You are on page 1of 15

TÜRKİYE SELÇUKLU TARİHİ

Sultan II Kılıçarslan 1192 yılında hayata veda etti 1186 yılında ülkesini 11 oğlu arasında
paylaştırmıştır bu paylaştırma çerçevesinde en büyük oğlu Kutbettin Melikşah'a Aksaray ve Sivas'ı
vermiştir. Tokat ve çevresinde oğullarından Süleyman Şah’a, Malatya'yı oğullarından Kayser
Şah’a, Ankara Çankırı civarında Mesut’a vermiştir. II Kılıç Arslan'ın en büyük oğlu Kutbettin
Melikşah II. Kılıçarslan sağ iken ölmüştü ve en hırslı oğullarından birisiydi. Bundan sonra
Rükneddin Süleyman Şah Tokat Meliki olmuştur. Daha sonradan Gıyaseddin Keyhüsrev ile taht
mücadelesine girecektir. Malatya'daki Kayser Şah taht mücadelesine girmemiştir ama ayakta
kalmak için direnmiştir aynı zamanda Kayser Şah Eyyubilerin damadıdır. Kılıçarslan'ın buradaki
amacı eski Türk geleneklerini yerine getirmektir ve meliklerin bulunduğu yerlerde fetihlerde
bulunarak bölgeleri daha da genişletmek yani Anadolu'nun fethini sağlamaktır. II. Kılıçarslan'ın
niyeti her ne kadar iyi olsa da onun 1186’da toprakları oğullar arasında paylaştırması mücadelelere
neden olmuştu. Sultan II. Kılıçarslan en küçük oğlu Uluborlu melikine kendisinden sonra tahta
geçmesi için vasiyet etmiştir.
II. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra tahta geçecek Uluborlu Meliki Gıyaseddin Keyhüsrev
ilk döneminde gayet rahat etti ve onun dönemini iki aşamada inceliyoruz. Gıyaseddin keyhüsrev'in
ilk Saltanat dönemi 1192-1196 yıllarıdır. 1196’dan 1204 yılına kadar II. Süleyman Şah dönemidir.
Ardından 1204-1205 tarihleri arasında 8 ay kadar ikinci Süleyman Şah'ın oğlu III. Kılıçarslan tahtı
devralmıştır ancak emirler onun yaşı küçük olduğu için itiraz etmişlerdir ardından Konya’ya
kaçmış olan 1205’den 1211’e kadar tekrar birinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in ikinci saltanatlık
dönemini görürüz.

Türkiye Selçuklu Devleti Hakkında Kimler Çalıştı?


Fuat Köprülü döneminde Selçuklular ile ilgili çalışmalar başladı. Anadolu’nun Türkleşesi
ve İslamlaşması hadisesi vs. alanlarında çalışmalar gerçekleşmiştir. Osmanlılar döneminde de
Türkiye Selçukluları ile alakalı birkaç çalışma olmuştur. 17. Yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinden
Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendi’nin Cami’u’d-düvel’i oldukça önemlidir. Müneccimbaşı bu
eserinde İbni Bibi ve Aksarayi’den faydalanmıştır. Bu eser Selçuklular devrinden sonra yazıldığı
için ikinci el kaynak olarak geçer. 17.0

I.GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN SALTANAT DÖNEMİ


Bu dönemde I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in çok faza icraatı yoktur. Bu dönemde Bizans
İmparator’u olan III. Aleksios, Akdeniz sahillerine ticaret yapmaya gelen Müslüman tüccarların
mallarını yağmalamıştır bunun üzerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu olay için bir misilleme
seferinde bulunmuştur. (Mezalim divanı kurulmuş ve gelen tüccarlar bu durumu sultana arz
etmiştir.) Gıyaseddin Keyhüsrev bir karşı sefer düzenleyerek Batı Anadolu Bizans topraklarına
girmiş Menderes Nehri vadisi boyunca eski Frigya bölgesi olan Manisa-Alaşehir’den Muğla’ya
1
kadar olan bütün Batı Anadolu Menderes Nehri havzasını yağmalamış ve buradan kaynakların
ifadesine göre 5.000 kadar Bizanslıyı esir alıp Selçuklu topraklarına getirmiştir. Bu getirdiği
esirleri Selçuklu topraklarına yerleştirmiştir ve bu Bizans esirlerini beş yıl vergiden muaf
tutmuştur, bunlara hatta hayatlarını idame ettirmeleri için tohumluklar ve fidanlar vermiştir. Bu
dönemde Bizans’ın nüfus kaybetmesi önemli bir meseleydi. Çünkü Anadolu’nun fethini
kolaylaştıran sebepler arasında şu da vardı; Anadolu nüfusunun azlığı yani Bizans’ta Rumların,
Ermenilerin, Süryanilerin nüfusunun seyrek olması. Osman Turan’ın tabiri ile Türkler kum taneleri
gibi geldiler ve Anadolu’yu doldurmuşlardır. Bizans’ın 5.000 kişi kaybetmesi Bizans’a oldukça
dokunmuştur.
Bir yeri vatan edinmek için oraya sadece yerleşmek yeterli değildir. Türkler şehirleri
kurarken ilk önce cami yaptırıyorlardı, caminin etrafında mahalleler kuruluyordu ve daha sonra o
şehri her yönüyle azad ederek ağaç dikiyorlardı.
Bizans esirleri tekrar almak için I. Gıyaseddin Keyhüsrevle tekrar bir anlaşma yapmak
istemiştir. Anlaşma yapıldıktan sonra bu esirler Bizans topraklarına geri dönmeyip kendi
arzularıyla Selçuklu devletine katılmışlardır. Bundan sonra I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Başı Tokat
Meliki olan abisi Rükneddin Süleyman Şah ile derde girmiştir. Rükneddin Süleyman Şah Konya
ve Selçuklu tahtına hâkim olmak istemiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev hakkında bilgiler yaymaya
yani tezvirata başlamıştır. Psikolojik olarak onu yıpratmaya çalışmıştır ve onun itibarını
zedelemeye başlamıştır. Onun babaları II. Kılıçarslan’ı zehirlediğini öne sürmüştür, ardından yine
annesinin bir Rum olduğunu açık etmeye çalışmıştır. (Ancak Gıyaseddin Keyhüsrev küçük
yaşlardan itibaren Türk-İslam kültürü ile yetiştirilmiştir onun Hıristiyan kültürüne ait tabiatının
olduğunu düşünmek yanlıştır.) Rükneddin Süleyman Şah daha sonra diğer kardeşlerini I.
Gıyaseddin Keyhüsrev’e karşı kışkırtma yoluna girmiştir, onara çeşitli vaatlerde bulunmuştur hatta
kardeşlerine eğer tahta geçerse onların meliklik yerlerinde kalacaklarına dair söz veriyor ancak
sözlerinin hiçbirini tutmayacaktır. Rükneddin Süleyman Şah bu tezvirattan sonra Konya’yı
kuşatmıştır ve bu kuşatma dört ay sürmüştür. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya ‘da resmen mahsur
kalmıştır. İki kardeş arasına Konya’nın ileri gelenleri yani alimleri giriyor, Süleyman Şah’a tahtı
istiyorsa I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e ve çocuklarının hayatlarına dokunmayacağına dair söz
vermesini isteyerek bir teklifte bulunuyorlar. Eğer bırakıp gitmek isterse sefer masrafını üç taksitte
ödemeyi de teklif ediyorlar. Fakat Tokat meliki Rükneddin Süleyman Şah bunu kabul etmeyip
gözünün Konya tahtında olduğunu belirterek anlaşmaya yanaşmıyor ve Gıyaseddin ve oğullarının
hayatına dokunmayacağına dair söz veriyor. Bundan sonra I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in çilelerle
dolu gurbet hayatı başlıyor. (1196’dan 1204 yılına kadar) I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya’yı terk
ederek güneye doğru gidiyor ve amacı da Eyyubi melikleri olan kardeşlerinin yanına sığınmaktır.
Oğulları İzzeddin Keykavus ve Alaeddin Keykubat’ı muhtemelen onların atabeyi olan Seyfeddin
Ayaba’ya bırakıyor. Daha sonra Gıyaseddin kaçarken Niğde taraflarında korsanlar tarafından
yanında ne varsa ve kıyafetine kadar soyuluyor. Durum böyle olunca abisi Rükneddin yardım
istiyor ve Rükneddin bulunduğu yerden ayrılmamasını söyleyerek oğullarıyla Niğde dolaylarında
kavuşmasını sağlıyor. Gıyaseddin bu olaydan sonra oğullarını da alarak güney taraflarına ve büyük
ihtimalle Eyyubilerin hakim olduğu Ahlat tarafına önce geliyor ancak Eyyubi meliklerinden hiç
biri kendisini kabul etmiyor. Daha sonra Malatya’ya kardeşi Kayser Şah’ın yanına gidiyor ancak

