You are on page 1of 381

Devrim Çağı

Eric Hobsbawm

Yüzyılımızın en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen


Eric Hobsbawm 1917 yılında İskenderiye'de doğdu. Öğrenim hayatını
Viyana, Berlin, Londra ve Cambridge gibi farklı §ehirlerde sürdürdü.
İngiliz Akademisi, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi gibi birçok
saygın kurulu§a üye olan Hobsbawm, uzun yıllar Londra Üniversitesi'nde
öğretim Üyesi olarak çalı§tı. Emekliliğinden sonra New York "New
School for Research"te çalı§mayı sürdürdü.Hobsbawm'ın çok sayıdaki
yapıtlan arasından bazılan §unlardır:
Avrupa'nın en kapsamlı toplumsaltarihi olan, Devrim Çağı ( 1789-1848),
Sermaye Çağı (1848- 1875), imparatorluk Çağı (1875-1914) veAşınlıklar
Çağı (1914-1991). Bunların dı§ında Pıimitive Rebels, Sanayi ve
imparatorluk, Bandits, On History, Labouring Men and Worlds of Labor,
ve Jazz Scene anılmaya değer yapıtlarıdır. En son kitabı, caz tarihinden
ayakkabı tamircilerinin radikal geleneğine kadar uzanan geni§ bir
yelpazede yer alan yazılarının derlendiği "Uncommon People"dır.

D
' .

Hobsbowm, E. J.

ISBN Sahadır Sina Şener1 Dost Kitobevi Yayınlan


Devrim Çağı

Haziran
975-7501-41-71 Türkçesi,
2003, Ankara, 380 sayfa.
Tarih-Avrupo-19. yy.-Fronsa!ingiltere-Kaynokça-Dizin
DEVRİMÇAÖI
Avrupa 1789-1848

E.]. Hobsbawm
ISBN 975-7501-41-7

The Age of Revolution


E. J . HOBSBAWM

© E.J. Hobsbawm, 1975

Bu kitabın Türkçe yayın haklan


ONK Ltd. Şti. aracılığıyla
Dost Kitabevi Yayınları'na aittir.
Birinci Baskı, Ekim 1998, Ankara
İkinci Baskı, Eylül 2000, Ankara
Üçüncü Baskı, Haziran 2003, Ankara

İngilizceden çeviren, Bahadır Sina Şener

Düzelıi: Halim Yurdakul


Teknik Hazırlık, Mehmet Dirican • Dost İTB
Baskı ve Cilı, Pelin Ofset

Dası Kiuıbevi Yayınlan


Karanfil Sokak, 29!4, Kızılay 06650, Ankara
Tel: (0312)4188772 Fax: (0312)4199397
raulman@domi.neı.ır

Bu kitap, The Age of Revoluıion'ın Weiden & Nicholson baskısından çevrilmi§tir:


Fransızca parçaların çevirisi için Mehmet Emin Özcan'a teıekkür ederiz..
İçindekiler

Önsöz 7

Giriş 9

I. Kısım: Gelişmeler 13

1 1 780'lerin Dünyası ıs

2 Endüstri Devriini 36

3 Fransız Devrimi 63

4 Savaş 89

5 Barış 112

6 Devrimler 123

7 Milliyetçilik 147

II. Kısım: Sonuçlar 161

8 Toprak 163

9 Endüstri Dünyasına Doğru 184


1O Yetenekiilere Yükselme Olarıağı 200

ll Çalışan Yoksullar 219

12 İdeoloji: Din 237

13 İdeoloji: Laiklik 254

14 Sanatlar 274

15 Bilim 299

16 Sonuç: 1848'e Doğru 320

Haritalar 333

Notlar 345

Kayrıakça 358

Dizin 365
Onsöz

Bu kitap, burada 'çifte devrim' adı verilen olguyu -1789 Fransız Devrimi
ile çağda§ı olan (İngiliz) Endüstri Devrimi'ni- ilgilendirdiği ölçüde, 1789
ile 1848 arasında dünyanın uğradığıdönü§ümün izini sürmektedir. O neden­
le, tam olarak ne bir Avrupa ne de bir dünya tarihidir. Bu dönemde çifte
devrimin yansımalarından etkilenen ülkelere, üstünkörü de olsa değirımeye
çalı§tım. Bu dönemde devrimin üzerlerindeki etkisi ihmal edilebilir boyutta
olanlarıysa atladım. Dolayısıyla okur, kitapta Mısır hakkında bir §eyler bula­
caktır, ama Japonya hakkında bulamayacaktır; İrlanda hakkında Bulga­
ristan'dan, Latin Amerika hakkındaysa Afrika'dan daha fazla §ey bulacaktır.
Bu, bu kitapta göz ardı edilmi§ olan ülkelerin ve halkların tarihlerinin,
kitapta yer alanlardan daha az ilginç ve önemsiz olduklarıanlamına gelme­
mektedir-doğal olarak. Kitabın görüngesini, esas olarak Avrupa'nın, daha
kesin bir anlatımla Frarısa-İngiltere'nin olu§ turmasının nedeni, bu dönem­
de dünyanın -en azından büyük bir bölümünün- Avrupalı, daha doğrusu
Fransız-İngiliz bir temelden hareketle dönü§üme uğraml§ olmasındandır.
Ne var ki, pekala daha ayrıntılı biçimde ele alınmayı hak eden bazı konular,
yalnızca yer darlığından dolayı değil, (ABD tarihi gibi) bu dizide yer alan
diğer ciltlerde uzun uzadıya ele alındıkları için bir yana bırakılmı§lardır.
8 DEVRiM ÇAGI

Kitabın amacı, ayrıntılı bir anlatım sunmak değil, yorumlamak ve Fran­


sızların lıaute vulgarisation dedikleri şeyi yapmaktır. Kitabın ideal okuru,
geçmişe merak duymakla kalmayıp dünyanın bugünkü duruma nasıl ve
neden geldiğini ve nereye gittiğini anlamak isteyen, kuramsal bir yapıya
sahip, zeki ve eğitimli yurttaştır. Metni, ancak daha eğitimli bir okur kitlesi­
nin taşıyabileceği bilginlik gereçleriyle doldurmak, hem yersizdi hem de
bilgiçliklik olacaktı. O nedenle dipnotlanmda, neredeyse tümüyle kitapta
geçen alıntıların ve rakamların alındığı kaynaklara; özellikle tartışmalı veya
§aşırtıcı açıklamaların olduğu bazı durumlarda da otoritelere yer verdim.
Buna karşın, böylesine geni§ kapsamlı bir kitabın dayandığı malzemeler
hakkında bir §eyler söylemek doğru olacaktır. Bazı tarihçiler, belli alan­
larda diğer tarihçilerden daha uzmandır (ya da tersinden söylersek daha
bilgisizdir). Oldukça dar bir alan dışında, tarihçiler büyük oranda ba§ka
tarihçilerin çalı§malanna bel bağlamak zorundadır. ı789-ı848 arasındaki
döneme ili§kin bu ikincil yazın bile tek başına, bütün dillerden okuyahue­
cek durumda bile olsa herhangi bir ki§inin bilebileceklerini çok a§an bir
basılı eser yığını olu§turmaktadır (Oysa bütün tarihçiler gerçekte topu
topu bir avuç dille sınırlıdırlar). O yüzden elinizdeki kitabın büyük bölü­
mü, ikinci ya da üçüncü el kaynaklara dayanmaktadır ve kitabın yazarı
kadar bir uzmanı da üzecek kaçınılmaz kısaltınaların yanı sıra hatalar
içerecektir ister istemez. Kitapta, daha ileri araştırmalara rehber ola_cak
bir kaynakça sunulmaktadır.
Tarihin dokusu, onu bozmadan ipliklerine ayırmaya olanak vermese
de, kılgıl amaçlardan dolayı konunun belli ölçülerde alt bölümlere ay­
rılması gerekmektedir. Ben, kitabı çok kaba olarak iki kısma ayırmaya
çalı§tım. İlk kısımda, genel olarak dönemin ana geli§meleri ele alınırken,
ikinci kısımda çifte devrimin ortaya çıkardığı toplum türünün taslağı
yapılmaktadır. Ancak bu iki kısım arasında bilerek yapılmı§ çakı§tırmalar
vardır; aralarındaki ayrım kuramsal bir sorun değildir, kolaylık sağlamak
amacıyla yapılmıştır.
Kitabın çe§itli yönlerini benimle tartışan ya da taslak veya prova ha­
lindeyken bölümleri okuyan, fakat hatalanından sorumlu olmayan, ha§ta
J. D. Bernal, Douglas Dakin, Ernst Fischer, Francis Haskell, H. G.
Koenigsberger ve R. F. Leslie olmak üzere çeşitli kişilere te§ekkür borçlu­
yum. Özellikle ı 4. Bölümde, Emst Fischer'in fikirlerinden çok yaradan­
dım. Bayan P. Ralph, sekreter ve araştırma asistanı olarak çok büyük
yardımda bulundu. Bayan E. Mason da dizini hazırladı.
E. J. H.
Londra, Aralık ı 961
Giriş

Sözcükler, çoğu zaman belgelerden daha güçlü tamklardır. Bu kitapta


ele alınan altını§ yıllık dönem içersinde icat edilmi§ veya çağda§ anlam­
larını esas olarak bu dönemde kazanmı§ birkaç sözcüğe göz atalım. Bunlar,
'endüstri', 'sanayici', 'fabrika', 'orta sınıf', 'çall§an sınıf', 'kapitalizm' ve
'sosyalizm' gibi sözcüklerdir. 'Aristokrasi' ve 'demiryolu'nun yanı sıra 'libe­
ral' ve 'muhafazakar' gibi siyasal terimler, 'milliyet', 'bilim adamı', 'mühen­
dis', 'proletarya' ve (ekonomik) 'bunalım' gibi sözcükler de bunlar arasın­
dadır. 'Faydacı' ve 'istatistik', 'toplumbilim' ve daha pek çok çağda§ bilimin
adı, 'gazetecilik' ve 'ideoloji', bu dönemde uydurulmu§ ya da uyarlanmı§
sözcüklerdir.* 'Grev' ve 'yoksulluk' da öyledir.
Çağda§ dünya bu terimler olmadan (yani §eyler ve onlara adlarını
veren kavramlar olmadim) dü§ünüldüğünde, 1789 ile 1848 arasında pat­
lak veren ve insanın tarımı, metalürjiyi, yazıyı, kenti ve devleti bulduğu

• _Bu sözcüklerin çoğu, ya bu halleriyle uluslararası dol"§ımdadır ya da sözlük anlamları


korunarak çe§itli dillere çevrilmi§letdir. Ömeğin 'socialism' [sosyalizm] veya 'industry' [endüstri]
az çok uluslararası olarak geçerli sözcüklerken, 'demir yol [iron road]' tamlaması, çıktığı ülke
dı§ında her yerde çevrilerek alınml§tır.
1 0 DEVRiM ÇAGI

o uzak çağlardan beri insanlık tarihindeki en büyük dönü§ümü olu§turan


bu devrimin ne denli derin ve köklü olduğu da anla§ıl�caktır. Bu devrim,
bütün dünyayı dönü§türdü ve hala da dönü§türmeye devam etmektedir.
Fakat bu devrime bakarken, herhangi bir toplumsal çerçeveyle, siyasal
örgütlenmeyle veya uluslararası güç ve kaynak dağılımıyla sınırlanama­
yacak olan uzun vadeli sonuçlarıyla, belli bir toplumsal ve uluslararası
duruma yakından bağlı olan ilk ve tayin edici evresini birbiiinden özenle
ayırmak zorundayız. 1789-1848 büyük devrimi, 'endüstri' olarak endüstri­
nin değil, kapitalist endüstrinin; genel olarak özgürlüğün ve e§itliğin değil,
orta sınıfın ya da burjuva liberal toplumun; 'modern ekonomi'nin veya
'modern devlet'in değil, merkezinde, birbirine kom§u ve rakip Büyük
Britanya ve Fransa devletlerinin bulunduğu dünyanın özgül bir coğrafi
bölgesindeki (Avrupa'nın bir bölümündeki ve Kuzey Amerika'nın birkaç
bölgesindeki) devletlerin ve ekenomilerin zaferiydi. 1789-1848 dönü§Ü·
mü, bu iki ülkede ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan özünde
ikiz bir karga§adır.
Fakat bu çifte devrimi -daha ziyade siyasal bir nitelik ta§ıyan Fransız
Devrimi ile daha çok endüstriyel bir nitelik ta§ıyan (İngiliz) Devrimi'ni-,
onun ba§lıca ta§ıyıcıları ve simgeleri durumundaki iki ülkenin tarihine
ait bir §ey olmaktan çok, daha geni§ çaplı bölgesel bir volkanın ikiz krateri
olarak görmek yanlı§ olmaz. Patlamaların aynı anda Fransa'da ve Britan­
ya'da meydana gelmek zorunda olması ve birbirinden çok az farklılık
göstermesi, raslantısal olmadığı gibi, ilginçlikten uzak bir durum da değil­
dir. Fakat, Çinli ya da Afrikalı bir gözlemcinin bakı§ açısından olduğu
kadar, diyelim İ.S. 3000 yılındaki bir tarihçinin bakı§ açısından da, bu
patlamaların Kuzeybatı Avrupa'da bir yerde ve onun deniza§ırı uzantıla­
rında meydana geldiklerini ve o sırada dünyanın ba§ka bir yerinde ya§an­
ma olasılıklarının bulunmadığını belirtmek, diğer her §eyden daha önem­
lidir. Yine bu patlamaların, bu dönemde burjuva-liberal bir kapitalizmin
zaferinden ba§ka bir biçim almalarının tasavvur bile edilemeyeceğini be­
lirtmek de aynı ölçüde önemlidir.
Böylesine derin bir dönü§ümün, 1789'dan, hatta 1789'un hemen ön­
cesindeki onyıllardan çok daha gerilere gitmeden anla§ılamayacağı bes­
belli bir §eydir ve çifte devrimin hallaç pamuğu gibi gibi atacağı Kuzeybatı
dünyasının eski rejimlerinin [ancien regime] bunalımını yansıttığı açıktır.
1776 Amerikan Devrimi'ni, ister İngiliz-Fransız devrimleriyle e§it öneme
sahip bir patlama olarak, ister bu devrimierin en önemli dolaysız habercisi
ve uyancısı olmaktan ibaret görelim; temel önemi, ister 1760-89 arasın­
daki anayasa bunalımlanna, ister ekonomik altüst olu§lara ve canlanma-
GiRiŞ 1 J

lara verelim, bütün bunlar en iyi halde bu büyük atılımın vesilesini ve


zamanlamasını açıklayabilirler, temel nedenlerini değil. Bir çözümleme,
cinin tarihte ne kadar geriye gitmesi gerekir? Onyedinci yüzyıl ortasındaki
İngiliz Devrimi'ne mi, Reformasyon'a mı, Avrupa'nın dünyayı askeri yol,
dan fethinin ve sömürgeler kurmasının ba§langıç tarihini olu§turan anal,
tıncı yüzyılın ba§ına mı, hatta daha öncesine mi? Bu sorun, buradaki
amaçlanmız açısından ilgi alanımızın dı§ında kalmaktadır; çünkü böy,
!esine derinlemesine çözümleme, bu kitabın zamandizinsel sınırlannın
çok ötesine götürecektir bizi:
Bizim burada yalnızca §Unu farketmemiz gerekiyor: Bu dönü§ümün
toplumsal ve ekonomik güçleri, siyasal ve zihinsel araçları, Avrupa'nın,
geri kalanını da devrimcile§tirmeye yetecek büyüklükte bir bölümünde
çoktan hazırdı. Sorunumuz, bir dünya pazannın, yeterince etkin bir özel
giri§imciler sınıfının, hatta (İngiltere'de) özel kan ençokla§tırmanın hü,
kümet politikasının temeli olduğu önermesine kendini adam!§ bir devletin
doğu§unu izlemek olmadığı gibi, teknolojinin, bilimsel bilginin veya birey,
ci, laik, ilerlemeye inanan ussalcı bir ideolojinin evrimini izlemek de
değildir. Henüz yeterince güçlü ve yaygın olduklannı varsayamasak bile,
1780'lerde bütün bunların var olduklannı veri olarak kabul edebiliriz.
Öte yandan, dı§ görünümünün bize tamdık gelmesinden, Robespierre
ile Saint-Just'un giysilerinin, davranı§lanmn ve yazılarmın, eski rejimin
salonlannda hiç de yadırganmayacak olmasından, reformcu fikirleriyle
1830'lann burjuva İngilteresi'ni dile getiren Jeremy Bentham'ın tam da
aynı fikirleri Rus Büyük Katerina'ya da öneren aynı adam olmasından
ve orta sınıf ekonomi politiğinin en a§ırı önermelerinin onsekizinci yüzyı,
lın İngiliz Lordlar Kamarası'nm üyelerinden gelmi§ olmasından, bütün
bu yadsınamaz gerçeklerden dolayı çifte devrimin yeni olma niteliğini
gözden kaçırmak gibi bir ayartıya kapılmamamız gerekiyor.
Şu halde bizim sorunumuz, yeni bir ekonominin ögelerinin ve yeni
bir toplumun varlığını değil, onların zaferini açıklamak; önceki yüzyıllarda
kalenin temellerini nasıl azar azar oyduklarını değil, kaleyi nasıl fethettik,
lerini izlemektir. Aynı zamanda da bu ani zaferin, ondan en dolaysızca
etkilenen ülkelerde ve kapılan artık bu yeni güçlerin (geçenlerde yayım,
lanan ve bu dönemin dünya tarihini ele alan bir kitabın ba§lığmdaki
ifadeyi kullanırsak 'fatih burjuvazi'nin) yıkıcı etkilerine açılan dünyanın
geri kalanında yol açtığı köklü deği§iklikleri izlemektir.
Çifte devrim Avrupa'nın bir bölümünde ortaya çıktığından, en bariz
ve dolaysız etkilerini yine burada gösterdiğinden, bu kitapta ele alman
tarihin, esas olarak bölgesel bir nitelik ta§ırnası kaçınılmazdır. Yine, dünya
1 2 DEVRiM ÇAGI

devrimi, İngiltere'nin ve Fransa'nın olu§turduğu çifte kraterden dı§a


doğru yayıldığından, ba§ta Avrupa'nın dünyaya yayılması ve dünyayı
fethetmesi biçimini aldı. Gerçekten de çifte devrimin dünya tarihi
açısından en göze batan ve dünya tarihinde bir benzeri daha olmayan
sonucu, batılı birkaç rejim, özellikle İngiltere tarafından yerkürenin
egemenlik altına alınması olacaktı. Eskiçağ uygarlıkları ve dünya
imparatorlukları, batının tüccarları, buharlı makineleri, gemileri ve
silahları kar§ısında teslim oldular ve çöktüler. Hindistan, İngiltere'nin
genel valileri tarafından yönetilen bir eyalet haline geldi; İslam devletleri,
bunalımın pençesine dü§tü; Afrika, doğrudan fetihe açıldı. Hatta büyük
Çin İmparatorluğu, 1839-42'de kalelerini batının sömürüsüp.e açmak
zorunda bırakıldı. 1848'e gelindiğinde, batılı yönetimlerin ve
i§adamlarının i§gal etmeyi yararlı bulabilecekleri herhangi bir ülkenin
batı tarafından fethedilmesinin önünde hiçbir engel kalmamı§tı. Batının
kapitalist giri§im gikünün ilerlemesi de, artık yalnızca zaman meselesiydi.
Bununla birlikte, çifte devrimin tarihi, yeni burjuva toplumunun zaferi­
nin tarihi değildir yalnızca. Aynı zamanda, ömre bedel 1848'de geni§lemeyi
daralmaya döndürecek olan güçlerin de doğu§ tarihidir. Üstelik 1848'e
gelindiğinde, kaderin gelecekte uğrayacağı olağanüstü ters yüz olu§ kendini
çoktan göstermeye ba§laml§tı. Geçerken belirtelim, yirminci yüzyılın orta-·
larına egemen olan batıya kar§ı dünya çapındaki ba§kaldırı, o dönemde
yeni yeni farkedilebilmekteydi. Batının fethettikleri ülkelerin, ona kar§ı
kullanmak üzere batının fikirlerini ve tekniklerini benimsedikleri bu sürecin
ilk evrelerini ancak İslam dünyasında ( 1830'larda Türk imparatorluğunda
batılıla§ma reformlannın ba§lamasında ve hepsinden öte Mısırlı Mehmet
Ali'nin gözardı edilmi§, fakat önemli giri§imlerinde) gözlemleyebiliyoruz.
Fakat Avrupa'da da muzaffer yeni toplumun yerini almayı tasadayari güçler
ve fikirler çoktan ortaya çıkmaktaydı. 1848'e gelirken, 'komünizm hayaleti'
Avrupa'yı çoktan sarmı§tı. 1848'de ise hayalet kaçırıldı. Bundan sonra
uzun süre, özellikle çifte devrimin en dolaysız biçimde dönü§türdüğü batı
dünyasında, gerçekten de hayaletler kadar güçsüz kaldı. Fakat 1960'lann
dünyasından dönüp o günlere baktığımızda, çifte devrime tepkiden doğan
ve ilk klasik formülasyonuna 1848'de kavu§an devrimci sosyalist ve ko­
münist ideolojinin tarihsel gücünü azımsama ayartısına kapılmamalıyız.
Modern dünyanın ilk fabrika sisteminin Lancashire'de kurulmasıyla ve
1789 Fransız Devrimi ile ba§layan bu tarihsel dönem, ilk demiryolu ağının
kurulmasıyla ve Komünist Manifesto'nun yayımlanmasıyla sona ermektedir.
I

Geli�meler
1
1780'lerin Dünyası

Le dix-lıuitieme siecle doit etre mis au Pantlıeon.* -Saint-Justl

1780'lerin dünyasında gözlemlerrecek ilk §ey, bizim dünyamızdan aynı


anda hem daha büyük hem de daha küçük olmasıdır. O günlerde ya§amı§
en eğitimli ve bilgili kimseler, diyelim Alexander von Humboldt (1769-
1859) gibi bilimadamı ve gezgin biri bile, oturulan dünyanın ancak belli
bölümlerini biliyorlardı (Bilimsel açıdan Batı Avrupa toplumlarından
daha az geli§mi§ ve daha az yayılmacı -cahil Sicilyalı köylülerin ve Burma
dağlarında ya§ayan ziraatçıların ya§amlarını sürdürdükleri, ötesinin bilin­
ınediği ve bilinmeden ·de kalacak olan yeryüzünün ufacık parçalarına
varana dek- toplulukların 'bilinen dünyalar'ı ise çok daha küçüktü) .
Deniz yataklarına ili§kin bilinenler, yirminci yüzyılın ortalarına kadar
kayda değer olmamakla birlikte, James Cook gibi onsekizinci yüzyıl deniz­
cilerinin üstün yetenekleri sayesinde okyarrusların yüzeylerinin tamamı
olmasa da büyük bir kısmı çoktan ke§fedilmi§ ve haritaları çıkartılmı§tı.
Modern ölçüdere göre fazla dakik sayılınasa da kıtaların ve pek çok ada-

• "Onsekizinci yüzyılı Panteon'a koymalı."


1 6 DEVRiM ÇAGI

nın ana hatları bilinmekteydi. Avrupa'daki sıradağların büyüklükleri ve


yükseklikleri kesinliğe yakın ölçüde, Latin Amerika'nın bazı bölümlerin­
dekiler çok kabaca biliniyor; Asya'dakiler hemen hiç, Afrika'dakilerse
(Atlaslar d1§ında) kesinlikle bilinmiyordu. Çin ve Hindistan'dakiler dl§ın­
da dünyanın büyük nehirlerinin akı§ yönleri, kendi bölgelerindekileri
bilen ya da bilebilecek durumda olan bir avuç avcı, gezgin ya da coureurs­
de-bois* dı§ında herkes için bir sırdı. Bir iki bölge dı§ında -ki pek çok
kıtada kıyıdan ancak birkaç mil içeri girilebilmi§ti-, dünya haritası gez­
ginlerin ya da ka§iflerin yollarını belirten i§aretlerin kestiği beyaz yerlerle
doluydu. Fakat uzak karakollardaki resmi görevlilerden ve yolculardan
edinilen kaba ama yararlı ikinci, üçüncü el bilgiler göz önüne alındığında,
bu beyaz yerler gerçekte olduklarından çok daha büyük olmalıydılar.
Yalnızca 'bilinen dünya' daha küçük olmakla kalmıyordu; insani ko§ul­
lar bakımından değerlendirildiğinde, gerçek dünya da küçüktü. Pratik
amaçlarla hiçbir nüfus sayımı yapılmadığından, bütün demografik değer­
lendirmeler tahminierin ötesine geçememektedir; fakat dünyanın, büyük
bir olasılıkla bugünkü nüfusun üçte birini geçmeyen bir nüfusu beslediği
açıktır. Eğer sıkça ba§vurulan tahminler. çok yanlı§ değilse, Asya'da ve
Afrika'da dünya nüfusunun bugünkünden daha büyük bir bölümü; Avru­
pa'da (bugünkü 600 milyonluk nüfusa kar§ılık) 1800'de yakla§ık 187
milyonla daha küçGk bir bölümü; Amerika'daysa kesinlikle daha az bir
·bölümü ya§amaktaydı. 1800'de kabaca her üç insandan ikisi Asyalı, her
be§ insandan biri Avrupalı, her on insandan biri Afrikalı, her otuz üç
insandan biri Amerikalı ya da Okyarrusyalı idi. Modem zamanlardakine
yakın yoğunlukta bir nüfusu barındırmı§ olması mümkün Çin, Hindistan
ve Bçıtı veya Orta Avrupa'nın bazı kısımları gibi entansif tarım yapılan
kimi küçük bölgeler ile kentsel yoğunluğun fazla olduğu yerler dı§ında,
bu çok daha az nüfusun, dünya yüzeyine çok daha seyrek olarak dağıldığı
açıktır. Nüfus az olduğuna göre, insanların etkin biçimde ya§ayabildiği
alanlar da azdı. Yakla§ık 1300-1700'lerde ya§anan 'küçük buz çağı'ndaki
kadar soğuk ya da yağı§lı olmamakla birlikte günümüze göre daha yağı§lı
ve soğuk olması olası iklim ko§ulları, insanların kuzey kutbuna yerle§mele­
rini engellemekteydi. Sıtma gibi salgın hastalıklar, pek çok bölgede yerle§­
menin önünde hala bir engeldi; örneğin uzun süre bo§ kalmı§ Güney
İtalya'nın kıyı ovalarına insanlar ancak ondokuzuncu yüzyılda ve yava§
ya va§ yerle§meye ba§ladılar. İlkel ekonomi biçimleri, özellikle avcılık ve
(Avrupa'da) toprakları ziyan edecek biçimde hayvanların mevsimlik ola-

·ormancı.
1 780'LERiN DÜNYASI 1 7

rak göç ettirilmesi, Apulia ovaları gibi bütün bir bölgenin insan yerle­
§imine kapalı kalmasına neden olmaktaydı: Ondokuzuncu yüzyıl ba§la­
rında Roma ovasının turistik basma resimlerinde, birkaç harabenin, bir
iki sığırın bulunduğu sıtmanın kol gezdiği ıssız yerler, tuhaf görünü§lü
pitoresk haydutlar, bu tarz bir peyzajın tanıdık görüntüleri arasındadır.
Tabii o tarihlerde Avrupa'da bile sahanın girdiği toprakların çoğu, hala
kıraç çalılık, su dolu bataklık, engebeli otlak ya da ormanlıktı.
Yine insanlık, bugüne göre bir üçüncü bakımdan da daha küçüktü:
Bir bütün olarak alındığında, Avrupalılar bugünkünden belirgin biçimde
daha kısa ve hafiftiler. Bu genellerilenin dayandığı askere alınanların
beden ölçüleriyle ilgili yığınla istatistikten bir örnek alırsak: Ligurya sahi­
lincieki bir kantonda, ı 792-9 tarihlerinde askere alınanların yüzde 72'si
ı .50 metreden daha kısaydı.2 Bu, onsekizinci yüzyıl sonlarında ya§ayan
insanların bizlerden daha dayanıksız oldukları anlamına gelmez. Fransız
Devrimi'nin sıska, bodur, talimsiz askerleri, sömürge dağlanndaki cılız
gerillalara denk bir fiziksel direnç göstermi§lerdi. Hergün otuz mil olmak
üzere bir hafta durmaksızın tam teçhizatlı olarak yürüyü§ yapmak, sıradan
bir uygulamaydı. Ancak seçkin muhafız alayları ve zırhlı süvari bölükleri
olu§turulurken kralların ve generallerin ' uzun boylular'a özel değer verme­
lerinden de anla§ılacağı gibi, bizim ölçüderimize göre, o günkü insanların
fizik gücünün çok zayıf olduğu da bir gerçektir.
Ancak, dünya pek çok bakımdan daha küçük idiyse de, haberle§me­
deki zorluklar ve belirsizlikler onu uygulamada bugünkünden çok daha
büyük yapmaktaydı. Bu güçlükleri abartmak istemem. Ortaçağın ya da
onyedinci yüzyılın ölçütlerine göre onsekizinci yüzyıl sonları, çok sayıda
ve hızlı haberle§me olanağının varolduğu bir çağdı; hatta demiryolu devri­
minden önce, yollarda, atlı arabalarda ve posta hizmetlerinde hatırı sayılır
iyile§tirmeler yapılmıştı. ı 760'larla yüzyılın sonu arasında Londra'dan
Glasgow'a yolculuk, on oniki günden altmış iki saate inmişti. Onsekizinci
yüzyılın ikinci yarısında kurumla§an posta arabası sistemi ya da diligences,
Napoleon Savaşları ile demiryolunun geli§i arasındaki dönemde inanılmaz
boyutlarda yayılmış ve sadece görece bir sürat değil -Paris Strasbourg
arası posta hizmetl ı833'te otuzaltı saat tutuyordu-, aynı zamanda düzen­
lilik de getirmi§ti. Fakat karadan yolcu ta§ıma koşullan yetersizdi; gönde­
rilen maliarsa hem yerine geç-ula§ıyor, hem de son derece tuzluya patlı­
yordu. Devlet i§lerini görenler ya da ticaret yapanlar, birbirlerinden ayrı
değildi: Bonaparte ile yapılan savaşların ba§larında İngiliz posta idaresinin
elinden yirmi milyon mektup geçtiği sanılmaktadır (ele aldığımız dönemin
sonunda bu sayı on �at artmıştı) ; fakat o günün dünyasında yaşayanların
1 8 DEVRiM ÇAGI

çoğu için mektup, okuyamayacakları için yararsız bir §eydi ve -pazardan


pazara yapılanlar d1§ında- yolculuk olağandl§ı bir i§ti. Karayolundan gitme­
leri ya da mallarını karadan göndermeleri gerektiğinde, bunu ya yürüyerek
ya da ondokuzuncu yüzyıl ba§larında bile günde yirmi milden daha az yol
yaparak Fransız yük ta§ımacılığının alnda be§ini kar§ılaml§ olan yava§ seyre­
den yük arabalanyla yapıyorlardı. Kuryeler, yazı§maları uzak mesafelere
ta§ıyor; sürücüler, salianmaktan kemikleri yer değt§tiren ya da arabaya
yeni deri süspansiyonlar takılml§sa kokudan mideleri altüst olan bir düzine
yolcunun bulunduğu posta arabalarını sürüyorlardı. Soylulaı; özel arabata­
rıyla onlarla yarl§a kalkıyorlardı. Fakat dünyanın büyük bölümünde kara
ula§ımına, atının ya da katırının yanında yürüyen arabaemın hızı egemendi.
O nedenle, bu ko§ullarda su yoluyla ula§ım, kolay ve ucuz olmakla
kalmayıp, (rüzgar ve hava ko§ullarındaki belirsizlikler d1§ında) aynı zamanda
daha da hızlıydı. Goethe, İtalya gezisi sırasında deniz yoluyla Napali'den
Sicilya'ya dört günde gitmi§ ve üÇ günde dönmü§tÜ. Rahat olsun diye kara­
dan yolculuk etseydi, bu yol akıllara durgunluk verecek bir süre tutabilirdi.
Bir limana yakın olmak, dünyaya yakın olmak demekti: Gerçek anlamda .
Londra, Norfolk'un Breckland'indeki köylerden çok, Plyınouth'a ya da Leith'e
yakındı; Sevilla'ya Veracruz'dan ula§mak, Valladolid'den ula§maktan, Ham­
burg'a Bahia'dan gitmek, Pomeranya hinteriandından gitmekten daha ko­
laydı. Su yoluyla ula§ımın ba§lıca kusuru, uzun aralıklarla yapılmasıydı.
1820'de bile Londra'dan Hamburg'a ve Hollanda'ya haftada yalnızca iki,
İsveç'e ve Portekiz'e bir, Kuzey Aınerik;:ı'ya ise ayda bir posta gidiyordu.
Ancak Bostan'un ve New York'un Paris ile temasının, diyelim Karpatlardaki
Mararnaras bölgesinin Budape§te ile olan bağlantısından daha yakın olduğu
da bir gerçektir. Yine bir sürü malı ve insanı devasa uzunluktaki okyanus­
lardan a§ırmanın daha kolay olması gibi -örneğin 44. 000 ki§iyi be§ yıl içeri­
sinde (1769-74) Kuzey İrlanda limanlarından Amerika'ya deniz yoluyla
göndermek, be§ bin ki§iyi üç ku§akta Dundee'ye ula§tırmaktan daha ko­
laydı- birbirinden uzakta:ki ba§kentleri birbirine bağlamak, kırla kenti bir­
birine bağlamaktan daha kolaydı. Basrille'in dü§tüğü haberi Madrid halkına
onüç günde ula§ırken, ba§kente 133 kilometre uzaktaki Peranne'da halk
'Paris'ten gelecek haberler' için ayın 28'ine kadar beklemi§ti.
O bakımdan 1789'un dünyası, sakinlerinin çoğunluğu için hesaplana­
mayacak kadar büyüktü. İnsanların büyük çoğunluğu, askere alınmak
gibi ba§larına kötü bir §ey gelmedikçe doğdukları kontlukta hatta mahal­
lede ya§ar ve ölürdü: 1861'e gelindiğinde bile Fransa'nın doksan bölge­
sinden yetmi§inde nüfusun onda dokuzu, doğdukları bölgeden hiç ayrıl­
mamı§tı. Dünyanın geri kalanı, devlet görevlilerinin meselesiydi ve söy-
1 780'LERiN DÜNYASI 1 9

lenti konusuydu. Orta ve üst sınıflardan bir avuç insan için çıkarılanların
dışında gazete yoktu (ı8ı4'te bile bir Fransız gazetesinin olağan satışı
5000 idi) ve çok az ki§i okuma biliyordu. Haberler daha çok yolculardan,
tüccar, seyyar satıcı, gezgin usta, göçebe zanaatkar, mevsimlik işçi, gezgin
rahip ya da hacılardan, kaçakçı, soyguncu ve panayırcılara dek uzanan
geniş ve karışık, ba§ıbo§lar, serseriler gibi nüfusun yer değiştiren kesimlerin­
den ve elbette sava§ sırasında halka tebelle§ olan, barı§taysa oralarda
kışlayan askerlerden alınıyordu. Doğal olarak resmi kanallardan da -devlet
ve kilise- haberler gelmekteyciL Fakat bu tür devlet kurulu§larında ya
da kilise te§kilatında çalı§an yerel görevlilerin büyük bölümü, ya yörenin
insanlarıydı ya da ya§am boyu hizmet vermek için aralarına karı§ml§ kimse­
lerdi. Sömürgeler d1§ında memurların merkezi hükümet tarafindan atanması
ve birbiri ardına ta§rada göreve gönderilmeleri, daha yeni yeni ortaya çıkan
bir uygulamaydı. Devletin bütün ast görevleri arasında bir tek, teseliiyi
ülkenin envai çe§it §arabında, kadınında ve atlarında arayan kıta subay­
larından belli bir bölgeye takılıp kalmadan ya§amaları beklenebilirciL

II

Bu yapısıyla 1789'un dünyası, ezici oranda kıra dayanmaktaydı. Bu temel


gerçek iyice sirıdirilmeden, bu dünyayı anlamak olanaksızdır. Kent olgusu­
nun hiçbir biçimde geli§mediği Rusya, İskandinavya gibi ülkelerde ya da
Balkanlarda nüfusun yüzde 90 ile 97'si kırsal alanda ya§amaktaydı. H atta
gerilerneye ba§lamış olsa da güçlü bir kent geleneğinin bulunduğu bölge­
lerde bile kırsal ya da tarımsal nüfusun yüzdesi olağanüstü yüksekti: Eli­
mizdeki tahminlere göre Lombardiya'da yüzde 85, Venedik'te yüzde 72-
80, Kalabriya ve Lukaniya'da yüzde 90'ın üzerindeydi. 3 Gerçekten de
hızla geli§mekte olan birkaç endüstri ya da ticaret bölgesi dı§ında, her
be§ sakminden en az dördünün köylü olmadığı büyücek bir Avrupa devleti
bulmak için kendimizi epey zorlamamız gerekir. İngiltere'de bile kentli
nüfus, kırsal nüfusu ilk kez ı85ı'de geride bırakabilmi§tir.
Ku§kusuz 'kentli' sözcüğü, iki anlama da gelmektedir: ı789'da bizim
ölçüderimize göre gerçekten büyük denebilecek iki Avrupa kentini, yak­
la§ık bir milyon nüfuslu Londra ile yarım milyon nüfuslu Paris'i ve nüfusu
100.000 ya da üzerinde, Fransa'da iki, Almanya'da iki, İspanya'da dört,
İtalya'da be§ (Akdeniz geleneksel olarak kentlerin yurduydu) , Rusya'da
iki ve Portekiz, Polanya, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İskoçya ve Avrupa
Türkiyesi'nde de birer tane olmak üzere yirmi kadar yerle§keyi içermenin
yanında, aynı zamanda bir insanın, çevresinde devlete ait binaların ve
20 DEVRiM ÇAGI

soyluların evlerinin bulunduğu katedral meydanından tarlalara kadar


birkaç dakikada dola§abileceği yığınla küçük ta§ra kasabasını da kapsa­
maktaydı. Ele aldığımız dönemin sonlarında (1834) bile kentlerde oturan
Avusturyalıların yüzde ondakuzunun dörtte üçünden fazlası, 20.000'den
az, yarısı da iki ila be§ bin nüfuslu kasabalarda ya§amaktaydı. Fransız
gezgin zanaatkarlarının Tour de France'ları [Fransa turları] sırasında uğra­
dıkları; onaltıncı yüzyıla ait çehreleri, durgun geçen sonraki yüzyıllar
sayesinde kehribardaki sinekler gibi korunmu§; Alman romantik §airle­
rinin §iirlerinde geçen dingin manzaraların arka planını olu§turan; İspan­
yol katedrallerinin yarlar misali yükseldiği; çamurları arasında Hasidik
Yahudilerin, mucize yaratan hahamlarının önünde el pençe divan durdu­
ğu, Ortodoks olanlarının §eriatın ilahi inceliklerini tartı§tıkları; Gogol'ün
müfetti§inin zenginleri korkutmak ve Çiçikof'un ölü canlar alımını kafa­
sında tartmak amacıyla içine daldığı kasabalardı bunlar. Fakat aynı za­
manda gayretli ve hırslı gençlerin ya devrim yaptıkları ya da ilk milyon­
larını kazandıkları veya her ikisini birden gerçekle§tirdikleri kasabalar
da yine bunlardı. Robespierre, Arras'tan; Gracchus Babeuf, Saint-Quen­
tin'den; .Napoleon ise Ajaccio'dan gelmi§ti.
Bu ta§ra kasabaları, küçük de olsalar birer kentti. Gerçek bir kentli,
çevresini ku§atan ta§raya, zeki ve bilgili birinin, güçlü, kalın kafalı, cahil
ve aptal ki§ilere duyduğu küçümsemeyle bakardı. (Dünyayı görmü§ gerçek
bir hayat adamının ölçütleriyle uyu§uk geri bir kır kasabasının böbürlene­
cek bir §eyi yoktu: Alman halk komedileri 'Kraehwinkel'i -küçük beledi­
yeler-:-, daha belirgin ki§ilik özelliklerine sahip köylülere yaptıkları gibi acı­
masızca alaya alırlardı). Kent ile kır ya da daha doğrusu kent i§leriyle tarım
i§leri arasmda kalın bir çizgi vardı. Pek çok ülkede, gümrük bariyeri, hatta
eski sur izleri, bu ikisini bölmekteydi. Prusya'da olduğu gibi uç örneklerde,
vergi ödeyen yurtta§ları gözetim altında tutmaya can atan devlet, kentsel
ve kırsal faaliyetleri neredeyse tamamen birbirinden ayırml§tı. Hatta katı
bir idari ayrınun bulunmadığı yerlerde bile kentliler, çoğu zaman fiziksel
olarak köylülerden uzaktı. Doğu Avrupa'nın geni§ bölgelerinde, Slav, Macar
ya da Romen göllerinin ortasında Alman, Yahudi ya da İtalyan adaları
olarak ya§ıyorlardı. Çevrelerindeki köylülerle aynı dinden ve milliyetten
olan kentliler bile farklı görünüyor/ardı: Farklı giysiler giyiyorlardı ve gerçek­
ten de çoğu durumda (kapalı kapılar ardında çalı§an ve imalat yapan sömü­
rülen nüfus d1§ında), daha uzun, daha ince yapılıydılar. Köylülerden daha

• Ömeğin, 1823-?'de Brüksel'de yaşayan kentliler, çevrelerindeki köylerde yaşayan


köylülerden ortalama 3 cm., Louvain'dekilerse 2 cm. daha uzundular. Hepsi de ondokuzuncu
yüzyıla ait olmakla birlikte, bu konuda hatınsayılır miktarda askeri istatistik bulunmaktadır. 4
l780'LERiN DÜNYASI 2 1

kavrayl§lı ve daha okuryazar olmakla gurur duyuyorlardı ve muhtemelen


de öyleydiler. Ne var ki ya§am tarzlan nedeniyle çevrelerinin d1§ında olup
bitenler hakkında hemen hemen köylerde sıkl§mı§ kalml§ olan köylüler
kadar cahildiler.
Ta§ra kenti , özünde haLa kırsal ekonomiye ve topluma aitti. Çevrelerin­
deki köylülerin sırtından geçiniyorlardı. Ta§ra kentlerinin meslek sahiple­
riyle orta sınıf halkı, tahıl ve hayvan ticareti yapıyor, çiftlik ürünlerini i§liyor,
avukat ve noter olarak soylularm malikanelerinin i§lerine ya da toprağa
sahip olan veya i§leyen toplulukların ya§amlarının önemli bir parçası olan
bitmek bilmeyen davalara bakıyorlardı; kırdaki iplik eğirmecilerine ve doku­
ınacılanna sipari§ veren, sonra bunları toplayan tüccar-giri§imciydiler ve
bütün bunlardan daha saygın olarak hükümeti temsilen kiliseyle lord bulun­
maktaydı. Bu kentlerdeki zanaatkarlar ve dükkan sahipleri, çevrelerindeki
köylülere ve köylülerden geçinen kasabalılara mal satarlardı. Ta§ra kenti,
Ortaçağ sonlarındaki görkemli günlerinden sonra hazin bir gerileme içine
girmi§ti. 'Özgür kent'den ya da kent-devletten neredeyse eser kalmaml§tı;
uluslararası ticaretre bir uğrak yeri ya da daha büyük bir pazar için üretim
yapan imalatçılarm merkezi olmaktan artık çıkml§tı. Gerilemekte olduğun­
dan, tekelini elinde tuttuğu ve dl§arıdan gelen herkese kar§ı savunduğu
kendi pazanna giderek artan bir inatçılıkla sıkı sıkıya yapı§ml§tı: Genç
radikalterin ve büyük kent hilebazlarının alaya aldıkları ta§tacılığın büyük
bölümü, bu ekonomik öz-savunma hareketinden kaynaklanmaktaydı. Gü­
ney Avrupa'da kibar beyler ve zaman zaman da soylular, malikanelerinden
kazandıklan kiralada buralarda ya§amaktaydı. Almanya' da, her biri büyü­
cek birer malikaneden ibaret olan sayısız küçük prenslikteki bürokratlar,
itaatkar ve sessiz köylülerden topladıklan gelirlerle Serenissimus'un istek­
lerini gerçekle§tiriyorlardı. Onsekizinci yüzyıl sonlarının ta§ra kenti, Batı
Avrupa'nın bazı bölgelerinde ılırnlı klasik ya da rokoko tarzı ta§ binaların
egemen olduğu fiziksel görünümünün tanıklık ettiği gibi, müreffeh ve ge­
ni§leyen bir topluluk olabilirdi. Fakat bu refah, kırdan gelmekteyciL

III

O nedenle tarım sorunu; 1789'un dünyasında temel bir sorundu ve kıta


Avrupası iktisatçılannın ilk sistemli okulu olan Fransız Fizyokratları�ın
neden toprağı ve toprak kirasını, net gelirin tek kaynağı olarak doğallıkla
varsaydıklarını anlamak kolaydır. Tarım sorununun hassas noktası, toprağı
i§leyenlerle ona sahip olanlar; zenginliği üretenlerle zenginliği biriktirenler
arasındaki ili§kiydi.
22 DEVRiM ÇAGI

Tarımdaki mülkiyet ili§kileri açısından bakıldığında, Avrupa'yı -ya


da daha doğrusu merkezi Batı Avrupa'da bulunan ekonomik yapıyı- üç
büyük kısıma ayırabiliriz. Avrupa'nın batısında deniza§ırı sömürgeler
uzanmaktaydı. Önemli bir istisna olarak Amerika'nın kuzeyindeki Birle§ik
Devletler ile, bağımsız çiftçiliğin yapıldığı daha az önemli birkaç bölge
dı§ında, buralardaki ziraatçı tipi, zorunlu emekçi ya da fiilen serf olarak
çalı§an bir Yerli ya da köle olarak çalı§tırılan bir Zenci idi; çok daha
nadir olarak da kiracı köylü, ortakçı ya da buna benzer biri bulunmaktaydı
(Avrupalı ziraatçıların nadiren doğrudan üretim yaptıkları Doğu Hint
Adaları'ındaki sömürgelerde, toprağı denetleyenterin uyguladıkları tipik
zorlama biçimi, ürünün belli bir miktarının -örneğin Hollanda'ya bağlı
adalarda baharat ya da kahvenin- zorla alınmasına dayanmaktaydı) . Ba§­
ka bir deyi§le tipik ziraatçı, Özgür olmayan ya da siyasal baskı altında
bulunan biriydi. Tipik toprak lorduysa, büyük yan-feodal malikanenin
(lıacienda, finca, estancia) ya da bir köle planrasyonunun sahibiydi. Yarı­
feodal malikaneye özgü ekonomi, ilkel ve kendine yeterli, ya da belli
ölçülerde salt bölgenin talebine kar§ılık veren bir ekonomiydi: İspanyol
Amerikası, yine fiilen serf olan Yerliler tarafından üretilen maden ürünleri
ihraç etmekteydi, ama çiftlik ürünlerinde fazla bir varlık göstermiyordu.
Merkezi, Güney Amerika'nın kuzey sahilinde (özellikle Kuzey Brezilya'da)
ve ABD'nin güney sahilleri boyunca uzanan Karaibierde bulunan köle­
plantasyon ku§ağına özgü ekonomi, §eker, daha az ölçüde tütün ve kahve,
boya hammaddesi ile Endüstri Devrimi'nden sonra ba§ta pamuk olmak
üzere ya§amsal önem ta§ıyan birkaç ihraç ürününün üretilmesine dayan­
maktaydı. O nedenle bu ekonomi, Avrupa ekonomisinin ve köle ticareti
yoluyla Afrika ekonomisinin bütünleyici bir parçasını olu§turmaktaydı.
Temelde, ele aldığımız dönemde bu ku§ağın tarihini, §ekerin gerilemesi
ve pamuğun yükseli§i açısından yazmak mümkündür.
Batı Avrupa'nın doğusunda, özellikle kabaca Elbe nehri boyunca uza­
nan, bugün Çekoslovakya adını alan ülkenin batı sınırlarından, güneyde
Trieste'ye inen ve Doğu Avusturya'yı batısından ayıran hattın doğusunda,
tarımda sertliğin hüküm sürdüğü bölg'e bulunmaktadır. Toplumsal açıdan
(Danimarka ve Güney İsveç'in bir bölümü dı§ında) İskandinavya hariç,
İtalya'nın, Taskana ve Umbria'nın güneyinde kalan kesimleriyle Güney
İspanya da bu bölgeye girer. Bu geni§ ku§ak içerisinde yer yer teknik olarak
özgür köylüler ya§amaktaydı: Slovenya'dan Volga'ya kadar bütün bu
bölgeye dağılml§ Alman köylü kolonicileri; İlirya'nın iç bölgelerindeki
vah§i kayalıklarda fiilen bağımsız kabileler, Pandurlar ve Kazaklar gibi
yüzyılın sonlarına kadar Hıristiyanlarla T ürkler ya da Tatarlar arasında
1 780lERiN DÜNYASI 23

askeri sının te§kil etmi§ bölgelerde ya§ayan aynı vah§ilikte köylü sava§çılar,
lordun ve malikanenin menzili dı§ında kalan öncü özgür göçerler ya da
büyük ölçekli çiftçiliğin söz konusu bile olmadığı geni§ ormanlık alanlarda
ya§ayan kimseler. Ancak bütün olarak bakıldığında, tipik ziraatçı özgür
olmayan biriydi; aslında onbe§inci yüzyılın sonlarıyla onaltıncı yüzyılın
ba§larırtdan itibaren neredeyse kesintisiz bir biçimde kabaran serflik seli
altında kalmı§tı. Doğrudan Türklerin yönetimi altında bulunmu§, o tarih­
lerde hala da bu durumda olan Balkanlarda durum bu boyutta değildi.
Türklerin feodalizm öncesi özgün tarım sistemi (her birimin kalıtsal olma­
yan bir Türk sava§çısını beslediği kaba bir toprak bölü§ümü) , uzun zaman
önce bozularak Müslüman beylerin yönetimindeki kalıtsal bir toprak mülkü
sistemine dönü§mܧ olmasına kar§ın, bu beyler çok nadiren çiftçilikle
uğra§maktaydılar; yalnızca olabildiğince köylülerden sızdırıyorlardı. Bu.
yüzden Balkanlar, Tuna'nın ve Sava'nın güneyi, ondokuzuncu ve yirminci
yüzyıllarda Türk egemenliğinden ayrıldıklarında, son derece yoksul ve
yoğunla§mı§ tarımsal mülkiyerin varolmadığı ülkeler olsalar. da, özünde
köylü ülkelerdi. Yine de Balkan köylüsü, bir Hıristiyan olarak yasal bakım­
dan özgür değildi ve en azından beyin menzili içersinde olduğu sürece de
bir köylü olarak de facto [fiilen] özgür değildi.
Bölgenin geri kalanında tipik köylü, haftanın büyük bölümünü lordun
toprağında wrunlu çalı§mayla ya da buna benzer yükümlülüklerle geçiren
bir serfti. Özgürlüksözlüğü bazen o kadar büyük olabiliyordu ki, Rusya'da
ve Polanyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, topraktan ayrı olarak satılabilen
ta§ınır bir mal olan köleden hemen hemen hiçbir farkı kalmıyordu.
(1801'de Gazette de Moscou'da §öyle bir ilan yayımlanml§tı: "Satılık: Terbi­
yeli ve görünü§leri iyi üç arabacı, yanında her ikisi de farklı el i§lerinde
becerikli ve güzel görünü§lü 18 ve 15 ya§lannda iki kız. Aynı evden, biri
21 ya§ında, okumayı, yazmayı, müzik aleti çalınayı bilen araba kull�nan,
diğeri bay ve bayanların saçlarını yapmakta usta, aynı zamanda piyano
ve org çalan iki berber.". Serflerin büyük bir bölümü ev i§lerinde çalı§tırı­
lırdı; 1851'de Rusya'da bütün serflerin yakla§ık yüzde 5'i evlerde çalı§tırılı­
yordu.5 ) . Batı Avrupa ile ticaretin ana güzergahında bulunan Baltık deni­
zinin iç bölgelerinde, batının ithalatçı ülkelerine gönderilen ihraçmalla­
rının (tahıl, keten, kenevir ve genellikle gemicilikte kullanılan orman
ürünleri) büyük bölümü serf tarımıyla sağlanıyordu. Diğer yerlerdeyse
tarım, daha çok Saksonya, Bohemya ve büyük ba§kent Viyana gibi olduk­
ça ilerlemi§ bir imalatın ve kentsel geli§menin varolduğu, ula§ılınası müm­
kün en az bir bölgeyi içinde barındıran bölgesel pazarlara dayanmaktaydı.
Ne var ki, bu pazarların çoğu geri kalmı§ti. Karadeniz yolunun açılması
24 DEVRiM ÇAGI

ve Batı Avrupa' da, özellikle İngiltere' de kentle§menin artrhası, SSCB'nin


endüstrile§mesine kadar Rus dı§ ticaretinin ba§lıca ürünü olarak kalacak
olan Rusya'nın tahıl ihraÇ ürünlerini yeni yeni uyarmaya ba§lamı§tı. O
nedenle doğuda sertliğin egemen olduğu bölgeler, deniza§ırı sömürgelere
benzer biçimde, Batı Avrupa'nın yiyecek ve hammadde üreten 'bağımlı
ekonomiler'i olarak görülebilir.
Gerçi köylülerin statüsünün yasal ayrıntıları biraz farklı olmakla birlikte,
İtalya'nın ve İspanya'nın serf tarımı yapılan bölgelerinin de benzeri ekono­
mik özellikleri vardı. Genel bir anlatımla, buraları, büyük soylu malikane­
lerinin bulunduğu yerlerdi. Sicilya'da ve Endülüs'te bu malikanelerin birço­
ğunun, kölelerin ve coloninin, bölgeye özgü topraksız gündelikçitere dönü§­
türüldüğü Roma latifurulia sisteminin soyundan gelmeleri pekala müm­
kündür. Bu malikanelerin sahibi olan düklerin ve baronların gelirleri, sığır
yeti§tiriciliğinden, tahıl üretiminden (Sicilya, eski bir ihraç ambarıdır) ve
biçare köylülerden zorla alınmı§ diğer §eylerden gelmekteydi.
Şu halde, sertliğin egemen olduğu bölgelere özgü toprak lordu, sahip
olduğu büyük malikaneyi eken ya da sömüren bir soyluydu. Bu malikane­
lerin büyüklüğü, insanın hayal gücünü zorlayacak boyutlardadır: Büyük
Katerina, gözdelerine kırk ile elli bin arasında serf vermi§ti; Polonyalı
Radziwill'lerin İrlanda'nın yarısı büyüklüğünde mülkleri vardı; Potaeki'nin
Ukrayna'da üç milyon dönüm toprağı vardı; Haydn'ı himaye eden Macar
Esterhazy'nin sahip olduğu topraklar, bir ara yedi milyon dönüme çıkml§tı.
Y üzbinlerce dönümlük malikanelerin varlığı olağan bir durumdu.* Bunlar
çoğunlukla bakımsız, ilkel ve verimsiz de olsalar, prensiere yara§ır gelir
getiriyorlardı. Bir Fransız ziyaretçinin viran haldeki Medina Sidonia mülk­
lerinde gözlemlediği gibi, İspanyol asilzadesi, "uzaklardan kükremesiyle
kendisine yakla§anları korkutan ormandaki bir aslan gibi hükmetmi§"7
olmalıydı; öte yandan, İngiliz milordunun ferah ölçütleriyle bile, nakit
para sıkıntısı yoktu.
Kodamanların altında, büyüklükleri ve ekonomik olanaklan deği§en
toprak soylusu bir sınıf, köylüleri sömürmekteydi. Bazı ülkelerde orantısız
biçimde büyüktü ve bunun sonucu olarak da yoksul ve ho§nutsuzdu;
soylu olmayanlardan, esas olarak siyasal ve toplumsal ayrıcalıklan ile
çalı§mak gibi soylulara yakı§mayan uğra§larda bulunmaya kar§ı isteksiz­
liğiyle ayrılmaktaydı. Macaristan ve Polanya'da toplam nüfusun onda
birini, İspanya'da onsekizinci yüzyıl sonunda yakla§ık yarım milyonunu
• Çekoslovakya'da, kabaca 25.000 dönümün (10.000 hektar) üzerindeki seksen ırıalikane,
1918'den sonra kamula§tırıldı; burıların arasında Schoenbomlann ve Schwarzenberglerin 500.000
dönüm, Liechtensteinların 400.000, Kinskylerin 170.000 dönüm toprakları da bulunuyordu.6
1 780lERiN DÜNYASI 25

-ya da 182 7'de Avrupa'daki toplam soyluların yüzde lO'u kadar8- oluştur­
maktaydılar. Ba§ka yerlerdeyse sayıları çok daha azdı.

IV

Avrupa'nın geri kalanında tarımın yapısı, toplumsal açıdan farklı değildi.


Yani, köylünün ya da tarım işçisinin gözünde, malikanesi olan herkes bir
'soylu'ydu ve hakim sınıfın üyesiydi; ya da tersine, (töplumsal ve siyasal
ayrıcalıklar kazandıran ve biçimsel olarak hala yüksek devlet görevlerine
giden yegane yol olan) soyluluk ya da asillik statüsü, malikanesiz dü§ünüle­
bUecek şeyler değildi. Çoğu Batı Avrupa ülkesinde bu tarz dü§ünüş biçimle­
rinde ifadesini bulan feodal düzen, ekonomik açıdan müdası giderek geçiyor
olsa da, siyasal bakımdan hala canlıydı. Gerçekten de, soyluların gelirlerinin;
fiyatların ve harcamaların yükseli§i kar§ısında çok geride kalmasına neden
olan feodal düzenin tam da bu kullanı§sızla§ması [ eskimesi], aristokrasinin,
tek devredUemez ekonomik varlığı d urumundaki doğu§tan gelen ayrıcalık­
larını ve statüsünü görülmedik bir yoğunlukla kullanmasına neden oldu.
Kıta Avrupası'nın tamamında soylular, halk tabakasından gelen devlet
görevlileri oranının 1719'da yüzde 66'dan (1700'de yüzde 42), 1780'de
yüzde 23'e dü§tüğü İsveç'ten9, 'feodal tepki'nin Fransız Devrimi'ni çabuk­
laştırdığı Fransa'ya dek, a§ağı tabakadan rakiplerini, tacın gölgesindeki
kazanç kapısı makamlardan attılar (3. Bölüme bakınız) . Fakat toprak sahibi
soylular arasına katılmanın görece kolay olduğu Fransa'da, hatta dahası
toprak sahibi ve soylu statüsünün her tür zenginliğe ödül olarak verildiği
İngiltere'de olduğu gibi, bu düzenin bazı bakımlardan belirgin biçimde
zayıf kaldığı yerlerde bile, malikane sahipliğiyle hakim sınıf statüsü ara­
sındaki ilişki değişmemiş, hatta sonraları biraz daha sıkıla§mı§tır.
Ne var ki, ekonomik bakımdan batının kırsal toplumu son derece
farklıydı. Yasal bağımlılığın can sıkıcı pek çok izini hala ta§ıyor olmakla
birlikte, karakteristik köylü ortaçağın sonlarında serf statüsünü büyük
ölçüde yitirmiştL Karakteristik malikane de, uzun zaman önce ekonomik
bir girişim birimi olmaktan çıkarak, kiralan ve diğer parasal gelirleri topla­
ma sistemine dönüşmü§tÜ. Büyük, orta ve küçük, az çok özgür olan köylü,
toprağın karakteristik işleyicisiydi. Toprağı kiralamışsa, bir toprak lorduna
kira (ya da birkaç yerde üründen pay) ödemekteyciL Teknik bakımdan
mülk sahibi olan bu köylünün, prense ödediği verginin, kiliseye ödediği
ondalığın ve bazı angaryalarm yanmda (ki bunların hepsi yüksek toplum­
sal tabakanın göreli muafiyetleriyle çeli§mekteydi) , paraya dönü§türülsün
dönü§türülmesin (ürününü lordun değirmenine götürmek gibi) kendisine
26 DEVRiM ÇAGI

kar§ı çe§itli yükümlülükler ta§ıdığı yerel bir lord u vardı. Fakat bu siyasal
bağlardan sıyrıldığında Avrupa'nın büyük bölümü; genelde, zengin bir
köylü azınlığın, daimi ürün fazlasını kent pazarında satarak tüccar çiftçi
durumuna gelme eğilimi gösterdiği ve, küçük ve orta ölçekli köylülerin
çoğunluğunun, toprakları onları ücret kar§ılığında tarlada ya da imalat­
hanede yarım gün çalı§mak mecburiyerinde bırakmayacak kadar küçük
değilse, topraklarında geçimlik üretim yaparak ya§adıkları köylü tarımının
geçerli olduğu bir bölge olarak boy gösterecektir.
Tarımsal geli§me, ancak birkaç bölgede safkapitalist bir tarıma bir adım
daha yakla§mı§tı. İngiltere, bunların ba§ında geliyordu. Burada toprak mül­
kiyeri son derece yoğunla§mı§ olmakla birlikte, karakteristik ziraatçı, emek ·

kiralayan, ticari üretim yapan orta ölçekli kiracı-çiftçiydi. Cılız, küçük


mülk sahipleri, rençberler ve benzerlerinden olu§an büyük kitle, bu duru­
mun görülmesini engellemekteyciL Fakat (kabaca 1 760-1830 arasında)
. bu ayrıklar temizlendiğinde, ortaya köylü tarımı değil, bir tarımsal giri§imd­
ler sınıfı, çiftçiler ve geni§ bir tarım proletaryası çıktı. Kuzey İtalya ve Hollan­
da gibi ticari yatırımın geleneksel olarak çiftçiliğe yapıldığı ya da uzmanla§­
ml§ ticari ürünlerin üretildiği Avrupa'nın birkaç bölgesinde de güçlü kapita­
list eğilimler görülmekteydi, ancak bu istisnai bir durumdu. Bir ba§ka istisna
da, Avrupa'nın geri bölgelerine özgü dezavantajlarla, dünyanın en geli§mi§
ekonomisine yakın olmanın dezavantajlarını birlikte ya§ayan mutsuz bir
ada olan İrlanda idi. Burada, Endülüslü ya da Sicilyalı çiftlik sahiplerine
benzeyen, toprağının ba§ında bulunmayan bir avuç çiftlik sahibi, zorla
para-rant almak suretiyle geni§ bir kiracı kitlesini sömürmekteydi.
Avrupa tarımı, birkaç geli§mi§ bölge dı§ında teknik açıdan hala hem
geleneksel hem de §a§ırtıcı biçimde verimsizdi. Ürünleri, hala çavdar,
buğday, arpa, yulaf ve Doğu Avrupa'da halkın temel yiyeceği olan kara
buğday, sığır, koyun, keçi gibi hayvan ürünleri, domuz ve kümes hayvan­
ları, bir miktar meyve ve sebze, §arap, ip için yün, keten, kenevir, bira
için arpa gibi geleneksel ürünlerdi. Avrupa'nın beslenmesi hala bölgeselciL
Ba§ka iklimierin ürünleri, nadir olarak bulunuyor ve belki tropik ülkeler­
den ithal edilen en önemli gıda maddesi olan ve tatlılığı benzersiz insani
acılara mal olmu§ §ekerin dı§ında, lüks mal sayılıyordu. 1 790'larda döne­
min en ileri ülkesi olan İngiltere'de ortalama yıllık §eker tüketimi ki§i
ba§ına 7 kilogramdı. Fakat Fransız Devrimi'nin olduğu yıl, İngiltere'de
bile ortalama ki§i ba§ına çay tüketimi ayda 50 gram kadardı.
Amerika kıtasından ve diğer tropikal bölgelerden ithal edilen yeni .
ürünler, biraz tutunmaya ba§lamı§tı. Güney Avrupa ve Balkanlarda mısır
(yerli buğdayı) epey yayılmı§tı -Balkanlarda gezgin köylülerin yerle§mele-
1 780'1ERiN DÜNYASI 27

rinde onun payı vardı- ve Kuzey İtalya'da pirinç belli bir ilerleme kaydet­
mi§ti. Çe§idi prensliklerde, çoğunlukla gelir amaçlı bir devlet tekeli olarak
tütün yeti§tirilmekteyse de, modem ölçüdere göre kullanımı fazla değildi:
ı 790'da ortalama bir İngiliz ayda 40 gram kadar tütün içiyor ya da çiğni­
yordu. İpekböceği üretimi, Güney Avrupa'nın bazı bölgelerinde yaygındı.
Yeni ürünlerin ba§ında gelen parates (belki diğer yiyeceklere nazaran
dönüm ba§ına bariz §ekilde daha fazla insanı besieyebildiği için olsa gerek)
ba§lıca ürün olarak yeti§tirildiği İ rlanda dı§ında, kendine daha yeni yeni
yol bulmaktaydı. İngiltere ve Alçak Ülkeler dı§ında, köklü bitkiler ve
saman dı§ında diğer yem bitkilerinin sistemli bir biçimde yeti§tirilmesi
hala oldukça istisnai bir duru1:9du ve §eker için pancar ekimine yoğun
biçimde ancak Napoleon Sava§lan ile ba§landı;
Elbette onsekizinci yüzyıl, tarımda durgunluğun ya§andığı bir yüzyıl
değildi. Tersirıe, uzun bir demografik geni§leme, büyüyen kentle§me, tica­
ret ve imalat çağı, tarımsal iyile§meyi te§vik etmi§, aslında bunu zorunlu
kılmı§tır. Y üzyılın ikirıci yarısından itibaren, modem dünya için son derece
niteleyici bir görüngü olarak nüfusta §a§ırtıcı ve kesintisiz bir artı§ın ba§la­
dığına tanık olurımu§tur: Örneğin ı 755 ile ı 784 arasında Brabant'ın
(Belçika) kırsal nüfusu yüzde 44 artmı§tL 10 Fakat İspanya'dan Rusya'ya
kadar demekler kuran, hükümet raporları hazırlayan ve propaganda
amaçlı bildiriler yayımlayan sayısız tarımsal iyile§tirme yanlısını en fazla
etkileyen §ey, tarımdaki ilerlemelerden çok, tarımsal geli§menin önüne
dikilen engellerin büyüklüğüydü.

Tarım dünyası uyu§uktu; belki kapitalist tarım sektörü bu açıdan istisna


tutulabilir. Ticaret, imalat ve her ikisiyle birlikte giden teknolojik ve
anlıksal etkinliklerse, kendine güvenliydi, canlıydı ve geni§lemekteydi;
bunlardan kazanç sağlayan sınıflar da etkirı, kararlı ve iyimserdi. Dönemin
gözlemcisini en doğrudan etkileyecek §ey, sömürgelerin sömürülmesiyle
yakından bağlantılı olan ticaretteki muazzam yayılmaydı. Oylum ve sığa
olarak hızla büyümekte olan deniz ticareti, dünyayı sarmakta ve Kuzey
Ariantik Avrupası'nın tüccar topluluklarının cebini doldurmaktaydı. Bu
topluluklar, sömürge gücünü, Avrupa ve Afrika'ya mal ihraç eden Doğu
Hint Adalan'nın sakinlerini soymak için kullandılar. Bunlar ve Avrupa •

• Aynı zamanda Avrupa'nın bu mallara artan talebini kar§ılamak üzere çay, ipek ve porselen
aldıkları Uzak Doğu'ya da belli ölçülerde aynı §eyi yaptılar. Fakat Çin'in ve Japonya'nın siyasal
bakımdan bağımsız olmaları, bu ticareti bir ölçüde korsanvan hale getinnekteydi.
28 DEVRiM ÇAGI

malları, Amerika kıtasındaki durmaksızın büyüyen plantasyon sistemleri


için köle alımında kullanıldılar. Buna kar§ılık Amerika'daki plan tasyonlar
da, Avrupa'nın doğu-batı ticaretinin geleneksel mallan olan tekstil ürün­
leri, tuz, §arap ve diğerleriyle birlikte yeniden doğuya dağıtılmak üzere
Adamik'teki ve Kuzey Denizi'ndeki limanlara her zamankinden daha
fazla ve daha ucuza §eker, pamuk vs. ihraç ettiler. 'Baltık'tan da tahıl,
kereste ve keten geliyordu. Doğu Avrupa'dan, bu ikinci sömürge ku§ağın­
dan, tahıl, kereste, keten, keten bezi ( tropik ülkelere yapılan karlı bir
ihra cattı) , kenevir ve demir gelmekteyciL Bunun yanında -ekonomik
bir dille ifade edecek olursak, Amerika'nın kuzeyindeki İngiliz sömürgele­
rinde (1783'ten sonra Kuzey ABD) etkinliklerini giderek arttıran' beyaz
göçmen toplulukları dahil- Avrupa'nın görece geli§mi§ ekonomileri ara­
sında ticaret ağı her zamankinden çok daha yoğun bir hal aldı.
Ta§ralı muhterisin hayallerinin çok ötesinde bir zenginlikle sömürge­
lerden dönen naboblar ya da plantasyon sahipleri, bu yüzyılda yapılan ya
da yeniden in§a edilen (Bordeaux, Bristol, Liverpool gibi) görkemli liman­
ları olan gemiciler ve tüccarlar, çağın gerçek galipleriydi ve bu bakımdan
onlarla ancak, servetlerini karlı devlet hizmetlerinden sağlayan büyük
memurlar ve bankerler a§ık atabilirdi; çünkü bu, 'kar, tacın altında' deyi§i­
nin hala geçerliliğini koruduğu bir çağdı. Onların yanında, tarım dünya­
sından mütevazı bir servet edinmi§ avukatlar, malikane idarecileri, yerel
içki imalatçıları, taeider ve benzerlerinden olu§an orta sınıf, sakin bir
ya§am sürdürmekteydi; hatta imalatçılar bile çok yoksul bir akrabadan
hallice görünüyordu. Çünkü madencilik ve imalatçılık, Avrupa'nın her
yanında hızla geni§liyor olmakla birlikte, tüccar (ve aynı zamanda Doğu
Avrupa'da çoğu zaman feodal lord) bu i§lerin ba§lıca denetçisi olma konu­
munu sürdürmekteyciL
Bu durum, geni§lemekte olan endüstri üretiminin esas biçiminin; za­
naatkann, ya da köyfünün tarım dı§ı emeğinin ürününün tüccar tarafın­
dan pazarda satılmak üzere satın alındığı eve i§ verme ya da sipari§ sistemi
denen bir biçimi olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu ticaret biçiminin
büyümesi, kaçınılmaz olarak ilk endüstri kapitalizmi için ilkel bir durum
yarattı. Malını satan zanaatkar, (özellikle hammaddesini tüccardan aldığı,
hatta üretim araçlarını tüccardan kiraladığı zaman) parça ba§ı ücret alan
bir i§çiden ba§ka bir §ey olmuyordu. Aynı zamanda dokumacılık da yapan
köylü, küçük bir arazi parçasına sahip bir dokumacı haline gelebiliyordu.
ݧlemlerin ve i§levlerin uzmanla§ması, eski zanaatkarları bölmekte ve
köylüler arasından yarı vasıflı i§çiler yaratabilmekteyciL Eski usta zanaat­
karlar ya da bazı özel zanaatkar grupları veya belli bir yerel aracılar grubu,
1 780'LERiN DÜNYASI 29

ta§eron ya da ݧveren durumuna gelebiliyordu. Fakat bu merkezilikten


yoksun üretim biçimlerinin kilit denetmeni, yitik köylerin veya arka so­
kakların emekçisini dünya pazarına bağlayan ki§i, bir çe§ it tüccardı. Bizzat
üreticilerin saflarından doğan ya da doğmakta olan 'sanayiciler' se, doğru­
dan onlara bağlı olmadıklarında bile, tüccarların yanında küçük ݧ sahip­
leri konumundaydılar. Özellikle endüstri İngilteresi'nde birkaç istisna
da yok değildi. Demir ustaları, büyük çömlekçi Josiah Wedgwood gibi
adamlar, mağrur ve saygın kimselerdi; tesisleri, dünyanın her tarafından
gelen meraklılarca ziyaret edilirdi. Fakat tipik sanayici (bu sözcük henüz
icat edilmemi§ti), bir endüstri kaptanından çok bir çımacıydı.
Buna kar§ın, statüleri ne olursa olsun, ticaret ve imalat i§leri çok
parlak bir geli§me göstermekteydi. Onsekizinci yüzyıl Avrupa devletleri
arasında en parlak ba§arılara imza atını§ olan İngiltere, gücünü ekonomik
ilerlemesine borçluydu ve bunun sonucu olarak 1780'lerde, son derece
deği§ik ba§arı düzeyleri sergilemi§ olsalar da, ussal bir politika izleme iddia­
sıyla hareket eden kıta Avrupası'ndaki bütün devletler, ekonomik büyü­
rneyi te§vik ettiler. Henüz ondokuzuncu yüzyıl akademiciliği tarafından
üstün bir 'saf ', a§ağı bir 'uygulamalı' dal aynınma uğramamı§ olan bilimler,
kendilerini üretimdeki sorunların çözümüne adadılar: 1780'lerin en
gözalıcı ilerlemeleri, geleneksel olarak endüstrinin gereksinimlerine ve
atölye uygulamalarına en yakın konumdaki kimya alanında gerçekle§ti.
Diclerat ile d'Alembert'in Büyük Ansiklopedisi, salt ilerici toplumsal ve
siyasal dü§ünceyi değil, teknolojik ve bilimsel ilerlemeyi de içeren bir
özetti. Çünkü, gerçekten de onsekizinci yüzyılı derinden biçimlendirmi§
olan insan bilgisinin, ussallığın, zenginliğin, uygarlığın ve doğa üzerinde
kurulan denetimin ilerlemekte olduğu inancı, yani 'Aydınlanma', gücünü
esas olarak üretimden, ticaretten ve her ikisiyle kaçınılmaz olarak ili§kisi
olduğuna inanılan ekonomik ve bilimsel ussallıktan almı§tı. Bunun yanın­
da, Aydınlanmanın en büyük savunucuları, ekonomik bakımdan en ilerici
sınıflar, zamanın elle tutulur ilerlemeleriyle doğrudan ilgisi bulunan tüccar
çevreleri ve ekonomik olarakaydınlanmı§ toprak lordları, bankerler, eko­
nomide ve toplum ya§amında idari konumda bulunan bilimsel dü§ünen
yöneticiler, eğitimli orta sınıf, imalatçılar ve giri§imeiler gibi sınıflardı.
Bu insanlar, matbaacı ve gazeteci, mucit, giri§imci ve dirayetli bir ݧadamı
olan Benjamin Franklin'i, geleceğin etkin, kendi kendini yeti§tirmi§ ussal
yurtta§ının bir simgesi olarak selamladılar. Bu tür yeni insanlar, okyanusun
öte yakasından gelecek somut örneklere gereksinmesi olmayan İngilte­
re'de, ta§rada, gerek bilimsel ve endüstriyel gerekse siyasal ileriemelere
kaynaklık eden demekler kurdular. Birmingham'daki Lunar Society'de
30 DEVRiM ÇAGI

[Ay Derneği], çömlekçi Josiah Wedgwood, modern buharlı makinenin


mucidi James Watt ve iş ortağı Matthew Boulton, kimyacı Priestley, biyo­
log ve evrim kuramının öncüsü küçük soylu Erasmus Darwin (büyük
bilgin Darwin'in büyükbabası), büyük matbaacı Baskerville bulunmaktay­
dı. Bu insanlar; her yerde, sınıfsal ayrımların gözardı edildiği ve çıkar
gözetmeyen bir §evkle Aydınlanma ideolojisinin propagandasının yapıldığı
Farmasbn localarına doluştular.
Çifte devrimle ilgili dü§ünceler (hatta bunlar, İngiliz fikriyatının Fran­
sız yorumu oldukları hallerde bile) en geni§ uluslararası geçerliliklerine .
Fransızların formülasyonları sayesinde ulaşml§ olmakla birlikte, bu ideolo­
jinin önde gelen iki merkezinin (İngiltere'nin ve Fransa'nın) aynı zamanda
çifte devrimin de merkezleri olmalan anlamlıdır. 'f\ydınlanmı§' dü§ünceye,
laik, ussal ve ilerici bir bireycilik egemen olmaktaydı. Bireyi, zincirlerin­
den; hala dünyanın dört bir kö§esine gölgesi dü§en ortaçağın cahil gele­
nekçiliğinden, ('doğal' ve 'ussal' dinden ayrı olarak) kilisenin hurafelerin­
den, insanlan dağuma ve ilgili ba§ka ölçüdere göre alt ve üst olarak
hiyerarşiye ayıran usdl§ılıktan kurtarmak, Aydınlanmanın ba§lıca amacıy­
dı. Özgürlük, e§itlik ve (bunları takiben) bütün insanların kardeşliği,
onun sloganlarıydı. Zamanı geldiğinde bunlar, Fransız Devrimi'nin slogan­
ları oldular. Bireysel özgürlüğün hakim olmasıyla, en hayırlı sonuçlan
yaratmak mümkün olabilecekti. En olağanüstü sonuçlar, bireysel yetene­
ğin ussal bir dünyada engelsiz bir biçimde uygulanmasından beklenebilir­
di; aslında bunu çoktandır görmek de mümkündü. Tipik bir 'aydınlanml§'
düşünürün ilerlemeye duyduğu tutkulu inanç, yansısını, çevresindeki
bilgide, teknikte, zenginlikte ve uygarlıkta görebileceği ve belli bir haklı­
lıkla da kendi dü§üncelerinin durmadan ilerlemesine yarabileceği gözle
görülür artış ta bulmaktaydı. Aydınlanma düşünürünün ya§adığı yüzyılının
başlarında cadılar hala yakılmaktaydı; aynı yüzyılın sonlarındaysa Avus­
turya gibi aydınlanmış devletler, sadece işkenceye izin veren yasaları değil,
köleliği de kaldırmı§lardı. Feodalitenin ve kilisenin yerleşik çıkarlan gibi,
ilerlemenin önüne dikilmi§ geriye kalan tüm engeller de süpürülse, kim
bilir daha neler olabilirdi?
Özgür toplumun kapitalist bir toplum olacağını doğallıkla varsayan
pek çok aydınlanmacının varlığına, üstelik bunların siyasal bakımdan
·

da belirleyici kimseler olmalarına kar§ın, 'Aydınlanma'ya bir orta sınıf


ideolojisi demek, tam olarak doğru qeğildir.11 Kuramsal olarak Aydınlan­
manın amacı, bütün insanları özgür kılmaktı. Bütün ilerici, ussalcı ve
humanist ideolojiler onun içinde örtük olarak bulunmaktaydılar; aslında
onlar Aydınlanmadan çıkmaktaydı. Ne var ki, uygulamada Aydınlanma-
1 780'LERiN DÜNYASI 3 1

nın gerektirdiği özgürle§imin önderlerinin, soylulardan çok toplumun


orta tabakalarından gelen yetenek ve liyakat sahibi ussal insanlar olmalan
ve onların etkinliklerinin ortaya çıkardığı toplumun da 'burjuva' ve kapi-
.

talist bir toplum olması anla§ılır bir durumdu. _

- Pek çoğu -1780'İere kadar- aydınlanmı§ mutlak monarklara inanmı§


Aydınlanmanın kıta Avrupası'ndaki savunucularının siyasal bakımdan
ihtiyatlı ve ılımlı tuturulanna kar§ın, 'Aydınlanma'nın devrimci bir ideoloji
olduğunu belirtmek çok daha doğru olur. Çünkü Aydınlanma, Avrupa'nın
pek çok yerinde hakim olan toplumsal ve siyasal düzene son verilmesini
ima etmekteyciL Anciens n'gime'lerden kendini gönüllü olarak fesh etme­
sini beklemek çok fazla olurdu. Tam tersine, daha önce gördüğümüz
gibi, bu rejimler bazı bakımlardan yeni toplumsal ve ekonomik güçlere
kar§ı kendilerini tahkim etmekteydiler; ve (İngiltere, Birle§ik Eyalerler
ve çoktan yenilclikleri ba§ka birkaç yer dı§ında) tutunabildikleri kaleler,
tam da ıhmlı aydınlanmacıların bel bağladıklan monar§ilerdi.

VI

Devrimini onyedinci yüzyılda gerçeklqtiren İngiltere ile önemsiz birkaç


devlet di§ında, Avrupa kıtasının i§levlerini sürdüren bütün devletlerinde,
mutlak monar§iler hakimdi; monar§inin egemen olmadığı devletler ya
anar§iye yuvarlanmı§ ya da Polonya gibi kom§ulan tarafından yutulmu§tU.
Kilisderin geleneksel örgütlenmeleri ve ortodoksileriyle desteklenmi§,
uzun geçmi§leri dı§ında salık verilecek yanları kalmamı§ bir yığın kurumla
çevrelenmi§ toprak sahibi soyluların olu§turduğu hiyerar§inin tepesinde,
Tanrının inayerine mazhar olan kalıtsal manarklar bulunmaktaydı. Vahim
boyutlarda uluslararası bir rekabetin ya§andığı bir çağda devletin tutu­
nurulu ve etkili olmasına duyulan ihtiyacın, uzun zamandır monarkları,
soyluların ve diğer yerle§ik çıkar sahiplerinin anar§ik eğilimlerini dizginle- .
meye ve devlet aygıtını mümkün olduğunca aristokrat olmayan memur­
larla doldurmaya mecbur ettiği doğrudur. Bunun yanında, onsekizinci
yüzyılın son yarısında bu ihtiyaçlar ve kapitalist İngiltere'nin uluslan1rası
arenadaki a§ikar ba§arısı, pek çok manarkı (daha doğrusu danı§manla­
rını), ekonomik, toplumsal, idari ve dü§ünsel modernle§me programlan
uygulamaya yöneltti. O günlerde prensler 'aydınlanma' sloganını, benzer
nedenlerle günümüzdeki hükümetlerin 'planlama' sloganını benimserne­
lerine ve yine günümüzde bu sloganlan kuramsal olarak benimseyen kimi­
lerinin uygulamada hemen hiçbir §ey yapmamalanna ve uygulamada pek
çok §ey yapanlarınsa, gelirlerini, zenginliklerini ve güçlerini artırmanın
32 DEVRiM ÇAGI

en güncel yöntemlerini benimsemenin pratik avantajlarıyla kar§ıla§tınldı­


ğında 'aydınlanmı§' (ya da 'planlı') toplumun gerisinde yatan genel fikir­
lere çok az iltifat göstermelerine benzer biçimde benimsemi§lerdi.
Oysa orta ve eğitimli sınıflada ilerlemeye bağlı olanlar, umutlarını
gerçekle§tirmek için çoğu kez 'aydınlanml§' bir monar§inin güçlü merkezi
aygıtını arıyorlardı. Prensin, devletini modernle§tirmek için bir orta sınıfa
ve onun fikirlerine gereksinimi vardı; zayıf bir orta sınıf da, kökle§IDݧ
aristokrasinin ve kilisenin çıkarlarının ilerlemeye kar§ı direni§lerini kır­
mak için bir prense gereksinim duyuyordu.
Ne var ki, gerçekte ılımlı ve yenilikçi de olsa, mutlak monar§i, her
§eyden önce kendisinin de üyesi olduğu, değerlerini §ahsında simgelediği,
desteğine büyük oranda bağımlı olduğu toprak sahibi soylular hiyerar§İ·
siyle bağları koparınayı olanaksız görüyordu. Teorik olarak istediğini yap­
makta özgür olsa da mutlak monar§i uygulamada Aydınlanmanın, ileride
Fransız Devrimi'nin popülerle§tireceği bir terirole feodalite ya da feodalizm
adını verdiği bir dünyaya aitti. Böyle bir monar§i, elindeki bütün kaynak­
ları, otoritesini güçlendirmek, sınırları içinde vergi gelirlerini, dı§ında
gücünü arttırmak içirı kullanmaya hazırdı; bu durum onu pekala yükselen
toplumun güçlerine de destek vermeye götürebilirdi. Bir malikaneyi, sınıfı
ya da eyaleri bir ba§kasma kar§ı oynayarak politik elini güçlendirmeye
hazırdı. Ne var ki ufku, tarihinin, i§levinin ve sınıfının tarihiyle sınırlıydı.
Ekonomik ilerlemenin gerektirdiği ve yükselen toplumsal grupların talep
ettikleri kökten toplumsal ve ekonomik dönü§ümü hiçbir zaman isteme­
mi§ti; böyle bir dönü§ümü gerçekle§tirmeye ise asla yetenekli olmamı§tı.
Bilinen bir örneği alalım. Prensierin danı§manları arasında bile, serfliğirı
ve feodalizmden kalma köylü bağlarının kaldırılması gereğinden ciddi §ekil­
de ku§ku duyan usçu dü§ünürlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Böyle
bir reform, 'aydınlanmı§' bir programın ba§lıca özelliklerinden biri olarak
kabul edilmekteydi ve Madrid'den St Petersburg'a, Napoli'den Stockholm'e
kadar, Fransız Devrimi'nden önceki çeyrek yüzyılda böyle bir programa
imza atmayacak tek bir prens yoktu. Ne var ki, gerçekte 1 789'dan önce
köylülerirı kurtulu§una dayanan yegane hareketler, Danimarka ve Savoy
gibi küçük ve örnekleyici olmayan devletlerle bazı prensierin özel malika­
nelerirıde ortaya çıkml§tı. Böylesi büyük çaplı bir kurtulu§ eylemirıe, 1781 'de
Avusturya imparatoru II. Joseph kalkı§ını§, ama tahmin edilenin üzerirıde
bir köylü ayaklanması ve yerle§ik çıkarların siyasal direni§i kar§ısında ba§arı­
sız olm u§, yüzüstü bırakılmı§tı. Avrupa'nın bütün batısı ve ortasında tarım­
daki feodal ili§kileri kaldıran, doğrudan etki ve tepki yaratan ya da örnek
olu§turan Fransız Devrimi ile 1848 devrimi oldu.
1 780'lERiN DÜNYASI 33

Demek ki, 'burjuva' toplumunun eski ve yeni güçleri arasında, elbette


İngiltere'de olduğu gibi burjuvazinin zaferinin çoktan tescil edildiği yerler
dı§ında, çözülmesi olanaksız, sonralan açığa çıkacak gizli bir çatl§ma hü­
küm sürmekteydi. Bu rejimleri daha da kırılgan yapan §ey, üç yönden;
yeni güçlerden, giderek direni§inin sertliğini artıran kökle§mi§ eski yerle§ik
çıkarlardan ve yabanci rakiplerden gelen bir baskıya maruz kalmalan
oldu.
En zayıf ve kırılgan oldukları nokta, uzaktab ya da sıkı denetleneme­
yen eyaletlerdeki veya sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerde oldu­
ğu gibi, eski ve yeni muhalefetin çakl§ma eğilimi gösterdiği yerlerdi. Örne­
ğin Il. Joseph'in 1780'lerde Habsburg monar§isinde gerçekle§tirdiği re­
formlar, Avusturya Hollanda'sında (bugünkü Belçika) ortalığı birbirine
katını§ ve doğal olarak 1789'da Fransızlannkiyle bulu§an bir devrimci
hareket ortaya çıkarmı§tı. Daha da yaygın olarak, Avrupa devletlerinin
deniza§ın sömürgelerindeki beyaz göçmen topluluklar, kendi merkezi hü­
kümetlerinin sömürgedeki çıkarlan tamamen merkeze bağlayan politika­
lanna kar§ı direndiler. İrlanda'nın yanısıra Amerika kıtasının her yanında,
İspanya, Fransa ve İngiltere'de bu tür göçmenler, -her zaman, merkeze
nazaran ekonomik bakımdan daha ilerici güçleri temsil eden rejimler
adına olmayan- özerklik isteyen hareketler ba§lattılar. Bunu, ya İrlanda
gibi pek çok İngiliz sömürgesi bir süre için ban§çıl yollardan ya da ABD
gibi devrim yoluyla ba§ardılar. Ekonomik geni§leme, sömürgelerdeki geli§­
me ve 'aydınlanml§ mutlakçılık'ın reform giri§imlerinin yarattığı gerilimler,
1770'lerde ve 1780'lerde bu tür çatı§malar için vesileleri artırdı.
Kendi ba§ına alındığında eyaletlerin ya da sömürgelerin muhalefeti,
vahim bir olay değildi. Bir iki eyaleti kaybetınek, eski yerle§ik monar§ileri
yıkmazdı; nitekim sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerin ba§lıca
kurbanı durumundaki İngiltere, eski rejimierin zayıflığından etkilenmeye­
rek, Amerikan devrimine kar§ın eskiden olduğu gibi istikrarlı ve dinamik
bir güç olmaya devam etmi§tir. Ülke içinde iktidarın büyük ölçüde el
deği§tirmesine yol açacak ·ko§ullann mevcut olduğu pek az bölge vardı.
Durumu dayanılmaz hale getirense, uluslararası rekabetti.
Çünkü uluslararası rekabet, bir devletin kaynaklarını ba§ka hiçbir
§eyin yapamayacağı kadar imtahandan geçiren bir olguydu. Bu sınavdan
geçemeyenler, sarsılıyor, parçalanıyor ya da yıkılıyordu. Ondokuzuncu
yüzyılın büyük bir bölümünde Avrupa'nın uluslararası sahnesine böylesine
bir rekabet egemendi ve (1689-171 3, 1740-8, 1756-63, 1776-83 ve
ele aldığımız döneme denk gelen 1792-1815'te olduğu gibi) Avrupa'da
depre§en genel sava§ dönemlerinin gerisinde bu olgu yatmaktaydı. Bu,
34 DEVRiM ÇAGI

İngiltere ile Fransa, aynı zamanda bir anlamda eski ve yeni rejimler arasın­
da bir çatı§maydı. Çünkü, ticaretre ve sömürgelerde kaydettiği hızlı ilerle­
me yüzünden İngiltere'nin dü§manlığını çeken Fransa, aynı zamanda
sözcüğün klasik anlamında en güçlü, seçkin ve etkili bir aristokratik mut­
lak monar§iydi. Yeni toplumsal düzenin eskisi kar§ısındaki üstünlüğü,
hiçbir yerde bu iki devlet arasındaki çatı§madan daha canlı bir örnek
sunmamı§tır. Çünkü İngiltere, belirleyici nitelikleri deği§se de biri dı§ında
bu sava§ların tümünü kazanmakla kalmadı, bu sava§ları görece daha
kolay bir biçimde örgütledi, parasal olarak destekledi ve yürüttü. Öte
yandan Fransız monar§isi, İngiltere'den daha büyük, nüfusu daha fazla
ve potansiyel kaynakları bakımından daha zengin olmakla birlikte, bu
sava§ları yürütebitmek için çok büyük çaba harcadı. Yedi Y ıl Sava§ları'nda
(17 56-63) yenildikten sonra Amerika'daki sömürgelerde patlak veren
ayaklanma, Fransa'ya durumu tersine çevirmek için bir fırsat verdi. Fransa
da bu fırsatı kullandı. Gerçekten de müteakip uluslararası çatı§mada,
İngiltere kötü bir yenilgi aldı ve Amerika'daki imparatorluğunun çok
önemli bir parçasını kaybetti. Yeni ABD'nin müttefiki olan Fransa ise
sonuçta zafer kazanmı§tı. Fakat maliyet çok ağırdı; Fransız devletinin
içine dü§tüğü zorluklar, onu kaçınılmaz olarak ülke içinde bir siyasi buna­
lım dönemine sürükledi ve altı yıl sonra da bu bunalımdan Devrim doğdu.

VII

Şimdi geriye, Avrupa (daha kesin bir anlatırula Kuzey Batı Avrupa) ile
dünyanın geri kalanı arasındaki ili§kilere bir göz atarak, bu hazırlayıcı
nitelikteki dünya turunu, çifte devrimin e§iğine kadar getirip tamamla­
mak kalıyor. Avrupa'nın (ve onun deniza§ırı uzantıları olan beyaz göçmen­
lerin) dünya üzerindeki eksiksiz siyasal ve askeri egemenliği, çifte devrim
çağının bir ürünü olacaktı. Onsekizinci yüzyıl sonlarında Avrupalı olma­
yan büyük devletlerin ve uygarlıkların pek çoğu, henüz beyaz tüccar,
denizci ve askerlerle görünü§te e§it kü§ullarda kar§ı kar§ıya gelmekteyciL
O günlerde Mançu hanedam döneminde nüfuzunun doruğunda olan
büyük Çin imparatorluğu, henüz kimsenin kurbanı durumunda değildi.
Tersine, eğer bir kültürel etkile§meden söz edilecekse, bunun yönü doğu-
. dan batıya doğruydu. Avrupalı sanatçılar ve zanaatkarlar o zamana dek
yanlı§ anla§ılml§ Uzak Doğu motiflerini eserlerinde çok sık olarak kullanır
ve ('porselen' gibi) yeni malzemelerini Avrupa'nın kullanımına uyarla­
yarak sunarken, Avrupalı filozoflar da bu son derece farklı ama yüksek
olduğu kesin uygarlığın dersleri üzerine kafa yoruyorlardı. Kom§U Avrupa
1 780'LERiN DÜNYASI 35

deviederinin (Avusturya'nın, ama hepsinden öte Rusya' nın) askeri güçleri


kar§ısında zaman zaman sarsıntıya uğrayan (Türkiye gibi) İslam devletleri,
henüz birer hurda yığını olmaktan çok uzak olmalarına kar§ın, ondo­
kuzuncu yüzyılda bu hale geleceklerciL Afrika, Avrupa'nın askeri sızınalarına
kar§ı bağı§ıklığını sürdürüyordu. Ümid Burnu'nun çevresinde yer alan kü­
çük bölgeler dı§ında, beyazlar, kıyıdaki ticari bölgelerde toplanml§tı.
Ne var ki, Avrupalı ticari ve kapitalist giri§imin hızı ve yoğunluğu
giderek artan geni§leme süreci, çoktandır bu ülkelerin ve bölgelerin top­
lumsal düzenlerini a§ındırmaya ba§lamı§tı; daha önce görülmedik boyut­
larda korkunç bir köle ticareti yoluyla Afrika; rakip sömürgeci güçlerin
gerçekle§tirdiği sızmalar yoluyla Hint Okyanusu; ticaret ve askeri çatı§·
malar aracılığıyla Yakın ve Ortadoğu, hepsi de bu süreçten nasiplerini
almaktaydı. Avrupalılar, uzun süre önce, onaltıncı yüzyılda öncü İspanyol
ve Portekiıli sömürgecilerin, onyedinci yüzyılda da Kuzey Amerikalı beyaz
göçmenlerin i§gal ettikleri bölgelerin hayli ötesine yayılan doğrudan istila
hareketlerine çoktan giri§mi§lerdi . Bu konuda hayati ilerlemeyi, zaten
Moğol imparatorluğunu yıkarak Hindistan'ın bir bölümü (özellikle Ben­
gal) üzerinde teritoryal bir denetim kurtnlı§ olan İngiltere gerçekle§tirmi§ti
ve bu, onları ele aldığımiz dönemde bütün Hindistan'ın hakimi ve yöne­
ticisi yapacak bir adımdı. Batının teknolojik ve askeri üstünlüğü kar§ısında
Avrupalı olmayan uygarlıkların fazla bir §ansı olmadığı zaten öngörülebilir
bir §eydi. 'Vasco da Gama çağı' denen §ey, bir avuç Avrupalı devletin ve
Avrupa kapitalizminin, bütün dünya üzerinde tam (ama bugün görüldüğü
gibi) geçici bir egemenlik kurduğu dört yüz yıllık dünya tarihi, doruğuna
varmak üzereydi. Avrupalı olmayan dünyaya aynı zamanda nihai kar§ı
saldırıya geçmesi için gereken ko§ulları ve teçhizatı sağlayacak olsa da,
çifte devrim Avrupa'nın geni§lemesini kar§ı konulmaz bir hale getirecekti.
2
Endüstri Devrimi

ݧleyi§leri, nedenleri ve sonuçları ne olursa olsun, bu tür i§lerin sonsuz bir değerleri
vardır ve nereye giderse gitsin, insanları dü§ünmeye sevketmek gibi bir erdeme sahip olan
bu son derece çalı§kan ve yararlı adanun yeteneklerine büyük iltifat kazandınrlar ... İnsanları,
sorgulamadan, dܧünmeden, heves etmeden, bütünüyle atalarının yoluna zincirleyen bu
miskin, uyu§uk, apıalca kayıtsızlıktan, bu tembellik gafletinden kurtul ve iyiyi
gerçekle§tireceğinden emin oL Brindley, Watt, Priesley, Harrison, Arkwright gibi adamların
eserlerinden, ya§amın her yolundan nice dܧünceleı; nasıl bir çalı§ma azmi doğmU§tur, bir
dܧün ... Watt'ın buhar makinesini görüp de uğra§ısına dalıa büyük bir canlılıkla sarılmayacak
bir insan, hayatın hangi yolunda bulunabilir?
Arthur Young, Tours in England and �les1

Bu pis su yolundan, bütün dünyayı gübrelernek üZere, insan gayretinin en büyük nehri
akmaktadır. Bu pislikten altın akmaktadır. Burada insanlık, en tam ve en lıayvani geli§mesine
ula§maktadır; burada uygarlık mucizelerini gerçekle§tiriyer ve uygar insan bir vall§iye döııiü
i§ yor.
A. de Toqueville, 1835'te Manchester üzerine söylediklerinden2

Endüstri Devrimi ile, yani İngiltere ile ba§layalım. İlk bakı§ta bu, kaprisli
bir hareket noktası gibi görünmektedir; çünkü bu devrimin yansımaları,
ele aldığımız. dönemin sonlarına dek (her halükarda İngiltere dı§ında)
kendini açık ve yanılmaz bir biçimde hissettirmedi. Devrimin yansımaları,
1830'dan önce değil, büyük olasılıkla 1840'dan önce de değil, ama yakla­
§ık o sıralarda duyulmaya ba§landı. Ancak 1830'larda yazın ve sanatlar,
kapitalist toplumun yükseli§iyle, (Carlyle'nin deyi§iyle) para bağının,
amansız bir altın ve değerli kağıt bağının dı§ında bütün toplumsal bağların
ufalandığı bir dünyayla açıkça me§gul olmaya ba§lamı§lardır. Bu yükseli§in
en olağanüstü yazınsal anıtı olan Balzac'ın İnsanlık Komedisi, bu onyıllara
aittir. Endüstri Devrimi'nin toplumsal etkileri üzerine resmi ve gayrı resmi
büyük bir yazın selinin ortaya çıkl§ı (İngiltere'de Bluebooklar ve istatistik
ara§tırmaları, Villerme'nin Tableau de l'etat physique et moral des ouvriers'i,
Engels'in İngiltere'de İşçi Sımfının Durumu, Belçika'da Ducpetiaux'un yapı­
tı, Almanya'dan İspanya'ya ve ABD'ye kadar [Endüstri Devrimi kar§ı­
sında] deh§ete kapılan ya da kederlenen yığınla gözlemcinin çalı§ması),
ENDÜSTRi DEVRiMi 37

1840'lara kadar gerçekle§medi. Y ine, Endüstri Devrimi'nin çocuğu olan


proletaryanın ve artık kendi toplumsal hareketleriyle birle§mi§ Komü­
nizm'in -Komünist Manifesto'nun hayaletinin- kıtanın her yanını ar§ınla­
ması, 1840'lara kadar gerçekle§medi. Endüstri Devrimi adı bile, Avrupa
üzerindeki görece gecikmi§ etkisini yansıtmaktadır. Bu §ey, İngiltere'de
adından önce de vardı. İngiliz ve Fransız sosyalistlerinin -bunlar daha
önce benzerleri olmayan gruplardı-, muhtemelen Fransa'nın siyasal devri­
miyle benze§im kurarak onu icat etmeleri 1820'leri buldu. 3
Buna kar§ın, Endüstri Devrimi iki nedenden dolayı öncelikle ele alına­
caktır. Birincisi; o, Bastille'e saldırılmadan önce -kaçamak bir ifadeyle­
'patlak vermi§'ti; ve ikincisi, o olmadan, ele aldığımız dönemin tanıdık
simalarını ve olaylarını üzerinde ta§ıyan tarihin gayrı §ahsi kabarı§ını,
ritminin karma§ık düzenini anlamamız olanaksızdır.
'Endüstri Devrimi patlak verdi' ifadesi ne anlama gelmektedir?
1780'ler gibi bir tarihte ve insanlık tarihinde ilk kez, toplumların kendi
üretici güçlerinih yarattığı zincirlerden kurtulması anlamına gelmektedir;
bundan böyle üretici güçler, durmadan, hızla ve bugüne dek sınırsız bir
biçimde insan, m.al ve hizmet artı§ı gerçekle§tirmeye muktedir olacaktı.
İktisatçılar, buna teknik olarak 'kendini besleyen bir büyümenin kalkı§
noktası' adını vermektedir. Şimdiye dek hiçbir toplum, endüstri öncesi
bir toplumsal yapının, noksan bir bilim ve teknolojinin, bunun sonucunda
da kıtlığın ve ölümün üretime dayattığı çerçeveyi kıramamı§tı. Elbette
. bu 'kalkı§', depremler ya da büyük gökta§ları gibi, teknikten uzak, ona
yabancı bir dünyayı §a§kınlığa sürükleyen görungülerden biri değildi. Bu
görüngünün Avrupa'daki tarih öncesini, tarihçinin keyfine ve özel ilgi
alanına bağlı olarak, daha önce değilse bile İ.S. 1000 yıllarına kadar geri
götürmek mümkündür; ve önceki -onüçüncü, onaltıncı yüzyılda ve onye­
dinci yüzyılın son onyıllarında-, ördek yavrularının beceriksizce kanat
çırpı§larına benzer biçimde sıçrama çabaları, 'endüstri devrimi' adıyla
yüceltilmi§tir. Onsekizinci yüzyılın ortalarından itibaren kalkı§ için hız
toplama süreci öylesine açıkça görülebilmektedir ki eski tarihçilerde En­
düstri Devrimi'ni 1760'a kadar geri götürmek gibi bir eğilim gözlenmek­
teydi. Fakat özenli bir ara§tırma, pek çok uzmanı, belirleyici on yıl olarak
1760'ları değil, 1780'leri seçmek durumunda bırakmı§tır; çünkü bilebil­
diğimiz kadarıyla, ilgili bütün istatistik kanıtlar, 'kalkı§'a damgasını vuran
ani, keskin, neredeyse dikine bir yükseli§in ancak o tarihlerde ortaya
çıktığını göstermekteydi. Deyim yerindeyse ekonomi, uçu§a geçmi§ti.
Bu sürece Endüstri Devrimi demek, hem mantıklıdır hem de -belki
de kı§kırtıcı kavramlardan duyulan çekingenlik nedeniyle olsa gerek-
38 DEVRİM ÇAGI

muhafazakar tarihçiler arasında bir ara böyle bir devrimin varlığım reddet­
mek ve onun yerine 'hızlanml§ evrim' gibi yavan terimler koymak gibi bir
modanın varlığına kar§ın, yerle§ik geleneğe uygundur. Eğer ı 780'lerde ya
da o tarihlerde meydana gelen bu ani, niteliksel ve temel dönü§üm, bir
devrim değil idiyse, bu durumda bu sözcüğün sağduyucia bir anlamı yok
demektir. Endüstri Devrimi, aslında bir ba§langıcı ve bir sonu olan bir olay
değildi. Ne zaman tamamlandığını sormak saçmadır; çünkü onun özü, o
tarihlerden sonra devrimci deği§imin bir kural halini almasıydı. Hala da
sürmektedir; çok çok, bu ekonomik dönü§ümlerin, genel konu§ursak,
varolan teknikler içersinde istediği her §eyi üretmeye yetenekli esastan
endüstrile§mi§ bir ekonomiyi, teknik dille 'olgun bir endüstri ekonomisi'ni
yerle§tirecek kadar ileri gidip gitmediklerini sorabiliriz. İngiltere'de,
dolayısıyla da dünyada endüstrile§menin bu ba§langıç dönemi, muhte­
melen, neredeyse tam tarnma bu kitapta ele alınan dönemle çakl§maktadır;
çünkü, eğer 'kalkı§' 1780'lerde ba§laml§sa, 1840'larda İngiltere'de ağır
endüstrinin kurulması ve demiryollarının yapımıyla bittiğiİli söylemekte
de hiçbir sakınca yoktur. Fakat Devrimin kendisine, 'kalkı§' dönemine, bu
gibi konularda olabileceği kadar bir kesinlikle, ı 780'den 1800'e kadarki
yirmi yıl içersinde bir tarih vermek mümkündür; yani, biraz daha önce
olmakla birlikte Fransız Devrimi'yle çağda§tır.
Nereden bakılırsa bakılsın, bu, en azından tarımın ve kentlerin icadın­
dan bu yana dünya tarihinde gerçekle§mi§ en önemli olaydı ve ba§ını
İngiltere çekmekteyciL Bunun bir raslantı olmadığı açıktır. Eğer onse­
kizinci yüzyılda Endüstri Devrimi için bir yarı§ yapılsaydı, bu yarı§ın tek
bir yarı§çısı olurdu. Portekiz'den Rusya'ya, hepsi de en azından günümü­
zün yöneticileri kadar 'ekonomik büyüme'yle yakından ilgilenen Avru­
pa'daki her aydınlanmı§ manarkın bakanları ve memurları, pek çok en­
düstriyel ve ticari ilerlemeyi desteklemi§lerdir. Endüstriyel yapıları çok
küçük olmakla ve İngiliz endüstrisinin dünya çapındaki devrimci etkisini
gösterebilmek için fazla yerel kalınakla birlikte, bazı küçük devletler ve
· bölgeler, örneğin Saksonya ile Liege gibi yerler, gerçekten etkileyici biçim­
de endüstrile§ıni§lerdi. Fakat devrimden önce bile İngiltere'nin, toplam
üretim ve ticaretiyle kar§ıla§tırılabilir boyutlarda olsa bile, kişi başına üre­
tim ve ticaret bakımından ba§lıca potansiyel rakibinin oldukça önünde
bulunduğu açıkça görülmektedir.
İngiltere'nin ilerlemesi nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, bilimsel
ve teknolojik olmadığı kesindir. Fransa, doğa bilimleri açısından hemen
hemen kesin biçimde İngiltere'nin önündeydi; İngiltere'de reaksiyon bili­
me ku§kuyla bakarken, Fransa'da Fransız Devrimi bilimi te§vik ettiğinden,
ENDÜSTRi DEVRiMi 39

herhalükarda matematik ve fizikte Fransız Devrimi'nin çok keskin biçim­


de vurguladığı bir üstünlüktü bu. Hatta İngiltere toplum bilimleri bakı­
mından da, iktisadı esas olarak Anglo-Sakson bir konu haline sokan -ve
büyük ölçüde de öyle kalmasını sağlayan- o üstünlükten henüz çok uzaktı;
fakat burada Endüstri Devrimi İngilizleri tartı§masız biçimde ilk sıraya
yerle§tirdi. 1780'lerin iktisatçıları, Adam Smith'i, ama aynı zamanda da
-belki de daha çok yararlandıkları- Fransız fizyokratlarını ve milli gelir
hesapçılarını, Quesnay'i, Turgot'u, Dupont de Nemours'u ve belki de
bir iki İtalyanı da okurlardı. Fransızlar, -İngiltere' de tasarlananlarından
çok daha karma§ık bir yapıya sahip- Jacquard dokuma tezgahı (1804)
gibi daha özgün yenilikler ve daha iyi gemiler yapmı§lardı. Almanlar,
İngiltere'de benzeri bulunmayan Prusyalı Bergakademie gibi teknik eğitim
kurumlarına sahipti ve Fransız Devrimi de benzersiz ve etkileyici bir ku­
rum olan Ecole Polytechnique'i ortaya çıkarını§ tl. Eksiklikleri ve kusurları,
asık yüzlü köy okulları ve parlak, çalı§kan, yükselrnek isteyen, usçu aames
Watt, T homas Telford, Loudon McAdam, James Mill gibi) gençleri ülke­
nin güneyine gönderen Kalvinci İskoçya'nın sofu, çalkantılı, demokratik
üniversiteleriyle bir ölçüde dengelense de, İngiliz eğitim sistemi tatsız bir
§aka gibiydi. Anglikan eğitim sisteminden dı§lanmı§ muhalif mezheplerin
kurdukları Akademiler hariç, tıpkı miskin devlet ya da gramer okulları
gibi, yegane İngiliz üniversiteleri olan Oxford ile Cambridge'in de dü§ün­
sel bakımdan hiçbir değeri yoktu. Oğullarının eğitim görmesini isteyen
aristokrat aileler bile özel öğretmenlerden ya da İskoç üniversitelerinden
medet ummaktaydı. Ondokuzuncu yüzyılın ba§larında Quaker Lanca­
shire'ın (ve onu izleyen Anglikan rakiplerinin) bir çe§it okuma yazma
seferberliği ba§latmasından önce, ilköğretim sistemi yoktu; geçerken be­
lirtmeli ki, bu yüzden İngiliz eğitim sistemi mezhep çeki§melerinden hiçbir
zaman ba§ını alarnam ı§tır. Toplumsalkorkular yüzünden, yoksulların eği­
tim görmesi de desteklenmiyordu.
Şansa bakın ki, Endüstri Devrimi'ni yapmak için fazla bir dü§ünsel
incelik gerekmiyordu.* Devrimin teknik yenilikleri (uçan mekik, iplik

• "Bir yandan İngilizlerin siyasal yaşamları için, bunu bilgiçlik tasiayarak yapıyor olsalar
da, eskiçağ yazarlarının eserlerinden zengin bir hazine çıkardıklarını görmek memnuniyet
vericidir; öyle ki parlamentodaki hatipler, her fırsatta iyi amaçlarla onlardan alıntılar yapıyorlardı
ve bu, meclislerinde taraftar bulan, etkisiz de kalmayan bir uygulamaydı. Öte taraftan üretim
konusundaki eğilimlerinin baskın olduğu, o nedenle halkı bu uğraşları geliştiren bilimlerle ve
sanatlada tanıştırına ihtiyacının açık olduğu bir ülkede, bu gibi konuların çocukların ders
kiraplannda yer almadıklarını görmek bizi hayrete düşünnektedir. Buna rağmen, mesleki bir
formel eğitimden yoksun insanların bu kadar çok şeyi başarmış olmaları da aynı ölçüde
şaşırrıcıdır." W. Wachsmuth, Europaeische Sitteııgesclıichte 5, 2 (Leipzig, 1839), s. 736.
40 DEVRİM ÇAGI

hüküm aleti, masura makinesi) son derece gösteri§sizdi ve kendi atölye­


lerinde deney yapan zeki zanaatkarların ya da doğramacıların, fabrika
i§çilerinin ve çilingirlerin faaliyet alanını hiçbir biçimde a§mıyordu. Hatta
James Watt'ın buhar makinesi (1 784) gibi Devrimin bilimsel bakımdan
en karma§ık aygıtı bile, bu yüzyılda bilinmekte olan fizikten daha fazlasını
gerektirmiyordu -buharlı makineler kuramı, ancak 1820'lerde Fransız
Camot tarafından expost fact [i§ olup bittikten sonra, geriye dönük olarak]
geli§tirilmi§ti- ve çoğunlukla madencilikte olmak üzere buharlı makinele­
rin kullanılmaya ba§lanması için bu kurama dayanılml§tı. Gerekli ko§ullar
varolduğunda, Endüstri Devrimi'nin teknik yenilikleri de, (belki kimya
endüstrisi dı§ında) kendi kendilerine ortaya çıktılar. Ancak bu, ilk endüst­
ricilerin bilimle ve onun pratik yararlarını ara§tırmakla hiç ilgilenmedik­
leri anlamına gelmez.4
Ancak bu gerekli ve uygun ko§ullar [bir tek] ; bir kralın ilk kez halkı
tarafından resmen Vargılanması ve idam edilmesinin, özel kar ile ekono­
mik geli§menin devlet politikasının yüce amaçları olarak kabul görmesinin
üzerinden yüzyıldan fazla bir zamanın geçtiği İngiltere'de gözle görülür
§ekilde vardı. İngiltere'nin tarım sorununun çözümüne getirdiği benzersiz
devrimci çözüm çoktan uygulanmaya ba§lanmı§tı. Topraksız ya da küçük
toprak sahibi köylüyü çall§tıran kiracı çiftçiler tarafından ekilen topraklar,
çoktan ticaret kafasına sahip görece az sayıda toprak lordunun elinde
toplanmı§tı. Eski kolektif köy ekonomisinden kalma pek çok iz de, Çitleme
Yasası (1760-1830) ve özel anla§malarla temizlendi; fakat bir Fransız,
Alman ya da Rus köylüsünden söz edebilmemiz anlamında bir 'İngiliz
köylüsü'nden söz edebilmek artık çok zordur. Tarım, uzun süredir esas
olarak pazar için yapılmaktaydı; imalat, uzun süre önce feodal özelliklerini
yitirmi§ olan kırsal alanın her yanına yayılmı§tı. Tarım, endüstrile§me
çağında üç temel i§levini yerine getirmeye çoktan hazırdı: Hızla büyüyen
tarım dl§ı nüfusu beslemek için üretimi ve üretkenliği arttırmak; kentlerin
ve endüstrilerin durmadan artan potansiyel fazla emek ihtiyacını kar§ıla­
mak; ve ekonominin daha modem sektörlerinde kullanılacak sermaye
birikimi için bir aygıt sağlamak (Şu iki i§levinse İngiltere'de muhtemelen
çok fazla bir önemi olmamı§tı: Olağan §ardarda halkın büyük çoğunluğu­
nun olu§turduğu tarımsal nüfus arasında yeterince büyük bir pazarın
yaratılması ve sermaye ithalinin garanti altına alınmasına yardımcı olacak
bir ihracat fazlasının sağlanması) . Özellikle gemi ta§ımacılığı, liman tesis­
leri, kara ve su yollarının iyile§tirilmesi konularında hatırı sayılır bir altyapı
yatırımı yapılmı§tı -ekonominin pürüzsüz biçimde ilerlemesi için bütün
bir ekonomi için gerekli pahalı genel bir donanım sağlanmı§tı. Siyasi
ENDÜSTRi DEVRiMi 41

ya§am çoktandır kara endekslenmi§ti. Elbette i§adamlarının özel


tale pleri, öteki yerle§ik çıkarların direnciyle kar§ıla§abiliyordu; ve
göreceğimiz gibi, ı 795-ı 846 arasında tarımcılar, sanayicilerin ilerleyi§ini
durdurmak için son engeli de dikeceklerdi. Ne var ki, bütün olarak
bakıldığında, paranın sadece konu§madığı, aynı zamanda yönettiği de
kabul edilmi§ti. Toplumun yöneticileri arasında sayılmak için bütün
sanayicilerin yapması gereken §ey, yeterince para sahibi almaktı.
ݧadamının, daha fazla para kazanma sürecinde olduğuna ku§ku yok­
tu; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük bölümü, Avrupa'nın çoğu yerinde,
rahat bir ekonomik geni§leme ve refah demekti; Voltaire'in Dr Pangloss'u­
nun mutlu iyimserliğinin arka planında bu vardı. Bu geni§lemenin ölçülü
bir enflasyonun da yardımıyla er ya da geç bir ülkeyi, endüstri öncesi
ekonomiyi endüstri ekonomisinden ayıran e§ikten adataeağı rahatlıkla
ileri sürülebilir. Fakat sorun bu kadar basit değildir. Onsekizinci yüzyılın
büyük bölümünde endüstriyel geni§leme, derhal ya da öngörülebilir bir
gelecekte endüstri devrimine, yani, artık mevcut talebe bağlı olmayıp
kendi pazarını yarattığı için büyük miktarlarda ve giderek azalan maliyer­
lerle üretim yapaçak makinele§mi§ bir 'fabrika sistemi'nin yaratılmasına
yol açmadı.* Örneğin İngiltere'de Midlands'de ve Yorkshire'da in§aat
malzemelerini ya da evde kullanılan metal e§yalan -çivi, kap kacak, bıçak,
makas gibi- üreten küçük ölçekli sayısız endüstri, bu dönemde büyük
bir geni§leme göstermi§ olmakla birlikte, hiçbir zaman mevcut pazann
bir i§levi olmaktan kurtulamadı. ı 850'de, ı 750'dekinden çok daha fazla
üretimde bulunmalarına kar§ın, özünde eski usullerle üretim yapıyorlardı.
İhtiyaç duyulan §ey, §U ya da bu tarz bir g�ni§leme değil, Birmingham'dan
çok bir Manchester ortaya çıkartacak tarzda özel bir geni§leme biçimiydi.
Üstelik öncü endüstri devrimleri; ekonomik büyümenin, her biri çağın
ilk buyruğuna göre (ucuza al pahalıya sat) hareket eden sayısız özel giri§im·
ci ve yatırımcının birbirini kesen kararlarından kaynaklandığı özel bir
tarihsel durumda ortaya çıktılar. En fazla karın, bilinen (ve geçmi§te en
fazla karı getirmi§ olan) i§lerden çok, endüstri devrimini örgüdemekten
kazanılacağını nasıl fark edebilirlerdi? O zamanlar kimsenin bilmediği
bir §eyi: Endüstri devriminin kendi pazarlarını yaratarak e§i görülmedik
bir hız kazanacağını nereden ve nasıl öğreneceklerdi? Tıpkı onsekizinci
yüzyıl İngiltere'sinde olduğu gibi, bir endüstri toplumunun ana toplumsal
temellerinin çoktan atıldığı ortadayken, iki §ey gerekiyordu: Birincisi,
• Modem motor endüstrisi, bunun iyi bir ömeğidir. 1890'lardaki motorlu taşıt talebi, modem
boyutlarda bir endüstri yaratacak durumda değildi, ama ucuz araba üretme kapasitesi, motorlu
taşıtlara modem ölçekte bir kitlesel talep yaram.
42 DEVRiM ÇAGf

makul ucuzlukta ve basit yeniliklerle üretimini hızla artırabilen ima­


latçıları ödüllendiren bir endüstri ve ikirıcisi, büyük oranda tek bir üretici
ülkenin tekelinde bulunan bir dünya pazarı. •

Bu dü§ünceler, ele aldığımız dönemde belli açılardan bütün ülkeler


içirı geçerlidir. Ömeğirı her ülkede endüstriyel büyümenirı önderliğirıi tüke­
tim malları -tek olmamakla birlikte esas olarak tekstil ürünleri6- imalatçı­
ları yapmaktaydı, çünkü bu tür mallar içirı zaten kitlesel bir pazar mevcut­
tu ve i§ada:mlan onun geni§lemesirıin getireceği olanaklan açıkca görebil­
mekteydiler. Ne var ki, bu dü§ünceler diğer bakımlardan sadece İngiltere
için geçerliydi. Çünkü öncü sanayicilerin kar§ısında çözümü çok güç
sorunlar vardı. Diğer ülkeler, ancak İngiltere endüstrile§meye ba§ladığın­
da, öncü endüstri devriminin uyardığı hızlı ekonomik geni§lemenin ni­
metlerirıden yararlanabilirlerdi. Bunun yanında İngiltere'nin ba§ansı,
onunla nelerin elde edilebileceğini göstermi§ oldu: İngiliz tekniği taklit
edilebilir, İngilizlerirı becerisi ve sermayesi ithal edilebilirciL Kendi bulu§larını
gerçekle§tiremeyen Sakson tekstil endüstrisi, zaman zaman İngiliz teknis­
yenlerinın gözetimi altında İngilizlerirı bulu§larını taklit etti; Cockerills
gibi kıta Avrupası'na ilgi duyan İngilizler, Belçika'ya ve Almanya'nın çe§itli
bölgelerirıe yerle§tiler. 1789 ile 1848 arasında Avrupa ve Amerika, İngiliz
uzmanlar, buharlı makirıeler, pamuk makirıeleri ve yatırımlarla doldu ta§tı.
İngiltere'nin, bu tür avantajları yoktu. Ama öte yandan İngiltere,
yeterince güçlü bir ekonomiye ve rakiplerinin pazarını ele geçirecek kadar
saldırgan bir devlete sahipti. Y üzyıllık İngiliz-Fransız düellosunun son
ve belirleyici evresi olan 1793-1815 sava§lan, belli ölçülerde ABD
dı§ında, Avrupalı olmayan dünyadan [İngiltere'nin] bütün rakipierin
tasfiyesiyle sonuçlandı. Üstelik İngiltere, kapitalist ko§ullar altında
endüstri devrimine öncülük etmeye hayranlık duyulacak kadar uygun
bir endüstriye ve buna olanak veren bir ekonomik konjonktüre sahipti:
Pamuk endüstrisi ve sömürgeci yayılma.

II

Diğer bütün pamuk endüstrileri gibi, İngiliz pamuk endüstrisi de


ba§langıçta, endüstrirıirı hammaddesirıi (daha doğrusu, ilk ürün, pamukla
kerenin bir kan§ımı olan fustian [dimi] olduğu için hammaddelerinden

• "Satın alma gücü, nüfus, ki§i ba§ına gelir, ula§ım maliyetleri ve ticaret üzerindeki
sınırlamalar nedeniyle yava§ ilerlemekteydi. Fakat pazar geni§liyordu ve hayati soru §Uydu:
Tüketim malları üreten bir üretici, pazarın, üretimini hızlı ve sürekli geni§lemesine olanak
verecek kadar büyük bir bölümünü ne zaman ele geçirecekti?"5
ENDÜSTRi DEVRiMi 43

birini) sağlayan deniz a§ın ticaretin bir yan ürünü olarak geli§ti. Avrupalı
imalatçılar, Hint pamuklu mallarının ya da calicoesun [patiska] elindeki
pazarı, onları taklit ederek ele geçirmeye çalı§tılar. Ba§larda, iyi ve özenli
mallada rekabet edecek ucuz ve adi taklitlerini üretmekle birlikte, çok
ba§arılı olamadılar. Ancak, bereket versin, yünlü ticaretinin yerle§ik ve
güçlü çıkarlan dönemsel olarak (Doğu Hint Şirketi'nin tamamen ticari
çıkarlada Hindistan'dan büyük miktarlarda ihraca çalı§tığı) Hint pariska­
larının ithalatının yasaklanmasım sağladı da yerli pamuk endüstrisinin
bu pariskaların yerini tutabilecek mallar üretmesine olanak verdi. Y ün,
pamuk ve pamuk karı§ımı mallardan daha ucuz. olan bu mallar, içerde
mütevazı olmakla birlikte yararlı bir pazar yarattı� Fakat onların hızla
geni§lemesini sağlayan en büyük §ans, deniza§ın ticaretre yatıyordu.
Sömürge ticareti, pamuk endüstrisini yarattı ve besledi. Onsekizinci
yüzyılda pamuk endüstrisi, Bristol, Glasgow ve özellikle köle ticaretinin
de merkezi olan Liverpool gibi büyük sömürge limanlannın hinterlandın­
da geli§ti. Gayrı insani olmakla birlikte hızla geni§leyen köle ticareti, her
adımda pamuk endüstrisini daha da uyardı. Gerçekten de bu kitapta ele
alınan bütün dönem boyunca kölecilik ve pamuk el ele gitmi§tir. Afrikalı
köleler, kısmen de olsa Hindistan'ın pamuklu mallarıyla satın alındı; Hin­
distan'daki ve yöresindeki sava§ ya da isyanlar bu malların arzını kesintiye
uğrattığında da, ortaya çıkan bo§luğu Lancashire doldurdu. Kölelerin
götürüldüğü Antiller'deki plantasyonlar, İngiliz endüstrisine pamuk ham­
maddesi sağlıyor, buna kar§ılık çiftlik sahipleri de Manchester 'ın damalı
pamuklularını alıyorlardı. 'Kalkı§'ın kısa bir süre öncesine kadar Lancashire
pamuklu ihracatının ezici çoğunluğu, Afrika ve Amerikan pazarlarına
gidiyordu. 7 Lancashire, sonralan kölelere olan borcunu, bu ticareti koru­
yarak geri ödedi; çünkü 1790'lardan sonra Birle§ik Devletler'in güne­
yindeki köle plantasyonlan, ham pamuğun büyük kısmını sağladıklan
Lancashire fabrikalannın doymak bilmez ve füze hızıyla yükselen talepleri
yüzünden çalı§maya devam etmi§ ve geni§lemi§ti.
Dolayısıyla pamuk endüstrisi, bir planör gibi, arkasına bağlandığı sö­
mürge ticaretinin çekmesiyle havalandı. Bu ticaret, yalnızca büyük olmak­
la kalmayıp, aynı zamanda hızlı ve her §eyden önce görülmemi§ bir geni§·
leme vaat eden; giri§imciyi, bunu kar§ılayacak devrimci teknikler benim�
serneye te§vik eden bir ticaretti. 1750-1769 arasında İngiliz pamuklu
ihracatı, on kattan fazla arttı. Böyle bir durumda bu pazara damalı pamuk­
lularıyla ilk giren birinin kazandığı ödül, astronomik boyutlardaydı ve
teknolojik maceralara atılma riskine değerdi. Fakat deniza§ın pazar, özel­
likle de bu pazar içindeki yoksul ve geri 'azgeli§mi§ bölgeler', zaman içer-
44 DEVRİM ÇAGI

sinde sadece çarpıcı bir biçimde geni§lemekte kalmadılar, aynı zamanda


sınırsız ve durmaksızın geni§lediler. Ku§kusuz, tek ba§larına dü§ünüldükle­
rinde bu pazann her verili kısmı, endüstrinin ölçütlerine göre küçüktü ve
farklı 'geli§mi§likteki ekonomiler'in rekabeti, bu pazarı her biri için daha
da küçük hale getirmekteyciL Fakat, gördüğümüz gibi, bu geli§mi§
ekenomilerin herhangi birinin yeterince uzun bir süre pazarın hepsini ya da
yakla§ık olarak hepsini tekeline aldığı dü§ünülürse, bu durumda o ekonomi
gerçekten sınırsız geni§leme olanağına sahip olabilirdi. İngiliz pam�klu
endüstrisinin, İngiliz devletinin saldırgan desteğini de arkasına alarak
ba§ardığı tam da buydu. Satı§ rakamları açısından Endüstri Devrimi,
1780'lerin ilk birkaç yılı dı§ında, ihracat pazarının iç pazar kar§ısındaki
zaferi olarak tanımlanabilir: 1814'te İngiltere, içeride kullanılan her üç
yarda pamuklu kuma§a kar§ılık dört yarda, 1850'deyse her sekiz yardaya
kar§ılık onüç yarda pamuklu ihraç etti.8 Buna kar§ılık, geni§lemekte olan
bu ihracat pazarında, İngiliz mallarının yurtdl§ındaki ana çıkl§ noktaları
olan yarı sömürge ve sömürge pazarları da bu i§ten zaferle çıkml§lardı.
Avrupa pazarlarının, sava§lar ve ablukalar yüzünden büyük oranda kesin­
tiye uğradığı Napoleon Sava§lan sırasında bu oldukça doğaldı. Fakat
sava§lardan sonra bile ağırlıklarını duyurmayı sürdürdüler. 1820'de, bir kez
daha İngiliz maliarına serbest hale gelen Avrupa, 12 8 milyon yarda İngiliz
pamuklusu aldı; ABD dı§ında kalan Amerika, Afrika ve Asya, 80 milyon
yarda aldı; fakat 1840'ta, 'azgeli§mi§' bölgeler 529 milyon yarda alırken,
Avrupa 200 milyon yarda İngiliz pamuklusu satın aldı.
Çünkü İngiliz endüstrisi, bu bölgelerde sava§lar, ba§ka halkların dev­
rimleri ve kendi imparatorluk yönetimi sayesinde bir tekel olu§turmu§tu.
Bunlar arasında iki bölge özel bir ilgiyi hak etmektedir. Latin Amerika,
Napoleon Sava§lan sırasında neredeyse tamamen İngiliz ithal mallanna
bağımlı hale geldi ve İspanya ile Portekiz'den koptuhan sonra (123-4.
ve 260. sayfalara bakınız) , İngiltere'nin potansiyel Avrupalı rakiplerinin .
siyasal müdahalelerinden kurtularak neredeyse tümüyle İngiltere'ye
bağımlı oldu. Bu yoksulla§tırılmı§ kıta, daha 1820'de Avrupa'nın dörtte
biri; 1840'da yine Avrupa'nın neredeyse yarısı kadar İngiliz pamuklu giysisi
satın almaktaydı. Gördüğümüz gibi, Doğu Hint Adaları, Doğu HintŞirke.
ti'nin te§vikleriyle pamuklu malların geleneksel ihracatçısı haline gelmi§ti.
Fakat İngiltere'de yerle§ik endüstrici çıkarlar hakim olduğundan, (Hindis­
tan'ın çıkarlarını saymazsak) Doğu Hindistan Şirketi'nin ticari çıkarları
geride kalıyordu. Hindistan, sistemli olarak endüstrisizle§tirilmi§ ve buna
kar§ılık Lancashire'ın pamuklutarı için pazar haline getirilmi§ti: 1820'de
bu alt kıta, sadece 11 milyon yarda pamuklu alırken, 1840'ta bu rakam
ENDÜSTRi DEVRiMi 45

çoktan 145 milyon yardaya çıkmı§tı. Bu, sadece Lancashire'ın pazarlarının


memnunluk verici boyutlarda geni§lemesi anlamına gelmiyordu; dünya
tarihinde de büyük bir dönüm noktasıydı. Çünkü Avrupa, tarihin ba§ın·
dan beri her zaman Doğu'ya sattığından daha fazlasını Doğu'dan ithal
etmi§ti; çünkü Doğu, Batı'ya sattığı baharat, ipek, patiska, mücevher vs.
kar§ılığında Batı'nın hemen hiçbir §eyine ihtiyaç duymuyordu. İlk kez
Endüstri Devrimi'nin pamuklu kuma§lan, o zamana dek külçe altın ve
gümü§ ihracatıyla soygunculuk karl§ımı bir yöntemle dengede tutulmu§
bu ili§kiyi tersine çevirdi. Sadece muhafazakar ve'kendilerine yeten Çinli­
ler, hala Batı'nın ya da batının denetimindeki ekonomilerin sunduklarını
satın almayı reddediyorlardı, ta ki 1815-1842 arasında batılı sava§ gemile­
rinin de yardımıyla batılı tüccarlar, Hindistan'dan Doğu'ya en masse ihraç
edilebilir ideal bir meta buluncaya kadar: Afyon.
O nedenle pamuk, özel giri§imcilere, endüstri devrimi macerasına
kalkı§malanna yetecek kadar astronomik bir kazanç ve bunu sağlayacak
kadar ani bir geni§leme olanağı verdi. Bir talih eseri olarak, aynı zamanda
onu mümkün kılacak ba§ka ko§ullar da sağladı. Bu alanda devrim yaratan
yeni bulu§lar -uçan mekik, su dolabı, masura makinesi, daha sonra da
motorlu dokuma tezgahı- yeterince basit, ucuz §eylerdi ve hemen sağla­
diklan yüksek üretim sayesinde kendilerini amorti edebiliyorlardı. Borç
aldıklan birkaç sterlinle i§e ba§layan küçük adamlar, gerekirse bunları
parça parça kurabiliyorlardı; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük birikim­
lerini kontrol eden kimseler, endüstriye büyük miktarlarda yatırırnda bu­
lunmaya çok hevesli görünmüyorlardı. Geni§leyen endüstriyi, günlük
kazançlada finanse etmek kolaydı; zira ele geçirdiği geni§ pazarlar ve
deği§meyen bir fiyat enflasyonu, kar oranlarını muazzam ölçülere vardınyor­
du. İleride bir İngiliz politikacı, doğru olarak §öyle diyecekti: "Lancashire'ın
zenginleri, yüzde be§, on değil, yüzde yüzler, binlerle kazandılar." 1789'da
Robert Owen gibi eski bir manifatura tezgahtan, Manchester'da borç
aldığı 100 sterlinle i§e ba§layabilecekti; 1809'daysa New Lanark Fabrikala­
n'nı, ortaklanna nakit 84.000 s terlin vererek satın aldı. Üstelik Owen'ınki
görece mütevazı bir ba§arı öyküsüydü. Unutmamalı ki, 1800'lerde İngiliz
ailelerinin yüzde 15'inden daha azının, yılda 50 sterlinden daha fazla bir
geliri vardı ve yalnızca dörtte biri yılda 200 sterlinden fazla kazanıyordu.9
Pamuklu imalatının ba§ka avantajlan da vardı. Bütün hammaddeleri
dı§arıdan geliyordu; o yüzden, Avrupa tarımının yava§ giden i§lemlerin­
den çok, sömürgeleri beyaz adama açan zora dayanan i§lemlerle -kölelik
ve yeni alanların ekime açılması- bu malların arzını geni§letınek müm­
kündü; üstelik Avrupalı tanıncıların yerle§ik çıkarlan da önünde bir engel
46 DEVRiM ÇAGI

yaratmıyordu.* 1790'lardan itibaren İngiliz pamuklusu hammadde kayna­


ğını bulmu§tU ve 1860'lara kadar zenginliği ve talihi ABD'nin [yerle§ime]
yeni açılan Güney Eyaletleri'ne bağlı kaldı. _ Yine, imalatın en ya§amsal
noktalarında (özellikle iplik bükümünde) pamuk endüstrisi ucuz ve ve­
rimli emek arzında yetersizlikle kar§ıla§tı, o yüzden makinele§meye yönel­
di. Ba§langıçta pamuk kar§ısında daha fazla sömürgesel yayılma §ansına
sahip olan keten gibi bir endüstri, ucuz, makinele§memi§ üretimin tutun­
duğu (esas olarak Orta Avrupa, ama aynı zamanda İrlanda gibi) yoksul
köylük bölgelerde kolaylıkla yayılabilmi§ olmasının uzun vadede acısını
çekti. Çünkü onsekizinci yüzyılda, İngiltere'nin yanısıra Saksonya'da ve
Norrnandiya'da endüstriyel geni§lemenin bu bilinen yolu,. fabrikaların ku­
rulmasına yol açmayacak, tersine i§çilerin -bazen eski bağımsız zanaatkar­
ların, bazen ölü mevsimde bo§ zamanları olan eski köylülerin- i§veren
olma yolundaki tüccardan aldıkları hammaddeleri, sahip oldukları ya da
kiraladıkları aletlerle evlerinde i§ledikleri ve i§lenmi§ ürünü tüccara geri
verdikleri 'eve i§ verme' ya da 'evde üretim' denen sistemi geni§letecekti. **
Gerçekten de, gerek İngiltere'de gerekse ekonomik bakımdan ileri dünya­
nın geri kalanında, endüstrile§menin ba§langıç dönemindeki geni§leme
büyük oranda bu tarz olmu§tU. Hatta pamuk endüstrisinde, (ilkel el tezga­
hı, çıkrıktan daha verimli olduğundan) dokumacılık gibi i§lemler, makine­
le§mi§ hükümhanderin çekirdeğini olu§turmaya hizmet edecek biçimde,
evlerdeki el tezgahlarında çalı§ıin bir dokumacılar ordusu yaratılarak ge­
ni§letilmi§ti. Dokumacılık, her yerde iplik hükme i§inden bir ku§ak sonra
makinele§mekteydi ve el tezgahlarında çalı§an dokumacılar, �ndüstrinin
artık onlara ihtiyacı kahnadığında, bazen bu kötü kaderlerine isyan ederek
tezgahlarının ba§ında öldüler.

III

İngiliz Endüstri Devrimi'nin tarihine esas olarak pamuk açısından bakan


geleneksel görü§, demek ki doğrudur. Pamuk , devrimcile§mi§ ilk
endüstriydi ve ba§ka bir endüstrinin, bir özel giri§imciler ordusunu
devrime sürükleyebileceğini dü§ünmek kolay değildir. 1830'lar kadar geç
bir tarihte bile, pamuk, fabrikanın ya da mill'in (bu ad, ağır güç makineleri
• Örneğin deniza§ırı yün arzı, ele aldığımız bütün dönem boyunca ihmal edilebiür bir
önem ta§ıdı, ancak 1870'lerde büyük bir etken haline geldi.
•• Ev ya da zanaat üretiminden modem endüstriye giden yolda imalatın evrensel bir evresini
oluşturan 'evde üretim sistemi', bazısı fabrika sistenline oldukça yakın sayısız biçim alabilir.
Onsekizinci yüzyıl yazarları 'manifaktürler'den söz ettiklerinde kastetrikleri, neredeyse
kaçınılmaz olarak ve bütün batı ülkelerinde budur.
ENDÜSTRi DEVRiMi 47

kullanan endüstri öncesi en yaygın tesis olan değirmenlerden [mill] gel­


mektedir) egemen olduğu yegane İngiliz endüstrisiydi; ilk ba§ta ( 1780-
1815) esas olarak iplik bükmede, yün ve pamuk taramada, birkaç yardım­
cı i§lemde, 1815'ten sonra da giderek daha fazla dokumada. Yeni Fabrika
Yasası'nın ele aldığı 'fabrikalar'dan, 1860'lara kadar sadece tekstil fabrika­
ları ve elbette pamuk fabrikaları [mill] anla§ıldı. Öteki tekstil kollarında
fabrika üretimi, 1840'lardan önce yava§ bir geli§me seyri izliyordu; diğer
manifaktürlerse, dikkate alınmayacak boyutlardaydı. 1815'te pek çok
ba§ka endüstriye uygulanmakla birlikte, buharlı makine bile, bu konuda
öncü olan madencilik dı§ında fazla kullanılmamı§tır. 1830'da modern
anlamıyla 'endüstri' ve 'fabrika', hala neredeyse sadece Birle§ik Krallık'ın
pamuk alanlan anlamına gelmekteyciL
Bu, diğer tüketim mallarında, özellikle büyük ölçüde hızlı kentsel geli§­
menin uyardığı diğer tekstil ürünlerinde*, gıdada, içkide, çömlekçilikte ve
ba§ka ev ürünlerinde endüstriyel yenilenmeyi gerçekle§tiren güçleri azımsa­
mak anlamına gelmez. Fakat öncelikle, bu i§lerde çok az insan çalı§maktay­
dı: 1833'te pamuk i§inde doğrudan ya da dolaylı olarak çalı§an bir buçuk
milyon insanın yanına bile yakla§acak bir endüstri yoktu. 11 İkincisi, bu
endüstrilerin dönܧÜm gücü çok azdı: Pek çok bakımdan, teknik ve bilimsel
olarak çok daha makinele§mݧ ve ileri bir ݧ dalı olan, pamuktan önce
devrim geçirmi§ içki üretimi bile, Dublin'in tamamını, İrlanda ekonomisi­
ninse büyük bölümünü ba§langıçtaki haline döndüren Dublin'deki büyük
Guinness içki yapınıevinin de kanıtİayacağı gibi, (yerel zevkler bir yana)
çevresindeki ekonomiyi bu denli etkilemi§ değildi. 12 Pamuğun -yeni endüst­
ri alanlarındaki İn§aat ve diğer bütün etkinlikler, makineler, kimyasal iyile§­
tirmeler, endüstriyel aydınlanma, gemi ta§ımacılığı için- yarattığı talep,
tek ba§ına 1830'lara kadar İngiltere'nin ekonomik büyümesinin büyük bir
bölümünden sorumluydu. Üçüncüsü; pamuk endüstrisinin geni§lemesinin,
ekonominin bütün hareketlerine yön verecek kadar İngiltere'nin dı§ tica­
retinde büyük bir yeri ve ağırlığı olmu§tur. İngiltere'ye giren ham pamuk
miktan 1785'te l l milyon libreden 1850'de 588 milyon libreye çıktı; pa­
muklu giysi üretimi, 40 milyon yarciadan 2 .025 milyon yardaya yükseldi. 13
Pamuk imalatçıları, 1816-48 arasında her yıl ilan edilen İngiltere'nin bütün
ihracatının toplam değerinin yüzde 40 ile 50'sini yaratmı§lardı. Eğer-pamuk
geli§irse, ekonomi de geli§iyor; gerilerse, ekonomi de geriliyordu. Pamuktaki
fiyat hareketleri, ülkenin ticaret dengesini belirliyordu. Bir tek tarımda
böyle bir güç vardı; ancak o da gözle görülür biçimde gerilemekteydi.
• Pazar için üretim yapan manifaktürlere sahip bütün ülkelerde tekstil egemen eğilim oldu:
Silezya' da (1800) bütün imalatın toplam değerinin yüzde 74'ünü tekstil ürünleri olu§turmaktaydı.10
48 DEVRiM ÇAGI

Buna kar§ın pamuk endüstrisinin ve pamuğun yön verdiği endüstri


ekonomisinin geni§lemesi, "en romantik hayal gücünün, o zamana dek
mümkün olduğunu dü§ünebileceği her §eyle adeta alay eden"14 boyutlara
varsa da, bu ilerleyi§ pürüzsüz olmaktan uzaktı ve yakın dönem İngiliz
tarihinin ba§ka herhangi bir döneminde benzeri olmayan devrimci karga­
§ayı anmasak bile, 1830'larla 1840'ların ba§larında çok ciddi ekonomik .
sorunlar ortaya çıkardı. Kapitalist endüstri ekonomisinin bu ilk genel
tökezlemesi, yansısını büyürnede belirgin bir yava§lamada, hatta belki
de bu dönemde İngiltere'nin milli gelirinde bir dü§Ü§te bulmaktadır.15
Ayrıca bu ilk genel kapitalist bunalım, tamamen İngiltere'ye özgü bir
görüngü de değildi.
Bu bunalımın en ciddi sonuçları, toplumsal nitelikteydi: Yeni ekono­
miye geçi§, toplumsal devrimin maddi ko§ullarını olu§turan sefaleti ve
ho§nutsuzluğu yarattı. Gerçekten de, kentteki ve endüstrideki yoksulların
kendiliğinden ayaklanması biçimini alan toplumsal devrim, kıta Avrupa­
sı'nda 1848 devrimlerine yol açtı ve İngiltere'de büyük Chartist hareketi
ortaya çıkardı. Ho§nutsuzluk, çall§an yoksullarla da sınırlı değildi. Küçük
ve uyum sağlayamamı§ i§adamları, küçük burjuvazi, ekonominin belli
kesimleri de Endüstri Devrimi'nin ve onun yayılmasının kurbanı oldular.
Kafaları basit ve düz i§leyen i§çiler, yeni sisteme tepkilerini, sıkıntılarının
sorumlusu olarak gördükleri makineleri parçalayarak ortaya koydular;
fakat, §a§ılacak miktarda bir yerel i§adamı ve çiftçi kitlesi de kendilerini
bencil yenilikçilerden olu§ma §eytani azınlığın kurbanı olarak gördükle­
rinden, kendi çalı§anlarının bu Luddite (makine kırma) eylemine yakınlık
duydu. ݧçinin ücretini geçimlik düzeyde tutan ve böylelikle zengine en­
düstrile§meyi (ve kendi rahatlarını) finanse etme olanağı veren emek
sömürüsü, proletaryayı kendilerine dü§man etmi§ti. Milli geliri yoksuldan
zengine, tüketimden yatırıma aktarmanın bir ba§ka yanı daha vardı ki, o
da küçük giri§imcinin dü§manlığını çekmekteydi. Büyük bankacılar, yani
herkesin ödediği vergileri alan -bütün milli gelirin yakla§ık yüzde 8'ini
tutmaktaydı16- kenetlenmi§ bir zümre olu§turan ülke içindeki ve dı§ındaki
'fon sahipleri' (Sava§ ile ilgili bölüme bakın) , küçük i§adamları arasında,
belki de emekçiler arasında olduğundan daha az sevilmekteydiler; çünkü
kendi aleyhlerine olan para ve kredi i§lerinden, ki§isel bir nefret duyacak
kadar anlıyorlardı. Napoleon Sava§ları'ndan sonra ekonominin üzerinde­
ki deflasyonun ve parasal ortodoksinin daha da sertle§mesi, ihtiyaç duy­
dukları her krediyi alabilen zenginler için hiç sorun değildi: Bunun acısını
çeken ve ondakuzuucu yüzyılda her zaman ve her ülkede kolay kredi
sağlanmasını ve mali ortodoksinin kaldırılmasını isteyenler küçük insanlar
ENDÜSTRi DEVRiMi 49

olm u§ tur. Mülksüzler uçurumuna yuvarlanmanın e§iğine gelmi§ küçük


burjuvaziyle emekçiler, o yüzden ortak bir ho§nutsuzluğu payla§maktaydı­


lar. Bu ortak ho§nutsuzluk onları, ' radikalizm'in kitle hareketlerinde, 'de­
mokrasi'de ya da 'cumhuriyetçilik'te birle§tirdi; aralarında en korkutucu
olanları, 1815-1848 arasında İngiliz Radikalleri, Fransız Cumhuriyetçileri
ve Amerika'daki Jacksoncı Demokratlardı.
Ne var ki, kapitalistlerin bakı§ açısından bu toplumsal sorunlar, Tanrı
göstermesin toplumsal düzeni yıkacak olsa bile, ekonominin ilerlemesiyle
ilgili sorunlardı. Öte yandan, onun temel harekete geçirici gücünü (karı)
tehdit eden, ekonomik sürecin kendi içinde belli bir takım eksiklikler
bulunduğu görülmekteydi. Çünkü sermayenin geri dönü§ oranı sıfıra iner­
se, insanların yalnızca kar için üretim yaptığı bir ekonomi, iktisatçıların
dü§ünmekten bile korktukları 'durgunluk durumu'na yuvarlanılabilirdi.ı7
Bu eksikliklerin en belirgin üçü §unlardı: Ticaretteki yükselme ve
dü§Ü§ döngüsü, kar oranlannın dü§me eğilimi ve (aynı kapıya çıkan)
karlı yatırım olanaklannın azalması. Bunlardan ilkini, onu ilk olarak dü­
§ünmü§ ve kapitalist ekonomik sürecin bütünleyici bir parçası ve onda
içkin olarak varolan çeli§kilerin bir göstergesi olarak değerlendirıni§ kapi­
talizmin ele§ tirmenleri d1§ında ciddiye alan olmadı.** Ekonominin i§sizliğe
yol açan dönemsel bunalımlannın, üretimi azalttığı, iflaslara yol açtığı
iyi bilinmekteydi. Bu bunalımlar yansılarını, onsekizinci yüzyılda (kötü
hasat vs. gibi) bazı tarımsal felaketlerde bulmu§tu ve Avrupa kıtasında
tarımsal huzursuzlukların, ele aldığımız dönemin sonuna kadar en yaygın
· çöküntüterin ba§lıca nedeni olarak kaldığı ileri sürülmü§tür. Ekonominin
küçük imalat ve mali sektörlerindeki dönemsel bunalımlar da, en azından
İngiltere'de 1 793'ten itibaren yakından bilinmekteydi. Napoleon Sava§la­
rı'ndan sonra ( 1825-6'da, 1 836-Tde, 1 839-42'de, 1846-8'de) dönemsel
yükseli§ ve çökü§ draması, barı§ döneminde bir ulusun ekonomik ya§a­
mına egemendi. 1830'larda, yani tarihin bizim ele aldığımız döneminin
bu en ya§amsal on yılında, bunların, en azından ticaretre ve bankacılık ta
düzenli dönemsel görüngüler olduklan bulanık da olsa kabul edilmek­
teydi.ı8 Ne var ki, i§adamları tarafından hala ya özel hatalardan -örneğin
Amerikan hisseleri üzerinde yapılan a§ırı spekülasyondan- ya da kapitalist

• İngiltere'deki Napoleon sonrası Radikallerden ABD'deki popülistlere kadar, çiftçiler ve


küçük giri§irnciler dahil bütün protesto hareketleri, mali gayrı ortodoksi yönündeki talepleriyle
tanmabilirler; hepsi de 'para delisi'dirler.
" İsviçreli Simonde de Sismondi ile muhafazakar ve köylü kafalı Malthus, daha 1825'ten
önce bu yönde savlar geli§tiren ilk ki§ilerdi. Yeni sosyalistler, onların bunalun kuramını, kendi
kapitalizm ele§tirilerinin kö§e ta§ı haline getirdiler.
50 DEVRiM ÇAGJ

ekonominin pürüzsüz i§leyi§ine dı§ardan müdahalede bulunulmasından


kaynaklandığı dü§ünülüyordu. Bunların, sistemin temelindeki zorlukları
yansıttığına inanılmıyordu.
Pamuk endüstrisinin çok açık bir §ekilde gösterdiği gibi, kar marjında
ortaya çıkan dü§me ise böyle değildi. Ba§langıçta bu endüstri muazzam
avantajlardan yararlandı. Makinele§me, büyük ölçüde kadın ve çocuk­
lardan olu§tuğu için son .derece az ücret ödenen emeğin üretkenliğini
büyük oranda artırdı (yani üretilen birim ba§ına maliyeti azalttı) .* ı833'te
Glasgow'un pamuk fabrikalarında çalı§an ı2. 000 i§çiden sadece ikibini,
haftada ortalama l l §ilinin üzerinde kazanıyordu. Manchester'daki 1 3 1
fabrikada ortalama ücretler, ı 2 §ilinden daha azdı ve sadece yirmibirinde
1 2 §ilinden fazlaydı. 19 Bunun yanında fabrika kurmak görece ucuz bir
i§ti: ı846'da arsa maliyeti ve in§aat malzemeleri dahil 4 ı o makinelik
tam bir dokuma fabrikası, ı 1 .000 s terline kurulabiliyordu. 2° Fakat her
§eyden önce, ı 793'te Eli Whitney'in çırçır makinesini bulmasından sonra
Güney ABD'de pamuk ekiminin hızla geni§lemesiyle en büyük maliyet
unsurunda, yani hammaddede ciddi bir azalma ya§andı. Buna, giri§imci­
lerin kar enflasyonundan da (yani, ürünleri yapıldıktanndaki fiyattan
daha yüksek fiyata satma eğilimi) yararlandıklarını eklersek, imalatçı
sınıfların neden keyifli olduklannı anlayabiliriz.
ı8 ı5'ten sonra, bu avantajların giderek kar payının daralmasıyla den­
gelendiği görülmeye ba§landı. Öncelikle endüstri devrimi ve rekabet,
üretiin maliyetlerinde olmasa da bitmi§ ürünün fiyatında sürekli ve çarpıcı
bir dü§Ü§ yarattı.21 İkincisi, ı8 ı5'ten sonra genel fiyat iklimi, enflasyon
değil, deflasyon iklimiydi; yani karlar, fazladan bir artı§ göstermek bir
yana, bir parça geriledi. Örneğin, ı 784'te bir libre bükülmü§ ipliğin satı§
fiyatı 1 0 §ilin ı ı peni iken, hammaddesinin maliyeti 2 §ilindi (kar payı 8
§ilin ı ı peni) ; ı8ı 2'de aynı ürünün fiyatı 2 §ilin 6 peni, hammaddesinin
maliyetiyse ı §ilin 6 peni (kar payı ı §ilin) ve ı832'de fiyatı ı 1 .25 peni,
hammaddesinin maliyeti 7.50 peni olmu§tU ve bu nedenle diğer maliyer­
lerle karlar arasında, sadece 4 penilik bir pay kalmı§tı. 22 Elbette İngiliz
endüstrisinin -aslında bütün ileri endüstrilerin- her alanında söz konusu
olan bu genel durum çok da trajik değildi. ı835'te "Karlar, imalatta büyük
bir sermaye birikimi sağlamaya hala yeterlidir" diye yazıyordu, hafifseyen
bir edayla pamuk endüstrisinin bir büyük savunucusu ve tarihçisi. 23 Top­
lam satı§lar yukarı doğru yükselirken, (kar oranları azalırken bile) toplam
• 1835'te E. Baines, bütün iplik bükümcülerinin ve dokumacıların haftada ortalama
ücretlerinin -bir yıl içersinde iki haftalık ücretsiz izin de dahil- 1 O §ilin, el tezgahlarında çall§an
dokumacılarınsa 7 §ilin olduğunu tahmin ermi§tir.
ENDÜSTRi DEVRiMi 5 1

karlar da yükseliyordu. Bütün gereken, astronomik geni§lemeyi sürdür­


mekti. Buna kar§ın kar paylarındaki daralmanın durdurulmasının, en
azından yava§latılmasının gerektiği görülüyordu. Bu da ancak maliyetleri
azaltarak yapılabilirdi. Elbette bütün maliyetler arasında en fazla kısıla­
bilecek olanı -McCulloch'un bir yılda hammaddelerin üç katına vardığını
hesapladığı- ücretlerdi.
Ücretler, ya doğrudan yapılan kesintilerle ya pahalı vasıflı i§çilerin
yerine ucuz makine bakıcılarının konmasıyla ya da makinenin yarattığı
rekabetle kısılabilirdi. Bu sonuncusu, Bolton'da el tezgahında çalı§an bir
dokumacının haftada aldığı ortalama ücretin, 1 795'te 33 §ilinden ve
1815'te 14 §ilinden, 1829-34'te 5 §ilin 6 peniye (ya da daha kesin bir
. ifadeyle, net geliri 4 §ilin 1.5 peniye) inmesine neden oldu. 24 Aslinda
parasal ücreder, Napoleon sonrası dönemde §a§maz biçimde azalmaktaydı.
Fakat bunun fizyolojik bir sınırı vardı; emekçiler fiilen aç kalmamalıydılar
(ama, tabii 500.000 el dokumacısının ba§ına gelen buydu). Ancak ya§a·
mm maliyeti dü§ffiܧSe, bu durumda ücretler de bu noktanın altına dü§Ü·
rülebilirdi. Pamuklu imalatçıları, ya§am s tandardının, toprak sahiplerinin
tekeli yüzünden yapay olarak yüksek tutulduğu, hatta sava§tan sonra
toprak sahipleriyle dolu bir Parlamento'nun -Tahıl Yasaları ile- İngiliz
tarımının etrafına ördüğü ağıt korumacı tarifderin durumu daha da kötü­
le§tirdiği görü§ünü payla§maktaydılar. Üstelik bunlar, İngiliz ihraç malları­
nın büyümesini tehdit etmek gibi ek bir olumsuzluk da getiriyorlardı.
Çünkühenüz endüstrile§memi§ dünyanın geri kalanının tarım ürünlerini
satması önlenirse, bu ülkeler yalnızca İngiltere'nin sunahileceği -hatta
sunması gereken- mamul malları satın almak için gereken parayı nereden
bulacaklardı? O nedenle Manchester i§adamları çevresi, genelde toprak
lordculuğuna özel olarak da Tahıl Yasası'na kar§ı militan ve giderek sertle­
§en bir muhalefetin merkezi ve 1 838-46 tarihli Tahıl Yasası Kar§ıtları
Birliği'nin bel kemiği haline geldi. Fakat Tahıl Yasası, 1846'ya kadar kaldı­
rılmadı; kaldırılması da hemen ya§am maliyetinde bir dü§meye yol açmadı.
Demiryolu ve buharlı çağından önce gıda mallarının serbestçe ithalinin
büyük bir dü§Ü§ yaratıp yaratmadığı da tartı§malıdır. .
Demek ki endüstri muazzam bir makinele§menin (yani emekten tasar­
ruf ederek maliyetleri azaltmanın) , ussalla§manın, üretimi ve satı§ları
artırmanın, dolayısıyla kar paylarındaki dü§Ü§Ü, küçük küçük karlann
bir araya gelm�siyle telafi etmenin baskısı altındaydı. Ba§arısı, deği§kenlik
gösteriyordu. Gördüğümüz gibi, üretimde ve ihracatta fiili artı§ devasa
boyutlardaydı; aynı §ey, 1 8 15'ten sonra, o zamana dek elle yapılan ya da
kısmen makinele§mi§ i§lerin, özellikle dokumanın makinele§mesi için
52 DEVRiM ÇAGI

de geçerliydi. Bu büyüme, ayrıca bir teknolojik devrim yapmak yerine,


esas olarak varolan ya da bir parça iyile§tirilmi§ makinelerin genel uyar­
laması biçimini aldı. Teknolojik yenilenme yönündeki baskılarda önemli
oranlarda bir yükselme gözlenmekle birlikte ( 1800-20 arasında pamuk
eğirme vs. alanında otuz dokuz, 1820'lerde elli bir, 1 830'larda seksen
altı ve 1840'larda yüz elli altı yeni patent alınmı§tı25) , İngiliz pamuklu
endüstrisi 1830'larda teknolojik bakımdan bir istikrara kavu§tu. Öte yan­
dan, i§çi ba§ına üretim, Napoleon sonrası dönemde artarken, bu da dev­
rim yaratacak bir ölçüye varmadı. Üretim i§lemlerinde gerçek bir hızlan­
ma, yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacaktı.
Çağda§ iktisat kuramının kara dahil etıneye çalı§tığı sermayeden sağla­
nan faiz oranı üzerinde de buna benzer bir baskı vardı. Fakat bu konu
bizi endüstriyel geli§menin bir sonraki evresine, temel sermaye malları
endüstrisinin kurulmasına götürmektedir.

