalık’ kavramı ile açıklar. 103 Platon’u bu şekilde bir düşünceye götüren
sebep, ideler nazariyesi içerisinde anlattığımız görünüşler âlemi adını verdiği,
içerisinde yaşadığımız, duyularla hissettiğimiz evrenin varlığını izah edebilmek için
tam anlamıyla var olanın dışında, tümüyle gerçek olmamakla birlikte bir şekilde var
olan, kısmî bir varlığa sahip olan varlıkların mevcudiyetini ortaya koymasının
gerekliliğidir. 104
Şayet Platon Parmenides gibi tamamen gerçek olanın dışındakileri mutlak
yok olarak kabul etse, kısmen varlığa sahip olan, gerçekliği tam olmayan görünüşler
âlemi denilen içinde yaşadığımız dünyayı ve bu dünyanın oluşması için gerekli olan
çokluk ve değişmeyi ortaya koyamayacağı için, onun tek varlık dışındakileri yok
saymasını eleştirir. Ve onun var olmayanın manası ile ilgili olarak sadece
varolmayanın bir anlamını (mutlak yokluk anlamını) aldığını, bunun doğru olmakla
birlikte eksik olduğunu belirtir. Varolmayan, sadece yokluk anlamına gelmez,
varolmayanın bir diğer anlamı da varolanın dışındakiler yani varolan-değildir. Platon
bu şekilde çokluğu ve değişmeyi izah ile ontolojik olarak şeylerin (fenomenlerin)
zamanda ve mekânda yer tutmasına imkân bulur. 105
Netice olarak Platon, mutlak varlık (tümüyle gerçek olan)’ın dışındakilerin
varlığını kabul etmeyen Parmenides’in mutlak yokluk görüşünü kabul etmemekle
birlikte göreli bir yokluğun var olduğunu, bunun da başkalık, yani ‘varolan değil’
olduğunu belirtir. Mutlak yokluk, düşünülemeyen ve hakkında hiçbir şey
söylenemeyen olmalıdır. Oysaki biz varolmayan hakkında düşünüp onunla ilgili
olarak ‘varolmayan şey’ veya ‘varolmayan şeyler’ ifadesini kullanıyoruz. Bu
varolanlara ait olan sayının varolmayana yüklenmesi demektir. 106 Bu da
varolmayanın bir anlamda (varolan değil anlamında) var olduğunu ortaya koyar.
Tanrı ve Evren ile ilgili görüşlerini incelediğimiz filozofun Tanrı’nın
evrendeki etkileri hakkındaki fikirlerine geçebiliriz.
103
Platon, Sofist, s.337- 341.
104
Francıs Macdonald Cornford, a.g.e., s.385.
105
Mübahat Türker Küyel, a.g.e., Ankara 1969, s.3.
106
Platon, Sofist, s.307.
30
2.4.TANRI-EVREN İLİŞKİSİ
107
P. M. Gilabert, a.g.e., s. 65.
108
A. Kadir Çüçen, a.g.e., s. 209.
109
Alfred Weber, a.g.e., s.52.
110
Platon, Timaios, 52-B, 52-C.
111
Platon, Timaios, 48-A.
112
Platon, Timaios, 49-B, 49-D.
31
hepsinden bahsederken, ancak her zaman öyle olan, her zaman aynı şekilde dolaşan
nesne için kullanmalıyız. Böylece, mesela, ateş adını, bütün doğan şeyler için olduğu
gibi, her yerde bu niteliğe sahip olana vereceğiz. Ama öğelerden her birinin içinde
doğup sonradan kaybolmak için meydana çıktığı türü yalnız o, şu veya bu deyimleri
ile gösterilebilir. Aksine olarak şu veya bu niteliği olan, sıcak, beyaz, yahut da her
hangi bir niteliğe sahip olan, yahut da o nitelikten gelen her şey, hiçbir zaman şu
sözüyle gösterilemeyecektir. İncelememizi biraz aydınlatmaya çalışalım. Diyelim ki,
bir sanatçı altınla her çeşitten şekiller yapmakta, yaptığı her şekle bütün öteki
şekillerin kalıbını vermektedir. Ona bu şekillerden biri gösterilerek ne olduğu
sorulursa, en doğru cevap, gerçeklik bakımından, olsa olsa şu olacaktır: bu altındır.
Bu altının alabileceği üçgene ve bütün öteki şekilleri gelince, mademki meydana
getirdikleri anda bile değişiyorlar, onlardan gerçek varlıklar gibi söz etmemek
gerekir; ama filan niteliği var sözü her zaman için kabul edilirse, buna da razı
olalım. Bütün cisimleri içine alan öz içinde aynı şeyi söylemeliyiz: ona da her zaman
aynı adı vermek lazımdır; çünkü o hiçbir zaman kendi öz niteliğinden kaybetmez; öz
hiçbir zaman içine aldığı şekillere benzer şekillerden birini bile almadan her zaman,
her şeyi içine alır. Özü her nesneye yataklık etmektir; içine giren nesneyle harekete
gelir, şekillere bölünür, onu kâh şu şekilde, kâh bu şekilde gösteren de işte odur.” 113
Platon şöyle devam eder; “damganın, görmeğe imkân olan bütün şekilleri
göstermesi gerekiyorsa bu damganın vurulduğu yatak, alacağı bütün şekillere sahip
olmadıkça bu sonuca elverişli olmaz. Gerçekten kendi içine giren şeylere benzeyen
tarafı olsaydı, karşıt, yahut da tamamıyla aşka özler gelip içine girince onların
şekillerini iyice alamazdı, çünkü kendi öz çizgileri arada sırıtırdı. Demek ki, bütün
türleri içine alacak olan, bütün şekillerin dışında bir şey olmalıdır. Burada durum
kokulu merhemlerin yapılmasında olduğu gibidir. Merhemi yapanın ilk işi koku
verilecek nesneyi, elden geldiği kadar her türlü kokudan sıyırmaktır. Bazı yumuşak
nesnelere şekiller vermek için de onlarda gözle görülebilen hiçbir şekil bırakılmaz,
aksine düzleştirilir ve elden geldiği kadar perdahlanır. Bütün ilksiz şekilleri sık sık,
iyi şartlarla, baştan başa alması gereken nesneler için de bu böyledir; onun da özü
bakımından bütün şekillerin dışında kalması lazımdır. Bunun içindir ki gözle görülür
şu veya bu şekilde duyulur olarak doğan her şeyin yatağı ve anası, topraktır,
113
Platon, Timaios, 50-C.
32
havadır, ateştir, yahut da sudur, yahut da onlardan meydana gelmiş veya onları
meydana getirmiş bir nesnedir, demek doğru olamaz; ama, bu, her şeyi içine alan ve
kavranabilenle belirsiz, anlaşılması zor bir ilgisi olan gözle görünmez, şekilsiz bir
türdür, dersek yalan söylemiş olmayız. Söylediklerimize göre, onun hakkında, bu
türün özüne varabildiğimiz nisbette, söyleyebileceğimiz en doğru söz şu olabilir: bu
nesnenin yatak kısmı her zaman ateştenmiş, akar kısmı sudanmış gibi, toprakla
havanın şekillerini aldığı nispette de topraktan ve sudanmış gibi görünür.” 114
Tanrının hazır bulup kendisine idelere bakarak şekil vermek suretiyle
meydana getirdiği duyular âlemindeki etkinliğine maddeler halinde bakalım.
114
Platon, Timaios, 50-E, 51-B.
115
Platon, Timaios, 29-E, 30-A, 30-B.
33
116
Platon, Timaios, 30-C, 30-D.
117
Platon, Timaios, 31-B, 31-C, 32-B, 32-C.
