You are on page 1of 11

PLATON VE FELSEFESİ

Platon ve onun felsefesi üzerine bir yazı derleme denemesinde, onu felsefe yapmaya
iten nedenler arasında genel olarak kabul edilen görüşler ile başlamak zihin açıcı olacaktır.
Platon içinde yaşadığı Atina site devletinden ve de diğer tüm site devletlerinin içinde
bulunduğu durumdan memnun değildi. Onların varlıklarını o zamana kadar dayandıkları
temel üzerinde devam ettirilebilir görmüyor ve hatta bunun imkânsız olduğunu düşünüyordu.
Yunan site devleti Platon’a göre bir bozulma ve çürüme içindeydi. Platon’u bu düşüncelere
iten ne olabilir? Platon Peloponnes Savaşı’nın başlangıçlarında doğar. Atina halkı ve daha
genel olarak tüm Yunan Dünyası bu savaş süresince, her geçen yılın bir öncekinden daha
kötüye gittiği bir çöküş ve bozulma yaşamıştır. Veba salgını, kıtlık, askeri mağlubiyetler,
katliamlar ve daha nice olumsuz manzara… Savaşın sonuna doğru Atina’da siyasi gruplar
arasında mücadele şiddetlenir ve bir iç savaşa döner. Uzun yıllar boyu süren iktidar savaşları
en sonunda son bulur. Ancak çok sevdiği hocası Sokrates’in yargılanması ve ölüme mahkûm
edilmesini önlemez. Üstelik Peloponnes Savaşı bittikten sonra da polise bir türlü huzur
gelmez; bir yandan Perslerle bir yandan şehir devletlerinin kendi aralarında savaşlar başlar.
Bu böyle Makedonya Krallığı’nın Yunan sitelerini ele geçirmesi ve onların bağımsızlıklarına
son vermesine dek sürmüştür.

Platon, Yunan dünyasındaki bu bozulma ve çöküşün tek nedeninin siyasal olduğu


kanaatinde değildir. O bu siyasal çöküş olayının ardında çok daha ciddi bir alandaki
çürümenin olduğunu düşünmektedir. Bu alan ahlaki, entelektüel, fikri alandır. Platon’a göre
Sofistler, bu ahlaki, entelektüel, fikri alandaki çürümenin asıl sorumlularıdır. Platon’un
Sofistlerde eleştirdiği nedir? Sofistler, her şeyin ölçüsünü insan ve onun algıları olarak
belirlemiş ve insanı hakikatin ölçütü kılmışlardı. Evrensel hakikati ortadan kaldırmış onun
yerine herkesin kendi hakikatini ortaya koymuşlardı. Böylelikle insanlar arasında uzlaşma
imkânı kalmamıştı. Platon’a göre asıl tehlikeli olan, bu görüşün bir uzantısı olarak bireysel
hakikatin yerini bireysel çıkarlar alıyordu. Bundan sonrasında ise, ortak değerler, ortak
doğrular olmadığı için en güçlü olanın doğrusunun bireylere dayatılabilmesi gibi bir tehlike
söz konusu oluyordu. Hakikatin bireyselleştirilmesinin tehlikeli sonuçlarını görebilen Platon,
evrensel hakikati arayacaktır.

Göreceli bir ahlak ve bilgi dünyasını onaylamayan; hatta göreceli olan her şeye adeta
nefretle yaklaşan Platon’un ilk yapacağı iş evrensel hakikatin peşine düşmek olacaktır. Platon