IV

Sermaye malı kapasitesi yeterli olmayan bir endüstriyel ekonominin, belli


bir noktanın ötesine geçemeyeceği açıktır. Bunun içindir ki, bugün bile
bir ülkenin endüstriyel potansiyelinin tek ba§ına en güvenilir göstergesi,
demir ve çelik üretiminin miktarıdır. Fakat, bu geli§menin büyük bölümü
için gereken maliyeti son derece yüksek sermaye yatırımının, özel giri§im
ko§ulları altında üstlenilmesi, pamuğun veya diğer tüketim mallannın
endüstrile§mesindeki aynı nedenlerle olası değildir. Bunlar için, en azın­
dan potansiyel bir pazar zaten mevcuttur: Ne kadar ilkel de olsa bir insan
gömlek giyecek ya da evinde araç gereç kullanacak, beslenecektir. Sorun,
yalnızca yeterince geni§ bir pazann yeterince hızlı bir biçimde i§adamlan­
nın görü§ alanına nasıl gireceği sorunudur. Ama, örneğin kiri§ gibi ağır
demir aletler için böyle pazarlar mevcut değildir. Bu, ancak bir endüstri
devrimi sırasında ortaya çıkar (hatta her zaman da değil) ve hatta (son
derece büyük pamuk i§leme fabrikalarıyla kar§ıla§tırıldığında) oldukça
mütevazı boyutları olan demir atölyelerinin dahi, daha göz önünde bir
§ey yokken gerektirdiği son derece ağır yatırımlara para bağlayanların
sağlam i§adamlanndan çok spekülatörler, maceracılar ve hayalciler olması
çok daha beklenir bir §eydir. Gerçekten de, Fransa'da bu türden bir spekü­
latif teknolojik maceracılar hizbi olu§turan Saint Simoncular (194. ve
262. sayfalada kar§ıla§tırın) , ağır ve uzun erimli yatırımlara gereksinim
duyan endüstrile§me türünün önde gelen propagandacıları olarak hareket
etmi§lerdir.
ENDÜSTRi DEVRiMi 53

Bu olumsuzluklar, özellikle metalürjide, daha özelde de demir metalür­


iisinde geçerliydi. ı 780'lerdeki ham demiri ocakta döverek tavlamak ve
hacldeden çekmek gibi birkaç basit yenilik sayesinde demir metalürjisinin
kapasitesi artıni§ olmakla birlikte, bu alana yönelik askeri olmayan talepler
oldukça mütevazı boyutlarda kalmı§tı ve ı 756-ıB ıS arasında art arda
gelen sava§lar, sektör açısından son derece doyurucu geli§meler olmakla
birlikte, Waterloo'dan sonra ordunun talebinde de keskin bir azalma
gözlenmi§tir. Bu talep, İngiltere'yi önde gelen bir demir üreticisi haline
getirmeye yetecek kadar büyük değildi. ı 790'da İngiltere, demir üretimin­
de Fransa'yı ancak yüzde kırk kadar geçiyordu; hatta 1 800'de İngiltere'nin
demir üretimi, kıtadaki toplam · üretimin yarısından çok daha azdı ve
sonraki ölçüdere göre, çeyrek milyon ton gibi çok küçük bir rakama
dü§tü. İngiltere'nin dünya demir üretimindeki payı, sonraki on yıllarda
da azalma eğilimi gösterdi.
Bereket versin, bu olumsuzluklar madencilik alanında, esasen kömür
madenciliğinde bu ölçüde geçerli değildi. Çünkü kömürün, ondokuzuncu
yüzyılda sadece ba§lıca güç kaynağı olmak değil, aynı zamanda büyük
ölçüde İngiltere'deki ormanlahn görece yetersiz olması yüzünden mesken­
lerde ba§lıca yakıt olarak kullanılmak gibi de bir üstünlüğü vardı. Kentle­
rirı, özellikle de Londra'nın büyümesi, onaltıncı yüzyılın sonlarından itiba­
ren kömür madenciliğinin hızla geni§lemesine neden olmu§ tu. Onsekizin­
ci yüzyıl ba§larına gelindiğinde, hatta galerilerdeki suyu tulumba ile çek­
mek için (esas olarak Cornwall'da, demir d!§ındaki madenierin çıkartıl­
ması gibi benzer amaçlarla tasarlanml§) ilk buharlı makineleri kullanan,
ilkel bir modem endüstri haline gelmi§ti. Bu anlamda kömür madenciliği,
ele aldığımız dönemde büyük bir teknolojik devrime pek gereksinim duy­
madığı gibi, böyle bir devrim de geçirmemi§ti. Bu alandaki yenilikler,
üretimi dönü§türücü nitelikte olmaktan çok, üretimi iyile§tirici özellikler
ta§ımaktaydı. Fakat üretim kapasitesi çoktan muazzam boyutlara varmı§tı
ve dünya standartlarına göre astronomik ölçülerdeydi. İngiltere, ı SOO' de,
on milyon ton kömür, ya da dünya kömür üretiminin yakla§ık yüzde
90'ını üretebilmekteydi. En yakın rakibi Fransa'nın üretimiyse bir milyon
tondan daha azdı.
Modem ölçülere göre, gerçek anlamda kitlesel bir endüstrile§me içirı
yeterince hızlı geni§lememekle birlikte, bu muazzam endüstri, sermaye
malları endüstrilerini dönü§türecek temel bir yeniliği (demiryolunu) uya­
racak kadar büyüktü. Çünkü bu maden, yalnızca büyük miktarda ve
büyük güce sahip b uharlı makineler istemekle kalmıyor, aynı zamanda
büyük miktarlarda kömürün damardan kuyunun ağzına, özellikle de
54 DEVRiM ÇAGI

gemilere yükleme noktasına götürülmesi için yeterli ula§ım araçlarına


ihtiyaç duyuyordu. Yük vagonlarını ta§ıyan 'tramvay' ya da 'demiryolu',
bu ihtiyaca kesin bir yanıt oldu. Yük vagonlarının hareketli makinelerle
çekilmesi pratik görünmediğiİıden, önce bu vagonların sabit makinelerle
çekilmesi dü§ünüldü. Fakat büyük miktarda yükün karayolundan ta§ınma
maliyeti öylesine yüksekti ki, sonunda iç bölgelerdeki kömür madeni
sahiplerinin, bu kısa mesafeli ula§ım araçlarını uzun mesafeli ta§ıma için
kullanılmasının karlı olabileceğini dü§ünmeye ba§lamaları doğaldı. Deniz­
den içeride, Durham'daki kömür havzasından sahile uzanan hat ( 1825'te
yapılan Stockton-Darlington hattı) , modern demiryollarının ilkiydi. Tek­
nolojik bakımdan demiryolu, madenciliğin, özellikle İngiltere'nin kuzeyin­
deki kömür madenierinin çocuğuydu. George Stephenson, ya§amına
Tynesideli bir 'mühendis' olarak ba§ladı ve yıllar boyu neredeyse bütün
lokomotif sürücüleri, onun kömür madenierinde yeti§ti.
Ondakuzuucu yüzyıl endüstrile§mesinin, halkın hayal gücüne ve ay­
dınların §iirlerine girmi§ tek ürünü olmasından da anla§ılacağı gibi, En­
düstri Devrimi'nin ba§ka hiçbir yeniliği, hayal dünyasını demiryolu kadar
ate§lememi§tir. Batı dünyasının büyük bölümünde demiryolu yapımıyla
ilgili planların hazırlanmasından önce, (ya§ama geçirilmeleri genelde ge­
cikmi§ olmakla birlikte) İngiltere'de (1825-30 dolaylarında) demiryolları­
nın teknik açıdan uygulanabilir ve karlı olduğu açıkça görülmü§tÜ. İlk
kısa mesafe hatları, 182 7'de ABD' de, 1828 ve 1835'te Fransa'da, 1835'te
Almanya ve Belçika'da, hatta 183 7'de Rusya'da açıldı. Bu furyanın nedeni
ku§kusuz, ba§ka hiçbir bulu§un yeni çağın gücünü ve hızını bu denli
çarpıcı bir biçimde endüstriyle ilgisiz insanların gözleri önüne sererneyecek
olmasından kaynaklanıyordu. Hatta ilk demiryollarının sahip olduğu dik­
kat çekici teknik olgunluk da, bu izlerrimi çok daha çarpıcı kılmaktadır
(Örneğin 1 830'larda saatte altını§ mile ula§ılabiliyordu ve daha sonra
yapılan buharlı trenler bile bu hızı fazla geli§tiremediler) . Piramitleri,
Roma'nın su kemerlerini, hatta Çin Seddi'ni birer ta§racılık örneği olarak
yanında sönük bırakan, toprak setleri ve olukları, köprüleri ve istasyon­
larıyla bir kamu yapıları külliyesi olu§turan, rüzgar hızıyla ülkeleri ve
kıtaları a§an duman soluyan dev yılanlan iten bu demir yol, tam da insanın
teknoloji yoluyla elde ettiği zaferin bir simgesiydi.
Aslında, ekonomik açıdan bakıldığında, demiryolunun pahalı bir i§
olması, onun en önemli avantajıydı. O zamana dek yüksek ula§ım ve
ta§ ıma maliyetlerinden ötürü dünya pazarından uzak kalmı§ ülkeleri dı§a
açma yeteneğinin, karayolu ula§ımında gerek insan gerekse mal olarak
yarattığı muazzam artı§ın ku§kusuz uzun vadede büyük önemi olacaktı.
ENDÜSTRi DEVRiMi SS

Ancak 1 848'den önce bunlar ekonomik bakımdan bu denli önemli


değildi. Çünkü İngiltere dl§ında demiryolları çok azdı; İngiltere'deyse
coğrafi nedenlerden kaynaklanan ula§ım sorunları, o zamanlar büyük
karasal ülkelerdekilerden daha kolay halledilebilir düzeydeydi.* Fakat
ekonomirün geli§mesiyle ilgilenen bir ara§tırmacının bakl§ açısıyla, demir­
yollarının, demir, çelik, kömür, ağır makineler, emek, sermaye yatırımı
konusundaki muazzam i§tahı, bu evrede çok daha büyük önem ta§ımak­
taydı. Çünkü sermaye malları endüstrileri, pamuk endüstrisi kadar yoğun
bir dönü§üm geçirecekse, gerekli olan kitlesel talebi ancak böyle bir §ey
sağlayabilirdi. Demiryollarının ilk yirmi yılında (1830-50) , İngiltere'deki
demir üretimi 680.000 tondan 2.250.000 tona çıktı, ba§ka bir deyi§le üç
kat arttı. 1830 ile 1850 arasındaki kömür üretimi de üç kat artarak 15
milyon tondan 49 milyon tona çıktı. Bu büyük artı§, esas olarak demiryol­
larından ileri geliyordu; çünkü ortalama her mil hat, salt ray için 300
ton demir gerektiriyordu, 2 6 İlk kez kitlesel çelik üretimini mümkün kılan
endüstriyel ilerlemeler, doğal olarak sonraki on yıllarda oi:taya çıktı.
Bu ani, muazzam ve son derece köklü geni§lemenin nedeni, i§adam­
lannı ve yatırımcılan demiryolu yapırn i§ine iten usdı§ı gibi görünen tutku­
da yatmaktadır. 1830'da bütün dünyada sadece otuz, kırk mil demiryolu
hattı bulunmaktaydı ve bu hattın en uzunu Liverpool ile Manchester
arasındaydı. 1840'a gelindiğinde, bu mesafe 4500 milin, 1 850'deyse
23.500 milin üzerine çıktı. Bu hatların çoğu, 1835-?'de, özellikle de
1844-?'de 'demiryolu manyaklığı' olarak bilirıen spekülatif çılgınlık patla;
ması sırasında ve yine çoğu İngiliz sermayesi, İngiliz demiri, makinesi ve
know-how'ı ile yapıldı. Gerçekten de demiryollarının pek azı diğer giri§im
••

biçimlerine göre yatırımcı için daha karlı olduğundan (çoğu, son derece
mütevazı karlar getirirken, bir bölümü de hiç kar getirmemi§ti) , bu,yatırım
patlamalan usdı§ı gibi görünüyordu: 1855'te İngiliz demiryollarına bağla­
nan sermayenin ortalama getireceği faiz, yalnızca yüzde 3. 7 idi. Ku§kusuz
hisse sahipleri, spekülatörler ve diğerleri, demiryollarından a§ırı ölçüde
yararlandılar; ama sıradan yatırırncının durumunun böyle olmadığı açıktı.
Yirıe de demiryollarına büyük ümitlerle 1840'ta 28 milyon sterlirı, 1850'dey­
se 240 milyon sterlin yatırıldı. 28
Niçin? İngiltere söz konusu olduğunda, Endüstri Devrimi'nin ilk iki
ku§ağımn temel gerçeği §uydu: Rahatı yerinde ve zengin sınıfların elinde,

• İngiltere'de denizden yetmi§ mil yüksekte hiçbir yer yoktur ve bir istisna dı§ında
ondokuzuncu yüzyılın bütün belli ba§lı endüstri bölgeleri, ya denizin yakınında ya da ona
kolaylıkla ula§abilecek uzaklıktaydılar.
•• l848'de Fransız demiryollarında kullanılan sermayenin üçte biri, İngilizlere aittiY
56 DEVRiM ÇAGf

mevcut bütün para harcama ve yatırırnda bulunma olanaklarını a§an bir


hızla ve ölçüde gelir birikmi§ti ( 1840'larda yıllık yatırıma ayrılan serma­
ye, yakla§ık 60 milyon sterlin olarak hesaplanmı§tı29) . Ku§kusuz feodal
ve aristokratik toplumlar bunun büyük bir kısmını debdebeli ya§am, lüks
yapı ve diğer ekonomik olmayan i§lere harcarlardı.* İngiltere'de bile,
Devonshire'ın altıncı Dükünün, ondokuzuncu yüzyılın ortasında varisine
1.000.000 sterlin borç bırakınayı ba§aracak kadar krallara layık bir geliri
vardı; varisi de bu borcu 1.500.000 sterlin borç alarak kapamı§ ve gayrı
menkullerin değerlerini yükseltme i§ine girmi§ti. 3° Fakat, ana yatırımcılar
olan orta sınıfın büyük bölümü (gerçi 1840'ta artık yatırım da yapacak
kadar zengin olduklarını dü§ündüklerine ili§kin belirtiler varsa da) , henüz
harcayıcı olmaktan çok tasarrufçuydu. Hanımlan, bu dönemde sayıları
artan görgü kurallan kitaplan okuyarak birer 'hanımefendi' olmaya, kilise­
leri geni§ ve pahalı üsluplarla yeniden yapılmaya ba§lamı§, hatta kendi
kent tarihçilerinin kaç Napoleon altınına çıktıklarını ve ayrıntılarıyla
bütün özelliklerini gururla anlattıkları Gotik ve Rönesans taklidi iğrenç
belediye binaları ve ba§ka ucube kamu binaları yaparak kolektif ihti­
§amlarını kutlamaya ba§laml§lardı. ••

Yine, modem bir refah toplumu ya da sosyalist bir toplum, ku§ku yok
ki bu büyük birikimi toplumsal amaçlarla dağıtırdı. Bizim dönemimizdeyse
hiçbir §ey bundan daha az mümkün değildir. Neredeyse hiç vergi ödemeyen
orta sınıflar, tam da bu nedenle, açlıklan kendi birikimlerinin tamamlayıcısı
olan peri§an durumdaki halkın ortasında para biriktirmeye devam ettiler.
Bunun yanında, tasarruflarını yün çorapların içine istiflemekten ya da altın
bilezik almaktan mutlu köylülerden olmadıklarından, karlı yatırım alanlan
bulmalan gerekti. Fakat nerede? Örneğin mevcut endüstriler öylesine ucuz­
laml§tı ki varolan fazlanın yatırıma ayrılan bölümünü bile ernebilecek du­
rumda değildi: Hatta pamuklu endüstrisinin hacminin ikiye katlandığını
varsaysak bile, sermaye maliyeti, yatırıma ayrılmı§ bu fazlanın ancak bir
bölümünü emebilirdi. Hepsini emecek sünger gibi bir §ey gerekiyordu. •••

Ülke dı§ına yatırım yapmak, besbelli bir olasılıktı. Dünyanın geri


kalanı, yani Napoleon Sava§ları'ndan sonra belini doğrultınaya çah§an

Elbette bu tür harcamalar ekonomiyi de uyarır, ancak hiç verimli olmayan ve asla
endüstriyel geli§meye katkısı olmayan bir yönde.
•• Onsekizinci yüzyıl geleneklerine sahip birkaç kent, kamu binaları yapmaktan vazgeçmedi;
fakat Lancashire'daki Bolton gibi birkaç tipik endüstri metropolü, 1 847-8 öncesinde pratikte
gösteri§li olmayan ve faydacı olmayan yapılar inp ettiler.3ı
••• McCullohn, pamuk!u endüstrisinin -sabit ve i§letme olmak üzere- toplam sermayesinin,
l833'te 34 ınilyon sterlin, l845'te 47 milyon sterlin olduğunu tahmin etmektedir.
ENDÜSTRi DEVRiMi 57

eski hükümetlerle, amaçlarının belirsizliğine aldırmadan her zamanki


enerjileriyle borçlanan yenilerinin olu§turduğu dünya, sınırsız kredi
almaya adeta can atıyordu. İngiliz yatırımcılar da borç vermeye hazırdı.
Fakat ne yazık ki, I820'lerde bu bakımdan son derece vaadedici olan
Güney Amerika ikraz tahvilleriyle, ı830'larda oldukça cazip fırsatlar
sunan Kuzey Amerika tahvilleri, çoğu zaman değersiz kağıt parçalarına
dönü§mekteydi: ı8 ı8-ı83 ı arasında satılan yirmi be§ yabancı devlete
ait ikraz tahviiinden (çıkartıldıklarındaki fiyatla 42 milyon sterlinin
yakla§ık yarısını te§kil eden) onaltısı, ı83 ı'de ödenmedi. Teorik olarak,
bu tahvillerin yatırımcıya yüzde 7-9 getiri sağlaması gerekiyordu;
gerçekteyse ı83 ı 'de yatırımcı ortalama yüzde 3. ı kazandı. ı824 ve ı825
tarihli Yunan devletine ait yüzde 5 getirili tahvillerin ı870'lere dek hiçbir
faiz kazandırmamı§ olması kar§ısında kim ikraz tahvili almaya cesaret
edebilirdi ki?32 Dolayısıyla ı825 'te ve ı835-7'de yurtdı§ına sermaye
akl§ında ya§anan spekülatif patlamaların, kendilerine daha az hayal kırıcı
alanlar araması son derece doğaldı.
ı85 ı'de geriye dönerek bu çılgınlığa bakan John Francis, "çalı§kan
insanların elinde�i servet birikiminin, yasal ve adil biçimde yapılan sıra­
dan yatırım biçimlerini daima gerisinde bıraktığını gören" zengin adamı
anlatmı§tır. "0, parasının, gençliğirıde sava§ tahvillerine gittiğirıi, yeti§kirı­
liğinde Güney Amerika'nın madenlerinde, yol yapmak, istihdam ve i§
yaratmak uğruna çarçur olduğunu görmü§tÜ. Demiryoluna giden serma­
ye, yararsız bile olsa, en azından onu üreten ülkeye gitmekteyciL Yabancı
madenierden ve yabancı borç tahvillerinden farklı olarak, tüketilip biti­
rilmez ya da tamamen değersizle§mezdi."33
Ülke içinde (örneğin in§aat gibi) ba§ka yatırım biçimlerirıirı bulunup
bulunamayacağı, kesin bir yanıtı hala olmayan akademik bir tartı§ma
konusudur. Gerçekte bu olanak demiryollarında bulunmu§tu; özellikle
ı840'ların ortalarında, bu hız ve ölçekte sel gibi sermaye akıtılmasaydı,
bu demiryollarını kurmak da mümkün olamazdı. Bu, §anslı bir konjonk­
türdü; çünkü demiryolları bir anda ekonomik büyümenin neredeyse bü­
tün dertlerine deva olmu§tU.

Endüstrile§menin ardındaki itkiyi izlemek, tarihçinin görevinin yalnızca


bir parçasıdır. Diğeri, ekonomik kaynakların seferber edilmesi ve yeniden
dağıtılmasını, ekonominin ve toplumun uyumlanmasını izlemektir;
bütün bunlar, yeni ve devrimci bir akı§ın sürdürülmesi için gerekliydi.
58 DEVRiM ÇAGI

Seferber edilmesi ve yeniden dağıtılması gereken ilk, belki de en ya­


§amsal etken emekti; çünkü bir endüstri ekonomisi, tarımsal olmayan
(yani giderek kentlile§en) nüfusta keskin bir yükseli§, buna kar§ın tarımsal
(yani kırsal) nüfusta keskin bir dü§Ü§ ve (ele aldığımız dönemde) nere­
deyse kesin biçimde nüfusta hızlı genel bir artı§ �nlamına gelmektedir.
O nedenle bir endüstri ekonomisi, ilk etapta, esas olarak ülke içindeki
tarımdan sağlanan gıda arzında keskin bir yükseli§i -yani bir 'tarım dev­
rimi'ni- gerektirir.*
İngiltere'de kentlerde ve tarımsal olmayan yerle§im alanlarında gözle­
nen hızlı büyüme, endüstri öncesi biçimler içinde varolan ve bir talih
eseri olarak en küçük yenile§tirme giri§imlerinin -hayvancılığa, nadasa,
gübrelemeye ve çiftliklere çekidüzen verilmesine ya da yeni ürünlerin
benimsenmesine gösterilen bir parça ussal dikkatin- bile orantısız büyük­
lükte sonuçlar vermesine yol açacak kadar verimsiz olan tarım için uzun
zaman bir uyarıcı görevi görmü§lerdi. Tarımda ortaya çıkan bu deği§iklik,
endüstri devrimini öncelemi§ ve hızlı nüfus artı§ının ilk evrelerini olanaklı
kılmı§tı; İngiliz tarımının, Napoleon Sava§ları'nın yol açtığı anormal yük­
sek fiyatların ardından ağır bir ekonomik bunalım geçirmesine kar§ın,
bu itki doğal olarak etkisini sürdürdü. Ele aldığımız dönemde, teknolojide
ve sermaye yatırımlarında ya§anan deği§iklikler, zirai bilimin ve mühen­
disliğin olgunluğa eri§tiği 1 840'lara kadar hayli mütevazı boyutlardaydı.
1830'larda İngiliz tarımının, onsekizinci yüzyıl ortalarında iki üç kat büyü­
mü§ bir nüfusun tahıl ihtiyacının yüzde 98'ini kar§ılamasını mümkün
kılan muazzam üretim artı§ına34, onsekizinci yüzyıl ba§larında öncü nite­
liğindeki yöntemlerin benimsenmesiyle, ekili alanların geni§letilmesi ve
ussalla§tırılmasıyla ula§ıldı.
Bütün bunlar da, ortak tarla ve otlaklarıyla ortaçağ komünal toprak
kullanım biçimine, kendine yeterli köylü tarımına ve toprak konusundaki
modası geçmi§ ticari olmayan tutumlara (Çitleme Hareketi'yle) son veril­
mesi gibi, teknolojik olmaktan çok toplumsal dönü§ümlerle sağlandı.
Onaltıncı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar hazırlık niteliğincieki bu
evrim sayesinde, İngiltere'yi birkaç büyük toprak sahibinin, makul miktar­
da kiracı çiftçinin ve çok sayıda kiralık i§çinin ülkesi durumuna getiren
tarım sorununa ili§kin bu benzersiz radikallikteki çözüme, her ne kadar
arada sırada yalnızca mutsuz kır yoksullarının değil geleneksel ta§ra soylu­
larının da direni§iyle kar§ıla§ılmı§ olsa da, pek fazla sıkıntı ya§anmadan
• Demiryolu ve buharlı gemi çağından -yani ele aldığımız dönemin sona ermesinden­
önce, (İngiltere 1 780'lerden itibaren net bir gıda ithalarçısı olınakla birlikte) yurtdl§ından büyük
miktarlarda gıda ithal etme olanağı sınırlıydı.
ENDÜSTRi DEVRiMi 59

varıldı. 1 795'teki açlık sırasında ve sonrasında pek çok ülkede centilmen


yargıçlarca [gentlemen-justice] kendiliğinden benimsenen 'Speenhamland
System' adında yoksullara yardım düzeni, eski kır toplumunu, para bağının
a§ındırmalarına kar§ı korumaya yönelik son sistemli giri§imdi. * Tarımsal
çıkar gruplarının, 1 8 1 5 sonrası ya§anan bunalıma kar§ı çiftçiliği korumak
için medet umdukları Tahıl Yasası, bütün ortodoks iktisada kar§ın, tarıma
tıpkı diğerleri gibi salt karlılıkölçütüne göre değerlendirilecek bir endüstri
muamelesi yapma eğilimine kar§ı bir manifesto idi. Fakat bu yasanın,
kapitalizmin tarıma nihai giri§ine kar§ı durmaya çah§an artçı eylemler
olmak gibi bir kötü yazgısı vardı; sonunda, 1830'dan sonra orta sınıfın
radikal ilerleyi§ dalgası ve 1834 tarihli yeni Yoksullar Yasası kar§ısında
yenilgiye uğradı ve 1 846'da yürürlükten kaldırıldı.
Bu toplumsal dönü§üm, ekonomik üretkenlik açısından muazzam bir
ba§arıydı; insani acılar bakımındansa, 18 15'ten sonra tarımda ortaya çı­
kan ve kır yoksullarını moralsiz ve muhtaç duruma dü§üren ekonomik
çöküntünün derinle§tirdiği bir trajedi. 1 800'den sonra çitlemenin ve ta­
rımsal ilerlemenin en co§kulu savunucusu olan Arthur Young bile, top­
lumsal sonuçları kar§ısında sarsılmı§tı.35 Fakat endüstrile§me açısından,
bunlar aynı zamanda arzulanan sonuçlardı da; çünkü bir endüstri ekono­
misinin emeğe gereksinimi vardır ve bunu da eski endüstri-dı§ı sektörden
değil de nereden bulacaktı? Ülke içindeki ya da (esas olarak İrlanda'dan)
göç eden kırsal nüfus, ba§lıca emek kaynağıydı; çe§itli küçük üreticiler ve
çall§an yoksullar da onları tamamlıyordu. ** İnsanlan yeni i§lere çekmek,
ya da -ki en muhtemel olanı buydu- eğer ba§larda bu çekiciliklere kar§ı
ilgisiz ve geleneksel ya§am tarzlarını terketmeye istekli değilsele�6, mecbur
edilmeleri gerekiyordu. En etkili kamçı, ekonomik ve toplumsal sıkıntılar
ve zorluklardı; yüksek parasal ücretler ve kentin sağladığı özgürlükler de
havuç i§levi görüyordu. Çe§itli nedenlerden dolayı, insanlan tarihsel, top­
lumsal olarak demirledikleri yerlerden kaldırınada etkili olacak güçler, on­
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısıyla kar§ıla§tırıldığında, hala görece olarak

• Bu sistemle, gerektiğinde mülk vergisinden sağlanan fonlada yoksullara ya§amalannı


sağlayacak kadar bir ücret veriliyordu; iyi niyetli olmakla birlikte bu sistem sonunda öncekinden
çok daha büyük bir fakirle§meye yol açtı.
•• Ba§ka bir görü§e göre de, emek arzı bu tür transferlerden değil, büyük bir hızla yükseldiğini
bildiğimiz toplam nüfustaki artı§tan gelmektedir. Fakat bu görü§, bir noktayı gözden
kaçırmaktadır. Endüstrile§nܧ bir ekonomide, tarımsal olmayan emeğin yalnızca sayısının değil
oraıunın da dikine yükselmesi gerekir. Bu da, aksi halde köyde oturup ataları gibi ya§amayı
sürdürecek olan insanların, yapmlannm belli bir evresinde ba§ka yerlere gitmeleri gerektiği
anlamına gelir; çünkü kentler, kendi doğal arti§ oranlanndan daha hızlı büyümekteydi. Tarım
nüfusu fiilen azalsa da, sabit kalsa da, hatta artsa da durum budur.
60 DEVRİM ÇAGI

zayıftı. 1850'den sonra sıradanla§acak olan bir kitlesel göç türünü ortaya
çıkarmak, (1835-50 arasında sekiz buçuk milyon olan toplam nüfusun bir
buçuk milyonunun öldüğü) İrlanda Açlığı gibi gerçek anlamda bir doğal
felakete kalmı§tı. Yirıe de bu etkenler, ba§ka her yerden çok İngiltere'de
çok daha güçlüydü. Eğer öyle olmasaydı, endüstriyi emeğirı içeri girmesini
sağlayacak delikten yoksun bırakan köylülerirı ve küçük burjuvazirlin içirıde
bulunduğu istikrarın ve görece rahatlığın Fransa'nın ba§ına açtığı gibi,
İngiltere'nin endüstriyel geli§mesirıirı engellenmesi i§ten bile olmazdı.*
Yeterli sayıda emekçiye kavu§mak bir §ey, doğru niteliklere ve becerile­
re sahip yeterince emekçiye sahip olmaksa ba§ka bir §eydir. Yirminci yüzyı­
lın tecrübeleri, bu sorunun ya§amsal olduğu kadar çözümü güç bir sorun
olduğunu göstermi§tir. İlkin, bütün i§çilerin, endüstriye uygun bir tarzda,
yani tarım hayatının mevsimlik ini§ çıkı§larından ya da bağımsız zanaatka­
rın i§ keyfiyetinden tamamen farklı, düzenli, kesintisiz bir günlük çall§ma
ritmirıe uyarak çalı§mayı öğrenmeleri gerekiyordu. Ayrıca parasal özendir­
mdere de kar§ılık vermeyi öğrenmek gerekiyordu. Bugün Güney Afrikalı­
ların yaptığı gibi, o dönemde de İngiliz i§verenler, durmadan i§çilerin
'tembelliğirıden' ya da eskiden geçimlerirıe yeten parayı kazanıncaya kadar
çalı§ıp sonra yattıklarından yakınırlardı. Yanıt, (para cezaları, hukuku
i§verenin yanında harekete geçiren 'Efendi Köle' yasası vs. ile sağlanan)
sert bir i§ disiplininde, ama hepsinden önce, mümkün olan her yerde
i§çiyi, asgari bir gelir elde edebilmesi için bütün hafta durmadan çalı§mak
zorunda bırakacak kadar az bir paranın ödenme uygulamasında bulundu
(2 1 7-18. sayfalada kar§lla§tırın) . Çall§ma disiplirıinirı çok vahim boyutlar­
da bir sorun te§kil ettiği fabrikalarda, çoğunlukla, yönetilmeleri kolay
(ve daha ucuz) kadın ve çocuk i§çilerirı çalı§tırılması yoluna gidildi. 1834-
4 7 arasında İngiliz pamuk fabrikalarında çalı§ an bütün i§çilerin yakla§ık
dörtte biri yeti§kin erkek, yarıdan fazlası kadın ve kız, geri kalanı da
onsekiz ya§ının altında çocuklardıY ifadesini, bu ilk evredeki küçük
ölçekli, dağınık endüstrile§me sürecinde bulan çall§ma disiplirıini sağla­
manın bir ba§ka yaygın yolu da, ta§eronluk uygulaması ya da vasıflı i§çileri
vasıfsız yardımcılarının fiilen i§vereni durumuna getirmekti. Örneğin pa­
muk endüstrisinde erkek çocukların yakla§ık üçte ikisi, kız çocukların
da üçte biri 'doğrudan ustaların emrinde'ydiler; böylelikle daha yakından
izlenebiliyorlardı. Fabrikaların dl§ındaysa, bu tür düzenlemeler daha da
yaygındı. Elbette ta§eronun, bu kiralık emeğin i§ini sermesini . önlemekte
doğrudan maddi çıkarı vardı.
• Bir diğer seçenek de, İngiltere'nin, ABD gibi, kitlesel göçlere bel bağlamasıydı. Aslında
İngiltere kısmen de olsa İrlandalılann göçüne güvenmi§tir.
ENDÜSTRi DEVRiMi 61

Yeterli sayıda vasıflı ya da teknik eğitimli i§çi bulmak ya da eğitmek çok


daha zor bir i§ti; çünkü, in§aat gibi pek çok i§ pratikte pek deği§meden
yapılsa da, modem endüstride, endüstri öncesine ait becerilerden yok dene­
cek kadar az yararlanılmaktaydı. Bereket versin, ·17 89' dan önceki yüzyıllar­
da İngiltere'nin yava§ seyreden yan-endüstrile§me süreci, gerek dokuma
tekniğinde gerekse metal i§leme alanında gerekli becerilere sahip i§çilerden
oldukça geni§ bir havuz yaratml§ tl. Örneğin kıta Avrupası'nda, ince metal
i§leri yapan birkaç zanaatkardan biri olan çilingir, makine yapımcılarının
babası haline gelmi§ ve zaman zaman ona adını vermi§tir; İngiltere'de
de değirmen ustası ile, (madenlerde ve maden çevrelerinde çoktandır
bilinen) 'mühendis' ya da 'makineci'nin durumu buydu. İngilizce 'mühen­
dis' [engineer] sözcüğünün, hem vasıflı metal i§çisini hem de tasarımcıyı
ve planlamacıyı anlatması raslantı değildir; çünkü yüksek teknisyenierin
büyük bir bölümü, bu makineden anlayan ve kendine güvenen insanlarm
arasından bulunabiliyordu. Gerçekten de İngiltere'nin endüstrile§me süreci,
bu pladanmaml§ yüksek beceriye sahip arza dayanml§tı; kıta Avrupası ise
bunu ba§aramaml§tır. Bu olgu, bu ülkede (ileride bedeli ödenecek olan)
genel ve teknik eğitime gösterilen §a§ırtıcı ilgisizliği açıklamaktadır.
Emek arzıyla ilgili ya§anan bu sorunların yanında, sermaye ar.zıyla
ilgili sorunların fazla bir önemi yoktu. Diğer pek çok Avrupa ülkesir.den
farklı olarak, İngiltere'de doğrudan yatırıma dönü§türülebilecek sermaye
konusunda bir sıkıntı söz konusu değildi. En büyük güçlük, onsekizinci
yüzyılda bu sermayeyi kontrol edenlerin -toprak lordları, tüccarlar, deniz­
ciler, bankerler vs.-, onu yeni endüstrilere yatırmakta gönülsüz davranma­
larıydı. Dolayısıyla bu yeni endüstriler faaliyetlerine çoğu zaman küçük
tasarruflada ya da borçlarla ba§lamı§ ve karı yeniden üretime yatırarak
geli§mi§lerdi. Yerel düzeyde duyulan sermaye sıkıntısıysa, ilk endüstricileri
-özellikle de kendilerini yeti§tirmi§ olanları- daha sert, daha tutumlu ve
daha haris yapmı§tı. O yüzden i§Çileri de buna uygun olarak daha fazla
sömürüye uğradılar. Ancak bu, ulusal yatırıma ayrılan fazlanın yetersizliği­
ni değil, akı§ındaki düzensizliği göstermekteydi. Öte yandan, onsekizinci
yüzyılın zenginleri paralarını endüstrile§meden nasibini alan belli giri§im­
lere, bilhassa ula§ıma (kanal, liman, yol ve ileride demiryolu) ve toprak
sahiplerinin kendileri yönetmediklerinde bile paylarını aldıkları maden­
Iere görnıneye hazırdılar.
Özel olsun kamusal olsun, ticaret ve maliye teknikleri konusunda da
bir güçlük söz konusu değildi. Bankalar, kağıt paralar, hisse senetleri,
tahviller, bonolar, deniza§ırı ve toptan ticaret teknikleri, pazarlama vs.
yeterince bilinen §eylerdi ve bunlarla ha§ır ne§ir olanların ya da olmayı
62 DEVRiM ÇAGI

kolayca öğrenebilenlerin sayısı hayli kabarıktı. Ayrıca, onsekizinci


yüzyılın sonunda devlet politikası, kapitalist ݧ ya§amının üstünlüğüne
sıkı sıkıya bağlanmı§tı. Bu geli§meyi engelleyici nitelikteki (örneğin
Tudorların çıkardığı toplumsal yarara dönük) eski yasalar, uzun zamandır
uygulanmıyordu ve sonunda 18 13-35 arasında -tarımla ilgili olanlar
dı§ında- tamamen kaldırıldı. Teorik olarak İngiltere'nin yasaları, mali
ya da ticari kurumları hantaldı ve ekonomik geli§meye yardımcı olmaktan
çok köstek olacak tarzda hazırlanmı§tı; örneğin, bir anonim §irket
kurulması isteği kar§ısında Parlamento her defasında pahalıya patlayacak
'özel yasalar' çıkarmak zorundaydı. Fransız Devrimi, Fransızlara -ve
oradan da kıtanın geri kalanına- bu tür amaçlar için son derece ussal ve
etkili bir aygıt sunmu§tU. Uygulamadaysa İngiltere, i§lerini mükemmel
yürütüyordu ve aslına bakılırsa rakiplerinden çok daha iyi durumdaydı.
İlk büyük endüstri devrimi, ݧte bu riskli, plansız ve empirik yolda yapıldı.
Modem ölçütlerle bakıldığında, bu devrim küçük ve arkaikti; İngiltere,
bugün bile bu arkaikliğin izlerini ta§ımaktadır. 1848'in ölçütlerine göreyse,
yine kentleri her yerden daha çirkin, proletaryası her yerden daha sefil
durumda olduğundan*; sisli, dumanlı bir havada, ziyaretçileri tedirgin eden
öteye beriye ko§U§turan solgun yüzlü kalabalığından ötürü hayli ürkünç
olmakla birlikte, anıtsaldı. Milyonlarca beygir gücünü buharlı makinelerine
ko§mu§, yılda iki milyon yarcia pamuklu kuma§ı on yedi binin üzerinde
mekanik iğden geçirıni§, yakla§ık elli milyon ton kömür çıkarını§, .tek bir
yılda 170 milyon sterlin değerinde mal ithal ve ihraç etmi§ti. Ticaret hacmi,
en yakın rakibi olan Fransa'nın iki katıydı: Fransa, onu ancak 1780'de
biraz geçebildL Pamuklu tüketimi, ABD'nin iki, Fransa'nınsa dört katıydı.
Ekonomik bakımdan geli§mi§ dünyanın bütün pik demirini üretmekteydi
ve kendisinden sonra geli§mi§ ikinci büyük ülkenin (Belçika) ki§i ba§ına
kullandığı demirin iki, ABD'nin üç, Fransa'nınsa dört katından fazlasını
kullanıyordu. İngiliz yatırım sermayesinin 200 ile 300 milyon sterlin arası
bir miktarı (bunların dörtte biri ABD'de, yakla§ık be§te biri de Latin
Amerika'daydı) , dünyanın her yanından kar payları ve sipari§ler
getirmekteydi.39 İngiltere, gerçekten de 'dünyanın atölyesi' idi.
Gerek İngiltere gerekse dünya, bu adalarda, tek yasaları ucuza alıp
sınır tanımaksızın pahalıya satmak olan tüccarlar ve giri§imciler tarafından
gerçekle§ tirilen Endüstri Devrimi'nin dünyayı dönü§türdüğünü biliyordu.
Yoluna hiçbir �§ey çıkamazdı. Geçmi§in tanrıları ve kralları, bugünün
i§adamları ve buharlı makineleri kar§ısında güçsüz kalıyordu.
• "1830-48 arasında bir bütün olarak İngiltere' deki i§çi sınıfının durumu, Fransa' dakinden
belirgin biçimde daha kötü" olduğu sonucuna varıyor modem bir tarihçi. 38
3
Fransız Devrimi

Dünyanın görüp geçirdiği en ÖNEMLİ DEVRİMLER'den birinin gerçekle�me­


sindeki �u ululuk kar�zsında içi saygı ve hayranlıkla dolrnayan bir İngiliz, lıer türlü
erdem ve özgürlük duygusunu yitirmi§ olmalıdır; son üç gündür bu büyük kentte olup
bitenlere tanık olma talilıine ermi§ her yurtta� ım, benim bu ifademin abartılı olmadığını
teslim eder.
The Moming Post (21 Temmuz 1 789), Basrille'in dü§Ü§Ü üzerine.

Pek yakında aydınlanmı� uluslar, �imdiye dek kendilerine lıükmetmi§ olanlan


yargılayacaklar. Krallar çöllere, benze�tikleri yabani hayvanların dost çevresine
kaçacaklar; Doğa, kendi lıaklannı geri alacaktır.
Saint-Just, Fransız Anayasası Üzerine, Konvansiyon'da verilen söylevler 24 Nisan
1 793.

I
Ondokuzuncu yüzyıl ekonomisi esas olarak İngiliz Endüstri Devrimi'nin
etkisi altında §ekillenmi§se, siyaseti ve ideolojisi de Fransızlar tarafından
biçimlendirilmi§tir. İngiltere, Avrupalı alınayan dünyanın geleneksel eko­
nomik ve toplumsal yapılarında yank açacak ekonomik dinamiti sağladı,
çağın dünyasının demiryolları ve fabrikalan için bir örnek sundu; bununla
birlikte Fransa da onun devrimlerini gerçekle§tirdi, ona dü§üncelerini
verdi. O kadar ki üç renkli bayraklar, yeni doğan her ulusun amblemi
oldu ve 1 789 ile 1 9 1 7 yılları arasında siyaset, ağırlıkla 1 789'un, hatta
daha da tutu§turucu olan 1 793'ün ilkeleri uğruna ya da onlara kar§ı
mücadeleden ibaret hale geldi. Dünyanın çoğu yerinde liberal ve radikal
demokrat siyasetin tartı§ma konularını ve sözcük dağarını Fransa sağladı.
Pek çok ülkeye hukuk kurallarını, bilimsel ve teknik örgütlenme modelini
ve metrik ölçüm sistemini getirdi. O zamana kadar Avrupalı d ܧÜncelere
direnmi§ olan eski uygarlıklara, modem dünya ideolojisi ilk kez Fransız
etkisiyle sızdı. Bu, Fransız Devrimi'nin eseriydi.*
• Bu İngiliz ve Fransız etkileri arasındaki farklar fazla büyütülınemelidir. Bu çifte devrimin
merkezlerinden hiçbiri, kendi etkisini herhangi bir özel insani etkinlik alanıyla sınırlamadı;
birbirine rakip olmaktan çok, birbirini tamamlıyorlardı.
64 DEVRiM ÇAGJ

Gördüğümüz gibi, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısı Avrupa'nın eski


rejimleri ve ekonomik sistemleri için bir bunalım çağı oldu; son
onyıllarıysa zaman zaman isyana varan çalkantılarla, sörnürgelerin bazen
ayrılmaya varan özgürlük hareketleriyle doludur: Bunlar yalnızca ABD'de
( 1 776--83) değil, aynı zamanda İrlanda ( 1 783-4) , Belçika ve Liege ( 1 787-
90) , Hollanda ( 1 783-7), Cenevre ve hatta bazı iddialara göre İngiltere'de
de ( 1 7 79) ya§andı. Siyasi huzursuzlukların üst üste geli§i öylesine
çarpıcıdır ki günümüzde bazı tarihçiler, içlerinde en heyecan verici ve
etkileri en uzun soluklu olmakla birlikte Fransız Devrimi'nin aralarından
ancak biri olduğu bir 'demokratik devrimler çağı'ndan söz etmi§lerdir. ı
Eski rejimin bunalımının salt Fransa'ya ait bir görüngü olmadığı dü§Ü·
nülürse, bu gözlemin belli bir ağırlığı vardır. Aynı biçimde, çağımızda
buna paralel bir önemi olan 19 1 7 Rus Devrimi'nin, ya§lı Türk ve Çin
imparatorluklarına son veren bütün benzeri hareketler öbeği içinde yal­
nızca en heyecan vericisi olduğu da ileri sürülebilir. Yine de bu, nirengi
noktasını kaybetmek anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi, ba§lı ba§ına
yalıtılrnı§ bir olgu olmayabilir; fakat zamanındaki diğer olaylardan çok
daha özlüdür ve bu bakımdan çok daha köklü sonuçları olmu§tur. Her
§eyden önce, Rusya'yı bir kenara bırakırsak, Avrupa'nın en güçlü ve en
kalabalık devletinde ortaya çıktı. 1 789'da, her be§ Avrupalıdan biri Fran­
sız'dı. İkinci olarak, kendinden önceki ve sonraki devrimler içinde kitlesel
nitelikteki tek toplumsal devrimdi ve benzeri herhangi bir ba§kaldırıdan
çok daha radikaldi. Siyasi sempatileri gereği Fransa'ya göç eden Amerikalı
devrimciler ile İngiliz 'Jakobenler'in kendilerini Fransa'da ılımlı buluver­
meleri raslantı değildir. İngiltere'de ve Amerika'da a§ınlık yanlısı olan
Tom Paine, Paris'te )irandenlerin en ılımlıları arasında yer alıyordu. Ame­
rikan devrimlerinin sonuçları, ülkelerin büyük ölçüde daha önceki du­
rumlarını sürdürmeleri oldu; sadece, üzerlerindeki İngiliz, İspanyol ve
Portekiztilerin siyasi denetimleri ortadan kalkmı§tı. Fransız Devrimi'nin
sonucuysa, Madam Dubarry çağının yerini Balzac çağının alması oldu.
Üçüncü olarak, tüm çağda§ devrimler içinde yalnızca Fransız Devrimi
dünyayı kapsama niteliği ta§ıyordu. Orduları, dünyayı devrimcile§tirmek
için yola koyuldu ve bunu gerçekte yapan fikirleri oldu. Arnerikan devri­
mi, Amerikan tarihinin can alıcı olayıydı; fakat içinde yer alan ve yanına
kattığı ülkeler dı§ında, pek önemli bir iz bırakmadı. Oysa Fransız Devrimi
bütün ülkelerde bir dönüm noktası oldu. 1808'den sonra Latin Ameri­
ka'nın bağımsızlığını kazanmasına yol açan ayaklanmalara kaynaklık
eden, Amerikan devriminden çok Fransız Devrimi'nin yankılarıdır. Fran­
sız Devrimi'nin doğrudan etkisi Bengal'e kadar yayıldı. Burada Ram
FRANSIZDEVRiMi 65

Mohan Roy, ilk Hindu reform hareketini olu§tururken ilhamını Fransız


Devrimi'nden aldı ve modern Hindu milliyetçiliğinin babası oldu
(1830'da İngiltere'yi ziyaretinde, Fransız Devrim ilkelerine tutkunca bağlı­
lığını göstermek için ille bir Fransız gemisiyle yolculuk etmek istemi§ti).
Pek güzel dendiği gibi, Fransız Devrimi, "Batı Hıristiyan dünyasında,
İslam dünyası üzerinde herhangi gerçek bir etkiye sahip olan ilk büyük
fikir hareketidir"2 ve bu etki neredeyse dolaysızca gerçekle§mi§tir. Ondo­
kuzuncu yüzyılın ortalarında, o zamana dek yalnızca ki§inin doğduğu ya
da ya§adığı yeri anlatan Türkçe 'vatan' sözcüğü, Fransız Devrimi'nin etki­
siyle 'patrie' gibi bir anlama bürünmü§tü. 1800'den önce, 'köleliğin' zıddı
bir durumu anlatan esasen hukuki bir terim olan 'özgürlük', yeni bir
siyasal içerik kazanmaya ba§lamı§tı. Devrimin dalaylı etkileriyse evren­
seldir; çünkü onu izleyen tüm devrimci hareketler için bir model olu§tur­
du; verdiği dersler, (beğeniye göre yorumlanıp) modern sosyalizmin ve ·
komünizmin bünyesine katıldı.*
Bu yüzden Fransız Devrimi, çağının devrimi olarak durmaktadır ve
en ünlüsü olmasına kar§ın türünün tek örneği değildir. Bu bakımdan,
kökenieri sadece Avrupa'nın genel ko§ulları içinde değil, Fransa'nın özgül
durumu içinde de aranmalıdır. Özgüllüğü, belki en iyi uluslararası ölçekte
gösterilebilir. Fransa, onsekizinci yüzyıl boyunca uluslararası ekonomik
alanda İngiltere'nin ba§lıca rakibiydi. Dı§ ticaret hacminin, 1 7 20 ile 1 780
yılları arasında dört kat artması endi§e uyandırdı; Batı Hint Adaları gibi
belli yerlerdeki sömürge sistemi de, İngilizlerinkinden çok daha hareketliy­
di. Ancak Fransa, çoktandır dı§ politikası esas olarak kapitalist yayılmanın
çıkarlarına göre belirlenen İngiltere gibi güçlü bir ülke değildi henüz.
Avrupa'nın ya§lı aristohatik mutlak monar§ileri içinde en güçlü ve birçok
açıdan en tipik olanıydı. Bir diğer deyi§le, Fransa'da eski rejimin yerle§ik
çıkarları ve resmi çatısı ile . yükselen yeni toplumsal güçler arasındaki
çatı§ma, ba§ka ülkelerde olduğundan çok daha §iddetliydi.
Yeni güçler ne istediklerini az çok kesin olarak biliyorlardı. Fizyokrat
iktisatçı Turgot, toprağın daha etkin biçimde i§letilmesinden, serbest giri­
§im ve ticaretten, tek bir türde§ ulusal toprağ�n etkin, standartla§tırılmı§
yönetiminden ve ulusal kaynakların geli§mesinin önündeki tüm kısıtla­
maların, toplumsal e§itsizliklerin kaldırılmasından ve akılcı, adil bir yöne­
tim ve vergilendirmeden yanaydı. Ancak 1774-6 yılları arasında, XVI.

• Bu, Amerikan devriminin etkisini küçümsemek demek değildir. Ku§kusuz Fransız


Devrimi'ni güdülemeye katkısı oldu ve daha dar bir anlamda da, çe§itli Latin Amerika devletleri
için Fransız Devrimi'ninkine rakip, kimi zaman da deği§iınli olarak anayasal modeller sağladı;
zaman zaman da demokratik-radikal hareketlere esin kaynağı oldu.
66 DEVRiM ÇAGI

Louis'in ilk bakanı olarak böyle bir programı uygulama giri§imi açıkça
ba§arısızlığa uğradı. Bu ba§arısızlık manidardır. Makul ölçüler içirıde bu
nitelikteki reformlar mutlak monar§iler içirı uygun ya da ho§ kar§ılanmaya­
cak §eyler değildi. Tersirıe, daha önce gördüğümüz gibi, egemenliklerini
güçlendirdiği için, aydınlanmı§ despotlar diye anılan kralların arasında
yayılmaktaydı. Fakat aydınlanml§ despotluğun varolduğu ülkelerirı çoğunda
bu tür reformlar ya uygulanma §ansı bulamadı (bu nedenle sadece teorik
olarak serpildi) ya da siyasal ve toplumsal yapının genel niteliğirıi deği§tir­
menirı uzağında kaldı; yahut diğer bazı durumlarda yerel aristokrasirıin
direni§i ve ba§kaca yerle§ik çıkarlar yüzünden ba§arısızlığa uğrayıp ülkeyi
önceki halirıden biraz daha derli toplu bir hale getirmekle kaldı. Fransa'da
yerle§ik çıkarların direnci daha etkili olduğundan, reformlar burada ba§ka
yerlerde olduğundan çok daha hızlı bir biçimde ba§arısızlığa uğradı. Ancak
bu ba§arısızlığın sonuçları monar§i için çok daha feci oldu; burjuva deği§im
güçleri, bundan atalete kapılmayacak kadar zirıdeydi. Sadece aydınlanml§
monar§ilerden yüz çevirip umutlarını halka ya da 'ulus'a bağladılar.
Bununla birlikte, böyle bir değerlendirme, ne devrimirı neden o tarihte
patlak verdiğini ve neden o olağanüstü mecraya girdiğini anlamaha bize
pek fazla bir mesafe aldırmıyor. Bu bakımdan en iyisi, barut fıçısı Fransa'yı
patlatan kıvılcımı fiilen çıkaran 'feodal tepki'yi incelemektir.
Yirmi üç milyon Fransız içinde ulusun tartı§masız 'birinci tabakası'
olan soylular sınıfını olu§turan a§ağı yukarı 400.000 insan, a§ağı sınıfların
tecavüzüne kar§ı Prusya'da ya da ba§ka yerlerde olduğu kadar iyi korun­
mu§ olmasalar bile, yine de yeterince güvenli konumdaydılar. Daha iyi
örgütlenmi§ durumdaki ruhhan sınıfı kadar olmasa da, vergiden muafiyeti
de içeren pek çok önemli imtiyaza ve feodal vergiler koyma hakkına
sahiplerdi. Siyasal açıdansa durumlan o kadar parlak değildi. Ethos bakı­
mından tümüyle aristokratik, hatta feodal nitelikli olmasına kar§ın, mut­
lak monar§i soyluları siyasal bağımsızlık ve sorumluluktan yoksun bırakml§
ve bunların, zümre meclisleri (estate) ile parlamentolar gibi yıllanml§ temsili
kurumlarını da olabildiğince budamı§tı. Krallarca, ba§ta mali ve idari
olmak üzere çe§itli gerekçelerle yaratılan son zamanların kostüm soylulan
ile yüksek soylular arasında bu olgu, irirıli bir yara gibi varlığını sürdürmek­
teydi. Kendilerine soyluluk payesi verilmi§ bir orta sınıf, soyluların ve
burjuvazirlin çifte rahatsızlığıni., hala varlığını sürdüren hukuk mahkeme­
leri ve zümre meclisleri aracılığıyla olabildiğince ortaya koymaktaydı.
Ekonomik açıdan soyluların endi§eleri hafife alınacak gibi değildi. Maa§·
lılar olmaktan çok doğu§tan ve geleneksel olarak sava§çı olan ve ticaret
yapma ya da bir meslek icra etmekten de resmi olarak men edilmi§ bul u-
FRANSIZ DEVRiMi 67

nan soylular, malikanelerinin gelirlerine, eğer gözde olan büyük soyluluğa


ya da saray soyluianna dahiiseler varlıklı evlenmelere, mahkeme ücretle- ·

rine, hediye ve arpalıklara bağımlıydılar. Soyluluk konumunun gerektir­


diği masraflar giderek artarken, gelirlerini yönetseler bile ne de olsa bu
i§i-bir i§adamı gibi kotaramadıklanndan, gelirleri de dü§üyordu. Fiyat
artı§lan, kira gibi sabit gelirlerin değerini azaltmaktaydı.
Bu bakımdan, soyluların ana varlıklarını, yani zümrenin tanınmı§ ayrı­
calıklarını kullanmaları doğaldı. Ba§ka ülkelerde olduğu gibi Fransa'da
da soylular, onsekizinci yüzyıl boyunca mutlak monar§tnin teknik açıdan
yetkin, siyasal açıdan da zararsız olan orta sınıftan insanlarla doldurmayı
yeğlediği resmi görevlere kararlı biçimde el attılar. ı 780'lere gelindiğinde
orducia bir görev satın alabilmek için dört soylu hanedandan birine dahil
olmak gerekiyordu; tüm piskoposlar soyluydu, hatta krallık yönetiminin
kilit ta§ı durumundaki idari makamlar dahi geni§ ölçüde soylularca yeni­
den ele geçirilmi§ti. Sonuç olarak resmi makamlarla ilgili rekabetteki
ba§arılanyla soylular, sadece orta sınıfların tepesini artırınakla kalmadılar,
yerel ve merkezi yönetimi ele geçirme yönünde giderek artan eğilimleriyle
devletin kuyusunu da kazdılar. Bunlar ve bilhassa ba§kaca pek az gelir
kaynağına sahip ta§radaki küçük soylular, gelirlerindeki dü§meyi, benzer
biçimde, pek saygın feodal haklarını kullanıp köylülerden para (nacliten
de hizmet) sızdırarak dengelerneye çalı§tılar. Ömrünü doldurmu§ olan
bu tür haklan canlandırmak ya da varolanların getirisini artırmak üzere
ba§lı ba§ına bir meslek olan 'feodistler' ortaya çıktı. Bu mesleğin en tanın­
mı§ simalanndan Gracchus Babaeuf, ı 796 yılındaki modern tarihin ilk
komünist ba§kaldırısının lideri olacaktı. Sonuç olarak, soylular sadece
orta sınıfların değil, aynı zamanda köylülerin de tepesini artırıyordu.
Tüm Fransızların yakla§ık yüzde SO'ini olu§turan bu geni§ sınıfın [köy­
lülüğün] durumu pek parlak değildi. Aslında genellikle özgür ve çoğun­
lukla da toprak sahibiydiler. Soylu malikaneleri toprağın ancak be§te
birini, kilise arazileriyse -bölgelere göre deği§mekle birlikte- yüzde 6' sını
kapsıyordu. 3 Örneğin, toprağının be§te biri ortak arazi olan Montpellier ·
piskoposluğunda köylüler çoktan toprağın yüzde 38-40'ına, burjuvazi
yüzde ı 8-ı9'una, soylular yüzde ı5-ı6'sına, kilise� ise yüzde 3-4'üne
sahipti.4 Yine de büyük çoğunluk ya topraksızdı ya da topraklan yetersizdi.
Geri tekniğin büyümesine neden olduğu bir uçurum ve nüfus artı§ıyla
yoğunla§an genel bir toprak açlığı söz konusuydu. Feodal yükümlülükler,
kiliseye ödenen ondalık ve diğer vergiler, köylünün gelirinin büyük ve
giderek artan bir oranını alıp götürüyor, geri kalanının değerini de
enflasyon dü§ürüyordu. Ancak satmak üzere hep bir artık ürünü olan
68 DEVRiM ÇAGI

azınlık durumundaki bir kesim köylü, bu yükselen fiyatlardan yararla­


nabiliyor; geri kalaniarsa §U ya da bu biçimde, bilhassa kıtlık fiyatlarının
egemen olduğu kötü hasat dönemlerinde bunun sıkıntısını çekiyorlardı.
Devrimden önceki yirmi yılda köylülerin durumunun bu nedenlerden
dolayı daha da kötüle§tiğine ku§ku yoktur.
Monar§inin mali sıkıntıları, bardağı ta§ıran son damla oldu. Krallığın
mali ve idari yapısı büyük ölçüde köhnemi§ durumdaydı; daha önce gör­
düğümüz gibi, buna çözüm olsun diye giri§ilen ı 774-6 reform çabaları
da Parlementlerin (zümre meclislerinin) ba§ını çektiği yerle§ik çıkarlarm
direncine yenik dü§tü ve ba§arısız oldu. Fransa, daha sonra Amerikan
Bağımsızlık Sava§ı'na karl§tı. İngiltere'ye kar§ı, mali iflas pahasına zafer
kazanıldı; bu bakırndan Amerikan devriminin Fransız Devrimi'nin doğru­
dan nedeni olduğu öne sürülebilir. Ba§arı §ansları giderek azalan türlü
çarelere ba§vuruldu; ancak ülkenin gerçek ve kayda değer vergilendirile­
bilme kapasitesini harekete geçirecek köklü bir reform dı§ında hiçbir
§ey, giderlerin gelirleri yüzde 20 oranında a§tığı ve etkin hiçbir tasarrufun
söz konusu olmadığı bir durumun üstesinden gelemezdi. Versailles, savur�
ganlığıyla sık sık bunalımdan sorumlu tutulmu§Sa da, ı 788'de saray harca­
maları, toplarnın içinde ancak yüzde 6'lık bir yer tutuyordu. Sava§, donan­
ma ve diplomasi, harcamaların dörtte birini, mevcut borç faizleriyse yarı­
�ını olu§turuyordu. Sava§ ve borç -Amerikan sava§ı ile neden olduğu
borçlar- monaqinin belini büktü.
Hükümetin içine dü§tüğü bunalım, aristokrasiye ve Pariemendere fırsat
kazandırdı. İmtiyazları geni§letilmezse para vermeyi reddettiler. ı 787'de
hükümetin taleplerini onaylaıiı.ak üzere toplantıya çağrılan, titizlikle seçil­
mi§ ama yine de asi nitelikteki 'ileri gelenler' meclisi, mutlakiyet cephesin­
de açılan ilk gedik oldu. İkinci ve asıl belirleyici gedikse, ı 6 ı4'ten beri
ölüme terk edilmi§ olan krallığın eski feodal meclisi, Tabakalar Genel
Meclisi'nin (Etats Gerıeraux) toplantıya çağrılması için alınan umutsuz
karardı. Böylelikle devrim, aristokrasinin devleti yeniden ele geçirme
yönündeki giri§imi olarak ba§ladı. İki nedenle yanll§ hesaplanmı§ bir giri­
§imdi bu: Soylu ve ruhhan sınıf dı§ında kalan herkesi temsil ettiği varsayı­
lan, fakat gerçekte orta sınıfırı egemen olduğu 'Üçüncü Tabaka'nın bağım­
sız niyetlerini hafife alml§ ve kendi siyasi taleplerini içine saldığı derin
ekonomik ve toplumsal bunalımı gereğince değerlendirmeml.§ti.
Fransız Devrimi, çağda§ anlamda bir parti ya da hareketin ya da sistem­
li bir programı uygulamaya giri§en insanlarm gerçekle§tirdiği, yahut öncü­
lük ettiği bir devrim değildi. Devrim sonrası dönemin siması Napoleon'a
gelinceye dek, yirminci yüzyıl devrimlerinin bize kanıksattığı türden 'lider- .
FRANSIZ DEVRiMi· 69

ler' bile çıkarmadı. Bununla birlikte, oldukça uyumlu bir toplumsal grup
içinde genel fikirler üzerinde çarpıcı bir uzla§manm varlığı, devrimci hare­
kette etkin bir birliksağladı. Bu grup 'burjuvaii' idi; fikirleri de, filizoflar
ve iktisatçıların ifade kazandırdığı, farmasonluğun yaydığı ve gayrı resmi
birlikler içinde geli§en klasik liberalizmin fikirleriydi. Bu açıdan bakıldığında,
'filozoflar' haklı olarak Devrim'den sorumlu tutulabilirler. Devrim, aniarsız
da gerçekle§ebilirdi; ancak eski bir rejimin salt yıkılmasıyla, yerine etkin
ve hızlı bir biçimde yenisinin konması arasındaki farkı onlar yaratml§tır.
En genel biçimiyle 1 789'un ideolojisi, Mozart'ın Sihirli Flüt'ünde
(1791) olduğu gibi masumane bir yücelikte ifadesini bulan mason ciaıngalı
bir ideolojiydi. Sihirli Flüt, en büyük sanatsal ba§arılann çoğunlukla propa­
gandayla ilgili olduğu bir çağın propagandacı büyük sanat eserlerinin
ilklerirıden biriydi. 1 789 burjuvasının talepleri, daha özgül olarak o yılki
'İnsan ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'nde belgelenmi§tir. Bu belge, soylula­
rın imtiyazıarına dayanan hiyerar§ik topluma kar§ı olmakla birlikte, de­
mokratik ve e§itlikçi toplumdan yana bir bildirge değildi. İlk maddesi,
"İnsanlar e§it ve özgür doğar; yasalar kar§ısında e§it ve özgür ya§arlar"
der; fakat aynı zamanda, "ancak ortak yarar gerekçesiyle" olsa bile, top·
lumsal ayrımların varlığım §art ko§maktadır. Özelmülkiyet kutsal, vazge­
çilmez ve dokunulmaz bir doğal haktı. İnsanlar yasa önünde e§itti, meslek­
ler yetenekli olan herkese e§it ölçüde açıktı; ancak yarı§ın ba§ında herke­
sin e§it olması kadar, yarı§macıların yarı§ı birlikte bitiremeyebilecekleri
de aynı biçimde önceden kabul edilmi§ti. Bildirge'de, soylular hiyerar§isine
veya mutlakiyete kar§ı olarak "her yurtta§ın yasaların olu§umuna katıl­
maya hakkı olduğu" belirtiliyor; ancak bu hak, "ya §ahsen ya da temcilci­
leri aracılığıyla" kullanılır deniliyordu. Yönetimin temel organı olarak
gördüğü temsili meclisin demokratik olarak seçilmi§ olması veya öngör­
düğü rejimin krallan bir kenara atmı§ olması da zorunlu değildi. Kendini
temsili bir meclisle ifade eden varlıklı�ar oligar§isine dayanan anayasal
bir monar§i, burjuva liberallerirı çoğuna, teorik özlemlerinin daha mantık­
sal ifadesi gibi görünen demokratik cumhuriyetten daha yakın geliyordu.
Gerçi, bunu da savunmaktan geri kalmamı§ kimseler yok değildi. Fakat,
genel olarak 1 789'un klasik liberal burjuvası (ve 1789-1848 döneminin
liberali) bir demokrat değildi; ama anayasacılığa, ki§isel özgürlüklerin,
özel giri§im güvencelerinin bulunduğu laik bir devlete ve vergi verenlerle
mülk sahiplerinin yönetimine irıanmı§ biriydi.
Bununla birlikte, böyle bir rejim resmi olarak s1rfkendi sınıf çıkarlarını
değil, sonradan (yapılan önemli-bir özde§le§tirmeyle) 'Fransız ulusu'
demek olan 'halk'ın genel iradesini ifade edecekti. Kral, artık Tanrının
70 DEVRiM ÇAGI

inayeriyle Fransa ve Navarre Kralı olan Louis değil, Tanrının inayeri ve


devletin anayasa hukuku gereğince Fransızlarm Kralı olan Louis idi. "Tüm
egemenliğin kaynağı" diyordu Bildirge, "esas olarak ulustadır." Abbe
Sieyes'in belirttiği gibi, ulus da dünya üzerinde kendi çıkarından ba§ka
bir çıkar tanımaz; ister genel olarak insanlığın, ister ba§ka uluslarınki
olsun, kendisininki dı§ında bir yasayı ya da otoriteyi kabul etmezdi. Ku§ku
yok ki Fransız ulusu ve onun sonraki taklitçileri, ba§langıçta kendi çıkar-
. larını diğer halklarınki ile çatı§ma halinde görmediler. Tersine, halklarm
genel olarak tiranlıktan özgürle§me hareketini ba§lattıklarını ya da bunda
payları olduğunu dü§ündüler. Fakat ilk resmi anlatımını 1789 burjuvazi­
siyle kazanan milliyetçilikte, ulusal rekabet (örneğin Fransız i§adamları
ile İngiliz i§adamlarmın rekabeti) ve ulusların tabiyeri (örneğin fethedilmi§
ya da kurtarılmı§ ulusların, büyük ulusun [la granda nation] [Fransa'nm]
çıkarlarına tabiyeti) örtük olarak mevcuttu. 'Ulus' ile özde§le§tirilmi§
olan 'halk', devrimci bir kavramdı; üstelik buna ifade kazandırma iddiasın­
daki burjuva liberal programdan daha da devrimciydi. Ama aynı zamanda
iki yanı keskin bir niteliği vardı.
Köylüler ve yoksul i§çiler okuma yazma bilmedikleri, siyaseten iddiasız
ya da toy olduklan için ve seçim süreci dalaylı olduğundan, Üçüncü
Tabaka'yı temsil etmek üzere çoğunluğu bu ciaıngayı ta§ıyan 6 1 O ki§i
seçildi. Çoğu, Fransa'nın ta§ra bölgelerinde önemli ekonomik rollere sahip
avukatlardan, yüz kadarı da sermayedarlardan ya da i§adamlarından olu§­
maktaydı. Orta sınıf, soylular ve ruhhan kadar geni§ bir temsil olanağına
kavu§mak için amansız ve ba§arılı bir sava§ verdi. Resmen halkın yüzde
95'ini temsil eden bir grup için ölçülü bir hırstı bu. Şimdi de aynı kararlılık
içinde, 'tabakalar' halinde toplanıp oylama yapan, böylece soylu ve ruhhan
tabakaların birle§ip kolayca 'Üçüncü Tabakayı' devre dı§ı bırakabildiği
Tabakalar Medisi'ni feodal nitelikte bir organ olmaktan çıkarıp bireysel
temsilcilerin tek tek oy kullandıkları bir medise dönü§türerek potansiyel
oyçoğunluğundan yararlanma hakkı için mücadele ediyorlardı. İlk dev­
rimci yarma harekatı, bu sorun üzerinde gerçekle§ti. Tabakalar Genel
Meclisi'nin açılı§ından altı hafta kadar sonra kralın, soylularm ve ruhha­
nın engelleme hareketinden kaygılarran avam tabakası, kendi §artlarını
kabul ederek aralarına katılmaya hazır olan herkesle birlikte kendini ana­
yasayı deği§tirme hakkınma sahip 'Ulusal Meclis' olarak tayin etti. Bir kar§ı­
devrim giri§imi, taleplerini İngiliz Avam Kamarası'nın tarzına yakın biçimde
§ekillendirmelerine yol açtı. Zeki ve adı kötüye çıkml§ �ski soylu Mire­
bau'nun krala "Majeste, siz bu mediste bir yabancısmız; burada konu§ma
hakkına sahip değilsiniz" dediğinde, mutlakiyetçiliğin de sonu gelmi§ti.5
FRANSIZ DEVRiMi 7 1

Üçüncü Tabaka, kralın ve imtiyazlı tabakaların ortakla§a gösterdikleri


dirence kar§ın ba§anlı oldu. Çünkü sadece eğitimli ve kavgacı bir azınlığın
görü§lerini değil, çok daha etkili güçlerin, kentlerdeki, bilhassa Paris'teki
yoksul i§çilerin ve kısa süre içirı de olsa devrimcile§en köylülerin görü§le­
rini temsil ediyordu. Zaten, sınırlı bir reform çalkantısını bir devrime
dönü§türen §ey, Tabakalar Genel Meclisi'nin toplantıya çağrılmasının,
derin ekonomik ve toplumsal bir bunalımla çakı§masıydı. 1780'lerin son­
ları, bir dizi karma§ık nedenden ötürü Fransız ekonomisinin hemen bütün
dalları için büyük sıkıntılarla dcilu bir dönem olmu§tU. ı 788 ve ı 789'daki
kötü hasat ve oldukça sert geçen kı§, bunalımı daha da ağırla§tırdı. Kötü
hasat, köylünün belini bükmekteydi; zira kötü hasat, bir taraftan üretici­
lerin mahsulünü ancak kıtlık fiyatlarından satahileceği anlamına gelirken,
öte taraftan toprakları yetersiz olan insanların çoğunun, hem de yeni
hasat döneminden hemen önceki mayıs ya da haziran aylarında tohumluk
olarak ayırdıklarını yemek ya da bu fiyatlardan yiyecek almak durumunda
kalması demekti. Kötü hasadar, ana gıdası ekmek olan kent yoksullarının
geçim masraflarını da iki kat artırdığından, ku§kusuz onları da etkiliyordu.
Kırsal kesimin yoksulla§masıyla el imalatı ürünlerin pazarı daraldığından
ve bu da endüstride bir durgunluğa neden olduğundan, kent yoksullarının
gördüğü zarar çok daha büyüktü. Yoksul köylüler, karga§alar ve haydut­
luklar kar§ısında umutsuzluk ve huzursuzluk içindeydi; ama, tam geçim
masraflarının yükseldiği sırada i§leri durgunla§tığı için kentli yoksulların
durumu iki kat daha umutsuzdu. Normal ko§ullarda körü körüne ayaklan­
maktan öte bir§eylerin ortaya çıkacağı yoktu. Fakat ı 788 ile 1 789'da
Krallıktah büyük çalkalanma, propaganda ve seçim mücadelesi, halkın
umutsuzluğuna siyasi bir ufuk kazandırdı. Bütün bunlar, soylulardan ve
baskıdan kurtuluş gibi dünyayı sarsan müthi§ bir fikri gündeme getirdi.
Üçüncü Tabaka temsilcilerinin arkasında, ayaklanan bir halk duruyordu.
Kar§ıdevrim, bir kitle ayaklanması olarak kalacak §eyi, gerçek bir dev­
rime dönü§türdü. Eski rejimin, ordu artık tamamıyla güvenilir olmarila­
sına kar§ın, gerektiğinde silahlı gücüyle kar§ılık verınesi ku§kusuz doğal
bir §eydi. (Olduğundan daha az silik ve daha az budala olsaydı, daha az
ku§beyinli ve daha sorumlu bir kadınla evlenip o denli berbat olmayan
danı§manları dinlemeye hazır olsaydı bile, XVI. Louis'in yenilgiyi kabul­
lenip kendini derhal anayasal bir krala dönü§türebileceğini, ancak ayak­
lan yere basmayan hayaldler öne sürebilirler) . Kar§ıdevrim zaten aç,
i§killi ve bilenmi§ Paris kitlelerirıi harekete geçirdi. Bu geli§menin en
heyecan yaratan sonucu, devrimcilerin silah bulmayı umdukları, kraliyet
gücünün simgesi olan devlet hapisanesi Basrille'in zaptedilmesiydi.
72 DEVRiM ÇAGI

Devrim zamanlannda hiçbir §ey, simgelerin yıkılmasından daha etkili


değildir. 14 Temmuz' u haklı olarak Fransızların ulusal bayram gününe
dönü§türen Basrille'in zaptı, despotluğun yıkıldığını ilan etti ve tüm dün­
yada özgürle§menin ba§langıcı olarak selamlandı. Kasaba sakinlerinin
saatlerini ona göre ayariayacakları kadar düzenli alı§kanlıklara sahip olan
Königsbergli vakur filozof Kant'ın dahi, haberi aldığında öğle gezintisini
ertelemesinin, Königsberglileri gerçekten dünyayı yerinden oynatan bir
olayın ya§andığına inandırdığı anlatılır. Asıl önemlisi, Eastille'in yıkılı­
§ının, devrimi ta§ra kentlerine ve kırsal alana yayml§ olmasıydı.
Köylü devrimleri, geni§, biçimden yoksun, ba§ı ayağı belli olmayan,
fakat kar§ı konulamaz hareketlerdir. Salgın halindeki köylü huzursuzluğu­
nu geri döndürülemez bir dalgaya çeviren, ta§ra kentlerindeki ayaklan­
malar ile, anla§ılmaz biçimde ve hızla ülkenin her yanına yayılan ( 1 789
yılının temmuz sonlan ile ağustos ba§lannda 'Büyük Korku' [Grande Peur]
denilen) kitlesel bir panik dalgasının birle§mesi oldu. Fransız feodalizminin
toplumsal yapısı ve krallık Fransası'nın devlet mekanizması, 14 Temmuz'u
izleyen üç hafta içinde darmadağın oldu. Devlet gücünden geriye topu
topu, dağılmı§ bir halde, güvenilirliği hepten ku§kulu alaylar, zorlayıcı
gücü olmayan bir Ulusal Meclis ve kısa süre sonra burjuvazinin Paris
örneğine dayanarak silahlandırdığı 'Ulusal Muhafız Birlikleri'ni kuran
bir yığın belediye ya da ta§ra (bölge) orta sınıf idareleri kalmı§tı. Orta
sıiiıf ve aristokrasi, kaçınılmaz olanı hemen kabullendiler: Tüm feodal
ayrıcalıklar resmen kaldırıldı; fakat siyasi durum yerli yerine oturduğunda,
bu ödünlerinin kar§ılığı olarak fahi§ bir bedel biçildi. Feodalizmin nihai
tasfiyesi ancak 1 793'te gerçekle§ti. Ağustos sonuna gelindiğinde, İnsan
ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'yle Devrim resmi bildirimini kazanml§ .oldu.
Burıa kar§ılık kral, her zamanki budalalığıyla kar§ı çıktı. Kitlesel bir ba§kaldı­
nnın toplumsal içerimlerinden korkan orta sın:ıfin bazı devrimci kesimleri
de, artık muhafazakarlık etmenin vaktinin geldiğini dü§ünmeye ba§ladılar.
Kısacası, artık Fransız ve onu izleyen tüm burjuva devrimci siyasalann
§ekli §emali, esas hatlarıyla açıkça görünmeye ba§ladı. Gelecek ku§aklara
bu heyecan verici diyalektik raks egemen olacaktı. Bundan böyle, zaman
zaman ılımlı orta sınıf reformculannın, ölümüne bir direni§ için ya da
kar§ıdevrime kar§ı kitleleri harekete geçirdiklerini göreceğiz. Kitlelerin,
ılımlılann hedeflerini, kendi toplumsal devrimlerini gerçekle§tirmek üzere
daha ileri ittiklerini, buna kar§lılık ılımlılann da bölünerek, bundan böyle
gericilerle bir dava ortaklığı kuran muhafazakar bir gruba, ya da üzerlerin­
deki denetimlerini kaybetme tehlikesini bile göze alarak kitlelerin desteği
ile henüz gerçekle§memi§ ılımlı hedefleri izleme kararlılığına girmi§ sol
FRANSIZ DEVRiMi 73

eğilimli bir gruba dönü§tüğünü göreceğiz. Orta sınıfın çoğunluğunun


artık muhafazakar kampa geçmesi ya da bir toplumsal devrim tarafından
yenilgiye uğrarılınasına kadar, tekrarlanan ya da yeni çe§itleri bulunan
direni§ kalıpları arasında, kitlelerin eyleme geçirili§i, sola kaymalar, ılırnh­
lar arasındaki bölünmeler, sağa kaymalar sürüp gidecektir. Fransız Devri­
mi'ni izleyen burjuva devrimlerinin çoğunda, ılımlı liberaller çok erken
bir a§amada ya muhafazakar kampın içine geri irilecekler ya da buraya
transfer edileceklerdir. Gerçekten bunların, ondokuzuncu yüzyılda, gide­
rek artan bir biçimde (en çok da Almanya'da), hesaplanamayacak sonuç­
larından korktukları için bir devrim ba§latmaya hiç istekli olmadıklarını,
kral ve aristokrasiyle bir uzla§mayı tercih ettiklerini görüyoruz. Fransız
Devrimi'nin özgüllüğü, liberal orta sınıfın bir kesiminin, burjuva kar§ıtı
bir devrimin e§iğine gidecek kadar, aslında bu e§iğin de ötesine geçecek
kadar devrimciliğini sürdürmeye hazır olmasıydı. Bu kesim, adları her
yerde 'radikal devrim'in simgesi haline gelen 'Jakobenler'di.
N eden? Bir bakıma, sonraki liberallerden farklı olarak o zamanın Fran­
sız burjuvazisinde henüz ürkütücü bir Fransız Devrimi anısı bulunmadı­
ğından. Jakoben yönetimin, Devrimi burjuvazinin huzur ve refahının
çok ötesine götürdüğü, ılımlılara 1 794'ten sonra malum olacaktı; tıpkı,
1793 güne§i eğer bir daha doğacaksa, ancak burjuva olmayan bir topluma
doğacağının devrimciler için apaçık bir gerçek olması gibi. Öte yai:ıdan
Jakobenlerin radikalizmi yürütebilmeleri, devirlerinde kendilerininkine
tutarlı bir toplumsal seçenek olu§turacak bir sınıfın bulunmamasından
dolayı mümkün olabilmi§tir. Böyle bir sınıf ancak endüstri devrimi süre­
cinde, 'proletarya' ile, ya da daha açıkçası proletaryaya dayanan hareket
ve ideolojilerle ortaya çıkabilirdi. Fransız Devrimi'nde i§çi sınıfı henüz
kayda değer bağımsız bir rol oynamamı§tır; kaldı ki emek güçlerini satıyor
olsalar da, çoğu endüstri dı§ında çall§an bu kitleye i§çi sınıfı demek doğru
olmaz. Açtılar, isyan ettiler, muhtemelen hayal kurdular; ne ki, pratik
hedefler söz konusu olduğunda proleter olmayan önderlerin ardından
gittiler. Köylülüğünse, herhangi birilerine siyasal bir alternatiJ sunduğu
görülmemi§tir; köylüler, sadece olaylar zorladığında, neredeyse kar§ı ko­
nulmaz bir güç ya da yerinden oyuatılamaz bir nesne olur çıkarlar. Burjuva
radikalizminin tek alternatifi, (halk desteğinden yoksun kaldıklannda
elden ayaktan kesilen ideologların ya da militanların olu§turduğu küçük
yapıları dı§arda tutarsak) emekçi yoksulların, küçük esnafın, tüccar ve
zanaatkarların, küçük giri§imcilerin vs. olu§turduğu biçimden yoksun ve
çoğunlukla kentsel bir hareket olan 'Sansculottes'lardı [Baldınçıplak­
lar] . Baldırıçıplaklar, bilhassa Paris'in belli 'kesimler'inde, yerel siyasi
74 DEVRiM ÇAGI

kulüplerde örgütlenmekteydiler ve asıl göstericiler, isyancılar, barikatların


kurucuları olarak devrimin başlıca vurucu gücünü oluşturdular. Marat ve
Hebert gibi gazeteciler ve yerel sözcüler aracılığıyla, arkasında, (küçük)
özel mülkiyete saygıyı, zenginlere düşmanlıkla, yoksul için hükümet temi­
natlı işle, ücret ve sosyal giivenlikle, aşırı eşitlikçi ve özgürlükçü yerel ve
doğrudan bir demokrasiyle birleştiren bulanık biçimde tanımlanmış ve çeliş­
kili bir toplumsal idealin bulunduğu bir siyasa formüle ettiler. Gerçekte
baldırıçıplaklaı; ' burjuva' ile 'proleter' uçlar arasmda yer alan, ama ne de
olsa çoğu yoksul olduğu için belki birincisinden çok ikincisine yakın koca
bir 'küçük insanlar' kitlesininin çıkarlarını ifade etmeye çalışan evrensel
ve önemli siyasal eğilimin bir koluydu. Onu, Birleşik Devletler'de }efferson­
culuk, Jaksoncu demokrasi ya da halkçılık, İngiltere'de 'radikalizm', Fran­
sa'da geleceğin 'cumhuriyetçiler'inin ve radikal sosyalistlerinin ataları, İtal­
ya'da Mazziniciler ve Garibaldiciler olarak ve daha başka yerlerde de göz­
lemleyebiliriz. Çoğunlukla devrim sonrası dönemlerde solda yer alan bir
orta sınıf liberalizmi olarak durulmaya meyletmiştir. Fakat 'solda düşman
olmaz' diyen eski ilkeyi bırakmaya isteksiz olan ve bunalım zamanlarında
'para duvarına', 'iktisadi kralcılara' ya da 'insanoğlunun gerildiği alnn çarmı­
ha' başkaldırmaya da hazır bir orta sınıf liberalizmiydi bu. Ancak yine de
Baldırıçıplaklık, gerçek bir alternatif sağlamadı. Köylülerden ve küçük es­
naftan oluşan altın bir geçmiş ya da bankerler ve milyonerlerce rahatsız
edilmeyen küçük çiftçi ve zanaatkarlar için altın bir gelecek ideali, gerçek­
leşemeyecek bir idealdi. Tarih bunları hiç tınmadan ilerledi. Buna karşı
tek yapabildikleri, çok çok tarihin yoluna engeller dikmek oldu. Bunu
1793-4'te başardılar ve bu engeller o gün bugün Fransa'nın ekonomik
gelişimine mani olmuştur. Gerçekte Baldırıçıplaklık öylesine çaresiz bir
görüngüydü ki ismi dahi büyük ölçüde ya unutulmuştur ya da ancak IL
Yılda ona önderlik eden Jakobenliğin anlamdaşı olarak hatırlanmaktadır.

II

1789 ile 1791 yıllan arasında muzaffer ılımlı burjuvazi, artık Kurucu Mec­
lis haline gelmiş organ aracılığıyla hareket ederek, hedefini gerçekleş­
tirmeye, yani Fransa'yı ussallaştırmaya ve reform yapmaya girişti. Dev­
rimin en çarpıcı uluslararası sonuçları olan metrik sistem ile Yahudilerin
ilk özgürleşme hareketi gibi Devrimin en kalıcı kurumsal başarılarının
çoğu bu dönemin tarihini taşımaktadır. Kurucu Meclis'in ekonomik gö­
rüşleri tümüyle liberal nitelikteydi: Köylü politikası, ortak arazilerin ekime
kapatılması, kırsal girişimcilerin teşvik edilmesi; işçi sınıfı politikası, sen-
FRANSIZ DEVRiMi 75

dikaların yasaklanması; küçük esnafpolitikası, lonca ve esnafbirliklerinin


kaldırılması oldu. Bu, sıradan halka hiçbir somut tatmin sağlamadı. Bir
tek, 1 790'dan itibaren (yurtdı§ına göç eden soyluların topraklarına yapıl­
dığı gibi) kiliseye ait toprakların satılmasının ve laikle§me sürecinin, ruh­
hanın güçsüzle§tirilmesi, ta§ralı ve köylü giri§imcilerin güçlendirilmesi
ve birçok köylüye devrimci faaliyetlerine kar§ıhk elle tutulur bir ödül
verilmesi gibi üçlü bir yararı oldu. 1 79 1 Anayasası, olabildiğince geni§
kapsamlı tutulan mülk sahibi 'etkin yurtta§lar'ın oy hakkına dayalı bir
anayasal monar§i sistemiyle, a§ırı demokrasiyi saVU§turdu. Edilgen yurt­
ta§lannsa, adianna yakı§ır biçimde ya§ayıp gidecekleri umuluyordu
Gerçekteyse böyle olmadı. Bir taraftan monar§i, eskiden devrimci olan
güçlü bir burjuva hizbince kuvvetle destekieniyor olmasına kar§ın, yeni
rejimi hazmedemedi. Saray erkanı, yönetimdeki ayaktakımını kovmak ve
Tanrı'nın kutsadığı, Fransa'nın en Katolik kralını hakettiği yere tekrar oturt­
mak için Kralın kuzenlerinin gerçekle§tireceği bir haçlı seferi hayaliyle
entrikalar çevirmeye ba§ladı. Kiliseyi değil, Kilise'nin Roma'ya mutlak bağh­
lığını kaldırma yönünde bir giri§im olan 1790 tarihli Ruhhanların Sivil
Anayasası, yanh§ anlarnalara neden oldu ve ruhban ile inananların çoğun­
luğunun muhalefete geçmesine neden oldu; kralı da, ülkeden kaçmak gibi
umutsuz ve ileride görüleceği gibi intihardan farksız bir te§ebbüse sürükledi.
Kralın Varennes'de yakalanmasından (Haziran, 1 79 1) sorıra, cumhuriyetçi­
lik kitlesel bir güç halini aldı; zira halkını bırakıp kaçan geleneksel krallar,
sadakat görme hakkını kaybederlerciL Öte yandan ılırnhların uyguladığı
kontrolsüz bir serbest giri§im ekonomisi, yiyecek fiyatlarındaki dalgalanmayı
artırdı. Bunun sonucunda özellikle Paris'deki kent yoksulları daha da mili­
tanla§tılar. Ekmek fiyatlan bir termometre. kesinliğinde Paris'in siyasi hara­
retini gösteriyordu. Parisli kitleler, belirleyici güçtü; Fransa'nın yeni üç renkli
bayrağının, eski krallığın beyazının, Paris'in kırmızı ve mavi renkleriyle
birle§tirilerek olu§turulması bo§una değildi.
Sava§ın patlaması sorunları son raddeye getirdi; yani, ülkeyi 1792'deki
ikinci devrime, IL Yıl'ın Jakoben Cumhuriyeti'ne ve sonunda da Napoleon'a
götürdü. Bir diğer deyi§le, Fransız Devrimi'nin tarihini, Avrupa'nın tari­
hine dönü§türdü.
Fransa'yı genel bir sava§a sürükleyen iki güç oldu: A§ın sağ ve ılımh
sol. Kral, Fransız soyluları ve Batı Almanya'nın çe§itli kentlerinde topla­
nan aristokratlada kilise mensuplan için, ancak bir yabancı müdahalenin
eski rejimi geri getirebileceği açıktı. Uluslararası durumun karma§ıklığı

• 1 789-1795 yıllan arasında 300.000 kadar Fransız göç etti.6


76 DEVRiM ÇAGI

ve öteki ülkelerin görece siyasal durgunluğu ortadayken, böyle bir müda­


hale öyle çok kolayca örgüdenebilecek bir §ey değildi. Yine de soyluların
ve Tanrının atadığı hükümdarların gözünde, XVI. Louis'in yeniden iktida­
ra getirilmesinin sadece sınıf dayanl§ması yönünde bir davranı§tan ibaret
olmayıp, Fransa'dan çıkan korkunç fikirlerin yayılmasına kar§ı önemli
bir güvence olduğu da giderek açıklık kazanıyordu. Sonuç olarak Fransa'yı
yeniden fethedecek güçler, dı§arıda bir araya geldiler.
Aynı zamanda ılımlı liberaller de, bilhassa Gironde bölgesinden gelen
temsilciler etrafında kümelerren siyasetçiler grubu, sava§çı bir güçtü. Bu
biraz da, her gerçek devrimin evrensel olma eğilimi ta§ıyor olmasından
kaynaklanıyordu. Zira dl§arıda bulunan çok sayıdaki sempatizanları için
olduğu kadar, Fransızlar için de, Fransa'nın özgürle§mesi, özgürlüğün ev­
rensel zaferinin yalnızca ilk perdesiydi; bu yakla§ım kolayca, baskı ve
tiranlık altında inleyen tüm halkları özgürlüğe kaVU§turmanın devrimin
anavatanının görevi olduğu inancına yol açtı. Ilımlı olsun, a§ırı olsun
tüm devrimciler arasında özgürlüğü yaymak için gerçekten yüce ve yiğitçe
bir tutku vardı; Fransız ulusunun davasını tüm tutsak insanlığın davasın­
dan ayırmak, onlar için gerçekten olanaksızdı. Gerek Fransız, gerekse
diğer tüm devrimci hareketler, bu tarihten itibaren, ta ki 1 848'e kadar,
bu görü§ü kabul edecek ya da kendilerine uyarlayacaklardı. 1848'e kadar
Avrupa'nın kurtulu§uyla ilgili bütün tasarılar, Avrupa'nın gerici güçlerini
devirmek için halkların Fransızların önderliğinde hep birlikte ayaklanması
fikrinin yörüngesinde kaldı; 1830'dan sonra İtalyanların veya Polonyalıla­
rın ayaklanmalarında olduğu gibi, diğer ulusal ve liberal ayaklanma hare­
ketleri de kendilerini,. özgürlüklerini kazanarak diğer herkesin özgürle§·
mesini ba§latmaya yazgılı birer Mesih olarak görme eğilimdeydiler.
Öte yandan daha az idealle§tirilerek dü§ünüldüğünde, sava§ ülke içinde­
ki birçok sorunun da çözülmesine yardımcı olabilirdi. Yeni rejimin, sıkıntıla­
rını, yurtdl§ına kaçını§ Fransız soylularıyla yabancı tiranların komplolarına
bağlaması ve halkın ho§nutsuzluğunu bunlara yönlendirmesi, ayartıcı ve
a§ikar bir yoldu. Daha özgül olarak, i§adamlan, ekonominin önündeki belir­
sizliğin, devalüasyonun ve diğer sıkıntıların ancak müdahale tehdidinin
kaldırılmasıyla deva bulabileceğini ileri sürüyorlardı. ݧadamları ve ideolog­
lan, İngiltere'nin deneyimlerine §öyle bir göz gezdirip ekonomik üstünlüğün
sistemli bir saldırganlığın ürünü olduğunu dü§ünmü§ de olabilirler. Onseki­
zinci yüzyıl, ba§arılı bir i§adamının hiç de barı§a gönülden bağlı olduğu bir
yüzyıl değildi. Dahası, kısa zamanda görüleceği gibi, kar amacıyla da pekala
sava§ yapılabilirdi. Bütün bu nedenlerden ötürü, ufak bir sağ kanat ve
yine Robespierre'in önderliğindeki ufak bir sol kanat dl§ında, yeni Yasama
FRANSIZ DEVRiMi 77

Meclisi'nin çoğunluğu sava§ çığılıkları atıyordu. Yine bütün bu nedenlerden


dolayı, sava§ gelip çattığında, devrimin fetihleri, özgürle§meyi, sömürüyü
ve siyasi sapmaları kendi içinde birle§tirecekti.
ı 792 yılının Nisan ayında sava§ Uan edildi. Halkın, pek anla§ılır biçim­
de krallığın baltalamalarma ve ihanetine bağladığı yenilgi, radikalle§meye
neden oldu. Paris'in baldırıçıplaklarının silahlı eylemleriyle, ağustos-eylül
aylarında monar§i yıkılıp tek ve bölünmez Cumhuriyet kuruldu; Devrim'in
I. Yıl olarak kabul edilmesiyle insanlık tarihinde yeni bir çağın ba§ladığı
duyuruldu. Fransız Devrimi'nin demir ve kahramanlık çağı, siyasal mah­
kumlarının katledilmesi, -belki de parlamentarizm tarihinin en dikkate
değer meclisi olan- Ulusal Konvansiyon için seçimlerin yapılması ve istila­
cılara kaf§ı toptan direni§ çağrıları arasında ba§ladı. Kral hapse · atıldı;
yabancı istilası, beylik bir topçu düellosuyla Valmy'de durduruldu.
Devrimci sava§lar, kendi mantıklarını dayatırlar. Yeni Konvansi­
yon'daki hakim parti, büyük ݧ çevrelerini ve ta§ra burjuvazisini temsil
eden; dü§ünsel bakımdan diğerlerinden oldukça üstün, büyüleyici ve
zeki parlamento hatiplerinin olu§turduğu; ülke dı§ında sava§çı, içerdeyse
ılımlı bir grup olan Jirondenlerdi. Siyasaları, tümüyle olanaksız §eylerle
doluydu. Çünkü, ancak yerle§ik düzenli ordularıyla sınırlı çapta seferlerde
bulunan devletler, -tıpkı Jane Austen'in romanlarındaki hanımlada beyle­
rin dönemin İngiltere'sinde yaptıkları gibi- sava§la ülke içi sorunlan birbir­
lerine bula§tırmamayı umabilirlerdi. Oysa Devrim, ne sınırlı çapta sava§lar
verdi, ne de düzenli ordulara sahipti. Çünkü onun sava§ı, dünya devrimi­
nin azami zaferi ile toptan kar§ıdevrim anlamına gelen azami yenilgisi arasın­
da gidip gelmekteydi; eski Fransız ordusundan artakalan askerlerse i§e
yaramaz ve güvenilmezdi. Cumhuriyet'in önde gelen generali Dumouriez,
çok geç�eden dü§man saflarına kaçacaktı. Zafer, salt yabancı müdahale­
sini yenilgiye uğrarmak anlamına gelecek olsa bile, böyle bir sava§ta,
ancak görülmedik ve devrimci yöntemler galip gelebilirdi. Gerçekten
bu tür yöntemler bulundu da. Genç Fransiz Cumhuriyeti, bunalım süre­
cinde topyekun sava§ı ke§fetti, yahut icat etti: Askere alma, karneye
bağlanan ve sıkıca denetlenen bir sava§ ekonomisi ve içerde ya da dı§arda
olsun askerlerle siviller arasındaki ayrımin fiilen ortadan kaldırılması gibi
yollarla bir ulusun kaynaklarının topyekun seferber edilmesi. Bu ke§fin
içerimlerinin ne denli deh§et verici olduğu, ancak içinde bulunduğumuz
tarihsel çağda açıkça anla§ılır hale gelmi§tir. ı 792-4 devrimci sava§! istis­
nai bir olay olarak kaldığından, sava§ların devrirolere yol açtığı, devrimle­
riuse kazanılamayacak sava§ları kazandığı gözlemi dı§ında, ondokuzuncu
yüzyıl gözlemcilerinin çoğu bu sava§a pek bir anlam veremediler (hatta
78 DEVRiM ÇAGI

bu gözlem bile, bolluğa ve berekete gömülmü§ geç Victöria çağında unutu­


lup gitmi§tir) . Jakoben Cumhuriyet ve 1 793-4 Terör dönemine ili§kin
birçok §eyin, modern topyekun sava§ çabasından ba§ka hiçbir. ko§ulda
bir anlam ifade etmediğini ancak bugün görebiliyoruz.
Baldırıçıplaklar, haklı olarak kar§ıdevrimin ve yabancı müdahalenin
ancak bu yolla mağlup edilebileceğini dü§ündüklerinden değil sadece, böyle
bir hükümetin yöntemleri insanlan harekete geçireceği ve toplumsal adaleti
daha yakınla§tıracağı için de devrimci bir sava§ hükümetini memnunlukla
kar§ıladılar (Hiçbir etkin modern sava§ giri§iminin, onca aziz tuttuklan
merkezsiz gönüllü doğrudan demokrasiyle bağda§mayacağı gerçeğini gözden
kaçırdılar) . Öte yandan Jirondenler, geminden çözdükleri sava§la kitle dev­
riminin biraraya gelmesinin yaratacağı siyasal sonuçlardan korkuyorlardı.
Solla rekabet edebilecek donamma sahip değillerdi. Kralı yargılamayı ve
idam etmeyi istememekle birlikte, devrimci hamiyerin simgesi haline gelen
bu konuda rakipleri 'Montagnardlar'dan Qakobenler) geri kalmamak zorun­
daydılar; sonunda bu i§in §anı Montagnardların oldu, onlann değil. Öte
yandan sava§ı geni§leterek, özgürle§me yolunda genel ideolojik bir haçlı
seferine ve büyük ekonomik rakip İngiltere'ye doğrudan bir meydan okuma­
ya dönü§türmek istiyorlardı. Bu amaçlarında ba§arılı da oldular. 1 793
Mart'ına gelindiğinde Fransa neredeyse bütün Avrupa ile sava§ halindeydi
ve yabancı toprakları ilhak etmeye ba§laml§tı (Bu ilhaklar, yeni icat edilen
Fransa'nın 'doğal sınırları' öğretisiyle me§rula§tırılmaktaydı) . Fakat sava§ın
geni§lemesi, üstelik kötü gitmesi, sadece solun elini güçlendirmeye yaradı
ve sava§ı bir tek o kazanabilirciL Sonunda geri çekilen ve ayak oyunlarına
ba§vuran Jirondenler, çok geçmeden ta§rada Paris'e kar§ı bir ayaklanmanın
örgütlenmesine dönü§ecek olan, sola kar§ı yanlı§ yargılarla dolu saldırılara
giri§tiler: Baldırıçıplaklar, ani bir darbeyle 2 Haziran'da Jirandenleri devirdi.
Böylelikle Jakoben Cumhuriyeti ba§lamı§ oldu.

III

Meslekten tarihçi olmayan eğitimli ki§iler, Fransız Devrimi'ni dü§ündük­


lerinde, akıllarına gelen ba§lıca §ey, 1 789'daki olaylarla Il. Yıl'ın Jakoben
Cumhuriyeti'dir. Resmiyet dü§künü Robespierre, babayiğit ve çapkın
Danton, soğuk devrimci zarafetiyle Saint-Just, kabadayı Marat, kamu
esenliği komitesi, devrimci yargılamalar ve giyotin, en açık seçik gördüğü­
müz imgelerdir. 1 789'da Mirabeau ile Lafayette arasında yer alan ılımlı
devrimcilerin, 17 93 'ün Jakoben önderlerinin isimleri, tarihçiler dı§ında
herkesin belleğinden silinmi§tir. Jirondenler sadece bir grup olarak ve
FR.MJSIZ DEVRiMi 79

belki de Madam de Roland veya Charlotte Corday gibi siyaseten önemsiz


ama romantik kadınların onlara gösterdiği yakınlıktan ötürü anımsan­
maktadır. Uzman çevreleriri dı§ında kim, Brissot, Vergniaud, Guadet ve
geri kalanların isimlerini olsun bilir ki? Muhafazakarlar, Terör döneminin,
zincirinden bo§anmı§ isterik bir kana susamı§lık ve diktatörlük olduğu
yolunda kalıcı bir imge yaratmı§lardır. Oysa yirminci yüzyılın ölçütleriyle,
hatta 187 1 Paris Komünü sonrasındaki katliamlarda olduğu gibi, muhafa­
zakarların toplumsal deyrimi bastırırken sergiledikleri rakamlara kıyasla,
ondört ayda 1 7.000 resmi infazla Devrim'in toplu kıyımları nispeten ma­
kul sayılırdı.7 Devrimciler, özellikle Fransa'dakiler, Terör dönemini ilk
halk cumhuriyeti ve izleyen tüm ba§kaldınların esin kaynağı olarak gör­
mü§lerdir. Bu nedenledir ki zaten, her günkü insani ölçütlerle değerlen­
dirilmemesi gereken bir çağdı o.
Bu doğrudur. Ancak Terör'ün arkasında duran kararlı orta sınıfFransız­
lar için, o ne hastalıklı bir §eydi ne de kıyamet habercisiydi; en ba§ta ve
her §eyden önemlisi ülkelerini korumanın tek etkin yöntemiydi. Jakoben
Cumhuriyeti'nin yaptığı buydu ve ba§arısı insanüstüydü. 1793'ün haziranın­
da, Fransa'nın seks.en vilayetinden altmı§ı Paris'e kar§ı ayaklandı; Alman
prenslerinin orduları, kuzeyden ve doğudan Fransa'yı i§gal ediyorlardı; İngi­
lizler, güney ve batıdan saldırmı§tı; ülke çaresiz ve tükenmi§ bir haldeydi.
Oysa ondört hafta sonra bütün Fransa üzerinde denetim sağlanml§, i§galci­
ler kovulmu§tu. Bu kez Fransız orduları Belçika'yı i§gal etti; neredeyse kesin­
tisiz ve zahmetsiz kazanılacak olan yirmi yıllık bir askeri zaferler dönemine
girmek üzereydiler. Oysa, 1 794 martma gelindiğinde eskisinden üç kat
daha büyük olan ordu, 1 793 martındaki maliyetinin yarısıyla çekip çevril­
mekteydi. Fransız parasının (ya da büyük oranda onun yerini almı§ assignat�
ların) değeri, önceleri ve sonraları olduğunun tam tersine, hemen hemen
sabit tutulmu§tu. Sıkı bir cumhuriyetçi olmasına kar§ın sonradan Napale­
on'un en etkili valilerinden biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin Jakoben
üyesi]eanbon St Andre'ın, 1 812-18 13 yenilgileri altında kıvranan impara­
torluk Fransası'nı küçümseyerek izlemi§ olması hiç §a§ırtıcı değildir. II.
Yıl'ın Cumhuriyeti, üstelik çok daha az kaynakla, çok daha beter
bunalımların üstesinden gelmi§ti. *
· "Ne tür bir hükümet muzaffer olmuştu biliyor musunuz? .. Bir Konvansiyon hükü�eti.
Kımuzı bereleri, aha kıyafetleri, tahta pabuçlan ile kuru ekmek ve kötü birayla beslenerek
yaşayan ve yorgunluktan tartışamayacak, ayakta duramayacak hale gelip toplantı salonianna
serilen minderler üzerinde uyuyakalan tutkulu Jakobenlerin hükümeti. Fransa'yı işte bu tür
insanlar kurtardı. Beyler, ben onlardan biriydim. Ve şimdi burada, tıpkı girmek üzere olduğum
imparatorluk dairesinde olduğum kadar, bu gerçekle de kıvanç duyuyorum." Aktaran J. Savant,
Les Prefets de Napoleoıı (1958), s. 111-2.
80 DEVRiM ÇAGI

Bu kahramanlık dönemi boyunca tabanda denetimi elinde tutan Ulu­


sal Konvansiyon'daki çoğunluğa gelince, bu adamlar için yapılacak tercih
basitti: Ya orta sınıfın bakı§ açısından ta§ıdığı bütün kosurlara rağmen
Terör'ü seçeceklerdi ya da Devrim'in yıkılmasını, ulusal devletin parçalan­
masını ve muhtemelen de ülkenin yeryüzünden silinmesini. Polanya örne­
ği ortada değil miydi? Fakat Fransa ümitsiz bir bunalım içinde olmasaydı,
birçoğu pekala daha az sert bir rejimi ve elbette daha denetlenen bir
ekonomiyi yeğlerdi. Robespierre'in dü§Ü§Ü, ekonominin salgın bir hastalık
gibi denetimden çıkmasına ve adi bir vurgunculuğa yol açtı; dörtnala
giden bir enflasyon ve 1 797 'deki ulusal iflasla doruğuna vardı. Ancak
en dar bakl§ açısından bile orta sınıf Fransızların beklentileri, birle§ik,
güçlü ve merkezi bir devlete dayanıyordu. Öte yandan, çağda§ anlamla­
rıyla 'ulus' ve 'vatanseverlik' kavramlarını bizzat yaratmı§ olari Devrim,
'büyük ulus' (grande nation) fikrinden nasıl vazgeçebilirdil
Jakoben rejimin ilk i§i, Jirondenlerin ve ta§ra ilerigelenlerinin muhalefe­
tine kar§ı kitle desteğini harekete geçirmek ve Paris'in baldırıçıplaklarının
önceden seferber edilmi§ kitlesel desteğini muhafaza etmek oldu. Parisli
baldınçıplakların diğer taleplerinin ba§a dert olacağı ileride görülecekti,
ama genel askerlik yükümlülüğü ('levee en masse'), 'hainler'e kar§ı terör ve
genel fiyat denetimi gibi devrimci bir sava§tan yana kimi talepleri, Jakoben­
lerin ortak duyusuyla örtü§en taleplerdi. O ana dek Jirondenlerin geciktirdi­
ği, az çok radikalle§tirilmi§ yeni bir anayasa ilan edildi. Bu soylu ama akade­
mik niteliktekt belgeye göre, halka genel oy hakkı, ba§kaldırına, çall§ma
ya da hayatını idame ettirme hakkı veriliyordu. Hepsinden önemlisi, herke­
sin mutluluğunun hükümetin hedefi olduğunun ve halkın haklarının yal­
nızca sözde kalan değil, kullanılır nitelikte haklar old�ğunun resmi ifade­
siydi. Bu, modem bir devletin ilan ettiği gerçekten demokratik nitelikteki
ilk anayasaydı. Daha somut olarak Jakobenler, tazminat öngörmeksizin
feodal haklardan geriye kalanları kaldırdılar; küçük alıcıların, yurtdı§ına
kaçanların ellerinden alınan toprakları satın alma olanaklarını artırdılar
ve birkaç ay sonra da San Domingo Zencilerinin cumhuriyet için İngilte­
re'ye kar§ı sava§malarını te§vik etmek üzere Fransız sömürgelerinin tümün­
de köleliği kaldırdılar. Alınan bu önlemlerin uzun erimli bir sürü sonucu
oldu. Bu sayede Amerika'da Toussaint-Louverture'in §ahsında ilk bağımsız
devrimci önderin ortaya çıkması mümkün oldu.* Fransa'daysa, o günden

•Napoleon Fransası'nın Haiti'yi ele geçimıekte ba§arısız olması, Louisiana Anla§ması (1803)
ile A.B.D.'ye satılan geri kalan tüm Amerikan İmparatorluğu'nun tasviye olmasının ba§lıca
nedenlerinden biriydi. Böylece Jakobenliğin Amerika'ya yayıl!§ının ba§ka bir sonucu da, ABD'yi
kıta ölçeğinde bir güç haline getirmek olacaktı.
FRANSIZ DEVRiMi 8 1

bu güne ülke ya§amına egemen olan; ekonomik olarak geriye dönük, ancak
kendilerini Devrime ve Cumhuriyete tutkuyla adaml§ küçük ve orta köylü
mülk sahipleri ile küçük esnafve dükkan sahiplerinden olu§an zaptedilmez
bir kale kuruldu. Hızlı ekonomik kalkınmanın temel ko§ulu olan tarımın
veicüçük yatırımın kapitalist yönde dönü§ümü, ernekleyecek kadar yava§la­
tıldı; onunla birlikte kentle§me hızı, iç pazarın geni§lemesi, i§çi sınıfının
çoğalması, dolayısıyla proleter devriminin görünmez ilerleyi§i de yava§ladı.
Fransa'da uzun süre hem büyük i§ çevreleri hem de i§çi hareketi, kö§eba§ı
bakkalları, küçük köylü mülk sahipleri ile kahvehane sahiplerinin olu§tur­
duğu bir denizin çevrelediği adalar gibi, bir azınlık olgusu olarak kalmaya
mahkum edildi (9. Bölümle kar§ıla§tırın) .
Jakobenlerle baldırıçıplakların yaptığı ittifakı temsil eden yeni hükü­
metin merkezi, bu yüzden belirgin biçimde sola kaydı. Bu durum, hızla
Fransa'nın en etkin sava§ kabinesi haline gelen, yeniden olu§turulan Ka­
mu Esenliği Komitesi'nde yansısını buldu. Güçlü, sefih, belki yiyici ama
göründüğünden daha ılımlı olan (son krallık idaresinde bakanlık yapmı§)
son derece yetenekli bir devrimciyi, Danton\ıkaybetti ve en etkili üyele­
rinden biri haline gelen MaximiHen Robespierre'i kazandı. Kimsenin ta­
rafsız kalamayacağı korkunç ve görkemli II. Yıl'ı hala §ahsında somutladığı
için, erdem sanki ki§isel tekelindeymi§ gibi a§ın bir duyarlığa sahip olan
bu züppe, tez canlı, ate§li avukatın kar§ısında pek az tarihçi serinkanlı
olabilmi§tir. Cana yakın biri değildi; bugünlerde onun haklı olduğunu
dü§ünenler bile, genç Saint Just'ü, yani Sparta cennetleri mimarının l§ıltılı
matematik keskinliğini ona yeğleme eğilimindeler. Büyük bir adam değil­
di, hatta yer yer sığ biriydi. Ancak Napoleon sayılmazsa, Devrimin kursa­
dığı ve hakkında bir tapı geli§tirilmi§ tek ki§iydi. Böyle olmasının nedeni,
Jakoben Cumhuriyet'in, tarih için olduğu gibi kendisi için de bir sava§
kazanma aygıtı değil, bir ideal olmasından kaynaklanıyordu. Tüm iyi
yurtta§lann ulusun nazannda e§it olduğu ve halkın, hainlerin hakkından
geldiği, adalet ve erdemin korkunç ve görkemli hükümranlığıydı bu ideal.
Bu gücü ona Jean-Jacques Rousseau (a§ağıdaki 268-70. sayfalara bakınız)
ve billurla§mı§ bir haklılık inancı vermekteydi. Resmen diktatörlük yetki­
lerine sahip olmadığı gibi, resmi bir görevi bile yoktu; kendisi de Konvan­
siyon'un -bütün yetkileri elinde toplamasa da, en güçlü- alt komitelerin­
. den biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin bir üyesiydi sadece. Onun ikti­
darı, halkın, Paris kitlelerinin iktidarı; onun terörü, halkın terörü deınekti.
Nitekim onu terk ettiklerinde, o da dü§tÜ.
Arkalarma aldıklan bu desteğe yabancıla§mak zorunda kalmaları,
Robespierre'in ve Jakoben Cumhuriyet'in trajedisiydi. Rejim, orta sınıf
82 DEVRiM ÇAGI

ile emekçi kitleler arasındaki ittifaka dayanıyordu; fakat orta sınıfJakoben­


ler için baldırıçıplaklara verilen ödünler, mülk sahiplerini korkutmadan
kitleleri rejime bağladığı için ve bağladığı sürece ho§görülebilirdi; ve bu
ittifakta orta sınıf J akobenler belirleyici konumdaydılar. Bunun yanında,
sava§ın gerekleri her hükümeti, baldırıçıplakların serpilip geli§tiği kulüp
ve kesimlerin özgür, yerel ve doğrudan demokrasisinin, gönüllü milis bir­
liklerinin, kar§ılıklı savlara dayanan özgür seçimlerin pahasına, merkezi­
le§me ve disiplin yönünde önlemler almaya zorlamaktaydı. 1936-1939
İspanyol İç Sava§ı sonrasında, Anar§istler aleyhine Komünistleri güçlen­
diren süreç, Hebert'in baldırıçıplaklannı harcamak pahasına Saini:-Just
türünden J akobenleri güçlendirdi. 1 794'e gelindiğinde hükümet ve siyaset
yekpare bir hal almı§tı ve dizginler, -en mission delegeler aracılığıyla­
Komite'nin ya da Konvansiyon'un doğrudan görevlendirdiği ki§iler ile
Jakoben subayların ve yerel parti örgütlenmeleriyle bağlantılı resmi görev­
lilerin elindeydi. Son olarak, sava§ın ekonomik gereklilikleri de halk des­
teğini soğuttu. Kentlerde fiyat denetimi ve karne uygulaması, kitlelerin
yarannaydı; fakat ücretierin dondurulması onlara hayli zarar verdi. Kırsal
bölgelerde yiyeceklere sistemli biçimde resmen el konulması (bunu ilk
savunanlar kentli baldırıçıplaklar olmu§tur) köylüyü yabancıla§tırdı.
Bundan ötürü kitleler, bilhassa baldırıçıplakların en sözünü sakınma­
yan sözcülerinin, yani Hebertçilerin yargılanıp idam edilmelerinin ardın­
dan, ho§nutsuzluğa ya da tekinsiz ve küskün bir edilgenliğe girdiler. Bl1
arada, §imdi ba§ını Danton'un çektiği sağcı muhalefete yönelik saldırılar,
rejimin daha ılımlı destekçilerinin teyakkuza geçmelerine neden oldu.
Bu hizip, her ne kadar sermaye birikiminin unsurları olsalar da dolandırıcı­
lara, vurgunculara ve karaborsa simsarianna sığınak sağlamaktaydı. ve
onları bastırmak için kaçınılmaz biçimde gündeme gelen katı bir püriten­
likle haklanndan gelinineeye dek toplumsal devrimierin ba§lannda hep
varolagelen ahlakdl§ı, Falstaff-vari* bir hovardalık ve savurganlık bizzat
Danton'un §ahsında toplandığından, bu çok daha kolay oldu. Tarihin
Dantonları, Robespierrelerin ya da Robespierreler gibi davranma iddiasın­
da olanların kaf§ısında her zaman yenilgiye uğramı§lardır. Çünkü bohem­
liğin ba§arılı olamadığı yerde, sert ve dar görü§lü bir adanmı§lık ba§arılı
olabilir ancak. Robespierre, her §eyden önce sava§an Fransa'nın çıkarları
adına çürümeyi ve yiyiciliği ortadan kaldırınakla ılımlıların desteğini ka­
zanml§, ama özgürlüklere ve para kazanmaya sınırlamalar getirmekle bir o
kadar da i§adamlarının düzenini bozmu§tU. Son olarak da, hiçbir büyük
• Sir John Falstaff, Shakespeare'in IV. Henry ve Wiııdsor'uıı Şen Kadınları adlı eserlerinde
yer alan §İ§man, §en §akrak ve ahlaksız bir §Övalye tiplemesi -<;n.
FRANSIZ DEVRiMi 83

görü§ topluluğu, bu dönemin hayli dü§sel ideolojik gezintilerinden


(baldırıçıplakların gayreti sayesinde sistemli hıristiyansızla§t:ırnla kampanya­
lan; Tanrıtanımazlara kar§ı koyma ve mübarekJean-Jacques'in öngörülerini
gerçekle§tinne giri§imi olarak -törenlerle de desteklenen- Robespierre'in
Üstün Varlık'a inanan yeni toplum dini gibi dü§sel gezintilerinden) ho§lan·
mıyordu: Bu arada giyotinin dinrnek bilmeyen ıslığı, bütün siyasetçilere hiç
kimsenin gerçekten güvende olmadığını hatırlatıp duruyordu.
ı 794 nisanına gelindiğinde, hem sağ hem sol giyotine yollanmı§, bu
suretle Robespierreciler siyasal olarak da yalıtlanml§lardı. Onları iktidarda
tutan, sadece sava§ bunalımıydı. ı 794 temmuzuncia Cumhuriyetin yeni
orduları Fleurus'da Avusturyalıları mutlak bir bozguna uğratıp Belçika'yı
i§gal ederek gücünü kanıtladığında,-son da yakla§tl. Konvansiyon, devrim
takviminin Dokuzuncu Thermidor'unda ( 1 7 Temmuz, 1 7 9 4)
Robespierre'i devirdi. Ertesi gün, o, Saint-Just ve Couthon, birkaç gün
sonra da devrimci Paris Komünü'nün seksenyedi üyesi idam edildiler.

IV

Thermidor, Devrimin kahramanlık dolu, herkesin anılarında yer etmi§


olan döneminin sonudur: Kendilerini Brutus ve Cato gibi gören kırmızı
hereli dürüst yurtta§ların, üstü ba§ı dökülen baldırıçıplakların ve "Lyon
artık yok" ya da "Onbin asker ayakkabısız. Strasbourg'daki aristokratların
ayakkabılarını alacak ve bunları yarın sabah saat be§ te gönderilmek üzere
karargaha getireceksiniz"8 gibi klasik ve tumturaklı deyi§lerin, ama aynı
zamanda insani deyi§lerin de dönemiydi. Bu dönem, ya§amak için pek
rahat bir dönem değildi, zira çoğu insan aç ve birçokları da korku içindey·
di; ama bu, ilk nükleer patlama kadar korkunç ve geri dönÜ§Ü olmayan
bir olguydu ve tüm bir tarihi kalıcı biçimde deği§tirdi. Yarattığı enerji,
Avrupa'nın eski rejimlerinin ordularını çerçöp gibi süpürüp atmaya ye tti.
Teknik açıdan devrimci olarak nitelenen dönemin ( ı 794-1799) geri
kalanında, Fransız orta sınıfının önünde, 1789-ı 791 'deki özgün liberal
program temelinde siyasi istikrarın ve ekonomik ilerlemenin nasıl sağlana­
cağı sorunu durmaktaydı. 1870'den itibaren parlamenter cumhuriyet
,
içinde çoğu zaman i§e yarar bir formül bulacak olsa da, bu soruna o
günden beri gerektiği gibi bir çözüm bulamamı§tır. Rejimin, Direktuvar
(1795-9) , Konsüllük ( 1 799-ı804) , imparatorluk ( 1804-14) , Bourbon
Monar§isinin geri dönmesi ( 18 ı5-30) , Anayasal Monar§i ( 1 830-48),
Cumhuriyet ( ı848-5 ı) ve imparatorluk ( ı852-70) biçimindeki hızlı de­
ği§imleri, bir yandan Jakoben demokratik cumhuriyet ve eski rejimin
84 DEVRiM ÇAGI

olu§turduğu çifte tehlikeden sakınmak, diğer yandan burjuva toplumunu


sürdürmek yönünde giri§imlerdi.
Thermidorcuların büyük zaafı, siyasi. destekten yoksun olmalarıydı;
kitlelerirı onlara en fazla tahammül gösterdiğinden söz edilebilir. Canlanan
aristokratik tepki ile, çok geçmeden Robespierre'irı dü§Ü§ünden pi§manlık
duymaya ba§layan Jakoben-Baldınçıplaklarla Paris yoksulları arasinda
sıkı§ıp kaldılar. 1 795 yılında her ikisirte kar§ı da kendilerini korumak
üzere denge ve denet sistemi içeren ayrıntılı bir anayasa yaptılar. Dönem
dönem sağa ve sola kaymalada kararsız bir denge tutturdular. Fakat muha­
lefeti dağıtmak üzere giderek orduya dayanmak zorunda kaldılar. Bu,
garip biçimde Dördüncü Cumhuriyet'i andıran bir durumdu; sonu da
ona benzedi: Bir generalin yönetimi. Ancak Direktuvar, dönem dönem
ortaya çıkan darbelerin ve komploların ( 17 95'deki çe§itli ayaklanma ve
komplolar, Babeuf'un 1 796 yılındaki komplosu, 1 797'de Fructidor,
1 798'de Floreal, 1 799'da Prairial) * bastırılmasında orduya daha çok
bağımlıydı. Zayıf ve halk desteği olmayan bir rejim içirı eylemsizlik yegane
sağlam temirıattır; oysa orta sınıfın ihtiyaç duyduğu §eY, giri§im ve yayıl­
maydı. Çözümsüz gibi görünen bu sorunu ordu halletti. Fetihlere giri§ti;
kendi giderini kendi kar§ıladı; dahası, ganimet ve fetihleriyle hükümete
de kaynak sağladı. Zamanla ordunun en zeki ve becerikli önderi olan
Napoleon Bonaparte'ın, ordunun zayıfbir sivil rejimden tümüyle vazgeçe­
bileceğine karar vermesinde §a§ırtıcı ne yan olabilirdi?
Bu devrimci ordu, Jakoben Cumhuriyetin en zorlu çocuğuydu. Dev­
rimci yurtta§lann 'levee en masse' (topluca askere alınmaları) ile ortaya
çıkmı§, kısa sürede profesyonel sava§çılardan olu§an bir güce dönü§mܧtÜ.
Zira 1 793 ile 1 798 arasında hiçbir sefer-görev emri çıkmamı§ ve askerlik
yapmak istemeyen ya da yeteneldi olmayanlar kitleler halinde firar etmi§­
lerdi. Bu sayede ordu, devrimin temel niteliklerini korumu§, bu arada
yerle§ik bir çıkar grubu niteliği de kazanmı§tı; tipik Bonapartist bir karl§ım.
Devrim ona, Napoleon'un olağanüstü generalliğiyle kullanacağı errısalsiz
bir askeri üstünlük kazandırmı§tı. Ordu, her zaman için rastgele askere
alımların gerçekle§tirildiği bir yer olarak kalclı; acemi erler toplanıyor, eski
askerlerden eğitim ve terbiye alıyorlardı; ·ı<urallara ili§kin kı§la disiplirıi
savsaklanabiliyordu, askerlere adam gl.bi davranılıyordu; terfilerirı, sava§ta
üstünlük göstermek anlamına gelen liyakat esasına dayanması, yürekliliğe
dayanan basit bir hiyerar§i yaratmı§tı. Bu ve kibirli bir devrimci görev
duygusu, Fransız ordusunu, all§ılml§ askeri güçlerin dayandığı kaynaklar-

• Bunlar devrim takvimindeki ayların isimleridir.


FRANSIZ DEVRiMi 85

dan bağımsız kıldı. Hiçbir zaman etkin bir ikmal sistemine sahip olmadı;
çünkü ordu birlikleri, bulunduklan ülkenin imkanlarıyla geçiniyorlardı.
Hiçbir zaman ba§lıca ihtiyaçlarını güç bela da olsa kar§ılayabilecek bir
silah endüstrisi tarafından desteklenmedi; çarpı§maları öylesine bir hızla
kazamyordu ki, silaha ihtiyacı pek olmadı: 1806 yılında büyük Prusya
ordusu, içindeki bütün bir kolordunun yalnızca 1.400 büyük top atı§ı
gerçekle§tirdiği bir ordu önünde darmadağın oldu. Generallerin güvene­
bilecekleri tek §ey, sınırsız bir saidırma cesareti ve hatırı sayılır miktarda
yerel yardımdı. Ku§kusuz, ordunun kendinden kaynaklanan zaafları da
vardı. Napoleon ve bir iki generalin dı§ında, komuta geleneği ve kurmay
çall§ması zayıftı; çünkü devrimci general ya da Napoleoncu mare§al, pek
büyük bir olasılıkla kafasından ziyade cesaretinden ve önderliğinden dola­
yı terfi etmi§ kaba bir 'ba§çavu§' ya da 'bölük komutanı' tipiydi. Kahraman,
ama oldukça budala olan Mare§al Ney, bu bakımdan çok tipiktir. Napo le­
on, sava§ları kazandı; mare§alleriyse kaybetme eğilimindeydi. Yarım yama­
lak ikmal sistemi, Belçika, Kuzey İtalya ve Almanya gibi geli§mi§, zengin
ve yağmaya elveri§li ülkelerde yeterli oluyordu. Polonya ve Rusya'nın ıssız
bölgelerindeyse, göreceğimiz gibi çöktü. Sağlık hizmetlerinin hiç olmaması,
kayıpları çoğalttı: 1800 ile 1815 yıllan arasında Napoleon, birliklerinin
yüzde 40'ını kaybetti. Bunların üçte biri firar yoluyla olmu§sa da, kayıpların
yüzde 90-98'ini muharebe sırasında değil, aldığı yaralar, hastalık, bitkinlik
ve soğuk yüzünden ölenler olu§turuyordu. Özetle bu ordu, bütün Avrupa'yı,
yalnız böyle yapabilme yeteneğinde olduğundan değil, böyle yapmaya
mecbur olduğu için, ani ve §iddetli hamlelerle fethetti.
Öte yandan ordu, burjuva devriminin yetenekli ki§ilere açtığı diğer
alanlar gibi mesleki bir alandı; bu i§te ba§arılı olanların da, diğer bütün
burjuvalar gibi ülkenin istikrar kazanmasında çıkarları vardı. Jakoben­
liğine rağmen orduyu Thermidor sonrası hükümetlerin direği yapan ve
önderi Bonaparte'ı da burjuva devrimini sonuçlandırıp burjuva rejmini
ba§latmaya uygun bir ki§ilik kılan i§te budur. Napoleon, barbar memleketi
olan Korsika ölçülerine göre kibar bir aileden gelmi§ olmakla birlikte,
tipik bir karisyeristti. 1 769'da doğdu; kraliyer ordusunun teknik yeterlili­
ğin vazgeçilmez olduğu ender dallarından birinde, topçuluk alanında
yava§ yava§ yükseldi; hırslı, zor beğenen biriydi ve devrimciydi. Devrim
ve bilhassa tüm gücüyle desteklediği Jakoben diktatörlüğü zamanında
son derece önemli bir cephede yerel bir komiser tarafından oldukça yete­
nekli ve gelecek vaad eden bir asker olarak farkedildi. Komiser de raslantı
eseri Korsikalı'ydı, ancak bu durum görü§lerini olumsuz yönde pek etki­
lememi§ olmalı. II. Yıl, onu general yaptı. Robespierre'in dü§ü§ünden sağ
86 DEVRiM ÇAGI

salim yakayı sıyırmayı ba§ardı ve Paris'te i§e yarar bağlantılar geli§tirme


yeteneği, bu sıkıntılı günlerden sonra ona yardımcı oldu. Kendisini sivil
otoritelerden bağımsız hareket eden Cumhuriyet'in birinci asker ki§isi
yapacak olan 1796 İtalyan Seferi'nde §ansı yaver gitti. 1799 yılının yabancı
i§galleri Oirektuvar'ın güçsüzlüğünü ve kendisinin de vazgeçilmezliğini
ortaya koyunca, iktidar yarı yarıya kendisine teslim edilmi§, yarı yarıya
da kendisi tarafından ele geçirilmi§ oldu. Birinci Konsül oldu; ardından
ömür boyu Konsül ilan edildi; ardından İmparatorluğa getirildi. Kendisi­
nin gelmesiyle birlikte, sanki bir mucize olmu§ gibi, Direktuvar'ın çözül­
meyen sorunları çözülür hale geldi. Birkaç yıl içinde Fransa'nın bir Medeni
Kanun'u oldu, kiliseyle anla§tı ve hatta burjuva istikrarının en çarpıcı
simgesi olan Merkez Bankası'nı kurdu. Böylelikle dünya ilk laik mitine
kaVU§tU.
Ya§lı okurlar ya da eski adedere bağlı ülkelerdeki okuyucular, N apole­
on mitinin yüzyıl boyunca nasıl ya§adığını bilirler: Orta sınıftan hiçbir
ev, onun büstü olmadan tamam sayılmazdı ve nüktedan, zeki bro§Ür yazar­
ları §aka yollu da olsa onun bir insan değil, bir güne§-tann olduğunu
ileri sürerlerciL Bu mitin olağanüstü gücü, ne Napoleon'un zaferleriyle,
ne N apoleoncu propagandayla, hatta ne de N apoleon'un §üphe götürmez
ki§isel dehasıyla açıklanabilir. Bir insan olarak iktidar onu oldukça çirkin­
le§tirmi§se de, hiç tartı§masız son derece parlak, çok yönlü, zeki ve dü§
gücü olan biriydi. Bir general olarak benzersizdi; bir yönetici olarak son
derece etkili br tasarımcı, §ef, idareci, icracı ve kendisine bağlı olanların
yapmakta olduklarını kavrayıp yol gösterebilecek çok yönlü bir zihinsel
yeterliliğe sahipti. Bir birey olarak etrafına bir büyüklük duygusu saçıyor
gibi görünür; ancak Goethe gibi buna tanıklık edenlerin çoğ onu, mit
çoktan etrafını sarmı§ken, §anının doruklarındayken görmütür. Hiç ku§ku
yok ki, büyük bir insandı ve belki Lenin istisna tutulabilir, ama tarihin
portreler galerisinde bugün dahi belirli bir eğitim görmü§ insanların çoğu­
nun (minyonluğu, alnından öne doğru taranmı§ saçı ve yan açık yeleğine
so kulu elinin olu§turduğu üçlü belirti sayesinde de olsa) derhal tanıyacağı
resimlerden biridir. Onun byüklüğünü yirminci yüzyılın büyüklük aday­
larıyla ölçü§türmeye kalkmak, yersiz bir i§ olurdu.
Çünkü Napoleon miti, Napoleon'un kendi hikmetlerine dayanmaktan
çok, zam'anında biriciklik gösteren kariyerine ili§kin o lgulara dayanmakta­
dır. Geçmi§in dünyayı sarsan büyük §öhretleri, ya İskender gibi kral olarak
ya da Julius Caesar gibi patrici olarak ba§lamı§lardı; ama Napoleon salt
ki§isel yeteneği ile 'ufak bir onba§ı'lıktan, bir kıtanın yönetimi mertebesine
yükseldi (Bu tam olarak doğru olmamakla birlikte, onun yükseli§i bu
FRANSIZ DEVRiMi 87

berimlerneyi makul kılacak denli göz kama§tıncıdır) . Kitaplar devirmi§,


genç Bonaparte'm yaptığı gibi iyi kötü §Ür ve roman yazmı§, Rousseau'ya
hayran her genç aydın, artık gökyüzünü kendi sun olarak dü§ünebilir,
adının ba§ harflerini defne yapraklanyla çevrelenmi§ olarak görebilirciL
Ai"tık her i§adamının, tutkusu için bir adı vardı: Aralannda kli§ele§tiği
gibi endüstrinin ya da 'Mali dünyanın Napoleon'u' olmak. Sıradan insan­
lar, kendieri gibi sıradan birinin kral olmak için doğanlardan daha büyük
biri haline gelmesiyle ka:r§ılanna çıkan benzersiz tablo kar§ısında §a§kına
dönmü§lerdi. Napoleon, çifte devrimin dünyayı insanların ihtirasına açtığı
bir anda bu hırsa ki§isel bir ad verdi. Yine de o bundan fazla biriydi.
Onsekizinci yüzyılın uygar, akılcı, ara§tırmacı, aydınlanmı§ insanlanndan
biriydi; fakat takipçisi olduğu Rousseau gibi o da bir ondokuzuncu yüzyıl
romantiğiydi. Devrimin insanıydı ve istikrarı getiren adamdı. Kısacası,
geleneklerden kopan her insanın rüyalarında kendini özde§le§tirebileceği
·

bir çehreydi.
Bunların yanında Fransızlar için çok daha basit §eyler de ifade etmek­
teydi: Uzun tarihlerindeki en ba§arılı hükümdardı. Ülke dı§ında muhte­
§em zaferler elde etmi§ti ülke içinde de bugüne dek varlığını sürdürmü§
Fransız kurumlarını kuran ya da yeniden kuran ki§iydi. Ku§kusuz çoğu
fikirleri, belki de hepsi Devrim ve Direktuvar tarafından dile getirilmi§ti;
onun ki§isel katkısı, bunları daha muhafazakar, hiyerar§ik ve otoriter
kılmak oldu. Kendisinden önce gelenler sadece dü§ünmü§tü, o hayata
geçirdi. Bütün bir Angio-Sakson olmayan burjuva dünyasına örnek ola­
cak Fransız hukukunun apaçık büyük anıtlan (Code'lar) , Napoleon'un
eseriydi. En yukandan en a§ağı kademesine, mahkeme, üniversite ve
okullardaki makam hiyerar§isi onun imzasını ta§ır. Ordu, devlet memur­
luğu, eğitim, hukuk gibi Fransız kamu ya§arnının büyük 'kariyerleri', hala
Napoleon dönemindeki biçimlerini korumaktadırlar. Onun yaptığı sava§­
lardan geri dönemeyen yarım milyon Fransız dı§ında herkese istikrar ve
refah getirdi; onların a:krabalanna dahi §erefkazandırdı. İngilizler, kendi­
lerini tiranlığa kar§ı özgürlük için sava§an kimseler olarak görürler; fakat
1815'de İngilizlerin çoğu, muhtemelen 1800'de olduklarından daha yok­
sul ve kötü durumdayılar. Oysa Fransızların çoğunun durumu, hemen
hemen kesinlikle daha iyiydi. Hala ihmal edilebilir konumda olan ücretli
i§çiler dı§ında, Devrimin sağladığı maddi ekonomik kazanımları
kaybetmi§ kimse yoktu. Bonapartizmin, Naoleon'un dü§Ü§ünden sonra,
siyasetle ilgilenmeyen Fransızların, bilhassa zengin köylülerin ideolojisi
olarak kalmasında esrarengiz bir yan yoktur. 185 1 ile 1870 yılları arasında
ikinci ve küçük bir Napoleon'un varlığı, bu mirası çarçur etmeye yetti.
88 DEVRiM ÇAGI

Sadece bir tek §eyi yıkml§tı: Jakoben Devrimi'ni; onun görkemi altında
baskıyı ortadan kaldırmak için ayaklanan halkın dü§ünü, e§itlik özgürlük
ve karde§lik dü§ünü. Onunkinden daha güçlü bir mitti bu; çünkü onun
dü§mesinden sonra, onun anısı değil, kendi ülkesinde bile bu dü§tür
ondokuzuncu yüzyıl devrimlerine ilham veren.
4
Savaş

Bir yenileşme döneminde, yeni olmayan her şey kötüdür. Monarşininaskerlik sanatı artık
bize uymuyor; zira bizler yeni insanlanz ve faı·klı düşmanlanmız var. Halkın iktidan ve
fetilıleri,siyaset ve savaşlanmn görkemi, her zaman tek bir ilkeye, tek bir güçlü kurnma dayanmıştır
... Ulusumuz kendine özgü bir ulusal kişiliğe şimdiden salıiptir. Onun askeri sistemi düşmanlanndan
farklı olmalıdır. O halde, şayet Fransız ulusu bizim azim ve yeteneğimizden ötürü ürkütücüyse ve
şayet düşmanlanmız sakaı; soğuk ve ağırkanlıysalar askeri sistemimiz de atılgan olmalıdır.
Saint-Just, Kamu Güvenliği Komitesi adına Ulusal Meclis'e sunulan rapoı; II. Yıl'ın ilk
ayımn 19. Günü (lO Ekim 1 973)

Savaşın ilahi olarak mukadder olduğu doğru değildir; toprağın kana susadığı doğru
değildir. Tann savaşı lanetlemiştir; savaşanlar ve onu gizemli bir dehşet içinde sürdürenler
de öyle.
Alfred de Vigny, Servitude et grandeur militaires

Avrupa, 1 792-1815 arasında neredeyse kesintisiz bir sava§a sahne oldu.


Bu sava§ durumu, zaman zaman Avrupa dı§ındaki sava§larla ( 1 790'lar
ile 1800'lerin ba§larında Batı Hint Adaları'nda, Doğu Akdeniz'de ya da
Hindistan' daki sava§ lar, zaman zaman deniz a§ırı hareka dar, 1 8 1 2-
18 14'de Amerika'daki sava§lar) birle§ti ya da çakı§tı. Dünya haritasını
deği§tirdiklerinden, bu sava§larda alınan zaferler ya da yenilgiler oldukça
önemliydi. O nedenle öncelikle sava§ların sonuçlarını gözönüne almamız
gerekir. Fakat, bu kadar somut olmayan bir ba§ka soruna da eğilmemiz
gerekecek. Fiili sava§ sürecinin, askeri seferberliğin ve harekatların ve
bunlara bağlı olarak alınan siyasal ve ekonomik önlemlerin sonuçları
neydi?
Bu benzersiz yirmi yıl boyunca, çok farklı iki türden dü§man kar§ı
kar§ıya geldiler: Devletler ve sistemler. Fransa çıkarları ve özlemleri olan
bir devlet olarak, kendisi gibi diğ�r devletlerle kar§ı kar§ıya geldi (ya da
ittifak içinde oldu). Fakat öte yandan Fransa, bir Devrim olarak, dünya
halklarına tiranlığı devirmek, özgürlüğe kavu§mak için çağrıda bulunmu§,
90 DEVRiM ÇAGI

muhafazakarlar ve reaksiyonerler de ona kar§ı koymu§tur. Devrimci sava­


§ın ilk mah§eri yıllarından sonra bu iki çatı§ma hattı arasındaki farkın
azaldığına ku§ku yoktur. Napoleon'un hükümranlığının sonuna gelindi­
ğinde, Fransız birliklerinin yengilerinde, i§gallerinde ve ilhaklarında, em­
peryalist fetih ve sömürü ögesi, özgürle§me ögesine galebe çaldı; o nedenle
de uluslararası sava§ durumunun, uluslararası (ve herbir ülkedeki) iç
sava§la ili§kisi azaldı. Diğer taraftan, kar§ıdevrimci güçlere, devrimin Fran­
sa'daki ba§arısından artık geri dönü§ olmadığı kabul ettirildi; bunun sonu­
cunda bu güçler, aydınlıkla karanlığın güçleri arasında değil, olağan i§le­
yen devletler arasında (belli çekincelerle) barı§ ko§ullannı görü§meye
hazır hale geldiler. Hatta Napoleon'un il yenilgisinin daha dumanı üze­
rindeyken, büyük devletler, ili§kileri diplomasinin düzenlediği geleneksel
ittifak, kar§ı ittifak, blöf, tehdit ve sava§ oyununda Fransa'nın e§it bir
oyuncu olarak eski yerini yeniden almasına izin vermeye hazırdılar. Yine
de, hem devletler hem de toplumsal sistemler arasında bir çatı§ma. olarak
sava§lann ikili doğası deği§meden kaldı.
Toplumsal açıdan değerlendirirsek, taraflar oldukça e§itsiz bir biçimde
ayrılmı§lardı. Fransa'dan ba§ka, devrimci kökeni ve İnsan Haklan Bildir­
gesi'ne sempatisi nedeniyle Fransa'ya ideolojik yakınlık duyabilecek tek
bir önmli devlet vardı: Amerika Birle§ik Devletleri. Aslında ABD, Fran­
sa'ya sırtını dayadı ve hiç değilse bir defa ( 1 8 1 2-14) , Fransa ile ittifak
içinde olmasa da, ortak dü§man İngiltere'ye kar§ı sava§tı. Ne var ki ABD
büyük ölçüde tarafsız kaldı; İngilizlerle olan anla§mazlığı da ideolojik
açıklamalar gerektiren bir §ey değildi. Geri kalanlar içinde Fransa'nın
ideolojik müttefikleri, ba§lı ba§ına devlet güçleri olmaktan çok, ba§ka
devletlerin içindeki partiler ve fikir akımlanydı.
Çok geni§ bir anlamda, eğitim görmü§, yetenekli ve aydınlanml§ herkes,
en azından Jakoben Diktatörlüğü'ne (bazen de daha sonrasına) kadar Dev­
rime yakınlık duyuyordu. (Beethoven, ona ithaf ettiği Eroica Senfonisi'ni,
ancak Napoleon kendini imparator ilan edince geri aldı) . Ba§langıçta
Devrimi destekleyen Avrupalı dahilerin ve yetenekierin listesi, sadece
1930'ların İspanya Cumhuriyeti'ne duyulan benzer ve neredeyse evrensel
sempati ile kar§ıla§tınlabilir. İngiltere' de §airler -Wortsworth, Blake,
Coleridge, Robert Burns, Southey-, bilim adamları, kimyacı]oseph Priestley
ve Birmingham Ay Derneği'nin çok sayıda seçkin üyesi* , demiryapımcısı
Wilkinson, mühendis Thomas Telford gibi teknisyen ve sanayiciler ile,
genel olarak liberal (whig) ya da muhalif aydınlar bu listede yer alıyordu.

· James Watt'ın oğlu, babasının ihtarına rağmen Fransa'ya gitti.


SAVAŞ 9 1

Almanya'da Kant, Herder, Fichte, Scelling ve Hegel gibi filozoflar, Schiller,


Hoelderlin, Wieland ve ya§lı Klopstock gibi §airler ve müzisyen Beethoven,
İsviçre'de eğitimci Pestalozzi, psikolog Lavater ve ressam Fuessli (Fuseli),
İtalya'da kiliseye muhalif görü§lere sahip hemen herkes de bu listeye
dahildi. Ne var ki, Devrim yanına çektiği bu aydın desteğini ve tanınmı§
saygıdeğer yabancı sempatizanlada onun ilkelerinin yanında durmaya
iman etmi§ insanları fahri Fransız yurtta§lığıyla* onurlandırmı§sa da, ne
bir Beethoven ne de bir Robert Bums, kendi ba§larına fazla bir siyasal ya
da askeri önem ta§ıyordu.
Fransa'yla benzer toplumsal ko§ullara sahip ve sürekli bir kültürel
bağı bulunan Fransa'ya yakın bölgelerde (Hollanda, Lüksemburg ve Belçi­
ka, Ren Bölgesi, İsviçre ve Savoy) , İtalya'da ve biraz daha farklı nedenlerle
İrlanda ve Polonya'da]akobenseverlik ya da Fransız-yanda§lığı gibi önemli
bir siyasal duyarlılık bulunmaktaydı. İngiltere'de ise 'Jakobenlik', Terör
döneminden sonra bile, ku§kusuz büyük siyasi öneme haiz bir olgu olabi­
lirdi; ne var ki, popüler İngiliz milliyetçiliğinin geleneksel Fransız-kar§ıtlı­
ğına çarptı (semirmi§ John Bull'un** açlıktan kırılan kıtalıları horlaması
-dönemin popüleı: karikatürlerinde tüm Fransızlar çöp gibi incecik çizilir­
lerdi- ve aynı zamanda İskoçya'nın ezeli müttefiki de olsa, her §�yden
önce İngiltere'nin 'ezeli dü§mam'na duyulan husumet, aynı oranda bu
milliyetçiliğin bir parçasıydı.)*** İngiliz Jakobenliği, en azından ilk genel
co§kunluk havası geçtikten sonra, öncelikle zanaatkarlara veya i§çi sınıfı­
na ait bir görüngü olması bakımından benzersizdir. Corresponding Societies'in
[Yazl§ma Dernekleri] , i§çi sınıfının ilk bağımsız siyasi örgütü olduğu söyle­
nebilir. Ancak İngiliz Jakobenliği, Tom Paine'in yakla§ık bir milyon satan
İnsan Hakları kitabında benzersiz güçlü bir ses buldu. Yine, İngiltere'nin
ki§isel özgürlük geleneklerini ve Fransa'yla görü§meler yoluyla barı§ yapıl­
masını savunmaya hazır, zenginlikleri ve toplumsal konumları nedeniyle
kovu§turmadan bağl§ık olan Whig yanlısı çıkar gruplarından da belli bir
siyasal destek buldu. Yine de, sava§ın en hayati safhasında ayaklanan
(1 797) Spithead'deki filonun, ekonomik talepleri kar§ılamr kar§ılanmaz
Fransızlara kar§ı sava§mak için bir kez daha denize açılmalarına izin veril-

• İngiltere'den Priestley, Bentham, Wilberforce, kölelik karşıtı mücadele veren Clarkson,


James Mackintosh, Davim Williams; Almanya'dan, Klopstok, Schiller, Caınpe ve Anarcharsis
Cloots; İsviçre'den Pestalozzi; Polanya'dan Kosziusko; İtalya'dan, Gorani; Hollanda'dan
Comelius de Pauw; ABD'den Washington, Haınilton, Madison, Tom Paine ve Joel Barlow.
Bunların hepsi, Devrime yakınlık göstermedi.
•• Tipik İngiliz için kullanılan bir lakap. İskoçyalı John Arbuthnot'un yazdığı Tlıe History
of]olın Bull (1712) adlı hiciv romanının esas kişisi -çn.
••• İskoç Jakobenliğinin çok daha etkili bir halk gücü olmasında bunun da ilgisi olabilir.
92 DEVRiM ÇAGI

mesi için yaygara koparması, İngiliz Jakobenliğinin ne kadar zayıf olduğu­


nu gösteren bir olgudur.
İberik yarımadasında, Habsburg dominyonlarında, Orta ve Doğu Al­
manya'da, İskandinavya'da, Balkanlar'da ve Rusya'da ise Jakobenlik sevgi­
si, göz ardı edilebilir bir güçtü. Ate§li gençleri, aydınlanmacı aydınları ve
Macaristan'daki lgnatus Martinovics ya da Yunanistan'daki Rhigas gibi
ülkelerinin ulusal ve toplumsal özgürle§me mücadelesinde öncüler olarak
saygın yerleri olan ki§ileri kendine çekebilmi§ti ancak. Bağnaz ve cahil
köylülerden soyutlanmı§ olmalarını bırakın bir yana, görü§lerinin orta
ya da daha üst sınıfl�r arasında herhangi bir kitle desteğinden yoksun
olması, Jakobenliği, Avusturya'da olduğu gibi darbe yapmaya giri§tikleri
zaman dahi kolayca bastırılacak bir hareket haline getirdi. Birkaç küçük
öğrenci kalkl§masından ya da 1 792-5 yıllarının Jakoben casusluğundan,
güçlü ve sava§çı İspanyol liberal geleneğinin doğması için bir ku§ağın
geçmesi gerekecekti.
Gerçek §Uydu: Fransa dı§ında Jakobenlik, eğitimli ve orta sınıflarda
dolaysız ideolojik bir çekicilik yarattı; dolayısıyla Jakobenliğin siyasal gücü
de, onların etkinliğine ya da onu kullanma iradelerine bağlıydı. Örneğin
Fransız Devrimi, Polanya'da derin bir etki yaratını§tır. Fransa, öteden
beri Polanyalıların gözünde, ülkenin büyük bölümünü zaten ilhak etmi§
ve çok geçmeden de tamamen kendi aralannda bölü§ecek olan Prusyalı­
lar, Ruslar ve Avusturyalıların ortak hırslarına kar§ı, kendilerine arka
çıkacağını umdukları ba§lıca yabancı güçtü. Aynı zamanda Fransa, bütün
dü§ünen Po kmyalıların ancak o sayede ülkelerinin cellatlarına kar§ı dire­
nebileceklerinde hemfikir oldukları köklü bir reform modeli sunmaktaydı.
O yüzden, 1 7 9 1 [Polanya] Reform anayasasının bilinçli ve köklü bir bi­
çimde Fransız Devrimi'nden etkilenmi§ olması hiç §a§ırtıcı değildir. Bu
anayasa, söz konusu etkiyi ta§ıyan ilk modern anayasaydı.* Fakat Palon­
ya'da reformcu soylular ve toprak sahipleri, diledikleri gibi hareket etme
serbestisine sahiplerdi. Viyana ile yerel özerklik yanlıları arasındaki sürekli
kanayan bir çatl§manın, ta§ra soylularına, direni§ kuramlarıyla (Gömör
Kontl uğu, Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi'ne aykırı olduğu için sansürün
kaldırılmasını istemi§ti) ilgitenrnek için benzer bir neden sağladığı Maca­
ristan'dakilerinse böyle bir serbestlikleri yoktu. Bunun sonucu olarak
'Jakobenlik' orada hem daha zayıftı hem de daha az etkili oldu. Yine,
İrlanda'da ulusal ve tarımsal nedenlerden kaynaklı ho§nutsuzluk, 'Jako-
•Polanya esasen bir soylular ve toprak sahipleri Cumhuriyeti olduğu için, anayasa ancak
çok yüzeysel bir anlamda 'Jakoben' niteliktedir: Soyluların hakimiyeti kaldırılmaktan çok
güçlendirilmi§tir.
SAVAŞ 93

benlik'i, 'Bile§ik İrlandalılar' hareketinin önderlerinin özgür dü§ünceli


masonik ideolojisine verilen desteği kat ve kat a§an siyasal bir güç haline
getirdi. Katı Katolik olan bu ülkede kilise, tanrısız Fransızların zaferi için
ayinler düzenliyordu. İrlandalılar, i§galci Fransız birliklerine kucak açmaya
hazırdı; Robespierre'e yakınlık duydukları için değil, İngilizlerden nefret
ettikleri ve onlara kar§ı bir müttefik aradıkları için. Öte yandan yoksullu­
ğun ve Katalikliğin e§it derecede yaygın olduğu İspanya'da, Jakobenlik
tam tersi bir nedenle tutunamadı: İspanya'yı baskı altında tutan yabancı­
lar yoktu ve böyle bir §eyi yalnızca Fransızların yapma ihtimali vardı.
Ne Polanya ne de İrlanda, Jakobenlik sevgisinin tipik ömekleriydiler;
zira devrimin gerçek programı buralarda hemen hiç taraftar bulmadı.
Bu, Fransa'nınkine benzer toplumsal ve siyasal sorunların bulunduğu
ülkelerde gerçekle§ti. Bu ülkeler iki gruba ayrılıyorlardı: Yerli 'Jakoben­
lik'in siyasal gücü ele geçirme §ansının hayli yüksek olduğu devletler ile,
ancak Fransa'nın fethinin ileri götürebileceği ülkeler. Hollanda, Belçika,
Lüksemburg, İsviçre'nin bazı yerleri ve muhtemelen bir ya da iki İtalyan
devleti ilk gruba, Batı Almanya'nın büyük bölümüyle İtalya ikinci gruba
giriyordu. Belçika. (Avusturya Hollandası) 1 789'da zaten ayaklanmı§tı;
Camille Desmoulins'in, gazetesine 'Les Revolutiims de France et de Brabant'
(Fransa ve Brabant Devrimleri) adını verdiği sık sık unutulur. Fransa
yanda§ı devrimciler (demokrat Vonckistler) , ku§kusuz muhafazakar Statist­
lerden daha güçsüzdüler; ama ülkelerinin Fransızlarca fethedilmesine
gerçek bir devrimci destek verecek kadar güçlüydüler. Birle§ik Eyaler­
ler'de Fransa ile ittifak arayı§ındaki 'vatanseverler', bir devrimi göze ala­
cak kadar güçlü olsalar da, dl§arıdan yardım almadan bunu ba§arabilecek­
leri yolunda ku§kuları vardı. Bunlar, küçük orta sınıfı ve büyük tüccar
soyluların olu§turduğu egemen oligar§ilere kar§ı birlikte harekete geçen­
leri temsil ediyorlardı. İsviçre'nin kimi Protestan kantonlarında, sol kanat
unsurlar hep güçlü olmu§ ve Fransız etkisi her zaman güçlü bir biçimde
hissedilmi§tir. Burada da, Fransız istilası yerel devrimci güçler yaratmaktan
çok onların gücünü artırdı.
Batı Almanya ve İtalya'da ise durum böyle değildi. Fransız i§gali, özel­
likle Mainz'deki ve güneybatıdaki Alman Jakobenlerince ho§ kar§ılandı;
ama bunların, kendi ba§larına hükümetlerine sorun çıkaracak kadar bir
mesafe katetmi§ oldukları söylenemezdi.* İtalya'da aydınlanmacılığın ve
· masonluğun yaygınlığı, eğitimli ki§iler arasında Devrimi son derece popü­
ler kıldı; ancak yerel Jakobenlik, neredeyse bütün aydınlanmı§ (yani kilise

• Fransızlar, uydu nitelikte olan bir Ren Cumhuriyeti kurmayı bile başaramadılar.
94 DEVRiM ÇAGI

kar§ıtı) orta sınıfı ve toprak sahiplerinin bir bölümünü yanına çektiği


Napali Krallığı'nda güçlüydü ve Güney İtalya'nın ikliminde hayli serpilmi§
olan gizli loncalar ve demekler içinde çok iyi örgütlenmi§ti. Ancak top­
lumsal devrimden yana kitlelerle ili§ki kurmacia tamamen ba§arısız olma­
sının acısını çekti. Fransızların ilededikleri haberi gelir gelmez, Napoli
Cumhuriyeti'ni kurmak zor olmadı. Ancak Papa ve Kralın bayrağı altında
sağcı bir toplumsal devrim sonucunda aynı kolaylıkla devrildi. Çünkü
köylüler ve Napaliten ayaktakımı (lazzaroni) , belli bir hakWıkla Jakoben­
liği 'faytonlu biri' olarak tanımlıyorlardı.
O halde, üstünkörü bir ifadeyle, yabancı Jakobenlik sevgisinin askeri
değeri, esas olarak Fransız fetihlerine yardımcı olmak ve fethedilen toprak­
larda siyasi olarak güvenilir yöneticiler sağlamaktı. Gerçekten, yerel Jako­
benliğin güçlü olduğu yerlerdeki eğilim, uydu cumhuriyedere dönü§mek
ve sonra vakti geldiğinde Fransa'ya iltihak etmek yönündeydi. 1 795'te
Belçika ilhak edildi; aynı yıl Hollanda Batavian Cumhuriyeti'ne ve gide­
rek Banapartların bir aile krallığına dönü§tÜ. Ren bölgesinin sol §eridi
ilhak edildi ve Napoleon'un (Berg Büyük Dükalığı -§imdiki Ruhr Hav­
zası- ve Westphalia krallığı gibi) uydu devletleri ve doğrudan ilhaklar,
kuzeybatı Almanya'ya doğru boylu boyunca yayıldı. İsviçre, ı 798'de Hel­
vetia Cumhuriyeti oldu ve daha sonra ilhak edildi. İtalya'da ağırlıkla
uydu devletler olan İtalyan Krallığı ile Napoli Krallığı'nın dı§ında, giderek
kısmen Fransız toprağı haline gelecek olan (Cisalpine ( ı 797) , Liguria
(ı 797) , Roma (ı 798) , Partenope (ı 798) gibi) bir dizi cumhuriyet kuruldu.
Yabancı Jakobenliğin belli bir askeri önemi olmu§tU. Fransa'da da yaban­
cı Jakobenler Cumhuriyetçi stratej inin olu§turulasında önemli bir rol
oynadılar. İtalyan asıllı Napoleon Banapart'ın Fransız ordusunda yükseli§in­
de ve İtalya'da sonradan elde ettiği ba§arılarda azımsanmayacak bir payı
bulunan Salicetti grubu buna bir örnektir. Fakat Salicetti grubunun ya da
yabantıJakobenlerin ba§arıda belirleyici olduğu iddia edilemez. Etkili biçim­
de değerlendirilebilmi§ olsaydı, Fransa yanlısı dl§ hareketler içinde sadece
biri, İrlandalıların Jakobenliği böyle belirleyici bir rol oynayabilirdi. Özellikle
İngiltere'nin, Fransa'nın sava§ meydanındaki tek rakibi olarak kaldığı ı 797-
8 yıllarında, İrlanda devrimi ile Fransız i§galinin birle§mesi, İngiltere'yi barı§
yapmaya zorlyabilirdi. Ancak bir denizi a§arak ülke i§gal etmenin yabana
atılmayacak teknik sorunları vardı; Fransızlar bu konuda hem kararsızdılar
hem de doğru düzgün planları yoktu. ı 798 İrlanda ayaklanması da, kitlesel ·

bir halk desteğine sahip olmasına kar§ın çok kötü örgütlenmi§ti ve kolayca
bastırıldı. Bu nedenle bir Fransa-İrlanda ortak harekatının teorik olasılıkları
üzerine kafa patlatmak bo§unadır.
SAVAŞ 95

Fakat Fransızlar, Fransa d1§ındaki devrimci güçlerden destek görürken,


aynı §eyi Fransa'nın kar§ıtları da yaptı. Fransa'nın istilasına kar§ı halk
arasında kendiliğinden ortaya çıkan direnme hareketlerinin, hatta bu
sava§ı veren köylülerin, bu bile§eni sava§çı bir kilise ve kralcı muhafaza­
karlık terimleriyle ifade ettikleri anlarda bile yadsınamaz bir toplumsal
devrimci bile§eni vardı. Çağımızda neredeyse tamamen devrimci sava§la
özde§le§en bir askeri taktiğin, yani gerilla ya da partizan sava§ının, 1 792
ile ı 8 1 5 arasında hemen hemen sadece Fransa kar§ıtlarının saflarında
görülmü§ olması manidardır. Bizzat Fransa'da Vendeeliler ve Bretanyalı
chouaniar, ı 793'ten itibaren aralıklarla 1 802'ye dek kralcı bir gerilla sava§ı
sürdürdüler. Fransa d1§ında, ı 798-9'da Güney İtalya'nın e§kiyaları, Fransa
kar§ıtı halk geriliası hareketinin ba§latıcısı oldular. Andreas Hofer önder­
liğindeki Tyrollüler, 1809'da, ama daha önemlisi 1808'den itibaren İspan­
yollar ve bir ölçüde 1 8 1 2-13 yıllarında Ruslar, bunu kayda değer bir
ba§arıyla uyguladılar. Bu devrimci taktiğin Fransa kar§ıtları açısından
ta§ıdığı askeri önemirı, yabancıJakobenliğinin Fransızlar için ta§ıdığı aske­
ri önemden kesinlikle çok daha büyük olması gariptir. Fransız birlikleri
yenHclikten ya da geri çekildikten sonra Fransa sınırlarının ötesirlde hiçbir
yerde Jakoben yanlısı bir hükümet tutunamadı; fakat Tyrol, İspanya ve
. bir ölçüde Güney İtalya, resmi ordularının ve yöneticilerinin yenilmesin-
den sonra, Fransızların ba§ına daha önce olduğundan çok daha önemli
askeri sorunlar çıkardılar. Bunun nedeni besbellidir: Bunlar köylü hareke­
tiydi. Yerel köylülüğe dayanmadığı yerlerde Fransa kar§ıtı milliyetçiliğin
askeri önemi ihmal edilebilir düzeydeydi. 18 13-14 yıllarında geriye dönük
bir vatanseverlik, bir Alman 'kurtulu§ sava§ı' yaratmı§tır; ancak bunun
Fransa'ya kar§ı geli§en bir halk direni§ine dayandığını söylemenirı bağnaz­
ca bir uydurma olacağı kesindir.1 Ordular ba§arısız olunca, İspanya'da
Fransızları halk durdurdu; Almanya'daysa nizami ordular onları nizami
bir biçimde yendi.
Toplumsal açıdan ele alırsak, sava§ın Fransa ve ona sınırı olan ülkele­
rin diğerlerine kar§ı verdiği bir sava§ olduğunu söylemek pek yanıltıcı
olmaz. Devletler arasındaki artık geride kalmı§ güç ili§kileri açısından,
bu hat daha da karı§ıktı. Buradaki temel çatı§ma, yüzyılın kayda değer
bir bölümünde Avrupa çapındaki uluslararası ili§kilere egemen olan İngil­
tere ile Fransa arasındaydı. İngilizlerin bakı§ açısından bu çatı§ma, nere­
deyse tümüyle ekonomik bir nitelik ta§ıyordu. Kendi ticaretinin Avrupa
pazarlarına tamamen egemen olması, sömürge ve deniz a§ırı pazarların
denetimirıi tümüyle ele geçirme ve bunun sonucu olarak da açık denizie­
rin kontrolünü sağlama yolunda önüne çıkan ba§lıca rakibini ortadan
96 DEVRiM ÇAGI

kaldırmak istiyordu. Aslında, sava§lar sonucunda elde ettiği de bundan


a§ağı kalır bir§ey değildi. Avrupa'da bu hedef, deniz yolları üzerindeki
bazı önemli noktaların denetimini ele geçirmek ya da bunların tehlikeli
olabilecek güçteki devletlerin eline geçmemesini sağlamak dı§ında, her­
hangi bir toprak kazanma hırsını içermiyordu. Bunun dı§ında İngiltere,
potansiyel bir rakibin diğer devletler tarafından denetleneceği herhangi
bir kıtasal çözüme razıydı. Kıta dı§ındaysa hedef, diğer halkların sömürge
imparatorluklarının tümüyle ortadan kaldırılması ve hatırı sayılır ölçüde
İngiltere'ye ilhak edilmesiydi.
Tek ba§ına bu politika bile, Fransa'ya bazı potansiyel müttefikler sağla­
maya ye tti. Zira denizcilikle, ticaretle uğra§an ve sömürgeleri olan bütün
devletler, [İngiltere'nin] bu politikasını kaygıyla ve dü§manlıkla kar§ıladı­
lar. Aslında bu devletlerin normal tutumları, sava§ zamanında özgür tica­
ret yapabilmenin hatırı sayılır yararları olduğundan, tarafsızlıktı. Ne var
ki İngilizlerin, oldukça gerçekçi bir biçimde, tarafsız gemi ta§ımacılığını
kendilerinden çok Fransa'ya yarar sağlayan bir etmen olarak değerlendir­
mesi, Fransa'nın 1806'dan sonra uyguladığı abluka politikası tam aksi
bir yöne itene kadar, zaman zaman çatı§manın içine girmelerine neden
oldu. Denizci devletlerin büyük bölümü, İngiltere'ye sorun çıkarmak için
ya çok zayıftı ya da Avrupa'da sıkı§ıp kalml§lardı; fakat 18 12-14 İngiliz­
Amerikan sava§ı, bu çatı§manın bir sonucuydu.
Fransa'nın İngiltere'ye olan dü§manlığı biraz daha karına§ık olmakla
birlikte, İngilizler gibi onların da içlerinde varolan tam zafer arzusu, i§tah­
ları en az İngilizler kadar sınırsız.bir Fransız burjuvazisini iktidara ta§ımı§
olan Devrim nedeniyle daha da güçlenmi§ti. İngilizler kar§ısında elde
edilecek bir zafer, en azından, İngiltere'nin (isabetli bir biçimde) hayat
damarı olduğuna inanılan İngiliz ticaretininin yıkılmasını; İngiltere'nin
gelecekte toparlanmasına kar§ı bir tedbir olarak kalıcı bir §ekilde yok
edilmesini gerektiriyordu. (Fransa-İngiltere ile Roma-Kartaca çatı§maları
arasır1daki benzerlikler, siyasal imgelemleri büyük oranda klasik bir nitelik
ta§ıyan Fransızların kafasını çok me§gul ediyordu) . Daha hırslı olan Fran- .
sız burjuvazisi, İngiltere'nin a§ikar ekonomik üstünlüğünü ancak kendi
siyasal ve askeri kaynaklarıyla, yani rakiplerini sokmadığı kendisi için
geni§ bir esir pazarı yaratarak dengelerneyi umabilirdi. Bu iki dü§ünce
de, İngiliz-Frarisız çatı§masına diğerlerine benzemeyen bir kalıcılık ve
inatçılık kazandırdı. Her iki taraf da, gerçekten -bugii.n sıradan bir durum
olmakla birlikte o günlerde pek mümkün olmayan- tam bir zaferden
daha azına razı değildi. İki ülke arasında ya§anan kısa bir barı§ süresi
( 1802-3), her ikisinin de barı§ı sürdürmekte isteksiz olmaları yüzünden
SAVAŞ 97

sona erdi. Askeri durum bir açmaz dayattığından, olay daha da dikkate
değerdi: 1 790'ların sonlarından itibaren İngilizlerin kıtaya tam olarak
geçemeyeceği, Fransa'nınsa kıtayı tam anlamıyla terk ederneyeceği açıktı.
Fransa kar§ıtı diğer güçler, daha az ölümcül bir mücadele tarzı yürütü­
yorlardı. Tümü de, elbette kendi siyasal emellerinden vazgeçmeden Fran­
sız Devrimi'ni yıkmayı umuyordu; fakat 1 792-5'den sonra bunun artık
uygulanabilir olmaktan çıktığı görüldü. İtalya' daki müstemlekeleri, nüfuz
alanları ve Almanya'daki önder konumu Fransa tarafından doğrudan
tehdit edilince Bourbonlarla aile bağlarını daha da sıkıla§tıran Avusturya,
en tutarlı Fransa kar§ıtı kesildi ve Fransa'ya kar§ı kurulan her büyük
koalisyonda yer aldı. Sadece 1 795-1800, 1805--:7 ve 1 8 12'de sava§a giren
Rusya, dönem dönem Fransa kar§ıtı bir tutum içinde girdi. Prusya, kaf§ı·
devrimci cenaha yakınlık, Avusturya'ya duyduğu güvensizlik ve Fran­
sa'nın giri§iminden nemalanan Polanya ve Almanya üzerindeki emelleri
arasında bölünmü§tÜ. O nedenle sava§a (1 792-5'te, tuzla buz olduğu
1806-?'de ve 1 8 13 'te) zaman zaman ve yarı bağımsız bir kılıkta katıldı.
Zaman zaman Fransa kar§ıtı koalisyonlara katılan öteki devletlerin politi­
kası, benzer dalgalanmalar göstermektedir. Devrime kar§ı olmakla birlikte,
politika politikadır deyip ba§ka sularda avlanıyorlardı ve bu ülkelerin
çıkarları arasında, onları Fransa'ya, özellikle Avrupa toprağının yeniden
payla§ımını tayin ettiği bir dönemde muzaffer bir Fransa'ya kar§ı kalıcı,
deği§mez bir dü§manlığa zorlayacak bir §ey yoktu.
Avrupalı devletlerin bu kalıcı diplomatik emelleriyle çıkarları, aynı
zamanda Fransa'ya sayısız potansiyel müttefik sağladı; çünkü devletlerin
sürekli olarak birbirleriyle rekabet ve gerginlik içinde bulunduğu bir sis­
temde, 'dü§manırnın dü§manı dostumdur' anlayı§ı egemendir. Aralarında
en güvenilir olanları, prenslikler üzerinde İmparatorun (yani Avustur­
ya'nın) gücünün zayıflamasında uzun zamandır çıkarları olan -normal
olarak bu konuda Fransa ile ittifak halindeydiler- ya da Prusya'nın gücü­
nün artmasından rahatsızlık duyan küçük Alman prensleriydi. Güneybatı
Alman devletleri -Napoleoncu Ren Konfederasyonu'nun (1806) çekirde­
ğini olu§turacak Baden, Wurtemberg, Bavyera- ile Prusya'nın eski rakibi
ve kurbanı Saksonya, bunların en önemlileriydi. Gerçekten de Saksonya,
yine kısmen ekonomik çıkarlada açıklanabilecek nedenlerden dolayı,
Napoleon'un en son ve sadık müttefiki olmu§tu; çünkü son derece geli§kin
bir imalat merkezi olarak Napoleon'un 'kıta sistemi'nden fayda sağlıyordu.
Yine de, Frarısa kar§ıtı kanattaki bölünmelerle Fransa'nın yanına çeke­
bileceği potarısiyel müttefikler hesaba katılsa bile, Fransa kar§ıtı koalisyon­
lar kağıt üzerinde kaçınılmaz olarak, en azından ba§langıçta daha
98 DEVRiM ÇAGI

güçlüydüler. Ancak askeri sava§lar tarihi, adeta Fransa'nın kesintisiz, soluk


verici zaferlerinin bir tarihiydi. Yabancı devletlerin ve ülke içindeki kar§ı­
devrimin ilk saldmlarının geri püskürtülmesinden sonra (1793-94), Fransa
ordularının cddi biçimde savunmaya çekildiği tek bir kısa dönem oldu:
İkinci koalisyonun, Suvorov'un ba§ında bulnciuğu muazzam Rus ordusunu
seferber ettiği 1799'da (Bu, Rusya'nın Batı Avrupa'daki ilk harekatıydı).
1794 ile 1812 arasındaki bütün seferler ve kara sava§lan listesi, hemen
hemen aralıksız Fransa'nın zaferlerinden olu§maktadır. Bunun nedeni, Fran­
sa'daki devrimde yatmaktadır. Devrimirt ülke dt§ında yarattığı siyasal aydın­
lanma, daha önce de gördüğümüz gibi tayin edici oldu. En azından bunun,
reaksiyoner devletlerirt halklanm, onlara özgürlük getiren Fransa'ya kar§ı
direnmekten alıkoyduğunu ileri sürebiliriz; fakat aslında onsekizinci yüzyılın
ortodoks devletlerinirt askeri strateji ve taktikleri, sivillerirt sava§a katıl­
malarını ne bekliyordu ne de böyle bir §eyi ho§ kar§ılamaktaydı: Büyük
Frederick, kendisirte Ruslara direnmeyi öneren sadık Berlinlilere, ısrarla
sava§ı kendisinirt de bir parçası olduğu profesyonellere bırakmalarını söyle­
mi§ti. Fakat bu, Fransa'nın sava§ma tarzını deği§tirerek, eski rejimirt ordulan
kar§ısında onlara ölçüsüz bir üstünlük sağladı. Teknik açıdan eski rejimierin
ordulan daha iyi eğitimli ve disiplinliydiler; deniz sava§ında olduğu gibi bu
niteliklerin belirleyici olduğu yerlerde, Fransızlar belirgirt §ekilde zayıf kalı­
yorlardı. Fransızlar iyi birer korsandılar ve vur kaç saldırılan yapıyorlardı;
fakat yeterli eğitime sahip denizcilerirt, hepsirtden öte -büyük ölçüde krallık
yanlısı N orman ve Breton soylularından olduklan içirt- Devrimde büyük
kısmı yok edilen ve yerlerine hızla yenileri konulamayan ehil deniz subaylan­
nın yokluğunu telafi edemiyorlardı. İngiltere ile Fransa arasındaki altı bü­
yük, sekiz küçük deniz çarpı§masında Fransa'nın insan kaybı, İngiltere'den
on kat fazlaydı.Z Fakat irticalen örgütlenme, hareketlilik, esneklik ve hepsin
öte gözü karalık ve moral güç göz önüne alındığında, Fransa'nın rakibi
yoktu . Bu üstünlüklerirt herhangi birirtin askeri dehayla ilgisi yoktu; çünkü
Fransa'nın, Napoleon'dan önceki askeri tarihi zaten yeterince göz kama§ttrı­
cıydı ve ortalama olarak Fransız komuta kadernesi fazla bir istisnai niteliğe
sahip değildi. Fakat bu üstünlük, her devrimirt ba§lıca sonuçlarından biri
olarak, ülke içindeki ve dt§ındaki Fransız kadrolarının gençle§tirilmesine
bağlı olabilir. 1806'da güçlü Prusya ordusundaki 142 generalden yetmi§
ikisi, kıta hizmetirtdeki bütün komutanlar gibi, altmt§ ya§ın üzerirtdeydi.3
Fakat 1806'da (yirmi dört ya§ında general olmu§) Napoleon, (yirmi altısında
bir alaya komuta eden) Murat, (aynı görevi yirmi yedisirtde üstlenmi§)
Ney ve Davout, bunlarınhepsi de ya§lan yirmi altı ile otuz yedi arasında
deği§en ki§ilerdi.
SAVAŞ 99

II

Fransa'nın ba§arılarındaki görece tekdüzelik, kara sava§lanndaki askeri


harekatları ayrıntılı biçimde ele almayı gereksiz kılmaktadır. ı 793-4'te
Fransızların arnacı Devrimi korumaktı. ı 794-5'de, Alçak Ülkeleri, Ren
bölgesini, İspanya'nın bir bölümünü, İsviçre'yi ve Savoy'u (ve Ligurya'yı)
i§gal ett�er. ı 796'da Napoleon'un ünlü İtalya seferi, onlara bütün İtalya'yı
kazandırdı ve Fransa'ya kaqı kurulan ilk oalisyonu kırdı. Napoleon'un,
Malta'ya, Mısır'a ve Suriye'ye yaptığı ke§if seferleri (ı 797-9) , İngiltere'nin
deniz gücü kar§ısında ba§arılı olamadı ve Napoleon'un yokluğunda kuru­
lan ikinci koalisyon, Fransa'yı İtalya'dan çıkartarak Almanya'ya kadar
sürdü. Müttefik ordularının İsviçre'de yenilmesi (ı 799 Zurich sava§ı) ,
Fransa'yı istiladan kurtardı ve bir süre sonra Napoleon'un geri dönmesi
ve iktidarı almasıyla Fransa bir kez daha saldırıya geçti. 1801 'de kıta
Avrupası'ndaki geri kalan müttefikleri, htta 1 802'de İngiltere'yi barı§
masasına oturttu. Ondan sonra, ı 794-8'de fethedilen ya da kontrol altına
alınan bölglerde Fransa'nın üstünlüğü, sorgusuz sualsiz devarn etti. 1805-
7'de Fransızlara kar§ı yeni bir sava§ ba§latrna giri§imi, sadece Fransa'ın
nüfuzunu Rus sınırlarına kadar yaymasını sağladı. 1805'de Moravya'daki
Austerlitz sava§ında Avusturya yeniidi ve ona da barı§ dayatıldı. Ayrı
olarak ve sonradan sava§a giren Prusya, ı806'daki Jena ve Auerstaedt
saa§lannda darmadağın oldu ve parçalandı. Auerstaedt'te yenilrnesine,
Eylau'da ( ı 807) tokadanınasma ve Friedland'da ( 1807) bir kez daha
yenilmesine kar§ın, Rusya askeri bir güç olarak dokunulmaz kaldı. Bu
anla§rna sayesinde İskandinavya ve Türkiye Balkanlan dı§ında kıtanın
geri kalanı da Fransa'nın hegemonyasına girmekle birlikte, Tilsit Anla§­
ması'nda ( 1 807) Rusya'ya haklı olarak saygılı davranıldı. ı809'da Avus­
turya'nın özgürlüğü sarsına giri§imi, Aspern-Essling ve Wagram sava§la­
rında bo§a çıkartıldı. Ne var ki 1808'de, Napoleon'un karde§i Joseph'in
ba§larına kral olarak getirilmesine kar§ı İspanyolların ba§lattığı isyan,
İngilizlere bir manevra alanı açtı ve bu yarımadada, İngilizlerin zaman
zaman uğradıkları yenilgilerden ve ricarlardan (örneğin ı 809-ıO'da) etki­
lenmeyen sürekli bir askeri faaliyetin ba§larnasına neden oldu.
Ancak Fransa, bu dönernde denizde tam anlamıyla bozguna uğradı.
Trafalgar sava§ından ( ı 805) sonra, sadece kanalı geçerek İngiltere'yi istila
etme değil, deniza§ırı temaslar kurma §ansı da ortadan kalktı. Ekonomik
baskı dı§ında İngiltere'yi yenmenin ba§ka bir yolu yok gibi görünüyordu;
Kıta Avrupsı Sistemi'ni (1 8\)6) kurarak Napoleon'un da yapmaya çall§tığı
buydu. Bu ablukayı etkin biçimde dayatmanın ve sürdürmenin önün-
1 00 DEVRiM ÇAGI

deki güçlükler, Tilsit anla§masının yarattığı istikrarı da zedeledi ve Rusya


ile aranın açılmasına neden oldu; bu, Napoleon'un geleceği açısından
dönüm noktasıydı. Rusya istila, Moskova i§gal edildi. Napoleon'un dü§­
manlarının çoğunun benzer ko§ullar altında yaptığı gibi Çar da barl§
yapmı§ olsaydı, kumarı kazanmı§ olacaktı. Fakat Çar bunu yapmadı.
Napoleon da, ya kesin kazanma ihtimali olmayan bitmeyecek bir sava§ı
sürdürmek ya da geri çekilmekten birini seçmek durumunda kaldı. Her
ikisi de aynı orand bir felaketti. Daha önce gördüğümüz gibi, Fransız
ordusunun yöntemleri, yeterince zengin ve insanların yoğun olarak ya§a­
dıkları bölgelere hızla baskın vermeye ve hayat damarlarını kesmeye daya­
nıyordu. Fakat ilkkez geli§tirildiği Lombardiya'da ve Ren bölgesinde i§le­
yen, hatta orta Avrupa'da da uygulama §ansı bulan bu yöntem, Polonya
ve Rusya gibi muazzam geni§likte, bo§ ve kıraç yerlerde tümüyle ba§arısız­
lığa uğradı. Napoleon, Rusya'nın kl§ndan çok, Büyük Ordu'ya yeterince
ikmal yapamadığı için yenildL Moskova'dan çekilmek, Ordu'yu yıktı.
Rusya'ya giren 610.000 ki§iden ancak 100.000 kadarı Rusya'dan çıkabildL
Bu ko§ullar altında, Fransa'ya kar§ı kurulan son koalisyona yalnız Fran­
sa'nın eski dü§manlarıyla kurbanları değil, kazanan tarafta olmaya can
atan herkes katıldı; sadece Saksonya kralı, Napoleon'a bağlılığından çok
geç vazgeçti. Yeni ve son derece toy Fransız ordusu, Leipzig'de (1813)
yeniidi ve müttefikler, Napoleon'un hayranlık verici manevralarına rağ­
men, Fransa'ya doğru amansız ilerleyi§lerini sürdrdüler; İngiltere ise İberik
Yarımadası'ndan Fransa'ya ilerledi. Paris i§gal edildi ve İmparator 6 Nisan
1814'de tahttan çekildi. 1815 'te iktidarını geri almayı denedi, ama
Waterloo sava§ı (Temmuz 1815) onun sonu oldu.

