You are on page 1of 18

İki Ahid Arası Metinlerde Şeytan İnancı


ve 

Yahudi-Hristiyan Dizgesinde Kötülük Problemi

Özet:

Bu makale Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’te Şeytan inancı ve mutlak kötülük fikrinin sosyo-psikolojik kökenleri-
ne ulaşma hedefiyle oluşturulmuştur. Kutsal Kitap ve bu yazından etkilenen ikincil kaynaklardan faydalanılarak oluştu-
rulan bu analiz ilkel kültürlerde kendine yer bulamamış ‘mutlak kötülük’ fikrinin olgunlaştığı zaman ve coğrafyaya iliş-
kin sınırlayıcı bir çerçeve üzerinde yükselmektedir. Böylece olgun bir Şeytan fikrine rastladığımız ilk tarihsel kaynaklar
sayesinde politik karşıtlıklar, sınıfsal bölünmeler ve “sosyal bağlamda ötekileşme” ile anlamlanan hizipleşmelerden
oluşan toplumların iç yapısını da inceleme şansına kavuşarak, sosyal gerilimlerin Şeytan fikri üzerindeki etkisini masa-
ya yatırma fırsatı bulacağız.

Bu analiz Şeytan’ı yalnızca teolojik bağlamda değil, sosyal ve psikolojik yönleriyle de incelemeyi amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler:Şeytan,Esseniler,Tarihte Kötülük,Din Psikolojisi,İki Ahid Arası Metinler


ABSTRACT

This article was created with the intention of reaching the socio-psychological roots of Satan belief and
absolute evil idea in Judaism, Christianity and Islam. This analysis, which is based on the Holy Writ and the
secondary sources influenced by it, ascending on a restrictive frame of time and geography regarding the
idea of 'absolute evil', which has not found its place in primitive cultures, has matured. Thus, through the
early historical sources we have come across with a mature Satan idea, we will have the chance to exami-
ne the inner structure of societies consisting of political antagonisms, class divisions and schisms that are
reaching significance with the "otherization by the social context", we will find the opportunity to discuss
the influence of social tensions on the idea of the Satan, in detail.

This analysis aims to examine the Satan not only in the theological context but also in the social and psyc-
hological aspects.

Giriş

Sonu gelmeyen; hiçbir zaman hiçbir yerde iyiye dönüşmeyen bir kötülüğün gerçekte bir karşılığı var mıdır?

Farklı bir deyişle ve sadeleştirerek sorarsak: “Şeytan gerçek midir?”.

Belki de soruyu yanlış kurguluyoruz. Zira bugün olgunlaşmış haliyle ‘iyilikle temas etmeyen’ yetkin kimli-
ğin yalnızca din ile ilgili olduğunu düşünüyoruz yaygın olarak. Böyle olunca “Şeytan” dindarların meselesi
haline gelmiştir ve bir şeytan arayışı da teolojik alanın konusu olarak olgunlaşmıştır. Bu durumda onun ger-
çekten var olup olmadığının pek az önemi var, zira J. Burton Russel’in Woods’tan aktardığı gibi, insanlar
onu öyle zannettikleri ve kabul ettikleri için; aynı zamanda ondan farklı olarak insanların yaşamlarını etkile-
yen ve yönlendiren bir nesnel unsur haline dönüştüğü için vardır şeytan1 .

Bu durumda seküler araştırmacıların ilgisi “Şeytan’ın” varlığı meselesinden “başka bir soruya yöneldi”:
“Şeytan fikrini kim ya da kimler kurguladı?”

Bu sorunun yanıtı için bir tarih araştırmasına yöneldi bilginler. Bilimsel açıdan, olması olası olan bir varlığın
tarihini araştırma girişiminin problemlerini başarıyla aştılar. Hem de ‘pozitif tarih’ ilkelerini bu soyut prob-

1Söz konusu yorum şöyledir : “Gerçeklik verili bir olgu değildir, bir yorumdur. İnsanlar yaşadıkları durumları gerçek olarak tanımlı-
yorlarsa, bu durumlar doğurdukları sonuçlar açısından gerçektirler.” Richard Woods’tan alıntılayan Russel, RUSSEL, J.B. ŞEYTAN.
Antikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük. s. 44. Kabalcı. 1999. Aynı sayfanın ilerleyen dilimlerinde Russel, bir kavramı “ne olarak
düşünülüyorsa odur” diye tanımlamaktadır. Örneğin, Sanat, Demokrasi, Şeytan… Biz bu kavramları nasıl kabul ediyorsak, onlar
öyledir…
1
leme başarıyla uygulayarak. Daha da önemlisi modernizmle ortaya çıkan pozitif araştırma yöntemlerinin ba-
şarıyla kullanılmasıydı. Eninde sonunda konu ‘teologların’ tahakkümünden çıktı. Ancak hala, kesin biçimde
“teoloji” ile temas etme zorunluluğunu taşıyarak.

Teoloji ve inanç tarihinin konusu olarak Şeytan’ın modernist tarih ilkeleri ile incelenmesi sorunu XX. yüz-
yılda, özellikle psikoloji çalışmalarıyla yeni bir boyut kazandı. Bu problem ilkinden daha çetrefilliydi ve se-
küler araştırmacılar ve akademisyenler ya da ilahiyatçılardan hiç biri bu çalışmaları görmezden gelemedi.
Çünkü ilgi çekici bir biçimde onlar Şeytanın var olduğunu ve çok yakınlarda yaşadığını iddia ediyorlardı.
İlkel kültürlerin çok uzun süredir bildikleri bir olgu…

Kurama göre, Şeytan’ın bugünkü gibi, kimi hallerde pek komik ve mantıksız biçimde resmedildiği “sonsal”
profili, daha gerçekçi bir kötülük imgesini gizlemekten başka bir işe yaramıyordu. Kimileri endişelenebilir
ancak o gerçekten vardı. Ancak bilimci dünya görüşünün, sosyal din ile kol kola vererek onu toplumsal alan-
dan dışladığı ve teoloji alanına hapsettiği şekliyle değil. Kesin biçimde bizimle ilgiliydi ve bize alabildiğine
yakındıı. Ve asla bütünüyle “kötü” bir halde değil, iyiliğe meyil taşıyan diğer yönler gibi-, eğilimdi yalnızca

Gizli, saklanmış haldedir gerçek Şeytan, içimizde. Modern dinlerin anlattığı ve giriş, gelişme ve sonuç gibi
bölümlerden oluşan, mantıklı bir mizansenin parçası olarak akıllı bir öğe değildir burada. Çünkü iyi ve kö-
tünün mutlak biçimde ayrılması için “akla” ihtiyacımız var. Akıl yoksa, “mutlak bir kötülük” veya “iyilik” de
dahi, o pek yüceleştirilen sınıflamaların da anlamı yoktur. Doğal olarak ‘aklın’ baskısına karşın yaşamaya
devam eden bilinç düzeylerinde mutlak bir kötülük ilkesini değil, daha çok bir yönelimi bulabiliriz.

Freud ve Jung gibi isimler, tamamen ruh bilimsel analizlerden hareketle en gerçekçi Şeytan imgesinin köken-
lerini bilinçaltı çatışmaları sonucunda bulmuştu. Kaybolmuş görünen psişik enerjiden bahseder örneğin Jung,
kendilerini şimdiye kadar ifade etme fırsatı bulamamış ya da engellenmeksizin var olmasına izin verilmemiş
eğilimlerdir bunlar. Bastırılanını dışa çıkma eğilimi ise bilincin potansiyel yıkıcı gölge yönünü oluşturur.
“Belirli koşullarda olumlu etki yapabilecek eğilimler bile…” demektedir Jung, “bastırıldıklarında şeytana
dönüşürler…” 2

Levi Straus da bu fikrin önemli savunucularından biriydi. Mitler, kişisel düşler gibidir; “Bilinçdışının belirli
dışavurumlarından birisi…” Yapısalcı ekol, mitlerin ya da düşlerin anlaşılması halinde, geçmişe ilişkin kav-
ramların da anlaşılabileceği iddiasını taşıyor. Levi Strauss’a göre, bilinç dışı “ussal” olandan çok daha yay-
gındır ve bilinç mitolojik şiirin ifade ettiği şeylerin çok azının farkındadır.

Bilinç dışının analizi sürekli ve değişmeyen bir metafizik doğaya yapılan atıf ile “geçmiş ve bugün arasında”
doğrusal bir köprü kurma ve daha derin bir gerçekliğe ulaşma gayesi taşıyor. Gerçek bir Şeytan tıpkı diğer
mitler gibi, ussal olanın aşılması halinde karşımıza çıkabilir değer taşır; kötülük bir arketiptir ve Jung bu
gerçekliği arketipsel etki bağlamında şu şekilde ifade eder:

“Tüm arketiplerin olumlu, yararlı, aydınlık, yukarıya işaret eden bir yanı olduğu gibi, aşağıya işaret eden,
kısmen olumsuz ve düşmanca, kısmen de yeraltına özgü, ama genellikle nötr bir tarafları vardır.”3

Benzer bir görüş Russel tarafından da dile getirildi

“Ussal düşüncede iyi ve kötü görünürde birbirini dışlayan iki güçtür…”

Bu halde “Şayet “Şeytan”ın doğumu için elverişli bir düşünsel zemin arıyorsak “usun” ve rasyonal mantığın
hakim olduğu bir çerçeve arıyoruz demektir. Jung’un da belirttiği gibi, us, zıtlıkları “birbirine temas etme-

2“İşte insanların psikolojiden korkma sebebi de budur…”Bkz. JUNG, C. Gustav, İnsan ve Sembolleri s. 89 ve sonrası…Kabalcı Yay.
2017 İstanbul. Çeviren. Hatice Mukaddes İlgün

3JUNG, C. G. “Anne Arketipinin Psikolojik Yönleri”, “Yeniden Doğuş Üzerine”, Masallarda Ruhun Fenomenolojisi Üzerine
ve “Hilebaz Figürünün Psikolojisi Üzerine” isimli makalelerini barındıran) DÖRT ARKETİP. S. 95Çeviren Zehra Aksu Yıl-
mazer. Metis Yayınları. İkinci Basım 2005, İstanbul.
2
yecek şekilde” ayırır; bilinç altı ise içerikleri tüm paradoks ve çelişkileriyle bizzat kendi içinde barındırır.
Elbette tüm bunlar, Şeytan figürünün insan doğasında-arketipsel(doğuştan ve kendiliğinden) nitelikte bulun-
madığı, tarihin belli bir evresinde oluşmuş olduğuna işaret eder.

Bu yöndeki tüm araştırmalar, figürün açık bir şekilde, Ortadoğu’nun keşmekeş halindeki topluluklarının ve
hiç durmadan kaynayan toplumsal dokusunun ürünü olduğunu saptamakla yetindi. Kaynak olarak Zerdüşt’ü
göstermek elbette kolaycılıktır; bununla birlikte İran peygamberinin en az Hz. İsa ve Hz. Muhammed kadar,
Şeytan’a ve onun türevlerine göndermelerde bulunduğun, açık bir başlangıç noktası olduğunu söylemek
mümkün.

Modern araştırmalar, Şeytan’ın doğduğu toprakları “Ortadoğu” olarak göstermek noktasında bir seçim yapar
o halde. Ancak bana göre “doğmak” yerine “olgunlaşmak” fiili çok daha aydınlatıcıdır. Zira Zerdüşt’ün Ah-
riman’ından, Kitab-ı Mukaddes’in çeşitli dilimlerine yayılmış yaygın figürlerinden ve İsa’nın Şeytan’ından
çok daha önce onun iz ve işaretlerine açıkça rastlarız: Mısır, Mezopotamya, Hint ve Yunan’ın derinliklerin-
de… Elbette ne Seth, ne Kingu ne de Şeytani nitelikler ve sıfatlar taşıyan diğerleri ona eşitlenemez. Zira
Şeytan’ın karakteristiği, “iyiye dönüşümü mümkün olmayan bir kötülüktür.

J. B. Russell’in de başarılı bir biçimde altını çizdiği gibi, mutlak bir kötülük arıyorsak, bu açık bir biçimde
“usun” ürünü olmalıdır çünkü; bilinçaltının değil. Nitelikleri, karakter özellikleriyle tanımlanmış bir kişileş-
tirme için buna ihtiyacımız var. Bir adım daha ileride, “şeytanı” yaratanın akıl olduğunu iddia etmemizi kim
engelleyebilir. ‘Demek ki akıl’ kötülükle eşittir” demektedir Ortadoğu ve Mısır uzmanı Egon Friedel.4 Ve
kötülük Tanrı’nın değil Şeytanın verdiği bir şeydir. İnsanı akıllı bir varlık haline getiren şey her ne ise bu
açıkça kötülükle ilişkili olmalıdır. Çünkü ‘yasak elma’nın yenmesi ile sembolize edilen akıllanma insana,
ölüm, doğuştan günah, çalışmaya yazgılılık gibi ‘cennet’ ya da ‘altın çağ’ gibi ideal zamanlardan açıkça
uzaklaşılmış olduğunu gösteren nitelikler yüklemiştir. Bu Tanrı’nın suçu olamaz. Aksi halde inancımızı ye-
niden sağlayamayız.