1
bu arayışını; mitoslar zemininde değil logos zemininde, akıl zemininde gerçekleştirecektir.
Çünkü ona göre; mutlak olana bizi götürecek olan akıldır. Akış halindeki bütün şeylerin,
bütün türetilmiş şeylerin çürümesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla onların bilgisi gerçek bilgi
olamaz. Gerçi Platon, onlar hakkında düşünce üretmeyi tamamen reddetmez ancak onları
anlamak için önce gerçek olanı, değişmeyen, bozulmayan, çürümeyecek olanın, asıl olanın
bilgisine ulaşmak gereklidir. Öyleyse, yapılması gereken aklın hükümdarlığını kabul etmektir;
çünkü bu amaca ancak akıl sayesinde ulaşılabilir. Peki neden akıl? Çünkü duyumlarımız bizi
aldatır; farklı zamanlarda farklı durumlara göre farklı sonuçlara götürür; oysa akıl kurulu bir
makine gibidir ve hepimizde doğuştan belli kodlarla kodlanmıştır. Bu yüzdendir ki hiç
geometri bilmeyen bir köle, bir geometri problemini çözebilir. Ayrıca akıl, çelişkiye
düştüğünde bundan kurtulmaya çalışır; tutarsızlıklarla baş etmeye çalışır öyleyse aklın
kendine özgü bir yasası vardır ve bu yasa zaman ve mekâna göre değişmez, işte bu yüzden
akıl evrenseldir; evrensel olana da yine evrensel olan vasıtasıyla ulaşmak en doğrusudur.

Platon’un felsefesinde ve onun evrenselci bir tutum içermesinde şüphesiz en önemli


faktör İdealar Kuramı’dır. Platon içinde bulunduğu çağdaki değişimleri bir tür çürüme hatta
soysuzlaşma olarak görmekteydi. O bu çürümeyi durdurmak istiyordu. Şüphesiz içinde
bulunduğu çağdaki siyasal bozulmayı durdurmak onun en önemli amaçlarından biridir.
Popper’ın ifadesiyle; onun uğrunda çabaladığı amaç; “Bozulmaya doğru genel bir tarihsel
yönelim ve siyaset alanında, bütün siyasal değişimi durdurmak suretiyle bundan böyle
bozulmayı durdurabilmemiz olanağı.” Platon bunu, değişmediği için soysuzlaşmayacak olan
bir devlet ile yapmak istemektedir. Değişim kötülüğünden ve bozulmaktan arınmış olan
devlet en iyi devlettir. Öyleyse; değişen şeylere karşılık değişmeyen bir şey olduğunu ortaya
koymak gerekir. Platon, bu özelliğe sahip varlığı İdealarda bulacaktır. Bunu takiben insanda
bu varlığı bilmek üzere bir yeti olduğunu ortaya koyacaktır ki bu yukarıda da bahsedildiği
üzere akıldır. Böylece insandan insana değişmeyen evrensel bir doğrunun varlığı da tesis
edilmiş olur ve ona göre bu sayede bilim ve felsefe mümkün kılınır. Bu evrensel bilgi ile
insan doğası gerçeğinin ne olduğu ortaya konabilir. Evren, varlık ve insan doğası hakkında
elde edilen hakikatler sayesinde, bu hakikatlerin bilgisi sayesinde ahlaki değerlerin
evrenselliğini kanıtlamak mümkün olacaktır. Çünkü evrensel bir insan doğası varsa evrensel
ahlak da mümkündür. Bütün bunların sonucunda toplum için konulması gereken doğru
kurallar, adil yasaların neler olması gerektiği tespit edilecek ve bu kurallar vasıtasıyla ideal bir
toplumsal yapı inşa edilecektir.