III

Sava§la geçen bu on yıllar boyunca, Avrupa'nın siyasi sınırları, defalarca


yeniden çizildi. Bizim burada, yalnızca Napoleon'un mağlubiyetinden
sonra da §U ya da bu biçimde devamlılığını korumu§ deği§ikliklere göz
atmamız yeterli olacaktır.
Bunların en önemlisi, özellikle Almanya ve İalya'da, Avrupa'nın siyasi
haritasının genel bir ussallık kazanmasıydı. Siyasal coğrafya açısından
Fransız Devrimi, Avrupa'nın ortaçağına son verdi. Yüzyıllardır geli§mekte
olan karakteristik modem devlet, kesin sınırları olan, tek bir egemen
otorite tarafından ve tek bir temel idari sisteme ve hukuka göre yönetilen
teritoryal [ülkesel] bakımdan tutunumlu ve bölünmez bir alandır (Fransız
Devrimi'nden itibaren modem devletin, aynı zmanda tek bir 'ulus'u ya
SAVNŞ 1 0 1

da dilsel bir grubu temsil etmesi gerektiği varsayıldı; fakat bu evrede


egemen teritoryal bir devlet, henüz bunu içermiyordu) . Ortaçağ İngiltere­
si ömeğirıdeki gibi, zaman zaman böyle göründüğü olmuşsa da, Avrupa'ya
özgü feodal devlet bu gereklilikleri karşılamıyordu. Daha çok 'malikane'ye
göre biçim alml§tı. 'Bedford Dükünün malikaneleri' teriminden, ne tek
bir blok olması, ne doğrudan sahibi tarafından yönetilmesi, ne aynı kira­
lama koşullarına sahip olması, ne de ortakçılığı dışlaması gerektiği aniaşı­
lamayacağı gibi, aynı şekilde Batı Avrupa'nın feodal devleti de, bugün
asla hoşgörülemeyecek olan karmaşık bir yapıyı dışlamıyordu. 1 789'a
gelirıdiğindeyse bu karmaşık yapıların sorunlu oldukları çoktandır hissedi­
liyordu. Fransa'da papaya bağlı Avignon kenti ömeğirıde olduğu gibi,
belli bir devletirı toprağında yabancı adacıklar peycia oluvermi§ti. Tarihsel
nedenlerle, bir devletin içindeki toprakların, aynı zamanda başka bir
devletin parçası durumundaki bir başka lorda bağlı, dolayısıyla modern
terimler!e ifade edersek çifte egemenlik altında oldukları görüldü.* Güm­
rük duvarları biçimindeki 'sınırlar', aynı devletin farklı eyalerlerinin ara­
sından geçmekteydi. Kutsal Roma İmparatoru'nun, yüzyıllar içersinde
birikmiş ve hiçbir zaman bir standarda kavuşturulmamış ya da birleştiril­
memi§ özel prenslikleri vardı-hatta 1804'e kadar Habsburg Hanedam'nın
başının, bütün toprakları üzerirıde sahip olduğu egemenliği tanımlayacak
tek bir ünvanı bile yoktu**-: Kendisi de 1807'ye kadar tam anlamıyla
birleşmemi§ Prusya krallığı gibi bir büyük güçten başlayıp her ebatta prens­
likten, bir kaç dönümden büyük olpıayan malikaneleri bir üst lorda bağlı
olmayan 'özgür imparatorluk şövalyeleri' ve bağımsız kent-devleti cumhu­
riyetlerine varıncaya dek çeşitli topraklar üzerinde imparatorluk otorite­
sine sahipti. Bunların her biri de, eğer yeterince büyükseler, bölük pörçük
toprak edinmenin uzun ve kaprisli tarihine, bölünen ve yeniden birleşen
aile mirasına bağlı olarak aynı teritoryal birlik ve standardizasyon noksan­
lığını göstermekteydiler. Asgari bir toprak ve nüfus büyüklüğünü modern
yönetim birimine dayatan ve bugün bizim diyelim Liechtenstein'ın BM.
üyeliğini belli bir rahatsızlık duymadan düşünmemizi olanaksız kılan eko­
nomik, idari, ideolojik ve iktidarla ilgili mütalaalar, henüz yeterince belir­
gin değildi. Bunun sonucunda, özellikle Almanya ve İtalya'da küçük ve
cüce devletler her yanı kuşattı.
Devrim ve akabinde çıkan savaşlar, kısmen teritoryal birliğe ve s tan­
dardizasyona duyulan devrimci şevkten, kısmen de küçük ve zayıf dev-
• Günümüzde bu türden tek bir Avrupa ömeği kalml§tır, o da İspanyol Urgel Piskoposluğu
ile Fransa Cumhuriyeti Ba§kanının çifte egemenliği altında bulunan Andorra Cumhuriyeti'dir.
•• Ki§i olarak sadece Avusturya Dükü, Macaristan Kralı, Bo hemya Kralı, Tirol Kontu vs. idi.
. 1 02 DEVRiM ÇAGI

letlerin durmadan büyük kom§ularının açgözlülüklerine hedef olmala­


rından dolayı, bu kalınnların önemli bir bölümünü temizledi. Kutsa Roma
İmparatorluğu gibi eski devrin resmi kalıntılarıyla, kent-devletlerinin
ve kent-imparatorluklarının çoğu ortadan kalktı. İmparator, 1806'da
öldü; Ceneviz ve Venedik gibi antik cumhuriyetler 1 797'de battılar ve
sava§ın sonunda Alman özgür kentlerinin sayısı dörde indi. Bir ba§ka
karakteristik ortaçağ kalıntısı olan bağımsız kilise devleti de aynı yolun
yolcusu oldu: Cologne, Mainz, Treves, Salzburg gibi piskoposluk prenslik­
leri ve ba§kaları ortadan silindi; sadece orta İtalya'daki Papa'ya bağlı
devletler, 1870'e kadar varlıklarını sürdürdüler. Fransızların, ( 1797-8 ve
1803 'te) Almanya'nın siyasi haritasını yeniden düzenlerken sistemli ola­
rak ba§vurdukları ilhak, barl§ anla§maları ve kongreler, -özgür impara­
torluk §Övalyelerini ve benzerlerini saymazsak- Kutsal Roma imparatoru­
ğu'na bağlı 234 bölgeyi kırka indirdi; ku§aklar boyu süren acımasız sa­
va§ların siyasi yapıyı çoktan basitle§tirdiği İtalya'da -cüce devletler yal­
nızca Kuzey ve Orta İtalya ile sınırlıydı- fazla büyük deği§iklik olmadı. Bu
deği§ikliklerin çoğundan sağlam yapılı monar§ik devletler kazançlı çık­
tığından, Napoleon'un yenilmesi yalnızca bu deği§iklikleri kalıcı hale
getirdi. Avusturya, salt Katalik Kilisesi'ne duyduğu saygıdan ötürü
( 1803'te kazandığı) Salzburg'dan vazgeçmeyi dü§ünemeyeceği gibi, en
ba§ında bu cumhuriyetin topraklarını Fransa'nın devrimci ordularının
harekatı sayesinde eline geçirdiği için, artık Venedik Cumhuriyeti'ni de
yeniden kurmayı dü§ünemezdi.
Elbette, sava§lar nedeniyle Avrupa'nın dl§ında meydana gelen teritor­
yal deği§iklikler, ha§ ka ülkelerin sömürgelerinin İngilizler tarafından top­
tan ilhakımn ve (San Domingo' da olduğu gibi) Fransız Devrimi'nin esin­
Iediği ya da (İspanyl ve Portekiz Amerikası'nda olduğu gibi) sömürgelerin
metropolleriı;ı.den geçici olarak ayrılmalarının mümkün kıldığı veya dayat­
tığı sömürgelerdeki kurtulu§ hareketlerinin bir sonucuydu. Denizlerdeki
İngiliz egemenliği, bu deği§ikliklerin çoğunun, ister Fransa'nın ister (çok
daha ekseriyetle) Fransa kar§ıdarının pahasına olsun, geri döndürülemez
olmasını sağladı.
Doğrudan ya da dolaylı olarak Fransa'nın fetihlerinin yol açtığı kurum­
sal deği§iklikler de aynı oranda önemliydi. Fransızlar, güçlerinin doruğun­
dayken (18 10) Ren'in solunda kalan bütün Almanya'yı, Belçika'yı, Hollan­
da'yı ve doğuda Luebeck'e kadar Kuzey Almanya'yı, Savoy'u, Piedmont'u,
Ligurya'yı ve Apeninler'in batısından Napoli sınırına kadar İtalya'yı ve
Korent'den Dalmaçya'ya kadar (Dalmaçya dahil) İlirya eyaletlerini, Fran­
sa'nın bir parçası olarak doğrudan yönettiler. Fransız aileleri ya da uydu
SAVAŞ 1 03

krallıklar, dükalıklar, İspanya'yı, İtalya'nın geri kalanını, Ren bölgesi­


Westphalia ile Polanya'nın büyük bölümünü kaplamaktaydı. Bütün bu
topraklarda (belki Büyük Var§ova Dükalığ� dl§ında) Fransız Devrimi'nin
ve Napoleon İmparatorluğunun kurumlan otomatik olarak uygulanıyor
ya da yerel idarelerde örnek olarak alınıyordu: Feodalizm resmen kaldırıldı,
Fransız yasaları uygulanmaya ba§landı. Bu deği§ikliklerden geri dönmenin,
sınırları deği§tirmekten daha zor olduğu anla§ıldı. Örneğin Napoleon'uri
Medeni Kanunu, Belçika'da, (Prusya'ya iade edildikten sonra bile) Ren
bölgesinde ve İtalya'da yerel yasaların temeliiı.i olu§turdu ve öyle de kaldı.
Feodalizm, bir kez kaldırıldıhan sonra bir daha hiçbir yerde toparlanamadı.
Yeni bir siyasal sistemin üstünlüğü kar§ısında ya da benzer reformlar
yapmaktaki kendi aczierinden dolayı yenilclikleri Fransa'nın akıllı dü§man­
ları için belli bir §ey olduğundan, sava§lar sadece Fransa'nın fethi aracılığıyla
değil, ona kar§ı tepki yoluyla da (-İspanya'da olduğu gibi- bazı örneklerde
her ikisiyle birden) deği§iklikler yarattı. Bir yanda Napoleon'un i§birlikçileri,
afrancesados, öte yanda Cadiz'in Fransa kar§ıtı Cuntasının liberal önderleri,
özünde aynı İspanya' nın, Fransız Devrim reformlarının çizgisinde modern­
le§mi§ bir İspanya'nın hayalini kuruyorlardı; ve birinin ba§aramadığını, öteki
ba§armaya çalı§ıyordu. Tepkiden kaynaklı reformun çok daha iyi bir örne­
ğini -çünkü İspanyol liberaller, yalnızca tarihsel bir raslantı eseri olarak ilk
ve Fransa kar§ıtı reformculardı- Prusya verdi. Burada köylülere bir tür
özgürlük tanındı, levee en masse ögelere sahip bir ordu kuruldu, tümüyle
Jena'da ve Auerstaedt'de Frederickçi ordunun ve devletin çökmesinin tesi­
riyle ve büyük oranda bu yenilgiyi tersine çevirmek amacıyla yasal, ekono­
mik ve eğitim alanında reformlar yapıldı.
Gerçekten de, biraz abartarak da olsa, Rusya'nın ve Türkiye'nin batı­
sında ve İskandinavya'nın güneyinde, bu yirmi yıllık sil re içerisinde, Fran­
sız Devrimi'nin geni§lemesinden ya da yarattığı öykünıneden iç kurumları
hiç etkilenmemi§ tek bir önemli Avrupa ülkesi bulmak olanaksızdır. Hatta
a§ırı-reaksiyoner Napoli Krallığı bile, Fransızların son verdiği yasal feoda­
lizmi bir daha asla fiilen kuramadı.
Fakat sınırlarda, yasalarda ve yönetim kurumlarında meydana gelen
deği§iklikler, devrimci sava§ın bu on yıllarının üçüncü etkisinin yanında
hiç kalırdı: Siyasal iklimde ya§ anan derin dönü§üm. Fransız Devrimi pat­
lak verdiğincie, Avrupa'nın hükümetleri onu görece bir itidalle kar§ıladı­
lar: Kurumların ansızın deği§mesi, isyanların ba§ göstermesi, hanedanların
aziedilmesi ya da krallara suikastierin yapılması veya idam edilmeleri,
buna alı§rnı§ ve ba§ka ülkelerdeki bu tür deği§iklikleri, güçler dengesi ve
kendi göreli konumları üzerinde yaratacağı etki bakımından değerlendi-
1 04 DEVRiM ÇAGI

ren onsekizinci yüzyılyöneticilerini çok §a§ırtmadı. "Cenevre'den kovdu­


ğum isyancılar", diye yazıyordu eski rejimin ünlü Fransız Dı§i§leri Bakanı
Vergennes, "İngiliz ajanıdırlar, oysa Amerika'daki isyancılar uzun süreli
bir dostluk vaadinde bulunuyorlar. Benim bunlara kar§ı politikamı, onla­
rın siyasal sistemleri değil, Fransa'ya kar§ı takındıkları tutum tayin eder.
Benim devlet aiılayı§ım budur. "4 Fakat, ı 8 ı 5 'e gelindiğinde devrime kar§ı
tamamen farklı bir tutum hakim olmaya ve güçler dengesini bu tutum
belirlemeye ba§ladı.
Artık tek bir ülkedeki devrimin Avrupa'ya yayılabileceği; öğretilerinin
sınırları a§abileceği ve daha da kötüsü, devrimin haçlı ordularının bir
kıtanın siyasal sistemlerini silip süpürebileceği biliniyordu. Yine, artık
toplumsal devrimin mümkün olduğu; ulusların devletlerden, halkların
yöneticilerinden, hatta yoksulların hakim sınıflardan bağımsız §eyler ola­
rak varoldukları biliniyordu. De Bonald, ı 796'da §öyle bir gözlernde bu­
lunmu§tU: "Fransız Devrimi, tarihte benzeri olmayan bir olaydır."5 Bu
ifade yanıltıcıdır: Fransız Devrimi, evrensel bir olaydı. Hiçbir ülke bundan
bağı§ık değildi. Endülüs'ten Moskova'ya, Baltık'tan Suriye'ye -Moğollar­
dan bu yana hiçbir fatihin geçmediği ve §imdiye dek İskandinavlar dl§ında
Avrupa' daki hiçbir askeri gücün sava§madığı geni§likte bir alanda- sefere
kalkan Fransız askerleri, devrimin evrenselliğini ba§ka hiçbir §eyin yapa­
mayacağı kadar etkinlikle dünyaya yaydılar. Hatta Napoleon döneminde
bile, İspanya'dan İlirya'ya kadar beraberlerinde götürdökleri öğretiler ve
kurumlar, hükümetlerin bildiği ve halkların da çok yakında öğreneceği
gibi evrensel öğretilerdi. Yunanlı bir haydut ve vatansever, duygularını
tam olarak §öyle ifade ediyordu:
"Bana kalırsa" dedi Kolokotrones, "Fransız Devrimi ve Napoleon'un
yaptıkları, dünyanın gözünü açtı. Milletler, daha önce hiçbir §ey bilmi­
yordu; halk, kralların yeryüzündeki Tanrılar olduklarını, onların ne eyler�
lerse güzel eylediklerini söylemeye mecbur olduğunu dü§ünüyordu. Bugün­
kü deği§iklikle insanları yönetmek çok daha zor olacak."6

IV

Yirmi yıldan fazla süren sava§ın, Avrupa'nın siyasal yapısı üzerinde yarat­
tığı etkileri gördük. Fakat, fiili sava§ sürecinin, askeri seferberliğin ve
harekatların ve bunlara dayanılarak alınan siyasal ve ekonomik önlem­
lerin sonuçları neydi?
Bu sonuçların, en büyük zararları görmü§ ve dalaylı olarak da diğer
ükelerden çok daha büyük nüfus kaybına uğraml§ Fransa dı§ında akan
SAV� 1 05

kanla en ilgisiz ülkelerde çok daha büyük olması gerçekten paradoksaldır.


Devrimin ve Napoleon döneminin insanları, ülkeleri gerçek anlamda
harabeye çevirecek güçte ve barbarlıkta iki sava§ dönemi -onyedinci
yüzyılla günümüz yüzyılı- arasında ya§ayacak kadar §anslıydılar. ı 792-
ısı5 sava§larından etkilenen hiçbir bölge, hatta askeri harekatların her
yerden daha uzun sürdüğü, halkın direni§inin ve misillernelerin bu hare­
katları daha da vah§ile§tirdiği İberik Yarımadası bile, onyedinci yüzyılın
Kuzey Sava§ları ve Otuz Yıl Sava§ları'nda Orta ve Doğu Avrupa'nın bir
bölümü, onsekizinci yüzyıl ba§larında İsviçre ve Polonya, ya da yirminci
yüzyıldaki sava§ ve iç sava§larda dünyanın büyük bölüü kadar harap
olmadı. ı 789'dan önceki uzun ekonomik iyile§me dönemi, sava§ın, yağ­
manın ve talanın yol açtığı tahribata, bir de kıtlığın ve onunla birlikte
gelen veba ile salgın hastalıklarm (en azından ı8ı ı'e kadar) eklenmediği
anlamına gelmekteydi (Büyük kıtlık dönemi, ı8 16-ı 7'de, sava§lardan
sonra ortaya çıkmı§tır) . Askeri seferler, kısa ve sert olma eğilimindeydi
ve kullanılan cephane -görece hafifve hareketli toplar-, modem ölçüdere
göre fazla yıkıcı değildi. Ku§atmalar, yaygın uygulamalar değildi. Mesken­
ler ve üretim araçları için en büyük tehlike ate§ti ve küçük evlerle çiftlikler
çarçabuk yeniden kurulabiliyordu. Endüstri öncesi bir ekonomide hızla
yerine konması gerçekten zor tek maddi tahribat, yeti§meleri yıllar alan
ormanların, meyve ya da zeytin ağaçlarının uğradığı tahribattı; ama bu
tür olayların çok fazla olduğu söylenemez.
Sonuç olarak, gerçekte hiçbir devlet bunları hesaplamak için giri§imde
bulunmamı§sa da, ve bizim bütün değerlendirmelerimiz de Fransa ile
birkaç özel durum dı§ında tahminden öteye geçemese de, bu yirmi yıllık
sava§tan kaynaklanan insan kayıpları, modem ölçüdere göre ürkütücü
boyutlarda görünmemektedir. Bütün bu dönemde sava§ta ya§amını yitiren
bir milyon insan7 , dört buçuk yıl süren Birinci Dünya Sava§ı'ndaki tek
bir büyük muharebede yitirilen cana ya da 186 ı-5 arasındaki Amerikan
İç Sava§ı'nda ölen 600.000 civarındaki insana yakın bir kayıptır. Hatta,
o günlerde kıtlığın ve salgın hastalıkların olağanüstü öldürme gücünü

amınsayacak olursak ( ı865 gibi ileri bir tarihte bile İspanya'da kolera
salgınmda 236.744 ki§inin kurban verildiği söylenir8 ) , yirmi yıldan fazla
sürmü§ genel çaplı bir sava§ için iki milyon ölü bile kanlı sayılmayabilir.
Gerçekten de hiçbir ülke (belki Fransa haricinde) , bu dönemde nüfus
artı§ oranının önemli ölçüde yava§ladığını iddia etmemektedir.
Sava§an tarafları bir yana koyarsak, Avrupa'nın sakinleri için sava§,
muhtemelen ya§amın olağan seyrinde zaman zaman meydana gelen doğ­
rudan bir kesintiden ba§ka bir §ey ifade etmiyordu, o da belki. Jane
1 06 DEVRiM ÇAGI

Austen'ın kırda ya§ayan ailesi, sanki hiçbir §ey olmamı§ gibi i§lerini sür­
dürmü§tü. Fritz Reuter'in Mecklenburgerlileri, yabancı i§gal dönemini,
bir dramdan çok, küçük bir anekdot olarak hatırlıyorlardı; (coğrafi ve
siyasi durumu bakımından ordulan ve sava§lan sinekler gibi üzerine çeken
ve bu bakımdan sadece Belçika ile Lombardiya'nın yarı§abileceği Avru­
pa'nın 'çeki§me alanlan'ndan biri olan) Saksonya'da geçen çocukluğunu
amınsayan ya§h Kuegelgen'in kafasında, bir tek askerlerin Dresden'e giri§i
ve kı§lamalan kalmı§tı. Geçerken belirtelim, sava§a giren askerlerin sayısı,
modem ölçüdere göre olağanüstü olmamakla birlikte, önceki sava§ larda
olduğundan çok daha fazlaydı. Hatta zorunlu askerlik bile, sava§maya
gönüllü olanların askere alınmasıyla sınırıydı: Napoleon'un hükümdarlığı
sırasında Fransa'nın 350.000 nüfuslu Côte d'Or bölgesinden yalnızca
ı 1.000 ki§i askere alınmı§tı (yalnızca yüzde 3. ı5) ve ı800 ile ı8ı5 arasın­
da askere alınanlar, Fransa'nın toplam nüfusunun yüzde 7'sini geçmiyor­
du; oysa çok daha kısa süren Birinci Dünya Sava§ı'nda bu rakam yüzde
2 ı 'di.9 Yine de mutlak rakamlarla bakıldığında, bu çok büyük bir sayıydı.
ı 793-4'teki zorunlu askere almalar sırasında, (teorik olarak askere çağn­
lan 770.000 ki§iden) yakla§ık 630.000'i silah altına alındı; ı805' de, barı§
zamanında Napoleon'un askeri gücü, 400.000'i buluyordu ve kıtanın geri
kaamndaki, özellikle İspanya'daki Fransız birliklerini saymazsak, ı8 ı 2 'de
Rusya'ya ba§latılan sefer sırasında Büyük Ordu'da (300.000'i Fransız ol­
mayan) 700.000 asker bulunuyordu. Mali sorunların ve örgütlenmede
ya§anan sıkıntıların tam bir askeri seferberliği zorla§tırmasının yanında
(örneğin 1809 anla§masıyla ı 8 ı3'de ı50.000 ki§ilik bir orduya sahip ol­
masına izin verilen Avusturyalıların elinde aslında sefere hazır 60.000
asker bulunmaktaydı) , İngiltere dl§ında bu ülkelerin sürekli sava§ halinde
olmamalanndan bile kaynaklansa, yine de ransa'nın dü§manlannın
seferber ettikleri askerlerin sayısı çok daha küçüktü. Öte yandan İngiltere,
§a§ırtıcı miktarda askeri seferber etmi§tir. Parlamento'dan yeterli tahsisatı
çıkardığı 300.000 ki§ilik bir kara ordusu, ı 40.000 ki§ilik deniz ordusuyla
gücünün doruğunda olduğu dönemde ( ı 8 13-ı4) , insan gücüne Fran­
sa'nın yaptığından çok daha ağır bir yük bindirmi§ olsa gerekti. *10
Yüzyılımızda dökülen kanla kar§Ua§tırıldığında fazla sayılmasa da, ka­
yıplar yine de ağırdı; fakat garip olan, aslında bunların pek azının dü§man
tarafından ödürülmü§ olmasıdır. 1 793-1 8 ı5 arasında ölen İngiliz deniz­
cilerinin sadece yüzde 6'sı ya da 7 'si Fransızlada çarpı§ırken öldü; yüzde
•Bu rakamlar, Parlamentonun izin verdiği para miktanna dayandığından, insan sayısı aslında
daha azdı. J. Leverrier, La Naissaııce de l'armee ııationale, 1 789-94 (1939), s. 139; G. Lefebvre,
Napoleon ( 1936), s. 198, 572; M. Lewis, age., s. 1 19; Parliamerıtary Papers XVII, 1859, s. 15.
SAVAŞ 1 07

80'i hastalıklardan ya da kazalardan dolayı ya§amını yitirdi. Sava§ alanın­


da ölmek, az bir ihtimaldi; Austerlitz'deki kayıpların sadece yüzde 2'si,
Waterloo'dakilerirı yakla§ık yüzde 8'i ya da 9'u sava§ırken öldü. Sava§ın
yol açtığı asıl tehlike, ihmal, pislik, kötü örgütlenme, eksik tıbbi hizmetler
ve sağlık konusundaki bilgisizlikti. Bu yüzden yaralılar, mahkumlar ve
(tropik bölgelerde olduğu gibi) iklim ko§ullarından dolayı insanlar kitleler
halinde ölmekteydi.
Askeri harekatlar sırasında doğrudan ya da dalaylı nedenlerle insanlar
ölüyar ve üretim gereçleri tahrip oluyordu; fakat gördüğümüz gibi, bütün
bunlar bir ülkenin ya§amının ve geli§mesinin olağan seyrini ciddi §ekilde
sekteye uğratacak boyutlara varmıyordu. Sava§ın ekonomik gereklerinin
(ve ekonomik refahın) daha uzun vadeli sonuçlan olmu§tU.
Onsekizinci yüzyılın ölçütlerine göre devrim ve Napoleon Sava§ları,
daha önce görülmedik ölçüde pahalı olaylardı; öyle ki parasal maliyetleri,
çağda§larını, belki de can kayıplarından daha fazla etkiledi. Waterloo
sonrası ku§akta sava§ın mali yükünde, insan kayıplarıyla kar§ıla§tırıl­
dığında belirgin bir dü§Ü§ gözlenmekteydi: 182 1-1850 arasındaki sava§la­
rın maliyeti, 1 790:-1820 arasıyla kar§ıla§tırıldığında yılda ortalama yüzde
10 daha azdı; sava§ yüzünden ölümlerin yıllık ortalamasıysa, önceki döne­
min yüzde 25'inden biraz daha azdı. 11 Bu maliyet nasıl kar§ılandı? Parasal
enflasyon (devlet faturalarını ödemek içirı yeni para basılması) ve borçlan­
ma ile, vergi halkta bir ho§nutsuzluk yarattığından, parlamentolar ya da
tabakalar meclisleri tarafından çıkartılmaları gerektiği yerlerde siyasal
sıkıntılara yol açtığından, asgari tutolmaya çalı§ılan bir özel vergi arasında
bile§im kurmak, geleneksel yöntemdi. Fakat sava§ın olağandı§ı mali gerek­
leri ve ko§ulları bütün bunları bo§a çıkardı ya da dönü§türdü.
İlkin, sava§lar, dünyayı kar§ılığı olmayan kağıt paraya alı§tırdı.* Bu
kağıt parçalarından kolayca basarak devletin harcamalarını kar§ılamak,
kıta Avrupası'ndaki ülkelere çok çekici geldi. Kilise topraklarının satı§ın·
dan elde edilecek kazanç tahmin edilerek hazırlanan Fransız Assignatları
( 1 789), yüzde 5 faiz getiren ilk Fransız Hazirıe bonosu ömekleriydi. Birkaç
ay içinde paraya dönü§türüldü ve arkadan gelen her mali bunalım, büyük
miktarlarda basılınalarına ve değerlerinin hızla dü§mesine neden oldu.
Bunda, halkın devlete duyduğu güvenin giderek azalmasının da etkisi
vardı. Sava§ın patlak vermesiyle birlikte yüzde 40, haziran 1793 itibarıyla
da üçte iki oranında değer yitirdi. J akoben rejim, bu tahvilleriri değerlerini

•Talep üzerine külçe alnnla deği§tirilebilir olsun olmasın, gerçekte her tür kağıt para,
onsekizinci yüzyıl sona ermeden önce, fazla bilinen bir §ey değildi.
J 08 DEVRiM ÇAGI

oldukça iyi korudu; ancak Thermidor'dan sonra kontrolden çıkan ekono­


mi, değerlerini giderek üç yüzde birine kadar dü§ürdü ve sonunda ı 797'de
devletin resmen iflas etmesi, neredeyse yüzyıl boyunca Fransızları her
tür kağıt paraya kar§ı önyargılı hale getiren bir para dönemini sona erdirdi.
Diğer ülkelerdeki kağıt paraların akıbeti biraz daha iyiydi; bir tek ı8 10'da
Rusya, bonoları, üstündeki değerin yüzde 20'sine, Avusturya da (ı8ıO
ve ı8 ı S'de yaptığı iki devalüasyonla) yüzde ıO'una dü§ürmü§tÜ. İngilizler­
se, sava§ı finanse etmenin bu özel biçiminden uzak durdular; onlardan
ürkmeyecek kadar kağıt paraya alı§kındılar. Fakat İngiliz Merkez Bankası,
hükümetten gelen büyük talep baskısının, külçe altına duyulan özel tale­
bin ve kıtlığın yol açtığı özel gerginliğin yarattığı çifte baskıya direnemedi.
ı 797'de özel mü§terilere altınla ödeme yapma uygulaması askıya alındı
ve altın kar§ılığı olmayan kağıt paralar de facto efektif nakit para haline
geldi: 1 sterlinlik paralar, bu geli§menin bir sonucuydu. 'Kağıt sterlin',
kıtadaki paralar gibi ciddi bir değer kaybına hiç uğramadı; en çok değe­
rinin yüzde 7 ı 'i kadar geriledi ve ı 8 ı 7'de yeniden yüzde 98'e yükseldi.
Fakat tahmin edilenden çok daha uzun ömürlü oldu. Altınla ödemeye
dönülmesi, 182 ı 'e kadar gerçekle§medi.
Verginin bir ba§ka seçeneği de borçlanmaydı; fakat kamu borçlarında,
beklenmedik oranda ağır ve sürekli sava§ harcamalarının neden olduğu
ba§ döndürücü yükseli§, en mamur, zengin ve mali açıdan geli§kin ülkeleri
bile ürküttü. Sava§ı be§ yıl süreyle iç borçlanma yoluyla kar§ılayan İngiliz
hükümeti, bu amaçla bir gelir vergisi getirerek ( 1 799-ı 8 ı6) , sava§ gider­
lerini doğrudan vergilendirme yoluyla kar§ılama yönünde görülmemi§
ve me§Um bir adım attı. Ülkenin zenginliğinin hızla artması, bu önlemi
uygulanabilir kıldı ve ondan sonra sava§ giderleri esas olarak para geliriyle
kar§ılandı. Şayet ba§tan yeterli ve uygun bir vergi konulsaydı, Ulusal
Borç 1 793'te 228 milyon sterlinden 1 8 16'da 876 milyon sterline, yıllık
borç yükü de 1 792'de 10 milyon sterlinden 1 8 15 'te 30 milyon sterline
(ki savaştan önceki yılda toplam hükümet harcamalanndan daha büyüktü)
çıkmayabilirdi. Bu borçlanmaların toplumsal sonuçları çok büyük oldu;
çünkü aslında borçlanma, halkın ödediği verginin büyük bölümünün,
William Cobbett gibi, yoksulların, küçük i§adamlarının ve çiftçilerin onla­
ra kar§ı sözcülüğünü üstlendiği ve gazetesinden üzerlerine yıldırımlar
yağdırdığı küçük bir zengin 'fon sahipleri' sınıfının cebine akmasını sağla­
yan bir i§lev görmekteydi. Uzun zamandır müttefiklerini sübvanse etme
politikası izleyen İngiliz hükümeti, yurtdı§ına (en azından Fransa kar§ıtı
kanada) verdiği borçları arttırmı§tı: 1 794-1804 arasında bu rakam 80
milyon sterline çıktı. Bu durumdan yararlananlar, esas olarak Baringler,
SAVAŞ 1 09

Rothschild hanedam gibi bu aldı verdi i§lerinde aracı gibi hareket eden,
-ister İngiliz ister yabancı olsun, giderek daha fazla, uluslararası para piya­
sasının ba§lıca merkezi haline gelmi§ olan- Londra üzerinden ݧ gören ulus­
lararası mali çevreler oldu (Rothschild'ın kurucusu olan Meyer Amschel
Rothschild, oğlu Nathan'ı 1 798'de Frankfurt'tan Londra'ya gönderdi) .
Bu büyiik uluslararası bankerler çağı, sava§lardan sonra ortaya çıktı ve
bu bankerler, eski rejimierin toparlanmasına, yenilerinin de istikrara ka­
vu§masına yardımcı olmak üzere büyük krediler verdiler. Fakat, Baringlerin
ve Rothschildlerin, onaltıncı yüzyıl büyük Alman bankerierinden bu yana
kimsenin yapmadığı kadar dünya para piyasasına egemen oldukları çağın
temeli, sava§lar sırasında atılmı§tır.
Ne var ki, sava§ maliyesinin teknik ayrıntıları, büyük miktarda kaynağın
barl§ zamanından büyük bir sava§ın gerektirdiği amaçlarla kullanılmak
üzere askeri alana kaydırılmasınınyarattığı genel ekonomik etkinin yanında
daha önemsizdi. Sava§ için gerekli kaynakların tamamen sivil ekonomiden
ya da onun pahasına kar§ılandığını dü§ünmek kesinlikle doğru olmaz. Ordu
yalnızca, aksi halde ݧSiz kalacak, hatta mevcut ekonominin sınırları içinde
bile çall§amayacak insanları seferber edebilir.* Sava§ endüstrisi, kısa vadede
insanları ve malzemeleri sivil piyasadan çekmesine kar§m, uzun vadede,
barl§ döneminde normal kar dü§üncesiyle el atılmayabilecek geli§meleri
uyarabilir. Bu, daha önce de gördüğümüz gibi (2. Bölüme bakınız) , pamuk!u
endüstrisiyle kar§ıla§tırıldığında hızlı büyüme olanağına sahip olmayan, o
nedenle geleneksel olarak uyaranını hükümette ve sava§ta bulan demir
ve çelik endüstrileri için çok bilinen bir durumdu. 183 1 'de Dionysius
Lardner, "onsekizinci yüzyılda demirhane ve demir döküm, neredeyse top
dökümüyle bir tutuluyordu" diye yazdı.12 O nedenle, sermaye kaynaklarının
bir bölümünün [sava§ endüstrisineJ kaydırıldığını kabul edebiliriz; sermaye
malları endüstrisirıe ve teknik geli§melere yapılan uzun vadeli yatırımların
doğası böyleydi. Örneğin devrimin ve Napoleon Sava§ları'nın yarattığı
teknik yenilikler arasında, kıtada (Batı Hint Adaları'ndan ithal edilen §eker
kaml§ının yerini almak üzere) §eker pancarı endüstrisi ile (İngiliz donanma­
sının gemilerde bozulmadan saklanabilecek yiyecek arayı§larından doğan)
konserve yiyecek endüstrisi bulunmaktaydı. Buna rağmen, büyük bir saVa§,
kaynak kullanımında büyük bir deği§iklik anlamına geldiği gibi, ülkelerin
birbirlerini ablukaya aldıkları durumlarda, ekonominin sava§ ve barl§ sek­
törlerinin aynı kıt kaynaklar için dolaysızca rekabete girmesi anlamına da
gelebilir.
• Bu, İsviçre gibi a§ırı nüfuslu dağlık bölgelerde paralı askerlik yapmak için göç etme
geleneğinin temelini olu§turmaktaydı.
1 1 0 DEVRiM ÇAGI

Böyle bir rekabetin en bilinen sonucu, enflasyondur; gerçekten sava­


§ın, onsekizinci yüzyılda yava§ yükselen fiyat seviyesini (bunun bir bölümü
devalüasyondan kaynaklansa da) her ülkede yukarı fırlattığını biliyoruz.
Bu, kendi ba§ına bir ekonomik sonuç olarak, (örneğin, ücretler normal
olarak fiyatların gerisinde kaldığından, ücretlilerden uzakla§arak i§adam­
larına ve imalatçılardan kaçarak sava§ zamanındaki yüksek fiyatlardan
daima memnuniyet duyan tarıma doğru) gelirlerde kesin bir yeniden
dağılım olduğunu göstermektedir. Tersine, sava§ın taleplerinin sona erme­
si ve o zamana dek sava§ın kullandığı -insan dahil- bir kaynak kitlesinin
bo§ kalması, sivil pazarın kar§ısına, her zamankinden çok daha yoğun
yeniden d üzenleme sorunları çıkarır. Bir örnek alalım: ı 8 ı 4-ı8 ı 8 arasın­
da İngiliz ordusunun gücü, yakla§ık ı 50.000 ki§i ya da Manchester'ın 6
günkü nüfusundan daha fazla bir miktarda azaltıldı ve ı8 13'te bir kilesi
ı 08. 5 §ilin olan buğday fiyatları, ı 8ı 5 'te 64.2 §iline dü§tÜ. Gerçekte,
sava§ sonrası dönemde yapılan ekonomik ayarlamaların, bütün Avrupa
için anormal ekonomik güçlüklerden birini olu§turduğunu biliyoruz; üste­
lik ı8 ı 6-ı 7 yılında hasatta ya§anan felaket, bu güçlüğün daha da §iddet­
lenmesine yol açmı§tır.
Ne var ki, daha genel bir soru sormamız gerekiyor. Sava§ın yarattığı
kaynak kullanımındaki bu deği§iklik, farklı ülkelerin ekonomik geli§me­
sini ne ölçüde sekteye uğratmı§ ya da yava§latmı§tır? Bu sorunun, iki
büyük ekonomik güç olan ve en ağır ekonomik yükün altına giren Fransa
ve İngiltere açısından özel bir öneme sahip olduğu açıktır. Fransa'nın
yükünün büyük bölümü, son evrelerinde sava§tan kaynaklanmıyordu;
çünkü sava§ harcamalarının kar§ılanması, büyük oranda fetih ordularının
topraklarını yağmaladığı ya da gaspettiği, insanlarını, ürünlerini ve parala­
rını hacıettiği yabancıların pahasına yapılacak biçimde düzenlenmi§ti.
İtalya'nın vergi gelirlerinin yakla§ık yarısı, ı805-ı 2 arasında Fransa'ya
gitmekteyciL 13 Bu uygulamanın, tam olarak gerçekle§memi§ olmakla bir­
likte, yine de -parasal olduğu kadar reel olarak da- sava§ı ba§ka bir çözüm
yolundan çok daha ucuza getirdiği açıktır. Fransız ekonomisi gerçek tahri­
batı, devrimle, iç sava§la ve karga§ayla geçen on yılda yedi; örneğin,
ı 790-ı 795 arasında Seine-lnferieure imalatçılarının yıllık cirosu 4 1 mil­
yondan ı 5 milyona, çalı§tırdıkları i§çi sayısı ise 246.000'den 86.000'e
dü§tü. Buna bir de İngiltere'nin deniz hakimiyeti nedeniyle doğan deniz­
a§ırı ticaret kayıplarını eklemek gerekir. İngilizlerin ekonomik yüküyse,
yalnızca kendinin değil, kıtadaki müttefiklerine sağladığı geleneksel eko­
nomik yardımlar yüzünden ba§ka ülkelerin de sava§ giderlerini ta§ımanın
maliyetinden ileri gelmekteydi. Para açısından bakıldığında, İngilizler
SAVAŞ 1 1 1

sava§ boyunca en ağır yükü çeken ulustu. Bunun onlara, Fransa'nınkin­


den üç, dört katı maliyeti oldu.
Bu genel soruya, Fransa açısından yanıt vermek, İngiltere açısından
yanıt vermekten daha kolaydır; çünkü Fransız ekonomisinin görece dur­
gun olduğu ve endüstrisiyle ticaretinin devrim ve sava§lar olmasaydı ke­
sinlikle çok daha hızlı geni§leyeceği konusunda bir ku§ku yoktur. Ancak
Napoleon döneminde ülke ekonomisi son derece belirgin bir ilerleme
kaydetmi§se de, 1 790'lardaki gerilerneyi telafi edemedi. İngilizler açısın­
dansa yanıt daha belirsizdir; çünkü burada geni§leme göz kama§tırıcıdır
ve sorulabilecek tek soru §Udur: Eğer sava§ olmasaydı bu geni§leme bun­
dan daha hızlı olabilir miydi? Bugün genel olarak kabul gören yanıtsa
olabileceği yönündedir. 1 4 Habsburg İmparatorluğu gibi,.ekonomik geli§­
menin yava§ ve ini§li çıkı§lı olduğu, sava§ın niceliksel etkisinin görece az
olduğu diğer ülkeler için bu sorunun fazla bir önemi yoktur.
Elbette bu kuru değerlendirmelerle, gerçek srundan kaçılmı§ oluyor.
Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda İngiltere'nin ekonomik nedenlerden
kaynaklandığı apaçık olan sava§larının, kendi ba§lanna ya da ekonomiyi
uyarmak suretiyle ekonomik geli§meyi ilerietmesi beklenmiyordu; bu iler­
lemenin, zaferle, rakipleri tasfiye ederek ve yeni pazarlar ele geçirmek
yoluyla gerçekle§eceğine inanılıyordu. Sava§ların, yıkılmı§ i§ ya§amı, kay­
nakların ba§ka alanlara akması ve benzeri 'maliyetler'i, ifadesini, sava§tan
sonra, sava§an rakipierin göreli konumlarında bulan 'kar'larına göre ölçül­
dü. Bu ölçüte göre, 1793-1815 sava§ları, kesinlikle kendi maliyetlerini
a§an sonuçlar yaratmı§tı. Ekonomik geni§lemede hafif bir yava§lamanın
kar§ılığında (ki geni§leme buna rağmen devasaydı) İngiltere, olası en
yakın rakibini ortadan kaldırdı ve iki ku§ak süreyle 'dünyanın atölyesi'
oldu. Hangi ticari ya da endüstriyel göstergeye bakılırsa bakılsın, İngiltere,
(belki ABD dı§ında) diğer devletlerin, 1 789'da olduğundan çok daha
ilerisinde bulunmaktaydı. Eğer rakiplerini geçici olarak ortadan kaldırma­
sının, İngiltere'nin denizlerde ve sömürge pazarlarında elde ettiği tekelin,
endüstrile§meyi daha da ileri noktalara vardırmasının temel bir önko§ulu
olduğunu dü§ünürsek, bunu elde etmenin bedeli pek de fazla sayılmazdı.
1789'da (uzun bir sava§ ya§anmadan da) İngiltere'ye ekonomik üstünlük
sağlayan etkenin yarı§a önde ba§laması olduğunu kabul etsek bile, yine
de §Unu ileri sürebiliriz: Bu üstünlüğü, ekonomik rekabette kaybettiği
zemini siyasi ve askeri yollarla geri almakla tehdit eden Fransa'ya kar§ı
savunmanın bedeli fazla büyük olmamı§tır.
5
Barı�

(Devletler) arasındaki bugünkü uyum, Avrupa'mn her devletinde öyle ya da böyle


varolan devrimci karlara kar�ı onlann tek yetkin güvencesidir; ... ve gerçek irfan, normal
zamaniann küçük çatı§malanmn alevlenmelerine müsaade etmemek ve birle�erek toplumsal
düzenin yer�ik ilkelerini desteklemektir.
Castlereagh1 .

ümpereur de Russie est de plus le seul souverain parfaitement en etat de se porter des
d present aux plus vastes entreprises. Il est d la tete de la seule armee vraiment

disponible qui
soit aujourd' lıui forme en Europe. '
Gentz, 24 Mart , ıs ısı

Neredeyse kesintisiz bir sava§la ve devrimle geçen yakla§ık yirmi yılın


ardından, muzaffer eski rejimler, oldukça güç ve tehlikeli bir i§ olan barı§
yapma ve barı§ı koruma sorunlarıyla kar§ı kar§ıya kaldılar. Yirmi yıllık
enkazın kaldırılması ve yağmalanan toprakların yeniden bölü§türülmesi
gerekiyordu. Ayrıca, bütün zeki devlet adamlarının bildiği gibi, bundan
böyle kimse Avrupa'da büyük bir sava§ı kaldıramazdı; çünkü böyle bir
sava§, kesirılikle yeni bir devrim ve sonuçta eski rejimlerirı yıkılınası anla­
mına gelecekti. Daha sonra çıkan bir bunalımdan sözederken, "Avru­
pa'nın bugünkü toplumsal hastalık durumunda" diyordu Beçikalıların
kralı Leopold (Kraliçe Victoria'nın can sıkıcı ama bilge amcası), "genel
bir sava§a izin vermek ... duyulmaml§ bir §ey olurdu. Böyle bir sava§ ...
ilkelerirı çatı§masını getirecektir (ve) eğer Avrupa'yı tanıyorsam, böyle
bir çatl§ma sanırım Avrupa'nın biçirnirıi deği§tirecek, bütün yapısını altüst
edecektir. "3 Krallar ve devlet adamları, öncekinden ne daha bilge ne de
daha barı§çıydılar. Fakat kesirılikle ürkmü§lerdL
' "Üstelik Rus imparatoru daha §imdiden büyük i§lere kalkıpbilecek tek hükümdardır.
Bugün Avrupa'da olU§turulmu§ ve tam anlamıyla teyakkuzdaki bir ordunun ba§ındadıi".
BARIŞ 1 1 3

Aynı zamanda görülmedik ölçüde de ba§arılıydılar. Gerçekten de,


Napoleon'un yenilgisiyle 1 85 4-6 Kırım Sava§ı arasındaki sürede
Avrupa'da genel bir sava§ çıkmadığı gibi, büyük bir devleti bir ba§kasıyla
sava§ meydanında kar§ı kar§ıya getiren herhangi bir çatı§ma da ya§anma­
dı.-Aslında Kırım Sava§ı bir yana bırakılırsa, 1815 ile 1 9 14 arasında ikiden
fazla büyük devletin i§e karı§tığı bir sava§ da olmadı. Bir yirminci yüzyıl
vatanda§ının, bu ba§arının büyüklüğünü takdir etmesi gerekir. Üstelik et­
kileyicidir de; çünkü uluslararası sahne, sakinlikten uzaktı ve yığınla çatı§­
ma vesilesiyle kaynamaktaydı. 6. Bölümde ele alacağımız devrimci hare­
ketler, güç bela kazanılml§ uluslararası istikrarı zaman zaman ( 1820'lerde,
özellikle Güney Avrupa, Balkanlar ve Latin Amerika'da, 1830'dan sonra
Batı Avrupa'da -özellikle Belçika'da- ve yine 1848 devriminin e§iğinde)
bozmaktaydı. Gerek içerden çözülmelerin gerekse rakip büyük devletlerin
-ba§ta İngiltere, Rusya ve daha az ölçüde de Fransa'nın- emellerinin
yarattığı tehdit kaf§ısında Türk İmparatorluğunun gerilemesi, 'Doğu
Sorunu' denen §eyi kalıcı bir bunalım nedenine dönü§türdü: Bunalım,
1820'lerde Yunanistan, 1830'larda Mısır üzerinde patlak verdi ve 1839-
41'dei vahim bir _çatı§manın ardından külleurneye terk ediidiyse de,
önceki kadar patlamaya hazır bir bomba olarak kalmaya devam etti. İngil­
tere ve Rusya'nın arası, Asya'daki iki imparatorluk arasındaki insansız
bölge ve Yakın Doğu konusunda çok açıktı. Fransa, 18 15'den önce i§gal
ettiklerinden daha azına razı olmaktan çok uzaktı. Ancak bütün bu sığ
sulara ve girdaplara rağmen, diplomatik tekneler çarpı§madan bu zorlu
sularda yü:zebiliyorlardı.
Bu yüzden, uluslararası diplomasinin, temel görevini, yani genel sava§­
ları uzak tutma görevini yerine getirmek bakımından ba§arısız bir tutum
sergilediği bizim ku§ağımızda, 18 15-48'in devlet adamlarına ve yöntem­
lerine dönüp bakıldığında, kendilerinden hemen sonra gelenlerin göster­
ınediği saygıyı göstermek gibi bir eğilim vardı. 18 14'ten 1835'e kadar
Fransa'nın dı§ politikasına bakan Talleyrand, bugüne kadar bir Fransız
diplamatı örneği olarak kalmı§tır. Sırasıyla 1 8 12-22'de, 1822-7'de ve
1 830'dan 1 852'ye kadarki bütün Tory olmayan yönetimlerde* İngil­
tere'nin dı§i§leri bakanları olan Castereagh, George Canning ve Viscount
Palmerston, sonradan ve yanıltıcı biçimde de olsa diplomasinin devleri
olarak anılmı§lardır. Napoleon'un yenilgisinden 1848'de aziine kadarki
sürede Avusturya'nın ba§bakanı olan Metternich, eskisi kadar olmasa
da bugün her tür deği§menin katı bir dü§manı ve istikrarın bilge savunu-

• Yani 1834-S'te ve 1841--D'da birkaç ay dı§ında bütün bir dönem boyunca.


1 1 4 DEVRiM ÇAGI

cusu olarak görülmektedir. Ne var ki, I. Alexander'ın ( 180 1-25) ve I.


Nicholas'ın ( 1825-55) Rusyası'nda ve dönemimizin görece önemsiz dev­
leti Prusya'da ne kadar çabalansa ülküle§tirilmeye değer bir tek dı§İ§leri
bakanı bulunamayacaktır.
Bir anlamda bu övgüde bir haklılık payı vardır. Napoleon Sava§­
ları'ndan sonra Avrupa'ya getirilen düzen, ba§ka düzenlerden daha adil
ve ahlaki değildi; fakat bu düzeni kuranların tamamen anti-liberal ve
anti-ulusal (yani anti-devrimci) amaçlara sahip oldukları ortadayken,
bu durumun gerçekçi ve anla§ılabilir olmadığı da söylenemez. Fransa
üzerinde gerçekle§tirilmi§ bu tam zaferden yararlanma yoluna gidilmedi:
Yeni bir Jakobenliğin tahrik edilmemesi gerekiyordu. Yenilen ükenin sınır­
ları, a§ağı yukarı 1 789'da olduğu gibi bırakıldı; sava§ razıninatı makul
boyutları a§mıyordu; yabancı askerlerin i§gali kısa sürdü ve 1 8 18'e gelindi­
ğinde Fransa yeniden 'Avrupa ittifak'ına kabul edilmi§ti (Fakat N apole ­
on'un 1815 'teki baansız geri dönÜ§Ü üzerine, bu ko§ulları biraz daha ılımlı
hale getirmek gerekecekti) . Taht, yeniden Bombanlara verildi; fakat
uyruklarının tehikeli ruhlarına ödünler vermesi gerektiği anla§ıldı. Devri­
min getirdiği büyük deği§iklikler kabul edildi ve el yakan bir konu olan
anayasa, -tabii son derece ılımlı bir biçimle- tahta geri dönen mutlak
manark XVIII. Louis tarafından 'özgürce kabul edilmi§' bir Berat kılığında
halka bağı§landı.
. Avrupa'nın haritası, halkların özlemleri ya da Fransa tarafından §U
ya da bu zamanda tahtından uzakla§tırılml§ çe§itli prensierin hakları değil,
sava§tan çıkan be§ büyük devletin (Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya
ve Prusya) dengeleri gözönüne alınarak yeniden çizildi. Bu devletlerden
yalnızca ilk üçünün gerçek <ınlamda bir itibarı vardı. İngiltere gerçi (özel­
likle denizde) ticari öneme sahip noktalarda denetimini ya da koruyucu
elini çekmemeyi tercih ettiyse de, toprak kazanmak gibi bir elem gütmedi.
Malta'yı, Yunan adalarını ve Heligoland'ı elinde bulundurmayı sürdürdü,
gözünü Sicilya'dan ayırınadı ve Baltık Denizi'ne giri§in tek bir devletin
kontrolünde olmasını önleyen Norve'in Danimarka'dan İsveç'e akta­
rılması i§leminden ve Scheldt ile Ren'in ağzının denetimini zararsız ama
-özellikle güneydeki istihkamlardan destek aldığında- Fransa'nın Belçika
üzerindeki malum ݧtahına d irenebilecek kadar da güçlü bir devlete bıra­
kan Hollanda ve Belçika birle§mesinden en büyük yararı o gördü. Belçika­
lılar ve Norveçliler her iki düzenlemeden de hiç ho§nut kalmadılar ve
ikinci düzenleme ancak 1 83 0 Devrimi'ne kadar devam edebildi. Daha
sonra yerini, Fransa ile İngiltere arasında ya§anan bir sürtü§meden sonra,
İngiltere'nin seçtiği bir prensin yönetiminde kalıcı biçimde tarafsızla§tı•
BARIŞ 1 1 5

rılmı§ küçük bir krallık aldı. Bütün denizierin tamamen İngiliz donanma­
sının denetiminde olması, İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında sadece
zayıf ve karga§a içindeki prensliklerle bölgelerin bulunduğu Hindistan'ın
kuzeybatı sınırları dı§ında, herhangi bir toprak parçasının fiilen İngiliz
bayrağı altında bulunup bulunmamasını büyük ölçüde önemsiz bir konu
haline getirmekle birlikte, elbette İngiltere'nin Avrupa dı§ındaki teritor­
yal emelleri çok daha büyüktü. Fakat İngiltere ile Rusya arasındaki reka­
bet, 18 14-lS 'te sınırları yeniden düzenlenmesi gerekmi§ olan bu bölgeyi
hemen hiç etkilemedi. Avrupa'daki İngiliz çıkarları, hiçbir devletin çok
güçlü olmamasını gerektiriyordu
Kara üzerinde tayin edici askeri bir güce sahip ola_n Rusya, İsveç'ten
Finlandiya'yı, Türkiye'den Besarabya'yı ve her zaman Rusya'nın gözde
müttefiki olmu§ yerel bir hizbin yönetiminde belli bir özerklik tanınan
Polanya'nın büyücek bir kısmını almakla, zaten sınırlı olan teritoryalemel­
lerini doyurdu ( 1830-1 ayaklanmasından sonra bu özerklik de kaldırıldı) .
Polanya'nın geri kalanı, 1 846 ayaklanmasından sonra ortadan kalkacak
olan Krakov kent cumhuriyeti dı§ında, Prusya ile Avusturya arasmda
payla§ıldı. Diğer düzenlemelere gelince; ba§lıca amacı devrimi kendinden
uzak tutmak olan Rusya, Fransa'nın doğusundaki bütün mutlak prenslik­
ler üzerinde uzaktan ama etkili bir hegemonya kurmakla yetindi. Avustur­
ya ile Prusya'nın da katıldığı Kutsal İttifak, bu amaçla Rusya'ya mali yön­
den destek oldu; fakat İngiltere bu i§ten uzak durdu. İngilizlerin bakı§
açısından Rusya'nın Avrupa'nın büyük bölümünde neredeyse bir hege­
monya kurması, pek de ideal bir düzenleme olmamakla birlikte askeri
gerçekleri yansıtıyordu ve Fransa'nın, eski dü§manlarından herhangi biri­
nin kabul etmeye hazır olduğundan daha büyük ölçüde güçlenmesine
izin verilmedikçe ya da bir sava§ın katlanılamayacak ölçüde ağır bedelini
ödemeye hazır olmadıkça, öriüne geçilmesi olanaksızdı. Fransa, büyük
güç olarak kabul edildi; fakat ancak bu kadarına izin vardı.
Avusturya ve Prusya, sadece nezaket gereği büyük devletten sayıldılar;
Avusturya'nın, uluslararası bunalım dönemlerindeki herkesçe bilinen za­
yıflığından ötürü haklı olarak; Prusya'nın 1806'da çöktüğü fikrinden ötü­
rü de yanlı§ olarak öyle olduklarına ina�ılıyordu. Bunların temel i§levleri,
Avrupa'da istikrar unsurları olarak hareket etmekti. Avusturya, daha
önce kendisine ait olan İtalyan ta§ra bölgelerinin yanı sıra, İtalya ve
Dalmaçya'daki eski Venedik topraklarını ve çoğunlukla Habsburg hane­
danından ki§ilerce yönetilen (Avusturya ile Fransa arasmda daha etkili
bir tampon i§levini görmek üzere eski Ceneviz Cumhuriyetini kendine
katan Piomonte-Sardunya Krallığı dı§mda) Kuzey ve Orta İtalya'daki
1 1 6 DEVRiM ÇAGI

ufak prenslikler üzerindeki himaye hakkını geri aldı. İtalya'nın herhangi


bir yerinde 'düzen' tesis edilmesi gerektiğinde, buna memur edilen polis
Avusturya idi. Tek kaygısı istikrar olduğundan -zira bunun dl§ındaki
herşey kendisi için parçalanma tehlikesi yaratırdı- kıtada düzeni bozma
yönündeki her giri§ime kar§ı §a§maz bir muhafız gibi davranacağına emin
olunabilirdi. Prusya, İngilizlerin, prensliklerinin epeydir Fransa'nın suyuna
gitme eğiliminde olduğu, yani Fransa'nın egemenliği altına girebilecek
bir bölge olan Batı Almanya'da oldukça güçlü bir devlet bulunması iste­
ğinden faydalandı ve sınırsız ekonomik potansiyellerini aristokrat nitelikli
diplama tlann hesap edemediği Ren Bölgesi'ni aldı. Bunun yanı sıra İngil­
tere ile Rusya arasında, İngiltere'nin Polanya'daki Rus geni§lemesinin
a§ırı olduğuna hükmetmesi üzerine çıkan anla§mazlıktan da yararlandı.
Sava§ tehditleriyle dolu vurgular ta§ıyan müzakerelerin neticesinde daha
önce kendisine ait olan Polanya topraklarını Rusya'ya verdi, ama bunun
kar§ılığında zengin ve endüstrile§mi§ Saksonya'nın yarısını aldı. Toprak
ya da ekonomi açısından diğer devletlere nazaran 1 8 1 5 düzenlemesinden
daha kazançlı çıkan Prusya oldu ve, gerçi siyasetçiler 1860'lara dek bunu
anlamamı§ olsalar da, aslında ilk defa maddi kaynaklan açısından büyük
bir Avrupa devleti haline geldi. Avusturya, Prusya ve temel i§levleri Avru­
pa'nın kraliyer saraylarına sağlıklı nesiller yeti§tirmek olan bir dizi küçük
Alman devleti, Avusturya'nın kıdemliliğine meydan okurnamakla birlikte,
Alman Konfederasyonu içinde birbirlerini gözetlediler. Konfederasyonun
ba§lıca uluslararası i§levi, küçük devletleri geleneksel olarak içine çekilme
eğiliminde olduklan Fransız yörüngesinin dı§ında tutmaktı. Milliyetçi
reddiyelere kar§ın, Napoleon'un uyduları olmaktan pek de rahatsız de­
ğildiler.
1815'in devlet adamları, ne kadar titizlikle biçimlendirilmiş olursa olsun
hiçbir düzenlemenin uzun vadede devletler arası rekabetierin ve deği§en
§artlann zorlamalarına dayanamayacağını bilecek kadar akıllıydılar. Sonuç
olarak barl§ı korumak için, önemli sorunlar ortaya çıktığında çözmek üzere
düzenli olarak kongreler toplamak suretiyle bir mekanizma olu§turmaya
koyuldular. Elbette kongrelerdeki önemli kararların 'büyük devletler
[güçler] 'in (terimin kendisi de bu dönemin bir icadıdır) tarafından alınacağı
anla§ılml§tı. Bu dönemde kullanıma girmiş olan bir diğer tabir olan 'A.vrupa
ittifakı', Birle§miş Milletler'den çok BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üye­
lerine kar§ılık gelmekteydi. Lakin düzenli kongreler, 1 8 18'den Fransa'nın
ittifaka kabul edildiği 1822'ye dek ancak birkaç yıl toplanabildi.
Napoleon Sava§lan'nın hemen ardından ortaya çıkan ve İngiltere
dahil her yerde canlı fakat yersiz bir toplumsal devrim korkusuna yol
BARIŞ 1 1 7

açan 18 16-1 ?'deki kıtlık ile i§ ya§amındaki bunalımlara dayanamayan


kongre sistemi iflas etti. Ekonomik istikrarın 1820'lerde geri gelmesiyle
birlikte 1815 üzenlemesinin doğurduğu her rahatsızlık, devletler arasın­
daki çıkar ayrılıklarını ortaya serdi. 1820-22 yıllannda ilk huzursuzluk
ve ba§kaldırı nöbetiyle kar§ıla§ıldığında bir tek Avusturya, bu türden
tüm hareketlerin derhal ve otomatik olarak toplumsal düzenin (ve Avus­
turya'nın toprak bütünlüğünün) gerekleri uyannca bastırılması ilkesine
sıkı sıkıya bağlı kaldı. 'Kutsal İttifak'ın üç monar§isi ile Fransa, Almanya,
İtalya ve İspanya üzerinde bir anla§maya vardılar. Gerçi sonuncusu, yani
1823'te İspanya'daki uluslararası polislik görevini zevkle icra eden Fransa,
Avrupa'nın istikranyla ilgilenmekten çok, bilhassa dl§ yatırımlannın bü­
yük kısmının bulunduğu İspanya, Belçika ve İtalya'daki diplomatik ve
askeri faaliyet sahasını geni§letmekle ilgiliydi.4 İngiltere ise kar§ı tavır
aldı. Bunun nedeni İngiliz siyasetçiterinin mutlakiyetçiliğe hiç ho§ bakma­
malan, bilhassa sert tepkici Castlereagh'ın yerine daha esnek mizaçlı
Canning'in geçmesinden sonra Avrupa'da reformların eninde sonunda
kaçınılmaz olduğu ve bunun yanı sıra zapturapt altına alma ilkesinin
uygulanmasının da rakip devletleri (en ba§ta Fransa'yı) o zaman için
İngiltere'nin old�kça hayati ekonomik sömürgesi durumundaki Latin
Amerika'ya sokmaktan ba§ka bir sonuç vermeyeceğine kanaat getirmi§
olmalaridır. Böylece İngiltere, 1823 tarihli Monroe Deklarasyonu'nda
ABD'nin yaptığı gibi, Latin Amerika devletlerinin bağımsızlığını destek­
ledi; ama bunun, dikkate değer bir kehanet göstermi§ olmanın dı§ında
uygulamada hiçbir değeri yoktu (Latin Amerika'nın bağımsızlığını koru­
yan tek §ey İngiliz donanmasıydı). Yunanistan konusundaysa devletler
daha da bölün�ü§tü. Devrimlerden olanca nefretine kar§ın Rusya, büyük
ölçüde Rusya'nın yardımına muhtaç olması §artıyla Türkleri zayıflatan
Ortodoks bir halk hareketinden sadece yarar sağlardı (Ayrıca Ortodoks
ıristiyanlan savunmak amacıyla Türkiye'ye müdahale etmeye anla§ma­
lar sayesinde hakkı vardı). Tek yanlı Rus müdahalesinden duyulan korku,
Yunanseverliğin baskısı, ekonomik çıkarlar ve Türkiye'nin parçalanması­
nın önlenemeyeceği, olsa olsa bu parçalanmaya düzen verilebileceği genel
kanaati, sonunda İngilizleri dü§manlıktan, tarafsızlığa, oradan da gayrı
resmi birYunan yanlısı müdahaleye kadar götürdü. Böylelikle Yunanistan,
hem Rusların hem de İngilizlerin yardımiyla bağımsızlığını kazandı (1829).
Bu ülkenin, çok sayıdaki küçük Alman prensliklerinden birinin yöneti­
minde bir krallığa dönü§türülmesi, uluslararası zararı en aza indirdi; böyle­
likle sadece Rusya'nın uydusu olmayacaktı. Fakat 1815 çözümünün kalıcı­
lığı, kongre sistemi ve bütün devrimleri bastırma kararı, harabeye döndü.
1 1 8 DEVRiM ÇAGf

1830 devrimleriyse onu tamamen ortadan kaldırdı; çünkü sadece


küçük devletleri değil, büyük bir gücü, Fransa'yı da etkisi altına almı§tı.
Ren'in batısında kalan bütün Avrupa'yı, Kutsal İttifak'ın polis operasyon­
lanndan kurtardı. Bu arada -Türkiye'nin parçalanması halinde (ki kaçı­
nılmaz görünüyordu) ne yapılacağıyla ilgili bir sorun olan- 'Doğu Sorunu'
da, Balkanlan ve Levant'ı, büyük güçlerin, özellikle de Rusya ile İngilte­
re'nin sava§ alanı haline getirdi. Her §ey, daha sonra olacağı gibi o zaman­
lar da ba§lıca diplomatik hedefi, Akdeniz'e giri§ini kontrol eden Küçük
Asya ile Avrupa arasındaki boğazların denetimini ele geçirmek olan Rus ­
lan güçlendirmeye yaradığı için, 'Doğu Sorunu' güçler dengesini altüst
etti. Bu, diplomatik ve askeri bir önem ta§ımakla birlikte, Ukrayna'nın
tahıl ihracatının büyümesi nedeniyle, aynı zamanda ekonomik aciliyet
de ta§ıyan bir konuydu. Her zaman olduğu gibi, Hindistan'a giden yolları
denetiminde bulundurmak isteyen İngiltere, kendisini tehdit etmesi çok
mümkün bir büyük gücün güneye doğru ilerlemesinden endi§eye kapıldı.
Her ne pahasına olursa olsun Türkiye'yi Rusya'ya kar§ı desteklemek ve
güçlendirmek, izlenecek en açık politikaydı (Bu politikanın, İngiltere'nin
bu dönemde son derece tatminkar artı§lar gösteren Doğu ticaretine de
ek bir yararı olmu§tu) . Ne yazık ki bu politika tam anlamıyla uygulanabilir
değildi. Türkiye İmparatorluğu, en azından askeri açıdan iflah olmaz bir
harabe olmamakla birlikte, (hala kolaylıkla bastırabildiği) içerdeki ayak­
lanmalara, (bir türlü üstesinden gelemediği) Rusya'nın ve elveri§siz ulus­
lararası durumun birlikte yarattığı zorluğa kar§ı, çok çok parçalanmasını
geeiktirecek eylemlerde bulunabilirdi. Gerçi 1 830'larda II. Mahmud dö­
nemirıde ( 1809-39) ilk haı:eketler ba§laml§tı; ama henüz kendini modern­
le§tirebilecek ya da bunu yapmaya hazır olduğunu gösterecek durumda
değildi. Sonuçta, yahnızca İngiltere'nin doğrudan diplomatik ve askeri
desteği (yani sava§ tehdidi) , çe§itli sıkıntılar içersindeki Türkiye'nin çök­
mesini önleyebilir ve Rusya'nın nüfuzunun hızla artmasının önüne geçebi­
lirdi. Bu geli§me, 'Doğu Sorunu'nu, Napoleon Sava§ları'ndan sonraki
genel bir sava§a yol açması en olası ve bunu da 1854-6'da yapmı§ yegane
yıkıcı uluslararası mesele haline getirdi. Ne var ki, uluslararası zarlann
Rusya lehine ve İngiltere aleyhine dü§ı;nesine neden olan bu durum,
aynı zamanda Rusya'yı uzla§maya yana§tırıyordu. Rusya, diplomatik amaç­
larına iki yoldan ula§abilirdi: Ya Türkiye'nin yenilmesi ve parçalanması
ve İstanbul ile Boğazların Rusya tarafından i§gali, ya da zayıf ve itaatkar
bir Türkiye üzerinde fiilen bir vesayet rejimi kurulması. Fakat iki yol da
açıktı. Ba§ka bir deyi§le, İstanbul Çar'a göre büyük bir sava§a değmezdi.
Örneğin 1820'lerdeki Yunan sava§ı, bu parçalama ve i§gal politikasına
BARIŞ 1 1 9

uygundu. Rusya, bundan umduğu ölçüde bir yarar sağlayamaml§tı, fakat


fazla da bastırmak istemiyordu. Onun yerine, §imdi güçlü bir vasiye ihtiya­
cını derinden farketmi§ olan sıkı§ml§ durumdaki Türkiye ile Hünkar İske­
lesi'nde olağanüstü elveri§li §artlarla bir anla§ma imzaladı ( 1 833). İngil­
tere, bu duruma çok öfkelendi: 1830'lar, Rusya'yı İngiltere'nin bir tür
kalıtsal dü§manı halinde gösteren bir Rus korkusunun ortaya çıkl§ına ta­
nıklık etti.* İngilizlerin baskısı kar§ısında Ruslar geri çekildiler ve 1840'lar­
da Türkiye'nin parçalanması önerilerine döndüler.
Dolayısıyla Doğu'daki Rus-İngiliz rekabeti, pratikte, (özellikle İngilte­
re'de) kılıç §akırtılarının akla getirebileceğinden çok daha tehlikesizdi. Üste­
lik İngilizlerin Fransa'nın yeniden canlanabileceğinden duyduklan korku,
bu rekabetin önemini azaltıyordu. Gerçekte, ileride, iki imparatorluk arasın­
da doğudaki insansız topraklarda faaliyet gösteren iki devletin gizli ajan­
larının ve maceracılarının karı§ık i§leri için kulanılacak olan 'büyük oyun'
deyimi, durumu oldukça güzel ifade etmektedir. Durumu gerçekten tehli­
keli yapan, Türkiye'deki kurtulu§ hareketlerinin ve ba§ka devletlerin müda­
halelerinin nasıl bir seyir yaratacağının öngörülemez olmasıydı. Bu devletler­
den biri olan ve aynı zamanda kendisi de, tam da Türkiye'nin istikrarının
temellerini oyan aynı halkların -Balkan Slavlarının ve özellikle Sırpların­
hareketlerinin yarattığı tehditle kar§ı kaqıya bulunan köhnemi§ çokulusu
bir imparatorluk konumundaki Avusturya, meseleye hayli edilgen bir ilgiyle
yakla§maktaydı. Ne var ki, ileride I. Dünya Sava§ı'nın dolaysız vesilesini
olu§turacak olsalar da, bu halkların yarattıkları tehdit acil bir nitelik ta§ımı­
yordu. Doğu'da uzun bir diplomatik ve ekonomik nüfuz tarihine sahip
olan ve bunu dönem dönem yeniden kurmaya ve geni§letmeye çall§an
Fransa, daha çok sıkıntı yaratıyordu. Özellikle Napoleon'un Mısır'a ke§if
seferi yapmasından sonra, Fransız nüfuzu güçlü bir duruma gelmi§ti; fiilen
bağımsız bir pa§a olan Mehmet Ali, Türk imparatorluğunu dilediğinde
sarsabiliyor, dilediğinde bir arada tutabiliyordu. Aslında 1830'larda (183 1-
3 ve 1839-4 1) 'Doğu Sorunu' demek, Mehmet Ali'nin, ismen egemeni
konumundaki Osmanlı padi§ahıyla arasındaki (Fransa'nın Mısır' ı destekle­
mesiyle daha karma§ıkla§mı§ olan) ili§kilerde ortaya çıkan bunalımlar
demekti. Ancak, Rusya belki İstanbul için sava§maya gönülsüzdü; fakat
Fransa da ne bunu yapabilecek durumdaydı ne de böyle bir §eyi istiyordu.
Diplomatik bunalımlar vardı. Fakat sonunda, Kırım olayını bir yana bırakır­
sak, ondokuzuncu yüzyılda Türkiye yüzünden bir sava§ çıkmadı.
· Gerçekte, ekonomik bakımdan birbirlerini kar§ılıklı olarak tamamlamaya dayanan İngiliz­
Rus ili§kileri, geleneksel olarak dostaneydi, ancak Napoleon Sava§ları'ndan sonra ciddi §ekilde
bozulmaya ba§ladı.
1 20 DEVRiM ÇAGI

Şu halde, bu dönemdeki uluslararası çeki§melerin seyrinden §U çıkıyor:


Uluslararası ili§kilerde el yakan bir konu, büyük bir savaş çıkartacak kadar
yakıcı değilmiş. Büyük devletler arasında Avusturyalılar ve Prusyalılar,
hesaba katılmak için çok zayıftılar. İngilizler, tatmin olmuştu. 18 ı5'te
bütün dünya tarihinde bir devletin elde edebileceği en eksiksiz zaferi
gerçekle§tirmi§lerdi; Fransa'ya kar§ı verilen yirmi yıllı bir sava§tan, tek
endüstrile§mi§ ekonomi, tek deniz gücü -İngiliz donanmasında ı840'da
neredeyse diğer bütün donanmaların toplam gemisi kadar gemi vardı­
ve fiilen dünya üzerindeki yegane sömürgeci güç olarak çıkml§lardı. İngiliz
dı§ politikasının tek büyük geni§lemeci ve yayılınacı çıkannın, İngiliz
ticaretinin ve yatırımlannın geni§lemesinin önüne çıkabilecek hiçbir §ey
yok gibi görünüyordu. Rusya'nınsa, karşılanml§ olmamakla birlikte, sade­
ce sınırlı teritoryal emelleri vardı ve onun da ilerleyi§ini hiçbir §ey durdu­
ramazdı ya da öyle görünüyordu. En azından toplumsal bakımdan tehlikeli
genel bir sava§ ı haklı çıkartacak hiçbir §ey yoktu. Bir tek Fransa, 'tatmin­
siz' ve uluslararası düzenin istikrarını bozabilecek bir güç olarak duru­
yordu. Ancak Fransa bunu bir tek §arda yapabilirdi: İçerde Jakobenliğin,
dı§arda da liberalizmin ve milliyetçiliğin devrimci enerjilerini bir kez daha
seferber ederek. Çünkü, kadim büyük-güç rekabeti açısından mukadder
biçimde zayıftı. XIV. Louis ya da Devrim döneminde olduğu gibi, sadece
kendi halkına ve kaynaklanna bel bağlayarak, bir daha asla iki ya da
daha fazla büyük devletin olu§turduğu bir koalisyona kar§ı e§it koşullarda
dövü§emeyecekti. ı 780'de her İngilize 2.5 Fransız dü§erken, ı830'da bu
rakam ikiye üçten az olmu§ tu. ı 780'de neredeyse Rus kadar Fransız var­
ken, ı830'da Fransızlar Rusların yakla§ık yarısı kadardı. Bunun yanında
Fransa'nın ekonomik evrimi, İngiltere'nin ve ABD'nin çok gerisine dü§­
müştü ve yakın bir gelecekte de Almanya'nın gerisine dü§ecekti.
Öte yandan uluslararası emellerle Jakobenliğe dönmek, herhangi bir
Fransız hükümetinin kolay kolay ödeyemeyeceği bir bedel olurdu. Fran­
sa'nın rejiminin altüst olduğu, ba§ka yerlerde de mutlakçılığın sarsıldığı
veya yıkıldığı ı 830'da ve yine ı848'de, büyük devletleri bir ürpermedir
aldı. Uykusuz geceler geçirdiler. Ancak, ı830-ı'de Fransız ılımlıları, Av­
rupalı liberallerle birlikte bütün Fransızların yakınlık duyduğu ayaklanmı§
Polanyalılar için parmaklarını oynatacak durumda değildiler. ı 83 ı 'de,
"ya Polanya için ne yapacaksınız, onun için bir §eyler yapmamız gerek"
diye yazıyordu Palmerston'a, CO§kusunu yitirmemiş ya§lı Lafayette.5 Yanıt,
tabii hiçti. Gerçekte Fransa, bütün devrimcilerin de kendisinden beklediği
gibi, kendi kaynaklarını, Avrupa devriminin kaynaklarıyla pekala güç­
lendirebilirdi. Fakat devrimci bir sava§a böylece atılmanın yaratacağı
BARIŞ 1 2 1

sonuçlar, Metternich kadar, ılımlı liberal Fransız hükümetlerini de korku­


tuyordu. 18 1 5-1848 arasında hiçbir Fransız hükümeti, kendi devlet çıkar­
ları uğruna genel barı§ı tehlikeye atamayacaktı.
Elbette, Avrupa'daki dengenin ula§amadığı yerlerde, yayılmanın ve
sava§ın önünde hiçbir engel yoktu. Aslında, son derece geni§ olmakla
birlikte, beyaz güçlerin [devletlerin] toprak kazanımlarının da fiili bir
sınırı vardı. İngilizler, (N apoleon Sava§ları sırasında Hollandalılardan
alınan) Afrika'nın güney ucu, (bu dönemde kurulan) Singapur, Seylan
ve Hong Kong gibi, dünya denizlerinin denetimi ve dünya çapındaki
ticari çıkarları açısından hassas noktaları i§gal etmekle yetindiler. Bu
arada köle ticaretine kar§ı açılan kampanyanın -hem içerdeki insancıl
kamuoyunu hem de küresel tekelini perçiniemek için kullandığı İngiliz
donanmasının stratejik çıkarlarını tatmin eden- gerekleri, İngilizleri Afri­
ka kıyılarındaki kalelerini korumaya yöneltti. Fakat bütün olarak alındı­
ğında, bir hayati istisnayı saymazsak, İngilizlerin görü§leri §Uydu: İngiliz
ticaretine açılanve İngiliz dananınasınca beklenmedik tecavüzlere kar§ı
korunan bir dünya, i§galin yol açacağı idari maliyetler olmaksızın çok
daha ucuza sömürülebilirdi. Hayati istisnaysa, Hindistan ve onun dene­
timiyle ilgili her §eydi. Hindistan, her ne pahasına olursa olsun elde tutul­
malıydı; en sömürgeci olmayan serbest ticaret yanlıları bile bundan ku§ku
duymuyordu. Hindistan, önemi giderek artan bir pazardı (37-38. sayfa­
lada kar§ıla§tınn) ve denildiği gibi, Hindistan kendi ba§ına bırakılsa kesin­
likle acı çekerdi. Hindistan, Uzakdoğu'yu, Avrupalı i§adamlarının yapmak
istedikleri gibi uyu§turucu trafiğine ve diğer karlı faaliyetlere açmanın
anahtarıydı. Çin'in kapıları, 1839-42 Afyon Sava§'ında böyle açılmı§tı.
Bunun sonucunda, 1814-1849 arasında İngiltere'nin Hindistan'daki im­
paratorluğunun büyüklüğü, Mahratlara, Nepallilere, Burmalılara, Rajput­
lara, Afganlılara, SindlHere ve Sihlere kar§ı yürütülen bir dizi sava§la, bu
alt kıtanın üçte ikisine kadar ula§tı ve İngiliz nüfuzu, 1840'tan sonra P
ve O deniz yollarının örgüdediği, Süvey§ Kıstağı'ndan geçen bir karayolu­
nun tamamladığı doğrudan Hindistan'a giden yolu denetleyen Ortado­
ğu'nun çevresini sıkı biçimde çemberine aldı.
Rusların yayılınacılık konusundaki ünleri (en az İngilizler kadar) her­
kesin malumu olmakla birlikte, gerçekte yaptıkları i§galler oldukça müte­
vazı boyutlardaydı. Bu dönemde Çar, sadece Uralların doğusimdaki büyük
ve bo§ Kırgız stepleriyle Kafkaslardaki sert sava§ların verildiği dağlık alan­
ları eline geçirmeye çalı§tı. Öte yandan ABD, bahtsız M eksikalılada sava­
§arak ve ayaklanma çıkartarak Oregon sınınnın bütün batı ve güneyini
eline geçirdi. Fransa ise yayılınacı emellerini 1830'da uyduruk bir nedenle
1 22 DEVRiM ÇAGI

istila ettikleri ve sonraki onyedi yıl boyunca fethetmekle uğra§tıkları


Cezayir ile sınırlamak zorunda kaldı. 184 7'ye gelindiğindeyse Cezayir
direni§ini kırdılar.
Ne var ki, bu uluslararası barl§ düzenirıirı bir §artını ayrı olarak anmak
gerek: Uluslararası köle ticaretinin kaldırılması. Bunun, hem insancıl
hem de ekonomik nedenleri vardı. Kölelik, korkunçtu ve verimsizdi.
Üstelik, büyük devletler arasında bu hayranlık uyandıran hareketin ulus­
lararası savunuculuğunu yapan İngilizler açısından 1 8 1 5-48 ekonomisi,
onsekizinci yüzyıl ekonomisi gibi, artık insan ve §eker değil, pamuklu
mallar satı§ına dayanmaktaydı. Ancak köleliğirı fiilen kaldırılması (ku§ku­
suz Fransız Devrimi'nin köleciliği çoktan silip süpürdüğü yerler dı§ında)
yava§ ilerledi. Her ne kadar büyük ölçekli plantasyon tarımının hala varlı­
ğını sürdürdüğü yerlerde Asya'dan sözle§meli i§çiler ithal ederek köleciliği
sürdürme giri§imleri olmu§sa da, İngilizler kendi sömürgelerinde -esas
olarak Batı Hint Adaları'nda- 1834'de köleliği kaldırdılar. Fransızlar, 1848
devrimine kadar köleliği resmen kaldırmadılar. 1848'de hala büyük mik­
tarda köle vardı; dolayısıyla dünyada köle ticareti yasa dı§ı olarak yapıl­
maya devam etti.
6
Devrimler

O davudi sesiyle özgürlük, en deıin uykuda olanları bile uyandırır ... Bugün bir şeyi,
özgürlük iÇin ya da özgürlüğe karşı savaşmamn dışında düşünmek olası mıdır? İnsanlan
sevemeyenler, eskiden olduğu gibi belki hô.lô. tiranlar kadar büyük olabilirler, ama kim artık
insanlığa karşı ilgisiz kalabilir?
Ludwig Boerne, 14 Şubat 183P

Dengelerini yitirmiş hükümetler, Krallar ile uyruklan arasında yer alan ara sınıfın
feryatlanndan korkup sinmekte ve ne yapacaklanm şaşırarak manarkların asalarını kırmakta,
halkın sesine sahip çıkmaktadır/ar..
Metternich'den Çar'a, 18202

Hiçbir yönetim, tarihin akı§ını durdurmak konusunda 1 8 1 5'ten sonraki


ku§ak kadar kesin bir yeteneksizlik göstermemi§tir. İkinci bir Fransız
Devrimi'ni ya da daha kötüsü Fransız Devrimi'ni örnek alacak genel bir
Avrupa devrimi gibi bir felaketi önlemek, henüz birincisini altetmek için
tam yirmi yıllarını vermi§ bütün devletlerin (hatta bütün Avrupa'da
kendini yeniden kabul ettirmi§ reaksiyoner mutlakçılığa hiç yakınlık
duymayan ve reformlardan kaçılamayacağını ve kaçılmaması gerektiğini
de bilen, fakat yeni bir Fransız-Jakoben yayılmadan, ba§ka herhangi bir
olası uluslara.rası geli§meden çok daha fazla korkan İngiltere'nin bile) en
büyük amacıydı. Ne var ki devrimcilik, Avrupa tarihinin hiçbir döne ­
minde bu ölçüde bilinçli propagandanın yanı sıra kendiliğinden de ya­
yılma gösterecek kadar bula§ıcı, genel ve olası bir §ey haline gelmemi§tir;
ba§ka yerlerde ise ender olarak görülen bir durumdu bu.
1 8 1 5 ile 1848 arasında batı dünyasında üç ana devrim dalgası vardı
(Asya ve Afrika henüz bağl§ıklıklarını korumaktaydı: Asya'nin ilk büyük
devrimleri olan 'Hint İsyanı' ile 'Taiping İsyanı' 1850'lerde ortaya çıktı.)
J 24 DEVRiM ÇAGI

Birincisi, 1820-4 yılları arasında kendini gösterdi. Avrupa'daki ilk devrim


dalgası, esas olarak merkez üssü İspanya (1820) , Napali ( 1820) ve Yuna­
nistan (1821) olmak üzere Akdeniz bölgesiyle sınırlı kaldı. Yunanistan
dı§ında bütün bu yerlerdeki ba§kaldınlar bastınldı. İspanyol Devrimi,
N apoleon'un 1808'de İspanya'yı fethinin yol açtığı ilk hareketlenmenin
ardından yenilgiye uğramı§ ve birkaç mülteciyle hayduttan ibaret kalmı§
olan Latin Amerika' daki kurtul u§ hareketini yeniden canlandırdı. İspan­
yol Güney Amerikası'nın üç büyük kurtarıcısı Simon Bolivar, San Martirı
ve Bemarda O'Higgins, sırayla (bugünkü Kolombiya, Venezüela ve Ekva­
tor cumhuriyetlerini içine alan) 'Büyük Kolombiya'yı, (bugünkü Para­
guay'dan, Bolivya'dan ve Banda Ori<;!ntal -§imdiki Uruguay- kovboyla­
rının Arjantiniiiere ve Brezilyahlara kar§ı sava§tığı River Plate'in kar§ı
yakasındaki pampalardan olu§ an iç bölgeler dı§ında kalan) Arjantin'i ve
Şili'yi özgürlüğüne kavu§turdular. İngiliz radikal soylusu (C. S. Forester'in
Captain Homblower'ının kahramanı) Cochrane'nin yönetimindeki Şili
dananınasından yardım gören San Martin, İspanyolların son kalesi olan
Peru genel valilik bölgesini özgürlüğüne kavu§turdu. 1822'ye gelindiğinde
İspanyol Güney Amerikası özgürlüğüne kavu§mU§tu; ılımlı, uzağı gören,
son derece özverili biri olan San Martin, özgür Güney Amerika'yı Bolivar
ile cumhuriyetçilere bırakarak Avrupa'ya çekildi ve soylu ya§amının geri
kalamm, genlde borç içindeki İngilizlerirı sığındığı Boulogne-sur-Mer'de,
O'Higgins'in bağladığı maa§la geçirdi. Bu arada Meksika'da, hayatta
kalmı§ köylü gerillaların üzerine gönderilen Iturbide, İspanyol devriminin
etkisiyle köylülerin davasını benimsedi ve 1 8 2 1 'de Meksika'yı ba­
ğımsızlığına kavu§turdu. 1822'de Brezilya, Napoleon döneminde Avru­
pa'ya sürgüne gönderilen Portekizli kraliyet ailesinin arkasında bıraktığı
vekil döneminde sessiz sedasız Portekiz'den ayrıldı. ABD, yeni devletler
arasında bu en önemlisini derhal; İngilizler çok geçmeden, ticari anla§·
malar yaptıktan sonra, Fransa ise 1820'li yıllar bitmeden tanıdılar.
Devrimin ikinci dalgası, 1829-34 arasmda ortaya çıktı ve Rusya'nın
batısındaki bütün Avrupa'yı ve Kuzey Amerika kıtasını etkisi altına aldı;
her ne kadar Avrupa'daki ayaklanmalada doğrudan bir ili§kisi yoksa da,
Ba§kan Andrew Jackson'ın ( 1829-3 7) büyük reform çağının da bu dalga­
nın bir parçası olarak sayılması gerekir. Avrupa'daysa, Fransa'da Bourban­
ların yıkılınası çe§itli ayaklanmaların çıkmasında uyarıcı bir etken oldu.
Belçika, ( 1830'da) Hollanda'dan bağımsızlığını kazandı; Polanya ayaklan­
ması ( 1 830-1), ancak büyük askeri operasyonlardan sonra bastınlabildi;
Almanya ve İtalya'nın çe§itli bölgeleri kaynamaya ba§ladı; liberalizm,
İsviçre'de egemen oldu; bu arada da İspanya'da ve Portekiz'de liberallerle
DEVRiMLER 1 25

din adamları arasında bir iç sava§ dönemi açıldı. Kısmen Katalik Özgür­
le§imi'ni gerçekle§tirerek ( 1829) yeniden reform kyna§ması içine girmi§
yerel volkanı İrlanda'daki tehlikeli indifalar yüzünden İngiltere bile bu
dalgadan etkilendi. 1 832 tarihli Reform Yasası, Fransa'daki 1830 Temmuz
Devrimi'ne kar§ılık gelmektedir ve gerçekten de Paris'ten gelen haberlerin
bu yasanın çıkartılmasında büyük etkisi olmu§tu. Bu dönem, İngilte­
re'deki siyasal olayların kıtadakilerle ko§utluk gösterdiği modem tarihteki
belki de tek dönemdi; öyle ki gerek Whigler gerekse Toryler kendilerini
tutmasalar, 1 83 1-2'de İngiltere'de devrimci durumun ya§anması i§ten
bile olmayabilirdi. Yine bu dönem, İngiliz siyasal ya§amının bu terimlerle
çözümlenmesinin tamamen yapay kaçmadığı ondokuzuncu yüzyıldaki
tek dönemdi.
O nedenle 1830'daki devrimci dalga, 1820'dekinden çok daha ciddiy-
di. Gerçekten de bu dalga, Batı Avrupa'da aristokrasinin burjuvazinin
gücü kaqısında kesin yenilgisine i§aret eder. Sonraki elli yılın hakim sınıfı,
bankerlerden, büyük sanayicilerden ve zaman zaman üstdüzey memurlar­
dan olu§an; kendini geri çekmi§ ya da (gerçi daha küçük ya da doyumsuz
i§adamları, küçük.burjuvazi ve ilk emek hareketlerinin ajitasyonları tara­
findan dı§ardan taciz edilmekle birlikte, henüz geneloyun meydan okuma­
sıyla kar§ıla§mamı§) burjuvazinin politikalarını destekleyen bir aristokrasi
tarafından kabul edilmi§ 'büyük burjuvazi' olacaktı. Büyük burjuvazinin
İngiltere, Fransa ve Belçika'da yerle§tirdiği siyasal sistem temelde aynıydı:
Anayasal bir monar§i altında -Fransa'da ba§langıçta sayıları yalnızca
168.000 olan- seçmeniere mülkiyet ve eğitim sınırlaması getirerek, liberal
kurumları (ki bunlar Fransız Devrimi'nin ilk ve en ılımlı devresinin, 1 791
Anayasasının kurumlarına son derece benzer kurumlardı) demokrasiye
kar§ı güvence altına aldı.* Ancak ABD'de Jacksoncı demokrasi, bundan
bir adım daha ilerideydi: O sırada Batı Avrupa'da galip gelenlerin rollerine
benzer bir rolleri olan demokratik olmayan mülk sahibi oligar§ilerin yenil­
giye uğratılması, sınır boylarında ya§ayan çiftçilerin, küçük çiftçilerin,
kentli yoksulların oylarıyla, sınırlandırılmamı§ siyasal demokrasiyi iktidara
ta§ıdı. Bu, me§ um bir yenilikti ve ılımlı liberalizmin oy hakkının er ya da
geç geni§letilmesinin kaçınılmaz olduğunu bilecek kadar gerçekçi olan
dü§ünürleri, bu geli§meyi yakından ve kaygıyla izlediler. Özellikle Alex
de Toqueville, Democracy in America ( 1 835) ba§lıklı kitabında kasvetli
sonuçlara vardı. Fakat ileride göreceğimiz gibi 1 830, siyasal ya§amda daha
da radikal bir yeniliğe, İngiltere ve Fransa'da i§çi sınıfının ve pek çok

• Oy verme hakkı, 1 791 'dekinden sadece uygulamada daha sınırlıydı.


1 26 DEVRiM ÇAGI

büyük Avrupa ülkesinde milliyetçi hareketlerin siyasal ya§amda bağımsız


ve öz-bilinçli bir güç olarak doğu§una damgasını vurdu.
Siyasal ya§amda meydana gelen bu büyük deği§ikliklerin ardında, eko­
nomik ve toplumsal geli§mede ortaya çıkan büyük deği§iklikler yatmak­
tadır. Toplumsal ya§amm hangi yanına kafamızı çevirsek 1830'un dönüm
noktası olduğunu görürüz; 1 789 ile 1848 arasmda en unutulmaz olan
yıl, kesinlikle 1830'dur. Avrupa kıtasının ve ABD'nin endüstrile§me ve
kentle§me tarihinde, gerek toplumsal gerekse coğrafi göçler tarihinde,
sanatların ve ideolojinin tarihinde aynı önemle boy gösterir. İngiltere'de
ve genelde Batı Avrupa'da 1830, ı 848 devrimlerinin yenilgisiyle ve
185 ı'den sonra ya§anan dev ekonomik sıçramayla sonuçlanan yeni toplu­
mun bunalımlı on yıllarının ba§langıcmı olu§turmaktadır.
Üçüncü ve en büyük devrimci dalga olan ı848, bu bunalımın ürü­
nüydü. Devrim, Fransa'da, İtalya'nın bütününde, Alman devletlerinde,
Habsburg İmparatorluğu ile İsviçre'de (ı847) neredeyse kendiliğinden
bir biçimde patlak verdi ve galip geldi. Daha sancısız bir biçimde olsa da,
söz konusu karga§a İspanya'yı, Danimarka'yı ve Romanya'yı, dağınık bir
biçimde de İrlanda'yı, Yunanistan'ı ve İngiltere'yi sardı. Hiçbir zaman,
dönemin ba§kaldıranlannın hayalini kurdukları dünya devrimine, bu
ciltte ele alman çağı sona erdiren bu kendiliğinden ve genel yangında
olduğu kadar yakla§ılmamı§tı. ı 789'da tek bir ulusun ayaklanmasından
ibaret kalan §ey, §imdi bütün bir kıtanın 'halklannm baharı' olarak boy
gösteriyordu.

II

Napoleon sonrası dönemin devrimleri, onsekizinci yüzyıl sonundaki dev­


rimlerden farklı olarak, amaçlanmı§ ve planlanmı§ devrimlerdi. Çünkü
Fransız Devrimi en korkulu mirası olarak ortaya, dünyanın her yerindeki
isyancıların kullanabilecekleri bir dizi karga§a modeli ve örüntüsü koy­
mu§tU. Bu, ı 8 15-48 devrimlerinin, dönemin -tam mesai yapan- casus
ve polislerinin üstlerine rapor ettikleri gibi birkaç duygusuz tahrikçinin
i§i olduğu anlamına gelmez. Bu devrimler, Avrupa'da yeniden dayatılan
siyasal sistemlerin, hızlı toplumsal deği§ikliklerin ya§andığı bir dönemde,
kıtanın siyasal ko§ullan kar§ısmda giderek daha çok ve esastan yetersiz
kalmasından ve ekonomik, toplumsal ho§nutsuzlukların, galeyanlan nere­
deyse kaçınılmaz hale getirecek kadar vahimle§mesinden kaynaklandı.
Fakat 1 789 Devrimi'nin yarattığı siyasal modellerin, bu ho§nutsuzluklara
belirli bir hedef göstermek, rahatsızlığı devrime dönü§türmek ve hep-
DEVRiMLER 1 27

sinden öte bütün Avrupa'yı tek bir altüst olu§ hareketi -ya da 'akl§' demek
belki daha doğru olur- içersinde birle§tirmek gibi bir yararı oldu.
Hepsi de Fransa'nın ı 789-ı 797 arasında geçirdiği deneyimlerden kay­
naklanıyor olmaklabirlikte, böyle pek çok model bulunmaktaydı. Bu
medeller, ı8 ı 5 sonrası muhalefetin üç ana eğilimine kar§ılık gelmekteydi:
Ilımlı liberal (ya da toplumsal terimlerle ifade edersek, üst orta sınıflarm
ve liberal aristokrasinin eğilimi) , radikal-demokrat (ya da toplumsal te­
rimlerle, alt orta sınıfın, bir kısım yeni imalatçmm, aydınlarm ve ho§nutsuz
soyluların) ve sosyalist (ya da toplumsal terimlerle, 'çalı§an yoksullar'ın
veya endüstride çalı§an yeni i§çi sınıfının) . Yeri gelmi§ken belirtelim,
kökenbilim bakımından bunların tümü, dönemin enternasyonalizmini
yansıtmaktadır: Köken olarak 'liberal' olanı, Fransız-İspanyol; 'radikal'
olanı, İngiliz; 'sosyalist' olanıysa İngiliz-Fransız'dır. 'Muhafazakar' da, kıs­
men Fransız kökenlidir ve Reform Yasası döneminde İngiliz ve kıta Avru­
pası siyasal sistemleri arasında varolan benzersiz yakın bağlıla§ımın bir
ba§ka kanıtıdır. Birinci eğilimin esin kaynağı, ı 789-9 ı Devrimi; onun
mülk sahibi olma ko§uluna dayalı bir tür yan-İngiliz anayasal monar§isi
tarzındaki siyasal ülküsü, dolayısıyla ı 7 9ı Anayasasının gündeme getir­
diği ve ileride göreceğimiz gibi 1 830-32'den sonra Fransa, İngiltere ve
Belçika'da standart anayasa tipi haline gelen oligar§ik bir parlamento
sistemiydi. İkincisinin esin kaynağıysa, 1 792-3 Devrimi olarak tanımla­
nabilir. Bu eğilimin siyasal ülküsü olan, 'refah devleti'nden yana, zengin­
lere belli ölçülerde husumet besleyen demokratik bir cumhuriyet, 1 793
tarihli ideal Jakoben anayasasma kar§ılık gelmektedir. Ancak radikal de­
mokrasiden yana toplumsal grupların karma§ık ve garip bir ala§ım göster­
meleri gibi, buna da, dayandığı Fransız Devrimi modeline göre kesin bir
etiket vermek kolay değildir. Her ne kadar, en iyi J akobenci ı 793 Anaya­
sası ile temsil edilebilecek olsa da, içinde, 1 792-3'te Jirondenlik, Jakoben­
lik, hatta Baldırıçıplaklık diye adlandınlabilecek unsurlar bir araya toplan­
ml§tt. Üçüncüsünün esin kaynağıysa, II. Yıl'ın Devrimi, Thermidor döne­
mi sonrası ayaklanmalar, hepsinden önce de modem komünist geleneğin
siyaset sahnesine çıkı§ına damgasını vuran a§ırılık yanlısı Jakobenlerin
ve ilk komünistlerin önemli ayaklanması, Babeuf'un Eşitlerin Nifakı hare­
ketiydi. Bu, Baldırıçıplaklığın ve sol kanat Robespierreciliğin çocuğu ol­
makla birlikte, birincisinden sadece orta sınıfıara ve zenginlere kar§ı
küçük ama güçlÜ bir nefret duygusunu almi§tır. Siyasi bakımdan Babeufçu
devrimci model, Robespierre ve Saint-Just geleneği içinde yer almaktaydı.
Mutlakçı yönetimler açısından bakıldığında, bazıları diğerlerine göre
daha bilinçli bir karga§a propagandası yürütseler de ve cahil, yoksul
1 28 DEVRiM.ÇAGI

kitleleri daha kolay ate§leyebileceklerinden daha fazla tehlike içerseler


de, bütün bu hareketler istikrara ve iyi düzene yönelmi§ e§it oranda yıkıcı
tehditierdi (O nedenle 1830'larda Mettemich'in gizli polisi, Lamennais'in
Paroles d'un Crayant ( 1 834) adlı kitabının satı§ına, bizqimdi a§ırı görünen
bir ilgi göstermi§ti; çünkü siyaset dı§ı Katolik bir dil kullanarak, düpedüz
tanrıtanımaz olan propagandadan etkilenmeyen uyruklara da seslene­
bilmekteydi).3 Aslında bu muhalefet hareketlerini, 1815 rejimlerine duy­
dukları ortaknefretten ve neden ne olursa olsun mutlak monar§iye, kilise­
ye ve aristokrasiye kar§ı çıkan herkesin geleneksel ortak cephesi olmaktan
ba§ka birle§tiren hemen hiçbir §ey yoktu. 1815-48 döneminin tarihi, bu
birle§ik cephenin parçalanmasının tarihidir.

III

Restorasyon döneminde ( 1 8 1 5-30) reaksiyonun örtüsü, ona kar§ı olan


herkesi aynı ölçüde örttü ve bu örtünün altındaki karanlıkta Bonapartist­
lerle Cumhuriyetçiler, ılımlılarla radikaller arasındaki farklılıkları ayırt
etmek hemen hiç mümkün değildi. 1830'lara doğru Owencı 'kooperas­
yon'un himayesinde siyasette ve ideolojide bağımsız bir proleter eğilimin
ortaya çıktığı İngiltere dı§ında, öz-bilinçli i§çi sınıfı devrimcileri ya da
sosyalistler hiç değilse siyasi ya§amda henüz ortada görünmüyordu. İngil­
tere d1§ındaki kitlesel ho§nutsuzlukların çoğu, henüz kötülükten ve karga­
§adan ba§ka hiçbir §ey getirmediği görülen yeni topluma kar§ı siyasal
olmayan ya da lejitimist ve klerik görünümlü sessiz bir protesto niteliği
ta§ımaktaydı. O nedenle birkaç istisna dı§ında kıta Avrupası'ndaki siyasal
muhalefet, hala aynı anlama gelen bir avuç zengin ve eğitimli grupla
sınırlıydı; çünkü Ecole Polytechnique gibi solun kalesinde bile öğrencilerin
sadece üçte biri -ki hayli yıkıcı bir gruptu-, küçük burjuva kökenliydi
(çoğunun ailesi, ordunun ve devlet görevlerinin alt kademelerinden gel­
mekteydi); yalnızca 0.3'ü 'halk sınıfları'ndan geliyordu. Yoksulların bilinçli
olarak solda yer alan bu kesimi, ılımlı yorumundan çok radikal-demokrat
biçimiyle de olsa, orta sınıf devriminin klasik sloganlarını benimsemi§ti;
ancak bu sloganlar, toplumsal bir meydan okuma tınısından yoksundu.
İngiltere'deki çalı§an yoksulların defalarca etrafında toplandıkları klasik
program, ifadesini Halk Fermanı'nın 'Altı Maddesi'nde bulan basit bir
parlamenter reform programıydı.• Özü itibarıyla bu program, Paine'in
• ( 1) Yeti§kin erkek nüfusa oy hakkı, (2) gizli oy, (3) seçim bölgelerine e§it ağırlık tanınması,
(4) parlamento üyelerine maa§ bağlanması, (5) parlamentolann her yıl yenilenmesi, (6). aday
olmak için getirilen mülk sahibi olma §artının kaldırılması.
DEVRiMLER 1 29

ku§ağının J akobenliğinden farklı değildi ve (giderek bilinçlenmekte olan


i§Çi sınıfıyla bağlantılarına rağmen) James Mill tarafından ortaya kond uğu
biçimiyle, Benthamcı orta sınıf reformculannın siyasal radikalliğiyle tama­
men uyu§maktaydı. Restorasyon döneminde tek fark, emekçi radikallerin
çoktandır, orta sınıf reformculardan ziyade, -Hatip Hunt ( 1 773-1835)
gibi retorik gevezeler ya da William Cobbett (1762-1835) gibi parlak zekalı,
enerjik üslupçular ve elbette Tom Paine ( 1 737-1809) gibi- onlara kendi
dilleriyle hitap eden kimselere kulak vermeyi yeğlemelerinde yatıyordu.
Bunun sonucu olarak, bu dönemde ne toplumsal, hatta ne de ulusal
ayrımlar henüz Avrupa'daki muhalefeti uzla§maz kamplara bölebilmi§tL
1820'lerin ba§larına kadar Jakoben kar§ıtı bir isteri tarafından engellenmi§
olmasma kar§ın, düzenli bir kitle politikası biçimini yerle§tirmi§ İngiltere
ile ABD'yi bir yana bırakırsak, bütün Avrupa ülkelerinin muhaliflerini
birbirine çok benzer bir siyasal gelecek beklemekteyciL Ayrıca -mutlakçılı­
ğm birle§ik cephesi, Avrupa'nın bütününde barı§çıl reform seçeneğini
neredeyse tamamen dı§lamı§ olduğundan- devrimi gerçekle§tirme yön­
temleri de birbirine son derece benzerciL Bütün devrimciler kendilerini
(belli bir haklılıkla) , bir kez geldiğinde özgürlüğe tereddütsüz kucaklarını
açacak olmalarına rağmen, özgürlük mücadelesine katılmaları beklene­
meyecek cahil ve yanlı§ yönlendirilmi§ sıradan halkın olu§turduğu o deva­
sa ve atıl kitle arasında ve nihai olarak onların yararına çalı§an özgürle§miş
ve ilerici küçük bir seçkinler grubu olarak görmekteydiler: Hepsi de (hele
hele Balkanlarm batısındakiler) , tek bir dü§mana, Çarm önderliğinde
birle§miş mutlakçı prensiere karşı sava§tıklarını dü§ünüyorlardı. O neden­
le devrimi birleşik ve bölünmez bir şey olarak; ulusal ya da yerel özgürlük­
lerirı bir toplamı olmaktan çok, tek bir Avrupa görüngüsü olarak kavrıyor�
lardı. Hepsinde de aynı devrimci örgütlenme tarzını, hatta aynı örgütü
benimsernek gibi bir eğilim vardı: Asilerin gizli karde§lik cemiyet(ler)i.
Son derece renkli törenleri ve hiyerar§ileri olan bu karde§lik cemiyet­
leri, Napoleon döneminin sonlarında ortaya çıkan masonik örgütleri ken­
dilerine örnek aldılar ya da taklit ettiler. En fazla uluslararası niteliğe
sahip olduğundan aralannda en iyi bilineni, 'iyi kuzenler' örgütü ya da
Carbonari idi. Doğu Fransa'daki masonik ya da benzeri localardan geliyor­
!ardı; İtalya' daki Bonapartçı Fransa'ya karşı olan subaylar aracılığıyla ku­
rulmu§, 1806'dan sonra Güney İtalya'da şekillenmi§ ve 1815'ten sonra
diğer benzer gruplarla birlikte kuzeye ve Akdeniz dünyasına yayılmı§tı.
Bu örgütleri ya da onlardan kaynaklanmış örgütleri veya benzerlerini,
modem Rus tarihindeki ilk isyanı 1825 yılmda gerçekleştirmiş olan
Desembristleri bir araya getiren Rusya gibi çok uzak bölgelerde, ama
1 30 DEVRiM ÇAGI

özellikle Yunanistan'da bulmak olanaklıdır. Carbonari çağı, 1820-1'de


doruk noktasına ula§tı, 1 823'e gelindiğindeyse bu karde§lik örgütlerinden
geriye pek bir §ey kalmamı§tı. Ancak Carbonaricilik (türsel anlamıyla),
belki de Yunanistan'ın özgürlüğüne kavu§masına yardımcı olmak (Yunan­
severlik) gibi uygun bir görevin bir arada tuttuğu devrimci örgütlenmenin
ana gövdesi olmaya devam etti. 1830 devrimlerinin ba§arısız olmalarının
ardından Polonyalı ve İtalyan göçmenler Carbonariciliği daha da uzak
yerlere ta§ıdılar.
İdeolojik bakımdan Carbonari ve benzeri örgütler, sadece reaksiyona
duyulan ortak nefretin bir araya getirdiği oldukça karma§ık yapılardı.
Belli nedenlerden dolayı bu karde§lik cemiye deri, radikallerin, onlar ara­
smda da en kararlı devrimcileri olu§ turan solcu Jakobenlerle Babeufçula­
rm etkisine girdi. Babeuf'un eski silah arkada§ı Filippo Buonarroti, öğre­
tileri karde§lerinin ve kuzenlerinin çok solunda kalsa da, en yetenekli ve
yorulmak bilmez nifakçılarıydı.
Bütün gizli karde§lik cemiyetlerini uluslararası bir üst-nifak örgütü
biçiminde birbirine bağlamak amacıyla en azından en yüksek ve inisiyatif
gerektiren düzeylerde sürekli bir gayret içinde olunmu§sa da, aynı anda
uluslararası bir devrim gerçekle§tirınek üzere e§güdümlü bir çaba gösteri­
Hp gösterilmediği meselesi bugün bile tartı§ma konusudur. ݧin aslı ne
olursa olsun, 1820-1'de Carbonarici türde bir dizi isyan ba§ gösterdi.
Devrim için gereken siyasal ko§ullardan tümüyle yoksun bulunan ve ni­
fakçıların, (henüz olgunla§manın çok uzağmdaki) ayaklanmanın yegane
kaldıracı durumundaki düzenden soğumu§ orduya ula§amadıkları Fran­
sa'da tam anlamıyla yenilgiye uğradılar. Daha sonraları ve bütün bir ondo­
kuzuncu yüzyıl boyunca Fransız ordusu devlet memuriyetinin bir parçası
oldu; yani iktidarda hangi hükümet bulunursa onun emirlerini yerine
getirmekteyciL Bazı İtalyan devletleriyle, özellikle 'saf' ayaklanmanın en
etkin formülünü (askeri pronunciamentoyu) ke§fettikleri İspanya'da tam
anlamıyla, ama geçici bir ba§arı sağladılar. Subaylar arasında, kendi kar­
de§lik cemiyetlerinde örgütlenmi§ liberal albaylar, alaylarma isyan sıra­
smda peşlerinden gelmelerini emretmi§, onlar da bu emre uymu§lardı
(Rusya'daki Desembrist nifakçılar, 1 825'te kendi muhafız alaylarından
aynı §eyi yapmalarını istemi§, ama fazla ileri gitmekten korktukları için
ba§arısız olmu§lardı) . Ondan sonra, yeni ordular aristokrat olmayan genç·
lere kariyer olanağı sunduğundan, liberal eğilimli subayların karde§lik
cemiyetleri ve pronunciamento, İberik'in ve Latin Amerika'nın siyasal sah­
nesinin düzenli unsurları ve Carbonarici dönemin en uzun ömürlü, en
karanlık siyasal kazançlarından biri haline geldiler. Geçerken §U da söyle-
DEVRiMLER 1 3 1

nebiÜr: Farmasonluk gibi törenselle§mi§ ve hiyerar§ik bir gizli cemiyet,


anla§ılabilir nedenlerden ötürü, ordu mensuplanna son derece çekici
gelmekteydi. İspanya'nın yeni liberal rejimi, ı823'te Avrupa'nın reaksiyo­
ner kesimlerini de arkasına alan Fransa'nın istilası üzerine yıkıldı.
Kısmen gerçek ve ba§arılı bir halk ayaklanmasını ba§latml§ olmasından,
kısmen de diplomatik durumun elveri§liliğinden ötürü, ı820-2 devrimle­
rinden sadece biri varlığını sürdürmeyi ba§ardı: ı82ı Yunan ayaklanması.*
O nedenle Yunanistan, uluslararası liberalizmin esin kaynağı haline geldi
ve Yunanlılara örgütlü destek verilmesiyle sayısız gönüllü sava§çınm Yuna­
nistan'a gönderilmesini de içeren 'Yunanseverlik', ı930'larda İspanya Cum­
huriyeti'ne verilen desteğin oynadığına benzer bir rolü, Avrupa solunun
ı820'lerde İspanya Cumhuriyeti'ne destek için bir araya gelmesinde oynadı.
ı830 devrimleri, durumu tamamen deği§tirdi. Gördüğümüz gibi, ı 830
devrimleri son derece genel vahim bir dönemin, yaygın ekonomik ve
toplumsal rahatsızlığın ve hızla deği§en toplumsal ko§ullann ilk ürünle­
riydi. Bunu ba§lıca iki sonuç izledi. Birincisi; ı 789'u örneğine uygun
olarak, kitlelerin siyasi ya§ama girmesi ve kitle devrimi bir kez daha ola­
naklı hale geldi, ddayısıyla yalnızca gizli karde§lik cemiyetlerine bel bağla­
mak bir zorunluluk olmaktan çıktı. Ekonomik çöküntünün halkta yol
açtığı rahatsızlık . ile Restorasyon monar§isinin politikalarının sonuçsuz
kalmasının birlikte yarattığı tipik bir bunalım durumu yüzünden Paris'teki
Bourbonlar devrildi. Kitlelerin oldukça hareketli olduğu ı830 Temmuzu
Paris 'i, ne öncesinde ne de sonrasında görülmedik sayıda ve yerde barikat­
lar kurulduğuna tanık oldu (Gerçekten de ı830, barikatı halk ayaklanma­
sının simgesi haline getirdi. Barikatın Paris'teki devrimci tarihi en azından
ı588'e kadar uzanmakla birlikte, ı 789-94 arasında önemli bir rol oyna­
mamı§tı) . İkinci sonuç; kapitalizmin ilerlemesiyle 'halk'm ve 'çalı§an yok­
sullar'ın -yani barikatları kuranların-, giderek 'i§çi sınıfı' olarak endüstri
proletaryasıyla özde§le§meleriydi. O nedenle, ortaya bir proleter-sosyalist
devrimci hareket çıktı.
ı830 devrimleri aynı zamanda soleu siyaset tarzına iki deği§iklik daha
soktu. Ilımlılan radikallerden ayırdı ve yeni bir uluslararası durum yarattı.
Bunu yapmakla da hareketin yalnızca farklı toplumsal değil, ulusal kesim­
lere de ayrılmasına yardımcı oldu.
Uluslararası bakımdan ı830 devrimleri, Avrupa'yı iki büyük bölgeye
ayırdı. Ren'in batısında birle§mi§ reaksiyoner devletlerin nüfuzunu bütü­
nüyle kırdı. Ilımlı liberalizm, Fransa, Belçika ve İngiltere'de zafer kazandı.

' Yunanistan hakkında ayrıca 7. Bölüme bakınız.


1 32 DEVRiM ÇAGI

Liberalizmin daha radikal tipi, halk desteğine sahip liberal ve liberal­


karşıtı katalik hareketlerin birbiriyle zıtlaştığı İberik Yarımadası'nda ve
İsviçre'de .tam anlamıyla zafer kazanamamakla birlikte, Kutsal İttifak'ın
artık bu bölgelere müdahalesi olanaksızla§tı (Oysa Kutsal İttifak bunu
Ren'in doğusunda her yerde hala yapabiliyordu) . 1830'ların Portekiz ve
İspanyol iç savaşlarında mutlakçılarla ılımlı liberal güçler, karşılıklı olarak
kendi taraflarını desteklediler (Liberaller bu konuda biraz daha enerjikti
ve belli belirsiz 1930'ların İspanyolseverliğinin ipuçlarını verecek biçimde
yabancı radikal gönüllülerden ve sempatizanlardan yardım görmektey­
di) .* Fakat bu ülkelerdeki sorun, güçler arasındaki yerel dengelerin kara­
rına kalmı§tı. Yani, kısa ömürlü liberal zaferlerle (1833-7, 1840-3) muha­
fazakar toparlanma arasında gidip gelmelere, kararsızlığa terkedilmişti.
Ren'in doğusundaki durum, bütün devrimler (Alman ve İtalyan ayak­
lanmaları Avusturyalılar tarafından ya da onların desteğiyle; çok daha
ciddi olan Polanya ayaklanmasıysa Ruslar tarafından) bastırıldığından,
yüzeysel bakımdan 1830 öncesindeki gibi kaldı. Bunun yanında bu bölge­
de ulusal sorun, diğer bütün sorunların önünde gitmeye devam etti. Birle­
şememiş ulusların üyeleri, ya küçük prensiikiere bölünmüş olduğundan
ya da tersine (Habsburg, Rus ve Türk imparatorlukları gibi) çok uluslu
imparatorlukların içersinde bulunduklarından ya da her iki özelliği de
gösterdiklerinden, bütün halklar ulus olma ölçütüne göre ya çok küçük
ya da çok büyük olan devletler altında yaşamaktaydılar. Büyük oranda
mutlakçı olmayan bir kuşakta yer almakla birlikte, Avrupa'nın geri kala­
nında cereyan eden dramatik olayların dı§ında görece sakin bir ya§am
sürdüren Flamanları ve İskandinavları hiç hesaba katmasak da olur.
1848 devrimlerinin, her iki yakanın her yerinde olmasa da, Ren'in
her iki yakasında patlak vermi§ olmasının da gösterdiği gibi, bu iki bölgede
meydana gelen devrimler arasında ortak pek çok yan bulunmaktadır.
Ancak devrimci ate§, her iki bölgede de aynı değildi. Batıda İngiltere ve
Belçika genel devrimci ritimden ayrılırken, İspanya, Portekiz ve daha az
ölçüde de İsviçre, bula§ıcı iç sava§lara sürüklendiler ve ( 184 7 İsveç iç
sava§ında olduğu gibi) buralardaki bunalım, rasiantılar dı§ında artık Avru­
pa'nın diğer yerlerindeki bunalımlada çakı§maz oldu. Avrupa'nın geri
kalanında etkin 'devrimci' uluslarla edilgen ya da CO§kusuz olanlar
arasında keskin bir ayrım doğdu. Örneğin Habsburgların gizli servisleri,

• İngilizler İspanya ile, 1 820'lerde tant§tıkları liberal İspanyol mülteciler sayesinde


ilgilenmi§lerdi. İngiliz Karolikkar§ıtlığı da, -George Borrow'un Bible in Spain'inde ve Murray'in
ünlü Haııdbook of Spain'inde ölümsüzle§mi§- İspanya'yı destekleme modasının, İspanya Kralı
Don Carlos kar§ıtı bir yöne dönmesinde önemli bir rol oynaml§tır.
DEVRiMLER 1 33

Alplerde ve öteki Slav ülkelerinde herhangi bir tehlike bulunmadığını


bildirir!erken, zaptolunmaz Macarların yanı sıra Polonyalıların, İtalyanla­
rın ve (Avusturyalı olmayan) Almanların yarattığı sorunlarla uğra§mak­
taydılar. Türkler hala Balkan Slavlarının çoğunun bir maraza çıkarmaya­
caklanndan eminken, Rusların bir tek Polonyalılarla ba§lan beladaydı.
Bu farklılıklar, farklı ülkelerin toplumsal ko§ ullarında ve evrimin tem­
pos unda, 1830'larda ve 1840'larda giderek belirginlik ve siyasi açıdan
önem kazanan deği§kenlikleri yansıtmaktaydı. Örneğin İngiltere'nin geli§­
mi§ endüstrisi, İngiliz siyasetinin ritmini deği§tirdi: Kıta Avrupası'nın
büyük bölümü 1846-S'de en vahim toplumsal bunalım dönemini ya§ar­
ken, İngiltere bunun benzerini 184 1-2'de tamamen endüstriyel bir çö­
küntü biçiminde ya§amı§tı (9. Bölüme bakınız) . Öte yandan 1820'lerde
genç idealist gruplar, askeri bir darbenin [putsclı] İspanya ya da Fransa'ya
olduğu gibi Rusya'ya da özgürlük getireceğini umabilirken, 1830'dan sonra
Rusya'daki toplumsal ve siyasal ko§ullann İspanya'dakinden çok daha
az devrimci bir olguiıluk gösterdiği gözlerden kaçacak gibi değildi.
Buna rağmen, aynı türden olmasa da devrimin sorunları Doğu'da da
Batı'da da birbirine benzerdi: Ilımlılarla radikaller arasında artan bir gerili­
me yol açmaktaydı. Batıda ılımlı liberaller, Restorasyon döneminin ortak
muhalefet cephesinden çıkarak (ya da ona duyduklan büyük yakınlığı
yitirerek) , hükümet ya da potansiyel hükümet dünyasına girdiler. Üstelik
radikallerin çabalarıyla -barikatlarda radikallerden ba§ka kim sava§abilirdi
ki?- iktidarı ele geçiren ılımlı liberaller, hiç gecikmeden radikallere ihanet
ettiler. Onlar için demokrasiyle ya da cumhuriyetle all§ veri§e girmek kadar
tehlikeli bir §ey olamazdı. ''A.rtık me§ru bir dava olmadığı gibi" diyordu
Restorasyon döneminin muhalifliberali, Temmuz Monar§isi'nin Ba§bakanı
Guizot, "bunca zamandır demokrasi bayrağı altında yer verilmi§ ilkeler ve
duygular konusunda yanıltıcı bahanelere de gerek yoktur. Bir zamanlar
demokrasi olan, §imdi anar§i demektir; demokrasi ruhu, bugün devrim
ruhundan ba§ka bir §ey değildir, uzun zaman da öyle kalacaktır. "4
Bunun da ötesinde, kısa bir ho§görü ve §evk arasından sonra liberaller
co§kularını ba§ka reformlarla ılımlıla§tırmaya ve radikal solu, özellikle
de i§çi sınıfı devrimcilerini bastırmaya yöneldiler. İngiltere'de 1834-5
Owencı 'General Union' ile Chartistler, hem Reform Yasası'na kar§ı çıkan­
ların hem de destekleyenlerin dü§manlığıyla kar§ıla§tılar. 1839'da Chartist­
lerin üzerine sürülen askerlerin komutanı, bir orta sınıf radikali olarak
Chartistlerin isteklerinden birçağuna yakınlık duymu§, fakat yine de
Chartistleri kontrol altında tutmaktan geri durmamı§tı. Fransa'da 1 834
cumhuriyetçi ayaklanmasının bastırılması, bir dönüm noktası oldu: Aynı
1 34 DEVRiM ÇAGI

yıl bir tarım i§çileri sendikası kurmaya kalkan altı dürüst Wesleyanlı i§çiye
verilen gözdağı ('Tolpuddle Şehitleri' olayı) , İngiltere'de de i§Çi sınıfı hare­
ketine kar§ı benzer bir saldırıya geçildiğini gösteriyordu. O yüzden radikaller,
cumhuriyetçiler ve yeni proleter hareketler liberallerle safları ayırdılar; hala
muhalefette yer alan ılımlılar, artık solun sloganı haline gelen 'demokratik
ve toplumsal cumhuriyet' §iarından rahatsız olmaya ba§ladılar.
Avrupa'nın geri kalanında hiçbir devrim ba§arılı olamadı. Yenilginin
nedenlerine ili§kin sorgulamalar ve zafere ula§ına yolları üzerine tartı§ına­
lar, ılımlılarla radikallerin ayrılması ve yeni bir toplumsal devrim eğiliminin
belirmesi sonucunu yarattı. Ilımlılar -Whig yanlısı toprak sahipleriyle,
orta sınıfiçinde varolduğu kadarıyla ılımlılar- umutlarını, yeterince duyar­
lı hükümetlerin yapacağı reformlara ve yeni liberal devletlerden gelecek
diplomatik desteğe bağlaını§lardı. Tabii yeterince hassas hükümet bulmak
kolay değildi. İtalya'da Savoy, liberalizme yakınlığını ı;nuhafaza etmekteydi
ve ülkenin nihai olarak birle§ınesine yardımcı olacağını umduğu ılınılılar­
dan giderek artan bir destek topladı. Yeni Papa IX. Pius'un ( 1 846) döne­
minde kısa ömürlü olmu§ garip bir 'liberal papalık' görüngüsünden cesaret
alan bir grup liberal katolik, Kilisenin gücünü aynı hedef için seferber
etmek gibi ham bir hayal içine girdi. Almanya'daysa belli bir önemi haiz
her devlet, liberalizme sadece dü§ınanlık besliyordu. Ama bu durum -
sayıları, Prusya'nın tarihsel propagandasının ileri sür,düğünden .çok daha ·
az olan:_ bazı ılımlıların, en azından Alman Gümrük Birliği'ni ( 1 834)
hanesine artı puan olarak yazdırını§ Prusya'ya doğru yönelmelerine ve
bütün ılımlılann da barikatlar kurmakransa prensleri davalarına katınayı
dü§lemelerine engel değildi. Ilımlı bir reform sürecine Çar'dan da destek
bulına olasılığının, umutlarını her zaman böyle bir §eye bağlaınl§ kodaman
zevata (Czartorystis) artık güven vermediği Polonya'daysa, ılımlılar hiç
olmazsa Batının diplomatik müdahalelerine bel bağladılar. 1830 ile 1848
arasındaki olayların seyrine bakılacak olursa, bu ihtimalierin hepsi birbi­
rinden hayalciydi.
Fransa'nın, Büyük Devrim'in ve devrim kuramının kendisine verdiği ·

uluslararası kurtarıcı rolünü yerine getirmekteki ba§arısızlığı da radikalleri


aynı §ekilde dü§ kırıklığına uğrattı. Gerçekten de, 1 830'ların yükselen
milliyetçiliğiyle birlikte (7. Bölümle kar§ıla§tırın) bu dü§ kırıklığı ve her
ülkenin devrimci geleceğinin farklı olabileceğinin farkına varılması, dev­
rimcilerin Restorasyon döneminde özlemini duydukları birle§ik entemas­
yonalizmi darmadağın etti. Bunun yanında stratejik olasılıklar deği§ıne­
den kaldı. Neo-] akoben bir Fransa, belki (Marx'ın da aklına geldiği gibi)
radikal müdahaleci bir İngiltere, (hiç beklenmeyen bir §ey olan Rusya'da
DEVRiMlER 1 35

devrim olasılığı dı§ında) hala Avrupa'nın kurtulu§u için olmazsa olmaz


bir ko§ul niteliğini sürdürüyorlardı. 5 Buna kar§ın Carbonarici dönemin
Fransa merkezli enternasyonalizmine kar§ı, 1830'dan sonra solun büyük
kısmını ele geçirmi§ olan yeni romantizm modasına ( 1 4. Bölümle
kaı-§ıla§tırın) son derece uygun bir duygu olan milliyetçi bir reaksiyon
zemin kazandı: ihtiyatlı bir onsekizinci yüzyıl ussalcısı ve müzik ustası
Buonarroti ile ('Genç İtalya', 'Genç Almanya', 'Genç' Polanya vs. gibi)
çe§itli ulusal nifak örgütlerini 'Genç Avrupa' biçiminde birle§tiren anti­
Carhanarici reaksiyonun havarisi haline gelen dağınık kafalı, etkisiz biri
olan, kendini dev aynasında gören Joseph Mazzini (1805-72) arasındaki
kadar keskin bir kar§ıtlık bulmak kolay değildir. Bir anlamda devrimci
hareketteki bu merkezile§me gerçekçiydi; çünkü 1 848'de uluslar,
gerçekten de birbirinden ayrı, kendiliğinden ve aynı anda ortaya çıktılar.
Ba§ka bir anlamda ise böyle değildi: Aynı anda patlak veren bu indifanın
uyaranı hala Fransa' dan gelmekteydi; Fransa'nın kurtarıcı rolünü
oynamakta takındığı gönülsüz tavırsa, onları çileden çıkarıyordu. .
Romantik olsunlar olmasınlar radikaller, ılımlıların prensiere ve devlet­
lere duydukları güveni ideolojik olduğu kadar pratik nedenlerle de reddedi­
yorlardı. Kimse onlar için bunu yapmayacağından, halklar özgürlüklerini
kendileri kazanmak zorundaydılar; aynı zamanda bu, proleter-sosyalist ha­
reketlerin de yararlanmak üzere kendilerine uydurabilecekleri bir duyar­
lılıktı. Halklar bu i§i doğrudan eylemle yapmak zorundaydılar. Bu doğrudan
eylem, kitleler her durumda edilgen kaldtklarından, hala büyük oranda
Carbonarici bir tarzda anla§ılmaktaydı. Bu nedenle, Mazzini'nin Savoy'u
istila giri§imi gibi gülünç i§lerle, Polonyalı demokratların 183 1 yenilgisinden
sonra ülkelerinde partizan sava§ını sürdürmek ya da canlandırmak
yönündeki ciddi ve arkası kesilmeyen çabaları arasında dünya kadar fark
olsa da, bu Carbonarici doğrudan eylem tarzı çok etkili olmadı. Fakat radi­
kallerin yerle§ik güçlere kar§ı ya da onlar olmadan iktidarı alma karar­
lılıkları, kendi saflarında da ba§ka bir ayrılmaya yol açtı. Toplumsal devrim
gibi bir bedel ödemeye hazırlar mıydı?

Bu soru, kimsenin bundan böyle sıradan insanları siyasi ya§ama katma


kararını alamayacağı ya da bu karardan kaçamayacağı, (Jacksoncı
demokrasi zaten bunu yaptığı için* ) ABD dı§ındaki her yer için yakıcı
bir soruydu. Fakat, 1 828-9'da ABD'de bir ݧçi Partisi'nin [Workingmen's
• Elbette Güneyin köleleri dı§ında.
J 36 DEVRiM ÇAGI

Party] ortaya çıkmasına rağmen, bu devasa ve hızla geni§lemekte olan


ülkede (gerçi bazı kesimler arasında ho§nutsuzluklar varolsa da) Avru­
pa'dakine benzer bir toplumsal devrim ciddi bir sorun olu§turmuyordu.
Aynı §ekilde, belki Meksika dı§ında, siyasette yer alan hiç kimsenin hangi
amaçla olursa olsun Yerlileri (yani köylüleri veya kır emekçilerini) , Zenci
köleleri, hatta 'melezler'i (yani küçük çiftçileri, zanaatkarları ve kentli
yoksulları) seferber etmek gibi bir hayale kapılmadığı Latin Amerika'da
da bu sorunun bir yakıcılığı yoktu. Fakat kentli yoksullar için toplumsal
devrimin gerçek bir olasılık olduğu Batı Avrupa'da ve tarım devriminin
ya§andığı Avrupa'nın geni§ bir bölgesinde kitlelere ba§vurulup vurulma­
yacağı sorusu, acil ve kaçınılmaz bir soruydu.
Batı Avrupa'da yoksulların -özellikle de kentli yoksulların- düzene
kar§ı artan bir soğukluk içirıe girdikleri besbelliydi. imparatorluk Viyana­
sı'nda bile plepyan ve küçük burjuva tutumların sadık birer aynası duru­
mundaki mahalle tiyatrolannda yansısını bulmaktaydı. Napoleon döne­
minde bu tiyatrolarda oynanan oyunlar, Habsburglara duyulan safdil bir
sadakatle Gemuetlichkeit' ın bir bile§imi niteliğindeydi. Bu tarz oyunların
1820'lerdeki en büyük yazan olan Ferdirıand Raimund, sahneyi peri ma­
sallanyla, hüzünle ve basit, geleneksel, kapitalist olmayan cemaat ya§amı­
nın yitirilmi§ saflığına duyulan özlemle doldurmu§tu. Fakat 1835'ten son­
ra, esasen toplumsal ve siyasal bir hicivci, sivri dilli, diyalektik bir nükte­
dan, 1848'deyse co§kulu bir devrimci haline gelen (ki manidardır) bir
bozguncu olan bir yıldız Qohann Nestroy) sahneye çıktı. Le Havre'dan
geçen Alman göçmenler bile, . 1 830'larda yoksul Avrupalıların rüyalannı
süsleyen bir ülke olmaya ba§layan ABD'ye gitme nedenleri sorulduğunda,
"orada kral yok" yanıtı vermekteydiler.6
Batı'da kentlerde olu§an ho§nutsuzluk, genel bir olguydu. Proleter
ve sosyalist hareket, asıl olarak çifte devrimin gerçekle§tiği ülkelerde,
İngiltere'de ve Fransa'da görülmekteydi (Aynı zamanda l l . Bölümle kar­
§ıla§tırın) . İngiltere'de 1 830 dolaylarında ortaya çıkarak whigleri ve libe­
ralleri olası hainler, kapitalistleriyse kesin dü§manlar olarak gören son
derece olgun, çalı§an yoksullardan olu§an bir kitle hareketi halini aldı.
Doruk noktasına 1839-42'de ula§an, ama etkisini 1848'den sonra da
sürdüren muazzam Halkın Fermanı (Chartist) hareketi, onun en büyük
ba§arısıydı. İngiliz sosyalizmi ya da 'kooperatif' hareketi çok daha zayıftı.
1820 ba§larından itibaren esas olarak zanaatkarlar ve vasıflı i§çiler arasın­
da yaydığı öğretilerine i§çi sınıfının militanlarını da çekerek, hatta Owen­
cılann etkisi altında kapitalist ekonominin çevresinden dalanacak genel
bir i§birliğine dayalı ekonomi olu§turmaya çalı§an i§çi sınıfına ait ulusal
DEVRiMLER 1 37

çapta 'genel sendikalar' kurmak gibi tutkulu giri§imlerde bulunarak, adını


1829-34'te etkin biçimde duyurdu. 1832 tarihli Reform Yasası'nın yol
açtığı dü§ kırıklığı, emek hareketirün geni§ kesimlerinin, Owencıların,
kooperatiflerin, ilkel devrimci sendikacıların önderliğirıden medet uruma­
larına neden oldu; ne var ki, bu grupların etkili bir siyasal strateji ve
önderlik geliştirmekteki aczieriyle hükümetin ve i§verenlerin sistematik
saldırılan kar§ısında hareket 1834-6'da ortadan kalktı. Bu ba§arısızlık,
sosyalistleri, emek ajitasyonunun ana akımı dı§ında kalan eğitim grupları
ve propagandacılar ya da 1844'den sonra Rochdale'de, Lancashire'da ba§ı
çeken daha ılımlı bir tüketici kooperatifçiliğinin öncüleri durumuna
dü§ürdü. Bundan dolayı, İngiliz çafı§an yoksullarının devrimci kitle hare­
ketinin doruk noktasını olu§turan Chartizmin, siyasal bakımdan daha
olgun olmakla birlikte ideolojik bakımdan 1829-34'deki hareketin geri­
sinde kalması gibi bir paradoks ortaya çıktı. Fakat bu siyasi olgunluk da,
önderlerinin siyasal yetersizliği, yerel ve sektörel farklılıklar ve dilekçe
azınanları hazırlamak dı§ında, çe§itli örgütleri arasında uyumlu bir ulusal
eylem geli§tirememeleri yüzünden, yenilmehen kurtaramadı.
Fransa'da, endüstride çall§an yoksullar arasında benzer bir kitle hare­
keti ortaya çıkmadı: 1830-48'de Fransız 'işçi sınıfı hareketi'nin militanları,
çoğu vasıflı i§lerde ve Lyon ipek i§inde olduğu gibi geleneksel ev üretimi­
nin ve parça ba§ı i§ endüstrilerinin bulunduğu merkezlerde çalı§an eski
moda kentli zanaatkarlar ve ustalardı (Lyon'un iliğine kadar devrimci
canutlannı bile ücretli i§çiler değil, küçük zanaat ustaları olu§turmaktaydı).
Bunu yanında yeni 'ütopyacı' sosyalizmirı çe§itli kolları, özellikle Fourierci­
lerin küçük dini gruplan ve toplantıları, 1 848 devriminin ba§larında kitle
eylemini harekete geçiren ki§iler ve yerler, ݧÇi sınıfı önderliğinin çekirdeği
gibi hareket edecek olsalar da, Sait-Simon'un, Fourier'in, Cabet'in ve
diğerlermin izleyicileri siyasal ajitasyona ilgi duymuyorlardı. Öte yandan
Fransa'da, önemli bir kısmı 1830'dan sonra komünist olacak güçlü ve
siyasal bakımdan hayli geli§kin bir soleu Jakobenlik ile Babeufçuluk vardı.
En önde gelen önderi de, Buonarroti'nin tilmizi Auguste Blanqui ( 1805-
188 1 ) idi.
Toplumsal çözümleme ve kurarn açısından, sosyalizmin zorunluluğunu
ileri sürmenin ve sömürülen i§çilerin olu§turduğu proletaryanın sosyaliz­
min mimarı, orta sınıfın (artık üst sınıf yoktu) sosyalizmin ba§lıca
dü§manı olacağı biçimindeki keskin gözlemi dı§ında, Blanquiciliğin
sosyalizme katkısı yok denecek kadar azdı. Siyasal strateji ve örgütlenme
açısındansa Blanqtiicilik, devrimciliğin geleneksel organı olan gizli nifak
karde§lik cemiyetlerini -geçerken belirtelim, Restorasyon dönemirıe özgü
1 38 DEVRiM ÇAGI

törenselliğinden ve karnaval kıyafetlerinden soyarak- proletaryanın ko­


§Ullarına ve Jakoben devrimin geleneksel yöntemi olan ayaklanmayı ve
merkezi halk diktatörlüğünü i§çilerin davasına uydurdu. Modern sosyalist
devrimci hareket, Blanquicilerden, siyasal iktidarı ele geçinnesi gerektiği
(onlar da, bunu Saint-Just, Babeuf ve Buonarroti'den almı§lardı) , bunu
da (Blanqui'nin ortaya attığı bir terim olarak) 'proletarya diktatör­
lüğü'nün izlemesi gerektiği görü§ünü aldı. Blanquiciliğin zayıflığı, kısmen
Fransız i§çi sınıfının zayıflığı demekti. Büyük bir kitle hareketinin yok­
luğunda Blanquicilik, Carbonarici öncelleri gibi ayaklanmalarını bo§lukta
planlayan, o nedenle de - 1839 ayaklanma giri§iminde olduğu gibi- sık
sık ba§arısızlığa uğrayan bir seçkin hareketi olarak kaldı.
O nedenle, İngiltere ve Belçika gibi en çok endüstrile§mi§ ülkelerde
hükümetin ve i§veren sınıfların onları görece -ve haklı olarak- yumu§ak
ba§lı olarak görmelerine kar§ın, Batı Avrupa'da i§çi sınıfı ya da kentli
devrimi ve sosyalizm, son derece gerçek tehlikeler olarak görülüyordu:
İngiliz hükümetinin muazzam büyüklükte, ama bölünmü§, kötü örgütlen­
mi§ ve sığ biçimde yönetilen Chartistlerin kamu düzenine yönelttikleri
tehditten ciddi biçimde hayıflanması için hiçbir kanıt yoktu. 7 Öte yandan
kırsal kesimden ne devrimcileri cesaretlendirecek ne de hakim sınıfları
korkuracak bir §ey geliyordu. İngiltere'de hükümet, 1 830 sonlarında Gü­
ney ve Doğu İngiltere'nin aç çiftlik emekçileri arasında bir ayaklanma
ve makineleri kırma dalgası yayıldığında bir an için paniğe kapıldı. Reform
Yasası döneminde çok daha gergin olan siyasal durum açısından bakıldı­
ğında, bekleneceği gibi Chartist ajitasyondan çok daha büyük bir vah§etle
cezalandırılan bu kendiliğinden, yaygın fakat süratle bastırılan 'son emek­
çiler ayaklanması'nda8 , 1830 Fransız Temmuz Devrimi'nin etkisi fark
edilmekteyciL Ne var ki, tarım kesimindeki rahatsızlık çok geçmeden
tekrar nüksetti; fakat bu kez siyasal açıdan çok daha az korkutucu bir
biçimdeydi. Belli ölçülerde Batı Almanya dı§ında kalan ekonomik bakım­
dan geli§mi§ diğer bölgelerde ciddi bir köylü devrimciliği beklenmiyor ya
da tahayyül bile edilmiyordu; çoğu devrimcinin tamamen kentli görü­
nümleri de, köylülere hiç çekici gelmiyordu. İberik yarımadasını bir yana
bırakırsak, bütün Batı Avrupa'da sadece İrlanda'da, Ribbonmen ve
Whiteboys gibi gizli ve yaygın terörist gruplarda örgütlenmi§ büyük ve
salgın halinde yayılan bir tarım devrimi vardı. Fakat İrlanda, toplumsal
ve siyasal açıdan kom§ularından tamamen farklı bir dünyaya aitti.
O nedenle toplumsal devrim meselesi, orta sınıf radikalleri, yani ho§·
nutsuz i§adamlarını, aydınları ve hala 1830'un ılınılı liberal hükümetlerine
muhalefet etmekte olanları böldü. Aynı §ekilde, İngiltere'de 'orta sınıf
DEVRiMLER 1 39

radikalleri'ni, Chartizmi desteklemeye ya da (Birmingham'da veya Quaker


Joseph Sturge'un Eksiksiz Oy Hakkı İçin Birlik'inde olduğu gibi) Chartizmle
dava birliği yapmaya hazır olanlarla, Manchester Tahıl Yasası Kar§ıtları
Birliği gibi hem aristokrasiye hem de Chartizme kar§ı sava§makta ısrarlı
olanlan ikiye böldü. Sınıf bilinçlerinin türdqliğine, büyük miktarlarda
harcayabildikleri paralarma ve kurdukları propaganda ve reklam örgütü­
nün etkinliğine güvenen uzla§mazlar, duruma egemen oldular. Fransa'da
Louis Philippe'e kar§ı resmi muhalefetin güçsüzlüğü ve Paris'in devrimci
kitlelerinin inisyatifi, diğer kanadın ağır basmasına yol açtı. "Dolayısıyla
tekrar cumhuriyetçi olduk" diye yazdı 1848 Şubat Devrimi'nden sonra
radikal §air Beranger. "Belki biraz erken, biraz da çabuk oldu ... Daha
tedbirli davranmalıydım, ama ne zamanı seçebildik ne güçleri düzene
sakabildik ne de yürüyü§ yolunu biz belirledik."9 Orta sınıf radikallerinin
a§ırı solla yolları ancak devrimden sonra ayrılacaktı.
Bağımsız zanaatkarlar, dükkan sahipleri, çiftçiler ve (vasıflı i§çiler kit­
lesiyle birlikte) muhtemelen Batı Avrupa'da Radikalizmin ana gövdesini
olu§ turan benzeri grupların olu§turduğu ho§nutsuz küçük burjuvazi için
sorun, daha az karma§ ıktı. Küçük adamlar olarak zenginlere kar§ı yoksul­
lara yakınlık duyuyor; küçük mülk sahibi kimseler olaraksa yoksullara
kar§ı zenginlerden yana tavır koyuyorlardı. Fakat yakınlık hislerincieki
bu bölünmü§lük, siyasal ittifaklannda büyük bir deği§iklik yaratmaktan
çok onları duraksamaya ve ku§kuya götürüyordu. Ancak zamanı geldiğin­
de, ne denli dermansız da olsalar Jakoben, cumhuriyetçi ve demokrat
kesiliyorlardı. Bütün halk cephelerinin bu kararsız unsuru, buna kar§ın,
potansiyel kamula§tırmacılar iktidara gelinceye kadar halk cephesinin
deği§mez bir unsuru olarak yerini korudu.

Radikalliğin çekirdeğini, düzenden ho§nutsuz kır soylularının olu§turduğu


bir grubun ve aydınların meydana getirdiği devrimci Avrupa'nın geri
kalan bölgelerinde sorun çok daha ciddi boyutlardaydı. Çünkü buralarda
kitleleri köylüler; ekseriyetle toprak lordlanndan ve kentlilerden farklı
bir ulusa mensup (Macaiistan'da Slav ve Romen, Doğu Polanya'da Ukray­
nalı, Avusturya'nın bazı bölgelerinde Slav) bir köylülük olu§turm�ktaydı.
Çoğunlukla en radikal milliyetçiler, kendilerine gelir getiren statülerini
terk etmeye gücü yetmeyen en yoksul ve en etkisiz toprak lordlarıydı.
Boğazına kadar cehalete ve siyasal edilgenliğe gömülmü§ bir köylü kitlesi­
nin devrimi desteklemesi (bekleneceği gibi) olabileceğinden daha çabuk
1 40 DEVRiM ÇAGI

gerçeklqmedi; fakat yakıcılığı hiç de az değildi. Daha 1840'larda bu edil­


genlik, artık köylülük için bir veri olmaktan çıktı. 1 846'da Galiçya'daki
serf ayaklanması, 1 789 Fransız Devrimi günlerinden bu yana görülen en
büyük köylü hareketiydi.
Sorun yakıcı olduğu kadar belli ölçülerde de retorikti. Ekonomik ba­
kımdan Doğu Avrupa gibi geri kalmı§ bölgelerin modemle§mesi, bir tarım
reformu yapılmasını ya da en azından Avusturya, Rusya ve Türk impara­
torluklarında hüküm sürmekte olan seriliğin kaldırılmasını gerektiriyordu.
Siyasal açıdansa, köylüler eylem e§iğine bir kere vardıklarında, bilhassa
devrimcilerin yabancı egemenliğine kar§ı sava§ verdikleri ülkelerde, köy­
lülüğün taleplerini kar§ılamak için bir §eyler yapılması §arttı. Çünkü köy­
lüleri kendi yanlarına çekemezlerse bunu reaksiyonerler yapacaktı; me§ru
kralların, imparatorların ve kiliselerin, gelenekçi köylülerirı onlara lordlar­
dan daha fazla güvenmelerini ve hala ilke olarak onların adaletine sığın­
malarını sağlayan taktik üstünlükleri vardı. Öte yandan menarklar da
gerektiğirıde soylulara kar§ı köylülerin yanında yer almaya hazırdılar:
Napolili Bourbonlar bunu hiç tereddüt etmeden 1 799'da NapoliliJakoben­
lere kar§ı yapmı§lardı. 1 848'de Lombardiyalı köylüler, ulusal ayaklanmayı
bastıran Avusturyalı generali alkı§larken "Çok ya§a Radetzky, lordlara
ölüm" diye bağırıyorlardı. 1 0 Azgeli§mi§ ülkelerdeki radikallerin önündeki
sorun, köylülerle ittifak kurulup kurulamayacağı değil, bunun ba§arılıp
ba§arılamayacağıydı.
O nedenle bu ülkelerdeki radikaller iki gruba ayrıldılar: Demokratlar
ve a§ırı sol. Polonya'da, Polonya Demokratlar Cemiyeti; Macaristan'da,
Kossuth taraftarları; İtalya' da, Mazzirıiciler tarafından temsil edilen birin­
ciler, köylüleri devrimci davaya çekmek için serfliğin kaldırılmasının ve
küçük çiftçilere mülkiyet hakkı verilmesinin zorunlu olduğunu kabul
ettiler; feodal haklarından gönüllü olarak -ama tazminat ödenmesi ko§U·
luyla- vazgeçen bir soylulukla ulusal köylülük arasında bir tür barı§çıl
ortak ya§am kurmayı umuyorlardı. Ancak, (İtalya'nın büyük bölümünde
olduğu gibi) köylü ayaklanması rüzgarının bir fırtınaya dönü§mediği ya
da prensler tarafindan sömürülme korkusunun fazla büyük olmadığı yer­
lerde, demokratlar, genel olarak siyasal demokrasi ve ulusal özgürlük
vazetmeyi tercih ederek, uygulamada somut bir tarımsal ya da daha doğru­
su toplumsal bir program olu§turmayı gözardı ettiler.
A§ırı sol, devrimci mücadeleyi, kitlelerin yabancı yöneticilere ve içer­
deki sömürücülere kar§ı mücadelesi olarak anlamaktaydı. Yüzyılımızın
ulusal-toplumsal devrimlerinin habercisi olan bu insanlar, çıkarlarının
imparatorluk yönetimine bağlı olmasından ötürü zayıf orta sınıfın ve soy-
DEVRiMLER 1 4 1

luluğun, bağımsızlık ve modernle§me yolunda yeni bir ulusa önderlik


etmekte yetersiz kalacaklarını dü§ünüyodardı. Dolayısıyla programları,
hem toplumsal ele§tiriciler hem de siyasal devrimciler olsalar bile, Mark­
sizm öncesi çoğu 'ütopyacı' sosyalistten farklı olarak rü§eym halindeki
batılı sosyalizmin etkisini ta§ımaktaydı. Bu anlamda 1846'da kurulmu§
ve kısa örnürlü olmu§ Krakov Cumhuriyeti, köylülerin sırtındaki yükü
kaldırdı ve kent yoksullarına 'ulusal atölyeler' kurmayı vaat etti. Güney
İtalyan Carbonarilerinin en geli§kin olanları, Babeufçu-Blanquici plat­
formu benimsediler. Belki Polanya hariç, bu dü§ünce akımı görece zayıftı
ve esas olarak öğrencilerden, sınıflarından kopmu§ plep ya da soylu köken­
li aydın ve birkaç idealistten olu§mU§ hareketlerin, saflarına çekmeye
çabaladıkları köylülüğü harekete geçirememeleri yüzünden etkisi daha
da zayıflamaktaydı. *
O nedenle azgeli§mi§ Avrupa'nın radikalleri, kısmen taraftarlarının
köylülüğe yeterince ya da zamanında ödün vermekte gönülsüz davranma­
ları, kısmen de köylülerin siyasal bakımdan ham olmaları yüzünden, hiçbir
zaman sorunlarını etkin biçimde çözemediler. İtalya'da 1848 devrimleri,
etkili olmayan bir k�sal nüfusun omuzlarında yükseldi; ( 1 846 ayaklanma­
sının, Avusturya hükümetinden cesaret alarak hızla Polonyalı soylulara
kar§ı bir köylü isyanına dönü§tüğü) Polanya'da, 1848'de, Prusya Poznania'sı
dı§ında hiçbir devrim gerçekle§medi. Hatta devrimci uluslar arasında
en geli§mi§i olan Macaristan'da soyluluğun yönetiminde yürütülen toprak
reformu, niteliği gereği, köylülüğün ulusal kurtulu§ sava§ına tam anla­
mıyla dahil edilmesini olanaksız kıldı. Doğu Avrupa'nın büyük bölü­
mündeyse imparatorluğun askeri üniformalarını giymi§ Slav köylüler, Al­
man ve Macar devrimlerinin bastırılmasında etkin rol oynadılar.