Böylece mistik alandan uzaklaşmış oluruz. Dünyevi bir problemin çözümünde, bir aktivist olarak konumlan-
dığımızda, mutlak bir kötülük ilkesini ancak us kullanarak yaratabiliriz. “Şeytan” bu haliyle mistik ya da te-
olojik bir kaynaktan doğmaz; ama onun politik alandaki işlenişi, mistik ya da teolojik bir dil yaratır.

Bu dil, modernizmin ölümcül baskısından kaçarak bugünlere dek geldi. Hala ayaktadır ve düşmanlar hala
Şeytan olmakla nitelenmektedir.

1- Yahudilikte Şeytan İnanışı



Kitab-ı Mukaddes’in erken tarihli bölümlerinde “Şeytan”ı bugün anladığımız haliyle bulamayız.

Kitapta “Şeytani” bir edimle karşılaştığımız ilk yer, “Tekvin” kitabının bilindik Adem, Havva ve Cennetten
kovulma öyküsüydü. Bununla birlikte gerek “Cennet” öyküsünde gerekse kitabının bütününde “Şeytan” ka-
rakteristik bir belirsizlik taşır. Önce Eski Ahid'de Cennetten Kovuluş mitindeki karakter Şeytan olarak anıl-
maz. Geleneksel bir simge olarak Yılan kullanılmaktadır.5 Yılan'ın Şeytan ile özdeşleşimi ikincil kaynakların
ürünüdür.

4 Bkz. Egon FRIEDEL, ‘İnsana akıl veren yılanın zehridir. İnsanın başarısız olduğu büyük irade sınavıdır bu. İnsan bunun karşılığın-
da lanetlenerek çalışma cezasına çarptırılır. Bilgi çalışma, doğutan günahkar ve lanetli olma… Bundan böyle insanın kaderidir…”
Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi. s. 29. Dost Yay. Almancadan çeviren Ersel Kayaoğlu. Aralık 2006. Ankara. Hemen
ardından Adem’in üçlü laneti: Bilgi, çalışma ve cinsellik…

5 Kitab-ı Mukaddes Tekvin Bap-3. Söz konusu bölümün hemen başında yılan, Allah'ın yaptığı tüm kır hayvanları içinde en hilekar
olanı şeklinde tanımlanır. Kuşkusuz hilekarlık Şeytan için "azımsanabilecek" bir tanımlamadır. Milton’un Kayıp Cennet eserinde
“Yılan”, “en zeki-kurnaz” sürüngen olarak tanımlanır. “Böyle olduğu için onu orada hiç kimse bulamazdı” BK. MILTON, John. Ka-
yıp Cennet, s. 180. Pegasus Yayınları 2015. İstanbul. Çeviri: Enver Günsel Kitapta Şeytan, konuşmasıyla Havva’yı şaşırtan-dolayı-
sıyla sıradan bir hayvan olan Yılan’ın bedenini kullanarak, Cennet’e giriş yapmaktadır.
3
Belki Şeytan değildir, ama Yılan’ın kaotik nitelikler taşıyan bir karakter olduğu anlaşılıyor. O bir kışkırtıcı
ya da düzen bozucu idi. Dürüst olmadığı kesindir, önce Havva'yı kandırdı, Adem’i kandırması yolunda kadı-
nı yönlendirdi.6 Sonunda bu üç figürün de Tanrı tarafından cezalandırıldığı ve her birine uygun cezalar veri-
lerek Cennet'ten sürüldüğü görülür.

Neredeyse yüzlerce yıldır sayısız teolog ve din adamı tarafından mantıksız bulunan tablonun Tanrı’yı yönelik
sorgularına burada değinmeyeceğim. Ancak bu analizler Tanrı’nın Adem ve Havva için asgari düzeyde gü-
venli ortam sağlayamadığı ekseninde dönmüştü. Tartışmanın diğer tarafında ise Yılan bulunuyor. Bizim ince-
lememiz açısından da temel mesele “onun edimlerini” yönlendiren duygu ve düşüncenin analizidir. Yılan’ı,
saltık bir kötülüğün simgesi olarak okumak da, “Tanrı tarafından izin verilen bir misyonu” yerine getiren bir
karakter olarak görmek de mümkün. Ancak her iki durumda da sorunlu tablo düzelmez. Zira şayet ikinci du-
rum doğruysa ve Şeytan bir görevli ise aldığı cezanın açıklaması yoktur. Ama hayır, söz konusu girişimi yal-
nızca kendi tasarladıysa, bir diğer deyişle kötülük onda içkinse, Tanrı tarafından yaratılan bir varlığın "yet-
kin-yeğin bir kötülüğü içermesi", yaratılandan çok yaratanın sorumluluğunu göstermektedir.7

Tanrı’nın Şeytan’ın yaratılmasındaki sorumluluğuna karşı geliştirilen en güçlü yanıt bile, Tanrı’nın isteyerek
ya da istemeyerek “kötülüğe” göz yummuş olduğu iddiasını çürütmeye yetmedi. Birinci halde bir “görevli”,
ikinci halde de “kaderini özgür iradesiyle belirleyen radikal bir isyancı” olarak tanımlarız onu. Milton, bu iki
görüş arasında bir sentez yapmış gözüküyor. Tektanrıcı Teolojilerin pek sevdiği “özgür irade” ve Tanrı’ya
biatın özgür biçimde yapılması vurgusuyla, önemli bir ekolü izlediğini gösterse de, kitabının ana dokusuna
hakim bir kader sistematiğinin altını çizmektedir. Milton öncelikle , Şeytan’ın Tanrı tarafından kötü olarak
yaratıldığı saptamasına karşı çıkar: “Ben onu güzel ve dürüst yarattım!”. Bu durumda Şeytan’ın sapmasının
nedeni nedir:

“(Göklerle ilgili güçleri) O şekilde yarattım. Onlar özgürdü.”

Ve klasik bir sınama mesajı gönderir Milton:

“Özgür olmasalar, gerçek sadık olsalar inançlarını/Sevgilerini nasıl gösterirlerdi/Benim lütfuma nasıl layık
olurlardı.”

Tanrı’nın olacakları engelleyip engelleyemeyeceği sorunu ise askıda kalmaktadır. “Önceden bilmek bile on-
ların hatalarını önlemezdi” diyor Milton, ve ekliyor, sanki Tanrı’nın savunusun tamamlamak istercesine:
“Onları isyana ben teşvik etmedim.”

Buna rağmen, Milton’da, Şeytan ve yandaşlarının Cennet güçleriyle yaptığı savaşları, Şeytan’ın Cehennem’-
den kaçarak Yeryüzü Cennet’ine girişini, Adem ve Havva’yı kandırışını okurken, Tanrı’nın yetkin bir tasa-
rımda bulunduğu ve tüm bu hamleleri tek tek kurgulamış olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Bu bakış
açısından, tiyatral bir oyun sistematiği içerisinde Tanrı, Şeytan ve ilk insanı tek bir amaç için yaratmış gö-
zükmektedir. Milton’un kurgusu, Adem ve Havva’nın kandırılacağını, Kayıp Cennet’in III. bölümünde gö-
züktüğü gibi bilen ama engellemeyen yüce yaratıcının, Oğlu’nu-İsa’yı, tarih sahnesine sunuşunun ön hazırlı-
ğıdır sanki. İnsanların affedilmesi için Baba’ya yalvaran Oğul:

“Ben onun yaşamına kendimi koyuyorum ortaya/Teklif ediyorum, bırak öfken bana düşsün.”

6Ve yılan kadına dedi: (Allah'ın yasakladığı meyveden yerseniz, onun dediği gibi) Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki ondan
yediğiniz gün o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız... Kitab-ı Mukaddes, s. 3. Tekvin Bap 3:5...

7 I. Yüzyıl düşünürlerinden Markion, Cennet'te geçen bu öyküdeki tutarsızlıklardan şikayetçidir: " Eğer yaratıcı Tanrı var ettiği dün-
yada bulunan kötülüğü önceden kestiremediyse cahildir; bunu kestirip önleyemediyse kötüdür; önlemek isteyip de yapamadıysa
acizdir." Markion'a göre, Eski Ahid'in Tanrısı açıkça maddi dünyayı yaratan Kötülük Tanrısı'dır. ALBAYRAK, Kadir. Bogomilizm ve
Bosna Kilisesi, s. 86-87. Emre. Ayrıntı için Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün Sinoplu Marcion’un Gnostik Teolojisi Makalesine bakılabilir.
Messadie ise, bu durumu şöyle açıklar: “Yılan kılığına girmiş olan Şeytan ise Cennet'te işi neydi? Bu Tanrı'nın kötülüğü de yarattığı
ve Cennet'e sürdüğü anlamına mı gelir? ... " MESSADIE, Gerald. Şeytanın Genel Tarihi s. 388... Kabalcı Yay. İkinci Baskı. Çevir-
men: Işık Ergüden.
4
Tanrı bu erdemli davranışı yanıtsız bırakmayacaktır:

“Erdemin, pişman olanların günahlarını yumuşatacak, affettirecek”8

Kötülüğün var oluşunu Tanrı’ya yüklememe kaygısının, dini dokuda “düalizme” doğru zorlayıcı bir güç
oluşturduğunu biliyoruz. Ancak, şayet kötülüğü Tanrının yaratı alanından çekeceksek, onun gücünü sorgula-
nır hale getiren karşıt, yaygın olarak da eşit bir güç, “Şeytanı” kurgulamak zorunda kalırız. Milton bu çeliş-
kiye ancak, Tanrı’yı Şeytan ile mücadele alanında çekmek ve yerine Oğul’u koymak gibi sorunun bütününe
açıklık getirmeyen ama en azından Tanrı’yı Şeytan ile aynı seviyede olmayan bir aşkınlık olarak biçimleme
noktasında çözüm sunmuş gözüküyor.

Tüm bunlar, Yahudi-Hıristiyan teolojisinin, kötülük meselesinde mantıksal açıdan zaaflar içeren bir tablo
oluşturduğunu ortaya koyar. Teologlar bu meseleyi özgürce çözme noktasında dogmalarla, dini hassasiyetler-
le boğuşmak zorunda kaldı. Markion gibi, bunları umursamayarak “Eski Ahid” tanrısını Şeytan ile özdeşleş-
tiren aşırılıklar bir tarafa bırakılırsa, Tanrı’nın kötülüğü kullandığı ve-veya onun yaratıcısına bir misyon ter-
tip ettiği tercihinde karar kılındı yaygın bir eğilim olarak.

Böylece Eski Ahid’de karşılaştığımız kötücül edimlerde Tanrı’nın rolünün ne olduğu sorununun irdelemek
içen elverişli bir noktaya gelmiş oluyoruz.

Yeşu kitabı gibi, fetih ve yayılım dönemlerindeki savaşımlarda, Tanrı’nın aktif rolüne yer veren anlatılar
“acımasızlık” sınırlarını zorlayacak veriler sunar bize. Kenan ülkesinin fethi emrini alan İsrailoğullarının
zayıf bir yürek taşımasından ve düşmanlarını affetme olasılığından ürken Rab, düşmanın savaşma dirayetini
artırıyordu.

“Onların yüreğini katılaştırmak Rab tarafından oldu!”9

J. B. Russel haklıdır; önce fetih emri veren, ardından yalnızca ülkelerini savunmak gibi makul ve onurlu bir
göreve soyunan kişileri “uzlaşmaz bir kararlılıkla”, yalnızca saldırganlar onları daha iyi katledebilsin diye
donatan bir Yaratıcı…

“Mısır, Babil ya da Kenan ülkesinde, çok az Tanrı, bu kadar acımasız olabilmiştir…”10

Eski Ahid'in tanrısı bir gazap ve yıkım Tanrısı idi. Olasılıkla göçebe kavme özgü, savaşcıl bir ruhun Kadir-i
Mutlak Tanrı haline gelişinin bir aşamasındayız.

İbranilerin en eski inanç biçimlerinin, göçebe topluluklara özgü doğa unsurlarına atıf hususunda mesafesi
pek de açık değildir. Burada “kadim bir savaş ve kıyım” niteliğine gönderme bizleri şaşırtmaz. Yine de bi-
linmeyen alanlarda dolaşmaktansa bu soruyu kitabın kendi mantığı içinde değerlendirmek daha doğrudur. Şu
kadarı söylenebilir ki, Yehova ya da Elohim’in “şiddet”, kıyım ve kötülükle ilişkisi doğrudandır ve bu durum
İsa’nın barış ve sevgi öğretisiyle açık karşıtlıklar içerir. İlerleyen yüzyıllarda Ortodoks ve Katolik Hıristiyan-
lığın sapkın olarak kabul edeceği kimi Gnostik Hıristiyan kavimlerini, gerçek şeytanın Eski Ahid Tanrısı ol-
duğunu söyleyecek kadar ileriye gitme sebebi budur. Kilise ile sürekli ve kesintisiz bir gerilimin içinde yaşa-
yan Gnostik akımlar da, siyasal mücadelede "ötekini" şeytan olarak nitelemiştir. Öyleyse "şeytan" her şeyden
önce siyasal-sınıfsal mücadelenin tetiklediği sonuç; daha sonra da "mitik" niteliğiyle kuşakların zihninde
içrek olarak saklanan, geçmişe dair bir uyarıdır.

