You are on page 1of 523

O Türkiye İ� füıııkası Kiilrür Y<1yıııları

'r'il)'llhl f-/,ızırlayan .\llirşit Balalı;ııılılar

/\.,ı{hlf, 1�ısamnı .\klımer Ulusel / ı\y�c "f(ıpçu


Diizelti Gültekin Ozdcmir
Sayfa Diizrni Tipograf (0212) 249 ll 1 O 1
Alt111ı·ı Basım Şuhar 2002
ISl\N 975-458-019-7
OTM 10702106
Basımeui JVlas 1vlatbaacılık AŞ (0212) 285 l 1 %
İstanbul
TÜRKİYE İŞ BANKASI Kültür Yayınları

japon kültürü
(NİHON BUNKA)
Bozkurt Güvenç
Meldfr'ya
JAPO NLAR DAN ÜÇ DİLEK

"Japonya'daki güzel şeylerle ilgileneceğinizi umarım...


Çirkinlikler de var ama onlara pek aldırmayın."
- İDEMİTSU SAZÔ ( ı978: 170)

"Japonya'yı yazmak mı? Öyleyse güzeli-çirkini,


iyiyi-kötüyü, olduğu gibi yazın, lütfen."
- ADINI VERMEYEN JAPON YOLCU,
TAHRAN HAVı\ALANI, .l 5 MAYIS 1978

"Yabancılara Japonya'nın gerçeklerini anlatınız."


- !vlİYAZı\KİLİ HUKUK ö(;JU'NCİSİ OKEGAMİ Tı\KAŞi'DEN
ALINAN ı EYLÜL ı 978 GÜNLÜ ıvtEKTUP
İÇİ N D E K İ L E R

SöZBAŞI: TEŞEKKÜRLER 11
Söz ARALARI: 1 , 2, 3, 4 15
GİRİŞ: ''JAPONYA'YI YAZMAK" 19
YAYINLAR SORUNLAR: "ŞU ANLAŞILMAZ .JAPONLAR!"
2 "TANYERİ" ÜLKESİ:ADALAR VE İNSANLAR 49
3 BAŞKENT ToKYo'oA: GÜ NLÜK HAYAT 83
4 JAPON TöRESİ: "DENİZİN ÇOCUKLARI" 119
5 SANATLAR ÇEVRESİ: "BURUK ACI HURMA TADI" 159
6 TOPLUMCA BiR TOPLULUK: HANELER VE AİLELER 205
7 EKONOMİ POLİTİKASI: "ÖNCE ÇELTİK, SONRA ŞENLİK" 243
8 DİL VE HABERLEŞME: "YAPAYA LNIZ BİR D İ L!" 281
9 E GİTi :-.ı SüRECi: OKULLAR: ÖNCESİ VE SONRASI 315
10 JAPONLUK DUYGUSU: "İNSAN GİDER, SANI KALI R!" 367
1 1 BULGULAR VURGULAR: DEGİŞENLER VE DEGİŞMEYENl.ER 407
12 EKLER B ÖLÜMÜ 433
1 Paragraflar ( §§) ve Arabaşlıklar 434
2 Harira lar 439
3 Kurular (Kişisel Gözlem ve Yorumlar) 440
4 Resimler 443
5 Şekiller: Çizimler-Grafikler 447
6 Ta blolar 448
7 Japonca Sözcükler Dağarcığı 450
8 Kısalrmalar 465
9 Yararlanı lan Kaynaklar 467
!O Japonca Ninni Notası 4 92
1 J İngilizce Özer: An Ouervıew 494
12 Bu Kitap Hakkında: Yazılanlar, l'vlekttı plar 498
13 Japon Hayranlığımızın Ta rihi Kaynakları 500
14 Chie N AKANE ile Söyleşi (Milliyet) 5 02
15 Japon M ucizesi [mi?I 503
16 İmgeler, Gerçekler ve Gelecek 505
17 Türk-Japon Vakfı ve K ü ltür 1v1erkezi - O RAN 512
18 Adlar D izini 515

9
SÖZ BAŞ!
TEŞEKKÜRLER

Söze başlarken, b u araştırmayı destekleyen k urum ve kişileri okuyucu­


ma tanıtmak, şükran duygularımı dile getirmek isterim.
Yazar, öğretmen ve sanatçılara verilen bir araştırma b ur suyla beni
.Japonya'ya çağıran, çalışmalarımı yakından destekleyen ve y urtdışı gi­
derlerimi tümüyle karşılayan "Japonya Vakfı" (Kokusai Kôrytıhihin)'na;
Alan çalışmalarım süresince beni araştırmayla görevlendiren Hacet­
tepe Üniversitesi'ne ve yetkili k urullarına;
Y urtiçi araştırma giderlerime önemli bir katkıda bulunan Hacettepe
Üniversitesi Vakıfları'na;
Üye olmak dileğimi kabul ederek Tokyo'daki yabancı araşrırmacılar
yurdunda kalmamı sağlayan "Uluslararası .Japonya Evi (Kolaısai Bunha
Ş,illf:?.ôlwi) Kuruınu"na, kuruımın yönetmeni Dr. MAEDA Y ôiçi'ye;
Konuk öğretim üyesi olarak her türlü araştırma, tartışma olanağını
benimle paylaşan, ilgili akademik kurum ve çevrelerle en yakın ilişkiler
kurmama aracı olan "Tokyo Yabancı Araştırmalar Üniversitesi" (Ca­
ilwhugo Daigah.u)'ne, bu üniversiteye bağlı Asya ve Afrika Dilleri ve
Ki.iltürleri Enstiti.isü'ne, IV!i.idür (Profesör) KİTAMURA Hacime'ye ve
Antropoloji Doçentleri KAYADA Cunzô ile HİNO Şunya'ya;
Japonya'nm yakm tarihini ve yaşa)1<1ll kültüri.inü öğrenmeme her
yönden yardımcı olan, Hokkaidô Adası'ndaki gözlem turuna yol arka­
daşım olarak katılan, T ôhoku'da benimle birlikte alana çıkan, gereğin­
de çevirmenlik yapan, baştan sona eski bir dost gibi hiçbir özveriden ka­
çınmayan Osmanlı T.1rihi Doçenti ve Türkolog NAGATA YCızô'ya;
Japon kültür tarihi ve toplum yapısı konularındaki göni.illi.i ve ya­
rarlı sohbetleriyle beni yeni baştan eğiten, evinde ağırlayan, aile törenle­
rine çağıran İslam Tarihi Profcsöri.i IV1İKİ Vataru'ya;
Tokyo Üniversitesi'ndeki uzman arkadaşlarıyla beni tanıştıran, ül­
kedeki antropoloji, etnoloji ve etnografya seminerlerine çağıran, kırsal
yörelerdeki alan araştırmalarım için T ôhoku Üniversitesi'ndeki meslek­
taşlarının yakın ilgi ve desteğini sağlayan, Japonya'nın toplum yapısı
konusundaki çeşitli sor ularımı yanıtlayan ve her karşılaşmamızda ev sa-

11
hipliği görevini cömertçe yerine getiren meslektaşım bilge Pro fesör NA­
KANE Chie'ye;
Nociriko'da her yıl yapıla n A ltay Ta rihçileri Kurultayı'ndaki dostça
davran ışları ve konu kseverliği için Profesör YAMADA Nobuo'ya;
Ô saka 'daki U l usal Etnoloj i Müzesi'ni tanıtmak için gösterdiği çaba­
lardan ve Ô saka 'da ki ev sahipliğinden d o layı Halkbilimi D oçenti MAT­
SUBARA Masatake'ye ve a ilesine;
Okayama-Kuraşiki bölgesindeki turistik rehberliği, ayırd ığı günler
ve konukseverliği için Profesör NAKAE Toşiraka'ya ve ai lesine;
Hiroşima-Miyacima yöresindeki yakın ilgi, yetkin reh berl iği ve ko­
nukseverliği için Profesör SATÔ Miçirô'ya;
Fukuoka-D azaihu bölgesindeki akademik rehberliği, unutulmaz ko­
nukseverliği ile Kiyfışfı Müzelerini tanımamdaki eşsiz yard ımları, Ja pon­
ya'nın erken dönem a rkeolojisinin önemli sorunlarını kavramamdaki
büyük katkıları için Arkeoloj i Profesörü OKAZAKİ Takaşi'ye;
Hokkaidô Adası'nın Şintoku İlçesi'ndeki Bölge Hayvancılık Ensti­
tüsü'nü görmemi sağlayan ve Hokkaidô tarihiyle ilgili kişisel yorumları­
nı esirgemeyen, İ lçenin (eski) Başkanı HİRANO Eici'ye;
Miyagi İli Tomari ( ba lı kçı ) Köyü ile Tayva-çô (çeltik ) Vadisi'nde
yaptığım kısa süreli çok yoğun a la n çalışmasını düzenleyen, planlayan
ve dostça girişimleriyle gerçekleştiren Tôhoku Üniversitesi öğretim üye­
lerinden Profesör SASAKİ Tetsurô ' ya ; bu konuda kişisel ilgisini esi rge­
meyen Profesör TSUKAM OTO Tetsundo ile Antropoloji D oçenti SUGİ­
YAMA Kôiçi'ye ve Ün iversite Merkez Kütüphanesi'ni tanıtan Japon Fel­
sefesi Profesörü HARADA Riyfıkiçi'ye;
Senday yöresindeki a lan çalışmalarımın bütün ön hazırlıklarını özel
bir d ikkatle yerine getiren Ulusal Etnoloji Müzesi Asistanı İZUMİ Yu­
ka 'ya;
Tayva-çô İ lçesi'nde alana çıkmama izin veren, programı tasarlayan,
denetleyen ve çalışma arkadaşlarının yakın desteği ile başarıya ulaştıran
İlçe Başkanı ASANO Taiçirô'ya, Kültür İşleri Müdürü NAKAGAVA Şiçi­
rô'ya, Eğitim Müdürü SAT Ô Şizuo'ya, Tarım Müdürü ABE Akio'ya,
Topra k (Tarım) Reformu Uygulama Yürütücüsü Mühendis SAKURAİ
Sakutad'ya, yörede kaldığımız sürece beni ve arkadaşım Dr NAGATA'yı
evinde konuk eden VAK Ô Clıcirô a ilesiyle, evinde ağırlayan H ORIGO­
ME Torao a ilesine, Tomari ( ba l ı kçı) Köyü'ndeki candan ev sahi bimiz
MATSUKAVA ailesine;
Toyohaşi-Futagava yöresindeki a la n çal ışmamda bana reh berlik
eden, evinde ağırlayarak Budist tapınakların yönetim, bütçe ve işletme
sorunları; Budizm ile Şintô ilişkileri konusunda son derece özden ve iç­
ten bilgi ler veren Uygur tarihçisi dostum ODA Cuten ile a ilesine ve se­
vimli çocuklarına;

12
Zaman bulup katılabildiğim sü rece beni özel yazı derslerine buyur
eden, aile sofrasında dostça ağırlayan ve kitap kapağındaki " Nihan Bun­
ka" (Japon Kültürü) yazısını yazan fırça öğretmenim TSUDA Sadako'ya;
TSUÇİYA Matasaburô'nun " Resimli Tarım Takvimi "nin fotoğraf
kopyasını veren Musaşino Üniversitesi emekli profesörlerinden MIYA­
MOTO Tsuneiçi'ye; takvimdeki bilgileri özetleyerek Türkçeleştiren Tô­
kai Üniversitesi genç öğretim görevlilerinden aile dostu KOMATSU Hi­
sao'ya;
Merkez ve güneybatı yörelerinde yaptığım bir aylık gözlem gezisi­
nin tren tarife ve saatlerini kusursuz bir doğrulukla önceden hazırlayıp
düzenleyen tarih öğretmeni ŞİDARA Kunihiro'ya;
Asya ve Afrika D i lleri Enstitüsü'ndeki günlük çalışmalarımda idare
bölümünün hiçbir desteğini esirgemeyen, boş zamanlarımda bana hesap
cetveli (Soroban) dersleri veren dostum SAKUMA Kei ki'ye;
Çoğu konuda bilgisine başvurduğum, Japon görgüsünün yabancıla­
ra en zor gelen inceliklerini açıklayan, araştıran, yorumlayan, kita bın
yazılması süresince çeşitli sorularımı geciktirmeden yanıtlayan İNOUE
Yumiko'ya teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca, daha alan notlarımı derleyip toplamadan önce kitabımın ya­
zılmasıyla ilgilenen, bu i lgiyi sürdürerek moral yönden destek olan İş
Bankası Kültür ve Sanat Müşavirliği mensuplarına, basılmasını uygun
gören Kültür Yayınları Kurulu'na, şekilleri çizen Mimar Aktan Okan ile
Mimar Oral Vural'a, bazı dia'ları yeniden çeken Bedirhan Yiğitbaş'a,
film yardımı yapan Profesör Gürol Ataman'a, elyazmalarımı özenle
daktilo eden Sekreter Nevin Heparslan'a, taslakları bölüm bölüm oku­
yup yapıcı eleştirilerini esirgemeyen değerli d ost ve meslektaşlarım Pro­
fesör O rhan Öztürk'e, D oçent Yahya Kema l Kaya'ya, D oçent Yıldız
Kuzgun'a, Profesör Talat Tekin'e ve Japonya haritasını çizen kardeşim
Kaya Güvenç'e özel teşekkürler borçluyum.
Bu kitap, yalnızca adlarını anıp teşekkürlerimi sunduğum k u rum ve
kişilerin yardımıyla gerçekleşti diyemem. Ne var ki onların toplu katkı­
ları ve dostça desteği olmasaydı, bu k itap h iç yayımlanamaya bilirdi.

Beytepe / Mart 1 9 80 B.G.

13
İ K İ N C İ BASIM

SÖZ ARAS I 1

Japon Kiiltürii, beklenenin üstünde bir i lgi ve kabul gördü. Geniş oku­
yucu kitlesine seslenen bir sosyal bilim denemesi olarak, başlangıçta, bi­
raz " büyükçe tutulmuş" gibi görülen ilk baskı -Şô<�ım dizisinin de uyan­
dırdığı merakla- iki yıl içinde tükeneli . Kitap, yaklaşık bir yıld a n beri
bul unmuyor, okuyucu istem inin azalmadan yaygınl aştığı anlaşılıyordu.
Son çıkan yayın ları izleyerek, düzeltilmiş metni sürekli olarak d izgi­
ye hazır tutmaya çalıştım. Basım kara rı çıkınca gecikmeden işe başladı k .
Teknik tasarım aynen korundu. Sayfadaki boşluklarla boş bırakılmış a r­
ka sayfaları kul lanmakla yetinildi. Baskı işi yine TİSA'ya verildi. Ne var
ki ki.içlik ama çok sayıdaki düzeltme, ekleme ve göndermelerin gözden
kaçmayacağını sanırım.
Kültür Yayınları, Basımevi ve yazar olarak, okuyucuya, daha az
yanlışlı, daha okunaklı ve daha remiz görü nüşlü bir k itap sunmaya ça­
l ıştık. Bu çabamızı destek leyen bi.iri. i n dostlarıma teşekkür ederim .
Kişisel eleşti rilerini yaza ra ileten okuyucularım, umarım k i çoğu öne­
rilerinin dikkate a lınmasını sevinçle karşılayacaklardır. Ayrıca, görüşlerini
gazeteyle yayımlamış bulunan yazarlarımızdan seçilmiş ki.içlik bir " tanıt­
malar" demetini sunuyorum. Yoğun çabalarımıza karşın, yine de gözden
kaçmış yanlışlar bulunacaktır, hoşgörülü okuyucumdan özür di lerim.

Beytepe / Ara lık 1 98 3 B.G.

15
Ü Ç Ü N C Ü BASIM

SÖZ ARAS I 2

Japon Kültürü dokuz yılda "Üçüncü Baskı " sını yapıyor. Yazarı için ne
büyük bir onur ve mutl uluk! Kita bı sevip sevdirenlerle yeni baskıyı ger­
çekleştirenlere duyduğum derin şükranı, d izgi ve baskı yanlışlarını azal­
tarak dile getirmeye çalıştım. Renkli resimlerin bu kez kuşe kağıda ba­
sılması, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın okuyucuya sunduğu gü­
zel bir armağan olarak değerlendirilebilir.
Beyaz Sakuralar ülkesinin öyküsü, B eyaz Zambaklar Finlandiyası
gibi, bir Türkçe Klasiği olmak yolunda hızla i lerliyor. Üçüncü Basıma
eklenen " Ek lemeler" bölümünde ( s . 42 1 ) , kitabın bazı eksiklerini gider­
meye çalıştım: Kutu 1 00-l 'deki "Ninni "nin notası, " Yeni Yayınlardan
Seçmeler" ve İngilizce özet gibi. Kapak d üzeni değişti ama içerik şimdi­
l i k güncelliğini ve geçerliğini koruyor.
İ stenen ya da beklenenden daha güzelini verebilmek için çaba ve
özen gösteren TİSAMAT'a özel bir teşekkür borçluyum.

Beytepe / Haziran 1 9 8 9 B.G.

D Ö R D Ü N C Ü BASIM

SÖZ ARAS I 3

Japon Kültü rü nün dördüncü baskısı da yapılıyor. " O kuyucu ilgisi bitti
'

mi, bitiyor m u ? " derken, kitap sanki daha çok a ranır, sorulur olm uştu.
Ne büyük mutluluk! Bu başarıyı, okuyucunun beğenmesine ve gönüllü
tanıtmasına borçlu olduğumuzu d üşünüyorum.
Kültür Yayınları , TİSAMAT Basım Sanayii ve yazar olarak el ele ve­
rip okuyucumuzun büyük i lgi ve ödülüne layık olmaya çalıştık. Kitabın
en son ve i leri teknolojiyle dizilmesi, daha kusursuz basıl ıp, daha güzel
ve zengin bir içerikle sunulması için hiçbir özveriden kaçınmadık.
Beğeneceğinizi umar, gözlem ve yapıcı eleştirileriniz için şimdiden
teşekkürler ederiz.

Çankaya / Mayıs 1 992 B.G.

16
ALT I N C I B AS I M

SÖZ ARAS I 4

Altı yıl aradan sonra Japon Kültürü ' nün altıncı basımına gerek duyu­
l unca, beşinci baskıya bir söz arası yazmadığımı fark ettim. İşin özeti,
sayılar k a rıştı; " a l tıncı baskı "ya " dördüncü söz arası"nı yazıyorum.
Yıllar geçerken, Japon Kiiltiirü, yerini k orudu. Yeni makale ve ya­
yınlar eklendi. Süratle değişen yazım k urallarına uyum sağlandı. Dizin,
kısaltılarak daha kullanışlı hale getirildi. Metin belki genişlemedi ama
gözden geçirilerek yenilendi. Umarım, daha rahat okunur hale geldi.
Bütün bu gelişmeler içinde kalıcı bir soru var: Acaba kitap genel bir
başvuru kaynağı olarak geçerliğini ve güvenirliğini koruyor m u ? Yirmi
yıldır, Japonya'nın değişmediği söylenemez, besbelli. Değişen istatistikler,
rakamlarla dile getirilen olgu ve olaylara k arşın, dünyanın "Japo n Muci­
zesi" adını verdiği bir süreklilik var ki işte o değişmiyor - biz Türklerin
geleneksel "Japon hayran lığımız" gibi.
Altıncı baskının 1 3. Eki'nde, Japon hayranlığımızın tarih i köklerini;
Ek 1 4'te, Japon i nsanbilimcisi Chie NAKANE'nin otuz yıl önce yazılmış
Japon Toplumu eserinin geçerliğini koruduğunu yansıtan bir söyleşiyi;
Ek l 5'te, "Japon Mucizesi' nin güncel bir yorumunu; EK 17'de ise,
Türk-Japon Vak fı'nın son yıllarda Ankara ( ORAN)'da gerçek leştirdiği
Kültür Merkezi'nin öyküsünü bulacaksınız.
Kitabın yeni biçim ve özünü beğeneceğinizi umar, yeni düzenlemede
emeği geçen Mürşit Balabanlılar, Osman Tülü ile Mas Matbaacılık AŞ'ye,
kitap hakkı ndaki görüş ve eleştirilerini yazara veya yayıncıya yazma zah­
metine katlanacak okurlarıma da önceden teşekkürlerimi sunarım.

Gaziosmanpaşa / Eylül 2001 B.G.

17
GİRİŞ

GERÇEKLEŞEN BiR ÜÜŞLEM


"JA PO NYA'YI YAZ M A K"
Ol. " Ç İ N İ Ş İ, J A P O N İ Ş İ . . . "

"Japon " sözcüğün ü i l k kez n e zaman, nerede duyduğumu y a da Japonya


anılarımın nice gerilere uzandığını bilemiyorum. Sanırım 1 93 1 -32 yılla­
rında, Beşiktaş'ta, Y ıldız Sarayı'na yakın bir semtte oturuyorduk. Okula
gitmediğim gün ve saatlerde, tarihi Ihlamur Kasrı dolayındaki mermer
dikitler çevresinde koşar oynar; ebeyi belirlemek ya da ebelikten kurtul­
mak için ellerimizle, "An 'ya Man'ya I<unı 'pan 'ya / Bir Şi'şe Şam'pan 'ya "
açardık. İşte o sıralar, mahalle "abi" lerinin biz küçüklerin pek akıl sır er­
diremediğimiz kimi gizemli konularda,
Çin işi, Japon işi,
Bunu yapan iki kişi:
Biri erkek biri dişi!
tekerlemesini yinelediklerini anımsıyorum. Gizli şeyleri sanki daha iyi
kavramış havalarındaki ağabeyler, bizimle eğlenirler, ara sıra aklımızı büs­
bütün karıştırırlardı:
Cin işi Capım işi,

Biri erkek biri dişi!


" Çin-Japon " konusunun bir yandan cin l erle perilere, öte yandan
cinsiyete uzandığını sezer fakat ya aklımız ermediği ya da "dalga geçil­
mek" istemediğimiz için pek üstüne varamazdık. Bir bayram alışverişin­
de, Mısır Çarşısı kapısındaki gezginci satıcının katlanır yelpazeleri aynı
nameli sözlerle sattığına tanık olmuştum:
"Haydi, Çin işi, Japon işi ... bunlar. " Gizem, birdenbire aydınlan­
mıştı. Söz, cinlerle filan değil, doğrudan cinsiyetle ilgiliydi. Yelpazelerin
de erkek ve dişileri, erkeklere ve hanımlara daha bir uygun olanları, ya­
kışanları vardı.
Beyoğlu'ndaki ünlü "Japon Mağazası"nı i lkönce bu dönemde öğren-

21
c;İRİŞ

diğimi sanıyorum. Taksim Alanı'ndaki askeri " Resmi Geçit" leri izledikten
sonra babam, "Japon Nlağazası'na kadar yürümek ister misin ? " diye so­
ra rdı. Karmaşık bir duyguya kapılır; hem ister hem İstemezdim. Nerdeyse
"on-yüz bin" çeşit birbirinden güzel oyunca k sergileyen " kocaman" cam­
lar önünde dolanır dururduk. Yıldız Savaş Akademisi'nde öğrenci olan
babam çok beğendiğim oyuncakları bilir ama alamazdı. Kimi akrabaları­
mız, o zamanlar "mika " denilen, plasti kten yapılmış beyaz kuğular, tu­
runcu balıklar, mavi bacalı küçük savaş gemileri getirirlerdi. Oyuncakları
önce hamam tasında sınar, sonra hamama götürürdüm: Kurnada yüzdür­
mek için. Ihlamur semtinin mermer dik itleri arasındaki ot bürümüş ba­
kımsız havuzları iyice temizleyip onarmak, Hamidiye Çeşmesi'nin suyu ile
doldurmak geçerdi içimden - k uğularımı ve gemilerimi yüzdürmek için.
iri gözlü balıklar, o beyaz, kıvrık boyunlu kuğular gerçekten "Japon "
muydu ? Doğrusu hala bilemiyorum. Ama oyuncaklarımın "Japon Mağa­
zası " denilen "çocuk cenneti "nden geldiklerini düşler ve sanırım bu d üşü­
mün gerçek olduğuna inanırdım, inanmak isterdim.
Babam gönlünün çektiğince Japon oyuncağı alamazdı belki ama
a kademide okuyup öğrendiği Japon ( savaş) öykülerini anlatarak gönlü­
mü almaya çalışırdı. En renklisi ya da benim hiç unutamadığım, Japon­
ların "Te " ya da "Ti "ye alma öyküsüyd ü ! Yalın, yaman bir savaş oyu­
nuydu, bu. (Şekil 0 1 )
Japon denizcileri Tsuşima ( Coşima ) deniz savaşında Çarlık donan­
masını "Te " ye a lmışlar. Birerle kolda yaklaşan savaş gemi leri ön ünde
i leri geri bir mekik gibi dokuyarak ve top atışlarını en öndeki gemi üs-

JAPON
\) ---
\)

'W\.

"'N.

Ş E K İ L 0 1 : Japonların "T"ye alma taktiği.

22
§ 01 "YEDi Sı\l\lllRAY'' :vll? "KANLI PİRiNÇ' .\·li?

tünde toplayarak çok büyük bir yengi kazanmışlar. Bu oyun, Deniz Sa­
vaşları Tarihi'ne "Te-taktiği" diye, denizci dil ine ve Türk Argosu'na
"Te-ye almak" diye geçmiş; karşıtını kesin yenmek ya da saf dışı bırak­
mak anlamında kullanılagelmiş.
Daha sonraları, "Savaş " adlı bol kara d umanlı bir sinema filmi gör­
düğümü de anımsıyorum. Kahramanı, çekik gözlü bir deniz subayı idi.
Yiğitçe savaşıyor, kazanıyor fakat öykünün sonunda nedense yakın bir
arkadaşının yardımıyla harakiri yapıyoı� kendi karnını deşerek canına kı­
yıyordu . Hiç an layamamıştım yengi kazanmış bir savaşçının neden canı­
na kıydığını. İkinci Dünya Savaşı sırasında "kami-1.wze " ( "Tanrı Yeli" )
adı verilen gözü pek Japon pi lotlarını, uçağı ile düşman gemisine çarpan
gönüllü savaşçıları duymuştuk. Doğrusu o savaş tanrılarını da anlayama­
m ıştım. O gençleri öllime gönderenlerden, y iğitlik örneklerine karşın Ja­
ponya 'nın savaşı neden yitirdiğini sorup öğrenmek isterdim. Sonra, "Ku­
vai Köprüsü " film ini gördük. Batı kaynaklı yorumda, İngiliz savaş tut­
saklarını bir demiryolu köprüsü yapımında zorla çalıştıran, sert ve acı­
masız Japon kumandanını hiç mi hiç sevememiştim. Bunda sanatçı Alec
Guinness'in katkısı neydi, niceydi : B ilemiyorum.
Mimar Frank LL. Wright'ın hayat öyküsünü kendi kaleminden
okurken, ünlü sanatçının mesleki gelişmesinde, Japonya'da geçirdiği zor
yılların ne öneml i bir yer tuttuğunu görmüştüm. Ama onun Japon sana­
tına verdiği değer, "Kuvai Köprüsü "yle yıkılan düşlerimi onarmaya yet­
medi . Uzakdoğu'nun "An laşılmaz Japonları " uzunca bir süre, d uygu ile
ilgi alanımın dışında kaldı.

0 2 . "Y E D i SAMURAY" M I ? " KA N L I P İ R İ N Ç" M İ ?

Bir Anadolu kasabasının yazlık sinemasında " Kanlı Pirinç" adlı filmi gö­
rünceye değin Japonya'yı sanki unutmuştum. Bu film, yoksul bir çeltik kö­
yünü silahlı eşkıyalara karşı savunan, çullar içinde ama üstün yetenekli
"yedi savaşçı" nın unutulmaz öyküsüydü. Yıllar sonra aydım ki gördüğüm
"Kanlı Pirinç '', dünya sinema tarihinin baş ustaları arasında sayılan KU­
ROSAVA Akira'nın " Yedi Saın u ray ı idi. Türkiye'de nedense duyulur bir
"

yankısı olmamıştı. Oysa bu savaşçılar, insanı ve onun ruhunu çok iyi tanı­
yan, onun varlığına değer veren, sorunlarına saygı duyan, çelişkilerini hoş­
görüyle karşılayan, yazgısını değiştiren, becerikli, yürekli ve bilge kişilerdi !
Yeni öğrendiğim bir Japon özdeyişi bana o filmdeki askerleri anımsatıyor:
Nasake a şiruga makata na buşi!
( Gerçek savaşçı insan ruhunu okuyan kişidir. )
Sonra 1 964 Tokyo O limpiyatları'nın özel belgeseli geldi. Uluslar ve
sporcular madalya kazanmak için yarıştılar. Fakat, gördüğüm üç olim­
piyat filmi ( Bedin, Roma ve Tokyo) arasında bir yarışma açılsaydı, kişi-
GiRiŞ

sel oyumu hiç d ura ksamadan " Tokyo O li mpiyatları " fi lmine verirdim.
Çünkü izlediğim hiçbir belgesel filmde kamera "İnsan "a böylesine içten
yaklaşamamış, onu öylesine a nlayıp yansıtamamıştı !
Eğitim Milli Komisyonumuzun özetle "Japonya'yı örnek almamızı"
salık veren ( 1 9 6 1 ) raporunu yine o sıralarda okudum. Fakat hiç inandı­
rıcı bulmadım. Japonya, Japon Mağazası'ndaki yükselen rafları ya da
çocukluğumun engin diişlem dünyasını oyuncaklarla dolduran gizemli
ülkeydi. Onu i nceleyebilir, belki anlamaya bile çalışabilirdik ama örnek
almaya hazır değildik - h enüz.

03. " K R i ZA N T E M V E K I L I Ç"

Türkiye İş Bankası Kültür Yayı nları'nın Türkçeye kazandırdığı Krizan­


tem ve Kılıç'ı ( Benedict 1 96 6 ) yayımlandığı yıl okumuştum. Japon İnsa­
nı'nın dünya görüşünü ve kişiliğini kültür antropolojisi açısından i ncele­
yip irdeleyen bu ünlü araştırmayı her ele alışımda çocukluk anılarım ye­
niden canlanırdı. Öğrencilerime belgesel Japon f il mleri gösterdiğim ders­
lerde yine özlerdim Japonya'yı. Özellikle de "Japon Bahçesinin Dört
Mevsimi" adlı o güzeller güzeli belgeseli izlerken, düşler kurar; "Yolum
bir düşse" derdim. Bir yol Havai'ye kadar gittim ama Batı yolundan.
D ünya turunu yapamadım. Havayolu şirketinin konuğu olarak Tok­
yo'da tek bir gece kalmak önerisi hiç çekici gelmemişti. İnsan ve Kültürü
yazarken Japon kültürüne yeni ilgiler duydum. Ama bastırdım tutkumu;
çünkü gönlümce gideremeyecektim özlemimi. " Belki ileride" diye avun­
dum durdum. Japonya hala bir "düşler ülkesi "ydi benim için.

04. D ÜŞ L E R i G E RÇ E K L EŞTi R E N B i R ÇAG R I

Günlerden bir gün, Ankara'daki Japonya Büyükelçiliği'nden evime tele­


fon etmişler. Yen i yayımlanmış bir k itabımın nerede bulunabileceğini sor­
muşlar. Kitap bulundu, sunuldu. Uzakdoğulu çocukluk aşkım " yüzer bir
kuğu mu gönderecek" d iye umutlanıyordum ki: Hayır! Tokyo'daki Ja­
ponya Vakfı üst yöneticisinden bir mektup. Beni, 1 977 Nisan ayı başında
Tokyo'da yapılacak bir toplantıya katılmaya ve "Türkiye ile Japonya'nın
Kültürel İlişkileri " konusunda bir bildiri vermeye çağırıyor. Yazıp sundu­
ğum tebliğde ( Güvenç 1 978 a), kırk yıllık derin bir özlemi n d uygusal iz­
leri vardı sanırım. Eşimle paylaşmıştım gizimi: " Eğer satır aralarını oku­
yabilirlerse yeni bir çağrı bekleyebiliriz. " Tokyo ve Kiyoto'daki iki hafta­
lık kültür alışverişi oldukça başarılı geçti. Masallardaki gibi ağırlandık.
Havaalanına bizi uğurlamaya gelen vakıf görevlisi, gönlümden geçenle­
rin iyi anlaşıldığını açıkladı:
" Gübenci San" dedi, "Bu sabah iş arkadaşlarımla görüşüyorduk

24
§ 05 ..JAPONYA'YI YAZI\HK" A:'vlA NASIL?

da, Japon kültürünü şöyle daha uzunca bir süre yakından ve yerinde in­
celemek isterseniz, bu dileğinizi pek de öyle gerçekdışı görmediğimizi si­
ze söyleyebilirim. "
İşler, işlemler, si.irade yürütüldü. Tokyo Havalimanı'ndaki b u veda ko­
nuşmasından tam bir yıl bir hafta sonra kendimi yeniden Japonya' da bul­
dum. Alan araştırması yapmak için sunduğum projeyi yeterli gören Japon­
ya Vakfı, bana yedi aylık bir burs vermişti. Bu bursla gittim Japonya'ya.

0 5 . " J A P O N YA'YI YAZ M A K " AMA N A S I L?

Japonya'da araştırma yapmak emelim böyle gerçekleşti ya, a ldığım burs


yeni bir tutkuya yol açtı: "Japonya'yı yazm ak ! " Görüp d uyduklarımı,
gözlem ve izlenimlerimi neden yazmayayım: Yazmak, daha iyi a nlamak
değil mi? Kalıcı olanlar, yazılıp çizilenler değil m i ? D uygularım beni zor­
l uyor, yazmalıyım. Ancak neyi ve nasıl? Berkes'in ( 1 976 ) Asya Mektupla­
rı gibi güncel, günlük izlenimler m i ? Evliya Çelebi'nin "gezi anıları" tü­
ründe bir şey m i ? Sedat Semavi'nin ( 1 93 5 ) Fujiyama 'sı gibi bir aşk ve se­
rüven romanı m ı ? Yoksa Kadı İbrahim Abdürreşit Efendi'nin ( 1 9 1 2)
İkinci Meşrutiyet yıllarında kaleme aldığı (İslam D ünyası ve İslamiyet'in
]aponya 'da Yayılması türünden) bir " Pan-İslam Rüyası" m ı ?
Japon kültürünü yerinde görüp inceleyeceğime göre, olsa olsa, b i r "Ja­
pon Kültürü" yazabilirdim: Kuşbakışı bir coğrafya, bir tarih-töre özeti, bü­
yük-küçük yerleşmeler, sanatlar-sanatçılar, üretim-tüketim işleri, topl umsal
yapı ve kurumlar, eğitim-öğretim süreci, kişilik-karakter yapısı ve ona bağ­
lı ulusal dünya görüşünden oluşan uzunca bir öykü! Japon Kültürü'ne top­
lu bir bakış! Bilimsel bir tezden çok, herkesin her yerde rahatça bulabilece­
ği, kolayca okuyabileceği bir başvuru kitabına gereksinme var.
Japonya'yı uzaktan uzağa beğenir, kendimize örnek almayı bile öne­
ririz ama aslında Japonları h iç tanımayız. Bugüne değin, önce Rus-Japon
( 1 904-05) savaş öyküsünden başlayarak, Japon yaşam ı ve sanatıyla bö­
lük pörçiik ilgilendik: Japon Şiiri ( Akalın 1 962), Masalları ( 1 96 8 ), Tiyat­
rosu ( Çolpan 1 96 5 ) , Kalkınması ( Fethi Naci 1 96 6 ) , Toprak Reformu
( Balaman 1 96 5 ) , vb. vb. Evet, bütün bunlar yazılmış ve basılmıştı ya; yi­
ne de yeterince tanımıyorduk Japonları. "Japon m ucizesi" her derde iyi
gelen bir reçete gibi önerilip duruyordu: "Japonya, Batı'nın yalnız tekno­
lojisini almış, kendi öz ve saf ruhunu ( kültürün ü ) korumuş" da işte
" onun için başarılı olmuş" vb. Oysa, Nobel Yazın Ödülü'ne aday gös­
terilmiş milliyetçi yazar MİŞİMA Yukio, tümüyle karşı bir görüşle ve
"Japonya geleneksel ruhunu, varlığını yitiriyor" gerekçesiyle kendi canı­
na kıymıştı. MİŞİMA aşırı duygusal, romantik bir sağcı, hatta fanatik bir
ruh hastası da olabilirdi; ama Bell'in ( 1 9 73 ) yerinde sorup soruşturarak
saptadığı gibi, en l iberal eğilimli Japonlar bile MİŞİMA'nın gerekçesini

25
c;miş

pek öyle yabana atılır bulmuyordu. Demek ki Ja ponya değişmişti, değişi­


yordu. Bir şeyler olmuş ve oluyordu, Japonya'da.
Türkiye'de yükseköğretimin yabancı d ilde ve paralı olması önerisini
savunan kimi eğitim uzmanları "Bu işler Japonya'da da böyledir" derler­
di. Paralı olması yarı doğru ama dil konusu tümden yanlış bir bilgiydi .
Yükseköğretim Japonca idi. Hiçbir zaman yabancı dilde yapılmamıştı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikanlaştırılmak istenen Japon eği­
tim düzeni bize örnek gösteriliyordu ya; "Japon Toprak Reformu " , üs­
tünde nedense hiç durulmuyordu ? Kasıtlı ya da kasıtsız olsun bütün bu
yanlışlar ve yanıltmalar ülkemizde rahatça yapılabiliyord u; çünkü biz
Türkler, zaten az tanınan Japonya'yı hemen hiç tanımıyorduk. Türk-Ja­
pon dostluk ve kültür derneklerinde verilen İkebana (çiçek d üzenlemesi)
konferansları, magazin basında arada bir çıkan "Tokyo Mektupları " da
yaygın yanlışları düzeltmeye, yüzyıllık boşluğu doldurmaya yetmiyor.
Belki "Ak Zambaklar" Ülkesi'nde ( Finlandiya ) gibi bir "Kiraz Bahar­
ları " Ülkesi (Japonya) yazmak gerekiyor! Asker-sivil öğrencilerimize oku­
tulmak, devrimci ve ülkücü öğretmenlere dağıtılmak üzere. Gerçi arada
Nilgün Arıt'ın "Kiraz Çiçekleri ve Volkanlar Ülkesi " yayımlanmış ama
duyulur bir yankısı olmamış. Öyle bir Japonya yazmalıydım ki hem boş­
lukları doldursun hem de rahatça okunsun. Batı'da yazılmış, beğenilmiş,
i.ist üste basılmış, dilden dile çevrilmiş, başarısı kanıtlanmış "Japonya" ör­
nekleri vardı. Yayımcılarımız bu yapıtları besbelli bil iyorlar ama nedense
Türkçeye çevirtmeyi pek düşünmüyorlardı. Türkiye İş Bankası Kültür Ya­
yınları'nın Krizantem ve Kılıç çevirisi ( 1 96 6 ) dışında ciddi bir girişim ol­
mamıştı. Batı'nın Japonya'ya bakış açısı, Batı'nın " Doğu Güneşi " için
taktığı renkli gözlükler bize nedense hiç uymuyordu. (Bkz. Ailen 1 979)
Japonya'ya Ti.irk gözüyle bakmalı, gördüklerimi Türkler için, Türk­
çe yazmalıydım. Beğenen olursa bu görüntüyü başka dillere de çevirebi­
lirdi. Yürek ve çok emek isteyen bir girişim ! Çünkü gelişmiş ülkeler, bu­
güne değin hep gel işen -Batı'ya yetişmeye, Batılılaşmaya özenen, ekono­
mik açıdan gelişmemiş- ülkeleri i nceleyip yazmışlardı. İngiliz gazeteci
Hotham ( 1 972) "Tiirkler"i yazmıştı ama hangi Ti.irk yazarı çıkıp da Ba­
tı'nın i.iç ünlü silahşoruna yaklaşabilmişti ? Belki tarihi olayların genel
gidişine ters d üşen bir karar ama neden olması n ? Denmişi denenmişi,
başarılı örneği olmadığı için önümüzde, gerçekleşmesi sanki olanak dışı
gibi görünen bir düşlem ama, sözün d oğrusu, işe başlarken böyle bir
"Japonya yazmak" geçiyordu gönlümden.