2
o da kabul etmiyor. Selçuklunun yeni Sultanı olan Rükneddin Süleyman Şah ile karşı karşıya
gelmek istemiyorlar ve bu sebeple Gıyaseddin Keyhüsrev gittiği yerlerden ne yardım alabiliyor ne
de sığınma talebi kabul edilmiyor.
Gıyaseddin Keyhüsrev daha sonra Karadeniz sahillerine geçiyor ve en son çocukları ile
birlikte Bizans’a gidip orada sığınma mecburiyetinde kalıyor. Bizans’a sığındıktan sonra Bizans
İmparatorunun akrabası olan Mavrazomes’in kızı ile evleniyor. Gıyaseddin Bizans’ta kaldığı süre
zarfında çok iyi ağırlanmıştır özellikle Mavrazomes’in kızı ile evlendikten sonra hiçbir şekilde ses
çıkaran olmuyor hatta adeta sultan gibi bir muamele görmüştür. (1204 IV. Haçlı Seferi’ne kadar
bu durum bu şekilde ilerliyor çünkü 1204’te İstanbul Latinler tarafından işgal edilmiştir. İstanbul
işgal edilince Gıyaseddin zor zamanlar geçirmeye başlıyor ki tam bu sırada Rükneddin vefat
ediyor.)

RÜKNEDDİN SÜLEYMAN ŞAH DÖNEMİ


1196 yılında Rükneddin Süleyman Şah tahtı ele geçirdikten sonra tam olarak 21 Eylül 1197
yılında Konya tahtına oturmuştur. Rükneddin Süleyman Şah’ın ilk faaliyeti kardeşlerinin
bulunduğu yerleri almak olmuştur: Argunşah’ın elinden Amasya’yı, Behramşah’ın elinden
Niksar’ı, Elbistan Melik’i Tuğrul Şah da ona itaatini arz etmiştir.
Selçuklu sultanlarının arasındaki bu kargaşayı fırsat bilen Ermeni Kralı II. Leon ülkesini
genişletmeye çalışmıştır. (Ermeniler 8. Yüzyıla kadar sıradan bir topluluktur kesinlikle siyasi bir
yapılanmaya girmiyorlar. 8. Yüzyılda Abbasi Halifesinin desteği ile bunlar siyasi yapılanma içine
giriyorlar. Bizans’ın hakimiyeti altındayken, Van gölünün kuzeyinde Ermaniya bölgesinde Abbasi
Halifesi bunlara beylik veriyor ve kendileri siyasi yapılanmaya giriyorlar. Doğuda oldukları için
bunlar askeri açıdan Bizans’ın sınır bekçiliğini yapıyorlar. Ermeni kelimesi bir ırk adı değil yer
adıdır, “Yukarı Ülke” anlamına gelir. Bazı tarihçiler Asya’dan gelme bir kavim olduklarını ileri
sürerler hatta Gregoryen Kıpçaklar olduklarını söylerler. Ermeniler kendilerinin Nuh’un oğlu Hay
ve Hayk’tan geldiklerine inanırlar. 10. yüzyılda Bizans bu topluluğu dağıtmaya başlamıştır. Faşist
Bizans İmparatoru Basileios Ermeniya bölgesinden bunları Anadolu’nun çeşitli alanlarına (Sivas,
Konya, Kayseri, bir kısmını Kilikya’ya sürüyor) dağıtıyor hatta Suriye taraflarına bile göç ettiriyor.
Mersin ile İskenderiye bölgesindeki Ermeniler Haçlı Seferi’ni fırsat bilerek daha önceden beylik
iken Kilikya Ermeni Krallığı haline geliyorlar.)
Selçukluların zayıf olduğu dönemde, Kilikya Ermenileri Selçuklu topraklarına
saldırıyorlar. Topraklarını genişletmek için uğraşıyorlar. Ve işte Selçukluların taht kavgasıyla
meşgul oldukları bu dönemde de Kilikya Ermeni Kralı II. Leon ülkesini genişletiyor hatta Kayseri
civarına kadar akınlar yapıyor. Rükneddin Süleyman Şah Ermenilerin bu durumunu öğrenip onlara
bir misillemede bulunuyor: Ermenilerin Lampron Bölgesi (Bolkar Dağları ve Torosların olduğu
bir bölge hatta Toros kelimesi bir Ermeni Hakiminin adıdır. Bulgar Türklerinin bir kısmı
Karadeniz’in kuzeyine göç etmişlerdi. Bunların bir kısmı Tuna civarında kaldı ve daha sonra
Bulgar Devleti büyüdü. Bizans Bulgarların geldiği dönemde bir kısmını tıpkı Peçenekler gibi
paralı asker olarak onların tecavüzlerinden korunmak için onları Anadolu’ya yerleştirdi. Onlar