34
Platon’a göre Tanrı evrene her yanı, her yerde merkezden aynı uzaklıkta olan
küre şeklini verdi. Ona göre küre şekli bütün canlıları içine alacak evren için en
uygun şekildi. Çünkü küre, şekillerin hepsini kendinde toplayan şekildir. Tanrı
evrene küre şeklini verdikten sonra onu biteviye kendi üzerinde, olduğu yerde
döndürdü ve ona daire hareketi verdi. 118
Tanrı’nın evreni bir sıra düzeni içerisinde yarattığını belirten Platon bu düzeni
şu şekilde anlatır; “Evreni düz, her yanı bir, ortasından aynı uzaklıkta, tam, kusursuz
cisimlerden birleşik bir cisim olarak yapan Tanrı ilk önce ortasına bir ruh koydu;
onu her yana yaydı, cismin dışını bile onunla kapladı.” 119
Tanrı ruhtan sonra yaş ve erdem bakımından daha altta olan vücudu
yaratmıştır. Ruh emretmek vücut ise boyun eğmek için yaratılmıştır. 120
Daha sonra Tanrı zamanı yaratmak isteği ile güneşi, ayı ve zaman sayısını
ayırt etmek, korumak için gezegenler denen öteki beş gök cismini yaratmıştır. Her
birinin vücuduna şekil verdikten sonra yedisini de öteki tözün döndüğü yedi
yörüngeye yerleştirmiştir. Ayı dünyaya en yakın yörüngeye, güneşi dünyanın
üstündeki ikinci yörüngeye, sonra Venüs ve Merkür’ü yerleştirmiştir. 121
118
Platon, Timaios, 33-B, 34-A.
119
Platon, Timaios, 34-B.
120
Platon, Timaios, 34-C.
121
Platon, Timaios, 38-B, 38-D.
35
İKİNCİ BÖLÜM
122
İbn Hallikân ,Vefayâtü’l-a’yan ve Enbâ ,ü Ebnâ’i z-zaman, C.II, s.161.
123
Mehmet Bayrakdar, İslâm Felsefesine Giriş, Ankara 1997, s.193.
124
H.Ziya Ülken, İslâm Felsefesi, İstanbul 1998, s.84.
125
Macit Fahri, İslâm Felsefesi Tarihi, Çev: Kasım Turhan, İstanbul 1992, s.120.
126
De Lacy O’Lary ,Yunandan İslâma, Çev:Y.Kutluay , H.Yurdaydın, Ankara 1971 , s.109.
127
De Lacy O’Lary, a.g.e., s.110.
36
1.2. ESERLERİ
İbni Sina’nın pek çok eseri olmasına rağmen biz burada en önemlilerinin
ismini zikredeceğiz.
1- el-Kanun fi’t-Tıbb
2- eş-Şifâ
3- en-Necât
4- el-İşârât ve’t-Tenbihât
5- Uyûnu’l-Hikme
6- Hayy İbn Yakzân
7- Kitabu’l-İnsâf
8- Daniş-nâme
9- Risâle fi’l-Hudûd
10- Risâle fi’l-Mâhiyâti’l-Işk 128
128
İbn Ebî Useybia, Uyûnu’l-enbâ fî Tabakâti’l-etıbbâ, tahkik:Nizâr Rızâ, Beyrut tarihsiz, s.457-459.
37
İbni Sina’ya göre varlık kavramı, insan zihninin herhangi bir soru sormaya
gerek duymadan kabul ettiği, anlamını hiçbir gerekçeye dayandırmadan benimsediği
bir ifadedir. 129 Varlık kavramı insan zihninde var olan sabit bir kavramdır ve
kendisinden daha iyi bilinen kavramlarla açıklanmaya ihtiyacı yoktur. 130 Varlık,
varlık isminden başka hiçbir şeyle açıklanamaz. Çünkü varlık, açıklama konusunda
ilk temel, ilk prensiptir. Şayet varlık kendisinin dışındakiler vasıtası ile tarif edilmeye
kalkışılırsa, bu çaba sonsuza kadar devam eden bir teselsülü ortaya çıkarır. 131
Varlık her şeyden açık, hiçbir kavramın içine girmeyecek kadar genel ve
geniştir. Bu sebeple o, hiçbir şeyden değil, her şey ondan doğar ve o hiçbir şeyle
açıklanamaz. Fakat her şey onunla ve onun yardımı ile açıklanabilir. Hatta yokluk
bile onun vasıtası ile açıklanabilir. Çünkü varlık zâtı ile, kendisi ile bilinir, yokluk ise
varlığın vasıflarından biri sebebi ile bilinir. 132
133
Varlığın pek çok manaya geldiğini söyleyen İbni Sina “bir şey ya ayanda
ya da zihinde var olur, böyle olmayan şey var değildir” 134 diyerek varlığı tezahür
ettikleri saha itibari ile ikiye ayırır.
1-Zihinde Varlık
2-Ayanda Varlık 135
129
İbn Sina, Necat, C.II, s.73.
130
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.29.
131
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.30.
132
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.36.
133
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.31.
134
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.32.
135
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.31.
38
136
Hüseyin Atay, İbni Sina’da Varlık Nazariyesi, Ankara 1983, s.44.
137
Hüseyin Atay, a.yer.
138
Hüseyin Atay, a.g.e., s.46.
139
Hüseyin Atay, a.g.e., s.48.
140
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.140.
141
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.31.
39
ile, özü ile var olduğu sahadaki varlıktır. Mutlak varlık algılanamaz. Sadece akıl yolu
ile ona ulaşma, onu öğrenme ve onu düşünme imkânı vardır. 142 Örneğin, insanlık
dendiği zaman zihindeki ve dış dünyadaki kavramlar söz konusu olmadan insanlık
sözünün, bir söz olarak (insanlık sözü olarak) bir anlamı vardır. Bu anlam ne çoktur
ne tektir, ne tümel ne de tikeldir. Boyu, rengi, kilosu ve ayırıcı özellikleri de
yoktur. 143
2.1.3. VAROLUŞ
2.1.3.1. MAHİYET
142
Hüseyin Atay, a.g.e., s.38-39.
143
Hüseyin Atay, Farabi ve İbni Sina’ya Göre Yaratma, Ankara 1974, s.11.
144
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.12.
40
şekil, tamamlayıcı bir unsurdur. Üçgen kavramının kavram olarak meydana gelmesi
için (hariçte var olsun veya olmasın) şekil şarttır. İşte burada şekil üçgenin
mahiyetini oluşturan zâtî bir unsurdur. Mahiyetin mahiyet olarak belirebilmesi için
onu tamamlayıcı olan unsurların bir arada bulunması gerekir. Bu unsurlar olmazsa
mahiyet, mahiyet haline gelemez. 145
Yine mahiyet ile beraber olan, ondan ayrılmayan unsurlar vardır. Bunlar
mahiyetten ayrılmamakla birlikte mahiyeti tamamlayıcı değillerdir. Bunlara lâzım
denilir. Örneğin, üçgenin iç açılarının iki dik açıya eşit olması durumu. Bu iç açıların
iki dik açıya eşit olması durumu üçgenin kendi mahiyetinden doğmaktadır. Üçgenin
üçgen olarak belirdikten sonra bir kıyaslamaya gidilmesi ile ortaya çıkmıştır. 146
Bir de konu ile bağlantısı gelip geçici olan unsurlar vardır. Bunlara lâzım
olmayan arâzlar denir. Örneğin, çocukluk, yaşlılık unsurlarının insanla olan
bağlantısı gibi. 147
Görüldüğü gibi bazı unsurlar, şeyin zâtına ait olup, onun tamamlayıcısı olarak
gözükmektedir. Şimdide varlık kavramının tarifini yapıp, onun mahiyet ile
bağlantısının olup olmadığını ele alalım. Daha doğrusu mahiyetin zâtî bir unsuru, bir
tamamlayıcısı mı değil mi ona bakalım.
Dış dünyada gerçekliğe kavuşmuş, dış dünyada mevcut olan şey demektir.