2
İlk olarak Platon’un İdealar Kuramı’nın ne olduğunu ortaya koymaya çalışalım.
Aslında Platon’u bu kuramı ortaya atmaya götüren nedenleri yukarıda özetledik. Platon’a göre
İdeaların varlığını kabul etmek zorundayız; çünkü içinde yaşadığımız dünya ancak o zaman
bir açıklık kazanacaktır. Felsefe ve bilim ancak İdealar sayesinde mümkündür; çünkü bir
şeyin bilgisine ancak o şey değişmeyen bir şey ise ulaşılabilir. Platon’a göre Sokrates, ahlak
alanında sabit, değişmez ve tümel birtakım şeylerin olduğunu kanıtlamıştır. Bunlar ahlaki,
manevi değerlerdir. Sokrates, bu gayri-maddi nitelikteki evrensel ve nesnel şeylerin varlığını
ve onların bilgisinin mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Aynı zamanda ruh da gayri-maddi
ve ölümsüz bir varlıktır. Platon’a göre yapılması gereken onun bu görüşünü genelleştirmektir.
Yani sadece ruhun ve ruhta bulunan tinsel, evrensel ahlaki değerlerin varlığını kabul etmekle
yetinmemek, maddi duyusal dünyada rastladığımız her şeyin gerisinde ve üstünde gayri-
maddi nitelikte, sabit, değişmez, kalıcı birtakım gerçekliklerin var olduğunu ve onların insan
tarafından bilinmesinin mümkün olduğunu söylemektir. Bu yolu açacak olan onun İdealar
olarak adlandırdığı değişmeyen varlıklar olacaktır.

İnsan zihninin yaratıları olmayan idealar, bizim dışımızdadır ve duyusal nesnelerden


ayrı olarak evrensel gerçekliğe sahiptir. Onların gerçekliği yalnız kendi yapıları gereğidir,
yoksa başka nesnelerle olan bağlantılarından kaynaklanmaz. Nesne ise ister doğal ister yapay
olsun gerçek değildir; çünkü bir maddedir ve bu nedenle değişmeyi, bozulmayı ve yok olmayı
içerir. Buna karşılık nesneye özünü veren, nesnenin o şekilde algılanmasını sağlayan İdea
sonsuz ve değişmezdir, dolayısıyla gerçektir. Örneğin çevremizdeki atların ya da masaların
gerçeklikle bir ilgisi yoktur; gerçek olan at ideasıdır, masa ideasıdır. Her at ölür, hatta bir gün
bütün atlar yeryüzünden silinebilir, ama at ideası hep var olacaktır. Bir nesnenin at özelliğine
sahip olması, at olarak görünmesi, onun diğer atlar gibi at ideasından pay aldığını gösterir. Bir
bakıma nesneler ideaların birer yansıması bir kopyasıdır.

İdeaların nesnelerden ayrı olmaları ve oluşun dışında bulunmaları nedeniyle birbirine


karşıt iki evren belirir: Duyularla algılanan nesneler evreni ve akılla kavranan idealar evreni.
Gerçek olan idealar evrenidir. Bunun gölgesi, yansıması olan ve içinde ideaların bozuk
kopyalarını barındıran nesneler evreni ise yaşadığımız yeryüzüdür ve gerçek değildir. Platon
bu dünyada somut olan ve soyut olan her şeyin İdeası olduğunu kabul edecektir. Ancak daha
sonra, Parmenides diyaloğunda görüleceği üzere, kıl, tüy gibi İdeanın özüne ters düşecek
şeylerin de İdeasının olup olmadığının sorgulamasında aslında her şeyin İdeası olmayacağını
kabul eder. Ama aslında onun asıl derdi, ahlaki, estetik ve matematiksel şeylerin İdealarının
3
varlığını ortaya koymak ve bu sayede dünyayı anlaşılır kılmaktır. İdealar gayri-maddi, tinsel
şeylerdir, ezeli ve ebedidir, madde dışı olduklarından yerleri yoktur. İdeaların insan zihninde
olduğu da iddia edilemez, bu Platoncu düşüncenin ruhuna tamamen aykırıdır, İdealar insan
zihni tarafından icat edilmemiştir; ancak insan zihni yoluyla keşfedilir.