06. ALA N , ZAMAN V E D i L

Sosyal bilimciler, üzerinde çalıştıkları topluma, araştırdıkları konuya kı­


saca "alan " derler; belli bir toplumda ya da konuda bilgi toplamak için

26
:\ oı; Al.AN, ZA\-L\N VE Dil.

ya pılan işlere de "alan çalışması " . Araştırma alanım Japonya, binlerce


adadan oluşan 1 00 milyonun üstünde nüfusa sahip kocaman bir ülke!
Nereden başlamalı, neresinden yaklaşmalı ?
Alandaki çalışına programımı tasarlarken, bol bol gezip dolaşmalı,
görüp görüşmeli, tanıyıp konuşmalı diye düşünüyordum. Kırları, kent­
leri, ormanları, yanardağları, gölleri, göletleri, bal ıkçı ve çeltikçi köyle­
rini görmek; yaşlı, çocuk ve gençlerle konuşmak ne iyi olur. İyi olur da
hangi dille? Japoncayı ben bilmem, onlar da çoğunlukla Türkçeyi. Bi­
lenlerle bildiğim dillerde, dil bilmeyenlerle Kiyılşü Adası'nın Kımıme
kasabası istasyon lokantasında tanıd ığım o olağanüstü zeki çocuğun ba­
na öğrettiği dille -"İNSANCA "- konuştuk. İnanı lması zor gelecek ama
bir saate yakın süreyle, hiç sıkılmadan, yorulmadan ne güzel a nlaştık: O
kendi dilinde, ben kendi dilimde kon uşara k !
Ülkeyi b i r baştan ötekine gidip sonra da geri dönmecesine, h e r istas­
yonda duran, en yavaş giden, dakika şaşmayan küçük trenlerle dolaş­
tıın. Honşıt (Hondo) adasını yeşil -turuncu renkli elektriklilerle; öteki üç
adayı turuncu-beyaz motorlularla boydan boya geçtim iki kez. Japon
Adaları'nı tren penceresinden gördüm, hatta Japonları yolculukta tanı­
dım desem, yeridir. Tanıştık, konuştuk, anlaştık; kimileriyle arkadaş,
dost olduk.
Japonya'da uzunca bir süre kalarak " toplumsal değişmenin mekana
yansıması " konusunda eşi az bulunur nitelikte araştırmalar yapmış olan
Fransız bilgini Berque ( 1 976 : 8 ) , şu yaygın söylenceyi a ktarır:
" Öyle şaşırtıcı bir ülkedir k i Japonya,
birkaç hafta kalan konuk k itap yazar,
birkaç ay kalan bilim adamı makale tasarlar,
birkaç yıl yaşayan bilge kişi yazma sevdasından kurtul ur. "
S üremin kısalığı yıldırmadı, uzunluğu ise caydıramadı beni. Parkin­
son'un ünlü " zaman-iş yasası " na sığındım: " Her iş-güç kendisi için ayrı­
lan zamanda biter. " Zaman azsa iş çabuk biter, zaman çoksa iş uzar gi­
dermiş! Altı ay zamanım vardı alan çalışmamı yapmak için. Elimi çabuk
tutup işimi erken bitirdim. İyi işin altı ayda çıkacağını söyleyen biz
Türkler için altı ay hiç de az bir zaman değildi.
İlk bakışta Japonlar gül güleç yüzlü, konuksever insanlardır. Siz on­
lara yaklaşmaya çabaladıkça, onlar sanki kapanıp sizden uzaklaşmaya
çalışıyor gibi görünürler. Başka bir deyişle, siz onları anladıkça, onlar
sanki daha bir " anlaşılmaz" olurlar. Kendileri de iyi bilir bu yanlarını.
Hatta alçakgönüllü davranıp öğünürl er. " Biz Japonları kimseler anlaya­
maz ! " derler. Derler ya yine de bilmek isterler, d ünya alemin Japonlar
hakkında neler yazdığını, d üşündüğünü. Evet, Japonların belki " anlaşıl­
maz" yanları vardır; ama kendileri de tam anlamış değillerdir, kendileri­
ni. Söylemekten çekinmezler:

27
GİRİŞ

s. s. c. a. ,:�


ÇIN HALK CUUHUAIYETt
.· '�\,
·�. · ·'

.- �
PEKING �-

/
, , : y .. ıi;�;�;;';;;;: [,,
.-,_ =--1"1r=
�·

REH&NlôE?-"
��·ı•ücr:::::===
. ,"":::'·

HARiTA 06: Araştırmacının Japonya'da alan çalışması.

" Ş u yabancılara şaşıyorum / Geliyor, i nceliyor, anl ıyorlar bizi / Ben,


doğrusu, anlayamıyorum kendimizi." - ŞİNODA Masahiro ( Bkz. OZA­
Kİ 1 978: 1 3 )
Japonlar d ünyayı "bizimkiler" ve " ya bancılar" olarak i kiye böler,
iki bölük olarak algılar. Öyle k i Japon k ültürüyle ilgili verilerle bilgiler
de ikiye a yrılmıştır: Kendileri için ve yabancılar için olanlar. Kitaplar,
dergiler, gazeteler, basın ve haber bültenleri, yabancı dillere çevrilip ya­
yımlanmış anket sonuçları .. . Bu bolluk içindeki araştırmacı kısa bir de­
neyimden sonra, seçici olmak gereğini duyar. Çünkü aranan, araştırılan,
anlamlı ve değerli olanlar, "Japon a ilesi "n i n kendisine sakladığı "Japon­
l u k " bilgileridir. İşte, edinilmesi, irdelenmesi ve yorumlanması güç olan

28
� 08 BİLGİ VF l IAllFR Kı\YNAKL.\IUM: REHBEIU.FRİl\1

bilgi türü odur. Yıllarca J aponya 'da yaşamış, ülkenin dilini, tarihini öğ­
renmiş olmasına karşın, Japon evine, töresine girememiş, görünmez bir
duvardan, kara perdeden yakınan yabancılarla karşılaştım. Denemiş
ama aşamamışlard ı koruyucu engelleri .
Japonluğa özgü bilgileri elde etmek için Japonya'ya gitmek yetmez.
Onlardan biri olmak, biri gibi sayılmak gerekir. Japonya'daki koruyucu
meleğimin ( talih kuşumun) bu konuda bana doğrusu cömert davrandı­
ğın ı söylemeliyim. Görünmez bir el gibi, gerçek kimliğini saklı tutan o
gizemli varlık hiç yanımdan ayrılmadı; yolumun üstündeki tüm engelle­
ri kaldırdı, kapıları içerden açtı, yürekleri açık tuttu. "Niye, nereye ? "
sorusuyla karşılaşmadan her dilediğim yere ulaştım .

0 7 . G E N E L YA K LAŞ I M : Y Ö N T E M V E T E K N İ K L E R

Bu kitapta kullandığım çoğu bilgileri, o güçlü iradenin sağladığı " katılma


yoluyla doğrudan gözlem " adı verilen bir teknikle topladım ( B kz. Gü­
venç 1 979 a: 1 48 - 9 ) . Gözlem, en yalın tanımıyla, araştırıcının kendi du­
yu organlarını araç gibi kullanarak, günlük yaşamdan bilgi top lamasıdır.
Gözlemci, tanık olduğu olayları, görüp d uyduklarını, anlamlı, benzerlik
ve ayrımları günü gününe, sıcağı sıcağına not defterine geçirir. Her fırsat­
ta her molada yaza bildiğince yazar. Alan çalışmalarım s ırasında 1 2 defter
dolusu gözlem notu tutmuşum. Basılı-yazı l ı malzemeden kesip seçtikle­
rim -gazeteler, p rogramlar, bilet ve belge niteliğindeki çeşidi malzeme­
sekiz dosya tuttu ! Üç bini aşkın fotoğraf ve yaklaşık 20-25 saatlik ses ve
söz kaydı, gözlemlerimi bütünlüyor. O derece çalışan bir gözlemci görün­
müşüm ki Japonlara, bana arkamdan (kôkişin-no katamari) " Meraklı
Bey " ya da " Merak küpü " adını takmışlar, iyi de yakıştırmışlar hani !
' Japonya gibi bir ülkede günlük yaşamın her olayına katılmak, her
sahnesine tanık olmak mümkün değildi, k uşkusuz. Yetişip ulaşamadı­
ğım yer ve durumlarda, yazılı ve sözlü bilgi kaynaklarından, özellikle de
Ulusa l-Radyo-TV kurumu NHK'nin eğitim kanalından bolca yararlan­
dım. Uluslararası Kü ltür Evi'ndeki, Japonya Vakfı'nın Japon Etütleri
Merkezi'ndeki kültür, sanat ve halkbi l im belgesellerini kaçırmamaya ça­
lıştım, bu kurumların yabancı araştırmacılara sunduğu çoğu olanaklar­
dan yararlanmaya çabaladım.

08. B İ LG İ V E H A B E R KAY N A K LA R I M: R E H B E R L E R İ M

Japonya'nın kültür tarihini, etnolojisini ve beşeri coğrafyasını özetleyebil­


mek için yazılı kaynaklara da başvurdum. Yararlandığım kaynakları me­
tinde ve ayraç içinde belirttim: ( Berkes 1 976: 226) gibi! Ayrıca, kaynakla­
rımın yazar adına göre abeceli bir dökümünü kitabın sonuna ekledim.

29
<;iRi�

Çalışma süremin ya klaşık üçte-ikisini Tokyo ve çevresi nde, üçte bi­


rini Tokyo dışındaki değişik ve yöresel alanlarda geçirdim . İnceleme ve
a raştırmalarım sırasında beni a lana çıkaran, orada yönlendiren, ek bilgi
ve yanıtları yla bana a lanı tanıtan çok değerli dostlarım ve rehberlerim
oldu . Kimi belki görevli, ama çoğu gönüllü gibiyd i ! . .
Alandaki çalışmaları m boyunca, ziyaretlerimi önceden düzenleyen,
inceleme gezilerime katılan, gereğinde çeviri görevini üstlenen, sorula rı­
mı yanıtlayan, gözlemlerimin doğru luğunu tartışan, geçerliği ni irdele­
yen, güvenirliğini yorumlayan bilgi kaynaklarım, danışman, öğretmen
ve yakın dostlarım oldu. Söz Başı'nda kendilerine duyduğum derin şi.i k­
ran borcumun gereğini yerine getirmeye çalışmıştım. Burada yeniden
belirtmeyi zevkli bir görev sayıyorum.

0 9. AÇI KLAMALAR

Alanda topladığım bilgileri, genellikle, yer-zaman ve kaynak bel irterek


kullanmaya özen gösterdim. Yazılı ve sözlü kaynaklarımı -dipnot yeri­
ne- metin içinde, yeri geldikçe açıklamaya çalıştım.
Sahada tuttuğum notları, önemli sayılabilecek canlı "olay örnekle­
ri"yle desteklemek, seyrek görülen -ama yaşanmış, nesnel ve gerçek­
"tek olay"larla renklendirmek istedim. Ne var ki "olay örneği " ile "tek
bir olay" a rasında önem l i bir ayırım görüyorum. Az ya da tek kaynaklı,
yaygınlık ve evrenselliğinden emin olamadığım olayları -sosyal bilimler­
de "case" karşılığında kullanılan "örnek olay" yerine- "Kutu " başlığı a l­
tında verdim. Ancak, birkaç kez tanık old uğum, başka kaynaklarda da,
rastladığım, öteki gözlemcilerce doğrulanmış olayları "olay örneği" ola­
rak metin içinde kullandım. Bu ayırımı yaparken ünlü bir Japon atasözi.i ­
ne dayandım:
Nida arıı !wto ua sando aru.
(İki kez olanlar üç de ol ur. )
Hemen yuka rıdaki atasözü nün yazılışında görüldüğü gibi, Japonca
söz ve sözcüklerin yazılması önemli bir i l ke kararını gerektiriyordu.
Çünkü Japon d i l inin 3 -4 türlü yazısı vardır. Önce, kitabın k apağında
görülen ve Çinceden alı nıp Japoncaya u yarlanmış bir "Kanci" (Hanca)
yazısı var. Bir tür hiyeroglif ( resimyazı ) olan Kanci, zamanla gelişerek
fik i r ve kavram simgelerine (idiyogram) dönüşmüş. Bu özgün, zengin
ve karmaşık yazıdan basitleştirilmiş "Katalwna" ve "Hiragana" adı ve­
rilen sesçil ( fonetik ) heceleme sistemleri de vardır. Basitleşti rilmiş olan
bu yazının okunması ( öğrenilmesi) uzun zaman a lı r. J apon dilinin Latin
ya da Romen a l fabesiyle alafra nga yazılıp okunması (Romaci a l fa besi)
mümkün görülmüş -hatta ciddi olarak d üş ünülmüşse- de henüz res-

30
� 09 ,\ÇIKl.:\\IAL\R

men benimsenmemiştir. Ancak Japonlar, sözlük hazırl amak, J a ponca


öğrenenlere yardımcı olmak, Japon dilinin yabancı d i l lerle ilişkilerini
düzenlemek vb amaçlarla, söz ve sözcük lerinin R omen (Latin) a l fa be­
siyle yazılışını belli k urall ara ( ya da d üzene) bağlamaya ça l ışmışlardır.
" I<unreişiki" ( yazı tüzüğü) il keleri adı verilen bu yazının i.i n l i.i leri İtal­
yancadan a l ın mıştır ve ti.imi.iyle Türkçede olduğu gibi okunur. Yazılış
ve okun uşları Ti.irkçeye benzemeyen ünsüzler, Ta blo 0 9 - 1 'de gösteril­
mıştır:

TABLO 09-1
T Ü R KÇEYE B E N Z E M EY E N JAPO NCA Ü N S Ü ZLE R
Alafranga Alafranga
Japoncası Türkçesi
eh yerine ç
sh yerine ş
ts yerine su
yeri ne e
w yerin e v
y yerin e iy

Türk okuyucusuna kolaylık olmak i.izere, yazılış ve okunuşları


Türkçeye benzemeyen Tablo'daki a ltı sesi alafranga Japonca (Kunreişi­
ki) ile değil de Türk Ahecesiyle yazdım. Bu tür yazmanın tek güçlüğü,
özel adlarda karşımıza çıkıyor: Bir kitap yazarın ın , k urumun, kentin, ki­
şi adının doğru yazılışı hangisidir? Okuyucuya kolaylık olmak üzere çok
basit bir kural önermek isterim. B u k itapta Türkçeleştirilmiş b ulunan
özel adların resmi (doğru) Japoncasını yazmak için Tablo 09-2'deki de­
ğiştirmeleri yapmak genellikle yeterli olacaktır:

TAB LO 09-2
TÜRKÇE YAZ I M DAN D OG RU JAPONCAYA
Türkçeleşmiş Resmi
Japon Adlarındaki Japonca Yazılışı
e yerin e
ç yerine eh
su yerine tsu
ş yerine sh
v yerin e w
iy yerine y

31
GİRİŞ

Japon dilinin bir sesçil özelliği de uzun ve çift seslilerin çokça kullanıl­
masıdır. Bu tür uzun seslileri, uzatma işaretiyle belirtmeye çalıştım: a, e, !,
ô, ı1 gibi. Uzatmalı bir ünlü yaklaşık iki ü nlüye denktir: ô = o+ o! gibi.
Ancak bazı Japonca sözlerde, uzun ünlü yerine çift ünlü varsa, b u tür
sözcükler, düzeltme ( uzatma) imi n yerine, çift ünlü olarak da yazılmıştır:
" o'o" gibi.
Çengel imi ( § ) , ara başlıkları ve belli başlı paragrafları ayırmak için
kullanı lmış, metindeki göndermelerin ( yollamaların) kolayca bulunması
için, tek numaralı sayfa başlıklarında ayrıca gösterilmiştir.

32
1

YAYIN LAR SORUN LAR


" Ş U A N LAŞI LMAZ JA PO N LA R ! "

• B İ R SÖYLE N C E LE R ALAN I
• YAZ ILI KAYNAK BOLLU G U : ÇELİ Ş İ K YAR G I LAR
• " B İLİMSEL" B U LG U LAR
• "ŞU ANLAŞ ILMAZ JAPON LAR!"
• YAN ITLANACAK ANA S O R U N LAR
• "FEO DALİTE VE DOGA" S O R U N U
• D İ N SO R U N U
• "TOPLU M M U , TO PLU LU K M U?" S O R U N U
• U LU SAL KARAKT E R V E KİŞİLİK
• D EGİŞ ENLER VE DEGİŞMEYE NLER
İnsanca şeyler bana hiç yabancı gelmiyor.

- TE R E N C E
BTürkçe denemedir. Bu niteliğiyle bir "Japon araştırması " sayıla bilir.
u kitap, Japon k ültürüne bir bütün olarak bakmaya çal ışan ilk

Geleneğe uyarak, yeni bir alana ilk kez girerken, daha önce yapılmış,
yazılmış ve tartışılmış konulara değinilmiş, bunların kısa özeti sunul­
muş, ayrıca, üzerinde durulan ve yanıtlanmasına çalışılan temel bazı so­
runlar aşağıda açıklanmıştır. Denemenin, "Japon Araştırmaları " alanı­
na yeni " bir katk ı " sayılıp sayılmaması, besbelli, üzerinde durulan ana
sorunların güncelliğine, geçerliğine ve verilen yanıtların güvenirliliğine
bağlı kalacaktır.

1 0 . B i R S ÖY L E N C E L E R A LA N I

Japonya çağdaş bir ülkedir. Ancak her bilinmeyen, anlaşılmayan konu­


da görüldüğü gibi, Japonya üstüne bilgilerimiz, büyük ölçüde, söylence
(efsane) ve inancalardan oluşmaktadır. İnanç deyip geçmemeli . İnsanoğ­
lunun doğru denen her şeye inanıp inanmadığı bilinmiyor. Ne var ki in­
san, genellikle nesnel doğrulara değil de doğru olmasını di lediği şeylere
inanır. Öyle ki onun arayıp d urduğu " hakikat" zaten inandıklarında
saklıdır.

Kuru 10
K İM Lİ K ARAYAN U LUS!
"Dünyayı kend ilerine hayran b ı rakan ama sevi lmeyen, bilim ve teknolojiyi
gerçek bir sanat, ticareti ise din yapabilen bu insanlar da ki m?"
Time Dergisi (Ağustos 1 9 8 3)

Ozanımız Attila İlhan Hangi Batı: Anılar ve A cılar adlı denemesin­


de yaygın bir inancımızı ve söylenceyi şöyle dile getiriyor:

35
llİR - Yı\YINLı\R SORlJNLı\ll

Oysa elin Japon'u çıkmış, hiçbir şeyini değiştirmeden, sadece


ekonomik ve teknoloj ik gelişme sürecini kendi yapısında yara­
tarak Batı düzeyini yakalamış, dibi n i kurcalayan yok! .. Adam­
lar Japon gibi yazıyor, Japon gibi yaşıyor, Japon gibi ölüyorlar
ama Batı'yı geçiyorlar. Japon'un yaptığını biz yapamamışız . . .
(İlhan 1 976: 1 9 )

" Hiçbir şeyini değiştirmeden Batı d üzeyine u laşmak" akla pek yat­
kın bir sav gibi gözükmüyor; ama her yaygın inancın " bi limsel " bir kay­
nağı vardır, aranırsa bulunur. Sözgelişi, tarihçi Niyazi Berkes de Asya
Mektupları adlı gezi izlenimlerinde, Japonca için şunları yazıyordu:

Müslümanların her yerde benimsediği görüş ş u idi: Şarklılıkla­


rını ve d inlerini, geleneklerini hiç değiştirmedik/eri halde Batı
medeniyetinin yalnız işe yarar yanlarını a larak Batı u luslarının
seviyesine çıkan hatta onu aşan bir ü lke o l u ş ... ( Berkes 1 976 :
25 1 -2 )

Japonların dinlerini, törelerini y a d a "hiçbir şeylerini değiştirmeden


geliştikleri ve Batı toplumları düzeyine ulaştıkları " yargısı gerçek m i ?
Bilimsel verilerle kanıtlanıp savunulabilir m i ? Bu konuda, bilim adamı
Berkes yazar Berkes'in yardım çağrısına koşar:

[Ancak] Japonlar hakkında kesin bir yargıya varabilmek için


bu ülkede daha uzun zaman kalmak, daha çok okumak gereki­
yor. ( Berkes 1 976: 256) [Çünkü] Japon ruhu bazen vahşete dö­
nüşüyor, bazen dünyanın en yüce sanatlarını yaratıyor. ( Berkes
1 976: 255) Japonya konusu bu m ektupların çerçevesine girecek
gibi değil . Sana sadece bizdeki kimi efsanelerin asılsızlığını an­
latmak için yazdım. ( Berkes 1 976 : 293 )

Daha uzun süreler kalıp daha çok okuyunca Japonya konusunda


kesin yargıya varmak şöyle dursun, yerleşmiş k a nılar bile sarsılabilir.
Sözgelişi, tanınmış Japon bilim adamlarının katıldığı bir açık oturumun
tutanaklarında, "Japonların herhangi bir dini yoktur" (A]S 1 977: 1 8 )
gözlemi yapılmış ve bu şaşırtıcı yargıya bilim dünyasından duyul u r bir
tepki gelmemiştir. Tersine, bu yargıyı destekleyen örnekler verilmiştir:
" Yaşlı bir tanıdığım iki yıl kadar ve ölmezden biraz önce H ıristiyan ol­
m u ştu. Kendisinden gerekçe soranlara, H ıristiyan cenaze törenlerinin
daha yalın olduğunu söyled i . " (A]S 1 977: 1 9) . Güçlükler hemen beliri­
yor: Dini yok ki değişsin; öte yandan, belki yok ama değişiyor, değiştiri­
lebiliyor. Oturuma katılan k ültür tarihçisi Profesör NAKANE Çie, tar-

36
§ 11 YAZILI Kı\YO'JAK BOLLUCU: ÇELİŞİK Yı\RGIL.ı\R

tışmayı tarihi bir gerçekle destekler: jzatenJ " B u dizmin [Japonya'daJ o


kadar hızlı yayılmış olmasının ana nedenlerinden biri de cenazeyi [ dahal
kolay, iyi kaldırması değil miyd i ? " Yani, Japonlar cenaze kaldırma k olay­
lığı yüzünden m i Budist oldular? " Hayır" d iyor NAKANE, " Ama Budiz­
mi Japonlaştırdılar. " Japon aydınların ve yazarların ortak kanısına göre,
Japon kültürünün en temel özellikleri, Japon olmayanlara anlaması güç ge­
len bu tür konulardır.
Osaka'daki Ul usal Etnoloji M üzesi'nin Kurucu Müdürü Profesör
UMESAO Tadao, ül kesi ve insanları için yeri sırası geldikçe şu benzet­
meyı yaparmış:

Japonya, balinaya benzer: Denizde yaşar ama balık değildir;


balığa benzer ama memelidir. (Dr. MAEDA Yôiçi'nin, yazara
sözlü aktarması, Mayıs 1 978)

1 1 . YAZ I L I KAY N A K B O LL U G U : Ç E L i Ş i K YAR G I LA R

Bazı söylencelerin yazılı, basılı olması onların " söylence " n iteliği n i de­
ğiştirmiyor. Ünlü bir işadamı ve sanatsever olan İDEMİTSU Sazô, " Öl­
mez -ya da ölümsüz- Japonya " adlı k itabında şöyle der:

Çağdaş dünyamızda her şeyin -eğitimin, yönetimin ve iş hayatı­


nın- tümden güzel olduğu tek bir ülke yok; ama Japonya böyle
!idea l] bir ülkeye en çok yaklaşmış bir toplum sayılabilir. [İDE­
MİTSU 1 978: 1 70)

Söylencelerin evrensel yaygınl ığı ve yenilmez gücü karşısında öteki


yazılı kaynaklara -birbiriyle çelişmeyen- bulgu lara ve yargılara başvur­
mak gerekiyor. Ancak b u arada, "Türk ve Japon k ültürlerinin bazı gele­
neksel benzerli k leri " üzerinde yazanlar, aile ilişkilerindeki ve törelerdeki
değişme ve gelişmelerin paralelliği üzerinde duran gözlemcilerimiz ol­
m uştur. ( Bkz. Erdentuğ 1 977: 1 94-9 9 )
Öte yandan, " Maskesi Düşürülmüş Japonya " adlı sert özeleştiriyi
yazan diplomat ( KAVASAKİ İçiro 1 976 ), Japonya'nın o denli güzel ol­
mayan öteki yüzünü de d ünyaya gösterdiği için, Japon D ışişleri B a kanlı­
ğı'nca uyarılmış, k ı na nmış mıdır? Gerçek bilinmiyor. Ama açık sözlülük
ya da açık yüreklilik gibi diplomasi geleneğinde pek yeri olmayan bir
günah işlemiş sayılan KAVASAKİ'nin şimdi Japonya d ışında yaşadığı
gerçektir. İşte bu nedenledir ki söylence ve inançlarla açıkça çatışmayan
çalışmalara da bakmak gerekiyor.
Çağdaş Japon araştırmaları, Batı'ya karşı sımsıkı kapanmış olan ge­
leneksel MİKADO ü lkesinin limanları ABD Deniz Kuvvetleri'nden Ko-

37
l\İR - Y:\YINL:\R SORUNL\R

modor Perry tarafından zorlanıp açıldıktan sonra, XIX. yy'ın ikinci ya­
rısında başlamıştı r. Bu tarihi serüvenin öncüleri arasında, Basil Hali
Cha mberlain, Kari Florenz ve Ernest Fenol losa gibi saygıdeğer akade­
misyenler; Satow, Astan, Charles Eliot ve Sir George Sansam gibi ünlü
"amatörler" vardır. Chamberlain'ın ( 1 977, öncesi 1 904) Japon araştır­
maları ve Japon hayatı üzerindeki yazıları, Fenollosa 'nın ( 1 967) Japon
Sanatı ve Sansom'un ( 1 93 1 ) Japon K ü ltür Ta rihi üzerindeki kitapları,
Japonya ile ilgilenen her a raştırmacını n sık sık başvurduğu, el altında
tuttuğu ana kaynaklardır.
Fransızlar da ilgisiz kalamamışlar bu serüvene. Peder Papinot'u n
yazdığı ( 1 9 10, 1 9 80) "Japonya'nın Tarih ve Coğrafya Sözlüğü " hala
anıtsal bir derleme sayılmaktadır. Son Osmanlı dönemi üzerindeki Azi­
yade ( 1 879), Bir Sipahinin Romanı ( 1 8 8 1 ) ve İz/anda Balıkçısı eserleriy­
le tanıdığımız denizci Pierre Loti, Madame Chrysantheme ( 1 8 8 7) roma­
nıyla Japonya 'ya da el atmış. Gerçi yazar Loti, Japonları da pek doğru
dürüst anlamamış ama bol bol yazmış, uzun uzun anlatmış, haklı haksız
eleştirmiş.
Bütün bu akademisyenler ve amatör yazarlar arasında, çağdaşlaşan
-değişen- Japonya'yı en iyi anlayan ve en çok tutan Lafcadio Hea rn ol­
muş. Ya rı İngiliz, yarı Yu nanlı bir göçmen olan Hearn, " Bi li nmeyen Ja­
ponya'dan Yal ı n İzlenimler" adlı kita bıyla tanınıyor ve seviliyor. Yazar
Hearn, öylesine sevmiş ki Japonya'yı orada evlenmiş, yerleşmiş Japon
olmuş. Çoğu yabancının hiç denemeyeceği bir işi başarmış.
Batı D ünyası'nın Japonya'ya gösterdiği ilgi, Osmanlıları da hareke­
te geçirmiş. Ertuğrul gemisin i n gönderilmesiyle başlayan diplomati k iliş­
kiler, Ertuğrul'u bekleyen acıklı sonun d uygusal an ılarıyla bes lenmiş,
güçlenmiş, 1 904-5 Rus-Japon Savaşı'nın Japon yengisiyle bitmesi üzeri­
ne doruğa varmış ( Bkz. T.C. Tokyo B üyükelçil iği 'nin Ertuğrul Hatırası
yayını, 1 93 7 ) . Bu savaş ve yengiden sonra, Kadı Abdürreşit İbrahim
Efendi'nin ( 1 9 1 2 ) ''İslam Dünyası ve İslamiyet'in japonya 'da Yayılma­
sı " başlığını taşıyan bir incelemesi yayımlanmış. Rus-Japon ( 1 904-5 ) Sa­
vaşı 'na bir gözlemci olarak katılan ( ka tılmış gibi yazan ) Pertev Demir­
han (sonradan genera l ) , Japonların askeri, u lusal ve asıl 1 mora l 1 gücü
konularında bir d izi i nceleme bırakmıştır.
Japonya, Japon k ültürü, tarihi ve insanı konusundaki araştırma ve
yayınların sayısında son yıllarda öylesine hızlı bir artış olmuştur ki 1 96 9
y ı l ı Mart ayında Japonya'daki Keidanren Kütüphanesi'ndeki tam bin
kitaplık bir sergi açılmış. Seçi lmiş kitapların sayım dökümü, Japon araş­
tırmalarındaki büyük parlamanın dolaylı bir göstergesi sayılabilir. ( Ta b­
lo 1 1 )

38
� 1 1 '" ll İ L i !l l SFL'" lllJl.(;lJLA!l

TAB LO 1 1
JAP O N ARAŞTIRMALARINDA ARTIŞLAR

Basıldığı Dönem ve Yer Kitap Sayısı

İkinci D ünya Savaşı'ndan ö nce basılmış 100


Japonya d ış ı ndaki ü l kelerde basılm ı ş 200
İkinci D ünya Savaşı'ndan sonra basılmış 700
Kütüp h a n ed e ki toplam kitap sayısı 1000
Kaynak: JFN, Vll, 1 , 1 979 (Nisan-Mayıs): 13.

Adı geçen kütüphanenin seçim işinde son derece titiz davra ndığı
söylenebil i r. Çünkü, günaşırı yeni bir kita bın (ya da çevirinin) yayımlan­
dığı ve yeni yayınlarla i lgili kitap özetlerinin verildiği bir ü lkede, yıllık
yabancı yayın sayısının SOO'ün üstünde olduğu rahatça söylenebilir. Se­
\vard ( 1 971 ) ve OZAKİ ( 1 978: 1 6), yalnız İngiliz dilindeki "40 bin
eser" den söz ederler ki hiçbir ölümlünün tek başına el atamayacağı çap­
ta bir kitaplıktır. ( Bkz. T]F 1 978 ve 1 9 80)
Böylesine zengin ve verimli bir yayın a lanını değil yakından tek rek
incelemek, uzaktan izlemek bile zor! D oğrusu izlenemiyor da. Japon­
ya'yı incelemeye çalışan ların ortak kanısı o k i yoğun i lgi ve kaynak
bol l uğu yanında yaygın bir karmaşa da var. Her yan ve yönden o kadar
değişik yorumlar gel iyor, öylesine çelişik gözlem ve k arşıt görüşler du­
y u l u yor ki, Japonlar belki biraz da bu y üzden "akıl ermez" ya da "an­
laşılmaz" yaratıklar oluyor. Bu durumda hiç olmazsa " bilimsel " yayın
ve b ulgulara yönelmek gereği duyuluyor. Acaba onlar ne diyor?

12. " B İ L i M S E L" BU LGULAR

Bilim adamlarınca ileri sürülmüş, yazılmış; bilimsel bir dergide yayımlan­


mış verileri, " bilimsel" yani "doğru " ya da "nesnel " , "gerçek " ; doğruluğu
kanıtlanmış yani "güvenilir" saymak eğilimi yaygındır. Oysa, her bilimsel
araştırmada rastlanan her önerme, her zaman geçerli değildir. Geçerli
olup olmadığı irdelenecek önermeler yanında, güveni l irliği henüz kanıtla­
namamış olanlar bulunabilir. Bu yüzden, sosyal bilimciler, ancak doğrulu­
ğu ya da yanlışlığı kanıtlanmış, kanıtlanabilir türden veriler üzerinde çalı­
şırlar. Genellikle bunlar, dar kapsamlı, sınırlılık-geçerlik koşulları önceden
belirlenmiş çalışmalardır. Ancak bilimsel verileri bir araya toplayınca, ko­
nunun çekiciliği, okunabilirliği zedeleniyor. Japon asıllı Profesör Harumi
BEFU ( 1 973 ) , Japon kültürü konusunda tümüyle bilimsel verilere dayalı
bir " antropolojik giriş" yazmıştır. Kuşkusuz bu eseı; pek çok konuda ya­
rarlı ve güvenilir bilgilerle dolu, saygın bir kaynaktır. Ancak, o da bekle­
nen doyumu sağlamıyor, hatta bazı konuların açılmadığı, kimi d uyarlı so-

39
llİR - YAYıNLAR SORU�Lt\R

runların üzerine yeterince gidilmediği izlenimini veriyor. Bilimdeki bu güç­


lük, araştırmacıyı ve okuyucuyu bilimsel kaynaklardan sanatsal kaynak­
lara ( yazına, şiire, resme vb.) doğru sürüklüyor. Bazen yalın bir özdeyişte,
bir atasözünde, bir şiir ve öyküde en evrensel gerçekler bulunabiliyor. Bu
yüzden antropolojik alan araştırmalarının salt bilimsel yapıtlarla özgür
sanat yapıtları arasında bir yerde yapılması gereği bile savunulabilir. ( Bkz.
Koesder 1 964: 3 34, Güvenç 1 99 1 : 73)
Gorer ( 1 943) ve LaBarre ( 1 945) İ kinci D ünya Savaşı içinde yayım­
lanmış iki ayrı i ncelemede, Japon toplumunun ve i nsanının kendine öz­
gü ( ulusal) karakteri konusunda, ortak bazı yargılara varmışlardır.
Araştırmacılara göre Japon toplumu ve insanında duruma ve koşullara
göre birbiriyle çelişik üç türlü davranış kalıbı (özelliği) görülebilir, öyle
ki Japonlar, kimi durumlarda :
( 1 ) D uyarlı bir yakınlık, yumuşaklık, hoşgörü ve anlayış gösterirler
(sözgelişi iş i lişkilerinde);
(2) Aşırı bir düzen, k uralcılık ve töreye bağlılık gösterirler (aile i liş­
k ilerinde);
( 3 ) Fanatizme varan bir aşırılık, acı çekmekten ya da acı çektirmek­
ten sanki zevk alan bir küstahlık, sertlik ve kabalık eğilimi gös­
terirl er (yarışta ve savaşta ) .
İnsan bilimci Benedict ( 1 966), Türkçeye d e çevrilmiş bulunan dün­
yaca ünlü araştırmasında, Gorer ve LaBarre'ın çoğu bulgularını d oğru­
lamış; Japon insanının temel kişilik yapısında görülen çelişki ve çatışma­
ları, bebek bakımı ve çocuğun erken eğitimi sırasında ana-babanın ödün
vermeyen, özverili fakat hoşgörüsüz tutumuyla açıklamıştı .
Japon bilim adamları arasında, Batı'nın psikoloji k ağırlıklı gözlemci­
lerinin yargılarını genellikle benimseyenlerin (Bkz. D O İ Yakeo 1 976 ) ya­
nı sıra Japon kişiliğindeki aşırılığı, zorbalığı, fanatizmi Japon milliyetçili­
ğine bağlayanlar vardır. Örnek olarak TSUNEO İ ida ( 1 977), Japon fana­
tizmini, "Japonların Batı'ya yetişme tutkusuyl a " açıklar. "Bu aşırı tutku
olmasaydı, Japon kalkınması gerçekleşemezd i " der.

1 3 . "Ş U A N LAŞ I L MAZ J A P O N LA R ! "

" Anlaşılmaz Japon " deyimi, büyük bir olasılıkla önce Batılılarca öneri l­
miş ama Japonlarca da sevilip benimsenmiş bir sözdür. Burada, küçültü­
c ü ya da eleştirici bir bağlamda değil de konunun güçlüğünü ve karma­
şıklığını göstermek amacıyla kul lanılmaktadır. "Anlaşılmaz Japonlar"
deyiminin kaynakları oldukça eskilere, derinlere uzanır. Batılı yazarların
Japonya üstüne gözlemlerinden seçilmiş örnekler (ve benzerleri için Bkz.
Chamberlain 1 977: 2 5 1 -60) :
( 1 ) Alman Asya Araştırmaları Derneği'nin Tutanakları'na göre: " Si-

40
� 13 "ŞU ANLAŞIL!\IAZ JAl'Of\:Lı\ll!'"

nir sistemleri Avrupalılardan daha az gergin (gevşek ) olan Japon­


lar, ağrıya sızıya daha kolay dayanır, ölüme hiç aldırmazlarmış. "
(2) Japonya 'da sadece ü ç a y kalmış b i r Fransız soylusunun k itabın­
da, "Japon [insanı] zeki değildir" deniyormuş.
( 3 ) Sir R utherford A lcock, Japon yaratıcılığını övüp göklere çıkaran
bir yazısında, " En yalın araçlarla, en az para, zaman ve emekle
en büyük sonuçlara u laşabiliyorlar... Ancak bir yerde [sanki] bir
yanlışlık var: Dünyanın en güzel ve en verimli ü lkelerinden birisi
olan Japonya'da [ nedense] çiçeklerin kokusu, k uşların sesi, mey­
ve ve sebzelerin tadı yok ! "
( 4 ) Yazın tarihçisi Astan, "Japonlar yalnızca ödünç a lma i le yetin­
mezler. Sanatta, siyasal kurumlarda ve din h ayatında dışardan
alıp uyarladıklarını büyük ölçüde değiştirip geliştirirler ve üze­
rine u lusal bilincin ( aklın) damgasını basarlar. "
( 5 ) "Japonlar" adlı bir i ncelemesinde Japonlarla ilgi l i i leri geri söy­
lentileri, yakıştırmaları değerlendirip eleştirmeye çalışan Peder
M unzerger, görünüşte savunduğu Japonlar konusunda şu ek
yargılara da varıyor: " Büyük yetenek fakat küçük deh a ! " Ve de
"Ahlaklı ama dindar değillerd ir ! "
( 6 ) Spectator ( 5 Aralık 1 89 6 ) dergisine gönderilmiş bir makalede,
"Japonlar her türlü öğretiye açıktır ama öğrendikleri pek derine
i şlemez. En dikkati çeken n itel ikleri erken yaşta olgunlaşmaları­
dır; ancak algılama yetenekleri yargılama güçlerinden daha
y üksektir" deniyor.
( 7) Peder Gulick, "Japonların Evrimi" adlı görece nesnel inceleme­
sinde şöyle diyor: "Japonlar, gözlem, değerlendirme ve öykün­
me yeteneklerinin u l usal gücüyle [ancak] Batı'nın [kültürel] sal­
dırısına karşı koymayı başarmışlardır."
( 8 ) Yabancı bir diplomatın kızı olarak, Japon adalarında tuttuğu
gezi güncelerini sonradan yayımlayan Bayan B ishop, " Dünya­
daki en çirkin ve en tatlı insanları olarak etki li yorlar beni; ayrı­
ca da ne temiz ve ne yaratıcı varlıklar ! " d iyor.
( 9 ) Son bir örnek olarak, sanat eleştirmeni Alfred East'i n çarpıcı
söz oyunu "Japon Sanatı büyük işlerde küçük, [ancak] küçük
i şlerde büyüktür. " Bu tekerlemeyi hala Japonlara ve tüm Japon
k ültürüne genelleyenler vardır.
Batılı gözlemcilerin, yorumcuların Japonlarla ilgili bu tür yargıları,
(a) ya doğru ya yanlış, (b) hem doğru hem yanlış ve (c) ne doğru ne de
yanlış olabilir. Bu araştırma boyunca böyle yargıların geçerliği ve güveni­
lirliği irdelenecektiı: Ancak yolun en başında denebilir ki Japonya'nın yüz­
yıllık başarılı gel işme serüveninin (YOŞİDA 1 96 3 ) ilk yarısında yapılmış
gözlemler, Japonların işine "akıl ermez" diyen Batılı'nın aslında, küçük

41
l\İR - Y:\Y l\IL\R SORU;\;L\ R

Japonların karmaşık dünyasına kendisinin pek akıl erdiremediğini yansıtı­


yor olabilir. Gerçekten de, " üzerinde Güneş batmayan" Britanya İmpara­
torluğu temsilcilerinin, kendilerini tüm ulusların üstünde gören Almanla­
rın ya da uygarlık yolculuğunun değişmez bayrak taşıyıcısı olduğuna ina­
nan Fransızların, Batılı'ya hiç benzemeyen bu Doğu insanlarını daha nes­
nel biçimde değerlendirmesi beklenemezdi. Çünkü XIX. yy'ın tekelci Batı
düşü ncesi, geri kalmış dünyayı hem küçük görüyor hem de bencilce eleşti­
riyordu : " Bana benziyorsa neden uygar değil? - benim gibi. Bana benze­
miyorsa, neden - hangi hakla - uygarlaşmaya kalkıyor?"
Japonya 'nın asıl suçu, belki de bir ırk, toplum ve kü ltü r olarak Ba­
tı'ya hiç benzememesiydi. Barı'ya benzememesine karşın, Batı gibi güç­
lü, kuvvetli o lmaya kalkması, d ünyada neler döndüğünü anlamaya baş­
lıyor olmasıydı.