Burada değinmek istediğimiz, varlık kavramı acaba mahiyetin bir tamamlayıcı
unsuru mu, onun zâtî bir parçası mıdır? Bu konuda İbn Sina’nın görüşü gayet açıktır.
“Varlık mahiyetten ayrıdır”. 148 Örneğin, bir üçgenin dış dünyada varlığa sahip olup
olmadığı hakkında şüphe edilse bile, o kavram hâlinde bir üçgen olarak bilinir.
Üçgen dendiği zaman zihinde üç kenar bir alandan meydana gelen bir şekil canlanır.
Fakat bu durum onun dış dünyada var olduğunu ifade etmez. Çünkü daha önce ifade
ettiğimiz gibi mahiyet kendini tamamlayıcı olan bütün unsurların bir araya gelmesi
ile mahiyet olarak belirebilir, mahiyet olabilir. Şayet varlık mahiyetin zâtî bir parçası,
145
Fahrettin Olguner, Üç Türk İslâm Mütefekkiri Düşüncesinde Varoluş, İstanbul 1984, s.34.
146
Fahrettin Olguner, a.yer.
147
Fahrettin Olguner, a.g.e., s.35.
148
İbn Sina, el-İşârât, s.13.
41
İbn Sina’ya göre mahiyetin sebepleri ile varlığın sebepleri birbirinden ayrıdır.
İbn Sina üçgenin üçgen olabilmesi için üç kenar ile bir alana ihtiyacı bulunduğunu,
bunların onun mahiyetini teşkil ettiğini söyler. Bunların adeta üçgenin maddi sebebi
ile sûret sebebi gibi olduklarını belirtir. 152 Buradan anlıyoruz ki, mahiyetin sebepleri
maddî sebep ve sûret-şekil-sebeptir. 153
Mahiyet sebepleri ile birlikte varlıktan ayrı bulunmaktadır. Şimdi varlığın
sebeplerine de değinip mahiyetin nasıl varlığa kavuştuğunu inceleyelim.
149
Fahrettin Olguner, a.g.e., s.36.
150
İ. Hakkı İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, Haz. N. Mehmet Özalp, İstanbul 1995, s.132.
151
Mehmet Aydın, Türklerin Felsefe Kültürüne Katkıları, Ankara 1985, s.7.
152
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.15.
153
Fahrettin Olguner, a.g.e., s.40.
42
Daha önce mahiyet ve varlığın hem zihinde hem de dış dünyada sebepleri ile
birlikte ayrı olduklarına işaret etmiştik. Şayet mahiyet hem kendisi hem de sebepleri
itibariyle varlıktan ayrı ise, onu varlığa çıkaran, var eden kendi sebeplerinin dışında
bir sebebin bulunması gerekir. İbni Sina bu durumu şöyle ifade eder: “Şey varlığa
erebilmek için mahiyetinin dışında bir sebebe daha ihtiyaç duyar. Bu sebep
mahiyetin tamamlayıcısı olmadığı gibi onun bir parçası da değildir. Bu sebep fail
sebep ve faili fiil işlemeye yönelten gaye sebeptir.” 154
Kendi mahiyetinin tamamlayıcı sebeplerine sahip olan şeyi var eden fail
sebep, ya bu sebeplerden bazısının örneğin sadece sûretin varoluş sebebi olur. Ya da
varlık bakımından onların hepsinin sebebi ve onların hepsini birleştiren sebeptir. 155
Gaye sebep, şeyin kendisi için meydana getirildiği sebeptir. Bu durum
mahiyeti ve manası itibariyle fail sebebin sebep olmasını gerektirir. Fakat gaye sebep
varlık olması yönüyle fail sebebin eseridir. Çünkü fail, sebep gaye sebebi var eden
sebeptir. Ama gaye, şayet fiil olarak sonradan çıkacak gayelerden biri ise, durum
böyledir. Fail gayenin gaye olmasının ve onun manasının bir sebebi değildir. 156
Bu sebeplerin içerisinde bir ilk sebep var ise, bu ilk sebep bütün varlıkların
sebebi ve bütün varlığın hakîkatinin yani mahiyetinin sebebidir. 157
İlk sebep ne madde ne de suret olabilir. Çünkü bunlardan önce failin
bulunması gerekir. Gaye sebep de diğer sebepler varolma açısından kendinden önce
olacağı için ilk sebep olamaz. Öyleyse, eğer varlıkta bir ilk sebep olacaksa o bütün
varlıkların ve bütün sebeplerin fail sebebidir. Hem sûretin sebebidir, hem de
maddenin sebebidir. 158
Özetleyecek olursak İbni Sina’ya göre şey’i var eden sebep şey’in dışında,
onun mahiyetinden ve mahiyetin sebeplerinden başka bir sebeptir. Bu fail sebep
diğer bütün sebepleri birleştirip, hepsini bir bütün olarak varlığa getiren sebeptir.
154
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.14.
155
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.15.
156
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.16-17.
157
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.18.
158
Fahrettin Olguner, a.g.e., s.44.
43
Fail, şey’i ya mahiyetin sebeplerini de ortaya koyarak bütün halinde var eder, ya da
bir kısmını hazırlanmış yani mahiyet halinde alıp onları varlık hâline koyar. 159
Netice olarak fail sebep, varlığın tek sebebi olarak gözükmektedir. Peki bu ilk
sebep nasıl meydana gelmiştir, yani ilk varlık nasıl ortaya çıkmıştır. Bu soruların
cevabı bizi İbn Sina’nın varlıkları zorunlu ve mümkün diye ayırmasına götürür. İbn
Sina ilk varlık yani ilk sebep ile ilgili olarak şunları söyler; “Her varlık diğer
varlıklarla olan ilişkisi düşünülmeden, sadece kendi zâtı ile değerlendirilirse ya varlık
onun kendi zâtının gereğidir. Ya da zâtının gereği değildir. Şayet varlık onun zâtının
gereği ise, o kendiliğinden var olmuştur. Varlığının zorunluluğu kendindendir. Ve o
Kayyûm’dur.” 160 Eğer varlığını kendi zâtı gerektirmiyorsa ve var olarak kabul
ediliyorsa, o zâtı ile mümtenidir denemez. Sadece o bir şarta bağlanırsa, örneğin,
sebebin yokluğu şartına bağlanırsa mümteni, sebebin varlığı şartına bağlanırsa vacib
olur. Fakat kendisi için bir şart koşulmamış, yani sebebin varlığı veya yokluğu gibi
bir şart koşulmamış ise, bu durumda onun zâtı için üçüncü bir hâl kalır ki, bu
imkândır. Bu durumda şey ne vaciptir, ne de mümtenidir. 161
Kısacası her varlık ya zâtı ile vaciptir ya da zâtı ile mümkündür. Konuyu daha
açık hâle getirmek için vacip, mümkün ve mümteni kavramlarına değinelim. Bu
kavramlar birbirlerinden ayrı olan mahiyet ve varlığın aralarındaki ilişkilerden ortaya
çıkar. Bu ilişkileri maddeler halinde sıralayalım: 162
1-Mahiyet ile varlık birbiri için o kadar lâzımdır ki, bunların birbirlerinden
ayrılmaları söz konusu olamaz ve akıl bunların ayrılmalarını düşünemez. Böyle bir
durumda mahiyeti varlığından ayrılması düşünülemeyen varlığın mahiyeti, varlığının
aynı olur. Bu durumda artık ona onun mahiyeti denmez, onun zâtı denir. İşte bu
Vacibu’l-Vücud’dur. İbn Sina’ya göre, her varlık kendi özü itibari ile
değerlendirildiğinde, kendi özü sebebiyle ya zorunlu olur ya da olmaz. Eğer zorunlu
olursa özü gereği hak olan varlık, zâtı gereği varlığı gerekli olan varlık olur. Eğer
gerekli değilse bu imkândır. Öyleyse var olan ya özü gereği zorunlu varlık, ya da
mümkün varlık olur. 163 Zorunlu varlık var olmamasının düşünülmesi durumunda
ortaya çelişki çıkan varlıktır. Yani var olmaması düşünülemeyendir. Özetle, var olup
159
Fahrettin Olguner, a.yer.