8 Milton’un Hıristiyan teolojisine bu pek uygun çıkarımları, İsa’nın Tanrı’nın hüküm gücüne sahip olduğu şeklindeki tınılarıyla Pa-
gan kültürlere açık göndermeler yapar. Bir saltanat, babadan oğula geçen hüküm geleneğinin bu kurgulanış sahnesi açık bir güç dev-
ridir. İsa açık biçimde Horus’tur. “ Ve baş Melekler senden gelip korkunç mahkemeni haber verince/Geçmiş çağlarda ölenlerin hepsi
gürültüyle uyanıp huzuruna gelecekler…” Milton, Kayıp Cennet s. 69.

9 Kitab-ı Mukaddes. YEŞU: 11:20

10 Alıntı: J.B. Russel, Şeytan, s. 206…


5
2- Yetkin Kötülüğe doğru son adım

Tüm bunlara rağmen Eski Ahid içinde gerçek Şeytan’a bir türlü ulaşamayız. Kutsal kitap boyunca yalnızca
birkaç yerde ismi geçen Şeytan ve yer yer kötülük yapan ruhlara ilişkin anlatılar, bunların ağırlıklı olarak
Tanrı'nın iradesinin ürünleri olduğunu ortaya koyuyordu çünkü.

Şeytan'ın isminin geçtiği bölümlerden birisi EYUB Kitabı'dır. Burada ŞEYTAN göksel konseyin üyesi; bir
danışman ve yol göstericidir:

"Ve Allah oğulları Rabbin önünde kendilerini takdim etmeye geldikleri gün vaki oldu ki, onların arasında
ŞEYTAN da geldi. Ve RAB şeytana dedi: Nereden geliyorsun? Ve Şeytan Rabbe cevap verip dedi, Dünyada
dolaşmaktan ve orada gezinmekten. Ve Rab Şeytana dedi: Kulum Eyub'a iyice baktın mı? Çünkü dünyada
onun gibisi yok, kamil ve doğru adam."11

Şeytan ile Allah arasındaki diyaloğun devamı, kötülüğün Tanrısal bir hizmete adandığını doğruluyor. Şeytan
açık bir şekilde Tanrı'nın dinlediği danışmanlarından birisidir ve Tanrı'nın kendisine "iyi" sandığı kulunu "fa-
kir kıldığı takdirde" aynı iyiliği gösterip göstermeyeceğini denemesini ister.

"Ve şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyup Allah'tan boşuna mı korkuyor? Onun etrafına, evinin etrafına ve
nesi varsa hepsinin etrafına sen çepçevre çit çevirmedin mi? Ellerinin işini sen bereketledin ve onun malı
memlekette çoğaldı. Fakat şimdi elini uzat da nesi varsa hepsine dokun ve yüzüne karşı sana lanet edecektir.
Ve Rab Şeytan'a dedi: İşte bütün nesi varsa senin elinde; ancak kendisine elini uzatma. Ve Şeytan Rabb'in
önünden çıktı..."

Şeytan, Tanrı’ya biat eder konumdadır burada. Bu çizgi Meseller ve İşaya gibi eski tarihli kitaplarda da ko-
runuyordu. İşaya kitabında da kötücül karakterler Tanrı'nın düşmanı olarak ya da ona isyankar gözükmez.
Hakimler 22-57 de de Tanrı'nın kötü ruhları kullanarak amacına ulaştığı görülür:

Bir diğer çarpıcı örnek, Rahip Kökenli yazarın, “günahkar” olarak nitelemede pek hevesli olduğu Kuzey
Krallığının rahipler sınıfına ilişkin öyküsünün düzenlendiği I. Krallar, 22. Bölümden verilebilir. Burada Kral
Ahab’ı savaşa girmesi hususunda ikna eden ve kehanetlerinde “zaferi” gören “yalancı” bir kahinler sınıfıyla
karşılaşırız. Hikayenin kahramanı Peygamber Mikaya, Kral’a ordularının koyunlar gibi dağılacağını anlatır.
Ama Ahab, kendisine diğer danışmanlarının sözlerini hatırlatınca, Mikaya, onların Tanrı tarafından görev-
lendirilmiş “kötü bir ruh tarafından” aldatıldığını açıklar.12 “Kötü ruh” imgesinin Güney’in Rahip Kökenli
yazarının ağzından, Kuzey’in günahkarlığını ispatlamaya yönelik olarak kurgulandığına tanık oluruz bu sa-
tırlarda. Kötülük hala Tanrı’nın iradesinin aracıdır…

Tanrı'yı insana kötülük timsali olarak görünen varlıklarla dirsek teması halinde gösteren kurgu, İsrailoğulları-
'nın artan toplumsal karmaşa ile düştüğü özgüven bunalımıyla birlikte sarsılmaya başlar. Geç tarihli kitaplar,
Tanrı'nın kötü ruhlar üzerindeki otorite ve iradesinin tartışılmakta olduğunu gösterir. Aslında bu evrim ilgi
çekicidir. Şeytan, modern zihnin aradığı "bir tartışma sürecinde tutarlılık" ilkesinin dışına düşen bir nitelik
farklılaşması yaşamaktadır. Tanrı'nın göksel divanındaki yerinden, Tanrı'ya karşı gelen ve ona rağmen eylem-
lilikler gerçekleştiren bir simge... Bununla birlikte, çok önemli bir nokta daha belirginleşmektedir: İnsana iyi
ya da kötü olarak gözüken olayların temel kaynağı, erken tarihli yazıtlarda Tanrı iken, şimdi iyi ve kötü ara-
sındaki sınır keskinleşmeye başlamıştır. Yahudi dini, İsa’nın kucağına doğacak, dual ilkeye gebedir.

Ancak bu yalnızca başlangıçtır. Eski Ahid teolojisi her şeye rağmen, iyi-kötü düalizminin sistemli bütünü
olarak değerlendirilemez. Bu belki de Yeni-Ahid'in keskin karşıtlığıyla kıyaslandığında çok daha belirgin
biçimde ortaya çıkar. Peki ne olmuştur? İki kitap arasında geçen zaman dilimi, keskin bir kötülük figürünün

11 Kitab-ı Mukaddes, s. 618. EYUB Bap I:VI-XII...

12 “Rabbi tahtı üzerinde oturmakta(…) gördüm. Ve Rab dedi: Ramot-gileada çıksın da düşsün diye Ahab’ı kim kandıracak?(…) Ve
bir ruh çıkıp Rabbin önünde durdu ve dedi: Ben onu kandırırım. Ve Rab ona dedi: Ne ile? Ve dedi: Ben çıkarım ve bütün peygamber-
lerinin ağzında yalancı bir ruh olurum…”. Krallar I. 22: 19…
6
biçimlenmesine nasıl vesile olmuş, insan şeytana neden ihtiyaç duymuştur? Bir başka ifadeyle "Şeytan" ne-
den bu zamanda kendisini göstermiştir?

3- Şeytan’n doğuşu: İki Ahit Arası Metinler



Literatürde İki Ahid Arası Metinleri olarak geçen külliyat, sosyal alanda Şeytan’ın yeterince olgunlaştığını ve
kişilerin onunla temas ettiğini gösteriyor bize. Kitaplarda yer bulmuş imge, açık biçimde kavmin üstünlük
sanısını darmadağın eden sosyal çalkantıların parçasıydı.

Bu çağda, özgün Yahudi kültürünü tehdit eden yabancı öğeler, Yunan, Roma, Babil ve diğer Pagan unsurlar
ve özellikle de sürgün tam da gerçeğin mite dönüştüğü kavşakta dikilmektedir. İhtiyaç duyulan teorik yapı
açık bir şekilde belirgindir; sürgün sonrası edebiyatı gerek Tevrat'ın eski bölümlerinden ve gerekse "Pagan
unsurlardan", içinde bulunduğu durumu özetleyecek figürleri olgunlaştıracak zamandan alabildiğine yarar-
lanmıştır.

Toplumsal realitede “Şeytan” bu kadar yakınlarda ve açık bir tehdit unsuru olarak belirlenmişken, teolojik
bağlamda da, onun Tanrı’dan ayrılması zorunluluğu doğdu. Aksi takdirde kavmin “Tanrı’ya” duyduğu sevgi
bağı zedelenme eğilimi taşıyordu. Bu taviz, Tanrı’dan paye çalma pahasına da olsa verilir. Şeytan artık açık-
ça Tanrı’ya isyan eden, bağımsız bir irade olarak şekillenmektedir. İslam kültürünün reddettiği açık bir id-
dia…

"Yusuf'un Duası" ismini taşıyan erken tarihli metinlerden itibaren, büyük meleklerin kötü niteliklerle do-
nanmış olduğunu okumak, bu değişimin takip edilebilmesine olanak sağlar. Ana suç kıskançlık ve gururdu.
Gurur, Şeytan'ın ana niteliğidir ve İslam geleneğinde de "çamur ve ateş" hiyerarşisindeki çarpıklığı ileriye
sürerek Adem'e secde etme noktasında Allah'a karşı geliş meseliyle yinelenmiştir. Şeytan'ın Tanrı ile diyalog-
ları açıkça ortaya koyar ki, o asla köle değildi. Hakkını arayan bir varlık olarak, mantıklı şeyler söylemekte,
hür bir irade sergilemektedir.

Ancak Tanrı'dan "herhangi bir yanıt alamamıştı", yalnızca kovulmuştu. Şeytan, cennetten, göksel divandan,
Tanrı katından; adına ne dersek diyelim, üstün bir yerden kovuldu ve sonunda sürgün onun için de geçerli
hale geldi.

Sü-
rülmüş melekler teması başta şeytan olmak üzere onunla birlikte hareket eden ya da onun niteliklerini payla-
şan figürlerce oluşturulur. Yusuf'un Duası kitabında melekler, belki şaşırtıcı ve küçültücüdür ama yalnızca
birbirlerini veya insanları kıskandıkları için kavga etmektedir. Tanrı da bir film kurgusu gibi, bu kavgalara
müdahale eden ebeveyn konumuna gerilemiştir.

Kuşkusuz her metin, böylesine "bayağılıklar" içermez. Bir diğeri insanın atası olan Adem'in, Tanrı'nın sure-
tinden yaratılışını içeriyordu. Metin her şeyden önce insana Tanrısallık bağı çizdiği için ciddiydi. Burada in-
sanın “Meleklerin” secde edeceği bir itibara kavuştuğu gözükür. Kitaba göre Baş Melek Mikail, Tanrı'nın
suretinden yaratılmış Adem'i meleklerin önüne çıkarmış ve "Tanrı'nın emrettiği gibi secde edin!" demişti.
Hikaye Tanrı'ya, ortalıkta gözükmeyişi ve tartışmaların tarafı olmayışı nedeniyle, gizli bir itibar vermiş gö-
züküyor. Ancak bu itibar, Mikail'in Şeytan'a "secde etmediği gerekçesiyle kızmasına ve tartışmanın büyüye-
rek savaşa dönüşmesine engel olacak düzeyde değildir. İlginç olan Şeytanın, tıpkı Kur'an-ı Kerim'deki gibi
"altta olana tabi olmayacağını" ve ona secde etmeyeceğini bildirdiğinde, yalnız olmamasıydı.13 Kitap böyle-
ce Şeytanı, bir isyan tertipleyicisi rolüne sokar. Mikail isyanı bastırmaya çalışır ve Şeytan'ı yola getirmek

13 Toprağın aşağıda, Ateş’in de yukarıda olduğu fikri, Doç. Aydın’a göre Yunan-Helen kültürünün etkisini vermektedir. 2. Bilim ve
Gelecek a.g.m. s. 35. Bakara Suresi 34. ayette tüm meleklerin Adem'e secde ettiğini, ama İblis'in buna yanaşmadığı anlatılır. Çünkü o
"böbürlenmişti". Sad Suresi'nde ise bu böbürlenmenin nedeninin ne olduğu açıklanır. Allah, İblis'e "kendi elleriyle yarattığına secde
etmekten alıkoyan şeyin ne olduğunu sorduğunda: " Dedi: Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın." Bunun
üzerine Allah, İblis'i divanından kovmaktadır. KUR'AN-I KERİM ve YÜCE MEALİ, s. 456. Prof. Dr. Süleyman Ateş. Kılıç Kitabe-
vi.
7
için çeşitli yöntemler kullanır. Tanrı'nın olan bitenden hiç hoşlanmayacağını belirten Mikail14, güçlü bir ifade
gücüyle "iyicil meleklerin aklına gelmeyecek bir cüretle yüzleşmek zorunda kalır:

"Tanrı bana kızarsa , o zaman ben de göklere çıkacağım, tahtımı TANRI nın yıldızlarından daha yükseğe ko-
yacağım, kendimi Yüceler Yücesi ile eşit kılacağım".