14. YA N I T LA N M AS I N A ÇA L I Ş I LACAK S O RU N LAR

Her toplumsal araştırmanın bir sorunsalı, yani i nceleyip yanıtlamayı ta­


sarladığı bir dizi sorunu vardır - ya da olmalıdır. Bu denemenin de üze­
rinde d uracağı temel sorular var, besbelli. Önce bir varsayım : Ne kadar
değişik ya da " anlaşılmaz" gibi görünse de Japon toplumu bir insan
topluluğu ve insanca bir olgudur. Ve i nsanca olan h içbir şey -Terence'in
binlerce yıl önceden bize seslendiği gibi- insana yabancı olamaz, kala­
maz. Öyleyse, şu "akıl ermez" Japonların bazı işlerine a kıl erdirmek ve
Japon kültürüne ilişkin bazı temel sorunları irdeleyip yanıtlamak olana­
ğı vardır.
Bir yandan Japon kü ltür tarihinin belli başlı noktaları üzerinde duru­
lurken, denemede şu temel sorunların yanıtı aranmaktadır: ( 1 ) "Feodalite
ve Doğa tutkusu" sorunu; (2) "Şintô İnançları ve Din " sorunu; ( 3 ) "Japon­
ya'nın bir toplum mu, yoksa topluluk (cemaat) mu olduğu " sorunu; (4)
"Toplumsal Karakter ve Kişilik Özellikleri " sorunu; (5) Japon kültüründe
" Değişen ve Değişmeyen (süreklilikler)'ler" sorunu, vb gibi.
Bu temel sorunlar aşağıda biraz daha ayrıntılı olara k açıklanıp sı­
nırlanmaktadır.

1 5 . " F E O DA L i T E V E D O GA" S O RU NU

Japonya'da araştırma yapan gözlemcilerin dikkatini çeken değişmeler­


den biri de gerek bilimsel yayınlarda gerekse günlük basın yayın orta­
mında, Batı " tarih tezi "nin hemen tartışmasız biçimde benimsenmiş ol­
masıdır. Aydınlar, kimi hocalar ve öğrenciler, yakınılan, eleştiri len çoğu
sosyal kültürel n iteliklerin " Feodalite " den kalma bir " tortu " olduğunu
söylerler. Sözgelişi, erkeğin kadına üstünlüğü, büyüğün k üçüğe egemen-

42
) 15 " F H lll.\LİTE VF DO(;.\·· SORU'.\il.'
'

liği, yetkiye boyun eğme, çalışma disiplini, ilişkilerde düşeylik, hep " Fe­
odalite " den kalma " Ortaçağ" tortu larıdır ve zamanla değişebilecektir
( İŞİİ 1 976 ) . Peki ya Japon külrüri.i nün dünyaca beğenilen, övülen güzel­
likleri, başarıları ve üstünlükleri ? Görgü, incelik:., zarafet, vb gibi: Japon­
lar, işte bu konuda, birden ekoloj ist (çevrebilimci) olurlar. Ve iyi yük­
lemlerini Doğa'ya ( iklimin, doğal çevrenin ve koşulların yum uşak ) ılı­
man ve insana u ygun oluşuna borçlu olduklarını söylerler. Sanki Japon
ruhu, kendi iç dünyasını değil de Doğa 'nın güze l l iğini, temizliğini, iyili­
ğini yansıtıyor derler. Bunlardan birincisi (sorunların feodal iteyle açık­
lanması) nasıl ekonomik-politik bir gerekircilik ise; kültürel yetkinlikle­
rin doğa ve iklimle açıklanması da bir tü r çevreci ( coğrafyacı) gerekirci­
l iktir. Oysa kültü rel açıklama, ne birini ne de öteki n i onaylar. İkisini de
birlikte dikkate almaya, şu soruları gündeme getirmeye çalışır: Japon in­
sanının, onun kişilik yapısının, aşırılık ve kara rsızlık eğilimlerinde, takı­
madayı her gün her saat sallayıp duran sayısız depremlerin hiç etkisi
yok m u ? Japon töresinin, halk inançlarının oluşmasında, yanardağların,
tayfun ların, iklim koşulları ndan kaynaklanan bolluk ve açlıkların hiç
mi payı yok ? Oysa, konut tasarımından kukla tiyatrosuna, görgü kural­
larından çocuk bakımına; halk sanatları ndan sorumlu vatandaşlık imge­
sine değin, Japonları Japon yapan kimi kü ltürel özellikler, çoğun luğun
yanıp yakındığı feoda lite ( Tokugava Beyliği ya da hatta Japon O rtaçağı)
döneminde oluşmuş ve gelişmiştir.
Ne var ki Japon feodalitesi Batılı ülkelerin feodalitesine hiç benze­
mediği gibi, onun Hıristiyan O rtaçağı'na benzetilmesi büyük bir yalın­
laştırma ve yanlışlık olur. Japon a raştırmacılarca derlenip yayımla nmış
zengin bir tarih belgesi vardır. NUMATA ve Arkadaşları ( 1 964), " Fe­
odalite " ve "Japon Yakınçağı " diye nitelenen ( 1 603- 1 8 67) döneminde,
dünyada neler olupbittiğini, Japonya'nın çok yakından izlediğini ve işi­
ne yarar gördüğü hemen her değeri kolayca aldığını göstermişlerdir. Bu
her şeyin ne tür şeyler olduğu konusunda, Batılı gözlemcilerle, Japonlar
arasında önemli bir görüş ayrılığı va r. Japonlar, bütün dil, bilim, sanat
ve zanaatlara ve bunların yaşamdaki her türlü uygu lamalarına " B ımka"
( kültür) diyorlar. İnsan yapısı olan, insanın öğrenebileceği her şey kül­
türdür, Japonlar için. Öte yandan yaratı lan her şeye kü ltür denmesi, bi­
limsel kültür tanımına da son derece u ygundur. Oysa Batı dünyası, gele­
neksel olarak, kültürü, daha çok güzel sanatlar, edebi yat, felsefe gibi be­
şeri ( moral, manevi) değerler karşılığında k u llanmıştır. Bu dar anlamda
alınsa, anlaşılsa bile, görülecektir ki Ortaçağ Japonyası Çin'i, Feodal Ja­
ponya ise Batı kültürlerinin ürünlerini yakından izlemiş ve beğendikleri­
ni almışlard ı - resimden mühendisliğe, felsefeden eğitime, spordan eğ­
lenceye, gemi yapımından çiçek ( hastalığı) aşısına deği n .

43
BiR - Y:\Yl 1'L:\R SORUNL\R

1 6 . Ş İ NTÔ VE H A L K D İ N İ S O RUNU

Batılıları ve Japonları şaşırtan önemli kon ulardan biri de din sorunudur.


"Şintô " diye bilinen bir dizi uygulamalar ve kamiler (sayıları 8 milyon­
dan 88 milyona kadar değişen tanrılar), Matsuri'ler ve Cingu (kutsal zi­
yaretler, türbe ve dergahlar) bütünü, bunlarla ilgili inançlar ve zengin ge­
lenekler evreni, gerçekten -yani Batı lıların tanımladığı anlamda- bir din
midir? Değilse, Budizm, Konfüçyusçuluk, Taocııluk, Hıristiyanlık birer
din sayıla bilir m i ? Bir sanat tarihçisi hanımın Ortadoğulu konukların so­
rusuna verdiği yanıt, biz Türklere ve Müslümanlara ters gelebilir ama
anlamlıdır "Şintô doğdum, Budist olarak öleceğim. Arada Hıristiyanlık
dahil öteki dinlerin öğretilerine tümüyle açığım. Benimkisi böyle bir yol,
sizinkisi nasıl, bilmek isterdim. " Din Tarihçisi HORİ ( 1 974 ) 'nin deyimiy­
le, Japon "halk dini " bütün dinleri içine alan kendine özgü bir birleşim­
dir. Yeniden görülüyor ki Japon'un din anlayışı Batı'dan ve O rtado­
ğu'dan çok ayrıdır. Böylesine aykırı bir anlayış ve uygulamanın d eğiştiği­
ni ya da değişmediğini söylemek güçtür, yalınlamadır. Yeri geldikçe,
" halk dini " sorununun açıklanmasına çalışılacaktır.

1 7 . " TO P LUM MU, TO P LULUK MU? " S O RU NU

" Feodalite" ( beylikler) "Doğa " ve " Halk dini-Hak dini " konuları kadar
önemli ve belki de onlardan daha temelde olan bir ana sorun da Japonla­
rın, toplum mu (cemiyet) yoksa topluluk (cemaat) mu olduğu bilmecesidir.
Belki de Batılı bilim adamlarını yanıltan, yabancı gözlemcileri şaşırtan ko­
nunun özüne ilişkin güçlüklerin başında gelen temel sorun budur.
Avustralyalı olup şimdi Tokyo'daki Sophia ( " Cizvit" ) Üniversite­
si'nde konuk bulunan Profesör Gregory Clark'a ( 1 977) göre, Japon bil­
mecesinin anahtarı, Japon ulusunun -toplumlaşmayıp- bir topluluk (ce­
maat) olarak kalmayı nasılsa başarmış olması gerçeğinde saklıdır. Ora­
da aranmalıdır. Başka bir deyişle, çağdaş Japonya -toplumlaşmamış­
hızla b üyüyen bir klan, kabile ya da aile düzeyinde kalmıştır. Japon
"akıl ermezliği " n in, "Japon biricikliği "nin gizemi, büyüsü buradadır. İs­
ter " topluluk" ister "cemaat" densin, bu olgunun Batı'daki " toplum"
olgusundan ayırımı nedir?
B u ayırım ilk kez Alman sosyologlarından Tönnies'in ( 1 8 8 7) Gesel­
leschaft-Gemeinschaft ikilemesinde ve Durkheim'in ( 1 8 9 8 ) ünlü " Top­
lumda İşbölümi.i " adlı araştırmalarında yapılmıştır. Adı geçen bilim
adamlarına göre, herhangi bir insan grubunda iki türlü dayanışma söz
konusu olabilir: ( 1 ) Birbirine benzer insanların, benzerlikten d oğan
( "mekanik ") dayanışması; (2) Birbirine benzemeyen insanların birbirine
bağımlı oluşundan, gereksinme duyuşundan doğan ( "organik '') daya-

44
§ 18 TOPl.U:vl S A L K A R AKTER VE K İŞİLİK

nışması. Tönnies ve Durkheim, Batı toplumlarındaki gelişme-değişme ve


evrimin birinci tip dayanışmadan i kinci tipe doğru olduğunu saptadılar.
Buna ka baca "evrim" dediler, i kincisinin daha iyi ve dolayısıyla kaçınıl­
maz olduğunu savundular. İşte Clark' ın ( 1 9 77) " Biriciklik" savı b urada­
dır: Japon birliği çağdaşlaşmış ama toplumlaşmamıştır. Japon işlerine
"akıl-sır-erdirilemeyişi " nin gizemi de buradadır. Batılılar ve kimi Japon­
lar, Japonya 'nın - Batı'daki gecikmeyi feodalitenin kalıntıları ya da -ya­
pısalcı yaklaşımda- Japon kültüründeki ilişkilerin düşey işleyişi ( NA­
KANE 1 970, 1 972 ) i le açıklamaya çalışıyorla r.
Gözlem ve a raştırma lar boyunca, b u temel soruna yanıt aranmakta ,
veriler v e bulgular tartışı lmaktadır. Gerçekten de ç o k sayıda gözlemci­
nin üzerinde birleştiği olgular acaba bu toplum-topluluk boyutu (ekse­
n i ) üzerinde değerlendirilebilir mi ? Eğer Japonya gerçekten hala bir top­
luluk i se, kentleşme ve endüstrileşme süreçleri, bu topluluğu nasıl etkili­
yor, ne yönde değiştiriyor? Ana sorunlardan birisi de budur!

18. TO P LUMSAL KARAKT E R V E K İ Ş İ L İ K

Japon olsun yabancı olsun, Japon incelemeleri a lanında çalışan çoğu araş­
tırmacılara göre, Japon toplumunun yapısı ( insan ve kurum ilişkileri) ve
değerleri ( kültürü, düşüncesi ve ülküsü) değişmektedir. Ama Japon ulusuna
özgün karakterini veren bireylerin temel kişilik yapısı sanki değişmemekte
ve süreklilik göstermektedir. Bu alanda çalışan toplumbilimcilerle psiko­
logların ve ruh hekimlerinin çoğu aynı görüşte birleşiyor. Oysa, Japon kül­
türü değişiyorsa, Japon insanının temel kişilik özellikleri de değişmek zo­
runda değil mi ? Japon kişilik yapısının temel niteliklerini belirleyen ana-ço­
cuk-bakım ve eğitim ilişkilerinde gelişme ve değişmeler oluyorsa, kişilik
özelliklerinin değişmez kalması mümkün müdür? Çalışan anaların çocuk­
larından daha erken yaşlarda ayrılmaya başlaması, okulöncesi eğitim ku­
rumlarının yaygınlaşması, anaokullarına verilen önem bu yönde değerlen­
dirilebilir. Bireylerin kültürel gelişmelerden ayrı biçim ve ölçülerde etkilen­
mesi besbelli Japon kişiliğini değiştirecektir. Türkiye' de 6 k işi dolayında
olan ortalama hanehalkı büyüklüğü Japonya'da 3,49 (dörtten çok üçe ya­
kın), Tokyo'da üçün altında (2,9)'dır. Daha da önemlisi aynı soydan gelen
kuşakların aynı çatı altında ya da komşu yaşamasından oluşan Dôzo­
ku'nun yerini giderek ana baba ve çocuklardan oluşan "çekirdek aileler"
alma ktadır. 1 9 75'te çekirdek aile oranı yüzde 64 idi. Yerleşme ve hanehalkı
büyüklüğündeki a nlamlı değişmeler yanında, çocuğun daha " doğal", daha
"demokratik" , daha "dengeli" ve " bağımsız" yetiştiril mesi; hayatı boyun­
ca soya ya da a ileye bağımlı kalmaktan kurtarılması yönünde giderek güç­
lenen bir akım vardır. Bunun bir koşutu olarak, okullarda kız ve erkek ço­
cukların daha uzun süre birlikte eğitildiği (cinsiyet ayırımının giderek azal-

45
IIİR - Y,\YINUR SORUNUR

dığı ) gözlemleniyor. Kız kolej leriyle, eski " kadın üniversiteleri"ne erkek öğ­
renciler a lındığı, sınavda başarı gösteren kızların "erkek " üniversitelerine
kabul edildiği de görülmektedir. Samuraylar ülkesinin toplumsal içerikli sa­
nat ürünleriyle TV-dizilerinde, sinema, radyo, basın ve yazında, erkeğin fi­
ziksel (beden) gücü yanında kadının tinsel ( moral) gücü, dayanıklılığı vur­
gulanmakta; çocuksu, güçsüz erkeğin güçlü (ana) kadına bağımlı gösteril­
diği bile izlenmektedir. Araştırmada, bu kişilik yapısı ve onun oluşumu
üzerinde durulacaktır.

1 9 . D E G İ Ş E N L E R V E D E G İ Ş M EY E N L E R

Çağdaş toplumbilimin e n anlamlı bulgularından birisi -metinde ve sonuç­


larda değil de- başlıklarda görülür. Kitap başlıkların ın hemen altında ve
bir " al t başlık" olarak " Süreklil ikler ve Değişme" k lişesini k ullanmak gü­
nümüzün yaygın bir modası olmuştur. B u alt başlığın anlamı şudur: Deği­
şenler yanında değişmeyen -şeyler- de vardır. Ya da toplumdaki her şey
öyle sanıldığı, i stendiği gibi b irden, aynı hızda ve aynı yönde değişmiyor.
Bazı önemli kurum ve öğeler süreklilik gösteriyor. Bu yüzden, her şey de­
ğişiyor türü bir genelleme yapmaktansa, bazı şeyler değişmiyor demek
şimdilerde hem daha " bi l imsel " hem de daha şirin geliyor. Din konusunda
en güzel örnek, HO Rİ'nin ( 1 974- 1 962) araştffmasıdır. "Japonya'da Halk
Dini: Siireklilil<.ler ve Değişme. " İşte bu nedenlerdir ki "Japonya değişti "

RESİM 19: Akşam sular kararırken Tokyo kent merkezi. Eski He yeni yan yana. Hangisi ası\ Japonya?
işte soru bu!

46
'i 19 DF(; i Ş E!'J l . EI\ VE D E(; i Ş :\ I EYE!\ L ER

ya da " değişmedi" gibi kesin ama çelişik yargıları doğrulamak, yalanla­


mak ve tartışmak artık kolay değildir. Bu tür yargılar, ne tam doğrudu r, ne
de yanlış ama hem doğrudur hem de yanlıştır. "Japon Kültü rü : Süreklilik­
ler ve Değişmeler" başlığını koymak çekicidir, modaya uygundur. Ancak
asıl sorun başlığın çekiciliğinde değil , gerçeğe uygunluğundadır. Daha açık
bir deyişle, değişenler nedir, değişmeyen ( süreklilikler)'ler hangileridir?
Değişenler neden, ne kadar değişmiş? Değişmeyenler neden ve nasıl olu­
yor da değişmiyor? Neden, nasıl direniyor ya da süreklilik gösteriyorlar?
Başka bir deyişle, değişme ne kadar yenileşme; "süreklilik " denen şey nice
değişmemektir, gibi sorulara eğilmek, yanıt aramak gerekiyor.
Japon toplumu, kültü rü ve insanı bugün hızlı, kapsamlı bir değişme
süreci içindedir. Ne var ki her kültürel öğe ve kişi aynı biçim, yön ve hız­
da değişmediği gibi; doğayla birliktelik, çok çalışmak, durumsal gerçek­
çilik, sağlam ve sağlıklı bir tarih (varlı k ) bilinci, en iyisini yapmaya çalış­
mak gibi, bir yanıyla dünya görüşü (ideoloj i ) , öteki yanıyla temel-kişilik
niteliği sayılabilecek kültürel özellikler sürüp gitmektedir. Bu türden sü­
rekliliklere bakarak, Japon toplumunun top l umcu ya da bireyci olmaya
özen duymadığı ve topl umca yaşamak, u lusça var olmak isteğini yakın
gelecekte de sürdüreceği sonucuna varılmaktadır.

47
2

" TAN YERİ " Ü LKES İ


A DA LA R VE İ N SA N LA R

• S i RAYA DİZİLM İŞ B İ N LERCE ADA


• "TANYE R İ "
• YAZ YAG M U R U VE " PAR LAK YAPRAK LI LAR"
• N Ü FU S : DAG I LI M VE Y I G I LMALAR
• YARADI LIŞ ÖYKÜSÜ
• YAZ l-ÖNCESİ TAR İ H : S E RAM İK-ÖNCESİ, CÔMON,
YAYOİ, KOHUN
• TAR İ H D Ö N E M LE Rİ: YAMATO, TAİKA, NARA, HEİAN,
KAMAKURA, AŞİKAGA, B İ R Lİ G İ N K U R U LMASI
• EDO-TOKUGAVA FEO DALİTESİ
• MEİCİ: İM PARATO R U N YAPTI G I D EVRİM
• SAVAŞ VE SON RAS i
On binlerce ada ... Yemyeşil bir doğa.
İşte arda Japonya; tarihin "Tanyeri" ufkunda!..

- B. G .
20. S I RAYA D i Z i L M iŞ B İ N L E R C E ADA ...

Çinliler, güneşi n doğduğu yönde bulunan takı madaya " Gü neşin yeri "
anlamında bir a d vermişler. Bu adı, "güneş" ve "kök" (kayn a k ) a nlam­
l arına gelen iki k alem fikir simgesiyle yazmışlar: a*
Tarım uygarlığının çoğu ürünleriyle birlikte Çin yazısını da alan
adalılar, bu ;adı beğenmişler; kendilerine "Nippon" ya da "Nihan" de­
meye başlamışlar. Ülkenin adı böyle konmuş. Gezgin Marco Polo,
Çin'de duymuş Nippo n adalarının varlığını, Çince ( Cihpon) söylenişine
benzeterek " Ciappone" koymuş ülkenin adını. Batılı dillerin Japan'ı da
]apon'u da Ciappone'den türetilmiş. Biz Türkler Batı'dan duymuş "fa-

RESiM 20: Bütün insanlar gibi Japonlar da kendilerini dünyanın tam merkezine koyarlar, biraz da
üstüne. Ama dünyayı çok iyi izler ve tanırlar.

51
İ K İ - "'L\NYEIU" ÜLKESİ

pon'ya" demişiz. Doğu 'dan almış olsaydık, Niponistan, Nihonya ya da


düpedüz " Tanyeri" de diyebi lirdik - kim bilir! Mikado'yu beğeni p ya­
zan k imi sanatçıl a rımız var ama Bab-ı ali ( Büyük kapı, Saray) a nlamın­
daki "Mikado " giderek daha az d uyul uyor. Kaşga rlı Mahm ut, "Capar­
ka " adını vermiş.
Japonya, art arda dizilmiş bir adalar ülkesidir. Dördü büyük -olduk­
ça büyük-, gerisi küçük -çok küçük- binlerce ad::t! Adalılar böyle büyük
çoklukları (8 yüz, 80 bin, 8 milyon v b . ) 8 ' l i sayılarla söylerler. Adaların­
toplam sayısı dört bin den azdır. Sayıma ve sayana göre 3 8 8 8 de olabilir.
Asya 'nın en doğu kıyısında, Avustra lya'yı da içeren Okyanusya'nın
en kuzeybatısındaki takımada, 46° kuzey paralelinden 20° kuzeye doğ­
ru 4-5 bin kilometrelik uzun bir hallaç yayı çizer. Japon Adaları, Anado­
lu üstüne ( batıya ) doğru kaydırılabilseydi, Kuzey Kafkasya 'dan ta Afri­
ka ortalarına uzanırlardı. Uzun ama dar ve küçük! Adaların toplam yü­
zölçümü Anadolu Yarımadası'nın ancak yarısıdır. Oysa Japonya ' n ın nü­
fusu Türkiye nüfusunun iki-i.iç katına yaklaşır. Nüfusun çoğu dört bü­
yük adada yaşa r. En kuzeyden güneye ve batıya doğru, bir zamanların
Aynıı ülkesi Hokkaidô, en geniş ve en uzun Honşıl ( Hondo), en mavi
yeşili Şikoku ve en ta rihi olan Kiyılşıl Adası. ( Harita 06)

21. "TA N Y E R i "

Yerbilirncilere göre adalar, Üçüncü Zaman'da Okyan usya tabanının kı­


rışıp yükselmesiyle ortaya çıkmış genç dağlardan oluşuyor. Çoğu yor­
gun, şimdi dinleniyor gibidir. Ara l a rında yanar ti.iter, yü ksek bacalar da
görülüyor. Dağlar öyle çok yüksek değil ama dünya denizlerinin en de­
rin vadileri, adaların hemen doğusundan geçiyor. Canlı, hareketli bir
doğa parçası ! Çok yaşlı, emekliye ayrılmış yanardağların hemen yanın­
da en genç dağların oluştuğu görülür. Hokkaidô Adası'nın Şôvaşinzan'ı
(yeni Şôva-dağı ) bunlardan en ünlüsüdür. 1 944 yılındaki gürültülü ve
depremli doğumundan sonra hızla büyüyüp serpilmiş, bugün 3-4 yüz
metrelik kocaman bir dağ olmuştur.
"Japon Alpleri" d iye bilinen sıradağlar, bir omurga gibi k uzeyden
güneye adaları ortadan i kiye böler. .Japonlar, adaların okyanus kıyısına
" ö n " , Asya'ya bakan Japon Denizi k ıyısına " arka " derler. Ancak, dağla­
rı ada yapan denizlerdir. Kuzeyde 01<.hotsk, k uzeybatıda Japon Denizi,
ada ları Kore'den ayıran Tsıışima ( Coşima) Boğazı, Japon kültürünü
Çin'e bağlayan ve ayıran Çin Denizi, adal arı güneyden doğuya ve kuze­
ye doğru sarıp sa rmalayan engin Pasifik O kyanusu!
Büyük Honşü, tarihi Kiyılştı ve mavi-yeşil Şikoku adaları arasında
kalan içdenize Japonlar Seto ( içdeniz) derler. Bir adalar ve güzel manza­
ralar denizidir, Seto. Hazar'dan çok Ege'ye benzer. Adalılar, adı sanı kon-

52
§ 21 "TANYERİ"

RESİM 2 1 - 1 : Doğal ve Yapay Adalar.

muş belli dağlara San derler. " Fuci San" gibi. Suyun adı da sui' dir. Dağ
(san) ile su (sui) bir a raya gelince "Sansui" ( manzara) olur. Seto'da o ka­
dar çok dağ ve öyle bol su vardır ki Okayama kenti güneyindeki Kinlw
San 'dan içdenize doğru bakan herkes, dağ ile suyun neden güzel bir çift
oluşturduğunu görür, kavrar. Seto'da, her dağ, tepe bir ada, her ada -ta­
nımı gereği- güzel bir manzaradır. Denizi çevreleyen binlerce dağ, deniz­
den bakıldığında, birer ada ve manzara olur_ Adalılar, yüzlerce kilometre­
l i k bu güzel manzara ya Setonaikai "İçdeniz " adını vermiş, onu sevmiş­
lerdir. Dağlar ve adalar da bu sevgiden mutlu olmuştur sanki.
Kuzeyden güneye uzanan sıradağlar ve adala r doğudan batıya yük­
selen vadiler, tümünü tutkuyla sarıp manzaraya dönüştüren a karsular
ve denizler bir "yaşayan doğa " ; doğanın insanoğlu na sund uğu bir
" Cennet Bahçesi " dir. Doğal güçlerin bir gösteri ya da uygulama a lanı,
canlı bir tiyatro sahnesidir. ( Bkz. Resim 2 1 -2 )
Her gün her saat yoklayıp geçen sayısız depremler, ufuklardan ko­
pup k ıyıları vura n deprem dalgaları, karla örtülü çatılara benzeyen du­
manlı tepeler, her yerden fışkıran ılıca ve kaynarcalar, her güz mevsimi
yeni baştan sıra n umarası alan acımasız tayfunlar, kıyıları yıkayıp giden
sıcak-soğuk a kıntılar, tropikleri andıran coşkulu muson ( manson) yağ­
murları, büyüme hızı nerdeyse gözle görülüp kulakla duyulan bambu
ağaçları, kiraz baharları, hurmalar ve kasımpatılar. . . Bütün bunlar, ti­
yatronun seyircisi değil , kendisi ve oyuncusudur. Japon Adaları'nda ha­
yat, oyun ve sanat, seyirlik değil, yaşamlıktır.
Japon insanı, kendini bildi bileli, bu sahnede yaşamış. Çünkü baş­
kaca bir yer y urt kalmamış yaşamaya. Ken d i l iğinden yetişen ya da kendi

53
İKİ - "TANY ER i " ÜLKESİ

ResiM 2 1 - 2 : Sansui: Dağ+su = Güzel Manzara (Nociriko).

yetiştirdiği bitkilerle paylaşmış yerini yurdu nu: Yılıp yıkılmadan, kıyıp


tüketmeden. Adaların yüzde SO'i dağlık, dağların yüzde 8 8 ' i -ülkenin
y aklaşık o l a r ak yüzde 6 8 ' i- ormanlıktır. Bu kadar bol ormanı ne yapar­
lar? " Neler yapmazlar k i ! " de denebilir. İki genel kural dikkati çeker:
Kesip yakmazlar -kışın titremek pahasına da olsa- ve keçiye yedirmez­
ler. İlk Amerikan elçisinin ba hçesinde tek bir süt keçisi beslemesi bile
ulusal sorun olmuş; izin vermemişler! Yeşil örtü öylesine koru nmuştur
ki toprak erozyonu (çamur) o lmaz; b u yi.izden kültür katmanları ta rihin
tozlu yaprakları altında (örti.i l ü ) kalmaz, ışı ldar. Orman liri.i n leri, ülke­
nin petrolden sonrak i en büyük d ışalım kalemidir. Boş alanlar, volkanik
yöreler ve göl ler de düşülürse, geriye, i.ilke yüzeyinin ancak yüzde yirmi­
s i kalır: Ta rımsal ekim, endüstriyel ü retim, yerleşi m, k onut ve u laşım
için. Eğlence dinl ence dışında her iş ve işlev işte bu yüzde yirmi a la nla sı­
nırlıdır. Bi raz sıkışıktır ama çok da sıkın tılı değildir - doğrusu.
Japon insanı, " Tatami" denen yaklaşık 90 cm x 1 8 0 cm boyundaki
dikdörtgen hasırl a r üstünde büyür. Yarım tatami'de oturur, bir tatami'de
yatar, i k i tatami'de çalışır. Beş-altı tatami' l i k odada aile yaşar. Sıkılan, yo­
ru lan kişi, köşe başındaki tap ınağın, türbenin, dergahın bahçesine, kent
parkına, karşı dağlardaki ulusal parklardan, " ünsen" denen ılıca ya da
kaplıca lardan birine, volkan göllerine, yağma lanmamış kıyılara koşar;
dinlenmek ve kendini yenilemek için. Bunlar öyle büyük, geniş yerler de­
ğildir. Ancak insan yapısı nesneler, doğal simgeler öyle ölçeklerde seçil­
miş, öyle ustaca k ullanılmıştır ki açık mekanlar aslından daha geniş gö­
rünür. Kent çevresinden yarım gün l üğüne uzaklaşabilen kişi, Gi.iney Ada-

54
:; 22 Y.\Z Y:\(;\tUIUJ VE i'ARl.AK Y:\l'RAK l.IL:\R

ları'nın egzotik doğallığı içinde bulur kendini. D inlenir. Adalar, trencilik­


te İsviçre'ye, temizlikte İskandinavya'ya, düzenlilikte Almanya'ya, işbilir­
likte Hollanda'ya, konukseverlikte Afrika ülkelerine, sanatseverlikte İtal ­
ya'ya benzer. Bu özelliklerin hepsini birleştirip bütünleştiren ruh i s e öz­
gün Japon Ruhu'dur. Kültürün yaratıcı gücü, küçüğü büyük, büyüğü
güçlü, kaçınılmazı dayanılabilir gibi gösterir. Görünen, yaşanan gerçek
budur. Kimse açıkça yakınmaz! Yaşam gerçeğini güler yüzle karşılar.
Japon insanı bu ölçülü, sınırlı ve olgusal d ünyaya dışardan -deniz­
den- geldiğini söyler. " Deniz Çocuğu " olduğuna inanır. Denizin çocuğu
sudan çıkıp dağlara doğru yükselmiştir. Yüce Dağ ile kendi öz varl ığı
a rasında sesçil bir özdeşlik k urmuş; i k isine de ayrı anlamlarda " San"
demiştir. Güneş Tanrıçası A nıaterasu da tanrısal ataların yarattığı D oğa
ile kendi soyu ndan gelen bu insanlar arasındaki karşılıklı saygı i l e öz­
deşliğe tanık olmaktan mutludur.

2 2 . YAZ YAG MURU V E PA R LA K YA P R A K L I LAR

Adalar, kuzey yarımyuvarlağın ılımlı iklim kuşağı üzerindedir. Yed i denizin


sekiz yönünden esen rüzgarlar, en güzel bitkilerle en az bulunur hayvan ları,
balıkları ve böcekleri bu adalarda toplamıştır; mevsim ve mevsimciklere
göre sahne alan türlü oyunlara katılsınlar diye. Hokkaidô Adası'nın k utu­
paltı soğuk sınırından, Amami-Ôşima adalarının tropiküstü sıcak sınırı­
na kadar, her türlü iklim vardır. Her mevsim önce " erken " ve "geç" diye
ikiye bölünür. Japonya'nın " Sekiz mevsi m " i besbelli buradan kaynakla­
nır ama o da yetmez. Ay takvimine göre, 28 'er günlük 1 2 ay, 1 4'er gün­
lük tam 24 mevsimciğe ayrılır. (Ta blo 42- 3 ) İnsanların doğa duyarlığı,
böyle doğal bir takvimle başlar, gelişir ve olgu nlaşır. Baiu (erik) yağmuru
haziranın bell i bir günü başlar, temmuz ayının belli bir günü biter. Öyle ki
bazı yıllar, güneşli bir günde başladığı ve şakır şakır yağışlı bir günde " res­
men " bittiği açıklanabilir. On günün dördünde eğer hava yağışlıysa "yağ­
murlu'', üçünde yağışlıysa " normal '', ikisinde yağışlı ise " kurak" sayılır.
Ünlü Sakura ( kiraz çiçekleri) ile erik baharının güneyden kuzeye yö­
nelen yaz yolculuğu, mart ayı başından mayıs sonlarına kadar yaklaşık
iki-üç ay sürer. Bahar dalgasının bir günde kuzeye doğru 40 km kadar
ilerlediği ve 50 m yükseğe tırmandığı saptanmıştır. Öylelikle her bölge ve
yöre halkı baharın geleceği kesin günü önceden bilir. Onu karşılar, ağırlar
ve uğurlar ( Ohanami veya Çiçek Bayra m ı ) . Turnalarla yaban ördekleri
ilerleyen baharın hemen önü sıra uçarak mutlu olayı kuzey yörelere duyu­
rurlar. Kırlangıçlar ile guguklar arkadan gelirler; mevsim şölenlerinde, ba­
har matsuri'lerinde onur konuğu olurlar. Bahar ve kuş sesleri, ovalardan
vadilere, güneyden kuzeye doğru, her yıl izlediği yollardan ağır ağır ilerler.
Haziran ayı ortalarında Hokkaidô'ya varır. Yorulmuştur. Durur. Yüksek

55
İKİ - "TANYERİ" ÜLKESİ

RESİM 22: Kiku (kasımpatı, krizantem) Tokyo'nun Şincuku Parkı'ndaki yıllık sergi, i m paratorluk
Ailesi'nin simgesi. Bir kökten "800" dal ve çiçek alıyorlar. Güzün, olgunluğun, sonun ve sonrasızlığın
düşündürücü güzelliği.

bir dağdaki uzunca soluk alma, d inlenme molasından sonra geriye döner,
güz mevsiminin kış yolculuğuna başlar; dağlardan, ovalara ve kıyılara,
kuzeyden güneye doğru. Güzdür bu kez kuzeyden inen. Sakura beyazı,
erik pembesi yoktur a rtık. Güz dalgası küçük boy akçaağaçların "çınar­
eli"ne benzeyen beş parmaklı yapraklarını önce sarartır, sonra nar gibi kı­
zartır, en sonunda rnorlaştırır. Ekim başlarında, Şikoku Adası'nın o şiirsel
mavisi dışında, doğadaki her ren k vardır: Hokkaidô'nun Şikotsu-Toya
Ulusal Parkı ormanlarında. Yaz başında birbirinden yeşil olan ağaçlar, güz
başında salt kırmızılık derecesiyle ötekilerden ayrılır. Katmerli kasımpatı­
ların patlamasına daha günler, haftalar vardır. Altın sansı renkleriyle ha­
sada hazırlanan çeltik tarlaları kuzeyden gelen güzü karşılar ve yolcu
ederler. Bu arada, kasımpatı seraları ya ısıtılır açmakta gecikmesinler diye,
ya soğutulur erken patlaması nlar diye. Çeltik hasadıyla kasımpa tı arasın­
da kalan hurma (Şibu gaki) mevsimciğidir. Portakal kırmızısı parlak hur­
malar dalları basar, yapraklarını döker, kışı beklerler. Japon dilinde,
" meyve veren ağaçların taşlanması " diye söz yoktur. Meyvel i ya da mey­
vesiz, çiçekli ya da çiçeksiz olsun her bitki canlı bir varlıktır. Koparılmaz,
taşlanmaz, gelişigüzel budanmaz - bilir bilmez kimselerce.
Çiçeklerin en güzeli, dişiliğin, güzelliğin, ulusal birliğin ve k utsallığın
simgesi olan Kiku ( kasımpatı)'dır. En seçkin leri, ünlü kent bahçelerinde

56
§ 22 YAZ YM�:\·1URU YE l'ARL\K YAl'R,\ K LI LA R

sergilenir. Uzun kuyruklar oluşturan insanlar, güzel kasımpatıları n önün­


den o yıl, bir kez daha dizi dizi geçerler. '' Kri zantem Sergisi"dir geçişin
adı. Ne ki çiçekler de geçenleri izlerler. Sarı renkli, buğulu katmerli yap­
rakları altındaki kolalı beyaz yakalarıyla çiçekler, bayramlıklarını giymiş
gelinler gibi alımlı, çalımlı dururlar. Ama bütün güzeller gibi beğeniye
duyarlıdırlar. İşte bu çiçektir, Sak ura'dan da Ktlıç'tan da güçlü olan . Sa­
kura'da gençliğin, Kılıç'ta i ktidarın gel ip-geçiciliği vardır. Kasımpatı, do­
ğadaki öteki dişi güzellikler gibi, kalıcılığı, sonrasızlığı ve bilgeliği, Japon
kültürünün Havva k ızı güzel bir dişi olduğunu simgeler. Krizantemin
özel yetiştirilmiş 1 6-petalli bir rürü İmparator Ailesinin a rmasıdır. İmpa­
ratorlar için yapılmış Anıtkabir kapılarında bronzdan bir krizantem sim­
gesi ( rozeti) vardır. " Krizantem mi, Kılıç m ı ? " ikileminin kesin yanıtı,
Şincuku Park ı 'ndaki yıllık Kasımpatı Sergisi'nde bulunabilir. Ünlü h içbir
Japon Kılıcı o kadar yandaş toplayamamıştır. ( Resim 22)
Semi (ağustos) böcekleri, topluca söyledikleri " Cır cır, cırR, cırRR,
CIRrrr . . . " ezgileriyle, yazın gelişini karşıladıkları gibi gidişine de güle gü­
le derler. Doğaya ve mevsimlere uyum gücünün kültürel simgesi "Rayçô"
adlı bir kuştur. Arktik kökenli olan ve yüksek dağlarda yaşayan kuş, dört
mevsimde dört değişik renkte tüyden giysilerle sürdürür varlığını.
Bütün ayrıntılar, Japon Adaları'ndaki doğa, çevre ve iklim koşulları­
nın Akdeniz'e benzediği izlenimini verebilir. Benzerlik yüzeyde ve yanıltı­
cıdır. Canlılarla bitkiler aslında birbirine h iç benzemezler. Akdeniz çevre­
sindeki iğne yapraklı çam ormanlarına, kışın yaprak dökmeyen, k uraklı­
ğa dayanıklı, zeytin ve meşe türü ağaçlara karşılık; Japon Adaları'nın öz­
gün yeşil örtüsünde parlak yapraklı manolya, taflan ve kamelya tü rü bit­
kiler ve ağaçlar çoğunluktadır. Botanikçilerin " Laurisylvan" adını verdi­
ği bitki kuşağı Tibet Yaylası 'nda başlar, Orta Çin 'deki Sarı Nehir vadisi
üzerinden Japon Adaları'na ulaşır. Ülkenin doğal çevre ve yaşam özellik­
lerini belirleyen işte bu bitki örtüsü (flora) ile onu yaratan iklimdir.
VATSUCİ ( 1 977: 1 9 8 9-90)'nin açıklamasına göre, Japon Adala­
rı'nda sıcak ya z yağmuru (muson), Akdeniz çevresindeyse serin kış yağ­
muru egemendir. Sıcak yaz yağmuru çeltik tarımına, serin kış yağmuru
ile çayır çimene yani hayvancılığa elverişlidir. Başka bir deyişle, J aponya
çeltik yetiştirmeye; Akdeniz iklimi ise küçükbaş hayvancılık yapmaya
yatkındır. UEYAMA ve a rk a daşl a rı ( G]C 1 977:1 0-4), bu iklim k oşulla­
rından yola çıkarak, Japon kültür tarihinin özgün bir " parlak yapraklı
bitkiler" ekoloji siyle açıklanabileceği sonucuna varıyorlar. Otoburlara el­
verişli mera ve çayır bulunmadığı için, Japon Adaları'nda küçükbaş me­
meli hayvan beslenememiştir. Bunun sonucu olara k Adalılar p rotein (et)
gereksinmelerin i deniz ürünlerinden, vitamin, yeşil besin (ot) gereksinme­
lerini de mantar, kök ve bambu filizi gibi orman a ltı ürünlerinden sağla­
mak yolunu seçmişlerdir. J aponlar, artan nüfus baskısına ve tarım alanla-

57
i K İ - . .-L\�YI-: IU" ÜLK I .�i

rının çok sınırlı olmasına karşılık ormanlarını korumak zoru ndadır. Or­
man azalırsa yaz yağmuru, y ağmur azalırsa çeltik verimi ( orman altı be­
sinleri ) , çeltik azalırsa nüfus azalaca ktır. Oysa, Japonya ulusal nüfusunu,
kendi besleyebileceği düzeyde tutmayı tasarlamaktadır.