3
Toroslarda bulunan ve kendi adı olan Bulgar adını Bizans tarafından yerleştirildikleri yere verdiler.
Türk adıdır.) hakimi Oşin ile iş birliğine gidiyor ve Leon’u tekrar Torosların güneyine atarak 1199
yılında haddini bildirmiştir. Daha sonra II. Süleyman Şah Selçuklu topraklarını genişletmeye ve
Türk birliğini yeniden kurmaya çalışmıştır. Rükneddin Süleyman Şah yeniden devleti
toparlamıştır ve merkezi yapılandırmayı yeniden güçlendirmiştir. Kardeşlerine verilen yerlerin
hepsini olmasa da yeniden alacaktır.
II. Kılıçarslan’ın devleti oğulları arasında paylaştırması Selçuklu devletini dağıtmamıştır
ancak onun döneminde Selahattin Eyyubi’nin de aynı uygulamayı yaparak ülkesini 17 oğlu
arasında paylaştırması parçalanmasına ve büyük melikler oluşturmasına neden olmuştur. İç
işlerinde serbest dış işlerinde Mısır’a bağlı meliklikler oluşmuştur, adeta beylikler topluluğu gibi
konfederasyon arz ediyor ama asla Türkiye Selçuklularında böyle bir durum gerçekleşmiyor.
Rükneddin Süleyman Şah tek tek kardeşlerini hakimiyeti altına alarak ve bir taraftan da sınırlarını
genişleterek merkezi yapılandırmayı güçlendirmeye çalışıyor. Bu çerçevede Rükneddin Süleyman
Şah kardeşi Malatya meliki Muizzüddin Kayser Şah üzerine yürüyor. Fakat Kayser Şah
kayınpederi Eyyubi meliki El Adil’e dayandığı için Malatya’yı vermeyerek bağımsızlığını
sürdürüyor.
1200 tarihinde Rükneddin Süleyman Şah Malatya üzerine ikinci defa geliyor. Bu defa
Kayser Şah abisi Rükneddin Süleyman Şah’a itaat ediyor ve Artuklular’ın Harput kolu
Selçuklulara bağlanıyor. Süleyman Şah bir taraftan kardeşlerini kendi hakimiyetine almak isterken
öte yandan babası II. Kılıçarslan’ın politikasını devam ettiriyor. Bu politika neydi? Selçuklu
hakimiyeti altında Anadolu’da Türk birliğini kurmak istiyordu. Bu çerçevede Danışmendlileri
ortadan kaldırdı. Oğlu Rükneddin Süleyman Şah’da Artukluların Harput kolunu bir süre sonra da
Saltukluları ortadan kaldıracaktır.
II. Kılıçarslan Selçuklu Devletinin siyasetini, politika hedeflerini ortaya koymuştur;
• Anadolu’nun tabii sınırlarına ulaşmak.
• Anadolu’da Selçuklu hakimiyeti adı altında Türk Birliğini sağlamak.
• Anadolu ekonomisini dünya ekonomisine açmak.
(İlerleyen dönemlerde Alaeddin Keykubat hem Mengücekliler’e son verecek hem
Ahatşahlar’a son vererek Selçuklularla eş zamanlı kurulan hiçbir devlet ve siyasi güç
kalmayacaktır. Alaeddin Keykubat döneminde hepsi Selçuklu Devleti altında birleşerek Türk
birliği sağlanmış olacaktır.)
Süleyman Şah döneminde Gürcüler güçlenmeye başlıyor. Gürcüler esasen Büyük
Selçuklular Sultan Sancar 1121 döneminde güçlenmeye başlayan bir topluluktur. Gürcüler
ordularına Kıpçak Türklerini alıyorlar bu sayede Gürcüler epey bir güçleniyor. III. David
zamanında 1121 Didgori savaşı ile Gürcistan siyasi bir güç haline geliyor. Her yıl Didgori savaşı
tarihini kuruluşları olarak kutlarlar. Bu savaşta Selçukluları yendiklerini iddia ederler ancak böyle
bir şey yoktur. Rükneddin Süleyman Şah dönemine gelinceye kadar güçlenmişlerdir. Rükneddin
Süleyman Şah döneminde Gürcü kraliçesi olan Tamara (1184-1211) II. Kılıçarslan’ın oğullarını
4
araştırmıştır amacı da Selçuklu topraklarına sızmaktır. Hatta Rükneddin Süleyman Şah’a kafayı
takmış aynı zamanda kendi ressamlarına onun resmini çizdirmiştir.
Not: İbni Bibi Selçuklu tarihinin en önemli kaynağıdır; El Evamirül Alaiyye fi'l Umuri'l
Alaiyye eseri oldukça önemlidir. Alaeddin Keykubat döneminde Selçuklu sarayına gelmiştir ve
Alaeddin Keykubat onun annesi ile babasını saraya getirmiştir. İbn Bibib bir Selçukname yazmıştır
ve bu yazdığı Selçukname’de Selçuklu tarihinin ilk başlarına yani Büyük Selçuklulara çok az
değinmiştir. II. Kılıçarslandan 1280 yılına kadar ayrıntılı bir şekilde Selçuklu tarihin kaleme
almıştır. Yalnız Alaeddin Keykubat’ın sarayında himayesi altında olduğu için bazı konularda
mesela Alaeddin Keykubat’ın ölümüm konusunda bilgi vermez. Aksarayi’nin de İbni Bibi kadar
önemlidir çünkü Aksarayi İbn Bibi’nin bıraktığı yerden devam eder. Müsameretü’l Ahbar eserinde
İbni Bibi’nin kaldığı yerden yazmaya devam eder. Yine Niğdeli Kadı Ahmet Selçuklu tarihi
açısından önemli önemli isimdir.
Rükneddin Süleyman Şah merkezi otoriteyi yapılandırmak için kardeşlerinin üzerine
gitmiştir. Argun Şah’ın elinden Amasya’yı Behram Şah’ın elinden Niksar’ı ve Elbistan meliki
Tuğrul Şah’ta ona kendiliğinden itaat etmiştir. Daha sonradan Ermeni Kralı II. Leon ile bir
mücadelede bulunmuştur.
Rükneddin Süleyman Şah tahta geçtiği sıralarda Gürcülerin yaptığı saldırılar neticesinde
Erzurum’a doğru Kuzey-Doğu seferi yani Gürcüler üzerine bir sefere çıkmıştır. Bu sefere
gitmeden önce Malatya meliki Muizzüddin Kayser Şah’a kendisine tabii olması yolunda bir
ihbarda bulunmuştur. Gürcü seferine giderken de Saltuklular’a son vermiştir. (Saltukulular gibi
daha sonradan yıkılacak olan Mengücekliler gibi beylileri Osman Turan devlet olarak tasvir
etmiştir ancak İbn Haldun bir devletin devlet olabilmesi için etrafındaki diğer siyasi güçlere
hükmünü kabul ettirmesi lazım demiştir. Bu çerçevede baktığımız zaman bu kurulan beyliklerin
hiçbirinin Selçuklulara hakimiyetini kabul ettirdiğini göremiyoruz. Burada bir güç olarak
görebileceğimiz devlet Türkiye Selçuklularıdır.)
Rükneddin Süleyman Şah Harput koluna son verdikten sonra bu dönemde Bizans
İmparatoru III. Aleksios 1201 yılında Samsun’da ticaret yapan tüccarların gemilerini
yağmalamıştı. Rükneddin Süleyman Şah’ın melikliği Tokat’ta geçmişti ve Tokat’ta meliklik
yaptığı zamanlarda Samsun ve çevresini hemen hemen kendi hakimiyeti altına almıştı. Bizans
İmparatoru’nun yaptığı bu hareket doğrudan doğruya Selçuklu sultanına bir operasyondu.
İlerleyen dönemlerde bu mevzubahis konunun bedeli ortaya çıkacaktır.
Kraliçe Tamara Kıpçaklarla güçlenince Selçuklu topraklarına akınlar yapmıştı hatta
Erzurum’a kadar inip Kars’ı ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine Rükneddin Süleyman Şah harekete
geçip bir misillemede bulunmak istedi ve önce Erzurum’a uğradı. Erzurum’da Saltuklu hükümdarı
Melikşah, Rükneddin Süleyman Şah’a itaat arz etmekte gecikti oysa bölgede bulunan diğer Türk
Beyleri mesela Mengücek emiri Behramşah ona itaatini bildirmişti hatta Gürcü seferine katılmak
üzere kendisi ve oluşturduğu askeri birlik Rükneddin Süleyman Şah’a katılmıştır. Bunun durum
üzerine Erzurum Saltuklu Meliki Melikşah’ı huzuruna çağırdı ancak Melikşah geciktiğinden
dolayı onu hapsetti ve Saltuklular’a 1202’de son verdi. Böylece Danışmendlilerden sonra

5
Anadolu’da ikinci büyük beylik olan Saltuklu hakimiyetine girmiş oldu. Bu olay Anadolu’da Türk
birliğini sağlama yolunda ikinci büyük hareket idi.
Bu olaydan sonra Rükneddin Süleyman Şah ile Behramşah Gürcüler üzerine yürüdü ve
Micingerd civarında karargah kurmuşlardı. Bunu öğrenen Gürcü ordusu Kıpçak birlikleri ile
Selçuklu ordusuna ani bir gece baskını düzenledi ve Selçuklu ordusu ne yapacağını şaşırdı. Netice
itibari ile Gürcü ordusu Selçukluları yendi. Hatta sabaha karşı süren savaşta sultanın çetirdarının
(şemsiye) atının ayağı sürçmüş ve çetirdarı yere düşmüştü. Bunun üzerine sultanın öldüğünü
sandılar ve Selçuklu askerleri sağa sola kaçışmaya başlamıştı. Gürcü askerleri Selçuklu ordusunun
kaçmaya başlamasıyla yağmalamaya başlamışlardı. Sayısız ganimet elde ettiler ve Erzincan meliki
Behramşahı esir almışlardı. Gürcülerin galip geldiği bu savaştan sonra Rükneddin Süleyman Şah
Behramşah’ı kurtarmak için kurtuluş fidyesi (fidye-i necat) verdi. Süleyman Şah daha sonra
Erzurum’a çekildi. Erzurum’u Elbistan Meliki Tuğrul Şah’a verdi.
Mağlubiyetle sonuçlanan bu seferden çekilen Rükneddin Süleyman Şah Konya’ya döndü
ve hazırlıklara başladı. Bir yandan da arkasında bir pürüz bırakmamak için yani arkasından
aleyhinde davranacak olan kardeşlerini de hakimiyeti altına almak istiyordu. Bu çerçevede ik
olarak Ankara-Çankırı meliki üzerine yürüdü. Bu arada Artuklular’dan Mardin hakimi Artuk
Arslan Eyyubilere karşı Süleyman Şah’tan yardım istedi. Eyyubilerden Sumeysat hakimi Melik
Efdall da amcası Melik Adil’e karşı yine Selçuklu Sultanından yardım istedi. Yani Eyyubi
melikleri yavaş yavaş Selçuklulara meyil etmeye başlıyorlardı. Bu durum Rükneddin Melik Şah’ı
biraz daha güçlü hale getirecekti. Netice itibariyle Ankara Meliki Muhiddin Mesud üzerine yürüdü
ve bundan sonra Çankırı, Kastamonu, Eskişehir, Bolu gibi bölgeleri kardeşinin elinden aldı.
Rükneddin Süleyman Şah’ın Ankara-Çankırı melikini yaklaşık üç yıl Ankara’da kuşattığı
kaynaklarda rivayet edilir. Bu üç yılın sonunda Mesud’un Ankara’yı bırakarak uç bölgelerdeki bir
kaleye sığındığı söylenir. Sonuç itibariyle Rükneddin Süleyman Şah Anadolu’da merkezi yapıyı
güçlendirmek için mücadeleler vermiştir.
Rükneddin Süleyman Şah hazırlıklarını tamamladıktan sonra Gürcüler üzerine ikinci defa
bir intikam seferi için yola çıktı ve sefere giderken Kulunç hastalığı yüzünden 6 Temmuz 1204’te
öldüğü kaynaklarda rivayet edilir. Ancak felç geçirdiği de rivayet edilmektedir. Rükneddin
Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Selçuklu Devletinde birtakım emirlerin yönetime karışmak
istediği daha doğrusu kimin hükümdar olacağını belirlemek istedikleri söylenilebilir. Bu emirlerin
isimlerine batığımız zaman Türk asıllı emirler olduğunu görüyoruz; Nuh Alp, Emir Mende ve Tüz
Bey. İlk defa Selçuklu tarihinde emirler yönetime yavaş yavaş müdahale ediyorlar. Bundan sonra
sürekli olarak özellikle Alaeddin Keykubat dönemine kadar emirler sürekli olarak kimin tahta
geçmesi konusunda söz sahibi olacaklar hatta I. Gıyaseddin Keyhüsrevi tekrar tahta
çıkaracaklardır. Ardından Alaeddin Keykubat döneminde onu tahttan indirmeye çalışacaklardır.
Daha sonraki dönemlerde Saadettin Köpek gibi emirler ortaya çıkacaklardır. Muineddin Pervane
döneminde Selçuklu Sultanları adeta bir kukla haline gelecektir. (Özellikle Fars asıllı emirler
tarafından)
Rükneddin Süleyman Şah’ın ölümünden sonra bahsedilen bu emirler aslında iyi niyetli gibi
ortaya çıkıyor. Bu üç emir Rükneddin Süleyman Şah’ın oğlu III. Kılıçarslan‘ın henüz daha çok