Açık bir meydan okumadır. Nefilimler olayından sonra, Kutsal Kitabın arka planında gizli, açığa çıkmamış
ikinci bir kanlı savaşla temas etmiş olduğumuzu anlamak güç değil. Milton’un Kutsal Kitap’taki bu boşluğu
başarıyla doldurmuş olduğunu görürüz:

‘Havada sallanan kılıçlar korkunç, dehşet verici daireler çiziyordu(…)/Savaş takım yıldızlara sıçradı, iki
gezegen/Gök kubbenin ortasında savaşacaktı, titreyen küreler sarsıldı.15

Savaş bilindik bir ceza öyküsüne uzanan çapraşık öyküler silsilesiyle sonlanır. Şeytan nihayetinde, yeryüzü-
ne, bizlerin, insanların yanına gönderilmiştir.

4- Şeytanla birlikte sürülenler: Samyaza, Azazel ve diğerleri…



İki Ahid Arası Metinlerden biri olan Enoch Kitabı, bu ayrıntılarla doludur ve anlattığına göre, meleklerin
cennetten sürülüş nedeni "şehvettir". Kitap, ayrıca Tekvin'deki Tanrı oğulları ve insan kızları arasındaki evli-
liğin sonuçlarına dair boşluğun doldurulmasını da sağlıyor. İçerdiği bölümlerle meleklerin sürülüşü ve Nefi-
limler olgusuna açıklık getiriyor. Buna göre, " Adem ile Havva'nın kovulmalarından kısa bir süre sonra, iki
yüz melek yeryüzüne doğru bakıp da güzel kadınları görünce cinsel açıdan uyarıldı. Peki kimdir bunlar: Me-
leklerin başında Samyaza16 vardı. Beraberinde -el takısıyla biten görkemli isimleri sürükledi: URAKABA-
RAMEEL, AKİBEEL, TAMİEL, RABUEL, DANEL, AZKEEL...

Cennetteki yerlerini bırakıp yeryüzüne gelen melekler kendilerine birer eş seçip onlardan çocuk sahibi oldu
ama çocukları devlere dönmüştü. Bazılarının boyu 160 metreyi bulmuştur. İlk başlarda insanlar bu devleri
besledi ama doymak bilmez iştahları yüzünden, bu durum çok uzun sürmedi. Devler açlıkla karşılaştı ve bu-
nun sonucunda "dizginlenemeyen bir oburluk" ortaya çıktı. Şehvet, kibir ve kıskançlıktan sonra, dördüncü
ölümcül günah da ortalıktaydı şimdi Oluk oluk akan kan ve leşlerle birlikte diğer kötülüklerin yeryüzünü
kirletmesi sonucunda Tanrı, devlerin üstüne büyük bir Tufan gönderdi.

Melekler kötü şeylere yol açmış olabilir. Ancak bu onları kötü yapmaya yeter mi? Elbette hayır, bununla bir-
likte bir aykırılık, emirlere itaatsizlik, başına buyrukluk sosyal din için kötülüğün oluşumu için yeterli.

Enoch Kitabı’ında Kötü melekler için ise cezanın henüz bitmediğini yazıyor; onlar daha sonra cezalandırıl-
mak üzere ağlarla yakalandı. Enoch ise, meleklerin göksel konseydeki davaları sırasında onları Tanrı katında
savunmak üzere cennete çıktı. Yaptığı tüm savunmaya karşın, başarılı olamadı.

Diğer taraftan, Enoch Kitabının "kötülüğün", günahın ya da sürgünün ana nedeni olarak "şehveti" göstermesi
Tekvin anlatısıyla tutarlıdır. Şeytan burada da, simgelerle gizlenmesine rağmen açıkça bilinen bir gerçeği
kışkırtmıştır. Adem ve Havva arasındaki cinsel ilişkinin bir felakete dönüşmesi açığa çıkan bir başka simge
ile değerlendirildiğinde daha da anlamlıdır: “Göklere ait bilgi ve gücün, yersel olana açık edilmesi. “

14Mikail kötüye karşı mücadelede güvenilir bir figürdür. Kumran metinlerinde de sık sık adı geçen karakter, Işık Prensi olarak gözü-
kür. O, Belial'e karşı savaşımın önderlerindendir ve Tanrı'nın düşmanlarından intikam alırken resmedilir. VERMES, Geza. Ölü Deniz
Parşömenleri-Kumran Yazıtları s. 109. Nokta. Milton’da Tanrı, Adem ve Havva’ya, Cennet’ten sürülecekleri bilgisini verme konusu-
da Mikail’i görevlendirir. Adem Mikail’e: “Ey Meleklerin Başı, Tanrı’nın en büyük meleği…” olarak seslenir. Kayıp Cennet, s. 230.
Toprağın aşağıda, Ateş’in de yukarıda olduğu fikri, Doç. Aydın’a göre Yunan-Helen kültürünün etkisini vermektedir. Bk. Bilim ve
Gelecek a.g.m. s. 35

15 Alıntı için bkz. Milton, s. 134

16 Enoch’un Kitabı, 7: 3. Peygamber ENOK’un Kitabı. Hermes Yayınları. 2018. Anonil, Samyaza, günah olduğunu bile bile “İnsan
kızlarına yönelmeyi teşvik ediyor. Diğer melekleri ikna ederken, Samyaza, yalnız kalma ve günahın cezasını yalnız başına çekme
korkusu taşımaktadır. İsimler kimi versiyonlarda değişebilir. Bk. Enoch’un Kitabı 8: 1. S. 36. Her biri zamanla Şeytan ile özdeşleş-
meye doğru yürüyen, Melek isimlerini taşır.
8
Göksel Sırlar'ın açık edilmesi, İki Ahid Arası metinlerde en büyük günahlardan birisi olarak tanımlandı. Bir
zamanlar Tanrı katındaki prestijini yitiren ve hatta Tanrı tarafından kendisine de kurbandan pay verilmesi
istenen Azazel, ansızın kötücül bir figüre dönüşmüştü örneğin... AZAZEL' in kınanma nedeni kitabın sayfa-
larında gizli: “Gökyüzünde olup biten her şeyi yeryüzünde açık etmiştir”. Anladığımız kadarıyla suçu insan-
lara kılıç, bıçak, kalkan, zırh ve ayna yapmayı, bilezik ve süs eşyaları biçimlemeyi, resim sanatını, kaşları
boyamayı ve değerli taşları kullanmayı öğretmesiydi. Bu ise onu dünyadaki kötülükten sorumlu yapmaya
yeter. Tanrı, BAŞBELEK RAFAEL'i, Azazel 'i yakalayıp, taşa tutup öldürmekle, karanlıklara atmakla görev-
lendirir. Tıpkı Azazel gibi, diğer cinler de göksel sırları deşifre ettikleri için cezalandırıldı. BARKAYAL in-
sanlara yıldızları gözetleme sanatını, AKİBEEL işaretleri, TAMİEL astronomiyi, ASARADEL ise AYın ha-
reketlerini öğrettiği için…17

Enoch Kitabı yine de “kötülüğün” doğasından çok, “dünyadaki kötülüğün kökenlerini” açıklama iddiasında-
dır. Açıktır, “kötülük” onlardan önce yaratılmamış olsaydı, “yaratılanlar” ona düşmezlerdi.

Meleklerin, dünyayı kötü bir yer haline getirmekle birlikte, buna sebebiyet verecek niteliklere nasıl sahip
oldukları sorusu, eninde sonunda yaratıcı ile ilişkili bir kötülük problemini dayatır. Melekleri isyana iten ne-
dir? Onların şehvetli oluşlarının, birbirlerini kıskanmalarının nedeni, kibirlerinin nedeni nedir?

Tüm bu soruların teolojik tartışmalara neden oldu; bununla birlikte “kötülük probleminin” toplumsal hayat-
taki muadilleri hesaba katılırsa, bu soruların pek de önemi yoktur. Zira kötü, kötüdür ve iyiye dönüşemez.
Enoch Kitabı ise, cezalandırılan melekler açısından bu formülasyonu karşılayamaz; zira “suça” ve günaha
saplanmış olsalar da, yüce Tanrı’ya iman hususunda geri adım atmayan meleklerde “iyiye” dönüşüm müm-
kündür. Karanlık, ışıksız ve havasız çukurlarda, zincirlenerek ya da derin mağaralarda kapatılmak suretiyle
cezalandırılan meleklerin ıstırabına hüzünle bakmaktadır Baş Melekler. Eninde sonunda gelecek bir affı bek-
lemektedirler. Birkaç isim dışında bu mümkündür; belki Azazel; ama Samyaza18 kesinlikle affedilmeyecektir

5- Tarihsel bağlam, Esseniler ve politika… 



Enoch Kitabı çok büyük ihtimalle Esseniler tarafından kaleme alınmıştı. Şeytan'ın politik rolü, Zerdüşt'te
olduğu gibi net olarak okunabilir, onlardan kalan metinlerde.

Pagan kültürlerinin, Yahudiliği neredeyse tamamen etkisi altına aldığı bir çağın izlerini taşıyan bu öteleme,
İsrail'in şöhretini ve itibarını geriye getirecek Mesih beklentisinin sorunlu bir umutsuzluğa dönüşümünün
simgesi gibidir. Babil'in ardından ansızın İ.Ö. 332 yılında gelen İskender hakimiyeti ve ardından hiç kesil-
meyen Yunan-Roma tahakkümü "seçilmiş kavmin" psikolojisinden efsanevi umutları söküp almıştır. İ.Ö.
üçüncü yüzyılda Akdeniz kıyıları boyunca yeni Helen şehirleri kurulur; Gazze, Askalon, Yafa ve Akka…
Elbette bu kadim Yahudi şehirlerinin isimlerinin Helenleştirilmesi kadar korkunç değildir; Besth Shean Scyt-
hopolis, Samiriye Sabaste, Rabbath Amon ise Philadelphia haline gelir. Vermes’in deyimiyle Yunanlılar ya
da Yunanlaşan yerli halklar, Filistin topraklarını mesken tutmuştur; ekleyelim: Bu toprakları kendilerinin
yurdu haline getirme uğraşı vermektedir.19

Çok daha kötüsü, İ.Ö II. Yüzyılda başlayan Seleukoslar hanedanının sistemli Helenleşme politikasıyla ya-
şandı. Kudüs’ün merkezine bir gymnasium inşa edildi ve dini kurallar hiçe sayılarak, Yahudi gençlerinin yarı
çıplak halde spor yapmaları özendirildi. Tanrı’nın kavim ile yaptığı ahdin, sünnetin gizli kalma teamülü mü-
sabakalar nedeniyle çiğnendi. Kendilerini diğer uluslarla kıyaslayan Yahudilerin kendilerinde bir kusur bul-

17 İki Ahid Arası Metinlerde, Şeytan'ın diğer adlarıyla birlikte liste uzayıp gitmektedir. Karanlıklar Prensi'ne atfedilen diğer isimler-
den Baal dört kez, Mastema ise sekiz kez tekrarlanmaktadır. Messadie, "şeytanın adlarının belirtildiği yerleri açıklamaya yönelik bir
girişimin" ayrı bir kitap oluşturmaya yeteceği kanaatindedir. Messadie, a.g.e. s. 409.

18Enoch’un Kitabı, 7: 3. Samyaza, günah olduğunu bile bile “İnsan kızlarına yönelmeyi teşvik ediyor. Diğer melekleri ikna ederken,
Samyaza, yalnız kalma ve günahın cezasını yalnız başına çekme korkusu taşımaktadır. İsimler kimi versiyonlarda değişebilir. Bk.
Enoch’un Kitabı 8: 1. S. 36. Her biri zamanla Şeytan ile özdeşleşmeye doğru yürüyen, Melek isimlerini taşır.

19 Vermes, a.g.e. s. 74…


9
ma eğilimi güçlendi; öyle ki bazı babalar çocuklarını sünnet ettirmekten vazgeçti. “Tanrısız Jason yüzünden”
diye yazmaktadır Makkabeler Kitabı, “Yunanlılık üstün geldi…” 20

Elbette son darbeyi, en kutsal olan mekana yönelik saygısızlıklar silsilesi vurdu. Yine bizzat Antiochus tara-
fından atanan, Jason’a göre pek daha bir Helenleşme yandaşı Menelaus önderliğinde “aşırılaşmış” bir reform
hareketi başladı. Menelaus, “Mabet ve Yasa İbadetine inanç beslemiyordu; tüm bunları yobazlık ve saçmalık
olarak gördü. Beklenmedik bir iç mücadele başlamıştı ülkede, rahipler kutuplaştı. Gelişmelerden rahatsız
oldu imparator; zaten paraya ihtiyacı vardı. Tapınak önce, Menelaus ile Jason arasındaki Başkahinlik hak-
kından kaynaklanan iç savaşı bahane eden Antiochus tarafından yağmalandı. Ardından iki sene sonra 167’de,
Helen Tanrısı Zeus’a adanan bir mabede dönüştürüldü. Yakılan kitaplar yasaklanan ritüellerle, tarihte ilk kez
bir din yasak edilmiş, üyeleri baskı altına alınmıştı belki de.