Platon’un ünlü mağara metaforu, ideaları kavramamız için iyi bir yol göstericidir.
Platon’un Sokrates’i, Devlet’in yedinci kitabında aydınlığa doğru bir açılışı olan bir yer altı
mağarası tasarımı ortaya koyar. İçindekilerle birlikte bu mağara nesneler evrenini, mağaranın
dışı ise idealar evrenini simgelemektedir. Mağarada tüm yaşamları boyunca kımıldamayacak
biçimde ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş mahkûmlar vardır. Onların
arkasında yüksek bir yerde bir ateş yanmaktadır. Ateş ile mahkûmlar arasında dik bir yol ile
bu yol boyunca bir insanı gizleyecek bir yükseklikte bir duvar bulunmaktadır. Elleriyle
başlarının üstünde insana, hayvana benzeyen kuklalar, heykeller taşıyan insanlar bu yolda
gidip gelmekte ve kendi aralarında konuşmaktadırlar. Bu nesnelerin gölgeleri mahkûmların
önündeki duvarlara yansımakta ve mahkûmlar yalnız bunları görebilmektedir. Mahkumlar
karşılarındaki gölgeleri gerçek, arkalarında geçen ve birbirleri ile konuşan bu insanların
mağara dibindeki duvarda yansıyan seslerini de gerçek sesler olarak düşünmektedirler. İşte
insan olarak bizim durumumuz budur. Bu insanlar zincirlerinden kurtulduklarında önce
mağaranın girişindeki ateşi görecekler; gerçek insanlar, varlıkları zannettikleri şeylerin
aslında arkadaki yolda ilerleyen insanların ve varlıkların gölgeleri olduklarını anlayacaklar,
daha sonra mağaradan çıktıklarında bu defa gerçek aydınlık kaynağını Güneş’i ve bu Güneş
ışığı altında mağaradakilerden daha iyi bir şekilde gördükleri gerçek fiziksel varlıkları tanıma
imkânına kavuşacaklardır. Mağaranın dışındaki varlıkların meydana getirdiği İdealar
Dünyası’nı aydınlatan Güneş, İyi İdeasıdır. Bu İyi İdeası sayesinde gerçekleri görmek
mümkün olabilir. Burada bir noktayı daha belirtmekte fayda var: Platon bu İyi İdeası aracılığı
ile İdeaların bir varsayım olmaktan çıktığını iddia eder. İyi İdeası İdeaların varlığını kabul
etmemizi sağlayan “nihai ilke”dir. “İyi ideası, her şeyin temelinin İyi olduğu, Varlığın İyi
olduğu”nun kabulüdür. Varlığın İyi olduğunu nihai doğru olarak kabul ettikten sonra bundan
hareketle her şey anlamlandırılabilir. Mağara metaforu ile ilgili olarak şunu unutmamak
gerekir, Platon İdeaların gerçek varlıklar, nesnelerin ise birer kopya ya da ondan pay alan
şeyler olduğunu iddia eder. Ancak buradan anlaşılacağı üzere bu nesneler dünyası ile
ilgilenmekten vazgeçmek değildir. Eğer ki İdeaları bilirsek onun kopyası olan şey hakkında
da bilgi sahibi oluruz.

