You are on page 1of 9

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

SOSYOLOJİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI


POST-MODERNLİĞİN SOSYOLOJİSİ DERSİ

Postmodernizm ve Toplum Bilimleri, P. M. Rosenau


Kitap Özeti

Hazırlayan: Nezire Demir


Nisan, 2016
GİRİŞ
Aydınlanma düşüncesi ile kutsalın bağlamından çözülen insan, yeryüzünde kendi özerkliğini
ilan etmiş ve kutsaldan devşirdiği her türlü meşruiyeti yeryüzünde kendi eliyle inşa etmeye
başlamıştır. Hakikatin muhatabı olmaktan hakikatin üreticisi olmaya başladığı bu döneme
bakıldığında hakikatin ne olduğuna ilişkin sorunsalın ana mesele olduğu dikkat çekicidir.
Bununla birlikte hakikate nasıl ulaşılır ya da ulaşılabilir saf bir hakikat var mıdır soruları da
cevabını bekleyen sorular arasındadır.

Anthony Giddens tarafından modernizmin radikalleşmesi şeklinde tarif edilen postmodern


kuram bu sorulara modernizmin aksine olumsuz yanıt verir. Modernlik hakikati ve ona
ulaşmayı kendince bazı yordamlar marifetiyle mümkün görürken postmodernizm bütün bu
yordamaların modernizmin kendi hüsn-ü kuruntusu olduğunu ve her hangi bir anlatıdan öteye
geçemediklerini savunur. Hakikat düşüncesinin sallantıda bıakıldığı yeni dönemde hakikatin
temsili de mümkün görünmemektedir.

Çizgisel ve ilerlemeci tarih anlayışı terk edilir. Çünkü çizgisellik bir başlangıcı ve bir sonu
imler. Bu imleme öze dayalı bir üst anlatı olmaksızın temellendirileyeceği için
postmodenizmde yeri yoktur. Modernizmin büyük anlatılara dayalı, idelojik söylemlerinin
yerine getirelmemiş vaadler olduğunu düşünür. Postmodernizme göre kesin anlamlar yoktur,
farklı bakış açılarının perspektiflerini bize aktaran söylemler vardır. Bu söylemler arasında
hiyerarşik, doğal bir üstünlüğü imleyen hiçbir gösterge bulunmamakta, belli bir merkeze ait
olamayan iktidar güç mücadeleleri ile kazanılmaktadır.

Postmodernizm her şeyi bir metin olarak görürken metni de yazarından bağımsız
değerlendirmeye davet eder. Bu yolla yazarın okuyucu ve anlam üzerindeki baskısı
buharlaşacak, okuyucular çoksesli bir ifade zeminine erişebileceklerdir. Bununla birlikte
modern inşanın bir unsuru olan özne görüngüsü de iptal edilir. Modern özne kendini
kurgulayan düzene uyum sağlamaya otonom bireylere karşılık gelmektedir. Postmodern birey
ise buna göre kendiliğinden bir salınım ile hayatı deneyimler.

Hayat deneyimini kapalı sistemler haline getirmeye dönük her türlü hiyerarşik, dizgesel,
bütüncül anlatının buyurganlığına karşı çıkılır. Çünkü bu iktidarı meşru kılacak söylemden
öte nesnel bir veri olduğu kabul edilmez. Postmodernizm gerçekliğin bütüncül yapıda
olmadığını yapısöküm yöntemiyle onu vücuda getiren parçaları ortaya çıkararak ispat ettiğini
düşünür. Bütün normları alaşağı etmeye hevesli postmodern kuramda toplumsal ilişkilerin
düzenlenmesi ve bilim yapma yöntemleri hakkında herhangi bir öneri sunulmadığı dikkat
çekicidir. Bu yönüyle postmodernizm eleştirel fakat kurucu ilkeler taşımayan bir bakış açısı
hükmündedir.
POST-MODERNİZM ve TOPLUM BİLİMLERİ

Yazar, kitabında genel olarak modernizm ve post-modernizm arasında karşılaştırmalar yapmış


ve post-modernizmi kendi içinde, şüpheci ve olumlayıcı olmak üzere iki bakış açısı üzerinden
incelemiştir. Post-modernizmin, modernizmi eleştirdiği ve ona yenilenme fırsatı sunduğu
alanları öne çıkarmakla birlikte kendi açmazlarını da gözler önüne sermiştir. Aynı zamanda
toplum ve insan bilimlerine getirdiği yeniliklere ve siyaset üzerindeki etkilerine de
değinmiştir.