Yahudi toplumunun "geleneksel değerlerinin" savunucuları ile "Pagan sentezini kabul eden" sınıflar arasın-
daki iç çatışmalar, Şeytan figürünün doğumunu kolaylaştıran gebelik sancılarıdır. Büyük Rahip Jason Kudüs-
’ün Helenleşmesine karşı çıkmak bir tarafa, bu dönüşüme çanak tutmuş, gençlerin olimpiyat oyunlarına ka-
tılmasını desteklemişti. Hemen ardından gelen Menelaus mabette “kurban” sunumunu yasakladı; tek bir Tan-
rı’nın insan yapısı bir binaya hapsedilemeyeceği şeklinde, zaman dışı felsefi bir jargon kullandı. Zengin Ya-
hudiler, sünneti dahi uygulamaz olmuştu

Gelenekselciler, pek kısa sürede zafere ulaştı. Seleciuslar, İ.Ö. 152’de İsyanın öncüsü Hasmon ailesinden
Jonathan’ı baş rahip olarak tanıdı; 142’de de vergiden muaf tutmak suretiyle özgürlüğünü kabul etmiş olur.21

Makabi isyanı belki düzelme yolunda bir umut vaat etmiştir; Johnson’un aktardığı gibi, kutsal değerlere bağ-
lılık sağlanmaya çalışılır; öğrencilere yalnızca kutsal yasanın aktarıldığı okullar kurulur. Ama zafere rağmen
çürüme sürmektedir. İktidar savaşları, kahinlik hakkı yolundaki mücadeleler, bitmek bilmeyen iç çekişmeler;
çok yakın zamanda gerçekleşmiş saygısızlıklardan beslenen bir hayli yüksek bir korku eşiği ve diğerlerinden
duyulan katıksız nefret…

Silahlı bir devrimin, zaferin hemen sonrasında yaşanan yozlaşmasının olası bir kaynağına ulaşmak bizi etki-
ler; iktidarın çok değil, yalnızca birkaç yıl önce, insanı motive eden asli değerlerine nasıl karşıt hale getirdi-
ğini görürüz. “İnançla kurulmuş krallıkları dinsizlik içinde yıkıldı…” demektedir Johnson; seçilmiş kavmin
kutsiyeti için militanca bir savaşın üzerinden pek az geçmiştir ki, paralı askerlerce savunulan kalelerde ika-
met etmeye başlamışlardır. Kendi halkına yönelik zulmü katliam boyutlarına ulaştı; iç savaşın hemen sonra-
sında, bütün şehir eğlenirken, savaş esirlerinden 800’ü henüz çarmıhtayken, eşlerinin ve çocuklarının boğaz-
larının kurbanlık koyun gibi kesilmesini emreder.

Sonunda bir Esseni belgesi, hüzün ve ihtirasla Kutsal şehri “tanrısızların kalesi” haline getiren yöneticilere
öfke kusmaktaydı: Onlar bu topraklarda tiksinti yaratmıştır22.Çok geçmeden Makabi iktidarı, Essenilerin mi-
tik lideri Doğruluk Öğretmeninin otoritesini reddeder; böylelikle Helen iktidarına karşı gerçekleşmiş birleş-

20 Kumran yerleşkesinin kuruluş tarihi olarak İ.Ö. 150-140’larda Başkahinlik görevinde bulunan 5 kişiden ikisi, Makabi kardeşler,
düşmanın elinde can vermiş olduğundan, Günahkar Kahin olma olasılığı yüksektir. Kardeşlerden ikincisi Simon ise düşmandan ziya-
de eniştesi tarafından öldürülmüştür. Bk. Vermes, s. 85… Jason, dominyonların bir an önce Helenleştirilmesine arzulayan ve bu geliri
savaş masraflarına yönlendirmek isteyen Selecius Kralı Antiochus Epiphanes’in atadığı başrahiptir. Onun sayesinde Antiokhos poli-
tikaları, yalnızca işgal kuvvetleri olarak değil aynı zamanda ağır vergi politikası uygulayan memurlarını atamış oluyordu. Jason ismi,
Joshua isminin Helenleşmiş halidir. Bk. JOHNSON, Paul Yahudi Tarihi s. 129. Pozitif. Yay. 2001. Çeviri Filiz Orman. Ayrıca Tercü-
me için bk. Vermes, s. 81… Maccabeler isyanının öncüsü kardeşlerin sonuncusu olan Simon’un yerine İ.Ö. 134-104 yılları arasında
hüküm sürmüş üçüncü oğlu John Hyrcanus’un oğlu, paraların üzerinde kendisini Kral Jonathan olarak yazdıran Alexander Jannaeus’-
tur. İktidarı 103-76. Bk. Johnson, s. 135. Paralı askerler yardımıyla, tüm Filistin’in tek suçu Yunanca konuşmak olan halkları üzerin-
deki hakimiyetinin dayanakların kutsal kitaplardan çıkartan babasının peşinden gider Alexander. Sınırların içindeki Yahudi halkını
din değiştirmeye zorlar; katleder ve kovalar. S. 136. Ülke içinde dindarların protestolarıyla karşılaşan Alexander; İosephus’un deyi-
miyle “kuduracak kadar sinirlenmiştir”. “Korkunç bir despota ve canavar dönüştü” diye yazar Johnson; 6 yıl süren iç savaşın sonun-
da 50 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Iosephus’a göre fazla içkinin neden olduğu bir ruhsal bozukluk halinde, İ.Ö. 76 yılında öldü.

21Johnson, s. 132.

22 Johnson, s. 132.
10
me dağılmıştır.

Esseni kayıtları, tarikatın tarihine ilişkin saptamasında “gazap çağı” ifadesini kullanıyor. Tarihsel belirsizlik-
ler bir kenara bırakılırsa, bu Babil Kralı Nabukadnesar’ın ülkeyi harabeye çevirişinden 390 yıl sonrasına
denk düşer. Uzmanlar bu tarihin, İ.Ö. II. Yüzyılın başlangıcı olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatinde.

Tarikatın tarihi bir mit ile güçlendirilir; yirmi yıl boyunca kendilerine bir yol arayan insanlara rehber olsun
diye Tanrı, “kendi kalbinin yolunda” onlara bir rehber göndermişti. Esseniler için bu kutsal kişi,“Doğruluk
Öğretmeni” ya da “Adalet Yorumcusu” olarak bildiğimiz, efsanevi kişiliktir. Elbette mit, çok sayıdaki benze-
ri gibi, olumsuzluklara gebedir, doğru söz reddedilecek, Şeytan’ın hamileri tarafından “sürgüne” gönderi-
lecek ve nihayetinde öldürülecektir. IQH XIII(Cemaat Kuralı) metnine göre, Doğruluk Öğretmeni, dışlanma
nedenini, “yasanın” değiştirilmesi yolundaki baskı olarak açıklamaktadır. “Senin tarafından kalbime kazı-
nan Yasa’yı değiştirmem için” demektedir, bu kutsal kişi. İki taraf arasında kanlı bir çatışma yaşanmış olma-
lıdır; sonunda Doğruluk Öğretmeni ve yandaşları kaybederek, sürgüne, Kumran’a yönelmiştir.

Şeytan tebasının en önemli figürü, “Günahkar Kahin”di. Adalet Yorumcusu’nun kimliğinin belirsizliğine
rağmen Günahkar Kahin’in tarihsel kimliğini ortaya çıkaracak bazı ipuçlarına sahibiz. Özellikle Esseni me-
tinleri “yoksulu”(kastedilen Esseni cemaati olabilir) yıkmayı tasarlayan bu kişiye karşı Tanrı’nın gazabının
tarihsel gerçekliğe dönüşümünün örneğini verir: Tanrı’nın gazap kadehini sonuna kadar içecek olan Günah-
kar kahin”, düşmanlarının elinde can vermiştir. Bu kişi büyük bir olasılıkla Makabi kardeşler sülalesinden
gelen Başkahin Jonathandır.23

Kendilerini gerçek Yahudiler olarak gören Essenilere24 ait Metinlerin kimi noktalarında Belial, açıkça politik
düşmanlara yönelik tanımlama olarak biçimleniyor. Bazı metinlerde Tanrı tarafından günahkar kahinleri ce-
zalandırmak amacıyla görevlendirildiği iddia edilen Kittim isimli kişi, olasılıkla Esseni cemaati'ne karşı ta-
kındığı sonraki dönem tutumları nedeniyle Savaş Kuralı Beyanatı'nda, sonunda Işığın Oğulları tarafından
yenilgiye uğratılacak, Satan ya da Beliyal'in ittifakçısı olarak niteleniyordu.

Tarihsel olarak yaşananlara gösterilen en köklü tepkinin mimarı olan bu Komün topluluğu için “düşüş” top-
lumsal-tarihsel realitenin doğrudan simgesidir. Tanrı’nın inayetinden uzaklaşan, lanetli bir hayatın kıyısında
çürümüşlük içerisinde yaşayan bir topluluğun vicdanı “Şeytani” olanın mitsel çizgisiyle kurulan paralellikle-
ri saptamakta zorluk çekmez. Mesihvari gelecek kurgusunda, Işığın Oğulları, Cemaat Prensi’nin önderlik
ettiği bir ordu ile uzun bir savaş yürütecektir. Kittim’in mağlup edileceği zamana kadar, dokuz yıl Sam, onar
yıllık süreler içerisinde ise Yafed ve Ham oğullarıyla savaşılacaktır. Zafer kaçınılmazdır, zira Cemaat Prensi-
’nin(Mesih) önderlik edeceği orduya Mikail ve Tanrı’nın melekleri eşlik edecektir. Esseni metinleri, “anlaş-
manın Tanrıtanımazları” olarak nitelenen hainlerin ve kutsal toprakları işgal eden “Kittim” in ardından, koz-
mik bir kötülüğü, Beliyal’i savaşa dahil eder. Karanlığın Güçleri içinde savaşacak Belial, eninde sonunda
mağlup edilecektir.

Esseniler, Belial’in değişik tanımlarına aşina idi. Bu tanımlar, Lucifer gibi yaygın isimlerle anıldı. Tanrı’nın
katını arayan her fani, gözlerini gökyüzüne çevirir. İnsan muhayyilesini katıksız bir ilhamla zorlayan yıldızlı
gökyüzündeki değişimler, yıldızların sönme, kayma ya da görünmez hale gelmesi gibi doğa olayları, Tanrı’-
nın katından sürülme temasının alegorik bir karşılığını oluşturur. Yahudi toplumunun çöküşü Tanrı’nın Yüce
Divanından sürülmüş “oğulların” öyküsü aracılığıyla dile getirilir; günahkarlık, aç gözlülük, kibir; Şeytan’ın
olduğu kadar Yahudi toplumunu yıkıma sürükleyenlerin sıfatıdır. Bilgilendiğini düşünerek kibirlenen, tahtını

23 VERMES, a.g.e. s. 80. Ayrıca Kittim kimliği için değişik görüşler hakkında bk. S. 83 ve s.108…

24 Bu doğrultuda bir yorum için bk. Örs, s. 251-252… Esseni inanışına göre göç, Kudüs kentinin de yer değiştirmesi anlamına gelir.
Zira Kumran “gerçek İsrail’dir… Bk. Armstrong, İncil, s. 48. Bu doğrultuda bir yorum için bk. VERMES, Geza. S. 51. Onlar kendi-
lerini “dinsel yapının otantik geleneklerinin koruyucusu olarak görmekteydi. Belgelerde “Kutsal Metinleri” en doğru şekliyle yorum-
lama gücünün kendilerine ait olduğunu savundukları görülür: “… Gözüm gördü sonsuz olanı, adamlardan gizlenen erdemi(…) Tanrı
bunları seçkinlere verdi/daimi mülk olarak/ve onların kaderini/Kutsallarınkıyle ortak kıldı. “Vermes, s. 100. Geza Vermes’in tüm
Kitab-ı Mukaddes’e yayılmış “Anlaşma” ve bu kuram doğrultusunda Tanrı’nın bir avuç iyi kişi bulmak adına anlaşmayı yenilemeye
razı oluşundan hareketle, Essenilerin kendilerini tüm zamanların “bir avuç iyi insanı” olarak tanımlamaları hususunda bk. s 92-93
11
Tanrı’nın üzerine koyacağını iddia eden Şeytan, hiç beklemediği bir yenilgi almıştır. İşaya kitabı, onun düşü-
şünü, düş kırıklığı içerisinde aktarmaktadır:

"Ey parlak sabah yıldızı, Göklerden nasıl düştün!/Sen ki milletleri devirirdin, nasıl yere yıkıldın!/Ve kendi
yüreğinde derdin:/Göklere çıkacağım, tahtımı/Allah'ın yıldızları üzerine yükselteceğim,/Ve şimalin sonların-
da cemaat dağında oturacağım/Bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacağım/Kendimi Yüce Allah gibi edece-
ğim/Fakat, ölüler diyarına, çukurun en derinine indirileceksin..."

Aslında bu bölüm, Nebukadnezar ya da Satan ile ilişkilidir büyük bir olasılıkla. Davidson, Lucifer’e uzanan
yolun, bu bölümün yanlış bir yorumu yüzünden kaynaklandığı kanaatindedir. Bu geçerliliği olan bir tezdir;
zira “Işığın düşüşü” teması, bizi nasıl olduğunu takip edemediğimiz bir şekilde, geç dönem Yahudi ve çok
daha büyük bir olasılıkla Hıristiyan kültürünün etkisiyle “Şeytan”ın isimlerinden birisine, Lucifer’e ulaştırır.
(“Işık Taşıyan” şeklindeki güçlü prestij unvanının “Şeytani” kötülükle ilişkisi sorunludur. Bununla birlikte;
ışığın bilgi ile özdeşleşen içeriğini hatırlayarak bu çelişkiyi giderme yolunda avantaj elde ederiz.