VI

Buna kar§ın, yerel ko§ulların farklılığı, milliyet ve sınıf gibi nedenlerden


dolayı bölünmü§ de olsalar, 1830-48 devrimci hareketleri ortak pek çok
özelliklerini korudular. Birincisi; gördüğümüz gibi bu devrimler büyük .
ölçüde sürgündeki orta sınıf azınlık örgütleri ve nifakçı aydınlar ya da
görece küçük bir okuryazar diinyasıyla sınırlı kaldı (Elbette devrimler
patlak verdiğinde sıradan insanlar da kendi yerlerini alacaklardı. 1848
Milano ayaklanmasında ölen 350 ki§iden sadece bir düzinesi öğrenci, katip
· Ne var ki, Romanya ya da Güneybatı Alınanya'nın bazı bölgelerinde olduğu gibi, küçük
köylü mülkiyetinin, kiracılığın ve ortakçılığın bulunduğu birkaç bölgede, Mazzini tipinde bir
radikallik, 1848'de ve sonrasında oldukça geni§ bir kitle desteği sağlamayı ba§ardı.
1 42 DEVRiM ÇAGI

ya da toprak sahibi ailelerden geliyordu. Yetmi§ dördü kadın ve çocuk, geri


kalanıysa zanaatkar ya da i§çiydi) . 1 1 İkincisi; bu devrimler, 1 789 Devrimi'nin
deneyim ve mirasından kaynaklanan ortak bir siyasal prosedür, stratejik
ve taktik dü§üncelerle, güçlü bir ulusal birlik duygusu taşımaktaydı.
Birinci etkeni açıklamak kolaydır. Devrimin hemen öncesinde ve son­
rasında varolmayan, ama normal bir toplumsal yaşamın bir parçası olarak
· uzun bir geçmi§e sahip kitle ajitasyonu ve örgütlenme geleneği, ABD ve
İngiltere, belki bir de İsviçre, Hollanda ve İskandinavya dışında pek görül­
mediği gibi, İngiltere ve ABD dı§ında bunun ko§ullan da yoktu. Çünkü
Nisan 1 839'da çıkan Chartist Kuzey Yıldızı12 gibi haftada 60.000'den fazla
satan bir gazete ve ondan da fazla okur sayısı,ba§ka ülkede dü§ünüle­
bilecek bir §ey değildi. Fransa gibi bir ülkede yan resmi ya da -1830'lardan
sonra- eğlence amaçlı dergiler, a§ağı yukarı 20.000 satmalanna kar§ın,
gazetelerin ortalama tirajı 5000 civarmdaydı. 13 Hatta Belçika ve Fransa
gibi anayasal monar§inin varolduğu ülkelerde a§ın solun yasal ajitasyo­
nuna arada sırada izin verilmekteydi. Bunun sonucunda, pays legali [seç­
me hakkına sahip yurttaşları] olu§turan sınırlı sayıdaki sınıf arasında de­
mokratik siyasetin bir sureti, ayrıcalıksız sınıflar arasında da bu suretin
belli ölçülerde yansıları bulunmakla beraber, kitlelerin siyasete katılmala­
nnın temel gereçleri -hükümetlere baskı uygulamak amacıyla yapılan
halk gösterileri, kitle örgütleri, dilekçeler, sıradan halka hitap eden gezgin
konu§macılar- çok nadir olarak gözlenen §eylerdi. İngiltere d!§ ında hiçbir
ülke, imza kampanyası, halk gösterileri yoluyla genel oy hakkı elde etmeyi
ya da Chartizmin ve Tahıl Yasası Kar§ıtı Birlik'in yapmayı denediği gibi
kitle ilanlan ve baskı kampanyalan aracılığıyla halkın kabul etmediği bir
yasayı kaldırmayı ciddi biçimde dü§ünemezdi. Büyük anayasal değişik­
likler, yasallıktan ayrılmak anlamına gelmekteydi; büyük toplumsal deği­
§ikliklerse, haydi haydi bu anlamı ta§ıyordu.
Yasadı§ı örgütler, doğal olarak yasal olanlanndan daha küçüktü ve
toplumsal kompozisyonlan da temsil edici olmaktan çok uzaktı. Beklene­
ceği gibi, Carbonarici gizli cemiyederin Blanquicilerde olduğu gibi prole­
ter-devrimci örgüdere dönü§mesi, orta sınıflar içersinde görece gerile­
melerine, i§çi sınıfı içindeyse büyümelerine, yani içlerindeki zanaatkar
ve vasıflı i§çi sayısının artmasına yol açtı. 1830 sonlannın ve 1 840'lann
Blanquici örgütlerinin, alt sınıflar arasında güçlü destek bulduklan söylen­
mi§tir. 14 Aynı durum, omurgasını sürgündeki Alman vasıflı i§çilerinin
olu§turduğu (daha sonra Marx ve Engels'in Komünist Birlik'i ile Adalet
Birliği'ne dönü§ecek olan) Alman Sürgünleri Birliği için de geçerliydi.
Fakat bu, oldukça istisnai bir örnekti. Aralannda (İberik ülkeleri dı§ında)
DEVRiMLER 1 43

Carbonariciliğin §a§aalı günlerinde olduğundan daha az sayıda genç subay


bulunsa da, nifak örgütlerinin büyük bölümünü, önceden olduğu gibi
meslek sahibi sınıflar, ya da daha az sayıda olmak üzere soylular, öğrenciler,
gazeteciler vs. arasından gelen kimseler olu§turmaktaydı.
· Bununla birlikte bütün Avrupalı ve Amerikalı sol, belli bir noktaya
kadar ayiu dü§mana kar§ı sava§mayı, ortak özlemleri ve ortak bir programı
payla§mayı sürdÜrdü. Kaleme aldıkları İlkeler Bildirgesi' nde, "kalıtsal e§it­
sizlikleri ve 'kast'a dayanan ayrımları tanımıyor, reddediyar ve mahkum
ediyoruz" diye yazdılar ("Büyük Britanya, Fransa, Almanya, İskandinavya,
Polanya, İtalya, İsviçre, Macaristan ve diğer ülkelerin yerlileri"nden olu­
§an) Karde§ Demokratlar; "bunun neticesinde, mülk sahipliğinden dolayı
ayrıcalıkları tekellerine alan sınıfları, aristokratları ve kralları, gaspçılar
olarak görüyoruz. Bütün halkın seçtiği ve halka kar§ı sorumlu hükümetler,
bizim siyasal inancımızdır."15 Bir radikalin ya da devrimcinin bu görü§leri
payla§maması mümkün müydü? Eğer o ki§i bir burjuvaysa, (oy hakkını
mülkiyet ko§uluna bağlayan ı 830-2 Anayasasında olduğu gibi) siyasal
ayrıcalıktan yoksun olmasına rağmen, mülkiyete rahatça hareket edebile­
ceği ekonomik bir.hareket alanı veren bir durumdan yana olacaktır. Yok
eğer sosyalist ya da komünistse, mülkiyerin toplumsalla§tırılmasından
yana olacaktır. Ku§ku yok ki, krala, aristokrasiye ve ayrıcalığa kar§ı eskiden
müttefik olanların birbirlerine yüz çevirdiği ve temel çatı§manın, burjuvazi
ile i§çiler arasındaki çatı§ma halini aldığı bir noktaya gelinecekti. Fakat
ı 848'den önce henüz hiçbir yerde bu noktaya varılmamı§tı. Sadece birkaç
ülkedeki büyük burjuvazi, o sıralarda resmen hükümet kampında yer al­
maktaydı. En bilinçli proleter komünistler bile, hala kendilerini genel
radikal ve demokrat hareketin a§ırı sol kanadı olarak görmekte ve öyle
davranmaktaydılar. Bunun yanında, 'burjuva demokratik' bir cumhuriye­
tin kurulmasını normal olarak sosyalizme doğru ilerlemenin vazgeçilmez
bir ön §artı olarak görmekteydiler. Marx ve Engels'in Komünist Mani­
festo'su, mevcut ittifakın bir bildirisi değildi; -en azından Almanya için­
gelecekte burjuvaziye kar§ı verilecek sava§ın bildirgesiydi. Almanya'nın
en geli§mi§ orta sınıfı olan Ren bölgesi sanayicileri, ı 848'de Marx'tan
sadece radikal yayın organları Neue Rheinische Zeitung'un editörü olmasını
istemediler; Marx da bu yayın organını düpedüz komünist bir organ olarak
değil, Alman radikalizminin sözcüsü ve önderi olarak kabul etti ve çıkardı.
Avrupa solu, genel durum hakkında �rtak bir görü§ün ötesinde, devri­
min neye benzeyeceği hakkında ı 789'dan kaynaklanan ve ı 830'un etki­
lerini ta§ıyan ortak bir manzarayı da payla§maktaydı. Devlet siyasal bir
bunalıma girecek, bu da bir ayaklanmaya yol açacaktı (Genel siyasal ya
1 44 DEVRiM ÇAGI

da ekonomik iklime bakılınadan örgütlenen Carb0narid bir seçkin komp­


losu ya da ayaklanma fikri, özellikle İtalya'daki (örneğin 1833-4'te, 1 84 1-
S'te) çe§itli türden giri§imlerin ve Napoleon'uri yeğeni Louis Napoleon'un
1 836'da kalkı§tığı türden komploların rezilane ba§arısızlıklan yüzünden,
İberik ülkeleri dı§ında giderek gözden dü§mekteydi) . Barikatlar, sermayeye
kar§ı kurulacaktı; devrimciler, saraya, meclise ya da ( 1 792'yi amınsayan
a§ırılara göre) kent meydanına üç renkli bayraklarını çekecek, cumhuriye­
tin ve geçici bir hükümetin kurulduğunu ilan edeceklerdi. Daha sonra
ülke yeni rejimi kabul edecekti. Gerçi 1 848 sonrasına kadar hükümetler,
askeri birliklerin devrimcilere kar§ı operasyonlarını kolayla§tırmak üzere
onları yeniden planlamaya ba§lamamı§tı; ama ba§kentlerin tayin edici
önemi, evrensel olarak kabul görmekteydi.
Silahlı yurtta§lardan bir Ulusal Muhafız Birliği kurulacak; Kurucu
Meclis için demokratik seçimler yapılacak; geçici hükümet kalıcı hükü­
mete dönü§ecek ve yeni bir anayasa yürürlüğe konacaktı. Daha sonra
yeni rejim, gerçekle§mesine neredeyse kesin gözüyle bakılan ba§ka dev­
rimiere karde§çe yardım edecekti. Bundan sonra olanlar, devrim sonrası
döneme aitti ve 1 792-9'da Fransa'da meydana gelen olaylar, yapılacak
ve yapılmayacak §eyler için somut bir model olu§turmaktaydı. Devrimciler
arasında bulunan çoğu J akobenin kafasının, devrimi yabancı ya da yerli
kar§ıdevrimcilere kar§ı koruma sorununa çalı§ması son derece · doğaldı.
Bütün olarak alındığında, siyasetçi sola kaydıkça, federalizm, adem-i
merkeziyetçilik ya da güçler ayrılığı gibi Oironden) ilkelere kar§ı Oakoben)
merkezilik ve güçlü yürütme ilkesini yeğleyeceği söylenebilir.
Bu ortak görü§, hiçbir ülkenin -örneğin Fransa'nın, daha doğrusu
Paris'in- otomatik öndediğini kabule yana§mayan ayrılıkçı milliyetçiler
arasmda bile varlığını koruyan güçlü bir enternasyonalizm geleneğince
de perçinlenmekteydi. Pek çok Avrupa ülkesinin kurtulu§unun Çann
yenilgisine bağlı olması gibi kesin bir gerçek göz önüne alınmasa bil�,
bütün ulusların davası aynıydı. Karde§ Demokratlar'ın ileri sürdüğü gibi
"her devirde halkı baskı altında tutanların çıkanna olan" ulusal önyargılar,
bu karde§lik dünyasmda ortadan kalkacaktı. Mazzini'nin -eski Carbona­
rici-masoİıik enternasyonallere kar§ı kurulmu§ olan- Genç Avrupası'ndan
1 84 7 'nin Bütün Ülkelerin Birliği için Demokratik Birlik'e kadar, uluslararası
devrimci örgütler kurma çabası hiç durmadı. Ülkeler bağımsızlıklarını
kazandıkça ve halklar arasındaki ili§kilerin samldığı kadar karde§çe ol­
madığı anla§ıldıkça, milliyetçi hareketler arasmda bu tür enternasyonaliz­
min de önemi azaldı. Giderek daha fazla proleter bir yönelime giren top­
lumsal-devrimci hareketler arasındaysa gücünü artırdı. Bir örgüt ve bir
DEVRiMLER 1 45

§arkı olarak Enternasyonal , yüzyılın ilerisinde sosyalist hareketlerin


ayrılmaz bir parçası haline gelecekti.
1 830-48 enternasyonalizmini güçlendiren raslantısal bir etken de sür­
gün ve sürgünlerdi. Kıta Avrupası solunun siyasal militanlarının büyük
bölümü, bir süreliğine, çoğu iSe on yıllarca sürgünde ya§adılar; Fransa,
İsviçre, daha az ölçüde de İngiltere ve Belçika gibi birkaç sığınak ya da
barınak bölgesinde toplandılar (Her ne kadar bu insanlara çekici gelse
de, Amerika kıtası geçici bir siyasal göç için çok uzaktı) . En büyük sürgün
grubunu, 183 1 yenilgisiyle ülkelerinden kovulan be§ altı bin ki§iyle Palon­
yalı göçmenler olu§turuyordu. 16 Onların ardından (siyasal olmayan önem­
li miktarda göçmenle ve ba§ka ülkelere yerle§mi§ kendi milliyetlerinden
topluluklada perçinlenen) İtalyanlar ve Almanlar gelmekteydi. 1840'lar­
da küçük bir Rus aydın kolonisi de, ülke dı§ına yaptıkları inceleme gezileri
sırasında ya da I. Nicholas'ın zindanlarından ve askeri eğitim alanlarından
çok daha uygun bir iklim ararken Batılı devrimci fikirleri benimsemi§lerdi.
Doğu Avrupa'nın, Latin Amerika'nın ve Levant'ın kültür güne§i olan
iki kentte (Paris ve neden sonra Viyana'da) küçük ve geri kalmı§ ülkeler­
den gelen öğrencileri ve zengin ki§ileri de görmek mümkündü.
Bu sığınma merkezlerinde göçmenler örgütlendiler, tartl§tılar, kavga
ettiler ve birbirlerini suçladılar; ülkelerinin (bu arada ba§ka ülkelerin
de) kurtulu§ u hakkında planlar yaptılar. Polonyalılar, daha az ölçüde de
İtalyanlar, uluslararası devrimci militan gruplar olu§turdular (Garibaldi
sürgündeyken çe§itli Latin Amerika ülkelerinin özgürlüğü için sava§ml§tı) .
183 1 ile 187 1 arasında Avrupa'nın herhangi bir yerinde, (hatta -ileri
sürüldüğüne göre- İngiltere'de Chartist dönemdeki yegane silahlı ayak­
lanma dahil) Polonyalı askeri uzmanlar ya da sava§çılar olmadan ne bir
ayaklanma ne de kurtulu§ hareketi yapılabildi. Fakat sadece onlar yoktu.
Halkların sürgündeki kurtarıcılarının tipik örneği olan (iddiasına göre)
Danimarkah Harro Harring, Mazzini'nin Genç Almanya ve biraz daha
karanlık olan Genç İskandinavya örgütlerinin üyesi olarak sırayla
( 1 82 1 'de) Yunanistan ve ( 1 830-1 'de) Polonya için sava§tı; 1 848 devrimi
için geri dönmeden önce Latin Amerika'da kurulması planlanan Birle§ik
Devletler için New York'ta sava§tı. Bu arada 'Halklar', 'Kan Damlaları',
'Bir İnsanın Sözleri', 'Bir İskandinavya Şiiri' adıyla kitaplar yayımladı.*
Bu sürgünleri ve gezginleri ortak bir yazgı ve ortak bir ülkü bir arada
tutmaktaydı. Pek çoğu, aynı yoksulluk, polis takibi, yasadı§ı yayın, casusluk
• Die Grossen Maeııner des Exils'inde ( Marx-Engels Werke, Berlin, 1960, 8. Cilt, s. 292-8),
geleceğe kalmasını sağlayacak ınüthi§ hicivci yeteneğine saygı duyan Marx'ın dü§nıaıuığını
çekecek kadar talihsizdi.
1 46 DEVRiM ÇAGI

ve her yerde raslanan ajan provokatörler sorunuyla kar§ı kar§ıya kaldılar.


1 930'lardaki fa§izm gibi 1830'ların ve 40'ların mutlakçılığı da ortak dü§­
manlarını bir araya getirmi§ti. Bundan yüzyıl sonra, dünyanın içinde
bulunduğu toplumsal bunalımı açıklamayı ve çözüm önerileri getirmeyi
amaçlayan komünist militanlar ve salt entelektüel meraklılar, hareketirı
ba§kentine -Paris'e- hafifme§rep görünümünün yanında bir de ciddi
çekicilik kazandırdılar ("Fransız kadınları olmasaydı, hayat ya§anmaya
değmezdi." "Mais tant qu'il y a des grisettes, va! ") . 17 Bu sığınma merkezlerirı­
de göçmenler, bir taraftan insanlığın kurtulu§unu planlarken, geÇici ol­
makla birlikte çoğu zaman kalıcı da olabilen bir sürgün topluluğu olu§­
turdular. Birbirlerinden her zaman ho§lanmasalar ve onaylamasalar da,
birbirlerini anlıyorlardı ve yazgıları aynıydı. 1 848'de gelecek -ve yenilecek
olan- Avrupa devrimini birlikte hazırladılar ve beklediler.
7
Milliyetçilik

Her halkın, insanlığın genel misyonunun gerçekle�mesinde yerini alacak kendi özel
misyonu vardır. Her halkın milliyetini ol�turan, bu misyondur. Milliyet, kutsaldır.
Genç Avrupa Karde§lik Yasası, 1834.

Gün gelecek ... yüce Germanya, bir elinde uygarlık ışığıyla dünyanın en uzak kö�elerini
aydınlatacak aydınlanmanın me�alesi, diğer elinde yargıç terazisiyle, özgürlük ve adaletin
bınnzdan kaidesi üzerine çıkacaktır. İnsanlar ondan, aralarındaki çeki�meleıi halletmesini
isteyecek; o insanlar ki, bugün bize güçlünün haklı olduğunu göstermekte ve bizi horgörerek
çizmeleıiyle ezmektedirler.
Siebenpfeiffer'in Hambach Bayramı'ndaki konu§masından, 1832.

Gördüğümüz gibi, 1 830'dan sonra devrim lehine olan genel hareket bö­
lünmeye uğradı. Bu bölünmenin bir ürünü özel bir ilgiyi haketmektedir:
Öz-bilinçli milliyetçi hareketler.
Bu geli§meyi en iyi simgeleyen hareketler, 1 830 devriminden kısa bir
süre sonra Giuseppe Mazzini'nin kurduğu ya da esiniediği 'Genç' hareket­
lerdir: Genç İtalya, Genç Polonya, Genç İsviçre, Genç Almanya ve Genç
Fransa ( 1 83 1-6) ile 1 840'ların benzeri Genç İrlanda hareketidir. Bu so­
nuncusu, ondokuzuncu yüzyıl ba§larmdaki komplocu karde§lik cemiyetle­
ri örnek alınarak kurulan, en son ve ba§arılı devrimci örgütün, İrlanda
Cumhuriyet Ordusu sayesinde tanınmı§ olan Fenianların ya da İrlanda
Cumhuriyetçi Karde§lik Örgütü'nün atasıdır. Kendi ba§larına ele alındık­
larında bu hareketlerin fazla bir önemi yoktu; yalnızca Mazzini'nin varlığı
bile, tümüyle etkisiz olmalarını garanti etmeye yeterliydi. Ancak sonraki
milliyetçi hareketlerin 'Genç Çekler' ya da 'Genç Türkler' gibi adlar
almalarının da gösterdiği gibi, simgesel olarak çok büyük önemleri olmu§­
tur. Avrupa devrimci hareketinin ulusal birimler halinde parçalanmasına
damgasını vurmu§lardır. Ku§kusuz bu ulusal bölümler, aynı siyasal
1 48 DEVRiM ÇAGI

programa, stratejiye ve taktiğe, hatta aynı -neredeyse kaçınılmaz olarak


üç renkli- bayrağa sahiptiler. Üyeleri, kendi talepleriyle öteki ulusların
talepleri arasmda bir çeli§ki görmüyordu; gerçekten de, aynı anda özgür­
lüğüne kavu§an bütün ulusların karde§liğini tahayyül ediyorlardı. Öte
yandan da her biri, kendi uluslarına gösterdikleri öncelikli ilgiyi, herkes
adına Mesihçi bir rol üstlenerek haklı çıkarma eğilimindeydi. Dünyanın
acı çeken halkları, (Mazzini'ye göre) İtalya, (Mickiewicz'e göre) Polonya
sayesinde özgürlüklerine kavu§acaklardı. Üçüncü Roma, Kutsal Rusya
savunuculuğu yapan Rus Slavseverlerinin ve ileride dünyaya uzun uzadıya
Alman ruhuyla ıslah olacaklarını aniatma olanağı bulacak olan Alman­
ların gösterdiği gibi, muhafazakar ve emperyalist politikaların kolayca
benimseyeceği bir tutumdu bu. Bilindiği gibi milliyetçiliğin bu belirsiz
yanı, Fransız Devrimi'ne dek uzanmaktaydı. Fakat o günlerde tek bir bü­
yük ve devrimci ulus vardı ve bu ulusu bütün devrimierin merkez üssü
ve dünyanın özgürlüğüne kavu§masmda zorunlu olarak ba§lıca güdüleyici
olarak kabul etmenin bir anlamı bulunmaktaydı (Nitekim bugün de öyle­
dir) . Bakı§ları Paris'e çevirmenin ussal bir yanı vardı; oysa (uygulamada
bir avuç komplocu ve göçmenin temsil ettiği) ne idüğü belirsiz 'İtalya'ya,
'Polonya'ya ya da 'Almanya'ya bakmanm, yalnızca İtalyanlar, Polenyalılar
ve Almanlar için bir anlamı vardı.
Eğer yeni milliyetçilik, yalnızca ulusal--devrimci kardqlik cemiyetle­
rine üyelikle sınırlı kalsaydı, daha fazla üzerinde durmak için bir neden
kalmazdı. Oysa yeni milliyetçilik, aynı zamanda çifte devrimin bir sonucu
olarak 1 830'larda siyasal bilinçte kendinigösteren çok daha etkili güçleri
yansıtmaktaydı. Bu güçlerin en erken ortaya çıkanı, küçük toprak sahip­
lerinin ya da gentrynin ho§nutsuzluğu; pek çok ülkede ulusal bir orta
hatta alt orta sınıfın doğması; ve her ikisinin sözcülerinin de büyük oranda
meslek sahibi aydınlar arasından çıkmasıydı.
Gentrynin devrimci rolü, belki de en iyi örneğini Polonya ve Maca­
ristan'da bulmaktadır. Bir bütün olarak alındığında, büyük toprak sahibi
kodamanlarda, mutlakçılık ve yabancı egemenliğiyle uzla§ma olanağı ve
arzusunun bu topraklarda uzun bir geçmi§i v�rdır. Macar kodamanları,
genellikle Katoliktiler ve uzun süredir Viyana saray sosyetesinin temel
direklerinden sayılmaktaydılar. İçlerinden pek azı 1 848 devrimine katı­
lacaktı. Öte yandan eski Rzeczpospolita'nın anısı, Polonya kodamanlarıni
bile milli fikriyata yakla§tırmaktaydı. Fakat sözde-milli partilerin en etki­
lisi olan ve zengin göçmenlerin kaldığı Paris'teki Lambert Oteli'nde faali­
yet gösteren Czartoryski çevresi, her zaman Rusya ile ittifakı önde tu tmU§
ve diplomasiyi ayaklanmaya tercih etmi§ti. Ekonomik olarak, gerçekten
MiLLiYETÇiLiK 1 49

muazzam bir sefahatin dı§ında, istediklerini yapacak, hatta eğer isterlerse


çağın ekonomik geni§lemesinden yararlanmak amacıyla malikanelerini
iyile§tirmek için yatırım yapacak kadar paraları vardı. Bu sınıfın birkaç
ılımlı liberalinden biri ve ekonomik iyile§menin savunucusu olan Kont
Szechenyi, bir yıllık gelirini (yakla§ık 60.000 florin) yeni Macar Bilimler
Akademisi'ne bağı§ladı. Ya§am standardının, bu kar§ılıksız borikörlükten
etkilendiğini gösteren bir belirti de yoktur. Öte yandan soylu doğmu§
olmanın dl§ında, onları diğer yoksul çiftçilerden ayırt eden hemen hiçbir
§eyin bulunmadığı pek çok küçük soylu -Macaristan nüfusunun sekizde
biri soylu statüsündeydi-, ne mülklerini kazançlı kılacak paraya sahiptiler
ne de orta sınıf zenginliğinden pay almak için Almanlar ve Yahudilerle
rekabet etmeye eğilim gösterıni§lerdi. Kiralarıyla nezih bir biçimde ya§aya­
mazlarsa ya da dejenere bir çağ onları bir askerin talihinden yoksun b ıra­
kırsa, çok da cahil değillerse, hukukta, devlet idaresinde ya da entelektüel
alanda bir ݧ yapmayı dü§ünebilirlerdi; fakat burjuvazinin yaptığı i§lere
yana§mazlardı. Bu küçük soylular, (Macaristan'da olduğu gibi) Kalvinci­
liğin ve kontluğun çifte desteği arkasına saklanarak, ülkelerinde mutlak­
çılığa, yabancılara ve kendi kodamanlarının yönetimine kar§ı uzun zaman
muhalefetin kalesi olmu§lardı. Muhalefetlerinin, ho§nutsuzluklarının ve
yerel soylulara daha fazla ݧ verilmesi isteklerinin §imdi milliyetçilikle
içiçe geçmesi çok doğaldı.
Bu dönemde ortaya çıkan milli ݧadamları sınıfının, daha az milliyetçi
bir unsur olu§ turması paradoksaldı. Kabul etmek gerekir ki, henüz birle§­
memi§ Almanya ve İtalya'da büyük bir birle§ik ulusal pazarın sağlayacağı
üstünlüklerin büyük önemi vardı. Deutschland über Alles'in yazarı §öyle
seslenmekteydi:

Jambon ve makas, potin ve bağcık


Yün ve sabun ve iplik ve bira, 1

Çünkü bunlar, milliyet ruhunun ba§aramadığı §eyi, gerçek anlamda bir


ulusal birlik duygusunu, gümrük birliğiyle sağlamı§lardı. Ne var ki, diyelim
(ileride Garibaldi'ye mali yönden en büyük yardımı yapacak olan) Ceno­
valı nakliyecilerin, tek bir İtalyan ulusal pazarının sağlayacağı olanakları,
bütün Akdeniz'de yürütülen bir ticaretin sunduğu daha büyük olanaklara
deği§tiklerine ili§kin elimizde hemen hiçbir kanıt yoktur. Yine, çokuluslu
imparatorlukların belli eyalerlerinde ortaya çıkan endüstriyel ya da ticari
bölgeler, ayrımcılık konusunda §ikayetlenseler de, temelde, o sırada önle­
rinde serili duran büyük pazarları, gelecekte ulusal bağımsızlığın getireceği
1 50 DEVRiM ÇAGI

küçük pazarlara açıkça yeğlemekteydiler. Bütün Rusya önlerinde serili


duran Polonyalı sanayicilerin, o zamana dek Polanya milliyetçiliğinde
hiçbir rolü olmadı. Palacky, Çekler adına konu§arak "eğer Avusturya
olmasaydı, icat edilmesi gerekirdi" derken, sadece monar§iyi Almanlara
kar§ı kendilerini desteklemek üzere çağırınakla kalmıyor, aksi halde geri
kalacak büyük bir imparatorluğun ekonomik bakımdan en geli§kin bölü­
münün sağlam ekonomik mantığinı da dile getiriyordu. Güçlü bir öncü
sanayici topluluğunun 1 8 15'de ardına tahldığı güçlü Flaman ticaret top­
luluğunun yönetimi altında (ku§kulu nedenlerle) kendini q.vantajsız ko­
numda gördüğü Belçika'da olduğu gibi, i§ ya§amının çıkarları, bazen milli­
yetçiliğin ba§ını çekmekteydi. Fakat bu, ayrıksı bir durumdu.
Bu evrede orta sınıf milliyetçiliğinin en büyük savunucuları, alt ve
orta sınıf meslek sahipleri, yönetici ve aydın tabaka, ba§ka bir deyi§le
eğitimli sınıflardı (noterlerin, avukatların vs. tarımsal serverin toplandığı
ba§lıca eller olduğu özellikle geri kalmı§ ülkelerde, eğitimli sınıflar i§adam­
ları sınıfından elbette ayrı değildir) . Daha kesin olarak ifade edersek,
orta sınıf milliyetçiliğinin öncü birlikleri, sava§larını, çok sayıda eğitimli
'yeni insan'ın, eskiden küçük bir seçkin grubun i§gal ettiği alanlara girdiği­
ni gösteren bir çizgide yürüttüler. Okullar ve özellikle üniversiteler milli­
yetçiliğin en bilirıçli savunucuları olduklarından, bu kurumların ilerlemesi
milliyetçiliğin de ilerlemesirlin ölçüsüydü: 1 840'ların ortalannda bu konu­
da Kiel ve Kopenhag üniversiteleri arasındaki çatı§ma, 1 848'de ve yine
1864'te Almanya ve Danimarka arasında Schleswig-Holstein üzerine
kopan çatı§manın habercisiydi.
'Eğitimliler'in toplam sayısı az olmakla birlikte, ilerleme göz alıcıydı.
Fransa'da devlet liselerinde okuyan öğrenci sayısı, 1 809 ile 1 84 2 arasında
ikiye katlandı; Temmuz Monar§isi dönemirıde belirgin bir hızla arttı; fakat,
buna rağmen 1 842'de 19.000'e ancak varmaktaydı (O zamanlar ortaöğre­
tim2 gören çocukların toplam sayısı, 70.000 civarındaydı) . 1850'de Rus­
ya'da altml§ sekiz milyonluk nüfus içersirıde orta öğretimde okuyan çocuk­
ların sayısı 20.000 civarındaydı.3 Üniversite öğrencilerinin sayısı yüksel­
mekle birlikte, doğal olarak daha azdı. 1806'dan sonra yürekleri ö�gürlük
dü§üncesiyle çarpan Prusya akademi gençliğinin 1 805 'te topu topu 1500
ki§iden ibaret olduğuna inanmak zor; 1 8 15 sonrası Bourbonlarının ba§ına
bela olan Polytechnique'de 1 8 1 5 'ten 1830'a kadarki bütün bir dönemde
toplam 1581 genç, yani yılda yakla§ık yüz ki§i eğitini gördü. 1 848 devri­
minde öğrencilerirı ön planda olmaları, devrimci olmayan İngiliz Adalar
Topluluğu da dahil bütün Avrupa kıtasında topu topu 40.000 üniversite
öğrencisi bulunduğu gerçeğini unutturmamalıdır.4 Yine de sayılan art-
MiLLiYETÇiLiK 1 5 1

maktaydı. Rusya'da 1825 'te 1 70Ç)'den, 1 848'de 4600'e yükseldi. Sayılan


artmasaydı bile toplumun ve üniversitelerin geçirdiği dönü§üm ( 15 . Bö­
lümle kar§ıla§tırın) , onlara bir toplumsal grup olarak yeni bir bilinç kazan­
dırdı. 1 7 89'da Paris Üniversitesi'nde 6000 kadar öğrenci bulunduğunu
hatırlayan kimse yoktur; çünkü Devrimde bağımsız bir rol oynamamı§­
lardı.5 Fakat 1830'a gelindiğinde üniversite gençliğinin sayısını küçümse­
mek kimsenin haddine değildi.
Küçük seçkin gruplar, i§lerini yabancı dillerde de görebilirler; ancak
yeterince büyük bir eğitimliler kadrosu olu§tuğunda, ( 1940'lardan itiba­
ren Hindistan'daki eyalerlerde dilin tanınması için verilen mücadelenin
de tanıklık ettiği gibi) ulusal dil de kendini dayatmaya ba§lar. Ders kitapla­
nnın ve gazetelerin ulusal dilde yazıldığı ya da bu dilin resmi amaçlarla
kullanıldığı an, ulusal evrimde ya§amsal bir adım demektir. 1 830'larda
Avrupa'nın büyük bir kesiminde bu adımın atıldığı görüldü. Örneğin
astronomi, kimya, antropoloji, mineral bilimi ve botanik üzerine ilk büyük
Çekçe kitaplar bu on yılda yazıldı ya da tamamlandı; yine aynı §ekilde
Romanya'da, o zamana dek kullanılmakta olan güncel Yunanca'nın yerine
Ramence yazılmı§ okul kitapları kondu. Viyana'nın denetimindeki Buda­
pe§te Üniversitesi, 1844' e kadar derslerin Latince verilmesinden vazgeç­
memi§se de, 1840'ta Macaristan Milli Meclisi'nde Latince'nin yerine
Macarca resmi dil olarak kabul edildi (Ancak Macarca'nın resmi dil olma­
sı için verilen mücadele, aralıklarla 1 790' a kadar uzanmaktadır) . Zagreb'de
Gai, (daha sonra İlirya Ulusal Gazetesi adını alacak olan) Hırvatistan
Gazetesi'ni, 1835'ten sonra, o zamana dek kullanılan bir dizi lehçe yerine
ilk yazırısal versiyonuyla çıkardı. Gerçi 1 830'dan sonra Almanya'da yayım­
lanan (Latince ve Fransızca kitaplar kar§ısmda) Almanca kitap sayısının
ilk kez toplam kitapların yüzde doksanını geçmi§- olması ve Fransızca
kitap sayısının 1 820'den sonra yüzde dördün altına dü§mesi ilgi çekici
bir durum olmakla birlikte, uzun zamandan beri resmi bir ulusal dile
sahip ülkelerde bu deği§imi ölçebilmek mümkün değildir.*6 Yayıncılığın
geni§lemesi daha genel bir kar§ıla§tırma olanağı vermektedir. Örneğin
Almanya'da yayımlanan kitap sayısı 1 8 2 1 'de, i SOO'dekiyle aynı kaldı:
Yılda 4000; ancak 184 1 'de bu rakam 1 2.000'e yükseldi_?
Avrupalıların ve Avrupalı olmayanlarm büyük bölümü ku§kusuz hala
eğitirnsizdi. Aslında Almanlar, Flemenkler, İskandinavlar, İsveçliler ve ABD
yurtta§lan d1§ında 1 840'ta hiçbir halka okuryazar denemezdi. 182 7'de oku­
ma oranı yüzde yarımdan daha az olan Güney Slavları (hatta çok daha
• Onsekizinci yüzyıl ba§larında Almanya'da yayımlanan bütün kitapların yalnızca -yüzde
altllll§ı Almancaydı; o tarihten itibaren bu oran belirgin biçimde yükseldi.
1 52 DEVRiM ÇAGI

sonra bile Avusturya ordusuna alınan Dalmaçyalı askerlerin ancak yüzde


biri okuma yazma biliyordu) ya da 1840'ta yüzde ikisi okuryazar olan Ruslar
gibi aralarından bazıları tamamen cahil, (Yarımada Sava§ı'ndan sonra okula
giden çocuk sayısı ancak 8000'i bulan) Portekizliler, İspanyollar ve Lambart­
lar ile Piedmontlular d1§ında İtalyanlar gibi birçoğu da hemen hemen cahil
olarak tanımlanabilirdi. 1840'larda İngiltere, Belçika ve Fransa'da okuma
yazma oranı yüzde 40-50 civanndaydı. 8 Okuryazar olmamak siyasal bilirıç­
lenmeye engel değilse de, modern tarzda bir milliyetçiliğirı, (Fransa, İngil­
tere, ABD ve -siyasal ve ekonomik bakımdan İngiltere'ye bağımlı oldu­
ğundan- İrlanda gibi) çifte devrirnirı çoktandır dönü§türdüğü ülkeler dl§ın­
da etkili bir kitle gücü olu§turduğuna ili§kirı bir kanıt yoktur.
Milliyetçiliği, okuryazar bir sınıfla özde§lemek, sözgelimi Ruslarin, ken­
dilerınden olmayan birileriyle ya da bir§eylerle kar§ıla§tıklarında kendileri­
ni 'Rus' olarak görmeyecekleri anlamına gelmez. Ancak genelde kitleler
için ulusallığın hala dinsel bir rengi vardı: İspanyollar, Katolik; Ruslar
Ortodoks olarak tanımlanırdı. Ancak, bu tür kar§ıla§maların sayısı art­
ınakla birlikte, yine de naclirdi ve İtalyan olmak gibi belli türde ulusal
duygular o dönemde, ulusal yazın dilirıi bile konu§mayan, neredeyse birbi­
rini anlamayan ağızlar (patois) kullanan büyük halk kitlelerine tamamen
yabancıydı. Almanya'da bile Napoleon'a kaqı milli hissiyarın derecesi,
vatanseverlik söylencesinin abarttığı kadar değildi. Fransa, Batı Alman­
ya' da, özellikle de Fransızca'yı serbestçe kullanan askerler arasında son
derece rağbet görmekteydi.9 Papa'ya ya da İmparator'a bağlı halklar, dü§­
manlanna (ki Fransa da olabilmekteydi) kırgınlık ve küskünlük gösterebi­
liyorlardı; fakat bu, bırakalım ulusal bir devlet özleminin, herhangi bir
ulusal bilinç duygusunun bile ifadesi değildi. Üstelik tam da milliyetçiliğin
orta sınıf ya da gentry tarafından temsil ediliyor olması, yoksul adamın
milliyetçiliğe §üpheli nazariada bakması için yeterliydi. Polonyalı radikal­
demokra� devrimciler, -Güney İtalyan Carbonarileri arasında daha geli§­
kin alanlarıyla, diğer nifak örgütlerinin yaptığı gibi- köylülüğü bir tarım
reformu talebiyle harekete geçirmek için bile çok uğra§ verdiler. Ama
tam anlamıyla bir ba§arısızlığa uğradılar. 1846'da Galiçyalı köylüler, serfli­
ğirı kaldırıldığını ilan eden Polonyalı devrimcilere kar§ı çıktılar ve soylulan
katiedip imparatorluk memurlanna güvenmeyi yeğlediler.
Ondokuzuncu yüzyılın tek ba§ına belki de en önemli görün'güsü olan
halkların köklerinden kopması, bu derin, kadim ve yerel gelenekçiliği
kırdı. Ne var ki 1 8 20'lere kadar dünyanın büyük bölümünde, askerlerin
zorlaması ve açlık gibi nedenler veya kuzeyde mevsimlik irı§aat i§lerinde
çalı§ an Orta Fransalı köylüler ya da gezgin Alman zanaatkarlar gibi grup-
MiLLiYETÇiLiK 1 53

lar dı§ında kimse ne iç ne de dı§ göçte bulundu. Köklerinden kopmak,


·ondokuzuncu yüzyıla özgü (sayısız duygulu halk şarkısında ifadesini bula­
cak) hafifbir psikolojik hastalık haline gelecek olan basit sıla hasretinden
ibaret değildi; hala, doktorların ilk kez klinik olarak yabancı ülkelerde
görev yapan İsveçli paralı askerler arasında te§his ettikleri vahim, öldü­
rücü mal de pays ya da mal de coeur anlamına geliyordu. Devrimci savaşlar
sırasında askere alınanlarda, özellikle Bretonlar arasında bu hastalığa
raslandı. Uzak kuzey ormanlarının yarattığı çekim, Estonyalı bir hizmetçi­
nin, özgürlüğüne karl§mayan Saksonya'da Kügelgensli mükemmel i§Vere­
nini terk ederek, köle olarak ya§ayacağı yurduna geri dönmeye götürecek
kadar güçlüydü. İç ve dı§ göç (ki en uygun göstergesi ABD'ye göçtür)
özellikle 1 820'lerden sonra hızla arttı; ama 1 . 750.000 ki§inin (ki 1830'lar­
daki rakamların üç katıydı) Kuzey Atlantik'i geçtiği 1840'lara kadar büyük
oraniara ula§madı. Hatta o tarihlerde İngiliz Adaları d1§ında tek büyük
göç veren ulus, uzun zamandır oğullarını Doğu Avrupa ve Amerika'ya
köylü yerle§meci olarak, kıtanın her yanına gezgin zanaatkar olarak ve
dünyanın her yerine paralı asker olarak gönderen Almanya idi.
Aslında 1 848'den önce tutarlı biçimde örgütlenmi§ ve gerçek anlamda
kitlelere dayanan tek bir batılı ulusal hareketten söz edebiliriz; ama o
bile geleneğin en güçlü ta§ıyıcısı olan Kilise ile özde§le§menin muazzam
avantajından yararlanmı§tı. Bu hareket; köylü kitlelerin altın sesli dema­
gog-avukatı, o zamana dek geri kalmış köylü kitleleri arasında siyasal
bilincin uyandığını gösteren karizmatik halk önderlerinin ilki ( 1 848'e
kadar yeganesi) olan Daniel O'Connell ( 1 785-1847) yönetimindeki
İrlanda Fesih hareketi idi. 1 848'den önceki simalar arasında onunla an­
cak, İngiltere'de Chartizmin sembolü olan bir ba§ka İrlandalı FeargJJs
O'Connor ( 1 794- 1855) ile, belki (aslında 1840'larda bir gentı-y savunucu­
su olarak ünlenmi§, ama 1848 devriminden önce kitlelerin gözünde bir
tür saygınlık kazanmış; ileride milliyetçi tarihçiler tarafından bir aziz katı­
na yükseltilmesi yüzünden karİyerinin ilk dönemlerinin açıklıkla görül­
mesi zorlaşmı§ olan) belki bir Louis Kossuth (1802-1894) kar§lla§tırılabilir.
Kitlelerin desteğini almı§ ve Katoliklerin Kurtulu§u ( 1829) için verilen
ve başarılı olmu§ bir mücadelede ruhbanın (tam anlamıyla olmasa da)
güvenini sağlamı§ O'Connell'ın Katolik Birliği, her şeyden önce Protestan
ve İngiliz-İrlandalı olan gentı-ye hiçbir biçimde bağlı değildi. O bir köylü
hareketiydi ve içinde, bu yoksul dü§müş adada varolduğu kadarıyla bir
yerli İrlandalı alt"-Orta sınıfın ögelerini banndınyordu. Bu dehşet verici
yüzyılın genelinde İrlanda'nın siyasal ya§amının ba§lıca harekete geçirici
gücünü olu§ turan kitlesel bir köylü ayaklanmasının art arda gelen dalgala-
f 54 DEVRiM ÇAGI

n, 'Kurtarıcı'yı [O'Connell'ı] önderliğe ta§ıdı. Söz konusu hareket, İdan­


dalının ya§amındaki dar görü§lülüğün yıkılmasına yardımı olmu§ gizli
terörist topluluklar halinde örgütlenmi§ti. Ancak O'Connell'ın amacı,
devrim ya da ulusal bağımsızlık değil, İngiliz Whiglerle görü§erek, anla§a­
rak ıhmlı bir orta sınıf İrlanda'sının özerkliğini sağlamaktı. Aslında bir
milliyetçi, hele hele bir köylü devrimeisi hiç değildi; ılımlı bir orta sınıf
özerklik yanlısıydı. Gerçekten de, sonralan İrlanda milliyetçileri tarafın­
dan pek de haksız olmayarak O'Connell'a kar§ı ileri sürülen ba§lıca ele§tiri
(ki çok daha radikal Hint milliyetçilerinin, kendi ülkesinde buna benzer
bir konumu olan Gandi'ye yönelttikleri ele§tiriye benzer biçimde) bütün
İrlandayı İngilizlere kar§ı ayağa kaldırabilecekken buna yana§mamı§ olma­
sıydı. Fakat bu, O'Connell'ın ba§ında bulunduğu hareketin İrlanda ulu­
sundan gerçek bir destek bulduğu gerçeğini deği§tirmedi.

II

Ne var ki, modern burjuva dünyasının olu§turduğu ku§ağın dı§ında, za­


man zaman ileride ortaya çıkacak ulusal hareketlerin ipuçlarını veren,
(normal olarak farklı bir milletten çok, farklı bir din tarafından yönetilrnek
olarak anla§ılan) yabancı egemenliğine kar§ı halk ayaklanması hareketleri
de vardı. Türk İmparatorluğu'na kar§ı, Kafkasya'da Ruslara kar§ı ayaklan­
malar, Hindistan'da topraklara el koyan İngiliz yanlısı racalara kar§ı müca­
deleler bu türdendi. Klanlar halinde örgütlenmi§; kabile reisleri, haydut­
kahramanlar ve peygamberlerin esiniediği silahlı ve sava§çı köylülerin
ve çobanların ya§adığı geri bölgelerde yabancı (daha doğrusu kafir) yöne­
ticilere kaqı direni§, daha az Homerik [kahramancı] olan ülkelerdeki
seçkinlere dayanan milliyetçi hareketlerden tamamen farklı olarak gerçek
halk sava§lan biçimini almı§Sa da, bunları çok fazla modern milliyetçilik
örnekleri olarak görmek doğru olmaz. Ancak, gerçekte (feodal-askeri bir
Hindu grup olan) Mahratların ve (askeri bir dinsel mezhep olan) Sihlerin,
sırasıyla 1 803-18 ve 1 845-49 tarihlerinde İngilizlere kar§ı yürüttükleri
direni§in, sonraki Hindistan milliyetçiliğiyle pek az ilgisi olduğu gibi,
kendi milliyetçiliklerini de yaratmı§ değillerdi. * Yabani, kahramancı ve
• Sih hareketi, bugüne kadar büyük oranda kendine özgü bir özellik göstermi§tir.
Mahara§tra'daki savaşçı Hindu direni§ geleneği, bu bölgeyi Hint milliyetçiliğinin ilk merkezi
haline getirmiş ve özellikle B. Ö. Tilak gibi ilk -ve oldukça gelenekçi- bazı önderler çıkarml§tır;
ancak bu hareket en iyi halde bölgesel kalın!§ ve hareketin egemen eğiliminden uzak düşmü§tür.
Malırarta milliyetçiliğine benzer bir §ey bugün de varlığını sürdürmektedir, fakat toplumsal
temelini, Mahratta'daki i§Çi sınıfıyla ayrıcalıksız alt orta sınıfın, egemen Gujeratis'e kar§!
ekonomik ve son zamanlara kadar da dilsel olarak yürüttüğü direni§ olu§turmaktadır.
MiLLiYETÇiLiK f 55

kan davası güden Kafkas kabileler, püriten bir İslam mezhebi olan
Marudicilikte, istilacı Ruslara kar§ı geçici bir birlik bağı ve Şamil'de de
( 1 797-187 1 ) büyük bir önder buldular; fakat bugün ortada bir Kafkas
ulusu değil, sadece küçük Sovyet cumhuriyetleri içinde ya§ayan küçük
dağlıhalklar topluluğu vardır (Modern anlamda bir ulus olu§turan Gürcü­
ler ve Ermeniler, Şamil hareketinde yer almamı§lardı) . Arabistan'da Vaha- -
bilik ve bugün Libya adını almı§ olan yerde Sirrusilik gibi püriten dinsel
mezheplerin silip süpürdüğü Bedeviler, yalın bir Allah inancı ve basit bir
çoban ve akıncı ya§amı uğruna, vergilerin, pa§aların ve kentlerin bozucu
etkisine kar§ ı sava§mı§lardı; ancak bugün Arap milliyetçiliği olarak bildi­
ğimiz (ve yirminci yüzyılın ürünü olan) §ey, göçebe çadırlarında değil,
kentlerde ortaya çıkmı§tır;
Çok sayıda ozan ve kahraman (Karadağlı §air-sava§çı piskoposlarda
olduğu gibi, bu ikisi ekseriyetle aynı anlama gelmekteydi) , Arnavut Skan­
derberg gibi sözde-ulusal kahramanları ve Sırpların Kosova'da Türkler
kar§ısında uğradıkları yenilgi gibi trajedileri §erefle yadetseler de, Balkan­
larda, özellikle güneydeki ve batıdaki nadiren boyun eğdirilebilmi§ dağlı
halklar arasında Türk!ere kar§ı giri§ilen ayaklanmaları modern milliyetçi
terimlerle kolayca yorumlamak olanaksızdır. Zorunluluğun ve isteğin ol­
duğu yerde, yerel idareye ya da zayıflamaha olan bir Türk İmparatorlu­
ğu'na kar§ı isyan etmekten daha doğal ne olabilir? Ne ki, bugün A§ağı
Slavlar [Yugoslavlar] olarak bildiğimiz grupları, hatta Türk İmparatorlu­
ğu'nda ya§ayanlarını bile birle§tiren bağ, ortak bir ekonomik gerilikten
ba§ka bir §ey değildi ve tam da Yugoslavya kavramı, özgürlük için sava§an­
lardan çok Avusturya-Macaristan'daki aydınların bir ürünüydü.* Hiçbir
zaman boyunduruk altına girmemi§ olan Karadağlılar, Türklerle sava§·
· tılar; ancak aynı §evkle kafir Katolik Arnavutlarla, tamamen Slav olmakla
birlikte yine kafir Müslüman Bosnalılara kar§ı da sava§tılar. Bosnalılar,
ormanlık Tuna ovasının ortodoks Sırplarıyla aynı, Arnavut sınır
bölgesindeki 'eski ortodoks Sırplar'la olduğundan daha da büyük §evkle,
aralarından birçoğunun aynı dini payla§tığı Türklere kar§ı sava§tılar.
Ondokuzuncu yüzyılda Balkan halkları atasında ilk ba§kaldıranlar, bir
domuz tüccarı ve §aki olan Kara George ( 1 760-18 17) yönetimindeki

• Bugün Yugoslavya'daki rejim, Sırp ulusu olarak sınıflanagelen §eyi, çok daha gerçekçi
alt-ulusal cumhuriyedere ve Sırbistan, Bosna, .Karadağ, Makedonya ve Kosova-Metohija gibi
birimlere ayırml§tıı: Ondokuzuncu yüzyıl milliyetçiliğinin dilsel ölçütlerine göre bu birimlerin
ve cumhuriyederin çoğu, Bulgadara daha yakın olan Makedonlarla Kosova'daki Arnavut azınlık
dı§ında tek bir 'Sırp' halkının üyesidirler. Fakat gerçekte hiçbir zaman tek bir Sırp milliyetçiliği
ortaya koymamı§lardır.
1 56 DEVRiM ÇAGl

Sırplardı; fakat Kara George'un ayaklanmasının ( 1804-7) ilk evresi,


Türklerin yönetimine kar§ı olmak gibi bir iddia bile ta§ımıyordu; tersine
yerel yöneticilerin suistimallerine kaf§ı Sultandan yana bir tavır
içindeydi. Balkanların batısındaki dağlı halkların ilk ayaklanmalannda,
yerel Sırpların, Arnavutlann, Yunanlıların ve diğerlerinin, ondokuzuncu
yüzyıl ba§larında, güçlü satrap, 'Janina Aslanı' Ali Pa§a'nın ( 1 74 1-1822)
ilk kez Epir'de kurduğu türde ulusal-olmayan özerk bir prenslikle
yetinmeyeceklerini gösteren hemen hiçbir belirti yoktu.
Koyun çobanı kanda§ toplulukların ve haydut-kahramanların, herhan­
gi bir gerçek hükümete kar§ı sürdürdükleri sava§ın, orta sınıf milliyetçili­
ğinin fikirleri ve Fransız Devrimi ile birle§tiği tek ve biricik örnek, Yunan
bağımsızlık sava§ıydı ( 182 1-30) . O nedenle Yunanistan'ın, her yerdeki
milliyerçilerin ve liberallerin miti ve esin kaynağı olması bo§ una değildi.
Çünkü bir tek Yunanistan'da bütün bir halk, Avrupa solunun davasıyla
akla uygun biçimde özde§le§tirilebilecek bir tarzda zorbaya kar§ı ayaklan­
mı§tı; bunun kar§ılığında, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasında, ora­
da ölen §air Byron'ın ba§ını çektiği Avrupa solunun desteğinin büyük
katkısı oldu.
Yunanlıların büyük bölümü, Balkan yarımadasının diğer unutulmu§
sava§çı-köylülerinden ve Hanlarından çok farklı değildi. Ancak bir bölü­
mü, Türk İmparatorluğu'nun dört bir kö§esinde ve ötesinde kolaniler ve
azınlık cemaatleri olarak yerle§ffii§ uluslararası bir tacir ve yönetici sınıf
olu§turmaktaydı. Ayrıca çoğu Balkan halkının üyesi olduğu, ba§ında
Konstantinopolis'in Yunanlı Patrik'inin bulunduğu bütün Ortodoks Kili­
sesi'nin dili Yunancaydı ve yüksek makamlannda Yunanlılar yer alıyordu.
Vassal prensiere dönܧffiܧ Yunanlı kamu görevlileri, Tuna prensliklerini
(bugünkü Romanya'yı) yönetmekteyciL Ulusal kökenieri ne olursa olsun
Balkanların, Karadeniz'in ve Levant'ın bir anlamda bütün eğitimli ve
tüccar sınıfları, tam da etkinliklerinin doğasında öÜirü Yunanla§mı§lardı.
Onsekizinci yüzyılda bu Yunanla§ma, aynı zamanda büyük ölçüde Yunan
diasporasının sahasını ve temas sahasını geni§leten belirgin bir ekonomik
yayılmadan dolayı, öncekinden çok daha güçlüydü. Yeni ve marnur Kara­
deniz tahıl ticareti, Yunanla§mayı İtalyan, Fransız ve İngiliz i§ çevrelerine
soktu ve Rusya ile bağlarını güçlendirdi; Balkan ticaretinin yayılması,
Yunan ya da Yunanla§mı§ tüccarları, Orta Avrupa'ya ta§ıdı. İlk Yunanca
gazeteler, Viyana'da yayımlandı ( 1 784- 1 8 1 2) . Ayrıca dönem dönem ya§a·
nan göçler ve köylü asilerin yeniden iskanı, sürgündeki toplulukların
daha da güçlenmesine neden olmaktaydı. Fransız Devrimi'ne ait fikirler
-liberalizm, milliyetçilik ve masonik gizli cemiyetler biçimindeki siyasal
MiLLiYETÇilİK 1 57

örgütlenme yöntemleri- bu kozmopolitan diasporada kök saldı. İlk karan­


lık ve olasılıkla pan-Balkancı devrimci hareketin önderi Rhigas ( 1 760-
98), Fransızca konu§urdu ve Marseillaise'i Helenik ko§ullara uydl1rmu§tu.
182 1 ayaklanmasını ba§lıca sorumlusu, gizli vatanperver cemiyet Philike
Hetairfa, 1 8 14'te Rusya'nm yeni büyük tahıl limanı Odessa'da kurulmu§tu. .
Onların milliyetçiliği, seçkinlerin olu§turduğu gruplara dayanan Batılı
milliyetçi hareketlerle belli ölçülerde benzerlik ta§ımaktaydı. Tuna prens­
liklerinde, yerel Yunanlı kodamanların önderliğinde Yunanistan'ın bağım­
sızlığı için ayaklanma çıkarma projesini bundan ba§ka hiçbir §ey açıklaya­
maz; çünkü bu sefaler içindeki serfler-ülkesinde Yunanlı denebilecek
yegane insanlar, lordlar, piskoposlar, tüccarlar ve aydınlardı. Bu ayaklan­
manın sefilce bir yenilgiye uğraması çok doğaldı (182 1 ) . Ancak talihe
bakın ki Hetairfa, bölgelerindeki §akilerin dinini benzer biçimde deği§tir­
meye çalı§ari Güney İtalyan Carbonarici beyzadelerden çok daha büyük
ba§arıyla -hele hele 18 1 8'den sonra- büyük Yunan dağlarındaki (özellikle
Peloponisos'daki) yerel §aki-kahramanları, yasadl§ı ki§ileri ve klan §efleri­
ni anar§inin içine çekmeye koyulmu§tU. Her ne kadar aralarından çoğu,
Jakoben terminolojiye uygun manifestolar düzen 'katipler' olsalar da ­
kitaptan öğrenmeye saygı ve ilgi duyulması, eski Helenizmin ya§ayan bir
kalıntısıydı-, modern milliyetçilik gibi bir §eyin bu 'klepht'lere* çok fazla
§ey ifade ettiği ku§kuludur. Etse etse yarımadanın §U kadim ethosuna
göre etmi§tir: Erkeğin bu dünyadaki rolü, kahraman olmaktır ve siyasal
ideal tip, hükümete kar§ı koyan ve köylülerin yanlı§larını düzeltmek için
dağlara çıkan yasadı§ı ki§idir. Şaki ve sığır çobanı olan Kolokotrones gibi
adamların ayaklanmasına Batılı tipte milliyetçiler önderlik ettiler ve salt
yerel ölçekten çıkartarak onlara pan-Helenik bir nitelik kazandırdılar.
Kar§ılığında da bu adamlardan e§siz ve saygı telkin eden bir §ey, silahlı
bir halkın kitlesel ayaklanmasım aldılar.
Yeni Yunan milliyetçiliği, bağımsızlığın kazanılması için yeterli oldu;
fakat Yunan örneğinde orta sınıfın önderliği, 'klephtik' örgütsüzlük ve
büyük devletlerin müdahalesi; bütün bunlar, ileride Latin Amerika gibi
yerlerde çok tanıdık hale gelecek olan Batılı liberal idealin küçük karika­
türlerinden birini ortaya çıkardı. Aynı zamanda da Helenizmi d arla§tınp
Yunanistan [Hellas] ile sınırlandırmak, dolayısıyla diğer Balkan halkla­
rında gizli milliyetçiliklerin olu§masına ya da §iddetlenmesine yol açmak
gibi paradoksal bir sonuç da yarattı; Yunan olmanın, okuryazar Ortodoks
Balkan ıristiyanları için mesleki bir gereklilik olmanın ötesinde bir an-
•Klepth: Yunanistan'ın bağımsızlık sava§ında vatansever bir §aki olarak olarak ünlenmi§
Yunanlı ya da Arnavut haydut, gerilla -çn.
J 58 DEVRiM ÇAGI

lamı yokken, Yunanla§ma ilerleme göstermi§ti. Oysa Yunanistan'a siyasal


destek vermek anlamına gelir gelmez, Balkanların asimile olmu§
okuryazar sınıfları arasında bile geriledi. Bu anlamda Yunanistan'ın bağım­
sızlığı, öteki Balkan milliyetçiliklerinin evriminde ilk temel ko§ul oldu.
Avrupa'nın dı§ında milliyetçilikten söz etmek zordur. Yıkılan İspanyol
ve Portekiz imparatorluklarının yerini alan (örneğin Brezilya, 1 8 16'd a
bağımsız bir monar§i oldu ve 1 889'a kadar öyle kaldı) ve sınırları, §U ya
da bu yerel ayaklanmaya destek veren asilzadelerin malikanelerinin dağılı­
mını yansıtmaktan ba§kaca bir anlamı olmayan çok sayıdaki Latin Ame­
rika cumhuriyeti, yerle§ik siyasal çıkarlar ve bölgesel emeller gütmeye
ba§ladılar. Venezüelalı Simon Bolivar'ın ( 1 783-1830) ve Arjantinli San .
Martin'in (1 7 78-1850) özgün pan-Amerikan ideali, tıpkı islama kar§ı
Ortodoks birliğinin varisi olmu§ (hatta bugün de öyle olan) pan-:-Balkan­
cılık gibi, ispanyolca konu§an bütün yerlerde güçlü bir devrimci akım
olarak varlığını sürdürmܧSe de, gerçekle§tirilmesi olanaksız bir idealdL
Bu kıtanın muazzam büyüklüğü ve çe§itliliği, (Orta Amerika'nın merkez
üssü) Meksika'da, Venezüela'da ve Buenos Aires'de birbirinde bağımsız
ayaklanma odaklarının varlığı ve İspanyol sömürgeciliğinin merkezinin
(onsuz özgürlüğüne kavu§mU§) Peru'da bulunmasının yarattığı özel sorun,
otomatikman bir bölünmü§lük yaratıyordu. Fakat Latin Amerika devrim­
leri, Katalik yoksul beyaz nüfusun edilgen kaldığı, Yerlilerinse kayıtsız
baktığı ya da hasmane bir tutum takındığı, asilzadelerin, askerlerin ve
gallicized evaluis'un olu§turduğu küçük grupların i§iydi. Bağımsızlık, sade­
ce Meksika'da, köylü halkın, yani Guadalupe Meryemi'nin bayrağı altmda
yürüyen bir Yerli hareketinin inisiyatifiyle kazanıldı ve bu yüzden de Mek­
sika, o tarihten sonra Latin Amerika kıtasının geri kalanından farklı ve
siyasal bakımdan daha geli§mi§ bir yol izledi. Ne var ki, siyasal bakımdan
tayin edici konumda bulunan Latin Amerikalıların olu§turduğu katman
arasında bile, ele aldığımız dönemde embriyon halinde bir Kolombiyalı,
Venezüelalı, Ekvatorlu ' ulusal bilinç'ten söz etmek tarihi bir hata olur.
Doğu Avrupa'nın çe§itli ülkelerindeyse ön-milliyetçilik gibi bir §ey
söz konusu olmakla birlikte, bu, paradoksal olarak ulusal bir ayaklan­
madan çok muhafazakar bir yön aldı. Slavlar, Rusya ve yabanıl kalın!.§
birkaç Balkan kalesi dı§ında her yerde baskı altındaydılar; fakat kar§ı·
larındaki zorbalar, daha önce değindiğimiz gibi, mutlak manarklar değil,
Alman ya da Macar lordlarıyla kentli sömürücülerdi. Bunların milliyetçili­
ğinde Slav ulusal varlığına yer yoktu; hatta (Güneybatı Almanya'daki)
Badenli demokrat ve cumhuriyetçilerin ortaya attıkları Alman Birle§ik
Devletleri gibi son derece radikal bir programda bile, ba§kenti İtalya'da
MiLLiYETÇiLiK 1 59

Trieste'de bulunan bir İlirya (yani Hırvat ve Sloven) cumhuriyeti, ba§­


kenti Olomouc'da olacak bir Moravya cumhuriyeti ve Prag tarafından
yönetilecek bir Bohemya cumhuriyetinin yer alması dü§ünülmü§tü.1 0 Do­
layısıyla Slav milliyetçileri, bütün umutlarını Avusturya ve Rusya impara­
rorluklarına bağladılar. Slav dayanı§masının çe§itli yorumlannda Rusya'ya
bir yönelim gözlenmekteydi ve 1 846'daki ayaklanmaların ba§arısızlıkla
sona ermelerinin ardından görüldüğü gibi, özellikle yenilgi ve çaresizlik
zamanlarında Slav isyancılar arasında -Rus kar§ıtı Polonyalılar arasında
bile- bir çekiciliği vardı. Hırvatistan'daki 'İliryacılık' ile ılımlı bir Çek
milliyetçiliği, Avusturya yanlısı bir eğilim içindeydi ve her ikisi de, önde
gelen bakanlarından ikisi -Kolowrat ile polis sisteminin ba§ında bulunan
Sedlnitzky- Çek olan Habsburg yöneticilerinden bilinçli bir destek gördü­
ler. Hırvatistan'ın kültürel emelleri 1 830'larda korundu; 1 840'a gelindi­
ğinde, Kolowrat, 1 848 devriminde son derece yararlı olduğu görülecek
olan, bir Hırvat askeri bamnın Hırvatistan'a §efolarak atanması ve yayga­
racı Macarları dengelemek üzere kendisine Macaristan ile olan askeri
sınırı denetleme yetkisi verilmesi önerisinde bulundu. 1 1 Böylelikle 1848 'de
devrimci olmak, :(iilen Slav milli emellerine kar§ı çıkınakla özde§ hale
geldi; ve 'ilerici' ve 'gerici' uluslar arasındaki örtük çatı§manın, 1 848
devrimlerinin yazgısal ba§arısızlığında büyük payı oldu.
Bunun için gerekli toplumsal ko§ullar varolmadığından, ba§ka yerlerde
milliyetçilik gibi bir §eye rastlamak olanaksızdır. Bir farkla ki, ileride milli­
yetçiliği yaratacak güçler, bu evrede, batılı fatihlere ve sömürücülere
kar§ı en güçlü direni§i yaratan gelenek, din ve kitlesel yoksulluğun olu§­
turduğu ittifaka kaf§ı çıkan güçlerdi. Asya ülkelerinde serpilip geli§en
yerel bir burjuvazinin unsurlarının, §ubeleri, aracıları ve bağlıları olduklan
yabancı sömürücülerin §emsiyesi altında yaptıkları buydu: Bombay'ın
Parsi topluluğu buna bir örnektir. Eğitimli ve 'aydınlanmı§' Asyalılar,
(Türkiye'deki Yunan diasporasından farksız bir durumla) bir komprador
ya da yabancı bir yöneticinin ya da §irketin alt kademeden resmi görevli­
leri olmasalar bile, ilk siyasal görevleri Batılıla§ınaktı; yani Fransız Devri­
mi'nin fikirlerini ve bilimsel ve teknik modernle§meyi, geleneksel yönetici­
lerin ve geleneksel yönetilenlerin birlikte olu§turduğu direni§e rağmen,
halkın arasına sakınaktı (Bu da, Güney İtalya'nın soylu-Jakobenlerinin
durumundan farklı değildi) . Dolayısıyla halkıyla b ağ, çifte biçimde kopa­
rılmı§tı. Milliyetçi söylence, kısmen ilk yerli orta sınıflada sömürgecilik
arasında varolan bağlantlyı örtbas ederek, kısmen de daha önceki yabancı
kar§ıtı direni§e daha sonraki bir milliyetçi hareketin rengini vererek, çoğu
zaman bu kopu§U gizlemi§tir. Fakat yirminci yüzyıla kadar Asya'da, İslam
1 60 DEVRiM ÇAGI

ülkelerinde, hatta dahası Afrika'da evolues ve milliyetçilik arasında bir


birliktelik ve bağ kurulamayacaktı.
Şu halde Doğu'daki milliyetçilik, nihai olarak Batı etkisinin ve Batı
istilasının bir ürünüydü. Bu bağlantı kendini belki de en açık olarak,
sömürge ülkelerde görülecek modem anlamda ilk milliyetçiliğin* temel­
lerinin atıldığı (tümüyle bir doğu ülkesi olan) Mısır'da göstermektedir.
Napoleon'un Mısır'ı fethiyle, Batılı fikirler, yöntemler ve teknikler ülkeye
girdi ve çok geçmeden değerli ve tutkulu bir asker olan Mehmet Ali •

Pa§a tarafınd�n kabul edildi. Fransızların çekilmesinin ardından ortaya


çıkan karl§ıklık döneminde ve Fransa'nın da desteğiyle iktidarı ele geçiren
ve Türkiye'den fiilen bağımsızla§an Mehmet Ali, yabancıların (özellikle
de Fransa'nın) teknik yardımlanyla etkili ve Batılıla§tırmacı bir despotizmi
yerle§tirmeye ba§ladı. 1820'lerde ve 30'larda Avrupa'nın sol aydınları,
bu aydınlanmı§ manarkı selamladılar ve kendi ülkelerinde reaksiyonun
§evklerini kırdığı bir sırada hizmetlerini bu pa§anın emrineverdiler. Sosya­
lizmi savunmakla yatırımcı bankerierin ve mühendislerin sağladığı en­
düstriyel geli§meyi savunmak arasında gidip gelen olağandı§ı Saint_:_Si­
moncular mezhebi de, hizmetlerini Pa§a'nın emrine sunarak onun ekono­
mik geli§me programını hazırladılar (Onlar için s. 24 1 'e bakın) . Böylelikle
Saint-Simoncular (Saint-Simoncu Lesseps tarafından in§a edilen) S ü­
vey§ Kanalı'nın temelini ve Mısırlı yöneticilerin, Avrupalı bir dizi dolandı­
ncıdan sağlanan muazzam borçlara ölümcül bağımlılıklarının temellrini
attılar; bu bağımlılık, Mısır 'ı emperyalist rekabetin ve ilerideki antiemper­
yalist ayaklanmaların merkezine çekecekti. Fakat Mehmet Ali; diğer do­
ğulu despatlardan daha fazla milliyetçi değildi. Sonraki milliyetçiliğin te­
mellerini onun ya da halkıinn özlemleri değil, Mehmet Ali'nin batılıla§ma
hareketi attı. Eğer Mısır İslam dünyasındaki ilk, Fas ise son milliyetçi
hareketi ortaya koymU§Sa, bunun nedeni, (son derece anla§ılır jeo-politik
nedenlerle) Mehmet Ali'nin Batılıla§manın ana yollan üzerinde yer alıyor
olması ve Müslüman uzak batının kendine yeterli ve içe kapanml§ Şerif­
yan İmparatorluğu'nun [Fas] böyle olmaması ve olmak için de çaba sarfet­
memesinden ileri gelmi§tir. Modem dünyanın diğer pek çok özelliği gibi,
milliyetçilik de çifte devrimin çocuğudur.

• İrlanda dı§ında.
II

Sonuçlar
8
Toprak

Ben sizin efendinizim, benim efendim de Çarclır. Çarın bana emir vermeye hakkı vardır.
Benim bu emirlere itaat etmem gerekir, ama Çar size emir veremez. Benim evimde Çar
benim. Ben sizin yeryüzündeki tanrınızım ve Cennette Tanrının huzurunda sizden ben
sorumluyum . . . Bir atı önce demir kaşağıyla tırnar etmek gerekir, ancak ondan sonra tüylerini
yumuşak fırçayla tarayabilirsiniz. Sizleri biraz serıçe tımariamam gerekiyor, ama yumuşak
fırçayla tarayıp ıaramayacağımı Tanrı bilir. Tanrı havayı yıldırımlaı; şimşekler/e temizler;
ben de köyümü, gerekli gördüğümde yıldırım ve ateşle temizleyeceğim.
Bir Rus toprak sahibinin serilerine yaptığı konu§madan. ı

Bir iki ineği, bir domuzu ve birkaç kazı olan bir köylü, kendi gözünde toplumun aynı
mertebesindeki kardeşlerinden daha yukardadır ... Hayvanlarının ardından aylak aylak yürür­
ken miskinleşir ... Günlük çalı§malar bıktımıaya başlar; düşkürılük tiksinmeyi artını: Nilıayetinde
yarı besili bir buzağının ya da damuzun satılması, bu tembellik düşkünlüğünü besieyecek yeni
olanaklar yaratıı: Bunu çoğunlukla ineğın satılması izler ve içinde, eskiden geçimini sağladığı
günlük ve düzenli çalışma biçimine yeniden başlama isteği duymayan düş kırikhğına uğramış
biçare köylü ... adsız ve sansız olarak yoksuUara yardım fonundan yardım almaya başlar.
Tarım Bakanlığının 1 798 tarihli Somerset Ara§tırması2

Toprakta olanlar, 1 789-1848 arasında pek çok insanın ya§am ve ölüm


çizgisini belirledi. Bunun sonucu olarak, çifte devrimin toprak mülkiyeti,
toprak kirası ve tarım üzerindeki etkisi, ele aldığımız dönemin en yıkıcı
görüngüsünü olu§turmaktaydı. Çünkü, ilk iktisat okulu olan Fizyokrat­
ların zenginliğin yegane kaynağı olarak gördükleri ve herkesin, topraktaki
devrimci dönܧÜmün, bütün hızlı ekonomik geli§melerin değilse bile bur­
juva toplumunun zorunlu bir önko§ulu ve sonucu olduğuna inandığı
toprağı, ne siyasal ne de ekonomik devrim göz ardı edebilirdi. Dünyanın
geleneksel tarım sistemlerinin ve kırsal toplumsal ili§klerin büyük donmu§
buzul tabakası, ekonomik büyümenin verimli toprağını örtmekteydi. Kar
pe§inde ko§an özel giri§im güçlerinin toprağı sürebilmesi için bu buz
tabakasının her ne pahasına olursa olsun eritilmesi gerekiyordu. Bu da
üç tür deği§iklik yapılması demekti. Birincisi; toprak, mülk sahiplerinin
elinde, onlar tarafından serbestçe alınıp satılabilecek ticari bir mal haline
gelmeliydi. İkincisi; pazar için üretken kaynaklar bulmak isteyen insanla­
rın olu§turduğu bir sınıfın mülkiyetine geçirilmesi ve akıllıca, yani aydın-
f 64 DEVRiM ÇAGI

lanmı§ öz-çıkar ve kar tarafından idare edilmesi gerekiyordu. Üçüncüsü;


büyük kır nüfusunun, ekonominin büyümekte olan tarım dı§ı sektörü
için bir biçimde, en azından kısmen özgürce hareket edebilen ücretli
i§çilere dönü§türülmesi zorunluydu. Daha dikkatli ya da radikal diye ­
bileceğimiz iktisatçılar da (ula§ılması olanaksız değilse bile çok güç) bir
dördüncü deği§iklik daha olduğunun farkındaydılar. Güçlük, 'doğal tekel'
durumundaki toprağın, bütün üretim unsurlarının tamamen hareketli ol­
masını varsayan bir ekonomiye tam olarak uymamasından ileri gelmekteydi.
Toprağın büyüklüğü sınırlı olduğundan ve verimlilik ile ula§ılabilirlik bakı­
mından çe§itli bölümleri arasında fark bulunduğundan, daha verimli top­
raklan olanların kaçınılmaz olarak bir üstünlükleri vardı ve ba§kalarına
rant yükleyebiliyorlardı. Bu yükün kaldırılması ya da -ömeğirı uygun bir
vergilendirme, toprak mülkiyetirıin yoğunla§masına kar§ı çıkartılan yasalar,
hatta millile§tirme yoluyla- hafifletilmesi, özellikle endüstrile§mi§ İngil­
tere'de ciddi tartl§malara konu oldu. (Aynı zamanda bu tür tartl§malar,
millile§tirilmesi, özel bir giri§im ekonomisiyle bu nedenle asla uyu§maz olarak
görülmemi§ -ve yaygın biçimde uygulanml§- demiryolları gibi diğer 'doğal
tekelleri' de etkiledi* ) . Ancak bunlar burjuva toplumunda toprağa ili§kin
sorunlardı. Öncelikli görev, burjuva toplumunun yerle§tirilmesiydi.
Böyle bir görevin önünde (kapitalizm öncesi toprak lordlarıyla gele­
neksel köylülük gibi) iki büyük engel durmaktaydı ve bunların kaldırıl­
ması, birlikte yürütülecek siyasal ve ekonomik bir eylemi gerektiriyordu.
Öte taraftan bu görevi çe§idi biçimlerde yerine getirmek de mümkündü.
Bu biçimlerin en radikali, İngiliz ve Amerikan olanıydı; çünkü her ikisi
de köylülüğü ortadan kaldırmı§; birirıde ise toprak lordlan zaten hiç ortaya
çıkmamı§tı. Klasik İngiliz çözümü, -185 1 rakamlarını alırsak- yakla§ık
dört bin mülk sahibinin, bir milyon iki yüz elli bin rençber ve ücretli
tarım i§çisi çalı§tıran çeyrek milyon çiftçi tarafından ekilen toprakların
(çiftlikler 50 ile 500 dönem arasındaydı) yedide dördüne3 sahip olduğu
bir ülke yarattı. Yer yer küçük mülk sahipleri varlıklarını sürdürmekle
birlikte, İskoçya'nın yüksek bölgeleriyle Galler'irı bazı yerleri dı§ında, kıta­
daki anlamında bir İngiliz köylüsünden söz etmek bilgiçlik olacaktır. Kla­
sik Amerikan çözümüyse, kiralık emek gücü darlığını yoğun bir makine­
le§meyle gideren, ticari üretim yapan ve çiftliğinden ayrılınayan bir çiftçi
yapısı meydana getirdi. Obed Hussey'in ( 1833) ve Cyrus McCormick'in
( 1 834) biçerdöverleri, toprakları i§gal ederek ya da sonralan devletten
sembolik fiyatlarla satın alarak Amerikan ya§am tarzını New England
eyaletlerinden batıya doğru yayan toprak spekülasyoncusu giri§iıncilerle
• İngiltere'de bile 1840'larda ciddi bir biçimde önerilınişti.
TOPRAK 1 65

ticari kafalı çiftçiler için biçilmi§ kaftandı. Klasik Prusya çözümüyse, top­
lumsal bakımdan en az devrimci olanıydı. Feodal toprak lordlannın kendi­
lerini kapitalist çiftçilere, serfleri ise ücretli tarım i§çilerine dönü§türme­
lerinden ibaretti. Junkerler, köle emeği kullanarak ihracat amacıyla uzun
zamandır ektikleri kıraç mülklerinin denetimini elden bırakmadılar; fakat
bunları artık serilikten -ve topraktan- 'kurtulmu§' köylüler i§lemekteydi.
Yüzyılın ilerleyen dönemlerinde yakla§ık 2000 malikanenin toprağın yüz­
de 6l 'ini kapladığı, yakla§ık 60.000 orta ve küçük mülk sahibinin bulun­
duğu, nüfusun geri kalanının topraksız olduğu Pomeranya örneği, ku§ku­
suz a§ırı bir örnektir4 ; fakat, 1849'da Prusya'da topraksız ya da esas olarak
ücretle çall§an tarım i§çilerinin sayısının neredeyse iki milyon olduğu
tahmin edilmekle birlikte, bir tarım ücretlileri sınıfinın, Krüniz'in ı 773
tarihli Encyclopaedia of Domestic and Agricultural Economy'sindeki 'i§çi'
maddesinde bile adı anılmayacak kadar önemsiz olduğu da bir gerçektir.5
Kapitalist anlamda tarım sorununa diğer tek sistemli çözümü, aynı za­
manda büyük bir pazar için üretim yapan bir küçük ve orta çiftçiler kesimi
de yaratmı§ olan Danimarka getirdi. Ne var ki bu çözüm, esas olarak
ı 780'lerin aydınl;::ınml§ despotizm döneminin reformlanndan kaynaklan­
ml§tı; o nedenle bu cildin biraz kapsamı d1§ında kalmaktadır.
Kuzey Amerika çözümü, neredeyse sınırsız ölçekte bo§ toprağın varlığı
ve feodal ili§kilerin ya da geleneksel köylü kolektivizminin kalıntılarının
bulunmaması gibi benzersiz bir gerçeğe dayanmaktaydı. Saf bireyci çiftçi­
liğin yayılmasının önündeki tek engel, avianma alanlarında çok sık rastla­
nıldığı gibi -normalde İngiliz, Fransız ve Amerikan hükümetlerince garanti
altına alınml§ olan- toprakları ortakla§a kullanan Kızılderili kabilelerinin
olu§turduğu zayıf bir engeldi. Alınır satılır durumdaki bireysel mülkiyeri ·

yalnızca ussal değil, doğal bir düzenleme olarak gören bir toplum anlaYl§ıyla
öyle görmeyen toplum anlaYl§ı arasındaki bütüncül çatı§ma, belki de en
açık kanıtını Yankederle Yerliler arasındaki zıtla§mada bulmaktadır.
Yerlileri uygarlığın nimetlerini öğrenmekten alıkoyan nedenler arasında
"en zararlı ve ölümcül olanı" diyordu Yerli ݧleri Komiseri6 , "yerlilerin
ülkenin büyük bir kısmının ortak sahibi olmalan ve kendilerine büyük
miktarlarda ödenek ayrılmasıydı; bunlardan biri., dilediğince göçebelik ve
serserilik etmeleri için onlara geni§ bir saha sunuyor ve mülkiyet ile bireyliğin
bilgisini edinmelerini ve yerle§menin üstünlüklerinden yararlanmalarını
önlüyor; diğeri, tembelliklerini, tutumsuzluklarını besliyor ve bozulmu§
zevkleriyle i§tahlarını tatmin etmenin araçlarını sunuyordu." O nedenle
hile, dolan, hırsızlık ve ba§ka uygun baskı biçimleri kullanarak Yerlilerin
topraklanndan edilmeleri, karlı olduğu kadar ahlaki bir eylerndi de.
1 66 DEVRİM ÇAGI

Toprak üzerinde burjuva-bireyci ussalcılığı bir türlü anlayamadıklan


gibi, anlamak da istemeyen tek halk göçebe ve ilkel yerliler değildi. Ger­
çekten de, köylüler arasında aydınlanmı§, edinirnci ve 'güçlü, sağlam'
azınlıklar istisna, en büyük feodal soyludan en yoksul çobana kadar kırsal
nüfusun büyük kısmı, toprakta özel mülkiyete kar§ı aynı tiksinmeyi duyu­
yorlardı. Ussal azınlığın ussal çoğunluk haline gelebileceği ko§ulları ancak,
gerek lordlara gerekse geleneksel köylülere kar§ı yöneltilmi§ siyasal-yasal
bir devrim yaratabilirdi. Ele aldığımız dönemde Batı Avrupa'nın ve sömür­
gelerinin çoğunda tarımsal ili§kilerin tarihi, tam sonuçlan yüzyılın ikinci
yansına kadar hissedilmeyecek olsa da, bu devrimin tarihidir.
Gördüğümüz gibi, bu devrimin ilk hedefi, toprağı bir ticari mal haline
getirmekti. Soyluların malikanelerinin temelini olu§ turan, toprağın satıl­
masım ya da elden çıkartılmasını önleyen yasaklar kaldırılmalı, dolayısıyla
toprak sahibi, toprağı ekonomik bakımdan daha ehil alıcıların eline geç­
mesine olanak verecek biçimde ekonomik ehliyetsizlikleri yüzünden ha­
yırlı bir iflas cezasına çarptırılmalıydı. Hepsinden öte Katalik ve Müslü­
man ülkelerde (Protestan olanlan bunu çoktan yapmı§tı) toprağın dini
kurumlara ait büyük bölümü, ekonomik [dolayısıyla ussal] olmayan hura­
feler alanından kurtarılmalı, pazara ve ussal sömürüye açılmalıydı. Onları,
laikle§tirilmek ve sarılmak bekliyordu. Halkın ortak sahibi olduğu (dola­
yısıyla yeterince yararlamlamayan) muazzam topraklar; köy ve kasaba
toprakları, ortak olarak kullamlan tarlalar, ortak adaklar, orman alanları
vs., bireysel giri§imden uzak tutulmamalıydı. Onları da, parçalara ayrılmak
ve 'çitlenmek' bekliyordu. Yeni alıcıların, giri§imci, güçlü ve ölçülü kim­
seler olacaklarına ku§ku yoktu; böylelikle tarım devriminirı hedeflerinden
ikincisi de gerçekle§tirilmi§ olacaktı.
Fakat, ancak (saflarından üst sınıfıara yükselenler olduğuna ku§ku
bulunmayan) köylülüğün kendisinin de kaynaklarım elden çıkarabilmek­
te özgür bir sınıfa dönü§mesi ko§uluyla bu amaca ula§ılabilirdi ve bu
aynı zamanda otomatik olarak üçüncü hedefin, burjuvaziye dönü§ememi§
olanlardan meydana gelecek büyük bir 'özgür' emek gücünün yaratılma
yönünde atılmı§ bir adımdı. O nedenle köylülerin, ekonomik olmayan
bağlardan ve görevlerden (vilenajdan, serflikten, lorda yaptığı ödeme­
lerden, angaryadan, kölelikten vs.) kurtulmaları son derece önemliydi.
Bunun ek ve ya§amsal bir avantajı daha olacaktı. Daha fazla kazanma
güdüsüne açık özgür ücretli emekçinin ya da özgür çiftçinin, ister serf,
ister amele, isterse köle olsun daha verimli bir i§çi olacağı dü§ünülmektey­
di. Sadece tek bir ko§ulun yerine getirilmesi gerekiyordu. Bütün insanlık
tarihinin onları sıkı sıkıya bağladığı toprakta bugün ot gibi ya§ayan, fakat
TOPRAK 1 67

toprak daha üretken kullanılırsa salt fazla nüfustan ibaret kalacak olan
çok fazla sayıda köylü' , köklerinden kopartılmak ve salıverilmek zorun­
daydı. Ancak böylelikle bu insanlar, kaslanna giderek daha fazla gerek­
sinme duyan kentlere ve fabrikalara göç edebilirlerdi. Ba§ka bir deyi§le
köylüler, zincirleriyle birlikte topraklarını da yitirmek zorundaydıl.ar.
Avrupa'nın büyük bölümünde bu, 'feodalizm' olarak bilinen geleneksel
yasal ve siyasal düzenlernelerin olu§turduğu yapının, hala varlığını sürdü­
rebildiği yerlerde, ortadan kaldırılması anlarnma gelmekteydi. ı 789-ı 848
arasmda Cebelitank'tan Doğu Prusya'ya, Baltık'tan Sicilya'ya dek -çoğun­
lukla Fransız Devrimi'nin dolaylı dolaysız etkisiyle- gerçekle§tirildi. Orta
Avrupa'da buna benzer geli§meler ancak ı848'de, Rusya ve Romanya'da
ı860'larda ortaya çıktı. Avrupa dı§ında, ı862-88'e kadar köleliğiri sürdü­
ğü Brezilya, Küba ve Güney ABD dı§ında, Amerika kıtasında da buna
benzer geli§meler ya§andı. Doğrudan Avrupalı devletler tarafından idare
edilen birkaç sömürgede, özellikle Cezayir'de ve Hindistan'ın bazı bölge­
lerinde benzer yasal devrimler devreye sokuldu. Türkiye'de ve kısa bir
dönem için Mısir'da da durum buydu.8
İngiltere ile, biJ anlamdaki bir feodalizme ya çoktandır son vermi§ ya
da (köylülerin geleneksel olarak ortak sahip olduklan mülkler söz konusu
olsa da) böyle bir yapıya hiçbir zaman tanık olmamı§ birkaç ülke dı§ında,
� bu devrimi gerçekle§tirmenin son derece benzer fiili yöntemleri vardı.
İngiltere'de, büyük mülkleri kamula§tırmak yönünde yasalar çıkarmak,
zorunlu olmadığı gibi siyasal bakımdan da uygulanabilir bir §ey değildi;
çünkü büyük toprak sahipleri ya da onların çiftçileri zaten burjuva toplu­
muna uyum sağlamı§lardı. Kırda -ı 795 ile ı846 arasında- burjuva ili§ki­
lerinin nihai zaferine kar§ı çok §iddetli bir direni§leri olm u§ tu. Ancak bu
direni§, her §eyi silip süpüren salt bireyci kar ilkesine kar§ı pek açık ol­
mayan gelenekçi bir protesto biçimini içeriyor olmasına kar§ın, büyük
toprak sahipleriyle onların çiftçilerinin ho§nutsuzluklannm asıl nedeni
çok daha basitti: Devrimci sava§ların ve Napoleon Sava§lan'nın yol açtığı
yüksek fiyatlan ve yüksek kiraları, sava§ sonrası çöküntü döneminde de
koruma arzusu. Onlarınki, feodal bir tepkiden çok, kırsal bir baskı
grubunun tepkisiydi. O nedenle bıçak altına giden, köylülüğün kalıntıları,
rençberlerle tarım emekçileri oldu. 1760'dan itibaren yakla§ık altı milyon
dönüm ortak tarla ve toprağı ki§ilere dağıtan özel ve genel Çitl erne Yasası

• 1830 ba§larında istihdam edilebilir fazla yedek emek, kentlerde ve İngiltere'nin


endüstrile§lnݧ bölgelerinde toplam nüfusun altıda biri, Fransa ve Almanya'da yirmide biri,
Avusturya ve İtalya'da yimıi be§te biri, İspanya'da otuzda biri ve Rusya'da yüzde biri olarak
tahmin edilmekteydi.7
1 68 DEVRiM ÇAGI

ile yakla§ık be§ bin 'çitlenmi§ arazi' özel mülke dönü§türüldü ve daha alt
düzeydeki resmi düzenlemelerle de bu geli§me desteklendi. Kır yoksullan
için ya§amı daha da katlanılmaz kılmak ve kentlere göç ederek kendilerine
verilen her i§i yapmalarını sağlamak üzere 1834'te Yoksulluk Yasası hazır­
landı. Gerçekten de çok geçmeden göçler ba§ladı. 1 840'larda çok sayıda
ülke, mutlak nüfus kaybının e§iğine gelmi§ti ve 1850'den sonra topraktan
kaçı§ genel bir görünüm halini aldı.
Her ne kadar bundan esas yararlananlar toprak lordlan değil, kiracı
köylüler ve açık tarla sisteminin kalduılmasının ardından arazilerini birey­
sel mülkler haline getirmeleri te§vik edilen toprak sahipleri olsa da, Dani­
marka'da feodalizme 1 780'lerdeki reformlarla son verildi. (Bu, 1 800'lere
gelindiğinde büyük ölçüde tamamlanml§ olan 'çitleme'ye benzer bir süreç­
ti) . Kiracı çiftçilerden çok küçük mülk sahipleri için ya§amı zorla§tıran
Napoleon sonrası ekonomik çöküntü döneminde, 1 8 1 6 ile yakla§ık 1830
arasında bu süreç yava§lamı§ olmakla birlikte, bir eğilim olarak malika­
neler parçalandı ve eski kiracılanna satıldı. 1 865'de Danimarka, esas
olarak mülk sahibi bağımsız köylülerin ülkesiydi. İsveç'te de buna benzer,
ama daha az zorlayıcı niteliğe sahip reformlar benzer sonuçlar yarattı;
öyle ki ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itaberen toprağın gelenek­
sel ortak kullanımı, §erit sistemi [s trip system] , tamamen ortadan kalktı.
Bu ülkenin eskiden feodal olan bölgeleri, özgür köylülüğün her zaman
baskın olduğu (-1 8 1 5 'den sonra eskiden Danimarka'ya ait olan İsveç'in
bir bölümünü olu§turan-Norveç'te de özgür köylülük ezici çoğunluktaydı)
ülkenin geri kalanına katıldı. Mülkleri sağlamla§tuma yönündeki eğilime
kar§ı bazı bölgelerde büyük tarım i§letmelerini parçalama yönünde bir
eğilim kendini hissettirmekteydi. Bu geli§melerin yarattığı net sonuç §U
oldu: Tanmda verimlilik hızla arttı -Danimarka'da sığır sayısı, onsekizinci
yüzyılın son çeyreğinde iki katına çıktı9-, fakat giderek daha çok sayıda
kır yoksulu i§ bulamaz oldu. Ondokuzuncu yüzyılın ortasından sonra
çektikleri sıkıntılar, orana vurolduğunda verimsiz çorak Norveç'ten, biraz
daha az olmak üzere İsveç'ten, çok daha az olmak üzere de Danimar­
ka'dan (çoğunlukla Amerika'nın ortabatısına doğru) bütün yüzyılın en
kitlesel göç hareketine yol açtı.

II

Gördüğümüz gibi, Fransa'da feodalizmin kaldırılması devrimin eseriydi.


Köylü baskısı ve Jakobenlik, tarım reform unu, kapitalist geli§menirı savu­
nucularının durmasını istedikleri noktanın da ötesine itti (Yukarıdaki
TOPRAK 1 69

59. ve 80- 1 . sayfalada kar§ıla§tırm) . O nedenle bir bütün olarak Fransa,


ne toprak lordlannın, ne tarım i§çilerinin ne de ticari amaçlı üretim
yapan çiftçilerin ülkesi haline geldi. Fransa, topraklarını ellerinden almak­
la tehdit etmeyen sonraki bütün siyasal rejimierin ba§lıca payandası ola­
. cak her türden mülk sahibi köylülerin ülkesiydi büyük oranda. Toprak
sahibi köylülerin sayısının yüzde elli oranmda artması -dört milyondan
altı buçuk milyona çıkması-, eski ve akla uygun olmakla birlikte doğrula­
nabilir bir tahmin değildir. Kesin olarak bildiğimiz tek §ey, bu tür mülk
sahiplerinin sayısının azalmadığı ve belli bölgelerde de diğer bölgelere
nazaran artı§ gösterdiğidir; fakat ı 789 ile ı80ı arasmda yüzde kırklık
bir artışın gözlendiği Moselle bölgesinin, sayının değişmeden kaldığı10
Norman Eure bölgesinden daha tipik bir durum olu§turup olu§turmadığı,
ayrıntılı ara§tırmalar yapılmasını gerektirmektedir. Bir bütün olarak alın­
dığında, topraktaki ko§ullar iyiydi. Hatta ı 847--8'de ücretli toprak i§çileri­
nin bir bölümü dı§ında gerçek bir sıkıntıdan söz edilemezdi. 1 1 O nedenle
köylerden kentlere akan fazla emek çok değildi; bu da Fransa'nın endüstri­
yel geli§mesini geciktiren etkenlerden biri oldu.
Latin Avrupa'nın, Alçak Ülkeler'in, İsviçre'nin ve Batı Almanya'nın
büyük bölümündeyse feodalizmin kaldırılması, "ondalıkların, feodalitenin
ve senyörlük haklannın Fransa ulusu adına derhal kaldırıldığını ilan etme­
ye"12 kararlı Fransa'nın fetih ordulannın ya da Fransızlada i§birliği yapan
veya onlardan esinlenen yerli liberallerin eseriydi. 1 799'a gelindiğinde,
hukuk devrimi, çoktandır ilerlemekte olan biı; evrimi sadece tamamlamak
üzere olan Doğu Fransa'ya kom§U ülkelerle Kuzey ve Orta İtalya'yı fethetti.
ı 798-9'un ölü doğan Napaliten devriminin ardından Bourbonlann geri
dönmesi, Güney İtalya'da hukuk devrimini ı808'e kadar geciktirdi; bu
adada feodalizm, ı 8 ı 2 ile ı 843 arasmda resmen kaldınlmı§ olmakla bir­
likte, hukuk devrimi İngiliz i§gali yüzünden Sicilya'ya bir türlü varamadı.
İspanya'da, Fransa kar§ıtı liberal Cadizli Cortes, 1 8 1l 'de feodalizmi,
ı8 13'te de miras kalan mülkierin satı§ıyla ilgili yasakları kaldırdı; ama
bekleneceği gibi uzun zamandır Fransa ile iç içe ya§amı§ olmanın derinden
dönü§türdüğü bölgeler dı§ ında, eski rejimierin geri dönmesi bu ilkelerin
pratik olarak uygulanmalarını geciktirdi. O nedenle Ren'in doğusundaki
Kuzey Batı Almanya ve 'İlirya Eyaletleri' (İstriya, Dalmaçya, Ragusa, ileride
Slovenya ve Hırvatistan'ın bir bölümü gibi) 1805 sonr�sma kadar
Fransa'nın yönetimine ya da egemenliğine girmemi§ bölgelerde hukuk
de.vfimi ba§latıldı, ama tamamlanmadan kaldı.
Ne var ki, tarımsal ili§kilerde tam bir devrimi gerçekle§tirecek tek
güç, Fransız Devrimi değildL Toprağın ussal biçimde kullanılması yönün-
1 70 DEVRiM ÇAGI

deki yalın ekonomik sav, devrim öncesi dönemin aydınlanmı§ despatlarını


derinden etkilemi§ ve son derece benzer yanıtların verilmesini sağlamı§tı.
Habsburg İmparatorluğu'nda IL Joseph, 1 780'lerde sertliği kaldırml§ ve
kilise topraklarının çoğunu laikle§tirıni§ti. Benzer nedenlerle ve durma­
dan isyan etmelerinden dolayı Rus Livonia sertlerine, daha önce İsveç
idaresindeyken sahip olduklan mülk sahibi köylü statüsü resmen yeniden
tanındı. Ama bu geli§menin onlara biraz olsun yararı olmadı; zira güçlü
toprak lordlannın açgözlülüğü, bu sertlikten kurtulu§U çok geçmeden
köylüyü mülksüzle§tirmenin bir aracına dönü§türdü. Napoleon Sava§­
lan'ndan sonra köylülerin birkaç yasal koruyucusu da temize havale edildi
ve 1 8 1 9 ile 1 850 arasında soyluların demesneleri yüzde 60 ile 1 80 arasında
büyürken, onlar topraklannın en az be§te birini yitirdiler. 1 3 Artık soylu­
ların topraklarını, topraksız bir tarım i§çileri sınıfı ekip biçmekteydi.
Bu üç etken -Fransız Devrimi'nin etkisi, kamu görevlilerinin ussal
ekonomik savlan ve soyluların açgözlülüğü-, 1807-18 16 arasında Prus­
ya'da köylülerin kurtulu§unu tayin etti. Aralannda en belirleyici olanı
Fransız Devrimi idi; çünkü Fransız ordulan Prusya'yı ezip geçtiler ve böyle­
likle modem, yani Fransa örneğine uygun yöntemleri benimsemeyen eski
rejimierin acizliğini dramatik biçimde sergilemi§ oldular. Livonia'da oldu­
ğu gibi, sertlikten kurtulu§, köylülerin o zamana dek sahip oldukları ılımh
yasal korumanın kalkmasını da birlikte getirdi. Zorunlu emeğin, feodal
vergilerin kaldırılmasına ve yeni mülkiyet hakları elde edilmesine kar§ıhk,
köylüler, ba§ka kayıplarının yanında, eski mülklerinin üçte birini ya da
yansım veya bunun kar§ılığı olan parayı eski lordlarına vermekle yüküm­
lüydüler. 1848'e gelindiğinde, bu uzun ve karma§ık hukuksal geçi§ süreci
henüz tamamlanmı§'olmaktan çok uzaktı; fakat malikane sahipleri büyük
ölçüde ve (yeni mülkiyet hakları sayesinde) daha az sayıda, rahatı yerinde
köylü de bir ölçüde bu i§ten kazançlı çıkarken, köylülüğün büyük kesimi­
nin durumu belirgin biçimde kötüle§ti ve topraksız tarım i§çilerinin sayısı
süratle arttı.*
Kısa vadede -büyük tarımsal deği§iklik dönemlerinde çoğu zaman
olduğu gibi- ciddi kayıplara kar§ın, ekonomik bakımdan uzun vadede

' Yerel endüstriyel geli§menin olmaması ve başlıca bir ya da iki ihracat ürününün (özellikle
tahılın) üretilmesi, büyük malikanelerin ve topraksız tarım işçisinin ortaya çıkışını kolaylaştırdı.
Bu gelişme, söz konusu örgütlenıneye kendini kolaylıkla uydurmaktadır (Rusya'da o dönemde
ticari amaçlı satılan tahılın yüzde deksanı malikanelerden, ancakyüzde onu köylü mülklerinden
gelınekteydi). Öte yandan yerel endüstriyel gelişmenin, yakındaki kentlerde büyüyen ve çeşitlenen
bir yiyecek pazarı yarattığı yerlerde, bundan köylüler ya da küçük çiftçiler büyük yarar sağladılar.
Dolayısıyla Prusya'da köylülerin kurtu!uş'u serflerin mü!ksüzleştirilmesine yol açarken,
Bohemya'da özgürleşme sayesinde ortaya çıkan köylü sınıfı, 1848'den sonra bağımsızlaştı. 14
TOPRAK 1 7 1

sonuç yararlı oldu. 1830-3 1 'de Prusya, yüzyıl ba§ındaki sığır ve koyun
sayısına ancak ula§abildi ve §imdi toprak lordları bu sayıda daha büyük,
köylülerse daha küçük pay sahibiydiler. Öte yandan yüzyılın ilk yarısında
ekilen toprak miktan yakla§ık üç kat, üretkenlikse kabaca yarısı oranında
arttı}5 Taqmsal nüfus fazlası da hızla büyümekteydi; ve kırdaki ko.§ullar
son derece kötü olduğundan -1846-8 kıtlığı, belki de en kötü yüzünü,
İrlanda ve Belçika'yı saymazsak, Almanya'da göstermi§ti-göç etmek için
yeterince neden vardı. Gerçekten de, İrlanda Kıtlığı'ndan önce bütün
halklar arasında en fazla göç verenler Almanlardı.
Şu halde, gördüğümüz gibi burjuva toprak mülkiyeti sistemini sağlam­
la§tırmak için yasal adımların büyük bölümü 1 789 ile 1 8 1 2 arasında atıldı.
Napoleon'un yenilgisinden sonra ya§anan toplumsal ve ekonomik tepki­
nin gücünden dolayı Fransa ile birkaç kom§U bölge dı§ında bu adımların
sonuçlan çok daha yavaş hissedildi. Genelde liberalizmin kaydettiği her
ilerleme, hukuk devrimlerinde kurarndan uygulamaya doğru bir adım
atılmasını sağladı. Eski rejimierin yeniden kurulması, özellikle kilise top­
raklarının satı§ının ve laikle§menin en acil liberal talepler arasında bulun­
duğu Katolik ülkelerde hukuk devrimlerirıi geciktirdi. Örneğirı İspanya'da
1820' de liberal devrimin gerçekle§tirdiği geçici zafer, soylulara topraklarını
özgürce sarabilme olanağı veren, 'zincirlerden kurtaran' (Desvinculacion)
yeni bir hukuk getirmekteydi; 1823'te mutlakçılığın geri gelmesiyle bu
hukuk yürürlükten kaldırıldı; 1836'da liberalizmin yeniden zafer kazan­
masıyla birlikte bu hukuk yeniden gündeme getirildi ve böyle sürüp gitti.
O nedenle ölçebildiğimiz kadarıyla, ele aldığımız dönemde el deği§tiren
toprak miktarı, faal bir orta sınıf alıcının ve toprak spekülatörünün fırsat­
lan değerlendirmeye hazır olduğu bölgeler dı§ında fazla değildi: (Kuzey
İtalya'da) Bologna ovasında soylulara ait topraklar, 1789'datoplam mikta­
rın yüzde 78'inden 1804'te yüzde 66'sına, 1835'te de yüzde 5 l 'e dü§tü. 16
Öte yandan Sicilya'da bütün topraklann yüzde 90'ı, çok ileriki bir tarihe
kadar soyluların elinde kalmaya devam etti. 17*
Bu noktada bir istisna vardı: Kilise toprakları. Bu muazzam ve nere­
deyse kaçınılmaz olarak kötü kullanılan, viraneye dönmü§ malikanelerin
-1760'larda Napoli Krallığı'ndaki toprakların üçte ikisinin kiliseye ait
olduğu ileri sürülmü§tür 19- savunucusu çok azdı; çevresirlde pay kapmak
için yığınla kurt dola§maktaydı. Hatta II. Joseph'in dü§mesinden sonra

• 'Özü gereği İtalyan birliğine rehberlik eden ve bu yöndeki ilerlemeleri düzenleyen' bu


güçlü tarını burjuvazisinin, tam da tarınısal yönelimi nedeniyle, İngiltere'nin İtalyan birliğine
iyi niyetle bakmasını sağlayan, ama aynı zamanda da İtalya'nın endüstrileşmesini geri bıraktıran
doktriner bir serbest ticarete doğru eğilim gösterdiğini düşünmek akla yatkındır. 18
1 72 DEVRiM ÇAGI

Katolik Avusturya'daki Katalik reaksiyon sırasında bile kimse laikle§tirilmi§


ve dağıtılmı§ manastır topraklannın iadesinden söz etmedi. Örneğin
Romagna'da (İtalya) bir komünde kiliseye ait topraklar, 1 783'te bölgenin
yüzde 42.5'ini olu§tururken, bu rakam 1 8 12'de yüzde 1 1.5'e dü§tü; ancak
kilisenin elinden çıkan bu topraklar, yalnız (topraklarının oranı yüzde
24'den yüzde 47'ye çıkan) mülk sahibi burjuvalara değil, aynı zamanda
(topraklarının oranı yüzde 34'ten yüzde 4l'e çıkan) soylulara da geçti.2°
Bunun sonucu olarak Katolik İspanya'da bile aralıklarla iktidar olan liberal
yönetimlerin, özellikle kilise mülklerinin en yoğun olduğu ya da ekonomik
geli§menin en ileri a§amada bulunduğu eyalerlerde kiliseye ait malikaneleriiı
· yarısından fazlasını satl§a çıkarmalarında (on be§ eyalette kiliseye ait bütün
malikanelerin dörtte üçünden fazlası satılmı§tı) §a§ılacak bir yan yoktur.2 1
Toprağın bu büyük ölçekte yeniden bölü§türülmesinin giri§imci ve
ilerici bir toprak lordlan ya da çiftçiler sınıfı ortaya çıkarmamı§ olması,
böyle bir §eyi kendinden emin bir tavırla bekleyen liberal iktisat kuramı
açısından talihsizlik oldu. Ekonomik bakımdan azgeli§mi§ ve ırak bölgeler­
deki orta sınıfbir toprak alıcısı -kentli bir avukat, tacir ya da spekülatör­
bile, o zamana dek yoksun bırakıldığı eski soylunun veya ruhhandan bir
toprak lordunun yerini almak ve onların gücünü bu kez nakit paraya
daha fazla, geleneğe ve göreneğe daha az itibar ederek kullanmak varken,
neden yatırırnda bulunmak ve toprak mülkünü sağlam i§leyen bir kapita­
list giri§ime dönü§tÜrmek gibi bir yükün altına girsindi ki? O yüzden
Güney Avrupa'nın her yanında yeni ve daha sert bir 'baron' tipi eski
ili§kileri peki§tirdi. Latifundia tarzı büyük topraklar ya kıta Avrupası Gü­
ney İtalyasında olduğu gibi küçüldüler ya Sicilya'daki gibi olduğu gibi
kaldılar veya İspanya'da olduğu gibi daha da güçlendirildiler. Böylelikle
bu tür rejimlerde hukuk devrimi eski feodaliteyi yenisiyle sağlamla§tırdı;
küçük alıcılar, özellikle de köylüler, bu toprak satı§lanndan hiç yararlana­
madılar. Ne var ki, Güney Avrupa'nın büyük bölümünde eski toplumsal
yapı, kitlesel göçün bile olanaksız olduğunu dü§ündürecek kadar güç­
lüydü. İnsanlar, tıpkı ataları gibi bu topraklarda ya§ayıp gerektiğinde aç
kaldılar. Örneğin, halkın göç amacıyla Güney İtalya' dan kitleler halinde
çıkl§ı için daha yarım yüzyıl gerekiyordu.
Fransa, Almanya'nın bir bölümü ya da İskandinavya'da olduğu gibi
köylülerin gerçekten toprağa sahip olduklan ya da mülkiyetlerinin yasal
olarak onaylandığı yerlerde bile, beklenildiği gibi, giri§imci küçük çiftçiler
sınıfına otomatik olarak dönü§mediler. Bunun §öyle basit bir nedeni
vardı: Köylüler toprağı istiyorlardı, ama bir burjuva tarım ekonomisini
istedikleri söylenemezdi.
TOPRAK 1 73

III

Eski geleneksel sistem, verimsiz ve baskıcı olmakla birlikte, aynı zamanda


hatırı sayılır bir toplumsal kesinliğin ve sefil bir düzeyde de olsa belli bir
ekonomik güvenliğiri varolduğu bir sistemdi; gelenek ve görenek tarafın­
dan kuts�mmı§ olduğunu ise anınaya bile gerek yok. Erkeği kırkında kadını
otuzunda ya§landıran ağır çall§ma ko§ulları, dönem dönem ya§anan kıtlık­
lar, hepsi Tanrının i§iydi; bunlar ancak, olağandı§ı zorluk ya da devrim
zamanlarında insanların sorumlu tutulduğu i§ler haline gelirdi. Köylünün
bakı§ açısından hukuk devrimi, bazı yasal haklar dı§ında hiçbir §ey getir­
mediği gibi çoğunu da alıp götürmܧtÜ. Örneğin Prusya'da sertlikten
kurtulması, ona, zaten ekip biçmekte olduğu toprağın üçte ikisini ya da
yarısını kazandırını§, kendisirii zorunlu çalı§madan ve diğer [feodal] yü­
kümlülüklerden kurtarmı§tı; fakat resmi olarak da (kötü hasat ya da
sığır vebası sırasında lordundan yardım isteme hakkı; lordun ormanından
ucuz yakıt toplama ya da satın. alma hakkı; ev yapmak ya da onarmak
söz konusu olduğunda lordundan yardım isteme hakkı; a§ırı yoksulluk
durumunda vergilerin ödenmesiride lorddan yardım isteme hakkı; hay­
vanları lordun ormanında otlatma hakkı gibi) pek çok §eyi alıp götür­
mü§tü. Bu, yoksul köylülere oldukça acımasız bir deği§ toku§ gibi göründü.
Kilise mülkleri pekala verimsiz olabilirdi, fakat bu gerçek köylüleriri i§irie
gelmekteydi; çünkü adetleririi hak durumuna getiren bu zemindi. Ortak
tarlaların, otlakların ve ormanların bölü§ülüp çitlenmesi, üzerinde hakkı
olduğunu (ya da topluluğun bir parçası olarak hakkı olduğunu) dü§ündük­
leri kaynakların yoksul köylülerden, rençberlerden alıilması demekti. Ser­
best toprak pazarı, köylünün toprağını satmak zorunda kalması; giri§imci
bir tarım sınıfının yaratılması, eski lordları yeririe ya da onların yanında
kendileririi sömüren katı kalpli ve inatçı ki§ilerin ortaya çıkması anlamına
gelmekteydi. Liberalizmiri toprağa girmesi, her zaman içinde ya§adıkları
toplumsal yapıyı parçalayan ve zenginler dl§ında yerine bir §ey koymayan
bir tür sessiz bombardıman gibiydi. Bu üryanlığa özgürlük deniyordu.
Yoksul köylülerin ya da bütün bir kırsal nüfusun elinden geldiğince
buna kar§ı, eski istikrarlı ve adil toplumun geleneksel ülküsü adına, yani
kiliseyle me§rU kral adına direnmesinden daha doğal ne olabilirdi? Eğer
Fransız köylü devrimini (hatta bu devrim bile 1 789'da ne genel olarak
kilise ne de monar§i kar§ıtıydı) çıkartırsak, ele aldığımız dönemde yabancı
bir krala ya da kiliseye kar§ı yönelmemi§ neredeyse bütün önemli köylü
hareketlerinin rahip ve yöneticiler adına yapıldığı görülmektedir. Güney
İtalya köylüsü, 1 799'da Fransızlara ve Napoliten Jakobenlere kar§ı, Kutsal .
1 74 DEVRiM ÇAGI

İman ve Bourbonlar adına bir kaf§ıdevrim gerçekle§tirmek üzere kentli


proletaryanın alt unsurlarıyla birle§ti. Yine bunlar, ileride İtalyan birliğine
kar§ı olduğu gibi, Fransız i§galirıe de kar§ı çıkan Calabrialı ve Apulialı
haydut-gerillaların §iarıydı. Rahipler ve haydut-kahramanlar, Napoleon'a
kar§ı verdikleri gerilla sava§ında İspanyol köylülerinden yararlandılar.
Kilise, kral ve ondokuzuncu yüzyıl ba§ları için bile son derece tuhafkaçan
bir gelenekçilik, 1830'larda ve 40'larda İspanyol liberallerirıe kar§ı amansız
sava§larında Bask kontluğunun, Navarre'nirı, Castile'in, Leon'un ve Ara­
gon'un Prens Don Carlos yanlısı gerillalarına esin kaynağı oldu. 18 10'da
Guadalupe Meryem'i, Meksikalı köylülere önderlik etti. 1809'da Tyrol'de
kilise ile imparator, meyhaneci Andreas Hofer'in önderliği altında Bav­
yeralılara ve Fransızlara kar§ı sava§tı. Ruslar, 1 8 1 2-13'te Çar ve Kutsal
Ortodoksluk için sava§tılar. Galiçya'daki Polanyalı devrimciler, Ukraynalı
köylüleri ayağa kaldırmanın tek yolunun Yunan-Ortodoks ya da Doğu
Kilisesi rahiplerinden geçtiğini biliyorlardı; köylüler, imparatoru soylulara
yeğlediğirıden ba§arılı olamadılar. Cumhuriyetçiliğirı ya da Bonapartçılığın,
1791 ile 1815 arasında köylülüğün önemli bır kısmını ele geçirdiği ve Kili­
senirı gücünün pek çok bölgede daha Devrimden önce azalmaya yüz tut­
tuğu Fransa dı§ında, bugün solcu köylü ajitasyonu diyebileceğimiz olgu,
kendirıi ancak birkaç bölge göstermi§ti ve bunlar, Papalık Romagnası ile
Emilia'daki gibi, en açık biçimde Kilisenirıyabancı bir yönetici konumunda
bulunduğu ve uzun zamandır halkı küstürdüğü yerlerdi. Hatta Fransa'da
bile Bretanya ile Vandee, halkçı Bourbonculuğun kalesi olarak kaldılar.
Avrupa köylülüğününJakobenlerle ya da liberaller, yani avukatlar, dükkan
sahipleri, malikane yöneticileri, memurlar ve toprak lordlarıyla birlikte
ayaklanmamaları, Fransız Devrimi'nin kendilerine toprak kazandırmadığı
ve topraklarını yitirme korkusunun ya da kanaatkarlıklarının aynı oranda
onları etkisiz kıldığı ülkelerde 1848 devrimlermin kaderini tayin etti.
Elbette köylüler, hemen hiç tanımadıkları gerçek, mevcut kral için
değil, duyduğunda astlarının ve lordlarının günahlarını cezasız koyma­
yacak adil kral ülküsü uğruna ayaklandılar; oysa kilise söz konusu oldu­
ğunda, gerçek, mevcut kilise için ayaklanmı§lardı. Çünkü köyün papazı
onlardan biriydi; azizler, kimsenin değil, yalnızca onların azizleriydi; hatta
her yanı dökülen kilise malikaneleri bile, bazen doymak bilmez laiklerden
daha katlanılabilir toprak lordları olabilmekteydi. Tyrol'de, Navarre'de
ya da William Tell'in ilk İsviçresi'nin (kralsız) Katalik kantonlarında ol­
duğu gibi, köylülüğün toprak sahibi ve özgür olduğu yerlerde gelenekçilik,
saldırgan liberalizme kar§ı görece özgürlüğü savunmaktaydı. Durumun
böyle olmadığı yerlerdeyse köylülük daha devrimciydi. İster rahipler ister
TOPRAK 1 75

kral ya da bir ba§kası tarafından yapılsın, yabancının ve burjuvanın fethi­


ne kar§ı her direni§ çağrısının, sadece kentlerdeki avukatların ve soylula­
rın evlerinin soyulmasına değil, toprağı i§gal edip bölü§mek, toprak lordla­
rını öldürmek, kadınlara tecavüz etmek, hukuki belgeleri yakmak üzere
azizierin bayrakları altında davullar -e§liğinde törensel bir yürüyü§e yol
açması çok mümkündü. İsa ve kral, köylünün yoksul ve topraksız olmasını
elbette istemezdi. Serfliğin varolduğu bölgelerde ve büyük malikanelerde
ya da toprağın son derece az olduğu ve çok parçaya bölündüğü yerlerde
köylü hareketlerini reaksiyonun güvenilmez müttefiki yapan şey, toplum­
sal devrimci huzursuzluğun bu sağlam temelidir. Biçimsel bakımdan lejiti­
mist [Bourbon kar§ıtı] bir devrimcilikten biçimsel olarak solcu bir devrim­
ciliğe dönüştürülmeleri için bütün gereken, kralla kilisenin yerel zenginle­
rin safına geçtiklerinin ve kendilerine benzeyen, aynıdili konuşan insanla­
rın devrimci hareketlerinin bilincine varmalarıydı. Garibaldi'nin halkçı
radikalliği, belki de bu tür hareketlerin ilkiydi ve Napolili haydutlar bir
yandan Kutsal Kilise ile Bourbonları selamlarken onu da övgüyle karşıla­
dılar. Marksizm ile Bakunincilik ileride daha da etkili olacaktı. Fakat
köylü ayaklanmasının siyasal sağdan siyasal sola kaydınlması, 1848'den
önce henüz yeni yeni ortaya çıkmaya ba§lamı§tı; çünkü sınırlı köylü isyan­
karlığını yaygın bir ayaklanmaya dönü§türecek olan burjuva ekonomisinin
toprak üzerindeki kitlesel, yoğun etkisi kendini ancak yüzyılın ortala­
rından sonra, özellikle de 1880'lerin büyük tarım depresyonu sırasında
ve sonrasında gerçekten duyurmaya ba§ladı.

IV

Gördüğümüz gibi, Avrupa'nın büyük bölümünde hukuk devrimi dl§arıdan


ve yukarıdan dayatılan bir §ey, uzun zamandır yumu§amış olan toprağın
kaymasından çok, bir tür yapay yer sarsıntısı olarak geldi. Hatta bu durum,
Afrika ve Asya'da olduğu gibi, hukuk devriminin burjuva ekonomisi tara­
fından fethedilen bütün bir burjuva olmayan ekonomiye dayatıldığı yer­
lerde çok daha açıktı. .
Örneğin Cezayir'de fatih Fransa, mali olarak çeşitli vakıflar tarafından
desteklenen sağlam temeller üzerine kurulmuş ve makul bir geli§me gös­
teren bir din okulları sisteminin varolduğu (Fransız köylü askerlerinin,
fethettikleri halk kadar okuryazar olm�dıklan söylenir22) ortaçağ toplumu
özelliği gösteren bir yere ayak bastı. Batıl inanç yuvası olarak görülen bu

' Bu topraklar, onaçağcıl Hıristiyan ülkelerde hayır amaçlı ya da ritüel olarak kiliseye
verilen topraklara kar§ılık gelmektedir.
1 76 DEVRiM ÇAGI

okullar kapatıldı; dini vakıflara ait toprakların, ne onların amaçlarını ne


de yasal olarak devredilemez niteliklerini anlamı§ Avrupalılar tarafın­
dan satın alınmaları sağlandı. Genellikle güçlü dinsel karde§lik topluluk­
larının [ tarikatların] üyeleri olan okul yöneticileri, fethedilmemi§ toprak­
lara göçerek Abdülkadir'in bayrağı altında isyan kuvvetlerine katıldılar.
Gerçi tam etkisini çok daha ileride duyuracak olmasına kar§ın, toprağı
alınıp satılabilir bir özel mülk durumuna getirmek üzere sistemli bir faali-
. yet ba§ladı. Kabilya gibi bir bölgede, toprağın, incir ağaçlarına dek birey­
lerin mülkiyetinde bulunan ufacık arazi parçalarının yarattığı bir anar§iye
sürüklenmesini önleyen özel ve kolektif hak ve yükümlülüklerden mey­
dana gelen karma§ık ağı, Avrupalı bir liberal nasıl anlayabilirdi?
Cezayir, 1848'de ancak fethedilebilmi§ti. O dönemde Hindistan'ın
önemli bir bölümü, bir ku§aktan fazla bir zamandır doğrudan İngiltere'nin
idaresinde bulunuyordu. Avrupalı yerle§mecilerden kimse Hindistan'ı
ele geçirmek istemediğirıden, kabaca mülksüzle§tirme gibi bir sorun ortaya
çıkmadı. Liberalizmin Hindistan'ın tarım ya§amı üzerindeki etkisi, önce­
likle İngiliz yöneticilerin uygun ve etkili bir toprak vergilendirme yöntemi
arayı§larının sonucuydu. Açgözlülükleri ve hukuksal bireycilikleri, felaketi
· doğuran etken oldu. İngiliz idaresi öncesinde Hindistan'daki toprak kira

sistemi, dönem dönem yabancı fatihleriri istilasına uğrayan ama iki sağlam
dayanağa yaslanan, geleneksel olmakla birlikte deği§mez olmayan toplum­
lardaki toprak kiralama sistemi kadar karma§ıktı; toprak, -de jure ya da
de facto olarak- kendi kendirıi yöneten topluluklara (kabilelere, klanlara,
köy komünlerine, karde§lik topluluklarına vs.) aitti ve devlet üründen
belli bir pay almaktaydı. Bazı topraklar belli bir anlamda devredilebilir
olmasına, bazı tarımsal ili§kiler ortakçılık türünde kurulmasına, bazı öde­
meler kira biçiminde yapılıyor olmasına kar§ın, gerçekte İngiliz anlamında
ne toprak lordu, ne bireysel toprak mülkiyeri ne de kira söz konusuydu.
Tarımsal ili§kilerde bildikleri türden düzenlemeler oturtmaya yeltenen
İngiliz idareciler için bu durumun anla§ılır ve ho§ bir tarafı yoktu.
Doğrudan İngiliz egemenliği altına girmi§ ilk büyük bölge olan Bengal'de
Mogul toprak vergisi, zemindar denen mültezimler ya da komisyoncular
tarafından toplanmaktaydı. Elbette bunların, (çağda§ İngiliz toprak ver­
gisinde olduğu gibi) malikanesinin bütünü üzerinden değer biçilen bir
vergiyi ödeyen İngiliz toprak lordunun bir dengi; vergi toplama i§inin
kendisi aracılığıyla düzenlenmesi gereken, toprağın iyile§tirilmesirıde çı�a­
rı bulunan, istikrarlarının güvencesini yabancı rejime verdikleri siyasal
destekte bulan bir sınıf olmaları gerekmez mi? Sonradan Lord olan
Teignmouth, Bengal'den sağlanan toprak gelirinin 'Kalıcı Çözümü'nü
TOPRAK 1 77

ele aldığı 18 Haziran 1 789 tarihli zabıtlarında §öyle yazmı§tır: "Zemindar­


ları, miras yoluyla kendilerine kalan mülkün, toprağın sahipleri olarak
görüyorum ... Satı§la ya da ipotekle toprağı elden çıkarma ayrıcalığı, bu
temel haktan kaynaklanmaktadır ... "23 Zemindarlık denen bu sistemin
çe§itli biçimleri, Hindistan'ın ileride İngiltere'nin yönetimi altına girecek
olan bölgelerinin yakla§ık yüzde 19'unda uygulanmaktaydı.
Sonunda İngiliz Hindistanı'nın (Ryotwari) tam yarısını içine alacak
olan ikinci gelir sistemi türünü, uygunluktan ziyade açgözlülük dayat­
ml§tır. Kendilerini, tamamen samirniyetsiz bir bakı§la, bir zamanlar bütün
ülkenin yüce toprak lordu olmu§ bir doğu despotluğuri.un ardılı olarak
gören İngiliz idareciler, küçük toprak sahibi ya da daha ziyade kiracı
olarak gördükleri her köylüden tek tek alınacak vergi miktarını saptamak
gibi muazzam bir i§e giri§tiler. Bunun ardında yatan ve ifadesini yukarıda
adı geçen yetkili memurun malum netliğinde bulan ilke, en saf haliyle
tarımsal liberalizmdi. Tarımsal liberalizm, Goldsmid ve Wingate'in sözle­
riyle, "ortak sorumluluğun, toprağa ortak olarak sahip olunan ya da ortak
varisler arasında bölü§türüldüğü birkaç yerle sınırlandırılmasını; toprakta
özel mülkiyerin kabul edilmesini; toprağı kiralayanların toprağı ba§kaları­
na kiralarken (sahiplerinin hakkı saklı kalmak üzere) alacağı kira ya da
satı§ı konusunda tamamen serbest olmasını; toprak için belirlenen vergi­
nin de pay edilmesi yoluyla toprağın satı§ında ya da naklinde gerekli
kolaylıkların sağlanmasını" gerektiriyordu.24 Toplu vergilerin köy toplu­
luklarına rağmen hesaplanmasını haklı olarak hiç gerçekçi bulmayan,
aynı zamanda da (ki çok anlamlıdır) onları özel mülkiyetin en iyi garantisi
olarak gören ve savunan Madras Gelirler Dairesi'nin (1808-18) sert
itirazlarına rağmen, köy toplulukları tamamen gözardı edildiler. Sonunda
doktrinerlik ve açgözlülük kazandı ve Hintli köylüler, 'özel mülkiyet'in
lütfuna terk edildi.
Bu uygulamanın öylesine açık dezavantajları oldu ki; Kuzey Hindis­
tan'ın sonradan fethedilecek ya da i§gal edilecek bölgesindeki (ileride
İngiliz Hindistanı'nı meydana getiren bölgenin yakla§ık yüzde 30'unu
kapsamaktaydı) toprak sorunlarının çözümünde biraz deği§mi§ biçimiyle
yeniden Zemindarlık sistemine dönüldü, ama bu kez özellikle Pencap'da
mevcut köylü topluluklarını tanıma yönünde çabalar göze çarpmaktaydı.
Liberal öğreti, çıkar gözetmeyen bir açgözlülükle birle§erek, köylülü­
ğün üzerindeki baskıyı daha da arttırdı: Vergi, olabildiğince yükseltildi
(Bombay'dan elde edilen gelir, eyaletin fethedildiği 18 1 7-1 8'den dört
yıl sonra ikiye katlandı). Malthus'un ve Ricardo'nun Rant öğretisi, fay­
dacılığın ba§ı James Mill'in etkisiyle, Hindistan'ın gelir kuramının temeli
1 78 DEVRiM ÇAGI

haline geldi. Bu öğreti, toprak mülkiyerinden sağlanan geliri, değerle


ilgisi olmayan salt bir artık olarak görmekteydi. Basitçe, bazı topraklar
diğerlerinden daha verimli olduğundan ortaya çıkmakta ve bütün eko­
nomi için yıkıcı sonuçlar yaratacak biçimde toprak lordları tarafından el
konulmaktaydı. O nedenle bu artığın tümüne el konulmasının, bir olasılık
olarak i§adamlarını rehine almaya muktedir bir toprak aristokrasisinin
ortaya çıkmasını engellemenin d1§ında, ülkenin zenginliği üzerinde hiçbir
etkisi yoktu. İngiltere gibi bir ülkede tarımsal çıkarın siyasal gücü -top­
rağın neredeyse millile§tirilmesine varan- böylesi radikal bir çözümü ola­
naksız kılardı; ama Hindistan'da ideolojik bir fatihin despotik iktidarı
bunu dayatabilecek güçteydi. Bekleneceği gibi, bu noktada iki liberal
sav kesi§ti. Onsekizinci yüzyılın whig yanlısı idarecileriyle i§ ya§amının
daha köklü çıkar grupları, ancak geçinecek kadar üretim yapan cahil
küçük mülk sahiplerinin hiçbir zaman bir tarım sermayesi olu§turamaya­
caklarını, dolayısıyla ekonomiyi iyile§tiremeyeceklerini ortak bir görü§
olarak benimsediler. O nedenle bir toprak lordları sınıfını, deği§meyen
(mü terakki olmayan) sabit vergi oranlarını, dolayısıyla tasarrufu ve iyile§­
meyi te§vik eden Bengal tipi 'Kalıcı Çözümler'den yana oldular. Büyük
Mill'in ba§ında bulunduğu bu faydacı idareciler, bir ba§ka toprak sahibi
aristokrasi yaratma tehlikesine kar§ı toprağın millile§tirilmesini ve küçük
köylü kiracılar kitlesini tercih ettiler. Eğer Hindistan biraz olsun İngilte­
re'ye benzeseydi, whig örneği kesinlikle ezici bir ikna ediciliğe sahip olurdu
ve 1857 Hint ayaklanmasından sonra siyasal nedenlerle durumun böyle
bir seyir izlediği görüldü. Deyim yerindeyse, her iki görü§ de Hindistan'ın
tarımsal ko§ullarına aynı oranda uzaktı. Üstelik anayurtta Endüstri Dev­
rimi'nin ortaya çıkmasıyla birlikte (diğer §eylerin yanı sıra sütünü sağacağı
oldukça besili bir sömürgeye sahip olan) Doğu Hindistan Şirketi'nin böl­
gesel çıkarları, giderek (her §eyden önce bir rakip değil, bir pazar, bir
gelir kaynağı olarak Hindistan'a sahip) İngiliz endüstrisinin genel çıkar­
larına tabi oldu. Bunun sonucunda İngilizlerin sıkı denetimini sağlayan
ve oldukça yüksek bir gelir vergisi getiren faydacı politika yeğlendi. İngiliz­
lerden önceki geleneksel vergi sınırı, gelirin üçte birini kapsamaktaydı;
İngilizlerin getirdiği vergi sisteminde standart temel, ürünün yarısıydı.
Ancak doktriner faydacılığın belirgin: bir yoksulla§maya yol açmasından
ve 1857 Ayaklanması'ndan sonradır ki vergi oranı daha insaflı bir düzeye
çekildi.
Ekonomik liberalizmin Hindistan'ın tarım ya§amına uygulanması,
ne aydınlanml§ bir malikane sahipleri yapısı ne de dayanıklı bir yeoman­
lar sınıfı yarattı. Sadece köye ba§ka bir belirsizlik, ba§ka bir asalak ve
TOPRAK 1 79

sömürüeliler ağı (örneğin İngiliz rajaların yeni memurlannı) 25 soktu ve


mülkiyette hatırı sayılır bir el deği§tirmeye ve yoğunla§maya, köylülerin
borçlannda ve yoksulluklannda artı§a yol açtı. Cawnpore bölgesinde
(Uttar Prade§) , Doğu Hindistan Şirketi bunları ele geçirdiği sırada, mali­
kanelerin yüzde 84'ünden fazlası kalıtsal toprak sahiplerine aitti. 1840'ta
bütün malikanelerin yüzde 40'ı, 1872'deyse yüzde 62.6'sı sahiplerince
satın alınmı§tı. Öte yandan 1846-7'de Kuzeybatı Eyalerlerinin (Uttar
Prade§) üçünde 3000'den fazla malikane ya da köy (kabaca toplam sa­
yının be§te üçü) ilk sahiplerinden alındı; 750'den fazlası tefecilerin
eline geçti. 26
Bu dönemde İngiliz Rajalarını yaratan faydacı bürokratların aydın­
lanml§ ve sistemli desporlukları hakkında söylenecek çok söz vardır. Barl§,
daha geli§kin kamu hizmetleri, idari verimlilik, güvenilir bir hukuk ve
yüksek kademelerde n:amuslu bir yönetim getirdiler; ancak ekonomik
bakımdan son derece belirgin bir ba§arısızlığa uğradılar. Avrupa devletle­
rinin, hatta Çarlık Rusyası dahil Avrupa tarzı hükümetlerin idaresinde
bulunan bütün ülkeler arasında sadece Hindistan, en büyük ve öldürücü
kidıkların pençesinden kurtulamıyordu. İlk dönemlere ait istatistiklerden
yoksun olsak da, bu yüzyılın ileriki dönemlerinde bu kıtlıkların artarak
sürdüğü söylenebilir.
Liberal toprak hukukunu uygulama çabalarının görüldüğü diğer büyük
sömürge de (ya da eski sömürge) , Latin Amerika idi. Burada İspanyolların
eski feodal sömürgeciliği, beyaz sömürgeciler istediklerini aldıkları sürece,
hiçbir zaman Yeriiierin temel kolektifve komünal toprak tasarrufbiçimle­
rine kar§ı önyargılı olmamı§tı. Oysa sömürgeciliğin ardından kurulan
bağımsız devletler, Fransız Devrimi ruhuyla ve onlara esin kaynağı olan
Benthamcı öğretiler ı§ığmda liberalle§me sürecini ba§lattılar. Örneğin
Bolivar, Peru'da komünal toprakların bireylere dağıtılınasını buyurdu
( 1824) ve yeni cumhuriyederin çoğu, İspanyol liberalllerinin yaptığı gibi,
mirasla kazanılan toprakların satı§ını ve devrini engelleyen yasaları kal­
dırdı. Cumhuriyederin çoğunda devasa haciendalar (estancia, finca, fundo)
toprak mülkiyetinin baskın birimi olarak kalmaya devam ettilerse de,
soylulara ait toprakların serbest kalması da malikanelerin belli oranlarda
yeniden karılmasına ve dağıtılınasına yol açmı§ olmalıdır. Komünal mülk­
Iere yönelik saldırılar, tamamen etkisiz kaldı. Aslına bakılırsa, 1850'nin
sonlarına kadar bu mülkler üzerinde ciddi bir baskı da olmadı. Gerçekte,
ekonomi politiklerini liberalle§tirmeleri, siyasal sistemlerini liberalle§tir­
meleri kadar yapaydı. Parlamentolara, seçimlere, toprak yasalarma vs.
rağmen, bu kıtada i§ler eskisi gibi devam etti.
1 80 DEVRiM ÇAGI

Toprağın tasarruf [kira] biçiminde ya§anan devrim, geleneksel tarım top­


lumunda ortaya çıkan bozulmanın siyasal yönüydü; yeni bir tarım ekono­
misi ve dünya pazarı tarafından istila edilmesiyse ekonomik yönü. 1787-
1848 döneminde bu ekonomik dönü§ümün, göçün makul boyutta seyret­
tiğine bakılarak, henüz tamamlanmı§ olmadığı söylenebilir. Ondokuzuncu
yüzyıl sonlannda tanmda ya§anan büyük çöküntüden önce, demiryolu
ve buharh gemiler henüz tek bir dünya tarım pazarı yaratmaya ba§lama­
ml§tı. O nedenle yerel tarım, uluslararası ya da hatta bölgeler arası rekabet­
ten büyük ölçüde korunmaktaydı. Endüstriyel rekabetse, bazılarını daha
geni§ pazarlar içirı üretim yapmaya yöneltmek d1§ında, çok sayıda köy
zanaatkannın ve evde ݧ yapan imalatçının alanına henüz girebilmi§ değildi.
Yeni endüstriyel tarım ürünlerinde, özellikle de Napoleon döneminde
(İngiliz) §eker kaml§ına uygulanan ayrımcılığın sonucu olarak yayılan §eker
pancarıyla, bilhassa mısır ve patates gibi yeni yiyecek ürünlerinde belirgirı
bir ilerleme kaydedilmi§se de, -kapitalist tarımın ba§arılı olduğu bölgeler
dı§ında- yeni tarım yöntemlerinin köye sızması çok ağır gerçekle§mekteydi.
Bir tarım toplumunda, tamamen ekonomik araçlarla gerçek bir tufan
yaratabilmek için yüksek düzeyde endüstrile§mi§ bir ekonomirıin yakınlığı
ve normal geli§menin engellenmesi gibi olağandı§ı bir ekonomik
konjonktür gerekti.
İrlanda'da ve daha az ölçüde olmak üzere Hindistan'da böyle bir kon­
jonktür vardı ve böyle bir tufan ya§andı. Hindistan'da olan §ey basitçe
§Uydu: Tarımdan elde edilen gelirlerin tamamlayıcısı durumundaki geli§­
mekte olan bir ev ve köy endüstrisi birkaç on yıl içinde neredeyse tümüyle
yıkıldı; ba§ka bir deyi§le, Hirıdistan endüstrisizle§tirildi [deirıdustrialization] .
1815 ile 1 8 3 2 arasında Hindistan'ın ihraç etti,ği pamuklu ürünün değeri
1 . 3 milyon sterlirıden 100.000 sterline dü§erken, İngiliz pamuklu ürün
ithalatı altı kat arttı. Daha 1840'ta bir gözlemci, Hirıdistan'ın "İngilte­
re'nin tarım çiftliği"ne dönü§türülmesinin yol açacağı feci sonuçlara dik­
kati çekıni§ti: "Hindistan, imalatçı bir ülkedir; çağlardan bu yana Hindis­
tan'da çe§itli vasıflardan imalatçılar bulunmaktaydı ve oyun kurallanna
göre oynandığında hiçbir ülke onlarla yarı§amazdı ... Şimdi Hindistan'ı
bir tarım ülkeşi haline getirmek, haksızlık olacaktır. "27 Bu betimleme
yamltıcıydı; çünkü imalatın, ba§ka pek çok ülkede olduğu gibi Hindis­
tan'da da, çoğu bölgede tarım ekonomisinin bütünleyici bir parçası olduğu
gerçeğini atlamaktadır. Bunun sonucunda endüstrisizle§tirme, köyü hasa­
dın düzensiz doğasına bağımlı duruma getirdi.
TOPRAK 1 8 1

İrlanda'nın durumu daha dramatikti. Burada \küçük ve ekonomik


bakımdan geri bir nüfus, son d erece güvensiz ko§ullarda geçimlik tarım
yapan kiracılar, ekim i§iyle uğra§mayan, İrlandalı olmayan, genellikle
topraklarının ba§ında bulunmayan toprak lordlarına olabilecek en fazla
kirayı ödüyorlardı. Kuzeydoğusu (Ulster) dı§ında ülke, önceleri sömürgesi
olduğu İngiliz yönetimirıirı ticaret politikası, daha sonraysa İngiliz endüst­
risinin rekabeti yüzünden uzun zaman önce endüstrisizle§tirilmi§ti. Tek
bir teknik yenilik -o zamana dek hakim olan çiftçilik türleri yerirıe patates
ekiminin geçirilmesi- nüfus ta büyük bir artı§a yol açmı§tı; çünkü patates
ekilen bir dönüm toprak, bir dönüm odağın ya da aslında diğer pek çok
ürünün ekildiği toprağın yapabileceğirıden çok daha fazla irısanı besleye­
bilmekteydi. Toprak lordlarının, kiracıların sayısını mümkün olduğunca
artırma istekleri, yine bu ikincilerin de geni§lemekte olan İngiliz pazarına
gıda maddesi ihraç eden yeni çifdikler kurmak için emek gücüne ihtiyaç
duyması, küçük mülkierin sayılarının artmasını te§Vik etti: 184 1 'de
Connacht'ta, bir dönümün altındaki sayılamayacak kadar çok minicik
ıiıülkleri katmazsak, nispeten büyük bütün mülkierin yüzde 64'ü be§ dö­
nümün altındaydı. O yüzden bütün onsekizinci yüzyıl süresince ve ondo­
kuzuncu yüzyıl ba§larında, bu küçük arazi parçaları üzerinde, günde ki§i
ba§ına 10-12 kilo patates dı§ında pek az §eyle beslenen ve -n azından
1820'lere kadar- biraz süt, zaman zaman da ringa balığının tadına bakan,
yoksulluğu bakımından Batı Avrupa'da bir benzeri daha bulunmayan
bir halk ortaya çıktı.28
Endüstrile§me dı§lanmı§ olduğundan, alternatif bir i§ olanağı da bu­
lunmadığından, bu evrimin nasıl sonlandığını matematik kesinlikle tah­
mm etmek olanakhclır. Nüfus, bataklıktan kurtarılan son patates ekilebilir
arazinin sınırlarına vardığında, felaket kaçınılmazdı. Fransa ile sava§ın
biti§inden çok kısa bir süre sonra böyle bir felaketirı ilk belirtileri görül­
meye ba§landı. Hayadarından duydukları ho§nutsuzluğu anlamanın hiç
de zor olmadığı bir halkı, bir de kıtlık ve salgın hastalıklar kırdı. Kırkların
ortalannda ürünlere d adanan hastalıklar ve kötü hasat, çoktandır mah­
kum bir halkın idam mangası oldu. Ele aldığımız dönem boyunca Avrupa
tarihinde görülmü§, insanın ba§ına gelmi§ en büyük felaket olan 1 847
Büyük İrlanda Kıtlığı'nın ne kadar insanın kaybına yol açtığı hiç kimse
tarafindan bilinmiyor, hiçbir zaman da kesirı olarak bilirımeyecek. Yapılan
kaba tahminlere göre, açlık yüzünden bir milyon kadar insan ölmü§, bir
o kadar ki§i de felakete uğramı§ bu ülkeden 1 846-1851 arasında göç
etmi§tir. 1820'de İrlanda'da topu topu yedi milyonun altında insan ya§a­
maktaydı. 1 846'da bu rakam belki sekiz buçuk milyon civarındaydı.
1 82 DEVRiM ÇAGI

185 1 'deyse İrlanda nüfusu altı buçuk milyona dü§tÜ ve o tarihten sonra
düzenli olarak azaldı. "He u dira fames!" diye yazdı bir papaz, artık doğma­
dıklan için Galway ve Maya'daki kilisdere vaftiz edilmek üzere hiçbir
çocuğun getirilmediği aylarda, karanlık çağlardaki tarihyazıcılarının ton­
lamasını andırırcasına: "Heu saeva hujus memorabilis anni pestilenta!"* 29
Hindistan ve İrlanda, 1 789 ile 1848 tarihleri arasında bir köylü olarak
ya§amak için belki de en kötü ülkelerdi; fakat öte yandan da seçme §ansı
olan hiç kimse İngiltere'de bir tarım i§çisi olmayı istemezdi. Genel olarak,
kısmen ekonomik güçler, kısmen de (toplanan vergilerden yoksulların
ücretlerini sübvanse ederek emekçinin asgari ücret almasını sağlayan iyi
niyetli fakat hatalı bir giri§im olan) yoksulla§tıncı 'Speenhamland Sistemi'
( 1 795) yüzünden bu mutsuz sınıfın durumunun 1 790'ların ortalanndan
itibaren kötülediği kabul edilir. Bu sistemin ba§lıca etkisi, çiftçileri daha
dü§ük ücretler ödemeye cesaretlendirrnek ve tarım i§çilerinin moralini
bozmak oldu. ݧçilerin isyanındaki dermansızlığı ve cahilce heyecanı,
1 820'lerde avianınayla ilgili yasalara kar§ı saldırıların, 1 830'larda ve
1840'larda mülklere kar§ı giri§ilen kundaklamalann artı§ında, ama hep­
sinden önce Kent'te kendiliğinden patlak veren ve 1830'un sonunda
sayısız kontluğa yayılan, vah§ice bastırılan salgın halinde bir ayaklanma
olan umutsuz 'son tarım emekçileri isyanı'nda görmek mümkündür. Eko­
nomik liberalizm, tarım i§çilerinin sorununu, her zamanki enerjikliği ve
kıyıcılığıyla, i§çileri ekonomik bir ücretle i§ bulmaya ya da göç etmeye
zorlayarak çözmeyi önerdi. Görülmemi§ katılıkta bir düzenleme olan 1834
tarihli Yeni Yoksulluk Yasası, kilisenin sağladığı asgari geçim güvencesini
elinden alıyor ve (dü§üncesizce çocuk sahibi olmak gibi duygusal ve gayrı
Malthusçu alı§kanlıklarını kırmak için i§çiyi karısından ve çocuğundan
ayıran) yeni kurulan atölyelerde çalı§ması durumunda tarım i§çisine yar­
dım sağlıyordu. Ele aldığımız dönemin sonlarına kadar yoksulluk yasasına
bağlıolarak yapılan harcamalar süratle azaldı (oysa en az bir milyon Briton
yoksullukla cebelle§iyordu) ve tarım i§çileri yava§ yava§ topraklarından
ayrılmaya ba§ladılar. Tarım çöküntüye uğradığından, sefaletieri sürdü ve
1850'lere kadar özsel hiçbir iyile§me olmadı.
Belki en geri kalrnı§ ve tecrit olmu§ bölgelerde her zamankinden daha
kötü olmamakla birlikte, tarım i§çilerinin durumu .aslında her yerde son
derece kötüydü. Talihsiz biçimde patatesin ke§fedilmesi, Kuzey Avru­
pa'nın pek çok bölgesinde ya§am standartlarının gerilemesini hızlandırdı.
Örneğirı Prusya'da 1850 ve 1860'lara kadar durumlarında belirli bir iyile§-

• "Heyhat, belalı kıtlık! Heyhat, o unutulmaz kıran yılının gazabı!"


TOPRAK 1 83

me meydana gelmedi. Küçük mülk sahiplerinin durumu kıtlık dönemle­


rinde yeterince umutsuz olmakla birlikte, geçimlik üretim yapan köylü­
lerin durumu muhtemelen biraz daha iyiydi. Fransa gibi bir köylü ülkesi­
nin, Napoleon Sava§ları'ndan sonra patlak veren genel tarımsal çöküntü­
den diğer ülkelere göre daha az etkilenmi§ olması muhtemeldi. Gerçekten
de 1840'ta kendi durumunu Kanal'ın diğer yakasındakilerle kar§ıla§tıran
bir Fransız köylüsünün, ikisinden hangisinin daha kazançlı olduğu nokta­
sında hiçbir tereddütü olamazdı. Bu arada Atlantiğin öte yakasındaki

Amerikalı çiftçiler, eski dünyanın köylülerine bakarak orada ya§amadık­


larına §ükrediyorlardı.

•"İçeride ve d!§arıda köylüler ve işçiler arasında uzun süre bulunduğum için, kendi ko§ulları
içinde değerlendirildiğinde, Fransız köylüsünden daha uygar, temiz, çalı§kan, tutumlu, ölçülü
ya da iyi giyimli bir halk olmadığını söylemeliyim ... Bu bakımlardan Fransız köylüsü, a§ırı
ölçüde pis ve miskin olan İskoçyalı tarım emekçilerinin büyük bir bölümüyle, geçim araçları
bakımından ciddi darlıklar içinde bulunan, umutsuz ve a§ağılık durumdaki çoğu İngiliz işçisiyle,
yabani ko§ullarda ya§ayan yarı çıplak yoksul İrlandalılarla tam bir kar§ıtlık olu§turmaktadır. ".
..

H. Colman, The Agriculıural and Rural Ecoıwmy of France, Belgium, Halland and Switzerlaııd
(1848), 25-6.
9
Endüstri Dünyasına Doğru

Bunlar, mühendisler için gerçekten de parlak zaman/ardır.


James Nasmyth, buharlı varyosun mucidi1

Devant de tels timoins, o secte progresivve,


Vantez-nous le pouvoir de la locomotive,
Vantez-nous le vapeur et !es chemins de fer •

A. Prommier2

1848'e gelindiğinde endüstrile§mi§ tek bir ekonomi vardı, o da İngiliz


ekonomisiydi ve bu nedenle bütün dünyaya egemen oldu. 1840'larda
ABD ile Batı ve Orta Avrupa'nın büyücek bir kısmı, endüstri devriminin
e§iğini muhtemelen geçmi§ ya da geçmek üzereydi. ABD'nin -Richard
Cobden'in 1830'larda tahmin ettiği gibi yirmi yıl içersinde3 - İngiltere'ye
ciddi bir rakip olacağı beklenmekteydi; 1840'lara gelindiğindeyse diğerleri
arasında bir tek Almanlar çoktan hızlı bir endüstriyel ilerleme göstermek­
teydi. Fakat beklentiler, olasılıklar, gerçekle§mi§ ba§arılar demek değildir
ve 1840'larda İngilizce konu§mayan dünyadaki fiili endüstriyel dönü­
§ümler henüz mütevazı bir seyir gösteriyordu. Örneğin 1850'de bütün
bir İspanya, Portekiz, İskandinavya, İsviçre'deki ve bütün Balkan yarım­
adasındaki toplam demiryolu uzunluğu yüz milden biraz fazlaydı ve

• "Böylesi tanıklar önünde, ey ilerici mezhep,


Lokomotifin gücünü göklere çıkar,
Buhara, demiryolianna övgü yağdır."
ENDÜSTRi DÜNYASINADOGRU 1 85

(ABD'yi saymazsak) Avrupa dı§ındaki bütün kıtalardaki demiryollarının


toplam uzunluğu bundan da azdı. Eğer İngiltere ile birkaç bölgeyi dı§arıda
bırakırsak, 1840'ların ekonomik ve toplumsal dünyasının, 1788'in dünya­
sından çok farklı olmadığı görülecektir. Dünya nüfusunun büyük bölümü,
önceden olduğu gibi, köylüydü. Batıda 1830'da bir milyondan fazla nüfusa
sahip tek bir kent (Londra) , yarım milyonu a§kın yine bir tane (Paris) ve
-İngiltere'yi dı§arıda bırakırsak- nüfusu yüzbini geçen sadece ondokuz
kent bulunmaktaydı.
İngiliz olmayan dünyadaki deği§imde gözlenen bu yava§lık, ele aldığı­
mız dönemin sonlarına kadar bu dünyada meydana gelen ekonomik hare­
ketlerin, endüstriyel üretim patlamalarını ve üretim dü§ü§lerini içeren
yeni bir ritim tarafından değil, tarımsal hasadın iyi ya da kötü olmasına
bağlı eski ritim tarafından denedeniyor olması anlamına gelmekteydi.
1857'deki bunalım, gerek dünya çapında patlak veren gerekse tarımda
ya§anan felaketlerden kaynaklı olmayan olayların yol açtığı belki de ilk
bunalımdı. Bekleneceği gibi, bu olgunun son derece uzun erimli siyasal
sonuçlan olmu§tur. 1 780 ile 1848 arasında endüstriyel ve endüstriyel
olmayan bölgelerde deği§imin ritmi birbirinden ayrılmaya ba§ladı. *
1846-B'de Avrupa'nın büy{ik bölümünü kasıp kavuran ekonomik
bunalım, tarımın belirleyici olduğu eski tipte bir çöküntüydü. Bir anlamda
bu bunalım, iktisat biliminde ancien regime 'in ekonomide görülen en son
belki de en kötü çöküntüsüydü. İlk endüstrile§me döneminin en kötü
sarsıntısını, 1839 ile 1842 arasında tamamen 'modern' nedenlerden dolayı
ya§ayan İngiltere için durum böyle değildi (Ho§ İngiltere'de de bu sarsıntı,
dü§ük buğday fiyatlarıyla birlikte görünmü§tü) . İngiltere'de kendiliğinden
toplumsal yanma noktasına, 1842 yazının ('buji patlamaları' olarak adlan­
dırılan) planlanmamı§ Chartist genel grevinde ula§ıldı. Kıta Avrupası'nda
bu noktaya 1 848'de gelindiğinde, Avrupa'nın öteki endüstri ekonomisi
sayılabilecek Belçika gibi İngiltere de sadece uzun Viktoryan geni§leme
döneminin ilk devrevi [dönemsel] çöküntüsünü ya§amaktaydı. Marx'ın
da öngördüğü gibi, mukabil bir İngiliz hareketi olmadan, kıtadaki devri­
min ba§arılı olma §ansı yoktu. Marx'ın göremediği, İngiltere ile kıta arasın­
daki e§itsiz geli§menin, kıtayı kaçınılmaz olarak tek ba§ına ayaklanmak
zorunda bırakacağıydı.
Buna kar§ın, 1 789'dan 1848'e kadarki dönemde kayda değer olan,
bu dönemdeki ekonomik deği§ikliklerin sonraki ölçütlerle kar§ıla§tırıldı-

• Endüstri sektörünün dünya ölçeğinde kazandığı zafer, bir kez daha (farklı bir tarzda da
olsa) dünya genelinde yakınsama gösterme eğilimindeydi.
1 86 DEVRiM ÇAGI

ğında küçük olmalan değil, temelden bir takım deği§ikliklerin ortaya


çıkmasıdır. Bunlardan ilki, nüfus alanıyla ilgilidir. Dünya nüfusu -özellikle
de çifte devrimin yörüngesine giren dünyadaki nüfus-, 150 yıllık bir za­
man dilimi içersinde daha önce görülmemi§ bir 'patlama'nın i§aretlerini
vermi§ti. Ondokuzuncu yüzyıldan önce ancak sayılı ülkeler nüfus sayımı­
na benzer bir §eyler tuttuklarından ve bunlar da güvenilirlikten uzak
olduklarından*, bu dönemde nüfusun hangi hızla arttığını tam olarak
bilmiyoruz; ama tarihte kesinlikle bir benzeri daha yoktu ve (Rusya'da
olduğu gibi, o tarihe dek yeterince yararlanılmayan arazilerin ya da bo§
yerlerin doldurulduğu seyrek nüfuslu bölgeler dı§ında) en büyük artı§,
ekonomik bakımdan en geli§mi§ bölgelerde meydana gelmekteydi. Uçsuz
bucaksız topraklann ve koca bir kıtanın kaynaklannın çekimine kapılını§
insanların göçüyle §i§en ABD nüfusu, 1 7 90-1850 arasında yakla§ık altı
kat artarak dört milyondan yirmi üç milyona çıktı. Birle§ik Krallık'ın
nüfusu da, 1800-1850 arasında yakla§ık iki kat, 1 750-1850 arasında üç
kat arttı. 1846 tarihli sınırlara göre Prusya'mn nüfusu, (Finlandiya dı§ın­
da) Avrupa Rusyası'nda olduğu gibi, 1 800-1846 arasında neredeyse iki
katına çıktı. Norveç'in, Danimarka'mn, İsveç'in, Hollanda'nın ve İtal­
ya'nın pek çok bölgesinin nüfusu, 1 750-1850 arasında yakla§ık iki kat
arttı; fakat ele aldığımız dönem boyunca bu artı§ın oranı fazla olağandı§ı
değildi. İspanya ve Portekiz'in nüfusu da üçte bir oranında arttı.
Avrupa'nın müdahalesine ve Çirı'in siyasal tarihirıirı geleneksel döngü­
sel hareketinin, bu dönemde etkinliğirıin doruğunda bulunan Mançu
hanedamnın marnur idaresinin çökü§üne yol açmasına kadar, onsekizinci
yüzyılda ve ondokuzuncu yüzyıl ba§lannda Çin nüfusunun hızla arttığı
görülüyorsa da, Avrupa'nın dı§ındaki yerler hakkında fazlaca bir bilgimiz
yok.** Latin Amerika'da nüfus, muhtemelen İspanya'nın nüfus artl§ına
benzer bir oranda artı§ gösterdi.4 Asya'nın diğer bölgelerinde bir nüfus
patlamasına dair belirtiler yoktur. Afrika'nın nüfusu da büyük olasılıkla
istikrarını korumu§tur. Sadece bazı bo§ yerlere yerle§en beyaz göçmenlerin
sayısı, tıpkı 1 790'da neredeyse hiçbir beyaz yerle§meci yokken 1 85 1 'de
yarım milyon beyazın ya§amaya ba§ladığı Avustralya'da olduğu gibi, ger­
çekten olağandı§ı bir biçimde artmı§tı.
Ekonomik devrimin dı§sal bir nedeni olmaktan çok bir sonucu olarak
görmemiz gerekse de, nüfusta ortaya çıkan bu dikkate değer artl§m ekono-

' İngiltere'dek ilk nüfus sayımı, 1801 tarihlidir; yeterli denebilecek ilk sayım ise 183 l'de
yapılmı§tır.
•• Çin'de hanedanlar arasındaki olağan döngülerin tarihi yakla§ık 300 yıldı; Mançu
hanedanı, onyedinci yüzyıl ortalarında iktidara geldi.
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 87

miyi büyük ölçüde uyarması doğaldı; çünkü o olmadan, böyle hızlı bir
nüfus artı§ı, ancak sınırlı bir süre devam edebilirdi (Gerçekten de nüfus
artı§ının sürekli bir ekonomik devrimle tamamlanmadığı İrlanda' da, artı­
§ın devam etmediği görülmü§tür) . Nüfus büyümesi, daha fazla emek,
hepsinden önce de daha fazla genç emek ve daha fazla tüketici demekti.
Ele aldığımız dönemin dünyası, ya§amının ba§ındaki insanlarla, genç çift­
lerle ve çocuklarla dolu, öncekilerden çok daha genç bir dünyaydı.
İkinci büyük deği§iklik, ula§ım alanında ortaya çıktı. İngi�tere, ABD,
Belçika, Fransa ve Almanya'da uzun zamandır oldukça büyük bir pratik
önem kazanmı§ olmakla birlikte, demiryollan 1848'de henüz emekleme
evresindeydi; fakat demiryoll;;ınnın devreye girmesinden önce bile ula§ım
alanında eski ölçütlerle kar§ıla§tırıldığında heyecan verici yenile§tirmeler
olmaktaydı. Örneğin Avusturya imparatorluğu, 1830 ile 184 7 arasında
(Macaristan'ı saymazsak) varolan yollara 30.000 kilometre daha ekleyerek
karayollarını 2.3 oranında artırdı.5 Belçika, 1830-:1850 arasında yol ağını
neredeyse iki katına çıkardı. İspanya bile, büyük ölçüde Fransız i§gali
sayesinde, kısacık karayollarını iki katma çıkardı. Karayolu yapımında
diğer her ülkeden bekleneceği gibi daha dev adımlarla ilerleyen ABD,
posta arabası yol ağını sekiz kattan fazla -1800'de 2 1 .000 milden 1850'de
1 70.000 mile çıkartarak- büyüttü. 6 İngiltere bir kanallar sistemine kavu­
§urken, Fransa ( 1800-47 arasında) toplam 2000 mil uzunluğunda bir
kanal ağı olu§turdu; ABD de, Erie, Chesapeake ve Ohio gibi ya§amsal
öneme sahip su yollan açtı. Batı dünyasının toplam gemi tonajı, 1800 ile
1840 ba§ları arasında iki katını geçti; buharlılar çoktandır (1822) İngiltere
ile Fransa'yı birbirine bağlıyordu ve Tuna'yı bir boydan bir boya katetmeye
ba§lamı§tı (Yelkenlilerle ta§ınan dokuz milyon tona kar§ılık 1 840'da bu­
harlılarla 3 70.000 ton yük ta§ındı; ama aslında bu rakam ta§ıma kapasite­
sinin yakla§ık altıda birini temsil ediyor da olabilir) . Yine burada da Ame­
rikalılar tüm dünyayı geride bıraktı; hatta en büyük ticari filoya sahip
olmak bakımından İngiltere'yle bile yan§maktaydı.*
O zamanlar, hız ve ta§ıma kapasitesinde gerçekle§tirilen bariz iyile§tir­
meleri de hafife almamak gerekir. Ku§kusuz Rus Çarını, 1834'te St Peters­
bmg'dan Berlin'e dört günde götüren yolcu hizmetlerinden daha a§ağı
insanların yararlanması söz konusu değildi; fakat 1824'ten sonra Berlin
Magdeburg arasını iki buçuk gün yerine on be§ saatte alan (Fransa ve
İngiltere'den kopye edilmi§) yeni bir hızlı posta sistemi vardı. Rowland
Hill'in, 1839'da gönderilen postalardan standart bir ücret alınması konu-
• Demirden gemiler bir kez dahaJngiltere'ye üstünlük kazandırıncaya dek, 1860'larda
anıaçianna neredeyse ula§mt§lardı.
1 SS DEVRiM ÇAGI

sundaki parlak bulu§u ( 1841'de yapl§kan pulun da icadıyla birlikte) ve


demiryolları, postayla gönderilen e§yaları iki katına çıkardı; fakat bu iki­
sinden de önce, ve İngiltere'den daha az geli§mi§ ülkelerde posta hizmet­
leri süratle arttı: 1830 ile 1840 arasında Fransa'da yılda gönderilen mektup
sayısı 64 milyondan 94 milyona çıktı. Yelkenliler artık yalnızca daha hızlı
değil, daha da güvenliydiler; ortalama olarak da daha büyüktüler. 7
Her ne kadar gergin bir yay gibi nehirlerin üzerine eğilen büyüleyici
köprüler; büyük yapay su yolları ve limanlar; suda kuğular gibi kayan
muhte§em tekneler ve zarif posta arabaları, endüstri tasarımının en güzel
ürünleri arasında yer alsalar ve hep öyle kalacak olsalar da, teknik açıdan
bu iyile§tirmeler demiryollan kadar ilham verici değildi ku§kusuz. Yolcu­
luğu ve ula§ımı kolayla§tıran, kenti ta§raya, yoksul bölgeleri zengin bölge­
lere bağlayan araçlar olarak demiryolları son derece etkiliydi: Nüfus artl§l·
nın nedeni büyilk ölçüde anlardı; çünkü endüstri dönemi öncesinde nüfu­
sun artmasını engelleyen §ey, normal ölüm oranının yüksek olmasından
çok -çoğunlukla son derece yerel görüngüler olan- kıtlık ve yiyecek
darlığı gibi dönem dönem ya§anan felaketlerdi. Eğer kıtlık ( 1 8 1 6-7 ve
1846-B'de olduğu gibi neredeyse evrensel bir görüngü olan kötü hasat
dönemleri dı§ında) bu dönemde batı dünyasmda daha az tehditkar ve
korkutucu bir hal almı§sa, bunun esas nedeni, elbette yönetimin ve idare­
nin verimliliğinde yapılan genel iyile§tirmelerin yanında, ula§ım alanın­
daki bu ilerlen:ıelerdi ( 1 0. Bölümle kar§ıla§tırın) .
Üçüncü büyük deği§iklik, bütün bunların sonucunda doğal olarak
ticaretin ve göçün hacminde gözlenen büyük artı§tl. Elbette her yerde
değil. Örneğin Kalabdyalı ya da Apulialı köylülerin göçe hazırlandıklarına
dair bir i§aret bulunmadığı gibi, büyük Nijniy Novgorod panayırma her
yıl getirilen malların miktarında da kayda değer bir artı§ söz konusu değil­
di.8 Fakat çifte devrimin dünyası bir bütün olarak alındığında, insanların
ve malların hareketi neredeyse bir heyelanı andırmaktaydı. 1816 ile 1850
arasında be§ milyon kadar Avrupalı, doğup büyüdükleri topraklardan ay­
rıldılar (Yakla§ık be§te dördü Amerika kıtasına gitti) . Ülkelerin kendi
içinde de muazzam ölçüde bir iç göç hareketi ya§andı. 1 780 ile 1840
arasmda batı dünyasının toplam uluslararası ticareti üç kattan fazla arttı;
1 780 ile 1850 arasında dört katı geçti. Sonraki ölçüdere göre bu rakamlar
elbette mütevazıydı*; fakat -bu çağdaki insanların doğal olarak yaptıkları
gibi- önceki ölçütlerle kar§ıla§tırıldığında havsalaya sığacak gibi değildi.
· Örneğin 1850 ile 1888 arasında yirmi iki milyon Avrupalı göç etti ve 1889'da toplam
uluslararası ticaret, 1840'taki 600 milyon sterlinle karşılaştınldığında, yakla§ık 3 milyar 400
milyon sterline ulaştı.
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 89

II

Daha da önemlisi, -ele aldığımız dönemde yaşamış bir tarihçinin, özel


ilgi alanı ne olursa olsun farketmemesi olanaksız bir dönüm noktası oluş­
turan- 1830'lardan sonra ekonomik ve toplumsal deği§imin oranı gözle
görülür biçimde ve hızla arttı. Kendi bağımsızlık savaşından sonra öne
fırlayarak 18 1 0'larda ekili alanlarını iki katına çıkartan, gemi taşımacılı­
ğını yedi kat arttıran ve genelde gelecekteki kapasitesi hakkında da bir
fikir veren ABD ayrı tutulursa, Fransız Devrimi dönemi ve bu dönemin
savaşları, İngiltere dışında büyük bir doğrudan ilerlemeye yol açmadı
(Sadece çırçır değil, buharlı gemiler, taşıma bandıyla üretimin ilk biçimle­
rinden olan Oliver Evans'ın bir taşıma bandı üzerinde çall§an un değirme­
ni, bu dönemin Amerikan yenilikleridir). Daha sonra ortaya çıkacak
olan pek çok endüstrinin, özellikle de ağır endüstrinin temelleri Napoleon
dönemi Avrupası'nda atılmış olmakla birlikte, her yerde bunalıma yol
açan savaşların sona ermesiyle birlikte varlığını uzun süre devam ettire­
medi. 1 8 1 5-1830 arası bütün bir dönem, aksiliklerle dolu, en iyi halde
ağır aksak bir iyileşmenin hakim olduğu bir dönemdi. Devletler, maliye­
lerine -normal olarak şiddetli bir deflasyonla- bir çekidüzen vermektey­
diler (Buna son olarak 1 84 1 'de Ruslar başvurmuştu). Endüstriler, bunalı­
mın ve yabancı rekabetin darbeleri altında sendelemekteydi; Amerikan
pamuk endüstrisi çok ağır bir darbe yedi. Kentleşme, yavaş gelişiyordu:
1828'e kadar Fransa'nın kırsal nüfusu, kentlerin nüfusu kadar büyüdü.
Tarım, özellikle Almanya'da zayıf düştü. Ne var ki, korkunç bir hızla
genişiernekte olan İngiliz ekonomisi dışındaki ekonomiler dahil bu dö­
nemin ekonomik büyümesine bakan hiç kimse kötümserliğe kapılma­
yacak olsa da, çok azı İngiltere ve belki ABD dışında bir ülkenin endüstri
devriminin eşiğinde bulunduğuna hükmedebilir. Yeni endüstrinin açık
bir göstergesine bakalım: 1820'lerde İngiltere, ABD ve Fransa dışında
dünyanın geri kalanında buharlı makinelerin sayısıyla buhar gücünün
miktarı, istatistikçilerin dikkatini çekmeyecek kadar küçüktü.
1 830'dan sonra (ya da o tarihlerde) durum hızla ve kökten değişikliğe
uğradı; o kadar ki, 1840'a gelindiğinde endüstrileşmeye özgü toplumsal
sorunlar -yeni proletarya, kontrolden çıkmış aşırı kentleşmeden duyulan
korkular-, Batı Avrupa'da ciddi tartışmalara konu olan ve politikacılarla
yöneticilerin kabusu haline gelen olgulardı. 1830 ile 1838 arasında Belçi­
ka'daki buharlı makinelerin sayısı iki katına, beygir güçleri neredeyse üç ·

katına çıktı: 354 buharlı makine sayısı, ki 1 1 .000 beygir gücü ediyordu,
7 1 2 oldu; bu da 30.000 beygir gücü demekti. 1850'de küçük olmakla
1 90 DEVRiM ÇAGI

birlikte o dönemde çok büyük oranda endüstrile§mi§ olan bu ülkede


neredeyse 66.000 beygir gücüne sahip 2300 makine bulunmaktaydı9 ve
yakla§ık 6 milyon ton ( 1830'dakinin yakla§ık üç katı) kömür üretimi
yapılmaktaydı. 1830'da Belçika madencilik endüstrisinde tek bir anonim
§irket bulunmazken, 184 1 'e gelindiğinde kömür üretiminin yakla§ık yan­
sını bu §irketler gerçekle§tirmeye ba§ladı.
Fransa, Alman devletleri, Avusturya ya da bu yirmi yıl içersinde mo­
dern endüstrinin temellerinin atıldığı ba§ka herhangi bir ülke ya da bölge
için de benzeri rakamlar vermek sıkıcı olabilir: Örneğin Almanya'da
Krupps ilk buharlı makineyi 1835'de kullanmaya ba§ladı; Ruhr'un büyük
kömür havzalannda ilk kuyular, 1 837'de açıldı ve kömür yakılan ilk fırın,
1836'da Çekierin büyük demir merkezi Vftkovice'de, Falck'ın ilk hadde­
hanesi 1839-40'ta Lombardiya'da kuruldu. Gerçek anlamda kitlesel bir
endüstrile§me dönemi, -Belçika ve belki de Fransa dı§ında- 1848 sonra­
sına kadar ortaya çıkmadığmdan, bundan söz etmek haydi haydi sıkıcı
olacaktır. 1 83 0-48 dönemi, endüstri bölgelerinin, adları o günlerden gü­
nümüze dek gelen ünlü endüstri merkezlerinin ve §irketlerinin doğumuna
damgasım vurmaktadır; fakat bunlar, bırakın yeti§kin olmayı, henüz genç
bile değildiler. 1830'lara dönüp bakan bizler, bu heyecan verici teknik
deneyimin, elde ettiklerinden memnun olmayan ve yenilikçi giri§imlerin
olu§turduğu ikiimin ne anlama geldiğini biliyoruz. Bu, Amerika'nın orta
batısının yerle§ime açılması demekti; fakat Cyrus McComick'iri ilk biçer�
döveri ( 1 834) ve 1838 'de ilk 7 8 kile buğdayın Chicago'dan doğuya gönde­
rilmesi, ancak 1 850 sonrasına hazırlık olmak bakımından tarihteki yerleri­
ni almaktadırlar. 1846'da yüi biçerdöver üretme i§ine kalkan fabrika,
yine de cesaretinden ötürü kutlanmaktaydı: "Biçerdöver yapmak gibi
riskli bir i§e giri§ecek yeterince cesarete ve enerjiye sahip kimseler bulmak,
çiftçileri ürünlerini biçerdöverlerle kaldırmaya ya da bu tür yeniliklere
sıcak bakmaya ikna etmek kadar zor bir i§ti." 10 Bu, sistemli olarak demir­
yolu yapılması, Avrupa'da ağır endüstrilerin kurulması ve yatırım teknik­
lerinde bir devrim demekti; fakat Pereire karde§ler, 1 85 1 'den sonra mali
sermayenin büyük maceraperesderi olarak ortaya çıkmasalardı, endüst­
rinin, garantör olarak hareket eden (ve hiç gerek yokken 1830'da yeni
kurulan Fransız hükümetine boyun eğmi§ olan) en zengin bankerler aracı­
lığıyla bütün kapitalistlere son derece uygun ko§ullarda borçlanacağı yer
olan bir 'borç alma, verme bürosu' kurma tasarısına pek fazla ilgi göster­
memiz gerekmeyebilirdi. 11
İngiltere'de olduğu gibi, bu endüstrile§me hamlelerine, tüketici mallan
-genellikle tekstil, ama b�zen de gıda maddesi- yol açmaktaydı; fakat
ENDÜSTRi DÜNYASlNA DOGRU 1 91

sermaye malları da -demir, çelik, kömür vs- uzun zamandır, ilk İngiliz
endüstri devriminde olduğundan daha önemliydi: 1 846'da Belçika'da
endüstride çalı§anların yüzde 1 7'si, sermaye malları endüstrisinde çalı§­
maktaydı; buna kar§ılık bu rakam, İngiltere'de yüzde 8 ile 9 arasındaydı.
1850'de Belçika endüstrisinin toplam buhar gücünün dörtte üçü, maden­
cilik ve metalürji alanında bulunmaktaydı. ı 2 İngiltere'de olduğu gibi,
yeni endüstri kuruluşları -fabrika, demirhane ya da maden- ortalama
olarak oldukça küçüktü ve fabrikalada pazarın talepleri sayesinde büyü­
mü§ ve sonunda her ikisinin geli§mesi kar§ısında silinip gidecek olan,
teknik bakımdan devrim geçirmemiş, eve i§ alan ya da ta§eronluk yapan
gerekli ölçeğin altında kalmı§ büyük bir ucuz emek kitlesiyle ku§atılmak­
taydı. Belçika'da ( 1 846) bir yünlü, ketenli ve pamuklu i§letmesinde çalı­
§an ortalama işçi sayısı 30, 35 ve 43; İsveç'te ( 1 838), tekstil 'fabrikası'
başına ortalama sadece 6-7 idi. ı 3 Öte yandan endüstrinin bazı yerlerde
İngiltere'dekinden daha fazla yoğunla§tığını gösteren i§aretler vardır; öyle
ki kimi zaman tarımsal bir çevrenin ortasında bir ada durumunda olan,
öncülerinin deneyimlerinden yararlanan, daha geli§mi§ teknolojiye daya­
nan ve genellikle hükümetlerden büyük planlı destekler gören bu bölge­
lerde endüstrinin gelişme kaydetmesi beklenir. Bohemya'da ( 1 84 1) bütün
pamuk hükme makinelerinin dörtte üçü, her birinde 100 ݧÇi çalı§an
imalathanelerde; bunların yakla§ık yarısı da, her birinde 200'ü a§kın ݧÇi
çall§tınlan on be§ imalathanede kullanılmaktaydı. ı4· (Öte yandan 1850'lere
kadar neredeyse bütün dokuma i§lemi, el tezgahlannda yapılmaktaydı.)
Yeni yeni öne çıkmakta olan ağır endüstrilerdeyse durumun böyle olması
çok daha doğaldı: 2000 ki§i çalı§tiran Seraing'deki Cockerill fabrikalan
gibi endüstri devlerini saymazsak, ortalama bir Belçika dökümhanesinde
( 1 838) 80 i§çi, ortalama bir Belçika kömür madeninde ( 1 846) 150 kadar
i§çi çalı§maktaydı. ıs
Demek ki, endüstrinin manzarası, adalada bezenmi§ bir dizi gölü
andırmaktaydı. Eğer ülkeyi bir göl gibi dü§ünürsek, bu adalar endüstri
kentlerini, (Almanya ve Bohemya dağlarında pek bildik bir görüntü olu§­
turan imalatçı köyler ağı gibi) kırsal yapılan ya da endüstri bölgelerini
(Fransa' da Mulhouse, Lille ya da Rouen; Prusya'da -Frederick Engels'in
pamuk ustası dindar ailesinin bulunduğu- Elberfeld-Barmen ya da
Krefeld; güney Belçika ya da Saksonya) temsil etmekteydi. Bağımsız za­
naatkarların, kı§ mevsiminde satmak üzere mal üreten köylülerin ve evde
siparişle çall§an işçilerin olu§turduğu geni§ kitleyi göl olarak kabul edersek,
adalar, çe§itli büyüklükteki imalathaneleri, fabrikaları, madenieri ve
dökümhaneleri temsil etmektedir. Bu manzara içinde su, hala büyük bir
1 92 DEVRiM ÇAGI

yer i§gal etmektedir; ya da -bu benzetmeyi gerçekliğe biraz daha uydu­


rursak- endüstri ve ticaret merkezlerinin etrafını, küçük ölçekli ya da
bağımsız üretim yapan insanların olu§turduğu sazlıklar çevirmi§tir. Yine
bunların yanında, daha önceleri feodalizmin uzantıları olarak kurulmu§
ev ve diğer endüstriler de vardı ve bunların ç9ğu -örneğin Silezya'daki
keten üretimi gibi- hızla ve trajik bir biçimde yok oldular. 16 Tüketim,
ula§ım gereksinimlerini ve genel hizmetleri kaf§ılamak üzere emekçiler­
den ve zanaatkarlardan olu§an muazzam bir nüfusu b arındırınakla
birlikte, büyük kentler çok fazla endüstrile§IDi§ değildi. Lyon dı§ında,
dünyada lOO.OOO'in üzerirıde nüfusa sahip kentler arasında yalnızca İngiliz
ve Amerikan kentlerirıde endüstri merkezleri bulunmaktaydı: Örneğin
1841 'de Milana'da sadece iki küçük buharlı makirıe vardı. Gerçekten de
-kıta Avrupası'nda olduğu kadar İngiltere'de de- tipik bir endüstri mer­
kezi, küçük ya da orta ölçekli bir ta§ra kasabası ya da köylerden olu§an
bir topluluktu.
Bununla birlikte, bir önemli açıdan kıtadaki -belli ölçülerde de Ameri­
ka'daki- endüstrile§me, İngiltere' dekirıden farklıydı. Endüstrirıirı özel giri­
§im eliyle kendiliğirıden geli§mesinin ön ko§ulları elveri§ li olmaktan çok
uzaktı. Gördüğümüz gibi İngiltere'de, iki yüzyıl süren yava§ bir hazırlık
evresinden sonra, hiçbir üretim faktöründe gerçek bir darlık söz konusu
olmadığı gibi, kapitalizmirı tam anlamıyla geli§mesi önünde gerçek anlam­
da sakatlayıcı bir kurumsal engel de bulunmuyordu. Ba§ka yerlerde durum
böyle değildi. Örneğin Almanya'da bariz bir sermaye eksikliği vardı; Al- -
man orta sınıfları arasında varolan (Biedermayer'irı büyüleyici sadelikteki
iç dekorasyonu tarzında da olsa, güzel bir biçimde dönü§türülmü§) müte­
vazı ya§am standardı, bunun bir kanıtıdır. Weimar'daki evi, İngiliz Clap­
ham mezhebinin mütevazı bankerlerinin rahatlık standardını a§an -ama
çok da a§mayan- Goethe'nin, o günün Alman ölçüleri bakımından ger­
çekten çok zengin bir adam olduğu çoğu zaman unutulmaktadır.
1820'lerde Berlin'deki saray hanımları, hatta prensesler, bütün yıl boyunca
basit pamuklu elbiseler giyerlerdi; kazara ipekli bir elbiseleri olursa bunları
özel durumlar için saklarlardıY Ustaların, zanaatkarların ve çırakların
geleneksel ionca sistemi, hala kapitalist i§ ya§amının, vasıflı emeğin hare­
ketinin ve aslında bütün ekonomik deği§menin yolunda durmaktaydı:
Gerçi üyesi olduklan loncalar kaldırılmamı§, hatta dönemin yerel ka­
nunları tarafından güçlendirilmi§ti, ama 1 8 1 1 'de Prusya'da bir zana­
atkarın bir loncaya üye olma yükümlülüğü kaldırıldı. Ba§ka yerlerde
Gewerbefreiheit'in {ticaret serbestisinin] ülkeye tam giri§i için 1850'leri
beklemek gerekti.
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 93

Her biri kendi denetim aygıtlarına ve yerle§ik çıkariara sahip olan


yığınla küçük devlet, hala ussal geli§meye köstek olmaktaydı. Prusya'nın
kendi çıkarları doğrultusunda ve 18 18 ile 1834 arasındaki stratejik konu­
munun baskısıyla gerçekle§tirdiği (Avusturya'yı dı§arıda bırakan) genel
bir gümrük birliğini sağlamak bile ba§lı ba§ına bir zaferdi. İster merkantilist
ister korumacı olsun her bir hükümet, en basit konularda bile toplumsal
istikrarın yaranna olmakla birlikte özel giri§imi sıkan, adeta sağnak ha­
linde düzenlemeler ve idari denetimler yağdırdı. Prusya devleti, el üretimi­
nin kalitesini ve el ürünlerinin fiyatlarını, Silezya'nın keten dokuma ev
endüstrisinin faaliyetlerini ve Ren'in sağ kıyısındaki maden sahiplerinin
i§lerini denetimine aldı. Kömür madeni açmak için hükümetin izni gerek­
tiği gibi, ݧe ba§landıktan sonra da bu izin geri alınabilmekteydi.
Açıktır ki (yığınla ba§ka devlette de benzerleri bulunabilecek) bu
ko§ullar altında, endüstriyel geli§menin İngiltere'den oldukça farklı bir
yol izlemesi gerekti. Örneğin kıtanın her yanında hükümetler, sadece
bunu yapageldikleri için değil, yapmak zorunda olduklarından endüstrinin
geli§mesi ݧini büyük oranda kendi ellerine aldılar. Birle§ik Hollanda Kral­
lığı'nın kralı I. William, 1822'de, yüzde 40 kadar hissesi krala ait, yüzde
5 hissesi de ba§kalarına dağıtılan devlet toprağının sahibi olan Socieri
Generale pour favoriser l'Industrie Nationale des Pays Bas'ı kurdu. Prusya
devleti, ülkenin madenierinin büyük bir kısmını i§letmeye devam etti.
İstisnasız bütün yeni demiryolu sistemi, hükümetlerce planiandı ve fiilen
onlar tarafından in§a edilmediyse de, son derece elveri§li ayrıcalıklar ve
yatırım garantileri tanınarak yapımiarı hükümetler tarafından te§vik
edildi. Gerçekten de o güne dek İngiltere, demiryolu sistemi tamamıyla
riski üstlenen ve kar elde eden; yatırımcılara ve giri§imcilere sağlanan
bonolar ve garantiler biçiminde hiçbir te§vik görmeyen özel giri§imciler
tarafindan gerçekle§tirilen tek ülkedir. Demiryolu ağını ilk ve en iyi §ekilde
planlayan ülke Belçika idi; bu yeni kurulmu§ bağımsız ülkeyi, Hollanda'ya
dayanan (esasen su yoluyla sağlanan) ula§ım sisteminden kurtarmak için
otuzların ba§lannda tasarlanmı§tı. Muhafazakar büyük burjuvazinin güve­
nilir yatırımlarını spekülatifyatırımlarla deği§tirmekteki gönülsüzlüğüyle
siyasal güçlükler, Ticaret Odası'nın 1833'te kurulmasına karar verdiği
Fransız demiryolu ağının in§aasını geciktirdi; yine devletin 1 842'de ku­
rulmasına karar verdiği ve planlarını Prusyalılann hazırladığı Avusturya
demiryolu §ebekesi de kaynak yokluğu yüzünden ertelendi.
Benzer nedenlerle kıtadaki kapitalist giri§im, ݧ ya§amıyla, ticaretle
ve bankacılıkla ilgili yeterince modemle§tirilmi§ yasalara ve mali aygıtlara
İngilizlerden çok daha fazla bağımlıydı. Aslında Fransız Devrimi her ikisini
1 94 DEVRiM ÇAGJ

de sağlamı§tı: Yasal olarak sözle§me özgürlüğünü garanti eden, paliçeleri


ve diğer ticari kağıtlan tanıyan ve (İngiltere ve İskandinavya dı§ında
bütün Avrupa'da benimsenen societe anonyme ve commandite gibi) anonim
§irketlerle ilgili düzenlemeler getiren Napoleon yasaları, bu bakımdan
bütün dünya için bir model haline geldi. Ayrıca devrimci genç Saint
Simonculann, Pereire karde§lerin yaratıcı beyinlerinden çıkan endüstri­
nin mali gereksinimlerini kar§ılamaya dönükaraçlar da diğer ülkeler tara­
fından memnuniyetle kabul gördüler. Onların büyük ba§arılanna tanık
olmak için, 1850'lerin ekonomik patlama çağını beklemek gerekti; fakat
daha 1 830'larda Belçikalı Societe Generale, Pereire karde§lerin tasarladığı
türden bir yatırım bankacılığını ya§ama geçirdi ve (gerçi i§adamlannın
büyük bir bölümü henüz onlara kulak vermiyordu ama) Hollanda'daki
bankerler de Saint-Simoncu fikirleri .benimsediler. Özünde bu fikirler,
kendiliğinden endüstrinin geli§mesine gitmeyebilecek ve sahipleri tara­
fından nereye yatırılacağı tam olarak bilinmeyen ülke içindeki çe§itli
sermaye kaynaklarını, bankalar ve yatırım tröstleri tarafından yön­
lendirmeyi amaçlamaktaydı. 1850'den sonra bu durum, banker olduğu
kadar yatırımcı olarak da hareket eden ve böylelikle endüstriye egemen
olan ve sermayenin ilk yoğunla§masını kolayla§tıran büyük bankaların
kıtaya (özellikle Almanya'ya) özgü bir niteliği haline geldi.