6
küçük yaşta olmasına rağmen tahta geçmesini sağlıyor. III. Kılıçarslan tahta geçtikten sonra 8 ay
tahtta kalıyor. Bu dönem içerisinde yapılan en önemli şey Isparta’nın Selçuklu topraklarına
katılmasıdır. III. Kılıçarslan’ın çocuk yaşta tahta bulunmasından rahatsızlık duyan diğer emirler
İstanbul’da bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta oturması için Anadolu’ya çağırmışlardır. Bu
emirlerin başında II. Kılıçarslan’ın Batı Uygarına gönderdiği Danışmendi Yağıbasan’ın oğulları
vardır. Bu emirler: Zahireddin İlli/İlig, Muzafferüddin Mahmud ve Bedreddin Yusuf’tur. (II.
Kılıçarslan bu emirlerden istifade etmek için onarı yakınında tuttu ve onları Batı Uygarına
göndermişti. Hatta Zahireddin İlig’i Batı Uç Beyi olarak görevlendirmişti.) Bu emirler Rükneddin
Süleyman Şah’ın ölümünden sonra yeniden Selçuklu Devletinde rol oynamaya başladı.) Bu üç
emir önlem amaçlı Nuh Alp’e Gıyaseddin Keyhüsrev’i İstanbul’dan getittirme fikrini öne
sürmüşlerdi ve yanlarına Mübarizeddin Ertokuş’u (Antalya’nın fethinde rol oynayacaktır) da
almışlardı. Netice itibariyle III. Kılıçarslan döneminde Isparta’nın fethi ile Mübarizeddin’in
Ertokuş Selçuklu hizmetine girmiştir. Yağıbasan oğulları ile Mübarizeddin Ertokuş birlikte
hareket etmişler ve Gıyaseddin Keyhüsrev’i İstanbul’dan getirtmek üzere Hacib Zekeriya’yı
görevlendirmişlerdir. Bu emirlerin verdiği direktif ile Hacib Zekeriya keşiş kılığında İstanbul’a
girmiştir. Kaynaklar ve Osman Turan’ın ifadesine göre muhtemeen Hristiyan dönmesi olan Hacib
Zekeriya Anadolu’da konuşulan beş dili biliyordu. Bu beş dil arasında; Arapça, Farsça, Türkçe,
Süryanice ve Rumca vardır. Hacib Zekeriya gizlice girdiği İstanbul’da Gıyaseddin Keyhüsrev’i
buluyor. Burada bir anektod söz konusudur:
Hacib Zekeriya pazarda Gıyaseddin Keyhüsrev’in çocuklarını görüyor sonra onları takip
etmeye başlıyor ve çocukların atabeyi olan Seyfeddin Ayaba Hacib Zekeriya’da şüpheleniyor.
Bunun üzerine Seyfettin Ayaba da Zekeriya’yı takibe alıyor. Zekeriya Seyfeddin Ayaba’ya
durumu izah ediyor ve nihayet Keyhüsrev’e ulaşıyor, onu Selçuklu tahtına çağırıyor.
Gıyaseddin Keyhüsrev bu dönemde oldukça zor durumdaydı. Latinler İstanbul’a saldırmış
ve IV. Haçlı Seferi gerçekleşmişti. IV. Haçlı seferinde Avrupa’daki Katolikler, bizim kilisemizin
düşmanı sadece Müslümanlar ya da diğer dinler değil aynı zamanda Ortodokslar da bizim
düşmanımızdır yani Katolikler hariç herkes bize düşmandır şeklinde düşünüyorlardı. Bu zihniyet
ile maddi sebeplerle birleşince IV. Haçlı Seferi İstanbul’da gerçekleşmiş ve İstanbul ile sınırlı
kalmıştı. Ama bu şu anlama gelmiyordu; burada özellikle İtalyan Cumhuriyetleri (Venedik,
Ceneviz ve Pisa) IV. Haçlı Seferinden de istifade etmiş ve Bizans’ın sahip olduğu en güzel kıyılara
sahip olmuşlardı ve buralarda ticaret yapıyorlardı. Bundan sonrasında Venedikliler bu almış
oldukları yeni koloniler ile sahil şeridinde Akdeniz’de tek hakim haline geldi. Cenevizliler ise
Karadeniz’e kaydılar. Bundan sonra denizlerde muhatap olduğu Akdeniz’de Venedikliler,
Karadeniz’de Cenevizliler oluyor. Nitekim hem Türkiye Selçukluları hem Memlükler hem de
Osmanlılar Akdeniz’de bundan sonra Venediklilerle muhatap olmuşlardı. Bizans bu dönemden
sonra kesintiye uğradı yani hakimiyeti 1259’a kadar kesildi ve bu 60 yıllık süre zarfında İstanbul
hakimiyeti Latinlerin elinde oldu. Ve bundan sonra Bizans devletinden ayrılan hanedan
üyelerinden Theodor Laskaris İznik’te bir devlet kurdu ve Trabzon’da da Aleksios Komnenos
Trabzon Rum Devletini kurmuştur. Bizans’ın bu dönemde yüzünü yitirmesi Selçuklular’ın
Antalya, Sinop gibi sahil şehirlerini ele geçirmesine sebep olmuştu. Öte yandan zararları da

7
olmuştur; Gıyaseddin Keyhüsrev, İznik İmparatoru Theodor Laskaris ile yaptığı Alaşehir
Savaşında ölmüştür. Trabzon Rum Devleti de Fatih zamanına kadar başımıza bela olarak kalmıştır.
Theodoros Laskaris 1204’te Gıyaseddin Keyhüsrev ile Hacib Zekeriya’nın dönüş yolunda
yolunu keser ve neticede İzzeddin Keykavus ve Alaeddin Keykubat’ı rehin bırakarak geçmelerine
izin verir. Daha sonra Hacib Zekeriya onlara bir oyun oynayarak çocukları gizlice kaçırarak
Anadolu topraklarına sokmayı başarır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya tahtına geçmek için ikinci
kez Konya’yı kuşatır. Konya ileri gelenleri meşru hükümdar olan yani III. Kılıçarslan’dan yana
tavır koyarlar ve Gıyaseddin’e tahtı vermeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine Aksaray halkı I.
Gıyaseddin’i şehre davet edip tahta geçmesini söylerler. Bunu öğrenen Konya halkı devletin
merkezinin Aksaray’a kayacağını düşünerek I. Gıyaseddin Keyhüsrev’i Konya’ya almaya karar
verirler ve Gıyaseddin Şubat 1205 yılında yeniden Selçuklu tahtına oturur.