Bilginin imana zıt dokusu, katı bir sofuluk içerisinde yaşayan Esseniler gibi topluluklar için hazımsızlık do-
ğurdu. Yunan ve Roma kültürünün felsefe, matematik, tıp ve diğer bilimsel disiplinleri mutlaklaştıran kültür
tarihi, dinsel bilginin üzerinde baskı oluşturmuş olmalıydı. Bilgi kibrin ana kaynağı haline geldi; sonunda
çürümüşlük, kötülüğün asal nedeni olarak Şeytan’a atfedildi. Buna rağmen, İsa “Işık Taşıyan” a dönüşecek-
tir.25 Özellikle, Yahya’nın müritlerinin kafasını epeyce karıştıran, sorunlu bir iddia…

Esseni topluluğu Helenleşmiş yönetimi reddetti ve Tora'ya bağlı olmayan bir rejime karşı duydukları büyük
öfkeyi parola haline getirerek çöle çekildi. Kumran nüfusunun en fazla olduğu İ.S. I. Yüzyılda 4000 kişiden
biraz daha fazla kişi, bütün içtenliğiyle Tanrı’yı aramak, ortak yemek ve ibadet, sevgi ve ortak mülkiyet pa-
rolasıyla bir arada yaşamaktaydı.

Karşımızda sofu, bugünün tanımıyla fanatik bir dini topluluk bulunuyor; hiç durmaksızın Tanrı’ya ülkenin
bağışlanması için dua ettiler, Tevrat’ı inceleyerek ve “Kudüs’ün” günahkarlarına lanet okuyarak geçirdiler
günlerini. Topluluk, Tanrı’nın kendilerini kolladığını, koruduğunu ve yol gösterdiğini savunuyordu; yeni yeni
doğmakta olan bir Yahudi topluluğu eğilimiyle “gizemli bilgilere ulaşma gayesi” hissederler. Zerdüşt’te ol-
duğu gibi insana musallat olan iki ruhtan, Işık ve Karanlığın gücüne inanır; Şeytan açık biçimde öteki olandır
Essenilerin gözünde.

Şeytan ve değişik isimleri Ne Ölü Deniz Yazmaları'nda ne de İki Ahit Arası Metinlerde kesin bir kötülükle
özdeşleşmeden bir kez bile ele alınmaz. ŞEYTAN figürü kat 'i bir kararlılıkla, düşman olarak nitelenir ve
TANRI dan artık tamamen ayrıdır. Doğrudan İki Ahit Arası Metinlerde en az yirmi altı, eşanlamlısı, Belial ya
da Beliar'a ise yetmiş gönderme vardır. Şeytan için çalışan aracı meleklerin sayısı ise çok daha üst düzeyde-
dir.

Rahatlıkla söyleyebiliriz: Şeytan artık vardır ve bu zamanda da mit, tıpkı tarih öncesi çağlarda olduğu gibi
"yaşamın" temel unsurudur. Zerdüşt, Sümer ve Mısır gibi antik kültürlerde örtük halde bulunan bir kötülük
figürü, yağmalanan ve alt üst edilen toplumsal dengenin, ötekini "kötücül kılması" zorunluluğunun ürünüy-
dü. Ortak bir tavır takınma yolunda bir araya gelmiş bireyler, bu düşman ile birbirine yaklaştı, kendinden
olmayana karşı bir mücadele tertip etti. Şeytan varsa ya toplum bölünmüştür, ya da dünya...

Şeytan'ın "bilgiyi gasp eden" ve bunu "daha aşağı olana" armağan eden bir varlık olarak tasvir edilmesi tüm
simgeselliğiyle manidardır. Bir toplum dışarıdan gelen bir saldırı ile karşılaştığında ya da bir sınıf diğer bir
sınıf tarafından toplumsal karar iradesinin dışına itildiğinde toptan bir teorik reddedişin eşiğindedir. Bu yapı
zamana yayılıp sistemleşme şansına kavuşursa, Russel’in deyimiyle “kötülük” geleneklere yerleşirse, "karşı-
tın" mitik bir Şeytana dönüşmesinin önünde hiçbir şey yoktur. Toplumsal konumlanmanın bu aşamasında

25Satan’a Lucifer adını, St. Jerome ve diğer kilise babaları takmış olmalıdır. Bk. DAVIDSON Melekler Sözlüğü, Lucifer. S. 216.
Aslında o, sabah ya da Akşam Yıldızı’dır. A.g.e. s. 217…
12
kötülük sembolü, açık bir şekilde subjektif ve elitisttir.

O halde şu sonuca varabiliriz: Eski Ahid’de asla tam haliyle bulamadığımız bir kötülük gücünü; Yahudi top-
luluğunun alternatif yaşam görüşlerine adapte eden miras Babil ve İran idi. Çöle çekilmiş Esseni topluluğu-
nun kıyamete, karanlığın güçlerine, hesaplaşma gününe ve Şeytana yaptığı göndermeler, Yahudi topluluğunu
yöneten kişi ve sınıflara yöneltilmiş açık eleştirilerin türevidir. Enoch Kitabı’ndan okuruz; Esseni topluluğu
Tanrı’nın Düzenini savunur ve gerçek hüküm gücü onlardadır. Tanrı’dan alınmış bu yetki, seçilmiş kişinin,
Mesih’in geleceği güne dek, öteki olanla konuşulmasını dahi yasakladı.

Çölün kavurucu sınırları, kendilerine bir komün hayatı kurmuş münzevi topluluğuna, “cehennemin” sınırı
gibi gözüküyordu. Sınırı aşmak, Şeytan’ın hüküm alanına girmektir; Şeytan’ın sınırıdır bu çünkü o bizzat bu
dünyadadır.

6- Tanrı’nın Oğlu ve Yeryüzünün Efendisi Karşıtlığı



Hayatın gerçekliğine bu bakış, İsa’nın ideolojisi için açıkça uygundu. Zerdüşt’ten hemen sonra İsa’nın felse-
fesi ve sözlerinde Şeytan, iyi olana mutlak karşıtlığını doğruladı. Dünyevi olan her ne varsa, zenginlik, ihti-
şam, kibir, şan ve şöhret düşkünlüğü, kıyımlar, zorbalıklar, adaletsiz hükümdarlıklar; kötücül olanın yetkin
niteliğiydi. İsa açıkça fakirliği, mütevazi yaşamı ve azla yetinmeyi önerdi.

Bu felsefi dizge, Esseni çizgisinin açık bir devamıdır.

Gerek İsa’nın öğretilerinden, gerekse sonraki dönem katkılarından, Şeytan’ın tümüyle bağımsız bir karakter
haline geldiği ve kötülüğün temel kaynağı-yaratıcısı olarak olgunlaştığını düşünebiliriz. Apokaliptik Yahudi
geleneğinin, orijinal Yahudi kültürüne özgü “kötülüğün Tanrı’nın aracı olduğu” şeklindeki eski argümanı bir
kenara ittiğini biliyoruz. Bunun temel nedeni, açıkça kılgısal alandır. Zorlayıcı ve baskıcı bir rejime yönel-
tilmiş radikal bir eleştirinin, işgali yöneten kişilere ve onların katışıksız iş birlikçilerine “iyiye dönüşebilirlik”
potansiyeli vermesi oldukça zor gözükmektedir. Politik alanın gerginlikleri, diğer taraftan, teodise sorununu
göz ardı etmek istemiş olmalıdır. Yaşanan tüm kötülüklerin ardında “Tanrısal bir kayra ile” çok daha yüce bir
iyiliğe yönelmiş beklenti, politik olarak işlevsiz gözükmektedir.

Nihayetinde, karşımıza, ötelenmiş gerçek bir sorunun dikildiğini görürüz: Bu dinde ikizleşmedir.

Gerçekten Apokaliptik Yahudi geleneğinin, büyük oranda Essenilerin, Tanrı ile Şeytan arasındaki kopuşu net
bir şekilde formüle etmiş olduğu gözüküyor. Tanrı tümüyle iyidir; kötülük onunla ilgili değildir. J. Burton
Russell’in belirttiği gibi bu “Tanrı’nın özgün imgesinin bölünüşüdür…”26 Böylece Şeytan, açık bir şekilde
Tanrı’ya kafa tutan, iyi ile savaşımın diğer cephesini, “kötülük güçlerini” yönlendiren bağımsız bir karakter
haline dönüştü. Temel yapı bu aşamada, Milton’un Cennet’ten sürülüş öyküsünü revize eden kurgusunda
olduğu gibi, dünyayı kötülükten kurtarmaya karar vermiş bütünüyle iyi Tanrı’nın satranç tahtası üzerindeki
yeni hamlesine, Kurtarıcı ya da Seçilmiş Kişinin dünyaya gönderilişine açılır.27 İsa’nın öğretileri, “Şeytan”
ve “Mesih” mitlerinin zorunlu sonucu olarak görebileceğimiz “İyi-Kötü Savaşımının” geleneksel apokaliptik
yorumunun üzerinde yükselmektedir.

İsa’nın İncil’lerde neredeyse parodi düzeyinde bir yaygınlıkla “kötü ruh”lardan sağaltım işlemi gerçekleştir-
diğini biliyoruz. Messadie’nin deyimiyle, Filistin’de bu kadar çok “cin çarpmış” insanın bulunduğunu gör-
mek bizleri şaşırtır. Bu gösteri sistematiği İsa’nın başarılı bir hekim olup olmadığı hususunu tartışmaya aça-
bilir. Zira çok sayıda antik kültür, hastalıkların nedenini, gözle görünmeyen “kötü ruhlara” bağlama yolunda
etkileyici bir paralellik sergilemiştir. Bilgisi yüksek, kabiliyetli bir şifacının, “büyük bir büyücü” ya da “ usta
bir cin çıkarıcı” olarak mitleştirilişine ilk kez rastlamıyoruz. Ancak İsa örneğinde sorun bu kadar basit ola-

26 J.B. Russel, 269 ve sonrası…

27 Milton’un kurgusunun en özgün yanı, Şeytan-Tanrı karşıtlaşmasından duyduğu rahatsızlığı, İsa-Şeytan karşıtlaşmasına dönüştüre-
rek çözmesidir. Bu ikisi savaşta, eş güçlere sahip olmasa bile, muhatap alınacak rakiplerdir. Milton, bu bağlamda, Cennet’ten sürülüş
öyküsüne gide yolda, secde problemini ilk insan Adem’den alan ve Oğul’a veren bir değişiklik öngörür.
13
maz; Hıristiyanlığın söz konusu kutsal metinleri, “kötülüğü kişileştirilişi” meselesini ısrarla irdeleme eğilimi
göstermektedir. Bu ideolojinin temel varyasyonu İsa’nın karşıtını oluşturduğu bir kötülük ordusunun var ol-
duğu, insanların hayatlarını cehenneme çevirdiği ve Kıyamet Günü’ne kadar uzanan bir savaşta onları “Işığın
Yolu’ndan” saptırmaya gayret gösterdiğidir.

Bu karşıtlık en çarpıcı haliyle “Çölde Karşılaşma” sahnesinde işlenmektedir. Messadie’yi rahatsız eden man-
tıksızlıklara28 rağmen, mit gerek retorik gerekse sahne bütünlüğü açısından başarılıdır.