2 3 . N Ü F U S : DAG I L I M V E Y I G I LMALAR

Bir kilometrekarelik birim alana düşen ortalama nüfus yoğunluğuna göre


Japonya, Ba ngladeş ile Hollanda benzeri ü lkelerin ardından dünyanın al­
tıncı kalabalık ü lkesidir. Ne var ki bu tür yoğunluk göstergesine artık pek
güvenilmiyor. Şimdilerde daha anlamlı sayılan ölçütler, ü lke topraklarının
ta rım alanı, mera, orman ve konut yerleşme alanı ola rak işlevsel dağılımı
ile tarım alanına düşen ortalama nüfustur. (Ta blo 23-1 ve 23-2)
Tablo 23-2'ye göre, kilometrekarede 2000 kişi ile Japonya, d ünya­
daki en yü ksek görünen tarım yoğunluğunu besleyen ü lkedir. Japonlar,
ortalama 5 m2'lik bir tarım alanında, bir kişiyi bütün yıl besleyecek ka­
dar besin üretebiliyor. Japonca alan birimi bir Se(ar ya da 1 00 m 2 ) bü­
yüklüğündeki en küçü k tarladan 20 kişiyi beslemeye yetecek ürün alı­
yorlar. Türkiye'deki ortalama tarım veriminin tam 1 0 katı. Japonya'da­
ki tarımsal verim gerçekten yüksektir ama bu düzeyde değildir. Çünkü
ulusal besinlerin önemli bir bölümü, balık, midye, deniz böcekleri ve yo­
sun gibi su ürünleriyle; ma ntar, kök besinler ve bambu benzeri orman
altı ürünlerinden oluşuyor. ( B kz. § 3 5 ) Oysa deniz ürünleri, körfezlerde
yapılan deniz (aqua) tarımından, orman ürünleriyse ormanlardan sağ­
landığı için, ulusal istatistiklerdeki tarını alanı gerçekte olduğundan da­
ha küçük, tarımsal nüfus yoğunluğu ise gerçekte olduğundan daha bü­
yük görünüyor. Aslında, yarım m i lyon Japon balıkçısı yılda ortalama 1 O
milyon tonda n çok balık tutuyor. Kişi başına günde 300 gr balık eti
( protein ) haftada 2 kg, yılda 1 00 kg et tüketi liyor.

TAB LO 23-1
TO PRAKLARI N E KO N O M İ K
KESİM LE R E DAG I LI Ş I
Kullanma Yüzde
Tarı m a elverişli 14,5
Mera ve otlak 2 ,5
Ormanlık alanlar 69,0
Konut, boş, vd. 14,0
Toplam 100,0
Kaynak: FFJ 1 (1977: 6)
-

58
23 i\: U Fl lS: ll.\ C i l . .\ L\ VF Y f (; f l . .\ l ı\ l .ı\ R

% N ü fus

100 -

86 Kentli
80 -

66
60

40
34

20 -
14 Köylü

1935 1 9 75
Ş E K İ L 2 3 - 1 : Nüfus ya pısında d eğişi m : 1935-75.

% N üfus

60 -
5 5 H izmet

40
- 3 2 Ü retim
-- -
-
-'<...
-
-
' ... ... ...

20 -
·­ Tarım
18 - -

.... ....... ... ... 1 3 Orman


Balıkç ı

1935 1975
ŞEKİL 2 3-2: N üfus yapısın d a değiş im: 1 935-75.
Kaynak: Teikoku 1977: 20.

59
İ K İ - "TANYER İ " ÜLKESİ

RESİM 2 3 · 1 : Telefon kulübesindeki Japonya: iletişim/Enformasyon Merkezi gibi.

RESİM 23-2: Akuakültür (Su ekini). Yüzer sallar inci kültürü nün ağlarını taşıyor. lse-Şima Ulusal
Parkı'nda Ago Körfezi.

60
§ 21 N Ü FUS: DA(;IL:vl A VE Y I (; l l . \ I A L A ll

TABLO 2 3-2
S EÇ İLMİŞ Ü LK E LE R D E
TAR I M SAL TOPRAGA D Ü Ş E N N Ü FUS
Ülkeler Yıllar Km2'de Kişi
Japonya (1979) 2000
Endonezya (1 969) 911
Batı Almanya (1971) 732
Çin (Halk C u m h .) (1967) 660
Tü rkiye (1 969) 200
Kaynak: FFJ 1 (1977: 6)
-

Topografya açısından n üfusun yüzde 90'ı, ülke topra klarının yüz­


de 20'sini oluşruran düzlüklerde yaşar. Ova l a rdaki ortalama yoğunluk
bir kilometreka relik yerleşme a la nı için 1 3 8 kişidir. Ancak bu da yanıl­
tıcıdır. Çünkü bugün n üfusun çoğu endüstri merkezleriyle kent yerleş­
melerinde yaşamaktadır. NOH ve Gordon'a ( 1 974: 1 O) göre, Tokyo,
Yokohama, Ôsaka ve Nagoya gibi en b üyük kent yerleşmelerindeki nü­
fus yoğunluğu kilometrekarede l OOO'in üstünde; Kôbe, Takamatsu,
Fukuoka, Fukuşima ve Çi ba gibi büyük boy kentlerde 400- 1 00 0 kişi
arasındadır. Bu b i lgiler, Japonya'daki nüfusun giderek kentsel-endüstri­
yel bir yerleşim özelliği kazandığını gösteriyor. Son yarım yüzyılın i sta­
tistikleri nüfu s dağılımının köklü bir değişim geçirdiğini açıkça yansıtı­
yor. ( Şekil 23- 1 ) İkinci Dü nya Savaşı öncesinde üç kişiden ikisi k ı rsal,
ancak birisi kentsel yerleşmelerde yaşarken, 1 97 S 'te nüfusun sekizde
yedisi kentlere yerleşmiş ( kentleşmi ş ) bulunuyordu. Endüstrileşmiş Batı
ü lkelerinde olduğu gibi çalışan nüfusun h izmetler kesimi, üretim (ma­
nüfaktür) 'den çok daha hızlı büyümektedir. ( Şekil 23-2)
Yaş dağılımlarında, ortalama ve ortanca nüfusun büyüdüğü; başka
bir deyişle, ortalama ömrün uzadığı, nüfusun giderek yaşlandığı görül­
mektediı: Binde l 7'lik bir doğum hızı ve binde 6 dolayında bir ölüm ora­
nıyla, yıllık nüfus artış hızı binde 1 1 'e (ya da yüzde 1 , 1 'e) düşürülmüştür.
Bu oranlar, Japonya'da etkili bir doğum planlaması yapıldığını kanıtlıyor.
İkinci Savaş sonrası yıllarında bebek aldırma (kürta j ) serbest bırakılınca
aldırılan bebek sayısı bir ara canlı doğumların üstüne fırlamış. Son yıllar­
da gebeliği önleyici öteki yöntemler kürtaj ın yerini a lmaya başlamış.
Bir yaşına basmamış bebeklerdeki ölüm oranı, bir toplumun en gü­
venilir sağlık göstergelerinden biridir. Japonya, binde l O 'luk bebek ölü­
mü oranıyla kırılması güç bir Dünya Sağlık Rekorunu elinde tutuyor.
Bebek ölümü oranı gelişmiş ülkelerde binde 20 dolayında, gelişen ülke­
lerin çoğundan binde 1 00 düzeyindedir, Türkiye'de binde 1 40 'tan a şağı­
ya 50'lere doğru çekiliyor.

61
i K i - ·"TAI'Y l·:IU" (J JKFSI

j aponya ' n ı n n ü fusu son yüzyıl içinde üç kat artmıştır ama e k i m


alanları genişletilmemiştir. Geçen yüzyılda h a fi f bir nüfus patl a ması b u ­
n a l ı m ı geçi ren .Japonya'da, işsiz k a l a n n ü fus Havai'ye, K uzey Ameri­
ka 'ya ve Peru 'ya göçmen gönderilmiş; bu a ra d a ortalama çeltik veri m i ,
dön üm (tanğ) başına 200-250 k i l o d a n 600-750 kiloya çıkartıl a ra k n ü ­
fus ( beslenme) sorunu b ü y ü k ölçüde çözüm lenmiştir, denilebilir.

24. YARA D I L I Ş ÖY K Ü S Ü

Kimdir bu Japonlar? Nereden, ne zaman gelmişler? Nasıl k u rm uşlar ül­


keyi, birliği ? Bu soruların yanı tları, Japon m itoloj isinin i l k yazılı kay­
n a kları sayı l a n iki ana yapıtta toplanmıştır: MS 712 yılında derlenmiş
Kociki ( Es k i lerin K i.iti.iğli ) ile MS 720 yılında Çince yazılmış Nihongi
( "Japon Tar ih i " ) . Ö y k ü biraz kısaltılarak şöy lece özetlenebi l i r :
Başlangıçta v e cennetin düzlüğünde bir k ursal ruhlar ( tanrılar) soyu
varmış. Onların yedinci ve son kuşağı olan İzanagi ile İzananıi kardeşlere
" yi.izen bir ülke" yaratımı görevi veril m iş. İ zanagi'nin okyanusa daldırdığı
mızrağın urnndan damlayan tuzlu su ki.içli k bir ada olmuş. Cennet yapısı
bir köprüden adaya i nen İzaııagi-İzananıi kardeşler orada ! herhalde evle­
nere k ! öreki adaları ve daha pek çok tanrıyı yaratmışlar. Ne var ki İzana­
ıni ateş tanrısını doğururken yanmış ve öteki dünyaya göçmüş. İzanagi
onu görmeye, yoklamaya gitmişse de sekiz ( ! ) fırtına tanrısının karşı koy­
ması ve İzaııaıni'nin çürümeye başlamış bedeni karşısında geri dönmüş.
Ö lümün k i ri n i temizlemek için güneybatı adasındaki ı rmağa girmiş.
Y ı kanmak üzere tam soyunmaya başlamış ki . . .
Aa ne görs ü n ? Çıkardığı her p a rça giysiden yeni yeni tanrılar o luşu­
yor. Bu arada, sol gözünü yıkamasından G ü neş Tanrıçası A materasıı,
sağ gözünden Ay Tanrıçası ve burnunu temizlenmesinden de d oğadaki
y ı k ıcı güçlerin tanrısı, " Yavuz Erkel� " diye de tanınan, Sıısanô doğmuş.
Tanrı İzmıagi bundan sonr;1 evrendeki ti.im varlığın ı kendi çocuk l a rı
arası nda paylaştırmış. Ancak Susanô, kız k a rdeşi Güneş Tanrıçası Ama­
terasu'yu kızdırınca dünya evren karanlı kta k a lmış.
Susanô da ceza olarak, İzımıo ülkesinde bir hanlık soyu k u rmakla gö­
revlendirilmiş. Sonradan, İzımıo Li lkesiııde barış ( ! ) sağland ığı haberi gelin­
ce, Tanrıça Amaterasu öz torunu Niningi'yi Susa n ô' nun yerine gönderme­
ye k arar vermiş: "Gi.izel pirinç ülkesini benim kendi soyum yönetsin " d iye
buyurmuş. Kutsallığın üç simgesi olan Kılıç, Ayna ve Mücevher ( "magata­
ma " denen virgül ya da kama gibi kıvrık, değerli bir taş ) ile birlikte, bilim
ve sanatların beş büyük ustasını da torununun yanına katmış. " Haydi be­
nim aslan torunum, göster kendini, var git kendi ülkeni yönet" demiş. Ni­
ııingi, kendisine söylendiği gibi yapmış ve K iyuşu Adası'na yerleşmiş.
Niniııgi'nin torunu olan Cimnıu (ki çok sonradan kendisine " Cimmu

62
�; 25 J\llALJ\ R l N Y;\ /'. I - ÖNCESi -(\ IU l ı i

Tennô !Tanrı J adı verilmiş) Seto Denizi üzerinden Yamato ülkesine doğru
yüriimüş ve ikinci denemesinde Japon Birliği 'ni ku rmayı başarmıştır.
Bilinen tarihi olaylardan gerilere doğru gidildiğinde, Japonya'nın
İsa 'dan önce 660 yıllarında kuru lmuş (yaratılmış) olması gerekiyor. Bir
önceki İmparator H irohito, Japonya'yı k uruluşundan beri yöneten Cim­
mıı-Tennô soyunun 1 24'üncü İmparator-Tanrısıdır. 2500 yılda 1 24 im­
para tor! Orta lama hizmet süresi yirmi yılı biraz aşkın görün üyor.

2 5 . ADALA R I N YAZ I - Ö N C E S İ TA R İ H İ

Kurucu Tanrılar Yurdu Kiyüşü Adası'nın Fulwoka kentinde küçük ama


çok iyi düzenlenmiş bir tarih müzesi vardır. Müzedeki en eski bulgulara
göre, Japon Adaları'nın yazıdan önceki kültür tarihi dört ana döneme ay­
rılmaktadır:
1 ) Seramik-öncesi
2) Cômon ( i p ) dönemi,
3) Yayoi (çeltik) dönemi,
4) Kohım ( höyükler) dönemi.

(1) S E RA M İ K-ÖNCESİ ÇAG LAR


Buzul çağları boyunca (MÖ 2-3 milyon i le MÖ 1 O bin yılları) , deniz su­
yunun büyük bir bölümü kutup çevresinde donduğundan deniz düzeyi
çok a lçalmıştı; kıta sahanlığındaki Japon Adaları k uzeyden, batıdan ve
güneyden Asya !orasına bağlı olmalıyd ı. Bu çağlara a it yer katm a nların­
da mamut ve fi l taşılları bul unmuştur.
(KOMATSU 1 962) Japonların ilk atala­
rın ın da böylece Asya 'dan ve karadan
gel miş oldukları düşünülmektedir. An­
cak çağdaş kültürün bazı ırk, dil, mi­
marlık ve sanat özellikleri, Güney Çin
ve Polinezya ( O kyanusya) kökenli ol­
duğu sanılan değişik kültür dalgalarının
da Japonya 'ya ulaştığın ı gösteriyor.
Müzecle, yontma taştan el baltala­
rı, keskiler, bıçaklar ve mikro/itik a ra ç­
lar bulunmaktadır. Ôita İii 'nde son yıl­
larda bulunan taş devri mezarları, Ja ­
pon Ada l a rı 'ndaki paleoliti/;:_ (eski taş)
ve mezolitih ( orta ta ş ) gel işme !erin,
yeryüzündeki öteki örneklerden fazlaca
değişik olma dığını yeterince kanıtla- RESİM 25-1: Erken dönem Cômon çanağı.
mıştır. Tarım-öncesi seramik örneği mi?

63
İ K İ - "TAN YERİ" Ü L K ESİ

(2) CÔMON (İP) K Ü LTÜRÜ (MÖ 4000-300)


Bugüne ulaşan maddi buluntula ra göre, Cômon bir avcılık-toplayıcılık­
balıkçılık kültürüdür. Buluntular arasında, elde örülmüş bir ipin yumu­
şak k il üzerinde yuvarlatılması tekniğiyle bezenmiş bol sayıda çanak­
çömlek vardır. Elle biçimlendirilmiş, odun ateşinde pişirilmiş " Cômon " ,
toprak kapları bezeme tekniğinde kullanılan ip adıdır. Mezopotamya ve
Mezoamerika gibi uygarlık odaklarında, çanak-çömlek buluntuları tarım
devriminden sonra görülüyordu. Japonya' da tersi olmuş.
Cômon'ların nasıl olup da çanak çömlek aşamasına daha önceden
geçtikleri önemli bir tarih sorunudur. Kesin olarak heni.iz açıklanama­
mıştır. ( Bkz. Resim 25-1 ). Fukuoka kenti yakınında son bulunan ve
MÖ 900 yıllarına tarih lenen i l k çeltik köyleri, geç dönem Cômon
çömleklerinin çeltik k ü ltürü evresi nde yapılmış olabileceğin i de d üşün­
dürüyor.
UEYAMA ile Arkadaşları ( 1 9 77: 1 0- 1 4 ) , bu kültürün Laurisylvan
(parlak yapra k l ı bitkiler) ekoloj isinde gelişmiş, yarı göçebe yarı yerle­
şik, yarı avcı/toplayıcı, yarı besin üretici bir teknoloj iye sahip olduğunu
savunuyorlar. ( Bkz. § 2 2 ) Kurama göre, Cômonlular tarlı patates, a ra­
rot ve salep gibi kök bitkileri " kesip yakma " tek n iğiyle tarıma hazırla­
dıkları yamaçlarda çapa ile ekip biçmişler. Ürünlerin ununu ı slatıp ni­
şastaya çevirerek başlıca besin olarak k u l lanmışlar. Ayrıca son dönem­
lerde, darı, soya ve barbunya da üretilmiş. " Kesip ya kma " aslında do­
ğa l bir gübreleme ve tarla açma tekniğidir. ::· Ekilecek yamaçtaki tüm
ağaç, bitki ve kökler yakılarak kü lleri toprağa ka rıştırılır. Bir iki yıllık
ekimden sonra verimi azalan tarla nadasa ( d inlen meye ) bıra k ı lır. Yirmi
yılda çalı çırpı ve ağaçlar yeniden büyür ve " kesip yakma " ya hazır du­
ruma gel i r. B u tekn i ğ i n yaşayan bir ö rneği Rapa port tarafı n d a n
1 96 8 'de Yeni Gine'de bulunmuştu. ( Bkz. Güvenç 1 99 1 : 1 92 ) Japonlar
da 1 978 tarihli bir belgesel filmde, Şikoku Adası'nın Subayama Kö­
yü'ndeki yaşayan tek örneği incelemişlerdir. (Kutu 74- 6 ) Bulunmuş ör­
nekler, Laurisylvan bitki çevresinde, " kesip yakma " tekniğiyle ilkel bir
çapa tarımının yapılabileceğini yeterince belgeliyor. İlkel de olsa tarım
yapan bir k ültürün çanak çömleğe gereksinme d uymuş olabileceği de
kabul edilebilir. Ancak, Côınon çanak çömleği şimdilik gizemi n i koru­
yor. " Kesip yakma " tarım tekniğiyle Cômon tipi çanak çömlek arasın­
da henüz a n la m l ı bir ilişki kuru lmuş deği ldir. Belki hiçük bir olasılık
ama Japon Adaları, yeryüzünün en eski " ta rım devrimi " n i yapmış, ya­
şamış olabilir.

Ü lkemizde yaz mevsiminde yaygınlaşan orman y a ngınları, bu tekniğin çok i lkel,


acımasız ve verimsiz bir uygulamasıdır. Çünkü bu yolla kazanılan ta rla yeniden ormana
dönüştürülemez, giderek verimi azalan toprak, zamanla çora klaşır ve terk edilir.

64
§ 25 ADALARIN YAZI - ÖNCESİ TA R İ H İ

RESİM 2 5 -2: Kore yoluyla Güney Çin'den Japonya'ya u laşan Yayoi (Çeltik) kültürü, yeni tür
çanak - çömlek getirmiş (Fukuoka Kenti Tarih Müzesi).

(3) YAYOİ (ÇE LTİ K) K Ü LT Ü R Ü (MÖ 3 00-MS 3 00)


Cômon'u izleyen çanak çömlek evresi " Yayoi" olarak biliniyor. Döner
testici tezgahında yapılmış Yayoi seramiği, kesin olarak, bir sulu çeltik
kü ltürünün ürünü sayılmaktadır. Büyük bir olasılıkla da Kore yöresin­
den gelmiş, Fııkuoka Vad isi'nden adalara yayılmış. ( Bkz. Resi m 25-2)
Tarihçiler, Japonya' da ekilen yuvarlak tohu m türün ü n Çin'de n geldiğini
saptamışlar. İşte bu çeltiği depolamak, pişirmek ve sunmak için boy b oy,
çeşit çeşit toprak kaplar yapmışlar. Taştan, bronzdan, demir ve ağaçtan
yapılmış başka araç gereçler de var; ayna, kılıç, m ızrak, akbaşı ve takı
eşyası gibi. Bulunan araç gereçlerin en eskileri dışardan (Asya'dan) gel­
miş, daha yenileri kendi yörelerinde yapılmış. Bu arada, ölü gömmek
için kullanılmış k üp lerle 20- 1 5 0 k üplük toplu mezarlar bulunmuş. An­
cak bol çeltik üretimi ve artı ürün, toplum yapısında katman laşmalara,
varlıklı ve yoksul a ilelerin oluşmasına yol açmış; derebeyler, güçlü kişic
!er, aileler, soylar türemiş. Kimileri, Çin Hanlığı'na özel elçiler yollamış­
lar. Han hanedanının, Va kralına gönderdiği ünlü altın mühür, Fukuoka
limanı girişindeki Şikano Şima Adası'nda yapılan bir kazıda bulu n m uş.
( OKAZAKİ 1 972)
Bugünkü halkın, Japonca konuşan bir k ültürden geldiği varsa yıla bi­
lirse, o kültürün Yayoi döneminde oluştuğu da söylenebilmektedir. Kan
grupları ve ender görülen bazı (Ag ya da " eyci " vb.) k a n n itelikleri üze-

65
İKİ - "TA'.\YEIU"' ÜLKESi

rinde yapılan genetik ( ka l ıtım ) araştırm a l a rı , Honşu Adası'nda yaşayan­


larla Koreliler arasınd a k i kan ve k ü ltür i l i ş k ilerini yeterince kanıtlıyor.
( OM OTO 1 9 76) Honşu Adası'ndan kuzeye ve güneye gidildi kçe K oreli­
lerle kan benzerliği (yakınlık) azalıyor. Ancak, " Mogol " görün ü ş l ü Ja­
ponlarla, bugün " Beyaz " görünüşlü, kuzeyli Aynıtlar a rasındaki kan
grubu ayırımları anlamlı değildir.

TAB LO 2 5
TAR İ H ÖNCESİ VE TARİ H İ DÖ N EMLER
Dönemler Miladi Yıllar
Savaş sonrası (Ekonomik kalkı n m a) dönemi 1 945 - G ü n ü m üze
Meici (Endüstrileşme, Çağdaşlaşma) dönemi 1 867 - 1912 (1 945)
Tokugava - Edo (" Merkezi Feoda lite") dönemi 1 603 - 1867
Birleşme (H ı ristiyan lığa ve sömürgeciliğe karşı) 1 573 - 1 603
Aşikaga Muromaçi dönemi
- 1333 - 1 5 73
Kamakura ("Japon Ortaçağı") dönemi 1 1 85 - 1333
Heiyan (Çin kültürünü özümseme) dönemi 794 - 1 1 8 5
Nara (Budizm ve kuruluş) dönemi 710 - 794
Kôhun Yam ata "Atlı Göçebeler" dönemi
- 300 - 710
Yayoi (Çelti k kü ltü rü) dönemi MÖ 3 00 - 300 (MS)
Cômon (Mezo litik, Neolitik) dönemi MÖ 4000 - 300 (MÖ)
Seramik-Öncesi (Pealeolitik) 500000 - 4000 (MÖ)
Kaynak: Varley 1 972: 9-42.

(4) KôHUN (H ÜYÜK) MEZARLA R ! D Ö N E M İ (300-600)


Katmanlaşma ve kültürel akıcılık bu dönemde hızlanmıştır. Batı'dan ge­
len yeni "Japo n l a r " , adalarda yaşayan yerli "Japonları " doğuya ve ku­
zeye doğru sürmüşler.
Ö nemli ve güçlü k i ş iler büyük taş m ezarlara gömülmüş, topraktan
yapılıp pişirilmiş on binlerce Haniva ile b ir l i kte ! ( Resim 25-4) Meza rla­
rın üstü höyü k l e örtül müş, çevresine su kanalı açılmış. Ô saka İ l i 'ndeki
kazılarda "Şuda " adı verilen 8-9 m uzunluğunda ve çok büyük taşları
taşımaya elveri ş l i , çatal şeklinde ahşap kızaklar bulunmuş. Bu tür k ızak­
ların, büyük mezar yapımında taş çekmek için kullanılmış o l d uğu sanılı­
yor. ( Resim 25- 1 )
Haniva'lar, i nsan, hayvan, ev ve tekne biçimi nde olabilir. Asker giysili
ve silahlı k oruyucular, asker ve seçki nci bir toplumu ya da yöneti m i dü­
şündürüyor. Çoğu mezarlar büyük boy bir " anahtar deliği " biçimindedir
- nedeni, gerekçesi bilinemiyor. Ö l ü gömmeye ve öteki dünyaya ağırlı k ve­
ren bu insanların IV ve V. yy'da Asya'dan gel miş " atlı-göçebeler" , M O Rİ
Masao'ya ( 1 967) göre Göktürklerin ataları o lması m ümkün. EGAMİ Na-

66
§ 25 ADALARIN Y,\ Z I - ÖNCESİ T:\ IUHİ

RESiM 25-3: N I NTOKU'nun büyük "Anahtar" mezarı: Kôhun. Boyutlar: - 3 00 m. x 5 00 m . Osaka, V. yy.

m i o ( 1 9 6 7 : 1 3 0 ) , Kocil�i Kütü­
ğü'nde ve Çin kaynaklarında adı
geçen Yamata (Yamatai) halkının,
aynı "atlı-göçebeler" olabileceğini
düşünüyor. Dönemin başıyla sonu
arasındaki çok büyük sanat aşama­
sı ancak dışardan gelmiş güçlü bir
kültürün yayılma dalgasıyla açıkla­
nabiliyor. ( Bkz. Resim 25-2)
Japonya'nın tarihöncesiyle i l­
gili ana sorunların yanıtı belki de
b u Kohım'la rın içinde bulunabilir.
Ancak, " İmparatorların Yaradan­
Tanrı soyundan geldiği " i nancı ile
mutlu olan Japon u lusal bilinci,
Kôhun ' l a r ı a ç ı p d e r i n le m es i n e RESiM 2 5-4: Kohun (Hüyük) mezarlardan çıkan
Haniva'lar, "Atlı göçebeler"in pişmiş topraktan
araştırmaya ş i m d i l i k p e k istekli yapılmış törensel koruyucuları ya da kulları
görünmüyor. imiş.

67
i K İ - "TANYER İ " ÜLKESİ

26. TAR i H D Ö N E M L E R İ ( 5 5 2 - 1 60 3 ) : KAN C İ ' D E N E D O'YA

Tarih dönemleri boyunca ada yerlisi Japonlar, yabancı kültürlerle hep kar­
şı k arşıya gelmişler, tanışmışlaı; çatışmışlar, er geç uzlaşmışlardır. Tarihi
çağlar boyunca, üç büyük kültür dalgası a daları vurmuş ve sarsmıştır. Ja­
pon l ar depreme karşı nasıl -doğayla b irlikte sallanarak- dayanmışlarsa,
yabancı kültürleri de hızla öğrenip özümseyerek dalganın üstünde kalma­
yı bilmişlerdir. Önce Çin'den yazı
ve sanat gel miş: Budizmin yedeğin­
de ve V-VI. yüzyıllar arasında. Yed i
yüzyıllık b i r aradan sonra ( XII. yy) ,
yine Çin'den bu kez Zen Budizm,
Zen felsefesi ve Zen sanatları gel­
miş. Son olara k Batı k ü l türleri gel­
m i ş (XVI, XIX ve XX. yüzyıllar­
da), Hıristiyanlığı yayan m isyoner
öncüleri, tüccarlan, top l u tüfe k l i
" k ara boyalı gemileri ", atom bom­
balı uçakları, özgürlük ( demokras i )
şampiyonu generalleriyle. Bu a l t
bölümde, Japon tari h i n i n i l k bin yı-
ResiM 26- 1 : Tanrıça Amaterasu Dergôhı. lı özetleniyor: Kanci (Hanlık) yazı-
/se, vı. yy. sından Eda Beyliği'ne.

RESİM 26-2: Tanrıça Amaterasu'nun eski ve yeni (CingQ) dergahları. Yeninin yapımı bitince eskisi
sökülüyor, en yeninin yapımı başlıyor - her yirmi yılda bir.

68
§ 26 T,\RİH DÖNE!\·ILl'Rİ (552.- 1 603) KANCİ'DEN EDO'Yt\

(1) YAMATO D Ö N E M İ (MS 5 52 -645)


Çin kültürünün, yazısının ve bun­
ları taşıyan Budizmin MS 552 yı­
lında Japonya'ya geldiği söylenir.
Oysa, en a z 7-8 yüzyıldır s u l u çel­
tik ekmiş, K onfü çyus'u tanımış,
takvimi öğrenmiş, Büyük Höyük­
ler dönemini yaşamış, "Atlı Göçe­
bel ere" dayan m ı ş b i r k ül t ü rü n ,
Budizmi, yazıyı ve sanatını öğren­
mede neden dolayı bu kadar ge­
c i k m i ş o l a b i leceğ i n i a ç ı k l a m a k
k ol a y d eğ i l d i r. A s y a ' d a n gelen
RESİM 26· 3 : Pagoda: Çok katlı, çok çatılı Buda
k ü ltürel öğeler, Kiyılşıt Adası ku­ Tapınağı Kulesi. Amaterasu'nun gözetimi altında,
zey i n de k i Fukuaka Kapısı n d a n ' Budizmin görkemli bir dış mekan belirleyicisi.
adalara girmiş v e Dazaihu merke­
zinden Dağu 'dak i Kantô ( b ugün­
kü Tokyo) Ovası'na doğru yayıl­
mıştır. Bu yayı lmanın ağırlık mer­
kezindeki Yamata ( bö lgesi ya da)
Soyu, ülkenin yönetimine egemen
olmaya çalışmıştır. Dönem in bü­
yük k ü ltür olayı, Adalıların sözlü
gelenekten yazılıya ve m itolojiden
tarih e geçmiş, başka bir deyişle,
ta rih saatinin işlemeye başlamış RESİM 26-4: Şôsôin diye bilinen imparatorluk
olmasıdır. ( Bkz. Resim 26- 1 ) Hazinesi. Nara, Vlll. yy ortaları (Bkz. Resim 57- 5).

(2) TAİKA D ÜZENLEMESİ VE NARA (645 -794) D Ö N E M İ


Tarım topraklarının eşit o larak dağıtılmasına başlanmış; çeltikten, yan
ürünlerden ve emekten üç türlü vergi alma ilkesi getirilmiştir. Ü lke toprak­
ları, i llere, i lçelere ve kaıyelere bölünmüştüı: Yamata yöresindeki Nara i lk
başkent olmuş; B udizm, b irliğin resmi dini olarak benimsenmiştir. Nara
kenti dolayında i lk Budist tapınakların yapımına başlanmıştı r. Ancak, her
üreticiye eşit toprak verme uygulaması yürümemiş; vergi gel irleri düşmüş;
işlenmemiş tarla, başıboş dolaşan ("rônin " ) savaşçılar sayısı hızla artmıştır.
Ü retim ve artı ü rün düşmeye başlayınca, önce üst düzeydeki yöneticilerin
sayısı azaltılmış sonra vergiler indirilmiştir. Sanat etkinliklerinde, Çin'deki
T'ang dönemi sanatına bir öykünme ve özenme görülmüştür. Kore'den ge­
tirilmiş yapı ustaları, Çin geleneğindeki ilk büyük tapınak külliyesi olan
Hôryuci'yi yapmışlar. Külliyenin özgün bir parçası bugün hala ayaktadır.
Dünyanın en eski a hşap yapısı sayılmaktadır. Nara'daki Tôdaici (Do-

69
İKİ - "TA N Y ER i " ÜLKESi

RESİM 26-5: Daibatsu (Büyük Buda Mabedi) . Dünyanın en yaşlı, en büyük ahşap yapısı. Nara, Vlll. yy.

ğu'nun Büyük Anıtı) de dönemin başlıca sanat yapıtları arasında yer alır.
Boy bos, ölçü ve ölçek olarak bunların her i k isi de Japonya'ya yabancıdır.
Ancak Büyük Buda (Daibutsu) girişiminin ta en başında, İ mparator Ş Ô ­
MU'nun törensel genelgesi, yeni bir uygarlık serüveni eşiğinde bulunan
"Japon Ruh u " n u ve ülküsünü şöyle yansıtıyor:

En içten dileğimiz, barış nimetlerinin cennetteki ve dünyadaki tüm


varlıklara u laşmasıdır. Hayvanlar ve b itkiler de bu barışın meyve­
leri nden yara rlanmalı. Varlığın sahibi Biz 'iz. Biz 'iz ülkedeki tek
güç. Buyruğumuzdaki bütün olanaklarla, bu barış tapınağını (D a­
ibutsu) k urmaya karar verdik. Hiç kolay olmayacak ama onun
yükünü halkın sırtına vurmayacağız. H aksızlık ve günahtan Bu­
da'nın ruhu sevinç duymaz. Yöneticiler, halktan canları istediğince
vergi alamayacaklar. Bu böyle duyurulsun her yana, herkes böyle
bilsin düşünce, n iyet ve amacımızı . . . ( Bkz. Roberts 1 97 1 : 25)

Ancak Buda, Güneş Tanrıçası'nın yerini ala mayaca ktır. İ mparator


önce ata Tanrıça Amaterasu 'ya d a n ışmış ve onun olu ruyla kal kışmıştır
bu büyük serüvene! ( Bkz. Resim 26-5 )

(3) H E İYAN (794- 1 1 8 5) D Ö N E M İ : Ç İ N K Ü LT Ü R Ü Ö Z Ü M S E N İYOR


Bu dönem Budiznı i n altın çağıdır! Ş Ô MU'nun barış çağrısı, umudu gerçek­
leşmiş ve tam 350 yıl boyunca koca ülkede ölüm cezası verilmesini gerekti-

70
'i 2ti T.\ llİH D0NE1'H.FIU (552- 1 603) KANCİ'DFN EDCYYA

recek tek bir suç · işlenmem iştir.