I.GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN İKİNCİ SALTANATLIK DÖNEMİ (1205-1211)


Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci kez tahta çıktığında çok önemli işler başarmıştır. Kendisi
tahta geçtikten bir süre sonra oğlu İzzeddin Keykavus’u Malatya meliki olarak atadı. Alaeddin
Keykubat’ı da Tokat’a melik olarak atamıştır. Bir de I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in küçük bir oğlu
vardı onun adı da Celaleddin Keyferudun idi. Bu en küçük oğlu Mavramazomes’in kızından mı
doğdu yoksa daha sonra mı doğdu belirsizdir. Küçük oğlu Celaleddin Keyferüdun’u da
Koyuhisar’a atamıştır.
I.Gıyaseddin tahta geçmek için Konya’ya girince Konya’nın eşrafı yani ileri gelenleri, III.
Kılıçarslan’ı öldürmemesi adına şart koşuyorlar. Gıyaseddin’de öldürmüyor ve onu Tokat’a
göndermek için söz veriyor. Fakat III. Kılıçarslan daha Konya’da çıkar çıkmaz Tokat’a varmadan
öldürülüyor. Muhtemelen bu olayında altında da amcası I. Gıyaseddin Keyhüsrev vardır.
III. Kılıçarslan meselesini halleden ve tahta çıkan I. Gıyaseddin’in ilk işi Theodor Laskaris
ile mücadeleye başlamak olmuştur.
1206’da İznik ve civarına hakim olan Theodor Laskaris bölgede faaliyet göstermeye
başlıyor ve niyeti Samsun ve Sinop limanlarını ele geçirmektir. Bu amaçla Theodor Laskaris, I.
Gıyaseddin Keyhüsrev’e yaklaşmaya başlıyor ve aralarında bir dostluk anlaşması kuruluyor. Öte
yandan Trabzon’da bulunan Aleksios Komnenos’ta Sinop ve Samsun limanlarını ele geçirmeye
çalışıyor. Ve Türklerinde hedefi yani I. Gıyaseddin Keyhüsrevin de hedefi aslında Sinop limanını
ele geçirmekti fakat Laskaris ile yapmış olduğu dostluk anlaşmasına binaen önceleri ses
çıkarmamıştır.
1207 yılında Akdeniz’e yöneliyor. Öte yandan I. Gıyaseddin Keyhüsrev İstanbul’da kızını
aldığı Manuel Mavrazomes’i (Daha sonradan Müslüman olduğu iddia edilir) Batı uçarına
gönderdiği bilinir. Denizli, Honat ve Menderes vadisini kapsayan bölgenin idaresini ona veriyor
ve burada Türkmenler ile birlikte fetihlerde bulunuyor.

8
ANTALYA’NIN FETHİ
I.Gıyaseddin Keyküsrev 107 yılında Antalya’ya yöneliyor. Theodor Laskaris ile anlaşma
yaptığı için kendisi güneye yönelmeyi hedefliyor. Akdeniz’de bir liman şehri olan Antalya’yı ele
geçirdiği zaman bu defa ticaretini güneyden yapabilecek. Bu sırada da Antalya’da da artık Bizans
parçalandığı için elden çıkmıştı ve İtalyan asıllı Aldo Brandini’nin eline geçmişti. Bunun üzerine
I. Gıyaseddin Keyhüsrev Antalya’yı almaya karar veriyor ve hazırlıklarını tamamlıyor fakat
Antalya’nın konumunu düşünemiyor. (Bir liman şehri olduğundan denizden yardım alabileceğini
düşünemiyor.)
1207 yılında şehri kuşatıyor fakat şehir Kıbrıs Kralı Gauter Montbeliard’dan yardım alıyor.
(O dönemde Kıbrıs’ta bulunan Haçlılar) Kıbrıs Kralı Gauter Montbeliard’de gemiler ile yardım
gönderiyor. Bunun üzerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev geri çekiliyor. Ancak geri çekilse de takibe
devam ediyor. Selçuklular’ın bu dönemde henüz oluşmuş deniz gücü de yoktur. Selçukluların
deniz gücü önce liman şehirleri almakla oluşacaktır. Liman şehirlerini alma sebepleri öncelikle
ticari amaçlıdır. Daha sonra Alaeddin Keykubat döneminde file yani deniz gücü oluşturacaklardır.
Ticaret için denizlere hakim olmak ayrı, denizcilik için file oluşturmak ayrı ve deniz kuvvetleri
oluşturmak ayrıdır.
Selçuklular hem Anadolu coğrafyasına hakim olmuşlar hem üç adet haçlı seferine karşı
durmuşlar hem de Alaeddin Keykubat döneminden itibaren Anadolu da denizciliği başlatmışlardır.
Alaeddin Keykubat’tan sonra devlet zayıflıyor dolayısıyla Selçuklu filosu da daha tam oluşmadan
bitiyor yani denizlerde büyük bir başarı sağlayamıyorlar. Alaeddin Keykubat döneminde Kırım
Sudak bölgesine gidecek kadar denizaşırı bir sefer düzenleniyor.
I.Gıyaseddin Keyhüsrev bir süre Antalya’yı gözetledikten sonra Antalya halkı I.
Gıyaseddin Keyhüsrev’e şehri alması için haber gönderiyor. Bu nedenle I. Gıyaseddin Keyhüsrev
şehri tekrar kuşatıp abluka altına alıyor. 5 Mart 1207 tarihinde Antalya, Selçuklu topraklarına dahil
ediliyor. Bundan sonra I.Gıyaseddin Keyhüsrev Kıbrıs Franklarıyla ticaret anlaşması yapıyor.
Özellikle Venedik ve Kıbrıs Franklarıyla bundan sonra I. Gıyaseddin Keyhüsrev ticaret
anlaşmaları yapacak ve bu anlaşmalarda en önemli madde deniz ve Akdeniz’de faaliyet gösteren
Venedik tüccarlarının yağmalanan ve batan gemilerini Selçuklu Devleti sigorta etmesidir.
Venedikliler bu dönemde Akdeniz’e hakim olduğu için bu konuda ödün veriyorlar. Selçuklular
yavaş yavaş ticarete girmeye başlıyorlar. Osman Turan, Türklerin Anadolu hakimiyetini ele
geçirdikten sonraki en iyi yaptığı iş Liman şehirlerini ele geçirmeli olmuştur demiştir. Güneyde
Antalya daha sonra Alaeddin Keykubat zamanında Alanya Limanlarını kuzeyde de Sinop limanını
ele geçirecekler ikisinde de söz sahibi olacaklar ve birdenbire 30 40 yıl içerisinde devlet müthiş
bir zenginliğe kavuşacaktır.
Güneyde bulunan Antalya’nın ele geçirilmesiyle, Selçuklular liman ticaretine katılmaya
başladılar. Antalya’nın alınmasında, Mübarizeddin Ertokuş çok büyük rol oynamıştır. Bundan
dolayı Antalya şehrine vali olarak Mübarizeddin Ertokuş atanmıştır. İki husus Selçuklular için
büyük önem arz ediyor biri deniz ticareti liman şehirlerine sahip olma diğeri de kara yoluyla