Çölün ıssızlığının katı bir oruç girişimiyle birleşmesinin ki-Matta İncil’i İsa’nın kırk gün kırk gece oruç tut-
tuğunu yazar-insanı “hayal” görmeye yatkın hale getirdiği şeklindeki modern analizi burada bir kenara bıra-
kabiliriz. Zira pek az işlevseldir; Şaman topluluklarından beri “oruç” ya da acı geleneğinin “ruhani” güçlerle
ilişkisinin öncesindeki kritik bir aşamayı temsil ettiğini biliyoruz ve modern analiz “dini incelikleri anlama-
da” epeyce başarısızdır. Campbell’in aktardığı bir anekdotta , “kutsal bir kişiye” dönüşeceği bilgisini genç
yaşta edinen Şaman, “tek başına bir tipiye girmek” yahut “oruç tutup dua” etmek için, tıpkı İsa’nın çöle çe-
kilmesi gibi, ıssız bir tepeye gitmişti. İnsanların arasına döndüğünde ise:

“Büyük Gizin söylemesini emrettiğini söyleyip öğretir. Öğütler verir, hastaları sağaltır ve insanları kötülük-
lerden koruyan kutsal büyüler yapar…”29

Şamanların deneyimlerini, Hz. Musa’nın Sina’da, İsa’nın çölde yaşadıklarıyla karşılaştırmak adına güçlü
dayanaklara sahip olduklarını iddia etti batılı bilim insanları…

Diğer taraftan, “mağara”, “çöl” ya da “dağ” figürlerinin, öte dünyaya açılan kapılar olarak sıklıkla değerlen-
dirildiği ritler aracılığıyla ilkel tarım topluluklarıyla da ilişki kurabiliyoruz. Onlar için “yeniden doğum” ola-
nağının bu eşiklerden geçmek koşuluyla sağlandığını hatırlayalım. İsa’nın sınaması açık olmasa bile etkili
biçimde, ilkel tarım topluluklarından miras kalan bireyin ergenliğini ispatladığı acı ve ıstırap törenlerinin
alegorik karşılığıdır. Girit Krallarının dokuz yıllık periyotların sonunda İda Dağı’ndaki kehanet mağarasına
kapanma geleneğini hatırlatır Campbell; bu kapanma sayesindedir ki kralın kutsal güçlerinde bir yenilenme
gerçekleşir.30

Bu eğilimi güçlendiren veriler metin içinde saklıdır; İsa’nın bizzat Ruh tarafından, İblis ile karşılaşmak üzere
yönlendirilişi, Durkheim’in dinin en büyük esinleyicisi, belki de Tanrı olarak tanımladığı “toplum” tarafın-
dan ıssızlığa gitmeye mecbur bırakılan “ergen” kişiye, ya da “yalnızlık içinde kendi ruhsal yoldaşını bulmaya
yönlendirilen” Şaman ile kesin biçimde kıyaslanabilir. Tüm bu girişimlerin her birinde, Hz. Muhammed, Hz.
İsa ve Hz. Musa’da olduğu gibi, kesin bir dönüşüm yaşanmıştı. Kişiler, bambaşka kişiler olarak, “yeniden
doğmuş bir halde” topluluğa döndüler.31

Çöl sahnesinde önemli olan şey İsa’nın imanlılar açısından değer yaratan şekilde, sınavdan başarıyla geçme-
si idi. İsa’yı çöle yönlendiren Ruh’tu; zira şamancıl bir bölgesel ruh inancına uygun olan bu motif İsa’nın
İblis ile karşılaşmasını tertip etmek istiyordu, ya da bu karşılaşmanın gerçekleşeceğinden haberdardı. Bu de-

28Sahne çok sayıda mantıksızlıkla örülmüştü. Bunlar içinde en dikkat çekicisi, Şeytan’ın, karşısındaki kişinin Tanrı’nın oğlu oldu-
ğunu bilmesine rağmen onu ayartmaya çalışmasıdır. “Düşman karşımıza, sözcüğün tam anlamıyla bir geri zekalı olarak çıkar…”
Messadie, s. 423

29 Alıntıiçin bk. Campbell, İlkel Mitoloji s. 243. Campbell, dini-mistik deneyimin özünü, tarih dışı olanda; bireysel deneyimde gör-
mektedir. Şaman ile simgelenen bu deneyim, tüm dinlerde geçerliliğini sürdüren bir geleneğin taşıyıcısıdır. “Az veya çok toplumsal
amaçlar için kullanılan ve biraz de yerli halkı ruhsal bakımda rahatlatan imgeleme anlam ve derinlik veren odur…” bk. s. 263

30 Bu geleneğin kralın belli periyotlarla hüküm sürme ve sonrasında öldürülme geleneğinin insancıl hale getirilmiş geç dönem evrimi
olduğunu düşünmek mümkün. Paralel bir yorum için bk. Campbell, s. 422

31 Campbell, yeniden doğumun hemen öncesinde gerçekleşen “ölümün” ritüel şeklinde canlandırıldığı bir örnek aktarır. Beş gün
boyunca, sık sık yağan tipinin ortasında bir çadır direğine aşılan ve kendinden geçen kadın şaman Kinalik, kurşun yerine “taşın”
kullanıldığı gerçek barutlu bir silahtan çıkan nesne ile öldürülür. Üstad şaman, hikayedeki Igjugarjuk, ertesi gün onu canlandırmak
üzere çadırına girer. Ama kadın öylesine güçlüdür ki, yardım olmadan “canlanmıştır” zaten.
14
neme İsa’nın dünyevi değerlerle imtihanıdır; onun başarısı “ruhani” olan gücünün yetkinliğini ortaya koy-
mada istekli müritler yaratmaya olanak sağladı.

Onun toplumsal bağlamdaki hedefinin, ezilmişler, yoksullar, dışlanmışlar olduğunu biliyoruz.

İlk imtihan açlıkla ilgilidir. Açlıktan kırılmak üzereyken, Şeytan’ın “taşları ekmeğe dönüştürüp yeme teklifi-
ni, eşsiz bir ifade gücüyle reddeder: “İnsan yalnızca ekmek ile yaşamaz…” Sırasıyla “Şeytan”ın İsa’dan bir
mucize göstermesini dilediği(İsa’nın yanıtı: “Allah’ın Rabbi denemeyeceksin!”) ve Allah’ı bırakıp kendisine
secde etmesini istediği(İsa’nın yanıtı: Çekil Şeytan, çünkü Rab Allah’ına tapınacak ve yalnız ona kulluk ede-
ceksin) kısımlara geliriz.

Messadie’nin mantıksızlık kuşkuları haklıdır; ancak sözcüklerin doğrudan anlamını baz alacaksak. Ne Tanrı-
’nn ne de Şeytan’ın, İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğundan şüphesi yoktur. Beyanatlar yazıcıların “imanın” te-
mel ilkeleri hususunda “Şeytanı alt eden” bir “Mesih” ortaya koyma gayretinin ürünüydü. Böylesi bir amaç
için de arketipsel bir erginlenme töreninden esin alınmıştı. Arkaik kanaldan alınan bu mirasın coşkunluk ve-
ren etkisi,zamanla olgunlaşacak bir mücadele geleneğinin açılışı olarak okunmalıdır; Şeytan ve İsa karşıtlığı
sonsuza dek sürecek savaşımın iki karşıt karakteri olarak şekillenir kuramda.

J. B. Russel, “Yeni Ahit” içerisinde, “Şeytan” ve onun diğer isimlerinin kullanılışıyla ilgili rakamsal bir der-
leme sunar bize. Kitapta ağırlıklı olarak “Şeytan” ya da “İblis” ismiyle anılan “kötülüğün Tanrısı”, 33 kez
Satan ve yine 33 kez“diablo”(ho diabolos) ismiyle anılmaktadır.32 Bu yaygınlık, Hıristiyanlıkta “Şeytanın”
daha önceki hiçbir din ve öğretide olmadığı kadar, merkezde olduğuna işaret eder. Sanki o olmasa, İsa’nın
işlevi ve sözleri değersizleşecek gibidir. Bir mücadele alanı kurgulanmıştır açıkça; yüzleşme sahnesinde bü-
tünüyle iyi olan Tanrı ile ilişkisini kanıtlayan “Mesih”, “Şeytan’ın” yenileceğini müjdeleme hakkı kazanmış-
tır.

Bu teorik girişim, Kilise’nin en sevdiği kalıt olarak dikkat çeker. Kilise’nin kurumlaşması sürecinde Şeytan,
baş tacı edildi. Gerçek bir düşman yoksa Kilise’nin aydınlığına da ihtiyaç yoktur ve şayet Şeytan yoksa o
yaratılmalıdır. Cadı avları, heretikler ve Şeytan çıkarma ayinlerinin yaygınlığıyla bu teolojik figür, gözün
gördüğü alanlarda cirit atmaktadır.

Çok uzun sürmedi, “Şeytan” sanki onu gören varmış gibi açık seçik tasvir edildi Toledo Konsili’nde; resmi
kayıtlara geçtiği şekliyle mitik bir varlık, tarihsel bir varlık haline geldi: Eşek kulaklı, keçi sakallı ve boynuz-
lu, ateş saça gözlere sahipti. Ürkütücü dişleri vardır ve ağzından sülfür kokusu yayılır, uzun tırnaklıdır ve
pençeleriyle tuttuğu çatal biçimli kargısı, büyük bir erkeklik organına sahip olarak tasvir edilir33

Açıkça eski dünyanın ve paganların bereket unsurlarıdır bunlar; eskiyi “Şeytan” haline getirme eylemi en
gerçek haliyle karşımızdadır.

SONUÇ Niyetine: Modern dünyaya dair bir değinim



Zerdüşt’ün, Kitabı Mukaddes’in, Hz İsa’nın, Hz Muhammed’in ve nicelerinin politik davalarında karşıt taraf
hep şeytani idi.

Şeytani olanın ayırt edici niteliği, kötülükle mutlak surette ilişkili olmasıydı.. Kötülüğün yargılanacağı ve
eninde sonunda cezalandırılacağı “aklın” değilse bile vicdanın arzusu idi. Cennet ve Cehennem miti, mutlaka

32 Diğer isimler ve kullanımları hakkında bk. S. 270 dipnot 6…

33 Ahmet GÜNGÖREN CADILARIN GÜNBATIMI: "Bir antropoloji el kitabı için yazılar"/Yol Yayınları/2. Basım Haziran 98 s. 47.
Milton da Kayıp Cennet’te, cehennemde Şeytan’a yakın, sürgün öncesindeki onurlu-tahtlarında oturan güçlü meleklerini eski dünya-
dan alır. Pagan Tanrıları açıkça Şeytan’ın tebaasına dönüşmüştür: Baalzebub-Şeytan’dan sonra ikinci sırada yer alan, Suriye kökenli
bir Tanrı-Bk. Davidson, s. 91, yine Şeytan’ın sağ tarafında kalan Azazel, İsrailoğullarının sapkınlıkla tapındıkları ve uğruna çocuk
kurban ettikleri Molek, Belial, Dago ve Azazel… Milton, biat eden Melekler arasında Temmuz, Adonis, Osiris ve İSis’in isimlerini
de sayıyor. S. 20-21. Ayrıca cennetten sürülen son asi Ruh, Mammon s. 26. Bir Suriye Tanrısı.
15
Şeytan ile açık ilişkiler kurdu. Bu, politik bağlamda kendinden yana tavır gösterene “ödül” vaat eden bir dü-
şünsel sistematikti. Örneklerine sıklıkla rastlarız, bu retorik neredeyse evrenseldir.

Ne olursa olsun, bu büyük kişilerin, gerçek olarak kabul ettiği “Şeytan” asla bir hayal ya da batıl inanış de-
ğildi. Her daim, her düşünsel ve edimsel kalkışmada, her dönem ve toplumda “Şeytan” hali hazırda duruyor-
du. Onun günden güne daha da belirginleşen nitelikleri, insanlık tarihinin bir benzeri daha görülmemiş örne-
ğini oluşturdu.

Mitolojilerin hiç bir öğesi, Şeytan kadar, güncel olanı ve tarihi karşılamada kullanılmadı modern dünyada.

Ortada Şeytan var ise, ruhanı varlıklara da yer vardır. Modern Dünya bu çelişkiyi nasıl karşılarsa karşılasın
günümüzde, bu varlıklar oraya buraya saçılmıştır. Çok sayıda ekol, dünyanın “kötülükle” dolu bir yer haline
gelişini açıklamada “ruhani” varlıkları kullanmaya başladı. Böylelikle neden bazı insanların yalnızca “Şey-
tan”a inanmamış oldukları için ateşe gönderildiğini anlamış bulunuyoruz. “Şeytan” yoksa kötülüğün varlığı
sorununda tek bir sorumlu kalmaktadır: Tanrı.

Modern dünyanın hemen sonrasında, Dünya Savaşlarının yıkımlarını atlatmış, gerçek Şeytan’ın, Komüniz-
min ortadan kalktığı, “ulusların” sınırlarını koruduğu bir dünyada “politik” gerginlikler sürerken, İran Cum-
hurbaşkanı “Humeyni’nin” ABD’nin gözündeki “Şeytaniliği”, karşılıksız değildir. “Şeytan” hala ötekidir;
öteki ise ben olmayan; bana dönüşmesi mümkün olmayandır. Bilimin baskısı altında Kutsal Kitabın “literal”
anlamsızlıklar ve mantıksızlarının eleştirisinden epeyce yorulmuş sofu Hıristiyanların, “kaos” halindeki dün-
yanın yaklaşmakta olan “kıyamet” kehanetine sarılmasını hatırlayalım. Son’dan hemen önce Yahudilerin
yurtlarına döneceği kehaneti gerçekleşmiştir; “kuzeyden gelen Şeytani bir tehdit için” herhalde Komünist
Rusya’dan daha iyi bir aktör yoktur. Bu tabloda Milletler Cemiyeti için de bir rol vardır: Armstrong’un de-
yimiyle, yıkımdan önce ilahi bir karar olarak “savaşın” gerçekleşmesini engellemeye çalışan ve Sahte Mesih
tarafından yönetilen “Roma İmpatorluğu…”

Dini ve “Din Savaşlarının” yıkım getiren tarihini eleştire eleştire kurduğu yapının insan kanına bulandığını
gören “akılcı dünya görüşü”, sofu dindarların kehanetlerden oluşan karşıtlıklarla yüzleşti. Bu tablo, artık şef-
kat ve sevgi ile insanları kurtuluşa çağıran Mesih’in gereksizliği noktasında birleşmişti. “Giysileri başkaları-
nın kanına bulanmış. İnsanların kanını dökebilsin diye inen savaşçı bir Mesih…” 34 inmiş ya da inmek üze-
redir.

XX. yüzyılın tümünde yaşanan toplu cinayetler, kıyımlar, katliamlar ve savaşları açıklamada, dini imgele-
min, en az “modern kuramlar kadar etkin olduğunu ve haklılık payı taşıdığını gösterir bunlar.