III

Ne var ki, bu dönemdeki ekonomik geli§me, muazzam bir paradoks ta§ı­


maktadır: Fransa. Kağıt üzerinde hiçbir ülke Fransa'dan daha hızlı iler­
leyemezdi. Daha önce de gördüğümüz gibi, Fransa kapitalist geli§meye
son derece uygun kurumlara sahipti. Giri§imcilerinin yaratıcılığının ve
bulu§çuluğunun Avrupa'da bir benzeri yoktu. All§veri§ mağazalannı, rek­
lamcılığı ilk bulan ya da geli§tiren ve bilimin üstünlüğünü kabul eden;
N icephore Niepce ve Daguerre ile fotoğraf, Leblanc'la soda i§lemi,
Berthollet'le klorla ağartma sistemi, elektro kaplama, galvanizleme gibi
her tür teknik yeniliği ve ba§arıyı gerçekle§tiren Fransızlar oldu. Fransız
bankerler, dünyanın en yaratıcı bankerleriydi. Ülke, teknik uzmanlık yar­
dımıyla kıtanın her yanına, hatta 1850'den sonra London General Omnibus
Company gibi yollarla İngiltere'ye bile ihraç ettiği büyük miktarda sermaye
rezervine sahipti. 1847'de yakla§ık 2 milyar 250 milyon frank ülke dl§ına
gönderildi18 ve bu rakam sadece İngiltere'ninkinden azdı, diğer her ülke­
den fersah fersah daha fazlaydı. Paris, uluslararası mali sermayenin Lond­
ra'nın yalnızca biraz gerisinden gelen bir merkeziydi; hatta 184 7'de olduğu
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 95

gibi bunalım dönemlerinde Londra'dan bile güçlü olduğunu kanıtlamı§tı.


Fransız giri§imciliği 1840'larda -Floransa'da, Venedik'te, Padua'da, Vero­
na'da- Avrupa'nın gaz §irketlerini kurmu§ ve İspanya, Cezayir, Kahire
ve İskenderiye'de kurmak üzere anla§malar yapmı§tı. Fransız giri§imciliği
(Almanya ve İskandinavya'dakiler dı§ında) Avrupa kıtasının neredeyse
bütün demiryollarını finanse etmekteydi.
Oysa gerçekte Fransa'nın ekonomik geli§mesi, temelde diğer ülkele ­
rinkinden belirgin ölçüde yava§ seyrediyordu. Nüfusu yava§ arttı; büyük
sıçramalar göstermedi. Fransa'nın kentleri (Paris dı§ında) çok gösteri§siz
bir biçimde geni§ledi; hatta 1830 ba§larında içlerinden bazıları adeta
büzüldü. 1 840'ların sonlarında Fransa'nın endüstriyel gücü, ku§kusuz
kıta Avrupası'nın diğer bütün ülkelerinkinden daha büyüktü -kıtanın
tümünün sahip olduğu kadar bir buhar gücüne tek ba§ına sahipti-, ancak
İngiltere kar§ısında görece olarak zemin kaybetmi§ti, Almanya kar§ısın­
daysa kaybetmek üzereydi. Fransa, gerçekten de üstünlüklerine ve ilk
harekete geçen ülke olmasına rağmen hiçbir zaman İngiltere, Almanya
ve ABD'ye benzer büyük bir endüstri devleti haline gelemedi.
Bu paradoksu!). açıklaması, önceden gördüğümüz gibi (80-8 1. sayfala­
ra bakınız) , Kurucu Meclis'in kazandırdıklarının çoğunu Robespierre eliy­
le yitiren, bizzat Fransız Devrimi idi. Fransa ekonomisinin kapitalist bölü­
mü, köylülüğün ve küçük burjuvazinin olu§turduğu hareketsiz temel üze­
rine dikilmi§ bi� üstyapıydı. Topraksız özgür tarım i§çileri, azar azar kent­
lere geliyorlardı; ba§ka yerlerde ilerici sanayicileri zengin eden standarda§·
mı§ ucuz ma:llar, yeterince büyük ve geni§leyen bir pazardan yoksundu.
Çok büyük bir sermaye birikimi sağlandı, ama bunların ev endüstrisine
yatınlması için bir neden yoktu:ı9 Akıllı Fransız giri§imciler, kitlesel tüke­
tim için değil, lüks mallar imal ettiler; akıllı bankerler de ülke içindeki
değil, dı§ardaki endüstrileri kalkındırdılar. Özel giri§imle ekonomik
büyüme, ancak bu ikincisi birincisine diğer i§ biçimlerinden daha yüksek
karlar sunduğunda birlikte yürür. Gerçi bu özellik Fransa sayesinde ba§ka
ülkelerin ekonomik büyümesini te§vik etti, ama Fransa'da böyle olmadı.
Fransa'nın tam ters ucunda ABD bulunmaktaydı. Bu ülke, sermaye
sıkıntısı çekmekle birlikte, her miktarda sermaye ithal etmeye hazırdı;
İngiltere de ihraç etmeye hazırdı. ABD, vahim bir insan gücü sıkıntısı
içindeydi; oysa İngiliz Adaları ve Almanya, kırkların ortasında patlak
veren büyük açlıktan sonra milyonlara varan fazla nüfusunu ihraç edi­
yordu. ABD'de teknik beceriye sahip yeterli sayıda insan yoktu, ama o
da -Lancashire pamuk i§çileri, Galli madenciler ve demirciler-, dünyanın
çoktandır endüstrile§mݧ bölgelerinden ithal edilebilirdi ve Amerikalılara
1 96 DEVRiM ÇAGI

özgü, emekten tasarruf sağlayan ve hepsinden öte çalı§mayı basitle§tiren


makineler icat etme ustalığı zaten çoktan yerle§mi§ti. ABD, sadece uçsuz
bucaksız topraklarını ve kaynaklarını kullanıma açmak için gereken ula­
§lffi ve donanımdan yoksundu. Her ne kadar Amerikalı göçmenler, hükü­
metler, misyonerler ve tacirler, çoktandır Pasifik'e kadar karadan yayılmı§
ya da -dünyanın en dinamik ve ikinci büyük ticaret filosunun desteğinde­
ticaretlerini Zanzibar'dan Hawaii'ye kadar okyanusun kar§ısına ta§ımı§
olsalar da, salt ekonominin içsel geni§lemesi bile, ekonomisini neredeyse
sınırsız ölçüde büyütmeye yeterliydi. Pasifik ve Karayibler ise uzun za­
mandır Amerikan imparatorluğunun seçilmi§ alanlarını olu§turmaktaydı.
Bu yeni cumhuriyetin her kurumu, sermaye birikimini, yaratıcılığı ve
özel giri§hni Çesaretlendirmekteydi. Sahil kentlerine ve yeni i§gal edilmi§
iç bölgelerdeki eyaletlere yerle§mi§ devasa yeninüfus, standartla§mı§ ki§isel,
eve ait ve çiftlik mallarıyla ekipmanlar talep etmekteydi ve ideal türde§likte
bir pazar olu§turmaktaydı. Yeniliği ve giri§imi büyük ödüller bekliyordu:
Buharlı geminin ( 1807-13), bayağı kontranın ( 1807) , vidayolu açma maki­
nesinin (1809), takma di§in (1822), yalıtılmı§ telirı ( 1827-3 1), toplu taban­
canın (1835), daktilo ve diki§ makinesi fikrinin (1843-6), rotatifin (1846)
ve çiftlik makinelerinirı birçok parçasının mucitleri, bu ödüllerin pe§inde
ko§mU§ irısanlardı. Gerçek ba§ döndürücü hızına 1860'tan sonra ula§acak
olsa da, bu dönemde hiçbir ekonomi Amerika gibi hızlı geni§lemedi.
ABD'nin, çok geçmeden ula§acağı dünya çapında bir ekonomik güç
olma konumuna yükselmesinin önünde sadece bir tek büyük engel vardı:
Endüstri ve çiftlik ülkesi olan kuzey ile yan sömürge durumundaki güney
arasındaki çatl§ma. Çünkü Kuzey, Avrupa -özellikle İngiliz- sermayesinin,
emeğinin ve becerisinin ;,_imetlerinden yararlanırken, (bu kaynakların
pek azını ithal edebilmi§) Güney, İngiltere'ye tipik bir biçimde bağımlı
bir ekonomiydi. Güneyin, tam da Lancashire'ın hızla büyümekte olan
fabrikalarına ihtiyaç duyduğu neredeyse bütün pamuğu sağlamahaki
ba§ansı, Avustralya'nın yünlüde Arjantin'in ette geli§tirmekte olduğuna
benzer bir bağımlı yapıyı kalıcıla§tırdı. Güney, İngiltere'ye pamuk satma­
sına ve kar§ılığında ucuz İngiliz malları almasına olanak veren serbest
ticaretten yanaydı; Kuzeyse, neredeyse en ba§ından (1816) beri sanayicisi­
ni yabancılara, örneğin İngilizlere kar§ı mümkün olduğunca koruyordu;
dolayısıyla istediği satı§ı yapamıyordu. Kuzey ve Güney, batıdaki topraklar
için çeki§me halindeydi; biri, köle plantasyonlan ve kendine yeterli geri
dağ kOndulan kurmaktan, öteki mekanik biçerdöverler getirmekten ve
mezbahalar kurmaktan yanaydı; ve kıtayı bir ba§tan bir ba§a geçen de­
miryolu çağına kadar Middle West'in b a§lıca çıkı§ kapısını olu§turduğu
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 97

Mississipi deltasını kontrol eden Güney, ekonomik kartları elinde tutu­


yordu. Amerikan ekonomisinin geleceği, Kuzeyin kapitalizmi eliyle ve
onun denetiminde Amerika'nın birle§mesine yol açan 186 1 -5 İç S ava­
§ı'na kadar açıklık kazanmadı. ·

İleri görü§lü gözlemcilerin, devasa nüfusu, büyüklüğü ve kaynaklarıyla


er geç layık olduğu yere geleceğini çoktandır farketmi§ olmalarına kar§ın,
dünya ekonomisinin gelecekteki bir ba§ka devi olan Rusya, henüz ekono­
mik bakımdan ihmal edilebilir bir ülke konumundaydı. Onsekizinci yüzyıl
çarlarının kurduğu, i§verenleri toprak lordları ve feodal tüccarlar, çalı�
§anları sertler olan madenler ve imalathaneler yava§ yava§ çökmekteydi.
Yeni endüstrilerse -evde yapılan, küçük ölçekli tekstil i§leri-, ancak
1860'larda gerçekten dikkate değer bir geni§leme göstermeye ba§ladı.
Hatta Ukrayna'nın verimli kara toprak ku§ağından batıya pamuk ihracı
bile, ancak ılımlı bir geli§me gösterebildi. Rus Polonyası daha çok geli§me
kaydetmekteydi; fakat kuzeyde İskandinavya' dan güneyde Balkan yanm­
adasına dek Doğu Avrupa'nın geri kalanında büyük ekonomik dönü§üm
çağı henüz ba§lamı§ değildi. Yine Katalanya ve Bask ülkesi gibi bir iki
yer dı§ında, Gün(!y İtalya ve İspanya'da da durum aynıydı. Hatta ekono­
mik deği§menin çok daha büyük boyutlarda ya§andığı Kuzey İtalya'da
bile bu dönü§üm, imalat alanından çok (her zaman bu bölgede sermaye
yatırımları ve kapitalist giri§im için en büyük çıkı§ yeri olan) tarım, ticaret
ve ta§ımacılıkta çok daha belirgindi. Fakat o sıralarda hala tek endüstriyel
güç kaynağını olu§turan kömürdeki kronik darlık, bütün Güney Avru­
pa'da bütün bu geli§meleri zora sokmaktaydı.
Demek ki dünyanın bir bölümü endüstriyel güç olma yönünde ilerler­
ken, diğer bölümü geri kaldı. Fakat bu iki görüngü birbiriyle ili§kisiz de­
ğildi. Ekonomik durgunluk, atalet, hatta gerileme, ekonomik ilerlemenin
ürünüydü. Çünkü görece geri kalmı§ ekonomiler, yeni zenginlik, endüstri
ve ticaret merkezlerinin gücüne -ya da bazı durumlarda çekiciliğine­
kar§ı nasıl direnebilirlerdi? İngilizlerle Avrupa'nın diğer bazı bölgeleri,
fiyat kırarak bütün rakiplerini ekarte edebiliyorlardı. Dünyanın atölyesi
olmak, onlara uygun dü§mekteydi. İngiliz (ya da diğer Batı Avrupalı)
mamul ürünleriyle, re�abet konusu olmayan malları deği§tiren daha az
geli§mi§ ülkelerin yiyecek ve belki maden cevheri üretmek zorunda kalma­
larından daha doğal bir §ey olamazdı. "Güne§" diyordu Richard Cobden
İtalyanlara, "sizin kömürünüzdür. ıııo Yerel iktidarın, büyük toprak lordları­
nın, hatta ilerici çiftçilerin ya da çiftlik sahiplerinin elinde olduğu yerlerde,
bu deği§im §ekli her iki tarafa da uymaktaydı. Küba' daki plantasyon sahip­
leri, paralarını §ekerden kazanmaktan ve yabancıların §eker satın almasını
1 98 DEVRiM ÇAGI

mümkün kılan yabancı ürünler ithal etmekten son derece memnundular.


Yerel imalatçıların seslerini duyurabildikleri ya da yerel yönetimlerin
dengeli bir ekonomik geli§menin avantajlarını ya da sadece bağımlılığın
dezavantajlarını takdir edebildikleri yerlerde, bu düzen çok da güllük
gülistanlık değildi. Her zaman olduğu gibi felsefi soyutlamanın cana yakın
kılığıyla kar§ımıza çıkan Alman iktisatçı Fecierick List, İngiltere'yi ba§lıca
ya da tek endüstri gücü haline getiren uluslararası bir ekonomiyi reddede­
rek korumacılıktan yana tavır aldı; daha önce gördüğümüz gibi -i§in
felsefi tarafını çıkartırsak- Amerikalılar da aynı biçimde davrandılar.
Bütün bunlar, dünyanın küçük bir bölgesirıdeki öncü niteliğincieki
endüstrile§menin ona biçeceği rolü kabul ya da reddedebilecek kadar
siyasal bakımdan bağımsız ve güçlü bir ekonomiyi varsaymaktaydı. Sömür­
gelerde olduğu gibi, ekonominin bağımsız olmadığı yerlerde böyle bir
seçim olanağı yoktu. Gördüğümüz gibi, Hindistan, endüstrisizle§tirilme
süreci içinde bulunmaktaydı. Mısır, bu sürecin daha da canlı örneğini
sunmaktaydı. Çünkü orada yerel yönetici Mehmed Ali, sistemli biçimde
ülkesini modern bir ülke haline, yani diğer §eylerin yanı sıra endüstriyel
bir ekonomi haline getirmeye çalı§ıyordu. Sadece ( 182l 'den itibaren)
dünya pazarı için pamuk üretimirıi cesaretlendirmekle kalmayıp 1838'de,
yakla§ık kırk bin i§çinin çalı§tığı endüstriye 12 milyon s terlin gibi azırnsan­
mayacak bir miktarda sermaye de yatırdı. Eğer Mısır kendi ba§ına bırakılsay­
dı, ne olurdu bilemeyiz. Çünkü olan §Uydu: 1 838 tarihli İngiliz-Türk An­
la§ması, yabancı tüccarlan bu ülkeye soktu ve böylelikle Mehmed Ali'nirı
dı§ ticaret üzerinde ohı§turduğu tekelin temelleri oyuldu; ve 1839-41 'de
Mısır'ın Batıya yenilmesi, Mehmed Ali'yi ordusunu küçültmek zorunda
bıraktı, böylelikle Mehmed Ali'yi endüstrile§meye iten güdünün büyük
bölümü de ortadan kalktı.2ı Bu olay, ondokuzuncu yüzyılda batının sava§
gemilerinin bir ülkeyi ticarete, yani dünyanm endüstrile§mi§ bölümünün
üstün rekabetine 'açması'nın ne ilk ne de son örneğiydi. Yüzyılın sonunda
İngilizlerin himaye rejimi dönemindeki Mısır'a bakan biri, bu ülkenin,
elli yıl önce -ve Richard Cobden'i tiksindirecek biçimde* - ekonomik
geri kalmı§lıktan modern bir çıkı§ yolu arayan ilk beyaz olmayan devlet
olduğuna irıanmakta zorluk çekecektir.
Çifte devrim çağının bütün ekonomik sonuçlan arasmda en derin ve
en kalıcı sonuca sahip olan, 'geli§mi§' ve 'az geli§mi§' ülkeler arasındaki
bu bölünme oldu. Kabaca bir ifadeyle, 1848'de hangi ülkelerin birinci

• "Bütün bu viranelik, bize satılması gereken en iyi ham pamukla el ele gidiyor ... Burada
hiç de bir zarar söz konusu değil, çünkü tam da bu imalathandere sokulan kimseler topraktan
kopanlmı§lardır." Morley, Life of Cobden, 3. Bölüm,
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU 1 99

gruba üye oldukları belli olmu§tu: (İberik Yarımadası dı§ında) Batı Avru­
pa, Almanya, Kuzey İtalya ve Orta Avrupa'nın bazı bölümleri, İskandinav­
ya, ABD ve belki bir de İngilizce konu§an göçmenlerin yerle§tiği sömür­
geler. Fakat aynı ölçüde, ufak tefek bazı kısımlar dı§ında, dünyanın öteki
bölümlerinin geri kaldığı ya da -batının ihracat ve ithalatının gayrı resmi
baskısı ya da batılı sava§ gemilerinin ve askeri seferlerinin askeri baskısı
altında-batının ekonomik bağımlılarına dönü§tüğü de açıktı. 19 30'larda
Rusların, 'geri' ve 'ileri' arasındaki bu uçurumu a§acak araçlar geh§tirmesi­
ne kadar, dünya sakinlerinin azınlığı ile çoğunluğu arasında varolan bu
bölünme, kaldınlamaz, geçilemez ve büyümeye devam eden bir uçurum
olarak kaldı. Yirminci yüzyıl tarihini bundan daha kesin bir biçimde belir­
lemi§ bir ba§ka olgu daha yoktur.
lO
Yeteneklilere Yükselme Olanağı

Bir gün, bu orta sınıf mensubu beylerden biriyle Manchester'da yürnyordum. Kendisine,
şu yüzkarası sağlıksız teneke mahallelerden söz edip, dikkatini kentin fabrika işçilerinin yaşadığı
bu bölümünün iğrenç durumuna çektim. Hayatımda böylesine berbat kurulmuş bir kent
görmediğimi belirttim. Sabırla dinledi ve sokağın köşesinde aynlmak üzereyken, ''gelin görnn
ki paranın büyük bölümü burada kazanılıyor. Size iyi sabahlar efendim! " dedi.
F. Engels, İngiltere'de İşçi Sınıfı'nın Durumu1

I:habitude prevalut parmi les nouveaux financiers de faire pubier dans es journaux le
menu des diners et es noms des convives. •
M. Capet1gue2

Bir devrimin hangi resmi kurumlan yıktığı ya da hangilerini kurduğu


kolaylıkla ayırdedilebilir; fakat bu kurumlar devrimin sonuçlannın ölçüsü
değildir. Fransa'da devrimin ba§lıca sonucu, aristokrat topluma son ver­
mek olmu§ tur; ama ünvanlar ve ba§ka gözle görülür dı§layıcılık alametle­
riyle ayırtedilen ve genellikle h�ndine bu tür hiyerar§ilerin ilk örneği
olan 'kan soyluluğu'nu model olarak alan toplumsal statü hiyerar§isi anla­
mında bir 'aristokrasi'ye değiL Bireylerin, ki§isel yetenekleriyle yüksel­
meleri üzerine kurulmu§ toplumlarda, bu tür gözle görülür ve yerle§ik
ba§arı i§aretleri ho§ kar§ılanır. Napoleon bile, 1815'ten sonra varlıklarını
sürdürebilmi§ eski aristokratlada birle§en resmi bir soyluluk türü yarattı.
Kaldı ki aristokrat toplumun sona ermesi, aristokratik nüfuzun sona
ermesi anlamına gelmemektedir. Yükselen sınıfların, kendi servet ve güç
sembollerini, eski üstün grupların yerle§tirdikleri rahatlık, lüks ya da §atafat
ölçütleriyle görmek istemeleri doğaldır. Yeni zenginle§en Cheshire kuma§-

• "Yeni bankerler arasında yemek ınönülerini ve müdavimlerin adlarını gazetelerde


yayımiatma ali§kanlığı aldı yürüdü."
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI 201

çılarının hanımlan, Napoleon dönemi sava§ zenginlerinin baron unvanı­


na bir değer biçmeleriyle ya da burjuva salonlarının "kadifeler, altınlar,
aynalar, XV. Louis iskemle ve diğer mobilyaların kötü taklitleriyle" dolup
ta§masıyla "aristokrat ruhundan yoksun biçimde İngiliz tarzı hizmetçilere
ve atlara" sahip olunmasıyla aynı nedenle, 1840'lardan sonra bu amaçla
sayılan sürekli artan görgü kurallarını ve kibar ya§amı anlatan kitaplar
okuyarak 'hanımefendi' oldular. Kim bilir toplumun neresinden fırlaml§,
"tiyatrodaki locama geldiğimde bütün opera dürbünleri üzerime çevrilir,
neredeyse krallara layık bir alkl§ alırım"3 diyerek böbürlenen bir banker­
den daha gururlu biri olabilir mi?
Öte yandan, Fransa gibi saray ve aristokrasi tarafından derinlemesine
biçimlendirilmi§ bir kültürün, üzerinden bu ciaıngayı atması kolay değildir.
Örneğin Fransız düz yazı edebiyatının (onyedinci yüzyıl aristokrat yazaria­
rına kadar geri götürülebilecek olan) ki§isel ili§kilerin karma§ık psikolojik
çözümlemelerine olan belirgin dü§künlüğü ya da onsekizinci yüzyıla özgü
cinsel birliktelikler ve saklanmaya gerek duyulmayan a§ıklar, metresler,
'parizyen' burjuva uygarlığının tamamlayıcı bir parçası haline geldi. Eskiden
kralların resmi metresleri olurdu; §imdi onlara i§inde ba§arılı borsacılar da
katıldı. Kibar fahi§eler, pahalı hizmetlerini, varlıklarını yollarına harcaml§
genç hovardalar kadar, hizmetlerinin kar§ılığını ödeyebilecek bankerlerlere
reklamlarını yapmak üzere sundular. Aslında, Rus Devrimi'nin ondoku­
zuncu yüzyıl burjuvazisinin 'iyi edebiyat'a kar§ı tutumunu ve klasik baleyi
ayrıksı bir sadakatle korumasından farksız nedenlerle, Fransız Devrim'i de
pek çok yoldan ve biçimde Fransız kültürünün aristokratik özelliklerini
ayrıksı bir saflık içersinde korudu. Onlar, geçmi§in arzulanan bir mirası
olarak devrim tarafından devralındılar, sağuruldular ve böylelikle evrimin
yarattığı olağan erozyona kar§ı devrim tarafından korundular.
Ne var ki, 1832'de Brestli balıkçılar kolerayı me§ru kralın aziine kar§ı­
lık Tanrının �ir cezası olarak görmܧ olsalar da, eski rejim ölmü§tü. Köylü­
ler arasında biçimsel cumhuriyetçilik, J akoben baldırıçıplakların ve uzun
zamandır Hıristiyanlıktan soğumu§ bölgelerin ötesine geçmekte zorlanı­
yordu; fakat Mayıs 1848'de yapılan ilk gerçek genel seçimde. lejitimizm
de batıyla ve Fransa'nın ortasındaki daha yoksul bölgelerle sınırlı kalmı§tı.
Modern ta§ra Fransası'nın siyasal coğrafyası, esas itibariyle daha o dönem­
de belli olmaya ba§lamı§tı. Toplumsal tabakanın daha yüksek katları açı­
sından Bourbon Restorasyonu, eski rejimi geri getiremedi; ya da daha
doğrusu X. Charles bunu yapmaya kalktığında ala§ağı edildi. Restorasyon
toplumu, sürgünden dönen düklerden çok, Balzac'ın kapitalistlerinin
ve kariyeristlerinin, Stendhal'ınJulien Sorel'inin toplumuydu. Talleyrand'ın
202 DEVRiM ÇAGI

gözünde tüten 1 780'lerin 'tatlı ya§amı' ile arasında jeolojik bir çağ vardı.
Balzac'ın Rastignac'ı, 1 780'lerln aristokrat olmayan ba§an sahibi Figaro'sun­
dan çok 1880'lerin tipik siması Maupassant'ın Bel-Ami'sine, hatta 1940'la­
rın Hollywood'una özgü bir sima olan Sammy Glick'e daha yakındır.
Tek sözcükle, devrim sonrası Fransa toplumu [sosyetesi] , yapısı ve
değerleri itibariyle burjuvaydı. O, parvenunun, yani kendi kendilerini
yeti§tiren insanların [sonradan görmelerin] toplumuydu; gerçi bu durum,
ülkenin bu gibi insanlar tarafından yönetildiği, yani ülkenin bonapartçı
ya da cumhuriyetçi olduğu dönemler dı§ında, çok açık belli olmuyordu.
1840'da Fransız asilzadelerinin yarısının eski soylu ailelere mensup olması
bize çok fazla devrimci görünmeyebilir; ancak öteki yarısının 1 7 89'da
halk tabakasından gelme kimseler olması, dönemin Fransız burjuvazisine,
özellikle kıta Avrupası'nın geri kalanında varolan diğer toplumsal tabaka;
ları dı§layıcı nitelikteki toplumsal hiyerar§ilere özendikleri bir sırada, çok
daha çarpıcı bir gerçek olarak görünmü§tür. İkinci İmparatorluğa kadar
tam anlamıyla sonradan görmelerin cenneti haline gelemeyecek olsa da,
"iyi Amerikalılar öldüklerinde Paris'e giderler" deyi§i, Paris'in ondoku­
zuncu yüzyıldaki konumunu ifade etmektedir. Londra, hatta Viyana, St
Petersburg ya da Berlin bile, en azından ilk ku§ ak boyunca, paranın henüz
her §eyi satın alamadığı ba§kentlerdi. Paris'te ise parayla satın alınamaya­
cak hemen hiçbir §ey kalmamı§tı.
Yeni toplumun bu egemenliği; Fransa'ya özgü bir-durum değildi. De­
mokratik ABD'yi bir yana koyarsak, yeni toplum (aslında İngiltere ya da
Alçak Ülkeler'dekinden daha derin olmamaka birlikte) bazı yüzeysel yön­
lerden Fransa'da hem daha a§ikar hem de daha resmi bir nitelik ta§ımak­
taydı. İngiltere'de büyük a§çılar, Wellington Dükü'ne hizmet eden (daha
önce de Talleyrand'a hizmet etmi§ olan) Careme ya da Reform Klübü'nde
çalı§an Alexis Soyer gibi, hala soylulara hizmet etmekteydi. Fransa'daysa
Devrim sırasında i§ lerini kaybetmi§ soyluların a§çılarının açtığı halka açık
pahalı lokantalar çoktandır faaliyetteydi. Dünyanın nasıl deği§tiği, klasik
Fransız yemeklerini tanıtan bir kitabın kapağında yer alan §U ibareden
de anla§ılabilir: "Eski subaylardan, Provence Kontu sayın . . . , §imdilerde
Richeliu sokağı, no. 26'da bulunan La Grande Taverna de Londres Lükan­
tasında i§letmecidir".4 Restorasyon döneminde icat edilen ve 1 8 1 7'den
sonra Brillat-Savarin'in Almanach des Gourmands'ında [ Oburlar Alma­
nağı] yer alan bir tür olan obur, ev sahibelerinin gözlerini üzerinde hisset­
meden ak§am yemeklerini yemek üzere çoktandır Cafe Anglais ya da
Cafe de 'Paris'e takılınaya ba§lamı§tı. İngiltere'de basın hala bir eğitim,
sövgü ve siyasal baskı aracıydı. Oysa Fransa'da Emile Girardin ( 1 836),
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI 203

reklamlardan gelir elde etmeyi ve dedikodulada, tefrika romanlada ve


ba§ka numaralada okurlan çekmeyi uman siyasal ama ucuz modern bir
gazete -La Presse- kurdu.* (Bu ku§hilu alanda Fransızların öncülüğü,
bugün bile İngilizcedeki ]ourrıalism [gazetecilik] ve publicity [aleniyet] ,
Almancadaki Reklame ve Annonce gibi sözcüklerin kullanılmasından bel­
lidir.) Ba:lzac'ın övgüyle anlattığı** moda, mağazalar, vitrinler, 1820'lerin
ürünü Fransız bulu§lanydı. Aristokrat İngiltere'de toplumsal statüsü bak­
sörlerin ve jokeylerin statüsüne benzediğini sürdürdüğü bir dönemde,
Fransız Devrimi yeteneğe açık bir kariyer alanı olan tiyatroyu 'iyi toplum'a
kazandırdı: Adını, banliyöyü moda haline getiren bir bankerden alan
Maisons-Lafitte'de, Lablache, Talma: ve ba§ka tiyatro adamları, muhte­
§em Prince de la Moskowa sarayının çatısı altında toplandılar.
Endüstri Devrimi'nin, burjuva toplum yapısı üzerindeki etkisi, yüzeysel
olarak bakıldığında çok çarpıcı olmamakla birlikte, aslında çok derindi.
Çünkü, en tepede bir miktar asimilasyonun d1§ında emilmek için çok
büyük olan, sadece kendi belirlediği ko§ullarda sağurulmak isteyecek
kadar kendine güvenen ve dinamik, resmi toplumla birarada varolan
yeni bir burjuva bloğu yarattı. 1 820'de bu büyük, katı i§adamlan ordusu,
hala reformdan geçmemi§ Parlamento'ya İngiliz soylularının ve yakınları­
nın egemen olduğu Westminster'da ya da Harriete Wilson gibi asla püri­
ten olmayan (hatta küçük göğüslü görünmeyi reddedecek kadar gayrı
püriten) soylu bayanların, çevrelerinde ordudan, diplomasiden ve demir
gibi katı ve burjuva olmayan Wellington Dükü'nün kendisi dahil asilzade
takımından §ık hayranları bulunduğu halde faytonlannı sürdükleri Hyde
Park'ta henüz görülmüyordu. Onsekizinci yüzyılın tüccarları, barıkerleri,
hatta sanayicileri, resmi toplum içinde eriyecek kadar azdılar; gerçekten
de, oğlu ba§bakanlık eğitimi gören ya§lı Sir Robert Peel'in ba§ını çektiği
pamuk milyonerlerinin ilk ku§ağı, ılımlı da olsalar sıkı birer Tory idiler.
Ancak endüstrile§menin demir sabanı, Kuzeyin yağmur bulutlarının yar­
dımıyla sert yüzlü i§adamlarının sayısını artırdı. Manchester artık Londra
ile uzla§maya yana§mıyordu. "Manchester'ın bugün dü§ündüğünü Londra
yarın dü§ünecek" sava§ çığlığı altında, ba§kente kendi ko§ulh;ırını dayat­
maya hazırlanıyordu.

• 1835'te Journal des Debats (yakla§ık 1 0.000 satl§t vardı) reklamdan yılda 20.000 frank
kazanıyordu. 1838'de LaPresse'nin dördüncü sayfası, yıllık 150.000, 1845'teyse 300.000 franka
kiralanmaktaydı. 5
•• "Le grand poeme de 1' etalage clıante ses strophes de couleur depu is la Maddeine jusque
a la Pone Saint-Denis." ["Madeleine'den Pone Saint--denis'ye kadar §Ür yazar gibi.düzenlenen
vitrinierde rengarenk dizeler okuruz. "]
204 DEVRiM ÇAGI

Bu ta§ralı yeni insanlar heybetli bir ordu oluşturmaktaydı; dahası üst


ve alt tabakalar arasındaki uçurumu kapatan bir 'orta tabaka' olmaktan
çok, giderek kendilerinin bir sımf olduğu bilincine vardılar ('Orta sınıf'
terimi ilk kez 1 8 1 2 civarında ortaya çıkmı§tır) . Daha 1 834'te John Stuart
Mill, toplum yorumcularının, "toplumun bu üç sınıfa ayrılmasını sanki
Tanrının emirlerinden biriymi§ gibi dü§ünmeye ba§layıncaya kadar, toprak
lordları, kapitalistler ve emekçilerin ebedi döngüsü içinde dönüp durma­
ların"dan şikayet edebilmekteydi. 6 Ayrıca onlar sadece bir sınıf değil,
öncelikle (pe§lerinden gelmeleri gerektiğine inandıkları*) 'Çalışan yoksul­
lar'la birlikte, aristokrat topluma, ileride de gerek proletaryaya gerekse
toprak lordlarına kar§ı, en fazla sınıf bilincine sahip Tahıl Yasasına Kar§ı
Birlik yapısı içersinde biraraya gelmi§ sava§çı bir sınıftılar. Bunlar, kendi
kendilerini yeti§tirmi§ ya da en azından doğumlarına, ailelerine ya da
resmi yüksek eğitime pek az §ey borçlu olan, mütevazı kökenlere sahip
insaniardı (Dickens'ın Hard Times'ındaki Mr Bounderby gibi, böyle bir
gerçeği söylemekten de çekinmeyen kimselerdi) . Zengindiler ve yıldan
yıla daha da zenginle§iyorlardı. Her §eyden önce yırtıcı ve dinamik bir öz
güvenle doluydular; meslek ya§amlarının, yeryüzünü onlara bir tepside
sunmak üzere ilahi takdirin, bilimin ve tarihin biraraya geldiğini göster­
diğini dü§ünüyorlardı.
Kapitalizme övgüler düzen kendi kendini yeti§tirmi§ gazeteciler-ya­
yıncılar -Leeds Mercury'den Edward Baines ( 1 7 74-1 848 ) , Manchester
Guardian'dan John Edward Taylor (1 791-1844) , Manchester Times'tan
Archibald Prentice ( 1 792-1857) , Samuel Smiles ( 1 8 1 2-1904)- tarafından
birkaç basit dogmatik önermeye tahvil edilmi§ olan 'ekonomi politik', onlara
entelektüel bir kesinlik kazandırmaktaydı. Duygulu Metodistten ziyade
sert Independent, Üniteryan, Baptist ve Quaker tarzı protestan muhalefet
de onlara ruhsal eminlik duygusu veriyor ve i§e yaramaz aristokratları küçük
görmelerini sağlıyordu. ݧçilerine a§ağıdaki konu§mayı yapan işvereni ha­
rekete geçiren saik, ne korku ne öfke hatta ne de merhametti:

Doğanın Tannsı, insanın bozmaya hakkı olmayan adil ve haktanır bir yasa
koymu§tur; eğer böyle bir §eye cüret ederseniz, Tannnın sizi mukabil bir cezayla
cezalandıracağı her zaman için kesindir ... Aynı §ekilde efendiler, hizmetlcirlan
üzerinde daha etkili bir baskı kurabilmek için güçlerini birle§tinne cüreti
gösterirlerse, bu davranı§lanyla Tannnın büyüklüğüne kar§ı gelmi§ olurlar ve

• "Orta tabakanın altında olan bu insanlar sınıfının görü§leri ve kafalan, kendileriyle en


dolaysız biçimde temasa geçen bu akıllı ve erdemli tabaka tarafından biçimlendirilmekte ve
yönlendirilmektedir": James Mill, An Essay on Govemmenı, 1823.
YETENEKLiLERE YÜKSELME OU\NAGI 205

Tannnın gazabını üzerlerine çekerler; öte yandan hizmetkarlar da kazancın


efendilerine ait payını i§verenlerinden zorla almak için güçlerini birle§tirirlerse,
hakkaniyet yasasını aynı biçimde çiğnemi§ olurlar. 7

Evrende bir düzen vardı, ama bu artık geçmi§in düzeni değildi. Adı 'buhar'
olan ve Malthus'un, McCulloch'un ve makine kullanan herhangi birinin
ağzından konu§an tek bir Tanrı vardı.
Onsekizinci yüzyılın bilinemezci aydınlarının, kendi kendini yeti§tir­
mi§ bilginlerinin ve onlar adına konu§an yazarların ortaya koydukları
çizgiler, çoğunun bu amaçla ili§kili olmayan hiçbir konuda tasalanmaya­
cak kadar kendilerini para kazanma i§ine kaptırdıkları gerçeğini giz­
lememelidir. Yetersiz eğitimlerinden dolayı ampirizmin ötesinde kalan her
konuya §üpheyle yakla§an pratik insanlar olduklarından, kendi aydınlarına,
hatta Richard Cobden ( 1 804-1 865) gibi özellikle ba§arılı bir i§adamı
olmadıklarında bile, pratik olmayan a§ırı karma§ık ve incelikli fikirlerden
uzak durdukları sürece değer verdiler. Bilimadamı Charles Babbage (1 792-
187 1 ) , bilimsel yöntemlerini bo§ yere bu insanlara önerdi. Endüstri tasarı­
mının, teknik eğitimin ve ula§ımın ussalla§tırılmasının öncüsü Sir Henry
Cole, bu insanlara (Alman Prens Consort'un paha biçilmez yardımlarıyla)
yine kendi çabalarının ve giri§imlerinin en parlak anıtı olan 1 85 1 tarihli
Büyük Sergi'yi kazandırdı. Fakat buna rağmen, karlanna doğrudan bir yararı
olmadığı sürece bütün hükümet müdahalelerinden olduğu gibi nefret ettik­
leri bürohasiden de zevk alan burnu büyük bir i§güzar olarak kamu ya§a­
mından dl§landı. Demiryollarına damgasını vuran, Samuel Smiles'ın olu§­
turduğu mühendisler panteonunda ("pratik ve kazanç getiren sonuçlara göre
bakıldığında Stephensonlar hiç ku§kusuz izlenıneye değer daha güvenilir
insanlardı" gibi melun bir ifade dl§ında) kendisine yer verilmemi§ hayal
gücü yüksek, ince dü§ünü§lü ve cüretkar mühendis Isambard Kingdam
Brunel'den çok, tek yaptığı eski beygir ve araba ölçüsünü trenlere uygulamak
olan kendi kendini yeti§tirmi§ kömür ocağı makinisri George Stephenson
oldu.8 Felsefi bakımdan radikal olanları, en iyi halde, yeni ve bilimsel temele
dayanan endüstrilerde çalı§acak teknisyenler yeti§tirmek üzere (bu tür
yerlerin doğasına uygun dü§mediği halde i§çilerin kulak vermekten vazgeç­
medikleri siyasal bakımdan yıkıcı yanll§lardan arındırılml§) bir 'Makinist
Enstitüleri' ağı kurdular. 1848'e gelindiğinde, böyle bir teknolojik eğitimin
(Alınanlardan ya da Fransızlardan farklı olarak) İngilizlerin i§ine yaraya­
bilecek §eyler öğretebileceği noktasında genel bir idrak noksanlığından ötürü,
bu enstitülerden pek çoğu can çeki§mekteydi. Yeni kurulan İngiliz Bilimi
Geli§tirme Derneği'nin toplantılarına ko§an zeki, deneysel kafalı, hatta
206 DEVRiM ÇAGI

kültürlü imalatçılar da yok değildi; fakat bunlann, sınıflarının noımunu


temsil ettiklerini varsaymak hata olur.
Bu ku§ak, Trafalgar Sava§ı ile Büyük Sergi arasında yeti§ti. Kültürlü
ve ussallıktan yana ta§ralı tüccarlar ve muhalif papazlardan olu§an top­
lumsal bir çevre ile Whig yüzyılının dü§ünsel ortamında yeti§IDi§ olan
öncelleri, belki de daha az barbar kimselerdi: Şair Josiah Wedgwood
( 1 730-1 795) bir FRS (Kraliyet Bilimler Akademisi) üyesi ve bir antika
meraklısıydı; Matthew Boultan ve ortağı James Watt ile kimyacı, devrimci
Priestley'le birlikte Ay Derneği'nin üyesiydi (Oğlu Thomas fotoğraf çeki­
yor, bilimsel yazılar yayınlıyor ve §air Coleridge'e parasal destekte bulunu­
yordu) . Onsekizinci yüzyıl imalatçısının, fabrikalarını George dönemi
kitaplarındaki tasanınlara göre kurması doğal bir §eydi. Onların ardılları,
daha kültürlü olmamakla birlikte, en azından daha savurgandılar; çünkü
1 840'larda sözde baranluk malikanelerine, sözde gotik ve rönesans üslup­
lu belediye binalarma harcayacak ve kendi mütevazı ve yararcı ya da
klasik §apellerini dikey tarzda yeniden yapacak paraları vardı. Fakat
George ve Victoria dönemi arasında, Charles Dickens'ın Hard Times'ında
genel hatları çizilen, haklı olarak i§çi sınıfinın olduğu kadar burjuvazinin
de kasvetli çağı diye nitelenen bir dönem ortaya çıktı.
İkiyüzlülüğü de otomatikman beraberinde getirecek kadar püriten
ahlakı takıntı haline getirmi§, sert, kendini üstün gören, gayrı entelektüel
sofu protestancılık, bu ıssız ve viran döneme egemen oldu. G. M. Young'ın
dediği gibi "erdem, geni§, yenilmez bir cephede ilerledi"; ve en iyi halde
üstün kimselerin merhametini hak ederi. erdemsizleri, zayıfları, günahkar­
ları (yani ne parası olan ne de duygularını ya da mali harcamalarını denet­
leyebilen insanları) çiğneyerek, ait oldukları çamura gömdü. Bunda belli
bir kapitalist ekonomik anlam vardı. Eğer büyük giri§imci olacaklarsa
küçük giri§imcilerin kazançlarının çoğunu tekrar i§e yarırmaları gerek­
mi§ti. Yeni proleter kitleler, en zalimane çalı§ma disiplini altında endüstri­
yel çall§manın ritmine boyun eğmek zorundaydılar, aksi halde çürümeye
terk edileceklerdi. Ancak bugün bile bu ku§ağın yarattığı peyzaj kar§ısında
nefeslerin turulmaması olanaksızdır9:

"Coketown'da gördüğünüz her §ey çok çalı§manın ürünüdür. Onsekiz dini


mezhebin üyelerinin yaptığı gibi eğer dini bir mezhebin üyeleri burada bir
§apel yapmı§sa, kimi zaman (ama sadece son derece süslü örneklerinde)
tepesindeki ku§ kafesi içinde bir çanı bulunan, kırmızı tuğladan bir ambar
gibi yapmı§lardır ... Kentteki bütün duyurular, aynı biçimde siyah ve beyaz
karakterde yazılmı§tır. Bazen cezaevi revir, revir de cezaevi; bazen belediye
binası her ikisi ya da yapısındaki incelikiere ters dü§er görünen ba§ka bir §ey
YETENEKLiLERE YÜKSELME O!ANAGI 207

olabilmekteydi. Gerçek, gerçek, gerçek; kentin maddi olsun olmasın her


yanında gerçek vardı ... Doğumhaneyle mezarlık arasındaki her §ey gerçekti
ve rakamlarla ifade edemeyeceğiniz ya da ucuza alınıp pahalıya satılabilir
olmayan tek bir §ey gösteremezsiniz; sonsuz dünya, Amin."*

Evanjeliklerin ve püritenlerin, durumu kendileri için mantıklı sözler ha­


linde ortaya koyan onsekizinci yüzyılın bilinemezci 'felsefi dü§ünen
radikalleri'yle payla§tıkları burjuva faydacılığına bu kuru ve sıkıcı adanma,
demiryollarında, köprülerde ve depolarda kendine özgü i§levsel bir güzel­
lik ve Fabrika burçlarının tepelerinden baktığı sıra sıra ise batmı§, grili
siyahlı ya da kırmızımsı küçük evlerde romantik bir deh§et yarattı. Eğer
ba§ka yere gitmeye yetecek kadar para biriktirmi§lerse, buraların dı§ında,
buyruklar yağdıran, ahlak eğitimi veren ve dı§arıdaki kara derili dinsizler
arasındaki misyoneriere yardımda bulunan yeni burjuvazi ya§ıyordu. Bur­
juvazinin erkekleri, dünyayı yönetmeye hakkı olduğunu kanıtlaml§ olan
paranın; kocalarının parasından, hatta ev i§i yapmanın doyumundan
yoksun karılarıysa sınıflarının erdeminin ki§ile§mi§ halleriydiler: Aptal
("serı tatlı bir kız ol, akıllı olmayı ba§kalarına bırak") , eğitimsiz, beceriksiz,
teorik olarak cinsiyetsiz, mülksüz ve himaye edilendiler. Onlar, tutumluluk
ve kendine yetme çağının izin verdiği tek lükstüler.
İngiliz imalat burjuvazisi, sınıfının en uç örneğiydi; fakat kıtada aynı
tür daha küçük gruplar da vardı: Kuzey Fransa'nın tekstil bölgelerinde ya
da Katalanya'da Katolik, Alsace'da Kalvinci, Ren bölgesinde Lutherci a§ın
dindarlar, Orta ve Doğu Avrupa'nın her yanında Yahudiler. Nadiren
İngiltere'dekiler kadar serttiler, çünkü eski kent ya§amı ve peder§ahi gele­
neklerinden tam anlamıyla kopmaml§lardı. Doktriner liberalizmine rağ­
men Leon Faucher, 1840'ların Manchester'ı kar§ısında donup kalmı§tı
(Kıta Avrupası'ndan hangi gözlemci aynı duruma dü§mezdi ki?10). Fakat
kıta Avrupası'ndakiler İngilizlerle birlikte bu §a§maz zenginle§menin sağla­
dığı güveni payla§makta ( 1830-56 arasında Lille'deki Dansette ailesinin
evlilik drahomaları 1 5.000 franktan 50.000 franka çıkml§tı11) ; ekonomik
liberalizme mutlak olarak inanmakta ve ekonomik olmayan etkinlikleri
reddetmekteydiler. Lille'deki dokumacı aileler, birinci dünya sava§ına ka­
dar askerliği küçük görmeyi sürdürdüler. Mulhouselu Dollfus ailesi, genç
Frederich Engel'i, i§adamı değil aske� olmasına neden olacağı korkusuyla,

• Kar§ıla§tırın: Leon Faucher, Manchester in 1 844 (1844), s. 24-5: "Bu kent, bir bakıma
Bentham'ın ütopyasını gerçekle§tirmektedir. Her §ey, fayda ölçütlerine göre sonuçlarıyla
ölçülmektedir; ve eğer Manchester'da GÜZEL, BÜYÜK ve SOYLU bir §eyler kök salacaksa,
bu ölçüte göre geli§tirileceklerdir."
208 DEVRiM ÇAGI

ünlü Politeknik'e gitmekten caydırmı§tı. Aristokrasi ve soyda§lan, henüz


'onları ziyadesiyle ba§tan çıkarmaya ba§lamaml§tı: Napoleon'un mare§al­
leri gibi onlar da [burjuvazi] henüz birer ataydılar.

II

Şu halde bu iki devrimin gerçekle§tirdiği en önemli kazanım, meslek


ya§amında yükselme olanağını yeteneğe ya da enerjik, zeki, çok çall§an
ve hırslı insanlara açmı§ olmasıydı. Ama (belki ABD dı§ında) bütün mes­
lek alanlarını ve merdivenin en yukansındaki basarnaklari değil. Fakat
yine de fırsatlar ne kadar olağanüstüydü ve ondokuzuncu yüzyıl, geçmi§in
durağan hiyerar§ik ülküsünden ne denli uzak görünüyordu! Yoksul bir
genç avukatın memuriyete b a§vurusunu babasının bir ciltçi olmasından
ötürü geri çeviren ve kendisinin de bu i§e girmesi gerektiğini söyleyen
Hanover Krallığı'nın Kabinettsrat'ı von Schele, §imdi hem kötü hem de
komik biri olarak görünüyordu. 12 Oysa onun yaptığı, kapitalizm öncesi
istikrarlı toplumun kadim bilgeliğini yinelemekten ·ba§ka bir §ey değildi
ve 1 750'de bir ciltçinin oğlu ancak babasının i§ini devam ettirebilirdi.
Oysa §imdi artık böyle davranmak zorunda değildi. Önünde yıldızlara
uzanan dört yol açılmı§tı: ݧ ya§amı, (devlet görevi, siyaset ve serbest
meslek gibi ayrıca üç hedefe götüren) eğitim, sanat ve sava§. Devrim
sırasında ve Napoleon döneminde Fransa'da oldukça önemli olan bu
sonuncusu, uzun süre barı§ içersinde ya§aını§ ku§aklar açısından önemini,
dolayısıyla da çekiciliğini büyük ölçüde yitirdi. Üçüncüsü, Edward dönemi
İngilteresi'nde aktörlerin §Övalyeliğe yükseltilmesinde ve soyluların kaba­
rede çalı§an kızlada evlenmelerinde kendini gösteren tiyatro sahnesinin
yükselen toplumsal statüsünün de ortaya koyduğu gibi, ancak halkı eğlen­
dirmekte ya da duygulandırmakta ayrıksı bir yetiye sahip ki§ilere halkın
verdiği ödüllerin eskisinden çok daha büyük olması ölçüsünde yeni bir
olguydu. Hatta Napoleon sonrası çağda bile putla§tırılmı§ §arkıcı (örneğin
'İsveç Bülbülü' Jenny Lind) ya da dansçı (örneğin Fanny Elssler) gibi
karakteristik görüngüler ortaya çıkardılar ve konser sanatçılarını (örneğin
Faganini ve Franz Liszt) tanrıla§tırdılar.
Ne var ki, i§ ya§amı da eğitim de, 'bizim gibilerin' girmesine izin verile­
ceğine inanacak; bireyci bir toplumda nasıl davranılacağını bilecek ya
da 'kendini yeti§tirme'nin istenir bir §ey olduğunu kabul edecek kadar
kendilerini adederin ve geleneğin pençesinden kurtarml§ kimseler arasın­
da bile herkese açık yollar değildi. Bu yoldan geçmek isteyenlerin ödemek
zorunda oldukları bir giri§ parası vardı: Ne denli asgari de olsa, ba§langıç
YETENEKLiLERE YÜKSELME OlANAGI 209

için belli bir miktar kaynak olmadan ba§arıya giden bu yola çıkmak çok
zordu. Bu duhuliye, eğitim yoluna girenler için i§ yoluna girenlerden
tartı§masız daha yüksekti; çünkü bir halk eğitim sistemi kurmu§ ülkelerde
bile ilköğrenim genellikle yoğun biçimde ihmale uğramaktaydı; ilköğreti­
min varolduğu yerlerde bile, siyasal nedenlerle, asgari bir okuryazarlık,
aritmetik ve ahlaki bir itaatla sınırlıydı. Buna kar§ın, ilk baki§ta paradoksal
bir biçimde, eğitim yolu, i§ yolundan daha çekici geliyordu.
Ku§kusuz bunun nedeni, insanların alı§kanlıklarında ve ya§am tarzın­
da çok daha küçük bir devrim gerektirmesinde yatıyordu. Sadece din
eğitimi alanında bile olsa, öğrenirnin geleneksel toplumda kabul edilmi§
ve toplumsal bakımdan değerli (hatta tam geli§ıni§ burjuva toplumunda­
kindl=n bile daha seçkin) bir yeri olmu§ tU. Ailede bir papazın, rahibin ya
da hahamın bulunması, yoksul insanların umabileceği belki de en büyük
onurdu ve bunun için muazzam özverilerde bulunulmaktaydı. Bu meslek­
ler bir kez yeteneğe açıldıklarında, bu toplumsal hayranlık kolaylıkla laik
aydına, memura ya da öğretmene veya çok olağanüstü durumlarda avu­
kata ve doktora çevrilebilirdi. Üstelik öğrenim anti-sosyal de değildi,
oysa i§ ya§amı açıkca öyleydi. Eğitimli insan, ar duygusundan yoksun ve
bencil bir tacirin ya da i§verenin kolaylıkla yapabileceği gibi benzerlerine
sırtını dönmez, onlarla bağlarını koparmazdı. Gerçekten de, özellikle bir
öğretmen olarak eğitimli ki§i, sefaletierinin ba§lıca sorumlusu gibi görünen
cehaletten ve karanlıktan kurtulmalarında hemcinslerine yardım etti.
Genel bir eğitim açlığı yaratmak, i§ ya§amında genel bir bireysel ba§arı
açlığı yaratmaktan, okulda verilen bilgileri öğrenmek, para kazanmanın
tuhaf yollarını öğrenmekten daha kolaydı. Galler gibi neredeyse tümüyle
küçük köylülerden, küçük tüccarlardan ve proleterlerden olu§an toplum­
lar, aynı anda hem çocuklarını eğitime, papazlığa yöneltmek gibi bir istek,
hem de zenginlerle i§ ya§amına kar§ı sert bir küskünlük geli§tirebilmi§lerdi.
Buna kar§ın bir anlamda eğitim, en az i§ ya§amında olduğu kadar
etkili bir biçimde bireyci yarı§mayı, 'yeteneğe açık bir meslek ya§amı'nı,
liyakatin, doğum ve hısımlık kar§ısındaki zaferini temsil etmekteydi ve
yarı§macı bir sınav aracılığıyla mümkün olabiliyordu. Her zaman olduğu
gibi bu kez de bunun en mantıksal ifadesini Fransız Devrimi ortaya koydu:
Fransız halkını yönetecek ve eğitecek seçkin aydınları, ulusal ölçekte
burs kazanmı§ ki§iler arasından kademe kademe seçen paralel bir sınav
hiyerar§ileri sistemi yarattı. Burs ve yarı§ma sınavı, aynı zamanda İngiliz
dü§ünürlerinin en bilinçli burjuva okulu olan ve -ancak bizim burada
ele aldığımız dönemin sonrasında- onu aristokrasinin sert direni§ine kar§ın
tamamen saf biçimiyle İngiliz İçi§leri Bakanlığı'na ve Hindistan Kamu
2 1 0 DEVRiM ÇAGI

Yönetimi memurluğuna dayatan Benthamcı felsefi radikallerin de ülkü­


süydü. Avrupa'nın (Papalık ya da İngiliz Dl§i§leri Bakanlığı gibi) en arkaik
kamu hizmetleri ya da -ABD'de olduğu gibi- devlet görevlerine uygunlu­
ğun ölçütü olarak seçimi sınava yeğleyen en demokratik ülkeler dı§ında,
sınavla ya da diğer eğitim testleriyle saptanan liyakate göre adam seçme
usulü, herkesin kabul gösterdiği bir ülkü halini aldı. Çünkü bireyci reka­
betin diğer biçimleri gibi sınavdan geçmek de, demokratik ya da e§itlikçi
değil, liberal bir yoldu.
Demek ki, eğitimi yeteneğe açmanın ba§lıca toplumsal sonucu, bir
paradoks oldu. Bu geli§me, ݧ ya§amındaki serbest rekabetin 'açık toplu­
mu'nu değil, bürokrasinin 'kapalı toplumu'nu ortaya çıkardı; fakat deği§ik
biçimlerde de olsa, her ikisi de burjuva liberal �ağa özgü kurumlardı.
Ondokuzuncu yüzyılın yüksek devlet görevlilerinin ethosu, temelde onse­
kizinci yüzyıl aydınlanmasının ethosuydu: Orta ve Doğu Avrupa'da Maso­
nik ve 'Josephcilik', Fransa'da Napoleoncu, diğer Latin ülkelerinde liberal
ve kilise kar§ıtı, İngiltere'de Benthamcı. Şu da belirtilmeli ki, liyakatli
ki§i devlet hizmetinde kendi gerçek yerini bulduğunda rekabet de terfiye
dönü§tÜ; yine de korporarif e§itlikçilik, salt kıdeme dayalı bir terfi sistemi
dayatmamı§sa, birinin ne kadar hızla ve ne kadar yukarı terfi olacağı
(kuramsal olarak) hala sahip olduğu değerlere bağlıydı. O nedenle, ilk
bakı§ta b ürokrasi hiç de liberal bir toplumun ülküsü gibi görünmüyordu.
Ancak kamu hizmetleri, liyakate göre seçilmi§ olmanın bilinciyle, özel
çıkarlarca satın alınamamanın, pratik verimliliğin ve eğitimin olu§turduğu
genel bir hava içersinde ve aristokrat olmayan kökenden gelen memur­
lada yürütülüyordu. Hatta otomatik terfinin katı bir biçimde öne çıkartıl­
masının bile (ki tamamen bir orta sınıf örgütlenmesi olan İngiliz Donan­
ması'nda terfilerde saçmalık derecesine varan uzunlukta süreler söz konu­
suydu), en azından tipik aristokrat ve monar§ik kayırınacılık all§kanlığının
dı§arda bırakılınasını sağlamak gibi bir avantajı olmu§tu. Ekonomik geli§­
menin geri kaldığı toplumlarda devlet hizmetleri, bu nedenle yükselen
orta sınıflar için alternatif bir odak olu§turmaktaydı.* 1 848 Frankfurt
Parlamentosu'nda (sadece yüzde 1 2'sinin 'serbest meslek' sahibi ve yüzde
2 . 5 'inin i§adamı olmasına kaqılık) vekillerin yüzde 68 'inin devlet
memuru ya da diğer görevlilerden olu§ması raslantı değildir. 13
Dolayısıyla Napoleon sonrası dönemin, sayılan sürekli artan okuryazar
yurtta§lann tamamını emmekten uzak olsa da, hemen her yerde yönetim
aygıtlarında ve etkinliklerinde belirgin bir geni§lemenin ya§andığı bir
• Balzac'ın romanlarındaki bütün devlet görevlileri ya küçük giri§imci bir aileden ya da bu
tür ailelere girmi§ kimselerden gelmektedir.
YETENEKLiLERE YÜKSELME OLANAGI 2 1 1

dönem olması, kariyer yapmayı isteyen ki§iler için bir talihti. ı 830-ı 850
arasında ki§i ba§ına kamu harcamaları, İspanya'da yüzde 25, Fransa'da
yüzde 40, Rusya'da yüzde 44, Belçika'da yüzde 50, Avusturya'da yüzde
70, ABD'de yüzde 75 ve Hollanda'da yüzde 90 arttı (Sadece İngiltere'de,
İngiliz sömürgelerinde, İskandinavya'da ve birkaç geri ülkede, devletin
ki§i ba§ına yaptığı harcama, ekonomik liberalizmin en parlak dönemi
olan bu dönem boyunca ya aynı kaldı ya da azaldı) . 14 Bunun nedeni,
yalnızca vergilerin malum tüketicisi olan, ve büyük bir uluslararası sava§
olmamasına rağmen, N apoleon Sava§ları'ndan sonra öncekinden çok
daha büyümü§ olan ordu değildi: ı85 ı 'de büyük devletler arasında sadece
İngiltere ve Fransa'mn, Napoleon'un gücünün doruğunda olduğu ı 8 ı O
yılındakinden çok daha küçük bir ordusu vardı, bir çoğununki -örneğin
Rusya, çe§itli Alman ve İtalyan devletleri ve İspanya- fiili olarak öncekin­
den daha büyüktü. Bunun nedeni, aynı zamanda devletin eski görev ve
i§levlerini geli§tirmesi ve yeni görev ve i§levler yüklenmesiydi. O yüzden
liberalizmin bürohasiye dü§man olduğuna inanmak, (kapitalizmin man­
tıklı savunucularımn, Benthamcı 'felsefi radikaller'in payla§madığı) ciddi
bir liatadır. Liberalizm sadece etkisiz bürokrasiye, özel giri§ime bırakılmı§
alanlara devletin müdahalesine ve a§ın vergilendirmeye dü§mandır. Bir
devletin gece bekçisinin i§levlerine indirgenmesini isteyen kaba liberal
slogan, etkisiz ve müdahaleci i§levlerinden kurtarılmı§ bir devletin, önce­
kinden çok daha güçlü ve hırslı olacağı gerçeğini gizlemektedir. Örneğin,
ı848'de devlet; Fransa'da ı 798'den, İrlanda'da 1823'ten, İngiltere'de
1829'dan ve İspanya'da (Guardia Civil) 1844'ten itibaren çoğunlukla
ulusal olmak üzere, modern bir polis gücüne kavu§mU§tUr. İngiltere dı§ın­
da bir devletin bir halk eğitim sistemine; İngiltere ve ABD dı§ında bir
halkın kullanımına açık bir demiryolu hizmetine sahip olması ya da sahip
olmak üzere olması; her yerde ݧ ya§amınm ve özel ileti§imin durmadan
geni§leyeı:i. gereksinimlerini kar§ılamak üzere giderek büyüyen bir posta
hizmeti ağına sahip olması olağandı. Nüfus artı§ı, devleti daha büyük bir
adalet sistemi olu§turmaya ve sürdürmeye mecbur bıraktı; kentlerin büyü­
mesi ve kentteki toplumsal sorunların artması, yerel yönetimlerin de bü­
yümesini getirdi. İster yeni ister eski olsun, devletin i§levleri giderek tam
zamanlı çall§an maa§lı memurların, her devlette merkezi otorite tarafm­
dan istenildiği gibi görev yerleri deği§tirilen ve terfi ettirilen yüksek görev­
lilerin olu§turduğu tek bir ulusal devlet hizmeti sistemi tarafından görül­
meye ba§landı. Ancak, bu tür etkili bir hizmet, çürümeyi ve yarım zamanlı
i§leri tasfiye ederek memurların sayısım ve idarenin birim maliyetini
oldukça azaltırken, aynı zamanda çok daha deh§etli bir yönetim aygıtı
21 2 DEVRiM ÇAGI

da yarattı. Maa§lı memurlar tarafından yürütülen etkili bir vergi tayin


ve toplama i§i ya da ulusal ölçekte örgütlenmi§ düzenli bir kırsal kolluk
gücünün idamesi gibi liberal devletin en temel görevleri, devrim öncesi
·mutlakçı yönetimlerin çoğunun en tutkulu rüyalarında bile göremeyecek­
leri §eylerdi. Bugün liberal devletin uyruklannın fiilen ho§gördüğü artan
oranlı vergi* için de aynı durum geçerlidir: 1 840'ta liberal İngiltere'de
devlet harcamaları, otokratik Rusya'nın dört katıydı.
Bu yeni bürokratik makamların gerçekte çok azı, me§hur Napoleon
askerinin, sonunda mare§alin hastonuna doğru gidi§inin ilk bölümü olarak
sırt çantasında ta§ıdığı apoletle e§değerdeydi. 1839'da Fransa'daki tahminen
130.000 devlet görevlisinin büyük bir kısmı15, postacı, öğretmen, dü§ük
dereceden vergi tahsildan, resmi memur ve benzeri türdendi; hatta İçi§leri
Bakanlığı'ndaki 450 ve Dl§i§leri Bakanlığı'ndaki 350 memur, esas olarak
katipierden olu§maktaydı; Dickens'dan Gogol'e dek uzanan edebiyatın
da çok açık biçimde gösterdiği gibi, bu insan türüne, belki kamu görevinin
sahip olduğu ayrıcalıklar ve ya§amlarının her anında ne akar ne kokar
durumda ya§amalarına olanak veren i§ güvenliği dı§ında gıpta edilmesi
çok zordu. İyi bir orta sınıf meslek ya§amının gerçek anlamda toplumsal
kar§ılığı olabilecek devlet görevlerinin sayısı yok denecek kadar azdı; dürüst
bir memur parasal olarak orta halli bir rahatlığın ötesinde bir §ey umamazdı.
Bugün, ondakuzuucu yüzyılın ortalarındaki reformcular tarafından orta
sınıfın bürokratik hiyerarşideki kar§ılığı olarak tasarladıkları bütün bir İngiliz
devlet hizmetinin 'idareci sınıfı' bile, topu topu 3500 ki§iden ibaretti.
Ne var ki, küçük memurun ya da beyaz yakalı i§çinin durumu ne denli
gösteri§siz olursa olsun, çall§an yoksullarla aralarında dağlar vardı. Kollarıyla
çall§mıyorlardı. Sembolik de olsa temiz elleri ve beyaz yakaları, onları zen­
ginlerin yanına yerle§tiriyordu. Normalde üzerlerinde devlet otoritesinin
büyüsünü ta§ıyorlardı. Kadınlı erkekli insanlar, ya§amlannı kayda geçiren
belgeler için önlerinde kuyruğa giriyorlardı; onlara elleriyle çekidüzen veri­
yorlardı; neleri yapamayacaklarını söylüyorlardı. Demokratik ABD'nin yanı
sıra, daha geri kalmı§ ülkelerde, kuzenleri, yeğenieri aracılığıyla makul i§ler
bulabiliyorlardı; fazla geri kalmam!§ pek çok ülkede de onlara rܧVet veril­
mesi gerekiyordu. Diğer bütün toplumsal yükseli§ ümitleri kararıni§ olan
sayısız köylü ve emekçi ailelerinin gözünde, küçük memuriyet, öğretmenlik
ve rahiplik, Himalayalar kadar yüksekte olsa da, en azından teorik olarak
oğullarının 9a tırmanabilecekleri bir menzildeydi.

• İngiltere'de bu vergi, Napoleon Sava§ları sırasında kondu ve 1 842'den sonra da


kalıcıla§tırtldı; önemli devletlerden hiçbiri, 1848'den önce İngiltere ömeğini izlemedi.
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI 2 J 3

Üç mesleği hayal bile etmeleri olanaksızdı: Bir doktor, bir avukat ve


(kıta Avrupası'nda üniversite hocalığının yanında ortaöğretimde görev
yapan öğretmeniere de verilen adla) bir profösör y da "muhtelif uğra§larda
bulunan eğitimli biri"16 olmak, uzun süren bir eğitim dönemi ya da ayrıksı
bir yetenek ve fırsat gerektiriyordu. 185 1 'de İngiltere'de yakla§ık 16.000
· hukukçu (buna yargıçlar dahil değil) ve sadece 1 700 hukuk öğrencisi*;
1 7.000 kadar doktor ve cerrah, 3500 tıp öğrencisi ve asistan, 3000'den az
mimar, 1300 kadar 'editör ve yazar' bulunmaktaydı. (Fransızca ]oumalist
[gazeteci] terimi henüz resmi kullanıma girmemi§ti) . Hukuk ve tıp, iki
büyük geleneksel meslekti. Bir üçüncüsü olan din adamlığı, (Protestan
mezheplerin vaizleri istisna) salt nüfus artı§ından çok daha yava§ geni§le­
diği için olsa da, yetenekli ki§ilere beklenebileceğinden çok daha az açıktı.
Gerçekten de, hükümetlerin kilise kar§ıtı tutumları nedeniyle -IL Joseph
359 manastırı ka,patmı§, İspanyollar ara ara ya§adıkları liberal dönemle­
rinde hepsini kapatmak için ellerinden geleni yapmı§lardı-, bu mesleğin
belli kısımları geni§lemekten çok, daralmaktaydı.
Gerçekten açık olan tek bir kapı vardı: Din adamı olanların da olma­
yanların da yaptığı ilkokul öğretmenliği. Üyelerini esas olarak köylü, za­
naatkar ve diğer orta ha1li ailelerin çocuklarından sağlayan öğretmenlik
mesleğinde çall§anların sayısı, batılı devletlerde hiç de ihmal edilebilecek
ölçülerde değildi. Bilinen son kaynağı, ya§amlarını daha az saygın yollar­
dan kazanmak istemeyen ya da kazanamayacak meteliksiz eğitimli kızlar
olan 20.000 civarındaki mürebbiyeyi saymazsak, 185 1 'de İngiltere'de ka­
dınlı erkekli 76. 000 ki§i kendini öğretmen olarak tanımladı. Ayrıca öğret­
menlik sadece büyük değil, geni§lemekte olan bir meslekti de. Ücreti
azdı, fakat İngiltere ve ABD gibi en filisten ülkeler dl§ında ilkokul öğret­
meni, haklı olarak halkın sevdiği bir simaydı. Çünkü sıradan erkek ve
kadınların ilk kez kafalarını kaldırıp cehalet bulutlarının dağıldığını gör­
dükleri bir çağın ülküsünü temsil eden biri varsa, o da ku§kusuz, ya§am­
larını ve mesleklerini, çocuklarına anababalarının asla sahip olamadıkları
fırsatlan sunmaya, önlerine dünyanın kapılarını açmaya, onları gerçekle
ve ahiakla doldurmaya adamı§ bu insanlardı.
Yeteneğe açık olduğu en tartı§masız meslek ya§amı, ku§kusuz ݧ haya­
tıydı ve hızla geni§leyen bir ekonomide i§ ya§amının sunduğu fırsatlar,
doğal olarak daha büyüktü. Çoğu giri§imin küçük ölçekli olması, ta§eron­
luğun, mütevazı boyutlarda alım satırnın hakim olması, bu i§lere girmeyi
görece daha kolayla§tırdı. Ne var ki, maddi, toplumsal ve kültürel ko§ullar,

' Kıta Avrupası'nda hukukçuların sayısı ve oraru genellikle daha çoktu.


2 1 4 DEVRiM ÇAGI

yoksullar için uygun ve elveri§li değildi. Öncelikle -ki ba§arılılar


genellikle bu olguyu gözden kaçırırlar- endüstriyel bir ekonominin
evrimi, i§verenlerden ya da kendi i§ini yapanlardan çok, daha hızlı bir
biçimde ücretli i§çilerin yaratılmasına bağlıydı. ݧ adamı sınıfına yükselen
her insana kar§ılık, çok daha fazla sayıda insan a§ağı dü§üyordu. İkincisi,
ekonomik bağımsızhk, çoğu insanın sahip olmadığı teknik beceriler,
zihinsel nitelikler ya da (ne denli mütevazı da olsa) mali kaynaklar
gerektirmekteydi. Bunlara sahip olma §ansı bulabilmi§ olanların -
örneğin, bu tür faahyetlere kar§ı i§tahlan toplumbilimcilerce yakından
bilinen dinsel azınlıkların ve mezhep üyelerinin- i§leri iyi gitti: -Rusya'nın
Manchester'ı olan- lvanovolu serflerin çoğunluğu, 'Eski İnananlar'
mezhebine üye tekstil imalatçıları haline geldiler. 17 Fakat bu avantajlara
sahip olmayanların -örneğin Rus köylülerinin çoğunluğunun- aynı §eyi
yapmalarını, hatta b u evrede onlara benzerneyi bile akıllarına
getirmelerini beklemek, hiç gerçekçi bir tutum olmayacaktır.

III

Toplumdaki hiçbir grup, hangi türden olursa olsun yeteneğe bağlı olarak
meslekte yükselme olanağını, sadece soylu olmadıklarından, iyi ailelerden
gelmediklerinden değil, resmi ve toplumsal aynıncılığa maruz kaldıkları
için de §imdiye dek yükselmeleri engellenmi§ azınlıklar kadar CO§kuyla
kar§ılamadı. Fransız Protestanlarının, Devrim sırasında ve sonrasında
kendilerini kamu ya§amına atmakta gösterdikleri co§kuyu, ancak batılı
Yahudiler arasında yetenek patlaması geride bırakabilmi§tir. Onsekizinci
yüzyıl ussalcılığının hazırladığı ve Fransız Devrimi'nin gerçekle§tirdiği
[Yahudilerin] kurtulmasından önce, bir Yahudinin önünde yükselmenin
sadece iki yolu vardı: Ticaret ya da tefecilik yapmak veya §eriatı yorumla­
mak; ve bunların ikisi de onu, toplumdan ayrılmı§ dar getto cemaatiyle
sınırlıyordu. Bu gettodan çıkan bir avuç 'saray Yahudisi' ya da zengin
Yahudiler de, -hatta İngiltere'de, Hollanda'da bile- §Öhretin tehlikeli
ve aldatıcı parlaklığına çok fazla dalınamaya özen göstermekteydiler. Kaldı
ki böyle bir çıkı§, yalnızca, bir bütün olarak Yahudilerin kurtulu§undan
hayli mennuniyetsizlik duyan kaba ve ayya§ imansızlar arasında taraftar
bulmamakla kalmadı. Toplumsal baskıyla geçen yüzyıllar da, katı ortodok­
silerinin dı§ına çıkmayı inançsızlık ve hainlik olarak reddeden gettoların
içe kapanmalarına yol açmı§tı. Almanya ve Avusturya'da Yahudi kurtu­
lu§unun onsekizinci yüzyıldaki öncüleri, özellikle de Moses Mendelsshon
( 1 729-1786) , tanrıtanımaz ve firari olarak suçlandı.
YETENEKLiLERE YÜKSELME OI..ANAGI 2 1 5

Eski Polanya ve Litvanya krallığının doğusundaki durmadan büyüyen


gettolarda ya§ ayan Yahudilerin büyük bir kesimi, Litvanyalı ortodoksinin
aydın yanlısı öğrenimli hahamlarıyla esrikçi ve yoksul Hasidizm mezhebi
arasında bölünmü§ bir halde ve kendilerine dü§man köylülerin ortasında
zan altında bir ya§am sürdürüyorlardı. 1 834'te Avusturyalı yetkililerce
tutuklarran kırk altı Galiçyalı devrimcinin sadece birinin Yahudi olması
anlamlıdır. ıs Fakat batının daha küçük cemaatlerinde ya§ayan Yahudiler,
kendilerine hala tam yurtta§lık vermemi§ ülkelerde, nasıl olursa olsun
resmi makamlar uğruna vaftiz olmak gibi bir bedel ödemek zorunda kal­
dıklarında bile kar§ılarına çıkan fırsatlara dört elle sarıldılar. ݧadamının
bunu bile yapması gerekmiyordu. Uluslararası Yahudiliğin krallan olan
Rothschild'ler, sadece zengin değildiler. Dönemin siyasal ve askeri deği§ik­
likleri, uluslararası maliyenin önüne daha önce görülmedik fırsatlar çıkar­
ml§ olsa da, daha önce de zengindiler. Ama §imdi zengin gibi görünebiliyor,
kabaca servetleriyle orantılı bir toplumsal konum i§gal edebiliyor, hatta
Avrupalı prensierin 1 8 16'da onlara fiilen bah§ettiği soyluluğa açıktan
talip olabiliyorlardı ( 1823'te kalıtsal Habsburg baronları oldular) .
Laik sanatlar, bilimler ve mesleklerde Yahudi yeteneğinin gösterdiği
filizlenme, Yahudi servetinden çok daha göz alıcıydı. Gerçi 1848'de ondo­
kuzuncu yüzyılın en büyük Yahudi zekası ile en ba§arılı Yahudi politikacısı,
Karl Marx ( 1 8 1 8-1 883) ile Benjamin Disraeli ( 1804-188 1 ) olgunluk
ya§larına eri§mi§lerdi. Büyük Yahudi bilimadamları ortada yoktu; sadece
en iyiler arasında sayılamayacak birkaç Yahudi matematikçi vardı. Her ne
kadaqairler arasında Heinrich Heine (1797-1856), en iyilerden biriolmayı
sürdürüyorsa da, Meyerbeer ( 1 79 1-1864) ve Mendelssohn-Bartholdy
( 1809-184 7), dönemin en parlak bestecileri arasında sayılmıyorlardı. He­
nüz önemli Yahudi ressamlar, büyük icracı müzisyenler ya da orkestra
yöneticileri yoktu; bir tek önemli tiyatro siması vardı, o da bayan Rache!
( 182 1 -1858) idi. Öte yandan içinden bir deha çıkarması, bir halkın özgür­
le§mesinin ölçütü değildir; bu ölçüt, Batı Avrupa kültür ve kamu ya§amın­
da, özellikle Fransa'da ve hepsinden önce bütün Alman devletlerinde,
ülkenin iç kesimlerinden gelen göçmen Yahudiler için ortaçağcılıkla
ondokuzuncu yüzyıl arasındaki uçurumu nispeten kapayan bir dil ve ideo­
loji sağlayan daha önemsiz konumdaki Yahudilerin pıtrak gibi çoğalma­
sında aranmalıdır.
Çifte devrim, Yahudilere, bir zamanlar Hıristiyanlık altındayken sahip
oldukları e§itliğe benzer bir e§itlik verılı.i§ti. Fırsatını yakalayanlar, her
§eyden çok yeni topluma 'asimile' olmayı istediler ve anla§ılır nedenlerden
ötürü ezici oranda liberalizme yakınlık duydular. Yine de, artık çoğu zaman
2 1 6 DEVRiM ÇAGI

Yahudiyi 'burjuva'yla* özde§leyen sömürülen kitlelerin bula§ıcı antisemi­


tizmi, demagog politikacılar tarafından ciddi biçimde istismar edilmese
de, Yahudiler belirsiz ve rahatsız bir durumdaydılar. Fransa ve Batı Alman­
ya'da (ama henüz ba§ka yerlerde değil) bazı genç Yahudiler kendilerini,
daha da mükemmel bir toplumun dü§ünü kurarken buldular: Fransız
Saint-Simonculuğunda belirgin (Olinde Rodrigues, Pereire karde§ler,
Leon Halevy, d'Eichtal) , daha az ölçüde olmak üzere de Alman komüniz­
minde (Moses Hess, §air Heine ve. her ne kadar Yahudi kökenine ve
ili§kilerine tamamen kayıtsız kalsa da §üphesiz Marx) bir Yahudi ögesi
bulunmaktaydı.
Yahudilerin durumu, onları ayrıksı bir biçimde burjuva toplumuna
asimile olmaya hazır hale getirdi. Çoktandır, kentle§menin rahatsızlıkla­
rına büyük oranda bağı§ıklık gösterecek kadar kentliydiler. Kentlerdeki
Yahudilerde ölüm ve hastalık oranının dü§üklüğü epeydir istatistikçilerin
dikkatini çekmekteyciL Çok büyük oranda okuryazardılar; tarımla ilgileri
yoktu. Yine büyük bir bölümü çoktandır ticaretle ve serbest meslekle
uğra§ıyordu. Tam da konumları, ba§lanna gelebilecek potansiyel tehli­
keleri fark etmek için bile olsa, yeni durumları ve dü§ünceleri göz önünde
bulundurmaya zorluyordu onları. Halbuki yeni topluma ayak uydurmak,
dünya halklannın büyük bir kısmı için çok daha zordu.
Bunun nedeni, kısmen yeni toplum içinde kendilerinden yapmaları
beklenen §eyleri anlamalarını neredeyse olanaksız hale getiren inatçı adet
ve geleneklerinden ileri gelmekteydi; 1 840'larda Avrupa eğitimi almak
için Paris'e gelen ve bu krallara yara§ır ba§kente yalnızca kralla ve soylu­
lada görü§ alı§veri§inde bulunmak üzere çağrıldıklarını anladıklannda
ruhsal olarak sarsılan genç Cezayirli beyefendiler gibiydiler. Ayrı�a yeni
toplum, uyumu da zorla§tırmaktaydı. Orta sınıf uygarlığını ve orta sınıf
adetlerini benimseyenler, onun nimetlerinden de serbestçe yararlanabil­
mekteydiler; reddedenler ya da benimseyemeyenlerse hesaba bile alın­
mıyorlardı. 1 830'un ılımlı liberal hükümetlerinin bir özelliği olarak oy
hakkının mülkiyede sınırlanmasındaki ısrarda, salt siyasal yaniılığın öte­
sinde bir §eyler vardı; mülk biriktirme becerisi gösterememi§ biri tam bir
adam değildi, o nedenle tam bir yurtta§ da olamazdı. Bu tutumun a§ırı
örnekleri, Avrupalı orta sınıfın, zihinsel yapılan geli§memi§ misyonerler
aracılığıyla inançsızları Hıristiyanlığın gerçeklerine, ticarete ve pantolon

• Alman haydut Schinderhannes (Johannes Bueckler, 1 777-1803) , kurbanlarını


Yahudilerden seçerek büyük popülarite kazanllli§t ı ve Prag'da 1840'larda ortaya Çıkan endüstriyel
kargaşa, aynı zamanda Yahudi. karşırı bir ton taşımaktaydı. (Viyana, Verwaltungsarchiv,
Polizeihofstelle, 1 186-1845).
YETENEKLilERE YÜKSELME OLANAGI 2 1 7

giymeye (ki bunlar arasında keskin bir ayrım bulunmuyordu) iknaya


çall§ırken ya da liberal yasaların gerçeklerini dayatırken ortaya çıktı. Eğer
bunlar benimsenirse, liberalizm bütün haklarıyla birlikte onlara (devrimci
Fransızlar arasında her durumda) tam yurtta§lık tanımaya ya da bir gün
İngilizler arasında hemen hemen İngilizler kadar iyi biri olma umudunu
vermeye tamamen hazırdı. Bu tutum, ele aldığımız dönemden birkaç yıl
sonra, ama aynı ruhla Cezayir doğumlulara da yurtta§lığı açan III.
Napoleon'un senatus-consultesinde mükemmel bir yansısını bulmaktadır: .
"Ilpeut sur sa etre admis ii jouir des droits de citoyen français; dans ce cas il est regi
par les lois civiles et politU:J.ues de la France". *19 Gerçekte vazgeçilmesi gereken
tek §ey İslamdı; bunu yapmak istemezlerse -ki çok azı böyle davranml§tı­
yurtta§ değil, bir teba olarak kalmaya devam ederlerdi.
'Uygarlar'm ( ülke içindeki çalı§an yoksul kitleleri de içeren)
'barbarlar'a duyduğu bu yoğun küçümseme20, bu kanıtlanmı§ üstünlük
duygusuna dayanmaktaydı. Orta sınıfın dünyası herkese açıktı. O nedenle
bu dünyaya giremeyenler, otomatik olarak onların mahkum edilmesine
neden' olan bir ki§isel zekadan, ahlak gücünden ya da enerjiden yoksun
insanlardı; ya da en iyi halde kalıcı biçimde sakatlanmalarına yol açan
tarihsel ya da ırksal bir kalıt söz konusu olmalıydı, aksi halde çoktan
fırsatlardan yararlanmalan gerekirdi. Bu nedenle yüzyılın ortalarmda
doruğuna varan bu dönem, e§i görülmedik duygusuzlı.:ıkta bir dönem
oldu; bunun nedeni salt, saygın orta sınıfı ku§atan yoksulluğun, ülkenin
zenginlerinin gözlerini ba§ka tarafa çevirtecek ve yoksulluğun yarattığı
deh§eti görmeyi ülkeyi gezmeye gelenlere bırakacak kadar §Ok edici
olmasından değil, aynı zamanda yoksullar hakkında ba§ka ülkelerde
ya§ayan barbarlarmı§ gibi, sanki insan değillermi§ gibi söz edilmesindenciL
Yazgıları endüstri i§çisi almaktı; devletin de yardımıyla çok katı bir fabrika
disiplini aracılığıyla, zorla kalıba sokulmu§ bir kitleydiler (Dönemin orta
sınıfının, yasalar kar§ısında e§itlik ilkesiyle, 1823 tarihli İngiliz Efendi ve
Hizmetkar yasasında olduğu gibi, anla§ma ihlalleri yüzünden i§çilere
hapis, i§verene hafif para cezası getiren bilinçli olarak aynıncı çalı§ma
yasalan arasında bir uyu§mazlık görmemesi manidardır) .21 Aksi halde
çalı§mayabilecekleri için sürekli olarak aç tutulmalan gerekiyordu. 1 830
sonlarında i§verenler Villerme'ye, "sürekli ihtiyaç durumunda olması,
i§çinin kendi çıkarınadır, çünkü o zaman çocuklarına kötü örnek
olmayacaktır; yoksulluğu, iyi insan olmasının garantisidir" diyorlardı.22

' "İstediği takdirde Fransız yurtta§larının haklarından yararlanması kabul edilebilir; bu


durumda Fransa'daki sivil ve siyasal yasalara tabidir."
2 1 8 OEVRiM ÇAGI

Buna kar§ın, yoksulların sayısı iyi olamayacakları kadar çoktu; fakat


Malthus yasasının devreye girip, sonuçta ya§ayabilecek azami sayıda i§çi
kalacak §ekilde diğerlerinin ölmesi beklenebilirdi. Elbette yoksulların,
a§ın üreme dü§künlüğünden vazgeçerek kendi nüfusları üzerinde kendi
ussal denetim aygıtlarını olu§turmalarını beklemek saçmahktı.
Henri Baudrillart'ın 1853'te College de France'daki açılı§ konu§ma­
sında ileri sürdüğü gibi, e§itsizliğin, insan toplumunun üç payandasından
biri olduğunun (diğer ikisi mülkiyet ve mirastı) resmen kabul edilmesine
ramak kalmı§tı.23 Böylelikle hiyerar§ik toplum, biçimsel e§itlik temelleri
üzerinde yeniden kurulmaktaydı. Sadece, onu geçmi§te katlamlabilir
kılan §eyi: İnsanların görevleri ve hakları olduğu, paranın erdemin yerini
tutmadığı ve a§ağı da olsa alt tabakanın Tanrı onları yanına çağınncaya
kadar makul bir ya§am sürmeye hakları olduğu gibi genel bir toplumsal
inancı arkasında bıraktı.
ll
Çalı�an Yoksullar

Sömürgelerdeki büyük çiftlik salıiplerinin yüZlerce kölenin ortasında bir başına yaşamalan
gibi, her imalatçı da fabrikasında yaşar ve Lyon'un yıkılmasının San Domingo
ayaklanmasından bir farkı yoktur . . . Toplumu tehdit eden barbar/ar, ne Kafkaslardadır ne
de Tatar step lerinde; onlaı; bizim endüstri kentlerimizin varoşlarındadır . . . Orta sınıfın,
duwmun doğasını açıkça anlaması gerekir; nerede durduğunu bilmelidir.
Saint-Marc Girardin, 8 Aralık 193 1 tarihli journal des Debats.

Pour gouvemer il faut avoir


Manteaux au rubaııs en sautoir (bis) .
Nous en tissoııs paur vous, grands de la terre,
Et nous, pauvres canuts, sans drap on nous enten·e.
C'est ıwus les canuts
Nous sommes tout nus (bis) .

Mais quand motre regne anive


Quand votre r�gne finira.
Alors nous tisserons le linc.eul du vieux nwnde
Car on entend deja revolte qui grande.
C'est nous les canuts
Nous n'irons plus touı-nus. •
Lyonlu dokumacıların şarkısı

Demek ki, kendilerini burjuva toplumuna giden yolda buluveren, gelenek­


sel toplumun henüz girilmemi§ alanlarında bile artık kendini güven içinde
hissetmeyen yoksullarm önünde üç olasılık vardı: Ya burjuva olabilmek
için çabalamak, ya yerin dibine sokulmaya göz yummak ya da ba§kaldırmak.
Önceden de gördüğümüz gibi ilk rota, mülkiyete ya da eğitime asgari
giri§ biletinden yoksun ki§iler için teknik bakımdan güç bir ݧ olmakla
kalmayıp aynı zamanda son derece tatsızdı da. Burjuva toplumunun or­
man anar§isini, 'herkes ba§tnın çaresine baksın, en arkadakini §eytan

• Hükmetmek için insanın Paltosu olmalı, çapraz sırınaları olmalı (his) . / Sizin için dokuruz,
dünyanın büyük adamları, 1 Biz sefil, biz baldırıçıplak, kefensiz gireriz toprağa. / Biz baldırıçıplak­
lar Çıplağız tepeden tımağa (bis) . Ama gün gelir çıkanı tahta 1 Kalınayınca hükınünüz. / İşte o
zaman kefen dokuyacağız eski dünyaya 1 Ta buraya geliyor devrimin hoınurtuları zira. 1 Biz
baldırıçıplaklar, Artık çıplak değiliz tepeden tımağa
220 DEVRiM ÇAGI

alsın' düsturuyla teorik olarak haklıla§tıran tamamen faydacı bireyci top­


lumsal davranı§ sistemi, geleneksel toplumda yeti§mi§ insanlara, nedensiz
bir kötülükten farksız göründü. "Zamanımızda" diyordu, 1844'te bo§ yere
yazgısına ba§kaldırm1§ umutsuz bir Silezyalı dokuma i§çisi, "insanlar birbir­
lerinin mai§etini oymak ve zayıflarmak için mükemmel sanatlar icat etti­
ler. Yazık ki 'çalm�yacaksın' diye buyuran Yedinci Emri artık kimse tak­
mıyor. Luther'in bu konudaki yorumunu da unutmu§lar. Şöyle diyordu
Luther: Tamıyı sevmeli ve ondan korkmalıyız; ondandır ki kom§umuzun
malını ya da parasını çalmayalım; onlara hileli i§lerle sahip olmayalım,
tersine kom§umuzun mai§etini ve malını korumakta ve artırmakta ona
yardım edelim. "1 Bu adam, kendilerini cehennem güçlerince bir uçuruma
sürüklenmi§ bulan herkes adına konu§maktaydı. İstedikleri çok fazla §ey­
ler değildi. ("A..§ağı tabakaların, elbise gibi dı§ görünü§leriyle ilgili §eylere
bugünkünden çok daha az gereksinim duyduğu ve çok daha az para
harcadığı o eski günlerde zenginler yoksullara merhametli davranır, yok­
sullar da basit ya§arlardı.") Fakat öyle görünüyor ki, toplumsal düzen
içersindeki en mütevazı yer bile bugün ellerinden alınmaktaydı.
Bu durumda, gayrı insani buldukları için, burjuva toplumuna, hatta
onun en ussal hedeflerine kar§ı birle§tiler. Ona kar§ı ikna edici ekonomik
savlar ileri sürülmü§ olmasına kar§ın, kır soyluları Speenhamland sistemini
getirdiler; emekçiler de bu sisteme sıkı sıkıya sarıldılar. Yoksulluğu hafif­
letmenin bir aracı olan Hıristiyan hayırseverliği, Papaya bağlı devletlerde
görülebileceği gibi, faydadan çok zararı olan bir §eydi. Fakat bu uygulama,
sadece (doğanın insanı e§it haklara sahip olarak yarattığını ve toplumsal
ayrımların tamamen topluluğun yararı üzerine dayandınlması gerektiğini
savunan 'hayalciler'in önerdiği2 ) e§it haklar belasına kar§ı onu bir güvence
olarak kutsayan geleneksel zenginler arasında değil, aynı zamanda zengin
adamın masasından dü§en kırıntılar üzerinde bir hakkı olduğuna derinden
inanan geleneksel yoksullar arasında da revaçtaydı. İngiltere' de, bu ku­
rumları tamamen bireysel kendine yetme biçimi olarak gören Yardım
Derneklerinin orta sınıf §ampiyonlarıyla, onları, keyifli toplantıların, kut­
lamaların, törenierin ve eğlencelerin yapıldığı cemiyetler olarak gören
yoksullar arasında derin bir bölünme ortaya çıktı.
Bu direni§, kendisine de gerçekten bir yararı dokunmadığından, saf
bireysel serbest rekabetin bu yönlerine itiraz eden burjuvazinin de muha­
lefetiyle daha da güçlendi. Kimse, Amerikalı inatçı çiftçiler ve imalatçılar
kadar kendilerini bireyciliğe adamaml§ ve hiçbir anayasa, (çocukların
çalı§tınlmasıyla ilgili federal yasada olduğu gibi) özgürlüğe yapılan müda­
halelere onlarınki kadar kar§ı çıkmamı§tı (ya da Amerikalı hukukçular
ÇALIŞAN YOKSULLAR 221

yüzyılıımza kadar böyle dü§ünüyorlardı) . Fakat kimse de, önceden gördü­


ğümüz gibi, i§leri konusunda devletin sağladığı 'yapay' korumaya onlar
kadar sıkı sıkıya bağlı değildi. Özel giri§imden ve serbest rekabetten bekle­
nen ba§lıca yararlardan biri yeni makirıelerdi. Fakat makineleri parçala­
yanlar, sadece Makine Kıncı i§çiler değildi: Mucitleri, irısanların ekmeğini
elirıden alan ki§iler olarak gördükleri için küçük i§adamlar ve çiftçiler de
bölgelerindeki i§çilere yakınlık duyuyorlardı. Çiftçiler, parçalasınlar diye
makinelerini zaman zaman isyancılara verdiler; hükümet de 1830'da
"makinelerin, bir tür mülk olarak yasanın korumasına verildiği"ni belirten
keskirı bir dille kaleme alınmı§ bir bildiri yayımlamak zorunda kalhll§tı.3
Burjuva-liberal güvenlik kaleleri dı§ında, yeni giri§irncilerin toplumsal ve
ahlaki düzeni yıkma tarihsel görevi kar§ısmda gösterdiği tereddüt ve ku§ku,
yoksulların bu konudaki irıançlarını güçlendirdi.
Ku§kusuz en iyi halde orta sınıfa katılan ya da en azından tutumluluk,
kendine yetme ve kendini geli§tirme öğütlerini izleyen çalı§anlar da vardı.
Orta sınıf radikalliği, ölçülü hareketler ve Protestan gayretke§liğiyle ilgili
ahlaki ve didaktik yazın, Samuel Smiles'ın Homerosluğunu yaptığı bu
tür insanlarla dolup ta§ar. Gerçekten de bu külliyat, hırslı genç insanlara
çekici geldi ve belki de onları cesaretlendirdi. 1843'te ba§layan ve zevkler­
den uzak durmaya yemin eden, kumar oynamayı reddeden ve iyi ahlaki
ki§iliğe sahip -çoğu pamuk i§inde çall§an-gençlerle sınırlı Rayton Tempe­
rance Semineri, yirmi yıl içersinde be§ pamuk eğirme ustası, bir dirı adamı,
Rusya'daki pamuk fabrikalarında çalı§an iki yönetici yeti§tirmi§ ve "pek
çoğu da, müdürlük, overlokçuluk, ba§ makinistlik, diplamalı okul müdür­
lüğü gibi saygın i§ler bulmu§ ya da itibarlı dükkan sahipleri olmu§lardır."4
Açıktır ki, i§çilikten kurtulma yollarının (göç dı§ında) çok dar olduğu -ki
İngiltere'de bile bu yol geni§ değildi- ve Radikal orta sınıfın vasıflı i§çiler
üzerirıdeki ahlaki ve dü§ünsel etkisinirı fazla olmadığı Angio-Sakson dün­
yası dı§ında bu olgu çok yaygın değildi.
Öte yandan, anlamadıkları bir toplu�sal felaketle kar§ı kar§ıya kalan,
yoksul bırakılmı§, sömürülmü§, sıkıntı ve pisliğin bir arada bulunduğu
varo§lara ya da durmadan geni§lemekte olan küçük ölçekli endüstri köy­
lerine tıkı§tırılmı§, gırtlağına kadar ahlaki çöküntüye batmı§ yığınla insan
da �ardı; Geleneksel kurumlardan ve davranı§larına rehberlik edecek
kimselerden yoksun bırakılmı§ bu insanlar, ücretierin ödenme gününe*
kadar yorganlarını rehine bırakan, "Manchester'dan [ya da Lille'den veya

• 1855'te Liverpoollu rehinedierde bulunan rehin malların yüzde 66'sı, 5 ya da daha az


§ilin, yüzde 27'si 2 §ilin 6 pens ya da daha az değerdeydi.
222 DEVRiM ÇAGI

Borinage'dan] kurtulmanın en kestirme yolu" alkol olan, elden ağıza


ya§ ama zorunluluğundan nasıl kurtulabilirlerdi ki? Denetimsiz bir endüst­
rile§menin ve kentle§menin neredeyse kaçınılmaz e§likçisi olan yoğun
bir alkolizm, 'sert içki salgını'nı Avrupa'nın her yanına.yaydı. 5 İçki tüketi­
minin artmasından, fuhu§un ve diğer cirısel serbestlik türlerinirı yaygınla§­
masından olduğu kadar üzüntü duyan pek çok insan, belki de durumu
abartmaktaydı. Buna kaf§ın, 1840'larda İngiltere'de, İrlanda'da ve Al­
manya'da hem orta hem de çalı§an sınıfın bir karakteri olan içki kar§ıtı
kampanyalarda görülen ani ve sistemli yükselme, ahlak dü§künlüğü konu­
sundaki endi§elerin salt akademik olmadığı gibi tek bir sınıfla da sınırlı
kalmadığını göstermektedir. Kampanyanın ba§arısı uzun ömürlü olmadı;
fakat yüzyılın geri kalanında sert içkiye kar§ı ·dü§manlık, gerek aydınlan­
mı§ i§verenlerde gerekse emek hareketlerinde ortak bir öge olarak var­
lığını sürdürdü.*
·Fakat ku§kusuz yeni kentli ve endüstrile§mi§ yoksulların ahlak dü§kün­
lüğüne yanıp yakılanlar durumu abartmıyorlardı. Her §ey bu durumu
çağaltmak için adeta yarı§ıyordu. Kentler ve endüstri bölgeleri, plansız
ve denetimsiz bir biçimde hızla büyüyor ve (i§çi sınıfının konut sorununu
saymasak bile, sokakların temizlenmesi, içme suyu temirıi, sağlık önlemleri
gibi) kent ya§amının en temel hizmetleri, bu geh§meye hiçbir biçimde
ayak uyduramıyordu.6 Bu kentsel bozulmanın en gözle görülür sonucu
(özellikle suyla yayılan) salgın hastalıkların, bilhassa 1 83 1 'den sonra Av­
rupa'yı yeniden istila eden ve 1832'de Marsilya'dan St. Petersburg'a kadar
kıtayı silip süpüren koleranın yeniden hordaması oldu. Bir örnek alalım:
Glasgow'da tifüse " 1 8 18'e kadar salgın halinde rastlanmazken", o tarihten
sonra tifüs vakalannda artı§ ba§ gösterdi.7 Kentin ıslahı, bir ku§aklık
ihmali kapatıncaya kadar, 1 830'larda kentte iki büyük salgın (tifüs ve
kolera), 1 840'larda üç (tifii.s, kolera ve borelia humması) , 1850'lerin ilk
yarısında iki salgın vakası görüldü. Orta ve hakim sınıflar bunu hissetme­
diklerinden, bu korkunç ihmalin sonuçları çok büyük oldu. Ele aldığımız
dönemde kentsel geli§me, sınıflar arasında muazzam bir ayrılmanın ortaya
çıkması anlamı ta§ıyordu; bu ayrılma, yeni çalı§an yoksulları, yönetim, ݧ
merkezlermin ve burjuvaziye ayrılan yeni ikamet yerlerinin dı§ına, büyük
bir yoksulluk batağına itti. Ele aldığımız dönemde neredeyse bütün Avru­
pa'nın büyük kentlerinde 'iyi' batı yakasıyla 'yoksul' doğu yakası arasında

• Biraya, §araba ya da insanların günlük beslenme alı§kanlıklarının bir parçasını olu§turan


diğer içeceklere kar§ı bir dü§manlık söz konusu değildir. Bu, büyük ölçüde Angio-Sakson
Protestan mezhepleriyle sınırlı kalml§tır.
ÇALIŞAN YOKSULlAR 223

bir bölünme ortaya çıktı.* Bu yeni emekçilerirı, kendi irıisiyatifleri dı§ında,


toplanmalan için meyhaneler ve bir ölçüde de §apeller dı§ında hangi
toplumsal kurum verildi ki? Sadece 1848'den, varo§lardan ba§layan yeni
salgınların zenginleri de öldürmeye ba§lamasından ve buralarda yeti§mi§
umutsuz kitlelerin, güçlüleri bir toplumsal devrimle tehdit etmeye ba§la­
masından sonradır ki kentler sistemli bir biçimde yeniden kurulmaya ve
ıslah edilmeye ba§landı.
Ahlaki dü§künlüğün tek göstergesi içki değildi. Bugün toplumsal tıp
diyebileceğimiz alanda yapılan çağda§ öncü çalı§malar sayesinde, yeni ·

doğmu§ bebeklerin öldürülmesi, fuhu§, intihar ve akli dengesizlik olayla­


rının bu toplumsal ve ekonomik felaketle ilgili olduklan ortaya kondu.**
Aynı durum, hem suçta hem de edilgen kalanlan yutmakla tehdit eden
güçlere kaqı körlemesine bir öne çıkı§ tarzı olan ekseriyetle amaçsız §id�
dette gözlenen artı§ içirı de geçerliydi. Bu dönemde vahye dayanan, gizem­
ci ya da ba§ka tür dinsel mezhep ve tapıların yayılması (12. Bölümle
kar§ıla§tırın) , insanların ya§amlannı altüst eden toplumsal depremlerle
ba§etmekte benzer bir yeteneksizliğe i§aret etmektedir. Örneğirı kolera
salgını, Protestan Galler'de olduğu kadar Katalik Marsilya'da da dinsel
canlanmaları harekete geçirmi§ti.
Bütün bu toplumsal davranı§ bozukluklannın, birbirleriyle ve 'ba§ının
çaresine bakmak' tutumuyla ortak olarak payla§ tıklan bir yan vardı. Bun­
lar, yoksul bir çalı§ an olma yazgısından kaçmaya ya da en iyi halde yoksul­
luğu ve a§ağılanmayı unutınaya yönelik çabalardı. İkinci geli§e inanan
biri, bir ayya§, küçük bir soyguncu, meczup, serseri ya da tutkulu bir küçük .
giri§imci; hepsi de gözlerini toplumsal ya§amın ko§ullanndan çevirmi§
kimselerdi ve (sonuncusu istisna) toplu eyleme kayıtsızdılar. Ele aldı­
ğımız dönemin tarihinde bu kitlesel kayıtsızlık, sanıldığından çok daha

• "ݧçileri, Paris'in merkezinden çıkmaya mecbur eden ko§ulların, söylendiği gibi, genelde
i§çilerin davranl§ları ve ahlaki yanları üzerinde müessif sonuçları olmu§tU. Eski günlerde i§çiler,
alt karlarında i§adamlarının ve görece rahat sınıfların diğer mensuplarırun doldurduğu binaların
üst karlarında ya§arlardı. Tek bir binanın kiracıları arasında bir tür dayanl§ma ortaya çıknıı§tı.
Kom§ular ufak tefek i§lerde birbirlerine yardımcı olurlardı. Hasta olduklarında ya da i§siz
kaldıklarında evdeki diğer insanlardan büyük yardım görebiliyorlardı; öte yandan, bir tür insani
saygı duygusu i§çi sınıfının alı§kanlıklarına belli ,bir düzeniilikle girdi." Bu sözlere raporlarında
yer veren Ticaret Odası ve Polis komiserliğinde bir iç rahatlığı göze çarpsa da yeni bir olgu
olarak [sınıflar arasındaki] ayrılık da kendini hissettinnektedir."
•• O zamanlara ili§kin bilgilerimizin -ve müteakip geli§tirmelerin- çoğunu kendilerine
borçlu olduğumuz uzun bir doktorlar listesi, burjuvazinin gönül rahatlığıyla hiç uyu§ınamaktadır.
Villerme ve 1829'da kurduğu Anııales d'Hygihıe Publique'ye katkıda bulunanlar (İngiltere'de
Kay, Thackrah, Simon, Gaskell ve Farr, Almanya'da pek çok ki§i), aslında olduğundan çok
daha fazla anılmayı hak etmektedirler.
224 DEVRiM ÇAGI

büyük bir rol oynamaktadır. O zamanlar da en fazla kayıtsız olanların, en


vasıfsız, en eğitimsiz, en örgütsüz, o nedenle de en umutsuz yoksullar
olması rastlantı değildir: 1848'de Prusya'nın Halle kentinde yapılan se­
çimlerde, bağımsız zanaatkar ustaların yüzde 81 'i, masonların, dülgerlerin
ve diğer vasıflı yapı i§çilerinin yüzde 7 l'i oy kullanmı§tı; oysa fabrika ve
demiryolu i§çilerinin, emekçilerin, sipari§ üzerine çalı§an ev i§çilerinin
vs, sadece yüzde 46'sı oy kullanmı§tı.9

II

Kaçmanın ve yenilginin seçeneğiyse, ayaklanmaydı. Çalı§ an yoksulların,


özellikle onların çekirdeği haline gelmi§ olan endüstri proletaryasının
durumu da buydu; ayaklanma sadece mümkün değil, aynı zamanda zo­
runluydu da. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, emek hareketlerinin
ve sosyalist hareketlerin ve tabii ki kitlesel toplumsal devrimci rahatsız­
lığın ortaya çıkmasından daha kaçınılmaz bir §ey yoktu. 1848 devrimi,
onun dolaysız sonucuydu.
Aklı ba§ında hiçbir gözlemci, 1 8 15 ile 1 848 arasında çalı§an yoksul­
ların durumunun deh§et verici olduğunu yadsımıyordu ve 1840'ta böyle
gözlemciler hiç de eksik değildi. Durumun her geçen gün kötülemektc
olduğu yaygın kabul görmekteydi. İngiltere'de, nüfus artı§ının geçim araç­
larındaki artı§ı kaçınılmaz olarak geride bırakacağını savunan Malthusçu
nüfus kuramı, böyle bir varsayıma_dayanmaktaydı ve Ricardocu iktisat­
çıların savlarından da destek bulmaktaydı. ݧçi sınıfının geleceği hakkında
iyimser olanlar, kötümserlere göre daha az sayıdaydı ve daha yeteneksizdi­
ler. Almanya'da 1830'larda halkın giderek fakirle§mesi, en az on dört
farklı yayının özel konusunu olu§turmaktaydı ve "artan fakirle§meden
ve yiyecek kıtlığından kaynaklı §ikayetlerde" haklılık olup olmadığı soru­
su, akademik ödül konusu haline gelmi§ti (On altı yarı§macıdan onu, bu
§ikayetlerin haklı olduğunu, sadece ikisi olmadığını ileri sürmü§tü). 1 0
Bu görü§ ve kanaatlerdeki yaygınlık, yoksulların genel ve görünü§e göre
umutsuz sefaletierinin bizzat kanıtıdır.
Kırsal bölgelerde, özellikle de topraksız ücretli i§çiler, ev i§çileri ve
elbette topraksız köylülerle verimsiz topraklarda ya§ayanlar arasmda ger­
çek yoksulluk çok daha büyük boyutlardaydı. 1 789, 1 795, 1817, 1832,
1847'de olduğu gibi kötü hasatlar, Silezya keten dokuma endüstrisinin
temellerini yıkan İngiliz pamuklularının rekabeti gibi ilave felaketiere
gerek kalmadan bile hala kıtlığa neden olabilmekteydi. Lombardiya'da
1 8 13'te ürünün mahvolmasından sonra pek çok insan, sadece gübre,
ÇALIŞANYOKSULLAR 225

saman ve fasule yapraklarından ve yabani yemi§lerden yaptıkları ekmek­


leri yiyerek hayatta kaldılar.ıı Hatta sakin İsviçre'de bile 1 8 1 7 gibi berbat
geçen bir yıl, ölüm oranının doğum oranını a§masına neden oldu.12 Avru­
pa'da 1846-8 açlığı, İrlanda'daki kıtlık felaketinin (181-82. sayfalada
kar§ıla§tırın) yanında sönük bile kalsa, gerçek bir kıtlıktı. Doğu ve Batı
Prusya'da ( 1847) halkın üçte biri ekmek yemeyi bırakmı§, sadece patatese
bel bağlamı§tı. 13 İnsanların, ağaç kütükleri ve tahta sıralar üzerinde otur­
dukları, perde niyetine keten bezler kullandıkları, sularını cam olmadığın­
dan teneke ya da toprak ma§rapalardan içtikleri Orta Almanya'nın dağla­
rındaki imalat i§i yapan, sert ko§ullarda ya§ayan, saygı değer, fakir köyler­
de, halk bazen patates yemeye ve kahve niyetine bulanık su içmeye öyle­
sine alı§ml§ oluyordu ki, kendilerine yardıma gelenler onlara bezelye ve
lapa yemeyi öğretmek zorunda kalıyorlardı. 14 Açlık ve tifüs, köyün keten
dokumacısının modern endüstriye kar§ı sonucu malum bir sava§ verdiği
Flanders'in ve Silezya'nın ta§rasını harabeye çevirmi§ti.
Fakat İrlanda'daki gibi top yekun felaketin dı§ında, en dikkat çeken
gerçek sefalet -çoklarıhın dü§ündüğü gibi artan sefalet-, yoksulların sessiz
sedasız açlık çektikleri endüstri bölgelerinde ve kentlerde ya§anmaktaydi..
Kentlerdeki yoksulların genel durumunun kötüle§tiğinden ku§ku duyul­
ması mümkün değilse de, reel gelirlerinin dü§ük olup olmadığı hala tarih­
sel bir tartı§ma konusudur. İstatistiklerdeki eksikliklerle beraber, bölgeler
arasında, farklı i§çi türleri arasında ve farklı ekonomik dönemler arasında
varolan deği§kenlikler, 1 848'den. (ya da İngiltere'de belki 1844'ten) önce
anlamlı hiçbir mutlak iyile§menin gerçekle§mediği ve zenginlerle yoksullar
arasındaki uçurumun kesinlikle daha da büyüdüğü ve gözle görülür hale
geldiği söylenebilirse de, bu tür soruları kesin olarak yanıtlamak zordur.
Barones Rothchild'in, Orleans Dükü'nün maskeli balosunda bir buçuk
milyon frank değerinde bir mücevher taktığı bir dönemde (1842), John
Bright, Rochdale'li kadınları §öyle tarif ediyordu: "2000 kadar -korkunç
derecede aç- kadın ve kız, bir parça samunu çamurlu da olsa görülmedik
bir açgözlülükle mideye indirerek, sokaklardan ilahiler söyleyerek geçtiler;
-ulviyete yakla§an- son derece tuhaf ve gözalıcı bir manzaraydı." 15
Gerçekten, Avrupa'nın pek çok bölgesinde genel bir kötüle§menin
varlığından söz etmek mümkündür. Bunun nedeni sadece (daha önce
de gördüğümüz gibi) kentsel kurumların ve toplumsal hizmetlerin, bu
plansız ve denetimsiz geni§lemeye ayak uyduramamaları ve parasal(ve
ekseriyetle reel) ücretlerin 1815'ten sonra dü§me eğilimi içine girmesi
değil, aynı zamanda gıda mallarının üretim ve ula§ımının da muhtemelen
demiryolu çağına kadar pek çok büyük kentte gerilemi§ olmasından ileri
226 DEVRiM ÇAGI

gelmekteydi. 16 Dönemin Malthusçularının kötümserliği de bu nedenlere


dayanmaktaydı. Fakat bu nedenler bir yana, endüstri öncesi insanının
geleneksel beslenme biçimiyle cahil insanın beslenmesi arasında ortaya
çıkan deği§iklik, yoksul kentli ve endüstrile§mi§ birinin satın alma gücün­
deki azalmayla birlikte, insanların sağlıklarının kötüle§mesine yol açmak­
taydı. Fransız ve İngiliz istatistikçilerin dikkatlerinden kaçmayan endüstri
ve tarım nüfusları (ve elbette üst, orta ve çalı§an sınıflar) arasında sağlik
ve fiziksel zindelik bakımından varolan olağanüstü fark, kesinlikle bu
durumdan kaynaklanmaktaydı. 1840'larda doğum sırasında ortalama ya­
§am beklentisi, Wiltshire ya da Rutland'ın (bolluk içersindeki) tarım i§çi­
leri arasında, Manchester ya da Liverpool'a göre iki kat daha yüksekti.
Fakat o dönemlerde -bir örnek alırsak- "buhar gücünün geçen yüzyılın
sonlarına doğru i§ ya§amına girmesine kadar, Sheffield bıçakçılık i§inde
bileyici hastalığını neredeyse bilen yoktu." Fakat 1 842'de, otuz ya§ların­
daki bütün bileyicilerin yüzde 50'si, kırklarında olanların yüzde 79'u ve
ellisini geçkin olanlarınsa yüzde 1 00'ü akciğerlerinden rahatsızdıY
Ayrıca ekonomide ortaya çıkan deği§iklik, bazen onların yararına ama
çoğunlukla zararlarına olacak biçimde yığınla i§çiyi yerinden etti ya da i§
deği§tirmelerine neden oldu. Ama büyük kitleler, henüz yeni endüstriler
ve kentler tarafından, fakir ve umarsız daimi bir alt tabaka halinde soğu­
rulmamı§lardı; hatta dönem dönem, gerek yinelerren gerekse geçici olduk­
ları yeni yeni anla§ılmaya ba§lanmı§ bunalımlar yüzünden i§siz kaldıkları
oldu. Bolton'da ( 1 842) ya da Roubaix'de ( 1 847) tekstil i§çilerinin üçte
ikisi böyle bir ekonomik bunalım sırasında toptan i§ten çıkarıldılar.1 8
Nottingham'ın yüzde yirmisi, Paisley'in üçte biri, büyük olasılıkla muhtaç
durumdaydı.19 İngiltere'de Chartizm gibi bir hareket, siyasal bakımdan
zayıf olduğundan tekrar tekrar yenilgiye uğrayacak ve yine milyonlarca
çall§an yoksulun üzerinde katlanılmaz bir yük olu§turan açlık, bu hareketi
yeniden canlandıracaktı.
Bu genel fırtınaların yanında, çalı§an yoksulların belli kesimlerinin
tepesinde özel felaketler de hiç eksik olmadı. Gördüğümüz gibi endüstri
devriminin ilk evresi, bütün emekçileri makinele§mi§ fabrikalara sürükle­
medi. Tersine endüstri devrimi, endüstri öncesi zanaatkarların, belli türde
vasıflı i§çilerin ve ev endüstrisiyle rençberlerin sayılarının, üretimin birkaç
makinele§mi§ ve büyük ölçekli kesimleri etrafında artmasına yol açtı ve
özellikle sava§ dönemlerinde emek arzındaki azalma yüzünden bu insan­
ların durumlarında da iyile§me ya§andı. 1820'lerde ve 1 830'larda gayrı
§ahsi niteliğiyle makinenin ve pazarın kaydettiği amansız ilerleme, bu
insanları bir yana atmaya ba§ladı. Bu geli§menin en ılımlı sonucu, bağımsız
ÇALIŞAN YOKSULLAR 227

ki§ileri bağımlı, bireyleri sırf 'el'den ibaret bir duruma sokmak oldu. En
sert sonucuysa, durumları en katı iktisatçının bile kanını donduracak
fakir ve aç -el dokumacıları gibi-dedassed [sınıflarından kopmu§] yığınlar
yarattı. Bunlar vasıfsız ve cahil ayaktakımı değillerdi. 1830'larda iflas
eden ve dört bir yana dağılan Norwichli ve Dunfermlinelı dokumacılar
gibi topluluklar; pazarlıklarla olu§turulmu§ ve uzun zamandır kurumla§ml§
'fiyat listeleri' birer kağıt parçasından ibaret hale gelince ırgat gibi çall§tırıl­
dıkları imalathandere dü§en Londralı mobilyacılar; gezgin proleterler
haline gelen ustalar; bağımsızlıklarını yitiren zanaatk�rlar; bütün bu in­
sanlar, çall§an yoksulların en vasıflı, eğitimli, kendine güvenen unsurlarıy­
dılar.* Ba§larına ne geldiğini anlayamadılar. Öğrenmeye çalı§maları, hatta
dahası bu duruma itiraz etmeleri son derece doğaldı.**
Maddi açıdan yeni fabrika proletaryasının durumu muhtemelen biraz
daha iyiydi. Öte yandan onlar da özgür değildiler; ustanın ya da denetme­
nin dayattığı sıkı denetim, hatta sert disiplin altında, devlet korumasının
henüz ba§larında bulunulduğundan hiçbir yasal ba§vuru hak ve olanağına
sahip olmadan çalı§ıyorlardı. Belirlenen saat ve vardiyalarcia çalı§mak,
kurallarını i§verenin koyduğu, k�rını artırmasına hizmet eden cezaları
ödemek zorundaydılar. Toplum ya§amından uzak bölgelerde ya da endüst­
rilerde çalı§an bu insanlar, gereksinimlerini patronlarının dükkanından
çoğu zaman ücretlerine mahsuben almak ya da i§Verenin verdiği konut­
larda kalmak (böylelikle de vicdansız patronlarının k�rlarını katlamaları­
na imkan tanımak) duruınundaydılar. Ku§kusuz bir köy çocuğu, bu ya§amı
anababasınınkinden daha bağımlı ve yoksul görmeyecekti; kıta Avrupa­
sı'ndaki endüstrilerde güçlü bir ataerkil geleneğin, usta despotizminin
varlığı, zaman zaman i§verenin sağladığı güvenlik, eğitim ve sosyal hizmet­
lerle kısmen de olsa dengelenmekteydi. Fakat özgür bir insanın fabrikaya
salt bir 'kol gücü' olarak girmesinin kölelikten pek bir farkı yoktu ve
bıçak kemiğe dayanıncaya kadar fabrikalarda çalı§maktan kaçınılıyordu.
Hatta erkekler, fabrikalardaki bu muazzam disipline çok daha fazla karşı

• 1840'da Gloucestershire'daki 195 yeti§kin dokumacıdan yalnızca onbe§i okuma yazma


bilmiyordu; fakat 1842'de Lancashire, Cheshire ve Staffordshire'daki imalat bölgelerinde
tutuklanan isyancıların ancak yüzde 13'ü iyi düzeyde okuma yazma biliyor, yüzde 32'siyse. yok
denecek kadar az biliyordu.19'
•• "ݧçi nüfusumuzun yakla§ık üçte biri ... ortalama kazançları, kilisenin yardımı olmaksızın
ailelerini geçindirmeye yetmeyen dokumacı ve i§çilerden olu§maktadır. Ücretierin dü§mesinden
ve §artların zorla§masından en fazla zarar gören topluluğun bu bölümü, ya§aınlarını nezih ve
saygın bir biçimde geçirirler. Benim yoksul hemcinskrimin özellikle bu sınıfı için, kooperatif
sistemi kurmalarını tavsiye etmek isterim." (F. Baker, First Lecture on Co-{)peration, Bolton,
1830).
228 DEVRiM ÇAGI

koyma eğiliminde olduklarından, fabrika sahipleri daha çok kadınları ve


çocukları çall§tırmayı tercih ediyorlardı. Elbette 1 830'larda ve 1840'ların
bir bölümünde fabrika proletaryasının maddi durumu bile bozulmaya
ba§ladı.
Çall§an yoksulların fiili durumu ne olursa olsun, dü§ünen herkesin ­
yani yoksulların sıkıntılarının bir yazgı olmadığını, böyle gelmi§ böyle
gitmeyeceğini kabul eden herkesin-, i§çilerin, yoksullar daha yoksulla§ır·
ken servetleri daha da artan zenginler tarafından sömürüldüğünü gördü­
ğüne hiç §Üphe yoktur. Zenginlerin bu i§te yararı olduğu için yoksullar:
sıkıntı çekmekteyciL Burjuva toplumunun toplumsal aygıtı, iliğine kadar
vah§i, adaletsiz ve gayrı insaniydi. "Emek olmadan zenginlik olamaz"
diye yazmı§tı Lancashire Co-operator. "ݧçi, bütün zenginliğin kaynağıdır.
Bütün bu yiyecekleri kim yeti§tiriyor? Yarı aç yarı tok, yoksul emekçi.
Bütün bu, hiç çalı§mayan ve hiçbir §ey üretmeyen zenginlerin sahip oldu­
ğu evleri, mağazaları, sarayları kim kuruyor? ݧçi. İplikleri kim dokuyor,
elbiseleri kim dikiyor? İplikçi ve dokumacı." Ama "çalı§mayanlar zengin
olur, tıksırıncaya kadar yer içerken, emekçiler hala yoksul ve muhtaç
durumdadır: "20 Bugün bile bir Zencikilise ilahisinde birebir yansısını bulan
umutsuz durumdaki tarım i§çisi, bu durumu, pek açık olmasa da derinden
§öyle dile getirmektedir:

Eğer ya§am paranın satın alabileceği bir §ey olsaydı


Zengin ya§amalı, yoksul ölmeliydi. 21

III

Emek hareketi, yoksul insanın çığlığına bir yanıt oldu. Emek hareketinin,
yazılı tarih boyunca ortaya çıkan katlanılmaz zorluklara kar§ı salt toplu
infiallerle, hatta öteden beri emeğin bir niteliği haline gelen grev pratiği
ve diğer militanlık biçimleriyle karı§tınlmaması gerekir. Bunların da, en·
düstri devriminin ötesine uzanan bir tarihleri vardır. Ondokuzuncu yüzyıl
ba§larının emek hareketinde yeni olan, sınıfbilinciyle sınıfsal emellerdi.
'Yoksul', artık 'zengin'le kar§ı kar§ıya değildi. Belli bir sınıf, emekçi sınıfı,
i§çiler ya da proletarya, bir ba§ka sınıfla, i§verenler ya da kapitalistlerle
kar§ı kar§ıyaydı. Fransız Devrimi, bu yeni sınıfa güven kazandırdı, endüstri
devrimi de bu sınıfa sürekli hareket halinde olma gereğini öğretti. Yalnızca
arada sırada yapılan ve geçici olarak bozulmu§ toplumsal dengeyi yeniden
eski durumuna döndünneye yarayan protestolar, doğru dürüst geçinmek
için yeterli değildi. Devamlı tetikte olmaya, örgütlenmeye ve bir 'hare·
ÇALIŞAN YOKSULLAR 229

ket'in eylemliliğine -sendikaya, yardımla§maya ya da i§birliği topluluğuna,


i§Çi sınıfı enstitüsüne, gazeteye ya da ajitasyona- gerek vardı. Fakat top­
lumsal deği§imin tarnda onları yutan yeniliği ve hızı, emekçileri, baskıcıla­
rınkinden tamamen zıt olan keni fikir ve deneyimlerine dayanarak,
tamamen deği§mi§ olan bir toplumsal bağlama göre dü§ünmelerini gerek­
tiriyordu. Emek hareketi, yarl§macı değil, dayanl§macı, bireyci değil kolek­
tivist olacaktı. 'Sosyalist' olacaktı; ve her zaman yoksulların kafalarının
bir kö§esinde olagelmi§, fakat ancak genel toplumsal devrimin patlak
verdiği nadir anlarda üzerine dü§ündükleri bir sonsuz özgür toplum haya­
lini değil, mevcut sisteme yönelik kalıcı, uygulanabilir bir seçeneği temsil
edecekti.
Bu anlamda bir i§çi sınıfı bilinci, 1 789'da varolmadığı gibi, aslında
Fransız Devrimi boyunca da yoktu. İngiltere'nin ve Fransa'nın dl§ında
1848'de bile daha yeni yeni kendini göstermekteydi. Fakat çifte devrimin
vücut bulduğu bu iki ülkede, 1 8 1 5 ile 1848 arasında, daha kesin olarak
1830 dolaylarında ortaya çıktı. Daha belirsiz olan 'çalı§an sınıflar'dan
[working dasses] farklı olarak tam da 'i§çi sınıfı' [working class] sözcüğü,
Waterloo'dan kısa süre sonra, hatta belki de daha önce İngiliz i§çi yazı­
nında kendini göstermekte ve Fransız i§çi sınıfı yazınında bunun kar§ılığı
olan bir ibare, 1830'dan sonra sık sık görünmeye ba§lamaktadır.22 İngil­
tere'de bütün çalı§anları 'genel sendikalar'da {genel i§ birlikleri] biraraya
toplama, yani özel ݧÇi gruplarının bölgesel ve mesleki yalıtılmı§lığını kıra­
rak çalı§an sınıfın ulusal hatta belki de evrensel dayanı§masını gerçekle§·
tirmeye yönelik gayretler, 1 8 18'de ba§ladı ve 1 829 ile 1834 arasında ate§li
bir biçimde sürdürüldü. 'Genel i§çi birliği', genel grev demekti; ve bu da
bu dönemde, özellikle William Benbow'un Grand National Holiday, and
Congress of the Productive Classes'ında (1832) bir kavram ve i§Çi sınıfının
sistemli taktiği olarak formüle ·edilmekte ve Chartistler tarafından siyasal
bir yöntem olarak ciddi bir biçimde tartı§ılmaktaydı. Bu arada gerek İngil­
tere'de gerekse Fransa'daki entelektüel tartı§malar, 1820'lerde bir kavram
ve bir sözcük olarak sosyalizmin ortaya çıkmasına neden olm u§ tU. Sqsya­
lizm, ( 1832'de Parisli !onca mensupları tarafından) Fransa'da küçük bir
ölçekte, çok geçmeden (böyle bir hareket için hiç de uygun biri olmayan)
Robert Owen'ı devasa bir kitle hareketinin önderliğine getirecek olan
İngilizler tarafındansa çok daha büyük boyutlarda derhal benimsendi.
Özetle, 1 830 ba§larında proletaryacia bir sınıf bilincinin ve toplumsal
özlemierin varlığından zaten söz edilebilir. Ancak i§verenlerinin aynı dö­
nemde ula§tıkları ya da gösterdikleri orta sınıfbilincinden kesinlikle daha
zayıf ve çok daha etkisizdi.
230 DEVRiM ÇAGI

Proletaryanın bilinci, en iyi Jakoben diyebileceğimiz bir bilinçle -


Fransız Devrimi'nin (ondan da önce Amerikan Devrimi'nin) dü§ünen
ve özgüvenli yoksullara a§ıladığı bir dizi özlem, deneyim, yöntem ve ahlaki
tutum dizisi- güçlü bir bile§ime girmekte ve onun tarafından peki§tiril­
mekteydi. Emek hareketinin ve onun 'dayanı§macı toplum' ideolojisinin,
yeni i§çi sınıfinın durumunun pratik ifadesi olması gibi, demokratik hare­
ket de, proleter olsun olmasın Fransız Devrimi'nin mazlumlar olmaktan
çok aktörler olarak tarih sahnesine çıkardığı sıradan halkın pratik ifade­
siydi. "Dı§ görünü§leri pejmurde olan ve eskiden kendilerini kibar takı­
mına aynlmı§ bu gibi yerlerde göstermeye cesaret ederneyecek yurtta§lar,
§imdi ba§lan yukanda zenginlerle birlikte yürüyorlardı."23 Saygı görmek,
tanınmak ve e§itlik istiyorlardı. Bunu elde edebileceklerini biliyorlardı,
çünkü 1793-4'te bunu yapmı§lardı. Bu yurtta§lann hepsi de i§çi değildi,
fakat bilinçli i§çilerin hepsi bu tür yurtta§lardı.
Proleter ve Jakoben bilinç, birbirlerini tamamladılar. ݧçi sınıfının de­
neyimi, çall§an yoksullara, günlük öz savunmanın, sendikanin, yardım­
la§ma cemiyetlerinin, (örgütlenme ve disiplin demek olan) dayanl§ına
ve grev gibi toplu mücadele silahlarını kazandırdı.* Ne var ki bu kurum­
ların halihazırda kıta Avrupası'nda olduğu kadar zayıf, istikrarsız ve yerel
olmadıklan yerlerde bile, faaliyet alanlan son derece dardı. 1829 ile 1834
arasında İngiltere'de ve yine kısmen Chartizm altında, saf sendikacı ya
da dayanı§macı bir modelden, sadece i§çilerin örgütlü kesimlerinin daha
yüksek ücret kazanmalan için değil, bütün varolan toplumu yıkmak ve
yeni bir toplum kurmak için yararlanma yönünde bir gayret görüldü.
Ama ba§arısız oldu ve bu ba§arısızlık, hatırı sayılır bir olgunluğa eri§ıni§
ilk proleter sosyalist harekete, yarım yüzyıl üstesinden gelemeyeceği bir
zarar verdi. Sendikaları, (kendi 'yapıcılar parlamentosu' ve 'yapıcılar lon­
cası' olan -183 1-4- Yapı Ustalan Sendikası'nda olduğu gibi) kooperatif
üreticilerinin ulusal sendikalanna dönü§türme çabalan ba§arısızlıkla so­
nuçlandı. Ba§ka biçimlerde 'emeğin hakça deği§imi' ve ulusal üretim
kooperatifi kurma giri§imlerinin de ba§ına aynı §ey geldi. O zamana kadar
yerel ve i§koluna özgü cemiyetlerden daha güçlü olduklarını kanıtlayan
büyük, ku§atıcı 'genel sendikalar'ın, (her ne kadar genel sendikalann
yapısında varolan noksanlıklardan çok, önderlik deneyimi, örgütlenme
ve disiplin yokluğundan kaynaklansa da) hantal ve zayıf olduklan görül-

Grev, i§çi sınıfının varlığının öylesine kendiliğinden ve mantıksal bir sonucuydu ki çoğu

Avrupalı dilde ona kar§ılık gelen (örneğin greve, huelga, sciopero, zabastovko gibi) tamamen
bağunsu yerli sözcükler vardır; oysa diğer kurumlarla ilgili sözcükler çoğunlukla ödünç alınmadır.
ÇALIŞAN YOKSULLAR 231

dü. Genel grevin, ( 1842'de) açlıktan kaynaklanan ve kendiliğinden yayı­


lan karga§alar dı§ında, Chartist hareket döneminde uygulanabilir bir §ey
olmadığı görüldü.
Oysa J akobenliğe ve genelde radikalliğe özgü bir yol olan (gazete ve
b to§ Ür yoluyla siyasal kampanyalar düzenlenmesi, halk mitingleri, göste­
rileri ve gerektiğinde karga§a çıkarma ve ayaklanma gibi) siyasal ajitasyon
yöntemleri, özellikle i§çi sınıfıyla da sınırlı kalmadan, hem etkili hem de
esnek olduğunu kanıtladı. Bu tür kampanyaların, önlerine çok yüksek
hedeflerin konulduğu ya da hakim sınıfları çok fazla tehdit etmeye ba§la­
dığı yerlerde ba§arısızlığa uğradıkları doğrudur. İ_sterik yıllar olan 18 lO'lar­
da, (1816'da Londra'da Spa Fields'de, ya da 1819'daki on göstericinin
öldürüldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı Manchester 'Peterloo'da olduğu
gibi) her ciddi gösterinin üzerine orduyu göndermek gibi bir eğilim vardı.
1838-48'de milyonlarca imzalı dilekçe, Halkın Fermanı'nı daha yakma
getirmedi. Buna kar§ın daha dar bir cephede sürdürülen siyasal kam­
panyalar daha etkili olmaktaydı. Bu tür kampanyalar olmasaydı, 1829'daki
Katalik Kurtulu§ U, 1832'deki Reform Yasası, hatta fabrikalardaki çalı§ma
ko§ulları ve saatleri konusunda ılımlı bir yargı denetimi bile gerçekle§me­
yebilirdi. Demek ki örgütsel bakımdan zayıf olan ve bu zayıflığını siyasal
radikalizmin ajitatif yöntemleriyle dengeleyen bir i§çi sınıfıyla kar§ı
kar§ıyayız. 'Tolpuddle Şehitleri'nin sürgün edilmesine kar§ı kitlesel pro­
testo gösterilerinde (134. sayfayla kar§ıla§tırın) , 1834'den sonra çöken
'genel sendikalar'dan bir §eyler kurtarmaya çalı§ılmasında olduğu gibi,
1830'larda İngiltere'nin kuzeyinde gerçekle§en 'Fabrika ajitasyonları' da
yerel sendikaların zayıflığınının telafisiydi.
Ne var ki, Jakoben gelenek de gücünü, benzersiz devamlılığını ve
kitleselliğini, yeni proletaryanın bir niteliği olan sıkı dayanı§madan ve
sadakatten aldı. Onları bir araya getiren §ey, sadece aynı yerde ya§ ayan
yoksul olmaları gerçeği değil, büyük sayılar halinde birlikte çalı§ıyor, i§i
birlikte yapıyor, birbirlerine güveniyor olmalanydı. Bu, onların ya§amıydı.
Yıkılmaz bir dayanı§ma onların tek silahıydı; çünkü ancak bu sayede
ellerindeki tek ama belirleyici kozu, yani toplum için vazgeçilmez olduk­
larını kabul ettirebiliyorlardı. 'Grev kırıcılığa hayır' (ya da buna benzer
sözler) , i§çilerin ahlaki yasalarının ilk buyruğuydu ve öyle de kaldı. Daya­
nı§mayı kıran ('karabacak'taki [grev kırıcı i§çi] 'kara' sıfatının ahlaki
anlamıyla betimlenen kimse), i§çi toplumunun Yahudası idi. Biraz olsun
siyasal bilinç edindiklerinde yaptıkları gösteriler, kolaylıkla kayıtsızlığa
savrulabilen kızgın bir 'ayaktakımı'nın feveranlarından değildi. Bir ordu­
nun hareketlerinf andırıyordu. Örneğin Sheffield gibi bir kentte orta
232 DEVRiM ÇAGI

sınıfla i§çi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi (1840 ba§larında) yerel siyasal
ya§amın ana konusu haline geldiğinde, derhal güçlü ve istikrarlı bir proletar­
ya bloğu ortaya çıkmı§tı. 184 7 sonlarında kent meclisinde sekiz Chartist
bulunuyordu ve 1 848'de Chartizmin ulusal ölçekte çökmesinin, on ile
yirmi bin arasında insanın o yılın Paris devrimini selamladığı bir kentte
hemen hiçbir etkisi olmadı: 1849'da Chartistler, kent meclisindeki sandal­
yelerin neredeyse yarısım ele geçirdiler. 24
ݧçi sınıfıyla Jakoben geleneğin altında, her ikisine de güç veren çok
daha eski bir gelenek tabakası yer alıyordu: Ba§kaldırı ya da umutsuz
insanların zaman zaman ba§vurdukları toplu protesto geleneği. Doğrudan
eylemin ya da ba§kaldırmanın, makineleri, dükkanları ya da zenginlerin
evini yıkınanın uzun bir tarihi vardı. Genelde bu gelenek, düpedüz açlığın
ya da (18 10-1 1'de ve yine 1826'da İngiliz dokumacılığında, 1830'larda
1 840'ların ortalarında kıta Avrupası'nın dokumacılığında) dönemsel ola­
rak makinelerin tehditi altında gerilemekte olan el endüstrilerini saran
makineleri kırma dalgalarında olduğu gibi, sınıra dayanmı§ insanların
duygularının bir ifadesiydi. Kimi zaman İngiltere'de olduğu gibi, örgütlü
i§çiler tarafından toplu baskının kabul görmü§ bir biçimini olu§turmak­
taydı ve siyasal ılımlılığı sendikacı olmayan meslekta§lanna kar§ı sistemli
bir terörle birle§tirmi§ madenciler, vasıflı tekstilciler ya da bıçakçılar ara­
sında olduğu gibi, makinelere kar§ı bir dü§manlık içermiyordu. Bazen de
i§sizlerin ya da açların ho§nutsuzluklannın bir ifadesiydi. Devrimin
olgunla§tığı bir zamanda, özellikle ba§kentlerde ya da siyasal bakımdan
hassas ba§ka noktalarda patlak verdiğinde, böyle bir doğrudan eylem,
aksi halde siyaseten ham kalacak olan insanları, belirleyici bir güç haline
sokabilmekteydi. Gerek 1 830'da gerekse 1848'de bu tür hareketler, aksi
durumda son derece küçük bir ho§nutsuzluk ifadesi olarak kalacak bir
protestonun ardına muazzam bir ağırlık koyarak onu ayaklanmaya dönü§·
türdüler.

IV

O nedenle bu dönemin emek hareketi, ne bile§imi ne ideolojisi ne de


programı açısından tam anlamıyla 'proleter', yani endüstri ve fabrika
i§çilerinin bir hareketiydi, ne de hatta ücretlilerle sınırlıydı. Daha çok
(esas olarak kentli) çalı§an yoksulları temsil eden bütün güç ve eğilimleri
bir araya getiren ortak bir cepheydi. Böyle bir ortak cephe uzun süre
varlığını sürdürdü; fakat Fransız Devrimi'nin son günlerinde öndediğini
ve esinini, liberal ve radikal orta sınıflardan almaya ba§laml§tı. Gördüğü-
ÇALIŞAN YOKSULLAR 233

· müz gibi, Paris halkının geleneğine bu birliğini veren (olgunla§maml§


proletaryanın özlemlerini bir yana bırakalım) 'Baldırıçıplaklık' bile değil,
'Jakobenlik'ti. 1 8 15'ten sonra ortaya çıkan yeni durum §Uydu: Bu ortak
cephe, kral ve aristokratların yanı sıra giderek liberal orta sınıfa da yönel­
mekteydi. Endüstri ve fabrika i§çisi henüz ortalarda görünmese de, ona
birliğini veren §ey proletaryanın ideolojisi ve programıydı ve bir bütün
olarak siyasal açıdan çalı§an yoksulların diğer kesimlerinden çok daha
geriydi. Gerek yoksullar gerekse zenginler, "toplumun orta katmanının
altındaki kentli kitleler"in25 hepsini siyaseten 'proletarya'ya veya 'i§çi sını-
. fı'na dahil etme eğilimindeydiler. "Mevcut gidi§atta içsel bir uyumsuzluk
olduğu ve bunun böyle devam ederneyeceği noktasında giderek §iddetle­
nen ve genelle§en hassasiyet"ten26 mustarip olanlar, gözden geçirilmi§
ve dü§ünsel bakımdan geçerli tek ele§tiri ve seçenek olarak sosyalizme
yönelme eğilimine girdiler.
Bu yeni hareketin önderliği de benzer bir gidi§at göstermeye ba§ladı.
Çall§an yoksulların en etkin, sava§çı ve siyasal bakırndan bilirıçli kesimleri,
yeni fabrika proletaryası değil, vasıflı zanaatkarlar, bağımsız artizanlar,
sipari§ üzerine evde çall§an orta ölçekli i§çilerle, daha büyük bir baskı
altında olmanın dl§ında Endüsti Devrimi'nden önce nasılsa öyle ya§amaya
ve çalı§maya devam eden insanlardı. İlk sendikalar, hemen hemen kaçınıl­
maz biçimde matbaacıların, §apkacıların, terzilerirı vs. sendikalarıydı. Leeds
gibi bir kentte -ki bu tipik bir durumdur- Chartist önderliğin çekirdeği,
sonradan el dokumacısı olm u§ bir doğramacıdan, bir çift matbaa ustasın­
dan, bir kitap satıcısından ve bir yün tarakçısından olu§maktaydı.
Owen'ın i§birliği [kooperatiflerle ilgili] öğretilerirıi benimseyenler arasında
bu tür 'artizanlar', 'makinistler' ve el i§çileri çoğunluktaydı. İlk Alman
i§çi komünistleri, gezgin zanaat ustaları; terziler, dağramacılar ve matbaa­
cılardı. 1848 Paris'inde burjuvaziye kar§ı ayaklananlar, (1871 Komününde
olduğu gibi) proletaryanın semti Belleville değil, eski artizanlar semti
Faubourg Saint-Antoine sakinleriydi. Endüstrinin ilerlemesi, 'i§çi sınıfı'
bilmeinin tam da bu kalelerini yıktığı ölçüde, bu ilk emek hareketlerinirı
gücüne de ölümcül darbeler indirdi. Örneğin 1820 ile 1850 arasında
İngiliz emek hareketi, i§çi sınıfının kendini yeti§tirmesi ve siyasal eğitim
alması için yoğun bir kurumlar ağı olu§turdu; 'makine enstitüleri'ni,
Owencı 'Bilim Salonları'nı ve ba§kalarını kurdu. 1850'de (siyasal yanları ,
daha bariz olanlarını saymazsak) İngiltere'de bunlardan, 400'ü haber
merkezi olmak üzere 700 adet -sadece Yorkshire kontluğunda 15 1 tane­
bulunmaktaydı.27 Fakat çoktandır bir gerileme içindeydiler ve birkaç on
yıl içinde de ya oldüler ya da uykuya daldılar.
234 DEVRiM ÇAGI

Bunun tek bir istisnası vardı. Sadece İngiltere'de, yeni proletarya,


çoktan örgütlenmeye hatta kendi önderlerini çıkarmaya ba§laml§tı: İdan­
dalı Owencı pamuk eğirmecisi John Doherty, madenci Tommy Hepburn
ile Martin Jude. Chartizmin birliklerini, sadece vasıflı artizanlarla, baskı
altındaki sipari§le çalı§an ev i§çileri olu§turmuyordu; fabrika i§çileri de,
Chartizmin sava§çılan, zaman zaman da önderleri konumundaydılar. Fa­
kat İngiltere dı§ında fabrika çalı§anlan ve madenciler, henüz aktör olmak­
tan çok mağdur durumundaydılar. Yüzyılın son bölümüne kadar yazgıla­
nnı kendi ellerine alamayacaklardı.
Emek hareketi, bir öz savunma, protesto, devrim örgütlenmesiydi.
Fakat çalı§an yoksullar için bir mücadele aracı olmaktan öte bir §eydi;
aynı zamanda bir ya§am biçimiydi. Liberal burjuvazi onlara bir §ey verme­
mi§ti; tarih onları, muhafazakarlann da savunmak ya da geri getirmek
için bo§ vaatlerde bulunduğu geleneksel ya§am tarzından uzakla§tırmı§tı.
İkisinin de giderek içine çekildikleri bir ya§am tarzı konusunda yapacak
fazla §eyleri yoktu. Fakat emek hareketi, kendilerinin §ekillendirdiği bir
ya§am tarzına sahipti; daha doğrusu kolektif, komünal, sava§çı, idealist
ve yalıtık bir hareketti, çünkü onun özü tam da mücadeleydi. Buna kar§ı­
hk, hareket de onlara bir tutunum ve hedef kazandırdı. Liberal söylen,
sendikalann [birliklerin] , vicdansız ajitatörlerin kı§kırttığı beceriksiz i§çi­
lerden olu§tuğunu ileri sürmekteydi; oysa gerçekte beceriksiz olanlar,
genelde en az sendikala§mı§ olanlardı; en akıllı ve ehil i§çilerse, sendika­
lann en sıkı destekçileri arasında yer alıyordu.
Bu dönemde bu türden 'i§çi dünyaları'nın en geli§kin örnekleri,
muhtemelen hala ev endüstrilerinden gelmekteyciL Örneğin Lyon ipek
i§çileri topluluğu vardı: Onlar hep isyankar canutlardı; 1 83 1 'de ve yine
1834'de ayaklandılar; Michelet'in ifadesiyle "bu dünya onu yapamayacağı
için, karanlık ve nemli vadilerinde kendilerine tatlı rüyalar ve
görüntülerden ahlaki bir cennet" kurdular.28 Cumhuriyetçi ve Jakoben
püritenlikleriyle, Swedeborgcu sapmalarıyla, Kütüphanesi, tasarruf
bankası, Makine Enstitüsü, Bilim Klübü, Resim Akademisi olan, misyoner
toplantıları yapan, içkiye kar§ı birlikler, kre§ler, Çiçeksevenler derneği
kuran, edebiyat dergisi çıkartan (Dunfermline'daki Gasometer) İskoç
keten dokumacıları* vardı, ve tabii Chartizmleri vardı. Sınıf bilinci,
militanlık, zalimlere kar§ı duyulan nefret ve horlama, iplikleri dokuduk-

•Kar§ıla§tırın: T. L. Peacock, Nightmare Abbey (1818): "Siz bir filorofsunuz dedi kadın, bir
özgürlük a§ığı. Siz, 'Felsefe Gazı' denen tei:in ya da İnsan Aklının Genel Aydınlanınası Projesi'nin
yazansınız."
ÇALIŞAN YOKSUllAR 235

lan tezgahlar kadar bu ya§ama özgü §eylerdi. Aldıklan ücretler dı§ında


zenginlere hiçbir §ey borçlu değildiler. Ya§amlarında sahip oldukları her
§ey, kendi kolektif yaratırnlarının ürünüydü.
Fakat bu sessiz ve derinden giden öz örgütlenme süreci, bu eski tür
i§çilerle sınırlı değildi. Çoğunlukla Northumberland ve Durham madenle­
rinde, yerel İlkel Metodist topluluğuna dayanan bir 'birlik' içinde; özellikle
Lancashire'daki* yeni endüstri alanlarında i§çilerin toplandıkları yardım­
la§ma ve dayanl§ma demeklerinde ve hepsinden öte Lancashire'ın küçük
endüstri kasabalarından ellerinde me§alelerle kadınlı erkekli çocuklu
Chartist gösterilerin yapıldığı kırlara doğru akan binlerce insanda,
1840'ların sonlarında yeni Rochdale kooperatif dükkaniarının yayılma
hızında yansısını bulmaktadır.