( NAKAMURA 1 9 7 9 : 8 ) T'ang
Hanlığı'nın Canzaı1 kenti örnek alı­
narak, Nara'nın hemen k uzeyinde­
ki Heiyan'da ( bugünkü Kiyôto'da)
yeni bir başkent k urulmuş ve yöne­
tim buraya taşınmıştır. Zorunlu as­
kerlik hizmeti kaldırı lmış, yerel yö­
netimin yetkileri genişletilmiş, i llere
vergi (m a liye) müfettişleri gönderil­
miş. Çin'den a lınan T'ang sanatı,
yerini, yamaçlarda kurulan Budist
t a p ı n a k ( m a n as t ı r ) l a r ı n m i s t i k
inançlarını yansıtan yeni bir sanata
bırakmıştır. T'ang Hanlığı ile i lişki­
ler birden kesilmiş (MS 892), impa­ RESiM 26-6: GAKKÔ Bosatsu: Bilge, Barışçı ve
ratorlara gel in veren Fııcivara ail.esi, mutlu Buda. Buda Sanatları Müzesi.
Nara.
merkezi yönetime egemen olmaya
başlamıştır. Katakana ve Hiragana
olarak bilinen heceleme abece'leri geliştirilmiştir. ( Bkz. § 82) En ünlüsü
Genci Öyla'isü olan bir ka d ı n yazarlar çağı açılmıştır. Estetik yaşantıda,
avare ( üzüntüye duyarlı ) ve okaşi (nükteli, hoş sohbet) olma gelenekleri
yaygınlaşmış. Resim, yazı ve tüm " f ı rça sanatları "nda özgün bir Japon
okulu o luşup gel işmeye başlamış.
Fuciııara ailesi kendi içinde bölü­
nünce, siyasal güç Taire ve Mina­
moto ai leleri arasında çatışına ve
savaş konusu olmuştur. ( Bkz. Resim
26-7)
Heiyan dönemi boyunca Ja­
p o n l a r, " Ezo " ( Doğu ' n u n yenik
barba rla rı ) adı verilen Aynu' ları
k uzeye doğru s ü rmüşlerdir. Ku­
zeyden gelen ve Ka mçarka 'da ya­
ş a y a n Çıı k çi ' l e r e b e n z e y e n b i r
" d e n i zc i " k ü l t ü r ü , Hol< k a idô
Adası kıyılarını ele geçirmiş. On­
l a r da Ay n u la rı güneye d oğru it­
'

m iş l er. Ol�hotsl� Denizi'nden inen RESİM 26- 7 : Karnakura Şôgun'luğunun


ve yazısı olmayan o denizci toplum kurucusu olan MİNAMOTO-no Yoritorno'nun
ünlü portresi. Sanatçı FUCİVARA Takanobu'ya
bugün " OI<HOTSIC' külri.irü ola­ ait olduğu sanılıyor. X l l l . yy Cingo-ci Müzesi,
ra k incelenivor. ( Hokkaidô Üni- Kiyôto.
İKi - "TANYERi" ÜLKESİ

RESiM 26·8: Kamakura'daki Daibutsu (Büyük B uda, bronz, ı 2 m.) Kamakura dönemi X l l . yy.

versitesi'nde özel bir a raştırma enstitüsü [ O kuhotsuku] var ) . Fakat yazı­


ları olmadığı için Japon tarihlerinde adlarına pek rastlanmıyor.

(4) KAMAK U RA (1 185-1 3 36) DÖNEMİ


Savaşçı YORİTOMO ( Resim 26-7) yönetimindeki yeni bir " asker-seç­
k inler" sınıfı, Fucivara Sarayı'ndaki kadın yazar egemenliğine son ver­
miş, ülkeyi askerce bir disiplinle yönetme denemesine girmiş. "Şogun "
a d ı verilen beylerbeyi, Eda (Tokyo) güneyindeki Kamakura'da toplamış
merkezi yönetim örgütlerini. İmparator Kiyôto'da bırakılmış. Çin'le ke­
sik olan kültürel i lişkiler yeniden kurulmuş. Devletin ekonomik temeli
topraklı ( feodal) beylere dayanmış. Yerel yönetimin il merkezlerine vali­
ler (Şugo), tarım işletmelerine (Citô adı verilen) ayanlar ve güvenilir me­
murlar yollanmış. Şogun YORİTOMO'nun ölümünden sonra D oğu
Beyleri arasında bir i ktidar savaşımı başlamış. Hôcô ailesi bu çatışmalar­
dan güçlenerek çıkmış. Budizm ( Tenday) 'de yeni kollar oluşmuş. Rahip
NİÇİRAN, askerlik gibi d isiplinli, hoşgörüsü az ve milliyetçi bir Japon
Budizmi k urmayı denemiş. Zen Budizm sezgiye, sanata ve güzele yönelik

72
§ 26 TA R İ H DÜNE:\ILERİ (552- 1 60.3) K ı\ NCİ"DEN EDO'YA

RESiM 26-9: Kinkakuci (Altın Köşk). Geleneksel mimarlık sanatının anıt yapısı ve ulusal esin kaynağı.
AŞIKAGA Yoşimitsu tarafından 1397 'de yapılmış. 195 0 onarımında yanmış. Yeniden inşa edilmiş (Kiyôto).

çalışmalarını sürdürmüş. Kamakura'da Samuray kişiliğine uygun düşen


gerçekçi bir sanatın (Hôcôki okulunun) filizlendiği görülmüş. Yine Ka­
makura'da yeni bir Daibutsu (Büyük Buda Anıtı) yapılmış. ( Resim 26- 8 )
Hôcô ailesinin önce yükselişi v e sonra yıkılışı, yeni yeni oluşan "Samu­
ray Töresi " ile birlikte Heike öyküsüne de yansımıştır. Japon Yazını'nın
ana kaynaklarından biri sayılan b u yapıttak i "Samuray Ruhu'' , Kamakura
döneminin Avrupa Ortaçağı'na benzetilmesine yol açmıştır. Gerçekten de
Batı Şövalyeliği ile Japon Samuraylığı arasında benzerlikler görülmektedir.
Ku bilay Han'ın Japon Adaları'na karşı denizden g iriştiği iki saldırı
( 1 274 ve 1 2 8 1 ), Japonların "Kamikaze" ( Ta nrı rüzgarı ya da soluğu)
adını verdiği " İlahi fırtınaların" yardımıyla geri püskürtülmüş. Ancak
adalardaki merkezi yönetim de bu arada egemenliğini yitirmiş.

(5) AŞİ KAGA YA DA M U ROMAÇİ (1 336- 1 5 73) D Ö N E M İ


Şôgun AŞİKA GA, ikiye bölünmüş sarayı v e i k i imparatoru uzlaştırıp bir­
leştirmiş. Hükümet merkezini yeniden Kiyôto'ya taşım ış. Merkezle yerel
yönetimler arasındaki bozulan dengeyi k urmaya çalışmış. Ancak huzur­
suzluk yaygınlaşmış. Ônin savaşları on yıl s ürmüş. Savaş cephesindeki
bu " kan revan"a karşılık, ekonomik yaşam canlanmış. Yeni tarlalar açıl­
mış. Sulama kanalları yapılmış. Tarım araçları, i leri gübreleme teknikleri
denenmiş. Bu arada yılda iki kez ürün alma denemesi başarılı olmuş, ta­
rımsal üretim 2-3 kat artmış; kasaba ve kentlerdeki pazarlar ( para eko­
nomisi ) gelişmiş "Za" adı verilen sanat ve meslek loncaları kuru lmuş,
yaygınlaşmış, önem ve güç kazanmış.

73
İ K İ - "L\ N Y ER İ " l! J K E S İ

Sanat hayatı nda da parlak başarılar birbirini izlemiştir. Zen tapınakla­


rının ve Budistlerin sanat ve k ültür üzerindeki etkileri giderek artmıştır. Bu­
gün "Japon K ültürü " diye bilinen çoğu h a l k sanatlarının temeli bu dönem­
de atılmıştır: Çay töreni, Noğ tiyatrosu, bahçe düzenlemesi ve sivil m i mar­
lık gibi! İ mparatorlar ve Şôgıın' lar sanatı seven ve yapan yaratıcı kişiler ol­
muş. Dönemin ünlü sanat anıtı Kiıılwkuci ( "Altın Köşk" ), imparator rara­
fından tasarlanmış ve yapılmıştır. Zen tapınak la rı, siyah-beyaz fırça gelene­
ğinin, yazı ve resim sanatlarının ana pınarları olmuştur. (Bkz. Resim 26-9)
Ne var k i b i r önce k i dönemde, Mogol saldırılarına başarıyla k a rşı
koyan Japonlar, Cizvit M i syoneri Francis Xavier' i n yönettiği H ıristiyan­
lık saldırısı karşısmda ne yapacaklarını şaş ı rmışlar. H ızla yayılan, büyü­
yen Hıristiyan l ı k dalgası büyük bir güç kazanmıştır. Şôgıın fil m i , bu dal­
gaya karşı Japon tepkisini öykülüyord u .
Birbirinden güzel ç a y bahçelerinde k u rduğu çayevleri ve ç a y tören­
lerine getirdiği estetik biçimle ünlü çay ustası Sen-no Rikylı ' n u n çay sa­
natı ve çay felsefesi belki şu dizelerle özetlenebilir:

Çay Ruhu: Kaynat suyu


Çarda!<.ta Demle çayı,
Saklı O ldu sana
Ot lwkulu Çay töreni
-Sen-no R İ K Y Ü-

Sen-no R İ K YÜ 'nun dile getird iği bu y a l ı n l ı k , toplumdaki ka rmaşa­


yı, yakın geleceğin büyük bunalımlarını önceden haber veren duygusal
bir tep k i gibi yoru mlanabilir. ( Bkz. § 54)

(6) U LUSAL B İ R Lİ G İ N K U R U LMASI (1 573-1 603) D Ö N E M İ


Fırtına yüzünden k ıyılara düşen ya bancı gemiciler, Ba rı i l e ticaretin k u ­
rulup gelişmesini sağlamıştır. İ spanyol -Portekiz çekişmesi, Hıristiyanlı­
ğın yayılmasına ve bir sömürü aracı o l a r a k görülmesine yol açmış. Hol­
landalı ( P rotesta n ) denizciler bu h a reketin d ı ş ında kalmıştır. Ancak Hı­
ristiyan olanların sayısı '1 5 8 0 yı lların da 1 5 0 bine u laşmıştır. İ k i ünlü as­
ker, Budizrne ve H ı ristiyanl ığa, k a rşı u l u s a l b i rl iği korumaya ve yeniden
kurmaya ça lışmıştır. Şôgun NOBUNAGA, Budizme karşı savaş aça r
ama ömrü yetmez - ö ldürü lür. Şôgun H İ D EYOŞ İ önce yerel beyliklere
yöne l i r. Edo döneminin siyasal ve ekonom i k temel lerin i arar. Ulusa l var­
l ığ ın gerçekçi b i r dökümünü yaptırır; bu a rada, tarım topra k l a rı nın ek­
siksiz sayımı ile kadast rosunu da başlatır. H İ D EYOŞ İ , iyi işleyen ama
katlı-katma nlı değişmez bir top l u m yaratm a k peşindedir. Top l u m :

Kentli + ��vaşçı
I<öylü Uretici

74
§ 26 TAR İ H DONE\I LEltİ (552- 1 603) K AN C İ ' D l'N W O ' Y..\

RESİM 26-10: Kiyôto kentinin ünlü kapıları, yalnız giriş-çıkışları değil, kültürel mekanı, insan ilişkilerini ve
davranışlarını düzenliyor.

gibi kastlara ayrı lır. Soyl u yönetici lere yaklaşıp onları Hıristiyan yaprık­
tan sonra kiliseye topl u katılmalar sağlayan, 1 5 8 7 yıllarında toplam sayı­
ları 300 bine ulaşan Hı risriyan hareketine kesin bir "dur" denir. Kılıç Ya­
sağı ile ( 1 5 8 8 ) ü lkedeki bütün savaş araçları toplatı lır. Aralarında yerli ve
yaba ncı papazla r bulunan birkaç bin Hıristiyan çarmıha gerilir. Nagasa­
kili Hıristiyanlar kurdukları B udist tapınaklarda saklanırlar. H ı ristiyanlı­
ğın yayılması böylece durdurulur. ( ENDO 1 977) Ancak HİDEYOŞİ'nin
Kore Seferi başarısızlıkla sonuçlanır. Onun ölümü üzerine yerel ( feod a l )
beylikler ikiye bölünürler. Edo Beyi Tokugava I EYASU, Sekighara ( 1 600)
Savaşı'nclcı iktida r adayı öteki beyl ikleri dize getiri nce, "Şôgu n " olarak
aranı r ( 1 603 ) .

Bu kısa geçiş döneminin genel kültür ve sanat hayatı, birisi yabancı,


öteki yerli olan iki ta rihi kaynaktan izlenebilir. Portekizli Cizvit papazı
J oao Rodriguez'in tumığu gü ncede, başkent Miyako ( Kiyôto ) 'ya ilişkin
şu ca nlı izleni mler yer a l ıyor:

Kent çevres i n deki dağ ve yamaçlar bol sayıda ün iversite ve m a ­


nastı rlarla, bunlara bağlı tapınak v e bahçelerle doludur. . . Kent,
kuzey-güney, doğu-batı yönlerinde uza nan ve birbiriyle dik ke­
sişen 3 8 'er yol ile bu yollar arasında kalan 1 444 bloktan oluşu­
yor. Her kavşakta, sokaklara giriş çıkışı düzenleyen dört kapı
va r. Ana caddelerde, pınarlar, çeşmeler, remiz su k a n a l l arı görü-

75
İ K İ - ··TA N Y E R İ " ÜLKESİ

l üyor. Bürün yollar günde en az i k i kez özenle süprülüp yıkanı­


yor. Halk, bahçeden sanattan anlıyor. Temizliği, hamamı, yı­
kanmayı seviyor. Güzel (zevkl i ) giyiniyor, çalışmayı, dinlenme­
yi, konuşmayı biliyor. ( Bkz. Resim 2 6- 1 0)

Bu dönemde, topluma kişiliğinin damgasını vuran üç ü n l ü yönetici


vardır: NOBUNAGA, HİDEYOŞİ ve İEYASU. Bir halk öyküsünde, üç
güçlü generalin kişilik özellikleri birbiriyle karşılaştırılarak vurgul a nır.
Öykünün k urgusuna göre, general l erin üçü de bir bahar günü guguk
kuşunu (simgesel olarak halkı) dinlerken, kuşun ötmemesi (yani başkal­
dırması) olasılığına karşı, bakınız, içlerinden neler geçirirlermiş:

Nobunaga - " Boynunu koparırım senin ! "


H ideyoşi - " Gösteririm (öğretirim) sana ! "
İeyasu - " Beklerim ötmen i ! "

2 7 . E D O - TO K U GAVA D Ö N E M İ ( 1 6 0 3 - 1 86 7)

İşte, kuşun ötmesini (ya da halkın baş eğmesini) beklemekten yana olan
İEYASU;:- iki buçuk yüzyıl boyunca Japonya'yı yönetecek olan Tokuga­
va a ilesi n i işbaşına getiren, " Edo" Bey l iğini kuran kişidir. Bu dönemde,
Hıristiyanlığın yayılışı d urdurulmuş, misyonerler tümüyle uzaklaştırıl­
mıştır. ( ENDO, 1 9 8 0 ) Dış ticaret, Nagazaki limanında kalmasına izin
verilen Çinli ve Hollandalı tüccarlar aracılığıyla yürütülmüştü r. Öyle k i :

Dünya ile bağlantısı kopan Beylikler Japonyası kendi içine ka­


panmış, durağan bir toplum olmuştur. Sanat ve yazın, önceki
dönemlerin yaratıcılığını yitirmiş; k lasiğe dönüş, klasik çağları
diriltme ( Rönesans) çabaları görülmüştür. Yeni sanat biçimleri
olarak, seramik lake ( boya) ve ahşap baskı tekn i k leri gelişmiştir.
Komodor Perry'nin " dört kara gemis i " gelmiş, tarihin karanlık­
larında unutulmuş olan yaşlı mumyayı derin uykusundan uyan­
dırmış. İmparator yeniden işbaşına getirilmiş. Japonya uyanmış,
silkinmiş, hızla çağdaşlaşmaya başlamıştır.

Daha doğrusu, Batı'nın gördüğü, görmek istediği, dünyaya gösterdiği Ja­


ponya böyledir. Oysa kültür tarihinin verileri oldukça değişiktir.
İlki ve en önemlisi, Tokugava Japonyası kapılarını ve pencerelerini
Batı'ya kapamış ama dünya ile kültür i lişkilerini kesmemiştir. Hıristiyan
misyonerleri sınır dışı ederek dinin yayılışını durdurmuş, dış ticareti dene-

" TV'de izlenen Şogıın dizisindeki TORONAGA, İEYASU idi.

76
§ 27 ICDO - TOKUGAVA DÜNL\'1İ ( 1 603- 1 867)

time almış, halkın yabancılarla ilişki kurmasını yasak lamış ama dünyaya
sırt çevirmemiştir! D ünyada neler olupbittiğini yakından izlemiş, beğendi­
ğini almıştır. Yabancılara ambargo koymuş ama beğendiğine izin vermiş­
tir. Sözgelişi, " Güney Barbarları" adını verdiği Portekizlilerle İspanyolları
uzaklaştırmış ama Hollandalıları tutmuştur. Dine " hayır", bilime, tekniğe
ve kültüre " buyur" demiştir. Japon yöneticileri ve hekimleri, ünlü Ta b ulae
Anatomicae Arlası'nın Flamancasını, ilk kez 1 77 1 yılında görmüşlerdi.
1 774 yılında eserin 4 renkli Japoncası basılmıştır. (Bkz. Güvenç 1 990: §
28) Ayrıca belirtmeli ki Japonlar bilim, fen ve sanatlar arasında anlamlı
ayırım görmezler. Öğrenilecek her şey kültürdür, onlar için. Bu gerçeğin
en çarpıcı kanıtları bir grup Japon bilim tarihçisinin (NUMATA Cirô
1 964) hazırladığı yayında toplanmıştır. Başlığın çevirisi: " Batı Kültiirle­
ri'nin ]aponya 'ya Girişi: XVI-XIX. Yüzyıl lararası. " Japonya'nın Batı'ya
kapalı olduğu yüzyıllarda, Batı kültürleri; tıptan askerlik bilimlerine, fen
bilimlerinden güzel sanatlara ve felsefeye değin türlü bilgiler ve tekn ikler
(aşılar, ilaçlar, araçlar) Japonya'ya kolayca girmiştir. Bu tarihi gerçek,
Tokyo'daki "Doğu Asya Kültürleri Araştırma Enstitüsü " tarafından İngi­
l izce yayımlanmış olan yüzlerce belgeyle de kanıtlanmaktadır. İsveçli ünlü
bilgin Linneaus'un yardımcısı olan ve sonradan onun yerin i a lan Dr
Thunbergin ( 1 790) üç BATI diline çevrilmiş olan dört ciltlik anıları ( " Tra­
vels . . . in Asia " ) Japonların yalnız Hollandalılara değil , İsveçli hekime de
ne derece yakınlık gösterdiğini, çalışmasına ve Japon dilini incelem esine
izin verdiğini doğruluyor. ( Bkz. Steenstrup 1 977- 1 978: 23-5)
İkinci sorun " feodalite"dir. Edo döneminin " Batı Feodalitesi " ne ben­
zeyen yanları olsa da benzemeyen yönleri de vardır. Sözgelişi, toprakların
tapu-kadastrosu ( 1 6 1 0'da) bitirilmiş; üretimde, vergi gelirlerinde, para ve
pazar ekonomisinde büyük gelişmeler sağlanmıştır. (Smith 1 975) Toplum
katları yeni bir düzenlemeyle, askerleı� çiftçileı� sanatçılar ve tüccarlar ola­
rak dört kast'a ayrılmış; toplumsal geçişkenlik sınırlanmıştır. Sözgelişi,
çiftçilerin, ata binmesi, i pekli giymesi, kılıç kuşanması, çay içmesi yasak­
lanmıştır. Ama toplumun en düşük katında bulunan tüccarların varlık ve
saygınlık kazanması yine de önlenememiştir. Öyle ki "Eta-Hinin " adı ve­
rilen yoksul ve dokunulmaz sınıfın varlığı, ressam Vatanabe KAZAN'ın
çizgilerinde görülüyor. (KUVABARA Masao 1 971 ) Dönemin i kinci yarı­
sında nüfus fazla artmamıştır ama hızlı bir kentleşme ( iç göç) vardır. Bu­
dizm de bastırılmış, Konfüçyus öğretisi desteklenmiştir. Ulusal Korunma
Yasası ( 1 636) örnekleri Orraçağ'da görülen bir dini bağnazlık simgesi de­
ğil, bir bilinç, ileriyi görüş belgesidir. Bu yasa, Japonya'yı sömürge olmak­
tan kurtarmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk elçisine göre, EDO ça­
ğının egemen değer yargısı " Durana Dokunmamak"tır! Oysa toplumdaki
tarih (değişme ve gelişme) bilinci çok güçlüdür. Şôgım İEYASU'nun toru­
nu MİTSUKUNİ başkanlığında çal ışan bir bilim kurulu, Japonya'nın 240

77
İ K i - "TAI" HR İ " Ü LKESi

cilrlik tarihini yine bu dönemde yazmıştır. Köyde görevli tarım teknisyeni


TSUÇİYA Matasaburô, Japonya'nın ilk Resimli Ta rım Ta kvimi olan Kô­
ka Şımçıl'yu yazmış, eser 1 707'de basılmıştır. ( Resim 53-3 ve § 73 )
Dönem in büyük ozanı, Hayku ustası BUSON'dur. Hayku, en çok
1 7 heceyle sınırlı, biçimsel bir şiirdir. ( Bkz. Çapan 1 99 1 ) Söylenenler,
söylenmişlerden daha az; dile geti rilen ise yazı landan çoktu r:

Yonıizıı toru, Çeltik sulayan


Satobito no koe yo, Köylü sesleri vardı
Natsu no Tsuki Yaz mehtabında.
-BUSON-

Resim sanatında HİROŞİGE, Tokyo'dan Kiyôto'ya uzanan 53 du­


raklı geleneksel yolun her menzilini ( konağını ) ayrı ayrı resim lemiştir.
" Tôkaidô " adı verilen kenrler yörüngesi sonradan Japon çağdaşlaşması­
nın anayolu ( belkemiği) olmuştur. ( Bkz. Resim 55-2)
Bu dönemin Japon toplumu, ne görüldüğü kadar durağan ne de sa­
n ıl d ığı kadar kapalıdır. Batı'nın " feodalite" adın ı verdiği yönetim, daha
çok meşruti bir k ra l l ığa benzemektedi r. D i n i düşüncede çoğulcu ( l a i k )
arayışlar v e geniş b i r h oşgörü vardır. Siyasal muhalefet güçlüdür. TAKE­
NOUÇİ ve YAMAGATA, askeri (örfi) yönetimi eleştirmiş, açıkça i mpa­
rator yönetimine dönül mesi görüşünü savunmuşlardır. Askerler ve çift­
çiler gidişten pek mutlu değildir. Dağıtımda yeni "ayarlama" çabaları
görülür: Yoşimıme, Kansei (l 789- 1 8 0 0 ) ve Tenpo ( 1 8 3 0- 1 843 ) düzenle­
meleri gibi. Batı'ya açılma eği limi de güçlüdür. Sonnôcôi ve Sakuma Şô­
zan denemeleri nde görüldüğü gibi.
Batı uygarlığı tehlikesinin adım adım yaklaştığı görülmüş ancak ne
yapı lacağı bilinememiştir. Bir süre,
" Doğu Ahlakı - Batı Teknolojisi" ya da, "Japon Ruhu - Batı Eğitimi "
gibi hamasi sloganlarla yetinip avunmuşlardır. Oysa bu ikilem, yalnız Batı
felsefesine değil , Japonların kendi kültür anlayışlarına da uygun değildir.
Çünkü kültür bölünmez, yama kabul etmez bir bütündür. Yalnız yeni tek­
niği alıp geleneksel ahlakı sürdürmeye, Batı eğitimini alıp geleneksel ruhu
korumaya besbelli olanak yoktu - Japon anlayışına göre bile.

28. M E I C I : i M PARATO R U N YA PT I G I D EV R i M

Japonya'nın çağdaşlaşması, MEİCİ'nin yeniden iktidara dönüşüyle başla­


tılır. Oysa daha doğrusu, Batı teh likesi karşısında, ulusal-toplumsal bilinç,
iktidarı Tokuga va'dan almış imparatora vermişti r. Japonl a r, Amiral
Perry'nin isteklerine boyun eğmişlerdi. Çünkü 1 839-42 Afyon Savaşı'nda
Batı'ya "Hayır" diyen Çin hanedanının başına gelenleri görmüşlerdir. Ja-

78
§ 28 .\ l EİC:i - İ :\ l l'ARATOllUN YAl'Tt(;ı llFV R İ .\ l

ponlaı� Amerika'nın önerdiği ticaret anlaşmasını da kabul ettiler. Çünkü,


1 85 6 'da İngiliz bandıralı A rroıu adlı bir gemiyi denetlemek isteyen Çin'e
yapılanları duydular. " Kara Gemiler" in ateş saçan toplarını kendileri de
tattı Kiyuşlı'da. Endüstrileşmiş Batı karşısında, geleneksel bir tarım ülke­
sinin izleyebileceği üç yol vardı: (a) Yiğitçe savaşıp yok olmak, ( b ) Batı'ya
açılıp teslim olmak, (c) Ülkeyi güçlendirmek için hızla endüstrileşmek! As­
lında üçüncü yol ( seçenek), birinci ile ikincinin kaçınılmaz sonucuydu.
MEİCİ döneminin ünlü başbakanlarından Prens İTÔ Hirobumi 1 850'ler­
de kimlik ve kılık değiştirerek Britanya Adaları'na gitmiş, kişisel gözlemle­
ri ( incelemeleri) sonucunda, Batı düşmanlığından ya da endüstri ile savaş­
tan olumlu bir sonuç alınamayacağına inanmıştı. İTÔ 'ya göre Batı'yla sa­
vaşa tutuşanlar da hiç savaşmadan teslim olan ü lkeler de giderek sömür­
geleşiyordu. Kendini savunabilmek ve varlığını sürdürebilmek için Japon­
ya h ızla endüstrileşmeliydi. MEİCİ döneminin ekonomisi ile ideolojisi bu
koşullar altında oluştu: Çağdaşlaşmak! Bu ereğin koşul ları, yönetimi eline
alan Meici'nin göreve başlama yemininde şöyle yankılanmıştır':- :
B ir danışma kurultayı açma!t;

Çağdışı töreleri b ırakmalı;

Doğa 'nın akılcılığı ile a daletini


eylemlerimizin reh b eri yapmalı;

Dünya daki b ilgi ile eğitimi [k ültürü]


araştırmalı, çağdaş uygarlığın tüm
b irikimin den yararlanmalıyız.

Uygarlık ve aydınlama çağının yeni kaptanı , kuşkusuz, genç İmpa­


rator 1\ı1eici idi . Onun çevresindeyse, her a landaki hedefleri gerçekleşti­
ren, ülkücü bir aydın lar k uşağı toplanmıştı. İki s iyasal parti ile özel VA­
SEDA Üniversitesi'ni kuran OKUMA Şigenobu, KEI Ô Üniversitesiyle
Cici Şinpo gazetesini kuran FUKUZAVA Yukiçi; Japon bankacılığının
babası sayılan ŞİBUSAVA Eiiçi; Batı'yı inceleyip Japon endüstrisini ku­
ran OKUBO Toşimiçi gi bi. ( Bkz. Resim 1 09- 1 , § 1 09, Fukuzava için)
Japon çağdaşlaşma tarihinde, 1 8 80 yılında yayımlanan eğitim i lkeleri­
ne ( fermanına ) geniş yer verilir. Oysa, Japon eğitimindeki önemli değişme­
ler çok daha önce başlamıştır. Fransa'dan alınan zorunlu eğitim sistemi
1 8 72'den beri uygulanıyordu. Meici'nin iktidara gelişinde yüzde 35 dola­
yında olan okullaşma oranı 1 900'lerde yüzde 85'e ulaşmıştı. Yaygın eğitim
alanı daha da hareketliydi. 1 8 80-90 yılları arasında, Darwin'in, Spencer'in

Gazi ı'vlustafa Kemal , Kurtuluş Savaşı 'nda, " Batı'nın sömü rgeci saldırısına karşı en
etk i l i savunma rine Barı Külrii r ü d iir" demişti.

79
İKi - ·'TA N YERİ" ÜLK ESİ

"evrimci " kitapları ile Kant'ın felsefe yazıları tümüyle Japoncaya çevrilmiş,
yayımlanmış bulunuyordu. Aydın kişiler DE-KAN-ŞO ( Descartes, Kant ve
Şopenhauer) okuyordu. ( Bkz. Güvenç 1 990 - § 30-32)
Ancak başarını n temeli besbelli ekonomik atılımlardaydı. Japonya,
çağdaşlaşma sorununu daha en baştan bir en düstrileşme süreci olarak
görmüş onu üç aşamada gerçekleştirmiştir: ( 1 ) Merkezi bir plan uyarın­
ca, tüketimi kısıp dışsatıma ağırlık verdiler, tarımdan ağır toprak vergi­
leri a lıp endüstriye yatırdılar, yabancı uzmanlardan öğrenip kendileri
uyguladılar. Devlet tekelinde, iktisadi i şletmeler kurdular. (2) Kurulmuş
ve işletmeye açılmış (üretime başlamış) endüstrileri özel girişime a ktar­
dılar. Ulusal bankacılığı kurdular, vergi i şlerini düzenlediler. Zaib ııtsıı
adı verilen büyük finansman (kredi) ho ldingleri yarattılar. ( 3 ) Üçüncü
aşamada (yaklaşık olarak Birinci D ünya Savaşı yılları ) , kendi endüstrile­
rini kendileri kurabilir düzeye geldiler. ( Bkz. NAKAYAMA 1 96 3 )
Yazar FUTABATEİ Şimei, Batı geleneğine uyarak kaleme aldığı Uki­
gumo (Yüzen Bulut) romanıyla, " çağdaşlaşma" serüvenini yazmıştır. An­
cak her şeyi tümden değiştirmeye kalkan Meici Japonyası, bazı düş k ırık­
lıklarını da yaşamıştır. Tok ugava seçkinlerinin bağlan dığı, "Japon Ruhu -
Batı Öğretim i " düşlemi ne yazık k i gerçekleşmemiştir. Bilimsel/teknik bu­
luşları alıp Batı düşüncesini kültürel gümrük ler dışında tutmak mümkün
olamamıştır. 1 9 04-5 R us-Japon Savaşı ve Japon askeri başarısı ertesinde­
ki durumu inceleyen yazar NATSUME Sôseki, Kokoro adlı romanında,
geleneksel Japon ruhunun yittiğini ve toplumun geleceği konusundaki
karamsarlığını dile getiriyordu. Romancı TANİZAKİ Cunniçirô " Maki­
oka Kardeşler" de, İkinci Dünya Savaşı öncesinde sesi soluğu kesilmiş,
yorgun bir toplumu anlatıyordu. Güçlü Batı ile güçlenen Japonya er geç
kapışıp çatışacaklardı, aslında, benzerlerin çatışması kaçınılmazdı. (Bu
konuda Bkz. Ailen 1 979: 6 7-90 )

29. SAVAŞ, Y E N İ LG İ V E S O N RAS I : "TAŞ I N MAZ I N TAŞ I N MAS I "

Japonya, Batı ile kendi arasındaki yüzyıllık gelişme (endüstrileşme) açığı­


nı kapattığın ı sanarak, Batılı güçlere toptan savaş açtı. Önce kazanır gö­
ründü, sonunda yenildi. Hem de endüstri uygarlığının yaptığı i ki k üçük
atom bombasıyla. Batılı güçlerin "Koşulsuz teslim" çağrısına uymak zo­
nında kalan İmparator HİRODİTO, ülkenin en eski tarih k ütüğünde o
zor günlerin gerekli dayanağını bulmuştu: "Taşınmaz yükü taşımak " ya
da " Dayanılmaza dayanmak. " Gel zaman git zaman her toplum böylesi­
ne güç durumlara düşebilirdi . Japonya da düşmüştü. Dayarnrsa k urtula­
bilirdi. Japonya dayandı; toparlandı. İmparator, kursal soyunu korudu.
1 9 70'lerin Japonyası ABD'nin ve Sovyetler Birliği'nin hemen ardından
dünyanın üçüncü büyük üretici gücü oldu. "Alman m ucizesi" kadar yay-

80
§ 29 SAVAŞ, YENİLGİ VE SONRASI

gın olan bir "Japon mucizesi " söylencesi vardır. Oysa, olaya yak ı ndan
bakan uzmanlar, bir mucize değil, gerçekçi i l keler buluyorlar. Reischauer
( 1 977) bu sözüm ona mucizeyi sekiz ilkede toplamıştır:
( 1 ) Emeği-çal ı şmayı, eğitim, beceri ve ü retimle birleştiren, b ütün­
leştiren bir ulusal denge tutkusu;
(2) Yüksek bir yatırım düzeyi, yerinde ve zamanında alınmış karar­
larla endüstrinin (teknolojinin) sürekli yeni lenmesi;
( 3 ) İtici-yü rütücü güç olan enerj i gereksinmelerinin eksiksiz ve ko-
şulsuz olarak zamanında karşılanması;
(4) D ışsatımda girişim, beceri ve u lusal işbirliği;
(5) Savunma giderlerinin kısılması;
( 6 ) Savaş giderlerinin k a lkınma yatırımlarına yönlendirilmesi;
( 7) İ leri teknolojiyi doğuran a raştırma ve uygulamalara ağırlı k ve
öncelik verilmesi;
( 8 ) Hükümet ( devlet) - özel girişim ve emek üçlüsü arasında kalkın­
ma için iş ve ülkü birl iği sağlanması: "Japon kurum u " Uapan
Incorporated) adı verilen ü l k ü birliğinin gerçekleşmesi .
Bugünkü birliğin merkezi, ülkenin dış dünyaya açık tutulan pence­
resi, en önemli giriş-çıkış kapısı, "Doğu Başkent" anlamına gelen Tok ­
yo'dur. Bu başkentin günlük yaşamı bundan sonraki bölümde a n latıl­
maktadır.

81
3
BAŞKEN T TOKYO'DA
G Ü N LÜ K H AYAT

• KU RAK B İ R YAZ KO RK U SU
• DEPATO'LAR
• D Ü Z E N VE ÖZEN
• ÇALIŞAN LAR, UYUYAN LAR VE SIZAN LAR
• GİYİM-KUŞAM
• YİYECEK-İÇECEKLER
• ÇARŞl-PAZAR VE ALIŞVERİŞ
• SPOR VE T U RİZM
• EGLEN CE, D İ N LENCE VE "SU TİCARETİ"
• ÇİÇİBU'DA BİR HAFTA SON U
Tokyo kenti yanında Londra cüce kalıyor.

- TOYN BEE (1968: 3 6)


3 0 . K U RAK B İ R YAZ KO R K U S U ...

Nasıl anlatılır Tokyo? Deneyenler, bilinen kentlerle karşılaştırmış ama


h içbirine benzetememişler. Dünyanın en büyük, en dağınık, en karmaşık,
en kalabalık, en kirli - ya da temiz -, en gürültülü ve - kuşkusuz - en pa­
halı, en eğlenceli, en güvenli, en güzel - ya da çirkin -, en rahat kenti de­
mişler. Gözlem ve yargılarını destekleyen sayılar ve kanıtlar vermişler. Ki­
mi yazarlar, sayısal verilerden kaçınıp ozanca sözler etmişler: Ülkenin ba­
şı, yüreği, canı, ruhu! demişler.
Haziran ayı başın dan temmuz ortalarına Tokyo' nun Baiu ya da
Tsuyu ( erik ya da yaz yağmuru) mevsimidir. Hava sıcak ve nemlidir. Yağ­
dı yağacak yağmur sıkıntısı vardır. Olanağını bulanlar bir iki saatlik hi­
rune ( öğle) uykusuna yatarlar. Gölgedeki sıcaklık 37-3 8 dereceye ulaşır.
İnsan bedeninin bu sıcaklıkta bir soğuk hava dolabı gibi çalıştığı gerekçe­
siyle, yüksek kalorili balık kızartmaları yenmesini salık verirler. Bazı gün­
ler yağmur yağmaz, yağsa da ortalık serinlemez. Tokyolular, ellerinde ya
da çantalarında birer şemsiye ile dolaşırlar. Bir de yedekleri vardır: İşyeri
kapısındaki özel anahtarlı şemsiye sergisinde. Ama her yerde yağmayan
yağmuru konuşur, sıcaktan, kuraktan , nemden, su sıkıntısından yakın ır­
lar. Derinlerde yatan bir kuraklık ve açlık korkusuz sezilir. 1 93 4 yılında­
ki ünlü, soğuk ve kurak yaz sonunda, çeltik ürünü yarı yarıya düşmüş,
kıtlık olmuş. Yıl boyunca, on günl ük bir dönemin üç günü yağışlı ise, ha­
va " n ormal " sayılır. Orta lama üç günlük yağış süresi ikiye düşerse " ku­
raklı k " ; dörde çıkarsa " yaz yağmuru " derler. Bu yüzden, on günlük süre­
de üç günlük yağmur yağıştan sayılmaz. Yöneticiler, su tüketimi gönüllü
olarak kısılmazsa, kente verilen suyun azaltı lacağını (ya da yüzde şu ka­
dar kısılacağını) açıklar. Oysa koca kent durmadan çalışır, didinir ve din­
lenir. Sürekl i yağış nedeniyle ertelenen turistik bir iki Matsuri ( Bkz. Re­
sim 30- 1 ) dışında, günlük yaşamda göze çarpan aksama olmaz. Yağınca
bardaktan boşanırcasına bol ve bereketli yağar ama sel olmaz, çamur
kalmaz, bodrumları su basmaz. Bodrum yoktur. Zemin katları yoldan

85
üc_: - IL\�KENT TOK YO'I >.\

RESİM 30: MATSURİ: Tokyo'da her yıl mayıs ayı ortalarında yapılan bir geleneksel bayram hazırlığı.

birkaç basamak ya da yarım kat yukardadır. Çoğu çatılar tersyüz olmuş


büyük bir şemsiyeye benzer. İşte, uçları yukarıya doğru kıvrık saçaklı,
parlak renkli (sırlı) k iremitlerle örtülü bu çatılar, yağmur suyunu özel
sarnıçlarda toplar. Yaz yağmuru, suyun değerini ve çatı ayrıntı larına veri­
len önemin bir özenti olmadığını gösterir. Su hayattır.

3 1 . DEPATO ' LA R V E K E N TS E L Ç E V R E

Ülkede yaşayan larla ça lışanları n ve devlet memuru olanların yüzde 1 1 'i


bu kentte otur u r. Bu nüfus ulusal verilerle orantı lı bir görünüştür. O ysa
gerçekte, Tokyo bir dengesizlikler kentidir. Büyük holding'lerle 600'ü
aşkın yükseköğretim k u rumunun dörtte biri (yaklaşık 1 50 ü n i versite )
toptan ticaret oylumunun üçte birinden çoğu, ü n iversiteli gençlerin ya­
rısı, büyük sermaye kuruluşlarının üçte-ikisi başkentte toplanmıştır.
" Yığılmıştı r" demek daha doğru olabilir. Kiralık konutlarda kişi başına
orta lama beş metrekareli k bir alan ya düşer ya düşmez. Az da sayıl­
maz, çünkü bir söz vardır: " Uyumaya tek b i r hasır/oturmaya yarısı ye­
ter! " ( Okite hancô/Nete içiçô!) derler. ( Bi r hasır l , 6 m2'dir. Bkz. Ta blo
5 7- 1 )
" Tokyo " adını almadan önce " Eda" d iye bilinen, tarih i b i r döneme
adını vermiş olan bu kent, geleneksel olara k i k i mahalleye ayrıl ı rmış:
Körfez-kıyı düzlükleri boyunca uzan a n Şitamaçi (aşağı mahalle) ve Fuci

86
'i 3 1 DFP.\TO'L.-\ll VF I-; Fl"TS F I . l,:F\"lff

Dağı ( Ba tı ) yönündeki Musaşino yaylası berisindeki Yamanote (yamaç


mahalle ) . Bugünkü Kantô Ovası, bir zamanlar " Musaşiııo" diye bilinir,
üzerine şiirler yazılırmış:
D oğanay'ın ışınları
Yıka111p durula111r,
lv1usaşino ouasmın
Çayır çimen denizinde.
Kocaman bir kent kaplamış bugün o " Ça yır çimen denizi ", ne çayır
kalmış ne de deniz! Eda dönemi beylerinin oturduğu Beylik Hisarı (Ka­
le), kıyıya yakın bir tepecik üstüne kurulmuş. İmparatorluk Sarayı ile ya­
kın çevresinden oluşan " Binçağ" ( Çiyoda) Mahallesi, Tokyo'n u n kent
merkezi (Centrum) sayı lıyor. Koruyucu su a rk ları, düzenli bahçesi, tarih i
kapı v e yapıları, müzeleri, sanat kurumlarıyla bugün halka açılmış bulu­
nan " Hisarlık Tepe" (Şekil 3 1 - 1 ) giderek ulusal bir " Kültür Park " a dö­
nüşmektedir. Tepe, Japonya'nın simgesel ve gerçek güçleriyle çevrilmiştir.
Beylik Tepe batısından başlayara k bu güçler şöyle sıralanır: Orta Ameri­
ka piramitlerine benzeyen çatısıyla Diet (Parlamento) binası. Penceresiz,
çıplak betondan sağır duvarlar arkasına saklanmış Yüksek Mahkeme,

Diyet
(Meclis)

Yüksek Elçilikler
Ma h keme
-- --
--
-- �-
�- İmparator
Eğitim-Kültür
�-

Sarayı
Bakanlıklar Bölgesi
(Edo Beyliği �
-
(Üniversiteler)
-- H isarlık Tepe)
--
Tu ristik Gazeteler
Oteller

Marunouçi
(Duvarlar arası)
Bankalar-Kurumlar

G i n z a P a z a r ı
ŞEKİL 3 1 - 1 : Tokyo Merkezi: Çiyoda-ku (Binçağlar) Mahallesi.