Yazar, çalışmasına modernizm ve post-modernizm arasındaki temel farklılıkları inceleyerek


başlar. Modernizm, belirlenimcilik, birlik, sentez, basitlik, genellik ve nedensellik gibi
kendini rasyonel kesinlikler ile tarif ederken post-modernizm kendini bu kaidelerin karşısında
konumlandırır ve onların yerine belirlenemezlik, çeşitlilik, farkılılık, karmaşıklık, biriciklik ve
metinlerarasılık gibi nispeten tikel ve yereli vurgulayan kavramlar tercih ederek eleştirel bir
duruş sergiler. Modernizm kesin bir hakikat olduğu ve doğru yöntemlerle ona
ulaşılabileceğini savunurken post-modernizm bu savı kabul etmeye yanaşmaz ve hakikati
bulanık ve ulaşılmaz bir noktada bırakır. Bilimsel çalışmaları derinden etkiyelecek hakikat
probleminde şüpheci post-modernistler bu kavramın tamamen olanaksız olduğunu olumlayıcı
post-modernistler ise yerel şartlara görece sürekli değişken hakikatlerin olabileceği görüşünü
öne çıkarır. Post-modernizm nesnel bilginin imkânı ve kesin bilgiye erişimi hedefleyen katı
araştırma yordamlarına da inanmaz. Bilgiyi daha sofistike algılar ve tek doğrunun ilanı
şeklinde sunmaz. Aydınlanma ile başlayan rasyonelleşme akımının toplumda özgürleştici
olmaktan çok baskı ve kısıtlamalara sebep olduğunu, düşünsel süreçlerin doğal bir yansıması
gibi görünen şeylerin inşa ve kurgu olduğu vurgusunda ısrar eder. Bu bağlamda büyük
anlatıları taşıyan söz merkezci yaklaşım da onun için kabul edilebilir değildir. Netleştirmek
gerekirse; post-modernizm, modernizmi vaadlerini gerçekleştirememekle itham eder. Teknik
ve rasyonel gelişmeler beklenilen refahı getirmedi. Modern bilimsel gerçekler, formel
standartlarını kendi de sağlayamadı ve sonuçları itibariyle de güçlüyü haklılaştıran bir yapı
sundu. Bilimin her soruna çözüm getirebileceği inancının sarsılması ve bununla birlikte
mistik-metafizik alanları yok sayması da onun kurduğu sistemin boşlukları olarak anıldı. Son
olarak etik alanda sessiz kalması kendisine duyulan güveni yeniden gözden geçirmeye itti.1

Post-modernizm, modernizmi söz konusu rasyonelliğinin sahte oluşu ile vurur. Bu bakımdan
şüpheci post-modernistler rasyonellik iddiası taşıyan modern düzeni tamamen yıkma
eğiliminde olurken olumlayıcı post-modernistler ılımlı bir yaklaşımla birden fazla gerçekliğin
mümkün olduğunu savunur. Modern kesinliği desteklemezler, onun yerine farklı ihtimallerin
ve çoklu imkanların varlığından söz ederler. Genel itibariyle şüpheci post-modernizm
yaşamdan ümitsizken olumlayıcılar bazı şeylerin değiştirilip düzeltilerek de olsa dünyanın
yaşanabilirliğine işaret ederler. Bu açıdan şüphecilerin yıktıkları düzene bir alternatif
sunmazken olumlayıcıların hayatı iyileştirebileceklerine inandıkları bazı tekliflerle öne
çıktıkları görülür.