9
yapılan ticaret yollarını emniyet altına alma. Selçuklular geldiğinde Anadolu’da doğu-batı ticaret
yolu vardı. II. Kılıçarslan’dan sonra bir de kuzey-güney ticaret yolu eklenmişti. Güneyde Antalya
ve Alanya limanlarına gelen mallar veyahut karayoluyla Suriye üzerinden gelen mallar Mersin-
İskenderun arası Kilikya bölgesinden geçmek zorunda kalıyorlar ve Kilikya Ermenileri özellikle
Suriye’den gelen tüccarların mallarını yağmalıyorlar. Aynı şekilde Anadolu’dan Suriye taraflarına
da gelen tüccar mallarını da yağma ediyorlar. Kilikya Ermenileri resmen Selçuklu Devleti içinde
bir yaradır. Bu sebeple sultan Maraş yönünde Ermenileri ortadan kaldırmak ve bu durumları
engellemek üzere harekete geçiyor. Maraş Eyyubilerin hakimiyetindeyken, sultan tekrar burayı
alarak Selçukluların topraklarına katıyor. Maraş (ve Malatya) güneye inen ticaret yolları üzerinde
önemli bir kavşak noktasıdır bu sebeple Maraş’ı aldıktan sonra doğrudan Ermenilerin üzerine
yürüyor. 1208 yılında Ermenileri tehdit ederek daha önce Selçuklular tarafından fethedilerek sonra
Bizans’ın yeniden aldığı fakat Bizans zayıf düşünce tekrar Ermenilerin eline geçen Pertus kalesini
yeniden ele geçiriyor. Böylece Ermeniler Eyyubilerin aracılığı ile I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile
barış yapmak zorunda kalıyor ve Ermeni Kralı Leon bu anlaşmaya sabit kalarak I. Gıyaseddin
Keyhüsrev adına para bastırıyor. Bu durum da şu anlama geliyor, Ermenilerin bu dönemden
itibaren Selçuklu hakimiyeti kabul etmiş oluyorlar. Daha son
Güneydeki bu düzenlemeler Hıristiyan dünyasında büyük bir ses getirmiştir. Gıyaseddin
Keyhüsrev bu düzenlemelerden sonra Konya’ya gelir ve Konya’da karşısına çıkan en büyük
problem Theodor Laskaris’tir. Theodor Laskaris, I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in niyetini anlar ve
durumunu güçlendirmek için İstanbul’daki Haçlılar ile anlaşma yapar böylece I. Gıyaseddin
Keyhüsrev ile yaptığı anlaşmaya aykırı davranmış olur. Gıyaseddin Keyhüsrev bu durumdan
hoşnut olmaz ve nitekim daha önce kendisini İstanbul’da ağırlayan III. Aleksios, Gıyaseddin
Keyhüsrev’den yardım ister. Amacı damadı İznik İmparatoru Theodor Laskaris’in elinden devleti
geri almaktır. Bunun üzerine Gıyaseddin Keyhüsrev bir denge politikasını takip ederek eski eski
Bizans İmparatoru III. Aleksios’u yanına alarak onu yeniden İznik tahtına geçmesini sağlamaya
çalışır. Bu arada Theodor Laskaris hazırlıklarını tamamlar ve nihayet Gıyaseddin Keyhüsrev ile
arasında 1211’de Alaşehir’de bir savaş meydana gelir. Bu savaşta İbni Bibi’nin ifadesine göre I.
Gıyaseddin Keyhüsrev ve Theodor Laskaris ordusu berabere kalır yani galip bir taraf olmaz fakat
bu savaşta I. Gıyaseddin Keyhüsrev amış olduğu bir kılıç yarası ile hayata veda eder. Selçuklu
tarihinde tek şehit Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir. Batılı kaynaklar bu savaşı İznik
İmparatorunun kazandığını söylerler. Daha sonra I. İzzeddin Keykavus tahta geçince Theodor
Laskaris ona 20 bin dinar gönderir. Bir bakıma savaş tazminatı gibidir ve kendisi barış ister. Bu
olay açısından baktığımızda savaşın galibi Selçukludur ancak savaşta sultanın ölmüş olması da bir
gerçektir.
I.GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN KİŞİLİĞİ
I. Gıyaseddin Keyhüsrev bilindiği üzere II. Kılıçarslan’ın 11 oğlundan biridir. Annesi bir
Rum’dur ancak Türk-İslam terbiyesi ile yetişmiştir. Son derece devletine bağlı, fırsatları iyi
değerlendiren bir hükümdardır. Onun döneminde pek çok imar faaliyetleri yaptırılmıştır. Bu arada
onun tahta geçtiği dönemde kız kardeşi Gevher Nesibi Hatun bir sipahiye aşık olmuştu. Bunun
üzerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev bir Selçuklu melikesinin sipahi ile evlenemeyeceğini düşünüp
onu savaşa göndermiştir ve bu sipahi de savaşta ölmüştür. Bu haberi alan Gevher Nesibi Hatun
10
verem hastalığına yakalanmıştır. Ölümünden önce yanına gelen I. Gıyasseddin Keyhüsrev’e bir
vasiyette bulunmuş ve hazinesinden kendi parasını vererek benden sonra bir hastahane yaptır,
benim gibi tedavisi mümkün olmayan insanlar gelip o hastahanede dinlensinler tedavi ettirmeye
çalış demiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev kardeşinin bu vasiyetini yerine getiri ve Kayseri’de
Gevher Nesibe Darüşşifa’sını kurmuştur. (Bimaristan: Akıl hastahanesi) Bu hastahane aynı
zamanda Tıp Fakültesidir. Günümüzdeki modern araştırma hastahanelerinin ilk örneğini teşkil
eder.
Oğullarından Malatya Meliki I. İzzeddin Keykavus’tur. Alaeddin Keykubat Tokat
Melikidir. Celaleddin Keyferudun ise Koyunhisar Melikidir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in şehit
olmasından sonra Selçuklu emirleri yine devreye girmiştir. Bir bölümü İzzeddin’i ve bir bölümğ
de Alaeddin’in tahta geçmesini istemişlerdir. Emirlerden bir kısmı da Erzurum’da bulunan Tuğrul
Şah’ı geçirmek istemişlerdir. Galip gelen fikir Malatya’da bulunan İzzeddin Keyhavus’u tahta
geçirmek oldu. Bu sebeple emirler kendisine haber yollayıp tahta çıkarmak için harekete geçtiler.
Ve nihayet İzzeddin Keykavus tahta geçmek üzere Malatya’dan hareket etmiştir. Daha Konya’ya
gelmeden Kayseri’de tahta geçirildi ve bu haberi öğrenen Tokat meliki Alaeddin Keykubat derhal
harekete geçip kardeşini kuşattı.

I.İZZEDDİN KEYKAVUS (1211-1220)


İzzeddin Keykavus Kayseri’ye geldiğinde kendisi için cülus düzenlenmişti ama asıl tahta
geçiş Konya’da gerçekleşmiştir. Birkaç emir ona Kayseri’de biat etmiştir. Alaeddin Keykubat
Ermeni Kralı II. Leon’u ve amcası Tuğrul Şah’ı alarak onu Kayseri’de kuşattı yine aynı zamanda
yanına Uç Beylerinden Zahireddin İllig’i almıştır. (Daha sonra İzzeddin Keykavus bu adamın
mezarını dahi yaktırmıştır) Kardeşinden böyle bir kuşatma beklemeyen İzzeddin Keykavus resmen
şehre sıkışmıştır. Kuşatma uzadıkça İzzeddin Keykavus ne yapacağını bilmez hale gelmişti ancak
buradaki halkın hoşnutsuzluğunu fark edince çareler aramaya başlamıştı. Emirlere danıştı fakat bu
emirlerden bir fikir çıkmadı. Kayseri valisi Celaleddin Kayser, İzzeddin Keykavus’a, “Eğer
Alaeddin Keykubat’ın müttefiklerinin yanından ayrıldığında kendisinin yalnız kalacağını
böylelikle kuşatmanın başarılı olamayacağının”, fikrini öne sürdü. Bunun üzerine İzzeddin
Keykavus bu fikri oldukça makul bularak önce amcası Tuğrul Şah’ın ittifaktan ayrılmasını istedi
daha sonra Ermeni kralı II. Leon’a kaynakların ifadesine göre ona çeşitli vaadlerle Alaeddin
Keykubat’ın yanından ayrılmasını sağladı. İzzeddin Keykavus’un bu sıralarda yanında yeterli para
olmadığı için kız kardeşinin başlığında bulunan takısını Ermeni Kralı Leon’a verdiğini ve de
Gıyaseddin’in bir de kızı olduğunu kaynaklarda görüyoruz. Ve netice itibariyle Alaeddin
Keykubat’ın yanında bulunan müttefikleri yanından tek tek ayrıldı. Bu olay üzerine Alaeddin
Keykubat muhasarayı bırakıp Ankara’ya çekildi. İzzeddin Keykavus’ta kuşatma sona ererek
Konya’ya gelerek bir cülus merasimi ile tahta çıktı. Dönemin Abbasi Halifesi en-Nâsr li-dinillah
civarındaki hükümdarlara cülusunu bildiren mektuplar gönderdi. Bundan sonra Sultanın tahta
oturduğunu öğrenen Theodor Laskaris ona bir elçi gönderdi. Kaynakların ifadesine göre bu elçi
İzzeddin Keykavus’a 30 bin dinar getirerek barış teklinde bulundu. Hem babasının intikamını
almaması için hem de savaş tazminatı mahiyetiyle böyle bir yaklaşımda bulundu. İzzeddin