87
UÇ - llAŞKENT TOKYO' Dı\

" Kasumigaseki" adı verilen Bakanlıklar Mahallesi, büyük banka ve şir­


ketlerden oluşan Marımouçi, büyük gazetelerin genel (yönetim) merkez­
leri, birkaç üniversite, müze, tiyatro ve k ütüphaneden oluşan " eğitim­
kültiir kapıs ı " ve çemberi kapatan yabancı temsilcilikler ve turistik otel­
lerdir. Kentin merkezi sayılan " Binçağ" ( Çiyo da) Mahallesi işte, b u ku­
rum ve yapılardan oluşuyor. Ancak Çiyo da Mahallesi'ni saran öteki ma­
halleler, daha da işlevsel ve anlamlıdır. Kuzeyde Bunkyô-ku: Eğitim-Kül­
tü r ve Sanat Mahallesi, batıda Şincuku: yeni yerleşme ( konut} mahallesi:
Güneyde Miııato-ku: Liman-ulaşım-turizm mahallesi, doğuda Çıiô-ku
(merkez) çarşı pazar ile Ginza (para) ya da alışveriş mahallesi, u lusal ula­
b
şım ağının " sıfır" , başlangıç noktası sayıla n Nihon- aşi (Japon Köprüsü )
de burada, Tokyo Garı 'nın hemen doğusunda yer a lmaktadır.
Kent merkezi, demiryolu ve metroların her saat açık göründüğü bir
ulusal trafik ve aktarma merkezi gibi işler, çalışır. Sekiz ayrı renkte metro
ağının her bir rengi (yani hattı) ve paralı ekspres (oto) yolları, bu merkezin
a ltından, üstünden geçer, çevresinden, a rkasından dolanır, burada topla­
nır, birbirine eklemlenir. Eyfel'den beş on metre daha yüksek olan Tokyo
Kulesi, Amsterdam Garı'nı -bizim Sirkeci'yi- anımsatan XIX. yy şimen­
döfer yapıları; uluslararası stilde cam ve çelikten tasarlanmış gökdelen iş­
yerleri ve otelleri; Londra'daki Oxford Caddesi yapılarına özenmiş ağır­
taştan mağazalar, kentin merkez yöresine bir " Batı-havası" verir, Hisarlık
Tepe'nin köşe burçları, geleneksel saçak çizgileri ve alımlı çalımlı duruşla­
rıyla, " Batı-havası "na dramatik bir sahne (tiyatro} boyutu kazandırır. Bi­
raz yüksekten ve uzaktan, kent merkezi bir Batı sahnesidir. Dekoru Batılı,
oyuncusu Doğulu olan garip bir sahne! ( Resim 1 9- 1 )
Ul usal Demiryolları, kent merkezini çevreleyen dört ana mahal leyi
birbi rine bağlayan bir çift çelik halka (demiryolu) döşemiş. Yamanote di­
yorlar. Çünkü, eski " yukarı (yamaç) mahalle" ile " aşağı mahalle"nin ara
sınırından geçiyor. Çift halka üzerinde, saat yönünde ve karşı yönde dö­
n iip duran yeşil/mavi renkli, 9-vagonluk diziler, oyuncak trenlere benzer
ama günlük kent trafiğinin büyük yükünü alır, taşır; toplar ve dağıtır.
Halka boyunca -Tokyo merkez garı hariç- 28 durak sıralanmıştır. Kent
metrosunun sekiz renkli yolu ile ul usal demiryolunun yedi ek yol u , Ya­
ınanote halkasını o luşturan durakları, örümcek ağının merkeze dönük
ışınları gibi kent merkezini, Ginza'ya ve birbirlerine bağlar. (Şekil 3 1 -2)
Yaınanote halkası üzerindeki duraklardan en büyükleri, kentin ikin­
b İ b
cil ( a lt) merkezleri olara k bilinen Şinagaııa, Şi uya, Şincuku, ke u kuro
ve Ueno'dur. Alt merkezleri öteki sıra dura klardan ayıran başlıca özellik,
ulaşım kavşağını n hemen yanı başında ya da doğrudan üstünde yükselen
" Depato" !ardır. Depato, İngilizcedeki " D epartment Store" dan bozma,
çok katlı ve çeşitli mal satan büyük mağaza demektir. Depato, bir koope­
ratiften çok pazar-kente, bir mağazadan çok sekiz katlı bir kapalı çarşıya

88
§ 3 1 DEPATO'L\ R VE KENTSEL ÇEVRE

( Ga leri Lafayette'e) benzer. Depdto'ların Yaınanote halkasından başlayıp


kent dışına doğru uzanan konut mahalleleri, toplukonut yerleşmeleri
hatta uydukenderi vardır. Tokyo'nun belki de yarı nüfusu, ya da fazlası,
bu kent dışı çevrelerde yaşar. Depdto'lar kent dışındaki yerleşi m merkez­
lerini Yamaııote ha lkasına bağlayan kendi özel demiryollarını döşemiş­
lerdir. Tokyolu aileler a rasında, D epiito'nun işlettiği demiryolu ile kente
gidip gelen, günlük, mevsimlik ve yıllık alışverişini D epiito'dan yapanlar
vardır. " Bizler Depdtocuyuz" derler ve yarı şaka yarı ciddi eklerler: " Tô­
b u " ! uyuz, "Seib u " da çalışırız. " Keisei" yolunda orurur, " Kintetsu " biçi­
mi yaşarız, gibi. D ep dto 'lar milyonlarca kentlinin, konut, ulaşım, giyim­
kuşam, çarşı-pazar ve bir ö lçüde yapı-kredi gereksinmelerini karşılayan
büyük hizmet holdingleri, kent içi kentçiklerdir. (Şekil 3 1 -2)
Depdto'dan ötesi, Tokyo'nun gizemli iç d ünyasıdır. B u çevrede, bir
iki karlı, küçük ahşa p evler, yukarı kıvrık saçaklı dergahlar, biblo gibi
özenli düzenli oturan ön ve arka bahçeler, görkemli parklar, tapınaklar,
bakımlı mezarlıklar, okullar, çocuk (oyun) alanları ve dükkanlar vardır:
Çeşit çeşit çiçekler, nalıncılar, taşçılar ( bahçe için), fenerciler, hasırcılar,
manavlar, bakkallar, pirinççiler, Sôyu 'cula r ve tek tür hazır besinler satan
aşçılar, şehriyeciler, balıkçılar, tavukçu [kebapçı] 'lar ve kırmızı ( ucuz) ve
beyaz fenerli (pahalı) sake meyhaneleri! Tokyo'da büyüklü küçüklü yüz
bin lokanta bulunduğu söylenir. Bunların çoğu, lokanta değil, hazır ye­
mekler satan besi n pazarıdır. Çarşı pazar bolluğu içinde en renkli ve can-

\
ŞEKİL 3 1 -2 : Depôto: Kent merkezini saran Yamanote demiryolu halkasıyla
çevre (uydu) kentlerin ulaşım ve toplutaşım kavşağı.

89
il�: - 11.-\�K J·:vr TP K Y O ' l l .-\

!ısı, Ay-ta kvimiyle, her ayın bell i bir gi.in i.i belli bir semtte kuru lan gezgi n­
ci pazarıdır: " 2 8 - Meguro - Pazarı " gibi. Bu paza rla rda, Depato 'da ya
da Ginza'da kolay bulunmayan her ti.irili çiçek, böce/�, örümcek (canlı,
başlı, çiğ ya da pişmiş olarak) satın a lına bilir. Dereceli (yaş) gözlüğünden,
elektronik hesap makinesine, peynir şekerinden tatl ı çekirge kavurması­
na, sülükten saksıda yetişti rilmiş 1 5 0 yaşıııdaki çam ağacı ( Bonsay) ci.ice­
lerine değin. Ne bulunmaz ki bu pazarl arda !
İlkokul çağındaki hatta daha d a ki.içi.i k kızlar v e oğlanlar, b u pazara
küçi.ik birer plastik kuru, kova, kafes ve çantayla gelirler. Kurtları kuşla­
rı, böcekleri toplayıp evlerine dönerler. Bu bir pazar değil, açık havada
kurulmuş "doğa tarihi" müzesidir sanki. Fakat en çarpıcı özelliği, alıcı i le
satıcı arasındaki o gizemli yakın lık; karşılıklı saygı, sevgi ve teşekkürün
davranışa ve sese yansımasıdır. "Japon Ruhu " bu pazarda egemen dola­
şır. Ülkede uzun yıllar kalıp da Japonya'yı " görmemiş" olmaktan yakı­
nan yabancılar, her nedense bu pazarı görmemiş olanlardır. Ay-pazarı,
Tokyo'nun mutl u l uk pazarıdır. Hiç a lışveriş yapmak da gerekmez aslııı­
da. Mutlu çocukları, güleç insanları izlemek yeterlidir, mutlu olmak içi n .
Kentte dört m ilyon konut varmış. ( N O H ve Gordon 1 97 8 : 8 7) Yak­
laşık y üzde 40'ı otura n larııı kendi malı, yüzde 40'ı kiralık, yüzde l ü'u
hi.ikümet ( memur) lojmanı, yüzde a ltısı çok ucuz ( sosya l) mesken olmak
üzere. Aile malı konutların orta lama büyüklüğü 42 rn 2 , Dançi ( kiralık)
tipi konutlarıııki 14 m2 imiş. Bu konutların ancak yarısı sürekli çalışan
kanalizasyona bağlı, gerisi septik çukur ve vidanjör arabalarıyla yetini­
yor. Kimi Batılı eleştirmenler, kanalizasyon ağıııııı yetersizliğin i , " kentin
pisliği " olarak yorumluyor. Oysa, kanalizasyon bir amaç değil a raçtır.
Kentte kara sinek, çöp ve lağım kokusu yoktur ama sivrisinek ve tatar­
cık vardır. Yarım ton luk k üçük k amyon l a r, sabah saat sekiz olmadan,
kentin günlük çöpünü tümüyle toplayıp kaldırırlar. Tokyo temizdir.
Son 20-3 0 yılda, kentteki oto sayısı 1 2 kat, oto yolları ancak iki kat
artmış. Yine de görünür bir trafik tıkanıklığı, kargaşası yok. Çoğu kav­
şakta ışık, yaya geçidi, köprü ve "geçiş marşı" var! Yeşil yanıııca, derin­
den bir " marş sesi" duyulur. Görmeyene yol yön, görenlere uygun bir hız
veriyor, zamanında karşıya varmaları için. Işık olmayan geçitte yaya is­
terse flamayla oto trafiğini durdurup karşıya geçiyor. Flamayı karşıdaki
sepete bırakıyor. Otolar, yol ve yaya kaldırımı üzerinde park edilmiyor.
Özel bir otopark yeri gösteremeyen kentl iye yeni oto plakası veri l miyor.
Çarşı pazar ve işyerlerinde, çok katlı otopark evleri açılm ış. Kimi asan­
sörle çalışıyor. Kimisi, otomobili -lunaparklardaki dönme dolaplar gibi­
alıp yukarıya kaldırıyor, İstenince yere indiriyor. Boşalan yere yeni araba
alıyor. Korna, klakson sesi hemen hiç duyulmuyor, belki de yasak! Bazı
yaya kaldırımları bile gidiş geliş olarak ortadan ikiye bölünmüş! Ana
caddelerde bisikletlilerin yaya yolunda gidebileceğini gösteren işaretler

90
': 12 l l İ l i'. J·: � \T l l i'. F �

var. Ölümle sonuçlanan trafik kaza ları 1 970-77 arasında yarı yarıya d üş­
müş. Bugünkü kazaların en önemli yüzdesi, motorlu araçlarla çocuğunu
a rka selede taşıyan bisikletli annelerin çarpışmasından oluyormuş. ( Yo­
miuri Gazetesi 26 Ekim 1 978 ) Sokak ışıkları, hava kararınca yanıyor, ay­
dınlanın ca sönüyor - kendiliğinden, belli saatleri bekl emeden.
Her köşede, durakta, dükkan kapısında telefon var. Renk renk k ırım­
zı, sarı, pembe, çakır mavisi ! Bir iki liralık madeni paralarla çalışıyor. Ye­
terince bozukluk varsa, her yerle anında konuşulabiliyor. Ülkeni n ve ken­
tin en ucuz, en hızlı ve etkili haberleşme a racı olmuş telefon. Çok kullanı­
lıyor ama hiç "meşgu l " işareti vermiyor, yanlış n umara d üşmüyor.
Tokyo dünyanın en temiz kenti olma ya bilir ama belki de en temiz
tutulan başkentlerinden biridir. Tokyolu yolda sigara içmez, çoğunlukla
bir şey yemez, çiklet çiğnemez. Toprak ve moloz taşıyan kamyo n l arın
üstü branda beziyle örtülür. Tekerlek ve lastikler yıkanıp durulandıktan
sonra yola çıkılır. Özel oto ve taksiler yıkama ve teknik bakımdan, met­
ro vagonu servisten yeni çıkmış gibidir. Polis, bakımsız, kirli toz l u bir
arabayı trafikten a lıkoya b i li r.
Yeşi l park alanının az, kent havasının kirli olduğu çok söylenmiş, ya­
zılmıştır. Yeşi l park a lanı, Paris'te beş kat, New York'ta 1 0, Londra'da 30
kat daha çokmuş. Bu bilgide bir istatistik yanılgısı olmalıdı r. Çünkü Tok­
yo, New York'tan sanki daha yeşi l bir kenttir. Manhattan'daki merkez
(Central) park ölçeğinde dört beş büyük park, 40-50 küçük boy park
vardır. Fakat yeşilliğin çoğu evlerin, tapınakla rın bahçelerinde, mezarlık­
lardadır. Bunlar park değildir ama yine de kentsel soluma işini görürler.
Kentin havası 1 96 0 yılında uluslararası birimlerle 1 20 ölçümünde
kirliymiş. 1 970 yılında 60'a düşmüş. Hava kirlil iği derecesi 1 978'de
40'a doğru iniyorm uş. Ağzı burnu gazlı bezden yapılmış beyaz fil trelerle
kapal ı dolaşanl a r, hava kirliliğinden kaçanlar değil , havayı kirletmekten
çekinen hemşerisine saygılı hastalardır. Son yıllarda Tokyo'nun çok bü­
yüdüğü, yönetilemez bir ö lçeğe u laştığı, yeni b ir başkent bulma gereğin­
den söz edilmektedir. Ancak bu öneri pek öyle ciddiye a lınmaz. Konut
sıkıntısının sorun olduğu, kiraların yüksekliği, işe gidiş dönüşün çok za­
man a ldığı doğrudur. Belki hükümet merkezi bir gün başka bir kente de
taşınabilir. Ama başkent Tokyo'nun yerinden oynatılması çok büyük ve
pahalı bir projedir. Ülkenin ekonomik gücü bile buna yetmeyebilir.

32. D ÜZEN VE ÖZEN

Yıllık Polis Raporu'na göre, ülkede 2500 örgüte bağl ı 1 0 8 b i n dolayı n ­


da gangster varmış. H e r b i n Japon'dan biri! O n u n da her g ü n ortalık­
ta, iş üstünde görünmesi beklenemez, besbel l i . Neler yapıp ettikleri
günl ü k basına, TV'ye de yansımaz doğrusu. D i k kati çeken genel dav-

91
ÜÇ - llAŞKFNT TO K YO'DA

RESİM 32- 1 : Yol altındaki PTI kanal ve hatlarının sürekli bakımı. Tokyo: Roppongi.

ranış kalıbı , k işinin düzene -başkaldırması değil- tepki göstermemesi,


genel bir "evet" demesi dir. Büyük davranış değişikliklerinin beklenebi­
leceği doğal a fetler, s algın hastalıklar, zehirlenme vb. o laylar karşısında
Japon insanı sessiz ve soğukkanlıdır. Ölçülü ve dik karli bir bekleyişi
yeğ tutar. B u davra nışı ile düzenin işleyişini bozmamaya, etkilememeye
çalışır.
Kent yaşamı düzenl i dir. Elektrik ve s u kesilmez. TV ve telefon tek­
nik arıza yapmaz. Ama yollar, sokaklar sürekli onarım yapan tam do­
nanımlı ekiplerin gözetimi altındadır. S a b a h makineyle açılan çukurlar
a kşam kapatılır, gece yarısı asfa lrlanır. E rtesi güne bırakılmaz. ( Resim
32- 1 )
Tren, metro ve otobüsler saat ve dakikalı bir tarifeye göre işler. Her
a raç tam zamanında k apısını kapar, 30 saniyelik bir güvence bekleyi­
şinden sonra kalkar. Suyun kesileceği, elektrikli çalar saarlerin durmuş
olacağı halka önceden duyurulur. Telefon makinesi para yutmaz. Para
bozma makinesi kirli, buruşuk kağıt paraları geri çevirir ama paranın
üstünü kesin l i k le doğru sayar. Beş on liralık bir metro biletiyle herhan­
gi bir trene binilebilir. İstasyonlardaki " ücret ayarlayıcı" gişelerin önü,
geldiği yolun bilet farkını ödeyen yolcularla doludur. Bütün dünyadaki
uygulamadan değişik olarak Japonla r, gidilecek yol un ücretin i değil de
gelinmiş yolun bedelini alırlar yolcudan. Gerekiyorsa üstünü de geri ve­
rirler. Uzun yol otobüslerinde, kutu dan alınan ilk b ilet ücretsizdir. Oto-

92
� .1 2 DÜZEN VE ÜZEN

büse b i n i len yeri-yöreyi


gösterir. Şofö rü n üstün­
deki ı ş ı k l ı ücret ta blosu,
yolculuk boyu sanki bir
taksi saati gib i s ü rekl i iş­
l e y e re k , h e r y o l c u n u n
ineceği bir durakta öde­
yeceği ücreti gösteri r. Üc­
ret, s a at, tarife, h izmet
yetersizliği ya da yanlış­
lık yüzünden çıkmış bir
tartışmaya tanık o l m a k
kolay değil d i r. ( Bkz. Re­
sim 32-2)
Kentli ler meraklı, he­
yecanlı ve konuşkan kişi­
ler değildir. Yolda yolcu­
l u kta b i r b i rl er i n e s o r u
s o rm a z l a r. H e l e y a z ı l ı ,
hazır bir bilgiyi h iç sor­
mamaya dikkat eder ler.
A m a , her s o rd u k la r ı n a
güleryüzlü b i r yanıt alır­
l a r. O lumlu ya da olum-
suz! Hatta verilen yanıt ResiM 32-2: Okayama kenti kapalı çarşısı.
Tokyo çarşıları kadar düzenli, biraz daha da temiz.
beklentiye ne denl i aykırı
ve olumsuz ise, insanların
o denl i güler yüzlü olmaya çalıştıkları dikkati çeker. En küçük bir rahat­
sızlık olasılığına karşı herkes birbirinden özür d iler: " Sumimasen " (Af­
federsiniz ! ) yanıtı yine "Sumimasen " ( Estağfu ru l l a h ! ) ' dir. Özür dilemek,
bir görevlinin dikkatini çekmek için en sık başvuru lan, en görgülü hi­
taptır. O lası anlaşmazlık ve çıktı çıkacak çatışmalar, karşılıklı özür d ile­
meyle çözümlenir. Kişiler özür d i lemeye yanaşmıyorsa, araya giren bü­
yükleri n ya da onların vekil lerinin birbirinden özür d ileyip olayı tatlıya
bağladığı görülü r. Sert ve kaba bir d avranı şa karşı, Japon insanı daha
sert ve kaba bir davranışta buluna bilir. Ama bu kötü d u ruma h iç m i hiç
düşmemeye çalışır. Yumuşak inişi seçer, gülümser alttan alır. Karşısında­
kini özür dilemeye çağırır. Yapılan çağrıya çoğunlukla katılır. Bazen gü­
l ümseme a ldatıcıdır. Gülümseme, bir üzüntünün, kaygının, sıkılganl ığın
görgü örtüsü de o l a b i lir. Bir şarkı güftesi, gülümseme için. " Al t-i.ist ol­
muş acı " benzetmesini kul lanıyor (Wa l ker GJC 1 978: 1 2 0- 1 ) . Doğru­
dur. Canı sıkılan, üzülen Tokyolu gülümser.

93
U(. - IL\�KE'.':T TOKYO'I J,\

Adının açı k l a n masın a ş i m d i l i k izin vermeyen bir gözlemciye göre,


k i ş i ler ara s ın d a k i türlü anlaşılmaz l ı k l a rı n yaklaşık 8 8 'de biri pol ise d u ­
yurul uyor, bun l a rdan a n c a k 2 8 'de bin d a v a konusu o l u y o r m u ş ! To p­
l u m d a o kadar çok gön ü l l ü barış yargıcı ve ba rış meleği vardır ki mes­
lekten avukatla ra bile pek iş d ü şmez. K ü l t ü rel " idea l " , yani olması ge­
rek en budur. Oysa h i ç b i r topl umda, t ü m işler istend iği gibi olmaz. O
zaman ne o l u r ? Genel k u ral o l a ra k Japon , d u ygusal b i r tepk i vermeden
önce, duru m u bütünüyle kavramaya ; kendin den emin olmaya; sonra­
dan p işman olacağı b i r çıkış yapmamaya; girişim ( ka ra r ) özg ü rl üğün ü
elinden kaçırmamaya çalışır. En ön e m l i s i , başkala rınca a y ı planacak
hatalı bir çıkış y a p m a maya çabalar. Çoğu zaman başarır da! Çoğu n l u k
s a n k i gerçek " H ı ristiyan "dır. Kendisine n a s ı l davra n ılma s ı n ı istiyorsa,
başkaları na öyle davranmaya özen gösterir.

3 3 . ÇA L I ŞA N LA R , U Y U YA N LAR V E S I ZAN LAR

Çalışan genç anneler sabah erkenden o yıl yuvaya başlayan çocukla rını
ellerinden tutup okula bırakırlar. Ayrıl m a k biraz zaman a l ı r, güç ol ur.
Çocuk birkaç adım atar durur, döner annesine ba kar. Anne kapıda d ur ­
m u ş o n a gülü msemekte, " Haydi ç o k k a lmadı, biraz daha gayret" de­
mekted ir. Sonunda başarırlar. Bir iki yaş daha büyük olanlar el ele rntuş­
muş d urumda, birlikte giderler o k u l a . Sonra çalışan erkekler düşer yol­
lara. Uzun yol boyu o kuyacak l a rı kitap, dergi ve gazeteleri o m u zdan a s­
k ı l ı torbalarında, h ızlı h ızlı yürürler, en yakın derniryolu durağı na doğ­
ru. Sonra da anneler al ışverişe, babaanneler yü rüyüşe, geziye çıkarlar,
i k i l i üçlü g ru plarla.
Kentlinin yaşı ne kadar ileriyse, çevresine gösterd iği i lgi ve d i k ka t o
denl i a rtar. Hemen herkes birbirin i n ne yaptığını görür, göz ucuyla izler
ama belli etmeden . Ta nışmayan l a r bile birbi rine saygılı davranı r. Yol
verir, yer verir. Hızlanı r, yavaşlar, çarp m a m a k için. Yakın dan geçmek
zoru nda ka l ı rsa, başı h a fif eği k , mahcup yüzle g ü l ü m ser, beden belden
öne doğru eği k , a d ı m l a r sıklaştı rılmış; sol el, kesecek gibi sağ bi leğin
ü stünde, " affedersiniz" der. Bir otu rma ya da gezi yerinde b i rkaç k ez
karşı ka rşıya gelenler, aynı mahal leden eski tanı d ı k l a r gibi gü lerek se­
lam laşı r. B i r b i rlerine güler yüz gösteri rler. ( Resim 33- 1 ) Ha l-hatır so­
rarlar.
İ ş i lişkil eri tebessümle başlaı� güler yüzle bitirilir. Az gülen, k a h k a ­
h a d a n dikka tle k açına n J aponlar s ü rekli g ü l ümser. Kimi u z m a n kişiler,
tebessüm çeşitlerini yoru mlamaya çalışmışlardır. ( Bkz. § 44) G ü n l ü k iş­
lerinde çok yorulan Japon, tren, va pur, otobüs yolcul uğu sırasında,
ayakta duru p beklerken, gözlerini kapayıp hemen uyuyabi l i r ya da uyur
gibi d ur a b i l i r. Belli b i r zamana, yere bağlı o lmadan. Sabah, öğle, akşam,

94
3.l Ç\LIŞN'1L .-\ll, UYUY,\ NL:\I( VE SIL A N L:\lt

her saat, her yerde ve


her d urumda ! Bir düğ­
meyi ç e v i r i r g i b i , b i r­
denbire, gözlerini kapar,
uyu maya başlar. Yalnız­
ca, başı s a l l a n ı r ba zen
öne düşer, sanki yasla­
n a c a k b i r o m u z a r a r.
Bulmazsa da uyur. Batı­
l ı l a rın " ke d i u y k u s u "
adını verdiği bu şekerle­
me daha çok bir " kuş
uykusu " na benzer. Uyu­
yan kişi, her an uyan­
maya hazırdır. Gözlerin i
arada b i r açar çevreye
şöyle bir göz atar, sonra
y i ne dalar. (Bkz. Resim o
3 3 -2 )
Çalışan erkeklerin
iş g ü n ü son undak i sake
( iç k i ) s o fr a s ı , y o r g u n
yüzlerle başlar. G ü n bo­
yunca birbirlerine güler
yüz (sumairu = smile)
gösterm iş o l a n bu i n ­
sanlar hiç dışarı yansıt­
madıkları d u ygusa l biri­ RESİM 33-1: Tebessümler diyarı.

k i m l e r l e d o l m u ş , yor­ ı) Acılı, 2) Kararsız, 3) Görgülü: takı gibi,


4) Mesleki ve sempatik, 5) Yaşlı rahat, 6) Hoşgörülü bilgece.
gun düşmüşlerd i r. Dern­
lendikçe, sohbet koyula-
şır. Dertler boşaldıkça sake trafiği hızlanır. S o n b i r i k i sake sürahisi belki
fazladan gel i r a m a yine de i ç i l i r. İ çi lmese de geri çevr i l mez, bedeli neyse
ödeni r. Sa/ce'nin etkisi yolda görülür. Gece 9- l ü 'dan son ra eve döner­
ken, aya kta sallanıp uyuklarlar. Tek başma o lan kadınlara laf atanlar çı­
kabilir. Kaclmlar çok usta manevrala rla bu tür yaklaşımlara karşı koy­
mayı b i l i rler. ( Kutu 1 05-2) Bağıran, nara atan, taşkınlık yapan pek gö­
rü lmez. Kendinden geçeni, sızanı, boylu boyunca seri lip uyuyan hemşe­
rileri görmezlikten gel i ı� rahatsız etmezler. H oşgörüyle ayılmasmı bek­
lerler.

9 .)-
Ü( - BAŞKENT TO K Y O ' D A

KUTU 33-1
S E N DAY D E P R EM İ N D E ÔTSU l<A İSTASYON U ...
Büyük Senday (ı 9 78) depremi sı rasında ôtsuka istasyonu. Akşam saat beş
suları. Yamanote tren seferleri güvenlik gerekçesiyle geçici olarak d u rd u ru l­
muş. Otomatik makineler bilet satmıyor. Tren be kleyen yolcular istasyonda
birikiyor. Görevliler, ı ş ı klı yazı ve h o parlö rlerle sü rekli yayın yaparak en son
d urumu açıklıyorlar. Öğrenciler, anne ler, açıkta d u ran telefon lar önünde kuy­
ru k olmuş - gecikmeyi evlerine haber verme k için bekleşiyorlar. Te laş, h eye­
can ve panik yok! Sarsan, bekleyen leri sarartan ikinci bir sarsıntı oldu. H e r­
kes birden rahatlad ı ; en çok korkulan geçmiş gibi. Trenler, yavaş yavaş işleme­
ye, inenler kadar yolcu almaya başladı. Çocu klara ve genç kızlara öncelik ve­
ri ldi. İstasyonda birikmiş bin lerce kişi, yaklaşık bir saat içinde, isted iği tre ne
binebildi. İstasyondaki d uyurular, a ğı r gid e n kalabalık trenin hoparlörün d e
de devam etti. Herkes d i kkatle d i n liyor, söyleneni yapmaya çalışıyord u . Şin­
cuku istasyonunda o ld u kça heyecanlı görü nen bir grup genç bindi trene. Ben
d u ru m u kesti ri p anlamaya çalışırken, yan ım d aki yolcu usulca açı klad ı: "İlk
dalgada, yeni bir gökdelenin üst katında epey sallan mışlar!" Saat 1 9 : oo'da
kentin yaşamı olağana dön müştü. O lası kazaları önlemek a macıyla 3 -4 m il­
yon yolcu 1-2 saat b ekletilmiş ancak h içbir olay çıkmamıştı. Ertesi günkü ga­
zeteler yalnızca Senday'da ki depre m i anlatıyordu. Tokyo'da "olay" yoktu!

Gece yarısına kalanlar, aktarmalı trenler yerine takuşi ( taksi) 'yi yeğ
tutarlar. Bu yüzden gece 1 1 ile sabah O l saatleri a rasında boş bir taksi
bulmak güçleşir. Sabahın erken saatleri taksicilerin "iş" saatidir. Erkek
müşterilerin çoğu hafiften sarhoştur. Şoför yolu belki biraz uzatabilir
ama taksimetrenin gösterdiğinden fazlasını a lmaz, paranın üstünü santi­
mine kadar geri verir. Bahşiş beklemez, genel likle almaz da. İçkiyi fazla
kaçıranlar " ik i günlük sarhoş" olurlar. Ertesi günü kalkıp işe gidemez­
ler. Onun için sayılı ve önemli " sohbetler" hafta sonuna rastlatılır.

KUTU 33-2
M ETRO TRENİ N D E "UYUYAN" KAD I N
Hibiya metro tre n in d e küçük çocuklu kadın . Geldi oturd u . Çocuğun u n ayak­
kabılarını ç ı kard ı , döşemeye bıra ktı. El çantasını sol yan ı n a koyd u. Geriye
d oğru yasland ı . G özleri n i kapadı, uyumaya başladı. Gözleri kapalı: el çantası­
n ı n ferm uarı n ı açtı, elini ça ntaya soktu. Küçük bir kadife parçası çıkard ı. D iz­
lerin i hafifçe yu karıya doğru kırd ı . Rugan aya kkabıları nın tek tek toz u nu aldı.
Sonra bezi katla d ı , yeniden çantasına koydu . Fermuarı kapad ı. Hata göz leri
kapalı uyuyor gibiyd i. Ama "uyuyor" muydu?

96
§ 34 GiYi:v t-KUŞMvl

34. G I Y İ M - K U ŞA M

H a l k a rasında yaygın b i r
söz vardır: " I<iyôto 'mm
giyim i!To!?.yo 'nun yiyi­
mi" denir. Kiyôto l u l a rın
daha çok giyime, Tokyo­
! ula rıı1 ise yemeğe düş­
k li n o l d u k l a r ı a n l a tı l ı r.
K iyôto'nun ününe gölge
düşli rmeden yine de de­
nebi l i r ki, Tokyo, belki
de, dünyada en temiz gi­
y i n e n l e r i n b a ş k e n t i d i r.
I l ı m a n i k l i m kuşağında
y a ş a y a n d ü n ya l ı l a r ge­
nellikle dört mevsime gö­
re giyinirler. Oysa Tok­
y o l u l a r tam 24 k ü ç ü k
mevsiınciğe göre giyinir.
Birkaç özel gün, bayram
ve yılbaşı ile bu sayı yıl- RESiM 33-2: Okul dönüşü otobüste uyuyan liseli (Hokkaido).
da ra hatça 28-3 0'a çıka-
bilir. İk işer haftal ı k her ınevsimciğin başında ya da sonunda, Tokyolu
insan günlük giyiminde bir şeyleri değiştirir, ekler ya da azaltır.
Yaptığı her işi iyi yapmak, kimseden geri kalmamak üzere yetiştiril­
miş olan Japon, her ne iş, durum ya da topluluk için hazırlanıyorsa, dik­
katle giyinir. Özenini, giyimine yansıtmaya çal ışır. Doğaya, denize, teni­
se göre spor giyinmiş kişi hemen bel l i olur. Hükümet memurl a rı ile ma­
aşlı (sarariman ) ' l a r giysilerinden kolayca tanınır. Aile törenleri ( nikah ve
ölüm gibi) için giyinen erkekler, düz siyah hafif elbiseleri, buz beyazı se­
rin gömlek ve gri ipek kravatları ile dikkati çekerler. Ayrıca ellerinde ef­
latun - mor - leylak rengi hamam bohçalarına (fııroşil<.i) konmuş hediye­
ler ( omiyage) taşırlar.
Liseli öğrenci lerin, siyah renkli, hakim yakalı, sarı parlak düğmeli
bir - örnek giysileri, beyaz spor kepleri ve omuzdan askılı turist çantala­
rıyl a tam bir karşıtlık yaratır. Kaçıncı sınıfta oldukları kol düğmelerin­
den söylenebilir. Kız öğrencilerse, lacivert pilili etek üstüne çivit beyazı
bluz, koyu bordo renkli eşarplarla geçen yüzyılın Notre Dame de Sion
(Fransız Kız Lisesi) öğrencileri ni a nımsatırlar. (Resim 94-3 ) İlkokul öğ­
renci leri, çok renkli ve ra hat giysileriyle; anaokulu öğrencileri, sarı renk­
l i yağmurluk ya da s a rı renkli denizci kepleriyle hemen tanınırlar. Japon

97
lJ(: - 11 ..\ŞKENT TOKYO'DA

kültürü " sarı " rengi giyimde bol bol kullanır: " D ik kat, Dikkat ! " karşılı­
ğında; özell ikle, küçükleri, yaşlıları ve grupları görünür görünmez kaza­
lardan korumak için.
İşçiler, şoförler, polisler, postacılar, sürücüler, kapıcı lar, askerler
birbirine çok benzeyen, ancak mesleğe özel renklerle ötekilerden ayrıla­
bilen üniformalar giyerler. Elleriyle çalışan postacılar ve şoförler kar
beyazı eldiven; yapı işçileri lastik tabanlı ve iki tırnaklı siyah tozluk ço­
rap, sarı miğfer, itfaiyeciler yanmaz, gümüş rengi " astronot tulumu" gi­
yerler.
Geleneksel kimono'yu giyenler günümüzde çok azalmıştır. İşten eve
dönen erkek, günlük elbiselerini çıkarıp bir ev kimonosu ya da yazlık
yukata giyebilir. Tokyolu kadınların yarısı kimono giydiğin i söyler ama
yılda ancak birkaç kez (A EN, 2 1 Haziran 1 978 ) . Yüz hanımdan ancak
biri yılda 1 0 günden fazla kimono giyermiş. Bir n ikah törenin de, kendi
çocuklarının 7-5-3 (şiçigosan) yaş törenlerinde ve yılbaşın ı karşılarken.
B u yüzden günlük hayatta kimono giyenler, çoğunlukla yaşlı hanımlar
ve B u dist rahiplerdir. Geyşa da kimono giyer ama soylu olanı pek orta­
l ıkta görünmez. Çoğu turistlerin "geyşa" sandığı genç hanımlar, içkili
kulüplerde " Hosutesu " ( hostes) olarak çal ışan genç kadınlardır. ( Bkz.
Resim 42- 1 )
Geli n k ız, kırmızı beyaz atlastan pahalı bir kimono; güvey ise beyaz
astarlı siyah ipek bir kimono (gri kuşa k ) ya da reye (çizgil i ) pantolonlu
uzun ( k uyruklu) ceket giyebilir. Kimono'lu her giyim uygun bir yelpaze
(sensu) ile tamamlanır. Ozanlar, yazarlar, askerler, bilgeler ve rahipler,
yelpazesiz "eksik" sayılır. Yelpaze, taşıyan ustasının elinde, kılıç, kalem,
fırça, kutsallık simgesi, bir tür "kimlik belges i " olur. Kişinin mesleki kim­
liğini söyler.
Aşevlerinde çalışan erkek işçiler, gri-mavi renkte, kısa, geniş kollu,
"dişçi ya da berber" önlüğüne benzeyen happi (adlı) önlükler giyerler.
h
Başlarına bir açimaki ( a l ın bağı ) takarlar. Geleneksel giyim, ayakkabı
yerine, üstten atkılı ( "Tokyo" tipi) nalın (geta, zôri) i le tamamlanı r. Na­
lının malzemesi, rengi, biçimi, eskiden, giyen kişinin işini, cinsiyetini,
yaşmı, smıfııu belirtirmiş. Geta nalınına bakıp k işinin gangster olup ol­
madığı bile söylenebilirmiş. Bu derece zengin, ince ve simgesel bir giyim
geleneğine sahip olan Japonlar, Batılı gibi giyindik lerinde de k üçük şey­
lere büyük önem verirler.
Çağdaş Japon kadını, şalvar pantolon gibi modaya uygun giysiler
giyse bile, cinsel kimliğini bell i eden simgeleri özenle seçer. Geleneksel
kadın, boyun ve ensesini açabilirdi. Çıplak ayakla görünmesi ayıp sayı­
lırdı. Çağdaş kadın, dekolte (açık) iskarpinler giyerek topuğunu göste­
rebiliyor. K üçük, yuvarlak, bakımlı ve pem bemsi topu klar kadın güzel­
liğinin ve özgürlüğünün başlıca simgesidir. Kimonolu resmi , törensel

98
�) J� GIYl\1-KUŞ:\\I

gıyım dışında, bakımlı bir topuk her mevsimde ortadadır. Ancak, ten
rengi bir çorapla çoğu zaman yarı örtül üdür. Dekolte iskarpin modası
yüzünden kadınlar, spor giysiler altına bile, parlak gümüş ya d a altın
yaldızlı ( lame) papuçları seçerler. D oğu giyimi giderek yerini B atı 'ya bı­
rakmaktadır. Ancak Doğu 'nun ayakka bıya verdiği önem şimdil i k yaşa­
maktadır. Japon terliğinin sağı solu belli değildir. Her i k i ayağa da uyar.
Ama dişisi k ırmızı, erkeği mavi'dir. Erkekle kadın, a ynı hamama gider,
birlikte yıkanır ama birbiri n i n terliğini giymez. Ancak nerede o lu rsa ol­
sun büyük bir özenle giyinirler. Her giysi, yeni dikilmiş, henüz yıkanıp
ütülenmiş ve ilk kez giyilmiş gibi d u ru r üstlerinde. Siyah giyside roz,
beyazında leke, renklisinde ter izi yoktur. Bu özen, mekansa l çevreye
bir şölen-tören havası, sanki yeni yıkanıp "çivitlenmiş çamaşır" serinl i ­
ğ i veri r. ( Resim 3 4 )

RESİM 34: Japon Hamamı: Temizlikten önce, birlikte olmak; dinlenmek, paylaşmak, arınmak ve
rahatlamak!