4
İdealar Kuramı’ndan hareketle Platon’un bilgi felsefesine geçiş yapalım. Platon
İdealar Kuramı ile bilginin mümkün olabileceğini, bilim ve felsefe yapmanın mümkün
olduğunu bize göstermiştir. Çünkü bilginin ya da bilimin mümkün olması için onun konusu
olabilecek bir gerçeğin, değişmez, kalıcı bir gerçeğin yani varlığın var olması gerekir ve
bunlar da İdealardır. Platon, bilginin duyum veya algı olmadığını, bilginin duyum veya algı
olması durumunda doğru veya yanlış gibi kavramların anlamının kalmayacağını söyler. Onun
bilgi felsefesine yönelik en önemli savları bilginin mutlak olması ve bilginin anımsama yolu
ile ulaşılabilir olmasıdır. Asıl bilgi İdeaların bilgisidir. Burada bir sorun belirir? İdea nasıl
hem kendiliğinden hem de insan için var olabilir? Nesneler evreninde bulunan insan, idealar
evrenindeki gerçeklere nasıl ulaşabilir? Bu sorunla ilgili çözüm onun bilgi felsefesinin izlerine
ilk kez rastladığımız Menon’da saklıdır. Platon burada üç önemli tezini birbiri ile ilişki olacak
bir biçimde ortaya koyar: Birincisi ruh, daha doğrusu akılsal ruh ölümsüzdür. İkincisi onun
bilgisinin nesnelerin duyularımızla algıladığımız şeylerden ayrı bir bilgi olduğudur ve ancak
akılla anlaşılabilir gerçek varlıklar olan İdealar ve İdealar dünyasının var olduğudur.
Üçüncüsü ise bilginin özü itibari ile ruhta veya akılda saklı bulunan şeylerin bir hatırlanması
olduğu tezidir. Şimdi Platon, “Bilgi hatırlamadır.” derken ne demek istemektedir? Bu noktayı
biraz açalım: Platon’a göre insanın aslında bildiği, ancak bilincinde olmadığı bir şey insan
ruhunda1 mevcuttur. İdealar öğretisi, her öznede, insan ile kavranılır olan arasında bağlantı
kurulmasını sağlayan bir ilkenin bulunduğu varsayımı üzerine kuruludur, işte bu ilke ruhtur.
Ruh olmasaydı idealar yine var olacaktı; ama yetkinlikleri insan tarafından hiçbir zaman
bilinemeyecekti. Platon’a göre ruh gerçek bilgiye ulaşmanın temelidir ve bu ruh ölümsüzdür.
Hatırlanan bilgi ruhun ölümsüzlüğü sayesinde mümkündür. İnsan ruhu doğası itibariyle
ölümsüzdür ve birçok kez yeniden doğmuştur. Dolayısıyla başka şeyler üzerinde önceden
edinmiş olduğu bilgilerin hatıralarını ruhunda saklamış olmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Doğadaki her şey birbiri ile bağıntılı olduğundan insan bir şeyi hatırlamakla her şeyi
hatırlamış olacaktır.

“Bilgi hatırlamaktır.” tezi, insanın deneye bağlı kalmaksızın öğrenmenin tüm


koşullarına kendi doğası gereği sahip olduğu noktasına vurgu yapar. Ayrıca bu tez
sayesindedir ki, evrensel ahlak yasaları ortaya konabilir. İnsanların ahlâki erdemlere yönelik
olarak uzlaştıkları doğrular rastlantısal değildir. Çünkü bu erdemler hakkındaki bilgi tüm
insanlarda doğuştan mevcuttur.

1
Buradaki ruhun mistik bir anlamı yoktur. Akıl gibi düşünülebilir.
5
Platon’un madde- İdea ayrımı insanda beden-ruh ayrımını çağrıştırır. Nasıl ki İdealar
gerçek olan Varlıklar, madde ise İdeaların bozuk yansıması ise beden de bizi yanıltması
nedeniyle İdeaların karşıtıdır. Platon’a göre ruh bilgiyi elde etmek için bedenle ilişkisini ne
kadar keserse gerçeği kavramakta o kadar başarılı olacaktır. Beden, ruh için bir zindandır.
Beden yanıltır, bedenin en çok güvenilen görme ve işitme duyuları dahi kesin değildir. Ruh ve
beden birbirine tamamen zıt doğalara sahip de olsa ruhun bedeni yönetmesi gerekir ve
yönetebilir de. Ancak, bedensel hastalıklar da ruhun gerçeği görmesine engel olacak
faktörlerdendir. Bu yüzden bedenimize iyi bakmamız gerekir.

Platon devleti büyütülmüş bir insan olarak gördüğü için, devleti meydana getirecek
sınıfları da insanı meydana getiren farklı kısımlara paralel olarak ele alır. Devlette ruhun
kısımlarına tekabül edecek olan üç sınıf; bilen aklı temsil edecek olan yöneticiler sınıfı,
iradenin karşılığı olacak olan koruyucular; yani askerler sınıfı, arzu veya iştahın karşılığı
olacak olan üreticiler, yani para kazanan insanlar sınıfı olacaktır. Platon’un ideal devletinde
adalet de devleti meydana getiren kısımların kendi işini doğru biçimde yapmasıdır. Her sınıf
kendi alanında kalmalı ve yalnız kendi işiyle uğraşmalıdır. Adaletsizlik, söz konusu sınıfların
birbirine karışması birbirlerinin yerini değiştirmesidir.