160
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.19.
161
İbn Sina, a.yer.
162
Hüseyin Atay, İbni Sina’da Varlık Nazariyesi, s.124.
163
İbn Sina, a.yer.
44
İbn Sina varlıkları zorunlu ve mümkün olmak üzere ikiye ayırır. İbn Sina bu
durumu ifade edebilmek için mahiyet-varlık ayrımını kullanır. Mümkün varlıklarla
mahiyet-varlık ayrımı varken, 167 zorunlu varlıkta mahiyet ve varlık bir ve
aynıdır. 168 Varlık, Vacibü’l-Vücud’da mahiyetin kendisi olurken, mümkün varlıkta
mahiyet üzerine bir ekleme olmaktadır. 169
164
Hüseyin Atay, a.yer.
165
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.36.
166
Hüseyin Atay, a.g.e., s.125.
167
İbn Sinâ, Şifa,İlahiyat, C.II, s. 245.
168
İbn Sinâ, Şifa,İlahiyat, C.II, s. 344.
169
Mevlüt Albayrak, Tanrı-Âlem İlişkisi ve Kötülük Problemi, Isparta 2001, s.67; Hayrani Altıntaş,
İbn Sina Metafiziği, Ankara 1997, s.52.
45
Varlığı ile yokluğu birbirine eşit olan şeye denir. Gerçek mümkünün mahiyeti
var veya yok olmak hususunda birbirine üstün sayılamaz. Mesela bir dairenin
merkezini, mümkünün mahiyeti olarak düşünelim, dairenin merkezine aynı iki
noktadan birini varlık, diğerini yokluk olarak kabul edersek, her iki noktanın
merkeze uzaklığı nasıl eşit ise, varlık ve yokluk da mümkünün mahiyetine eşit
170
İbn Sina, Necat, C.II, s.77-78.
171
H.Ömer Özden, İbn-i Sinâ Descartes Metafizik Bir Karşılaştırma, İstanbul 1996, s. 65.
172
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.65.
173
Hayrani Altıntaş, a.g.e., s.59.
174
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.65.
175
İbn Sinâ, el- İşârât, C.III, s.20.
176
İbn Sinâ, Necat, C.II, s.90.
177
Fahrettin Olguner, Türk İslam Düşüncesi Üzerine, İzmir 1991, s.58.
46
178
Hüseyin Atay, İbni Sinâ’da Varlık nazariyesi, s.134.
179
Hüseyin Atay, a.g.e., s.138.
180
Hüseyin Atay, Farabi ve İbni Sinâ’ya göre Yaratma, s. 35.
181
İbn Sinâ, Necat, C.II, s.77.
182
Hüseyin Atay, İbn Sina’da Varlık nazariyesi, s.158.
183
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.37; krş., Hüseyin Atay, İbn Sina’da Varlık Nazariyesi, s.160.
47
VARLIK
_________________________________________
Mümkün Vacip
(olurlu) (zorunlu)
___________________ _______________
VARLIK
______________________________________________________
184
A.M. Goıchon, İbni Sina Felsefesi ve Ortaçağ Avrupasındaki Etkileri, (çev:İsmail Yakıt), İstanbul
1993, s.37.
185
Hüseyin Atay, Farabi Ve İbni Sinâ’ya Göre Yaratma, s.132.
48
VARLIK SİLSİLESİ
186
İbn Sina, Şifa, İlahiyat,C.II, s.344.
187
İbn Sina, Şifa, İlahiyat,C.I, s.37.
188
Necip Taylan, İslâm Düşüncesinde Din felsefeleri, s.184-185.
189
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.343.
49
tür, fasıl (ayrım) ve araz değildir. O’nun tarifi yapılamaz. Çünkü ne cinsi, ne de faslı
vardır. O’nun varlığına nedir ve fiiline niçin soruları sorulamaz. 190
Herhangi bir mekân ve zamanda yer tutmayan, varlık ve mahiyeti bir olan
Tanrı, zamansal varlıklardaki maddesel niteliklerden tamamen uzaktır. O, bu yönüyle
Alîm’dir. Tanrı özünü bilmektedir ve bu bilme suretiyle kendi dışında olanlarda bilir.
191
İbn Sina bu durumu şöyle ifade eder: “Vacibü’l-Vücud, külli olması itibariyle her
şeyi bilir. Yerde ve gökte olan hiçbir şey ondan gizlenemez.” 192
İbn Sina Zorunlu Varlığı isbatta önce ilk sebep kavramını ele alır.
İncelediğimiz bir şey mahiyet ve varlıktan oluşur. Mahiyet ve varlığın bir araya
gelmesi için başka bir şeye, bir sebebe ihtiyaç vardır. Çünkü varlık ile mahiyetten
biri diğerine sebep olamaz. Bunların sebebi mahiyet ve varlıktan meydana gelen bir
şey olursa, onun da bir sebebi olması gerekecek ve böylece bir sebepler zinciri ortaya
çıkacaktır. Bu sebepler zinciri sonsuza kadar gidemez. Bir başlangıç noktasının
olması gerekir. İbn Sina bu sebepler zincirinin son halkası olan ilk sebep için, eğer
onun mahiyeti ve varlığı ayrı olarak düşünülürse o da ilk sebep olamaz, onunda bir
sebebi olması gerekir. Öyle ise ilk sebebin mahiyeti yoktur. İlk sebep, sırf varlıktır.
O’nun mahiyeti, varlığı ve bunları birleştiren bir sebebi bulunamaz der 193 . İbn
Sina’ya göre ilk sebebin yani zorunlu varlığın mahiyeti değil inniyeti vardır. 194
İbn Sina ikinci olarak bizzat varlık fikrinin analizi ile zorunlu varlığı ispata
çalışır. O’na göre bizzat varlık fikri, varlığın gerçekten var olduğuna ve zorunlu
varlığın kendisine götürür. 195 İbn Sinâ bu fikrini şöyle ifade eder: “Evvel’in varlığını,
tekliğini ve maddenin ötesinde oluşunu nasıl ortaya koyacağını düşün, varlığı
düşünmek Allah’ın varlığını hemen ortaya koymasına rağmen ...” 196
190
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.49-50.
191
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.73.
192
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.359.
193
Hüseyin Atay, “İbn Sina’da Vücub Delili”, İbn Sina Kongresi Tebliğleri, Kayseri 1984, s. 222-223.
194
İbn Sinâ, Şifa,İlahiyat, C.II, s. 344.
195
Mehmet Bayrakdar, “Al-Kindî Ve İbn Sinâ’da Atomculuğun Tenkidi”, İbn Sina Doğumunun
Bininci Yıl Armağanı, Ankara 1984, s. 468.
196
İbn Sinâ, el-İşârât, C.III, s.54.
50
2.2.2.1. BİRLİK
İbn Sina’ya göre Tanrı birdir; O hem zâtında birdir, hem de sıfatında birdir.
Eşi, benzeri, ortağı ve zıddı yoktur. 197 O, hiçbir şeyle ortaklığı olmayandır. Cins, tür,
fasıl(ayrım) ve araz değildir. O’nun tarifi yapılamaz. Çünkü ne cinsi ne de faslı
vardır. 198
İbn Sina Tanrı’nın varlığının, matematik bakımından sayısının olmadığını,
varlığını meydana getiren unsurların bulunmadığını ve mantıkça varlığını meydana
getirecek cins ve fasıl gibi cüzleri ihtiva etmediğini belirtir. Tanrı, varlığının zorunlu
olması bakımından da birdir. Tanrının zorunluluğu bir türün zorunluluğu değildir.