Çalışmanın ikinci adımında yazar, büyük anlatıların önemini reddeden post-modernizmin ana
kurgusunda yer alan bir savunu ile devam eder. Ona göre her şey bir metindir2 ve metnin
yazarı onu anlama bağlamından çıkarılmış durumdadır. Metin, okuru ile etkileşime geçerek
anlam kazanır; boşlukları dolar ve mesajı alıcıya ulaşır. Her okurun aynı şekilde anlaması
gereken nesnel bir örüntü barındırmaz bu metin, daha çok her okurla yeniden anlamlanma
sürecine girer. Okuma edimiyle ortaya çıkan anlam(a)lar arasında hiyerarşik bir değer ölçütü
bulunmaz. Okumanın amacı ise bir hakikate ulaşmak değil hazdır.3

Modern yazarın ayrıcalıklı söz sahibi ve normatif rolü burada görülmez. Modern yazara
atfedilen bilen ve karar veren fail kimliğinden uzaklaşılmıştır. Dolayısıyla metni
anlamlandırmak için yazarın kişiliğinin ya da yazma niyetinin keşfi gereksizdir. Metinle ilgili
son sözün yazara verilmiş olması da post-modernistlere göre hatadır,4 ayrıca yazar metninin
sonuçlarını önceden kestiremeyeceği için de metnin maksadı onun tahayyülünü aşmaya her
zaman açıktır. Yazara yapılan bu ciddi itirazların bir sebebi de yazarlığın bir ortaçağ icadı
olduğu fikrinde birleşir. Özellikle bilimsel alanda ortaya çıkan yazarlık bir metnin
inandırıcılığını artırmak için kullanılıyordu.5 Avrupa’da Reform süreci ve tercüme faaliyetleri
ile birlikte anılır olması da dikkat çekicidir.6 Bürokratik süreçlerin gayri şahsî yapısının bir
parçası olan yazarlık söz-merkezci bir görüşün aracı olarak görüldüğü için de post-modern

1
Age s. 29
2
43, 49
3
50
4
52
5
53
6
54
düzlemde özgün bir edim olarak kabul görmemektedir.7 Yazarın saf dışı bırakılması toplum
bilimleri açısından da önem arz eder. Yazarın ölümü ile imlenen failin, otoritenin, hesap
sorulabilirliğin ve nedenselliğin yıkımıdır.8 Nedenselliğin olmayışı toplum bilimlerinin
imkanını sorgulanır düzeye çekmiş olur.

Modern metinle sağlanmaya çalışılan kesin bilgi aktarımı post-modern metinde muğlak bir
forma bürünmüştür ve bu durum hoşnutsuzluk yaratmaz. Bu muğlaklık içinde şüpheci post-
modernistler bekleneceği üzere nesnel bir okuma yapılmasını imkansız görür ve hiçbir
okuma-anlama biçiminin diğerinden üstün olamayacağını söyler. Olumlayıcılar ise post-
modern metnin yazılabilir metin olduğunu dolayısyla her okumada çeşitli anlamlar
çıkabileceğini kabul ederken hepsinin eşit değerde olacağını düşünmezler.9 Post-modern
metnin bağlamından bağımsız olduğu düşünülür.10

Modern okura biçilen görev metnin hazır mesajlarını alımlamaktır. Post-modern okur ise
metinle aktif bir etkileşime girerek kendisine söylenmeyen boşlukları da doldurabilir.11 Okur,
Metinle değişirken metni de değiştirebilir. Bunu yaparken kendisine kılavuzluk eden yorum
cemaatlerinin rolü de yadsınmaz.12 Okuru öne çıkarma aşamasında şüpheciler bir adım öne
geçerek okurun mutlak iktidarına gönderme yaparlar. İktidar vasfına gelen eleştirilere her
okurun eşitliği ilkesini öne çıkararak cevap verirler.