Ne var ki, bu döneme dönüp baktığımızda, (yeni endüstri proletaryasının


gücünü bir yana bırakırsak) çalı§an yoksulların zenginleri ürküten gücüy­
le, akıllarını oynatan 'komünizm hayaleti'yle, edimsel örgütlü güçleri ara­
sında büyük ve belirgirı bir kopukluk vardı. Protestolarının aleni ifadesi,
bir örgütlenme olmaktan çok, kelimenin tam anlamıyla bir 'hareket'ti.
Siyasal dı§avurumlarının en kitlesel ve kapsamlı biçimi olan Chartizmi
(1838v48) bir araya getiren §ey, bir avuç geleneksel ve radikal slogandan,
Feargus O'Connor ( 1 794-1 855) gibi yoksulların sesi haline gelmi§ birkaç
güçlü hatip ve gazeteci ve Northem Star gibi bir iki gazeteydi. Ortak
yazgıları, ya§lı militanların anımsattıkları, zenginlere ve kodamanlara kar§ı
omaktı:

"Rodney adında bir köpeğimiz vardı. Büyükannem bu isimden ho§lanmazdı,


çünkü asilzadeliğe yükselmi§ Amiral Rodney'in halka dü§man olduğu §eklinde
garip bir görü§ü vardı. Bu ya§lı kadın bana özenle Cobbett ile Cobden'in iki
farklı ki§i olduğunu açıklamı§tı; Cobbett bir kahramandı, Cobden ise sadece
orta sınıfın bir savunucusu. Uzun zaman öncesine ili§kin hatırladığım
manzaralardan biri de, porselenden bir George Washington heykelciğinin
yanında el i§leri ve metal çerçeveli resimlerin yakınında duranJohn Frost'un··
bir portresidir. Resmin tepesinde yer alan bir yazıda, Halkın Dostlan Resim
Galerisi'nden alınma olduğu yazılıydı. Ba§ında defne dalından bir çelenk

• 182l'de Lancashire, o zamana dek ülkenin toplam nüfusuna oranla en yüksek dayanl§ma
demeklerine sahipti (yüzde 17); 1 845'de Oddfellows loncalarının yakla§ık yarısı, Lancashire
ve Yorkshire'da bulunuyordu."
•• 1839'da Newport'da ba§arısızlıkta biten Chartist ayaklanmanın önderi.
236 DEVRiM ÇAGI

vardı, altta, Bay Frost, toplumdan dı§lanmı§ sefil ve p�ri§an haldeki insanlar
adına Adalet isterken gösteriliyordu ... Evimizin müdavimlerinden biri de,
Feargus'un Mektubunu evden birinin kendisine ve diğerlerine okuması için
mürükkebi bile kurumamı§ bir Northem Star'la saat gibi her pazar sabahı
kapımızda görünen sakat bir ayakkabıcıydı. Gazetenin önce ate§te kurutulması,
sonra da neredeyse bu kutsal nesnenin tek bir satırına zarar gelmemesi için
özenle ve düzenli olarak kesilmesi gerekirdi. Bu i§lemler yapılırken, Larry, ara
sıra ocağa uzattığı piposunu sakin sakin tüttürür, bir sofunun tapınakta takındığı
bütün o vecd haliyle büyük Feargus'un mesajını dinlemeye hazırlarurdı."30

Önderlik ya da koordinasyon neredeyse yok denecek kadar azdı. 1834-


5 tarihinde hareketi bir örgütlenmeye, bir 'genel birlik'e dönü§türmeye
yönelik en tutkulu giri§im de hızla ve acı bir biçimde son buldu. En fazla
-kıtada olduğu gibi İngiltere'de de-, ya§adıkhırı gibi mertçe ölen Lyon
ipek i§çileri gibi yerel çall§an topluluklar içinde kendiliğinden geli§mi§
bir dayanı§ma söz konusuydu. Bu hareketi bir arada tutan §ey, açlık,
sefalet, nefret ve umuttu. 1848'in devrimci Avrupası'nda olduğu gibi
Chartist İngiltere'de de yenilmelerine yol açan §ey, yoksulların ayaklanma­
lanna yetecek kadar aç, kalabalık ve umutsuz olmalarına kar§ın, isyanla­
rını toplumsal düzen için anlık bir tehlike olmaktan çıkartacak örgütlen­
meden ve dayanı§madan yoksun olmalarıydı. 1 848'de çalı§an yoksullar
hareketi, henüz 1 789-94'ün devrimci orta sınıfının Jakobenliğinin bir
dengini yaratabilmi§ değildi.
12
İdeoloji: Din

Bana yakıcı duygulanm ve dünyevi lurslannı, imanla, umutla ve merhametle soğutmuş;


yeryüzünü bir hac yolculuğu, öteki yaşamı gerçek baba toprağı olarak gören; yoksulluklanm
ve acılanm Hııistiyanca kahramanlıkla sevmeyi ve onlara göğüs germeyi öğrenmiş; bütün
ezilenlerin ilk doğanı İsa Mesih'i seven, ona tapan ve evrenin kurtuluşunu onun çektiği
aczda gören bir halk niyaz ey le. Derim; bu kalıptan dökülmüş bir halk niyaz et ki sosyalizmi
yenmek kolayca mümkün olmakla kalmasın; bir daha akıllara dahi getirilmesin ...
Civilta Cattolica 1

Fakat Napoleon ilerlemeye başladığında, sapkın Molokanlz köylüler, onun, eski


ilahilerinde anlatıldığı gibi sahte çan devirmek ve gerçek Beyaz Çan tahta geçirmek üzere
[Tann tarafindan] görevlendirilmiş Yehoşafat vadisinin aslam olduğuna inanıyorlardı. O
yüzden Tambov eyalerinin Molokanlan, Napoleon'u karşılamak, saygılanm sunmak ve beyaz
kaftan giydirmek üzere aralanndan bir heyet seçtiler.
Haxhausen, Studien ueber ... Russland2

İnsanların dünya hakkındaki dü§ündükleri ba§ka bir §ey, dü§ünürken


kullandıkları terimlerse daha ba§ka bir §eydir. Tarihin büyükbölümünde
ve (belki de Çin ba§lıca istisnayı olu§turmak üzere) dünyanın büyük
kısmında bir avuç eğitimli ve önyargılardan arınml§ insanın dı§ında her­
kesin dünyayı tasarlarken kullandıkları terimler, 'ıristiyan' sözcüğünün
bazı ülkelerde 'köylü' hatta 'insan'la aynı anlama gelmesine neden olacak
kadar geleneksel dinin terimleriydi. Bu durum, 1848'den önceki bir evre­
de, (her ne kadar çifte devrimin dönü§türdüğü bölgeler dı§ında pek öyle
değilse de) Avrupa'nın çoğu bölgesinde ortadan kalktı. Din, hiç kimsenin
kendisinden kaçamayacağı, yeryüzünün ötesindeki her §eyi kapsayan
gökyüzü gibi bir §eyken; büyük, ama sınırlı ve insani bir göğün durmadan
deği§en bir özelliği olarak bulut kümesini andıran bir görünüme büründü.
Bu deği§menin pratik sonuçları, sonradan sanıldığından daha belirsiz ve
kararsız olmakla birlikte, bütün ideolojik deği§iklikler arasında diğerleriyle
kar§ıla§tırılamayacak kadar derindi; ve nereden bakılsa, en benzersiz olanı
da buydu.
238 DEVRiM ÇAGI

Benzersiz olan, ku§kusuz kitlelerin laikle§mesiydi. Soylu bayanlar diğer


hemcinsleri gibi sofuluklarını sürdürseler de, alt tabakalara örnek olacak
biçimde ayinsel görevlerin titizlikle yerine getirilmesiyle birlikte giden
kibarca bir dinsel kayıtsızlık, uzunca bir zamandır özgürle§mi§ olan soylular
arasında bilinmeyen bir §ey değildi. 3 Kibar ve eğitimli erkekler, varolmanın
dı§ında hiçbir i§levi olmasa ve insan i§lerine doğrudan karı§masa ya da
mültefit bir kabulleni§in di§ında herhangi bir tapınma biçimi gerektirmese
de, teknik olarak yüce bir varlığa inanmaktaydılar. Fakat geleneksel dinle
ilgili görü§leri, horlama ve açık bir husumet ta§ıyordu; samimi tanrıtanı­
mazlar olduklarını ilan etmeye hazırdılar. Büyük matematikçi Laplace,
Tamıyı semavi sisteminde nereye oturttuğunu soran Napoleon'a böyle
bir hipoteze gereksinmesi olmadığını söylemi§ti. Samimi tanrıtanımazlık,
onsekizinci yüzyıl sonlarının zihinsel modalarını yaratan aydınlaninı§ alim­
ler, yazarlar ve soylu beyler arasında yine de görece seyrek rastlanan bir
durum olmakla birlikte, samimi Hıristiyanlık bundan da seyrek bir durum­
du. Onsekizinci yüzyıl sonunda seçkinler arasında boy atmakta olan bir
din varsa, o da ussalcı, aydınlanmacı ve kilise kar§ıtı Farmasonluktu.
Kibar ve eğitimli sınıftan erkekler arasında yaygın bir eğilim olan
Hıristiyanlıktan uzakla§ma tavrı, onyedinci yüzyıl sonuyla onsekizinci
yüzyıl ba§larına dek uzanmaktadır ve §a§ırtıcı, yararlı kamusal etkiler
yaratml§tır: Batı ve Orta Avrupa'yı yüzyıllarca me§gul etmi§ cadı mahke­
melerinin yerini bu kez sapkınlık ve autos�-fe into limbonun alması
bunu yeterince kanıtlamaktadır. Ancak onsekizinci yüzyıl ba§larında bu
durum, alt, hatta orta tabakalan pek etkilemedi. Köylülük, yüzeydeki
Hıristiyanlığın ardında hala varlığını sürdüren daha eski tanrılar ve ruhlar
bir yana, Bakire'nin, Azizierin ve Kutsal Kitap'ın diliyle konu§mayan ideo­
lojilerin tümüyle dı§ındaydı. Eskiden beri sapkınlığa yatkın olan zanaat­
karlar arasında dindı§ı dü§ünceler heyecan yaratmaktaydı. ݧçi sınıfı için­
de en inatçı aydınları, Jacob Boehme gibi gizemcileri yaratmı§ olan ayak-
. kabıcıların, her tür tanrı hakkında ku§ku duymaya ba§ladıkları görülmek­
teyciL Viyana' daki J akobenlere yakınlık duyan tek zanaatkar grubu onlar­
dı; çünkü tanrıya inanmadıkları söyleniyordu. Kentlerdeki vasıfsız yoksul­
larsa (belki Paris ve Londra gibi birkaç Kuzey Avrupa kenti dı§ında) son
derece dindar ya da bo§ inançlı insanlar olarak kaldılar.
Fakat, ussalcı, ileri dü§ünceli, gelenek kar§itl bir aydınlanma ideolojisi,
yükselmekte olan orta sınıfın dünyayla ilgili §emasına mükemmelen uy­
makla birlikte, din dü§manlığı orta tabakalar arasında bile yaygın bir ·

olgu değildi. Bu ideoloji, soylu bir topluma özgü ahlakdı§ılığı ve aristokra­


siyi çağrı§tırmaktaydı. Gerçekten de ilk gerçek 'özgür dü§ünürler' olan
iDEOLOJi: DiN 239

onyedinciyüzyıl ortalarının libertinled, adlarının halkta yarattığı çağrı§ıma


tam olarak uymaktaydılar: Maliere'in Don]uan'ı, sadece tanrıtanımazlıkla
cinsel özgürlüğün bir bile§imi olarak değil, saygıdeğer burjuvanın bundan
duyduğu korkuyu da resmeder. Bacon ve Hobbes gibi büyük ölçüde orta
sınıf ideolojisinin habercisi olan dü§ünsel bakımdan en cüretkar dü§Ü·
nürlerin; aynı zamanda eski ve çürümü§ bir toplumla birlikte anılıyor
olmaları gibi bir paradoksal durumun ortaya çıkması için yeterince neden
vardı. Yükselen orta sınıfın ordularının, sava§mak için disiplinli, güçlü
ve sade ahlaka sahip bir örgütlenmeye gereksinmeleri vardı. Kuramsal
olarak bilinemezcilik ya da tanrıtanımazlık bununla eksiksiz biçimde uyu§­
maktaydı, bunun için Hıristiyanlığın varlığı gerekmiyordu; ve onsekizinci
yüzyılın filozofları [philosophes] , yılınadan usanmadan, (örneklerini soylu
vah§iler arasında buldukları) 'doğal' ahiakın ve bireysel özgür dü§ünürün
sahip olduğu yüksek ki§isel ölçüderin Hıristiyanlıktan daha iyi olduğunu
tanıdamaya çall§tılar. Fakat eski tip dinin sınanmı§, güvenilir üstünlük­
leriyle, ı;ı.hlakın doğaüstü yaptırımını ortadan kaldırmak, sadece, toplum­
sal bakımdan yararlı bo§ inançlar olmadan ya§ ayamayacak genelde cahil
ve aptal görülen çall§an yoksullariçin değil, bizzat orta sınıfiçin de uygula­
mada büyük tehlikeler içeriyordu.
Fransa'da devrim sonrası ktı§akların ya§amı, (-Robespierre'in 1794'te
yaptığı gibi- Rousseaucu bir 'yüce varlık tapısı', Hıristiyan olmayan ussalcı
temeller üzerine kurulmu§ çe§itli sözde dinler gibi) Hıristiyanlığa denk
Hıristiyan olmayan bir burjuva ahlakı yaratma çabalarıyla doludur, Fakat
yine de bu çabalarda (Saint-Simoncular ve Comte'un 'insanlık dini' gibi)
ayinler ve tapılar varlıklarını korumaktaydı. Sonuçta eski dinsel tapıların
dı§, yüzeysel yanlarını koruma gayretine son verildi; ama ('dayanı§ma'
gibi çe§itli ahlaki kavramlara) ve hepsinden öte rahipliğin dindl§ı dengini
olu§ turan öğretmeniere dayanan biçimsel bir dindı§ı ahlak kurma çabası
sürdü. Her köyde öğrencilerinin kafasını Roma Devrim ve Cumhuriyet
ahlakıyla dolduran, köy papazının resmi hasmı, yoksul, özgeci ilkokul
öğretmeni, aynı zamanda burjuva istikrarının yerle§mesinden kaynakla­
nan siyasal sorunları (nereden bakılsa yetmi§ yıllık) toplumsal devrimin
temellerine dayanarak çözecek olan Üçüncü Cumhuriyet'e kadar muzaf­
fer olamadı. Fakat bu öğretmen tipi [instituteurl , "ba§lıca sınıfların eğiti­
minden sorumlu olanlara, Cicero ile Sallustius'un 'devleti kurmak'tan
(instituere civitatem) ve 'devletlerin ahlaki temellerini atmak'tan (instituere
civitatum mores) dem vuran sözlerini yansılayacak biçimde instituteur [ku­
rucu] denecektir" diyen Condorcet'in 1 792 tarihli yasasında zaten örtük
olarak yer almaktadır. 4
240 DEVRiM ÇAGI

Şu halde burjuvazi, ideolojik bakımdan sözünü sakınınayan özgür


dü§ünürlerden olu§an bir azınlık ile Protestan, Yahudi ve Katelik dindar
bir çoğunluk arasında bölünmü§ olarak kaldı. Ancak tarihsel bakımdan
yeni olan §Uydu: Bu ikisinden özgür dü§ünce yanlıları, diğeriyle kar§Ua§­
tırılamayacak kadar daha dinamik ve etkindi. Din, sadece nicelik açısın­
dan o büyük gücünü sürdürmekle ve ileride göreceğimiz gibi daha da
güçlenmekle birlikte, artık egemen değildi, geri çekilmekteydi; ve günü­
müze dek de çifte devrimin dönü§türdüğü bir dünyanın çerçevesi içinde
kaldı. Yeni ABD'nin yurtta§larının büyük kısmının (çoğunluğu Protestan
olmak üzere) §U ya da bu dine inandıklarına ku§ku yoktur; ancak Cumhu­
riyet'in Anayasası, bilinemezciliğin anayasasıdır ve bütün deği§tirme çaba­
larına kar§ın öyle de kalmı§tır. Ele aldığımız dönemin İngiliz orta sınıfları
arasında Protestan dindarların, bilinemezci radikallerin olu§turduğu azın­
lıktan çok daha kalabalık olduğu ve giderek de sayılarının arttığı ku§ku
götürmez bir gerçektir. Fakat bu çağın edimsel kurumlarına biçimlerini
veren, Wilberforce'dan çok Bentham olmu§tur.
Laik ideolojinin dinsel ideoloji üzerindeki bu tayin edici zaferinin en
açık kanıtı, aynı zamanda onun en önemli sonucudur da. Amerikan ve
Fransız Devrimleri aracılığıyla belli ba§lı siyasal ve toplumsal dönü§ümler
laikle§tirildi. Onaltıncı ve onyedinci yüzyıl Hollanda ve İngiliz Devrim­
leri'nin örtaya çıkardığı meseleler hala ister ortodoks ister mezhepçi ister
sapkın olsun, Hıristiyanlığın geleneksel dili içinde tartı§Uffil§tı. Amerikan
ve Fransız [Devrim] ideolojilerindeyse Avrupa tarihi ilk kez Hıristiyanlığın
önemini yitirdiğine tanık oldu. Ölen baldırıçıplak kahramanlardan, eski­
leri andıran aziz ve §ehit tapılan yaratmaya çalı§an birkaç folklorik çabayı
bir yana bırakırsak, 1789'un dili, simgeleri, giysisi tamamen Hıristiyan
dı§ıydı. Aslına bakılırsa Romalıydı. Aynı zamanda devrimin bu laik
niteliği, kendi tekil ideolojik biçimlerini geni§ kitlelere dayatan liberal
orta sınıfın siyasal hegomanyasına i§aret etmekteydi. Fransız Devrimi'nin
dü§ünsel önderlerinin, devrimi gerçekle§tiren kitlelerin arasından gel­
medikleri dü§ünülürse, devrimin ideolojisinin, gösterdiğinden daha fazla
bir gelenekçilik emaresi gösteremeyecek olmasında anla§ılmaz bir yan
yoktur.*
Demek ki burjuvazinin zaferi, Fransız Devrimi'ni, onsekizinci yüzyıl
aydınlanmasının bilinemezci ya da laik ahlak ideolojisiyle boyadı ve bu
devrimin üslubu, sonraki bütün toplumsal devrim hareketlerinin genel
dili oldu, bu laikliği onlara da ta§ıdı. Özellikle Saint-Simon gibi aydınlarla,
· Aslında zaman zaman (Ça Ira'da o1duğu gibi) dönemin sadece halk §arkılarında Katolik
bir terıninolojinin izleri görülmektedir.
iDEOLOJi: DiN 241

aralannda terzi Weitling ( 1808-187 1) gibi birkaç eskil Hıristiyan-komü­


nist mezhepçinin bulunduğu önemsiz istisnalar dı§ında, yeni i§çi sınıfının
ve ondokuzuncu yüzyıl sosyalist hareketlerinin ideolojisi ba§ından itibaren
laikti. Dü§üncelerinde küçük artizanların ve yoksul el i§çilerinin radikal­
demokrat özlemlerini dile getiren Thomas Paine, İnsan Haklan kitabı
(1 791 ) kadar, İncil'in Tanrının kelamı olmadığını kanıtlamak amacıyla
halk diliyle kaleme aldığı Akıl Çağı ( 1 794) kitabıyla da tanınmaktadır.
1820'lerin makinistleri, Robert Owen'ın pe§inden sadece kapitalizm çö­
zümlemesi nedeniyle değil, inançsız biri olmasından dolayı gittiler ve
Owencılığın çökmesinden uzun zaman sonra da Owencıların Halis of
Science'ı ussalcı propagandayı kentlere yaymaya devam etti. Dindar sosya­
listler olmu§tur ve bugün de vardır; dindar olmasına kar§ın aynı zamanda
sosyalist de olan yığınla insan vardır. Fakat modem emek hareketlerinin
ve sosyalist hareketlerin baskın ideolojileri, onsekizinci yüzyıl ussalcılığına
dayanmaktadır.
Gördüğümüz gibi kitleler esasen dindar kalmaya devam ederken, gele­
neksel Hıristiyan bir toplumda yeti§mi§ kitlelerin doğal devrimci üslupla­
rının (toplumsal sapkınlık, binyılcılık ve benzerleri gibi) bir ba§kaldırı
üslubu olması, İncil'in bir fesat kaynağı haline gelmesi, daha da §a§ırtıcıdır.
Ne var ki, yeni emek hareketine ve sosyalist hareketlere hakim olan
laiklik, aynı ölçüde yeni ve daha temel bir olgu olan yeni proletaryanın
dine kar§ı kayıtsız tavrına dayanmaktaydı. Endüstri Devrimi döneminde
yeti§mi§ çall§an sınıfların ve kentli kitlelerin, modem ölçütlerle kar§ı­
la§tırıldığında dinin çok daha fazla etkisi altında olduklarına ku§ku yoktur;
fakat ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısının ölçÜtleriyle örgütlü dinden bu
uzaklıklarının, cehaletlerinin ve kayıtsızlıklarının bir benzeri daha yoktu.
Bütün siyasal eğilimlerden gözlemciler bu konuda aynı dü§üncededirler.
185 1 tarihli İngiliz Din Sayımı, bu durumun çağda§larını deh§ete sürükle­
diğini ortaya koydu. Bu uzaklığın büyük kısmı, geleneksel yerle§ik kilise­
lerin, insanların toplandıkları yerlerle -büyük kentler ve yeni endüstriyel
yerle§imler- ve onların kendi deneyimlerine ve uygulamalarına yabancı
toplumsal sınıflarıyla -proletaryayla- uğra§makta düpedüz ba§arısız olma­
sından ileri gelmekteyciL 185l'de Sheffield'da ya§ayanların ancak %34'ü,
Liverpool ve Manchester'dakilerin ancak %3 1 .2'si, Birmingham'da ya§a­
yanların sadece %29'u için ibadet yeri vardı. Köydeki bir papazın kar§ı­
la§tığı sorunların, endüstri kentlerinde ya da bu kentlerin teneke mahal­
lelerinde ya§ayan ruhların sağaltıroma bir yararı olmuyordu.
O nedenle yerle§ik kiliseler bu yeni toplulukları ve sınıfları ihmal
ettiler ve (özellikle Katalik ve Lutherci ülkelerde) sonunda onları ele
242 DEVRiM ÇAGI

geçirecek olan yeni emek hareketlerinin laik inacına terkettiler ( 1848'de


kilisderin böyle davranmadığı ülkelerdeyse i§çileri ima�sızlıktan kurtarma
dürtüsü fazla güçlü değildi.) Protestan mezhepler, İngiltere gibi mezhep­
çiliğin oldukça yerle§ik dinsel-siyasal bir görüngü olu§turduğu ülkelerde
daha ba§arılıydı. Buna kar§ın bu mezheplerin, toplumsal çevrenin,
rençberler, madenciler ve balıkçılar arasında olduğu gibi geleneksel küçük
kent ya da köy havasına daha yakın olduğu yerlerde çok ba§arılı olduk­
larına ili§kin yığınla kanıt bulunmaktadır. Öte yandan endüstrinin çall§an
sınıflan arasında bu mezhepler asla bir azınlık olmanın ötesine geçe­
mediler. Bir grup olarak i§çi sınıfının örgütlü dinle ili§kisinin, dünya tari­
hinin önceki herhangi bir yoksul kitlesinden çok daha az olduğuna ku§ku
yoktur.
· O nedenle 1 789'dan 1 848'e kadarki dönemin genel eğilimi, etkili bir
laikle§me yönündeydi. Bilim kendini, evrim alanına girdiğinde olduğu
gibi, giderek Kutsal Yazı ile çatl§ma içinde buldu (15. Bölümle kar§ıla§·
tınn). Özellikle ı830'lardan itibaren Tübingen profesörleri tarafından
daha önce görülmemi§ dozda İncil'e uygulanan tarihsel bilginlik, Tanrı
tarafından yazılınasa bile onun tarafından esinlenen tek bir metni, insanın
belgelemi§ olmasından kaynaklı bütün kusurlanyla birlikte tarihsel bir
belge derlemesine dönü§türdü. Lachmann'ın Novum Testamentum'u
( ı 842-ı 85 2) , İncil'in gözle tanıklığa dayanan anlatırnlar olduğunu yadsı­
mı§ ve İsa Mesih'in niyetinin yeni bir din kurmak olduğunun kesin olma­
dığını ifade etmi§ti. David Strauss'un tartı§malı eseri Life of]esus (1835),
doğaüstü ögeyi İsa'nın ya§amöyküsünden çıkarıp attı. ı 848'de eğitimli
Avrupalılar, Charles Darwin'in yaratacağı §oka neredeyse hazırdılar. Çe­
§itli siyasal rejimlerin, yerle§ik kilisderin mülkleriyle yasal ayncalıklanna,
ruhbana ve diğer dini sirnalara yönelik doğrudan saldırıları, bu eğilimi
güçlendirdi ve -Roma Katalik kilisesine, bağlı ülkelerde- giderek
hükümetlerle öteki laik kurulu§larda, o güne dek büyük ölçüde dinsel
kurumlara bırakılmı§ -özellikle eğitim ve sosyal refah gibi- i§levleri devral­
ma yönünde bir eğilim belirdi. ı 789 ile ı 848 arasında manastırlar ka­
patıldı ve Napali'den Nikaragua'ya dek hepsinin mülkleri satı§a çıkarıldı.
Elbette Avrupa dı§ında fatih beyazlar, ya -ı 830'larda Hindistan'da kocası
ölen kadınların yakılına töresini ve tagların ayinlerde insan kurban etme
göreneklerini bastıran İngiliz idareciler gibi- bo§ inanca kar§t aydın­
lanmanın inanmı§ savunucuları olarak ya da sadece hangi önlemlerin
kurbanları üzerinde etkili olabileceği hakkında hemen hiçbir fikirleri ol­
madığından, bağlılannın ya da kurbanlarının dinlerine doğrudan saldırıya
geçtiler.
iDEOLOJi: DiN 243

II

Salt sayısal olarak alındığında, fiilen daralmalan söz konusu olmadıkça,


bütün dinlerin nüfus artı§ına ko§Ut olarak geni§ledikleri görülmektedir.
Ancak ele aldİğımız dönemde iki din türü yayılma konusunda özel bir
yetenek göstermi§tir: İslam ve mezhepçi Protestanlık. Arkasına Avrupa'nın
askeri, siyasal ve ekonomik istilacı güçlerini alarak Avrupa dl§ında gerçek­
le§ tirdikleri misyonerlik faaliyetlerinde gözlenen bariz artı§a rağmen, Ka­
tolik olsun Protestan olsun öteki Hıristiyan dinlerin yayılma konusundaki
kesin ba§arısızlıklarıyla kar§ıla§tırıldığında, bu yayılınacılık daha da göz
alıcı olmaktadır. Gerçekten de devrimi ve Napoleon'u içine alan onyıl­
larda, Protestan misyonerliğinin sistemli olarak büyük ölçüde Anglo­
Saksonlar tarafından ba§latıldığına tanık olunmaktadır. Baptist Misyoner
Topluluğu ( 1 792) , Mezheplerarası Londra Misyonerlik Cemiyeri (1 795),
Evanjelik Kilisesi Misyonerlik Cemiyeri ( 1 799) , İngiliz ve Yabancı İncil
Cemiyeri'ni (1804) , Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu
(18 10) , Amerikan Baptistleri (18 14), Wesleyanlar (18 13-18) , Amerikan
İncil Topluluğu (.1 8 16), İskoç Kilisesi ( 1824) , Birle§ik Presbiteryenler
(1835), Amerikan Metodist Piskoposlan (1819) ve diğerleri izledi. Hol­
landa Misyoner Cemiyeri (1 797) ile Basel Misyonerleri'nin ( 1 8 15) öncü
niteliğindeki çabalarına rağmen, kıtadaki Protestanlar daha sonraki tarih­
lerde geli§me göstermi§lerdir: 1 820'lerde Berlin ve Ren cemiyetleri; otuz­
larda Leipzig ve Bremen cemiyetleri, 1842'de de Norveç Misyonerler
Cemiyeri kuruldu. Misyonerlik faaliyetleri durgun ve önemsiz boyutlarda
olan Roma Katolikliğiyse sonradan bir canlanma içine girdi. Dinsizlere
İncillerin adeta boca edilmesinin ve dini ticaretin, Avrupa ve Amerika'nın
dinsel, toplumsal ve ekonomik tarihiyle bir ilgisi vardır. Bizim burada
sadece, 1848'de Hawaii gibi Pasifik'teki bazı adalar dı§ında fazla kayda
değer sonuçlan olmadığını belirtmemiz yeterlidir. 1820'lerde özgürlükleri­
ne kavu§IDU§ Amerikalı kölelerin kurdukları devletler olan Liberya ve
(1 790'larda köle kar§ıtı ajitasyon sayesinde dikkat çeken) Sierra Leone'de
birkaç sıçrama tahtası elde edildi. Avrupalıların Güney Afrika'da yerle§­
tikleri yerlerin civarında (yerle§ ik yerel İngilz Kilisesi ile Hollanda Reform
Kilisesi'nden o lmayan) yabancı misyonerler, Afrikalılara d in
deği§tirtmeye ba§ladılar. Fakat ünlü misyoner ve ka§ifDavid Livingstone
1 840'ta Afrika'ya yelken açtığında , bu kıtanın ilk sakinleri hala
Hıristiyanlıkla temasa geçmi§ değildi.
Oysa İslam, bu din açısından son derece karakteristik olan zorla din
deği§rirmeye ba§vurmadan ya da örgütlü bir misyonerlik faaliyetini arkası-
244 DEVRiM ÇAGI

na almadan sessiz, yava§, ama emin bir biçimde yayılmaya devam etmek­
teyciL Hem doğuya doğru, Endonezya'ya ve Kuzey-batı Çin'e, hem de
Sudan'dan Senegal'e, daha küçük boyutta da Hint Okyanusu'nun iç
sahillerinden ba§layarak batıya doğru yayıldı. Geleneksel toplumlarda
din gibi temel nitelikteki bir §ey deği§ikliğe uğradığında, çok büyük sorun­
larla kar§ı kar§ıya kalınacağı açıktır. Afrika'nın içierinin dı§ dünyayla
olan ticaretini neredeyse tekellerinde bulunduran ve bu sayede kalabalık­
la§an Müslüman tacirlerin, İslamın yeni halkların gündemine girmesinde
katkıları oldu. Topluluk ya§amını altüst eden köle ticareti, toplumsal
yapıları yeniden birle§tirınenin güçlü bir aracı olduğundan İslamı çekici
hale getirdi.4• Aynı zamanda Muhammed'in dini, Sudan'ın yarı feodal
ve askeri topluluklarına da seslendi ve bu dinin kazandırdığı bağımsızlık,
militanlık ve üstünlük duygusunun köleliği dengelemek gibi bir yararı
oldu. Müslüman zenciler, kötü kölelerdi: Bahia'ya (Brezilya) ithal edilen
Haussa (ve diğer Sudanlılar) , 1807 ile (çoğunun öldürüldüğü ya da gerisin
geri Afrika'ya gönderildiği) 1835'teki büyük ayaklanma arasındaki zaman
diliminde dokuz kez ba§kaldırdılar. Köleler, ancak son dönemlerde ticarete
açılmı§ olan bu bölgelerden uzak durmayı öğrendiler.5
Afrika İslamında beyazlara direni§ ögesinin çok az olduğu açık olmakla
birlikte (o zamana dek bu bölgede fazla bir direni§e rastlanmaml§tı) , Gü­
neydoğu Asya'da öteden beri ya§amsal bir rol oynamaktaydı. Burada (bir
kez daha tüccarların öncülüğünde) İslam, uzun zaman önce yerel tapılara
ve baharat adalarının gerileyen Hinduizmine kar§ı; aynı zamanda Hindu­
la§mı§ penslere kar§ı halkın bir kaqı koyma aracı olmakla birlikte, daha
çok Portekiziiiere ve Hollandalılara kar§ı 'bir tür ön-milliyetçilik' aracı
olarak geli§mi§ti.6 Giderek hareket alanları daralan bu prensler, Hollanda­
lıların bağlılan ya da aracıları durumuna dü§tükçe, İslam da halkın bağrın­
da daha derine kök salmaya ba§ladı. Hollandalılarsa, Endonezya prensle­
rinin din öğretmenleriyle ittifak kurarak, Djogjakarta Prensi'nin Java
Sava§ı'nda ( 1825-830) olduğu gibi, genel bir halk ayaklanması ba§latabi­
leceklerini öğrendiler. Bunun sonucunda, defalarca yerel egemenlerle
yakın bir ittifak kurma politikasına ya da dalaylı egemenliğe dönü§ yap­
tılar. Bu arada ticaretin ve deniz ta§ımacılığının geli§mesiyle birlikte Gü­
neydoğu Asya müslümanlanyla Mekke arasında kurulan sıkı ili§kiler, hacı­
ların sayısının artmasına, Endonezya müslümanlarının ortodoksla§masına,
hatta Arap Vahabiliğinin militan ve canlandırıcı etkilerine açık hale gel­
melerine neden oldu.
Bu dönemde İslama yayılma gücünün büyük kısmını veren İslam için­
deki reform ve canlanma hareketlerine, aynı zamanda, Avrupa'nın geni§·
iDEOLOJi: DiN 245

lernesinin yarattığı etkiyi ve eski Muhammedçi toplumların (özellikle de


Türk ve İran imparatorluklarının) bunalımını ve belki de Çin imparator­
luğunun artan bunalımını yansıtan bir olgu olarak da bakılabilir. Püriten
Vahabiler, onsekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan'da ortaya çıkmı§lardı.
lB 14'te Arabistan'ı fethettiler ve Mehmet Ali'nin batılıla§an Mısırı'yla
Batılı orduların birle§ik güçleri tarafından durduruluncaya kadar Suriye'yi
fethedebilecek hale geldiler. Ama öğretileri, doğuya, İran'ın, Afganistan'ın
ve Hindistan'ın içlerine kadar yayıldı. Vahabiliktei). esinlenen Cezayirli
bir din adamı olan Sidi Muhmmed bin Ali el Sunusi, 1840'lardan itiba­
ren Tripali'den Sahra çölüne dek yayılan benzer bir hareket geli§tirdi.
Cezayir'de Abdülkadir, Kafkaslarda Şeyh Şamil, Fransızlara ve Ruslara
kar§ı dinsel-siyasal direni§ hareketleri yarattılar (7. Bölüme bakınız) ve
sadece Peygamberin ortaya koyduğu biçimiyle safislama dönmekle kalma­
yıp Batılı yenilikleri de bünyesine almaya çalı§an bir panislamcılık yarat­
mayı umdular. 1840'larda İran'da, milliyetçi ve devrimci heterodoksisi
çok daha belirgin olan Ali Muhammed'in Bab hareketi ortaya çıktı. Diğer
§eyler arasında bu hareketin İran Zerdü§tiliğinin bazı eski uygulamalarına
geri dönmek ve kadınların peçelerini kaldırmak gibi bir eğilimi vardı.
islamdaki mayalanma ve yayılma, salt din tarihi açısından bakıldığın­
da, 1 789'dan 1848'e kadarki dönemi İslamın dünya çapında canlanması
biçiminde tarif edebileceğimiz ölÇülere vardı. Gerçi dönemin sonlarında
bu türden pek çok özelliğe sahip Çin'deki büyük Taiping isyanının e§iğine
geliyoruz ama, Hıristiyanlık d1§ındaki dinler arasında İslamın kitlesel hare­
ketinin bir benzeri daha yoktu. İngiliz Hindistanı'nda -özellikle Ram
Mohan Ray'un ( 1 772-1833) Brahmo Samaj'ı gibi- küçük dinsel aydın
reform hareketleri ortaya çıktı. Birle§ik Devletler'de beyazlara yenilen yerli
kabileleri, yüzyılın ilk on yılında Tecumseh önderliğinde bilinen en büyük
Ova Yerlileri konfederasyonunun sava§ına ve İroki ya§am tarzını beyaz
Amerikan toplumunun bozucu etkilerine kar§ı korumak amacıyla kurulan
Handsome Lake dinine ( 1 799) ilham kaynağı olmu§, beyazlara kar§ı vahye
dayalı dinsel-toplumsal direni§ hareketleri geli§tirmeye ba§ladılar. Bazı ı­
ristiyan, özellikle Quaker unsurları da benimseyen bu peygamberi resmen
tanıma onuru, gerçek aydınlanmanın nadir simalarından biri olan Thomas
Jefferson'a aittir. Ne var ki, geli§mi§ bir kapitalist uygarlıkla anirnist halklar
arasındaki doğrudan temas, yirminci yüzyıla özgü bir durum ·olan bu tür
kehanetçi ve binyılcı hareketler ortaya çıkaracak boyutta değildi.
Protestan mezhepçiliğinin yayılınacı hareketi, neredeyse tümüyle ge­
li§mi§ kapitalist uygarlığın varolduğu ülkelerle sınırlı kaldı ve bu bakımdan
İslamın yayılma hareketinden farklıydı. Bu türden bazı hareketler (örne-
246 DEVRiM ÇAGI

ğin Alman pietizmi ya da İngiliz evanjelizmi gibi), kendi yerle§ik devlet


kiliseleri çerçevesinde kaldıklarından, çaplarını ölçebilmek olanaksızdır.
Ancak büyük olduklarına ku§ku yoktur. ı85 ı 'de İngiltere ve Galler'deki
Protestanların kabaca yarısı, İngiliz Kilisesi dı§ındaki dinsel ayinlere gidi­
yorlardı. Mezheplerin kazandığı bu olağanüstü zafer, esas olarak ı 790'dan,
ya da daha kesin olarak Napoleon Sava§lan'nın son yıllarından itibaren
gerçekle§en dinsel geli§melerin sonucuydu. Bu anlamda, ı 790'da Wesle­
yan Metodistlerinin Birle§ik Krallık'taki üye sayısı zar zor 59.000'i buluyor­
du; ı850'deyse çe§itli dallanyla birlikte bu sayının on katına ula§ml§lardı.7
Birle§ik Devletler'de de çok benzer bir kitlesel din deği§tirme süreciyle,
eski egemen kiliseler pahasına Baptistlerin, Metodistlerin ve daha az
ölçüde de Presbiteryenlerin sayısında artı§ olmu§tu; ı850'de ABD'deki
bütün kilisderin yakla§ık dörtte üçü, bu üç mezhebe aitti.8 Yerle§ik kilise­
lerin sarsılması, mezheplerin ortaya çıkarak egemen dinlerden ayrılması,
aynı zamanda İskoçya ( ı843'teki 'Büyük Bölünme'), Hollanda, Norveç
ve ba§ka ülkelerde de bu dönemin din tarihine damgasını vurmaktadır.
Protestan mezhepçiliğinin coğrafi ve toplumsal sınırlarına ili§kil1 ne­
denler bellidir. Roma Katalik Kilisesi'ne bağlı ülkelerde halk mezhepleri­
nin geli§ebileceği bir ortam ve gelenek varolmadı. Buralarda yerle§ik
kiliseden ya da ege�en dinden benzer bir kopu§un, mezhep bölünmesin­
den çok (özellikle erkekler arasında) Hıristiyanlıktan kitlesel bir kopu§
biçimini alması çok daha olasıydı* (Buna kar§ın Angio-Sakson ülkeler­
deki Protestan kaynaklı din adamı kar§ıtlığı, kıta ülkelerindeki tanrıtanı­
maz kaynaklı din adamı kar§ıtlığının e§değerini olu§turmaktaydı.) Dinsel
canlanmacılık, olasılıkla, Roma Katolik dininin kabul ettiği çerçeve içinde
yeni bir duygusal tapı, keramet sahibi bir aziz ya da hac hareketi biçimini
alacaktı. Ele aldığımız dönemde bir iki aziz, örneğin Fransa'da Cure d'Ars
( ı 786- ı859) geni§ ilgi topladı. Doğu Avrupa'nın Ortodoks Hıristiyanlığı
mezhepçiliğe daha uygundu; Rusya'da da geri bir toplumun ya§adığı kan­
§ıklıklar, on yedinci yüzyıl sonlanndan itibaren birçok yeni mezhebin
ortaya çıkmasına neden oldu. Birçokları, özellikle de kendini hadım eden
Skoptsi, Ukraynalı Doukhoborlar ve Molokanlar, onsekizinci yüzyıl sonla­
nnın ve N apoleon döneminin ürünleriydiler; 'Eski İnananlar', onyedinci
yüzyıldan beri vardı. Ne ki, genelde mezhepçiliğin en çekici geldiği sınıflar
-küçük el i§çileri, sancılar, ticari üretim yapan çiftçiler ve burjuvazinin
diğer habercileri ya da bilinçli köylü devrimcileri-, henüz büyük çapta
bir mezhep hareketi yaratabilecek kadar kalabalık değillerdi.
• Bu dönemde Protestanlıktan kopmalar ve mezhep bölünmeleri fazla değildi; sonralan
da sayıca az olarak kaldı.
iDEOLOJi: DiN 247

Protestan ülkelerdeyse durum daha farklıydı. Uzun zamandır yerle§mݧ


mezhepÇi bir gelenek var olsa da, buralarda (hele İngiltere ve ABD'de)
ticari ve endüstriyel toplumun etkisi daha güçlüydü. Ahlaki katılığı yanın-
. da, herkese açık olmaması (dı§layıcı olması) ve Tanrı ile insan arasındaki
bireysel ileti§imi öne çıkarması, onu giri§imciler ve küçük i§adamlan için
çekici kıldı ya da onları yeti§tiren bir okul oldu. Kasvetli ve amansız
cehennem ve lanetlenme teolojisiyle, sert bir ya§amla sağlanacak kurtulu§
teolojisi, zorlu bir çevrede zorlu bir ya§am sürdürmekte olan insanlar
(örneğin sınır boylarında ya§ayan insanlar, denizciler, tek ba§larına çall§an
· küçük çiftçiler, madenciler, sömürülen zanaatkarlar) için onu çekici hale
getirdi. Bu mezhep, toplumsal ya da dinsel hiyerar§inin olmadığı demokra­
tik, e§itçi bir inananlar topluluğuna dönü§erek bu sayede ortalama insana
da seslenebildi. Kılı kırk yaran dinsel töreniere ve bilgince öğretilere
dü§manlığı, amatör kahinliklere ve vaazlara olanak verdi. Köklü binyılcı­
lık geleneği, toplumsal ba§kaldırının ilkel bir biçimiyle kendini ifade etti.
Son olarak duygusal bakımdan zorlu bir süreç olan ki§isel 'din deği§tirme'
ögesi ta§ıması, yoğun isterik bir kitlesel dini· 'canlanmacılık' yolu sunmak- ··

taydı ve insanlar qu sayede, kitlesel bo§almalar için benzeri çıkı§ kapılan


bırakmayan ve geçmi§te varolmu§ bu türden subapları da ortadan kaldı­
ran bir toplumun yarattığı gerilimlerden kurtulmaktaydılar.
'Canlanmacılık', her §eyden önce mezheplerin yayılmasına hizmet
etti. Özellikle İngiltere'de Protestan muhalefetin yayılması ve bir rönesans
dönemine girmesi yönündeki itki, John Wesley'in ( 1 703-1 791) yoğun
duygusal, usdı§ı, ki§isel kurtulu§ hareketiyle onun Metodistlerinden geldi.
Bu nedenden dolayı yeni mezhepler ve eğilimler ba§langıçta siyaset dı§ı,
hatta kötü dı§ dünyaya sırtlarını çevirip laik yapısında herhangi bir toplu
deği§iklik yapma olasılığını reddedecek biçimde kendine yeterli bir grup
ya§amına ya da ki§isel kurtulu§a yöneldiklerindep son derece tutucuy­
dular. 'Siyasar enerjilerini, genelde yabancı misyonerliklerin sayısını, köle
kar§ıtı ve ölçülülük yanlısı propagandayı· artırmak gibi ahlaki ve dinsel
kampanyalar için harcadılar. Amerikan ve Fransız devrimleri döneminde
siyasal olarak etkin ve radikal mezhepçilerse, tersine, onyedinci yüzyıldan
beri varolan, durgun ya da hatta onsekizinci yüzyıl ussalcılığının etkisi
altında entelektüel bir Yaradancılığa doğru evrilen (Presbiteryenler, Kongre­
gasyonalistler, Unitaryanlar, Quakedar gibi) daha eski, daha su katılmadık
ve daha sakin muhalif ve püriten topluluklara aittiler. Bu yeni Metodist
mezhepçilik türü, devrim kar§ıtıydı ve ele aldığımız dönemde İngiltere'nin
devrime olan bağı§ıklığı bile -yanlı§ bir biçimde- onların artan etkilerine
yorulmu§tur.
241! DEVRiM ÇAGI

Ne var ki, yeni mezheplerin toplumsal niteliği, dünyadan el etek çek­


meyi öneren teolojik görü§leriyle uyu§madı. Kendilerini kabule en hazır
olanlar, bir yanda güçlü ve zengin olanlarla öte yanda geleneksel toplu­
mun kitleleri arasında kalmı§, yani orta sınıfa yükselrnek üzere olanlarla
yeni olu§makta olan bir proletaryaya karı§maküzere olan iki arada kalmı§ ·

küçük ve bağımsız insanlardan olu§ma bir kitleydı. Bütün bu insanların


temel siyasal yönelimleri, Jakoben ya da J effersoncu bir radikalizme ya da
en azından ılımlı bir orta sınıf liberalizmine doğruydu. O nedenle İngilte­
re'de 'Uyu§mazcılık' [Nonkonformizm] , ABD'de hakim Protestan kiliseler,
(her ne kadar İngiliz Metodistleri arasında kurucularının Toryciliği, ancak
1848'de sona eren yarım yüzyıllık bir ayrılmalar ve iç bunalımlar sırasında
altedilebilmi§se de) solda siyasal bir güç olarak yerlerini aldılar.
Ba§langıçtaki, varolan dünyayı reddetme tavrı, ancak çok yoksul ya
da durumları çok s allantıda olanlar arasında devam etti. Fakat dünyanın
sona ereceğine· dair binyılcı kehanet biçimini alan ve (Kutsal Kitap'ta
belirtilenlere uyan) emarelerini Napoleon sonrası dönemin sıkıntılarında
bulduğuna inanan ilkel bir devrimci reddiye de vardı. İngiltere' de İrvingit­
ler, bunun 1 835'le 1838 arasında olacağını ilan ettiler; ABD'de Yedinci
Gün Adventistlerinin kurucusu William Miller ise, dünyanın sonunun
1843'te ya da 1844'te geleceğini duyurduğunda 50.000 izleyicisinin ve
30.000 vaizinin olduğu söylenir. Bireylere ait istikrarlı, küçük çiftiikierin
ve küçük bir ticaretin bulunduğu ve dinamik bir kapitalist ekonominin
etkisinin güçlü bir biçimde hissedildiği (New York çevresi gibi) bölgelerde
bu binyılcı mayalanma özellikle güçlüydü. Bu geli§menin en dramatik
ürünü, vahyini 1820'lerde New York'un Palmyra bölgesi yakınlarında
alan ve halkını uzaklardaki Siyon'a götürmek üzere yola çıkan ve sonunda
onları U tah çöllerine getiren peygamber Joseph Smith tarafından kurulan
Ahir Zaman Ermi§leri (Mormonlar) idi.
Bunlar aynı zamanda, ister ya§amlarındaki katılığı ve sıkıcılığı hafiflet­
tiği (Essex fabrikalarında çall§an kızları gözleroleyen bir hanımefendinin
dediği gibi, "ba§ka hiçbir eğlence olmadığında dinsel canlanma eğlence­
nin yerini tutar")9 , ister toplu dinsel birliği, birbirinden farklı bireylerden
geçici bir topluluk yarattığı için olsun, canlanma toplantılarındaki toplu
isterinin cezbine kendine kaptıran gruplardı. Modem biçimiyle canlanma­
cılık, sınır boylarında ya§ayan Amerikalıların yaratısıydı. 'Büyük Uyanı§',
1800'lerde Appalachians'daki dev 'kamp toplantıları'yla ba§ladı -Kane
Ridge, Kentucky'deyapılan böyle bir toplantıya ( 1801) kırk vaizle birlikte
on, yirmi bin arası insan katıldı. Günlerce süren orgiastik isterinin dere­
cesini tahayyül etmek çok zordur; "titreme nöbetine yakalanmı§" kadınlar
iDEOLOJi: DiN 249

erkekler tükenineeye kadar dans eder, binlereesi vecde gelir, "anla§ılmaz


sesler çıkartır" ya da köpekler gibi uludardı. Uzak diyadarda ya§ıyor ol­
mak, sert doğal ya da toplumsal çevre ya da bütün bunların bile§imi,
canlanmacı harekete olanak verdi ve gezgin vaizler bunu Avrupa'ya götü- ·

rerek 1808'den sonra Wesleyanlardan ayrılan İlk Metodiscler adı verilen


ve özel1ik1e İngiltere'nin kuzeyindeki madenciler ve küçük dağ çiftçileri
arasında, Kuzey Denizi bahkçıları, çiftçiler, Midlands'deki kederli ağır
endüstri i§çileri arasında yayılan proleter-demokrat bir hareketin dağma­
sına neden oldular. Bu tür dins�L isteri nöbetleri; ele aldığımız bütün
zaman diliminde dönem dönem ya§andı; Güney GaHer'de 1807-9, 1 828-
30, 1 839-42, 1849 ve 1859'da patlak verdi10 ve mezheplerin sayısında
büyük artı§lar görüldü. Elbette bunları tek bir nedene bağlamak olanak­
sızdır. Bazıları (bizim ele aldığımız döneme rasdayan Wesleyanların hızla
ilerleyen yayılma dönemlerinden biri dı§ında hepsi) , vahim gerilim ve
huzursuzluk dönemlerine, bazılarıysa tersine çöküntüden çıkıldığı dönem­
lere rastgeldi ve kimi zaman da kolera salgını gibi, ba§ka Hıristiyan ülke­
lerde de benzer dinsel görüngülere yol açan toplumsal felaketler tarafın- .
dan hızlandırıldılar.

III

O nedenle, tamamen dinsel açıdan bakıldığında, dönemimizi, artan laik­


le§menin ve (Avrupa'da) dine kar§ı takınılan kayıtsız tutumun, en uzla§­
maz, usdı§ı ve duygusal bakımdan en zorlayıcı biçimleriyle dinde ortaya
çıkan canlanmalada sava§tığı bir dönem olarak görmemiz gerekir. Bu
sava§ın bir ucunda Tom Paine, diğer ucunda William Miller yer alır.
1830'larda Alman filozof Feuerbach'ın (1804-1872) düpedüz tanrıtanı­
maz mekanik materyalizminin kar§ısında, ortaçağ ba§larındaki azizierin
ya§amlarının harfiyen doğru olduğunu savunan gençlerden kurulu
'Oxford Hareketi' bulunmaktaydı.
Ancak efsaneleri gerçek kabul eden [literal] , militan, eski moda dine
bu geri dönü§ün üç yönü vardı. Kitleler için bu, esas olarak, orta sınif
liberalizminin soğuk ve gayrı insani baskıcı toplumuyla ba§a çıkmanın
bir yöntemiydi: Marx'ın ifadesiyle (ama bunları sadece Marx söylemi§
değildi) bu, "kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz ko§ulların ruhu ... halkın
afyonuydu. "11 Dahası, bu hareket, bunlardan tamamen yoksun bir çevre­
de toplumsal ve zaman zaman da eğitsel ve siyasal kurumlar olu§ turmaya
çalı§tı ve siyasal bakımdan azgeli§mi§ insanlar arasında onların ho§nut­
suzluklarına ve özlemlerine ilkel bir ifade kazandırdı. Onun literalizmi,
250 DEVRiM ÇAGJ

duygusallığı ve bo§ inanca dayalı yapısı, hem ussal hesabm egemen olduğu
bütün bir topluma hem de dini kendi imgesine göre eğip büken üst sınıf­
lara kar§ı bir ba§kaldırıydı.
Bu kitlelerden doğan orta sınıf içinse din, güçlü bir ahlaki destek,
geleneksel toplumun nefret ve horlamalarma kar§ı toplumsal varlıklarının
bir haklıla§tırımı ve yayılmalannın bir aracı olabildi. Din onları (mezhepçi
, olduklan ölçüde) bu toplumun prangalanndan kurtarmaktaydı. Kazanç­
larına, saf ussal özçıkardan [bencillikten] çok daha büyük bir ahlaki etiket
kazandırmakta, baskı altına aldıkiarına kar§ı takındıklan sert tutumu
me§rula§tırmakta, dinsizlere uygarlık götürme i§iyle mal ticaretini birle§­
tirmekteydi.
Monar§iler ve aristokratlar, daha doğrusu toplumsal piramidin tepe­
sinde bulunanlar içinse, din, toplumsal istikrar anlamına gelmekteydi.
Fransız Devrimi'nden, tahtın en güçlü payandasının Kilise olduğunu öğ­
renmi§lerdi. Güney İtalyanlar, İspanyollar, Tyrollüler ve Ruslar gibi okur­
yazar olmayan dindar halklar, yabancılara, imansızlara ve devrimcilere
kar§ı kiliselerini ve yöneticilerini savunmak için silaha sarılml§lar, rahipler
de onları kutsaml§, hatta bazı durumlarda ba§lanna geçerek onları yönlen­
dirrrii§lerdi. Cahil ve dindar halklar, Tanrının onlara uygun gördüğü yok­
sulluk içersinde yakınmadan ya§ayabilmekte, yirie Tanrının ba§larına ver­
diği yöneticilerin idaresi altında, aklın bozucu etkilerinden uzak, basit,
ahlaklı ve düzene uygun bir ya§am sürebilmekteydiler. 1 8 1 5 'den sonra
tutucu yönetimler -kıta Avrupası'ndaki hangi hükümet tutucu değildi
ki?- için dinsel duyarlılıkları ve kiliseleri te§vik, polis karakollan kurmakla
ve sansürle birlikte, uyguladıkları politikanın ayrılmaz bir parçasıydı; ra­
hipler, polisler ve sansür, Devrime kar§ı tepkinin [Reaksiyon] üç ana
dayanağını olu§urmaktaydı.
Yerle§ik yönetimlerin çoğu için, Jakobenliğin tahtları tehdit ettiği,
kiliselerinse onları koruduğu yeterince açıktı. Ancak romantik aydın ve
ideologlardan olu§an bir grup için taht ile mihrap arasındaki ittifakın
daha derin bir anlamı vardı: Eski, organik, canlı toplumu, aklın ve libera­
lizmin a§ındırmalarına kar§ı koruyordu ve birey bunu, bu trajik açmaza
ussalcıların sunduklarından çok daha uygun bir çözüm olarak görmek­
teydi. Fransa'da ve İngiltere'de taht ile mihrap arasındaki ittifak için
yapılan haklıla§tırmalann büyük bir siyasal önemi olmadığı gibi, trajik
ve ki§isel, romantik bir din arayı§ı da söz konusu değildi. (İnsan kalbinin
derinliklerinin en önemli ka§ifi, Danimarkah S0ren Kierkegaard (1813-
1855), küçük bir ülkedendi ve çağda§larının pek az ilgisini çekmi§ti.
Ancak ölümünden sonra üne kavu§mU§tur.) Ne ki, monar§ik tepkinin
iDEOLOJi: DiN 25 1

kaleleri olan Alman prensliklerinde ve Rusya'da romantik-reaksiyoner


aydınlar; memurlar, bildiri ve programların hazırlayıcıları olarak ve ına­
narkların zihinsel dengesizlikler gösterdikleri yerlerde (örneğin Rusya'da
I. Alexander, Prusya'da IV. Frederick William) özel danl§man olarak siya­
sal ya§amda kısmen de olsa bir rol oynadılar. Ancak bütün olarak alın­
dığında Friedrich Gentzeler ve Adam Muellerler önemsiz sirnalardı ve
(Metternich'in güvensiz baktığı) dinsel ortaçağcılıkları, kralların bel bağ­
ladığı polislere ve sansürcülere tebliğ edilen biraz gelenekçi bir tarzdan
ba§ka bir §ey değildi. Avrupa'yı 1 8 1 5'ten sonra düzen içinde tutacak
olan Rusya, Prusya ve Avusturya arasındaki Kutsal İttifak, kendi yok adı
var bir haçlı gizemciliğine değil, her bozguncu hareketin Rusya, Prusya
ya da Avusturya orduları tarafından ezilmesi gibi basit bir karara dayan­
maktaydı. Üstelik gerçekten tutucu olan hükümetler, reksiyoner bile
olsalar hiçbir aydına ve ideologa güvenmeme eğilimindeydiler; çünkü
bir kez itaat etmek yerine dü§ünmek ilke haline geldiğinde, son da ba§la­
mı§ demekti. Metternich'in sekreteri Friedrich Gentz'in, 1819'da Adam
Mueller'e yazdığı gibi:

"Şu öneriyi savunmaktan vazgeçmi§ değilim: 'Basının kötüye kullanılmaması


için önümüzdeki yıl hiçbir §ey basılmamalıdır'. Şayet bu ilke, Yüce
Mahkeme'nin kabul edeceği birkaç istisnai durum dı§ında bağlayıcı bir kural
olarak uygulanacak olursa, kısa zamanda Tanrıya ve Hakikare giden yolu
bulacağımızdan eminim. "12

Ancak, liberalizm kar§ıtı ideologların sahip oldukları çok az da olsa siyasal


önemin nedeni, liberalizmin deh§etinden gerçek anlamda tanrısal ve or­
ga�ik bir geçmi§e doğru hicretlerinin hayli bir dinsel ilgi görmesinden
kaynaklanıyordu; çünkü üst sınıtin duyarlı gençleri arasında Roma Kato­
likliğinin belirgin bir biçimde canlanmasına neden olmu§tu. Protestanlık
bile bireyciliğin, ussalcılığın ve liberalizmin öncülü değil miydi? Eğer ger­
çek anlamda dinsel bir toplum tek ba§ına ondokuzuncu yüzyılın hastalı­
ğına §ifa alacaksa, bu ancak Katolik ortaçağın gerçekte ıristiyan toplumu
olmalıydı.* Her zaman olduğu gibi Gentz, konuya uymayan bir açıklıkla
Katalikliğin çekiciliğini §öyle ifade ediyordu:

"Bugün katlanmakta olduğumuz bütün kötülüklerin birinci, gerçek ve tek


kaynağı Protestanlıktır. Ussallıkla sınırlı kalsaydı ho§görebilir ya da ho§görmek

' Ortodoks Kilisesinin gerçekten Hıristiyan cemaatinin yeni yeni ortaya çıkmakta olduğu
Rusya'da benzeri bir eğilim geçmişin lekesiz dindarlığına geri dönmekten çok, zamanın
Ortodoksiuğunda varolan gizemciliğin sınırsız derinliklerine çekilmek biçimini aldı.
252 DEVRiM ÇAGI

zorunda katabilirdik; çünkü akıl yürütme eğilimi insanın doğasında vardır.


Oysa hükümetler Protestanlığı bir kez caiz bir diri biçimi, Hıristiyanlığın
ifadelerinden biri, bir insan hakkı olarak kabul ettiler mi; Devlet içinde, hatta
tek gerçek kilisenin yıkınulan üzerinde ona yer açtılar mı, dünyanın dinsel,
ahlaki ve siyasal düzeni hemen yıkılacaktır ... Bütün Fransız Devrimi, hatta
Almanya'da patlamak üzere olan daha kötüsü, bu aynı kaynaktan doğınu§­
lardır."13

Böylece soylu genç gruplar, kendilerini aklın dehşetinden kurtarıp


Roma'nın kollarına bıraktılar; bekarlık yeminine, çileciliğe, Kilise Babala­
nnın yazılarına, ya da sadece tutkulu bir vazgeçişle Kilisenin sıcak ve
estetik olarak doyurucu ayinlerine kucak açtılar. Bekleneceği gibi, çoğun- ·

luğu Protestan ülkelerden gelmişti: Alman romantikleri genellikle Prusya­


lıydılar. Gerçi genç ateşli üyelerinin, üniversitelerin en obskürantist ve
reaksiyoner ruhunu ifade ettikleri ve -yetenekli öğrenci J. H. Newman
(180 1-1890) gibi- Roma Kilisesi'ne katıldıkları düşünüldüğunde, 1830'la­
rın 'Oxford Hareketi' nitelik olarak İngiliz olmakla birlikte Anglo-Sakson
okurun bu konuda en yakından tanıdığı örnektir. Geri kalanları, gerçek
bir Katalik Kilisesi olduğunu öne sürdükleri Anglikan Kilisesi içinde 'ayin­
ciler' biçiminde bir uzla§ma ve dayanak noktası buldular ve, 'bodur' ve
'geniş' kilise adamlarının dehşet dolu bakışları önünde, cüppeler, buhur­
danlar ve başka papiş iğrençliklerle süslenmeye başladılar. Bu yeni dönme­
ler, dinlerini bir ailearınası olarak gören ibar aileler ile öteden beri Katalik
olan soylular için ve giderek İngiliz Katalikliğinin ana gövdesini oluş­
turmaya başlayan İrlandalı göçmen işçiler için tam bir bilmeceydiler. Öte
yandan bu gençlerin soylu çabaları, Vatikan'ın dikkatli ve gerçekçi in
görevlileri tarafından tam olarak takdir edilern:edi. Fakat iyi ailelerden
geldiklerinden ve üst sınıfların din değiştirmesi pekala aşağı sınıflara da
örnek olabileceğinden, Kilisenin fetih gücÜJiün cesaret verici bir i§areti
olarak memnunlukla karşılandılar.
Ancak örgütlü din içinde -en azından Roma Katolikliği, Protestanlık
ve Yahudilik- bile liberalizmin kazmacıları ve madencileri iş başındaydılar.
Roma Kilisesi'nde onlrın başlıca eylem alanı Fransa ve en önemli simaları
da, romantik tutuculuktan, onu sosyalizme yaklaştıracak olan devrimci
bir halk ülküleştirmesine geçen Hugues-Felicite-Robert de Lamennais
(1782-1854) idi. Lamennais'in Paroles d'un Croyant'ı ( 1834) , Kataliklik
gibi statükoyu savunan son derece güvenilir bir silahla arkalarından han­
çerlenmeyi beklemeyen hükümetler arasında kargaşa yarattı ve bir süre
sonra da Roma tarafından lanetlendi. Ancak liberal Katoliklik, her zaman
Roma'daki en ufak bir değişikliği biraz deği§tirerek de olsa Kilisesihe
iDEOLOJi: DiN 253

yansıtan Fransa'da ya§amaya devam etti. İtalya'da da 1830'lann ve 1840'la­


rın güçlü devrimci akımı, Papanın birle§tirdiği liberal İtalya'nın §ampi­
yonu Gioberti (1801-52) ve Rosmini gibi bazı Katolik dü§ünürleri gir­
dabına çekti. Ancak Kilisenin ana gövdesi giderek artan ve militan bir
biçimde liberalizm kar§ıtlığına kaydı.
Protestan azınlıklar ve mezhepler, özellikle siyaset bağlamında libera­
lizme çok daha yakın davrandılar: Bir Fransız Huguenot'u olmak, en
azından ılımlı bir liberal olmak demekti (Louis Philippe'in Ba§bakanı
Guizot böyle biriydi) . Anglikan ve Lutherci kiliseler gibi Protestan devlet
kiliseleri, siyasal bakımdan daha tutucuydu; ama ilahiyatları, Kutsal Kitap
alimliğine ve ussalcı ara§tırmalara fazla direnç gösterememi§ti. Liberal
akım bütün gücünü kendini hiç ku§ku yok ki Yahtıdiler üzerirıde duyurdu.
Her §eyden önce siyasal ve toplumsal özgürlüklerirıi ona borçluydular.
Kültürel asimilasyon, bütün kurtulmu§ Yahudilerin amacıydı. Aydınlar
arasında çoğu, KarlMarx'ın babası yada (yirıe.de Yahudilerirı en azından
sinagoga gitmeyi kestiklerirıde dı§ dünyanın gözünde Yahudi olmaktan
çıkmayacaklarının farkına varan) §air Hemrich Heirıe gibi en a§ırı olanlar,
Hıristiyanlığa ve bilinemezciliğe geçmek üzere eski dinlerini terk ettiler.
Küçük bir bölümü de Yhudiliğirı zayıfbir liberal biçimirıi geli§tirdi. Ancak
küçük kentlerde getto ya§amına egemen olan Tevrat ile Talmud deği§me­
den kaldı.
13
İdeoloji: Laiklik

(Bay Bentlıam), insanlan tornadan geçirebileceğini sanıyor. Şiirden hiç nasibin almaTT!l§,
dolayısıyla Shakespeare'den ahlak hakkında bir �eyler öğrenebilecek biri değiL Oturduğu ev,
bulıarla aydııılatılıp ısıtılır. Hemen her konuda doğal yerine yapay olanı yeğleyenlerden ve
insan aklının her �eye yettiğini düşünenlerden. Dışarda olanlan, ye�il çayırlan, ağaçlan hor
görüyor ve her �eye Yarar gözüyle bakıyor.
W. Hazlitt, The Spirit of the Age ( 1825)

Komünistler, görüşlerini ve amaçlannı saklamaya tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak,


bütün mevcut ko�ullannzor yoluyla yıkılmasıyla ula�abileceklerini çekinmeden bildirir/er.
Bırakın haki sınıflar komünist br devrimden ürksünler. Proletaryanın zincirlerinden başka
kaybedecek hiçbir �eyi yoktur. Ama önlerinde kazanacaklan bir dünya vardır. Bütün ülkelerin
i�çileri, bir�in!
K. Marx ve E Engels, Komünist Parti Manifestosu (1848)

Sayılar bize 1 789-1 848'in dünyasında ilk sırayı dinsel ideolojiye, nitelikse
laik ideolojiye vermemiz gerektiğini söylüyor. Çok az bir istisnayla ele
aldığımız dönemde önemli bütün dü§ünürler, ki§isel dinsel inançları ne
olursa olsun, laik bir dil kullandılar. Ele aldıklan konuların çoğu (ve
sıradan insanların da üzerinde fazla dü§ünmeden veri kabul ettikleri konu­
lar) , bilim ve sanat gibi daha özel ba§lıklar altında tartı§ılacaktır. Bazıları
da daha önce zaten tartı§ıldı. Burada, her §eyden önce çifte devrimden
doğan büyük izleğin ne olduğu, toplumun doğası ve gittiği ya da gitmesi
gereken yol üzerinde duracağız. Bu kilit sorun üzerinde iki büyük görܧ
aynlığı bulunmaktadır: Dünyanın gittiği yolu kabul edenlerle kabul etme­
yenler; ba§ka deyi§le ilerlemeye inananlada İnanmayanlar. Dolayısıyla
bir anlamda büyük öneme sahip sadece tek bir dünya görü�ü vardı; değer­
leri ne olursa olsun, çok sayıdaki öteki görü§ler, aslında bu büyük görü§ün
(onsekizinci yüzyılın ussalcı, insancıl muzaffer 'Aydınlanma'sının) ele§tiri­
leriydi esas olarak. Aydınlanmayı savunanlar, insanlık tarihinin belli bir
düzeyde bir dalgalanma ya da gerileme hareketinden çok bir çıkı§ hareketi
iDEOLOJi: LAiKLiK 255

olduğuna sıkı sıkıya (ve doğru olarak) inanmaktaydılar. İnsanın bilimsel


bilgisinin ve doğa üzerindeki teknik denetiminin her gün arttığını
gözleyebiliyorlardı. Toplumun ve bireyin, aklı aynı biçimde uygulayarak
mükemmelle§ebileceğine ve bunun da tarihsel bir yazgı olduğuna ina­
nıyorlardı. Burjuva liberalleri de devrimci proleter sosyalistler de bu ko­
nuda aynı dü§üncedeydiler.
ı 789'a kadar bu ilerleme ideolojisinin en güçlü ve geli§mi§ formülasyo­
nu, klasik burjuva liberalizmi oldu. Gerçekten de klasik burjuva liberaliz­
minin temel sistemi, onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda, bu ciltte ele
alınması mümkün olamayacak kadar ayrıntılı bir biçimde i§lenmi§ti. Bu,
en saf örneklerini (beklenebileceği gibi) İngiltere ve Fransa'da bulrnu§
dar, kolay anla§ılır ve kesin çizgilere sahip bir felsefeydi.
Bu, kesin olarak uss<'!lcı ve laik bir felsefeydi; yani, insanların ilke
olarak her §eyi anlama ve us u kullanarak bütün sorunlan çözme yetisine
sahip olduklarına; usdl§ı davranı§ ve kurumların (ki gelenekçilik ve bütün
dinler, ussal olmaktan çok bu kategoriye girmekteydi) insanlan
aydınlanmaya değil, karanlığa götürdüğüne inanmaktaydı. Felsefi olarak,
gücünü ve yöntemlerini esas olarak bilimden, bu örnekte onyedinci yüzyıl
bilimsel devriminin matematiğinden vefizik bilimlerinden alan bir
ideolojiye uygun olarak materyalizme ya da ampirizme eğilimliydi. Dünya
ve insan hakkındaki gen! varsayımı, temel olduğunu öne sürdüğü ve
varlığını, ifadesini (her ne kadar bu sözcük ı 789'da henüz ortada yoksa
da) psikolojide ('çağrı§ımcı' adı verilen okulda) bulan onyedinci yüzyıl
mekaniğini yansılayan a priori ilkelere eğil, daha çok orta sınıfbireylerin
içe bakı§a dayalı dü§üncelerine borçlu olan, her yere yayılmı§ bir birey­
ciliğin damgasını ta§ımaktaydı.
Özetle, klasik liberalizm için insani dünya, her biri öncelikle kendi
doyurnlarını en fazlaya çıkarmaya, doyumsuzluklannı en aza indirmeye
çalı§an, bu bakımdan birbiriyle e§it* ve bu bakımdan içinden gelen itilere
hiçbir sınır ve müdahale hakkını 'doğal olarak' tanımayan, belli doğu§ tan
duygulara ve güdülere sahip kapalı atomlardan olu§mU§tur. Ba§ka bir
deyi§le, her ne kadar mantıklı liberal dü§ünürlerin çoğu bunu 'doğal hak­
lar' diliyle ifade etmemeyi yeğleseler de, Amerikan Bağımsızlık Bildir­
gesi'nde dendiği gibi, her insan ya§ama, özgürlük ve mutluluğunu arama
hakkına 'doğal olarak' sahipti. Kendi çıkarını ararken, e§it rakipierin
olu§turduğ bu anar§ik durum içinde her birey, ba§kalarıyla belli ili§kilere

Büyük Thomas Hobbes, -pratik nedenlerle- 'biüm' d!§ ında bütün bireylerin her bakımdan

tamamen e§it olduklan yönünde güçlü savlarda bulundu.


256 DEVRiM ÇAGI

girmeyi avantajlı ya da kaçınılmaz bulmu§tu ve toplumu, toplumsal ya da


siyasal grupları olu§turan -genellikle düpedüz ticari olan bir 'sözle§me'
terminolojisinde ifadesini bulan- bu yararlı düzenlemeler ağıydı. Elbette
bu düzenlemeler ve birlikler, insanın doğal olarak sınırsız istediğini yapma
özgürlüğünde belli bir azalma olması anlamını ta§ıyordu; siyasetin ödevle­
rinden biri, bu tür müdahaleleri uygulanabilir asgari bir düzeye indirmekti.
Belki anababa ve çocuklar gibi indirgenemez cinsiyet grupları dı§ında,
(yazınsal simgesi Robinson Crusoe olan) klasik liberalizmin 'insan'ı, ancak
büyük sayılar halinde birlikte ya§adığı ölçüde toplumsal bir hayvandı. O
nedenle toplumsal amaçlar, bireysel amaçların aritmetik bir toplamından
olu§maktaydı. Tanımlamaya çall§anlara neredeyse mutluluklarını arayan­
lar kadar sorun çıkartan Mutluluk, her bireyin yüce hedefiydi; en fazla
sayıda insanın en fazla mutluluğu, toplumun amacıydı.
Aslında bütün insan ili§ kilerini tamamen yukaıda çizilen kalıba inciir­
geyen safyararcılık, onyedinci yüzyılda büyük Thomas Hobbes gibi sözünü
hiç sakınınayan filozoflada ya da Jeremy Bentham ( 1 748-1832) , James
Mill (1773-1836) ve hepsinden öte klasik ekonomi politikçilerin adlarıya
anılan İngiliz dü§ünür ve siyaset yazarları okulu gibi orta sınıfın güvenilir
savunucularıyla sınırlıydı. Bu, iki nedenden böyleydi. Birincisi; öz çıkarın
ussal hesabı dı§ında her §eyi (Bentham'ın ifadesini kullanırsak) "iliğine
kadar saçmalık"tan ibaret gören bir ideoloji, geli§tirmeyi amaçladığı orta
sınıfın davranı§larında varolan belli güçlü içgüdülerle çeli§mekteydi.*
Bu anlamda, bireyin istediğini yapma, kazaneını elinde tutma 'doğal özgür­
lüğü'ne uygun görülenden çok daha fazla müdahalede bulunulabileceği,
ussal öz çıkara dayanarak haklı gösterilebilirdi (İngiliz faydacılarının, eser­
lerini dindarca duygulada toplayıp yayımladıkları Thomas Hobbes, ger­
çekte ussal öz çıkarın, devlet iktidarı üzerine herhangi bir a priori sınırlama
getirilmesini önlediğini göstermi§ti ve bizzat Benthamcılar da, ussal öz
çıkarın, laissez-faire kadar en fazlanın en büyük mutluluğunu sağladığını
dü§ündüklerinde, bürokratik devlet yönetiminin savunuculuğunu yap­
maktaydılar.) Bunun sonucunda özel mülkiyeti, giri§imi ve bireysel özgür­
lüğü güvenlik altına almaya çalı§anlar, çoğunlukla bunları bir 'yarar' ola-

' 'Öz çıkar' m mutlaka toplum kar§ıtı bir bencillik anlamına geldiği sanılmamalıdır. insancıl
· .ve d ii§üncelerinde toplumu ön planda tutan faydacılar, bireyin ençokla§tırmaya çalı§tığı doyurnlar
arasında 'hayırseverlik'in de (yani ki§inin kendi hemcinslerine yardım etme güdüsünün de)
bulunduğunu ya da uygun bir eğitimle bunun sağlanabileceğini ileri süm1ü§lerdir. Buradaki
mesele, bunun ahlaki bir görev ya da toplumsal varolu§un bir yönü değil, bireyi mutlu yapacak
bir §ey olınasındaydı. "Çıkar", diyor d'Holbach, Systeme de la Naure I'de (s. 268), "her birimizin
mutluluğu için zorunlu gördüğü §eyden ba§ka bir §ey değildir."
iDEOLOJi: lAiKLiK 257

rak görmekten çok, onlara metafizik bir 'doğal hak' gücü kazandırmayı
yeğlediler. Öte yandan, onları ussal bir hesaplama i§lemine indirgeyerek
ahlakı ve görevi tamamen ortadan kaldıran bir felsefenin, pekala toplum­
sal istikrarın dayanağını olu§turan cahil yoksulların kafasındaki [doğadaki
ve toplumdaki] §eyler arasında uygunluk bulunduğu dü§üncesini zayıf­
lattığı da söylenebilir.
Dolayısıyla bu gibi nedenlerden dolayı faydacılık, orta sınıfın tek liberal
ideolojisi olamadı. Ancak muzaffer olanlara, artık §U soruları sorma olana­
ğı kalmamı§ geleneksel kurumlan kökünden söken en keskin radikal bal­
tayı sundular: Yaptıklarımı ussal mıydı? Yararlı mıydı? En fazla sayıda
insanın en büyük mutluluğuna hizmet etti mi? Fakat faydacılık, ne bir
devrimi esinleyecek, ne de bir devrimi saldırılardan koruyacak kadar
güçlüydü? Fesefi bakımdan çok daha yetkin olan Thomas Bobbes'dan
ziyade, Hobbes'un yanında çok daha zayıfkalan John Locke, kaba liber­
lizmin gözde dü§ünürü olarak kaldı; çünkü en azından özel mükiyeti
'doğal haklar'ın en temeli olarak bütün müdahalenin ve saldırının dı§ına
yerle§tirmi§ti. Ve Fransız devrimcileri özgür giri§im taleplerini dile getirme­
nin en iyi yolunu ("tout citoyen est libre d'employer ses bras, son industrie
et ses capitaux comme it juge bon et utile a lui-meme ... Il peut fabdiquer
ce qui lui plait"* ) 1 onu genel bir doğal özgürlük hakkı biçimine ("I.:exercise
des droits naturels de chaque homme n'a de bomes que celles qui assurent
aux autres membres de la societe la jouissance des memes droits"**)
sokmakta buldular.2
Dolayısıyla klasik liberalizm, siyasal dü§üncesi bakımından kendisini
son derece güçlü bir devrimci güç yapan cüretkar ve katı tutumundan
ayrılmı§ oldu. Ancak ekonomik dü§ünce açısından bu tutumunda ayak
diredi; bunun nedeni, kısmen orta sınıfın kapitalizmin zaferine beslediği
güveninin, burjuvazinin mutlakçılık ya da cahil ayaktakımı üzerindeki
siyasal üstünlüğüne duyduğu güvenden daha büyük olması, kısmen de
insanın doğası ve doğa durumuyla ilgili klasik varsayımlann, piyasanın
özel durumuna genelde insanlığın durumundan daha uygun dü§mesiydi.
Bunun sonucunda, çe§itli biçimleriyle klasik ekonomi politik, Thomas
Hobbes'a rağmen liberal ideolojinin en büyük dü§ünsel anıtını meydana
getirdi. Klasik ekonomi politiğin büyük dönemi, bu ciltte ele alınan döne­
min biraz daha öncesine denk gelmi§tir. Bu dönem 1 7 76'da Adam

• "Her yurtta§, gücünü, yeteneğini ve sermayesini, kendine yararlı olacağını dü§ündüğü


gibi kullanmakta özgürdür ... istediğini istediği biçimde üretebilir."
•• "Her, insanın doğal haklarını kullanmasının sınırı, toplumun diğer üyelerinin aynı
haklardan yararlanmasını sağlayan sınırlardır."
258 DEVRiM ÇAGI

Smith'in ( 1 723-90) Uluslann Zenginliği kitabının yayımlanmasıyla ba§lar,


1 8 1 7 'de David Ricardo'nun ( 1 792-1823) Ekonomi Politiğin İlkeleri'nin
yayımlanmasıyla doruğuna varır ve 1 830'da geriler ya da dönü§üme uğrar.
Ne ki, kabala§tırılmı§ yorumuyla, bütün dönemimiz boyunca i§adamlan
arasında taraftar bulmaya devam etti.
Adam Smith'in ekonomi politiğinin toplumsal savı, hem §ık hem de
rahatlatıcıydı. İnsanlığın, esasen ba§kalanyla yarı§ma halinde kendi öz
çıkarlannın pe§inden giden belli bir psikolojik yapıya sahip egemen
bireylerden olu§tuğu doğruydu. Fakat i§leyi§leri mümkün olduğunca
denetlenmeden bırakıldıklarında bu etkinliklerin, sadece (ariStokratların
kazanılmı§ haklarının, obskürantizmiiı, geleneğin ya da cahil i§güzarlığın
dayattığı yapay düzenlerden ayrı) bir 'doğal' toplumsal düzen değil, ama
'ulusların zenginliği'nde de (yani rahatlık ve refahta, dolayısıyla herkesin
mutluluunda) olabilecek en hızlı artı§ı sağladığı da gösterilebilirdi. Bu
doğal düzenin temeli, toplumsal i§bölümüydü. Üretim araçlarına sahip
kapitalist bir sınıfın varlığının, kendilerini b kapitalist sınıfa kiralayan
çalı§an sınıf da dahil herkesin yararına olduğu bilimsel olarak kanıtlanabi­
lirdi; tıpkı biri mamul mal, diğeri ham §eker üretmesinin İngiltere'nin de
Jamaika'nın da çıkarlarına pek güzel hizmet ettiğinin bilimsel olarak kanıt­
lanabilmesi gibi. Çünkü ulusların zenginliğindeki artı§, mülk sahibi özel
giri§imin ve sermaye birikiminin sonucudur ve bunu sağlamanın ba§ka
herhangi bir yönteminin onu yava§latacağı ya da durma noktasına getire­
ceği gösterilebilir. Öte yandan, kaçınılmaz olarak insan doğasının i§leyi§in­
den doğan ekonomik bakımdan bu son derece e§itsiz toplum, bütün in­
sanların doğal e§itliğiyle ya da adaletle uyu§maz değildi. Çünkü en yoksula
bile, aksi halde sahip olabileceğinden daha iyi bir ya§am sağlamaktan
tamamen ba§ka bir §ey olan bu toplum, bütün ili§kilerin en e§iti, piyasada
e§ider arasında bir deği§im ili§kisine dayanmaktaydı. Modern bir bilginin
dediği gibi: "Kimse, bir ba§kasının himmetine muhtaç değildir; çünkü
biri birinden bir §eyi, e§değerini vererek almı§tır. Üstelik doğal güçlerin
özgür oyunu, ortak iyiye katkıya dayanmayan bütün konumlan yıka­
caktır."3
O nedenle ilerleme, kapitalizm kadar 'doğal'dı. Geçmi§in önüne diktiği
yapay engeller kaldırıldığında ilerleme kaçınılmaz olacaktı; ve üretimin
ilerlemesinin, genelde sanatların, bilimlerin ve uygarlığın ilerlemesiyle el
ele gittiği açıktı. Bu görü§leri savunan insanların, sadece i§adamlarınm
yerle§ik çıkarlarının özel savunucuları olduğunu sanmayın. Bunlar, o dö­
nemde hatırı sayılır bir tarihsel haklıla§tırmayla, insanlığı ileriye götürecek
olan yolun kapitalizmden geçtiğine inanan kimselerdi.
iDEOLOJi: lAiKLiK 259

Bu Panglossian görü§ün gücü, salt tümdengelim mantığıyla ekonomik


teoremlerini kanıtlamak gibi tartı§ılmaz bir yeteneğe sahip olmasına değil,
onsekizinci yüzyıl kapitalizminin ve uygarlığının a§ikar ilerlemesine dayan­
maktydı. Yine, bu görü§, Ricardo, Smith'in es geçtiği sistem içersindeki
çeh§kileri ke§fettiğinden değil, kapitalizmin geçek ekonomik ve toplum­
sal sonuÇlannın sanıldığından daha az mutluluk sağladığı görüldüğünde
sendelerneye ba§ladı. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında ekonomi politik,
sevinçli değil kasvetli bir bilim haline geldi. Ama hala (Malthus'un 1798
tarihli ünlü Essay on Population'ında dediği gibi) açlıktan can çeki§meye
mahkum olan ya da (Ricardo'nun ileri sürdüğü gibi) makinenin gelmesin­
den mustarip olan yoksulların içinde bulunduklan sefaletin·, hala en büyük
sayının en büyük mutluluğunu meydana getirdiğini ve olsa olsa umulandan
daha az gerçekle§tiğini savunmalan doğaldı. Ancak 1 8 10 ile 1840'lar
arasındaki dönemde kapitalist yayılmaya damgasını vuran güçlükler
yanında bu tür gerçekler de iyimser havayı boğdu ve özellikle Smith'in
ku§ağının ba§lıca uğra§ konusu olan üretime kar§ılık bölüşüm sorunlarına
ili§kin ele§tirel ara§tırmalan harekete geçirdi.
Tümdengelimciliğin ba§yapıtı olan David Ricardo'nun ekonomi po­
litiği, ilk iktisatçıların varlığından çok emin olduklan doğal uyum içinde
[aslında] dikkate değer ölçüde varolan bazı uyumsuzluk ögelerini ortaya
çıkardı. Hatta, kar oranlarının d ܧme eğilimi gibi, temel yakıtını azaltmak
suretiyle ekonomik ilerleme makinesini d urllfa noktasına getirmesi müm­
kün belli ögelerin üzerinde Smith'den çok daha fazla durdu. Üstelik Ricar­
do, küçük bir deği§iklikle kapitalizme kar§ı sağlam bir sav haline gelebi­
lecek temel bir genel emek değer kuramı da ortaya attı. Buna kar§ın, bir
dü§ünür olarak teknik ustalığı ve -serbest ticaret ve toprak lordlarına
kar§ı dü§manlık gibi- İngiliz i§adamlannın çoğunun savunduğu pratik
hedeflere tutkuyla destek vermesi, klasik ekonomi politiğin liberal ideo­
loji içersindeki yerinin önceleri olmadığı kadar sağlamla§masına yol açtı.
Napoleon sonrası dönemde İngiliz orta sınıf reformeuluğunun §ok birlik­
leri, Benthamcı faydacılığın ve Ricardocu iktisadın bir bile§imiyle donan­
mı§lardı. Bunun kar§ılığında İngiliz ticareti ve endüstrisiyle desteklenmi§
Smith ile Ricardo'nun büyük ba§arılan, ekonomi politiği büyük ölçüde
bir İngiliz bilimi haline getirdi ve (onsekizinci yüzyılda bu konuda İngiliz­
lerle birlikte öncülüğü en azından payla§mı§ olan) Fransız iktisatçılannı,
seletlik ya da muavinlik gibi daha küçük bir role gerile tti; klasikolmayan
• "Çalışan sınıfın, makinenin çoğu zaman kendi çıkarianna zarar verdiği yolundaki görüşü
bir önyargı ya da yanlış bir düşüneeye dayanmayıp, ekonomi politiğin doğru ilkelerine uygundur."
Ricardo, Principles, s. 383.
260 DEVRiM ÇAGI

iktisatçıları ise darmadağın etti. Öte yandan klasik ekonomi politiği,


liberal ilerlemenin önde gelen simgesi haline getirdiler. Brezilya -Fran­
sa' dan çok daha önce- 1808'de konuyla ilgili bir kürsü olu§turarak ba§ına
Adam Smith'i popülerle§tiren (önde gelen Fransız iktisatçısı) J. B. Say'i
ve faydacı anar§ist William Godwin'i getirdi. 1 823'te Buenos Aires'in
yeni üniversitesi, daha önce yapılmı§ Ricardo ve James Mill çevirilerine
dayanarak ekonomi politik öğrenimi vermeye ba§ladığmda, Arjantin
daha yeni bağımsızlığını kazanmı§tı; ama ilk ekonomi politik kürsüsünü
18 18'de kuran Küba'dan geri kalmı§tı. Latin Amerikalı yöneticilerin
gerçek ekonomik tutumları, Avrupalı maliyecilerin ve iktisatçıların tüy­
lerini diken diken etmi§se de, bu durum ekonomik ortodoksiye bağ­
lılıklarında herhangi bir deği§iklik yaratmadı.
Gördüğümüz gibi, siyasette liberal ideoloji ne tutarlı ne de tutunumlu
bir yapı arzediyordu. Kuramsal olarak (ileride hakim duruma geçecek
olan) eski doğal hukuk ve doğal hak öğretilerinin yeni uyarlamalarıyla
faydacılık arasında bölünmü§tÜ. Pratik programı açısındansa halkın idare-
' sine, yani çoğunluk yönetimine duydukları inançla (ki onlar açısından
bunun bir mantığı vardı ve aynı zamanda aslında devrimleri yapan ve
reformun arkasındaki etkin siyasal baskıyı olu§turan §eyin orta sınıfın
savları değil, kitlelerin seferberliği olduğunu göstermekteydi*), yönetimin
mülk sahibi seçkinlerin elinde olmasma ili§kin daha yaygın bir inanç
arasında -İngilizlerin kavramlarıyla ifade edersek 'radikalizm' ile 'whigci­
lik' arasında- bölünmü§lerdi. Çünkü eğer hükümet gerçekten halk hükü­
meti olursa ve gerçekten çoğunluk toplumu yönetirse (yani azınlığın çıkar­
ları mantıken kaçınılmaz olarak buna feda edilirse), gerçek çoğunluğu
olu§turanlarm -yani "en kalabalık ve yoksul sınıfların"4- orta sınıf liberal­
lerinin programıyla çakl§acak biçimde aklın buyruklarını yerine getirecek­
lerine ve özgürlüğü koruyacaklarına güvenilebilir miydi?
Fransız Devrimi'nden önce bu konuda duyulan paniğin ba§lıca nedeni,
çok uzun süre rahiple kralın gölgesi altmda ya§amı§ olan çalı§an yoksulla­
rın cahil ve bo§ inançlı olmalarıydı. Jakoben diktatörlüğün bazı görünüm­
lerinde örtük (bazıları içinse açık) olarak varolduğu gibi, soleu ve kapita­
lizm kar§ıtı programıyla Devrimn kendisi de ek bir tehlike yarattı. Fransa
dı§ındaki ılımlı whigler bu tehlikeyi erkenden fark ettiler: Saf Adam­
Smithçi bir iktisat ideolojisine sahip Edmund Burke5 , siyaset dü§ünce­
sinde, o tarihten itibaren muhafazakarlığın kuramsal omurgasım te§kil
• Dü§Ünceleri, aydınlanını§ burjuvazinin tutumunun bir özeti olan Condorcet (1743-94),
{gerçi bireylere ve azınlıklara sağlam güvenceler tanınmaktaydı, ama) Bastille'nin alınrnasıyla
birlikte demokraside herkese sınırlı oy hakkı tanınmasına ili§kin inancından çark etmi§ti.
İDEOLOJİ: LAiKLİK 261

edecek olan geleneğin, sürekliliğin ve yava§ organik büyümenin erdem­


lerine ili§kin açıkça usdı§ı olan bir iİlanca geriledi. Kıtadaki pratik liberal­
ler, siyasal demokrasiden ürkerek oy hakkının mülkiyete göre belirlendiği
anayasal mutlakçılığı ya da gerekirse çıkarlarını garanti edecek eski moda
bir mutlakçılığı yeğlediler. 1 794'ten sonra ancak a§ırı derecede ho§nutsuz
olan yada tersine İngiltere'deki gibi kendine a§ırı güvenen burjuvazi,
James Mill ile birlikte, demokratik bir cumhuriyette bile çalı§an yoksulla­
rın sürekli desteğini sağlayacak yeteneğe sahip olduklarına güveniyordu.
Napoleon sonrasıdönemin toplumsal ho§nutsuzları, devrimci hareket­
ler ve sosyalist ideolojiler bu ikilemi §iddetlendirdiler; 1830 Devrimi de
durumu daha vahim bir hale getirdi. Liberalizm ve demokrasi, müttefik ·

olmaktan çok birbirinin hasını olmaya hazırlamyordu; Fransız Devrimi'nin


üçlü sloganı (özgürlük, e§itlik, karde§lik) , birlikten çok bir çeli§kiyi ifade
eder oldu. Bunun en açık biçimde devrimin be§iği olan Fransa'da ortaya
çıkını§ olması son derece doğaldı. Keskin zekasıyla önce Amerikan ( 1 835)
sonra Fransız demokrasisine içkin eğilimlerin çözümlenmesi i§ine giri§en
Alexis de Tocqueville (1805-59) , bu dönemin ılımlı liberal demokrasi
ele§tirmenlerinin/en iyisi olarak kaldı; daha doğrusu 1 945'ten sonra bat�
dünyasındaki liberallere özellikle uygun dü§tüğü görüldü. Belki de §U
düsturuna bakarsak, bunda §a§ılacak bir yan olmadığı görülebilir: "Onse­
kizinci yüzyıldan itibaren ortak bir kaynaktan iki nehir akınaya ba§ladı.
Biri insanları özgür kurumlara, öteki mutlak iktidara götürmektedir."6
İngiltere'de de, James Mill'in burjuvazinin önderliğindeki bir demokrasiye
duyduğu sağlam güven, oğlu John Stuart Mill'in (1806-73) azınlıkların
haklarını çoğunluklara kar§ı güvence altına alınması konusunda göster­
diği endi§eyle (bu yüce gönüllü ama endi§eli dü§ünürün Özgürlük Üzerine
kitabına ( 1 859) yön veren §ey bu endi§edir) taban tabana çeli§ınektedir.

II

Böylelikle, liberal ideoloji ba§langıçtaki güvenini yitirirken -hatta bazı


liberaller, ilerlemenin kaçınılmaz ya da istenir bir §ey olduğu konusunda
da ku§kulanmaya ba§laını§lardı-, yeni bir ideoloji, sosyalizm, onsekizinci
yüzyılın eski doğrularını yeniden formülle§tirdi. Akıl, bilim ve ilerleme
onun sağlam temellerini olu§turmaktaydı. Dönemimizin sosyalizmini, ya­
zılı tarih boyunca dönem dönem yazında yer bulınu§ olan ortak mülkiyerin
varolduğu mükemmel bir toplumun savunucularından ayım §ey, tam da
modem sosyalizmin olanağını yaratrnı§ olan Endüstri Devrimi'ni ko§ulsuz
kabul etmi§ olmalarıydı. Dü§ünceleri aslında oldukça ku§kulu bir konuma
262 DEVRiM ÇAGI

sahip olmakla birlikte, geleneğin öncü 'ütopyacı sosyalist' olarak gördüğü


Kont Claude de Saint-Simon (1 760-1825) , 'endüstriciliğin' ve 'endüstri­
ciler'in (bunlar Saint-Simon'un bulduğu sözcüklerdi) ilk ve en önde gelen
havarisiydi. Öğrencileri, sosyalist, maceracı teknokrat, maliyeci ve en­
düstrici ya da sırayla hepsi oldular. Bu anlamda Saint-Simonculuğun,
gerek kapitalist erekse kapitalizm kar§ıtı geli§mede özgül bir yeri vardır.
İngiltere'de RobertOwen ( 1 77 1-1858) , pamuk endüstrisinde son derece
ba§arılı olmu§ öncü biriydi ve daha iyi bir toplumun kurulabileceğine
olan güvenini, sadece insanın ancak toplum içinde yetkinle§eceğine duy­
duğu sağlam inançtan değil, aynı zamanda Endüstri Devrimi'nin gözle
görülür biçimde potansiyel olarak bolluk içinde bir toplum yaratml§ olma­
sından almaktaydı. Gönülsüz olmakla birlikte, Frederick Engels de pamuk
i§ine girmi§ti. Gerçi onların takipçileri bunu yaptılar, ama yeni sosyalistler­
den hiçbiri toplumsal evrimin saatini geriye çevirmek istemiyordu. Sosya­
lizmin kurucu babaları arasında endüstricilik konusunda en ümitsiz olan
Charles Fourier ( 1 772-183 7) bile, çözümün endüstriciliğin ardında değil,
ötesinde yattığını ileri sürmü§tÜ.
Bununla birlikte klasik liberalizmin savlarından çoğu, kurulmasına
yardımcı olduğu kapitalist topluma kar§ı döndürülebilirdi ve zaten öyle
de oldu. Mutluluk, gerçekten de Saint-Just'un dediği gibi '1\.vrupa için
yeni bir fikir"df; ama hiçbir §ey, ula§ılamadığı apaçık olan en büyük
sayının en büyük mutluluğu [idealinin] çalı§an yoksulların [ideali] olduğu
gözleminden daha açık değildi. Yine William Godwin, Robert Owen,
Thomas Hodgskin ve diğer Bentham hayranlarının yaptığı gibi, mutluluk
arayı§ını bencil bireyciliğin varsayımlarından ayırmak da zor değildi. "Bü­
tün varolu§Un ilk ve zorunlu amacı, mutlu olmaktır" diye yazmı§tı Owen8;
"ama mutluluk, bireysel olarak elde edilemez; diğer insanların dı§ında
bir mutluluk beklemek bo§unadır; ya herkes ondan payını almalı ya da
azlık hiçbir zaman mutlu olamayacaktır."
Bu konuda bir nokta daha var: Ricardocu biçimiyle klasik ekonomi
politiği de kapitalizme kar§ı döndürmek mümkündü. Bu, 1 830'dan sonra
orta sınıf iktisatçılarının Ricardo'ya korkuyla bakmalanna, hatta Ameri­
kalı Carey (1 793-1879) ile birlikte, Ricardo'yu toplum ya§amının bozgun­
culannın ve ajitatörlerin esin kaynağı olarak görmelerine yol açan bir
olguydu. Ekonomi politiğin ileri sürdüğü gibi, eğer emek bütün değerin
kaynağıysa, neden değeri üreterrlerin büyük çoğunluğu yoksulluğun e§i­
ğinde ya§amaktaydı? Çünkü, -her ne kadar kuramından bu sonuçlann
çıkmasından rahatsızlık duymaktaysa da- Ricardo'nun da gösterdiği gibi,
kapitalist, i§çinin ücret olarak aldığının üzerinde, fazladan üretmi§ olduğu
iDEOLOJi: LAiKLiK 263

artığa kar biçiminde el koymaktaydı (Toprak lordlannın da bu artığın bir


kısmına el koymalan temelde sorunu deği§tirmiyordu.) Gerçekte kapi­
talist, i§çiyi sömürmekteydi. Geriye sadece üretimi kapitalistsiz sürdür­
mek, dolayısıyla sömürüyü kaldırmak kalıyordu. Çok geçmeden İngil­
tere'de bir grup Ricardocu 'emek iktisatçısı', bu çözümlerneyi yapmaya
ve sorunun ahlaki yanını de§meye ba§ladı.
Eğer kapitalizm ekonomi politiğin iyimser olduğu günlerde kendi­
sinden beklenenleri gerçekle§tirmi§ olsaydı, bu ele§tirilere kulak veren
de çıkmazdı. Oysa sanılanın aksine yoksullar arasında 'ya§am standardın­
da bir devrim'den pek söz edilemezdi. Fakat sosyalizmin olu§um dönemin­
de, yani Robert Owen'ın New View ofSociety'sinin ( 1 8 13-14)9 yayımlan­
masıyla Komünist Manifesto (1848) arasında, �öküntü, para-ücretierin
dü§mesi, teknolojinin yarattığı ağır i§sizlik ko§ullan ve ekonominin gele­
cekte geni§leme olasılığına ili§kin ku§kular, sıkıntı yaratmaktaydı.* O ne­
denle ele§tirmenler gözlerini, yalnızca ekonominin adaletsizliği konusuna
değil, ekonominin i§leyi§indeki kusurlara, 'iç çeli§kileri'ne çevirebilirlerdi.
Böylelikle ekonomiye iyi nazariada bakınamanın keskinle§tirdiği gözler
(Sismondi, Wade, Engels) , kapitalist ekonominin savunucularının göz
ardı ettiği ve aslında ]. B. Say'in (1 767-183 2) adıyla anılan 'olasılık'
yasasını reddeden kapitalizmin yapısında varolan devrevi dalgalanmalar
ve 'bunalımlar'ı farketmeye ba§ladı. Bu insanların, bu dönemde ulusal
gelirin giderek daha da e§itsiz bir biçimde bölü§ülmesinin ("zengin daha
zengin yoksul daha yoksul oluyor") bir rasiantı olmaktan uzak, sistemin
i§leyi§inin bir ürünü olduğunu fark etmemeleri olanaksızdı. Özetle, kapita­
lizmin yalnızca adaletsiz olduğunu değil, kötü de çall§tığını, çall§tığı ölçüde
de savunucularının öngördüklerinin tamamen tersi sonuçlar yarattığını
gösterebildiler.
O zamana dek yeni sosyalistlerin yaptığı sadece, klasik Fransız-İngiliz
liberalizminin savlarını burjuva liberallerinin gidebilecekleri sınırın öte­
sine ta§ırnak yoluyla davalarını savunmak oldu. Savunusunu yaptıkları
yeni toplumun, mutlaka klasik humanist ve liberal ülkünün geleneksel
zeminini terk etmesi gerekmiyordu. Herkesin mutlu olduğu ve her bireyin
kendi gizil güçlerini tam ve özgür olarak gerçekle§tirdiği, özgürlüğün ege­
men olduğu ve zorlama demek olan yönetimin ortadan kalktığı bir dünya,
liberallerin de sosyalistlerin de nihai amacıydı. İster liberal, ister sosyalist,
ister komünist ya da anar§ist olsun, soylan, hümanizm ve aydınlanmadan
gelen bu ideolojik ailenin çe§itli üyelerini birbirinden ayıran §ey, hepsinin

• Sosyalizm sözcüğü bile, 1820'lerde bulunmu§ bir sözcüktür.


264 DEVRiM ÇAGI

de hayalini olu§ turan 'yumu§ak bir anar§i' değil, ona ula§manm yöntemiy­
di. Ancak tam da bu noktada sosyalizm, klasik liberal gelenekten ayrıldı.
İlkin, toplumun birey atomlardan olu§an salt bir toplam ya da bile§im
olduğu ve itici gücünü bu bireylerin öz çıkarlarından ve aralarındaki
rekab.etten aldığı biçimindeki liberal varsayımdan tamamen ayrıldı. Sosya­
listler bunu yaparken, insanlığın bütün ideolojileri arasında en eski olanı­
na, insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğu inancına geri döndü­
ler. İnsanlar doğal olarak birlikte ya§amakta ve birbirlerine yardım etmek­
tedirler. Toplum, insanın istediğini yapma sınırsız oğal hakkında yapılan
zorunlu değil, ya§amını, mutluluğunu ve bireyselliğini gerçekle§tirmek
için [göze aldığı] müessifbir düzenlemeydi. Piyasa ortamında e§itler ara­
sında gerçekle§en kar§ılıklı deği§imin bir biçimde toplumsal adaleti sağla­
dığı yolundaki Smithçi dü§ünce, onlara ya anla§ılmaz ya da ahlak dı§ı bir
§ey gibi geliyordu. Sıradan insanlar, ifade edemeseler de bu görü§ü benim­
sediler. Kapitalizmi ele§tirenlerin büyük bölümü, burjuva toplumunun
'insanı insanlığından çıkarması'na kaqı (Hegelcilerin ve ilk yazılarında
Marx'ın kullandığı teknik 'yabancıla§ma' terimi, toplumu, birbirinden
kopuk bireylerin etkinlik alanı olmaktan çok, insanın 'yuva'sı olarak gören
eski görÜ§Ü yansıtmaktadır) bütün uygarlık, ussallık, bilim ve teknoloji
sürecini mahkum ederek kar§ılık verdiler. Şair William Blake ve Jean
Jacques Rousseau gibi eski zanaatkar tipli devrimcilerden farklı olarak,
yeni sosyalistler böyle davranmamaya özen gösterdiler. Fakat, sadece insa­
nın yuvası olarak geleneksel toplum idealini değil, sınıflı toplumun ve
mülkiyetin kurulmasından önce insanların öyle ya da böyle uyum içinde
ya§adıklarını öne süren eski dü§ünceyi; Rousseau'nun ilkel insanı ülkü­
le§tirerek, Rousseau'dan daha az incelikli radikal yazarlarm da, yabancı
yöneticiler tarafından fethedilen halkların -Normanlar'ın Saksonlara,
Tötonlar'm Galyalılara yaptığı gibi- bir zamanlar özgürce ve karde§çe
ya§adıkları mitiyle dile getirdikleri dü§ünceyi payla§tılar. "Dehanm" diyor
Fourier, "bu ilkel mutluluğun yollarını yeniden ke§fetmesi ve onu modern
endüstrinin ko§ullarına uydurması gerekir."10 İlkel komünizm, geleceğin
komünizmine model olu§turmak üzere yüzyılları ya da okyarrusları a§ıp
gelmi§ti.
İkinci olarak, sosyalizm, klasik liberal geleneğin alanı dl§ında olma­
makla birlikte bu gelenek tarafından fazla üzerinde durulmamı§bir savı
benimsedi. Klasik liberallerin gözünde, ileri sürdükleri öneriler (aslında
ilk modern sosyalistler için de) doğal ve ussaldı; o güne kadar cehaletin
ve tiranlığın dünyaya dayattığı yapay ve usdl§ı toplumla hiçbir ilgisi yoktu.
Aydınlanmanın insanlara neyin ussal olduğunu gösterdiği bugün, yapıl-
iDEOLOJi: LAiKLiK 265

ması gereken tek §ey sağduyunun önündeki engelleri temizlemekti. Aslın­


da 'ütopyacı' sosyalistlerde (Saint-Simoncularda, Owen'da, Fourier'de
ve ba§kalarında) , gerçeğin, bütün eğitimli ve anlayı§lı insanlar tarafından
hemen benimsenmesi için bildirilmesinin yeterli olduğuna ve ba§langıçta
sosyalizmi gerçekle§tirmeye yönelik çabalarını ilkin nüfuz sahibi sınıfları
-ku§kusuz onlar da yararlanacaktı, ama i§çiler ne yazık ki cahil ve geri
bir gruptu- hedef alan bir propagandayla ve deyim yerindeyse sosyalizmin
pilot alanlarının -insanların ilerlemelerinin önünde hiçbir tarihsel gerilik
geleneğinin bulunmadığı Amerika'nın açık alanlarına son derece uygun
komünist kolaniler ve i§birliğine dayalı giri§imler- kurulmasıyla sınırladık­
larına sıkı sıkıya inanmak gibi bir eğilim bulunmaktaydı. Owen'ın New
Hamwny toplumu, ABD'de Indiana'da kuruldu ve içinde otuz dört adet
ithal edilmi§ ya da orada geli§tirilmi§ Fourierci 'Falanks' bulunuyordu;
yine Hıristiyan komünist Cabet ve ba§kalarının esiniediği çok sayıda kolo­
ni vardı. Bu tür komünal deneyimlere fazla itibar etmeyen Saint-Simon­
cularsa, önerilerini ya§ama geçirebilecek aydınlanml§ despot arayı§ından
hiçbir zaman vazgeçmediler ve bir süre aradıklarını Mısır'ın yöneticisi
Mehmet Ali gibi beklenmedik birinde bulduklarına inandılar.
Bu klasik ussalcı iyi toplum davasında, tarihsel bir evrim ögesi vardı;
çünkü bir ilerleme ideolojisi, bir evrim, olasılıkla tarihsel geli§me evre­
lerinden geçen kaçınılmaz bir evrim ideolojisi barındırır. Fakat Karl Marx
(1818--83), sosyalizm savının çekim merkezini, onun ussal ve istenir bir
§ey olmasından; polemik amaçlı savunmaların hala üzerine kurulduğu,
sosyalizme en deh§etli entelektüel silahını veren sosyalizmin tarihsel kaçı­
nılmazlığına aktarıncaya kadar, böyle bir ideoloji varolmadı. Marx, bu yoldaki
savını, Fransız-İngiliz ve Alman ideolojik geleneklerinin (İngiliz ekonomi
politiği, Fransız sosyalizmi ve Alman felsefesi) bile§iminden yola çıkarak
olu§turdu. Marx'a göre insan toplumu, kaçınılmaz olarak ilkel komünizmden
sınıflı toplurnlara geçmi§; kaçınılmaz olarak, her biri kendi zamanına göre
adaletsiz olmakla birlikte 'ilerici' de olan, her biri belli bir noktada daha
fazla ilerlemesinin önüne engel çıkartan ve a§ılması için gereken güçleri
yaratan 'iç çeli§kiler' ta§ıyan bir dizi sınıflı toplumdan geçmi§ti. Kapitalizm,
bunların sonuncusuydu ve sadece kapitalizmi ele§tirmekle kalmayıp
dünyayı sarsan belagatını, kapitalizmin tarihsel ba§arılarını duyurmak için
de kullandı. Fakat ekonomi politik aracılığıyla, kapitalizmin, kendisini
kaçınılmaz olarak belli bir noktada daha fazla ilerlemesi önünde bir engel
haline sokacak ve kendisini kurtaramayacağı bir bunalım içme sürükleyecek
iç çeli§kileri olduğu gösterilebilirdi. Üstelik kapitalizm (yine ekonomi
politikle gösterilebileceği gibi) kendi mezar kazıcılarını; ekonomik gücün
266 DEVRiM ÇAGI

giderek daha az sayıda insanın elinde toplanması, yıkılmasını daha da kolay­


la§tırırken, sayılan ve ho§nutsuzlukları giderek artan proletaryayı yarat­
ml§tı. O nedenle proletarya devrimi, kapitalizmi kaçınılmaz olarak ala§ağı
etmelidir. Fakat aynı zamanda i§çi sınıfının çıkarlarına kar§ılık gelen top­
lumsal sistemin sosyalizm ya da komünizm olduğu da kanıtlanabilirdi.
Kapitalizm sadece feodalizmden daha ussal olduğundan değil, burjuvazinin
sahip olduğu toplumsal güçten dolayı hakim olduğundan, aynı biçimde
sosyalizm de i§çilerin kaçınılmaz zaferi sayesinde kurulacaktı. Bunun, XIV.
Louis devrinde yeterince akıllı insanların gerçekle§tirebileceği ebedi bir
ülkü olduğunu sanmak aptalcaydı. Sosyalizm, kapitalizmin çocuğuydu.
Hatta toplumun, onun ko§ullarını yaratacak biçimde dönü§üme uğrama­
sından önce yeterli ve uygun bir tarzda formüle edilmesi bile olanaksızdı.
Fakat ko§ullar bir kez varolduğunda zafer de kesindi; çünkü "insanlık daima
önüne sadece çözebileceği sorunları koyar."11

III

Bu görece tutarlı ilerleme ideolojileriyle kar§ıla§tırıldığında, ilerlemeye


kaqı koyan ideolojiler, dü§ünce sistemleri adını pek hak etmemektedirler.
Onlar, daha ziyade ortak zihinsel yöntemden yoksun, burjuva toplumu­
nun zayıflığını gören keskin bir görüye ve ya§amda liberalizmin izin verdi­
ğinden daha fazla §eylerin olduğu yolunda sarsılmaz bir inanca dayanan
tutumlardı. Bu yüzden görece daha az ilgiyi hak etmektedirler.
Ele§tirilerindeki ba§lıca sorun §Uydu: Liberalizm, o güne dek insanın
ya§ am için özsel saydığı topluluk ya§amını ya da toplumsal düzeni yıkml§
ve yerine ho§görülmesi olanaksız olan herkesin herkese kar§ı rekabetinin
yarattığı bir anar§i ortamıyla insanı insanlıktan çıkartan piyasayı koymu§­
tu. Muhafazakarlar ve devrimci ilerleme kar§ıtları ya da zengin ve yoksul­
ların temsilcileri, bu noktada birbirleriyle, hatta sosyalistlerle bile aynı
dü§ünme eğilimindeydiler ve Romantikler arasında son derece belirgin
olan bu yakınla§ma (14. Bölüme bakın), 'Tory demokrasisi' ya da 'feodal
sosyalizm' gibi tuhaflıkların ortaya çıkmasına neden oldu. Muhazakarlar,
çifte devrimin tehdit ettiği her rejimi ya da örneğin ortaçağ feodalizmi
gibi geçmi§teki belli bir devleti ideal toplumsal düzenle -ya da, rahatı
yerinde olanların toplumsal özlemleri yoksulların emellerinden her zaman
için daha ılımlı olduğundan, ideale yakın, uygulanabilir olan bir düzenle­
özde§lemek eğilimindeydiler. Aynı zamanda, doğal olarak ideal toplum­
daki 'düzen' ögesini öne çıkardılar; çünkü toplumsal hiyerar§inin üstünde
bulunanlan altındakilere kar§ı koruyan oydu. Devrimcilerse, gördüğümüz
iDEOLOJi: lAiKLiK 26 7

gibi, varolan hiçbir toplum yoksulları gerçek anlamda doyurmadığından,


halk açısından i§lerin yolunda gittiği geçmi§te varolan bir altın çağ dü§ün­
düler. Yine böyle bir çağın 'düzen'inden çok, kar§ılıklı yardım ve topluluk
duygusunu öne çıkardılar.
- Buna kar§ın ilerlemeye kar§ı olan devrimciler de muhafazakarlar da,
bazı önemli konularda eski rejimin yenisinden daha iyi olduğu konusunda
aynı dü§üncedeydiler. Eski rejimde onları hiyerar§inin üstüne ve altına
dağıtan, mülkleri düzenleyen Tanrıydı; muhafazakarlar bu durumdan
ho§nuttu, ama Tanrı aynı zamanda üsttekilere (hafif ve tam anlamıyla
ya§ama geçirilmemi§ de olsa) belli görevler vermi§ti. İnsanlar e§it olma­
makla birlikte, değerleri piyasaya göre belirlenen birer mal da değillerdi.
Her §eyden önce görenekten, toplumsal kurumlardan ve yükümlülüklerden
olu§an açık bir haritanın yol göstericiliğinde, sıkı toplumsal ve ki§isel ili§kiler
ağı içersinde birlikte ya§ıyorlardı. Ku§kusuz Mettemich'in sekreteri Gentz
ile İngiliz radikal demagogu ve gazetedsi William Cobbett'in ( 1 762-1835)
kafasındaki ortaçağ ülküsü, birbirinden tamamen farklıydı; ancak her ikisi
de aynı ölçüde, burjuva toplumuna ilkelerini verdiğini savundukları Re­
formasyon'a saldırmaktaydı. ilerlemeye en çok inananlardan biri olan
Frederick Engels bile, Endüstri Devrimi'nin yıktığı eski onsekizinci yüzyıl
toplumuna ili§kin hayli pastaral bir manzara çizmi§ti.
Tutarlı bir evrim kuramma sahip olmayan ilerleme kar§ıtı dü§ünürler,
neyin 'yanlı§ gittiği' konusunda bir türlü karar veremediler. Gözde suçlulan,
akıldı, ya da daha özel olarak, konuları aptalca ve dinsizce, insan anlayl§ı
için ve örgütleme yetisi açısından içinden çıkılmaz bir hale getirmeye çall§an
onsekizinci yüzyıl ussalcılığıydı. Toplumlar makineler gibi planlanamazdı.
"En iyisi" diyordu Edmund Burke, "arısiklopediyi ve bütün iktisat külliyatını
bir kerede ve sonsuza dek unutmak ve bugüne dek prensleri büyük ve
ulusları mutlu kılml§ olan eski kurallara ve ilkelere dönmektir. "12 Sistemli
ussallığa kar§ı, söz konusu dü§ünürün zihinsel eğilimine göre içgüdü, gele­
nek, dinsel inanç, 'insan doğası', 'yanlı§' aklın kar§ısına doğrular olrak kon­
du. Ama aklın fatihi, hepsinden önce tarih olacaktı.
Çünkü, muhafazakar dü§ünürlerde tarihsel ilerleme duygusu yoksa
da, 'yapay' olarak, apar topar kurulmu§ olanlarla, tarihin doğal yoldan
ve yava§ yava§ kurduğu ve istikrar kazandırdığı toplumlar arasındaki
farka ili§kin son derece keskin bir anlayı§ vardı. Tarihsel giysilerin nasıl
biçildiğini açıklayamasalar da ve aslında böyle bir §eyin varlığını bile
yadsısalar a, uzun süre giyilerek nasıl bedene uygun bir biçim aldıklarını
hayranlık veren bir tarzda açıklayabilmekteydiler. İlerleme kar§ıtı ideoloji,
en ciddi zihinsel çabayı tarihsel çözümleme konusunda ve devrime kar§ı
268 DEVRiM ÇAGI

sürekliliğin ara§tırılmasında gösterdi. O nedenle, önemli örnekleri, De


Bonald ( 1 753-1840) ve Joseph De Maistre ( 1 753-182 1) gibi, amaçlan
usd!§ılığın erdemlerini savunmak olsa da, çoğunlukla a§ırılığın kıyılarında
dolanan ussal savlada ölü bir geçmi§i onarmaya çalı§an tuhaf göçmen
Fransız soyluları değil, hala varolan eski rejimi tarihsel sürekliliklerine
göre me§rula§tırmaya çalı§an Alınan hukukçularının 'tarih okulu' ile İngil­
tere'de Edmund Burke gibi adamlardı.

IV

Şimdi geriye, ilerici ve ilerleme kar§ıtı, ya da toplumsal terimlerle ifade


edersek bir yanda endüstri burjuvazisiyle proletarya, öte yanda aristokrasi,
tüccar sınıflar ve feodal kitleler arasında kendirıe garip bir biçimde yer
bulmu§ bir grup ideolojiyi ele almak kalıyor. Bu ideolojiterin en önemli
ta§ıyıcıları, Batı Avrupa'nın ve Birle§ik Devletler'irı radikal 'küçük adam­
ları' ile aristokratik ve monar§ik bir toplumda rahat olmakla birlikte tam
anlamıyla doyum bulamamı§ Orta ve Güney Avrupa'nın ılımlı orta sımf­
larıydı. Her iki grup da bazı bakımlardan ilerlemeye irıanmaktaydı. Ancak
ilerlemenin liberal olsun sosyalist olsun mantıksal sonuçlarım izlemeye
hazır değillerdi. Çünkü birinci grup, bu sonuçları, küçük zanaatkarların,
dükkan sahiplerinirı, çiftçilerin ve i§adamlannın ya kapitalistler ya da
emekçiler halirıe dönü§melerirıden sorumlu görüyordu; ikirıcilerse, Jakoben
diktatörlük deneyiminden çok ürkmü§lerdi ve pek çok durumda, memur­
luklarını yaptıkları prenslermin iktidarına meydan okuyacak kadar güçlü
değildiler. O nedenle her iki grubun görü§leri, liberal (ilk örnekte örtük
olarak sosyalist) ögeleri liberal kar§ıtı ögelerle; ilerici ögeleri ilerleme
kar§ıtı ögelerle birle§tirmektedir. Öte yandan bu temel karma§ıklık ve
çeli§kili hal, onları diyalektik bir anlayl§a sahip olmaya zorladığından,
toplumun doğasını liberal ilericilerden de ilerleme kar§ıtlanndan da daha
derirılemesine görme olanağına sahiptiler.
Bu birinci küçük burjuva radikallerinın olu§turduğu grubun en önemli
(daha doğrusu sezgisel deha sahibi) dü§ünürü, 1 789'da artık ya§amayan
Jean Jacques Rousseau'ydu. Safbireycilikle, insanın ancak toplum ya§amı
içirıde kendisi olduğu görÜ§Ü arasında; akhi dayalı devlet idealiyle, 'duy­
gu'larıyla çatı§tığında akıldan ku§ku duymak arasında; ilerlemenin kaçı­
nılmaz olduğunu kabul etmekle, ilerlemenirı 'doğal' ilkel insanın uyumunu
bozması arasında gidip gelen Rousseau, kendi ki§isel ikilemlerirıi olduğu
kadar, fabrika sahiplermin liberal, proletaryanın sosyalist kesmliklerini de
bir türlü kabul edemeyen sınıfların ikilemlerirıi yansıttı. Bu büyük, ama ne
iDEOLOJi: lAiKLiK 269

yazık ki huysuz adamın görü§leri burada bizi ayrıntılarıyla ilgilendirmiyor;


çünkü Rousseaucu özel bir dü§ünce okulu ya da Robespierre ile II. Yıl'ın
Jakobenleri dl§ında Rousseaucu bir siyaset de yoktur. Rousseau'nun özellikle
Almanya'da ve Romantikler arasında güçlü ve yaygın zihinsel etkileri ol­
mu§sa da bu, sistemli bir etki değil, bir tutum ve tutku biçimirıde ortaya
çıktı. Plebler ve küçük burjuva radikaller arasındaki etkisi de çok büyüktü;
ama, ancak Mazzini ve onunyolundaki milliyetçiler gibi ufuksuz kimseler
arasında üstün geldi. Genelde, Thomas Jefferson (ı 743-ı826) ve Thomas
Pairıe ( ı 7 3 7-ı 809) gibi, onsekizinci yüzyıl ussalcılığının çok daha ortodoks
uyarlamalarıyla karı§tı.
Son akademik modalarda, Rousseau'yu son derece yanlı§ anlamak
gibi bir eğilim vardır. Her iki kanadı da ele§tirdiğinden, Rousseau'yu,
Aydınlanma ve Devrimin öncüsü olarak Voltaire ve Ansiklopedistlerle
bir tutan geleneği gülünç bulmaktadırlar. Fakat Rousseau'dan etkilenen­
ler, o zamanlar Rousseau'yu Aydınlanmanın bir parçası olarak ördüler
ve ondokuzuncu yüzyıl ba§larında küçük radikal çevrelerde Rousseau'nun
eserlerini Voltaire, d'Holbach ve diğerleriyle birlikte yeniden bastılar.
Liberal ele§tirmenler, yakın dönemde ona, soldaki 'totalitarizm'in babası
olarak saldırdılar. Ama, gerçekte Rousseau'nun modern komünizmin ana
geleneği ve Marksizm üzerinde hiçbir etkisi olmamı§tır. * Bizim ele al­
dığımız dönemde ve ondan sonra da Rousseau'nun tipik izleyicileri,
Jakoben, Jeffersoncı ve Mazzinici küçük burjuva radikalleri, mülkiyetirı
ve bazı refah hizmetlerinin e§it olarak bölü§türüldüğü küçük bir bağımsız
devlete, demokrasiye ve milliyetçiliğe inananlar olmu§ tur. Dönemimizde
Rousseau'nun her §eyden önce eşitliği; tirarılığa ve sömürüye kar§ı özgür­
lüğü ("insan özgür doğar ama her yere zincire vurulmu§tur"), oligar§iye
kar§ı demokrasiyi, zenginlerin ve eğitimliterin incelikleriyle bozulmamı§
basit 'doğal insan'ı ve soğuk hesaplılığa kar§ı 'duygu'yu temsil ettiğine
inanılmaktaydı.
Belki de en iyi halde Alman felsefesi olarak adlandırılabilecek ikinci
grupsa çok daha karma§ık bir nitelikteydi. Ayrıca bu grubun üyeleri top­
lumlarını yıkacak güce ya da bir Endüstri Devrimi yapabilecek ekonomik
olanaklara sahip olmadıklarından, enerjilerirıi kılı kırk yaran genel dü§ünce
sistemleri kurmaya yöneltme eğilimindeydiler. Almanya' da klasik anlamda
çok az liberal vardı. Aralarında en önde geleni, büyük bili� adamı

•Birbirleriyle neredeyse kırk yılı bulan yazı§maları sırasında Marx ile Engels onun adını
tesadüfen ve oldukça olumsuz bir biçimde üç kez anmı§lardır. Ancak geçerken belinelim,
Rousseau'nun diyalektik yakla§ınıırun Hegel'in diyalektiğini öneelediğini belinerek Roussea·u'ya
hakkını vermekten çekirunemi§lerdir.
270 DEVRiM ÇAGI

Humboldt'un karde§i olan Wilhelm von Humboldt ( 1 767-1835) idi.


Alman orta ve üst sınıf aydınları arasında belki de en ortak tutum (ki
içinde çok sayıda devlet görevlisi ve devlette çall§an profesör barındıran
bir sınıfa çok uygundu), aydınlanml§ bir babacan ya da bürokratik idare­
nin erdemlerine ve üst tabakalar arasında sorumluluk duygusuyla birlikte
ilerlemenin kaçınılmazlığına ve bilimsel ve ekonomik ilerlemenin yararia­
rına inanmaktı. Kendisi küçük bir devletin bakanı ve danl§ma kurulu üyesi
olan büyük Goethe, bu tutumu pek güzel örneklemektedir. 13 Çoğunlukla
felsefi olarak, tarihin eğilimlerinin kaçınılmaz geli§mesi biçiminde formüle
edilen orta sınıfın talepleri, aydınlanmı§ bir devlet tarafından yerine
getirilmekteydi: Bu talepler, en iyi durumda Alman ılımlı liberalizminin
talepleriydi. Alman devletlerinin ekonomideki ve eğitimdeki ilerlemenin
örgütlenmesinde her zaman canlı ve etkin bir rol üstlenmi§ olmaları ve
tam laissez-fairenin Alman i§adamlan için avantajlı bir politika
olu§turmaması, bu tutumun çekiciliğini azaltmadı.
Ancak, Alman orta sınıf dü§ünürlerinin (tarihsel konumlarının ta§ıdığı
özellikleri bir yana bırakarak) uygulamadaki görünümlerini, diğer ülke­
lerdeki muadillerinin olu§turduğu manzara içine dahil edebilirsek de,
Alman dü§üncesinin büyük bölümünde varolan safbiçimiyle klasik libera­
lizme takınılan son derece belirgin soğuk tavrı bu yolla açıklayabilmemiz
pek olanaklı değildir. Liberal bayağılıklar -felsefi materyalizm ya da ampi­
rizm, Newton, Kartezyen çözümleme ve diğerleri- pek çok Alman dü§ü­
nürünü son derece rahatsız etmekteydi; Onları çeken §eyler, gizemcilik,
simgeeilik ve organik varlıklarla ilgili büyük genellemelerdi. Onsekizinci
yüzyıl ba§larında egemen olan Fransız kültürüne kar§ı milliyetçi bir tepki,
olasılıkla Alman dü§üncesindeki Tötonculuğun §iddetlenmesine katkıda
bulundu. Bunun daha olası açıklaması, Almanya'nın ekonomik, zihinsel
ve bir ölçüde de siyasal bakımdan üstün olduğu önceki çağın zihinsel
ikliminin varlığını hala sürdürmesinde yatmaktadır; çünkü Reformasyon
ile onsekizinci yüzyıl sonu arasındaki gerileme döneminde, tıpkı onaltıncı
yüzyıldaki küçük Alman kentlerinin görünümünde bir deği§iklik olmaması
gibi, Alman entelektüel geleneğinin arkaik yapısı da olduğu gibi kalml§tı.
Nereden bakılırsa bakılsın -ister felsefi, bilimsel, ister sanatsal- Alman
dü§üncesinin temel iklimi, Batı Avrupa'da onsekizinci yüzyılın ana gele�
neğinden belirgin biçimde farklıydı. Klasik aydınlanma anlayl§ının sınır-

• Bu durum, son derece farklı bir tarihten geçen Avusturya için geçerli değildir. Sanatlarda
-özellikle de müzikte, mimaride ve tiyatroda- ve bazı uygulamalı bilimlerde Avusturya
İmparatorluğu son derece seçkin bir çizgi izlemi§se de, Avusturya dü§üncesinin ana özelliğinin
kesinlikle anılmaya değer bir yanı yoktur.
iDEOLOJi: LAiKLiK 27 1

larına gelip dayandığı bir dönemde, bu durum Alman dü§üncesine belli bir ,
avantaj sağladı. Bu durum, Alman dü§üncesinin ondakuzuucu yüzyılda
artan dü§ünsel etkisini açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Alman dü§üncesinin en anıtsal ifadesi, klasik Alman yazınıyla birlikte
ve onunla yakın ili§ki içersinde, 1 760 ile 1 830 arasında yaratılan bir
dü§ünce külliyatı olarak Alman klasik felsefesiydi (Şair Goethe'nin seçkin
bir 'doğa filozofu' ve bilim adamı olduğu, §air S chiller'in sadece bir tarih
profösörü değil* aynı zamanda seçkin bir felsefi deneme yazarı olduğu
unutulmamalıdır.) Immanuel Kant ( 1 7 24-1804) ve Georg Wilhelm
Friedrich Hegel ( 1 7 70-183 1), Alman dü§üncesinin iki büyük yıldızıdır.
1830'dan sonra, aynı zamanda (onsekizinci yüzyıl ussalcılığının dü§ünce
alanındaki çiçeği olan) klasik ekonomi politik alanında ݧ ba§ında gördü­
ğümüz parçalanma süreci, Alman felsefesinde de ya§andı. 'Genç Hegelci­
ler' ile nihayetinde Marksizm, bu parçalanmanın ürünüydüler.
Hiçbir zaman unutulmaması gerekir ki, Alman klasik felsefesi iliğine
kadar burjuva bir görüngüydü. Önde gelen bütün simaları (Kant, Hegel,
Fichte, Schelling) Fransız Devrimi'ni selamlamı§ ve uzun bir süre ona
sadık kalml§lardı (Hegel, Jena Sava§ı'nın [ 1806] sonlarına dek Napoleon'u
savundu) . Aydınlanma, Kant'ın onsekizinCi yüzyıla özgü dü§üncesinin
çerçevesini, Hegel'inse ba§langıç noktasını olu§turmaktaydı. Her ikisinin
de felsefesi, ilerleme dü§üncesiyle doluydu: Kant'ın ilk büyük ba§arısı,
güne§ sisteminin kökeni ve geli§mesiyle ilgili bir hipotez ileri sürmesi
oldu. Hegel'in bütün felsefesiyse, bir evrim (ya da toplumsal terimlerle
ifade edersek tarihsellik) ve zorunlu ilerleme felsefesiydi. Dolayısıyla He­
gel, ba§ından itibaren Fransız Devrimi'nin a§ırı sol kanadından ho§hınma­
mı§ ve sonunda düpedüz muhafazakar olmu§sa da, bu devrimin burjuva
toplumunun temeli olarak tarihsel zorunluluğundan bir an olsun ku§kuya
dü§medi. Ayrıca, sonraki akademik filozofların çoğundan farklı olarak
Kant, Fichte ve özellikle Hegel, belli ölçülerde iktisatla da (Fichte Fizyok­
ratlarla, Kant ile Hegel de İngiliz iktisadıyla) uğra§tılar; ve Kant ile genç
Hegel'in, kendilerini Adam Smith'in inanmı§ları olarak gördüklerine
inanmak için nedenler vardır. 14
Alman felsefesinin bu burjuva yanı, bir açıdan Kant'ta daha belirgindi.
Kant, bütün ya§amı boyunca sol liberal biri olarak kaldı ve son yazılarında
(1 795) sava§ı reddedecek bir dünya cumhuriyetler federasyonu aracı­
lığıyla evrensel barı§ın kurulması için soylu bir çağrıda bulundu. Fakat
Kant, bir ba§ka açıdan Hegel'den daha çapra§ık ve karanlıktı. Çünkü
• Schiller'in -Walleııstein üçlemesi dışında- tarihsel draınalarında, insanı Schiller'in bir
tarihçi olmasından kuşkuya düşürecek kadar hata vardır.
272 DEVRiM ÇAGI

Prusya'nın ücra bir kenti olan Koenigsberg' de sade ve gösteri§siz papsiyo­


nuyla sınırlı kalmı§ olan Kant'ın dü§üncesinde, İngiliz ve Fransız dü§ünce­
sinde özel bir yer tutan toplumsal içerik, yüce de olsa, zorlu soyutlamalara,
özellikle 'irade'ye ili§kin ahlaki soyutlamalara indirgenmektedir. Bütün •

okurlarının çektikleri sıkıntıdan bildikleri gibi, Hegel'in dü§üncesi de


oldukça soyuttur. Ne var ki bu dü§ünce, en azından ba§langıçta, Hegel'in
bu soyutlamalada toplumla (burjuva toplumuyla) uzla§maya çalı§tığını
gösterecek kadar da açıktır. Aslında insanlığın temel ögesi olarak emek
çözümlemesinde ( 1805-6 tarihli konu§malarında dediği gibi, "insan akıl
sahibi bir varlık olduğundan araç yapar ve bu onun iradesi'nin ilk dı§a
vurumudur") 15 Hegel, soyut bir biçimde klasik liberal iktisatçılada aynı
araçları kullandı ve raslantısal olarak, Marx'ın yararlanacağı temellerden
birini ortaya koydu.
Buna kar§ın, ba§ından itibaren Alman felsefesi (Kant'tan çok Hegel'de)
bazı önemli bakımlardan klasik liberalizmden farklılık gösterdi. Birincisi;
klasik geleneğin materyalizmini ve ampirizmini reddetmek bakımından,
bilinçli olarak idealistti. İkincisi; Kant'ın felsefesinin temel birimi birey­
ken, Hegel'in ba§langıç noktasını, (geçerken belirtelim, tarihsel geli§menin
etkisi altında bireylere parçalanmakta olduğunu gördüğü) 'kollektifolan'dır,
yani (bireysel vicdan biçiminde bile olsa) topluluk. Ve gerçekte Hegel'in
ünlü diyalektiği, (her alanda) çeli§kilerin sonu gelmeyen açımlamalarıyla
ilerleme kuramı, ilk hareketini pekala birey ile topluluk arasındaki çeli§kiye
ili§kin bu derin bilinçten alml§ olabilir. Ayrıca Kant ile Hegel'in ba§ından
itibaren yürekten inandıkları burjuva liberal ilerleme alanının sınırlannda
kalmaları, belki de tam anlamıyla ona katılamamaları, Alman dü§ünür­
lerinin burjuva liberal ilerlemenin sınır ve çeli§kilerinin çok daha fazla
farkına varmalarını sağladı. İlerlemenin kaçınılmaz olduğuna ku§ku bu­
lunmamakla birlikte, büyük kazançlar kadar büyük kayıplara da yol açmaml§
mıydı? Onun da yerine ba§kasım koyınak gerekmiyor muydu?
O nedenle, her ne kadar Rousseau'dan farklı olarak bu filozoflar çeli§­
kilerini tek, her §eyi kapsayan, zihinsel bakımdan tutarlı sistemler içersine
dahil etme yönünde muazzam bir çaba göstermi§ olsalar da, klasik, ama
özellikle Hegelci felsefenin Rousseau'nun ikilem yüklü dünya görü§üyle
garip biçimde ko§utluk ta§ıdığım görüyoruz. (Rousseau'nun, öğleden son­
raları düzenli olarak, aksatmadan yaptığı yürüyü§lere sadece iki kez; biri
Basrille alındığında, bir kez de -birkaç gün sonra- Emile'i [Rousseau'nun
• Örneğin Lukacs, bireyin bencil antagonizminden ortaya toplumsal bakımdan yararlı sonuç·
lar çıkartan Srnithçi son derece somut 'gizli el' paradoksunun, Kant'ta tamamen soyut bir
'toplum dı§ı toplumsallık' soyutlaması halini aldığını göstermektedir. Der ]unge Hegel, s. 409.
iDEOLOJi: lAiKLiK 273

yazdığı kitaplardan biri] okumak için ara verdiği söylenen Kant üzerinde
yoğun bir etkisi olmu§tu) . Uygulamada hayal kırıklığına uğrayan felsefi
eğilimli devrimciler, gerçeklikle 'uzla§ma' sorunuyla yüzyüze geldiler ve
Hegel örneğinde bu uzla§ma, tereddüt içinde geçen yıllardan sonra -Na­
poleon'un dü§mesine kadar Prusya hakkında bocalamt§ ve Goethe gibi
kurtulu§ sava§lanyla hiç ilgilenmemi§ti- Prusya devletinin ülküle§tiril­
mesi biçimini aldı. Kuramsal olaraksa, tadhsel olarak ortadan kalkmaya
mahkum edilmi§ bir toplumun geçiciliği, felsefelerine yerle§ti. Mutlak
gerçek yoktu. Çeli§kinin diyalektiğiyle ilerleyen ve diyalektik bir yöntemle
kavranan tarihsel sürecin ilerlemesinden ba§ka bir §ey yoktu; ya da en
azından, tıpkı 1830'dan sonra ya§lı meslekta§larının yürümeyi bıraktığı
veya (Goethe gibi) her zaman bu yoldan uzak durduğu devrim yoluna
bir kez daha girmeye hazır olmalan gibi, klasik Alman felsefesinin mantı­
ğını, büyük hocalannın ötesine geçmek isterneyeceği noktanın ötesinde
izlemeye can atan 1 830'ların 'Genç Hegelcileri'nin vardığı sonuç buydu.
Fakat 1830-48 arasında devrim meselesi artık orta sınıfın liberal iktida­
nnın fethi gibi basit bir mesele olmaktan çıkmaktaydı ve klasik Alman
felsefesinin parçalanmasından doğan entelektüel devrimci, bir ]iranden
ya da Felsefi eğiliii-ılere sahip bir Radikal değil, Karl Marx idi.
Dolayısıyla çifte devrim dönemi, orta sınıfın liberal ve küçük burjuva
radikal ideolojilerinin zaferine ve en ayrıntılı formülasyonlanna ve bu
ideolojilerin bizzat kendilerinin yaratmaya koyulduklan ya da en azından
kucak açtıklan devlet ve toplumların etkisi altında parçalanmalanna
tanık oldu. 1 830 .. Waterloo döneminin sessizliğinden sonra Batı
Avrupa'nın büyük devrimci hareketinin canlanmasına olduğu kadar, bu
ideolojilerin bunalımlarına da damgasını vurmaktadır. Eksilmi§ ve azalml§
bir biçim altında olsa da varlıklarını sürdüreceklerdi; ama sonraki
dönemin klasik liberal iktisatçısı, Smith ya da Ricardo cesametinde biri
olmayacaktı (1840'1ardan sonra İngiliz liberal iktisatçı-felsefecisini temsil
etmeye ba§layan ]. S. Mill'se hiç olmayacaktı) ; klasik Alman filozofu,
Kant ya da Hegel'in etkinlik alanına ve gücüne sahip olamayacaktı.
1830'da, 1 848'de ve sonrasında Fransa'nın Jakobenleri ve Jirondenleri,
1 789-94'teki atalannın yanında cüce kalırlardı. Ondokuzuncu yüzyıl
ortasının Mazzinicilerine gelince, bunların onsekizinci yüzyılın Jean
Jacques Rousseauculanyla kar§ıla§tınlmaları bile olanaksızdır. Ama büyük
devrim -Rönesanstan sonraki dü§ünsel geli§menin ana akımı- ölmedi,
kar§ıtına dönü§mekteydi. Çapıyla ve yakla§ırnıyla Marx, klasik iktisatçı­
ların ve filozofların mirasçısıydı. Ama peygamberi ve mimarı olmak
istediği toplum, onlarınkinden son derece farklıydı.
14
Sanatlar

Her zaman moda olan bir zevk vardır: Posta arabası kullanma - Hamlee oynama -
felsefi kon�malar yapma zevki - olağanüstü �ey lerden - basit olandan - parlak olandan ­
karanlık olandan - yumu�ak olandan - çetin olandan - haydutlardan - hayaletlerden -
�eytandan - Fransız dansçı/ardan ve Alman trajedileıinden alınan zevk - Kasımda kıra
çıkmanın ve kı�ları yaza kadar Londra'da kalmanın - ayakkabı yapmanın - pitoresk gezilere
çıkmanın zevki - sadece zevkten zevk alma ya da zevk üZerine yazmanın zevki.
T. L. Peacock'un Melicourt (1816) adlı eserindeki Soylu bayan Pinmoney'nin sözleri

Ülkenin zenginliğiyle oran/andığında İngiltere'de kayda değer bina sayısı ne kadar az ...
müzelere, resimlere, güzel �eylere, özel merak/ara, saraylara, tiyatro/ara ya da ba�ka üretken
olmayan �eylere yatırılan sermaye miktarı ne kadar küçüktür! Bunlar, bir ülkenin
büyüklüğünün ba�lıca temelidir ve yabancı gezginlerle bazı dergi yazarları tarafından
ekseıiyetle bizim geıiliğimizin kanıtı olarak sunulmaktadır.
S. Laing, Notes of a Traveller on the Social and Political State of France, Prussia,
Switzerland and other parts of Europe, 1842.1

Çifte devrimin bu döneminde sanatların geli§mesini ara§tıran birinin gözü­


ne çarpacak ilk §ey, olağanüstü bir canlılık olacaktır. Ba§ka bir grup altında
· her biri birer dev olan bir alay insanı bir yana koyarsak; Beethoven ve
Schubert'i, olgun ve ya§lı Goethe'yi, genç Dickens'ı, Dostoyevski'yi, Verdi
ve Wagner'i, Mozart'ın son demlerini, Goya'nın neredeyse bütün ya§amını,
Pu§kin ve Balzac'ı kapsayan bu yarım yüzyılı, dünya taril;tinin bu uzunluktaki
ba§ka herhangi bir dönemiyle kar§ıla§tırmak mümkün müdür? Bu olağan­
üstü listenin büyük bölümü, pratikte bütün Avrupa ülkelerindekiokuryazar
halka seslenen sanatların canlanıp yayılmalarının ürünüdür.*
Uzun uzun isim listeleri vererek okuru yormaktansa, dönemimiz içer­
sinden kesitler alarak bu kültürel canlanmanın geni§lik ve · derinliğini
örneklemek daha iyi olacaktır. Örneğin 1 798-1801 yılları arasında
sanatta yeniliğe dü§kün bir yurtta§, İngiltere'de Wordsworth'un Lyrical
Ballads'ını ve Coleridge'i; Almanya'da Goethe, Schiller, Jean Paul ve
• Avrupalı olmayan uygarlıklardaki okuryazar kitlesi, burada çifte devrimden etkilendikleri
oranda göz önünde bulundurulacaktır. Ancak bu dönemde böyle bir etki altında kalını§ ülke
yok denecek kadar azdır.
SANATlAR 275

Novalis'in birçok eserini keyifle okuyabilir, Haycin'ın Yaradıll§'ını ve Mev­


simler'ini, Beethoven'ın Birinci Senfonisi'ni yaylı çalgılar için birinci
dörtlüsünü dinleyebilirciL O yıllarda J-L David Madame Recamier'in
Portresi'ni, Goya Kral N. Charles'ın Aile Portresi'ni tamamlaml§tı. 1824-
26-'da İngilizce'de Walter Scott'un yazdığı çok sayıda yeni romanı,
İtalyanca'da Leopardi'nin §iirlerini ve Manzoni'nin Promessi Sposi 'sini,
Fransızca'da Victor Hugo'nun ve Alfred de Vigny'nin §iirlerini ve durumu
uygunsa Rusça'da Pu§kin'in Eugene Onegin'inin ilk bölümlerini ve yeni
basılmı§ İskandinav sagalarını okumak mümkündü. Delacroix'in The
Massacre at Chios adlı resmiyle Constable'ın The Hay Wain'i kadar,
Beethoven'n Choral Symphony'si, Schubert'in Ölüm ve Genç Kız'ı, Chopin'in
ilk eseri, Weber'in Oberon'u bu yılların tarihini ta§ır. On yıl sonra (1834-6)
yazında Gogol'ün Müfetti.ş'iyle Pu§kin'in Maça Kızı, Fransa'da Balzac'ın Goriot
Baba'sı ile Musset'ın, Hugo'nun, Theophile Gautier'in, Vigny'nin,
Lamartine'nin ve Ya§lı Alexander Dumas'nın eserleri, Almanya'da
Buechner, Grabbe ve Heine'nın, Avusturya'da Grillparzer ile Nestroy'un,
Danimarka'da Hans Andersen'in eserleri, Polanya'da Mickiewicz'in Pan
Tadeusz'u, Finlandiya'da milli §iirleri Kalevala'nın asıl baskısı, İngiltere'de
Browning ile Wordsworth'un §İirleri çıktı. Müzikte; İtalya'da Beliini ile
Donizetti, Polanya'da Chopin, Rusya'da Glinka operalar yazdı; İngiltere'de ·

Constable, Almanya'da Caspar David Friedrich resim yaptı. Bu üç yılın


öncesindeki ve sonrasındaki bir iki yıl, bizi Dickens'ın Pickwick Papers'ına,
Cadyle'nin Frenc/ı Revolution'ına, Goethe'nin Faust'unun IL Bölümüne,
Almanya'da Platen'in, Eichendorff'un ve Moerike'nin §iirlerine, Flemenk
ve Macar yazınına yapılan önemli katkılara, bunların yanında ba§lıca
Fransız, Polonyalı ve Rus yazarların ba§ka yayınlarına; müzikte
Schumann'ın Davidsbuendlertaenze'siyle Berlioz'un Requiem'ine götürür.
Bu geli§igüzel örneklerden iki §ey çıkmaktadır. Birincisi, sanatsal ba§a­
rılar, uluslar arasında olağandı§ı bir biçimde yayılmaktadır. Bu, yeni bir
§eydi. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Rus yazını ve müziği, çok daha
gösteri§siz bir biçimde olsa da tıpkı Fenimore Cooper (1 787-185 1), Edgar
Allan Poe ( 1809-49) ve Herman Melville (1819-9 1) ile ABD'nin yazında
yaptığı gibi, ansızın dünya çapında bir güç haline geldi. Aynı §eyi en
azından halk §arkılarının, peri masallarının ve §iirlerin yayımlanması biçi­
minde Polonyalılar ve Macarlar yazında ve müzikte, Kuzeyliler ve Balkan­
lar da yazın alanında yaptılar. Bunun yanında, yeni basılmı§ bu yazılı
kültür ürünlerinin çoğunda ba§arı kesin ve benzersizdi: Örneğin Pu§kin
( 1 799-1837), klasik Rus §airi, Mickiewicz ( 1 798- 1855) en büyük
Polonyalı, Petoefi ( 1 823-49) Macaristan'ın ulusal §airi olarak kalml§lardır.
276 DEVRiM ÇAGI

Açıkça görülen ikinci gerçek, belli sanatların ve tarzların kaydettiği


ayrıksı geli§medir. Yazın ve yazın içinde de roman, bu bakımdan birer
örnektir. Muhtemelen hiçbir yarım yüzyılda bunca ölümsüz romancı bir
araya gelmi§ değildir: Fransa'da Stendhal ve Balzac, İngiltere'de Jane
Austen, Dickens, Thackeray ve Bronteler; Rusya'da Gogol, genç Dosto­
yevski ve Turgenyev (Tolstoy'un ilk yazıları ı850'lerde çıkml§tı) . Müzikte­
ki dururnsa belki de çok daha göz alıcıdır. Bugün bile standart konser
repertuvarı hala büyük oranda bu dönemde eser vermi§ (daha önceki
döneme ait olsalar da Mozart ve Haydn; Beethoven, Schubert, Chopin
ve Liszt gibi) bestecilerin eserlerine dayanmaktadır. Enstrümantal müziğin
'klasik' dönemi, esas olarak Almanya ile Avusturya'nın bir ba§arısıdır;
ama Opera, İtalya'da Rossini, Donizetti, Bellini ve genç Verdi ile, Alma­
nya'da (Mozart'ın son iki operasını saymazsak) Weber ve genç Wagrıer
ile, Rusya'da Glikan ile ve Fransa'da daha az tanınml§ çok sayıda sima
ile diğer her müzik türünden çok daha geni§ bir alana yayılml§, çok da
ba§arılı olmu§tur. Öte taraftan görsel sanatların listesi, kısmen resim dı§ın·
da, bu kadar parlak değildir. Kabul etmek gerekir ki Francisco Goya y
Lucientes ( ı 746-ı828) , İspanya'nın ara sıra çıkardığı büyük sanatçılar­
dan ve bütün zamanların bir avuç üstün ressamından biriydi. İngiliz
resminin Q. M. W Turner [ ı 7 75-ı85 ı ] , John Constable ] ı 7 76-ı837]
ile) onsekizinci yüzyılla kar§ıla§tırıldığında ba§arının ve özgünlüğün doru­
ğuna çıktığı söylenebilir; öncesiyle ve' sonrasıyla kar§ıla§tırıldığında ulus­
lararası etkisi kesinlikle daha büyük olmu§tur. Aynı zamanda Q-L David
[ ı 748-ı825] , J-L Gericault [ ı 7 9 ı-ı824] , J-D Ingres [ ı 780-ı867 ] , F­
E Delacroix [ ı 790-ı863 ] , Honore Daumier [ ı808-79] ve genç Gustave
Courbet [ ı8 19-77] ile) Fransız resminin de seçkin tarihi içinde hiçbir
zaman olmadığı kadar sivrildiği söylenebilir. Öte yandan İtalyan resmi
de yüzlerce yıllık §Öhretinin neredeyse sonuna gelmi§ti; Alman resmi,
Alman yazın veya müziğinin ya da kendi onaltıncı yüzyıldaki benzersiz
zaferinin yanına bile yakla§amadı. Heykelcilik, onsekizinci yüzyılla kar§ı·
la§tırıldığında bütün ülkelerde oldukça geri planda kaldı. Almanya ve
Rusya'daki bazı göz alıcı ba§arılarına rağmen, aynı durum mimari için de
geçerliydi. Gerçekte dönemin en büyük mimari ba§arısı, hiç kU§ku yok
ki mühendislerin yapıtlarıydı.
Herhangi bir dönemde sanatların çiçek açması ya da solmasını neyin
belirlediği hala karanlık bir konudur. Ne var ki, ı 789 ile ı 848 arasında
bunun yanıtının öncelikle çifte devrimin etkisi içinde aranması gerektiği­
ne ku§ku yoktur. Bu çağda sanatçıyla toplum arasındaki ili§kileri yanıltıcı
da olsa tek bir cümleyle özetleyecek olursak, Fransız Devrimi'nirı sunduğu
SANATlAR 277

örnekle, Endüstri Devrimi'nin yarattığı korkuyla sanarçıyı esinlediğini


ve her ikisinin ürünü olan burjuva toplumunun, sanatçının yaratımının
tam da varolu§ ko§ullarını ve biçemini dönü§türdüğünü söyleyebiliriz.
Bu dönemde sanatçıların doğrudan toplumu ilgilendiren olaylardan
esinlendiklerine ve bu olaylara karı§tıklarına ku§ku yoktur. Mozart, son
derece siyasal bir niteliğe sahip Farmasonluk için propaganda amaçlı bir
opera (1 790'daki Sihirli Flüt) yazdı; Beethoven Eroica'yı Fransız Devri­
mi'nin mirasçısı olarak Napoleon'a adadı; Goethe de en azından bir devlet
adamı ve memur idi. Dickens, toplumsal istismarları ele§tiren romanlar
yazdı; Dostoyevski, devrimci faaliyetlerinden dolayı 1 849'da ölüm cezası­
na çarptırıldı. Wagner ve Goya, siyasi nedenlerle sürgüne gönderildiler;
Pu§kin, Desembristlerle olan ili§kilerinden dolayı cezalandırıldı ve Balzac'ın
'İnsanlık Komedisi', sanatçının toplumsal konulara olan duyarlılığının
bir anıtı niteliğindeysli. Yaratıcı sanatçıyı, 'bağlantısız' olarak tanımlamak
kadar yanlı§ bir §ey yoktur. Rokoko saraylarının soylu dekoratörlerinin,
kadınların evlerini süsleyenlerin, ziyarete gelen İngiliz milordlarına ko­
leksiyon parçaları bulanların, sanatları solmu§ kimseler oldukları kesindi:
Kaçımız, Fragonard'ın Devrimden sonra on yedi yıl daha ya§adığını amın­
sar? Hatta görünü§te sanatların en az politik olanı müziğin bile güçlü
siyasal çağrı§ımları vardı. Bu, belki de operaların siyasal manifestolar
biçiminde yazıldığı ya da öyle görüldüğü ve devrimin tetiğini çektikleri
tarihteki tek dönem olmu§tur.*
Toplumsal konularla sanat arasındaki bağlantı, ulusal bilirıcin ve ulusal
kurtulu§ ya da ulusal birle§me hareketlerinin ortaya çıktığı ülkelerde özel­
likle güçlüdür (7. Bölümle kar§ıla§tırın). Almanya, Rusya, Polanya, Maca­
ristan, İskandinav ülkeleri ve ba§ka yerlerde ulusal yazılı kültürün doğma­
sının ya da canlanmasının, yerel dilin ve yerli halkın, çoğunlukla yabancı
dil kullanan kozmopolit aristokrat bir kültüre kar§ı kültürel üstünlük
iddiasıyla çakı§ması kesinlikle bir raslantı olmadığı gibi, aslında bu üstün­
lüğün bir dl§avurumu olarak görülmesi gerekir. Bu tür milliyetçiliğin en
açık kültürel ifadesini yazında ve müzikte bulmu§ olması son derece doğal­
dır; çünkü her ikisi de sıradan halkın güçlü yaratıcı mirasına, diline ve
halk §arkılarına dayandırılabilir. Geleneksel olarak yerle§ik hakim sınıf­
lardan, saraylardan ve hükümetlerden gelen ki§ilerin olu§turduğu kurul-

• Sihirli Flüt'ün yanı sıra, İtalyan milliyetçiliğinin ifadesi olarak görülüp alk!§lamnl§ Verdi'nin
ilk operalarını, 1830 Belçika devrimini ate§leıni§ Auber'in La Mııett de Portici'sini, Glinka'nın
A Life for the Tsar'ını ve Macaristan'ın Hunyady Laszl6'su (1844) gibi, hala ilk dönem
ıniltiyetçiliğiyle olan bağlantılan nedeniyle yerel repertuvarlarda yerlerini koruyan çe§itli 'ulusal
operalar'ı anabiliriz.
278 DEVRiM ÇAGI

lara bağımlı olan mimari, heykelcilik ve daha az ölçüde de resim gibi


sanatların bu ulusal canlanınayı daha az yansıtması da aynı biçimde
anla§ılır bir §eydir. * İtalyan operası hiç olmadığı kadar, bir saray sanatı
olmaktan çok bir halk sanatı haline geldi; İtalyan resmi ve mimarisi ise
öldü. Elbette bu yeni ulusal kültürlerin, az bir okuryazar kitlesiyle ve
orta ya da üst sınıflada sınırlı kaldığını unutmamak gerekir. Okuryazar
olmayanlar ve yoksullar, belki İtalyan operasıyla grafik sanatların taklit
biçimlerine ve hiçbiri bu dönemin büyük sanatsal ba§arıları arasında yer
almayan birkaç kısa §iir ya da §arkıya ula§abilmi§lerdi ve ulusal ya da
siyasal hareketler onları kolektif simgeler haline getirinceye kadar, Avru­
pa'da ya§ayanlann büyük bölümü, bu sanatsal ba§atılardan neredeyse
habersiz kaldılar. Yazın esas olarak, romanlar ve uzun aniatısal §iirler
için bir piyasa olu§ turan yükselenyeni orta sınıflada bilhassa i§siz kadınlar
arasında geni§ bir dola§ım olanağı bulmu§ olsa gerekti. Ba§anlı yazarlar
arasında görece rahat bir ya§ama sahip olanlar pek azdı: Byron, Childe
Harold'un ilk üç kıtası için 2.600 sterlin aldı. Toplumsal alanı çok daha
sınırlı olmakla birlikte tiyatro yine de binlerce insana seslenmekteydi.
İngiltere ve Fransa gibi burjuva ülkeleriyle, büyük halk kon;erlerinin
epey bir zamandır yapıldığı Amerika gibi kültüre aç ülkeler di§ında enstrü­
mantal müzik bu kadar ba§anlı olamadı (O yüzden kıtadaki pek çok
besteci ve müzisyen, ne kadar seçici olmasa da gözlerini İngiliz pazanna
çevirmi§ti.) Diğer yerlerde, saraylarda gerçekle§tirilen, sınırlı yerel koru­
malada sürdürülen konserler ya da özel ve amatör icralar hala yaygın
olarak yapılmaktaydı. Ku§kusuz resim bireysel alıcılara yönelmi§ti ve s�rgi­
ler artık giderek yerle§ ik bir uygulama haline geldiyse de, satı§a veya özel
alıcılara sunulduklan ilk serginin hemen ardından gözden kayboluyor­
lardı. Bu dönemde halk için kurulmu§ ya da açılml§ müzelerde ve sanat
galerilerinde (örneğin 1862'de kurulan İngiliz Ulusal Galerisi'nde 've
Louvre'da) günün değil, daha çok geçmi§in sanatı sergilenmekteydi. Öte
yandan ucuz olduklanndan ve gazetelere de girmeye ba§ladıklanndan
kli§ecilik, baskı ve litografiye her yerde raslamak olanaklıydı. Tabii mimari
de (sayılı miktarlarda yapılan spekülatif amaçlı özel konutlar dı§ında)
esas olarak bireysel ya da kamusal komisyonlara bağlı olarak varlığım
s ürd ürmekteydi.
• Avrupa'nın büyük bölümünde yeterince okuryazar ve siyasal bakımdan bilinçli bir nüfusun
bulunmaması, litografi gibi yeni ortaya çıkan ucuz reprodüksiyon sanatından yararlanma
olanaklannı sınırladı. Fakat bu ve benzeri alanlarda -Goya'nın Disasters ofWar ve Capriclws'u,
William Blake'in dü§ ürünü resimleri ve Daumier'in litografıleri ve gazete karikatürleri gibi­
büyük ve devrimci sanatçılarm kaydettiği dikkate değer ba§arılar, bu propaganda tekniklerinin
çekiciliklerinin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir.
SIWATL'IR 279

II

Fakat toplumda küçük bir azınlığın yaptığı sanat bile, hala bütün insanlığı
yerinde� oynatacak depremler yaratabilir. Ele aldığımız dönemin yazın
ve sanatında da durum buydu ve 'Romantizm'i ortaya çıkardı. Bir biçem,
okul, sanatta bir çağ olmak bakımından hiçbir §eyi biçimsel çözümlerneye
göre tanımlamak, hatta betimlemek bu kadar zor değildir; hatta 'roman­
tizm'in, devrimin bayrağını kendisine kar§ı açtığını ileri sürdüğü 'klasizm'i
bile. Bu konuda romantiklerden de yardım ummak bo§unadır; çünkü
kendilerine ili§kin tanımlamalan sağlam ve kararlı olmakla birlikte, çoğu
zaman ussal içerikten yoksundu. Victor Hugo'ya göre romantizm, "doğa­
nın yaptığını yapmaya, gölgeyle ı§ığı, grotesk olanla yüce olanı, ba§ka bir
deyi§le ruhla bedeni, hayvanİ olanla tinsel olanı birbirine karı§tırmadan
doğanın yaratımlarıyla kayna§maya çalı§maktır."2 Charles Nodier içinse,
"bayağı duygulardan yorgun dü§ffiܧ insan kalbinin bu son sığınağı, ro­
mantik tarz denen §eydir: Toplumun ahlaki durumuna, ne pahasına olursa
olsun duygulanmak isteyen tıka basa doymu§ ku§ akların gereksinimlerine
çok uygun dü§engarip bir §iirdir."3 Novalis, romantizmin "sonluya sonsuz
bir bakı§la, geleneksel olana daha yüksek bir anlam" verdiğini dü§ünü­
yordu.4 Hegel ise "Romantik sanatın özü [nün] , sanat nesnesinin, tam
da onun özünde varolan, kendini dı§ değil iç göze sunan özgür, somut ve
tinsel ülküsünde" yattığını ileri sürmü§tü.5 Bekleneceği gibi, bu açıklama­
lardan hiçbir netliğe ula§mak mümkün değildir; çünkü romantikler
donuk, titrek ya da dağınık ı§ıkları, parlak olanlarına yeğlemi§lerdir.
Ne var ki romantizm, tarihlerini belirlemeye çalı§tıkça kökenierinin
ve sonucunun dağılıp gittiğini; tanımlamaya kalktığındaysa ölçütünün
biçimden yoksun geneliikiere dönü§tüğünü gören sınıflamaemın elinden
kayıp gitse de, kimse romantizmin ya da bizim onu tanıma yeteneğimizin
varlığından ciddi biçimde ku§ku duymamaktadır. Dar anlamıyla roman­
tizm, 1800'ler civarında (Fransız Devrimi'nin on yılının sonunda) İngil­
tere, Fransa ve Almanya'da, Waterloo'dan sonra Kuzey Amerika ile Avru­
pa'nın daha geni§ bölgelerinde öz bilinçli ve militan bir eğilim olarak
ortaya çıktı. Jean-Jacques Rousseau'nun 'romantizm öncesi' adını verdiği
bir biçim altmda ve genç Alman §airlerinin 'çalkantılı ve sıkıntılı' [storm
and stress] edebiyatı olarak Devrimlerden önce de (yine esas olarak Fransa
ve Almanya'da) vardı. Avrupa, Romantizmin en büyük modasına olasılık­
la 1 830-48 döneminde tanıklık etti. Geni§ anhimıyla romantizm, Fransız
Devrimi'nden itibaren Avrupa'nın yaratıcı sanatlarmdan çoğuna egemen
olmu§tur. Bu anlamda sözgelimi (hepsi de ele aldığımız dönemde ya§amı§)
280 DEVRiM ÇAGI

Haydn ya da Mozart, Fragonard ya da Reynolds, Mathias Claudius ya da


Choderlos de Laclos gibi sanatçılarda varolmayıp da, (her ne kadar tümüyle
'romantik' olarak adlandırılamayacak ya da onlar kendilerini böyle tanırn­
lamayacak olsalar da) Beethoven gibi bir bestecide, Goya gibi bir ressamda,
Goethe gibi bir §airde, Balzac gibi bir romaneıda varolan 'romantik' ögeler,
bu ikincilerin büyüklüklerinin ya§amsal parçalarını olu§turmu§tur. Yine •

geni§ anlamda romantizme özgü sanata ve romantik sanatçılara bu yakla§ım


tarzı, ondokuzuncu yüzyıl orta sınıf toplumunun beylik yakla§ırnı haline
geldi ve hala da etkisini büyük oranda muhafaza etmektedir.
Romantizmin ne anlama geldiği hemen hiç açık olmamakla birlikte,
neye kar§ı olduğu son derece bellidir: Ortalamaya. İçeriği ne olursa olsun
a§ırılık yanlısı bir düsturdu. Romantik sanatçılar ya da dü§ünürler, dar
anlamda §air Shelley gibi a§ın solda; Chateaıibriand ve Novalis gibi a§ırı
sağda yer alan; Wordsworth, Coleridge ve Fransız Devrimi'nden umdu­
ğunu bulamamı§ çok sayıdaki Devrim taraftan gibi soldan sağa, Victor
Hugo gibi kralcılıktan a§ın sola savrulan ki§ilerdi; ama aslında 'klasizm'in
kalesi olan ussalcı merkezde yer alan ılımlılar ya da whig-liberal olan
ki§iler arasında da temsilcileri vardı. "Whiglere saygı duymam" diyordu
ya§lı Tory Wordsworth, "ama Chartistlere büyük saygım vardır."6 Bunun
burjuva kar§ıtı bir düstur olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olur; çünkü
yeni sınıflardaki patlamak üzere olan devrimci ve fetihçi ögeler, roman­
tikleri de büyülemi§ti. Napoleon; Şeytan, Shakespeare, Avare Yahudi
ve ya§amın olağan sınırlarını a§an diğer mütecavizler gibi, söylence kahra­
manlarından biri haline geldi. Kapitalist birikimdeki §eytani öge; ussallığın
ya da hedefin hesaplılığını, gereksinimi ya da a§ın lüksü a§an sınırsız ve
kesintisiz bir daha fazla arayı§ı, yakalarını bırakmıyordu. Faustus ve Don
}uan gibi en karakteristik kahramanlanndan bazıları, bu yatl§tırılması
olanaksız açgözlülüğü, Balzac'ın romanlarmdaki i§ dünyasının korsan­
lanyla payla§ınaktadı. Ancak romantik ögenin, burjuva devrimi sırasında
bile yeri ikincil kaldı. Fransız Devrimi'nin aksesuarlanndan bazılarını
Rousseau sağladı; ama Rousseau'nun dü§ünceleri, devrimin burjuva libe­
ralizmini a§tığı Robespierre döneminde ancak baskın hale geldi. Öyle de
olsa, devrimin asıl giysisi Romalı, ussalcı ve neo-klasikti. David onun
ressamı, Akıl ise Yüce Varlık'ıydı.
O nedenle romantizm, basitçe burjuva kar§ıtı bir hareket olarak görü­
lemez. Gerçekte Fransız Devrimi'nden önceki on yıllan kapsayan roman-
• 'Romantizm', çoğunlukla sınırlı sayıda bir sanatçı grubunun sloganı ya da manifestosu
olduğundan, eğer roinantizmi tamamen bu ki§ilerle sınırlı tutarsak ya da onlarla uyu§mayanlan
dı§arda bırakırsak ona tarih dı§ı, dar bir anlam vermi§ oluruz.
SANATlAR 281

tizm-öncesi dönemde romantizme özgü sloganlardan bazıları, yumu§aklık


§öyle dursun, metanetini yitirmi§, çürümü§ bir toplumun tam tersi, gerçek
ve basit duygulara ve doğaya duyduğu kendiliğinden güvenin sarayın ve
kilisenin yapaylığını silip atmaya yazgılı olduğuna inanılan orta sınıfın
övgüsü için kullanıldı. Ancak burjuva toplumu Fransa'da ve Endüstri
Devrimlerinde zafere ula§tığında, romantizm de (ki bu rahatlıkla söy­
lenebilir) onun içgüdüsel dü§manı haline geldi.
Romantizmin, burjuva toplumuna kar§ı beslediği tutkulu, karma§ık
ama derin tiksintinin, büyük ölçüde ona §Ok birliklerini veren iki grubun
(toplumsal bakımdan yerlerinden edilmi§ gençlerle profesyonel sanatçı­
ların) yerle§ik çıkarlarından kaynaklandığına ku§ku yoktur. İster ya§ıyor
ister ölmü§ olsun, genç sanatçılar için romantik dönem gibi bir dönem
asla olmamı§tı. Lyrical Ballads (1798), yirmilerini süren iki insanın eseriydi;
Byron, bir gecede, Shelley'in tanmdığı, Keats'inse son demlerini ya§adığı
bir ya§ta, yirmi dördünde üne kavu§tu. Hugo'nun §iir ya§amı yirmisinde,
Musset'inkiyse yirmi üçünde ba§ladı. Schubert, Erlkoenig'i yazdığında
onsekizindeydi, otuz birinde de öldü; Delacroix, Massacre ofChios'i yirmi
be§inde resmetti; Petoefi ise Poems'i yirmi birinde kaleme aldı. Roman­
tikler arasında otuzuna gelip de ün kazanmamı§ ya da bir eser ortaya
koymamı§ kimse yok gibiydi. Gençlik, -özellikle de aydın ya da öğrenci
gençlik- onun doğal ortamıydı; Paris'in Quartier Latin'i, ortaçağdan bu
yana ilk kez bu dönemde sadece Sorbonne'un bulunduğu yer olarak anıl­
madı, kültürel (ve siyasal) bir kavram haline geldi. Kuramsal olarak yete­
neğe sonuna kadar kapılarını açmı§ bir dünyayla, uygulamada ruhsuz
bürokratların ve göbekli filistenlerin tekelindeki kozmik adaletsizliğin
hüküm sürdüğü dünya arasındaki kar§ıtlık ayyuka çıktı. Evlilik, saygın
bir meslek ya§amı, filistenlik içinde eriyip gitmek; bütün bunlar birer
hapishane gölgesi gibi çevrelerini sarmaktaydı ve E. T. A. Hoffmann'ın
Goldener Topfunda kayıt memuru Heerbrand'ın ("kurnazca ve gizemli
bir edayla gülerek") §air öğrenci Anselmus'u Saray Danı§manı olmak
gibi korkunç bir geleceğin beklediğini söylemesi gibi, ya§lılılan kılığında
kar§ılanna çıkan puhu ku§u, kaçınılmaz sonlarını haber veriyordu (tek
farkla ki onunki çoğunlukla doğruydu) . Byron, kendini 'saygıdeğer' bir
ya§lılıktan ancak erken ya§ta bir ölümün kurtarabileceğini görecek kadar
uzak görü§lüydü; A. W. Schlegel de onun ne adar haklı olduğunu kanıt­
ladı. Elbette gençlerin ya§lılara kar§ı bu isyanında evrensel olan hiçbir
§ey yoktur. Çifte devrimin yarattığı bu toplumun bir yansımasıydı. Ne
var ki romantizme büyük ölçüde rengini veren, bu yabancıla§manm özgül
tarihsel biçimiydi.
282 DEVRiM ÇAGI

Kendini 'deha'ya dönü§türürerek (ki romantik çağın en tanımlayıcı


icadarından biriydi) topluma tepkisini ortaya koyan sanatçının yabancı­
la§masında da aynı durum, hatta daha büyük ölçüde geçerliydi. Sanatçı­
pm toplumsal i§levinin belli olduğu, halkla doğrudan ili§kisinin bulundu­
ğu, neyi nasıl diyeceği sorusunun yanıtını geleneğin, ahlakın, aklın ya
da kabul görmü§ ba§ka ölçüderin verdiği yerde bir sanatçı dahi olabilir,
ama dahi gibi davranması zordur. Ondokuzuncu yüzyılda geçerli olacak
kalıbı önceden sezinleyen bir avuç sanatçı -bir Michelangelo, Caravaggio
ya da Salvator Rosa-, John Sebastian Bach'lar, Handel'ler, Haycin'lar ve
Mozart'lar, Fragonard'lar ve Gainsborough'lar gibi devrim öncesi çağın
profesyonel zanaatkarlarının ve eğlendiricilerinin ölçütlerine sahip insan
ordusu içinde sivrilmektedirler. Eski toplumsal durumu andıran bir §eyle­
rin çifte devrimden sonra da varlığını sürdürdüğü yerlerde sanatçı, son
derece mağrur da olsa, bir dahi olarak devam edemezdi. Mimarlar, mü­
hendisler aldıkları sipari§lerle, biçimleri kolayca anla§ılan, kullanım amacı
belli yapılar üretmeyi sürdürdüler. 1 790-1848 arasındaki dönemin büyük
çoğunluğu bu özelliği ta§ıyan, hepsi de son derece ünlü binalarında;
Madeleine, British Museum, Leningrad'daki Aziz Isaac Katedrali, Nash'ın
Londra'daki, Schinkel'in Berlin'deki katedralleri, ya da bu teknik güzellik
çağının muhte§em köprüleri, kanalları, demiryolları, fabrikaları ve seraları
gibi i§levsel yapılarında görüldüğü gibi neo-klasikti.
Ne var ki, biçemleri bir yana konursa, bu çağın mimarları ve mühen­
disleri, birer dahi olarak değil, meslek sahibi [profesyonel] kimseler olarak
hareket ettiler. Yine İtalya'da opera ya da (toplumsallığı daha fazla olan)
İngiltere'de roman gibi gerçekten popüler sanat biçimlerinde besteciler
ve yazarlar, gi§eyi ve tirajı, esin güçlerine kar§ı bir fesat tertibi olmaktan
ziyade sanatlarının doğal ko§ ulu olarak gören eğlendirici kimseler olarak
çalı§maarını sürdürdüler. Nasıl genç Dickens'tan tefrika edilebilecek bir
roman yazması ya da bugün bir opera bestecisinden ba§langıçta kaleme
alındığı gibi icra edilebilecek modern müzikal bir metin yazması bekleni­
yorsa, Rossini'den de ticari ba§arısı olabilecek bir opera yazması isteniyor­
du (Bu aynı zamanda, o zamanlar İtalyan operasının, kana, ate§li sözlere
ve 'zorlu' durumlara kaba dü§künlüğünün ve hiç romantik olamamasının
nedenini de açıklar.)
Gerçek sorun §Uydu: Sanatçı, kabul edilebilir bir i§levle, patronla ya da
halkla bağını kopartarak ruhunu, alıcı bulup bulmayacağı piyasanın kör güç­
lerine bağlı ticari bir mal gibi ortaya mı atacaktı, yoksa, Fansız Devrimi
bunun insanın onuruna aykırı bir durum olduğunu tescil etmemi§ olsa bile,
genel olarak ekonomik bakımdan son derece dayanaksız olan bir himaye
SANATLAR 283

sistemi içersinde çall§maya devam mı edecekti? O nedenle sanatçı tek başı­


naydı; karanlığa bağırıyordu, ama sesinin yansısı bile belirsizdi. Kendini,
kendisini olduğu gibi kabul edip etmemek di§ında başka hiçbir hak tanı­
madığı halktan [gerektiğinde] uzak, dünyayı takmayan, sadece içinde olanı
yaratan bir dehaya dönüştürmek wrunda kalması kadar doğal bir şey yoktu.
Olsa olsa, Stendhal gibi, ancak bir avuç seçilmi§ insan ya da gelecek kuşaklar
tarafından anlaşılınayı bekliyordu. Daha da kötüsü, Grabbe gibi -hatta
Goethe'nin Faust'unun IL Bölümü gibi- aynanmayan oyunlar yazabilir,
Berlioz gibi gerçekçibüyüklükte olmayan orkestralar için besteler yapabilirdi;
ya da Hölderlin, Gabbe, de Nerval ve daha niceleri gibi çıldırabilirdi. Aslında
yanlış anlaşılml§ dehanın zaman zaman merresierinin kaprislerini yerine
getirmeye ali§kın ya da saygınlık kazanmak için etrafa para saçan prerısler
veya değerli yaşam nesneleriyle biraz da olsa ili§ki kurmaya can atan zengin
bir burjuvazi tarafından bol bol ödüllendirildiği de olmuştur: Örneğin Franz
Liszt (181 1-86), romantiklerin şu meşhur tavan arasmda hiç açlık çekmedi.
Fakat, Richard Wagner'de olduğu gibi, pek azı megalomanyak hayallerini
gerçekleştirmeyi başardı. Ancak ı 789 ile ı 848 Devrimleri arasında, prensier,
opera di§ındaki sanatlara ekseriyetle kuşkuyla bakmaktaydılar. Burjuvazi de

para harcamaktan çok biriktirmekle meşguldü. Bu yüzden dehalar, sadece


yanlış anlaşılınakla kalmayıp yoksul da düştüler. Çoğu da devrimci oldu.
Yanlış anlaşılmış 'dehalar' ve gençler, fılistenlere karşı romantik bir
tiksinme duyacaklardı; bu, bujuvaziyi tuzağa düşürüpdeli etme, demi-monde
ve boheme ile düşüp kalkma (ki her iki terim de bugünkü yan anlamlarını
romantik dönemde kazanml§lardır) ya da saygın kurumların ve ölçüderin
yasak ettiği şeylerden ya da delilikten zevk alma modasıydı. Ama bu,
romantizmin sadece çok küçük bir bölümüydü. Elizabeth dönemi sirnge­
ciliğindeki kafataslarının ve hayaletlerin değerlendirilmesi nasıl bir Haınlet
eleştirisinden ibaret kalacaksa, Mario Praz'ın erotik aşırılık konulu ansik­
lopedisi de 'Romantizmin Can Çeki§mesi'nden7 başka bir şey değildi. Genç
erkekler (hatta zaman zaman genç kadınlar) -bu dönem, kıta Avrupası'nda
hayli sayıda kadının kendi adiarına boy gösterdikleri ilk dönemdi**- ve
sanatçılar olarak romantikterin cinsel doyumsuzluğunun ardında, çifte·

• Sanatsal ve siyasal tahriklere rağmen devrimci Goya'yı himaye etmeye devam eden
İspanya Kralı Ferdinand, bu bakımdan bir istisnaydı.
•• Fransa'da Mıne de Stael, George Sand, ressamlar Mme Vigee Lebrun, Angelica
Kauffman; Almanya'da Bettina �on Arnim, Annette von Droste-Huelshaff. Bu sanat
biçiminin, kızların iyi yetiştirilmesi için 'saygıdeğer' bir para kazanma yolu olarak kabul
edildiği orta sınıf İngilteresi'nde kadın romancılar kuşkusuz uzun zamandır bilinmekteydi.
Fanny Bumey, Bayan Radcliffe, Jane Austen, Bayan Gaskell, Bwnte kardeşler, şair EliZabeth
Barrett Browning gibi, tamamen ya d;ı. kısmen ele aldığımız döneme aittirler.
284 DEVRiM ÇAGI

devrimden doğan bu toplum tarzından duydukları daha genel bir doyum­


suzluk yatmaktaydı.
Romantikler, dakik toplumsal çözümlemeler yapmak gibi bir hüner
göstermediler; aslına bakılırsa, haklı olarak burjuva toplumunu olu§turan
ba§lıca araçlardan biri olarak gördükleri (William Blake'in de Goethe'nin
de umacısı olan Newton'ın simgelediği) onsekizinci yüzyılın kendinden
a§ırı emin mekanik materyalist akıl yürütme tarzına güvenmiyorlardı.
Bu yüzden, her ne kadar geni§ anlamda 'romantik' çerçeve içersinde
gizemli 'doğa felsefesi' kılığına bürünmü§, metafiziğin bulutları arasında
yürüyen ve Hegel'in felsefesine katkıda bulunmu§ ele§tiriye benzer bir
§eyler ortaya çıkmı§sa da, bu insanlardan burjuva toplumunun ussal bir
ele§tirisini yapmalarını bekleyemeyiz (Yukarıdaki 2 7 1-7 3. sayfalara bakı­
nız.) Örneğin Fransa'da ilk ütopyacı sosyalistler arasında, ayrıksılığa hatta
çılgınlığa varan hayalperesr l§ıltılar halinde buna benzer §eyler ortaya
çıktı. Önderleri değilse de ilk Saint-Simoncuları, özellikle de Fourier'i,
romantiklik dı§ında ba§ka bir kavramla tarif etmek çok zordur. Bu roman­
tik ele§tiriler1n en kalıcı sonuçları, Marx'ta ya§amsal bir rol oynayacak
olan 'yabancıla§ma' kavramıyla, geleceğin yetkin toplumuna yapılan ahı§­
tırmaydı. Ne ki, burjuva toplumunun en etkili ve güçlü ele§tirisi, onu
tümden ve a priori reddedenlerden (ve onunla birlikte klasik onyedinci
yüzyıl bilim ve ussalcılığından) değil, burjuva klasik dü§ünce geleneğini
burjuva kar§ıtı sonuçlarına götürenlerden gelecekti. Robert Owen'ın sos­
yalizminde en ufak bir romantizm ögesi bulunmuyordu; bu sosyalizmi
olu§turan unsurlar, tümüyle onsekizinci yüzyıl ussalcılığına ve bilimlerin
en burjuvası olan ekonomi politiğe aitti. Saint Simon'un, en iyi halde,
'aydınlanma'nın bir devamı olarak görülmektedir. Alman (yani esasen
romantik) gelenek içinde yeti§mi§ genç Marx'ın, ancak Fransız sosyalist
ele§tirisiyle ve hiçbir biçimde romantik olmayan İngiliz siyasal ekonomi
kuramıyla birle§tiğinde bir Marksist haline gelmesi anlamlıdır. Ve olgun
Marx'ın dü§üncesinin merkezini, ekonomi politik olu§turmaktaydı.