Çünkü türün altında fertler vardır. Halbuki O’na eşit bir fert yoktur. 199
İbn Sina’ya göre “Zorunlu Varlık’ın taayyünü; kendisinin zorunlu varlık
oluşundan gelir. Bu durumda O’ndan başka zorunlu varlık yoktur. 200
Tanrı’nın varlığı bir terkip değildir. İbn Sina bunu şöyle ifade eder: “Zorunlu
Varlığın zâtı iki şeyin birleşmesinden veya birçok şeyin birleşmesinden meydana
gelmiş olsaydı, Zorunlu Varlık bu şeylere bağlı ve bunlardan zorunluluk almış
olacaktı ve bu sebeple bu şeylerden biri veya tamamı ondan önce gelmiş ve onu
meydana getirmiş olacaklardı. Halbuki Zorunlu Varlık ne nitelik olarak ne de sayıca
bölünüp parçalanabilir.” 201
Ayrıca Tanrı cisim ve cisme bağlı herhangi bir araz da değildir. İbn Sinâ’ya
göre Zorunlu Varlık, cisme bağlı herhangi bir araz olamaz. Çünkü arazlar sadece
197
İbn Sinâ, Şifa,İlahiyat, C.II, s. 343.
198
İbn Sinâ, el-İşârât, C.III, s.49-50.
199
Hüseyin Atay, Farabi ve İbni Sinâ’ya Göre Yaratma, s.48-49.
200
İbn Sinâ, el-İşârât, C.III, s.44; krş.Fahrettin Olguner, Üç Türk İslâm Mütefekkiri Düşüncesinde
Varoluş, s.64.
201
İbn Sinâ, el-İşârât, C.III, s.39-41.
51
cisme bağlı olarak var olabilirler. Bu durum onların ihtiyaç hâlinde olduklarını
gösterir. Halbuki Zorunlu varlık ihtiyaç içinde olamaz. Öyleyse araz olamaz. 202
Herhangi bir mekan ve zamanda yer tutmayan, varlık ve mahiyeti bir olan
Tanrı, zamansal varlıklardaki maddesel niteliklerden uzaktır. O bu yönüyle
Alîm’dir. Tanrı özünü bilmektedir ve bu bilme suretiyle kendi dışında olanları da
bilir. 203 İbn Sina bu durumu şöyle ifade eder: “Vacibü’l-Vücud, külli olması
itibariyle her şeyi bilir. Yerde ve gökte olan hiçbir şey ondan gizlenemez.” 204
İbn Sinâ’ya göre zorunlu varlık kendini bilir. O’nun ilmi, malûmu ve âlimliği
aynıdır. Başkasını ve bütün bilinebilecekleri bilmekle bilgisi şeyden şeye değişmez,
bilinenin değişmesiyle, var veya yok olması ile ilminde bir değişiklik olmaz; kendisi
hem âlim hem malûm hem de ilimdir. 205
İbn Sina’nın âlem görüşünü izah için önce tabiat ile ilgili düşüncelerini ortaya
koymak gerekir. Ona göre tabiat, maddeden meydana gelmiş, değişimin yaşandığı
eşyanın tamamını içine alandır. 206 Âlem ise basit tabii cisimlerin tamamı
demektir. 207
İbn Sina’ya göre her tabiî cisim, madde ve suretten ibarettir. Madde ve Suret
olmadan cisimler meydana gelmez. Çünkü var olmuş olmak bu ikisinin birleşmesi
durumudur. Madde her sureti (şekli) kabul etmeye hazırdır. Kuvve halinde, fiilen
gerçekleşme potansiyelini içinde taşıyandır. Suret ise bir gerçekleşmedir. Fiilen
varlık haline gelmektir. Maddenin suret vasıtasıyla şekil kazanarak fiilen
belirlenmişlik ve hüviyet kazanmasıdır. Madde suret olmadan, surette madde
olmadan varlık haline gelemez. Her ikisi zorunlu olarak birbirlerine dayanır. Madde
202
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.38;Fahrettin Olguner, a.g.e., s. 71-72.
203
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.73.
204
İbn Sinâ, Şifa,İlahiyat, C.II, s. 359.
205
Hüseyin Atay, Farabi ve İbni Sinâ ya Göre Yaratma, s.52.
206
İbn Sina, Tis’u Resail, Hudud, s.86.
207
İbn Sina, a.g.e., s.91.
52
ile suretin münasebeti tunç ile heykelin münasebeti gibidir. 208 Maddeye eklenen şekil
maddenin kendi çabası sonucu değil, Sudur Nazariyesinde göreceğimiz Vahibu’s-
suver (Suretleri veren) olarak adlandırılan faal akıl tarafından verilir. Faal akılda
sonsuz sayıda suretler vardır. Faal akıl sureti yeterince oluş yani varlığa gelme, sureti
geri alınca bozuluş yani varlıktan gitme (kevn-fesat) gerçekleşir. 209 İbn Sina’ya göre
madde suretin varlığı için sebep olamaz. Bilakis madde faal akıl tarafından kendisine
suretin katılması ile gerçeklik kazanır. Madde suret için bir neden bir mahal olma
görevini yerine getirir. Bu durumda suretin maddeden önce olması gerekir. 210 Sudur
nazariyesinde izah edeceğimiz gibi faal akıl ay altı alemde faaliyetini gerçekleştirir
ve madde suret, diğer unsur ve varlıktır. Bu akıldan sudur eder. Bu durumda madde
ve suret faal akılda bulunur.
İbn Sina alemi ay-üstü ve ay-altı olmak üzere ikiye ayrır. Bunlara bazen
semavi ve unsurlar alemi isimleri de verilir. İkiye ayrılan alemdeki varlıklar şu
şekilde kısımlandıralabilir.
1- Ay-üstü alem: Bu alemde Akıllar, felekler (semavi varlıklar) ve nefsler
(semavi varlıların nefisleri).
2- Ay-altı alem: Burada bütün maddi varlıklar, madenler, bitkiler, hayvanlar
insanlar ve unsurlar bulunur. 211
Vacibü’l-vücud olan Allah her iki âlemden aşkındır. İki alemin arasındaki ilişkiyi
faal akıl gerçekleştirmektedir.
İbn Sinâ’ya göre bir olan Zorunlu Varlık ile çokluğun bulunduğu âlem
arasında bir ilişki vardır. O durumu şu ifadeler ile ortaya koyar: “ Her şey ondandır,
fakat hiçbir şey onunla ortak değildir. O, kendisinden sonra gelen şeylerden biri
olmaksızın her şeyin kaynağıdır.” 212
208
Mehmet N.Bolay, İbn-i Sina, Ankara 1988, s.51-52.
209
İbn Sina, el-İşarat, C.III, s.231-237.
210
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.88.
211
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.410.
212
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.II, s. 354.