Platon, toplumsal sınıfları ruhun üç kısmıyla ilişkilendirmektedir. Bu doğrultuda


yöneticiler sınıfı ikiye ayrılır. Koruyucular sınıfını, akla karşılık olan asıl yöneticiler ile
cesarete, öfkeye, kızgınlığa, iradeye karşılık olan bu yöneticilerin akıllı emirlerini,
direktiflerini uygulayan yardımcıları, geniş anlamda savaşçılar olmak üzere ikiye ayırmak
mümkündür. Asıl yöneticiler dediğimiz sınıf, genel olarak koruyucular dediğimiz daha geniş
olan sınıfın içinden çıkacaktır. Bu sınıfın mensupları yine o koruyucular sınıfı ile aynı eğitimi
alacaklardır. Ancak bu daha geniş koruyucular sınıfına mensup olanlar içinde belli
aşamalardan ve testlerden, sınavlardan geçtikten sonra bilgi ve karakter, eğitim ve yaratılış
itibariyle en yetenekli oldukları anlaşılanlar daha özel bir eğitim; felsefi eğitim alacaklar ve
asıl yöneticiler olacaklardır.

İdeal bir devlette, devletin asıl yöneticisi filozof olmalıdır. Filozof, hem doğuştan
gelen bazı niteliklere sahip olmalı hem de mükemmel bir eğitim almalıdır. O hem ahlak hem
de karakter bakımından en üstün niteliklere sahiptir. Sadece ruh bakımından değil beden
bakımından da en güçlü olmalı, kusursuz yapıda olmalıdır. Filozofun doğuştan sahip olması
gereken özellikler ve nasıl bir eğitim alması gerektiği Devlet’te ayrıntılı bir şekilde ele alınır.

6
Filozof, doğuştan hızlı bir kavrayış yeteneğine sahip olan, kolay öğrenme yeteneğine sahip
kimsedir. Bilgiyi, hakikati sever, yüce ruhludur, yalandan nefret eder ve maddi zevkleri
küçümser. Ancak bu nitelikler yeterli değildir, bu niteliklerin uzun bir orta öğretim ve
ardından yüksek öğretim ile işlenmesi gerekmektedir. Filozofun yüksek eğitim- öğretimi
Platon’a göre otuz yaşında başlayacak ve çok sıkı sınav ve çalışmalarla elli yaşında
tamamlanacaktır. Filozof eğitimi sırasında hem beden ve karakter eğitimi alacak hem de
felsefe ve bilim eğitiminden geçecektir. Filozof, akılsal yanı ağır bastığı, duyularla ilgili
olmadığı için; aritmetik, geometri, astronomi gibi dersleri mutlaka almalıdır. Tüm bu eğitimin
zirve noktasını İyi İdeası’nın bilimi olan Diyalektik oluşturacaktır. İyi İdeası tüm varlıkların
temelini oluşturduğundan onun bilgisine erişmek çok önemlidir. Bu deneyim insanın sahip
olabileceği en büyük mutluluktur. Filozoflar, hiç değişmeden kalabilen şeye, yani İdeaların
mutlak bilgisine varabilen insanlar olacaklardır. İşte en bilgili, en mutlu ve en güçlü olan bu
filozof ideal toplumun yöneticisi olmalıdır.

Not: Lütfen kitabınızda sayfa 25-26-32’yi okuyunuz. İyi çalışmalar dilerim.

KADERDE BU DA VARMIŞ BAŞLIKLI EKLEMELER

Z kuşağı İçin Hap Bilgiler:

7
 Platon epistemolojik olarak rasyonalist, ontolojik olarak idealisttir.

8
9
10
11

You might also like