III

Aklın, hakkında bir §ey bilmediği kalbin sesini gözardı etmek aptallık
olur. iktisatçıların ve fizikçilerin belirlediği referans çerçevesi içinden
bakıldığında, §airler dü§ünür klasmanında gerilerde kalırlar; ancak §airler
· [§eyleri] sadece daha derin değil, kimi zaman daha da net görmü§ kimse­
lerdi. 1 790'larda William Blake'den ba§ka pek az insan, makinelerin ve
fabrikaların bir toplumsal sarsıntıya neden olacağını gördü; üstelik Blake,
SANATLAR 285

Londra'da yakınından geçtiği buharla çalı§an bir, iki değirmen ve tuğla


fabrikası dı§ında bir §ey görmü§ de değildi. Birkaç istisna d!.§ında kentle§me
sorunuyla ilgili elimizdeki en iyi yazılar, çoğu zaman hiç de gerçekçi görün­
meyen gözlemleriyle Paris'irı ger�ek geli§mesirıi güvenilir bir biçimde orta­
ya koymu§ yaratıcı yazarlardan gelmi§tir.8 Carlyle, ]. R. McCulloch gibi
çalı§karı: bir istatistikçi ve derlemeciye göre 1840 İngilteresi'nin belki
daha bulanık, ama kesinlikle daha derin bir rehberidir; ve eğer ]. S. Mill
faydacılardan daha iyiyse, bunun nedeni aralarında yalnızca onun Alman ·
ve Romantik (Goethe'nirı ve Coleridge'in) toplum ele§tirilerirıin değerini
fark etmi§ olmasından ileri gelmektedir. O yüzden kötü tanımlanmı§ olsa
bile, romantik dünya ele§tirisi göz ardı edilebilir bir ele§tiri değildi.
İnsan ve doğa birliğirıin yitirilmi§ olması, romantik ele§tiriyi en me§gul
eden konuydu. Burjuva dünyası, bütün derinliğiyle ve bilinçli olarak top­
lumdı§ı bir dünyaydı. "İnsanları 'doğal üstleri'ne bağlayan çe§itli renkteki
feodal bağları acımasızca parçalamı§ ve insanlar arasında bencillikten
[öz çıkardan] ve duygudan yoksun 'para bağı'ndan ba§ka hiçbir bağlantı
bırakmamı§tır. Dinsel §evkirı tanrısal esrimelerini, §Övalye Co§kusallığını,
filisten duygusallığını, egotik hesapçılığın buzlu sularına gömmü§tÜr. Ki§i­
sel değeri, deği§im değerine dönü§türmü§ ve geri alınamaz sayısız özgürlü­
ğün yerine vicdandan yoksun tek bir özgürlüğü, icaret Özgürlüğü'nü
koymu§tur." Bu, Komünist Manifesto'nun sesi olmakla birlikte, aynı anda
romantizm adına da konu§maktadır. Ba§kalarını -çok daha fazla sayıda
insanı- aç ve sefil koyduğu besbelli olsa da, aynı zamanda bu dünya
insanlara zenginlik ve rahatlık getirmi§ olabilir; ama ruhları çıplak ve
yalnız bıraktı. Evrende 'yabancıla§ml§' varlıklar olarak yurtsuz ve yitiktiler.
Onların, bu yabancıla§maya verilecek en açık yanıttan, eski evini bırak­
mama karanndan bile, devrimci bir uçurumla kopmalarına neden oldu.
Alman romantik §airleri, kurtulu§un ancak, §imdiye kadar kimsenin yapa­
madığı kadar parlaklıkla betimledikleri rüya gibi manzaralada bezenmi§
endüstri öncesi küçük, pastaral kasabalarda süregelen basit, gösteri§siz
çalı§ma ya§amında yattığını herkesten daha iyi bildiklerini dü§ünüyorlar­
dı. Ne var ki genç romantikler, buralarda kalamazlardı; tanımı gereği
sonsuz bir arayı§la 'mavi çiçek'in pe§inden gitmek ya da sadece
Eichendorf'un liriklerini veya Schubert'in §arkılarını mınidanarak gurbet
diyarını dola§mak zorundaydılar. Avarenin §arkısı, nağmeleri, geçmi§ öz­
lemi, yolda§ları oldu. Novalis bile felsefesini buna göre tanımladı.9
İnsanın, yitirilen uyuma duyduğu susuzluğu yatı§tıran üç kaynak vardı:
Ortaçağ, ilkel insan (ya da aynı anlama gelebilecek yabancıllık ve 'halk')
ve Fransız Devrimi.
286 DEVRİM ÇAGI

Birinci kaynak, esas olarak reaksiyonun romantizmine çekici geldi.


Peri masallarındaki ormanların gizemli havasıyla ku§atılml§, üzerinde sual
olunmaz Hıristiyan cennetinin asılı olduğu, rengarenk hanedan armala­
rıyla, çağların yava§ yava§ olu§ffiU§ organik ürünü feodal çağın istikrarlı
ve düzenli toplum ya§amı, bwjuva toplumunun muhafazabir muhalifleri­
nin yitirildiği besbelli olan cennetiydi ve Fransız Devrimi, bu muhafazakar
muhaliflerin, toplumun a§ağı tabakaları arasında dindarlığın, sadakatin
ve kararınca okuryazarlığın varlığına ili§kin özlemlerini bilernekle kaldı.
Yerel deği§kelerine rağmen bu dü§ünce, Reflections on the French Revolution
adlı kitabında Burke'un ussalcı Basrille baskıncılarının ağzından dile getir­
diği idealdi. Fakat bu ideal klasik ifadesini, bu dönemde ortaçağ dü§ünün
neredeyse tekelini elinde bulunduran Almanya'da buldu; çünkü Ren
§atalarının ve Kara Orman'ın eteklerinde hüküm sürmü§ gibi görünen
düzenli Gemuetlichkeii, ortaçağın çok daha büyük gerçeği olan pisliğe ve
gaddarlığa nazaran ülküle§tirilmeye daha uygundu.* Nereden bakılırsa
bakılsın, ortaçağcılık Alman romantizminin en güçlü parçasıydı ve ro­
mantik opera veya bale (Weber'in Freischuetz'i veya Giselle'i) , Griının'in
Peri Masalları, tarihsici kurarnlar ya da Coleridge veya Cariyle gibi Germen
esinli yazarlar biçiminde Almanya'nın dı§ına yayıldı. Ancak daha genel
biçimiyle Gotik ortaçağcılığın canlanması, muhafazakar, özellikle de dinsel
bir burjuva kar§ıtlığının her yerde belirtisiydi. Chateaubriand, Genie du
Christianisme'de ( 1802) Devrime kar§ı Gotiği yüceltti; İngiliz Kilisesi yan­
da§ları, klasik binalar yapan ussalcılara ve uyla§ımcı-olmayanlara kar§ı
Gotik biçimden yana tavır aldılar; mimar Pugin ve 1830'lann a§ın r€aksi­
yoner ve katolik 'Oxford Hareketi', gotikleri odaklanna aldılar. Bu arada
İskoçya'nın sisli diyarİanndan -Ossian'ın §iirleri gibi eskil hayaller kuran
bu uzak ülkeden- muhafazakar Walter Scott, Avrupa'ya tarihsel romanla­
nnda bir ba§ka ortaçağ imgesi gönderdi. En iyi romanında tarihin oldukça
yakın bir döneminin i§lenıni§ olması büyük ölçüde gözden kaçtı.
18 15'ten sonra reaksiyoner hareketin, her yanı harabeye dönmü§ mut­
lakçılığın haklıla§tırılmasına dönü§türmeye çalı§tığı muhafazakar
ortaçağcılığın bu üstünlüğünün yanında (230. sayfayla kar§ıla§tırın) solcu
ortaçağcılık önemsiz kalmaktadır. Esas olarak İngiltere' de, Reformasyon
öncesi dönemi emekçinin altın çağı ve Reformasyonu da kapitalizme doğru
atılml§ ilk adım olarak görme eğilimindeki radikal halk hareketi içinde bir

• Bütün Fransız romantikleri gibi Almanya'ya hayranlık duyan Gautier §öyle yazmı§tı: "O
Hermann, O Dorothee! Geınuethlichkeit!". "Ne .seınble-t-il pas que !'on entend du Icin le
cor du postillon?". 10 [ ':Ah Hermann, ah Dorothee! Huzur! Uzaktan posta arabasının çıngırağı
duyuluyor, size de öyle gelmiyor mu?"]
SANATLAR 287

akım olarak vardı. Fransa'daysa çok daha önemli olmuştu; çünkü burada
feodal hiyerar§iyi ve katolik düzeni değil, ebedi, zaptolunmaz, acı çeken,
yaratıcı bir halkı: Kimliğirıi ve görevirıi her zaman korumuş Fransız ulusunu
öne çıkarmaktaydı. Tarihçi kadar bir §air de olan ] ules Michel et, bu
deYrimci-demokrat ortaçağcıların en büyüğü, Victor Hugo'nun Notre
Dame'ın Kamburu ise bu düşüncenirı en bilirıen ömeğidir.
Özellikle gizemli dinsel geleneklerle İneşguliyeti nedeniyle ortaçağcı­
lıkla yakından ilgisi olan bir husus da, çok daha eski ve derin gizemlerin
ve usdı§ı irfanın kaynaklarının doğuda (Kubilay Han'ın ve Brahmanların
romantik, aynı zamanda da muhafazakar dünyalarında) aranmasıydı.
Kabul etmek gerekir ki Sanskritçeyi bulan Sir William Jones, aydınlanmı§
bir beyefendirün yapacağı biçimde Amerikan ve Fransız Devrimlerini
selamlayan açık sözlü Whig yanlısı bir radikaldi; fakat Doğu konusunda
amatör olanlarda ve sözde Farsça şiirler yazanlarda (ki modem oryantaliz­
me gösterilen coşkunun büyük bölümü bunlardan kaynaklanmı§tır),
Jakoben karşıtı bir eğilim bulunmaktaydı. Onsekizinci yüzyıl aydınlanma­
sının egzotik imgelemirıi dolduranın, dirıdışı ve ussal Çin imparatorluğun­
dan çok Brahman Hindistanı'nın tinsel amaçları olması manidardır.

IV

İlkel insanın yitirilen uyumuyla ilgili düşün, çok daha uzun ve karma§ık
bir tarihi vardı. İster altın bir komünizm; ':A.dem'in toprağı bellediği, Hav­
va'nın çift sürdüğü", özgür Anglo- Saksonların henüz Norman istilacılar
tarafindan kölele§tirilmediği zamanların e§itlik çağı biçimirıde, ister çürü­
mü§ bir toplumun kusurlarını gösteren soylu vah§i biçiminde olsun, bu
ezici ölçüde devrimci bir dü§tÜ. Bu yüzden, (soylu vah§iyi 1830'lar İspan­
yası'nda bir turist gözüyle gören Gautier ya da Merimee'nin egzotizminde
olduğu gibi) salt burjuva toplumundan kaçı§a hizmet ettiği ya da tarihsel
sürekliliğirı ilkel birini muhafazakarlığı örnekleyen bir sima haline getirdiği
yerler dı§ında, romantik ilkelcilik solcu ba§kaldınya çok daha yakındı.
Bu durum özellikle 'folk' [halk] örneğinde elirgindi. Her türden roman­
tik arasında, 'folk'un, yani endüstri öncesi köylünün ya da zanaatkarın,
bozulmamış erdemleri örnekiediği ve dilinin, §arkılarının, öykülerinin
ve göreneklerinin, halkın ruhunun gerçek hazinesi olduğu kabul edilmek­
teydi. Bu basitliğe ve erdeme geri dönmek, Lyrical Ballads'ın Words­
worth'unun; halk §arkıları ve peri masalları külliyatına girmek, pek çok
tötoncu §airin ve besteemin amacıydı; bazılan bunu ba§ardı da. Halk
§arkılarının derlenmesi, eski şiirlerin yayımlanması, yaşayan dilin lek-
288 DEVRiM ÇAGI

siografilerinin hazırlanmasında görülen muazzam hareketin romantizmle


yakından bağı vardı; Folklore sözcüğünün kendisi bile bu dönemin icadıydı.
Scott'un M instrelsy of the Scottish Border'ı (1803), Amim ve Brentano'nun
Des Kııaben Wunderhom'u (1806), Grimm's Fairy Tales'i ( 18 12) , Moore'un
Irislı Melodies'i ( 1807-34) , Dobrovsky'nin History of the Bohemian Language'ı
(1818), Vuk Karajic'in Sırpça Sözlüğü'nün (1818) ve Sırp Halk Şarkıları'nın
( 1 823-33) , İsveç'te Tegner'in Fritlıjofssaga'sı ( 1 825 ) , Lönnrot'un
Finlandiya'daki Kalevala baskısı ( 1835) , Griının'in German Mytlıolyogy'si
(1835) , Asbjömson ve Moe'nun Norwegian Folk Tales'i (1842-7 1 ) , bu
konuda birer anıttırlar.
'Folk [halk] ', özellikle ulusal kimliklerini ke§fetmekte ya da öne çıkar­
makta olan baskı altındaki, bilhassa da yerli bir orta sınıftan ya da aristok­
rasiden yoksun halklar arasında devrimci bir kavram haline gelebilmi§tir.
İlk haik §arkısı sözlüğü, grameri ya da derlemesi, büyük siyasal öneme
sahip bir olay, ilk bağımsızlık bildirgesiydi. Öte yandan halkın kanaat­
karlık, cehalet ve dindarlık gibi basit erdemlerinden etkilenenler için
halkın papaya, çara ve krala duyduğu güvendeki derin bilgelik, ülkedeki
ilkellik tapısı, muhafazakar bir yoruma son derece elveri§liydi. Burjuva
toplumunun gün ve gün yok ettiği masumiyetin, söylenin ve eskiçağ
geleneğinin bir birliğini temsil etmekteydi. Kapitalist ve ussalcı, kralın,

§Övalyenin ve köylünün kutsanmı§ birliklerini kendisine kar§ı korumak


zorunda olduğu dü§manlardı.
İlkel insan her köyde vardı; fakat geçmi§in farazi altın komünizm
çağında devrimci bir kavram olarak ve dl§arıda (özellikle Kırmızı Derili
Yerliler biçiminde) özgür soylu vah§i olarak vardı. Onu özgür toplumsal
insan ideali olarak sunan Rousseau'dan sosyalistlere kadar ilkel toplum,
ütopya için bir tür model olu§turmaktaydı. Marx'ın, tarihi -ilkel komü­
nizm, sınıflı toplum, komünizm- olarak üçe ayırması, ne kadar dönü§tür­
mü§ olsa bile, aslında bu geleneği yansılamaktadır. İlkellik ideali, yalnızca
romantikler e özgü değildi. Aslına bakılırsa bu idealin en ate§li savunucu­
larından bazıları, onsekizinci yüzyılın aydınlarıcı geleneği içinde yer al­
maktaydı. Romantik macera, ka§iflerini, Tahiri'nin masum toplumsal ve
erotik ütopyasırrdan çok, Arabistan'ın ve Kuzey Afrika'nın büyük çöllerin­
de, Delacroix ile Fromentin'in sava§çı kabileleri ve cariyeleri arasında,
Byron ile Akdeniz dünyasında ya da Lerınontav ile Kazak tipincieki doğal
insanın kabile adamı tipincieki doğal insanla kanyonlar ve §elaleler ara­
sında sava§a tutu§tuğu yerlerde, fakat aynı zamanda da ilkel insanın çarpı-
•Vals, mazurka ve schottische gibi halk kökenli salon danslannın bu dönemde popülerle§mesi­
nin nasıl yorumlanacağı keyfe keder bir ıneselesidir. Ama romantik bir moda olduğu kesindi.
SANATIJ\R 289

§arak yok olduğu Amerika'da (ki bu durum romantiklerin ruh haline


daha uygun dü§mekteydi) buldu. Avusturya-Mataristanlı Lenau'nun yer­
lilerle ilgili §iirleri, kızılderililerin sürülmesine kar§ı bir haykırı§tır; eğer
Mohikan son olmasaydı, Avrupa kültüründe bu kadar güçlü bir simge
haline gelebilir miydi? Soylu vah§lnin, Avrupa' dan çok Amerikan roman­
tizminde çok daha önemli bir rol oynamı§ olması doğaldı -Melville'in
Moby Dick'i ( 185 1) bunun en büyük anıtıdır-, ama Leatherstockingroman­
larında Fenimore Cooper, muhafazabir Chateaubriand'ın Natchezsi'nin
asla yapamayacağı biçimde eski dünyayı ele geçirmݧti.
Ortaçağ, folk ve soylu vah§i, geçmi§e sağlam biçimde demir atını§
ideallerdi. Oysa Devrim, 'halkların baharı', sadece geçmi§i gösteriyordu;
ancak, bilinmeyen bir §eye bağlanmaktansa örneği olan bir §eye bağlan­
mak, çoğu ütopyaemın kolayına geldi. Ama bu hiç de kolay olmadı: Ro­
mantizmin ikinci ku§ağının, Fransız Devrimi ile Napoleon'un ya§amöykü­
sünün acılı bir bölümünden ziyade, kendileri için birer tarihsel olay olan
bir grup insan ortaya çıkarması gerekti. 1 789, Avrupa'nın neredeyse her
sanatçısı ve aydını tarafından selamlanmı§tı; fakat bazıları sava§a, teröre,
çürümü§ burjuvaziye ve imparatorluğa rağmen co§kusallıklarını sürdüre­
bilmi§lerse de, onlarınki kolay ya da iletilebilir bir dü§ değildi. Roman­
tizmin birinci ku§ağının (Wordsworth'un, Coleridge'in, Southey'in,
Campell'ın ve Haziirt'in ku§ağının) tamamen }akoben olduğu İngiltere'de
bile, 1 805'lere gelindiğinde hayal kırıklığı ve muhafazakarlık hakimdi.
Fransa ve Almanya'da 'romantik' sözcüğü, 1 790'ların sonlarının muhafa­
zakar burjuva kar§ıtları (hayal kırıklığına uğraml§ eski solcular) tarafından
devrim kar§ıtı bir slogan olarak kullanılmaktaydı; bu durum, bu ülkeler­
deki, modem ölçüdere göre kesin olarak romantik sayılabilecek çok sayıda
dü§ünürün ve sanatçının geleneksel olarak bu sınıflamanın dı§ında bıra­
kılmasının nedenini göstermektedir. Ne var ki, Napoleon Sava§lan'nın
sonlarına gelindiğinde yeni genç ku§aklar ortaya çıkmaya ba§ladı. Onlar
için Devrimin büyük kurtarıcı bayrağı, yıllar öncesinde kalmı§tı; [Devri­
min] a§ırılıklarının ve çürümenin külleri görü§ alanlarından çıkmı§tı.
Napoleon'un sürgüne gönderilmesinden sonra, bu antipatik karakter bile
yarı mitolojik bir zümrüdü anka ve kurtarıcı olabildi. Ve Avrupa yıldan
yıla ayıncı bir özellikten yoksun reaksiyonun, sansürün ve aleladeliğin
batağına, yoksulluğun, mutsuzluğun ve baskının batağına battıkça kur­
tarıcı devrim imgesi de giderek daha parlak bir görünüm kazandı.
İkinci ku§ak İngiliz romantikleri -Byron'ın ( 1 788-1824), siyasal biri
değil, ama bir yolda§ olan Keats'in ( 1 795-1821) ve hepsinden önce
Shelley'in (1 792-1822) ku§ağı-, romantizmle etkin bir devrimciliği birle§-
290 DEVRiM ÇAGI

tiren ilk ku§ak oldu: Ya§lı romantiklerin çoğunun unutmadığı Fransız Devri­
mi'nin yarattığı hayal kırıklıkları, onların, ülkelerindeki kapitalist dönü­
§ümden duydukları deh§etin yanında solda sıfır kaldL Kıta Avrupası'nda
romantik sanada devrim arasındaki bu birle§me, daha ı 820'lerde sezilmek­
teydi; fakat ancak ı830 Fransız Devrimi sırasında ve sonrasında tam an­
lamıyla ortaya çıktı. Bu, aynı zamanda en bilinen ifadesini Delacroix'in
Liberty on the Barricades'inde [Barikatlar Üzerinde] (183 1) bulan, devrimci
olmanın romantik tarzıyla romantik bir devrim görüsü denebilecek §ey
için de doğrudur. Burada, üç renkli bayraklada ve frigyalı bağcıklarıyla
çevrelenmi§ halde, sakallı, silindir §apkalı, asık suratlı gençler, kısa görn­
Iekli i§çiler, geni§ kenarlı §apkaları altında perçemleriyle halk yargıçları,
kıta Avrupası'ndaki her kentte yükselen barikadarıyla ı 793 Devrimi'ni
-ılımlı 1789 Devrimi'ni değil, IL Yıl'ın ihti§amını- yeniden yaratmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki romantik devrimci, hiçbir biçimde yeni bir
tip değildi. İtalyan ve masonik devrimci gizli cemiyet üyesi -doğrudan,
hala sağ olan eski J akobenlerden ya da Buonarrotti gibi Baboufçulardan
esinlenmi§ Carbonaro ya da Yunansever- onun dolaysız atası ve selefiydi.
Bu, muhafız ya da süvari üniformalı vurdulu kırdılı gençlerin, operalardan,
suarelerden, dü§eslerle bulu§malardan, olağan bir durum halini almı§
loca toplantılarından çıkarak askeri darbe yapmaya ya da çarpı§an bir
ulusun ba§ına geçmeye kalkı§tığı Restorasyon döneminin tipik devrimci
mücadelesidir; bir bakıma Byroncı bir tarzdır. Ancak bu devrimci moda,
eskilere göre yalnızca onsekizinci yüzyıl dü§ünce tarzlarından çok daha
doğrudan esinlenmekle kalmayıp, belki de toplumsalbakımdan çok daha
dı§layıcıydı. 1830-48'in romantik devrimci ufkunun ya§amsal bir unsu­
rundan yoksundu: Barikatlar, kitleler, yeni ve umutsuz bir proletarya;
Daumier, bu unsura Massacre in the Rue Transnonain (ı834) litegrafisinde
öldürülmü§ isimsiz i§çisiyle romantik bir imge eklemi§ti.
Romantizmle yeni ve daha yüksek bir Fransız Devrimi'nin bu birlik­
teliğinin en göz alıcı sonucu, ı830 ile 1 848 arasında politik sanatın ezici
bir zafer kazanması oldu. 'İdeolojik' niteliği en az düzeyde olan sanatçıların
bile siyasete hizmeti evrensel ölçekte ba§lıca görevleri olarak gören birer
partizan kesilclikleri (bu bakımdan nadir) bir dönemdi. Ba§kaldırının
manifestosu olan Hemani'nin (1830) giri§inde Victor Hugo, "Romantizm,
yazında liberalizmdir" diye haykırıyordu.11 Tıpkı besteci Chepin (18 10-
50) ya da Avusturya-Macaristanlı içebakı§çı §air Lenau ( 1802-50) gibi,
doğası halka seslenmeye değil de özel konu§malara elveren §air Alfred
de Musset ( 18 1 0-49), "yazarların" diye yazmı§tı "kitaplarının giri§ bölü­
münde gelecekten, toplumsal ilerlemeden, insanlıktan ve uygarlıktan
SANATlAR 291

söz etmek gibi bir eğilimleri var."12 Pek çok (müzisyenler arasında Chopin,
Listz, hatta genç Verdi; sırasıyla Polonyalı, Macar ve İtalyan §airler arasında
-mesih rolüne soyunmu§ olan- Mickiewicz, Petöfi ve Manzoni gibi)
sanatçı, siyasal simalar haline geldi; üstelik bütün sanatçıların peygam­
be�e ya da ulusal simgeye dönü§me eğiliminde olduğu ulusal kurtulu§
sancılarıçeken ülkelerde de değil. Ressam Daumier'in esas i§i, gazetelerde
siyasi içerikli karikatürler çizmekti. Şair Uhland, Griının karde§ler, liberal
politikacılardı; parlak dahi çocuk Georg Büchner ( 1 8 10-37) faal bir
devrimci; Karl Marx'ın yakın dostu Heinrich Heine ( 1 797-1856), a§ırı
solun muğlak ama güçlü bir sesi olmu§tu.* Yazınla gazetecilik, özellikle
Fransa, Almanya ve İtalya'da birbirine karı§tl. Ba§ka bir dönem olsaydı
Fransa'da bir Lamennais ya da bir Jules Michelet, İngiltere'de bir Cadyle
ya da Ruskin, aynı zamanda halkla ilgili meseleler üzerinde de belli görü§­
lere sahip §airler ya da romancılar olabilirlerdi; ama bu dönemde, §iirsel
esin ta§ıyan gazete yazarı, peygamber, filozofya da tarihçiydiler. Bu bakım­
dan, genç Marx'ın zekasında gözlenen ve ne filozoflar ne de iktisatçılar
arasında alı§ılmadık boyutlara varan patlamalara §İirsel imgelemin lavları
e§lik etmektedir. Beyefendi Tennyson ile Cambridgeli arkada§larının yü­
rekleri bile, Kilise güçlerine kar§ı Liberalleri desteklemek üzere İspanya'ya
giden uluslararası birlik için atmaktaydı.
Bu dönemde geli§en ve egemen olan tipik estetik kuramlar, sanada
toplumsal bağlanma arasındaki bu birliği onaylamaktaydı. Bir yanda Fran­
sa'nın Saint-Simoncuları, öte yanda kırkların parlak devrimci Rus aydın­
ları, ileride 'sosyalist gerçekçilik'13 gibi adlar altında Marksist hareket
içersinde birer ölçüt haline gelecek görü§ler geli§tirdiler. Bunlar, hem
sert J akobenlik erdeminden, hem de Shelley'in §airlerden "dünyanın (res­
men] . onaylanmamı§ yasa koyucuları" olarak söz etmesine neden olan
ruhuri. gücüne duyulan romantik inançtan kaynaklanan, soylu olmakla
birlikte çok fazla ba§arılı olmamı§ ülkülerdi. Büyük ölçüde muhafazakarlar
ya da sanat meraklıları tarafından o sıralarda formüle edilmi§ 'sanat için
sanat' [§ian] , insanlık ya da ulus ya da proletarya için sanat [§iarıyla]
yarı§abilecek durumda değildi. 1848 devrimleri, insanın büyük yeniden
doğu§una ili§kin beslenen romantik umutları yok edinceye kadar, 'kendisi
için' estetikçi tutum, hak ettiği noktaya gelemedi. Baudlaire ve Flaubert

• Bu dönemin, §airlerin yalnızca a§ırı sola yakınlık duymakla kalmadıkları, hem iyi hem de
ajitatif §iirler yazdıkları bir dönem olduğu belirtilmelidir. Bunlar arasında, Shelley'in Peterloo'ya
bir kar§ılık niteliğinde olan Masque of Aııarchy'si (1820) bu tür §iirler arasında belki de en
etkili alanıdır, ama 1840'ların seçkin bir Alman sosyalist §airler grubu -Herwegh, Weerth,
Freiligrath ve tabiiki Heine- özellikle anılmaya değerdir.
292 DEVRiM ÇAGI

gibi kırksekizlilerin ortaya Çık!§ı, estetik olduğu kadar bu siyasal deği§meyi


de ömeklemektedir; Flaubert'in Sentimental Education'ı, bu geli§menin
bilinen en iyi yazınsal tescilidir. Sadec� Rusya gibi, (belki de 1 848 olayı
ya§anmadığı için) 1 848'in dü§ kırıklığının [da] ya§anmadığı ülkelerde,
sanatlar önceki gibi toplumsal bağlarını ve uğra§larını sürdürebildiler.

Romantizm, ya§amda olduğu kadar sanatta da çifte devrim döneminin


en tanımlayıcı modası olmakla birlikte, tek modası değildir. Gerçekten
de ne arİstoktasinin ne de orta sınıfın kültürüne egemen olduğundan,
çalı§an yoksulların ya§amında da önemli bir rol oynamadığından, o dö­
nemdeki gerçek niceliksel önemi küçüktü. Ya himaye ili§kilerine ya da
paralı sınıfların yoğun desteğine bağlı olan sanatlar, romantizme en fazla
müzikte olduğu gibi, ideolojik özelliklerinin fazla öne çıkmadığı yerlerde
ho§görü gösterdiler. Yoksulların desteğine bağlı olan sanatlarsa (gerçi
yoksulların eğlence biçimleri -para yutan makineler, sirkler, üvertürler,
gezgin tiyatrolar ve benzerleri- romantiklere esin kaynağı olmu§Sa da ve
halka gösteri yapanlar, heyecan verici repertuvarlarını -sahne deği§tirme­
ler, masallar, katillerin son sözleri, haydutlar gibi- romantiklerin depola­
rından aldıklanyla güçlendirmi§lerse de) romantik sanatçının fazla ilgisini
çekmedi.
Zaman zaman kostüm soylusu yeni zenginlerin aralarına karı§masıyla
hayli kabala§mı§ o lmakla birlikte, özellikle göze batan bir çirkinliğin ve
gösteri§in hakim olduğu Napoleon dönemi imparatorluk biçeminde ve
İngiliz Saltanat biçeminde olduğu gibi, aristokratik ya§amın ve sanatın
temel biçeminin kökleri hala onsekizinci yüzyılda bulunmaktaydı. Onseki­
zinci yüzyılla Napoleon sonrası üniformalar -kendi tasarımlarını kendi
yapan askerlerin ve beyefendilerin içgüdülerinin en dolaysız ifadesi olan
bir sanat biçimi- arasında yapılacak bir kar§ıla§tırma, bunu açıkça ortaya
koyacaktır. İngiltere'nin üstünlüğünü ilan etmesi, İngiliz soylusunu, ulus­
lararası aristahasi kültürünün (daha ziyade kültürsüzlüğünün) örnek
kalıbı haline getirdi; çünkü 'züppe takımı'nın -sinek kaydı tıra§, kayıtsız
bir eda ve §a§aa gibi- ilgi alanlarının, adar, köpekler, arabalar, ödüllü
kar§ıla§malar, kumar, kibarca yapılan bir sefahat ve kendi varlığıyla sınırlı
olduğuna inanılmaktaydı. Bu tür kahramanca bir a§ırılık, 'züppelik'i ken­
dine yara§tıran romantikleri bile sardı; ancak daha alt tabakadan genç
bayanları daha da sarmı§ ve onları hüyalara salml§tı. Gautier'in sözcük­
leri le:
SANATLAR 293

"Sir Edward bütün görkemiyle rüyalarının İngiliziydi. Günün ilk ı§ıklarıyla


sinek kaydı tıra§ını olan, pembe, parlak yanaklan, iki dirhem bir çekirdek
giysileri ve yağmurluğuyla o İngiliz, tam da uygarlığın tacı değil miydi? ...
İngiliz gümü§leriyle Çin porselenleri almalıyım diye dü§ündü. Evin her yanında
halılar, pudralı U§aklar olacaktı. Dört atlı arabamızı süren kocamın yanında
- Hyde Park'ta gezintiye çıkacağım ... Evcil benekli geyik, sayflyernin ye§il
çimenli bahçesinde oynayacak; belki de san§ın, §en birkaç çocuk, kimbilir?
Çocuklar, bir faytonun ön tarafında, Kral Charles'ın soylu köpeğinin yanında
pek ho§ duracaklar ... "14

Belki ilham verici bir ya§am ufkuydu, ama romantik olmadığı kesindi;
çevresindeki mücevherleri e süslenmi§, kibarlık ve güzellik dolu bir alana
yukandan bakarak bir opera ya da baloyu onudanciıran Kraliyer ya da
İmparatorluk Majestelerinin olu§turduğu bir manzaraydı.
Orta ve alt orta sınıf kültürüyse bundan daha romantik değildi. Daya­
nağını, ölçülülük ve ılımlılık olu§turmaktaydı. Ondokuzuncu yüzyıl sonla­
rına özgü sözde-barak zenginlikler, sadece büyük bankerler ve speküla­
törler ya da artık karlarının büyük bölümünü i§e yarırma gereği duymayan
endüstri milyonederinin ilk ku§ağı arasında ve ancak eski monar§ilerin ve
aristokratların artık 'toplum'a tümüyle egemen olmadığı birkaç ülkede
kendini göstermeye ba§ladı. Kendi i§lerinde manarktan farksız olan
Rothschildler, çoktan prensler gibi gösteri§e ba§ladılar. ıs Sıradan burjuva­
larsa böyle değildi. İngiltere'de, ABD'de, Almanya'da ve Huguenot Fran­
sası'nda Püritenlik, Evanjelik ya da Katalik dindarlık, ılımlılığı, tutum­
luluğu, rahatı bozmayacak ölçüde bir spartalılığı ve benzersiz bir ahlaki
doumu te§vik etmekteydi; özgürle§mݧ ya da din kar§ıtı olanlar içinse, aynı
durumu onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının ve farmasonluğunun ahlaki
geleneği sağlamaktaydı. Kar etmek ve mantıklı olmak dı§ında orta sınıf
ya§amı, duyguların denetim altına alındığı ve etkinlik alanlannın bilerek
kısıtlandığı bir ya§amdı. Kıta Avrupası'nda orta sınıfların i§ ya§amında
değil, (asker, öğretmen, profesör ya da bazı durumlarda da rahip olarak)
devlet görevinde bulunan büyük kesimi, gittikçe geni§leyen sermaye biri­
kiminin bile uzağındaydılar; aynı §ekilde ılımlı ta§ra burjuvazisi de, ba§a­
nsının sınırını olu§turan küçük kasaba zenginliğinin, çağının gerçek zen­
ginlik ve güç ölçütleri kar§ısında esamesinin bile okunmayacağını biliyordu.
Gerçekten de orta sınıfİn ya§amı hiç 'romantik' değildi ve bu ya§am kahbına
hala onsekizinci yüzyıl modası yön vermekteydi.
Bu durum, orta sınıfkültürünün bütün merkezini olu§ turan orta sınıf
ev ya§amında berraklıkla görülmektedir. Napoleon sonrası burjuva evinin
ya da sokağının tarzı, katıksız biçimde onsekizinci yüzyıl klasizmi ya da
294 DEVRiM ÇAGI

rokokodan alınmadır ya da çoğunlukla onun doğrudan bir devamı nite­


liğindedir. İngiltere'de Kral George dönemi sonlarına özgü yapı tarzı,
ı840'lara kadar devam etti; ba§ka yerlerdeyse mimari kopu§ çok sonra
(çoğunlukla 'Rönensans'ın sanatsal açıdan feci sonuçlara yolaçacak bi­
çimde yeniden ke§fiyle) gerçekle§ti. En yetkin ifadesini bir Alman tarzı
lan Biedemıayer [aleladelik] denebilecek §eyde bulmu§ iç dekorasyanun
ve ev ya§amının hakim biçemi, romantizmden de -daha doğrusu onseki­
zinci yüzyıl sonlarına ait romantizm öncesi dönemden- bir §eyler almakla
birlikte, bunu bile pazar öğleden sonraları dört burjuvanın oturma oda­
sında aynadıkları zararsız oyunlara indirgemi§, duygunun mahremiyeti
ve bakire dü§leriyle (Innerlichkeit [derunilik] , Gemuetlichkeit [ferahlık] )
ısıtılmı§ bir tür evcil klasizdi. Biedermayer, mat duvarların önünde düz
beyaz perdeleri, çıplak zemini, sağlam ama son derece zarif sandalyeleri
ve masaları, piyanoları, madeni dolapları ve çiçeklerle dolu vazolarıyla ·

§imdiye dek tasarlanmı§ en güzel ve rahat dö§eme biçimlerinden birini


üretmi§ti. Goethe'nin Weimar'daki evi, bunun belki de en soylu örneğini
olu§turmaktadır. Jane Austen'in ( ı 77 5-ı8 ı 7) romanlarındaki kadın kah­
ramanlar, Clapham mezhebinin evanjelik faaliyetleri, yüce gönüllü Bostan
burjuvazisi ya da Fransa'dakiJournal des Debats'ın ta§ralı okurları, bu ya
da buna benzer yerlerde ya§amlarını geçirmekteydiler.
Romantizm, orta sınıf kültürüne belki de en fazla burjuva ailesinin
kadın üyeleri arasında gündüz dü§lerinin ortaya çıkmasıyla girdi. Evin
ekmeğini kazanan erkeğin, kendilerine nasıl geçireceklerini bilemedikleri
bir bo§ zaman sağladığının gösteri§ini yapmak, kadınların ba§lıca toplum­
sal i§levlerinden biriydi; bu onların aziz tuttukları bir kölelikti. Her du­
rumda, burjuva olmayanlar gibi burjuva kızları da, Ingres ( 1780�1867)
gibi anti-romantik ressamların romantik bağlamdan burjuva bağlarnma
ta§ıdıkları cariyeler ve periler gibi, giderek aynı kırılgan, yumurta suratlı,
düz saçlı, bukleli, 1840'ların modası olan §allarına ve bonelerine taktıkları
çiçeklere benzerneye ba§ladılar. Buradan, burjuva olmadıkları kadar ro­
mantik de olmayan yere çömelmi§ di§i aslan Goya'nın Alba Oü§esi'ne,
ya da Fransız Devrimi'nin salonlara yaydığı beyaz muslinler içindeki özgür
yeniYunanlı kızlara ya da Lady Lieven ya da Harriete Wilson gibi vakur
Kraliyer kadınlarına veya fahi§elere uzanan bir yol vardı.
Burjuvazinin kızları, evlerinde Chopin ya da Schuman (ı8ı0-56)
gibi romantik müzikler dinliyor olsalar gerekti. Biedermayer [alelade
adam] , evren duygusunun,. geçmi§ özlemine ya da tukulu bir özleme
dönü§türüldüğü Eichendorf ( 1 788-1857) ya da Eduard Mörike ( 1804-
7 5) gibi bir tür romantik lirizmi te§vik etmi§ olmalıydı. Hatta faal bir
SANATlAR 295

giri§imd bile, i§ gezisinde bir dağ geçidinden geçerken 'gördüğüm en


romantik manzara' diyerek keyiflenebilir, evinde 'Udolpho Kalesi'ni resme­
derek rahatlayabilir, hatta Liverpoollu John Cragg gibi, "Gotik mimariye
demiri sokan" bir demirdökümcü kadar "sanat zevkine sahip bir adam"
da olabilirdi.16 Tam da teknik ilerlemenin bu CO§kusu, özellikle de endüst­
riyel ilerlemenin merkezlerinde ortodoks romantizmin geli§mesini engel­
ledi. Steam-luımmerın mucidi James Nasmyth (1808-90) gibi bir adam,
sanatçılar ve aydınlar arasında yeti§mݧ, pirareski ve antikleri seven, bütün
iyi İskoçlar gibi eğitim görmܧ Jakoben bir ressamm ("İskoçya' da manzara
resminin babası") oğlu olmasaydı, bir barbardan ba§ka bir §ey olamazdı.
Ancak bu ressamın oğlunun bir makinist olması ya da gençken babasıyla
Devon fabrikalarını gezerken gözünün ba§ka bir §ey görmemesi kadar
doğal ne olabilirdi? Aralarında yeti§tiği onsekizinci yüzyılın Edinburghlu
kibar yurtta§lar gibi onun için de bunlar yüce ama usdı§ı olmayan §eylerdi.
Rouen'da sadece "bu ilgi çekici ve pitoresk kentin orasına burasına dağıl­
mı§ ince i§lemeli Gotik mimari kalıntılarıyla birlikte muhte§em bir kated­
ral ve son derece güzel St Quen kilisesi" bulunmaktaydı. Pitoresk görün­
tüler, muhte§emdi; ne var ki iple çektiği tatil günlerinde bunu bir ihmalin
ürünü olarak görmekten kendini alamıyordu. Güzellik de muhte§emdi,
ama "binanın amacının ikincil önemde bir konu olarak kabul edilınesi",
hiç ku§ku yok ki modern mimarinin bir yanll§ıydı. "Pisa'dan bir türlü
ayrılmak istemedim" diye yazıyordu, ama "bu katedralde asıl ilgimi çeken
§ey, kubbenin bitiminde asılı duran bronzdan yapılma iki kandil oldu;
bunlar Galileo'yu sarkacın icadına götüren §eylerdi."17 Bunlar ne barbar
ne de filisten adamlardı; ama dünyaları, John Ruskin'den çok Voltaire'in
ya da Josiah Wedgwood'un dünyasına yakındı. Büyük araç yapıcısı Henry
Maudslay'ın, arkada§lari liberal bilimcilerin kralı Humboldt ve neo-klasik
mimar Schinkel ile birlikte Berlin'deyken, kendini, büyük adam da olsa
bulutlarda dola§an Hegel ile birlikte olduğundan çok daha fazla evinde
hissettiğine ku§ku yoktu.
Her durumda, geli§mekte olan burjuva toplumunun merkezlerinde
bir bütün olarak sanatın yeri bilimin yanında ikincildi. Eğitim görmü§
İngiliz ya da Amerikalı imalatçılar ya da mühendisler, özellikle aile sohbet­
lerinde ve tatillerde sanatın değerini takdir etmekteydiler; ancak gerçek
kültürel enerjilerini bilginin -İngiliz Bilim Gel�tirme Derneği'nde olduğu
gibi kendi, ya da Yararlı Bilginin Yayılması Cemiyeti ve buna benzer örgüt­
lenmelerle halkın bilgisinin- geli§mesine ve yaygınla§masına yönelmi§ti.
Onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının tipik ürünü olan Ansiklopedi'niil da­
ha önce olmadığı kadar geli§mesi; (Meyer'in ünlü Almanların Konu§ma
296 DEVRiM ÇAGI

Dilindeki Sözcükler Sözlüğü'nde olduğu gibi) aydınlanmanın militan liberaliz­


minin hala varlığını sürdürüyor olması, karakteristiktir. Byron, §iirlerinden
büyük paralar kazandı; ama yayıncı Constable, 1812'de Dugald Steward'a,
Encyclopaedia Britannica'nın ekine bir Giri§ Yazısı yazması için binlerce
sterlin ödemi§ti.18 Hatta burjuvazi romantik olduğunda bile rüyalanm tek­
noloji süslemekteydi: Saint-Simon'un ate§fediği gençler, çok paranın, mu­
hafazakar yollardan sağlanan spekülatif kazançların damlaya damlaya
birikmesiyle sağlanacağına inanan soğukkanlı ve ussalcı Rothschild'lerin
doğal ilgi alanlarının çok ötesine geçen, Süvey§ Kanalı'nın, yeryüzünü birbi­
rine bağlayan dev demiryolu ağlarının, §eytani bir maliye sisteminin plan­
lamacılan oldulaı: 19 Bilim ve teknoloji, burjuvazinin esin perileriydi ve zafer
amtı da (ne yazık ki bugün yıkılml§ cilan) Euston istasyonundaki büyük
neo-klasik revakların altından geçen demiryolu oldu.

VI

Bütün bunlar olurken, okuryazarlık çemberinin dı§ında sıradan halkın kül­


türü de varlığını sürdürmekteyciL Dünyanın, kentle§menin ve endüstrile§­
menin dl§ında kalmı§ bölgelerinde pek az deği§iklik oldu . 1840'ların §arkı­
lan, eğlenceleri, halk süsleme sanatının renkleri, tasanmlan, giysileri, göre­
nekleri, 1789'da nasılsa bugün de büyük bölümüyle aynıydı. Ancak endüstri
ve büyüyen kentler, bu durumu yıkmaya ba§ladı. Hiç kimse, bir fabrika
kasabasında köyünde olduğu gibi ya§ayamazdı ve bütün bu kültür yapısı,
onu bir arada tutan ve biçimini veren toplumsal çatının yıkılmasıyla zorunlu
olarak un ufak oldu. Saban sürülürken söylenen bir §arkı, sahanın surülme­
diği yerde söylenemez: Eğer söylenirse bir halk §arkısı olmaktan çıkar, ba§ka
bir §ey olur. Kent gurbetinde eski görenekler ve §arkılar, göçmenlerin geç­
mi§e duyduklan özlernde varlıklarını sürdürdüler. Hatta çekicilikleri daha
da arttı; çünkü köklerinden kopmu§ olmanın acısını yatl§tırıyordu . Ama
kentlerin ve fabrikaların dl§ında çifte devrim, eski kır ya§amını, özellikle
İrlanda ve İngiltere'nin belli bölgelerini, eski ya§am tarzlarını olanaksız
hale getirinceye kadar dönü§türdü, daha doğrusu lime lime etti.
Aslında endüstride bile toplumsal dönü§üm, 1840'lardan önce, eski
kültürü tamamen ortadan kaldıracak kadar ileri gitmemi§ti. Hatta bu,
zanaatkariann ve imalatçıların yüzyıllardır yarı endüstriyel bir kültür
örüntüsü geli§tirdikleri Batı Avrupa'da da böyleydi. Kırda madenciler ve
dokumacılar umutlarını ve ba§kaldırılarını geleneksel halk §arkılarında
dile getiriyorlardı; endüstri devrimi sadece sayılarının artmasına ve dene­
yimlerinin keskinle§mesine yol açtı . Fabrikanın i§ §arkılarına gereksinimi
51\NATI..AR 297

yoktu, fakat ekonomik geli§meye uygun çe§itli etkinliklerin vardı ve bun­


lar eski §arkılarla aynı yoldan geli§tirildiler: Büyük deniz seferlerinde gemi­
cilerin söylediği 'heyamola §arkısı', Gröndland balina avcılarınm baladları,
Kömürcünün ve Ocakçının Karısı baladı ile Dokumacının Hicranı gibi
§arkılar, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına ait bu 'endüstriyel' halk §arkıları
altın çağına özgüydüler.20 Endüstri öncesinde kalml§ kasabalarda, zanaatkar
ve evde çalı§an i§çi toplulukları, Protestan mezhepçiliğinin Jakoben
radikalizmiyle, Bunyan ve John Calvin'in Tom Paine ve Robert Owen ile
birle§tiği, iriSanların kendi kendilerini yeti§tirmenin bir yolu olarak yoğun
bir yazılı kültür geli§tirdiler. Kütüphaneler, §apeller ve enstitüler, 'meraklı'
zanaatkil.nn içinde abartılı çiçekler, güvercinler ve köpekler yeti§tirdiği
bahçeler ve kafesler, bu kendine güvenen, militan vasıflı irısanlarla dolup
ta§tL İngiltere'de Norwich, sadece tanrıtanımaz ve cumhuriyetçi ruhuyla
değil, kanaryalarıyla da ünlüydü ve bugün de öyledir. Fakat endüstriyel ya§ama
uyarlanan eski halk §arkılan (belki Amerika Birle§ik Devletleri di§ında) ,
. demiryolunun ve demir çağının etkisinden kendini kurtararnadı ve eski
keten dokumacıların Dunfermline'ı gibi, eski vasıflı iriSanların olu§turduğu
topluluklar, fabrikanın ve makinenin ilerlemesi kar§ısında tutunamayıp,
1840'tan sonra yıkılıp gittiler.
Yine de, eski kültürün yerine fazla bir §ey konmadı. Örneğin İngiltere'de
tamamıyla endüstrile§mi§ yeni ya§am örüntüsü, 1 870'lere ve80'lere kadar
tam anlamıyla ortaya çıkmadı. Eski geleneksel ya§am tarzlannın içine
dü§tüğü bunalımdan sonraki dönem, çalı§an yoksullar için son derece
kasvetli geçmi§ bir çağın pek çok bakımdan en beter bölümünü olu§turdu.
Büyük kentler de ele aldığımız dönemde -daha küçük topluluklarda olduğu
gibi, kendilerinin yarattığından ba§ka zorunlulukla ticari- bir popüler
kültür geli§tiremediler.
Büyük kentte, özellikle de ba§kentte, her ne kadar çoğunlukla aristok­
rasinin gereksinimleri için olsa da, epeydir yoksulların ya da 'küçük insan­
lar'ın da kültürel gereksinimlerini kar§ılayan önemli kurumlar bulunduğu
doğrudur. Ancak bu kurumlar, halk sanatlarının evrimine katkılan çoğun­
lukla gözardı edilmi§ olan esas olarak onsekizinci yüzyılın ürünleriydiler.
Viyana'daki halkın gittiği mahalle tiyatrosu, İtalyan kentlerindeki lehçele­
rin kullanıldığı tiyatrolar, (saraydan farklı olarak) halk operaları, commedia
dell'arte ile gezgin mim gösterileri, boks ya da ko§u müsabakaları ya da
İspanyol boğa güre§lerinin demokratikle§mi§ yorumları· onsekizinci yüzyı-
' Boğa güre§inin özgün yorumu §Övalyece olurdu ve bağayla esas dövü§ecek olan kimse at
sırtmda bulunurdu; atın sırtından inilerek boğanın öldürülmesi i§i, onsekizinci yüzyılda Randalı
bir dülgere atfedilir.
298 DEVRiM ÇAGI

lın ürünleriydi; resimli broadsheetler ile chapbook ise çok daha eski dönem­
lere aitti. Büyük kentteki gerçekten kentsel nitelik ta§ıyan yeni eğlence
biçimleri, toplumsal bakımdan örgütsüz çalı§an yoksullar için giderek
laik bir rahatlama, dirılenme merkezleri haline gelen tavernaların ya da
meyhanelerirı yan ürünleriydi ve zanaatkar loncaları, sendikalar ile ri­
tüele§mi§ 'dostluk cemiyetleri', göreneğin ve geleneksel kutlamaların
son kentsel kalesirıi koruyup sürdürdüler. Tavernalardan 'müzik salonları'
ve dans salonları doğacaktı; fakat, ilk doğu§ belirtileri daha 1830'larda
ortaya çıkml§ olmakla birlikte, 1848'e gelirıdiğirıde İngiltere'de bile kendi­
lerini göstermi§ değillerdi. 2 1 Diğer yeni büyük kent eğlence biçimleri,
her zaman gezgin eğlendiricHerin de içirıde hissesirlin bulunduğu pana­
yırlardan ve fuarlardan geli§ti. Büyük kentte panayır, her zaman belli
yerlerde yapılır hale geldi; ve 1840'larda belli bulvarlar üzerinde sokak
gösterilerinirı, tiyatroların, i§portacıların, yankesicilerin ve arahacı ço­
cukların olu§turduğu ke§meke§, Paris'irı romantik aydınlanna esin, halka
ise zevk veriyordu.
Endüstrinin, esas olarak yoksulların olu§turduğu piyasa içirı ürettiği
bireyselle§mi§ birkaç malın biçim ve süslemelerinde halkın zevki ön plan­
da tutulmu§tu: Reform Yasası'nın anısına yapılmı§ ya da üzerirıde Wear
nehrincieki demir köprünün ya da Atlantik'i geçen üç muhte§em kaptanın
resimlerinin bulunduğu testiler; devrimci duyarlılığı, yurtseverliği ya da
namlı suçlan ölümsüzle§tiren halk kitapları ve kentli yoksulların satın
alabileceği türden birkaç mobilya ve giysi. Fakat bir bütün olarak kent,
özellikle de yeni endüstri kenti, giderek yayılan yapıla§ma hastalığı, bütün
doğal ya§amı zehirleyen dumanlar ve orta sınıfların her fırsatta dayattığı
durmadan çalı§ma zorunluluğu kar§ısında -açık alanlar ve tatiller gibi­
sahip olduğu birkaç ho§luğu da yitiren sıkıcı bir yer olarak kaldı. Ana
caddelerin §urasında burasında yanan gaz lambalan, vitrinler, modern
kentte gecenin canlı renkleriniri ilk habercileriydi. Fakat modern büyük
kentin ve modern kentli popüler ya§am tarzlannın ortaya çıkması için
ondokuzuncu yüzyılın ikinci yansını beklemek gerekiyordu. Ve ancak o
zaman yıkım engellendi, daha doğrusu uzak tutulabildi.
15
Bilim

Bizlerden çok önce bilimin ve felsefenin tiranlara karşı sa�aş verdiğini hiçbir zaman
unutmayalım. Devrim, onların ısrarlı çabalarının ürünüdür. Özgür ve vefakar insanlar
olarak bilimi ve felsefeyi ebediyen bağTırmza basmarmz gerekiyoı: Çünkü bizlerin ele geçirdiği
özgürlüğü, bilim ve felsefe koruyacaktır.
Bir Konvansiyon üyesi1

"Bilimin sorunları" dedi Goethe, "çoğu zaman mesleki yaşamla ilgili sorunlanlır. Yapılacak
bir keşif, insanın ünlü ve zengin bir yurttaş olmasını sağlayabilir ... Yeni gözlenmiş her görüngü,
bir keşif ve lıer keşif bir mülktür. Birinin rrılı!ına mülküne dokunun bakalım; sirıirleıirıin
nasıl dikildiğini görürsünüz. "
2 1 Aralık 1823 tarihli Eckermann ile yazl§malar

Sanatlada bilimler arasında bir ko§utluk kurmak, her zaman tehlikeli


bir i§tir; çünkü bu ikisinin, içinde geli§tikleri toplumla ili§kileri tümüyle
farklıdır. Ne var ki bilimler de, kısmen kendilerinden yeni özel talepler
bulunduğundan, kısmen de önlerine gerek yeni olanaklar çıkardığından
gerekse onları yeni sorunlarla kar§ı kar§ıya bıraktığından ve kısmen de
varlığı yeni dü§ünce biçimleri önerdiği için, kendi yoUarında bu çifte
devrimi yansıtmı§lardır. ı 789 ile ı848 arasında bilimlerin kaydettiği ilerle­
menin, sadece çevrelerini saran toplumda ortaya çıkan hareketlere göre
çözümlenebileceğini kastetmiyorum. İnsan etkinliklerinin çoğunun, hare­
ketlerinin en azından bir bölümünü belirleyen kendi iç mantıkları vardır.
Neptün gezegeni ı846'da bulunurken, bunun nedeni astronomi d!§ındaki
bir §eyin bu ke§fe yol açın!§ olması değil, Bouvard'ın ı82 ı'de hazırlaml§
olduğu çizelgelerin, ı 78ı 'de bulunan Uranüs gezegeninin yörüngesinin
beklenmedik sapmalar gösterdiğini tanıdamı§ olmasından; ı 830 sonla­
rında da bu sapmaların artmasından ve deneysel olarak bilinmeyen bir
gök cisminin varlığına yorulmu§ olmasından ileri gelmi§tir. Buna kar§ın,
300 DEVRiM ÇAGI

saf bilimin apak olduğuna tutkuyla inanan biri bile, bilimsel dü§üncenin
en azından (bilim adamları, hatta en dünya dl§ı matematikçiler bile, onları
da içine alan bir dünyada ya§adıklanndan) bir bilimin kendi alanı dl§ında
kalan meselelerden etkilenebileceğinin farkındadır. Bilimin ilerlemesi, her
evresinde gizli ya da açık olarak önceden kendi içinde varolan sorunların
çözümlenmesi ve bunun da yeni sorunlar içeren yeni bir evreye yol açması
biçiminde basit, düz bir çizgi izlemez. Bilim aynı zamanda yeni sorunların,
eski sorunlara yeni bakl§ biçimlerinin, eski sorunlan yeni ele alma ve çözme
biçimlerinin ya da yeni kurarnsal ve pratik ara§tırma araçlannın ke§fedil­
mesiyle de ilerler. ݧte burada dı§ etkenierin dü§Ünceyi uyardığı ve biçim­
lendirdiği çok geni§ bir alan kar§ımıza çıkmaktadır. Eğer ele aldığımız dö­
nemde gerçekte çoğu bilim basit düz bir yol izlemi§ olsaydı (temelde New­
toncu çerçevede kalmaya devam eden astronomi örneğinde olduğu gibi),
bu konu çok da önemli olmayabilirciL Fakat, göreceğimiz gibi, ele aldığımız
dönem, (matematikte olduğu gibi) belli dü§ünce alanlarında yeni köklü
kopu§ların ya§andığı, (kimya gibi) o zamana dek uyuklayan bilimlerin
uykularından uyandıkları, Oeolojide olduğu gibi) yeni bilimlerin ortaya
çıktığı ve (toplum ve biyoloji bilimlerinde olduğu gibi) ba§ka bilimiere
yeni devrimci dü§üncelerin girdiği bir dönem olmu§tur.
Bilimsel geli§meyi biçimlendiren bütün dı§ etkenler gibi, devletin ya
da endüstrinin bilim adamlarından doğrudan talepleri de [iç etkeniere
göre] daha az önemli etkenler arasında yer almaktaydı. Fransız Devrimi,
bilim adamlarını seferber etmi§; Geometrici ve mühendis Lazare Camot'u,
Jakobenlerin sava§ i§lerinin ba§ına getirmi§, matematikçi ve fizikçi Monge'yi
( 1 792-3'te Donanma Bakanlığı yapml§tı) ve matematikçilerle kimyacılar­
dan kurulu bir ekibi, sava§ gereçlerinin üretilmesinden sorumlu yapml§tı
(Daha önce de kimyacı ve iktisatçı Lavoisier'e, ulusal gelirin ölçülmesine
yarayacak bir çizelge olu§turma görevi vermi§ti) . Belki de, modem olsun
olmasın tarihte ilk kez eğitimli bilim adamı bu sıfatla hükümete girmektey­
di; ancak bunun, bilimden çok devlet için önemi daha büyüktü. İngil­
tere'de dönemin büyük endüstrileri, pamuklu kuma§lar, kömür, demir,
demiryolu ve gemicilikti. Bu endüstrileri devrimcile§tiren, kılgıl yanları
çok geli§mi§ adamların becerileriydi. İngiliz demiryolu devriminin kahra­
manı George Stephenson idi. Bu adam bilim konusunda hiçbir §ey bilme­
yen, ama bir makinenin nasıl çalı§tığının adeta kokusunu alan biriydi;
bir teknoloji uzmanı olmaktan çok olağanüstü bir zanaatkardı. Babbage
gibi demiryollarına yararlı olmaya çall§an bilim adamlarının çabalan ya
da Brunel gibi bu çabaları salt ampirik değil ussal temellere de oturtan
bilimsel mühendislerin gayretleri hiçbir sonuç vermedi.
BiliM 301

Öte yandan bilim, bilimsel ve teknik eğitimdeki göz alıcı ilerlemenin


ve ele aldığımız dönemde ortaya çıkmı§ olan bilimsel ara§ tırmaları destek­
leme yönündeki daha az göz alıcı giri§imlerin büyük yararını gördü. Çifte
devrimin etkisi burada en açık biçimiyle kendini göstermektedir. Fransız
Devrimi, -her tür teknisyenin okuyacağı bir okul olması amaçlanan­
Ecale Polytechnique'i (1 795) ve esas olarak orta ve yükseköğrenim refor­
munun bir parçası olarak Napoleon tarafndan ortaya konan Ecole Nomıale
Superieure'un ilk taslağını kurarak ülkedeki bilimsel ve teknik eğitimi
dönü§türdü. Yine Fransız Devrimi, tavsamı§ olan kraliyer akademisini
yeniden canlandırdı (1 795) ve Ulusal Doğa Tarihi Müzesi (1 794) içinde,
fizik bilimleri dı§ındakiler içirı ilk gerçek ara§tırma merkezini kurdu. Ele
aldığımız dönem boyunca Fransız biliminin dünya çapındaki üstünlüğü,
neredeyse kesin olarak, Napoleon sonrası dönemdeki bu üç büyük ku­
rumdan (bilhassa Jakobenliğin ve Liberalizmin çalkantılı merkezi olan)
Polytechnique'den ve büyük matematikçilerin ve kuramsal fizikçilerin
benzersiz üretkenliklerirıden ileri gelmekteydi. Politekniğin; Prag, Viyana,
Stockholm, St. Petersburg ve Kopenhag'da, Almanya ve Belçika'nın tü­
münde, Zürich ve Massachussetts'de örnekleri kuruldu (ama İngiltere'de
açılmadı) . Fransız Devrimi'nin yarattığı sarsıntı, Prusya'yı eğitimdeki uyu­
§ukluğundan uyandırdı ve Prusya'daki canlanmanın bir parçası olarak
kurulan yeni Berlin Üniversitesi ( 1806-10), bütün Alman üniversitelei
için model haline geldi. Aynı §ekilde, Alman üniversiteleri bütün dünya­
daki akademik kurumlara örnek oldu. Siyasal devrimin ne kazandığı ne
de kaybettiği İngiltere'de, bu kez de buna benzer reformlar ortaya çıkmadı.
Fakat Henry Cavendish'in ve James Joule'inki gibi özel laboratuvarların
kurulmasını sağlayan ülkedeki muazzam zenginlik ve genelde orta sınıf
üyesi zeki insanların bilimsel ve teknik eğitim yönünde yaptıkları baskı,
benzeri sonuçlar yarattı. Maceracı bir ruha sahip peripatetik bir aydınlan­
macı olan Kont Rumford, 1 799'da Kraliyer Enstitüsü'nü kurdu. Bu kuru­
mun dindı§ı ki§iler arasındaki §öhreti, esas olarak burada yapılan ünlü
halka açık konu§malara dayanmaktaydı; fakat gerçek önemi, deneysel
bilime (örneğin Humphry Davy ve Michael Faraday gibi ki§ilerin çalı§ma­
larına) sağladığı büyük olanaklarda yatmaktaydı. Aslında bu kurum, ara§­
tırına laboratuvarının ilk örneğiydi. Birmingham Ay Derneği ve Manchester
Yazın ve Felsefe Topluluğu gibi bilimi yüreklendiren kurumlar, ta§radaki
sanayicileri de harekete geçirdi: Atom kuramının yaratıcısı John Dalton,
bu ikincilerdendi. Londra'da Benthamcı Radikaller, teknisyenler için
bir okul olan Londra Makirıe Enstitüsü'nü -bugünkü Birkbeck Koleji- ve
Oxford ile Cambridge'in uyu§ukluğuna seçenek olarak Londra Üniversi-
302 DEVRiM ÇAGI

tesi'ni (183 1 ) , dejenere olmu§ Royal Society'nin aristokrat tembelliğine


kar§ı da İngiliz Bilim Geliştirme Derneği ni kurdular (ya da devralarak bu
'

kanala çevirdiler) . Bunlar, kendi ba§ına bir amaç olarak safbilgiye ula§ma­
yı amaçlayan kurumlar değildi; belki de safbilimsel ara§tırma kurumlan­
nın bu denli yava§ ortaya çıkmalannın nedeni buydu. Almanya'da bile
üniversitede ilk kimya ara§tırma laboratuvarı (Giessen'deki Liebig labora­
tuvarı) 1825'e kadar kurulamadı (Bu laboratuvarın ilhamını Fransa'dan
aldığını söylemeye bile gerek yok) . Fransa'da ve İngiltere'de olduğu gibi
teknisyen; Fransa ve Almanya'da olduğu gibi öğretmen yeti§tiren ya da
gençlere ülkelerine hizmet ruhu a§ılayan kurumlar da vardı.
o nedenle devrim çağı, bilim adamlarının, alimierin sayısının artması­
nı ve bilimin üretkenliğinin yükselmesini sağladı. Ayrıca bu çağda bilimin
coğrafi evreninin ikiyoldan geni§lediği görüldü. Birincisi; tam da ticaret
ve sÖmürü süreci, dünyanın yeni alanlarını bilimin önüne sermekte ve bu
konudaki dü§ünceleri harekete geçirmekteydi. Dönemimizin en büyük
bilimsel kafalarından biri olan Alexander von Humboldt ( 1769-1859),
(gerçi bütün bilgisinin en soylu sentezi olan Kosmos'u (1845-59) belli
disiplinlerin sınırları içersine hapsetmek olanaksızdır, ama) bilime katkıla­
rını coğrafya, etnografya ve doğa tarihi alanlarında yorulmak bilmez bir
gezgin, gözlemci ve kurarncı olarak yapml§tır.
İkincisi; bilimin evreni geni§leyerek, o zamana dek bilime yok denecek
kadar az katkıları olmu§ halkları ve ülkeleri de kucakladı. Sözgelimi
17 50'de bir büyük bilim adamları listesi yapılsa içinde Fransız, Breton,
Alman, İtalyan ve İsviçreli olmayan pek az kimse yer alırdı. Oysa ondoku­
zuncu yüzyılın ilk yarısına ait büyük matematikçilerden olu§an çok kısa
bir listede bile Norveç'ten Henrik Abel, Macaristan'dan Janos Bolyai,
hatta Kazan gibi uzak bir kentten Nikolai Lobachevsky yer almaktadır.
Yine burada da bilim, devrim çağının çarpıcı bir ürünü olarak Batı Avrupa
d1§ındaki ulusal kültürlerin yükSeli§ini yansıtmaktadır. Bilimin yayılmasın­
daki bu ulusal öge de, aynı zamanda 'Onyedinci ve onsekizinci yüzyılların
küçük bilimsel topluluklarının son derece tipik bir özelliği olan kozmopo­
litanizmin gerilediğini göstermekteydi. Basel'den kalkıp St. Petersburg'a
giden, oradan Berlin'e geçen ve sonra Büyük Katerina'nın sar�yına dönen
Euler gibi uluslararası üne sahip gezginler çağı, eski rejimlerle birlikte
geride kalmı§tı. Bundan böyle bilim adamı, kısa geziler dı§ında kendi dil
alanında kalacak ve meslekta§larıyla, bu dönemin son derece tipik ürün­
lerinden biri olan Proceedings of the Royal Society (183 1 , Comptes Rendus
de 1'Academie des Sciences ( 1 83 7), Proceedings of the American Philosophical
Society (1838) gibi bilimsel dergiler ya da Crelle's Journal für Reine und
BiliM 303

Angewandte Mathematik yada Annales de Chimie et de Physique (1 797)


gibi yeni çıkan uzmanla§mı§ gazeteler aracılığıyla ileti§im kuracaktı.

II

Çifte devrimin bilimler üzerinde yarattığı etkinin doğ�sını değerlendirme­


ye geçmeden önce, bilimlerde olup bitenlere kısaca bir göz atalım. Bütün
olarak bakıldığında klasik fizik bilimlerde devrimci bir deği§iklik olmadı.
Yani, ya onsekizinci yüzyılda yapılmı§ ara§tırmalann izinden giderek ya
da daha önceden yapılmı§ böl ük pörçük bulguları geni§letip bunları daha
geni§ kuramsal sistemler içersinde e§leyerek, Newton'un kurduğu temel
referans çerçevesi içersinde kaldılar. Bu yolla kapıları açılan yeni alanlar
arasında en önemlisi (ve en dolaysız teknolojik sonuçlar yaratanı) elekt­
rik, daha doğrusu elektro manyetik oldu. Bu alanda (dördü bizim dönemi­
mizde olmak üzere) be§ tayin edici tarih göze çarpmaktadır. Galvani'nin
elektrik akımını bulduğu 1 786, Volta'nın bataryayı yaptığı 1799, elektro­
lizin bulunduğu 1800, Oersted'in elektrikle manyetizm arasındaki bağlan­
tıyı ortaya çıkardığı ve Faraday'ın bu güçler arasındaki ili§kiyi kurduğu
ve kendini, bir raslantı eseri modern çağın habercisi olan fizik bilimlerine
(mekanik itme ve çekme kavramlarından çok 'alanlar' kavramına göre
dü§ünülmü§) bir yakla§ımın öncüsü olarak bulduğu 183 1 . Bu yeni kuram­
sal sentezlerin en önemlisi, termodinamik yasalarının, yani ısı ile enerji
arasındaki ili§kinin yasalannın bulunmasıydı.
Astronomi ve fizik bilimlerini modern bilim haline getiren devrim,
onyedinci yüzyılda meydana gelmi§ti; kimyayı yaratan hareket, dönemimi­
zin ba§lannda istim üzerindeydi. Bütün bilimler arasında endüstriyel uygu­
lamalarla, özellikle de tekstil endüstrisinin beyazlatma ve boyama i§lem­
leriyle en yakın ve dolaysız ili§kisi olan bilim kimyaydı. Ayrıca kimyanın
yaratıcıları sadece, (Manchester Yazın ve Felsefe Derneği'nden Dalton ve
Birmingham'daki Ay Derneği'nden Priestley gibi) diğer pratik kafalı adam­
larla bağlantılı pratik kimseler değil, ılımlı da olsalar zaman zaman siyasal
devrimcilerdi. Bunlardan ikisi, Fransız Devrimi'nin kurbanı oldular;
Priestley, Devrime a§ın yakınlık besledi diye Tory yanlısı ayaktakımının
elinde, büyük Lavosier ise Devrime yeterince yakınlık duyınadığı için,
daha doğrusu büyük bir i§adamı olduğundan giyotinde can verdi.
Fizik gibi kimya da bariz biçimde bir Fransız bilimiydi. Kurucusu
Lavoisier ( 1 743-94) temel eseri Traiti Elementaire de Chimie'i tam devri­
min olduğu yıl yayımladı. Ba§ka ülkelerde -hatta ileride kimyasal ara§·
tırmaların belli ba§lı merkezlerinden biri durumuna gelecek olan Almanya
304 DEVRiM ÇAGI

gibi ülkelerde de- gözlenen kimyasal ilerlemelerin, özellikle düzenli


kimyasal ara§tırmaların esin kaynağı Fransa idi. 1 789'dan önceki büyük
ilerlemeler, yanma gibi belli temel kimyasal i§lemleri ve oksijen gibi bazı
temel elementleri açıklamak suretiyle ampirik deney yığını içinde belli
elementleri düzene sokmaktan olu§maktaydı. Aynı zamanda kesin nicelik
ölçümleri ve konuyla ilgili daha ba§ka yapılacak ara§tırmalarla ilgili bir
program olu§turuldu. İlk olarak Dalton ( 1803- 10) tarafından ortaya
atılmı§ olan ya§amsal önemde bir atom kuramı dü§üncesi, kimyasal bir
formülün bulunmasına ve bu sayede kimyasal yapıların incelenmesine
olanak sağladı. Bunu, yığınla yeni deney sonuçları izledi. Ondokuzuncu
yüzyılda kimya en etkili bilimlerden biri haline gelecekti ve bunun
sonucunda -her dinamik konuda olduğu gibi- çok sayıda yetenekli insanı
kendine çekecekti. Ne var ki kimyanın havası ve yöntemleri, büyük oranda
onsekizinci yüzyıl ölçüleri içersinde kaldı.
Ancak kimyanın devrimci bir sonucu oldu: Ya§amın organik olmayan
bilimler açısından da çözümlenebileceği. Lavoisier, soluk almanın bir oksi­
jen yakma edimi olduğunu buldu. Woehler, ( 1828'de) o zamana dek
sadece canlı varlıklarda kar§ıla§ılan bir bile§iğin -üre- laboratuvarda
sentezinin yapılabileceğini buldu; böylelikle organik kimya diye dev bir
alan açıldı. Ne var ki, ilerlemenin önünde büyük bir engel olu§turan
canlı maddenin temelde canlı olmayan maddeden farklı doğa yasalarına
uyduğu inancı ciddi bir darbe yemi§se de, ne mekanik ne de kimyasal
yakla§ım henüz biyoloğun daha ileri gitmesine olanak verecek durum­
daydı. Biyolojinin bu dönernde elde ettiği en esaslı ilerleme, Schleiden
ve Schwann'ın bütün canlı varlıkların hücrelerden olu§tuğunu bulmaları
oldu ( 1 838-9) , ki bu bulu§ biyoloji açısından atom kuramma e§değer­
deydi. Ancak yetkin bir biyofizik ve biyokimya daha uzun bir süre ortaya
çıkmayacaktı.
Bundan da daha derin, ama konunun doğasından ötürü kimyadaki
devrim kadar belirgin olmayan bir devrim de matematik alanında ya§andı.
Onyedinci yüzyılın referans çerçevesinden çıkamayan fizikten ve onse­
kizinci yüzyılda ortaya çıkan uçurum nedeniyle geni§ bir yüzeye yayılmı§
olan kimyadan farklı olarak matematik, ele aldığımız dönemde, hfila
aritmetiğe ve düzlem geometrisine egemen olan Yunanlıların dünyasının
ve analize egemen olan onyedinci yüzyıl d ünyasının çok ötesine geçip
tümüyle yeni bir evrene girdi. Birkaçı dı§ında matematikçiler, çok
deği§kenli denklemler kuramıyla (Gauss, Cauchy, Abel, Jacobi) , kümeler
kuramıyla (Cauchy, Galois) ya da vektörler kurarnıyi (Hamilton) bilime
gelen yeniliğin ne denli derin olduğunun farkındaydıla. Fakat Rusya'dan ·
BiLiM 305

Lobachevsky'nin (1826-9) ve Macaristan'dan Bolyai'nin (183 1) en kalıcı


zihinsel kesinliklerden biri olan Euklides geometrisini yıkmalarının yarat­
tığı devrimin etkisini matematikçi olmayanlar bile anlayabilir. Euklides
mantığının bütün o ha§metli ve sarsılmaz yapısı, birbirine paralel doğrı.ı­
lann asla kesi§meyecekleri aksiyomu gibi ne kendiliğinden açık ne de
kanıtlanabilir olan belli varsayımlara dayanmaktadır. Oysa bugün, örneğin
(Lobachevsky, Bolyai) bir P noktasından, L dağrusuna paralel sonsuz sayıda
doğru çizilebilir; ya da (Riemann) P noktasından, L dağrusuna paralel
hiçbir doğru çizilemez gibi tamamen ba§ka varsayımlar üzerine e§it oranda
mantıksal bir geometri olu§turmak olanaklıdır; yeter ki gerçek ya§amda bu
kuralların uygulanabileceği yüzeyler olu§turabilelim (Örneğin dünya, bir
küre olduğundan, Euklidesçi varsayımlara değil, Riemanncı varsayımlara
uymaktadır.) Fakat ondokuzuncu yüzyılın ba§lannda bu varsayımlarda
bulunmak, gezegenler sisteminin merkezine dünyanın yerine güne§i koyınak
kadar entelektüel cesaret isteyen bir i§ti.

III

Matematikteki devrim, günlük ya§amdan uzaklıklanyla ünlü konularda


uzman olan birkaç ki§i dı§ında, kimse tarafından farkedilmeden geçti.
Öte yandan, gözle görülür biçimde kötü yönde etkilendiklerine inanıldı­
ğından, toplum bilimlerinde ya§anan devrimin meslek dı§ından kimselerin
gözünden kaçması neredeyse olanaksızdı. Thomas Love Peacock'un ro­
manlanndaki amatör bilim adamlan ve alimler, yakınlık duygusu uyan­
dıran, sevimli gülünçlükleri olan kimselerdi; Steam Intellect Society'nin
propagandacılan ve iktisatçılan içinse aynı §ey söylenemez.
Akı§lan sırasında bir noktada bulu§arak, toplum bilimlerinin en kap­
samlı bile§imi olan Marksizmi ortaya çıkaracak olan iki devrim vardı.
Onyedinci ve onsekizinci yüzyıl ussalcılarının parlak bir devamı olan
ilki, fizik yasaların bir dengini insan toplulukları için ortaya koydu. İlk
zaferi, 1 789'da zaten hayli ilerleme kaydetmi§ olan ekonomi politikin siste­
matik bir tiimdengelim kuramını kurması oldu. Öz olarak dönemimize
ait ve romantizmle yakından ili§kili olan ikincisiyse, tarihse l evrimin
bulunmasıydı (Aynı zamanda yukarıdaki 23 7-9. ve 244-5. sayfalada kar§ı­
la§tırın) .
Klasik ussalcıların en cüretkar yeniliği, mantıksal olarak zorunlu yasa- .
!ara benzer bir §eyin, insanın bilinci ve özgür kararı için de geçerli olduğunu
göstermeleriydi. 'Ekonomi politiğin yasaları', bu türdendi. Bu yasaların
tıpkı (sık sık mukayese edildikleri) yer çekimi yasaları gibi beğeni konusu
306 DEVRiM ÇAGI

olmadıkları inancı, ondakozuncu yüzyıl ba§larındaki kapitalistlere aman­


sız bir kesinlik gibi görünüyordu ve romantik muarızlarının da aynı oranda
acımasız bir ussalcılık kar§ıtlığıyla kar§ılık verınelerine yol açtı. Çıkarırnla­
rını dayandırdıkları postulaların evrenselliğini, 'diğer §eyler'in 'e§it' kalma
olasılığını ve kendi zihinsel yeteneklerini ne kadar abartmı§ olsalar da,
iktisatçılar ilke olarak elbette haklıydılar. Eğer bir kentin nüfusu iki katına
çıkml§, konutların sayısı da artmaml§sa, bu durumda (diğer etkenler e§it
kalmak ko§uluyla) insanlar istese de istemese de kiralar yükselecektir. Eko­
nomi politiğin tümdengelirnci uslamlama sistemine, özellikle İngiltere'de
(ama giderek azalan ölçülerde olsa da onsekizinci yüzyılın eski bilim mer­
kezleri Fransa, İtalya ve İsveç'te de) gücünü veren bu tür önerınelerdi.
Gördüğümüz gibi, ekonomi politik en büyük zaferini 1 776'dan 1830'a
kadarki dönemde elde etti (Yukarıdaki 23 7. sayfaya bakın.) Matematik
olarak ifade edilebilir nüfus artl§ı oranlarıyla geçim araçları arasında meka­
nik, neredeyse kaçınılmaz bir ili§ki kurmayı amaçlayan bir nüfus kuramının
ilk kez sistemli olarak ortaya konmasının da bunda payı vardı. T. R.
Malthus'un Essay on Population'ı (1 798), birinin çıkıp da yoksulların her
zaman yoksul kalmaları gerektiğini ve cömertlik ile iyilikseverliğin onları
daha da yoksul yapacağını kanıtlaml§ olmasının verdiği co§kuyla savunucu­
larının iddia ettiği kadar özgün ve zorlayıcı bir tez içerıniyordu. Kitabın
önemi, ortalama entelektüel değerinde değil, cinsel kararlar gibi son derece
bireysel ve kaprisli bir grup kararı bilimsel olarak ele alma, toplumsal bir
görüngü olarak görme iddiasına sahip çıkmasında yatmaktadır.
Matematik yöntemlerin topluma uygulanması bu dönemde bir ba§ka
ilerlemeye daha yol açtı. Burada da yolu açanlar, (hiç ku§kusuz Fransız
eğitiminin zengin matematik ikliminin de yardımıyla) Fransızca konu§an
bilim adamlan oldu. Örneğin Belçikalı Adolphe Quetelet, çağ açan kitabı
Sur l'Homme'da ( 1835) , insan özelliklerinin istatistiksel dağılımının bili­
nen matematik yasalara uyduğunu ve buradan yola çıkarak toplum bilim­
lerini fizik bilimlerinin içine dahil etmenin olası olduğunu a§ırı bir güvenle
ortaya koydu. İnsan toplulukları üzerinde istatistiksel geneliemelerde
bulunma ve sağlam öngörüleri bu genellernelere dayandırma olasılığı,
olasılık kurarncıları (Quetelet, toplum bilimlerine yakla§ırken buradan
hareket etmekteydi) ve sigorta §irketleri gibi buna bel bağlamı§ pratik
kafalı ki§iler tarafından çok uzun süredir bilinmekteydi. Fakat Quetelet
ve bir grup çağda§ parlak istatistikçi, antropometreciler ve toplumsal
ara§tırmacılar, bu yöntemleri çok daha geni§ bir alana uyguladılar ve
bugün bile toplumsal görüngülerin ara§tmlmasındaki en önemli matema­
tik aracı yarattılar.
BiLiM 307

Toplum bilimlerindeki bu geli§meler, (daha önce kuramsal olarak sağ­


lanan ileriemelerin izinden gidilerek) tıpkı kimyada olduğu gibi, devrimci
sonuçlar yarattı. Fakat aynı zamanda toplum bilimleri, biyoloji bilimlerini,
hatta jeoloji gibi fizik bilimleri besieyecek olan tamamen yeni ve özgün
bir ba§arı da sağladı. Bu, tarihin, olayların zamandizinsel olarak sıralanma­
sından ibaret olmadığı, mantıksal bir evrim sürecine sahip olduğunun
ke§fedilmesiydi. Bu yeniliğin çifte devrimle bağlantıları, temellendirilmeye
bile gerek kalmayacak kadar açıktır. Öyleki, ( 1830'da A. Comte'un buldu­
ğu sözcükle) toplumbilim denen §ey, doğrudan kapitalizmin ele§tirisinden
doğdu. Normalde toplumbilimin kurucusu kabul edilen Comte, meslek
ya§amına ütopyacı sosyalizmin öncüsü Kont Saint-Simon'un* özel sekre­
teri olarak ba§ladı ve toplumbilimin en heybetli kurarncısı olan Karl Marx,
kuramını esas olarak dünyayı deği§tirmenin bir aracı olarak gördü.
Tarihin akademik bir konu olarak ortaya çıkı§ı, toplum bilimlerin tarih­
le§mesinin belki de en az önem ta§ıyan yanıdır. Ondokuzuncu yüzyılın ilk
yarısında Avrupa'yı bir tarih yazma salgınının sardığı doğrudur. Geçmi§i
hakkında cilder dolusu §ey yazarak dünyalarını anlamlandırmaya çall§an
bunca insan, belki de ilk kez görülüyordu: Rusya'da Karamzin (1818-24) ,
İsveç'te Geijer (1832-6) , Bohemya'da Palacky ( 1836-67), her biri kendi
ülkelerindeki tarihyazımını kuran ki§ilerdir. Bugünü geçmi§ aracılığıyla anla­
ma dürtüsü, özellikle Fransa'da çok güçlüydü ve bu ülkede Devrim, çok
geçmeden Thiers'in (1823, 1843), Mignet'in (1824), Buonarroti'nin (1828),
Lamartine'in ( 1847) ve büyük Jules Michelet'in yoğun ve taraflı incele­
melerine konu oldu. Bu, tarihyazımının kahramanlık çağıydı; ama Fransa'da
Guizot, Augustin Thierry ve Michelet'in, Danlı Niebuhr'un ve İsveçli
Sismodi'nin, İngiltere'de Hallam, Lingard ve Cariyle'ın ve sayısız Alman
profesörünün eserlerinden bugüne tarihsel belge, yazın ya da kimi zaman
bir dahinin notları dl§ında bir §ey kalmadı.
Bu tarihsel uyanı§ın en kalıcı sonuçları, b elgelerne ve tarih tekniği
alanlarında gerçekle§ti. İster yazılı ister yazısız olsun geçmi§in kalıntıla­
rının toplanması, evrensel bir tutku halini aldı. Belki de bu, (her ne
kadar en önemli uyarıcısı milliyetçilik de olsa) bir bölümüyle günün tam
gaz saldırılarına kar§ı geçmi§i koruma gayretiydi (O zamana dek uyanma�
mı§ uluslarda tarihçiler, sözlükçüler ve halk §arkılannı derleyenler, çoğu
zaman tam da ulusal bilincin kurucusu oldular.) Bu anlamda Fransızlar
Ecole des Chartes'lerini (1821), İngilizler Public Record Office'i (1838)
• Gördüğümüz gibi Saint-Simon'un fikirleri kolayca sınıflanabilecek türden olmamakla
birlikte onu ütopyacı bir sosyalist olarak adlandıran yerle§ik alı§kıdan vazgeçmek bana bilgiçce
bir tutum gibi görünüyor.
308 DEVRiM ÇAGI

kurdular; Alınaniarsa Monumenta Germarıiae Historiae'yi (1826) yayım­


lamaya ba§ladılar; bu arada verimli bir yazar olan Leopold von Ranke
( 1 795-1 886), tarihin, birincil kayıtların dakik ve titiz bir biçimde değer­
lendirilmesine dayanması gerektiğini ileri süren öğretinin temellerini attı.
Ayrıca, gördüğümüz gibi ( 1 4. Bölümle kar§ıla§tırın) , dilciler ve halk bilim­
cileri, dillerinin temel sözlüklerini hazırladılar ve halklarının sözlü gele­
neklerini derlediler.
Tarihin toplum bilimlerine bu giri§inin en dolaysız etkisi, Friedrich
Karl von Savigny'nin tarihsel hukuk okulunu kurduğu (1815) hukuk
alanında; köktendindierin -özellikle D. F. Strauss'un Leben ]esu'sunda
( 1 835)- tarihsel ölçütün ilahiyara uygulanmasından korkuya kapıldıkları
ilahiyat alanında, ama özellikle yeni bir bilim olan filolojide görüldü.
Filoloji esas olarak, §imdiye dek tarihsel yakla§ımın en cevval yayılma
merkezi durumundaki Almanya'da geli§ti. Karl Marx'ın bir Alman olması
raslantı değildir. Filolojiyi görünü§te uyaran etken, Avrupalı olmayan
toplumların Avrupalılar tarafından istilası oldu. Sir William Jones'un
Sanskritçeyle ilgili öncü ara§tırmaları (1 786) , İngiltere'nin Bengal'i istila­
sının; Champollion'un hiyeroglifi çözme çall§maları (konuyla ilgili ana
eseri 1 824'te yayımlandı) , N apoleon'un Mısır seferinin bir sonucuydu;
Rawlinson'un çivi yazısıyla ilgili açıklamaları (1835) ise, İngiliz sömürge
memurlarının her yerde hazır ve nazır olmalarından kaynaklanmaktaydı.
Fakat aslına b akılırsa filoloji, ke§if, betimleme ve sınıflandırmayla sınırlı
değildi. Esas olarak Franz Bopp ( 1 79 1-1867) ve Griının karde§ler gibi
b üyük Alman alimlerinin elinde filoloji, böyle tanımlanmayı hak edecek
ikinci bir toplum bilim halini aldı; yani insan iletişimi gibi oldukça kaprisli
görünen bir alan için geçerli genel yasaları ke§feden ikinci bir toplum
bilim (Birincisi, ekonomi politikti). Fakat ekonomi politiğin yasalarından
farklı olarak filolojinin yasaları, özünde evrimsel olmaktan çok tarihsel
yasalardı.*
Filolojinin temeli, çok geniş bir yelpaze olu§turan Hint-Avrupa dilleri­
nin birbirleriyle ilişkili olduklarının ke§fedilmesine dayanıyordu; varolan
bütün yazılı Avrupa dillerinin, yüzyıllar içersinde dönü§üme uğraml§ ol­
ması ve olasılıkla hala uğruyor olması gerçeği de bu ke§fi destekliyordu.
Sorun, sadece bilimsel kar§ıla§tırma yoluyla bu ilişkilerin kanıtlanması ve
sınıflandırılması (ki bu, yaygın bir biçimde örneğin Cuvier tarafından
kar§ıla§tırmalı anatomide yapılan bir i§ti) sorunu değildi. Aynı zamanda
· Matematik-fizik yöntemini, daha genel bir 'ileti§im kuramı'nın bir parçası olarak görülen
dilbilime uygulama çabasının içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar ortaya çıkmaını§ olması
paradoksal bir durumdur.
BiLiM 309

ve esas olarak ortak bir atadan gelmi§ olması gereken bu dillerin tarihsel
evrimini ortaya çıkarmaktı. Filoloji, evrimi tam da merkezine koyan ilk
bilimdi. Kutsal Kitap'ın, dünyanın yaratılması ve ilk tarihi konusunda
çok açıkken (ki biyologlar ve jeologlar bunun kendilerine neye mal olduk­
lannı bilirlerdi) dilin tarihi konusunda görece suskun kalmı§ olması, bu
açıdan bir talihti. Bunun sonucunda filoloğun Nuh tufanının altında
kalması ya da Yaradılı§ I'de yer alan engellerle çelrnelenrnesi, rnutsuz
rneslekta§lanyla kar§ıla§tınldığında daha az bir olasılıktı. Bu konuda Kut­
sal Kitap'ta tek bir açıklama vardı: "Ve bütün dünya tek bir dili konU§U·
yordu." Fakat filoloji bir ba§ka bakımdan daha §anslıydı: Bütün toplum
bilimleri arasında bir tek o, eylemlerinin özgürce yaptıkları seçimler
dı§ında bir §ey tarafından belidendiği biçimindeki telkinlere her zaman
kar§ı koyrnu§ insanlarla değil, böyle bir kar§ı koyma olasılığı olmayan
sözcüklerle uğra§rnaktaydı. Bu sayede filoloji, bugün de tarihsel bilimlerin
temel sorunu olan; gerçek ya§arndaki sayısız ve son derece kaprisli görünen
bireysel çe§itliliğin, deği§rnez genel yasalardan nasıl türetileceği sorunuyla
rahatça yüz yüze gelebildL
Bopp, çoktandır fiil çekimlerinin kökenine ili§kin bir kurarn önerrni§
olmakla birlikte, öncü filologlar aslında dildeki deği§rneleri açıklamakta
çok fazla bir mesafe kaydedernediler. Ancak Hint-Avrupa dilleri için bir
tür soyağacı tablosu olu§turdular. Farklı dil ögeleri içinde birbirlerine
göre deği§rne oranlarıyla ilgili çok sayıda türnevarırnsal geneliernelerde
bulundular ve (Töton kökenden gelen bütün dillerin, sessiz harflerde
belli deği§ikliklere uğradıklarını ve yüzyıllar sonra bir kısım Töton lehçe­
sinin ba§ka bir deği§rneye uğradığını gösteren) 'Grirnrn Yasası' türünden
çok geni§ bir alanı kucaklayan birkaç tarihsel genelierne yaptılar. Ancak,
bütün bu öncü niteliğincieki açıklarnalarda filologlar, (dilin evrimi, sadece
zamandizinsel bir süreklilik olu§ turmak ya da deği§rneleri kaydetmek me­
selesi olmadığından) dilin evriminin, bilimsel yasalara benzeyen genel
dil yasalarıyla açıklanması gerektiinden bir an olsun ku§ku duymadılar.

IV

Biyologlarla jeologlar, bu kadar §anslı değildi. Gerçi yeryüzü incelemeleri­


nin (madencilik aracılığıyla) kirnyayla; ya§arnın incelenmesinin (tıp aracı­
lığıyla) fizyolojiyle ve (canlılardaki kimyasal ögelerin inorganik doğadaki
kimyasal ögelerle aynı olduğu yolundaki hayati bir ke§if aracılığıyla) kirn­
yayla yakından ili§kisi vardı; ama onlar için de tarih, ba§lıca konuyu
olu§turrnaktaydı. Ama Jeologlar için -örneğin toprak ve su dağılımının,
3 1 0 DEVRiM ÇAGI

dağların, hepsinde önce de yer kabuğundaki tabbakaların nasıl açıkla­


nacağıyla ilgili- en açık sorunlar, herhalükarda tarihle ilgili sorunlardı.
Jeolojinin tarihle ilgili sorunu yerkürenin evriminin nasıl açıklanacağı
iken, biyolojinin tek bir canlının yumurtadan, tohumdan ya da spordan
nasıl geli§tiğini ve türlerin evrimini açıklamak gibi tarihle ilgili ikili bir
sorunu vardı. Bu-iki sorun, kaya tabakasının §U değil de bu bölümünde
bulunan fosillerin sağladığı gözle görülür kanıtlarla bağlantılıydı. İngiliz
akaçlama mühendisi William Smith, 1 790'larda tabakaların tarihsel sırası­
nın, orada bulunan fosiliere göre yapılabileceğini ke§fetti; böylelikle En­
düstri Devrimi'nin sağladığı kazı olanaklarıyla her iki bilimin geli§mesine
ı§ık tutulmu§ oldu.
Sorun, özllikle düzgün ama zaman zaman da savruk bir zoolog olan
Comte de Buffon'un (Les Epoques de la Nature, 1 7 78) hayvanlar alemi
için bir evrim kuramı olu§turmasına meydan verecek kadar apaçık orta­
daydı. Fransız Devrimi'nin gerçekle§tiği on yılda bu evrim kurarnları hızla
zemin kazandılar. Derin dü§ünür Edinburghlu James Hutton (Theory of
the Earth, 1 795) ile yıldızı Birmingham Ay Derneği'nde parlamı§ ve ilk
bilimsel eserini (Zoonomia, 1 794) nazım biçiminde yazmı§, eksantrik biri
olan Erasmus Darwin, dünya, bitkiler ve hayvan türleriyle ilgili tama
yakın bir evrim kuramı ortaya koydular. Laplace ( 1 796) bile güne§ siste­
miyle ilgili, yakla§ık aynı tarihlerde filozoflmmanuel Kant ve Pierre Caba­
nis tarafindan da öngörülen bir evrim kuramı geli§tirdi ve insanın zihinsel
yeteneklerinin kendi evrim tarihinin ürünü olduğunu dü§ündü. 1809'da
Fransız Lamarck, kazanılml§ özelliklerin mirasla devralınmasına dayanan
ilk büyük sistematik modem evrim kuramını ortaya attı.
Ancak bu kurarnlardan hiçbiri ba§arı sağlayamadı. Gerçekten de,
çok geçmeden bu kuramlar, "Vahye [İncil'e] bağlılıkta son derece kararlı
olan" Quarterly Review gibi Tory yanlılarının güçlü direni§iyle kar§ıla§tı. 2
Nuh Tufanı ne olacaktı? Bırakalım insanı, [hayvan ve bitki] türlerin[in]
bile tek tek yaratıldıktan hakkında söylenenler ne olacaktı? Hepsinden
önce de toplumsal istikrar dü§ünülüyor muydu? Bunlar sadece basit rahip­
lerin ve daha az basit politikacıların dert ettikleri sorunlar değildi. Sis­
temli fosil incelemelerinin babası (Recherches sur les ossemens fossi/es, 18 1 2)
büyük Cuvier bile, Tanrı adına evrimi reddetti. Kutsal Yazı'nın ve Aristo­
teles'in dedikleriyle oynamak yerine, (biyolojik deği§meden farklı olarak,
jeolojik deği§meleri yadsımak kolay olmadığından) bir dizi kıyameti jeoloji
tarihi içinde ilahi yeniden yaratım biçiminde dü§ünmek daha uygun olur­
du. Lamarck'ı, doğal seçim ilkesine dayanan Darwin'ininkine benzer bir
evrim kuramı önererek yanıtlayan ' kötü adam' Dr Lawrence, muhafaza-
BiLiM 3 1 J

karların haykın§ları kar§ısında Natural History ofMan ( 18 1 9) adlı itabını


piyasadan çekmek zo.runda kaldı Lawrence, sadece insanın evrimi konu­
sunu tartı§makta değil, aynı zamanda düşüncelerinin çağda§ toplum için
yaratacağı sonuçlara i§aret etmek bakımından da akıllıca davranmamı§tı.
Sözlerinden cayarak i§ini kurtardı; mesleki geleceğini garantiledi ve za­
man zaman fesatçı eserini korsan biçimde yayırolayan cesur Radikal yayın­
cıları pohpohlayarak yaralı vicdanını rahatlattı.
Jeolojide yetkin evrim kuramları, 1830'lara -ileride göreceğimiz gibi
siyasi ya§amın soldan yana estiği döneme-, Kutsal Kitap'a dayanarak
(Yaradılı§ I, 7-9) bütün minerallerin bir zamanlar dünyayı kaplayan sulu
eriyiklerden meydana geldiğini ileri süren Neptüncülerin ve Cuvier'in
umutsuz savını izleyen kıyametçilerin direni§ine son veren Lyell'in ünlü
Principles of Geology'si yayımlanıncaya kadar Örtaya çıkmadı.
Aynı on yılda Belçika'da ara§tırmalar yapan Schmerling ile, §ans eseri
arkeoloji hobisini Abbeville'deki gümrük müdürlüğüne yeğleyen Boucher
de Perthes, çok daha korku verici bir geli§menin habercisi oldular: Varlığı
§iddetle reddedilmi§ olan tarih öncesi insana ait fosillerin bulunması.*
Ama bilimdeki muhafazakarlık hala ( 1 856'da Neanderthal insan keşfedi­
lineeye kadar) , bu ürkütücü boyutta gelecek vaadeden bulu§ u, kanıtların
yetersiz olduğu gerekçesiyle reddedebilecek kadar güçlüydü.
Ama artık §unların kabul edilmesi gerekiyordu: (a) bugün etkin olan
nedenler, zaman içersinde dünyanın ilk durumundan bugünkü durumuna
gelmesine neden olmu§tur; (b) bu dönü§üm, Kutsal Kitap'dan çıkartılabi­
lecek olandan çok daha uzun bir zaman almı§tır; (c) jeolojik tabakaların
sırası, hayvanların evrim biçimlerinin sırasını ortaya koymakta, dolayı­
sıyla da biyolojik evrimi göstermektedir. Bunları kabul etmeye ve aslında
evrim sorununa en büyük ilgiyi göstermeye en hazır olanların, (en iyi,
fabrika sistemine düzdüğü övgülerle tanınan kötü biri olan Dr. Andrew
dı§ında) İngiliz orta sınıf üyesi kendinden emin, din adamı olmayan
radikal kimseler olması yeterince anlamlıdır. Bilim adamlarıysa bilimi
kabul etmekte ağır davrandılar. Jeolojinin bu dönemde Oxford ve
Cambridge üniversitelerinde ciddiyede takip edilen (belki de ev dı§ında
ve tercihan pahalı 'jeoloji gezileri'yle yapıldığından) kibar beylere özgü
tek bilim olduğunu hatırlarsak, bu duruma pek §a§mamak gerekir.
Biyolojideki evrim kurarolarıysa hala diğerlerinin gerisinden gelmek­
teydi. Bu tahripkar konunun bir kere daha ele alınabilmesi için 1 848

' Boucher de Perthes'in Aııtiquites celtiques et antediluvienııes'i 1846'ya kadar yayınlanmadı.


Aslına bakılırsa zaman zaman pek çok insan fosili bulunmu§tU, ama ya kabul görmeıni§ ya da
kıyıda kö§ede kalını§ müzelerde unutulup gitmi§ti.
3 1 2 DEVRiM ÇAGI

devrimlerinin yenilmesini beklemek gerekti. O zaman bile Charles Darwin,


bu meseleye (samimiyetsizliği bir yana bıraksak da) dikkate değer bir
ihtiyatla ve belirsizlikle yakla§tı. Hatta evrimin, embriyolojiye paralel
biçimde açıklanması i§ i bir süre tavsadı. Burada da Halleli Johann,Meckel
( 1 78 1-1833) gibi ilk Alman kurgui doğa felsefecileri, geli§imi sırasında
bir organizmanın embriyosunun, türünün evrimini özetlediğini ileri sür­
düler. Fakat bu ' biyogenetik yasa', her ne kadar ku§ların embriyosunun
solungaç yerlerine sahip oldukları bir evreden geçtiklerini ke§feden
( 1829) Rathke gibi ki§iler tarafından desteklenmi§se de, Koenigsberg ve
St. Petersbmg üniversitelerinin görkemli üyesi Von Baer tarafından -
deneysel fizyolojinin, Slav ve Baltık bölgelerinde çah§anlar için belli bir
çekiciliğe sahip olduğu anla§ılıyor- reddedildi* ve bu dü§ünce çizgisi,
Darwinciliğin ortaya çıkı§ına kadar bir daha kendini göstermedi.
Bu arada evrim kuramları, toplum incelemelerinde göz alıcı bir ilerle­
me kaydetmi§ti. Ancak bu ilerlemeyi yine de abartmamalıyız. Çifte devrim
dönemi, ekonomi politik, dilbilim ve belki de istatistik dt§ındaki bütün
toplum bilimlerinin tarih öncesine aittir. Hatta toplum bilimin en büyük
ba§arısı olan Marx ve Engels'in tutarlı toplumsal evrim kuramı, muhte§em
bir kitapçıkta ortaya konmu§ -ya da tarihsel bir anlatırnın temeli olarak
yararlanılml§- parlak bir tahminden ba§ka bir §ey değildi. İnsan toplu­
munun incelenmesi için gerekli sağlam temellerin atılması, yüzyılın ikinci
yarısına kadar gerçekle§meyecekti.
Aynı durum, toplumsal antropoloji ya da etnografya, tarihöncesi, top­
lumbilim ve psikoloji alanları için de geçerliydi. Bu ara§tırma alanlarının
adlarını bu dönemde alml§ olmaları ya da her birini kendi özel kuralları
olan, kendi kendine yeterli bilimler olarak gören iddialarm ilk kez o zaman
ortaya atılml§ olması - 1843'te John Stuart Mill, bu statüyü psikoloji için
ileri sürmü§ belki de ilk ki§iydi- önemlidir. 'İnsan ırkı'nı incelemek üzere
Fransa'da ve İngiltere'de özel Etnoloji Demeklerinin kurulmu§ olması
( 1 839, 1843), 1 830 ve 1848 arasmda istatistik araçları ve demekleri
aracılığıyla toplumsal ara§tırmalarm sayısının artması kadar, aynı ölçüde
anlamlıdır. Fakat, Fransız Etrıoloji Demeği'nin, onları, "bir halkın köken­
lerine ili§kin bilginin ne kadarını hafızalarmda tuttuklarını ... dillerinde
ya da adetlerinde (moeurs) , sanatlarında, bilimlerinde ve zenginliklerinde,
iktidarlannda ya da devletlerinde iç çeki§meler ve yabancı istilalar ne­
deniyle ne gibi devrimler ya§adıklarmı"3 ke§fetmeye sevkeden 'gezginlere

• Rathke Estonya'da, Oorpat {Tartu) Riga'daki Pander'de ders verdi; büyük Çek fizyoloğu
Purkinje de fizyolojiyle ilgili ilk ara§tırma laboratuvannı 1830'da Breslau'da açtı.
BiLiM 3 1 3

genel öğütler'i, gerçi tarihsel bakınıdan derin olmakla birlikte, bir prog­
ramdan ba§ka bir §ey değildir. Gerçekten de dönemimizdeki toplum bilim­
lerinde önemli olan §ey (her ne kadar hayli miktarda bir betimsel malzeme
birikmi§ olsa da) sonuçlarından çok, insanın toplumsal farklılıklarını çev­
reye göre açıklamak gibi bir belirlemecilikte ifadesini bulan sağlam mater­
yalist temelleri ve aynı ölçüde evrime duydukları sağlam bağlılıktı; bu
· yüzden Chavannes, 1 787'de bu bilimin ba§langıç tarihlerinde etnolojiyi
"halkların uygarlığa doğru ilerlemelerinin tarihi" olarak tammlamamı§
mıydı?4
Ne var ki, toplum bilimlerinin bu ilk geli§me evresine ait ku§kulu bir
yan ürüne de değinmek gerekiyor: Irk kuramları. Farklı insan ırklarının
(ya da daha ziyade farklı renkte insanların) varlığı, insanın tek tek mi
yoksa toplu olarak mı yaratıldığı sorununa da kafa yorulduğu onsekizinci
yüzyılda çokça tartı§ma konusu olmu§tur. Monogenesisçilerle polygenesis­
çiler arasındaki çizgi, basit bir çizgi değildir. İlk grup, evrime ve insanın
e§itliğine inananları, en azından bu noktada bilimin Kutsal Kitap ile çatl§·
maya girmediğini görerek rahatlayanları (Darwin öncesini temsil eden
Prichard v Lawrence ile Cuvier'i) bir araya getirmekteydi. İkincisindeyse,
sadece iyi niyetli bilim adamları değil, aynı zamanda Amerika'nın köleci
güneyinden ırkçılar da yer almaktaydı. Irkla ilgili tartl§malar, (aynı zaman­
da, kafatası yapısından karakter okumaya çall§an garip bir çağda§ hobi
olan frenolojinin de cesaretlendirdiği) büyük oranda kafataslarının top­
lanmasına, sınıflandırılmasına ve ölçülmesine dayanan antropometride
bir patlama ya§anmasına neden oldu. Gerçi konu çok geçmeden bir kez
daha bilimin dı§ına çıkarılmı§sa da, İngiltere ve Fransa'da frenoloji der­
nekleri (1823, 1 832) kuruldu.
Aynı tarihlerde milliyetçilik, radikallik, tarih ve alan ara§tırmasından
mürekkep bir karl§ını, kalıcı ulusal ya da ırksal karakterler gibi aynı oranda
tehlikeli bir konuyu toplumun gündemine soktu. 1820'lerde Fransa'nın
öncü tarihçileri ve devrimci Thierry karde§ler, bugün de Fransız okul
kitaplarının ilk satırlarında yer alan bir özdeyi§te ve mavi pakedi Gauloise
sigara paketinde yansısını bulan ('Nos ancestres les Gaulois': 'Atalarımız
Galyalılar') Galyalıları ve Narman İstilasını incelemeye koyuldular. Bu
insanlar, sağlam birer radikal olan bu ki§iler, Fransa halkının Galyalılar­
dan, Fransız aristokratlarınsa Galyalıları fetheden Töronlardan geldiğini
savundular. Bu, ilerde Kont Gobineau gibi üst sınıftan ırkçılar tarafından
muhafazakar amaçlarla kullanılacak olan bir savdı. Belli bir ırksal soyun
varlığını koruduğuna duyulan inanç -Galli doğabilimci W. Edwards'ın
anla§ılır bir gayretle Keltler için ileri sürdüğü bir fikir-, insanların, kendi
3 1 4 DEVRiM ÇAGI

uluslannın romantik ve gizemli benzersizliğini ke§fetmek, devrimci de


olsa onlara mesihçi görevler yüklemek, zenginliklerini ve güçlerini 'doğu§­
tan üstünlüğe' yormak istedikleri bir çağa mükemmel biçimde uymaktaydı
(Ancak yoksulluğu ve baskı görmeyi doğu§tan bir a§ağılıklığa yormak
gibi bir eğilim göstermediler) . Fakat züğürt tesellisi olsa da, ırk kurarnlan­
nın en berbat istismarlarının ele aldığımız dönemden sonra ortaya çıktı­
ğını belirtmek gerekir.

Bu bilimsel geli§meleri nasıl açıklayacağız? Özellikle bunlarla çifte devri­


min ortaya çıkardığı öteki tarihsel deği§meler arasındaki ili§kiyi nasıl kura­
cağız? Aralarında son derece bariz bağlantılar bulunduğu açıktır. Buharlı
makineyle ilgili kuramsal sorunlar, 1824'te parlak bir adam olan Sadi
Camot'u, soruna tek yakla§ım bu olmamakla beraber, ondakuzuucu yüzyı­
lın fizik konusundaki en temel görü§üne, termodinamiğin iki yas�sına
(Reflexions sur la puissarıce motrice du feu* ) ula§tırdı. Jeolojideki ve paleon­
tolojideki büyük ilerleme, varlığını mühendislerin ve in§aatçılann yerin
kabuğunu delmekte gösterdikleri cevvaliyete ve madenciliğe çok §ey borç­
luydu. 1836'da ulusal bir Jeolojik Araştımıalar Enstitüsü kuran İngiltere'nin
mükemmelen bir jeoloji ülkesi durumuna gelmesi nedensiz değildi. Maden
yataklannın ara§tınlması, kimyacılara, analiz edilecek sayısız inorganik
bile§ik sundu; maden, seramik, metalurji, tekstil, gazla aydınlatma, kimya
ve tarım çalı§malanm besledi. İngiliz katı burjuva Radikallerinin de aris­
tokrat Whig'iri de, sadece uygulamalı ara§tırmalardan değil, yerle§ik
bilimlerin de kaqısında geri adım attığı bilgideki cüretkar ilerlemelerden
duydukları co§ku, dönemimizdeki bilimsel ilerlemenin, Endüstri Dev­
rimi'nin uyarıcı etkisinden ayrı dü§ünülemeyeceğini yeterince kanıtla­
maktadır.
Aynı §ekilde, Fransız Devrimi'nin bilirnde yol açtığı sonuçları; siyasal
muhafazakarların ya da ılımlıların onsekizinci yüzyılın materyalist ve
ussalcı bozgunculuğunun bir parçası olarak değerlendirdikleri bilime kar§ı
takındıklan açık ya da gizli dü§manlıkta da görmek mümkündür. Napale­
on'un yenilgisi, bir obskürantizm dalgası yarattı. Kaypak Lamartine, "Ma­
tematik, insan dü§üncesinin zinciridir; soluk aldığımda kopar" diye bağırı­
yordu. Nadir zafer anlarında Fransız bilim adamlarının çall§malarına ola­
nak sağlayan kurumların çoğunu kurmu§ olan bilim yanlısı ve kilise kar§ıtı

• Ancak birinci yasa, çok daha sonra yayunlandı.


BiliM 3 1 5

sol ile bilim adamlarını açlığa mahkum etmekten başka bir şey yapmamı§
bilim karşıtı sağ5 arasındaki mücadele, o zamandan beri sürmektedir. Bu,
Fransa'da ya da ba§ka yerlerde bilim adamlarının o dönemde özellikle
devrimci oldukları anlamına gelmez. 1830'da kimileri barikatiara ko§an
altın çocuk Evariste Galois gibi, asi diye baskı gördüler ve 1832'de yirmi
bir ya§ında politik zorbaların tahrik ettiği bir düelloda öldürüldüler. Ku§ak­
larca matematikçi, Galois'in dünyada geçireceği son gece olduğunu bile­
rek harar...: tle kaleme aldığı o derin dü§üncelerden beslenmi§tir. Bazıları
da Lejitimist Cauchy gibi, belli nedenlerden dolayı militan bir krallık
kar§ıtı olmasına karşın Ecole Polytechnique geleneğine hayrandı. Napoleon
sonrası dönemde muhtemelen çoğu bilim adamı, kendini merkezin so­
lunda görmܧ olmalıydı; bazıları da, özellikle yeni ülkelerde ya da o zama­
na dek siyaset dı§ı kalmı§ topluluklar içinde bulunanlar (bilhassa
tarihçiler, dilciler ve ulusal hareketlerle bariz ili§kileri olanlar) , siyasal
önderlik yapmak zorunda kaldılar. Palacky, 1848'de Çekierin ba§lıca söz­
cüsü oldu; 1837 'de bir protesto mektubunu imzalayan Göttingenli yedi
profesör, kendilerini bir anda ulusal kahraman olarak buldular* ve 1848
Alman Devrimi'nde Frankfurt Parlamentosu, diğer kamu görevlileriyle
birlikte profesörlerin doldurduğu bir meclis olarak nam saldı. Öte yandan
sanatçılar ve filozoflada kar§ıla§tırıldığında bilim adamları -özellikle
doğabilimcileri-, konu doğrudan kendilerini ilgilendirmediği sürece son
derece dü§ük bir siyasal bilinç düzeyi sergiliyorlardı. Örneğin Katalik
ülkeler dı§ında, Darwin sonrası bir çağın öğrencisini hayrete dü§ürecek
biçimde, bilimi suya sabuna kan§mayan bir dinsel ortodokslukla birle§­
tirmek gibi bir yetenek göstermi§lerdi.
Buraya kadar yapılan doğrudan aktarmalar, 1 789 ile 1848 arasındaki
bilimin kaydettiği geli§meler hakkında bir §eyler söylemektedir, ama fazla
değil. Çağın olaylarının dalaylı etkilerinin ise çok daha önemli olduğu
açıktı. Kimse, dünyanın bu çağda öncesiyle kar§ıla§tırılamayacak kadar
radikal deği§ikliklere uğradığını görmezden gelemezdi. Dü§ünen hiçbir
kimse de, bu sarsıntılar ve dönü§ümler karşısında korkuya kapılmadan,
titremeden ve zihinsel olarak uyarılmadan edemezdi. Hızlı toplumsal deği­
§imlerden, köklü devrimlerden, göreneğin ya da geleneksel kurumların
yerlerini sistemli olarak radikal ussalcı yeniliklere bırakmasından kaynak­
lanan dü§Ünce kalıplarının kabul görmeye ba§lanmasında şa§ırtıcı bir
yan yoktur. Dünya işlerinden uzak matematikçilerin o zamana dek dü§Ün­
ceyi etkilemi§ olan engelleri ortadan kaldırmaya istekli olmalarını, devri-

• Aralannda Grinun karde§ler de vardı.


3 1 6 DEVRiM ÇAGI

min gözle görülür biçimde ortaya çıkmasıyla ili§kilendirmek olanaksız


mıdır? Yeni devrimci dü§ünce çizgilerinin benimsenmesinin, normalde
doğalarında varolan güçlük yüzünden değil, neyin 'doğal' neyin 'doğal
olmadığına' ili§kin örtük varsayımlada girdikleri çatı§madan dolayı engel­
lendiğini bildiğimiz halde, bu soruya yanıt veremeyiz. (Karekök 2 gibi)
'irrasyonel' sayılar ya da (karekök -ı gibi) 'imgesel' sayılar gibi terimler,
güçlüğün doğasını göstermeye yeter. Bunların diğer sayılardan ne daha
çok ne de daha az rasyonel veya gerçek olmadıklarına karar verdiğimizde,
her §ey yoluna girer. Fakat dü§ünürlerin bu tür kararları cesurca alabilme­
leri için derin dönü§ümlerin ya§andığı bir çağın geçmesi gerekebilir; ve
gerçekten de onsekizinci yüzyılda bilmecemsi bir ihtiyatla ele alınml§
olan matematikteki imgesel ya da karma§ık deği§kenler, ancak Devrimden
sonra tam anlamıyla benimsenebildiler.
Matematiği bir yana koyarsak, toplumdaki dönü§ümlerden doğan
örüntülerin, bilim adamlarını, (örneğin o zamana kadar durağan olan
alanlara dinamik evrimsel kavramların sokulmasında olduğu gibi) bu
tür analojilerin uygulanabilir göründüğü alanlara çekmesi olsa olsa bekle­
nebilir bir durumdu. Bu, doğrudan olduğu gibi, ba§ka bilimlerin aracı­
lığıyla da olabilir. Örneğin tarih bilimi ve modern iktisadın büyük bölümü
için temel olu§ turan Endüstri Devrimi kavramı, ı820'lerde, Fransız Dev­
rimi'ne benze§tirilerek gündeme getirildi. Charles Darwin, 'doğal seçim'
mekanizmasını, Malthus'dan aldığı kapitalist yarl§ma modeliyle ('varolma
mücadelesi') bir benze§im kurarak olu§tıirdu. ı 790- ı830 arasında jeolo­
jide kıyamet kurarnları modası, bu ku§ağın toplumdaki §iddedi çalkan­
tılara a§ina olmalarına da bir §eyler borçluydu.
Buna kar§ın, onlara en açık olan toplum bilimler dı§ında bu tür dı§
etkeniere çok fazla ağırlık tanımak doğru olmaz. Dü§üncenin dünyası,
belli ölçülerde özerktir: Dü§üncenin hareketi, kendi dı§ındaki hareketlerle
deyim yerindeyse aynı tarihsel dalga boyunda yer alır; fakat sadece onları
yansılamaz. Örneğin jeolojideki hyametçi kuramlar, Tanrının keyfi biçim­
de her §eye kadir olduğuna ili§kin Protestan, özellikle de Kalvinci vurguya
da bir §eyler borçludur. Bu tür kuramlar, Katolik ya da agnostik ki§ilerin
değil, büyük ölçüde Protestan ki§ilerin elindeydi. Eğer bilim alanındaki
geli§meler, ba§ka bir yerde ortaya çıkan geli§melere ko§utsa, bunun nedeni
her iki taraftaki geli§melerin, bu geli§melere tekabül eden ekonomik ya
da siyasal geli§meler üzerinden birbirlerine basit bir biçimde ili§tirilebilir
olması değildir.
Ancak, bu tür bağlantıların varlığını yadsımak da olanaksızdır. Ele
aldığımız dönemde genel dü§üncenin ana akımlarının, bilimin uzmanla§·
BiLiM 3 1 7

ml§ alanında kar§ılıkları vardı; bilimlerle sanatlar ya da her ikisiyle siyasal­


toplumsal tutumlar arasında bir ko§utluk kurmamızı sağlayan da budur.
Örneğin 'klasizm' ile 'romantizm' bilimlerde de vardı ve gördüğümüz
gibi herbiri insan toplumuna özgül bir yakla§ıma uygun dü§IDܧlerdir.
Klasizmi (ya da zihinsel tutumuyla ifade edersek, Aydınlanmanın ussalcı,
mekanik Newtoncu evreni) , burjuva liberal bir ortamla e§itlemek, ya da
romantizmi (ya da zihinsel tutumuyla ifade edersek 'Doğa Felsefesi' denen
§eyi) burjuva liberalizminin dü§manlarıyla e§itlemek, meseleyi a§ırı basit­
le§ tirrnek olur; zaten bu e§itleme anlayı§ı, 1830'dan sonra tümüyle orta­
dan kalkmaktadır. Öte yandan bu e§itlemede belli bir gerçeklik payı da
yok değildir. Modern sosyalizm gibi kurarnların ortaya çıkmasına kadar,
devrimci dü§ünce us salcı dü§ünceye sıkı sıkıya bağlıydı (13. Bölümle
kar§ıla§tırın) ; fizik, kimya ve astronomi gibi bilimler, İngiliz-Fransız hbera­
lizmiyle birlikte yürüyordu. Örneğin II. Yıl'ın plebyan devrimcileri, Vol­
taire'den çok Rousseau'dan esinlenmi§lerdi ve (idam edilen) Lavoisier
ile Laplace'dan, sadece bu insanların eski rejimle olan ili§kileri nedeniyle
değil, §air William Blake'i Newton'a §iddetle saldırmaya yöneiten hemen
hemen aynı nedenle.rden dolayı §üphelenmi§lerdi.* Oysa 'doğa tarihi',
kafa dengiydi; çünkü gerçek ve bozulmaml§ bir doğanın kendiliğindenliği­
ne uzanan yolu temsil etmekteydi. Fransız Akademisi'ni kapatanJakoben
diktatörlük, lardin des Plantes'de en az on iki ara§tırma kürsüsü kurmu§tU.
Aynı biçimde klasik liberalizmin zayıf olduğu ( 1 3 . Bölümle kar§ıla§tırın)
Almanya' da, klasik ideolojiye rakip bir bilimsel ideoloji son derece yaygın
biçimde bulunmaktaydı: 'Doğa Felsefesi'.
' Doğa felsefesi'ni hafifsemek kolaydır; çünkü haklı olarak bilim diye
kabul ettiğimiz §eyle çeli§tiği çok yan vardır. Kurgul ve sezgiseldir. Dünya
ruhunun ya da ya§amın, bütün varlıkların birbirleriyle olu§turduğu gizemli
organik birliğin ve Kartezyen açıklığın kesin niceliksel ölçümlerine gelme­
yen daha pek çok §eyin pe§indeydi. Aslına bakılırsa mekanik materya­
lizme, Newton'a, zaman zaman bizzat aklın kendisine apaçık ba§kaldır­
maktaydı. Büyük Goethe, Tanrısal [çok değerli] zamanının büyük kısmını
Newton'un optik kuramının yanlı§lığını göstermek için harcamı§tı; bunun
için, renkleri aydınlık ve karanlık ilkelerinin etkile§imiyle açıklayamayan
bir kurarndan duyduğu mutsuzluktan daha iyi bir nedeni de yoktu. Böyle
bir yanılgının ise Ecole Polytechnique'de üzücü bir sürpriz yaratmaktan
ba§ka bir sonucu olmayacaktı; Almanlar, boğazına kadar gizemcili le �

•Newtoneti bilime beslenen ku§ ku lar, ekonomik ve askeri değeri çok açık olan uygulamalı
çal!§malara kadar yayılmadı.
3 1 8 DEVRiM ÇAGI

dolu kafası bulanık Kepler'i, anla§ılmaz biçimde Principia'nın yetkin


berraklığına tercih edeceklerdi. Larenz Oken'in sözleri aslında bu anlama
geliyordu:

"Tannnın eylemi ya da ya§amı; kendini sonsuz biçimde birlik ve ikilik içinde


dü§ünmekten, sonsuz biçimde kendini ortaya çıkarmaktan; dı§sal olarak
kendini ikiye bölerken yine de aynı kalmaktan olu§ur ... Kutupluluk, dünyada
görünen ilk güçtür Nedensellik yasası, bir kutupluluk yasasıdır. Nedensellik,
• ..•

bir doğu§ edimidir. Cinsiyet, köklerini dünyanın bu ilk hareketinden alır .. .


O nedenle her §eyde iki süreç vardır: Biri bireyle§tirici, dirimselle§tirici,
ötekiyse evrenselle§tirici ve yıkıcı. "6

Gerçekten bu ne demek? Bertrand Russel'ın, bu tür kavramlarla ݧ gören


Hegel'den hiçbir §ey anlayamaması, onsekizinci yüzyıl ussalcısının bu
retorik sorusuna verdiği yanıta iyi bir örnek olabilir. Öte yandan Marx ile
Engels'in doğa felsefesine borçlarını itiraf etmeleri*, onun salt bir laf
kalabalığından ibaret görülemeyeceği konusunda bizi uyarmaktadır. Bura-
. da önemli olan, bu felsefenin ݧ görmü§ olmasıdır. Sadece bilimsel çabalara
kaynaklık e tmekle kalmamı§ (Lorenz Oken, liberal Alman Deutsche
Natuiforscherversammlung'un kurucusu ve İngiüz BiUm Geliştirme Derneği'nin
de esin kaynağı olmu§tur) , verimli sonuçlar da ortaya koymu§tur. Biyo­
lojideki hücre kuramı, morfolojinin, embriyolojinin, filolojinin önemli bir
bölümü ve bütün bilimlerdeki tarih ve evrim ögesinin büyük bölümü,
aslında ilhamını 'romantizm'den almı§tır. Bilindiği gibi modem fizyo­
lojinin kurucusu Claude Bemard'ın soğuk klasizmi, biyoloji gibi en gözde
alanında bile 'romantizm'i tamamlaml§tır. Öte yandan doğa filozoflarının
elektrik ve manyetizm gibi gizemli konulardaki spekülasyonları, 'klasizm'in
kalesi olmayı sürdüren fizik-kimya bilimlerinde bile ilerlemeler sağlaml§tır.
Kafası bulanık biri olan Schelling'in tilmizi Kopenhaglı Hans Christain
Oersted, 1820'de elektrik akımının manyetik etkilerini ortaya koyarak bu
ikisi arasındaki bağlantıyı buldu. Aslında bilime bu iki yakla§ım tarzı birbi­
rine karı§ml§tı. Fakat, dü§üncesinin her iki yakla§ımda� gelen, bile§ik en­
telektüel kökenierinin farkında olan Marx'da bile tam olarak birbirleriyle
birle§mediler. Bir bütün olarak alındığında 'romantik' yakla§ım, yeni dü§ün­
celer ve hareket noktaları için bir uyarıcı i§levi gördü; ve ardından bir kez
daha bilimlerin dı§ına itildi. Fakat bizim dönemimizde bu i§lev, ihmal
edilemez bir boyut ta§ımaktaydı.

' Engels'in Aııti-Dühriııg ve Feuerbach kitaplarında Newton'a kar§ı Kepler'in ve doğa


felsefesinin bir savunusu yer almaktadır.
BiLiM 3 1 9

Romantizmin bilimsel bakımdan yerine getirdiği uyarıcılık i§levini


ihmal etmek olanaksız olduğu kadar, romantizmin en saçma ve yanlı§
dü§üncelerini birer olgu ve tarihsel güç gözüyle gören fikirler ve görü§ler
tarihçisi için daha da olanaksızdır. Goethe, Hegel ve genç Marx gibi
zihinsel çaplan son derece büyük olan insanlan bunca etkilemi§ bir hare­
keti bir kalemde silemeyiz. Olsa olsa, bilirnde ve toplumda yadsınamaz
muazzam ba§arılar gerçekle§tirmi§ olan, ama darlıkları ve sınırları iki
devrim döneminde giderek daha fazla ortaya çıkan 'klasik' onsekizinci
yüzyıl İngiliz-Fransız dünya görü§ünden duyulan bu derin tatminsizliği
anlamaya çalı§abiliriz. Bu sınırların farkına varmak ve çözümlemeden
çok sezgiye ba§vurarak daha doyurucu bir dünya manzarası olu§turmayı
mümkün kılabilecek terimler aramak, onu edimsel olarak gerçekle§tirmek
anlamına gelmiyordu. Ne de doğa filozoflarının ortaya koyduğu evrimsel,
kar§ılıklı ili§kili, diyalektik evren görü§leri birer kanıt, hatta yeterli formül
düzeyindeydi. Ancak -hatta fizik bilimler konusunda bile-gerçek sorun­
ları yansıttılar ve bilimler dünyasında ortaya çıkacak ve bizlerin modern
bilimsel evrenini olu§turacak olan dönü§üm ve ileriemelerin ipuçlarını
verdiler. Yine kendi yollarında, insan ya§amında deği§medik hiçbir yan
bırakmayan çifte devrimin etkisini yansıttılar.
16
Sonuq: 1 848 'e Doğru

Yoksulluk ve proletarya, modem devletlerin organizmalarından kaynaklanan iıinli


yara/ardır. iyileştirilebilirler mi? Komünist doktorlar, mevcut organizmanın tümüyle yok
edilmesini, imhasını önermektedirler ... Kesin olan bir şey varsa o da, eğer bu adamlar
harekete geçecek gücü kendilerinde bulurlarsa, bu siyasal değil toplumsal bir devrim; bütün
mülkiyete karşı bir savaş, tam bir anarşi olacağıdır. Bu durum yeni ulus devletlerin
kurulmasına yol açabilir mi, yol açarsa bu hangi ahlaki ve toplumsal temeller üzerinde
olacaktır? Geleceğin örtüsünü üzerinden kim kaldıracak? Rusya'nın burada oynayacağı rol
ne olacaktır? "Kenara oturup rüzgarın çıkmasını beklerim' der bir Rus·atasözü.
Haxthausen, Studien ueber ... Russland ( 184 7) ı

ݧe, ı 789'da dünyanın içinde bulunduğu durumu ara§tırmakla ba§lamı§­


tık. Şimdi, bu tarihe dek bilinen en devrimci yarıyüzyılın sonuna, yakla§ık
elli yıllık bir döneme göz atarak ara§tırmamızı sona erdirelim.
Bu, her §eyin 'en' olduğu bir çağdı. Bu sayma ve hesaplama çağının,
bilinen dünyanın her yanını kaydetmeye çall§ırken hazırladığı sayısız yeni
istatistiğe• bakarak, haklı olarak neredeyse ölçülebilir her niceliğin önce­
kinden daha büyük (ya da küçük) olduğu sonucuna varılabilir. Dünyanın,
bilinen, haritası çıkartılmı§, ileti§im kurulabilir bölgesi, öncesinden çok
daha büyük, ileti§im de inanılmaz ölçüde daha hızlıydı. Dünya nüfusu,
öncekinden daha büyüktü; hatta pek çok örnekte bütün beklentileri ve
yapılan tahminleri a§maktaydı. Dev büyüklükteki kentlerin sayısı durma­
dan artıyordu. Endüstri üretimi astronomik rakamlara tırmanmı§tı:
ı840'larda yeraltından 640 milyon ton kömür çıkartıldı. ı 780'den sonra
•Hükümet istatistiklerini (nüfus sayımları, resnıi ara§tınnalar vs.} ya da istatistik tablolarıyla
dolu yığınla yerli uzmanlık ya da iktisat dergilerini saymazsak, 1800 ile 1848. arasında bu tip
yakla§ık elli büyük istatistik yayımlanmı§trr.
SONUç: I 848'E DOGRU 321

dört kat artarak yakla§ık 800 milyon sterlinlik bir değere ula§an uluslar­
arası ticaretre ve daha az sağlam ve istikrarlı bir görünüm arzeden teda­
vüldeki para birimlerinde telaffuz edilen olağanüstü rakamlarsa, bütün
bu saydıklarımızı geride bırakmaktaydı.
- Bilim, hiçbir zaman bu denli ba§arılı olmamı§, bilgi bu denli geni§ bir
alana yayılmaını§tı. Dört birıi a§kın gazete, dünya yurtta§larına haber
ula§tırmaktaydı ve her yıl sadece İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD'de
yayımlanan sayısız kitap, be§ rakamlı sayılada ifade edilecek düzeylere
varını§tl. İnsanın icat gücü, her yıl daha da göz kama§tırıcı seviyelere
çıkıyordu. Argand lambası (1782-4), yüzey aydınlarmasında adeta bir
devrim gerçekle§tirmi§ti; gazhane olarak bilirıen dev laboratuvarlar, ürün­
lerini, deniz altına dö§enen borular vasıtasıyla göndermeye ve fabrikaları• ,
çok geçmeden de Avrupa'nın kentlerini aydınlarmaya ba§ladı (Londra
1807'den, Dublin 1818'den sonra, Paris 1 8 19'dan itibaren, hatta Sydney
bile 184l'de aydınlatılmaya ba§landı). Elektrik arkıyla aydınlanma çok­
tandır bilirımekteydi. Londralı prefösör Wheatstone, deniz altına dö§enen
bir elektrikli telgrafyoluyla İngiltere'yi Fransa'ya bağlamayı planlamaktaydı.
Bir yılda (1845) , İngiliz Krallığı'nın demiryollarından kırk sekiz milyon
yolcu gelip geçti. İnsanlar, İngiltere'de üç bin millik (1846) -1850'den
önce bu rakam altı birı mili a§mı§tl-, ABD'deyse dokuz birı millik yolu bir
çırpıcia alabiliyorlardı. Düzenli sefer yapan buharlı gemiler, çoktandır Av­
rupa'yı Amerika'ya ve Hirıt Okyanusu'na bağlaını§tl.
Bütün bu zaferierin istatistiklere geçirilmek istenmeyen karanlık bii
yanı da vardı ku§kusuz. Bugün çok az sayıda insanın yadsıyabileceği,
Manchester'ın isli, zalim ve pis arka sokaklarının da her gün kanıdadığı
gibi, Endüstri Devrimi'nin insanın ya§adığı en çirkin dünyayı yarattığı
gerçeğini niceliksel olarak ifade etmeye kim kalkabilirdi ki? Ya da görül­
memi§ sayıda insanı, kadınlı erkekli yurtlarından koparan ve çağlarının
güvenliklerinden yoksun bırakan belki de bu en mutsuz dünyayı kim
sayılara dökmek isterdi? Buna kar§ın, ''engelsiz i§leyen ticare tm bir yandan
uygarlığa öte yandan barı§a yol açacağına, insanlığı daha mutlu, akıllı ve
iyi yapacağına" içtenlikle ve kararlılıkla inanmı§ olan 1840'ların ilerleme
yanlılarını bağı§layabiliriz. "Efendiler" deıni§ti Lord Palmerston, yılların
en karası olan 1842'de pembe gözlükler takarak yaptığı konu§mada, "bu,
Tanrının takdiridir."2 Kimse, yoksulluğun olanağanüstü boyutlarda oldu-

• Boulton ve Watt, 1 798'de elektrikli lambayı ya§ama soktular; Manchester'daki Philips


ve Lee pamuklu dokuma fabrikalarında 1805'ten itibaren
. bin adet elektrik lambası kullamlmaya
ba§landı.
322 DEVRiM ÇAGI

ğunu yadsıyamazdı; üstelik, zamanla yoksulluğun daha da artıp derin­


le§tiğini ileri sürenler de oldu. Ne var ki, endüstrinin ve bilimin zaferini
ölçmekte her zaman kullanılan ölçüdere göre ele alındığında, en ümitsiz
ussal gözlemciler bile, maddi ko§ulların geçmi§ten, hatta bugünün en­
düstrile§memi§ ülkelerinden daha kötü olduğunu söyleyebilir miydi? Ha­
yır. Çall§an yoksulların maddi durumlarının, karanlık çağlardan daha iyi
olmadığı, zaman zaman anısı hala belleklerde canlılığını koruyan dö­
nemlerden bile kötü olduğu, son derece sert bir suçlama olurdu. İlerleme
yanlıları, bunun yeni burjuva toplumunun i§leyi§inden değil, tersine eski
feodalizmin, monar§inin ve aristokrasinin hala serbest giri§imin yoluna
engeller çıkarmasından kaynaklandığını ileri sürerek bu ele§tirileri sa­
vu§turmaya çalı§tılar. Yeni sosyalistlerse, bu durumun tam da mevcut
sistemin i§leyi§inden kaynaklandığını öne sürmekteydiler. Birileri, soru­
nun kapitalizm çerçevesinde çözümleneceğini, diğerleriyse bunun müm­
kün olmadığını ileri sürmekteydi; ama her iki taraf da haklı olarak, insan
ya§amını, insanın daanın güçleri üzerinde kurduğu denetime e§ bir maddi
iyile§menin beklediğine inanmaktaydı.
Ne var ki, ı840'ların dünyasının toplumsal ve siyasal yapısını
çözümlerneye kalktığımızda, 'en'li ifadeleri bir yana bırakıp yerine ılımh
cümleler kullanmak durumundayız. Tarımın çoktandır küçük bir azınlığın
i§i durumuna geldiği ve ilk kez ıss ı nüfus sayımında görüldüğü gibi, kent
nüfusunun kırsal nüfusu a§ma noktasına dayandığı birkaç bölge -özellikle
İngiltere- dl§ında, dünyamız sakirılerinin büyük bölümü hala köylüydü.
Uluslararası köle ticareti, resmen ısıS'te ve fiili olarak İngiliz sömürgele­
rinde. ı834'te, özgürlüğünü ilan eden İspanya ve Fransız sömürgele­
rindeyse Fransız Devrimi sırasında ve sonrasında kaldırıldığından, köy­
lüler arasında köle olanların sayısı çok azdı. Ancak İngiltere'ye ait olma­
yan bazı adalar dl§ında Batı Hint Adaları, artık yasal bakımdan tarımın
özgür olarak yapıldığı yerler olmakla birlikte, tam da endüstrideki ve
ticaretteki mal ve insan ticaretinin önündeki bütün kısıtlamalada çeli­
§erek ilerleme tarafından uyarılan kölelik, bölgenin iki büyük kalesini
olu§turan Brezilya ve Güney ABD'de sayısal olarak geni§lemekteydi ve
resmi yasaklar, köle ticaretini daha karlı hale getirınekteydi. Güney Ame­
rika'da bir tarım i§çisinin yakla§ık fiyatı ı 795'te 300 dolardı; oysa ı 860'ta
ı200 ile ıSOO dolara çıktı;3 ABD'de köle sayısı ı 790'da 700.000'den,
ı840'ta 2.500.000'e ve ı850'de de 3.200.000'e yükseldi. Köleler hala
Afrika'dan getirilmekteydi, ama ABD'nin sınır eyalerlerinde oldı,ığu gibi,.
hızla geni§lemekte olan pamuk ku§ağına satılmak üzere köle üretildiği
de oluyordu.
SONUÇ: l 848'E DOGRU 323

Öte yandan 'sözle§meli emek' gibi çoktandır varolan yarı köleci sis­
temler, Hindistan'dan Hint Okyanusu'na ve Batı Hint Adaları'na kadar
yayılmakt:�ydı.
Her ne kadar, Sicilya ve Endülüs gibi üretimin geleneksel olarak
latifundialarda yapıldığı yerlerde kır yoksullarının fiili durumları üzerinde
hemen hiçbir etkisi olmamı§sa da, sertlik ya da köylülerin toprağa yasal
bağlılıkları Avrupa'nın bir bölümünde kaldırılmı§tı. Ancak, ba§langıçta
gösterdiği sayısal artl§ın ardından, 18 1 1 'den sonra on, on bir milyon erkek
nüfusla sınırlı kalmı§ (yani görece terimlerle gerilemi§) olmasına rağmen,
Rusya, Avrupa'nın serfliğin hüküm sürdüğü ba§lıca kalelerinden biri ola­
rak kaldı.* Buna kar§ın, her geçen gün ekonomik bakımdan kazançlı
olmadığı anla§ıldıkça ve özellikle 1840'hirdan sonra sayıları giderek artan
köylü isyanları yüzünden, (köle tarımından farklı olarak) serfe dayalı
tarımın gerilediği kesindi. En büyük serf ayaklanması, 1 848 devriminin
yol açacağı genel özgürle§menin bir tür pe§revi niteliği ta§ıyan 1846'daki
Avusturya Galiçyası'ndaki ba§kaldırıydı. Fakat köylülerin huzursuzluğu
Rusya'da bile 1826-34 arasında 148, !835-44 arasında 2 16, 1844-:-54
arasında da 348 ayaklanmayla kendini gösterdi ve 186 1 'de sertliğin kaldı­
rılmasından hemen önceki yıllarda 474 ayaklanmayla doruğuna vardı.5
Toplumsal piramidin öteki ucunu olu§turan toprak aristokrasisinin
durumunda, Fransa gibi doğrudan köylü devrimlerinin ya§andığı ülkeler
dı§ında, akla gelebilecek olandan daha az deği§iklik ya§andı. Ku§kusuz
§imdi, (Rothschildler gibi malikanelerini yüksek sınıflar arasında bir ni§an
gibi ta§ıyanlar dı§ında) toprak sahiplerinin en zenginler arasında yer alma­
dığı ülkeler vardı. Ne var ki, 1840'larda İngiltere'de bile ellerinde en
fazla zenginlik bulunanlar, kesinlikle hala asilzadelerdi. Güney ABD'deyse
pamuk üreticileri, Walter Scott'dan, §Övalyelikden, 'romantizm'den ve
üzerlerinden semirdikleri zencilere, yağlı domuz ve mısırla beslenmi§ ense­
si kalın püriten çiftçilere hemen hiçbir §ey ifade etmeyen diğer kavramlar­
dan esinlenerek, ta§rada kendileri için aristokrat bir toplum karikatürü
yaratmı§lardı. Elbette bu aristokrat katılık, ardında bir deği§imi giz­
lemekteydi: Soylular, küçümsenen burjuvazinin endüstrisine, hisse senet­
lerine, menkul değerlerine giderek daha bağımlı hale gelmekteydi.
Ku§kusuz 'orta sınıflar'ın da sayısı hızla artıyordu, ama gene de sayısal
olarak ağır basmıyorlardı. 1801 'de İngiltere'de bir yılda 150 sterlinin üs­
tünde vergi ödeyen 100.000 mükellef vardı; dönemimizin sonlarında bu
rakam 340.000 dolaylarında olabilir6; aileleriyle birlikte, 21 milyonluk
· Il. Katerina ile I. Paul (1762-1801) döneminde sertlik artarak 3.8 milyon erkekten 181 l 'de
10.4 milyona çıktı.•
324 DEVRiM ÇAGI

toplam nüfusun (185 1) bir buçuk milyonunu orta sınıfların olu§turduğu


söylenebilir. Orta sınıfların standartlarını ve ya§am tarzlarını izlemeye

çall§anların sayısının çok daha büyük olması doğaldır. Ama bunlar çok
zengin ki§iler değildi; iyimser bir tahminle yılda 5000 s terlinin üzerinde
••,

kazananların sayısı -aristokrasi dahil- 4000 civarındaydı ve bu rakam,


İngiltere'de caddeleri süsleyen yakla§ık 7579 özel fayton (ve bunların
sürücüsü) bulunduğu dü§ünülürse, uygundu. Diğer ülkelerdeki 'orta sı­
nıflar'ın oranının bundan çok daha büyük olmadığını, hatta daha da
küçük olduğunu varsayabiliriz.
Fabrikalarda, madenlerde, demiryollarında vs. çalı§an i§çi sınıfının
hepsinden daha büyük bir hızla büyümesi doğaldı. Buna kar§ın, İngiltere
dı§ında i§Çi sınıfının sayısı en iyi durumda milyonlada değil, yüz binlerle
ölçülmekteydi. Dünyanın toplam nüfusoyla kar§ıla§tınldığında, sayısı hala
dikkate alınmayacak boyutlardaydı ve nereden bakılsa -yine İngiltere
ve küçük bir çevre dı§ında- örgütsüzdü. Ne var ki, daha önce de gördü­
ğümüz gibi, büyüklüğüne ve ba§arılarına oranla siyasal önemi muazzamdı.
1840'larla birlikte dünyanın siyasal yapısı da önemli ölçüde deği§ti;
ancak bu deği§iklik, iyimser ve ümidi (ya da kötümser) bir gözlemcinin
1800'de tahmin edebileceğinden çok daha gerideydi. Amerika kıtası dı­
§ında, monar§i hala en ortak devlet yönetimi biçimiydi; hatta en büyük
ülkelerden biri (Brezilya) , bir İmparatorluktu; ötekiyse (Meksika) ,
1822'den 1833'e kadar Geneı:al Iturbide (I. Augustin) yönetiminde en
azından imparatorluk sıfatı almı§ bir ülkeydi. Fransa dahil, çe§itli Avrupa
krallıklarının artık anayasal monar§iler olarak betimlenebilecekleri doğru
olmakla birlikte, Atlas Okyanusu'nun doğu kıyısı boyunca uzanan
rejimler dl§ında her yere hala monar§i egemendi. Yine 1840'larda (Belçika,
Sırbistan, Yunanistan ve Latin Amerika devletleri gibi) devrimin ürünü
çok sayıda yeni devletin ortaya çıktığı doğrudur. Ancak, her ne kadar
Belçika (geçerken belirtelim, büyük oranda kom§usu Fransa'nın dümen
suyunda gittiğinden***) önemli bir endüstriyel güç olmakla birlikte, dev­
rimin yarattığı devletler arasında en önemlisi, 1 789'da bile varolan ABD
idi. ABD'niniki büyük avantajı vardı: Pasifik'in bu büyük kıtasına hakim

• Bu tahminler keyfi olmakla birlikte, orta sınıfa dahil olan herkesin evde en az bir hizmetçi
çalı§tırdığını varsayarsak, 1851 'de 674.000 'ev hizmetçisi'nin varlığı bize 'orta sınıf' evlerinin
azami büyüklüğü, kabaca 50.000 a§çıysa (hizmetçi kadın ve erkeklerin sayısı da yakl�ık bu
kadardı) asgari büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir.
•• Ünlü İstatistikçi William Farr'dan, Statistical ]ouma� 1857, s. 102 .
..., Belçika'nın kömür ve pik demir üretiminin yakla§ık üçte biri, neredeyse tamamı Fransa'ya
olmak üzere ihraç edilınekteydi.
SONUÇ 1 848"E DOGRU 325

olabilecek ya da olmayı isteyecek güçlü bir kom§U ya da rakip bir güç


bulunmuyordu (Fransa, 1803'de 'Louisiana Satış Anlaşması'yla ABD ka­
dar büyük bir bölgeyi satmı§tı) ; ikinci olaraksa, olağanüstü büyük bir
hızla ekonomik büyüme gösteriyordu. Birinci avantajı, Portekiz'den ba­
rl§çıl yollarla ayrılan ve bir ku§ak süren bir sava§ın İspanyol Amerikası'nda
yarattığı parçalanmadan böylelikle kurtulan Brezilya da paylaşmaktaydı;
fakat Brezilya'nın zenginlik kaynakları neredeyse hiç kullanılamadı.
Yine de büyük deği§iklikler olmu§tU. Bunun yanında, yaklaşık 1830'dan
itibaren bu deği§ikliklerin ivmesinde gözler görülür bir yükselme oldu. 1830
devrimi, ılımlı liberal orta sınıf anayasalarını-antidemokratik olmakla bir­
likte aynı oranda antiaristokrat-, Batı Avrupa'nın belli ba§lı devletlerinin
ya§amına soktu. Hiç ku§kusuz ılımlı ;rta sınıf emellerinin ötesine geçecek
bir kitle devriminden duyulan korkunun dayattığı bazı ödünler söz konu­
suydu. İngiltere'de olduğu gibi, toprak sahibi sınıfların büyük oranda, Fran­
sa'da olduğu gibi de yeni -özellikle en dinamik endüstriyel- orta sınıfların
geni§ kesimlerinin daha az oranda temsil edilmelerine göz yuınuldu. Ancak
bunlar, siyasi dengeyi kesinlikle orta sınıfıara doğru eğen ödünlerdi. Önem­
senebilecek bütün konularda, İngiliz sanayiciler 1832'den sonra istediklerini.
elde ettiler; tahıl yasasını kaldırma gücü, Faydaeliarın cumhuriyetçi ve
kilise kar§ıtı daha a§ırı önerilerinden vazgeçmelerinin bedeliydi. Batı Avru­
pa'da (demokratik radikalliğin değilse bile) orta sınıf liberalizminin üstün
geldiğinden kuşku duyulamaz. Onun başlıca hasımları-İngiltere'de muha­
fazakarlar, ba§ka yerlerde genellikle Katolik Kilisesi'nin etrafında topla­
nanlar, savunmadaydılar ve bunu da biliyorlardı.
Ancak, radikal demokrasi bile büyük ilerlemeler kaydetmişti. Tered­
dütlerle ve dü§rnanlıkla geçen elli yıldan sonra, ABD'de, sınır bölgelerinde
yaşayanların ve çiftçilerin baskısı sonunda, Ba§kan Andrew Jackson döne­
minde (1829-37) , yani Avrupa devriminin yeniden ivme kazandığı dö­
nemle kabaca aynı dönemde, radikal demokrasi dayatıldı. Ele aldığımız
dönemin tam da sonunda (1847) İsviçre'de radikallerle Katalikler ara­
sındaki iç savaş, radikal demokrasiyi bu ülkeye de getirdi. Fakat ılımlı
orta sınıf liberalleri arasında çok az ki§i, henüz esas olarak solcu dev­
rimciler tarafından savunulan ve en iyi durumda dağlık, çalılık arazilerde
yaşayan kaba saha küçük üreticilere ve tüccarlam uydurulari bu yönetim
sisteminin, bir gün kapitalizmin niteleyici siyasal çerçevesi :haline gele­
ceğini ve 1840'larda tam da onu savunrnu§ olan insanların bu kez saldırı­
larına kar§ı savunulmak durumunda olunacağını dü§ünmekteydi.
Sadece uluslararası politikada, görünü§e göre toptan ve neredeyse
ko§ulsuz bir devrim söz konusuydu. 1840'ların dünyası, siyasal olsun eko-
326 DEVRiM ÇAGI

nomik olsun, tamamen Avrupalı güçlerce belirlenmekte ve büyümekte


olan ABD tarafından da tamamlanmaktaydı. 1839-42 Afyon Sava§ı,
Avrupalı olmayan ve varlığım hala sürdürmekte olan tek büyük gücün,
Çin İmparatorluğu'nun, batının askeri ve ekonomik saldırganlığı kar§ısın­
da çaresiz kaldığına tanık oldu. Bu andan sonra, beraberinde ticareti ve
İncil'i de getiren batının sava§ gemilerinin ve askeri birliklerinin önünde
hiçbir §eyin tutunamayacağı anla§ıldı. Batının bu genel egemenliği içinde,
İngiltere, herkesten daha fazla sava§ gemisine, ticarete ve İncil'e sahip
)lması sayesinde en yüksek yerde bulunmaktaydı. İngiltere'nin üstünlüğü
öylesine mutlaktı ki, üstünlüğünü yürütmek için neredeyse hiç siyasi
denetime ihtiyaç duymuyordu. İngiltere'nin lütuf gösterdikleri dı§ında,
geride ba§ka hiçbir sömürgeci güç, dolayısıyla rakip kalmamı§tı. Ceza­
yir'de, Akdeniz'in öteki yakasında yeniden canlanma sürecine girmekle
birlikte, Fransa imparatorluğu, oraya buraya dağılmı§ birkaç küçük adayla
ve ticaret karakoluyla yetinmek zorunda kaldı. İngiltere'nin yeni antrepo­
su Singapur'un bakı§ları altında Endonezya'da yenidendirilen Hollanda,
artık rekabet edecek güçten yoksundu; İspanyollar, Küba ile Filipinleri
ellerinde tuttular ve Afrika'da da birkaç belirsiz hak iddiasında bulundular.
İngiliz ticareti, İspanyol sömürgesi Küba'da ve Hindistan'daki sömürgele­
rinde olduğu gibi, bağımsız Arjantin, Brezilya ve Güney ABD'yi de ege­
menliğine aldı. İngiliz yatırımcılarının, Kuzey ABD'de, daha doğrusu eko­
nomik geli§menin ortaya çıktığı yerlerde de güçlü çıkarları vardı. B(itün
dünya tarihinde tek ba§ına hiçbir güç, ondokuzuncu yüzyıl ortasındaki.
İngiltere gibi bir dünya hegemonyası kurmu§ değildi; çünkü geçmi§in en
büyük imparatorlukları ya da hegemonyaları bile -Çinliler, Muhammed'in
taraftarları, Romalılar- ancak bölgesel güçlerdi. O tarihten sonra tek
ba§ına bir güç, buna benzer bir hegemonyayı yeniden kurmayı asla ba§a·
ramadığı gibi, öngörülebilir bir gelecekte de böyle bir §ey olası görünme­
mektedir; çünkü o zamandan beri hiçbir devlet, tek ba§ına 'dünyanın
atölyesi' olma iddiasında bulunamamı§tır.
Buna rağmen, İngiltere'yi gelecekte bekleyen gerileme de, kendini
bu tarihlerde göstermeye ba§ladı. Daha 1830'larda ve 1840'larda de
Tocqueville ve Haxthausen gibi zeki gözlemciler, ABD ile Rusya'nın bü­
yüklüklerinin ve potansiyel kaynaklarının, sonunda onları dünyanın iki
büyük devi yapabileceğini görmü§lerdi; Avrupa'daysa Almanya (Frederick
Engels'in 1844'te öngördüğü gibi) çok geçmeden e§it §ardarda rekabet
edecek bir hale gelecekti. İngiliz ve ba§ka devlet adamlarının §üp helerini
yatı§tıracak kadar açık olmamakla birlikte, bir tek Fransa'nın uluslararası
hegemonya mücadelesinden çekildiği kesindi.
SONUÇ: 1 848'E DOGRU 327

Özetle, 1840'lann dünyasında bir dengenin varlığından söz edilemez-


di. Geçen yarım yüzyıl içersinde serbest kalan ekonomik, teknik ve top­
lumsal değişim güçlerinin tarihte bir benzeri daha yoktu; en yüzeysel
gözlemci için bile geri döndürülmeleri mümkün değildi. Öte taraftan bu
deği§ikliklerin kurumsal sonuçları, henüz oldukça gösteri§sizdi. Örneğin,
tıpkı İngiltere'nin sonsuza dek tek endüstrile§mi§ ülke olarak kalamayağı
ne kadar kaçınılmazsa, yasal kölelik ve sertliğin (yeni ekonominin henüz
giremediği uzak topraklardaki kalmtılar dı§ında) er ya da geç kalkması
da o denli kaçınılmazdı. Statüyü, nüfuzu, hatta siyasal gücü elde tutmak
için bulunacak siyasal ödünler ve formüller ne olursa olsun, toprak sahibi
aristokrasinin ve mutlak monar§ilerin, güçlü bir bujuvazinin otaya çıktığı
bütün ülkelerde geri çekilmek zorunda kalması kaçınılmazdı. Üstelik,
Fransız Devrimi'nin büyük mirası, yani kitlelere aşılarran siyasal bilinç
ve kalıcı siyasal eylemlilik, er geç siyasal ya§amda biçimsel bir rol üstlen­
meleri anlamına geliyordu. 1830'dan sonra toplumsal deği§imin dikkate
değer biçimde hızlandığı ve dünya devrimci hareketinin canlandığı bilinir­
ken, -kesin kurumsal doğalan ne olusa olsun- deği§ikliklerin yapılmasının
uzun süre geciktirilemeyeceği de ortadaydı. •

Bütün bunlar,j 1840'ların insanlarına, deği§ikliğin yakin olduğu bilin­


cini vermek için yeterliydi. Fakat bu, Avrupa'nın her yanında geni§ çapta
hissedilmi§ olan, bir toplumsal devrimin yakla§makta olduğu bilincini
açıklamaya yetmez. Bu bilincin, onu en açık biçimde dile getirmiş devrim­
cilerle sınırlı olmadığı gibi, yoksul kitlelerden duydukları korku, toplumsal
deği§im dönemlerinde hiçbir zaman yüzeyi fazla a§mamış hakim sınıflada
da sınırlı kalmaması oldukça anlamlıdır. Yoksullar da onu hissediyordu.
Halkın okuryazar tabakası bu bilinci dile getirdi. 184 7' deki açlık sırasında,
Hollanda'dan geçen Alman göçmenlerin duygularını aktarırken, "Du­
rumdan haberdar herkes", diyordu Amerika'nın Amsterdam konsolosu,
"bugünkü bunalımın, günün olaylarıyla derin biçimde iç içe geçtiğini
dile getirmektedir"; öyle ki söz konusu bunalım, er geç i§lerin mevcut
durumuna bir çözüm getireceğini düşündükleri büyük devrimin başlangı­
xcından ba§ka bir §ey değildi. 7
Bunun nedeni §Uydu: Eski toplumdan kalan §eylerin yol açtığı buna­
lımla, yeni toplumun bunalımı çakı§ıyor gibi görünüyordu. 1 840'lara dö­
nüp bakıldığında, kapitalizmin son bunalımının yakın olduğunu öngören

•Elbette o zamanlar kaçınılmaz oldukları öngörülmü§ bütün bu kesin deği§ikliklerin;


örneğin, serbest ticaretin, bafl§ın, egemen temsili meclisierin evrensel zaferinin ya da menarkların
ve Roma Katelik Kilisesi'nin ortadan kalkmasının, zaten mutlaka gerçekle§ecek §eyler olduklarını
söylemiyoruz.
328 DEVRiM ÇAGI

sosyalistlerin, beklentilerini gerçekçi ihtimallerle karl§tıran hayaldler


olduklarını dü§ünmek kolaydır. Çünkü, gerçekte kapitalizm yıkılmadı;
tersine en hızlı ve rakipsiz bir geni§leme ve zafer dönemine girdi. Ne var
ki, 1 830'lar ve 40'larda bu yeni ekonominin, gittikçe daha devrimci yön­
temler kullanarak daha çok ve nitelikli mal üretme gücüyle birlikte güç­
lüklerinin üstesinden gelebileceği henüz o kadar açık değildi. Pek çok
kapitalizm kuramcısı, ekonomiyi ileri iten güdüleyici gücün yava§layacağı
'durgunluk durumu' ihtimaliyle me§guldu ve bu durumun, (onsekizinci
yüzyılın ve hemen sonraki dönemin kuramcılarından farklı olarak) salt
kuramsal bir olasılık olmanın ötesinde yakında gerçekle§eceğine inanı­
yorlardı. Yeni ekonominin kurameliarının kafasında, ekonominin gele­
ceğiyle ilgili iki olasılık vardı. Fransa'da, yüksek para piyasasının ve ağır
endüstrinin kaptanları olacak kimseler (Saint-Simoncular) , 1830'larda,
endüstri toplumuna giden en iyi yolun sosyalizm mi yoksa kapitalizm mi
olacağına henüz karar verememi§lerdi. ABD'de, bireyci yayılmanın pey­
gamberi olarak ölümsüzle§tirilecek olan Horace Greeley gibi ki§iler ("Batı­
ya git, genç adam" sözü ona aittir) , 1840'larda, bugün 'A.merikancılık'
olduğu dü§ünülen §eye hiç uygun dü§meyen kibbuzvari komünler olan
Fourierci 'Falanks'ları kuran ve bunların erdemlerini yere göge sığdı­
ramayan, ütopyacı sosyalizmin taraftanydılar. ݧadamlarınm çoğunluğuysa
umutsuz durumdaydı. Geriye bakıldığında, John Bright gibi Quaker
i§adamlarmın ve Lancashirelı ba§arılı pamuklu kuma§ imalatçılarının,
geli§melerinin en dinamik olduğu bir dönemde, salt gümrük tarifelerini
kaldırabilmek için genel bir siyasi lokavt ilan ederek ülkelerini karga§aya,
açlığa ve hengameye sürüklemeye hazırlanabilecekleri bugün anla§ılır
bir §ey gibi görünmeyebilir.8 Ne var ki, korkunç 1841-2 yıllarında, en­
düstrinin sadece birtakım sıkıntılarla ve kayıplada değil, eğer ilerlemesi
önündeki engeller derhal kalcimlmazsa genel bir boğulma tehlikesiyle
kar§ı kar§ıya olduğu, bütün kafası çall§an kapitalistler
. için gayet açık bir
durumdu.
Ortalama insanlar içinse sorun daha da basitti. Gördüğümüz gibi,
Batı ve Orta Avrupa'nın imalat bölgelerinde ve büyük kentlerinde içinde
bulundukları durum, onları kaçınılmaz olarak toplumsal devrime doğru
sürüklemekteyciL İçinde ya§adıkları bu acımasız dünyanın zenginlerine
ve kodamanlarına kaqı duyduklan nefretle, yeni ve daha bir iyi dünya
hayalleri, aralanndan sadece bazıları, özellikle de İngiltere ve Fransa'da
olanlar bu hedefin bilincine sahipse de, çaresizliklerini kör bir çaresizlik
olmaktan çıkartıp onlara bir amaç verdi. Örgütlenmeleri ya da toplu
eylem olanakları, onlara güç verdi. Fransız Devrimi'nin sağladığı bu büyük
SONUÇ: 1848'E DoGRU 329

bilinç, sıradan insanlara adaletsizliklere uysalca boyun eğmemeleri gerek­


tiğini öğretti: "Milletler daha önce hiçbir §ey bilmiyordu; halk, kralların
yeryüzündeki tanrılar olduklarını, ne eylerlerse güzel eylediklerini söyle­
meye mecbur olduğunu dü§ünüyordu. Bugünkü deği§iklikle insanları yö­
netmek çok daha zor olacak."9
Avrupa'ya tebelle§ olan bu korku, yalnızca Lancashire'daki ya da Kuzey
Fransa'daki fabrika sahiplerini değil, Almanya'nın ta§ralarındaki me­
murları, Roma'daki rahipleri ve her yerdeki profesörleri etkisi altına alan,
proletarya korkusu, 'komünizm; hayaletiydi. Ve bu haklı bir korkuydu.
Çünkü 1848'in ilk aylarında patlak veren devrimler, sadece bütün top­
lumsal sınıfları kapsaması ve seferber etmesi anlamında bir toplumsal ·

devrim değildi. Kelimenin tam anlamıyla, Batı ve Orta Avrupa kentlerin­


deki -özellikle ba§kentlerdeki- çalı§an yoksulların ayaklanmasıydı. Paler­
mo'dan Rus sınırına kadar bütün eski rejimleri deviren güç, onların,
neredeyse yalnızca onların gücüydü. Tozun dumanın yatl§masıyla, yıkınrı­
ların üzerinde i§çiler -Fransa'da gerçekten sosyalist i§çiler-görüldü; sade­
ce ekmek ve ݧ değil, yeni bir devlet ve yeni bir toplum istiyorlardı.
Çall§an yoksullar ayağa kalkarken, giderek zayıflayan ve modası geçen
Avrupa'nın eski rejimleri, zenginlerin ve nüfuzluların dünyasındaki buna­
lımı derinle§tirdi. Kendi ba§larına bunlar, fazla öneme sahip olaylar değildi.
Farklı bir zamanda ya da hakim sınıfların farklı kesimlerine, rakipleriyle
olan çeki§melerini barl§çıl bir biçimde halletıne olanağı veren bir sistemde
ortaya çıksalardı, bir devrime yol açmaz, Rusya'da Çarın dü§mesine neden
olan onsekizinci yüzyılın saray hizipleri arasındaki hırgürlerden ibaret
kalabilirlerdi. Örneğin İngiltere'de ve Belçika' da, tarımcılarla sanayiciler
arasında ve her birinin de kendi arasında bir yığın çatl§ma ya§anmaktaydı.
Fakat 1830-32'deki dönü§ümlerin, iktidar konusunu sanayicilerden yana
karara bağladığı; buna kar§ın siyasal statükonun, bir devrim tehlikesi
göze alınmadan dondurulamayacağı ve maliyeti ne olursa olsun bundan
kaçınılması gerektiği açıkça anla§ılml§tı. Bunun sonucunda, özgür ticaret­
ten yana İngiliz sanayicileriyle, korumadan yana tarımdaki hakim sınıflar
arasında Tahıl Yasaları konusunda patlak veren sert mücadele, genel oy
hakkı gibi bir tehdit kar§ısında bütün hakim sınıfların olu§turduğu birliği
bir an olsun tehlikeye atmadan, Chartist mayalanmanın ortasında sürdü­
rülebildi ve taraflardan biri bu mücadeleyi kazasız belasız kazanabildi
(1846) . Belçika'da, 1847 seçimlerinde liberallerin Katalikler kar§ısında
elde ettiği zafer, sanayicileri potansiyel devrimcilerin safından ayırdı ve
1848'de (seçmen sayısını iki katına çıkartan* ) özenle hazırlanmı§ bir
• Yine de seçmen nüfusu, 4.000.000 yurtta§tan SO.OOO'ini geçıniyordu.
330 DEVRiM ÇAGI

seçim yasasıyla alt orta sınıfın ya§amsal öneme sahip kesimlerinin


ho§nutsuzluğu giderildi. Çektiği sıkıntılar açısından Belçika (daha
doğrusu Flanders), İrlanda d1§ında, Batı Avrupa'nın her yerinden çok
daha kötü durumda olmasına kar§ın, burada bir ı848 devrimi ya§anmadı.
Fakat mutlakiyetçi Avrupa'da, ı8 ı 5' de, liberal ya da ulusal bakımdan
yapılan bütün deği§iklikleri savu§turmakta siyasal rejimierin gösterdiği
katı tutum, en ılımlı muhaliflere bile statüko ya da devrim d1§ında hiçbir
seçenek bırakmadı. Ayaklanmaya hazır olmasalar bile, geri döndürülemez
bir toplumsal devrim ya§anmazsa, ba§kaları bir §eyler yapmazlarsa, ken­
dileri hiçbir §ey elde edemeyeceklerdi. ı8ı5'de Avrupa'daki rejimler, er
geç yıkılacaklardı; bunu kendileri de biliyordu. 'Tarihin kendilerine kar§ı
olduğu'nu bilmek, dirençlerinin kolayca çökmesinden de anla§ıldığı gibi,
direnme güçlerini kırmı§tı. ı848'de devrimin -üstelik dl§ardaki devrimin­
ilk hafif rüzgarıyla yıkılıverdiler. Fakat bu rüzgar olmasaydı, gidecekleri
yoktu. Öte yandan, tam tersine -Prusya ve Macar diyetlerinin, yöne­
ticilerin ba§larına bela olması; ı846'da 'liberal' (yani Papalık kurumunu
bir, iki adım daha ondokuzuncu yüzyıla yakla§tırmaya istekli) bir Papanın
seçilmesi, Bavyera'da kralın metreslerinden birinin küstürülmesi gibi­
bu tür devletlerdeki görece küçük sürtܧmeler, büyük siyasal sarsıntılar
halini alıverdi.
Teoride Louis Philippe'nin Fransası'nın, Britanya, Belçika, Hollanda
ve İskandinavya ile aynı siyasal esnekliği göstermesi gerekirdi. Ama uygu­
lamada öyle olmadı. Çünkü, Fransa'nın hakim sınıfının -bankerlerin,
maliyecilerin ve birkaç büyük sanayicinin-, orta sınıfın çıkarlarının yal­
nızca bir bölümünü temsil ettiği; üstelik, çe§itli yerle§ik çıkar sahiplerinin
yanında endüstrinin daha dinamik unsurlarının da bu hakim sınıfın
ekonomik politikasından ho§lanmadığı açık olmakla birlikte, ı 789 Dev­
rimi'nin anısı, reformun yolu üzerinde bir engel olarak duruyordu. Bu
yüzden, yalnızca ho§nutsuz burjuvazi değil, siyasal açıdan tayin edici ko­
numdaki özellikle (oy hakları sınırlandırılmı§ olmasına kar§ın ı846'da
hükümete kar§ı oy kullanmı§ olan) Parisli alt orta sınıflar da muhalefetin
saflarını olu§turmaktaydı. Dolayısıyla oy hakkının geni§letilmesi, Cum­
huriyetçi olarak kalacak radikallerin sırf resmi yasaklardan ötürü po­
tansiyel J akobenler haline gelmelerine neden olabilirdi. Bu yüzden Louis
Philippe'in ba§bakanı tarihçi Guizot ( ı840-48) , rejimin toplumsal teme­
linin geni§lemesi i§ini, siyasal ya§ama girmek için gereken mülk sahibi
olma ko§uluna sahip yurtta§ların sayısını otomatik olarak artıracak olan
ekonomik geli§me sürecine bırakınayı tercih etti. Gerçekten de öyle oldu.
Seçmen sayısı, 183 1'de 166.000'den 1846'da 24l.OOO'e yükseldi. Fakat
SONUÇ: 1 848'E DOGRU 331

bu geli§me, rejimin toplumsal temelini yeterince geni§letmedi. Jakoben


cumhuriyetten duyulan korku, Fransa'nın siyasal yapısını katıla§tırdı, do­
layısıyla Fransa'daki siyasal durum giderek gergin bir hal aldı. Ak§am
yemeğinden sonra halka açık konu§malarla yürütülen siyasal kampan­
yaların İngiltere'nin ko§ullarında hiçbir zararı olmayabilirdi, oysa Fran­
sa'da bu, devrime davetiye çıkarmak demekti.
Çünkü, Avrupa'nın hakim sınıflarının siyasal ya§amda içine dü§tükleri
diğer bunalımlar gibi Fransavdaki siyasal bunalım da toplumsal bir fela­
ketle örtü§mekteydi: 1840'larm ortalarından itibaren bütün kıtayı silip
süpüren büyük çöküntü. Çe§itli ürünlerde, özellikle patateste hasat alı­
namadı. İrlanda'da olduğu gibi bütün bir halk, Silezya'da ve Handers'de
buna yakını aç kaldı.* Yiyecek fiyatları yükseldi. Endüstrideki çöküntü,
i§sizliği katladı; kentli çalı§an yoksullar, tam da hayat pahalılığının roket
gibi firladığı bir sırada, bir lokma gelirlerinden de oldular. Durum, ülkeden
ülkeye ve herbir ülkenin kendi içinde de deği§mekteydi. Bununla birlikte,
İrlandalılar ve Hamanlar gibi en sefil durumdaki halklada ta§radaki fabri­
kalarda çalı§an i§çilerin bir bölümü, siyasal bakımdan en toy olan kesimler
arasındaydı; bu da, mevcut rejimler açısından bir talihti. Örneğin Fran­
sa'nın Nord bölgesindeki pamuklu dokuma fabrikalarında çalışanlar, hırs­
larını, hükümetten ya da i§verenlerden degil, sel gibi Kuzey Fransa'ya
akan kendileri gibi umutsuz durumdaki Belçikalı göçmenlerden çıkardılar.
Üstelik 1840'lann ortasında endüstride ve demiryolu yapımında ya§anan
patlama, dünyanın en fazla endüstrile§mi§ ülkesinde [İngiltere'de] , ho§­
nutsuzlukları büyük ölçüde törpülemi§ti. 1846-8 kötü yıllar olmakla bir­
likte, 1841-2 kadar kötü değildi; · dahası bu yıllar, gözle görülür biçimde
yükselmekte olan ekonomik refahta sadece keskin bir ini§ten ibaretti.
Fakat, Batı ve Orta Avrupa bir bütün olarak alındığında, 1846-8 felaketi
evrenseldi ve her zman geçinecek kadar kazanml§ olan kitleler, gergin
ve sabırsız bir ruh hali içindeydiler.
Böylelikle Avrupa'da bir ekonomik tufan, eski rejimierin gözle görülür
biçimde uğradıklan a§ınmayla örtܧtÜ. 1846'da Galiçya'daki köylü ayak­
lanması; aynı yıl 'liberal' bir papanm seçilmesi; 1847 sonlannda İsviçre'de
radikallerle katalikler arasmda kopan ve radikallerin kazandığı iç sava§;
1848 ba§larmda Paletmo'da, ayrılık yanlısı Sicilyalılarm her zamanki
ayaklanmalarından birini daha gerçekle§tirmesi; bütün bunlar, rüzgarcia
sürüklenen birkaç saman parçası değil, yakla§an fırtınanın habercileriydi.
Bunu bilmeyen yoktu. Hangi ülkelere, hangi tarihlerde geleceği tam olarak

• 1846-48 arasında, Handers'de keten yeti§tirilen bölgelerde nüfus %5 azaldı.