53
İbn Sinâ Zorunlu Varlık (Tanrı) ile âlem arasındaki ilişkiyi açıklamak için
Sudur nazariyesini ileri sürer. İbn Sina’ya göre Tanrı kendini bilen, mahiyet ve
varlığı aynı olan, zorunlu varlıktır. Bu durumda onun hem varlığı hem de bilgisi
tektir. Varoluş bu tek varlığın bilgisinden meydana gelir. Her şeyin ondan olması, her
şeyin o olmasını engeller. 213 İbn Sina’ya göre, Tanrı ilk sebeptir ve sebebi olmayan
tek varlıktır. Sebep sonuç ilişkisi açısından, ay-üstü âlemdeki varlıklar ilk sebebin
sonucu olurken aynı zamanda, kendilerinden sonrakiler için sebep olmaktadır ve bu
bağ zorunlu olarak işlemektedir. Ay-altı âlemde sebep sonuç ilişkisi, sonuç açısından
sebebin varlığını zorunlu kılmaktadır. 214 İbn Sina’ya göre, kendinden var olan oluşu
Tanrı bilir. Yani bu oluş onun kendi hakkındaki bilgisinin bir sonucudur. Çünkü
zâtını ancak Mebde’ül-Evvel olan Tanrı bilir ve bu özelliğiyle de kendinden var olan
bütün varlığı bilir. 215 Kemâlinden dolayı zâtını bilen Tanrı’dan sadece iyilik feyezan
eder. Tanrı her şeydeki varlıkla ilgili, iyilik ve düzeni bilir. Her şeyin ondan feyezan
etmesi, her şeyin Tanrı’da olması demektir. Bu oluş doğrudan failin bildiği bir
oluştur ve oluşun başlaması da onun isteği doğrultusundadır. 216
İbn Sina’ya göre oluş doğrudan Tanrı’dan bir defada sudur etmemiştir.
“Zorunlu Varlık’tan tek bir şey dışında hiçbir şey aracısız olarak meydana gelmez.
Çokluk o birden birbirini takip eder bir şekilde, vasıtalarla meydana gelir” 217
İbn Sina’ya göre Vacibu’l-Vücud olan Allah zâtıyla ilktir. O cisim olmadığı
gibi cisimde de değildir. Hiçbir yönden parçalanma kabul etmez. O her bakımdan
Mebdeü’l-Evveldir. O’nun hiçbir şekilde sebebi yoktur. 218 Mebdeü’l-Evvel her
yönden bir olduğu için, onda farklı şekillerde çokluğun bulunması söz konusu
213
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.85.
214
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.87.
215
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.88-89.
216
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.89.
217
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.305.
218
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II , s.402; Necat, C.II , s.133.
54
olamaz. 219 İbn Sina’ya göre bütün mevcudat varlığını Vacibu’l-Vücuddan alır. 220 Bu
durumda “birden ancak bir çıkar” prensibine göre, bir olan Allah’tan çokluk nasıl
meydana gelir? 221
İbn Sina’ya göre Allah’ın kendisini düşünmesi varlık için bir sebeptir. 222
Allah zâtını zorunlu olarak düşünür. Onun zâtını zorunlu olarak düşünmesi
neticesinde varlığın ondan çıkması zarurîdir. Onun özü itibariyle zorunlu olması her
bakımdan zorunlu olmasını gerektirir. Kendini düşünmesi zorunludur. Dolayısıyla
kendini düşünmesi ile meydana gelen varlıkta zorunlu olacaktır. 223
İlk sebepten çıkan varlığın ilki, sayıca bir olan, zâtı ve mahiyeti var olan fakat
maddesi bulunmayan, kendinde cisimden bir şey bulunmayan, sureti olmayan sırf
akıldır. Sırf akıl olmasının sebebi onun madde ve suretinin olmamasıdır. O mufarık
akılların ilkidir. 224 Yani Zorunlu Varlık’ın kendini zarurî olarak düşünmesi
neticesinde mufarık akılların ilki olan, madde ve sureti bulunmayan, sayıca bir olan
İlk Akıl ondan sudûr eder.
Varlığa gelen bu ilk ma’lûl’de düalite başlar. Çünkü zâtı ilk sebepten varlık
almıştır. 225 Bu sebeple varlığı zorunlu (bi gayrihi vacib) dur. Kendi zâtı ile
mümkündür. 226 Bu durumda İlk Akıl’ın bilgisinde bir düalite ortaya çıkar. Çünkü o
kendini mümkün olarak Allah’ı zorunlu olarak bilir. 227 İlk Akıl’ın ilk sebebi zorunlu,
kendini mümkün olarak düşünmesi ile çokluk başlar. Bu çokluk İlk’ten dolayı bir
çokluk değildir. İlk Akıl hem Allah’ı hem de kendini bilir. Aynı zamanda varlığı için
gerekli olan çokluğu bilir. 228 Böylece çokluğun meydana gelmesi, kendisi bir olduğu
için kendinde çokluk bulunamayacak olan Allah’tan 229 değil, İlk Akıl vasıtasıyla
gerçekleşir. 230
İbn Sina’ya göre mufarık akılların sayısı çoktur. Allah’tan sudûr eden İlk
Akıl’dan ibda ile üç şeyin varlığı gerekir ve üç şey varolur. Önce, İlk Akıl’n Allah’ı
219
İbn Sina, el-İşârât , C.III , s.217.
220
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, a.yer , Necat, C.II , s.133.
221
İbn Sina, el-İşârât, C.III , s.218.
222
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, a.yer ; Cemil Saliba, Min Eflatun İla İbn Sina, Beyrut 1983, s.87-88.
223
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, a.yer.
224
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.404; Necat, C.II, s.134.
225
A.M. Goıchon, a.g.e., s.49.
226
İbn Sina, Necat, C.II, s.136.
227
İbn Sina, Necat, a.yer; A.M. Goıchon, a.yer.
228
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.92.
229
İbn Sina, el-İşârât, C.III, S217.
230
İbn Sina, Necat, C.II, s.136.
55
bilmesi ile kendi altında ikinci akıl meydana gelir. 231 Sonra İlk Akıl’ın kendi zâtını
bilmesi ile en uzak feleğin (el-felekü’l-aksa) nefsi oluşur. Üçüncü olarak kendi zâtını
bilmesi durumunun içinde olan, bilfiil hâle gelmiş mümkünlük tabiatı ile en uzak
feleğin cismini meydana getirir. 232 Bu durum akıl akıl ve felek felek devam eder ve
nefislerimizi meydana getiren faal akılda son bulur. 233
Akıllar silsilesi on tanedir. Bunların dokuzu semavat âleminde onuncusu olan
Faal Akıl oluş ve yok oluşun gerçekleştiği yeryüzündedir. 234
İbn Sina’ya göre nebatî, hayvanî, natık (insanî) nefislerin, âlemdeki
unsurların ve insan aklının kendisinden çıktığı Faal Akıl 235 Allah ile âlem arasındaki
ilişkiyi gerçekleştirir. 236
231
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.406.
232
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, a.yer; A.M.Goıchon, a.yer.
233
Mevlüt Albayrak, a.g.e., s.92.
234
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.401.
235
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.231-237.
236
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.406-407.
56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DEĞERLENDİRME
237
Platon, Timaios, 49-D, 50-C, 52-C, 52-D
238
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.36.
239
H.Ömer Özden, a.g.e., s.197.
57
Varlığın tezahür ettiği saha itibariyle Platon ve İbn Sina’nın farklı görüşleri
vardır. Her ne kadar sayı itibariyle aynı olsa da nitelik olarak farklıdır. Platon’a göre
asıl gerçekler ideler âleminde mevcuttur. Bizim gördüğümüz nesnelerin oluşturduğu
görünüşler dünyası idelerin yansımalarından ibarettir. Bu durumda Platon’a göre ilk
örneklerin, yani asılların bulunduğu ideler âlemi ve onların kopyaları olan
fenomenlerin bulunduğu duyular âlemi olmak üzere iki varlık sahası vardır. 243
Yalnız burada dikkat edilmesi gereken duyulur âlemin sadece bir görüntüden ibaret
olduğudur.
240
Yunus Kâzım Köni, Eflatun’un İde Nazariyesi, İstanbul 1937, s.36-37.
241
İbn Sinâ, Necat, C.II, s.73.
242
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.29.
243
Platon, Phaidon, 78-D.
58
İbn Sina ise “bir şey ya a’yanda ya da zihinde var olur, böyle olmayan şey var
değildir” 244 diyerek varlığı tezahür ettikleri saha itibariyle zihinde ve a’yanda olmak
üzere ikiye ayırır. Zihinde varlık sadece zihinde bulunur, zihin dışında bir gerçekliği
yoktur. A’yanda varlık ise, zihin dışında bulunmakla birlikte zihinde tasavvur
hâlinde bulunabilen varlık sahasıdır. 245
244
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.32.