Bağlamsallıktan, bilgi ve mesaj verme kaygısından ve kesinlikten uzak post-modern sosyoloji


tayin edici, yön gösterici olmaktan çok bir anlatı türü olmaya adaydır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde modernizmin kurduğu iddia edilen özne eleştirel bir
değerlendirmeye tabi tutulur. Şüpheciler özneyi ideoloji inşa yoluyla kurulmuş bir iktidar
aracı olarak görür ve ona cephe alırlar. Öznenin varlığı aynı zamanda bir özne-nesne
ikilemine zemin hazırladığı ve hiyararşik bir düzen oluşturduğu için de kabul edilemez.
Derrida’dan esinlenen bu yaklaşım, özneyi kurucu bir etki olarak değil dilin kurduğu
söylemsel bir sonuç olarak konumlandırır.13 Şüphecilerin eleştirdiği modern özne, sıkı
çalışmanın baskısı altında, kendisine verilen görevleri yapmaya programlanmış, amaçlı
eylemler örüntüsünde yaşayan ve haz almayı erteleyen biridir.14 Rasyonel dizgeye güvenir ve
7
56
8
58
9
62
10
64
11
66
12
67
13
74
14
75
saygı duyar, duygularını ikinci planda tutmayı şiar edinmiştir. Şüpheciler bu yaklaşımı fazla
püriten bulur ve sürekli bir şey için eyleyen özne modeline karşı dururlar. Olumlayıcılar ise
modern özneyi geri çağırmamakla birlikte öznenin yeniden-konumlandırılması gerektiğine
inanırlar.

Nietszche, tözsel bir değer taşıyan özne tarifini anlamlı bulmaz ve özneyi bilinçten yoksun,
güç istenci taşıyan bir kurmaca olduğunu söyler. Aşkınlık düşüncesine de karşı olduğu bilinen
nietzsche için özne oluş sürecine karşı olma-varlık idealini dayatır.15 Yapısalcılık da bir sistem
içinde “bir öznenin toplumsal ilişkileri koruma ya da değiştirmeye yönelik herhangi bir kişisel
kapasiteye sahip olması”16 fikrini reddeder. Şüpheci post-modernistler de özne fikrine
tamamen uzaktırlar; onu modernliğin icadı, hümanizmin bir ürünü ve özne-nesne ikiliğinin
sebebi olarak görür ve dışlarlar. Modern zamanda bilim dinin yerine geçince modern öznenin
de Tanrı yerine konumlandırıldığını savunurlar. Özne modernizmin düşündüğü gibi bağımsız
bir fail değildir onlara göre. Modern özne iktidarı imlerken post-modern anlamda “iktidar
metinlerarasılık içinde dağılır.”17 Hümanizm bir üst anlatıdır ve bu yaklaşım insanın bir özü
olduğunu ima etmesi açısından yine şüphecilerin makul görebileceği perspektifin dışına düşer.
Aynı zamanda bu öğreti bazı insanları da diğerlerinden üstün görmenin kapısını aralamış ve
sömürüye imkan tanımıştır.18 Öznenin bir nesneyi zorunlu kılmasına da itiraz edilir.

Özne olma bir faili çağrıştırmamalı ve bir konuma işaret etmelidir. Tamamen ortadan
kalkması sosyoloji ve antropoloji gibi toplum bilimleri için imkansızdır. Davranış ve anlam
öznenin etrafında şekillenerek bir bütünü oluşturur.19 Vazgeçilemeyen özne için şüphecilerin
ve olumlayıcıların farklı tahayyülleri vardır. Şüpheciler nesneye sebep olmayan, eylemlerden
ve sonuçlardan sorumlu tutulmayacak, anonim bir bireye işaret eder. Şüphecilerin post-
modern bireyi modern öznenin yerine geçerek “kendin ol” çağrısına muhatp olunan bir
yaşamı deneyimler. Esnek, duygusal, kendine dönük bir tarzı benimserken evrensel olandan
uzaklaşıp yerel olana yaklaşır. Modern özne ne kadar planlı ve dikkatli ise post-modern birey
o kadar kendiliğinden ve dağılmaya açıktır. Değer ve ahlaki normları takip etmez. Tutarlılık
gerektirmeyen bir yaşam biçimi onlar için daha tercih edilir olmaktadır.20