332 DEVRiM ÇAGI

bilinmemekle birlikte, tarihte pek az devrim herkes tarafından böylesine


önceden tahmin edilmi§tir. Bütün bir kıta, elektrikli telgraf aracılığıyla
devrim haberlerini neredeyse anında kentten kente iletmek üzere çoktan
hazır, bekliyordu. Daha 183 1 'de Victor Hugo, henüz yeryüzünün derinlik­
lerinden gelen ve Avrupa'daki her krallığı madenin ana ocağı Paris'ten
dehlizlere doğru püskürtecek olan devrimin boğuk sesini duyduğunu yaz­
ml§tı. Devrim, 1848'de patladı.
CHARLES GREEN

,
R U S I M P A R A T O R L U G U


Moskova

a t o r ı u ğ u

1 789'DA AVRUPA

� Prusya Krall ığı

� Habsburg Dominyonları
o

Fransa Imparatorluğu

Napoleon'un denetimi
altındaki devletler
Napoleon'un müttefıki
olan devletler
Naooı.eonr·a düşman
ı
A k d e n i z
CHARLES GREEN

• Moskova

o
R U S Y A
.�

·�

Pasifik
Okyanusu

1800
Edinburgh nüfusu 1 OO.OOO'i aşan kentler
iSTANBUL - nüfusu 500.00'i aşan kentler
LONDRA nüfusu 1.000.000'u aşan kentler

BÜYÜK KENTLERDE NÜFUS 1850


1 800-1850 Manchester - nüfusu 1 OO.OOO'i aşan kentler
NEW YORK - nüfusu 500.00'i aşan kentler
PARIS nüfusu 1 . 000.000'u aşan kentler
( 1 800'de Paris'in nüfusu - 500.000)
CHARLES GREEN

1'

rs· Glasgow

St. Petersburg

ı 'iE ctinburg

1 qe>
..
�. "'\,f
�'1i
• Leeds
'
Moskova

• sheffield
c:_
t Birmingham

� •
• Berlin


• Varşova.

Brü �el Cologne


• Breslau
Dresten
• PARIS • Prag

0 Munıch
• Viyana


Lyon
• Budapeşte
Tu rin

1 81 5-1848 ARASINDA BATI KÜLTÜRÜ: OPERA

Halkın beğenisini kazanan üç operanın (Rosini -'Aimavia o sia


Corfu - Fransızca ve italyanca olarak icra edildi
Londra - aynı zamanda ya da sadece yerel dillerde icra edildi

"'

"

•·.

o
·.

"

j Bahia

jf
•santiago
(ll Rio de
<1.
Janeiro

C
� Buenos Aires
nn utile precauzione', 'Gazza Ladra': Auber: 'La Muette de Portici') icra edildiği yerler ve diller
Basel - Almanca icra edildi
St. Petersburg - yerel dillerde ve Almanca olarak i cra edildi

• ST. PETERSBURG

c:
(IJ
Q

:
·· · ·
·· :

;
:

'( p.. ·...'


1' R l.l S , . ...� ·:-· ·
·
.

\
:-·
Varşova

·�
••
· POLONYA
. .. ····.
!.�. .....:: .;_..........
· ":,; . .. ·" · · · · ......
D . .·
.�
.. . l ..�····· . ·
.RUDOLSTA T . .... . .
. •••
KONFEDERASYON '
:
• PRAG ••

r

·
BRNO e ...�··· "·
PARIS ·.
:-·
.

..:·.
..
.
.
Viyana • j' • PRESSBURG Odesse

A V.
Klau�enburg •••
Us ruFi ·· . •
,�A '"' l ':
Budapeşte
N
fı4.P4JVır. Hermannstadt
GRAZ • / • ••
• • • �. .
•·Kronstadt c:
• • ••
• : Of?(, '"

"
• • vl..:u
:i <ll

,
• AGRAM
T;;este
=
Lyon •
( 'O
'



"'
:.:':.·· · ··.-· ·· · · · · ... ..··.
.
............ ..._.:
••
• ro
�C:J
" \ :t::. .q_o
':::o

':
���
·· . O
· . s
111 q>
J\,•, 4
.

� ?-
tv l
·· ·· ·�
=. . . ' 1
· . . ·
. i 111 p

-
���
.
y ..

Malta
<"'" \:$''" '
"' A K D E N z
CHARLES GREEN
AD TOPLAM SO.OOO'İN İŞLENEN TOPRAK SCHEFFEL:DE KESiMLİK DEMİR KÖMÜR
NÜFUS ÜZERİNDEKİ MİKTARI TAHIL ÜRETİMİ SIGIR (MİLYON CWT o

(BİN) KENTLER (MiLYON MORGEN. (MiLYON MORGEN


OLARAK) OLARAK)
(MiLYON) OLARAK)
�·
Polonya ve Krakov dahil Rusya 49,S38 6 276 ı ı ıs ı9 2.ı -
�.
Macaristan ve Lombardiya
dahil Avusturya 3S,OOO 8 93 225 ıo.4 1.2 2.3
Fransa 33,000 9 74 254 7 4 20.0
İrlanda dahil Büyük Britanya 24,273 ı7 67.5 330 10.5 13 200
(Avusturya, Prusya hariç)
Alman Konfederasyonu 14,20S 4 37.S l lS 6 1.1 2.2
İspanya 14,032 8 30 3 0.2 o
Portekiz 3,S30 ı 30 3 0.2 o
Prusya 13,093 s 43 14S 4. S 2 4.6
Romanya dahil Türkiye 8,600 s
Napoli Krallığı 7,622 2 20 1 16 2.8 o 0.1
Piedmont-Sardunya 4;450 2 20 1 16 2.8 o o. ı
İtalya'nın geri kalanı s,ooo 4 20 1 16 2.8 o o. ı
İsveç ve Norveç 4,000 ı 2 21 1.4 1.7 0.6
Belçika ' 3,827 4 7 5 2 0.4 S5.4
Hollanda 2,750 3 7 s 2 0.4 S 5.4
İsviçre 2,000 o 2 0.8 o. ı o
Danimarka 2,000 ı ı6 1.6 o o
Yunanistan 1 ,000 o

* (1) Eskiden Hollanda'da ve Hollanda sömürgelerinde kullanılan, bugün Güney Afrika'da halen kullanılmakta olan yakla§ık iki dönüıne kar§ılık gelen
toprak ölçüsü birimi.
(2) Eskiden Prusya'da, Norveç'te ve Danimarka'da kullanılan bir dönüınün yakla§ık üçte ikisine kar§ılık gelen bir toprak birimi -çn.
300
DÜNYANIN ATÖLYESI
290 Dünyanın çeşitli yerlerine Ingiliz pamuklu
279 ürün ihracatı . ........ . . . . . . . . . . . . . . 1820 ve 1840
2 80

2 70 0 1 820 . 1840
2 60

70

60

ABD Ispanya! Avrupa Afrika Doğu Hint Çin Diğerleri


Arnerikası Adaları
ENDÜSTRiLEŞEN AVRUPA' 1850 o·;

CJ 1 00.000 a da daha fazla n�f�su


y
olan kentlerde nüfusun %20 sı

l'l7777] 1 00.GO O a da daha


ıu
fazla nüfu su
� olan kentlerde y nu· sun %6·10, u

FfFft=FfR 100.000 a da daha fazla nüfuslu


Kuzey Den izi
� kentlerdeynu__ fusun %5'i

c=J Ton olarak pıg


. dem ir üretimi

=:=::> Liman olarak gemi tonajlarr

o
NORVEÇ & iSVEÇ
KRALLIG i

A k d e n i z
CHARLES GREEN
CHARLES GREEN

nnnmnmnm
IU1lW11U1WW
181 5'den sonra Medeni
Kanun'un geçerli oldu{lu bölgeler



Fransa'nın yasal etkisi
altındaki bölgeler



Medeni Kanun'u
kendilerine uyariayan uluslar

� Fransa'nın yasal etkisi altında


� bulunan denizaşırı yerler

R U S Y A
Notlar

1 1 780'lerin Dünyası

1) Saint-Just, Oeuvres completes, IL s. 5 14.


2) A. Hovelacque, La taille dans un canton ligure. Revue Mensuelle de l'Ecole
d'Anthropologie (Paris 1896) .
3) L. Dal Pane, Storia del Lavoro dagli inizi del seeola XVIII a 1 8 1 5 (1958) , s.
135. R. S. Eckers, The North-South Differential in ltalian Economic
Development, Journal of Economic History, XXI, 196 1, s. 290.
4) Quereet, qu., Manouvrier, Sur a taille des Parisiens, Bulletin de la Socü�te
Anthropologique de Paris, 1888, s. 1 7 1 .
5 ) H . See, Esquisse d'une Histoire du Regime Agraire e n Europe au XVIII et
XIX siecles ( 1921), s. 184, J. Blum, Lord and Peasant in Russia ( 1961 ) , s. 455-60.
6) Th. Haebich, Deutsche Latifundien (1947), s. 27 ve devamında.
7) A. Goodwin'in yayıma hazırladığı, The European Nobility in the Eighteentlı
Century (1953), s. 52.
8) L. B. Namier, 1 848, The Revolution of the Intellectuals (1944) ; J. Vicens
Vives, Historia Economica de Espana (1959) .
9) Sten Carlsson, Standssamhiille och standspersoner 1 700-1 865 ( 1949) .
10) Pierre Lebrun ve diğerleri, La rivoluzione industriale in Belgio, Studi
Storici, II, 3-4, 196 1, s. 5 64-5.
l l) Turgot gibi (Oeuvres V, s. 244) : "Ceux qui connaissent la marche du
commerce savent aussi que toute entreprise importaiıte, de trafic ou d'industrie,
exige le concours de deux especes d'hommes, d'entrepreneurs ... et des ouvriers
qui travaillent pour le compte des premiers, moyennant un salaire convenu.
346 DEVRiM ÇAGI

Telle est la veritable origine de la distinction entre les entrepreneurs et les


maı:tres, et es ouvriers ou compagnons, laquele est fonde sur la nature des
choses." ["Ticaretin gidi§atını bilenler, ister kaçakçılık isterse endüstri sektöründe
olsun, her tür te§ebbüsün iki ayn insanın i§birliğini gerektirdiğini bilir: Bunlardan
birincisi i§verenlerdir; ikincisiyse, i§verenlerden belirli bir ücret alan i§çilerdir.
ݧverenler ile ustalar, i§çiler ya da çıraklar arasındaki farkın gerçek kaynağı
budur ve bu da e§yanın doğasında vardır."].

2 Endüstri Devrimi

1) Arthur Young, Tours in England and Wales, London School of Economics


baskısı, s. 269.
2) A. de Toqueville, ]oumeys to England and Ireland, yayıma hazırlayan J. P.
Mayer ( 1958'), s. 107-8.
3) Anna Bezanson, Endüstri Devrimi Teriminin İlk Kullanımları, Quarterly
Journal ofEconomics, XXXVI, 192 1-2, s. 343 , G. N. Clark, The Idea ofthe Industrial
Revolution (Glasgow 1953 ) .
4 ) Kar§ıla§tırın: A. E . Musson & E . Robinson, Onsekizinci Yüzyıl Sonunda
Bilim ve Endüstri, Economic History Review, XIII, 2, Aralık 1960, ve R. E.
Schofield'in Midland sanayicileri ve Ay Derneği üzerine olan çalı§ması Isis 47
(Mart 1956), 48 ( 1957), Annals of Science II (Haziran 1965) vs.
5) K. Berril, Uluslararası Ticaret ve Ekonomik Büyümenin Oranı, Economic
History Review, XII, 1960, s. 358.
6) W G. Hoffmann, The Growth ofindustrial Economies (Manchester 1958),
s.68.
7) A. P. Wadsworth &J. de L. Mann, The Cotton Trade and Industrial Lancashire
( 1 93 1), VII. Bölüm.
8) E Crouzet, Le Blocus Continental et l'Economie Britannique ( 1958), s. 63'te,
1805'te bunun üçte iki oranında olduğunu ileri sürmektedir.
9) P. K. O'Brien, British Ineames and Property in the early Nineteenth
Century, Economic History Review, XII, 2 (1959) , s. 267.
10) Hoffmann, age., s. 73 .
l l) Baines, History of the Cotton Ma,nufacture in Great Britain (Londra 1835),
s. 43 ı.
12) P. Mathias, The Brewing Industry in England (Cambridge 1959) .
13) M. Mulhall, Dictionary ofStatistics ( 1 892), s. 158.
14) Baines, age., s. 1 12.
15) Kar§ıla§tırın: Phyllis Deane, Estimates of the British National Income,
Economic History Review (Nisan 1956 ve Nisan 1957) .
16) O'Brien, age., s. 267.
1 7) Durgunluk durumu için kar§ıla§tırın: J. Schumpeter, History ofEconomic
Analysis ( 1 954), s. 570-1. John Stuart Mill'in (Principles of Political Economy, IV.
Kitap, iv. Bölüm) konuyla ilgili önemli formülasyonu §öyledir: "Bir ülke uzun bir
NOTLAR 347

zamandır yüksek bir üretime ve üzerinden tasarruf sağlayabileceği büyük bir


net gelire, ve o nedenle uzun zamandır sermayeye her yıl büyük bir ilavede
bulunmanın araçlarına sahipse; kar oranının, en dü§ük orana deyim yerindeyse
ramak kalmı§ olması, dolayısıyla tam da durgunluk durumunun e§iğine gelmi§
olması, bu ülkenin özelliklerinden biridir ... Eğer tersine etkide bulunacak ko§ullar
söz konusu değilse, sermayedeki mevcut yıllık artı§ın sürdürülmesi, birkaç yıl
içersinde net kar oranının dü§mesine yetecektir." Ne var ki; bu kitap
yayımlandığında ( 1 848) tersi etki yaratacak olan güç -demiryollarının ba§lattığı
geli§me dalgası- çoktan kendini göstermeye ba§lamı§tı.
1 8) Radikal John Wade'ın yazdığı History of the Middle and Working Classes,
banker Lord Overstone'un yazdığı Reflections suggested by the perusal of Mr ].
Horsley Palmer's pamphlet on the causes and consequences of the pressure on the
Money Market (1837), Tahıl Yasası Kar§ıtı ]. Wilson'ın yazdığı Fluctations of
Currency, Commerce and Manufacture; referable to the Com Laws (1840) ; ve
Fransa'da A. Blanqui'nin (ünlü devrimcinin karde§i) 1837'de ve M. Briaune'un
1840'ta (ve §üphesiz ba§kalannın da) yazdıkları kitaplar.
19) Baines, age., s. 441 . A. Ure & P. L. Simmonds, The Cotıon Manufacture
of Great Britain (1861 baskısı) , s. 390 ve devamında.
20) Geo. White, A Treatise on Veawing (Glasgow 1846), s. 272.
2 1 ) M. Blaug, Ondokuzuncu Yüzyılda Lancashire Pamuklu Endüstrisinde
Sermayenin Üretkenliği, Economic History Review (Nisan 1961).
22) Thomas Ellison, The Cotton Trade of Great Britain (Londra 1886), s. 61.
23) Baines, age., s. 356.
24) Baines, age., s. 489.
25) Ure & Simmonds, age., I. Cilt, s. 3 1 7 ve devamında.
26) ]. H. Clapham, An Economic History of Modem Britain ( 1926) , s. 427 ve
devamında; Mulhall, age., s. 121, 332, M. Robbins, The Railway Age (1962) , s.
30-1 .
2 7) Rondo E. Cameron, France and the Economic Development of Europe
1 800-1 914 (1961), s.77.
28) Mulhall, age., 501, 497.
29) L. H. Jenks, The Migratian of British Capital to 1 875 (New York ve
Londra 1927), s. 126.
30) D. Spring, The English Landed Estate in the Age of Coal and Iron,
Journal of Economic History (XI, I, 195 1).
3 1) J. Clegg, A chronological history of Bolton (1876) .
32) Albert M. Imlah, British Balance of Payments and Export of Capital,
18 16-1913, Economic History Review V ( 1952, 2, s.24) .
33) John Francis, A History ofthe English Railway (1851) II, 136; yine bakınız:
H. Tuck, The Railway Shareholde;'s Manual (yedinci baskı 1846), Önsöz;
Lancashire'de biriken sermaye fazlasının demiryollarına yaptığı baskı hakkında
T. Tooke, History of Prices II, s. 275, 333-4.
34) Mulhall, age., s. 14.
348 DEVRiM ÇAGI

35) Annals ofA.gric. XXXVI, s. 214.


36) Wilbert Moore, Industrialisation and Labour (Comell l95 1 ) .
3 7 ) Blaug, agy., s. 368. Ancak, on üç ya§ın altındaki çocuklann sayısında
1830'larda belirgin bir azalma gözlenmektedir.
38) H. See, Histoire Economique de la Franee, II. Cilt, s. 189'daki dipnot.
39) Mulhall, age.; Imlah, agy., II, 52, s. 228-9. Bu rahminin kesin tarihi
1854'tür.

3 Fransız Devrimi

1) Bakınız: R.R. Palmer, The Age ofDerrıocratic Revolution (1959); ]. Godechot,


La Grande Nation ( 1956), I. Cilt, 1. Bölüm.
2) B. Lewis, The Impact of the French Revolıition on Turkey, Journal of
\Xbrld History, I (1953-4, s. 105).
3) H. See, Esquisse d'une Historie d u Regime Agraire (193 1) , s. 16-17.
4) A. Soboul, Les Campagrıes Monı:pellieraines ala fin de l'Aneien Regime ( 1958).
5) A. Goodwin, The French Revolution ( 1959 baskısı), s. 70.
6) C. Bloch, remigration francaise au XIX siecle, Etudes d'Histoire Moderne
& Contemp. I (1947), s. 137; ancak D. Greer (The Ineidence of the Emigration
during the Freneh Revolution [ 19 5 1] ) , çok daha küçük bir rakam vermektedir.
7) D. Oreer, The Ineidence of the Terror (Harvard 1935).
8) Oeuvres Completes de Saint-Just, II. Cilt, s. 147 (yayıma hazırlayan C. Vellay,
Paris 1908).

4 Sav�

1) Kar§ıla§Unn: Örneğin von Groote, Die Entstehung d. Nationalbewussteins


in Nordwestdeutschland 1 790-1 830 (1952) .
2) M. Lewis, A Social History of the Navy, 1 793-1 8 1 5 ( 1960) , s. 370, 373.
3) Oordon Craig, The Politics of the Prussian Army 1 640-1 945 (1955), s. 26.
4) A. Sorel, f-Europe et la revolution franeaise, I ( 1922 baskısı) , s. 66.
5) Considerations sur la Franee, IV. Bölüm.
6) Aktaran L. S. Stavrianos, Antecedents to Balkan Revolutions, Journal of
Modem History, XXIX, 1957, s. 344.
7) G. Bodart, Losses of Life in Modem Wars (19 16) , s. 133.
8) ]. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia Social de Espana y America
( 1956), IV, ii, s. 15.
9) G. Bruun, Europe and the French Imperium ( 1938), s. 72.
10) Bu rakamlar, Parlamentonun izin verdiği para miktanna dayandığından,
insan sayısı aslında daha azdı. ]. Leverrieı; La Naissanee de l'armee nationale, 1 789-
94 ( 1939), s. 139; G. Lefebvre, Napoleon (1936), s. 198, 572; M. Lewis, age., s.
1 19; Parliamentary Papers XVII, 1859, s. 15.
ll) Mulhall, Dictionary ofStatistics: War.
NOTLAR 349

12) Cabinet Cyclopedia, I, s. 55-56 ('Manufactures in Metal').


13) E. Tarle, Le blocus continental et le royaume d'Italie (1928), s. 3-4, 25-3 1 ;
H . See, Historie Economique de la France, Il, s . 52; Mulhall, agy.
14) Gayer, Rostow ve Schwartz, Growth and Fluctuation ofthe British Economy,
I 790-I850 (1953), s. 646-9; E Crouzet, Le blocus continental et l' economie
Britannique ( 1958), s. 868 ve devamında.

5 Ba�

1) Castlereagh, Correspondence, Üçüncü Dizi, Xl, s. 105.


2) Gentz, Depeches inedites, I, s. 371.
3) J. Richardson, My Dearest Uncle, Leopold of the Belgians (196 1), s. 165.
4) R. Cameron, age., s 85.
5) E Ponteil, Lafayette et la Pologne (1934) .

. 6 Devrimler

1) Ludwig Boeme, Gesammelte Schriften, III, s. 130-1.


2) Memoirs of Prince Mettemich, III, s.468.
3) Vienna: Verwgltungsarchiv: Polizeihofstelle H 136/1834 ve çe§itli yerlerinde.
4) Guizot, Of Democracy in Modem Societies (Londra 1838), s. 32.
5) Bu genel devrimci stratejinin en parlak değerlendirmesi, Marx'ın 1848
devrimi sırasında, Neue Rheinische Zeitung'da çıkan yazısında bulunmaktadır.
6) M. L. Hansen, The Atlantic Migratian ( 1945), s. 147.
7) E C. Mather, The Govemment and the Chartists, A. Briggs'in yayıma
hazırladığı Chartist Studies (1959) içinde.
8) Kar§ıla§tirın: 1834 tarihli Meclis Tutanak/arı, XXXIV; (1830 ve 1 83 1
tarihinde ta§rada çıkartılan karga§a ve yangınların nedenleri ve sonuçları[ıyla
ilgili] ) 53 sayılı soruya verilen yanıtlar, örneğin Lamboum, Speen (Berks), Steeple
Claydon (Bucks) , Borrington (Glos), Evenley (Northants) .
9) R. Dautry, I 848 et la Deuxieme Republiqıie ( 1848), s. 80.
10) St. Kiniewicz, La Pologne et l'Italie a l'epoque du printemps des peuples. La
Pologne au Xe Cangres International Historique, 1955, s. 245.
l l) D. Cantimori, E Fejtö'nün yayıma hazırladığı The Opening of an Era:
I 848 içinde (1948), s. 1 19.
12) D. Read, Press and People (196 1), s. 2 16.
13) lrene Collins, Govemment and Newspaper Press in France, I 8I 4-8 I (1959).
14) Kar§ıla§tırın: J. Hobsbawm, Primitive Rebels ( 1959), s. 17 1-2; V. Volguine,
Les idees socialistes et communistes dans les societes (Questions d'Historie, Il, 1 954,
s. 10-37); A. B. Spitzer, The Revolutionary Theories ofAuguste Blanqui (1957) , s.

165-6.
15) G. D. H. Cole ve A. W. Filson, British Working Class Movements. Select
Documents (1951), s. 402.
350 DEVRiM ÇAGI

16) J. Zubrzycki, Emigration from Poland, Population Studies, VI, ( 1952-3) s.


248.
1 7) Engels'ten Marx'a, 9 Mart 1847.

7 Milliyetçilik

1) Hoffmann v. Fallersleben, Der Deutsche Zollverein, Unpolitische Lieder


içinde.
2) G. Weill, f-Enseignement Secondaire en France 1 802-1 920 (192 1), s. 72.
3) E. de Laveleye, fJnstruction du Peuple ( 1872), s. 278.
4) E Paulsen, Geschichte des Gelehrten Unterrichts ( 1897), II, s. 703; A.
Daumard, Les eleves de l'Ecole Polytechnique 1815-48 (Rev. d'Hist. Mod. et
Contemp. V. 1958) ; 1840 ba§lannda ortalama bir dönemde Alman ve Belçikalı
toplam öğrenci sayısı ı4.000 civanndaydı. J. Conrad, Die Frequenzverhaltnisse
der Universitaten der hauptsachlichen. Kulturlander Ub. f Nationalök. u. Statistik
LVI, 1895, s. 3 76 ve devamında) .
5) L. Liard, f-Enseignement Superieur en France 1 789-1889 (1888), s. l l ve
devamında.
6) Onsekizinci yüzyıl ba§larında Almanya'da yayımlanan bütün kitaplann
yalnızca yüzde altmı§ı Almancaydı; o tarihten itibaren bu oran belirgin biçimde
yükseldi. Paulsen, age., Il, s. 690-1.
7) Handwörterbuch d. Staabwissenschaften (ikinci baskı), 'Buchhandel'
maddesi.
8) Laveleye, age., s. 264.
9) W. Wachsmuth, Europaische Sittengeschichte, V, 2 (1839), s. 807-8.
10) J. Sigmanrı, Les radicaux badois et l 'idee nationale allemande en 1 848. Etudes
d'Histoire Moderne et Conteınporaine, II, 1948, s. 2 13-4.
ı ı) ]. Miskolczy, Urigam und die Habsburger-Monarchie (1959), s. 85.

B Toprak

1) Haxthausen, Studien . . . ueber Russland (ı847) , II, s. 3.


2) J. Billingsley, Survey of the Board of Agriculture for Somerset ( 1 798), s. 52.
3) Rakamlar, 187 1-3 tarihli 'New Domesday Book'a dayanmaktadır, fakat
bunlann ı848'deki durumu temsil etmedikkrine inanmak için neden yoktur.
4) Handwörterbuch d. Staatwissenschaften (ikinci baskı), 'Grundbesitz' maddesi.
5) Th. von der Goltz, Gesch. d. Deutschen Landwirtschaft (ı 903), II; Sartorius
v. Waltershausen, Deutsche Wirtschaftsgeschichte 1 8 1 5-1 9 1 4 ( 1923), s. 132.
6) L. A. White'ın yayıma hazırladığı, The Indian ]ournals of Lewis, Henry
Morgan'dan alınmı§tır ( 1 959), s. 15.
7) L. V. A. de Villeneuve Bargemont, Economie Politique Chretienne (1834),
II. Cilt, s. 3 ve devamında.
8) C. Issawi, Egypt since ı800. ]ournal ofEconomic History, XXI, ı, 1961, s. 5.
NOTLAR 351

9) B.]. Hovde, The Scandinavian Countries 1 720-1860 ( 1 943), I. Cilt, s. 279.


Ortalama hasadın 6 milyon tondan (1 770) 10 milyon tona çıkmasıyla ilgili olarak
bakınız: Hwb. d. Staatswissenschaften, 'Bauembefreiung' maddesi.
10) A. Chabert, Essai sur les mouvements des prix et des revenus 1 798-1 820
(1949), II, s. 27 ve devamında; 1. l'Huillier, Recherces sur l'Alsace Napoleonienne
( 1945), s. 470.
l l) Örneğin G. Desert, E. Labrousse'nin yayıma hazırladığı Aspects de la
Crise . .. 1 846-51 içinde (1956), s. 58.
1 2) ]. Godechot, La Grande Nation (1956), Il, s. 584.
13) A. Aghte, Ursprung u. Lage d. Landarbeiter in Livland (1909) , s. 122-8.
14) Rusya için bakınız: Lyashchenko, age., s. 360; Prnsya ile Bohemya arasında
bir kar§ıla§tırma için bakınız: W. Stark, Niedergang und Ende d. Landwirtsch.
Grossbetriebs in d. Boehm. Laendern Ub. f Nat. Oek. 146, 193 7, s. 434 ve devamında.
15) E Luetge, "Auswirkung der Bauernbefreiung", ]b. f Nat. Oek. 157, 1943,
s. 353 ve devamında.
16) R. Zangheri, Prime Ricerche sulla distribuzione della proprietiı fondiaria ( 195 7).
1 7) E. Sereni, Il Capitalismo nelle Campagne (1948), s. 1 75-6.
18) Kar§ıla§tırın: G. Mori, La storia dell'industria italiana contemporanea
(Annali dell'Instituto Giangiacoomo Feltrinelli, II, 1959, s. 278-9); ve aynı yazarın
"Osservazioni sul libero-scambismo dei moderati ne! Risorgimento" (Rivista
Storica Socialismo, III, 9, 1960) .
1 9) Dal Pane, Storia del Lavoro in Italia dagli inizi del seeola XVIII al 1 8 1 5
(1958), s . 1 19.
20) R. Zangheri'nin yayıma hazırladığı Le Campagne emiliane nell'epoca
moderna ( 1957), s. 73 .
2 1 ) ]. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia Social y Economica de Espaiia
y America (1959), IVii, s.92, 95.
22) M. Emerit, retat intellectuel et moral l'Algerie en 1830, Revue d'Historie
Modeme et Contemporaine, I, 1954, s. 207.
23) R. Dutt, The Economic History oflndia under arly British Rule (dördüncü
baskı), s. 88.
24) R. Dutt, India and the Victorian Age (1904), s. 56-7.
25) B. S. Cohn, The initial British impact on India, Uourrnal ofAsian Studies,
19, 1 959-60, s. 4 1 8-3 1), Benares havalisinde (Uttar Prade§) memurların
görevlerini, toprağı tümden ele geçirmek için kullandıklarını göstermektedir.
Yüzyılın sonlarına doğru 74 büyük malikane sahibinden 23'ünün, toprağın devlet
görevlileriyle bağlantılarını gösteren özgün ünvaniarı vardı (s. 430) .
26) Sulekh Chandra Gupta, Land Market in the North Western Provinces
(Utter Pradesh) in the first half of the nineteenth century, Indian Economic
Review, IV, 2, Ağustos 1958. Yine aynı yazarın, aynı aydınlarıcı ve öncü
niteliğincieki §U kitabına bakınız: Agrarian Background of 1 857 Rebellion in the
North-westem Provinces (Enquiry, N. Delhi, Şubat 1959).
27) R. P. Dutt, India Taday ( 1940), s. 129-30.
352 DEVRiM ÇAGI

28) K. H. Connell, Land and Population in Ireland, Ecorwmic History Review,


II, 3, 1950, s. 285, 288.
29) S. H. Cousens, Regional Death Rates in Ireland duting the Great Famine,
Population Studies, XIV, ı, 1960, s. 65.

9 Endüstri Dünyasına Doğru

1) Aktaran W Armytage, A Social History of Engineering ( 1961), s. 1 26.


2) Aktaran R. Picard, Le Romantisme Social ( 1944) , 2. Kısım, 6. Bölüm.
3) J. Morley, Ufe of Richard Cobden ( 1 903 baskısı), s. 108. .
4) R. Baron Castro, La poblacion hispano-americana, Journal ofWorld History,
V, 1959-60, s. 339-40.
5) J. Blum, Transportation and lndustry in Austria, 1815-48, Journal ofModem
History XV ( 1 943) , s. 27.
6) Mulhall, age., Post Office.
7) Mulhall, agy.
8) P. A. Khromov, Ekorwmicheskoe Razvitie Rossii v XIX-XX Vekakh ( 1950),
Tablo 19, s. 482-3. Fakat saU§ miktan çok daha hızlı arnnı§Ur. Aynca kar§ıla§tınn:
J. Blum, Lord and Peasent in Russia, s. 287.
9) R. E. Cameron, age., s.347.
10) Aktaran S. Giedion, Mechanisation Takes Command (1948), s. 152.
ll) R. E. Cameron, age., s. 1 15 ve devammda.
12) R. E. Cameron, age., s. 347; W Hoffmann, The Growth of Industrial
Ecorwmies (1958) , s. 7 1 .
1 3 ) W Hoffmann, age., s . 48; Mulhall, age., s . 3 77.
14) J. Purs, The lndustrial Revolution in the Czech Lands, Historica, II, 1960,
s. 1 99-200.
15) R. E. Cameron, age., s. 347; Mulhall, age., s. 377.
16) H. Kisch, The Textile Industries in Silesia and Rhineland, Journal of
Ecorwmic History, XIX, Aralık 1959.
1 7) O. Fischel ve M. V. Boehn, Die Mode, I B I B-1 842 (Münih 1 924) , s. 136.
18) R. E. Cameron, age., s. 79, 85.
19) Bu konunun tarU§ıldığı klasik kaynak §Udur: G. Lefebvre, La revolution fran­
caise et les paysans (193 2); Etudes sur la revolution francaise'de yeniden basıldı ( 1954).
20) G. Mori, Osservazioni sul liberoscambismo dei moderati nel Risorgimento,
Riv. Storic. del Socialismo, III, 1 960, s. 8.
2 1) C. Issawi, Egypt since 1800, Journal ofEcorwmic History. Mart 1961, XXI,
s. ı.

1 O Yetenekiilere Yükselme Olanağı

1) E Engels, İngiltere'de İşçi Sınıfı'nın Durumu, XII. Bölüm.


2) M. Capefigue, Histories des Grandes Operations Financieres, IV (1860), s. 255.
NOTLAR 353

3) M. Capefigue, agy., s. 248-9, 254.


4) A. Beauvilliers, LArt du Cuisinier, (Paris 18 14).
5) H. See, Historie Economique de la France, II, s. 2 16.
6) A. Briggs, Middle Class Consciousness in English Politics 1 780-1846,
Pası and Present, 9 Nisan, s. 68.
- 7) Donald Read, Press and People 1 790-1 850 (1961), s. 26.
8) S. Smiles, Ufe of George Stephenson ( 1 88 1 baskısı) , s. 183.
9) Charles Dickens, Hard Times.
10) Leon Faucher, Etudes sur l'Angleterre, I (1842), s. 322.
l l) M. J. Lambert-Dansette, Quelques familles du patronat textile de Ulle­
Armentieres (Lille 1954), s. 659.
1 2) Oppermann, Geschichte d. Königreichs Hannover, aktaran T. Klein, 1 848,
Der Vorkampf (19 14), s. 71.
13) G. Schilfert, Sieg u. Niederlage d. demokratisehen Wahlrechts in d. deutschen
Revolution 1 848-9 (1952), s. 404-5.
14) Mulhall, age., s. 259.
15) W R. Sharp, The French Civil Service (New York 193 1), s. 15-16.
16) The Census of Great Britain in 1 851 (Londra, Longman, Brown, Green
and Longmans 1854), s. 5 7.
1 7) R. Porta!, Lı naissance d'une bourgeoisie industrielle en Russie dans la
premiere moitie du XIX siecle. Bulletin de la Socü�te d'Histoire Modeme, Douzieme
serie, II, 1959.
18) Vienna, Verwaltungsarchiv, Polizeihofstelle, H 136/1834.
19) A. Girault ve L. Milliot, Principes de Colanisation et de Ugislation Calaniale
(1938), s. 359.
20) Louis Chevalier, Classes Laboriesus et Classes Dangereuses (Paris . 1958),
III, 2. Bölümde, 1840'larda 'barbarlar' teriminin çalı§an yoksulların gerek dostlan
gerekse dü§manları tarafından kullanılı§ı üzerinde durmaktadır.
2 1) D. Simon, Master and Servant, J. Saville'in yayıma hazırladığı Democracy
and the Labour Mavement (1954) içinde.
22) P. Jaccard, Histoire Sociale du Travail ( 1 960), s. 248.
23) P. Jaccard, age., s. 249.

l l Çalışan Yoksullar

1) 1807'de doğan dokumacı Hauffe; aktaran Alexander Schneer, Ueber die


Noth der Leinen-Arbeiter in Schlelesien ... (Berlin 1844), s. 16.
2) İlahiyatçı P. D. Michele Augusti, Della libertii ed eguaglianza degli uomini
nell'ordine naturale e civile ( 1 790) ; aktaran A. Cherubini, Dottrine e Metodi
Assistenziali dal 1 789 al 1 848 (Milano 1958), s. 17.
3) E. J. Hobsbawrrı, The Machine Breakers, Pası and Present, I, 1 952.
4) The Leisure Hour (1881) içindeki 'about some Lancasbire Lads'. Bu
kaynağı sayın A. Jenkin'e borçluyum.
354 DEVRiM ÇAGI

5) 'die Schnapspest im ersten Drittel des Jahrhunderts', Handwoerterbuch d


Staatswissenschaften (ikinci baskı) , 'Trunksucht' maddesi.
6) L. Chevalier, Classes Laborieuses et Classes Dangereuses, çe§itli yerlerde.
7) J. B. Russell, Public Health Administration in Glasgow (ı903), s. 3.
8) Chevalier, age., s. 233-4.
9) E. Neuss, Entstehung u. Entwicklung d. Klasse d. besitzlosen Lohnarbeiter in
Halle (Berlin 1958) s.283.
ı O) J. Kuczynski, Geschichte der Lage der Arbeiter (Berlin ı960), 9. Cilt, s. 264
ve devamında; 8. Cilt (1960), s. 109 ve devamında.
l l) R. J. Rath, The Habsburgs and the Great Depression in Lombardo­
Venetia ı8 ı4-18. Journal of Modem History, XIII, s. 3 ı 1 .
ı2) M . C . Muehlemann, Les prix des vivres etle mouvement de la population
dans le canton de Beme ı 782-188 1 . IVCongn�s International d'Hygiene (ı883) .
1 3 ) F. J . Neumann, Zur Lehre von d Lohıigesetzen, ]b.fNat.Oek. Üçüncü
dizi, IV, ı892, s. 3 74 ve devamında.
ı 4) R. Scheer, Eritwicklung d Annaberger Posamentierindustrie im 1 9.
·

]alırlıundert. (Lepzig ı909), s. 27-8, 33.


15) N. McCord, The Anti-Com Law League (ı958), s. ı27.
16) 'Par contre, il est sur que la situation alimentaire, a Paris, s'est deterion�e
peu a peu avec le XIX siecle, sans doute jusqu'au voisinage des annees 50 ou 60.'
R. Philippe, Annales içinde (16, 3, 196 ı, 567. Londra ile ilgili benzer hesaplamalar
için kar§ıla§tırın: E. J. Hobsbawm. The British Standard of Living, Economic
History Review, X, I, 1957. Fransa'da ki§i ba§ına toplam et tüketiminin, ı8ı2-
1840 arasında neredeyse deği§rrieden kaldığı anla§ılıyor (Congres lnternationale
d'Hygiene Paris 1 878 (ı880), I. Cilt, s. 432.
17) S. Pollard, A History of Labour in Sheffield (ı960) , s. 62-3.
18) H. Ashworth, ]ournal Stat. Soc. V (ı842), s. 74'te; E. Labrousse'nin yayıma
hazırladığı Aspects de la Crise ... 1 846-51 (ı956), s. ıo7.
19) Statistical Committee appointed by the Anti-Com Law Conference ... March
1 842 (dördüncü baskı) , s.45.
19a) R.K. Webb, English Histarical Review, LXV içinde (1950), s. 333 ve
devammda.
20) Aktaran A. E. Musson, The Ideology of Early Co-operation in Lancashire
and Cheshire; Transactions of the Lancashire and Cheshire Antiquarian Society,
LXVIII, 1958, s. ı20.
2ı) A. Williams, Folksongs of the Upper Thames (1923) , s. lOS'te çok daha
yüksek bir sınıf bilinciyle benzeri bir yorumda bulunmaktadır.
22) A. Briggs, The Language of 'class' in early nineteenth century England,
A. Briggs ve J. Saville'in yayıma hazırladıkları Essays in Labour History içinde
( 1 960); E. Labroussee, Le mouvement ouvriier et !es Idees sociales, III (Cours de la
Sorbonne), s. 168-9; E. Coomaert, La pensee ouvriere et la conscience de classe
en France ı830-48, Studi in Onore di Gino Luzzate, III içinde (Milano 1950), s.
28; G. D. H. Cole, Attempts at General Union ( 1 953), s. 161.
NOTlAR 355

23) A. Soboul, Les Sansculottes de Paris en l'an II (1958), s. 660.


24) S. Pollard, age., s. 48-9.
25) Th. Mundt, Der dritte Stand in Deutsclıland und Preussen ... (Berlin 184 7),
s. 4; aktaran J. Kuczynski, Gesch.d.Lage d. Arbeiter 9, s. 169.
26) Karl Biedermann, Vorlesungen ueber Socialismus und sociale Fragen (Leipzig
1847), aktaran Kuczynski, age., s. 7 1 .
2 7 ) M . Tylecote, The Mechanics' Institutes of Lancashire before 1 851
(Manchester 1957) , VIII.
28) Revue Historique CCXXI'da geçmektedir (1959), s. 138.
29) P. Gosden, The Friendly Societies in England 1 8 1 5-75 (1961), s. 23, 3 1.
30) W E. Adams, Memoirs of a Social Atom, I, s. 163-5 (Londra, 1903).

12 İdeoloji: Din

1) Civilta Cattolica II, 1 22, L. Dal Pane, il socialismo e le questione sociale


nella prima annata della Civilta Cattolica'dan alıninı§tır (Studi Onore di Gina
Luzzato, Milano, 1950, s; 144) .
2) Haxthausen, Studien ueber ... Russland (1847), I, s. 388.
3) Kar§ıla§tınn: Antonoio Machado'min Poesias Completas'ındaki (Avusturya
baskısı, s. 152-4) Endülüslü centilmen portresi:
"Gran pagano, Se hizo hermano De una santa cofradia" ["E§siz pagan, ·

Karde§tir ona Bir mübarek hayırsever"]


4) G. Duveau, Les Instituteurs (1957), s. 3-4.
4a) J. S. Trimingham, Islam in West Africa (Oxford, 1959) , s. 30.
5) A. Ramos, Las Culturas negras en el mundo nuevo (Meksika, 1943), s. 277
ve devamında.
6) W E Wertheim, Indonesian Society in Transition ( 1956), s. 204.
7) Census ofGreat Britain 1 85 1 : Religious Worship in England and Wales (Londra,
1854).
8) Mulhall, Dictionary of Statistics: 'Religion'.
9) Mary Merryweather, Experience of Factory Life (üçüncü baskı, Londra,
1862), s. 18. 1840'lar söz konusu edilmektedir.
10) T. Rees, History of Protestant Non-mnformity in Wales (186 1 ) .
l l) Marx-Engels, Werke (Berlin, 1956), I, s . 378.
1 2) Briefwechsel zwischen Fr. Gentz und Adam Müller, Gentz'den Müller'e, 7
Ocak 1 8 19.
13) Gentz'den Müller'e, 19 Nisan 1819.

13 İdeoloji: Laiklik

1) Archives Parlementaires, 1 787-1860 t. VIII, s. 429. Bu, İnsan ve Yurtta§


Hakları Bildirisi'nin 4. paragrafının ilk taslağıydı.
2) 1 798 tarihli İnsan ve Yurtta§ Hakları Bildirisi, 4. paragraf.
356 DEVRiM ÇAGI

3) E. Roll, A History of Economic Thought ( 1948 baskısı), s. 155.


4) Oeuvres de Condorcet ( 1804 baskısı), XVIII, s. 4 1 2; (Ce que les citoyens ot
le dıvit d'attendre leur representants),. R. R. Palmeı; The Age ofDemocratic Revolution,
I, (1959), s. 13-20'de -ikna edici olmadan- liberalizmin burada ileri sürülenden
çok daha 'demokratik' olduğunu iddia etmektedir.
5) Kar§ıla§tınn: C. B. Macpherson, Edmund Burke (Transactions of the Royal
Society of Canada, LIII, II. Bölüm, 1959, s. 19-26) .
6) ]. L. Talmon, Political Messianism ( 1 960) , s. 323'ten alınmı§tır.
7) Rapport sur le mode d'execution du decret du 8 ventôse, an II (Oeuvres
Completes, Il, 1908, s. 248).
8) The Book of the New Moral World, IV. Kısım, s. 54.
9) R. Owen, A New View of Society: or Essays on the Principle of the Fomıation
of the Human Character.
10) Talmon, age., s. 1 27'den alınmı§tır.
l l) K. Marx, Preface to the Critique of Political Economy.
12) Letter to the Chevalier de Rivarol, 1 Haziran 1791.
13) Kendi 'siyasal inanç bildirisi' için bakınız: Eckermann, Gespraeche mit
Goethe, 4, I, 1824.
14) G. Lukacs, Derjunge Hegel. Kant için s. 409'a, Hegel için çe§itli yerlerine,
özellikle II, 5'e bakın.
15) Lukacs, age., s. 4 1 1-12.

14 Sanatlar

1) S. Laing, Notes of a Traveller on the Social and Political State of France,


Prussia, Switzerland, Italy and other parts of Europe, 1842 ( 1 854 baskısı) , s. 275.
2) Oeuvres Completes, XIV, s. 17.
3) H. E. Hugo, The Portable Romantic Reader ( 1 957), s. 58.
4) Fragmente Vermischten Inhalts. (Novalis, Schriften Oena, 1923), III, s.
·
45-6.
5) The Philosophy ofFine Art (Londra, 1920), V.l., s. 106 ve devamında.
6) E. C. Batho, The Later Wordsworth ( 1933), s. 227; aynı zamanda bakın: s.
46-7, 197-9.
7) Mario Praz, The Romantic Agony (Oxford, 1933).
8) L. Chevalier, Classes Laborieuses et Classes Dangereuses a Paris dans la
premiere moitie du XIX siecle. (Paris, 1 958) .
9) Ricarda Huch, Die Romantik, I, s. 70.
10) P. Jourda, I!.exotisme dans la litterature française depuis Chateaubriand
( 1 939), s. 79.
l l) V. Hugo, Oeuvres Completes, XV, s. 2.
1 2) Oeuvres Completes, IX (Paris, 1879)', s. 2 12.
13) Kar§ıla§tınn: M. Thibert, Le rôle social de !'art d'apres !es Saint-Simoniens
(Paris, yayın tarihi belli değil) .
NOTLAR 357

14) P. Jourda, age., s. 55-6.


15) M. Capefigue, Histoire des Grandes Operations Firuıncieres, IV, s. 252-3.
16) James Nasmyth, Engineer, An Autobiography, yayıma hazırlayan Samuel
Smües (1897 baskısı), s. 1 77.
1 7) Age, s. 243, 246, 25 1 .
- 1 8 ) E. Halevy, History of the English People in the Nineteenth Century (karton
baskı), I, s. 509.
19) D. S. Landes, Vieüle Banque et Banque Nouvella, Revue d'Histoire Moderne
et Contemporaine, III, (1956) , s. 205.
20) Şu uzun çalarlada karşılaştınn: 'Shuttle and Cage', Industrial Folk Ballads,
(lOT 13), Row, Bullies, Row (T7) ve The Blackhall Line, (TS) ; tümü de Topic'den
(Londra) çıkmıştır.
2 1 ) Select Committee on Drunkenness (Pari. Papers VIII, 1834) Q 5 7 1 . 1852'de
Manchester'daki 2 1 pub ve 2 1 birahanede müzik yapılıyordu (303.000 kişinin
yaşadığı bir kasahada 48 1 pub ve 1298 birahane bulunuyordu). John T. Baylee;
Statistics and Facts in reference to the Lord's Day (Lodra, 1852, s. 20) .

1 5 Bilim

1) S. Salomon, Commune, Ağustos 1939, s. 964'ten alınmıştır.


2) G. C. C. Gillispie, Genesis and Geology (195 1), s. 1 16.
3) Encyclopedie de la Pleiade içinde, Histoire de la Science ( 195 7), s. 1465 'den
alınmıştır.
4) Essai sur l'education intellectuelle avec le projet d' une Science nouvelle (Lozan,
1787).
5) Karşılaştınn: Guerlac, Sçience and National Strength, E. M. Earle'ün
yayma hazırladığı Modem France içinde, 1953, s.286.
6) S. Mason, A History of the Sciences (1953 ), s. 286'dan alınmıştır.

1 6 Sonuç: 1 848'e Doğru

1) Haxtthausen, Studien ueber ... Russland (1847), I, s. 156-7.


2) Hansard, 16 Şubat, 184 2; Robinson ve Gallagher'in Africa and the Victorians
kitabından (1961, s. 2) alınmıştır.
3) R. B. Morris, Encyclopedia of American History (1953) , s. 5 15, 5 16.
4) P. Lyashckenko, History of Russian Natioruıl Economy, s. 273-4.
5) Lyashchenko, age., s. 3 70.
6) J. Stamp, British lncomes and Property ( 1 920), s. 5 15, 431.
7) M. L. Hansen, The Atlantic Migratian 1 607-1 860, (Harvard 1945), s. 252.
8) N. McCord, The Anti-Com Law League 1 838-46 (Londra 1958), V. Bölüm.
9) T. Kolokotrones. aktaran, L. S. Stavrianos, Antecedents to Balkan
Revolutions, Jourruıl of Modem History, XXIX, 1957, s. 344.
Kaynakça

Gerek konu gerekse konuyla ilgili yazın öylesine geni§tir ki, hazırlanacak bir
kaynakça, ne kadar seçici davranılmaya çalı§ılsa da sayfalan bulabilir. Okurun
ilgisini çekebilecek her konudan söz etmek olanaksızdır. Pek çok konuda daha
ileri okumalara kaynaklık edecek rehberleı; Amerikan Tarih Derneği tarafından
hazırlanrm§tır (Dönem dönem gözden geçirilen A Guide to Histarical Uterature) .
Oxford'daki hocalar da, öğrencilerin yararlanması için §U kitaplan çıkardılar: A
select list of works on Europe and Europe overseas 1 71 5-1 8 1 5, yayıma hazırlayan
]. S. Bromley ve A. Goodwin (Oxford, 1956) ve A select list of books on European
history 1 8 1 5-1 9 1 4, yayıma hazırlayan Alan Bullock ve A. ]. P. Taylor ( 1957) .
Birincisi daha iyidir. A§ağıdaki '*' i§aretiyle belirtilmi§ kitaplarda da ayrıca
kaynakçalar önerilmektedir.
Bu dönemi ya da bir bölümünü kapsayan çok sayıda genel t;ı.rih dizisi
bulunmaktadır. Birer tarih §aheseri olan George Lefebvre'nin iki ciltlik kitabını
da içerdiklerinden, aralannda en önemlisi Peuples et Divilisations'tır (Lefebvre,
*La Revolution Française (I. Cilt, 1789-93, İngilizce'de mevcuttur [ 1962]) ve
Napoleon [ 1953 ] ) . F. Ponteil'in *f.eveil des nationalites 1 8 1 5-48'i ( 1 960), bugün
de ba§vurulmaya değer bir kaynak olan G. Weill'in aynı ba§lığı ta§ıyan daha
eski tarihli kitabının yerini almaktadır. Aynı nitelikteki Amerikan tarih dizileri
The Rise of Modem Europe, daha söylemsel ve coğrafi açıdan daha sınırlıdır. Bu
KAYNAKÇA 359

dizinin mevcut kitaplan §Unlardır: Crane Brinton, *A decade ofrevolution 1 789-


99 ( 1934) ; G. Bruun, *Europe and the Frenc/ı Imp�rium (1938) ve E B. Artz,
*Reaction and Revolution 1 8 1 4-32 ( 1934) . Kaynakçası bakımından bu diziler
arasında en yararlı olanı, öğrenciler için hazırlanmı§ ve dönem dönem
güncelle§tirilen Clio'dur (Burada özellikle güncel tarihsel tartı§malan özetleyen
bö1ümlere dikkat ediniz). Bu dizide yer alan ilgili kitaplar §Unlardır: E. Preclin
ve V L. Tapie, *Le xviiie siecle (iki cilt) ; L. Villat, La revolution et l'Empire (iki
cilt) ; J. Droz, L. Genet ve ]. Vidalenc, *fepoque contemporaine, I. Cilt, 1815-71.
Eski de olsa ]. Kulischer'in Allgemeine Wirısclıaftsgeschichte Neuzeıt (IL Cilt)
(1954'de yeniden basıldı) adlı eseri, ekonomik tarihin olgusal bir özetini sunmak
bakımından hala iyidir, fakat bu konuda Amerikan fakültelerinin hemen hemen
aynı değerde çok sayıda ders kitabı bulunmaktadır; örneğin W. Bowden, M.
Karpovitch ve A. P. Usher, Economic history of Europe since 1 750 (1937). J.
Schumpeter'in Business Cycles I'i (1939), ba§lığının dü§ündürdüğünden daha
geni§tir. Tarih dizilerinden farklı olarak genel yoruınlar arasında §Unlar önerilebilir:
M. H. Dobb'un Studies in the development of capiıalism'i (1946) ile K. Polanyi'nin
The great transformation'ının ( 1945'de İngiltere'de Origins our Time adıyla
yayımlandı) yanı sıra, Werner Sorubart'ın daha eski tarihli Derrrwderne Kapiıalismus
III: Das Wirıschaftsleben im Zeiıalter des Hochkapiıalismus'u (1928). Nüfus hakkında,
M. Reinhard'ın Histpire de la population mondiale de 1 700 d 1 948'ine (1949), fakat
özellikle C. Cipolla'nın The economic history ofworld population'ındaki (1962) kısa
ve son derece mükemmel giri§ yazısına bakınız. Teknoloji konusunda, Singer,
Holmyard, Hall ve Williams'ın A history oftechnology, IV the Industrial Revolution
1 750-1 850'si (1958) , uzağı görememekle birlikte yararlı bir kaynaktır. W. H.
Armytage'in A social history of lighting'i ( 1 958) , hem eğlendirici hem de
dü§ündürücüdür. Aynı zamanda bilim tarihiyle ilgili kirapiara da bakınız. Tanm
· için, eskimi§ olmakla birlikte kullanı§lılığını koruyan H. See'nin *Esquisse d'une
histoire du nigime agraire en Europe au 1 8e et 1 9e siecles'ın (1954) yerine henüz daha
kullanı§lı bir eser konmu§ değildir. Zıraat konusundaki çağda§ ara§tırmalann
§imdiye dek iyi bir sentezi yapılmamı§tır. Para konusunda, Marc Bloch'un çok
kısa bir kitap olan Esquisse d'une histoire rrwnetaire de l'Europe'si ( 1954), K.
Mackenzie'nin The banking systems of Great Britain, France, Germany and the
USA'si ( 1945) kadar yararlıdır. Genel bir sentez bulunmadığından, son zamanlarda
yayımlanmı§ en sağlam ara§tırmalardan biri olan R. E. Cameron'un France and the
economic development of Europe 1800-1 91 4'ünden (1961), hala e§siz bir eser olan
L. H. Jenks'in The migratian of British capital to 1875'iyle (1927) birlikte, kredi ve
yatınm sorunlanna bir giri§ olarak yararlanılabilir.
Çoğunlukla tarihçinin ilgisini fazla çekmeyen, ekonomik büyüme konusunda
son zamanlarda yapılan çalı§malara kar§ın, endüstri devrimini genel olarak
değerlendiren iyi bir kitap yok. En iyi ve kapsamlı özet, Studi Storici II, 3-4
(Roma, 1961) özel sayısında ve daha uzmanca bir çalı§ma olan First international
conference ofeconomic history, Stockholm 1960'da (Paris-Lahey) bulunmaktadır.
P. Mantoux'un The industrial revolution ofthe 1 8tlı century'si ( 1 906), eski olmasına
360 DEVRiM ÇAGI

kar§ın, Britanya konusunda temel eser olma niteliğini sürdürmektedir. 1 800'den


sonraki dönem için bundan daha iyi bir kitap yoktur. W O. Henderson'un
*Britain and industrial Europe 1 750-1 870'inde ( 1 954) , İngiltere'nin etkisi
amanlmaktadır ve J. Purs'un *'The industrial revolution in the Czech lands'inde
(Historica II, Prague, 1 960) yedi ülke hakkında yeterli bir kaynakça
bulunmaktadır; W O. Henderson'un *The industrial revolution on the continent:
Gemıany, France, Russia 1800-1 91 4'ü ( 196 1) , universite öğrencileri için yazılrnl§tır.
Daha genel değerlendirmeler arasında Karl Marx'ın Capital'inin I. cildi,
olağanüstü, neredeyse çağda§ bir çalı§rna olma niteliğini sürdürmektedir. S.
Giedion'un Mechanisation takes command'ı ( 1 948), kitlesel tüketim konusunda
son derece aydınlarıcı ve dü§ündürücü öneınli çalı§rnalar arasındadır.
A. Goodwin'in yayıma hazırladığı The European nobility in the 18th century'si
( 1953), aristokrasileri konu alan kar§ıla§tırmalı bir çalı§rnadır. Burjuvazi konusunda
yapılffil§ buna benzer bir çalı§rna yoktur. Bereket versin, bu konudaki en iyi kaynaklar
arasında büyük rornancılann, özellikle Balzadın eserleri elimizin altındadır. Çalı§an
sınıflar konusunda J. Kuczynski'nin Geschichte der Lage der Arbeiter unter dem
Kapitalismus'u (Berlin), 38 cilt tutan ansiklopedik bir çalı§rna olacaknr. E Engels'in
Condition of the WOrking Class in England in 1 844'ü, en çağda§ çözüınlerne olma
özelliğini sürdürmektedir. Kentli alt-proletarya konusunda L. Chevalier'in Classes
laborieuses et classes dangereuses a Paris dans le premiere moitie du 1 9e siecle'si ( 19 58),
ekonomik ve yazınsal tanıklığın parlak bir bile§irni niteliğindedir. E. Sereni'nin Il
capitalismo nelle campagne'si ( 1 946), gerçi İtalya ile ve daha sonraki bir dönemle
sınırlı olsa da, köylülük konusundaki incelernelere en yararlı giri§ kitabıdır. Aynı
yazann Storia del paesaggio agrario italiano'su ( 196 1) , insanın üretici etkinliklerinin
peyzajda yarattığı deği§iklikleri bunun sanattaki yansırnalanndan yola çıkarak
çözürnlernektedir. R. N. Salarnan'ın The history and social influence of the potata su '

( 1949) , tek bir besin türünün tarihsel önemini belirtınek bakırnından hayranlık
uyandıran bir çalı§rnadır; fakat, J. Drumrnond ile A. Wilbraharn'ın The Englishman's
food'u (1939) alanında öncü bir çalı§rna olmakla birlikte, son zamanlarda yapılan
çalı§rnalara kar§ın maddi ya§arnın tarihi hakkında bildiklerimiz hala çok azdır. ].
Chalrnin'in ro[ficierfrancais 1 8 1 5-1871 'i ( 1957), Georges Duveau'nun lJnstituteur'u
( 1 957) ve Asher Tropp'un The school teachers'ı (1957), meslekler hakkında nadir
rastlanan kitaplar arasında bulunmaktadır. Romancılar (örneğin, John Galt'ın
İskoçya'yı anlatan Annals of the Parish'i) , kapitalizmin yol açtığı toplum
deği§ikliklerin, §imdiye kadarki en iyi rehberleri olmayı sürdürüyorlar.
En uyancı nitelikteki bilim tarihi kitabı ]. D. Bernal'ın *Science in history'sidir
( 1 954) ; S. E Mason'ın *A history of the sciences'ı ( 1953), doğa felsefesi konusunda
iyi bir eserdir. Ba§vuru kaynağı olarak M. Daumas'ın yayıma hazırladığı Histoire
de la science'a (Encyclopedie de la Pleiade, 1957) bakınız. ]. D. Bernal'ın Science
and industry in the 1 9th century'sinde ( 1953), bilimle sanayinin etkile§irnine Üi§kin
bazı örnekler çözürnlenrnektedir; R. Taton'un (S. Lilley'in yayıma hazırladığı
Essays in the social history of science'de [Kopenhagen, 1953] yer alan) The French
Revolution and the progress of science ba§lıklı yazısı, çok sayıda rnonografi arasında
KAYNAKÇA 361

belki de en kolay ula§ılabilir olanıdır. C. C. Gillispte'nin Genesis and geology 'si


( 1 95 1) , eğlendinci bir kitap olmanın yanında, bilimle din arasındaki güçlükleri
aydınlatmaktadır. Eğitim konusunda, G. Duveau'nun daha önce sözü edilen
yapıtıyla Brian Simon'un Studies in the history of education 1 780-1870'i ( 1960),
bu alanda iyi çağda§ kar§ıla§tırmalı çalı§malann yokluğunu kapatmaya yardımcı
olacahır. Basın konusunda G. Weill'in Le journal'ı (1934) vardır.
Çok fazla öğretilen bir konu olduğundan, ekonomik dü§ünceler alanında
çok sayıda tarih vardır. E. Roll'un, çe§itli baskılan yapılmı§ olan A history of
economic thought'u iyi bir giri§ kitabıdır. ]. B. Bury'nin The idea ofprogress'i ( 1920),
hala yararlı bir eserdir. E. Halevy'nin The growth ofphilosophic radicalism'i ( 1938),
eski olmakla birlikte sarsılmaz bir aruttır. L. Marcuse'un Reason and revolution:
Hegel and the rise ofsocial theory'si ( 194 1), mükemmel bir eserdir; G. D. H. Cole'un
A history of socialist thought I, 1 789-1 850'si ise akıllıca yapılmı§ bir ara§tırmadır.
Frank Manuel'in The new world of Henri Saint-Simon'u ( 1956), bu anla§ılması
zor olmakla birlikte önemli sima hakkında yapılmı§ en son çalı§madır. Auguste
Comu'nun Karl Marx und Friedrich Engels, Leben u. Werk I, 1 8 1 8-44'ü (Berlin,
1 954, arkası gelecek) , konusunda son söz olacak gibi görünmektedir. Hans
Kohn'un The idea ofnationalism'i ise yararlı bir kaynaktır.
Din hakkında genel bir betimleme yoktur, fakat K. S. Latourette'nin Christianity
in a revolutionary age, I-:-III'ü (1959-61), bütün dünyayı taramaktadır. W. Cantwell
Smith'in Islam in modem history'si (1957) ile H. R. Niebuhr'un Tlıe social sources of
denominationalism'i (1929), bu dönemde yayılınaha olan iki din hakkında bir giri§
olabilir. V. Lantemari'nin *Movimenti religiosi di libertiı e di salvezza'sı (1960) ,
'sömürgelerdeki dinsel sapmalar' konusunu ele almaktadır. S. Dubnow'un
Weltgeschichte des juedischen Volkes 'i (VIII ve IX, 1929), Yahudileri ele almaktadır.
Sanat tarihine en iyi giri§ kitapları, N. L. B. Pevsner'in Outline of European
architecture'ı (resimli baskı 1960), E. H. Gombrich'in The story of art'ı ( 1 950) ve
P. H. Lang'in Music in westem civilisation'ıdır (1942) . Arnold Hauser'in The
social history of art'ı (II, 195 1), aynı zamanda bu alanı kapsıyor olsa da, ne yazık
ki dünya yazını hakkında böyle bir kitap yoktur. Her ikisi de Penguin Sanat
Tarihi'nden çıkan E Novotny'nin *Painting and sculpture in Europe 1 780-1870'i
( 1 960) ile H. R. Hitchcock'un *Architecture in the 1 9th and 20th centuries 'inde
( 1 958) resimler ve kaynakçalar yer almaktadır. Esas olarak görsel sanatlar
alanındaki daha uzmanca hazırlanmı§ çalı§malar arasında E D. Klingender'in
*Art and the industrial revolution'ı (1947) ve Goya and the democratic tradition'ı
( 1 948), K. Clark'ın The god-ıic revival'ı ( 1944), P. Francastel'in Le style Empire'ı
( 1 944) ile E Antal'ın 'Reflections on Classicism and Romanticism' (Burlingwn
Magazine 1935, 1936, 1940, 1941) ba§lıklı parlak fakat kaprisli yazısı anılabilir.
Müzik konusunda A. Einstein'ın Music in the romantic era'sı (1947) ve Schubert'i
okunabilir; yazın alanında G. Lukacs'ın esaslı yapın Goetlıe und seine Zeit'ı (1955),
Tlıe histarical novel'ı ve Studies in European realism indeki (1962) Balzac ile Stendhal
'

ile ilgili bölümler; yine ]. Bronowski'nin mükemmel çalı§ması William Blake-a


man without a mask da ( 1954 baskısı) okunabilir. Birkaç genel izlek konusunda R.
362 DEVRiM ÇAGI

Wellek'in A history of modem criticism 1 750-1 950'sine (1955), R. Gonnard'ın


*Le legende du bon sauvage 'ine (ı946), H. T. Parker'ın The cult of antiquity and
the French revolutionaries'ine (ı937), P. Trahard'ın La sensibilite revolutionnaire
1 791 -4'üne ( ı 936), P. Jourda'nın f.exotisme dans le litterature française'sine (ı 938)
ve E Picard'ın Le romantisme social'ına (ı944) ba§vurulabilir.
Bu dönemde meydana gelen olaylann tarihi konusunda, ancak bir kaç konu
ba§lığı etrafında kaynaklardan söz etmek mümkündür. ı 789'la ilgili devrimler ve
devrimci hareketler konusunda devasa bir kaynakça bulunmaktadır, ancak 18ı5-
48 arasındaki dönem için aynı §ey söylenemez. G. Lefebvre'nin yukanda sözü edilen
iki çalı§masıyla The coming of the Frerıch Revolution'ı (ı949), ı 789 devrimi için
standart eserlerdir; A. Soboul'un Precis d'histoire de la Revolution Français'i ( ı962),
akıcı bir ba§vuru kaynağıdır, A. Goodwin'in *The French Revolution'ı ( ı956) ise
konunun İngilizce bir özetidir. Bu konudaki literatür özedenemeyecek kadar geni§tir.
Bromley ile Goodwin, bu konuda iyi birer rehberdir. Onlann kitaplannda sözü
edilen çalı§malara §Unlann da eklenmesi gerekir: A. Soboul'un ansiklopedik bir
çalı§ma olan Les sansculottes en l'an'ı (ı960), G. Rude'nin The crowd in the Frerıch
Revolution'ı (ı959) ve J. Godechot'un La contre-revolution'ı ( ı96ı). C. L. R. James'in
The black ]ocabins 'inde (1938) Haiti devrimi anlatılmaktadır. ı8ı5-48'deki
ayaklanmalar için C. Francovich'in Idee sociali e organizzazione operaia nella prima
meta dell' 800'ü (ı959) , önemli bir ülkeyle ilgili, giri§ olarak yararlı olabilecek iyi ve
kısa bir çalı§madır. E. Eisenstein'ın *Filippo Michele Buonarroti'si (1959), bizi gizli
topluluklann dünyasına götürmektedir. A. Mazour'un The first Russian revolution'ı
(193 7), Desembristleri ele almaktadır. R. E Leslie'nin Polish politics and the revolution
of November 1 830'u ( 1956), gerçekte ba§lığının dü§ündürdüğünden çok daha
kapsamlı bir kitaptır. Emek hareketleri üzerine genel bir inceleme yoktur; E.
Dolleans'ın Histoire du mouvement ouvrier I'i ( 1936), yalnızca Britanya'yı ve Fransa'yı
ele almaktadır. Yine bı.kınız: A. B. Spitzer, The revolutionary theories of Auguste
Blanqui ( 1957); D. O. Evans, Le socialisme romantique (1948) ve O. Festy, Le
mouvement ouvrier au debut de la monarchie de ]uillet (1908) .
1848'in kaynaklan hakkında, E Fejtö'nün yayıma hazırladığı The opening of
an era, 1 848'de ( ı 948) çe§itli ülkeler hakkında pek çoğu mükemmel denemeler
bulunmaktadır; ]. Droz'un Les revolutions ailemandes de 1 848'i (ı957) ne kadar
övülse azdır ve E. Labrousse'nin yayıma hazırladığı Aspects de la crise . 1 846-51
..

( 1 956), Fransa hakkında ayrıntılı ekonomik incelemelerden olu§an bir


derlemedir. A. Briggs'in yayıma hazırladığı Chartist studies'i (1959), konusundaki
en güncel çalı§madır. E. Labrousse da, 'Comment naissent les revolutions?'da
(Actes du centenaire de 1 848, Paris, 1948), ele aldığımız dönem bağlammda bu
soruya yanıt aramaya çalı§maktadır.
Uluslararası ili§kilerde, A. Sorel'in I.:,Europe et la Revolution Francaise I'i ( 1895),
hala iyi bir temel vermektedir; J. Godechot'un La Grande Nation'ı (iki cilt,
1956), devrimin yurtdı§ına yayılmasını anlatmaktadır. *Histoire des Relations
Internationales'in IV. ve V. cilderi (18 ı5'e kadar A. Fugier, ı 815-7 1 arasını P.
Renouvin yazrnı§tır, her ikisinin de baskı tarihi 1954), akıcı ve zekice hazırlanm1§
KAYNAKÇA 363

rehberlerdir. Sava§ süreci üzerine B. H. Liddell Hart'ın The glwst of Napoleon'u


( 1933) , toprak stratejisine iyi bir giri§ kitabı olmayı sürdürmektedir; E. Tarle'nin
Napoleon's invasion ofRussia in 1812'si (1942), özgül bir askeri harekat hakkında
iyi bir çalı§madır. G. Lefebvre'nin *Napoleon'u da, Fransız ordulannın yapısı
hakkında §imdiye kadar yapılmı§ en özlü çalı§madır. M. Lewis'in A social history
of the navy 1 789-1 8 1 5'i ( 1960) ise bu konuda en öğretici kitaptır. E. F.
Heckscher'in The Continental System'i ( 1922), ekonomik yönler açısından, E
Crouzet'in devasa çalı§ması Le blocus continental et l'economie britannique'siyle
(1958) tamamlanmalıdır. E Redlich'in De praeda militari: looting and booty 1 500-
1815'i (1955), meselenin girdisini çıktısını ilgi çekici bir biçimde aydınlatmaktadır.
]. N. L. Baker'ın *A history of geographical exploration and discovery'si (193 7) ve
Rusça yazılmı§ hayranlık verici bir çalı§ma olan Atlas geograficheskikh otkrytii i
issledovanii'si (1959), Avrupa'nın dünyayı fethinin arkaplanını sunmaktadır; K.
Panikkar'ın Asia and Western dominance'ı ( 1954), konuya Asyalı bir bakı§ açısından
öğretici bir anlatıdır. G. Seelle'nin Le traite negriere aux Indes de Castille'si, (iki
cilt, 1906) ve Gaston Martin'in Histoire de l'Esclavage dans les colonies françaises'i
( 1 948), köle ticareti konusunda temel eserler olmaya devam etmektedir. E. O. v.
Lippmann'ın Geschichte des Zuckers'i ( 1 929), N. Deerr'in The History of sugar'ı
( 1 949, iki cilt) ile tarnamlanabilir. Eric Williams'ın Capitalism and slavery'si (1944),
bazen §ematik olmasına kar§ın genel bir yorumdur. Dünyanın, ticarede ve sava§
gemileriyle tipik biçimde 'gayrı resmi' olarak sömürgele§tirilmesi konusunda M.
Greenberg'in British trade and the opening of China'sı ( 1949) ile H. S. Fems'in
Britain and Argentina in the 1 9th century'si (1960) vaka incelemelerine dayanan
çalı§malardır. Avrupa'nın doğrudan sömürüsü altındaki iki büyük bölge hakkında
W. E Wertheirn'ın Indonesian society in transition'ı (Lahey-Bandung, 1959), parlak
bir giri§ kitabıdır (yine bakınız: Endonezya ile Burma'yı kar§ıla§tıran J. S .
Fumivall'ın Colonial policy and practice'i, [1956] ) . Hindistan konusunda, geni§
olmakla birlikte çoğu hayal kırıklığı yaratan kitaplar arasından §Unlar seçilebilir:
E. Thompson ve G. T. Garratt, Rise and fulfilment ofBritish rnle in India ( 1934) ;
Eric Stokes, The English utilitarians and India (1959) -bu, son derece aydınlarıcı
bir çalı§madır-, ve A. R, Desai, The social background of Indian nationalism
(Bombay, 1 948). Mehmet Ali dönemindeki Mısır hakkında yeterli bir çalı§ma
yoktur, fakat H. Dodwell'in The Founder ofModem Egypt'ına (193 1) bakılabilir.
Bazı ülkeler veya bölgeler hakkında sadece birkaç tarih kitabının adını
vermekten fazlası elimizden gelmiyor. İngiltere için E. Halevy'in History of the
English people in the 1 9th century'si, özellikle I. ciltteki 1815 ingilteresi ile ilgili
büyük alan ara§tırması bakımından temel bir eser olmayı bugün de sürdürmekle
birlikte, A. Briggs'in The age of improvement 1 780-1 867'si ( 1 959) ile
tamamlanmalıdır. Fransa için bir toplumsal tarih klasiği olan P. Sagnac'ın La
formatian de la societe francaise macierne'si (1946, II), onsekizinci yüzyılın arkaplanı
hakkında bilgi vermektedir; Gordon Wright'ın France in modem times'ı (1962) ,
yayımlandığı günden beri iyi bir giri§ kitabı olma vasfını koruyor. F. Ponteil'in La
monarchie parlementaire 181 5-48'i (1949) ve E Artı'ın France under the Bourbon
364 DEVRİM ÇAGI

restoration'u (193 1) önerilebilir. Rusya için M. Florinsky'nin Russia'sı ( 1 953, II),


1800'den sonraki dönemi eksiksiz olarak kapsamaktadır. M. N. Pokrovsky'nin
Brief history of Russia'sı (I, 1933) ile P. Lyashchenko'nun History of the Russian
national economy'si de ( 1947) Rusya'yı anlatmaktadır. R. Pascal'ın The growth
ofmodem Germany'si ( 1 946), kısa ve iyi bir kitapnr; aynı zamanda K. S. Pinson'un
Modem Germany'si ( 1954) giri§ niteliğinde bir kitaptır. T. S. Hamerow'un
Restoration, revolution, reaction: economics and politics in Germany 1 8 1 5-71 'i
( 1958), ]. Droz'un yukanda sözünü ettiğimiz kitabının ve Gordon Craig'in The
politics of the Prussian army 'sinin (1955) okunınası yararlı olabilir. İtalya üzerine
G. Candeloro'nun Storia deli' Italia modema II, 181 5-46'sı ( 1958), bugüne kadarki
en iyi kitaptır; İspanya üzerine P. Vilar'ın Histoire d'Espagne'si ( 1949) , enfes bir
özettir; J. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia social de Espana y America
Latina'sı (IV/2, 1959), diğer meziyetlerinin yanında iyi resimlendirilmi§ bir kitaptır.
Yine bakınız: E. Wangermann, From ]oseph II to the ]acobin Trials ( 1959) .
Balkanlar konusunda, L. S. Stavrianos'un The Balkans since 1453'ü (1953) ve
ekselansları B. Lewis'in The emergence of modem Turkey 'i ( 1961 ) ; Kuzey ülkeleri
hakkında B. ]. Hovde'nin The Scandinavian countries 1 720-1865'i (1943, iki
cilt) yararlı yapıtlardır. İilanda konusunda E. Strauss'un Irish nationalism and
British democracy'si (1951) ile The great famine, studies in recent Irish history'si
(1957) okunabilir. Alçak ülkeler için H. Pirenne'nin Histoire de Belgique'si (1926,
1932, v-vi) ; R. Demoulin'in La revolution de 1 830'u (1950) ve H. R. C. Wright'ın
Free Trade and Protection in the Netherlands 1 8 1 6-30'u ( 1955) yararlı kaynaklardır.
Birkaç son söz de genel ba§vuru kitaplan hakkında edelim. W Langer'in
Encyclopedia of World History'si ( 1 948) ya da Ploetz'in Hauptdaten der
Weltgeschichte'si ( 195 7), belli ba§lı tarihleri vermektedir; Alfred Mayer'in Annals
of European civilisation 1 50 1 -1 900'ü ( 1949), özellikle kültür, bilim gibi konuları
ele almaktadıt. M. Mullhall'ın Dictionary ofStatistics'i (1892) dönemin istatistikleri
hakkında en iyi özettir. Tarihsel ansiklopediler arasında 12 ciltlik yeni Sovietskaya
Istoricheskaya Entsiklopediya, dünya tarihini kapsamaktadır; Encyclopedie de la
Pleiade'de, Evrensel Tarih (3) , Yazın tarihi (2) -son derece değerli bir- Tarihsel
Ara§tırma ve Bilim Tarihi ile ilgili cilder yer almaktadır; fakat konular harf
sırasına göre değil, aniatısal olarak düzenlenmi§tir. Cassell's Encyclopedia of
Literature (iki cilt), yararlı bir eserdir; E. Blom'un yayıma hazırladığı Grove's
Dictionary of Music and Musicians (9 cilt), İngilizlere az yer vermi§ olmakla
birlikte standart bir eserdir. Encyclopedia of World Art (l-V cilder yayımlandı,
bittiğinde 15 cilt olacak) , gözalıcıdır. Encyclopedia of the Social Sciences (193 1),
eskimi§ olmakla birlikte, bugün de yararlı bir eser olmaya devam etmektedir.
Şimdiye kadar değinilmeyen a§ağıdaki atlaslara bakmak yararlı olabilir: Atlas
Istorii SSSR ( 1950) ; J. D. Fage, An atlas of African history (1958) ; H. W Hazard
ve H. L. Cooke, Atlas oflslamic History (1943 ) ; J. T. Adarus'ın yayıma hazırladığı
Atlas of American History ( 1957) ve genel bir atlas olan J. Engel ve diğerlerinin .
hazırladığı Grosser Historischer Weltatlas ( 1957) ile Rand McNally'nin Atlas of
World History'si ( 1957).
Dizin

Abdülkadir 176, 245. Amerikan Bağımsızlık Sava§ı 68, ayrıca


Abel, Henrik 302, 304. bakınız: Amerikan Devrimi
Adalet Birliği 142, ayrıca bakınız: Komürust Amerikan Metodist Piskoposları 243.
Birliği Amerikan Yabancı Misyonerler
. Komisyonu
Afganistan, Afganlılar 121, 245. Kurulu 243.
Afrika,Afrikalılar 10, 1 2, 16, 22, 27, 35, 43, Amerikan İç Sava§ı 105.
44, 60, 121, 124, 160, 175, 197, 243, Amerikan İncil Topluluğu 243.
263-264, 307, 355, 359. Andersen, Hans V., yazar, 275.
Afyon Sava§ı 326. Anglikan 39, 252, 253.
Akdeniz 19, 89, 1 18, 1 24, 129, 149, 288, 360, Anııales d'Hygieııe Publique 303.
365. Anııales de Chimie et de Physique 303.
Akıl Çağı 241. Anti-Diilıring, Engels 3 18.
Albert, Prens Consort 34 7. Appalachians 248.
Alçak Ülkeler 27, 99, 169, 202, 364, ayrıca Apulia 17, 17 4, 188, 388, ayrıca bakınız:
bakınız: Belçika ve Hollanda İtalya
Alexander, !., Rus Çarı 15, 1 14, 254, 277, Arabistan, Araplar 1 5 5 , 245, 288, ayrıca
304, 356. bakınız: Bedeviler
Ali Muhammed (İranlı), reformcu 245. Aragon 174.
Ali Pa§a, Janina Asianı 156, 160. Argand lambası 321.
Almaııaclı des Gourmands 202. Aristoteles 3 1 O.
Alsace 207, 3 5 1 . Arjantin 124, 158, 196, 260, 326.
Amerika Birle§ik Devletleri 90, 297. Arkwright, R., bulU§ÇU 36.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi 255. Arnavutlar 155-156.
366 DEVRiM ÇAGI

Amim, L. A. von, yazar 283, 288. Baringler, banker 108- 109.


Ars, Cure d', rahip 246. Barlow, Joel 9 1 .
Aspem-Essling Sava§ı (1809) 99. Baskerville, J . , matbaacı 30.
·Assignatlar 79, 107. Basrille 18, 37, 63, 7 1 -72, 260, 273, 286.
Asya, Asyalılar 16, 44, 1 13, 1 18, 122-123, Bataviall Cumhuriyeti, 94, ayrıca bakınız:
159, 175, 186, 244, 363. Hollanda
Atiantik 27-28, 153, 298. Batı Avrupa 15, 21-25, 34, 98, 101, 1 13, 125-
Auber, O. E E., besred 277. 126, 136, 138-139, 166, ısı, 189, 197,
Austen, Jane, roman yazarı 77, 106, 276, 283, 199, 215, 268, 270, 273, 296, 302, 325,
294. 330.
Austerlitz Sava§ı 99. Batı Hint Adalan 65, 89, 1 13, 126, 325-326.
Avignon 101. Baudelaire, C., (1821---0 7 ), §air 292.
Avrupa, çe§itli yerlerde; bakınız: Doğu Baudrillart, Henri, akademisyen 218.
Avrupa, Kuzey Avrupa, Güney Avrupa, Bavyera 97, 174, 330.
Batı Avrupa Beauvilliers, A., §ef 353.
Avustralya 186, 196. Bedevi 155.
Avusturya 1 9-20, 22, 30, 32-33, 35, 83, 92- Beethoven, L. von, besred 90-9 1 , 274-277,
93, 97 , 99, 101- 102, 106, 108, 113-1 17, 280.
l l9-l20, 132-133, 1'39, 143- 144, 153, Bel-Ami, Manpassant 202.
155, 158, 164, 167, 174, 190, 193, 196, Belçika 27, 33, 36, 42, 54, 62, 64, 79, 83, 85,
214, 2 18, 255, 270, 278-279, 292, 294, 91, 93-94, 102-103, 106, 1 1 3-114, 1 1 7,
326, 359. 124-125, 127, l 3 l - 132, 138, 142, 145,
Avusturya Hollandalıları, bakınız: Belçika 150, 152, 1 7 1 , 185, 187, 189-191, 193-
Avusturya İmparatorluğu, bakınız: Avusturya; 194, 2 1 1 , 277, 301, 306, 3 1 1 , 324, 3 29-
ayrıca bakınız: Bohemya, Hırvatistan, 3 3 1 , 350, ayrıca bakıru: Alçak Ülkeler
Galiçya, Macaristan, Belleville 233.
Ay Demeği 30, 90, 206, 301, 303, 3 10, 346. Bellini, V., besred 275-276.
Aydınlanma 29-32, 47, 92-93, 147, 210, 234, Benbow, William, bro§ür yazan 229.
238, 245, 254-254, 263-264, 269, 270, Bengal 35, 64, 176- 1 78, 308.
271, 2S4, 287, 293, 295, 296, 301, 321. Beritham, Jeremy, refonncu l l , 9 1 , 129, 179,
207, 210-2 1 1 , 240, 254, 256, 259, 262,
Babbage, Charles, bilim adamı 205, 300. 301.
BabeufGracchus, komünist; Babeufçular 20, Beranger, P. J. de, §air (1 780-1857) 139.
67, 127, 130, 1 3 7, 142, 366. Berg Büyük Dükalığı 94. .
Bach, J. S., besred 282. Berlin 98, 145, 187, 192, 202, 243, 282, 295,
Bacon, Francis, filozof 239. 301 -302, 353-356, 360-361.
Bad�n 97, 158. Berlioz, H., besred 275, 283.
Bahia, 18, 244, ayrıca bakınız: Brezilya Bemard, Claude, fizyolog 124, 3 18.
Baines, Edward, gazeteci-yayımcı 50, 204, Berthollet, C.-L., kimyacı 194.
346-347. Besarabya 1 1 5.
Bakunincilik 1 75 . Bible in Spaiıı, George Borrow 132.
Baldırıçıplaklar 73-74, 77, 78, 80-84, 201, Biedermayer 192, 294.
219. Bilim Salonlan 233.
Balkanlar 19, 23, 26, 92, 99, 1 13, l lS, 129, Birinci Konsül, 86, ayrıca bakınız: Napoleon
155-156, 158, 275, 364. Birkbeck Koleji, 301, ayrıca bakınız: Londra
Baltık 23, 28, 104, 1 14, 167, 3 12. Makine Enstitüsü
Balzac, H de, yazar 36, 64, 201-203, 2 10, Birle§ik Eyaletler, 3 1 , 93, ayrıca bakınız:
274-277, 280, 360, 362. Hollanda
Banda Oriental, 124, ayrıca bakınız: Uruguay Birle§ik Krallık 47, 186, 246.
Baptist Misyoner Topluluğu 243. Birmingham 29, 4 1 , 90, 139, 241 , 301, 303,
Baptistler 243, 246. 3 10.
DiZiN 367

Blake, William, şair 90, 264, 278, 284-285, Buechner, Georg, şair 275.
3 1 7, 362. Bueckler, Johannes, bakınız: Schinderhannes
Blanqui, Auguste, devrimci 137- 138, 141· Buenos Aires ı ss, 260.
142, 347, 350, 362. Buffon, Comte de, hayvanbilimci 3 10.
Boehme, Jacob, mistik 238. Bulgaristan 7.
Boeme, Ludwig, gazeteci 123, 349. Biınyan, John 297.
Boheınya 23, 101, 159, 170, 191, 307, 351, Buonarroti, Filippo, devrimci 130, 135, 137·
ayrıca bakınız: Çekoslovakya, Çekler ı38, 307, 362.
Bolivar, Simon, 124, 158, 179. Burke, Edmund 260, 267-268, 286, 356.
Bolivya 124. Burma 15, 121, 363.
Bologna, 171, ayrıca bakınız: İ talya Bumey, Fanny, roman yazarı 283.
Bolton 51, 56, 226-227, 347. Bums, Robert, şair 90-91.
Bolyai, Janos, ınatematikçi 302, 305. Bütün Ülkelerin Birliği için Demokratik Birlik
Bombay 159, 177, 363. 144.
Bonald, L. de, politika yazarı 104, 268. Büyük Bölünme (1843) 246.
Bonapane, bakınız: Napoleon Büyük Frederick, IV, Prusya Kralı 98.
Bonaparte, Joseph, İspanya Kralı 17, 84-85, Büyük Katerina, Rus Çatiçesi l l , 24, 302.
87. Büyük Sergi, 1851 205-206.
Bopp, Franz, fılolog 308-309.­ Byron, Lord, şair 156, 278, 281, 288-290, 296.
Bordeaux 28.
Borinage 222. Cabanis, Pierre, filozof 3 ı O.
Borrow, George, yazar 13 2. Cabet, E., komünist 137, 265.
Bosna, Bosnalıiar 155. Cadiz Cuntası 103.
Bostan, Mass., 18, 294. Cadizli Cortes 169.
Boulogne-s.ur-Mer 124. Calabria, 174, ayrıca bakınız: İ talya
Bou!ton, Matthew, sanayici 30, 321. Calvin, John, Kalvincilik 297.
Bourbon, Bourbonculuk 83, 97, 1 14, 124, Cambridge 39, 291, 301, 3 1 1 , 346.
1 3 1 , 140, 150, 169, 174-175, 20ı , 364. Campe, D. H., yazar 91, 289.
Bouvard, A., astronom 299. Canning, George, politikacı 1 13, 1 17.
Brabant, bakınız: Belçika Capriclıos, Goya 278.
Brahman 287. Caravaggio, M. da, ressam · 282.
Bralımo Samaj, bakınız: Ray, Ram Mohan Carbonari, Carbonariler ı29-130, 135, 138,
Brentano, C., yazar 288. ı4ı- ı44, ıs2, 157.
Breslau 3 ı2. Careme, M. A., şef 202.
Brest 201. Carey, W., iktisatçı 262.
Bretanya 95, 174. Carinthia, bakınız: İ lirya
Brezilya 22, ı24, ı58, ı67, 244, 260, 322, Cariyle T., yazar 36, 275, 285-286, 291, 307.
324, 325-326. Camot, Lazare, Jakoben 40, 300, 304.
Bright, John, politikacı 225, 328: Camot, N. L. Sadi, matematikçi ve fizikçi
Brillat-Savarin, A., gurme 202. 3 ı4.
Brindley, J., mühendis 36. Castlereagh, Dışişleri Bakanı 1 12, 1 1 7, 349.
Brissot, J. P., politikacı 79. Cauchy, A. L., matematikçi 304, 315.
Bristol 28, 4 3. Cavendish, Henry, bilim adamı 301.
British Museum 282. Cawnpore, 179, ayrıca bakınız: Hindistan
Bronteler, yazarlar 276. Cebelitarık 167.
Browning, Robert, şair 275, 283. Cenevre 64, 104.
Brüksel 20. Cezayir ı 22, 167, 1 75- ı76, 195, 2ı6-2 17,
Brunel, Isambard Kingdom, mühendis 205, 245, 326.
300. Champollion, ]. E, Mısır bilgirrl 308.
Budapeşte ıs. Charles IV, Portraiı ofthe Family ofKing, Goya
Budapeşte Üniversitesi ı s ı. 275.
368 DEVRiM ÇAGI

Charles X, Fransa Kralı 201. Çitleme Yasalan 40, 167.


Chartizm, Chartistler 137, 139, 142, 154,
227, 241-242, 244-246. d'Alembert, J. L. R., ansiklopedist 29.
Chateaubriand, E R. de, yazar 280, 286, 289, d'Eichtal, 0., Saint-Simoncu 216.
356. d'Holbach, P. H., filozof 269.
Cheshire 200, 227, 354. da Oama, Vasco 35.
Chicago 190. Daguerre, L.-J.-M., bulu§ÇU 194.
Childe Harold, Byron 278. Dalmaçya 102, 1 15, 152, 169, aynı zamanda
Chopin, E, besteci 275-276, 290-291, 294. bakınız: İlirya
Choral Symphoııy, Beethoven 275. Dalton, John, bilim adamı 301, 303-304.
Cisalpine Cumhuriyeti, 94, ayrıca bakınız: Danimarka 22, 32, 1 14, 126, 145, 150, 165,
İtalya 168, 186, 250, 275, 340.
Clapham Mezhebi 192, 294. Dansette, sanayiciler 207, 353.
Clarkson, T., kölelik kar§ıtı ajitatör 91. Danton, 0.-J., devriınci 78, 81-82.
Claudius, Mathias, §air 280. Darwin, Charles, bilim adamı 242, 3 12, 3 16.
Cloots, Anarcharis, devrimci 91. Darwin, Erasmus, bilim adamı 30, 3 10.
Cobbett, William, gazeteci 108, 129, 235, Daumier, Honore, sanatçı 276, 278, 290-291.
267. David, J.-L., sanatçı 275-276.
Cobden, Richard, politikacı 184, 197-198, Davidsbuendlerıaenze, Schumann 27 5.
205, 235, 352. Davout, L.-N., asker 98.
Cochrane, Lord, İngiliz denizci 124. Davy, Sir Humphrey, bilim adamı 301.
Cockerill, sanayici 42, 191. Delacroix, E-E, sanatçı 275, 276, 281, 288,
Cole, Sir Henry, idareci 205, 350, 355, 361. 290.
Coleridge, S. T., §air 90, 206, 275, 280, 285- Democracy in America, Alexis de Toqueville
286, 289. 1 25.
Cologne 102. Des Kıuıben Wuıulerhom, Amis ve Brentano
Compıes Reııdus de l' Academie des Scieııces 368. 288.
Comte, A., toplumbilimci 239, 307, 3 10. Deseınbristler 1 29, 277, 362.
Condorcet, Marquis de, filozof 239, 260, 356. Desmoulins, Camille, devrimci 93.
Connacht, 181, ayrıca bakınız: İrlanda Desviııculacioıı 1 7 1.
Constable, A., yayımcı 296. Deuısche Naıurforscherversammluııg 318.
Constable, John, sanatçı, 276. Devonshire, Altıncı Dükü 56.
Cook, James, denizci 15, 364. Devrim, Amerikan (1776) 10, 33, 64-65, 68,
Cooper, J. Fenimore, roman yazan 275, 289. 7 1 , 233.
Corday, Charlotte, devrimci 79. Devrim, Belçika 277.
Comwall 53. Devrim, İngiliz (1688) 10, 240
Côte d'Or 106. Devrim, İspanya 123-124.
Courbet, Oustave, sanatçı 276. Devrimler (1830) 1 14, 150, 264, 328.
Couthon, 0., Jakoben 83. Devrimler (1848) 32, 1 13, 122, 137, 145, 148,
Krakov 1 15, 141. 150, 153, 159, 224, 323, 330, 349.
Cragg, John, sanayici 295. Dickens, Charles, roman yazarı 204, 206, 2 1 2,
Crelle's Journal 302. 274-277, 282, 353.
Cuvier, G. L. C., bilim adamı 308, 31 Ö, 3 1 1 , Diderot, D., yazar 29.
3 13. Disasters ofWar, Ooya 278.
Disraeli, Benjamin, politikacı 215.
Ça Ira, 240. Djogjakarta Prensi, bakınız: Java Sava§ı 244.
Çekoslovakya, Çekler 22, 24, aynı zamanda Dobrovsky, J., dilbilimci 288.
bakınız: Bohemya Doğu Avrupa 20, i6, 28, 105, 140- 141, 145,.
Çin, Çin İmparatorluğu 10, 12, 16-27, 34, 153, 158, 197, 207, 210, 246.
45, 54, 64, 121, 186, 237, 244-245, 287, Doğu Hindistan Şirketi 44, 178-179.
293, 326. Doğu Hint Adalan 22, 27, 44.
DiZiN 369

Doğu KiJiesi 174. Epir 156.


Doğu Sorunu 1 13, l lS-1 19. Epoques de la Naıure, Buffon 310.
Doherty, John, sendikacı 234. Erlkoeııig, Schubert 281.
Dokuzuncu Thermidor, Thermidorcular 83. Ermenistan, 155, aynca bakınız: Rusya
Dollfus, sanayici 207. Eroica Senfaııisi, 90, ayrıca bakınız: Beethoven _

· Dori Carlos (İspanya Kralı) Sava§ları 132, 174. Eski İnananlar 214, 246.
Don]uan, Moliere 239, 280. Essay aıı Govemmeııt, James Mill 204.
Donizetti, G., besteci 275-276. Essay on Population, T. L. Malthus 259, 306.
Dostoyevski, F. N., yazar 274, 276-277. Essex 248.
Doukhoborlar 246. Esterhazy 24.
Dresden 106. Estonya 153, 3 12.
Droste-Huelshoff, Annetre von, yazar 283. Etnoloji Derneği 3 12.
Dubarry, Madam, kralın merresi 64. Eugeıi Onegin, Pu§kin 275.
Dublin 47, 321. Euklides 305.
Ducpetiaux, E., istatistikçi 36. Euler, L., matematikçi 302.
Dumas, Alexander, Ya§lı, yazar 275. Eure bölgesi, 169.
Dumouriez, L.-F., general 77. Euston 296.
Dundee 18. Evans, Oliver, bulu§ÇU 189, 362.
Dunferınline 227, 234, 297. Eylau Sava§! 99.
Dupont de Nemours, P. S., iktisatçı 39. E�itlerin Nifakı, 127, ayrıca bakınız: Babeuf
Durham 54.
Durham, Kontluk 235. Falanks 265, 328.
Falck 190.
Eckemıann, J. P., yazar 299, 356. Faraday, Michael, bilim adamı 301, 303.
Ecole des Chartes 307. Famıasonluk, Masonik 131, 238, 277.
Ecole Normale Superieure 301. Fart, William, istatistikçi 223, 324.
Ecole Polytechnique, Paris 39, 128, 301, 315, Fas 160.
317, 350. Faubourg-Saint-Antoine 233.
Edinburgh 295, 310. Faucher, Leon, yazar 207, 353.
Edwards, W., doğacı 3 13. Faust, Goethe 275, 280, 283.
Efendi ve Köle Yasası 60. Faydacılık 257, 260, aynı zamanda bakınız:
Eichendorff, J. von, §air 2 7 5. Bentham
Eksiksiz Oy Hakkı İçin Birlik 139. Fenianlar, 14 7, ayrıca bakınız: İrlanda Cum-
Ekvator 124, 158. huriyetçi Karde§lik Örgütü
Elbe, Nehir 22. Ferdinand VII, İspanya Kralı 136, 283.
Elberfeld-Bamıen 191. Feuerbach, Engels 3 18. ·

Elssler, Fanny, dansçı 208. Feuerbach, L. A., filozof 249.


Emile, J• J. Rousseau 273. Fichte, J. G., filozof 90, 271 .
Eıuilia, 174, ayrıca bakınız: İtalya · Figaro 202.
Eııcyclopaedia Briıannica 296. Filipinler 3 26.
Encyclopedie, la grande 357, 360. Finlandiya 1 15, 186, 275, 288.
Encylopaedia of Domestic and Agricultural First Lecture on Co-operatiaıı 227.
Ecoıwmy, Krüniz, 165. Fizyokradar 21, 39, 163, 27 1 .
Endonezya 244, 326, 363. Flanders, Flaman, bakınız: Belçika 225, 330,
Endülüs, 24, 26, 104, 323, 355, aynca bakınız: 331.
İspanya Flaubert, G., yazar 292.
Engel, Frederick 207, 267. Fleurus Sava§ı 83.
Engels, Frederick, koınünist 36, 142-143, Floransa 195.
145, 191, 200, 254, 262, 263, 267, 269, Fourier, Charles, sosyalist, Fourierciler 13 7,
3 12, 3 18, 326, 350, 353, 355, 360-361. 262, 264-265, 284, 328.
Enternasyonal 127, 134-135, 144-145. Fragonard, J. H., ressam 277, 280, 282.
370 DEVRiM ÇAGI

Francis, John, yazar 8, 57, 347. Godwin, William, filozof 260, 262.
Frankfurt 109. Goethe, ]. W. von, şair ve filozof 18, 86, 192,
Frankfurt Parlamentosu 21 O, 3 1 5. 270-271, 273-275, 277, 280, 283-285,
Ftanklin, Benjamin, devlet adamı 29. 294, 299, 317, 3 1 9, 356, 362.
Freiligrath, F., §air 291. Gogol, N. V., yazar 20, 212, 275-276.
Freisclıuetz, Opera, Weer 286. Goldener Top[, E. T. A. Hoffman 281.
Friedland Sava§! 99. Goldsmid, Yerli ݧleri Görevlisi (Amerikan)
Friedrich, C. D., sanatçı 251, 271, 275, 308, 177.
361. Gorani, ]., İtalyan yayımcı 91.
Fritlıjofssaga, Tegner 288. Goriot Baba, Balzac 275.
Fromentin, E., ressam ve yazar 288. Gotik 56, 286, 295. ·

Frost, John, Chartist önder 235-236. Göttingen 3 1 5.


Fuessli (Fuseli), ]. H., ressam 91. Goya, Francisco Goya y Lucientes, ressam
274-278, 280, 283, 294, 361.
Gai, L., yazın adamı 15 l . Grabbe, C. D., §air 275, 283.
Gainsborough, T. , sanatçı 282. Grande Peur 72.
Galiçya 140, 152, 1 74, 215, 323, 3 3 1 . Greeley, Horace, gazeteci 3 28.
Galileo, G., bilim adamı 295. Grillparzer, F. von, oyun yazarı 27 5.
Galler 86, 90, 121, 164, 209, 223, 246, 249. Griının Karde§ler, bilgin 291, 308, 3 15.
Galois, Evariste, matematikçi 304, 3 15. Grimm's Fairy Ta/es, 288.
Galvani, A., bilim adamı 303. Gröndland 297.
Galway, 182, aynca bakınız: İrlanda Guadalupe Meryemi 158.
Galyalılar 264, 3 13 . Guadet, M. E., politikacı 79.
Gandi, M . K., 154 Guardia Civil 2 1 1 .
Garibaldi, G., devrimci 74, 145, 149, 175. Guizot, E P. G., tarihçi ve politikacı 133, 253,
Gaskell, Bayan E. C., roman yazarı 283. 307, 330, 349.
Gaskell, P., yazar 223. Gujerat 154.
Gauss, K. F., matematikçi 304. Güney Afrika 60, 243, 340.
Gautier, Theophile, §aİr 275, 286-287, 292. Güney Avrupa 21, 26, 27, 1 13, 172, 197, 268.
Geijer, E. G., tarihçi 307. Gürcistan, bakınız: Rusya
Genç Almanya 135, 145, 147.
Genç Avrupa 135, 144, 147. Habsburg 33, 92, 101, l l l , 1 15, 126, 132,
Genç Hegelcileı; 271, 273, ayrıca bakınız: 136, 159, 1 70, 215, 350, 354, ayrıca
Hegel bakınız: Avusturya, Avusturya
Genç Polanya, bakınız: Polanya İmparatorluğu
Genç İskandinavya, bakınız: İskandinavya Haiti, bakınız: San Doıningo
Genç İtalya, bakınız: İtalya Halevy, Leon, Saint-Simoncu 216, 357, 361,
Gentz, F., Devlet Görevlisi 1 12, 251, 267, 363.
349, 355. Halkın Fermanı, 136, 23 1, ayrıca bakınız:
Geological Survey, İngiliz, 350. Chartistler
Gericault, Theodore, sanatçı 276. Hallam, H. F., tarihçi 307 . .

German Mytlıology, Griının 288. Halle 224, 354.


Giessen 302. Hambach Bayramı, (1832) 147.
Gioberti, V., yazar 253. Hamburg 18.
Girardin, Emile de, gazeteci 202, 219. Hamilton, Alexander, devlet adamı 9 1 .
Gironde 76. Hamilton, Sir W. R . , mateınatikçi 304.
Giselle,.bale 286. Ham/et 274, 283.
Glasgow 17, 43, 50, 222, 346-347, 354. Handel, G. F., besteci 282.
Glinka, M., besred 275, 277. Handsome Lake, Yerli peygamber (Amerikan)
Gloucestershire 227. 245.
Gobineau, J. A. de, yazar 3 13. Hanover krallığı 208.
DiZiN 3 7 1

Hard Times, DickeılS 204, 206, 353. Hussey, Obed, bulu§çu 164.
Harring, Harro, devrimci 14 5. Hutton, James, jeolog 3 10.
Haussa 244. Hıristiyanlar 22-23, 6 5 , l l 7 , ı 5 7 , 237, 245,
Hawaü 196, 243. 25 1.
Haxthausen, A. von, yazar 320,326, 350, 355. Hırvat, Hırvatistan ı 5 1, 159, 169.
'
Hay Wain, Constable 275. Hırvatistan Gazetesi, bakınız: İlirya Ulusal
Haydn, J., besteci 24, 275-276, 280, 282. Gazetesi
Hazlitt, W., yazar 254, 289. lndiana, 265, bakınız: Birle§ik Devletler
Hebert, J.-R, devrimci, Hebertistler 74, 82. lngres, J.-D., sanatçı 276, 294.
Hegel, G. W. E, filozof 90, 264, 269, 271- Irish Melodies, T. Moore 288.
273, 279, 284, 295, 3 18-319, 356, 361. lturbide, A., general ı 24, 324.
Heine, Heinrich, §air 215-216, 253, 275, 291. lvanovo 214.
Helenik, Hellas, Helenizm, bakınız: Yunan,
Yunanistan İberik Yarımadası, 92, 100, 105, 132, 138, 199,
Beligoland 1 14. ayrıca bakınız: İspanya, Portekiz
Helvetia Cumhuriyeti, bakınız: İsviçre İlirya 22, 102, 104, ı59.
Hepburn, Tomıny, madencilerin önderi 234. İlirya Ulusal Gazetesi 15 1.
Herder, J. G., filozof 90. İngiliz Bilim Geli§tirme Derneği 295, 302,
Hernani, Victor Hugo 290. 3 ı 8.
Herwegh, G., §air 291. İngiliz Kilisesi, bakınız: Anglikanlar
Hess, Moses, komünist 2 ı6. İngiltere'de İşçi Sıııfınııı Durumu, E Engels 36.
Hill, Rowland, bulu§çu ı87. İnsan Hakları, Thomas Paine 90-91, 241.
Hindistan, Hintli ı2, 16, 35, 43-45, 89, ı 15, İnsan ve Yımtaş Hakları Bildirgesi 69, 72.
1 18, ı21, ı s ı , 154( ı67, 1 76-180, ı82, İnsanlık Komedisi, H. de Balzac 36, 277.
198, 209, 242, 245, 287, 323, 326, 363. İran 245.
Hindu, Hinduluk 65, ı54, 244. İrlanda 7, 18-19, 24, 26-27, 33, 46-47, 59-
Hint İsyanı 123. 60, 64, 9 ı -94, 125-ı26, 138, 152-154,
Hint Okyanusu 35, 244, 321, 323. 160, 1 7 1 , 180-ı83, 187, 2 1 1, 222, 225,
Hint-Avrupalı 308-309. 234, 252, 296, 330-331, 364.
History of the Bohemian Language, Dobrovsky İrlanda Cumhuriyetçi Karde§lik Örgütü ı4 7.
288. İrokiler (Amerikan Yerlileri) 245.
Hobbes, Thomas, filozof 239, 255-257. : İrvingitler 248.
Hodgskin, Thomas, sosyalist 262. İskandinav sagaları 275.
Hoelderlin, E, §air 9l.Hofer,Andreas, Tyrollü İskandinavya 19, 22, 92, 99, 103, 142- 143,
gerilla 95, 1 74. 145, 1 72, 184, 1 94-195, 197, 199, 2 1 1 ,
Hoffmann, E. T. A., yazar 281, 346, 350,352. 330, aynı zamanda bakınız: Danimarka,
Hollanda (Dutch) 18-19, 22, 26, 33, 64, 91, Finlandiya, Norveç, İsveç
93-94, 102, 1 14, 121, 124, 142, 186, İskenderiye 195.
193- 194, 2 1 1 , 214, 240, 243-244, 246, İskoç Kilisesi 243.
326-327, 330, 340, ayrıca bakınz: Alçak İskoçya 19, 39, 91, 164, 183, 246, 286, 295,
Ülkeler 360.
Hollywood 202. İslam, İslami 12, 35, 65, 155, 158-ı60, 2 1 7 ,
Hong Kong 1 2 1 . 243-245.
Hugo, Victor, §air 275, 279-281, 287, 290, İspanya Cumhuriyeti (193 1-9) 90, 131.
332, 356-357. İspanya 19, 22, 24, 27, 33, 36, 44, 90, 93, 95,
Humboldt, Alexander von, bilinı adamı 15, 99, 103-ı06, 1 17, 124, 126, 130-133,
302. 167, 169, 1 7 1 - 1 72, ı84, 186-187, 195,
Humboldt, Wilhelm, von, yazar 270. 197, 2 1 1 , 276, 283, 287, 291, 322, 364,
Hünkar iskelesi Anla§ması 1 19. ayrıca bakınız: Devrim
Hunt, Henry, politikacı 129. İsveç ı8, 22, 25, 1 14-1 15, 132, 1 5 1 , 153, 168,
Huılyady Laszlo, opera 277. 170, 186, 19ı, 208, 288, 306-307.
372 DEVRiM ÇAGI

İsviçre 49, 9ı, 93-94, 99, ı05, 109, ı24, ı26, Katalik Kilisesi 102, 242, 246, 252, 325, 327.
ı32, ı42-ı43, ı45, ı47, ı69, ı 74, ı84, Kauffman, Angelica, ressam 283.
225, 302, 325, 3 3 1 . Kay-Shurtleworrh, Sir J., reformcu 223.
İtalya 1 6 , ı8-20, 22, 24, 26-27, 3 9 , 74, 76, Kazaklar 22.
85-86, 9ı, 93-95, 97, 99-103, ı ıo, 1 ı 5- Kazan 302.
ı ı 7, ı24, 126, ı 29-130, 132-135, ı40- Keats, John, §air . 281, 289.
14ı, 143-ı45, ı47-ı49, 152, ı56-ı59, Keltler 3 13.
167, 169, 1 7 1 - ı 72, ı 74, ı86, ı97, 199, Kepler, J., bilim adamı 3 ı8.
2 ı ı , 250, 253, 275-278, 282, 290-291, Kiel ı5o.
297, 302} 306, 360, 364. Kierkegaard, Se>ren, filozof 250.
Kinsky 24.
Jackson, Andrew, ABD Ba§karu ı24, 325. Klopstock, E G., §air 9 1 .
Jacksoncu Demokratlar 49. Koenigsberg 8, 27 2 , 3 ı 2.
Jacobi, C. G. ]., maremarikçi 304, 364. Kolokotrones, T., Yunanlı asi ı04, ı57, 358.
Jacquard, J. M., bulU§ÇU 39. Kolombiya 124, ı 58.
Jakobenler, Jakobenlik 64, 73, 78-8ı , 82, 9 ı - Kolowrat, Habsburg bakanı ı59.
94, ı 2 7 , 130, 1 3 7 , ı40, ı59, ı 74, 233, Komünist Birlik 142.
238, 269, 273, 290-29ı, 300, 330. Komünist Manifesto, Marx ve Engels ı2, 37,
Jamaika 258. 143, 263, 285.
Japonya 7, 27. Kongregasyonalistler, Independentler 24 7.
lardin des Plantes 3 17. Konsrantinopolis ı56.
Java Sava§ı 244. Kopenhag 150, 301, 3 18, 361.
Jefferson, Thomas, devlet adamı; Jeffersonculuk Korsika 85.
74, 245, 248, 269. ' Kosmos, A. von Humboldt 302.
Jena ve Auersraedr Sava§ı 99. Kosova 155.
Jirondenler 64, 77-80, 273. Kossurh, Louis, Macar önder 140, 153.
Jones, Sir William, §arkiyatçı 287, 308. Kosziusko, T., Polonyalı önder 91.
Joseph Il, Avusturya imparatoru, Josephcilik Krefeld 191.
32, 33, 1 70, 1 72, 2 10, 213, 364. Krupp 190.
Joule, James H., bilim adamı 301. Küba 167, 197, 260; 326.
Journal des Debats 203, 219, 294. Kubilay Han 287.
Journalfür Reine undAngeandte Mathematik 302. Kügelgen 153.
Jude, Martin, madencilerin önderi 234. Kutsal Roma İmparatorluğu 102.
Kursal İrrifak 1 15, 1 17-1 18, 132, 251 .
Kabilya 1 76. Kuzey Amerika 1 0 , 1 8 , 3 5 , 5 7 , 124, 165, 279.
Kafkasya, Kafkaslar ı2ı, ı 54-ı55, 2ı9, 245. Kuzey Avrupa 182, 238.
Kahire ı95. Kuzey Denizi 28, 249.
Kalevala 275, 288. Kuzeybatı Eyaletleri, bakınız: Hindistan
Kane Ridge, Kentucky 248. Kırgız 1 2 1 .
Kant, Immanuel, filozof 72, 90, 27 1-273, 3 10, Kırım Sava§! 1 13.
356. Kıra Avrupası Sistemi 99, 109- 1 1 1.
Kara George, Sırhistan Kralı ı55-156. Kızılderililer, bakınız Yerliler (Amerikan)
Karadağ ı 5 5.
Karadeniz 23, 156. Leben Jesu, D. E Srrauss 308.
Karaibler 22. Lablache, L., §arkıcı 203.
Karajic, Vuk S., yazın adamı 288. Lachmann, K. C., bilgin 242.
Karamzin, N. M., tarhçi 307. Laclos, P. A. E Choderlos de, yazar 280.
Karde§ Demokratlar 143-ı44. Lafayerte, Marquis de, aristokrat ve devrimci
Karraca 96. 78, 1 20, 349.
Katalanya, 197, 207, ayrıca bakınız: İspanya Lamarck, J.-B.-A. de M . , Chevalier de,
Katalik Birliği, İrlanda ı53. biyolog 31 O.
DiZiN 373

Lamartine, A. de, §air 275, 307, 3 14. Liverpool 28, 43, 55, 221, 226, 241 , 295.
Lambert Oteli 148. Livingstone, David, misyoner ve kii.§if 243.
Lamennais, H.-E R. de,.dini yazar 128, 252, Livonia 170.
291. Lobachevsky, Nikolai I., matematikçi 302,
Lancashire 12, 39, 43-45, 56, 137, 195- 196, 305.
227-228, 235, 328-329, 346-348, 354- Locke, John, filozof 257.
355. Lombardiya 19, 100, 106, 140, 190, 224.
Laııcashire Co-operator 228. London General Omnibus Company 194.
Laplace, P.-S., Marquis de,matematikçi ve Londra 8, 18-19, 109, 185, 202-203, 238, 243,
gökbilimci 238, 3 1 O, 3 17. 301, 321, 346-347, 349, 353-358.
Lardner, Dionysius, teknik yazar 109. Londra Makine Enstitüsü 301.
LatinAmerika 7, 16, 44, 62, 64-65, 1 13, 1 1 7, Lönnrot, E., bilgin 288.
124, 130, 136, 145, 157-158, 179, 186, Louis Philippe, Fransa Kralı 139, 253, 330.
260, 324. Louis XIV, Fransa Kralı 1 20, 266.
Latin Amerika Birle§ik Devletleri, bakınız: Louis XVI, Fransa Kralı 65, 71, 76.
Latin Amerika Louis XVIII, Fransa Kralı 1 14.
Lavateı; J. K., psikolog 91. Louisiana Sat!§ Anla§ması 325.
Lavoisier, A.-L., kimyacı 300, 303-304, 3 17. Louvre 278.
Lawrence, Sir William, cerrah 3 10, 3 13. Luddite (Makine Kırıcılar) 48.
Leatherstocking romanlar 289. Luebeck 102.
Leblanc, N., kimyacı 194. Lutheı; Martin, Lutherci 207, 220, 241, 253.
Lebrun, Mme Vigee, ressam 283, 345. Lyell, C., jeolog 3 1 1.
Leeds 233. Lyonlular 137, 219, 234, 236.
Leeds Mercury 204. Lyrical Ballads 274, 281 , 287.
Leipzig Sava§! 39, 100, 243, 355.
Leith 18. Macaristan, Macar 24, 92, 101, 139-141, 143,
Lenau, N., §air 289, 290. 148-149, 1 5 1 , 155, 159, 187, 276-277 ,
Lenin, V. I., 86. 289-290, 302, 305.
Leningrad, 282, aynca bakınız: St Petersburg Mackintosh, Sir James, politika yazarı 91.
Leopardi, G., §air 275. Madeleine 203, 282.
Leopold I, Belçikalıların Kralı 1 12, 308, 349. Madison, James, devlet adaını 9 1 . .
Lermonrov, M. Y., §air 288. Madras Gelirler Dairesi 1 77.
Lesseps, E de, mühendis 160. Madrid 18, 32.
Levant 1 18, 145, 156. Magdeburg 187.
Liberty on the Barricades, Delacroix 290. Mahmud II, Türk imparatoru 1 18.
Liberty, On, ]. S. Mill 290. Mahratlar 1 2 1 , 154.
Liberya 243. Mainz 93, 102.
Libya 155. Maisons-Lafitte 203.
Liebig, J., kimyacı 302. Maistre, Joseph de, siyaset kuraıncısı 268.
Liechtenstein 24, 101. Makedonya 155.
Liege 38, 64. Makine Enstitüsü 234.
Lieven, Lady 294. Malta 99, 1 14.
Life for the Tsar, A, Glinka 277. Malthus, T. R., iktisatçı 49, 178, 182, 205,
Liguria Cumhuriyeti, bakınız: İtalya 2 18, 224, 226, 259, 306, 3 16.
Liguria, 94, ayrıca bakınız: İtalya Manchester 36, 41, 43, 45, 50-51, 55, 1 10,
Lille 1 9 1 , 207 , 221, 353, 361. 200, 203, 207, 214, 221, 226, 23 1, 241 ,
Lindy, Jenny, §arkıcı 208. 3 2 1 , 346, 355, 357.
Lingard, J., tarihçi 307. Maııchester Guardian 204.
List, Frederick, iktisatçı 198, 291. Maııchester in 1 844, L. Faucher 207.
Liszt, Franz, besteci 208, 276, 283. Maııchester Times 204.
Litvanya 215. Manchester Yazın ve Felsefe Topluluğu 301.
374 DEVRiM ÇAGI

Mançu hanedam 34, 186. Mimtrelsy of the Scottish Border, Scott 2S8.
Manzoni, A., yazar 275, 291. Mirabeau, Comte G.-H. R de, devrimci 78.
Marat, J.-P., devrimci 74, 78. Mississipi 197.
Marseillaise 157. Misyoner Cemiyetleri 243.
Marsilya 222, 223. Moby Dick, H. Melville 289.
Martinovics, Ignatius, devrimci 92. Moğollar 104.
Marx, Karl, Marksizm 134, 142-143, 145, Moerike, E., §air 275.
185, 2 15-216, 249, 253-254, 264, 265, Moliere, J.-B.-P., oyun yazan 239.
269, 272-273, 284, 288, 291 , 307-308, Malokanlar 237, 246.
3 12, 3 18-3 19, 349-350, 355-356, 361. Monge, G., matematikçi 300.
Masque of Anarchy, Shelley 291 . Momoe Deklarasyonu 1 17 .
Massachusetts, 3 0 1 , aynca bakınız: Birle§ik Montpellier 67.
Devletler Monumenta Germaniae Historiae 30S.
Massacre at Chios, Delacroix 275. Moravya 99, 159.
Massacre in the Rue Tramııoııain, Daumier 290. Mörike, Eduard, §air 294.
Maudslay, Henry, mühendis 295. Mennonlar 248.
Maupassant, G. de, yazar 202. Moming Post 63.
Mayo, 182, ayrıca bakınız: İrlanda Moselle 169.
Mazzini, G., devrimci; Mazziniciler 74, 135, Moskova 100, 104.
140- 141, 144-145, 147-14S, 269, 273. Mozart, W. A., besteci 69, 274, 2S1-2S2, 285.
McAdam, J. Loudon, mühendis 39. Mueller, Adam, yazar 25 1 .
McCormick, Cyrus, bulu§ÇU 164. Muette de Portici, opera, Auber 277.
McCulloch, J.R., iktisatçı 51, 205, 2S5. Mulhouse 191, 207.
Meckel, Johann, doğa filozofu 3 12. Murat, J., asker 9S.
Mecklenburg 106. Musset, Alfred de, §air 275, 281 , 291.
Medeni Kanun, Fransız, S6, 103. Mısır 7 , 12, 99, 1 13 , 1 19, 160, 167, 198, 245,
Medina Sidonia, düklüğü 24. 265, 308, 363.
Mehmet Ali, Mısır hakimi 12, 1 19, 160, 245,
265, 363. N apoleon Bonaparte, Fransa imparatoru 20,
Mekke 244. 5 !-56, 6S, 75-79, s ı , 84-9 1 , 94, 98-102,
Meksika 121, 124, 136, 1 5S, 174, 324, 355. 104, 106, l l l , 1 13-1 14, 1 17 , 1 20, 124-
Melicourt, T. L. Peacock 274. 127, 160, 1 7 1 , 181, 213, 225, 257-259,
Melville, Herman, yazar 275, 289. 264, 291, 293, 297, 301, 309, 3 1 0, 322,
Mendelssohn, Moses, reformcu 2 14. 3 3 1 , 35L
Mendelssohn-Barrholdy, E, besteci 215. Napoleon III, Fransa imparatoru 2 1 7 .
Merimee, P. yazar 2S7. Napali ı s , 3 2 , 94, 102-103, 124, 14P, 169,
Metodistler 246-249. 1 7 1 , 1 74-175, 242.
Mettemich, Prens C., devlet adamı 1 13 , 1 2 1 , Nash, John, mimar 282.
123, 128, 25 1 , 267, 349. Nasmyth, James, bulu§ÇU 184, 295, 357.
Mevsimler, Haydn 275. Natioııal Holiday and Congress ofthe Productive
Meyer's Conversatiom Lexicon 295. Classes, William Benbow 229.
Meyerbeer, G., besteci 2 15. aturdl History ofMan, Lawrence 3 1 !.
Michelangelo, sanatçı ve heykeltıra§ 2S2. Navarre 70, 174.
Michelet, Jules, tarihçi 234, 2S7, 291, .307. Neptüncüler 3 1 !.
Mickiewicz, A., §air 14S, 275, 291. Nerval, G. de, §air 283.
Mignet, E-A.-M. , tarihçi 307. Nestroy, Johann N., oyun yazan 136, 275.
Milano 1 4 1 , 192, 353, 355. . Netherlands, bakınız: Hollanda
Mill, James Stuart, filozof 39, 129, 204, 256, Neue Rheinische Zeituııg 143, 349.
260-261 , 285, 3 12. New England, 165, ayrıca bakınız: Birle§ik
Miller, William, Yedinci Gün Adventisti . 248- Devletler
249. New Harmony 265.
DiZiN 375

New Lanark Fabrikalan 45. Padua ı95.


New View ofSociety, R. Owen 263, 356. Paganini, N., kemancı 208.
New York 18, 145, 248, 347, 353. Paine, Thomas, broşür yazan 64; 91, 128-
Newman, J. H., karelinal 252. 129, 241 , 249, 269, 297.
Newport 235. Paisley 226.
Newton, lsaac, bilim adamı 270. Palacky, F., tarihçi 150, 307, 3 15.
Ney, Marshal, asker 85, 98. Palerıno 329, 3 3 1 .
Nicholas I, Rus Çan 1 14, 145. Palmerston, Viscount, politikacı 1 13, 120, 321.
Niebuhr, B. G., tarihçi 307, 361. Palmyra, N. Y. 248.
Niepce, ].-N., bulu§çu 194. Paıı Tadeusz, Mickiewicz 275.
Nijniy Novgorod ı88. Pandeı; C. H., bilim adamı 3 12.
Nikaragua 242. Pandurlar 22.
Nodier, Charles, yazar 279. Pangloss, Dr. 4ı, 259.
Norfolk ı8. Papa, Papalık .94, 102, 134, ı52, 174, 210,
Norman İstilası 3 13. 220, 253, 330.
Normandiya 46. Paraguay, 124, aynı zamanda bakınız: Arjantin
Nortlıerıı Star, Chartizm'in yayın organı 235- Paris ı 7-19, 64, 71-73, 75, 77-8 1 , 83-84, 86,
236. ıoo, 125, ı31, ı39, ı44-ı46, ı48, ı 5 1 ,
Northumberland 235. 185, 194-ı95, 202, 2ı6, 223, 229, 232- .
Norveç 1 14, 168, 186, 243, 246, 302, 340. 233 , 238, 281, 285, 298, 3 2 ı , 330, 332,
Norwegiaıı Folk Tales 288. 345, 348, 353-357, 360, 362.
Norwich 227, 297. Paroles d'wı Croyaııt, Lamennais ı28, 252.
Notre Dame'ııı Kamburu, Victor Hugo 287. Pasifik 196, 243, 324.
Notringham 226. Paul I, Rus Çarı 323.
Novalis, F. von, §air 275, 279-280, 285, 356. Paul, Jean, yazar 275.
Novum Testameııtum, Lachmann 242. Pauw, Comelius de, Hcllandalı bilgin 91.
Peacock, T. L . , roman yazan 234, 274, 305.
O'Connell, Daniel, milliyetçi 153-154. Peel, Sir Robert, politikacı 203.
O'Connor, I:eargus, Chartist 153, 235. Peloponisos, 157, ayrıca bakınız: Yunanistan
O'Higgins, Bemardo, devrimci 124. Pereire kardeşler, banker ı90, 194, 216.
Oberoıı, Weber 275. Peranne 18.
Odessa 157. Perthes, J. Boucher de, arkeolog 3 1 I.
Oersted, Hans Christian, fizikçi 303, 3 18. Peru 124, �58, 179.
Ohio, 187, ayrıca bakınız: Birle§ik Devletler Pestalozzi 9 I.
Oken, Lorenz, doğa filozofu 3 18. Peterloo 23 1, 29 I.
Olomouc ı59. Petoefı, S., §air 276, 281 .
Oregon, 12 ı, aynca bakınız: Birleşik Devletler Philike Hetairfa ı57.
Orta Avrupa 16, 46, ı56, 167, 184, 199, 238, Pickwick Papers, C. Dickens 275.
328-329, 33 ı . Piedmont, 102, ı52, ayrıca bakınız: İtalya,
Ortadoğu 35, ı 2 1 , aynı zamanda bakını: Savoy
Levant Pisa 295.
Ortodoks Kilisesi ı56, 25 I. Pius IX, Papa 134.
Ossian 286. Platen, Graf.A. von, §air 275.
Otuz Yıl Savaşları 105. Plymouth 18.
Owen, Robert, sosyalist 45, 128, 133, 136- Poe, Edgar Allan, yazar 275.
137, 229, 233-234, 24ı , 262-263, 265, Polanya Demokrasi Cemiyeri 140.
284, 297, 356. Polanya, Polonyalı 19, 23-24, 3 ı , 76, 80, 85,
Oxford 39, 301, 3 1 1 , 355-356, 358. 91-93, 97, ıoo, 103, 105, 1 15- 1 16, ı20,
Oxford Hareketi 249, 252, 286. ı24, 130, 132-135, 139-ı4ı, ı43, ı45,
147-ı48, ı5o, ı52, 159, ı74, ı97, 215,
Ölüm ve Genç Kız, Schubert 275. 275-277, 291.
376 DEVRiM ÇAGI

Polytechnique, bakınız: Ecole Polytechnique Reform Klübü 202.


Poıneranya 18, 165. Reform Yasası (1832) 125, 127, 133, 137-
Portekiz, 18, 19, 35, 38, 44, 64, 102, 124, 132, 138, 23 1, 298.
1 52, 158, 184, 186, 244, 325, aynı Refom1asyon l l, 267, 270, 286.
zamanda bakınız: Latin Amerika Ren Konfederasyonu 97.
Potocki, J. 24. Ren, Ren Bölgesi 91, 94, 99-100, 103, 1 16,
Poznania 141. 143, 207, 243, 286.
Prag 159, 216, 301, 360. Requiem, Berlioz 2 7 5.
Praz, Mario 283, 3 56. Restorasyon 1 28-129, 1 3 1 , 133-134, 137,
Prentice, Archibald, gazeteci 204. 201-202, 290.
Presbiteryen 24 3, 246-24 7. Reuter, Fritz, yazar 106.
Presse, La, 203. Revolutioııs de Fraııce et de Brabant, Camille
Prichard, J. C., fizikçi ve etnolog 3 13 . Desmoulins 93
Priestley, Joseph, kimyacı)O, 90-91, 206, 303. Reynolds, Sir, ]., ressam 280.
Principles of Geology, Lyell 3 1 1. Rhigas, K., devrimci 92, 157.
Principles of Political Ecoııomy, Ricardo 34 7. Ribbonmen, İrlanda Gizli Cemiyeri 138.
Proceedings of the American Philosophical Society Ricardo, David, iktisatçı 178, 224, 258-260,
302. 262-263, 273.
Proceedings of the Royal Society 302. Riemann, G. F. B., matematikçi 305.
Promessi Sposi, Marızoni 275. Riga 3 1 2.
Protestan 93, 153, 166, 213-214, 221-223, Robespierre, Maximilien, devrimci l l , 20, 76,
240, 242-243, 245-248, 251-253, 297, 78, 80-85, 93, 127, 195, 239, 269, 280.
3 16, 355. Rochdale 137, 225, 235.
Prusya 20, 39, 66, 85, 92, 97-99, 101, 103, Rodney, Adrniral G. B., 235.
1 14-1 16, 120, 134, 141, 150, 165, 167, Rodtigues, Olinde, Saint-Simoncu 216.
170-171, 173, 182, 186, 191-193, 224- Roland, Madame 79.
225, 251 -252, 272-273, 301, 330, 340, Roma, Romalı 17, 24, 54, 7 5, 94, 96, 240,
351. 242, 252, 280, 326, 329, 360.
Public Record Office 307. Romagna, 1 72, 174, ayrıca bakınız: İtalya
Pugin, A. W. N., mimar 286. Romanrikler, Romantizm 266, 269, 279-281,
Purkinje, J. E., fizyolog 312. 283-284, 289-290, 292, 294, 3 19.
Puşkin, A. S. §air 274-275, 277. Romimya 126, 141, 1 5 1 , 156, 167.
Ronda 297.
Quakedar 24 7. Rosa, Salvator, ressam 282.
Quarterly Review 3 10. Rosrnini, A., Katolik yazar 253.
Quartier Latin, 281, ayrıca bakınız: Paris Rossini, G., besteci 276, 282.
Quesney, F., iktisatçı 39. Rothschild; Meyer, Amschel, banker 109.
Quetelet, L.-A.-J., istatisrikçi 306. Rothschild, Narhan M., banker 109.
Rothschildler, banker 108-109, 215, 293, 296,
Rachel, aktris 2 15. 323.
Radcliffe, Bayan A., roman yazarı 283. Roubaix 226.
Radetzky, ]. von, asker 140. Rouen 191, 295.
Radziwill 24. Rousseau,
. Jean-Jacques, yazar 81, 87, 92,
Ragusa, 169, ayrıca bakınız: İlirya 239, 264, 268-269, 272-273, 279-280,
Raimund, Ferdinand, oyun yazarı 136. 288, 3 1 7.
Rajputlar 121. Roy, Ram Mohan, reformcu 65, 245.
Ranke, Leopold von, tarihçi 308. Royal Society 302, 356.
Rawlinson, Sir H. L., asker 308. Royron Temperance Sernineri 221.
Recamier, Portrait ofMadame, ].-L. David 275. Ruhr, 94, 190, ayrıca bakınız: Berg Büyük
Recherches sur !es ossements fossiles, Cuvier 3 10. Dükalığı
Reform Geçirmiş Hollanda Kilisesi 243. Rumford, Kont Benjamin 301.
DiZiN 377

Rus Devrimi (191 7) 64, 201 . Senegal 244.


Ruskin, John, yazar 291 , 295. Sentimeııtal Educaıion, Flaubert 292.
Russell, Bertrand, filozof 3 54. Seraing 19 1.
Rusya, 19, 23-24, 27, 35, 38, 54, 64, 85, 92, Sevilla 18.
97-100, 103, 106, 108, 1 13 - 1 20, 124, Seylan 1 2 1 .
129-130, 133-134, 140, 148, 150-151, Shakespeare, William, oyun yazarı 82, 254,
- 156-159, 167, 170, 179, 186, 197, 2 1 1 , 280.
2 12, 214, 221, 246, 25 1 , 275-277, 292, Sheffield 226, 23 1 , 241 , 354.
304, 307, 320, 323, 326, 329, 3 5 1 , 364, Shelley, P. B., §air 280-281 , 290-291.
ayrıca bakınız: Kafkasya, Finlandiya, Sicilya 15, 18, 24, 26, 1 14, 167, 169, 171-1 72,
Polonya 323, 33 ı.
Rut!and 226. Sidi Muhammed bin Ali el Sunusi, 245.
Ryotwari sistemi 177. Sierra Leone 24 3.
Salıra (Büyük) 245. Sieyes Abbe, E.-]., politikacı 70.
Saint-]ust, L. A. L. de, Jakoben l l , 15, 63, Sihirli Flüı, Mozart 69, 277.
78, 82-83, 89, 130, 140, 265, 348, 351. Sihler 121, 15 4.
Saint-Quentin 20. Silezya 47, 192, 193, 220, 224-225, 33!.
Saint-Siınon, Kont Claude de, politika yazarı; Simon, Sir J., sağlık reformcusu 49, 52, 1 24,
Saint-Simoncular 1 60, 194, 2 16, 239- 137, 158, 160, 194, 216, 223, 239-240,
240, 262, 265, 284, 291 , 296, 307, 328, 262, 265, 284, 291, 296, 307, 328, 353,
357, 361. 357, 361.
Sakson, Saksonya 23, 38, 46, 97, 100, 106, Sind 1 2 1 .
1 16, 153, 1 9 1 . Singapur 1 2 1 , 326.
Salicetti, A . L . , Jakoben J94. Sismondi, C.-L.-S., iktisatçı ve tarihçi 49,
Sallustius 239. 263.
Salzburg 102. Skanderberg, Arnavut kahraman 155.
San Domingo 80, 102, 2 19. Skoptsi 246.
San Martin, J. J., devrimci 124, 158. Slav 20, 133, 139, 141, 155, 158-159, 3 1 2 .
Sand, George, roman yazarı 283. Slovenya 22, 169.
Savigny, E K. von, hukukçu 308. Smiles, Samuel, yayıncı 204, 205, 221, 353,
Savoy, 3 2 , 9 1 , 99, 102, 1 34, 135, ayrıca 357.
bakınız: Piedınont Sith, Adam, iktisatçı 39, 257-258, 260, 2 7 1 .
Say, ]. B., iktisatçı 1 5 1 , 230, 241 , 254, 260, Smith, Joseph, Mennonların kurucusu 248.
263. Smith, William, mühendis 3 10.
Scheldt Nehri 1 14. Societe Generale pour favoriser l'Industrie
Schelling, E W. ]., filozof 90, 271, 3 !8. Naıionale des Pays Bas 193.
Schiller, E, §ait 90-91 , 271 , 275. Southey, R., §air 90, 289.
Schinderhannes, Germen haydut 2 16. Soyer, Alexis, §ef 202.
Schinkel, K. E, mimar 282, 295. Spa Fields 231.
Schlegel, A. W. yazar 281 . Speenhamland Sistemi 182, 220.
Schleiden, M., biyolog 304. Spithead 9 1 .
Schleswig-Holstein 150. SSCB, 24, ayrıca bakınız: Rusya
Schmerling, A. de, arkeolog 31 1. St Andre, Jeanbon, Jakoben 79.
Schoenbom 24. St Petersburg 32, 187, 202.
Schubert, F., besteci 274-276, 281, 285, 361 . St Quen 295.
Schuınann, R., besteci 275. Stael, Madame A.-L.-G., yazar 283.
Schwann; T., biyolog 304. Staffordshire 22 7.
Schwarzenberg 24. Sıaıisıler 93.
Scott, Sit Walter, roman yazarı 275, 286, 288, Stendhal, H. Beyle, yazar 201, 276, 283, 362.
323. Stephenson, George, mühendis 54, 205, 300,
Sedlnitzky, J. Graf, Habsburg bakanı 159. 353.
378 DEVRiM ÇAGI

Stewart, Dugald,. filozof 296. Toussaint-Louverture, devrimci · 80.


Stockholm 32, 301, 360. Trafalgar Savaşı 99, 206.
Stockton-Darlington Demiryolu 54. Traite Elemeııtaire de Chimie, Lavoisier 303.
Strasbourg 17, 83. Treves 102.
Srrauss, David E, tannbilimci 242, 308, 364. Trieste 22, 159.
Sturge, Joseph, Quaker 139. Tripoli 245.
Sudan 244. Tübingen 242.
Suriye 99, 104, 245. Tuna 23, 155-157, 187.
Süveyş 1 2 1 , 160, 296. Turgenyev, I. S., roman yazan 276.
Suvorov, general 98. Turgot, A.-R.-J., iktisatçı 39, 65, 346.
Sydney 321. Türk İmparatorluğu 1 13 , 154-156, aym za-
Systeme de la Nature, d'Holbach 256. manda bakınız: Balkanlar, Bulgaristan,
Sırplar, Sırbistan 1 19, 155-156, 324. Bosna, Mısır, Yunanistan, Romanya,
Szechenyi , Kont 149. Turııer, ]. M. W., ressam 276.
Tyneside 54.
Şamil, Kafkaslı önder 155, 245. Tyi-ol 95, 1 74, 250.
Şili 124.
Üçüncü Cumhuriyet (Fransa) 239.
Tableau de l'i!tat physique et moral des oıwriers, Üçüncü Tabaka 68, 70· 7 1 .
Villenne 3 6. Udolpho, Castle of, Bayan Radcliffe 295.
Tahiri 288. Uhland 291.
Tahıl Yasalan 5 1 , 329. Ukrayna 24, 1 18, 139, 174, 197, 246.
Tahıl Yasasma Karşı Birlik 204. Ulsrer, bakınız: İrlanda
Taiping 123, 245. Ulusal Galeri, Londra 278.
Talleyrand, Prens C. M., diplomat 1 13, 201, Ulusal Konvansiyon, Fransa 77, 80.
202. Ulusal Muhafızlar 144.
Talma, aktör 203. Ulusların Zenginliği, Adam Smith 258.
Tatarlar ·22. Umbria, 22, ayrıca bakınız: İtalya
Taylor, Edward, gazeteci 204, 358. Ümid Burnu 35.
Tecumseh, Yerli şef 245. Üniteryan 204.
Tegner, E., bilgin 288. Urallar 1 2 1 .
Teigmnouth, Lord 1 77. Uranüs, gezegen 299.
Telford, Thomas, mühendis 39, 90. Ure, Dr. Andrew, yayınet 3 1 1 .
Tennyson, Alfred, Lord, şair 29 l . Uruguay 124.
Terör (dönemi) 78-79, 91. Urah, 248, ayrıca bakınız: Birleşik Devlerler
Thackeray, W. M., roman yazan 276. Uttar Pradeş, 179, 3 51, ayrıca bakıruz: Hindistan
Thackrah, C. T., doktor 223. Uzak Doğu, ayrıca bakınız: Asya
Theory ofthe Earth, ]. Hutton 3 10.
Thierry, Augustin, tarihçi 307, 3 1 3 . Vahabiler, 245, ayrıca bakınız: Bedeviler
Thiers, L.-A., tarihçi ve politikacı 307. Valladolid 18.
Tilak, B. G., Hint milliyetçisi 154. Valmy Bombardımanı 77.
Tilsit Anla§mast 99-100. Varennes 75.
Tocqueville, Alexis de, yazar 261, 326. Varşova Büyük Dükalığt 103.
Tolpuddle Şehitleri 134, 23 l. Vendee 95.
Tolstoy, Kont L. N., yazar 276. Venedik 19, 102, 1 15, 195.
Tory 1 13 , 125, 203, 248, 266, 280, 303, 3 10. Venezüela 124, 158.
Toskana, 22, ayrıca bakınız: İtalya Veracruz 18.
Töronlar 264, 3 13. Verdi, G., besred 274, 276-277, 291.
Tour de France 20. Vergennes, C. G., Comte de, devlet adamı
Tours in England and Wales, Arthur Young 36, 104.
346. Vergniaud, P. V., Jironden 79.
DiZiN 379

Verona 195. Wilson, Harriete, fahişe 203, 294, 347.


Victoria, Kraliçe 7 8, 1 12. Wiltshire 226.
Vigny, Alfred de, şair 89, 275. Wingate, Yerli İşleri Sorumlusu (Amerikan)
Villerme, L. R., toplumsal araştırmacı 36, 177.
2 1 7, 223. Woehler, E, bilim adamı 304.
Vftkovice 190. Wordsworth, William, şair 274-275, 280, 287,
Viyana 23, 92, 136, 145, 148, 1 5 ı , 156, 202, 289, 356.
2 16, 238, 297, 301. Workingmen's Party (Amerikan İşçi Parrisi)
Volga Nehri 22. 135.
Volta, Kont A., bilim adamı 303. Wurtemberg 97.
Voltaire, E-M. A. de, yazar 4 1 , 269, 295,
3 1 7. Yahudiler, Yahudilik 20, 74, 149, 207, 214-
Vonckistler, Belçika'da bir parti 93. 216, 252-253, 361.
Yapı Ustaları Sendikası 230.
Wade, ]., yazar 263, 347. Yararlı Bilginin Yayılması Cemiyeri 295.
Wagner, Richard, besteci 274, 276-277, 283. Yaradılış, Haydn 275, 309, 3 ı 1 .
Wagram Savaşı 99. Yarımada Savaşı 152.
Walleıısteiıı üçlemesi, E S chiller 2 7 l . Yazışma Demekleri 91.
Washington, George, Amerikan Başkaru 9 1 , Yedi Yıl Savaşları 34.
235. Yedinci Gün Adventistleri 248.
Waterloo Savaşı 100. Yerli (Amerikalı) 22, 93, 158.
Watt, James, buluşçu 30, 36, 39-40, 90, 206, Yerliler (Amerikan) 22, 136, 158, 165- 166,
321. ı 79, 245, 288.
Weber, K. M. von, besteci 275-276, 286. Yorkshire 4 1 , 233, 235.
Wedgwood, Thomas 29, 30, 206, 295. Young, Arthur, tanıncı 36, 59.
Weerth, 0., şair 291. Young, O. M., 206.
Weimar 192, 294. Yugoslavya ı55.
Weitling, W., komünist 24 l . Yunan Adaları 1 ı 4.
Wellington Dükü 202-203. Yunanistan, Yunan 92, 1 13, 1 17, 124, 126,
Wesley, John, 134, 243, 246-247, 249, ayrıca 130- 1 3 1 , 145, !56-ı58, 324.
bakınız: Metodistler , Yunanseverlik, 1 3 0 - 1 3 ı, ayrıca bakınız:
Westphalia Krallığı 94. , Yunanistan
Wheatstone, Sir C., buluşçu 3 2 1 .
Whigler 1 25, 154, 280. Zagreb ı s ı .
Whiteboys, İrlanda gizli cemiyeri 138. Zanzibar 196.
Wieland, C. M., şair 9 1 . Zenci 22, 80, 136, 228.
Wilberforce, W. , reformcu 91, 240. Zerdüşti 245.
Wilkinson, John, demir ustası 90. Zerdüşritik 245.
William I, Birleşik Hollanda Kralı 193. Zooıwmia (1794), E. Darwin 3 ı O.
Williams, David, reformcu 354. Zurich 99.

You might also like