245
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.140 ,207.
246
İbn Sina, Necat, C.II, s.77-78.
247
Hüseyin Atay, Farabi Ve İbni Sinâ’ya Göre Yaratma, s.20.
59
olmasından dolayı ise bu, o arızlık ortaya çıkmasaydı ideye ihtiyaç olmayacaktı
demektir. Bu durumda idenin varlığı gerekmez. Aynı zamanda bir şeye arız olan her
hangi bir şeye kendinden önce başka bir şeyin varlığını gerektirir ki, bu durum
idelerin maddi varlığını gerektirir. Eğer maddi şey ideye muhtaç değilse ide onun
sebebi olamaz. Bu durumda ide eksik bir şey olur. Böyle bir durumda ideyi icat
etmeye hiç gerek yoktur.
Bu durum İbn Sina’nın mahiyet görüşünün idelerle aynı olmayacağını
gösterir. İbn Sina’ya göre mahiyet ister zihnî ister a’yanda varlık olsun hiçbir varlığı,
var olmayı gerektirmez. O varlığa muhtaçtır ve varlığı başkasından alır.
1.5. YOKLUK
248
Platon ,Sofist, s.307.
249
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.36.
250
İbn Sinâ, Şifa, İlahiyat, C.I, s.32.
60
251
Alfred Weber, a.g.e., s.50.
252
Platon, Timaios, 27-C.
253
Platon, Timaios, 34-B, 35-C.
254
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.344; İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.54.
61
255
Platon, Timaios, 28-B, 28-C.
256
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.343.
257
İbn Sina, el- İşârât, C.III, s.47.
258
Mevlüt Albayrak ,a.g.e. , s.73.
259
İbn Sina , Tis’u Resail , Hudud , s.101.
62
bulunmazlar. İdelerin yeri mahiyetlerine uygun bir yerdir. Yani idenin kendisidir.
İdenin kendisinden başka yeri yoktur. 260
İdeler başlangıcı ve sonu olmayan ezelî ve ebedî bir âlemi oluştururlar.
İdelerin oluşturduğu bu âlem ne varolmuştur, ne de yok olacaktır. İdeler âleminde
tıpkı ideler gibi ezelî ve ebedî bir düzen vardır. Bu durum bir ideler kosmos’unun var
olduğunu gösterir. 261
Platon tarafından gerçek varlık olarak ideler âlemi kabul edildiği için bizim
yaşamakta olduğumuz evrenin tam olarak bir gerçekliği söz konusu değildir.
Yaşadığımız görünüşler dünyası idelerin yansımasından ibarettir. Yaşadığımız âlem
ideler dünyasından kendilerine gelen pay sayesinde var oldukları için bu dünya
idelerin formlarını yansıtır. Duyulur dünya sürekli bir değişme içinde olduğu için
idelerden kendisine gelen formları bir süre taşıdıktan sonra yitirir. 262
Platon’a göre duyulur dünyadaki nesneler bileşiktir ve değişken özelliğe
sahiptir. Aynı zamanda sonludur. İdeler ise basit ve değişmez varlıklardır.
Yaşadığımız dünya ezelî ve ebedî ideler gerçeğinin zaman içinde hareket eden ve
değişen bir kopyasından, bir yansımasından başka bir şey değildir. Bu durumu Platon
en açık şekilde Devlet diyalogundaki mağara istiaresi ile anlatır. 263
İbn Sinâ’nın âlem görüşünü değerlendirmek için önce onun tabiat ile ilgili
ifadelerine bakmak gerekir. Tabiat maddeden meydana gelmiş, değişimin
gerçekleştiği eşyanın tamamını içine alır. 264 İbn Sinâ’ya göre her tabii cisim madde
ve sûretten ibaret olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir. Madde sûreti almaya
hazır bir güçtür. Sûreti alması ile oluş gerçekleşir. Madde şayet kendisine sûret
verilmez ise güç halinde ve belirsiz olarak kalır. Bilkuvve halindeki maddeye sûret
dışarıdan verilir. Maddenin kendi kendine şekil vermesi söz konusu değildir. 265
Sûret, maddeye sudûr nazariyesinde gördüğümüz ‘Vahibu’s-Suver’ de denilen Faal
Akıl tarafından verilir. Vahibu’s-Suver’in Allah’tan aldığı sûret verme gücü ile şekil
verdiği madde, kuvve halinden fiil haline geçer ve dış dünyada gerçeklik kazanır.
260
Alfred Weber , a.g.e. , s.49.
261
Von Aster, a.g.e., s.129.
262
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s.553.
263
Platon, Devlet, 514-A, 515-D.
264
İbn Sina, Tis’u Resayil, Hudud, s.86.
265
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.83.
63
Madde ile sûret arasındaki ilişki karşılıklı bir ilişkidir. Madde nasıl dış
dünyada gerçeklik kazanabilmek için sûrete ihtiyaç duyuyorsa sûret de aktif hâle
gelebilmek ve kendisini gösterebilmek için maddeye ihtiyaç duyar. Yalnız öncelik
sırasında sûret maddeden önde gelir. Sûret maddeyi güç halinden fiil haline çıkarır.
Madde de ona mekân olarak gerçekleşmesini sağlar. 266
İbn Sina’ya göre âlem ay üstü ve ay altı olmak üzere ikiye ayrılır. Ay üstü
âlem metafizik âlemdir. Ay altı âlem ise bizim yaşadığımız, oluş ve değişmenin
yaşandığı dünyadır. Ay-üstü âlemdeki gök cisimlerinin madde ve sûreti manevî
yapılıdır. Ay altı âlemdeki varlıkların madde ve sûreti somuttur.
Âlemi iki kısma ayırma noktasında iki filozof birbirine benzemektedir. Fakat
bu benzerlik sadece sayı itibariyledir. İfade ettikleri âlem görüşlerinin nitelikleri
bakımından hiçbir benzerlikleri yoktur. Platon’a göre gerçek olan ideler âlemidir.
Duyulur âlem adını verdiği yaşadığımız dünya ideler âleminin kopyasından başka bir
şey değildir. Bir nesnenin aynada yansıyan görüntüsü ne kadar gerçeklik ifade
ediyorsa, yaşadığımız bu dünyada o oranda bir gerçeklik ifade eder. İbn Sina’da
böyle bir durum söz konusu değildir. Hem ay-üstü âlem hem de ay-altı âlem
gerçektir. Bu farklılığın temeli Platon’un idealist, İbn Sina’nın realist filozof
olmalarına dayanır. Gerçi İbn Sina da zihnî varlığı kabul etmesi ile kısmen idealisttir.
Realist bir filozof olan İbn Sina’ya göre asıl varlık, dış dünyada gerçeklik kazanmış
varlıktır.
Âlem görüşü açısından Platon ve İbn Sina’nın kısmen birbirine benzer
düşünceleri vardır. Bu benzerlik âlemin ezelîliği ile ilgili görüşlerindedir. Platon
ideler âleminin ezelî olduğunu söyler. Mümkün varlığın imkânının kadîm
olduğunu 267 söyleyen İbn Sina mümkün varlığın ‘var olma imkânını’ kendisinde
bulundurana ‘varolma gücünü kendinde taşıyan’ der. Bu ‘varolma gücünü taşıyan’
maddedir. Bu durumda hâdis olan mümkünün kadîm olan imkânını taşıyan madde
ezelîdir. 268 Maddenin kadîm olması durumunda âlemin de kadîm olması gerekir.
Âlemin kadîm olduğunu söyleyen İbn Sina bu kadîm olma durumunun zaman
bakımından olduğunu söyler. Zaman bakımından âlemin kadîm olmasının
gerekliliğini sebep-eser ilişkisi ile açıklar. İbn Sina’ya göre sebep ile eser arasındaki
266
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.I, s.88.