11
Keykavus’ta bu hediye ve teklifi kabul etti çünkü henüz tahta yeni geçtiği sırada bir gücü yoktu.
Üstüne üstlük kardeşi Alaeddin Keykubat meselesini de tam olarak halletmemişti. Bu dönemde
önemli bir durum olan cülusu bildirdiği Abbasi Halifesi en-Nasr li-dinillah İzzeddin Keykavus’a
fütüvvet şalvarı ve kuşağı getirdi ve onu fütüvvet teşkilatına dahil etti.
Fütüvvet teşkilatı nedir?
Aslın en-Nasr li-dinillah’ın İslam dünyasını yeniden canlandırmak için kurmuş olduğu
teşkilattır. Arapça feta kelimesi yiğitlik, cömertlik demektir.
Selçuklu sultanlarından fütüvvet teşkilatına ilk giren İzzeddin Keykavus olmuştur. Bu
arada en-Nasr li-dinillah’ın annesi bir Türk’tür. Hatta kaynaklar onun Abbasi sarayında
Abbasilerin rengi olan siyah yerine beyaz giydiğini ve bu şekilde dolaştığını ayağına Türklere has
uzun koçlu çizmeler giyerek ve kafasına Türklerin başlığını taktığını bildirirler. Fakat en-Nasr li-
dinillah son derece zeki ve uyanık bir adamdır. Canlandırdığı fütüvvet teşkilatı Anadolu’da Ahilik
teşkilatı ile karşılık bulmuştur. Bu fütüvvet teşkilatı esasen İslamiyet’in ilk dönemlerinde
insanların birbirlerine yaklaşması, yardımlaşması, İslamiyet’in korunması adına yiğitlik yapılması
gibi hususlardan meydana çıkmıştır. Arapların en yiğidi ve cömerdi Hatmü’t-Tai’dir. Bu kişi
İslamiyet’ten önce yaşamıştır ve cömertliği Araplarda menkıbe gibi anlatılmaktadır. En-Nasr li-
dinillah’ın fütüvvet teşkilatını diriltmekteki amacı bütün parçalanan İslam dünyasını bir araya
getirmektir ve bu çerçevede siyasi bir güç olarak gördüğü İzzeddin Keykavus’uda bu teşkilata
sokar. Ahilik da teşkilat aynı zamanda sosyal hayata, dini hayata ve ahlaka hükmeden çok önemli
ve üretimde standardizasyonu getiren önemli bir kurumdur. Aynı zamanda ilerleyen dönemlerde
Moğol istilasına karşıda en çok mücadele eden Ahiler olacaktır. Osmanlının kuruluş aşamasında
da Ahiler etkilidir. Anadolu’nun özellikle korunması konusunda Ahiyanı Rum, Baciyanı Rum,
Abdalanı Rum şeklinde organize olan Anadolu halkı hem bu dönemde Selçuklulara karşı hem de
Haçlılara karşı önemli mücadeleler vererek Anadolu’nun siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda
Türkleşmesi hususunda çok büyük rol oynamışlardır. Ahi kelimesi Arapça kardeşim anlamındadır.
Neşet Çağatay aynı zamanda aki kelimesinin cömertlik anlamına geldiğini söyler. Alaeddin
Keykubat döneminden itibaren ahilik ileri seviyede organize olup toplumda sosyal yönüyle
insanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda var olmuşlardır. Ahilik, İslam ahlakıyla ahlaklanan bir
toplum meydana getirmiştir. Anadolu’nun ticarete açılması ve bu ticaretin lokomotifini teşkil eden
esnaf kesimi müthiş bir şekilde organize olmuşlardır. Ahilik teşkilatında esnaf ahlakı esas olduğu
için toplumda düzen ve intizam ortaya çıkmıştır.
İzzeddin Keykavus bu dönemde tahta çıktıktan sonra bir yıl icraata girişmemiştir. 1212-
1213 yılları arasında İzzeddin Keykavus’un aklındaki Alaeddin Keykubat’ı bertaraf etmektir. Bir
içerisinde hazırlıklarını tamamlayıp Alaeddin Keykubat’ı kuşatmıştır. Kaynakların ifadesiyle
kuşatma epey uzun sürmüş ve sonrasında Alaeddin Keykubat Ankara halkının iaşesiz kalması
şehir halkının zor duruma düşmesi neticesinde abisi İzzeddin Keykavus’a teslim olmayı kabul
etmiştir. Ankara kuşatması böylelikle İzzeddin Keykavus döneminde gelişmiş ve Alaeddin
Keykubat’ı tam öldürecekken araya İzzeddin Keykavus’un hocası olan Mecdeddin İshak girmiştir.
(Sadreddin Konevi’nin babasıdır. Mecdeddin İshak bu dönemde Suriye taraflarından gelen ve
İzzeddin Keykavus mevziinde çok önemli yeri olan aynı zamanda alim ve müçtehit birisidir.)

12
Bunun üzerine İzzeddin Keykavus esir ettiği kardeşini Malatya’daki Minşar kalesine göndermiştir.
Ermeni kaynaklarında Massura kalesi olarak da geçiyor. Bu şehre gönderme sebebi de daha önce
burada meliklik yaptığı için buradaki halk ona daha çok bağlıdır bundan dolayı Alaeddin
Keykubat’ sahip çıkacaklardır. Bu sayede İzzeddin Keykavus otoritesini sağlamlaştırıyor ve
siyasetine başlıyor. Babası ve dedesi gibi Kıbrıs Kralı Hugue ile 1214’de ticaret anlaşması
yapmıştır. Daha sonra Venedikliler ile de bir ticari anlaşma yapıldı. İlk defa I. Gıyaseddin
Keyhüsrev Venediklilerle sigorta benzeri bir faaliyet içerisine girmiş ve Akdeniz de ticaret yapan
Venediklilerin yağmalanan mallarını tazmin etme kararı almıştır.