15
76
16
78
17
79
18
82
19
85
20
89
Olumlayıcıların sunduğu post-modern özne ise söz merkezci olmamakla birlikte hümanizmin
her boyutuna karşı çıkması beklenen biri değildir. Bu özne modeli süreç-içinde-özne
anlamında “tamamlanmamış bir yapıt”a denk düşer.21 Varlık değil oluş imler. Tür olarak değil
akışın herhangi bir anında olmak bakımından farklıdır özne.22 Her iki post-modern yaklaşım
için de özne yok edilememiş ve fakat dönüştürülmüş bir birey tarifi olarak yeniden imkan
bulur.

Öznenin tahribinden sonra sırada zamanın ve mekanın post-modern anlayışla yeniden


okunması vardır. Post-modernistler zamanı çizgisel ve mekanı bütüncül anlamaya karşıdırlar.
Tarih okuması ise mitik ve ideolojik bulunduğu için göz ardı edilir. Modern zaman çalışma
saatlerini düzenler ve baskıcıdır. Post-modern zaman anlayışı ise hizaya gelmeye yanaşmaz.

Mekan algısı sabitelerden uzaktır. Yerel mekan ve cemaatin bulunduğu yer olarak öne
çıkartılır. Mekan disiplini mümkün kılma anlamında kırılmaya çalışılır.

Diğer açıdan modern anlamda çizgisel zaman redddildiğinde bilimsel çalışmalar da sakıt olur.
Neden-sonuç ilişkileri belirsizleşir ve teori uçup gider.23 Zaman-mekan kurgusundaki değişimi
Giddens, Modernliğin Sonuçları kitabında ele alırken uzam ve zamanın birbirlerinden
uzaklaştırılmasının eski sistemlerin yerine yeni anlayışları yerleştirme adına bir yer açtığından
bahseder.24 Modern mekanın denetlenebilir oluşuna karşı post-modern mekan parçalı,
düzenlenmemiş ve boşluklar içeren bir imkan olarak yansıtır. Mekan eklektik biçimde kendini
var etmektedir. Her halükarda post-modernist anlayış zamanı mekana tercih eder. Hızın
zaman içinde gerçekleştiğini vurgular. Berman’ın işaret ettiği gibi katı olan her şey
buharlaşırken mekan da bu soyutlanmadan nasibini alır.

Her türlü üst anlatıdan yüz çeviren post-modernist yaklaşım hakikatin imkanı konusunda da
şaşırtmaz. Şüpheciler hakikati diğer söylemler gibi dil-bağımlı ve keyfi görürler. Hakikat
iktidarın bir çeşit kurgusudur. Mutlak bir hakikat olduğu inancını taşımadıkları için
şüphecilerin bu yaklaşımı onları nihilizme taşıyabilir. Hakikat bir yazarı ve özneyi de ima
ettiği için bu yönüyle de kabul edilebilir değildir. Bir olguya diğerlerinden fazla değer
vermemek edimiyle de hakikat reddi bağlantılıdır. Olumlayıcılar ise hakikati bölgesel-
cemaate ilişkin bir gerçeklik olarak değerlendirirler. Farklı hakikatlerin birbirleriyle

21
95
22
96
23
111
24
113
çatışmasını çelişki olarak görmezler çünkü hepsi başka bir bağlamın ifadesidir.25 Hakikat
anlayışı olarak üst anlatılardan çok yerel ve gündelik hayat odaklanmış olmaları onları
genellemelere yakınlaşmaktan korur.