267
İbn Sina, Necat, C.II, s.72.
268
İbn Sina, Necat, C.II, s.73.
64
zorunlu bağ sebebiyle, şayet sebep var ise eserin de var olması gerekir. Çünkü sebep
var ise sebebin sebeplik yaptığı müsebbebin olması gerekir. Sebep eserinden zaman
bakımından değil, zât bakımından öncedir. Kısaca İbn Sina’ya göre sebep ile eser
arasında zaman farkı olmadığı için, ikisi beraberdirler. 269 Yani “Zorunlu Varlık”ın
yaratmış olduğu âlem zaman itibariyle kadîmdir. İbn Sina âlemin zaman açısından
kadîm olduğunu söylemesi ile Platon’a benzer.
Bütün bunlarla birlikte İbn Sina âlemin zâtî bakımdan hâdis olduğunu,
varlığını da Vacibu’l-Vücud olan Tanrı’dan aldığını söyler. Âlemin zaman
bakımından ezelî olduğunu, zât bakımından ise yaratılmış olduğunu söylemesi
âlemin mutlak bir ezelîliğe sahip olmadığını gösterir. 270
Platon asıl olan ideler âleminin ezelî ve ebedî olduğunu söyleyerek bir
bakıma onu Tanrı’nın etki alanından çıkarır. Platon’un yapıcı Tanrı’sı olan
Demiorgues duyulur âlemde müessirdir. Fakat bu etkinliği de sınırlıdır. Çünkü o
ideleri örnek alarak duyulur âleme şekil vermektedir. 271 Buna tam olarak bir yaratma
denemez, daha çok örneklerin kopyalarını çıkarmaktır. Demiorgues’in âlemi
şekillendirirken ideler ile sınırlı kalması ve ideleri örnek alması, onun mutlak bir
Tanrı olmadığını gösterir. Mutlak olmayan bu Tanrı ideleri örnek alarak onların
kopyalarını duyulur dünyada şekillendirir. Böylece görünüşler âlemi dediğimiz evren
oluşur. 272
Platon’a göre Demiorgues’in ideler âlemi ile ilişkisi sadece onlara bakıp,
onları örnek almak şeklindedir. Görünüşler âlemi ile olan ilişkisi ise, bu âlemde şekil
almaya müsait olarak hazır halde bulmuş olduğu maddeye ideleri örnek alarak şekil
vermektir. Bu şekil verme işinde kopya ettiği idelerin dışına çıkamaz. Kısacası
Demiorgues idelere bakarak hazır halde bulduğu maddeye şekil verir. Bu şekil verme
neticesinde görünüşler dünyası meydana gelir.
269
İbn Sina, Necat, C.II, s.75,; krş; Hüseyin Atay, Farabi ve İbni Sina’ya Göre Yaratma, s.82.
270
H.Ömer Özden, a.g.e., s.97.
271
Platon, Timaios, 31-B.
272
Alfred Weber, a.g.e., s.50.
65
273
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.354.
274
A.M. Goıchon, a.g.e., s.49.
275
İbn Sina, el-İşârât, C.III, s.406.
276
A.M. Goıchon, a.yer.
277
Alfred Weber, a.g.e., s.50.
278
Platon, Timaios, 29-E.
66
İbn Sina’ya göre ise, sudûr Tanrının kendini zorunlu olarak bilmesi
neticesinde İlk Akıl’ın ondan feyezan etmesidir. Tanrı’dan çıkan bu İlk Akıl’dan
sonra çokluk başlar. Yalnız İlk Akıl’ın Tanrı’dan çıkışı O’nun kendisini zorunlu
olarak bilmesine bağlıdır. 279
Platon bu zorunluluğu Tanrı’nın iyi olması sebebi ile iyilik yapmadan
duramayacağına dayandırırken, İbn Sina aşk, rıza, salt iyilik gibi ifadeleri kullanır.
279
İbn Sina, Şifa, İlahiyat, C.II, s.402.
67
SONUÇ
hiçbir araştırma ve incelemeye gerek olmadan doğrudan doğruya bilinebilen açık bir
kavramdır.
İbn Sina varlığı tezahür ettiği saha itibariyle bir ayrıma tabi tutar. Buna göre
varlıklar ortaya çıktıkları yer itibariyle ikidir. Bunlar zihinde varlık ve a’yanda
varlıktır.
Varlığı zorunlu varlık ve mümkün varlık olarak ikiye ayıran İbn Sina bu
ayrıma mahiyet-varlık ayrımını kabul etmesi neticesinde ulaşır. Ona göre zorunlu
varlık mahiyet ve varlığı bir ve aynı olduğu varlıktır. Onda mahiyet ve varlık
ayrılığından söz edilemez. İbn Sina’nın zorunlu varlık dediği Tanrı’dır. Mümkün
varlık ise mahiyet ve varlığın birbirinden ayrı olduğu varlıktır. İbn Sina’ya göre
Tanrı’nın dışındaki bütün varlıklar mümkündür. Mümkün varlıkların varlığı Tanrı
tarafından verilmiştir.
İbn Sina zorunlu varlık olan Tanrı ile mümkün varlıklar arasındaki ilişkiyi
sudûr nazariyesi ile anlatır. Tanrı’nın kendisini zorunlu olarak bilmesi sebebiyle
kendisinden ilk akıl feyezan eder. Tanrı’dan feyezan eden bu ilk akla ait üç çeşit bilgi
neticesinde çokluk başlar. Bir önceki aklın Tanrı’yı zorunlu olarak bilmesi sebebiyle
hemen onun altında başka bir akıl meydana gelir. Bu durum Faal Akıl’da durur. Faal
Akıl ay altı âleme şekil veren akıldır.
69
KAYNAKÇA
ADIVAR, A.A., Tarih Boyunca İlim ve Din, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994.
AĞAOĞULLARI, M. A., Eski Yunan’da Siyaset Felsefeleri, Verso Yayınları,
Ankara, 1989.
ALBAYRAK, M., Tanrı-Âlem İlişkisi ve Kötülük Problemi, Fakülte Kitabevi,
Isparta, 2001.
___________, Tanrı ve Süreç, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2001.
ALTINTAŞ, H., İbn Sina Metafiziği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1997.
ATAY, H., Farabi ve İbni Sina’ya Göre Yaratma, Ankara Üniv. Basımevi,
Ankara, 1974.
__________, İbni Sina’da Varlık Nazariyesi, Gelişim Matbaası, Ankara, 1983.
__________, “İbn Sina’da Vücub Delili”, İbn Sina Kongresi Tebliğleri, Erciyes
Üniv. Matbaası, Kayseri, 1984.
AYDIN, M.S., Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, Ankara, 1997.
________, Türklerin Felsefe Kültürüne Katkıları, Atatürk Kültür Merkezi, Türk
Kültüründen Görüntüler Dizisi, Sayı:8, Ankara, 1985.
BAYRAKDAR, M., “Al-Kindî Ve İbn Sinâ’da Atomculuğun Tenkidi”, İbn Sina
Doğumunun Bininci Yıl Armağanı, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1984,
s. 468.
__________, İslâm Felsefesine Giriş, T.D.V.Yayınları, Ankara, 1997.
BİRAND, K., İlkçağ Felsefesi Tarihi, Ankara, 1964.
BOLAY, M.N., İbn-i Sina, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara, 1988.
BOLAY, S.H., Aristo Metafiziği ile Gazzalî Metafiziğinin Karşılaştırılması, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1993.
BREHİER, E., Felsefe Tarihi, (çev. Miraç Katırcıoğlu), C.I, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul, 1969.
CEVİZCİ, A., Felsefe Sözlüğü, Ekin Yayınları, Ankara 1997.
70