Daha da fazlası İnsanlar artık çılgınca bir sanının eşiğinde, “mutlak” iyi olduğunu iddia etmeye cüret ede-
mez. “İyi” olmayı arzularız, ama bunu beceremediğimiz anları da görmeyi becerecek düşünsel olgunluğa
sahibizdir. O halde bizler istemeye istemeye de olsa, “kötüye” yatkın taraflarımızı görürüz; ama Şeytan deği-
lizdir. Kısmi bir kötülük eğilimi bizi “Şeytani” yapmaya yetmez; yahut “politik” karşıtımızın “kısmi” iyilik-
leri onu “Şeytan” olmaktan kurtaramaz. Demek ki “Şeytan”, Messadie’nin söylediği gibi “iyiye” dönüşme-
yen bir “kötülük”, ya da Russel’in belirttiği gibi tüm “kötülüğün” kişileşmesinden ya da kötülük yapmaktan
keyif almaktan çok, “politik” olarak öteki olanın sıfatıdır.

Bunun için ise en doğru ilk kaynak, kişidir. Kendini toplumun baskısından saklayan, itiraz eden, kurallara
uymayı reddeden ve kendi içindeki yaratıcı gücü kutsayan bir kalkışmanın kaynağında dikilir Şeytan. Bir
sıfat değildi başlangıçta, ruhumunuz ve benliğimizin bize kattığı, yaşam gücü idi. Hayvan sembolleriyle süs-
lü bir Şeytan imgesi, ancak bu yaşam gücünün tarih boyunca tamamlanmış ilksel karşılığı Şaman’dan alıntı-
lanmış olmalıdır.

34 Szasz’dan alıntılayan Armstrong, İncil s. 228


16
“Şeytan”ın diğer sıfatları, ona atfedilen öyküler ve gerçeklik iddiaları, onun gerçek olduğunu kanıtlamada
yeterlidir. İnsan yalnızca inandığı için değil; onu başkalarının nezdinde gördüğü için o gerçektir. Masum ço-
cuklara kıyan bir savaş suçlusunun gözlerinde onu görürüz; kimilerince Stalin’de ya da Hitler’de cisimleşir.
Ama bunların hiç birisinin yıkımı “Şeytan”da olduğu gibi amaçsız ve gerekçesiz değildir. Ahlaki kötülük;
Şeytanın gerçek niteliğidir. Bir çocuk tecavüzcüsünü neyin kötü yaptığını sorabiliriz belki. Ama vereceğimiz
yanıtlardan hiçbirisi, “Şeytan” olduğu içindir!” şeklinde değildir. “Şeytan”ın neden kötü” olduğunu ise sora-
mayız; zira bu “kötü neden kötüdür?” sorusunun bir başka şeklidir.

“Şeytan” ilk insandan bugüne aramızda dolandı durdu; Jung’un deyimiyle zaten bize ait olduğu için. Modern
dünyanın kötülüklerinin, insan aklının mutlaklaşması ve bilinç altında yaşayan “kötülük” ilkesini sürekli en-
gellemenin sonucu olduğu kanaatindedir o. “Demonizminin bilincinde olmayan insan ruhu” diye yazar
Jung… Yine başka bir yerde “Batılı insana kendi kötü gölgesi Demir Perde’nin ötesinden sırıtıyor.” Demek-
tedir.

Çünkü aslında öteki bizim gölgemizdir.

Bu nedenle daha insani bir hayatı sağlayacak içsel barışıklık ve üst insan olanaklarının engellendiğini düşü-
nüyordu o. “Haksız olanın-elbette bence Şeytanın-yalnızca onlar, yani muhaliflerimiz olduğu sürece ve kendi
gölgemizi ve yaptığı kötülükleri kabul etmedikçe…” büyük bir problem doğmuştu. Bu halde bilince varama-
yan bilinç dışı gücü, çok daha büyük bir hınçla savaş ve kıyım yüzyılını yönlendirmektedir. 35

Şeytan şayet bizden bir parça ise, neden onu düşünmekten kurtulamadığımızı da anlamaya yaklaşırız. Onun
etkisini, toplumsal düzlemde pek kolayca görebildiğimiz, hissedebildiğimiz ve o bir çok problemi çözdüğü
için… Elbette o olmamış olsaydı, “kötülük” probleminin varlığını Tanrı ile ilişkilendirmeden çözmeyi başa-
ramayacağımız için.

Humeyni’yi Şeytan olmakla suçlayanlar, Humeyni’nin de kendilerini aynı şekilde suçlamış olduğunu bili-
yordu. Politika alanı, aynı şeyleri söyleyen ve yapan kişilerin, amaçsızca zıtlaşması değil midir? Kimin “Tan-
rı” kimin “Şeytan” tebası olduğu da ekonomik ve askeri güç, siyasi stratejiler ve halkla ilişkiler çalışmasıyla
belli olacaktır. Kazananlar için, “Tanrı’nın” desteği ideolojisi pek kolaydır; yenilenler için ise gökyüzünden
düşen bombaların “Şeytanın” hakimiyetini ispatladığını söylemek en az önceli kadar basite indirgenebilir.
“Tanrı’nın çocukları, Tanrı’ya inananlar neden yenilir?” sorusunun önem kazandığı bu aşamada, “teodise”
sorununa göndermede bulunmaktan geri kalınmaz. Yahudi toplumu, yürekteki bu yarayı, yüzyıllar süresince
“Tanrı’nın kavmine sırt çevirişiyle” karşılamıştır. Elbette bir umut olarak “Tanrı’nın son sözü söyleyeceği
an” yeni bir mitin doğumunu müjdeler: Mesih’in dönüşünün… O ana kadar “Şeytan’a” karşı mücadele yürü-
tülür; ibadetler ve kutlu bir yaşamla değer kazanan hayatlar, Tanrı’ya adanmışlık sıfatını kazanır.

Bugün aynı şeyi Müslümanlar yapmaktadır. Çok sayıda dini önder halen, onlara musallat olmuş cin ve Şey-
tanlar için “kapıları” açık bırakılmış bir kale metaforuna dayanarak, bu varlıkların gediklerden içeriye nasıl
pervasızca sızdığını anlatmaktadır. Bir kez daha, yenilginin, dünyanın kötülüğünün nedeni eskinin kutlu gün-
lerine geriye dönme umudunun yitip gidişiyle birlikte, “eskatolojik” bir varyasyon oluşturur. Güncel olaylar
“şeytani” kötülükle özdeşleşir. Gerçek dünyada asla bir araya gelemeyecek karakterler, Marx, Engels, Mus-
solini ve Hitler, bu hayali dokuda “Şeytan”ın hileleri olarak kol kola vermiş gözükmektedir. Tarihsel, sosyal
ve politik olgular, inancın baskısıyla pek çabuk elenmiş gözükmektedir.

Ne ironi, kazanan da kaybeden de kendisini “Tanrı’nın çocuğu”, karşı tarafı da “Şeytan” olarak görmeye de-
vam eder.

35 Okuyucu için değerli bulduğum görüşlerinden bazılarını aktardım. Ayrıntılar için bkz. Jung, İnsan ve Sembolleri s. 81 ve sonrasına
bakılabilir. Eğer gölgemizi - varlığımızın karanlık yönünü- görebilirsek her türlü ahlaki ve ruhsal hastalık ve telkine karşı bağışık
hale gelmemiz mümkün olur. / “Şimdiki durumumuzda her türlü enfeksiyona açığız, Çünkü gerçekte onların yaptığının aynısını ya-
pıyoruz.
17
Milton, Şeytan’ın ağzından kötü biri olmayı tanımlarken, “hiç iyilik yapmamak değil” ifadesini kullanır: “…
ama kötülük yapmaktan keyif almak”ifadesini kullanıyordu Bu haliyle bile soyuttur; hepimiz biliriz, herkes
için iyi ve kötü yoktur. Ama Milton hazırlıklıdır bu soruya, bir perspektif ve konumlanma belirler: “Tanrı’yı
üzmek, onu öfkelendirmek…”

Bu halde, evrensel bir Tanrı’nın karşıtı olarak konumlanmak yeterlidir kötülük için. İktidarı reddeden kadim
isyan geleneğinde bu tip yargılamalarla çok karşılaştık. Nerede bir iktidar varsa, karşıtı Şeytan’a evrilme po-
tansiyeli taşır. Toplum ve birey arasındaki bu karşıtlık itkisi, eninde sonunda heretiklere ve kazıklarda yakı-
lan cadılara varmıştı, tüm Ortaçağ Batı tarihi boyunca.

Bu makale için yararlanılan kaynaklar

• ALBAYRAK, Kadir. Bogomilizm ve Bosna Kilisesi, EMRE Yay.


• ARMSTRONG, Karen. İNCİL.(The Bible). Versus Kitap. Çeviri: Ilgın Yıldız. Ağustos 2008.İstanbul.
• CAMPBELL, Joseph. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Kabalcı Yayınevi. Eylül 2000. Çeviren Sabri Gürses
• CAMPBELL, Joseph. İlkel MİTOLOJİ. Kabalcı Yayınevi.
• DAVIDSON, Gustav. Melekler Sözlüğü.Sel Yayıncılık.Kasım 2009 İstanbul.
• ELİADE, Mircea. Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-Kabalcı
• ELIADE, M. ŞAMANİZM. (Le chamanisme) Çeviren İsmet Birkan. İmge. 1. Baskı 1999. Ankara
• ESİR, İbnü’l. El-Kamil Fi’t-Tarih. Çev: Dr. AĞIRAKÇA, Ahmet, Dr. ÖZAYDIN Abdülkerim, APAYDIN Yunus,
TÜCCAR Zülfikar, ERYARSOY, M. Beşir. Bahar Yayınları. İstanbul, 1985.
• EUSEBIOS. Kilise Tarihi. Çeviri: F. Akderin. Chivi Yazıları Yayınevi. 2011. İstanbul
• FRIEDELL, Egon. Mısır ve Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi. Dost. Almanca’dan Çeviren Ersel Kayaoğlu.
2006. Ankara.
• GÜNGÖREN, Ahmet. CADILARIN GÜNBATIMI: "Bir antropoloji el kitabı için yazılar".Yol Yayınları.2. Basım
Haziran-1998
• GÜNDÜZ, Şinasi. Prof. Dr. “PAULUS". Ankara Okulu Yayınları. İkinci Baskı. 2004. Ankara.
• GÜNDÜZ, Şinasi. Prof. Dr. Sinoplu Marcion’un Gnostik Teolojisi
• JUNG, CARL GUSTAV. (“Anne Arketipinin Psikolojik Yönleri”, “Yeniden Doğuş Üzerine”, Masallarda Ruhun
Fenomenolojisi Üzerine ve “Hilebaz Figürünün Psikolojisi Üzerine” isimli makalelerini barındıran) DÖRT AR-
KETİP. Çeviren Zehra Aksu Yılmazer. Metis Yayınları. İkinci Basım 2005, İstanbul.
• JUNG. C. G. Psikoloji ve Din. Okyanus Yayınları. Çeviren: Raziye Karabey. 2017. İstanbul.
• JUNG. C. G. Bilinçdışına Yaklaşım. Kabalcı Ocak 2016. İnsan ve Sembolleri Seçkisi. Çeviri Hatice Mukaddes
İlgün.
• JOHNSON, Paul. Yahudi Tarihi, Pozitif Yayınları. 2001.
• MESSADİE, Gerard. Şeytanın Genel Tarihi. Kabalcı Yayınevi. Birinci Basım. 1998. İstanbul. Çeviri: Işık ERGÜ-
DEN.
• MICHEL, Thomas. Prof. Dr. Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş. Orhan Basımevi. 1992. İstanbul.
• MILTON, J. Kayıp Cennet(Paradise Lost), s. 204. Pegasus Yayınları. 2. Baskı Ekim 2012. Çeviren: Enver GÜN-
SEL
• ÖRS, Hayrullah. Musa ve Yahudilik. Remzi Kitabevi. Dördüncü Basım Eylül 2000. İstanbul.
• Peygamber ENOK’un Kitabı. Hermes Yayınları. 2018. Anonil,
• RUSSEL, J.B. ŞEYTAN. Antikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük. Kabalcı
• RUSSEL. J. B. LUCIFER. Ortaçağda Şeytan. Kabalcı. 2001 İstanbul.
• TABERİ. Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. M.E. B. Yayınları, 1991. Çeviri: UGAN, Z. Kadiri, TEMİR, Ahmet.
• VERMES, Geza. “Ölü Deniz Parşömenleri”-Kumran Yazıtları. Çeviri: Nurfer Çelebioğlu. Nokta Kitap. Mart 2005.
İstanbul
• KUTSAL KİTAPLAR
• KUR'AN-I KERİM ve YÜCE MEALİ. Prof. Dr. Süleyman Ateş. Çevirisinden Yararlanılmıştır. Kılıç Kitabevi.
• KİTAB-I MUKADDES. Kitabı Mukaddes Şirketi. Şubat 2005. İstanbul. Baskısından Yararlanılmıştır.
• İNCİL(Matta/Markos, Luka ve Yuhanna’ya Göre)(Sevindirici Haber). Kitabı Mukaddes Şirketi. İstanbul 1995.
Baskısından Yararlanılmıştır.

18

You might also like