Şu durumda şüphecilere göre bir kısıt olarak düşünülen hakikatten kurtulmak gerekirken
olumlayıcılar onun yeniden-kavramsallaştırıması gerektiğine inanır.26

Belli bir hakikatin ışığından devşirilen teoriler post-modernizm için kayıtsız şartsız kabul
edilecek veriler değildir. Şüpheciler söz merkezci olması ve belli bir iktidarı imlediği
gerekçesiyle teoriyi tamamen dışarıda bırakır. olumlayıcılar ise hakikat düşüncesinde olduğu
gibi çoğul bir teori anlayışına sahiptirler. Toplum bilimlerinin çalışma şartları
düşünüldüğünde teorisiz işlem yapmanın imkansızlığı gün yüzüne çıkar. Ancak nesnel bir
teori ve merkezileştirmeye hizmet eden bir yaklaşım her iki bakış açısı tarafından reddedilir.
Teori olsa olsa bir anlatı statüsündedir. Tahmin edileceği üzere modern bilimin hedeflediği
tek bir hakikat noktasına bu dallı budaklı süreçlerden geçilerek çıkılması olası değildir.
Dolayısıyla sonuçlar da çoğul nitelikli olacaktır.

Hakikatin imkansızlığı, bir hakikatin ışığından yansıması muhtemel temsili de imkansız kılar.
Hakikatin olmadığı an için en üstün ikame temsil olarak konumlanır. Bu da post-modernizmin
sürekli kaçındığı üst-alt ilişkisini yeniden gündeme getirir ki makbul değildir. Öznenin reddi
ve teorinin kabul görmemesi de temsili dışarda bırakmaya sebep olur. Temsilin mümkün
olabilmesi için bir şeyin nesnel varlığından söz edebilmek gerekir. Temsil hakikati erteler. Bu
yüzden hiç bir zaman aslıyla örtüşemez.

Temsil gerektirmeyi düşünülen kamusal alan teoremi bireylerin kendilerini doğrudan ifade
edebilecekleri zeminler olarak kurgulanır fakat eşit olmayan bireylerin eşit imkanlarda yer
edinebileceği bir yer olmadığı anlaşılmıştır.27

Temsilin reddi toplum bilimlerinde kısıtlanma anlamına gelir. Dünyanın haritasını


çıkaramama, görüşü ve hakimiyeti zayıflatır.28

Post-modern bilimsel yöntemler şimdiye kadar bahsi geçen alanlar dışında yapıbozum ve
yorum yöntemini benimser. Oluşu bütünsel değil parçalı düşündüğü için yapıbozum ile
kabaca onun hangi alt yapılardan teşekkül ettiğini ifşa eder. Kesin sonuçlar hedeflemediği için

25
123
26
119
27
150
28
156
bir metnin okuyucusu kadar yorum inşa edilmiş olur. Aklın yerine içe-bakış yöntemi de yerini
almıştır. Bu yaklaşımlar aynı zamanda hakikate dayanan özcü bir yaklaşım içermediğinin ve
modern anlamda özneden-yazardan bağımsız hareket edildiğinin bir yansımasıdır.

Toparlarsak post-modernizm kendi üzerinde bir söz sahibinin varlığını gündelik hayatta ve
bilimsel süreçlerde kabul etmez. Var gibi görünen bütün iktidar alanlarının birer inşa
olduğunu deşifre etmeye adar kendini. Var olan her şeyi metinlere bağlar ve yazarını ortadan
kaldırarak biricik otoriteyi de başından atmış olur. Bu tavır edebiyat ve sanat gibi insan
bilimlerinde heyecan yaratsa da toplum bilimlerinde araştırma yapmayı ve bilgiye erişimi
zorlaştırır hatta yer yer imkansız kılar. Totaliter, merkezci ve nesnel olduğu iddiası ile
etnosantrik modern iktidarın tahtını sarsması açısından zihin açıcı olmakla birlikte daha çok
kurucu değil eleştirel bir yaklaşım olarak anılmaktadır.

You might also like