99
UÇ - l\AŞK F1'T TOK YO'[),\

Matsuri ( tören-şölen) yapan delika n l ı gençler giyineceklerine soyu­


nurla r. " Fımdoşi" denen bir kasık bağı ya da beyaz iç donu üstüne, Cu­
bcın denen mintan lar, başlarına haçimaki (giden şehit, dönen gazi simge­
s i ) geçirirler: Sporcu lar, savaşçılar, gösteri yapan işçiler ve direnen öğ­
renciler gib i ! Tokyol u , kuşkusuz, giyim kuşamın a önem verir. Temiz gi­
yinir ama öteki sanat yetenekleriyle karşılaştırıldığı nda, giyimde biraz
gösterişe kaçar, yeterince şibumi (ya l ı n ) olmayı pek başaramaz sanki.
Giyimdeki gösteriş eğilimi yaşla, başla, varlıkla azalır. ( Kutu 34)

Kuru 34
BATI LI G İYİ M D E G ÖSTE RİŞ Ö R N EG İ
U luslararası Kültürevi Lokantası' n da B atı usulü öğle yemeği yiyen, 35 yaşla­
rında, işad a m ı (ı 97 8 yazı) , şöyle giyi nm işti :
Beyaz çizgili koyu lacivert elbise, siyah ruga nd an makosen ayakkabı, ipek ço­
rap, açık mavi lacivert damalı spor göm le k koyu mavi üstüne beyaz işlemeli
i pek kravat, kırmızı (yakut) taşlı kravat iğnesi, krodoki l derisinden bir örnek
kemer ve cüzdan, beyaz krom üstü n e sarı b ro n z kayışlı (Quartz) kol saati, al­
tın kol d üğmesi, madeni çerçeveli güneş göz lüğü, sarı madeni cep defteri, in­
ce altın tüke n m ez kalem, mini cep kompüteri, Dunhill çakmak, tabaka ve si­
gara takı mı, yakadan m e n d i l cebine inen altın bir zincir!

35. YİYECEK VE İÇECEKLER

Yeryüzünde i k i büyük mutfak ve yemek pişirme geleneği varmış. Ôsaka


Kent Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. NAKAO Sasuke'ye göre, Hin­
distan'ın batısında yemeklerin, tat, lezzet ve koku nitelikleri; Hindistan'ın
doğusunda kalori, protein ve vitamin gibi besleyici özellikler önemli imiş.
Japon mutfağı ve yemekleri, Doğu geleneğine giriyor. Ancak, eti, sütü, ya­
ğı, peyniri, sebzesi ve tatlısı bulunmayan bir gelenek nasıl " besleyici " ola­
bilir? Batılı gözlemciler de ( Bkz. Bush 1 967: 1 1 9 ), Japon yemeklerinin
yalın, çeşitten yoksun, tatsız olduğunda genellikle birleşiyorlarmış. Oysa
son yıllarda sesini duyuran bir Fransız uzman, dünyaca ünlü Çin ve Fran­
sız mutfakları yanında, Japonlara da ön sıralarda yer vermeye başlamış.
Meici dönemine kadar et yemek kesin yasakmış. (Allen 1 97 9 ) Genel
kural olarak Budistlerin et yemediği özellikle de dört ayaklı hayvanların
kesimine karşı çıktığı biliniyor. Ancak Japonya'daki et yasağını n gerek­
çesi dini değil ekolojikti: Adalarda yenebilecek et çok azdı, besi hayvan­
cılığı ise hemen hiç gelişmemişti .
Bu nedenle orman köylüleri, geyiği " dağ ba linası " niyetine avlar
"Sukiyaki" (çapa kebabı) yapıp yerlermiş. Bu dizm dini, balık avına kar-

1 00
ôi 35 Yi YECEK VE İ(:FCEKl.ER

şı çıkamadığı için , balığa benzeyen balina ve balinaya benzetilen av etle­


ri de yenebilirmiş.
Meici dönemi boyunca, Japon Ordus u'nun da desteğiyle et ve ek­
mek yemek geleneği yaygın l aşmış. Ancak et ve ekmek kalitesi birden öy­
lesine bozulmuş ki (Cha mberlain 1 904: 1 77-8 0), Japonlar geleneksel
balık ve pirinçlerine dön meye başlamışlar. Bugün et-ba lık dengesi yeni­
den kurul uyor. Et üretimi, hızlı a rtan tüketimi karşılayamadığı için
ABD'den sığır, Avustralya'dan koyun eti satın alıyorlar. Bu arada yerli
besi hayvancılığı da gelişiyor. Geçmiş yüzyılların "günah yemeği " Suki­
yaki, dünyanın belki en pahalı ama Japonya 'nın kuşkusuz en lezzetli et
yemeği olmuş. Artık adı çapa ucunda kaçak çevrilen " dağ-balinası " da
değil! Özel beslenmiş danalardan, yağsız, sinirsiz, yumuşak bonfile ol­
muş. Masaya getirilen porselen tencerede sebzeyle birlikte h a ş lanıyor.
Ağızda eriyor. Etin suyuna da yemek sonunda nefis bir çorba yapılıyor.
Biraz daha yavan ve ucuzuna " Şa b u-şa b u " diyorlar ki bizim yağsız, tür­
lü haşlamasına benziyor.

TAB LO 3 5
E T Ü R ETİMİ
Et Üretimi (1978) Ton
Domuz 1 . 260.000
Tavuk 860.000
Sığır 430.000
Koyun 2 70.000
At eti 90.000
To plam 2.910.000

Dile ve damağa yönelik Ortadoğu mutfağı karşısında, Japon ye­


meklerinin göze ve kulağa önem ve öncelik verdiği söylenebilir. Yemek­
ler belki lezzetli ve kokulu deği ldir ama çeşitli, dengeli ve besleyicidir.
Çoğunlukla belli bir öği.in ve kişi için hazırlanır, taze taze yenir. Sıcak ve
nemli "muson" ikliminde, besinler çabuk bozulduğu için, başka yol da
yoktur.
Gözle görülmeyecek kadar küçi.ik ( mik ro) canlılar öylesine sağlıklı
ve saldırgandır k i sabah kesilen l i mon a kşama varmaz, küflenir. Besin
endüstrisi " öğün endüstris i " yönünde gelişmiştir. Bentô ( hazır yemek)
kutuları üstünde gün ve saat damgaları vardır. Bir iki saatlik gecikme ya
da erken hazırlama, günlük yemeğin bozulmasına yol açabilir. B u yüz­
den, geleneksel saklama (kavurma, kurutma, lakerda, çiroz yapma, du­
manlama, reçel ve özellikle turşu kurma) teknikleri son derece gelişmiş­
tir. Yaygındır.

101
0(: - IL\�KFNT TOKYO"l l,\

.J apon m utfağının doyurucu doldurucu besi ni haşlanmış pirinç ( Co­


han); içkisi yeşil çay ( Oça ); protein kaynağı balık, midye ve deniz bö­
cekleri; yeşil ( viramin) leri de sebze, kök ve meyve turşuları ile çeşitli de­
niz yos unlarıdır. Ekonominin düzeldiği ya da bozu lduğu dönemlerde,
pirincin yerin i bir ti.ir makarna şehriyesi olan Soba ya da Udon, balığın­
böceğin yerini tavuk, yumurta, fasulye ve mantar, turşuların yerini taze
sebze ve meyveler alabilir. ( Bkz. Resim 3 5- 1 , 2, 3 )

R ESİM 35-1: Porselen kapta s u n u lan çay


daima sıcak olmalı (Dazaihu Müzesi) Kiyüşü.

RESİM 35-2: Dört kişilik kahvaltı


sofrası. Bir dağ evinde.

Sütlü ve s i.itten
yapılmış besinlerin,
Japon l a ra (genel
o la ra k b ü t ü n Mo­ RESİM 3 5 - 3 : Çağdaş sofra düzeni. Birer kişilik öğünler. Lokanta
düzeninde ikram.
gollara ) dokunduğu
yol unda yaygın bir
inanç vardır. Ancak Moğolistan halkının yalnız si.i tl i.i besinlerle yaşadığı
da biliniyor. Besi hayvancıl ığı yanında si.i t h ayvancılığı da gelişiyor. Bul­
garla r, Avrupa'dan sonra yoğu rdu Japonya'ya da başarıyla tanıtmışlar.
Her türlü yemeğe tat ve koku veren Şôyu (soya ) sosud ur. Şôyıı
besin sayılmaz ama şôyu'suz besin ve beslenme olmaz! Şôyu yaln ızca
çaya ve bazı tatlı l a ra konmaz. Kü ltürün ken d i ne özgü bir kokusu bel­
ki yoktur; a ma canlı ca nsız, yen ir yenmez her şeye b i raz şôyu kokusu
s i n miştir. Şôyu, J a pon k ü l türünün kendine özgü a roma s ı : ta d ı ve ko­
kusudur!
İki üç parmak k a l ınlığında ve ciltli bir kitap büyüklüğündeki ka-

1 02
:; .'\ 5 Yİ YFCFK VE İ(TC:FKLFR

paklı kutuya konmuş haşlama beyaz pirinç ile ortasına yerleştirilen kır­
mızı renkli tek bir erik turşusu, "Japon Bayrağı "na benzer, " Bayrak ye­
meği " (hino maru bentô ) diye bilinir. Bu, yoksul Japonların " katık ye­
meği " , "soğan ekmeği " dir. Doldurur, doyurur ve tok tutar. Biraz daha
besleyici olanı Soba ya da Udon denilen takviyeli şehriye çorbasıdır.
( Kutu 3 5- 1 )
Çok acıkmış bir Japon, hafif bir öğle yemeği y a da " Bayrak yeme­
ği " üstüne koca bir kase Udon çorbasını rahatça içebilir. Yolda, yolcu­
l ukta, trende, vapurda, bir k:lse udon, iki çocukl u bir a i lenin bir öğün­
lük yemeğidir. Kase de cabadır, aileye hatıra kalır.
Yılın en büyük bayramı olan Oban tatilinde sunulan Çiraşi Zuşi ye­
meğinde besin çeşitleri şunlardır:
"Pirinç, balık yumurtası, karides, kızarmış balık, hıyar ( söğüş ) ,
kökler, beyaz turp rendesi, kuşbaşı doğranmış 1 -2 parça çiğ e t v e balık,
dilinmiş lahana yaprakları, kızartılmış mürekkep balığı halkaları . "

Kuru 35-1
U DO N (Ş E H R İYE) Ç O R BASI
Bir kepçe dolusu önceden haşlanmış şeh riye (1-2 num ara ince ç ubuk makar­
na) delikli bir kevgi rle kaynar suda biraz tutulara k yeniden iyice ısıtılır. Koca­
man bir kaseye boşaltıl ı r. Ü zerine, bir kaşık ya da bir tutam taze kıyılmış ye­
şillik (sebze, kök, salatalık, soğan, yosu n , m ayd anoz türlü karışık otlar) serpi­
lir. Üzerine bir kepçe dolusu kaynar sıcak et suyu, balık ya da tavuk suyu e k­
lenir. B u udon yalancı udon olur, işini bilen k u rnaz tilki bu ço rbayı sevd iği
için, "Tilki Udonu" d iye de bilinir. Ü lkenin en çok sevilen, en çok a rana n, en
ucuz yemeğidir. Yalancı çorba üzerine bir parça et, tavu k, balık ya da karides
kızartması kon u rsa, "Gerçek udon" o l u r. Bazen et yerine yu m u rtada kızarmış
pirinç tiridi de konur.

Yılın öteki mevsimciklerinde daha az kalorili ama daha romantik


a d l ı ya da görü n ü ş l ü yemekler yen ir. Sözgelişi baharda ince, saydam
şehriyeden yapılmış makarnanın adı Harusame ( bahar yağmuru, ilk
yağmur)'dir. Kiraz baharını (Sakura) karşılarken yenen çok renkli hafif
yemeğin adı " Uguistt moçi" (Baharın ilk bülbülü)'dir. İnsanın bu yemeği
yemekten çok, bekleyesi, dinleyesi ve özleyesi gelir. Temmuz sıcağında,
buzla soğutulmuş, hıyarla serinletilip süslenmiş " Hiyamugi" ( yaz şehri­
yesi) yenir. Güz mehtabını seyrederken sunulan yemeğin adı " Tsuki­
mi" dir. Güzel Osmanlıcası "Kameriye" olabil irdi, belki.
Her mevsimde pişirilen bir ev (ya da anne) yemeği, " O-niş ime ., adlı
türlü haşlamasıdır. İçindekiler:

1 03
UÇ - Bı\W ENT T( lK YO'llı\

" Kuşbaşı d oğranmış ta vuk eti, beyaz turp rendesi, birkaç baş
mantar, dilinmiş patates, birkaç baş ayşekadın, "Konya k u " adlı
bir bitkiden yapıl mış j elatin ( paça gibi bir dondurma ) , bir-iki
d ilim kızartılmış köpek balığı filetosu . "

Bunların hepsi, küçük bir sefertasını ancak doldurur. Sanki yemek


doyumluk değil tadımlıktır! Fakat, önce başland ıktan sonra şôyu sosu
ile pişirilen, nişinıe türlüsü oldukça besleyicidir. Bu yemeği lezzetli pişi­
rebilen genç kızların iyi bir eş ve anne olacağına inanılırmış - eskiden.
Şimdilerde, öyle anneler çoğunlukla memlekette, köyde kalmış. Bu yüz­
den Tokyo'da a nne ( ev) yemeği p işiren, "eski memleket" ( Furu-sato ) ta­
d ı sunan ünlü lokantalar vardır. Doğma büyüme Tokyolular bu tür lo­
kantaların adına yazılışına bakıp, yemeği n tadını hatta memleketin adı­
nı bile söyleyebilir. Seçilmiş, bazı yemek örnekleri, Kutu 35-2'de sunul­
muştur.
Yemeklerde görülmeyen meyve, öğünler arasında, özel şölenlerde,
Matsuri'lerde sunuluyor. En iyileri, sırayla, karpuz, çekirdeksiz kara
üzüm, mandalina, elma, h urma, armut, erik ve portakal! Çekirdeksiz incir
de yetiştirmişler ama emeklerine yazık olmuş! Güzel dedikleri çileğin ko­
caman bir "adı" kalmış, a rtık tükenmiş olan "Osmanlı/Arnavutköy" çile­
ğimizin yanında.
Her yemekte, her sofrada bulunan pirinç, yeşil çay, şôyu sosu, bol
ve parasızdır! İstemeden sunulur, istenildiği kadar tüketilebilir. O ysa,
küçük bir paket yeşil çayın fiyatı, h a rmanın adına ve kutusuna göre (30-
300 birim arasında on kat) değişir. En değerli hediye olan çay o kadar
soyludur ki " Oça " (saygın çay) diye anılır, sayılır ve şekersiz içilir. Yüce
çayın karşıtı " Kôça" (kara çay)dır. Bir fincanı 50- 1 00 lira eder. Sıcak
yaz günlerinde soğuk içilen, kepek tadında bir Mugiça ( arpa çay ) da
vardır. Bizlere en güzel geleni ayrandır. Temiz, soğuk, sade, şekerli, renk­
li, meyveli; birbirinden nefis ayranlar.
Yazık k i Japonlar ayranın ne " ayran " olduğunu henüz bilmiyorlar.
Bardağı 1 5-20 liradır. Çocukların sevgilisi " Kalp is" diye bilinen hazır bir
içkidir. Ayran görünüşünde, limonata tad ın d a , mayalanmış sütten yapıl­
mış değişik bir Japon içkisidir, 3-4 kat su kaldırır. En bol bulamaç tüketi­
len içki biradır, k uşkusuz. Her yemek, her sunuş, h er içki sofrası birayla
başlar. Küçük bir tabakla sunulan yeşil, diri, haşlanmış ayşekadın fasul­
yesi biranın yemişi, mezesi, öncüsü sayılır. Aile boyu koca bir şişe bira ge­
lir, bittikçe yenisi açılır. Bira sanki hiç tükenmez. Bir de Sake ( pi rinç şara­
bı) ve Osake vardır. Ama bu konu hemen aşağıda (§ 3 8 'de) ayrıca ele
alınmakta; yemek içmekle i lgili bazı görgü kuralları ise i lerde (§ 44'te)
açıklanmaktadır.

1 04
Kuru 3 5 -2
S EÇ İ LM İŞ JAPON YEM E KLERİ
Yer Balıkçı l(öyü /(ent - !(asaba Şölen
Öğün (Konuk - ev Sofrası) (Lokanta Sofrası) (Konuk Sofrası)
Çiğ yumurta, ıspanak salatası Yosun çorbası (d uru), h ıyar ve Balı k, çiğ yumu rta, krizantem
patlıcan ve kök turşular, beyaz domates salatası, kök bitki sapı salatası, Şôyu fasulyesi,
Sabah t urp ve h ıyar (söğüş), kö pek haşlaması, sade o m let, erik Miso çorbası, erik turşusu.
bal ığı kızartması, bezelye tatlısı turşusu, patlıcan, biber turşusu. Pirinç ve çay!
kurabiye. Pirinç ve çay! (TO MARİ) Pirinç ve çay! (MATSU M OTO) (TAİVA ÇO)
lzgara balık, deniz kestanesi, çiğ "Cengiz Han" Yemeği: 4- 5 parça YAMAM E çeşitlemesi: Ya mame
midye, patlıcan haşlaması, se bze ke m i ksiz pirzola, sebze ve kökler, balığı n ı n yumurtası, kızartması,
kızartması, iki tane sosis, lahana yaprakları, tatlı patates, haşlaması, tatlısı, kemi ksizi,
Öğle
haşlama kestane (ya da tatlı siyah Sopporo birası. lakerdası, ızgarası, kurut u l m uşu 1
,,.,
o

fasu lye) ezmesi. Pirinç ve çay! Pirinç ve çay! ve ç orbası. Pi rinç ve çay!
(TOMAR !) (SAPPO RO) (FU K U O KA)
Yengeç haşlaması, deniz ŞO KADA (si ndiri m i kolay Çi Ç EK) T E M P U RA* (Etsiz yemek,
kestanesi, midye (avabi) , Ç i ğ ahtapot, beyaz tu rp, ka rides, balık orucu)
palamutlakerdası, m ürekkep patlıcan ve kabak d ilimi, kızartma Karides kızartma (susam
balığı (halka), mağro balığı patates, bezelye ve kök bitki leri, yağı nda), manta r, patlıcan,
Akşam haşlaması, Vakame (yosun) bambu ağacın ı n filizleri, yılan biber, soğan Şişo bitkisinin
çorbas ı , turşu lar (re n k ve çeşit) . balığı kızartması, renkti v e çeşitli yaprağı, Ginna n (ağacı) tohumu,
Pirinç ve çay! turşular. Miso (fasulye u n u) tatlı patates.
çorbası, karpuz. Pirinç ve çay! Pirinç ve çay!
(M İ U RA) (TOKYO) (TO KYO)
(Bkz.) Resi m ler 3 5- 3 1, 3 2 ve 3 3) . *Tempores: Zaman veya Cuma günü
orucu; etsiz yemeği (İspanyolcadan).
3 6 . ÇA R Ş I - PAZAR V E A L I Ş V E R İ Ş

Büyük b i r çarşı - pazar kenti d i r, Tokyo. Y ü z b i n dolayındaki lokantanın


büyük bir çoğunluğu doğrudan b i r aşevi ya da yemek yeri değil, besin ve
beslenme paza rıdır, aile m u tfağı d ı r. Beslenme paza rında, satı l a n besin ve
yemeklerin gerçeğine son derece benzeyen büyüklük ve görünüşteki
plastik modeller vitrinde, renkli fotoğrafları listede b u lu n u r. Yemekler
ya Çin usulü tek bir b üyük k asede ya d a Japon usulü k i.i çük sera m i k sa­
hanlara bölünmüş b i r tepsiyle sunulur. Hepsi nin üstünde adı ve fiyatı
yazılıdır. Maliyeti, işletmesi, vergisi, servisi d a h i l tek bir fiyat. A lışveriş
şöyle olur: J\foşteri modellere ve fiyatlara bakar. Birini beğenir, ister ve
a l ı r. Etikettek i tutarını öder. Kısacası, gördüğünü almak için gösterilen
fiyatı verir. Ne eksik ne fazla. A l d ığı, yediği, tartığı gösterilene benziyor­
sa, beğen ir yine gel i r. Yoksa, başka bir pazarı dener. Yemek pazarlarının
önemli bir bölümü -bizim esk i aile m utfa k l a rı gibi- yemeği eve gönde­
rir. " Deınae" adı verilen, tepsi ve kaseleri üst üste koyup dökmeden taşı­
ma tekniği, Japonya'ya özgü bir taşıma sanatıd ı r. Yemek taşıma için
özel terazili tepsiler, a mortisörlü askılar, motosikletler yapmışla rd ı r son
y ı l l a rda.
P lastikten yapılmış yemek m odellerinin ası l l a rına çok benzemediği
gerekçesiyle, son zama n l a rda, gerçek yemeklerin ren k l i fotoğrafları ko­
nuluyor vitrin ve menülere. Fotoğraf iki boyutlu d ur ama iyi çekildiği za­
man sanki aslına daha çok benzemektedir. Çünkü Japonlar resi m ve fo­
toğra fçılık sanatında k u şk usuz daha becerikli, başarılı görünüyor - yon­
tuya göre.
Ö teki pazarlar bel li başlı birkaç tü re a yrılır: Dep!ito'lar, blok çarşı­
lar, çarşı pazarlar ve toptancı pazarları ( B a l ı k Pazarı, Çiçek Pazarı, Sa­
man Pazarı vb. ) gibi. Kentsel çevrenin genel tanıtı mında Dep!ito ( De­
partment Store, Büyük Mağaza ) ' lara yukard a değin i l mişti. ( § 3 1 } Bun­
l a r birbirine çok benzeyen, her tür m a l ı b u l u n d urmaya çalışan, eşit k a l i ­
teye eşit fiyat k oyan u lusal pazarlardır. Böyle b i r m ağaza b i r k a ç günde,
en çok bir h a ftada gezil i p incelenebil i r. Tarımdan balıkçılığa, orman
ürünlerinden endüstri ve güzel sanatlara, Japon hayatının en eksiksiz
envanteri (sayım dök ü m ü ) bu ınağaza l a rd a d ı r. Dep!ıto, çağdaş ]apon­
ya'nın en güve n i l i r tarihi, en geçerli kültür a rşividir. Ü ç beş katı yeraltın­
da, beş on karı yeri.isti.inde olan bu çarşı larm en üst katları yemek paza ­
rıdır: Avrupa, Çin, K o re, H int, Amerika ya da Meksika, d ünyanın en
ünlü mutfaklarının burada küçük bir temsi lci liği vardır. Yaba ncı kişi
Tokyo'nun en ucuz, fiyatına göre en hesap l ı yemeği n i Depiito'da yer. İ yi,
ucuz yemek, çarşının müşteriye teşekkürüdür.
" G inza " (Giiıniiş P aza rı ) d a k i büyük b l o k çarş ı l a r Depdto 'ya ben­
'

zer. Aralarında b i rkaç ü n l ü dejJ!ito d a v a r d ı r. Fakat, G i nza ' n ı n a l ışve-

1 06
riş stra tej isi değişiktir. " Her türden en az bir çeşit" bulunduran D e/Jil­
to 'ya karşılık, Ginza pazarları a rasında " bi r türün her çeş i d i n i " satan­
lar vardır: İçki pazarında dünyadaki her çeşit içki, ipek paza rında
dün yadaki her tür ipek, müzik paza rındaki her plak ve kaset gibi. Çar­
şı pazarlar, çok çeşitli mal ve eşyan ın a yrı dükkanlarda satıldığı yerler­
dir. Sokak pazarlar -bakırcılar, S<ı h a flar, sa rra flar gibi- belli bir tür
malı satanların sıralandığı sokak l a rdır. Eğitim Mahallesi ( B ımlqô­
k u ) ' ndeki 1 5 -20 ü n iversite ve yü ksekokul a rasında uzanan " Eski Ki­
tapçılar" çarşısı, Akihibara'daki ü n l ü " Elektrikçiler" çarşısı ya da
" A maye - Yok o ç o " diye bilinen Şekerci Pazarı gib i . Tatlı sattığı için
değil ele en ucuza sattığı için -sa nı rım- "Tatlıcı Pazar" elenmiştir. Eski
Ma hm utpaşa'ya benzer.
Günlük pazarlar - bizim Salı ya da Perşembe pazarı gibi h a ftanın
belli bir günü değil de - 28 günlük her ayın belli bir günü, büyükçe bir
mahallenin genişçe bir tapınak ya da park çevresinde kurulan panayır
çarşıla:rdır. (§ 3 1 )
Tapınak ( Otera) pazarları, Asakusa'daki Kanııon 'da olduğu gibi,
Budist tapınaklar çevresinde toplanmış kapalı çarşılardır. İncik boncuk,
hediyelik eşya satan ucuz pazarlardır. Kalaba l ığı ve ya bancı turistleri
çekme gücüyle, O rtadoğu'nun kapalı çarşısına da benzerler. Aydınlık ve
tem izd i rler. Top ta ncı p a za rl a rı, topta ncı h a l leri n e b en z e yen, sa tılan ü rü­
ne göre uzmanlaşmış alışveriş yerleridir: Balık ve Çiçek paza rları gibi .
( Bkz. Resim 32-2 )
Bütün pazarlarda ortak nitelikler dikkati çeker. Pazaı; dükkan, çar­
şı, bunlardan oluşan Depfıto, yeni eski, ucuz, pahalı, tek ya da çok çeşit
mal satsın, kendi hizmet alanında bütün çeşitleri bulundurmaya çalışır.
En göze çarpan örneği çanta pazarıdır. Adı belki " 1 00 1 Çeşit Ça nta "
değildir ama sayılırsa 8 0 8 8 çeşit çanta sararlar: Çeyiz çantasından anah­
tarlığına, kadın-erkek, siyah-ka hve, plastik, deri, hasır, örgü, dokuma,
çadır bezi, spor ve fantezi vb. Çeşit tutkusunu belki de Japon kültür ve
kişiliğindeki eksiksiz, kusursuz olma eğilimine bağlamak doğru olabilir.
Gerçekten de köşe başındaki küçük bir foto dükkanında bile kamera­
dan merceğe, film çeşitlerinden albüme, fotoğrafla ilgili olarak akla ge­
lebilecek her şey bulunur.
Bunun en güzel örneği, " Şekerci Pazarı " nın hemen a rkasındaki
" D ü nya üst-giysi fua rı "dır. Mevsimlik, spor, fantezi, kısa, uzun, kalın,
ince, dışalı rn l ık, d ışsatırnlık, yağmurluk, yazlık, baharlık, ucuz ve paha­
lı, açık ve koyu her renkte, klasik ya da modern, genç ve yaşlılar için her
türlü " üst-giysi " vardır. O kadar çeşit ki bilmeyen yorulur, şaşırır, en be­
ğendiğini alamadan fuardan çıkabil ir.
Dükkanların yan bölmelerine yerleştiri lmiş d uvardan duvara ayna­
l a rla, işyeri oyl umunu iki üç kat, mal ve çeşit zenginliğini 8-28 kat ara-

107
U<,: - IL\�K FNT TOKYO'D.-\

sında daha büyük gösterme yollarını geliştirmişlerdir. Ancak görsel su­


n unun zengin liği karşısında satın alın abi len ma l ın azlığı, ruhsal bir do­
yumsuzluk kaynağı ol ur. Ja pon paza rı çok sunup az satar, Japon a lıcısı
çok dolaşır, çok seçer, az alır. Hesaplı kişid ir.
Alışveriş ilişkilerinin ikinci öze l l iği, m üşteriye gösterilen saygı, güler
yi.iz, hizmet çabasıd ır. Öylesine bir an layış ve hoşgörü ki m üşteri borç­
landığın ı h issetmeye ve altında ezil meye başlar. Satıcı, o doruğu çok iyi
hazırlar ve kullanır. Susar ve bekler. Müşteri kara r veremezse, satıcının
gi.i ler yüzü, hoşgörüsü değişmez. Sonuna değin sürdürür saygısını . Söz­
geli ın i bütün bir rafı indirdikten sonra " Hiçbirini beğenemedim ! " diyen
müşteriyi kapıya kadar geçirir, saygıyla, güler yüzle uğurlar. Tezgah ı n ya
da kasanın a rkasın da "M üşteri Velinimetimdir! " türünden bir yazı yok­
tur. Ancak, satıcı her davranışıyla bu il keyi ve i l işkiyi biliyor, dile getiri­
yor gibidir.
Mal ve çeşit boll uğunu bütünleyen boyut fiyat bolluğudur. Çarşı pa­
zarı iyi bilenler için bazı mallar bazı paza rlarda daha ucuzdu r. Başta
günlük (gezginci ) pazarları olmak üzere bazı malları yüzde 20-40 ucuza
a lmak olanağı vardır. Ama çoğu çarşı pazarda ve her türlü a lışverişte, fi­
yat farkı doğrudan kal iteyi yansıtır. Yılda 2-3 kez indirimli satışlarla dü­
şük kaliteli mal satan çarşı pazarlar yanında, bir i k i kez bindirimli fiyat­
l a rl a d a ha iyi k a l i tede m a l satan çarşı pazarlar görülür. Japon malları
genellikle pahalı, tapon malları ucuzdur. Beyazın da beyazı gibi, Japon
mal l a rında ucuzun da ucuzu vardır. Müşteri kendisini sunulan malın fi­
yatını yüksek buldukça, satıcı ona daha ucuzunu çıkarır. Ancak ucuz
mala iyi demez, önceden eksiğini gösterir. Bu yüzden, ucuzcu pazarların­
da bile pazarlık yaygın değildir. Müşteri nin durum ve tutumundan ne
beklediği a nlaşı l ı r. Mümkün olan yapılır. Bu kurallara uygun davranan
anlayışlı müşteri baş üstünde tutu lur. Sevilir, sayılır. Küçük a rm ağan ve
sunularla iyi müşteriler ödüllendirilir. Her a lışverişe küçük bir caba, faz­
ladan verilen, karşılığı beklenmeyen ücretsiz bir " Omake " katı l ı r. Göz
damlası alan müşteriye bir paket kağıt men d i l . Bir şişe içkiye bir kadeh.
Bir paket kağıda bir tükenmez kalem. Ya da a lışveriş tuta rı n ın belli bir
yüzdesi tutarında pay kuponu. Pay kuponlarını biriktirip yeni şeyler a lı­
nabilir - aynı dükkanda n . Ta rtı ve terazi ile yapılan al ışverişl erde, Oma­
ı�e parayla pulla değil de malına fiyatına göre 5 - 1 0 gramdan 40-50 gra­
ma değişen " bu da ca bası" tebessümüyle ödenir. Müşteri, teraziye bak­
maya bilir ama isterse sunulan Omah.e'yi satıcının yüzünde okuyabilir.
Caba büyüdükçe tebessüm artar.
Alışveriş i lişkilerinin son fakat belki de en d i kkate değer n i teliği, pa­
kete ve ambalaja, sa rıp sarmalamaya gösterilen ulusal özendir. Paket
yapmak, sarmak, güzel ambalajla sunmak bir görgü sanatıdır. B u sanat
dalında çoğu satıcılar birbiriyle yarışır. Müşteri hakemdir. Aldığı mal

108
(i ;7 SPOR VF TlllUZ.\I

için " Bu bir hediyed ir" (gifuto ya da purezento ) demesi yeterlidir. Yarış
başlar. Ve satıcı bu sanatta k imseden geri kalmamaya hele kendi stan­
dardını h iç düşürmemeye çalışır. Ö nce uygun boyda bir kutu seçil i r.
Müşterinin onayı a l ın ır. Sonra kağıdı beğeni l i r. Seçilen k utu, kağıdın sol
beri köşesine verevine gelecek şekilde, oturtulur. Sonra kut u , kağıt üze­
rinde bir o yana bir bu yana devrildikçe, kağıd ı n p i lileri içeri doğru kat­
lanı p bastı rılır. Sonunda pa ket, kağıdın sağ alt köşesinde biter. İ şte ora­
da, paketle kağıt tek b i r bütüne dönüşür. Uygun bir i p l i k , ipekle bağla­
nır. Bu, sıradan bir pa ketlemcdir. Eğer alınan malın " özel bir armağa n "
y a da hediye olacağı beli rtilirse, paket işi uzman sanatçıya bırakılır.
Dü kkan sahibi ya kendi yapar paketi ya da denetler. Alıcının k i m liğine,
kişiliğine, alınan malın n iteliğine bakıp hediyen i n kime ne amaçla verile­
ceği ni k estirirler. Mevsim ve takvim buna ya rdımcı olu r. Belk i m ü şteri
de bir i k i küçük imle i pucu verir. Sonra d ur u r ve sanatçının çalışmasını
zevk le izler, karşıdan destek olur, özendirir.
Depato la rda " omake" (ca b a ) yoktur ama güzel yapıl m ı ş paket
'

başlı başına bir ödül dür. Tokyo'nun engin ve zengi n çarşı pazar ları sa­
dece Japon ekonom is in i n , Japon teknoloj isinin birer fuarı deği l, insan­
lararası i nce ve görgülü i l i ş kilerin uygulama sahnesidir. O denli büyük
b i r kentte, böylesine çeşit l i çarşı-paza r alışverişlerinde, " ulusal davra­
nış b i rliği " nasıl sağlanıyor? Sapporo kentindeki büyük bir Depato'nun
c a m l ı g i r i ş k a p ı s ı ö n ü n d e s a b a h 09- 1 0 saatleri a rasında uygulanan açı­
lış rörenselini izleyen herkes sila h l ı kuvvetlerdeki nöbet değiştirme tö­
renlerinden çok daha k a rmaşık, ciddi, renk l i ve önemli bir olaya tanık­
lık etmiş olu r. Akşa m k i kapanış töreni, daha da d ramati k t i r. Z i l çalın­
ca, m üsta hdem güleç b i r mankene dönüşür. Planlamanın , örgütleme­
nin, denetimin, u y u m ve uygulamanın d i s i p l i n i karşısında k i ş i h a y retle­
re düşeb i l i r. H i ç b i r o rd u -ünlü Vemıacht b i l e- böylesine göz kama ştırı­
cı, böylesine etkileyici ve izlemeye değer b i r geçit veya nöbet töre n i dü­
zenleyemez. Bu tö ren seli uygulayanlar, gönü l rahatlığı ile temel a skeri
eğitimden bağı ş l a n a b i l i r. H içbir ordu geleneği nin, bu insanla ra öğrete­
bi leceği daha ileri bir disiplin düşünülemez. Emekli bir yedek s u bayın
görüşüyle dene b i l i r ki Tokyo çarşı pazarında gizli bir savaşım gücü var!
Top ve tü feği ile savaşan Japon 'u yenmek hiç kolay olmamıştı. Sessiz ve
s ü rtünmesiz b i r b i lyalı yatağın üstündeki Japon'\a yarışmak biraz daha
zor olacağa benziyor.