SİNOP’UN FETHİ
Akdeniz’deki ticaretin güven ve emniyetinin sağlanmasına karşın Karadeniz’de de durumu
düzeltmek amacıyla Kuzeye gitmeye karar verdi. Çünkü Anadolu’daki iki Bizans devleti
Karadeniz’e hâkim olmak üzere idiler. Sultan Karadeniz ticaret yollarını da emniyete almak için
harekete geçti. Kuzeydeki Samsun ve Sinop limanları sadece Türkiye’nin ihracat ve ithalatı için
değil uluslararası ticaret için de çok önemli merkezlerdi. Bu yüzden Sultan İzzeddin Keykâvus
hazırlıklarını tamamlayıp Karadeniz’de bir ticaret limanı kazanmak gayesiyle Sinop üzerine
yürüdü. Bu arada Trabzon Rum İmparator’u Aleksios Komnenos yanında 500 kişi ile ava çıktığı
bir sırada Sinop boştur. Aleksios Komnenos Karadeniz civarında Türkmenler tarafından esir
edilmiştir. Selçuklu kaynaklarından bu konuyu İbn Vasıl (Selçuklu, Eyyubi kaynağıdır.
Müferricü’l Kurub fi Ahbar-ı beni Eyyub) diğer kaynakların aksine Aleksios Komnenos 500 kişi
ile avlanırken Türkmen tarafından esir edildiğini yazıyor. Bunun üzerine İzzeddin Keykavus
Sinop’a giderken esir edildiği haberini alıyor. Bu haberi aldıktan sonra Türkmenlere belli miktar
para vererek Aleksios Komnenos’u ellerinden alıyor. İzzeddin Keykavus yanında Aleksios
Komnenos varken Sinop’u kuşatıyor. Bu seferde Antalya seferinden farklı olarak İzzeddin
Keykavus Sinop hakkında çok önemli bir istihbarat topluyor. Yani Antalya kuşatmasındaki aynı
hatayı yapmıyorlar. Şehrin Rum valisi şehri teslim etmek istemiyor bunun üzerine İzzeddin
Keykavus yanında bulunan Aleksios Komneneos’u kullanarak mektuplar göndertiyor. Bu taktik
sonuç vermeyince İzzediin Keykab-vus İbn Bibib’nin kaynağında yazdığı şekliyle birtakım
formüler uyguluyor. Aleksios Komnenos’u ayaklarından asıyor ve bunun üzerine Aleksios
Komnenos dayanamayıp çok yakın bir adamını valiye göndertiyor ve valinin bir anda durumu
değişiyor şehri teslim etmeye karar veriyor. İzzeddin Keykavus’un adamlarından Behram Sinop’a
önceden giderek şehrin denizle bağlantısını kesiyor ve bir gemi filosunu yaktırıyor. Valiyi ikna
edip denizden yardımı kesince İzzeddin Keykavus rahatça şehre girdi. 3 Kasım 1214’te bizzat
kendisi Sinop’a girerek Sinop’u alıyor. Kaynakların ifadesine göre şehre girdikten sonra yaklaşık
9 ay kadar orada kalıyor ve şehri İslam’a açıyor, imar çalışmaları yapıyor; camii inşasını başlatıyor
aynı zamanda ticaretin canlılığı için birtakım tedbirlerde bulunuyor. Ermeni asıllı bir kişiyi buraya
atıyor. Müslümanların buraya göç etmesini sağlıyor. Şehirdeki halka teklifte bulunuyor ister şehri
terk edin, ister kalın cidye ödeyin diyor. Halkın büyük bir bölümü şehirde kalmayı tercih ediyor.
İzzeddin Keykavus’un buradaki iskan politikası son derece önemlidir. İzzeddin Keykavus buraya
hatrı sayılır birçok tüccarın göç etmesini sağlıyor. Netice itibariyle Sinop artık tam anlamıyla bir
Türk şehri haline geliyor. (1214 Türklerin eline ikinci defa geçiş tarihidir. Daha sonra Moğol
13
istilası nedeniyle elden yeniden çıkacaktır. Daha sonra Pervaneoğullar.) Sinop’un fethinden sonra
İzzeddin Keykavus Sultanü’l-Galib unvanı veriliyor.
Sinop şehrinin Selçuklulara kazandırılmasından sonra Ermeniler yeniden hareke
geçiyorlar. İzzeddin Keykavus’un Alaeddin Keykubat ile arasındaki mücadeleyi fırsat bilerek
yeniden harekete geçiyorlar: Ulukışla, Ereğli ve Larende’yi alıyorlar. Bunun üzerine İzzeddin
Keykavus direk harekete geçerek yönünü güneye çeviriyor. 1216’ da Ermenilerin üzerine giderek
sözü edilen bu kaleleri yeniden ele geçiriyor. Bu arada bir başka gelişme daha gerçekleşiyor: İki
kardeşin taht mücadelesinden yine yararlanarak Antalya’yı Rumlar tekrar ele geçirmiştir. Bunun
üzerinde İzzeddin Keykavus yanına Mübarizeddin Ertokuş’u alarak 22 Ocak 1216’da Antalya’yı
yeniden alıyorlar. Rumlar buradaki Türk garnizonlarını denize atarak büyük işkenceler
yapmışlardır. Bundan sonra İzzeddin Keykavus Ermeni Kralı II. Leon’a haddini bildirmek üzere
harekete geçmiş ve Ermenileri tamamıyla hakimiyeti altına almak için bir plan doğrultusunda
onların üzerine yürüyüp Ermenileri yok etme niyetindedir.
ERMENİLER İLE İLİŞKİ
Kilikya Ermeni Kralı II. Leon Haçlıların elinde bulunan Antakya’yı işgal etmek istemiştir.
İzzeddin Keykavus da Antakya’daki Haçlılar ile Ermeni Kralı arasındaki çekişmeyi fırsat
bilerek Ermenilerin üzerine bir sefer düzenlemeyi planlıyor. Hazırlıklarını tamamlar ve Maraş’a
gelir. Maraş haimi Nusratüddin Hasan’ı yanına alır ve aynı zamanda Haleb (Eyyubi) hükümdarı
Melikü’z-Zahir’e haber göndererek ondan yardım istemiştir. İzzeddin Keykavus’un amacı kendisi
kuzeyden ilerleyecek, Halep’ten de Eyyubi meliki ilerleyecek böylelikle Kilikya Ermenileri
kuzeyden ve güneyden baskı altına alınarak kitleneceklerdir. Fakat Halep hakimi Melikü’z-Zahir
bu konu hakkında tereddütlü davranır ve hatta Mısır’daki asıl Eyyubi hükümdarı olan el-Adil’e
durumu danışır. El-Adil ise İzzeddin Keykavus’un asıl niyeti Halep’i almaktır diyerek kesinlikle
karşı çıkar. Eyyubilerden böyle bir destek gelmeyince bu defa Ermeni Kralı da Melikü’z-Zahir’e
çeşitli hediyeler göndererek kendi tarafına çekmeyi ya da hiç değilse tarafsız kalmasını sağlar. Bu
olay üzerine İzzeddin Keykavus herhangi bir harekette bulunmaz fakat çok kısa bir süre sonra
Ermeniler üzerine kendisi harekete geçer. Ermenilerin elinden Çinçin ve Haçin gibi kaleleri alır.
Buradaki kaleleri alarak Ermenileri kendilerine bağlarlar. 1218 yılında bir barış anlaşması yaparlar
ve bu anlaşmaya göre Selçuklular istediği zaman Ermeniler kendilerine 500 asker göndermeyi ve
yıllık 20 bin dinar (Alaeddin Keykubat döneminde 40 bin dinara çıkar) tazminat göndermeyi kabul
ederler. Bu arada Sis hakimiyetini de bir fermanla Ermeni Kralı II. Leon’a verir ve Anadolu-Suriye
arası ticaret yolu da güvenlik altına alınmış olur. Daha sonraki dönemlerde de Selçuklular adına
para bastırırlar ve sultan adına hutbe okutuyorlardı.
Bundan sonra Halep’te Melikü’z-Zahir ölür ve yerine küçük yaştaki oğlu Melik Aziz geçer.
Melik Aziz’e de Şehabeddin Tuğrul atabeylik yapar. Küçük yaşta olmasından dolayı buradaki
Türk ve Eyyubi Beyleri son derece rahatsız olurlar ve Halep’i teslim etmek üzere İzzeddin
Keykavus’u çağırırlar. İzzeddin Keykavus onların bu çağırısına kulak vererek ve yanına Maraş
hakimi Nusratüddin Hasan’ı alarak Halep’e ilerlemeye karar verir. İzzeddin Keykavus’un niyeti
Osman Turan’a göre Halep’teki kargaşaya çözüm bulmaktı. Arap tarihçileri ise İzzeddin
Keykavus’un niyetinin Halep’i almak olduğunu söylerler. Sumeysat (Samsat) Meliki el-Melik el-

14
Efdal’ı yanına alır ve ona yol üstünde ele geçirdiğim her yeri sana vereceğim der. İzzeddin
Keykavus, Maraş meliki Nusratüddin Hasan ve El- Efdal yanında iken Halep’e ilerler. İlerlerken
yol üstünde bulunan ve Eyyubilere ait olan Merzuban, Raban ve Tell-Beşir kalelerini ele geçirir.
İzzeddin Keykavus Tell-Beşir kalesini Nüsratüddin Hasan’a verir. Bunun üzerine El-Efdal
şüphelenir ve ele geçirdiği diğer yerleri ona vermeyeceğini hesap eder. Diyarbakır Eyyubi hakimi
Melik Eşref’e durumu bildirir. Diyarbakır hakimi Melik Eşref, Sumeysat Eyyubi Hakimi Melik
Efdal ve Halep’teki atabeyi Şehabeddin Tuğrul iş birliği yaparak İzzeddin Keykavus’un daha önce
aldığı Merzuban, Raban ve Tell-Beşir kalelerini yeniden ele geçirirler. Bu duruma İzzeddin
Keykavus oldukça sinirlenir ve Eyyubilerin üzerine gönderdiği 1000 kişilik Behram Şah
komutasındaki birlik yenilir. Bahsedilen üçlü birlik İzzeddin Keykavus’un itibarını zedelemek için
Haçlılarla birlik olduğunu söyleyerek onun itibarının kendi ordusu içerisinde zedelenmesine neden
olmuşlardır. Bu olaydan sonra İzzeddin Keykavus etrafından şüphelenmeye başlar Halep’ten bir
netice alamayınca Maraş’a döner. Maraş’tan döndükten sonra kuşkulandığı bütün emirleri bir
ziyafet vererek eve toplar ve nu evi yaktırır. Bu yaptığından pişman olan İzzeddin Keykavus
yaktığı evin yerine bir mescit yaptırır. (Mescid-i Suhteyan/Yanıklar Mescid’i) Bundan sonra
İzzeddin Keykavus’un psikolojisi oldukça bozulmuştur.
Konya’ya dönen sultan mağlubiyetinin neticesinde bir intikam seferi için hazırlıklara
başladı, Artuklulardan Diyarbekir hâkimi Nâsıreddin Mahmûd ve Erbil hâkimi Muzaffereddin
Gök-böri gibi bazı hükümdar ve beyler ile anlaştı. Adı geçen bu hükümdarlar Selçuklu sultanına
tâbi oldular. Sultan İzzeddin Keykâvus ordusu ile harekete geçip Malatya’ya ulaştı ise de,
hastalığının (verem) şiddetlenmesi daha ileri gitmesine engel oldu ve Viranşehir’de 10 Aralık
1219’da hayata veda eder.
*Pervanelik: Anadolu’da iskan işleriyle sorumlu bakandır.

15

You might also like