37. SPOR VE TURİZM

Olimpiyat düzen lemiş bu k ent, dünyanın sayılı spor v e turizm merkezle­


rinden biridir. M i m a r TANGE Kenzô'nun yaptığı spor salonları eğit ime,
serüvene ve yarışmaya inanmış bir k ü ltürün insan lara seslenişidi r: " B u

1 09
()(_: - B.\�/..: F"-.:T TO /..: YO'IU

yarışta biz de varız! " Ancak Tokyo'da spor o denli simgesel değildir. Ül­
kedeki l ü milyon tenisçi, 1 2 milyon kar kayakçısı ve 1 5 milyon golf
oyuncusundan en az onda-birlerinin Tokyo'da yaşadığı söylenebilir.
Kentin her mahallesinde yükselen özel golf parkla rı yeşil renkli kafes te­
liyle çevrilmiş ve örtülmüştür. Alanlar çok geniş değildir. Ama yeşi l ka­
fes telleri beyaz gol f toplarını içerde tutar; adayları da dışarda! Kulüple­
re üyelik için gerekli birkaç yüz bin lirayı ödemeye hazır olan üyelerin
toplamı milyonları bul uyormuş. Spor kulübü üyeliği toplumsal bir say­
gınlık simgesi ymiş.
Spor ve atletizm her dereceli okullara çoktan girmiş, orta derecel i
okulları bitirmiş, şimdi, yükseköğretime devam etmektedir. Her okulun
bir kapalı salonu bir de açık hava spor alanı vardır. Çok amaçlı olara k
kullanılıyor. Öğrenciler sabah erkenden önce alanı ıslatıyor, sonra silin­
dirleyip bel l i oyunlara göre çizip hazırlıyor. Haftan ın yedi günü, alanın
boş yerlerine dağılmış ayrı ayrı grupların çal ıştığı görülebilir. O k u l spo­
runun baş özelliği, yarışma ya da seyirden çok katılma ve çalışmadır.
Herkes çalıştığı için sporun izleyicisi yok gibidir.
Seyirlik oyunların başında beyzbol ve "Sumô " güreşi gelir. Profes­
yonel beyzbolcular Amerika lılarla oynayacak düzeye gelmişler. Ancak,
büyük spor olayı, her yıl ağustosta yapılan liselerarası beyzbol şampi­
yonl uk turn uvasıdır: Yediden 70'e herkes bu turnuvayı izler. Şampiyon­
luk kazanan okul, kendi kentine, iline büyük onur getirir.
Televizyonda en sık ve sürekli izlenen spor olayı, yı lda altı kez yi­
nelenen Ulusa l Sumô Şampiyonaları'dır. Çok çok iki h a fta sürer. Ama
biri bitmeden ötek i başlıyormuş gibi gel i r izleyiciye. Şampiyona sözde
her deste - boyda herkese açıktır. Oysa 1 8 0-1 8 8 cm boyunda, 1 2 8 - 1 78
kg ağırlığında iri kıyım gü reşçilerin kazanma şansı biraz daha yüksek­
tir. Adaylar, il ve i lçelerdeki özel haralarda, geleneksel bir beslenme re­
j imiyle ve " usta-çıra k " yöntemiyle yetişip hazırla nı rlar. Güreşler, bü­
yük kentlerdeki kapalı bir salonda, tavanda asılı " törensel çatı " altında
k u ru lmuş yüksekçe bir m inderde yapılır. Minderin üstünde dört m etre
çapında, urga nla çevrilmiş bir gü reş çemberi vardır. Güreşçiler, renk l i
bir kasıkbağı ( Fondoşi) v e birbiri nden özenli saç tuvaletleriyle mindere
çıka rlar. Güreş, üç beş dakikalık ağı r ve törensel bir peşrevden sonra
çemberin ortasında başlar; çoğunlukla, bir dakika dolmadan sonuçla­
nır. Kurallar yalın ve kesind ir. Yerdeki i p çemberin dışına basan ya da
bedeni yere değen gü reşçi yen ik sayılır. Çemberi n içinde ve ayakta ka­
lan kazanı r. Güreşçiler bi rlikte düşer ya da çember dışına çıkarlarsa,
yeniden tutuşurlar. Bera bere kalmak yoktur. Akılla gücü, güçle tek niği
birleştiren , kendi güreşini karşı oyuncuya göre ayarlayan kazanır. Gü­
reşi en ağır, en güçlü olan değil, en tek n i k güreşen kazanır. Sonuç her
zaman önceden kesti rilemez. Bir Sumôcunun, yeni l d iği bir güreşçiyi

110
'i 1S F(;JFNCE - DiNLENCE VI' "SU TIC\RFTi··

yenmiş olan üçüncüyü yenmesi beklenir. A, B'yi, B, C'yi yendikten son­


ra C, A'yı yenebilir. Sumô'nun gizemi, güze l l iği hurdadır. ( Bkz. § 8 6 'da
Can-ken-pon)
Her hafta ya da her mevsimcik, Tokyo'da bir iki u l uslararası top­
lantı, k on ferans, kongre vardır. Rotary k u lüplerinin 1 97 8 Mayıs ayın­
da yapılan yıllık topl antısına dünyanın 88 ülkesinden 38 bin kişi katıl­
mış ( eşleriyle b irlikte ) . Bel l i bir kıta, bölge ve ülkeden gelenlerin ayrı
ayrı otellerde ağırla ndığı dev topl u l u k l a r, Tok yo için günlük bir olay
sayılır. Oteller, mağazalar, turizm örgütleri, belli bir yabancı k ü ltüre
h izmet için uzmanlaşmıştır: İspanyolca konuşulan inci pazarları, Fran­
sızca konuşulan oteller, A lmanca konuşan rehberler vb. Basın, R adyo­
TV, Tica ret ve Sanayi Odası, Dünya ve Ulusal Tica ret Fuarları bu tür
toplantıları yakından izler ve destekler. Kimse, turisti aldatmaz, k imse
bahşiş a lmaz. Herkes turiste güler yüzle yardımcı olmaya çalışır. Turist,
zamanının çoğunu, yolda, çarşı-pazarda ve yemekte geçirir. Çevrede
küçük bir tur yapar, bir iki Matsuri izler. Konserler için bilet, d a h a pa­
halı programlar için yeterince para bulamaz. Sana ttan umudu n u kesen
turist, kendini eğlenceye bırakır, yorul unca da dinlenmeye çalışır. Gez­
diği dolaştığı yerlerde, Tokyo'nun zengin (pahalı) bir eğlence (gece ha­
yatı ) olduğunu d uymuştur. Bedel i n i ödeyebildiğince görür ve öğrenir.
Sonunda hevesi k ursağında, ü l kesine döner, ilk fı rsatta yeniden gelmek
umut ve d ileğiyle . . .

38. E G L E N C E - D İ N L E N C E V E " S U T İ CA R ET İ "

Tokyo, dünyanın sayılı eğlence din lence merkezlerinden biridir. Tokyo­


l unun eğlenmek-dinlenmek için ya ptığı şeyler, yere - zamana, çevre ve
duruma göre değişir. Sözgelişi, yalnız kalmak ve d inlenmek isteyen kişi
Paçinko (Tirink o ) 'ya gider. Arkadaşlarıyla dinlenmek isteyen genç er­
kekler Sake içerler. Kız ya da erkek arkadaşıyla buluşan gençler bir tapı­
nak ziyaretine; eşiyle baş başa kalmak isteyen evli bir çift modern bir
" aşk oteli "ne gideb i lir. Ailesi ve çocuklarıyla birlikte dinlendirici, yenile­
yici bir hafta sonu geçirmek isteyen Tokyolu, kent dışındaki u l us a l park
ve piknik yerlerinden birini de deneyebilir. Ancak, dinlenmek eğlenmek,
günlük haftal ı k olmaktan çok mevsimlik bir iş gibi görülürmüş -eski­
den. Çoğu tarım toplumlarında olduğu gibi "sıkı" ve " gevşek" dönem­
ler olmuş ( DORE 1 973: 242-52)- geçmişte.
Paçinko, küçük çel i k bilyalarla oynanan elektrikli ve mekanik bir
şans ve beceri oyunudur. Yaylı bir kolla fırlatılarak düşey kutud a k i oyu­
n a sokulan bilya, türlü engel ve dişlere çarpa çarpa düşer. Bilya, güç en­
gelleri aşıp ödül veren hedeflere u laşırsa, oyuncu bilya kazanır, yoksa
bilyasını yitirir. Kazanmanın ödülü yine bilyadır. Japonlar, bu tür oyun

111
UÇ - l\AŞKENT TO K Y O ' l l i\

makinelerinin çok sayıda bulunduğu renkli, müzikli, ışıklı hareketli, ka­


labalık ve gürültülü oyun salonlarına " Paçinko " (Ti rink-Tirank sesleri­
nin çıktığı yer anlamında Türkçesi Tirink o da olabilirdi) adını ·veriyor­
lar. Tokyol ular, bu salonlarda günler ve saatler geçi rirler. Birbiriyle tek
kelime konuşmadan. Mainiçi gazetesinin ( 2 0 Haziran 1 978 günkü )
araştırma raporu na göre, ülkede 1 4 bin salon, 2 milyon makine, toplam
3 0 milyon oyuncu, yılda 200 mi lyar lira tutarında bir iş oylumu varmış.
Verilen sayıların yaklaşık yüzde onu Tokyo'dadı r. Profesör i ŞiKAVA
Hiroyoşi'ye göre Paçinlw, Japon i nsanının dinlenme idealinin bir sim­
gesidir, gerçek yaşa mda yaptıklarının ta m karşıtı, tersidir. Kişi oyun sı­
rasında grup etkileşiminden uzaklaşır. Günlük yaşamın otomatik maki­
nelere özenen disiplinine uyacağına, elindeki, önündeki maki neyi kendi
isteklerine uyduru r. Çevreni n sürükleyici, büyü leyici ve ritmik düzeni
içinde, bilinç dünyasının sorunlarından sıyrılır. Bilinça ltı dünyasının
tortu lu birikimlerini, çelik bilyalar aracılığı ile makineye aktarır. Ses,
renk ve ışık düzeninin büyüsüne bırakır kendini. Tek başına sabır falı
(pasyans) açan kişiler gibi, makinede y a lnızca kendi kişisel fal ın a bakar.
Kazanması ya da yitirmesi o kadar önemli de değildir. Oyundan çoğun­
lukla dinlenmiş, a rınmış olarak çıkar. Günlük hayattaki çok az şeyin
şansa bırakıldığı bir toplumda Paçinko, çivinin çiviyle sökü lmesi; en­
düstri leşmiş kentin endüstrileşmiş makineleşmiş dinlencesidir. Oyuncu­
ların çoğunluğu orta yaşlı ve genç erkeklerdir. Kadın ve kız oyuncu az­
dır. ( Resim 3 8 )
Sa!.?.e ( pirinç şara bı ) , kahve boyu b üyüklüğündeki seramik fincan­
larla içilen bir içkidir. Hafi f tatlımsı olduğu için şara ba benzetilmiştir.

RESİM 38: Paçinka: Japonlara özgü mekanik bir dinlenme yöntemi ve endüstrisi!

1 12
'i 38 F(;f.1-:NG: - DiNLENCE VE "SU TJC\RET/"

Yi.izde 20 alkol içeriği ile şaraptan sert, rakıdan ve viskiden yumuşak­


tır. Kural olarak, alçak bir masa çevresinde yere oturmuş olarak meze
ve sohbetle yavaş yavaş içilir. Sake partisi, bir işyerinde çalışan erkekle­
ri, haftada ya da mevsimci kte en az 1 -2 kez bir araya getiren yaygın
dinlenme biçimid ir. Akşam i.izeri işyerinde açılan, ayaki.isti.i sunulan bir
iki şişe bira ve viskiyle başlar. En ciddi işyerlerinde çalışanların birbiri­
ne alkollü içkiler sunması töreye hiç de aykırı değildir. Grup üyeleri
(Dantai), önceden haberli bir içkievine ( Navanoren ) ya da daha iyi ( pa­
halı) bir yere gider. Orada, beş altı kişilik gruplar tek bir kare masada,
daha büyükleri özel bir odaya yerleştirilmiş u zu nca bir U masada otu­
-

rup kuğu boyunlu ki.içük porselen sürahilerle ( Tokkuri) sunulan sıca k


Sake'yi içerler. Meze olarak, onigiri (pirinç sarması ya da dolması), şa­
şinıi ( ince dilinmiş çiğ balık), şioyaki (tuzlanmış balık kızartması) gelir.
İçki, karşılıklı törensel sun uşlarla başlar fakat çarça buk bir aile, dost
sohbetine dönüşür. Tokkuri sürahiler boşalıp yenilendikçe, dertler sı­
kıntılar ortaya döki.ili.ir. Üyeler rahatladıkça içki hızlanır, sohbet koyu­
laşır. Sake içenler, haragei yaparlar yani hara oyunu oynar, birbirinin
aklından geçen i okurlar, birbirlerine hara'larını ( bağırları nı ) açarlar.
Sonra içki birden durur. Son s unulan sıcak bir kase pirinç ve çorbayla
sofra sona erdirilir. İçki bitmeden " tamam " demek, yemek bitmeden
kalkmak, gece bitmeden gruptan ayrılmak büyük saygısızlık sayı l ı r.
Orta yaşlılar, nerede ne kadar içileceği, ne zaman bitirileceğini önceden
bilirler. Sake sofrası, günlük ( iş) i l işkileri son derece biçimsel k u ra llarla
yüklü, yorgun insanların birbirine yaklaşması, birbirini tanıması ve
karşılıklı bağışlaması için gerekli ve sağlıklı bir dinlence (sağa ltma ) bi­
çimidir. Tokyo gecesinde yollar ve a raçlar, Sak e'den dönenlerle dolu­
d ur. Sake'yi fazlaca kaçıranların bu yolcul uğu nasıl başardığı daha ön­
ce ( § 3 3 'te) an latılmıştır.
Tokyo'da iki-i.iç bin kadar "aşk otel i " olduğu bilinmektedir. Aşk ote­
li, bir "genelev" ya da "kırmızı fener" çıkmazı değildir. Çıkarılan bir ya­
sayla kadın ticareti 1 95 7'de yasaklanmıştır. Bir dönem, ti.irlü "Türk Ha­
mamları " kenti sarmış ama bugi.in "su ticareti " nin ağırlığı yeniden aşk
otellerinde toplanmaktadır. "Ti.irk Hamamı", yasadışı genelev le, yasal
Roma Hamamı'nı birleştiren kar (iş) hanelerinin -biz Türkler açısından
pek de övünülecek yanı / yöni.i olmayan- adıdır. "Türk Hamamı" adının,
hangi kültürel gerekçelerle, kimlerce seçilip bu yolda pazarlandığı, kültü­
rümüzün dışardaki saygınlığı ve imgesi açısından i lginç bir araştırma ko­
nusu olabilir, olmalıdır. Mutlu bir gelişme olarak, son yıllarda " Türk Ha­
mamı " veya Türk sıfatının kullanılması yasaklanmıştır.
Adı üstünde " aşk oteli " , sevişmek ya da aşk yapmak isteyen lere yer
ve hizmet veren bir işyeridir. Öteki oteru ( otel ) odalarının günde ortala­
ma yüzde 50 k ullanılmasına karşın , aşk otellerinin odaları yüzde 200

1 13
U<,: - HA$KFNT TOK YO'll.-\

(günde i k i ) iş yapıyormuş. Öteki işlerden ayırmak için, eğlence dinlence­


nin bu türlüsüne J aponca'da Mizuşôbai "su ticareti" deniyor. Kad ın ti­
careti yasadışıdır. Ancak, birlikte ( kendi ) gelen çiftlere yer ve hizmet ki­
ralanması yasaya aykırı sayılmıyor. Tam bir güvence sağlamak için, aşk
otellerine gelenler çalışan görevlilerl e yüz yüze gelmez. Alışveriş ilişki leri
bir k utu aracılığı ile görülür. Odalarda viski, güzel koku lu sabunlar� cin­
sel uyarı ( doyum) araçları, titreşimi ayarlanan bir yatak, iki adet renkli
TV - a lıcısı varmış: Biri normal öteki kapalı devre ( özel cinsel) yayın lar
için. Çiftler isterlerse, kendi " aşk" la rını da filme ya da TV (video) bandı­
na alabil irlermiş.
Çalışma (iş) günlerinde gelen çiftlerin üçte-biri, hafta sonu ve tatil­
lerde gelenlerden yarısı evli çiftlermiş. Evlilerin, bu yerlere neden para
yatırdığını anlamak için bugünkü hane ( konut) koşullarına ve Japon
kültüründeki " ci nsel devrime" değinmek yeterli olab i lir. Genç çiftlerin
ev, oda ve komşuluk koşulları öyledir ki evli eşiyle gerçekten baş başa
kalmak isteyenlerin gidebileceği uygun yerlerin sayısı çok değildir. Ka­
ğıttan bölmeler, iç içe komşuluklar, genç evli lere yeteri bir yalnızlık gü­
vencesi , biz-bizelik duygusu vermiyormuş. B u yüzden, kentin çoğu ke­
s imlerinde yükselen, Ortaçağ'dan kalma, hisar görünüşlü kuleli yapılar,
ağır (taş) duvarları, çok renkli çatı ları, rüzgarda uçuşan şenl i k donanım­
ları, çok güçl ü aydınlatma projektörleriyle " cinsel devrimin" s imgesi
durumuna gelmiştir. Bu devrim, kıyı köşeye saklanacağı yerde bütün ışı­
ğı ve aydınlığı ile kendini ortaya koymuştu r. Bu devrim, Edo-To/:mgava
dönemindek i sert cinsel kura l lara ve sınırlayıcı baskılara karşı yaygın
bir tepki olarak da görü lebilir. Tokugava yöneticileri, cinsiyeti ve cinsel
ilişki leri salt aile sınırları içinde ve çocuk yetiştirme açısın dan görüp de­
ğerlendirmiş. Hatta, Konfüçyus'un ahlak k urallarına uyularak yedi yaşı­
na basmış kız ve erkek çocuklar bile birbirinden ayrı tutulmuş. Meici ye­
nileşmesi, cinsel enerjiyi kalkınma yatırımlarına yöneltmek istediği -bel­
ki devrim, ahlakçı Kraliçe VİCTORİA Çağı'na rastladığı- için cinsel tö­
relere dokunamamış. Ve de -cinsel eşitlik şimdilik şöyle dursun- cinsel
özgürlük bile ancak İkinci Savaş'tan sonra söz konusu olabilmiş. Oysa,
Nara ve Heian ( 7 1 0-1 1 85 ) dönemleri boyunca aşk'ın daha özgür oldu­
ğu sanılıyor. Ünlü " Manyoşu" şiirlerinin üçte-biri " cinsel a ş k " üzerine
kurulmuş. Heian ile Edo dönemleri arasındaki "Japon Ortaçağları " bo­
yunca da soylu bir kadın ı n evlenmeden önce birkaç sevgili değiştirmesi
" olağan" karşılanırmış. Bugünkü cinsel sınır ve kısıtlamaların çoğu,
Edo döneminde ve soylu Samuraylarca konmuş. Kadın uzunca bir süre
sadece çocuk doğuran " araç" olarak görülmüş. D u l kadına, yeniden ev­
lenme hakkı tanınmamış. Erkek ise, a ile yaşamı ile cinsel yaşamını ayrı
tutmada özgür bırakılmış. Edo feoda litesinin ( " durana dokunma " ) dün­
yasında, bu ayrıl ık, Tokyo gibi büyük yerleşmelerde yasal bir "Yüzen

1 14
': .lY Çl(l l\l!'DA H A I TA SONL'

Dünya " yaratmış. Geyşalrk, bu yasal ayrıcalığın yüce sanatıdır. "Yüzen


Dünya " , İkinci Dünya Savaşı sonrasında yasa dışı bırakılınca, o güne de­
ğin aile dışı tutu lan cinsiyet aileye (haneye) dön meye başlamış. Bugünkü
aşk otellerinin reklam sloganı, ne ahlak ne de kazançtır. "Aşk güzel şey­
dir, buyrun, gelin, görün deneyin" diyorlar. Cinsel devrim, söylencelere
göre, kimi kadınları doyumsuz, hatta biraz "saldırgan " yapmış olabilir.
Ancak görünen köy odur ki cinsel özgürl üğüne kavuşan kadın, ekono­
mik (çalışına) özgürlüğüne kavuşmadan önce yasal eşitlik istemiyor. Ve
de çoğu gençler, yaşl ı kuşakların sanki " bizim zamanımızda işler hiç de
böyle apaçık o rtalı kta değildi " diyen eleştirici bakışları altında, aşk yap­
ma özgürlüğünün tadını çıkarıyorlar, "doygun " (rahatlamış) görünü­
yorlar.

3 9 . Ç İ Ç İ B U ' DA H A FTA S O N U

Özetle, yalnızlar Paçinko'ya, işten yorgun çıkan erkekler Sake içmeye,


aşk yapmak isteyen çiftler Oteru'ya giderler. Çoluk çocu k a ilece dinlen­
mek isteyenler, babanın işyeri gru buyla, ya da konu komşusuyla birlikte
çevredeki dağlara, ulusal parklara, henüz görmedikleri güzel manzarala­
ra, yakında gitmedi kleri ta pınaklara koşarlar. Kentin 1 00-1 50 km'lik
dış çevresi volkanik dağl a r, göller, sıcak su kaplıcaları ve ormanlarla do­
ludur.
Kuzeyde Nikkô Ulusal Parkı, Nantai Dağı, Çu.zenci Gölü, yüksek
şelalesi ve Şôgım İeyasu adına torunu İemitsu tarafından yaptırılmış
görkemli TôşôgıJ a nıtıyla, yalnız Tokyo'nun değil, Japonya'nın en ünlü
ziyaret yeridir. Atalarımızın "Dünyada Van , Ah rette İman " sözü gibi,
J aponlar da:
Görmemiş Nikkô 'yu
Ne bilsin mutluluğu!
diye yüceltirler Nikkô'yu. Nikkô ziyareti kişiye sadece mutluluk değil,
Tokugava ( Edo) dönemi üzeri ne yararlı tarihi bilgiler de kazandırır. İe­
yasu kül liyesi, hiç kuşkusuz, Tokugava döneminin yaşayan bir tarih mü­
zesidir.
Tokyo' nun varlıklı ve kalburüstü a i leleri yaz, bahar ve hafta sonu
tatillerini, NiH ô ' n u n biraz batısın d a k i Çôşin-Etsu Ulusal Parkı ete­
ğindeki Karuizava yaylasında (yöresinde) geçirir. Belki de burası Ja­
p o nya' n ın en lüks, en pahalı dinlenme yeridir. B i r yaz akşamı güneş
batarken serin yayladan Kantô Ova s ı ' na iniş, sözle anlatılması k olay
olmayan, büyüleyici güzell iğiyle insanı dehşete ( korkuya) düşüren
m anzara larla doludur. Karuizava gezisinin en güzel zamanı Tokyo'ya
dönüşüdür.

115
l/C,: - B A Ş K F i'\T TOK Y O ' D ı\

Doğa l di nlenme-eğlenme yerleri n i n en ü n l üs ü , Tôkaido ( P asifik k ı y ı


yolu) üzerindeki Fuci-Halwne-İzıı Ulusal Parkı'dır. H e r mevsimde gü­
zelliğini koruyan bir Sansui ( manzara ) ! Yerli -yabancı çoğu k i msenin yıl­
da en az bir kez yolu düşer Hakone'ye. Tokyo kent i n i çevreleyen bu yer­
ler arasında adı en a z duyulmuş olanı, bel k i de, Çiçilm-Tanıa Ul usal
Parkı'dır. Tokyo'nun 75 km barı, k u zeybatı yönünde, den izden 500
metre yüksekte bir dağ yamacıd ır - Çiçibu. Otuz kırk kadar Budist tapı­
n ağı ve türbesiyle J a ponya'da ki 1 OO'ü aşkın k utsal yerlerden b i risi sayı­
lan Çiçibu'da geçirilmiş bir h a fta sonunun gözlem ve izlenimleri Kutu
3 9'da anlatılm ıştır.

Kuru 3 9
ÇİÇİ B U ' DA HAFTA S O N U
Haziran başları nda b i r pazar sabah ı saat 08.00! Yamanote halkası üzeri nde
İkebukuro istasyon u . Peronlar, spor giyim li ge nçler ve çocuklarla dolu p dolup
boşalıyor. "Madison Square Garden " çantalı babalar; " U C LA" (Ka liforn iya
Ü n iversitesi Los Angeles) gömlekli gençler. Gelip buluşuyor, toplaşıp gid iyor­
lar. Bir ü n ivers itede çalışan la rdan ve aileleri n d en oluşan 3 0-4 0 kişilik grubu ­
m uz saat 08. 3 o'da toplan d ı . Grubun sosyal i ş l e r "Görevlisi", hepimize çoğal­
tılmış bir gezi h a ritası ile p rogram dağıttı. Bir saatlik t re n yolculuğu boyunca,
gezi bölgesinin kültür tarih i kon uşuldu, a n latı l d ı .
Edo d ö n e m indeki koza c ı l ı k v e ipekçilik çoktan ölm üş. Bağcılık, şarapçı­
l ı k, manta rc ı l ı k ise yeni yeni gelişiyor. Çimento sanayii bölgeye bir can l ı l ı k
getirmiş. Yeşil vad i boyu nca her d u ra kta b i r vagon b ı rakan tre n i miz so n u n d a
Çiçibu'ya vardı . B izi bekleyen özel oto büse b i n i p , ö nceden sapta n m ış tapı­
nak ve türbeleri tek tek dolaştık. Yol boyunca dizilmiş, ormana gire n , da ğa
d oğru yükselen yerler. Çocu klar, grubun i lgi ve d uygu me rkezi n de ! Bir bay­
ram sevi nci içinde koşup oynuyor; gru pta ki h e rkesten sevgi ve ilgi görüyor­
lar. (Bkz. Ren kli Resi m 102-5) Sorup öğre n iyo rlar. H ediye d ükka n larında be­
ğendiklerini a n n e ve babaların a gösteriyorlar. B üyükler, "okun m uş - m ü h ü r­
len m iş", dualı m u s kalar sat ı n alıyorlar, " Kazaya - hastal ığa - başarısızlığa"
karşı. Okunmuş d u a la r, "sigorta" n ı n kapsam ı n a ve gücüne göre, 80-100 lira
ed iyor. G eziyi ve zamanı, sosyal işler görevlisi ayarlıyor. Bazı ta p ı naklarda,
mevlit gi bi, y ü ksek sesle Bud ist Sutra'lar okuyan kad ı n la r var. Öğle ye meği­
ni bir Riyokan'da ye dik. Yemek ö n cesinde, çocu klar a n nelerin in kucağı nda,
yanında oturd ular, kendilerine okunan öyküleri din ledi ler. Çocuklar çoğun ­
l u k, uyumlu v e m utlu gö rün üyorlard ı . Yem eği erkence yiyip, hası r Tatami'd e
b iraz kestird i le r.
Öğleden sonra Şimamba adlı ünlü bir tapınağı ziyaret ettik! Burada yatan
Tan rı tüm kötülükleri kendi göğüslüyor, insanları felaketlerden koruyormuş. Eda

1 16
:\ 3 '1 ÇİUBll'IM I L\ l·T,\ S00:l !

<J
döneminde, çocu kları öld ürülen Saraylı h a n ı m la r Kosa - date - kannon adlı
bir Tanrı çaya ilk taşları koym uşlar. Töre, bugüne değin sürmüş. Anneler ölen
çocukları için tapın ağa önce küçük bir h eykel adıyor sonra ziyaret ediyorlar.
Yo ntuların boyu nlarına temiz kırmızı önlükler bağlanmış.
Daha sonra, m antar yetiştiren b ir çi�liğe gittik. (Resim 102- 5 ) Asma lı bir
' bağın ortası n dan geçerek çiftliğe vard ık. Sol geri lerde, çimento sanayi i n i n ya­
rıdan kesip tükettiği dağın çı plak ya macı görülüyord u . Kimse dağdan söz et­
medi. G i rişte m a ntar konacak p lastik torbalar d ağıttılar. İlk iş olarak çam kü­
tükleri üzerin e mantarların nasıl ekilip yetiştirildiğini öğrendik. Arkadan man­
tar toplad ık. İlk 3 00 gram ücretsiz, ama her 100 gram fazlası için 2 0 lira. Son­
ra bir gölcük yan ında ve yü ksekçe bir set üstünde ki çay çardağına geçtik.
Mangal kömürü yakılmış ma ltızlarda taze mantar kebabı yaptık. Çifüiğin ken­
di ürünü olan kırmızı şarapla güzel bir yemek yedik. G ü n ü n ve gezi nin yor­
gu n luğunu çıkard ı k. Güneş batarken otobüsle istasyon alanına d ö n d ü k. Sa­
bah geldiğimizde hiç d i kkati çekmeyen istasyon çarşısı şimdi kalabalı k, d u ­
manı tüten panayıra dönüşmüştü. G ru b u n üyeleri, Tokyo'daki iş a rkadaşları,
akrabaları ve konu komşuları için uygun hediyeler (omiyage) seçtiler. Çocuk­
lar burada da öndeyd i. Hemen her isted i kleri a l ı n d ı . Akşam sular kararırken
trenle To kyo'ya d oğru yola ç ı ktık.
Çiçibu gezisinden To kyo'ya dönüş yolculuğu, Havai Adaları'ndan İsviç­
re'ye dönüş gibiydi. Yolcu ları H availi, tre n i İsviçre li olan garip bir yolculuk! Bi­
risi yere bira döktü. öteki kağıt mendille hemen sildi temizledi. Karş ımda ki
yolcu : "Çocuklar koşuyor da" d iye açıkladı. Te m izleyen d üzeltti: " N a s ı l olsa
biri temizleyecekti! Ben üstlendim." Çikolata ve üzümler tükeninceye değin
çocuklar uya n ı k kalmaya çalıştı lar. Mevsimlik gezi, başlad ığı yer ve saatte a k­
şam 08. 3 o'da bitti. Grubun üyeleri, birbirlerini u ğurlayıp dağıldılar. Ertesi
gün, gruptaki deli kanlı gençlerin toplanıp Sake içm eye gitti kleri duyuldu, ko­
nuşuldu.

1 17
4
JA PON TÖRES İ
" D E N İZİ N ÇOCU K LA RI "

• B İ R KOCİKİ VAR M I Ş ...


• JAPO N R U H U (KOKORO) VE TORİİ
• TAKVİ M YAPRAK LAR ! : SAYI LI G Ü N LER
• SÖZLER, D EYİ MLER, D EYİŞLER
• GÖRG ÜYE UYG U N DAVRA N I Ş LAR
• OMATSURİ: N E D İ R , N E D E G İ LDİR?
• İ N SA N LAR, B ÜY Ü K L E R V E KAMİ'LER
• ŞİNTÔ: TAN R I LAR YOLU
• B U DA: B U DİZM VE B U DİSTLER
• HALK D İ N İ
Vare va umi no kof
Ben ki denizin çocuğuyu m .

- Ü K U L ŞARKiSi
40. B İ R KOCİKİ VA R M I Ş ...

Kültür varlıklarının yaşını, değerini v urgulamak için Japonlar, '"Cinı­


nıu'dan bu yana! " derler. " Dünya k uruldu kurulalı ! " anlamında bir öz­
deyiştir. " Nuh Peygamber'den kalma " belki daha çok k öhnemiş bir es­
kiyi anımsatır. Oysa " Cimnıu'dan bu yana " yaşayan, güçlü, öncesiz ve
sonrasız bir varlıktır. Cimmu Tennô, Güneş Tanrıçası, Anıaterasu'nun
torununun torunu olan ilk imparator tanrıdır; "Japon Birliği" n i n k uru­
cusu sayıl ı r. Cimmu Tennô nun öyküsü Kociki adlı ünlü destanda anla­
'

tılmıştır. ( Bkz. § 24) Destanı derleyen ve yazan Ô NO Yasumaro'nun


mezarı 1 978 yılında bulunmuştur. Yazar MS 723 'te ölmüş. Bu tarih,
belki de sözlü söylence ile yazılı tarihin a rakesitini belirliyor. Tarihi ve
kültürel kaynakların Kociki'de toplanmış o lması, bu destanın Japon ha­
yatında ki önem i n i gösteriyor. Geçen yüzyılın başlarında Kociki'ni n öy­
küsü 4 8 cilt olarak yazılmıştı. ( MOTOORİ Norinaga 1 822) Yakın za­
manda çağdaş bir yorumun (YAKU Masao 1 972) İngiliz d i linde yayım­
lanması UNESCO örgütünce destek lenmiştir.
Meici dönem i aydınları, ünlü destanın Japon tarihindeki yerini gör­
müş ve göstermişlerdir. Japon çağdaşlaşmasına yön ve güç veren İmpa­
rator Meici, hayatının son yıllarında şu d izeleri bırakmış:
Yazıların eskisi Yazıların eskisi
Ulusun güvencesi Dilimizin aynası
Bin yıl sonra da Yamata ülkesinde.
Kısa şiirlerde geçen "En eskinin yazısı " deyimiyle i mlenen kaynak
"Kociki" destanıdır, kuşkusuz! YAKÜ ( 1 9 72 : 1 0) 'ya göre, bu k aynak taki
büyüleyici ruh, destandaki o güçlü dildir. Meici, o dil ve ruhun Japon­
ya'ya yol ve yön göstermesini d ilermiş. Bu destan şiir, Japon bilmecesi­
nin, b i linç ve ruhunun i l k yazılı belgesidir. Onun için, 1 200 yıldan beri,
her başı derde düşenin açıp okuduğu bir k imlik belgesi , "soy kütüğü" ol­
muş. Bugünkü imparator, 1 945 yılındaki "Koşulsuz teslim" kararını n tö-

121
!)(JJff - J APON TO R ESI

RESİM 40: ise Körfezi'ndeki kayalıklar arasından doğan Güneş (Amaterasu). Kayaları bağlayan Şimenava
(halat), Japon Adaları'nın kutsal birliğini güven ve ülküsünü simgeliyor.

resel dayanağını Kociki'de bulmuştu: "Taşınmazı taşımak, dayanılmaza


dayanmak günü " gelip çatmıştı. Japonya, güçlüğü aşacak, düzlüğe çıka­
caktı el bet. Atalar öyle buyurmuştu. Hızla değişen Japon kültürüne kar­
şılık, değişmeyen bir "Japon Ruhu " nd a n söz etmek yerindeyse, o ruh
Kociki'dedir, denebilir. Öyle gür bir pınar, öylesine çağlayan bir kayna k
ki romantik ruhlu kişiler o n a dönmek isterken; her devrimci, o ruhla ile­
riye, geleceğe, bilinmeze doğru atılmak ister. Yazar MİŞİMA Yukio, işte
o "güzel ruh yitiyor" gerekçesiyle kendi yaşamına son verdi. (Scort-Sto­
kes 1 975 ) Oysa geçen yüzyıl devrimcilerinin "Japon Ruhu-Barı Eğitimi "
sloganıyla kendilerini avuttuğu bir dönemde, devrimci FUKUZAVA Yu­
kiçi, Japon toplum yapısının ( ruh ve kültürünün) değişmek zorunda ol­
duğunu, aynı ruh -Kociki'deki gerçekçi Japon ru hu- ile savunmuştu .
(FUKUDA 1 96 0 )
B u ruhun kimi kimliği, uzun boylu yazılmış, tartışılmıştır. Çoğu
a raştırmacılar o ruhu n Kociki'den, özellikle de, Güneş Tanrıçası Amate­
rasu dan kaynaklandığında birleşiyor. İmparator Meici'nin yukardaki
'

şiirlerde sözünü ettiği ( § 40) " Yamato ü lkesi " , Nara kenti güneyinden
batıya, Seto içdenizine doğru akan Yamata Irmağı kollarının su ladığı
küçük bir tarım vadisi idi. Tanrıça Amaterasu'nun kısaca " Cingü" adı

122
:'. 4 1 J ,\l'O"' IUll ili i KOK\lROl VF TO R l l

verilen büyük A n ıryeri, Yamato yöresinin tam doğusunda, İsıızı·t Irmağı­


nın ise Körfezi 'ne döküldüğü ova üzerinde k urulm uştur. Esk i çağlarda,
Ta nrıça Amaterasu'yu ziyaret edenler, önce bu remiz ırmağın denize dö­
küldüğü yerde a rınıp aklanırlarmış. Günümüzün hacıları, İsuzu deltası
üzerindeki Futamigaura kıyısına gelir, iki kaya arasında Güneş Tanrıçası
Amaterasu'nun o günkü doğuşunu izler. ( Resim 40- 1 )

4 1 . J A P O N R U H U (KOKORO) VE TORİİ

Kocih destanında yaşayan Japon Ruhu'nun gizemini tek bir "Ta nyeri "
manzarasında bulmak, ya da Futamigaura kayalıklarındaki güneşin do­
ğuşunu "Japon Ruhu" olarak yorumlamak mümkün müdür? Resim
40'daki küçük kayalıklar, simge olarak Japonya'dır: Nihan yani "Tan­
yeri " ülkesidir. D oğu denizinin enginliği içinde, küçük adalar ü lkesi ken­
di başına ve yapayalnızdır. Bu yalnızlığın tek tanığı, güvenilir eski dostu
ve yoldaşı Tanrıça Amaterasu'dur. Oysa, büyüklü küçüklü adacıklar,
yalnız ve bağımsız varlıklar değildir. Büyük sivri kayadan, daha küçük
yassı kayaya uzanan bir çift " kursal " urgan (Şimenava) , iki kayayı (yani
adaları) birbirine bağlar. Yöresel ve mitoloj ik yoruma göre şiınenava ev­
liliğin kutsal birliğini ( Meotoiva) simgeliyormuş. Bu d urumda, küçük
kayacıklar da kuts a l birliğin çocukları oluyor. " Denizin Çocukları" güf­
tesini anımsatan bir manza ra ! Yalın ve güçlü simge, yalnızca tek tek ço­
cuk ve a ileleri değil, tüm Japon varl ığını düşündürüyor. İki kaya a rasın­
daki çift şimenava, toplumsal ( ulusal) kültürel birliğin simgesi olabilir.
Büyük ( erkek) kaya üzerindeki küçük Torii simgesi de bu olası lığı akla
getiriyor. Japon kü ltür tarihçi leri ve Japon bilimcileri arasında " ne " liği
uzun ta rtışmalara yol açan Torii (Kuş ya da kuş-ti.i neği, II) ile İse'deki
bu doğal manzaranın öğeleri arasında anlamlı bir benzerlik, hatta öz­
deşlik vardır. Başka bir deyişle ama aynı yorumla, Torii Japonya'dır;
doğrudan doğruya, Japon varlığının, ülküsünün simgesidir.
Torii, en yalın biçimiyle, ikisi düşey, ikisi yatay dört çubukta n olu­
şur. Düzey çubuklar taşıyıcı d irek, yatay çu b u k larsa kiriş gibi kullanıl­
mıştır. Resim (40)'daki küçük Torii'nin yatay kirişleri dümdüzdür. Oy­
sa, ülkedeki çoğu Cinca'ların kapısın daki Torii'lerin üst başlığı, asma
köprünün taşıyıcı ka blosu gibi sarkık ve kıvrı ktır. Ortası düşük, uçları
biraz yukardadır. İki ucundan asılmış gibi dura n zincir eğrisi ne benzer.
Ülkedeki bazı Cinca'larda Torii'nin üst başlığını şiınenava olarak göre­
meyenlere yardımcı olmak için -herhalde- a yrıca gerçek bir şinıenava
( u rgan) da asılıdır.
Torii, simgesini "Japon Ruhu "yla özdeştiren nedir? Japon geleneğine,
töresine göre, şinıenaua iki kutsal varlığın birliğini simgeler: Doğa ile insa­
nın, iki insanın, kadın la erkeğin, iki ayrı topluluğun. Bütün birlik s imgeleri

1 23
DÖRT - JAPON TÖRESi

RESİM 41: Miyacima Adası'nda ltsukuşima Dergahı. Amaterasu'n u n yavuz kardeşi Susanô'nun kızlarına
adanmış. Deniz içinden yükselen Torii, sanki Japon mitolojisinin denizle olan yakın ilişkilerini simgeliyor.

gibi, şimenava aynı zamanda bir sınır, bir ayırım ve bölme (kecime)'dir. Bir­
liğe giremeyenleri dışarıda tutar; " biz"den olanlarla olmayan ları ayırır. Şi­
menava'nın bizden olan yanı (uçi) arınmış ve temiz; öteki yanı (yoso), ya­
ban ya da yabancıdır. Bir yanı umur, hayat ve aydınlık; öte yanı, karanlık,
kirli ve hatta ölümdür. Şimenava, bizle ötekilerin, temizle kirlinin sınırıdır.
Dünya ile cennetin, kutsal olanla olmayanın hem uçurumu hem de köprü­
südür. Ailelerin, u lusal birl iğin kutsa llığı, kutsalın dokunulmazlığı işte bu­
mdan gelir. Şimenava'yı taşıyan kayalar, insanlar ve direkler doğal varlıklar
olabilir; ama şimenava ( urgan)'nın kendisi, insan yapısı bir teknik (kültür)
ürünüdür. İnsan emeğiyle örülür, insan gücüyle korunur, insan inancıyla
kutsanır. Bu bağın çift (örgü ) oluşu, uluslararası ilişkilerin de karşılıklı (tek
yönlü değil, çift) olduğun u gösterir. Karşılıklı (toplumca) bir bağımlılığın
çocukları olan Japonlar için, bu simgenin asıldığı kapılar ve geçitler de kut­
saldır. Çünkü, şimenava, bir birlik simgesi olduğu kadar bir ayırım (keci­
me) simgesidir: Bizle ötekileri, temizle kirliyi, kutsal olanla olmayanı, bili­
nenle bilinmeyeni, aydınlıkla karanlığı, Japon olanla Japon olmayanı ayı­
ran toplumsal-kültürel bir simge!
Kendisini Torii ile özdeştiren Japonlar, şimenava simgesini evlerin ve
cinca'ların kapısına asmakla, bu iki yeri de k utsallığın simgesi yapmışlar­
dır. Böylece, şimenava ve Torii yalnız Şintô ( ta nrılar yolu )'nun değil, Ja­
pon Kültürünün ve Tarihi Birliğinin de simgesi olmuştur. Cimmu'dan (ku­
ruluştan) bu yana kutsanmış olan bu varlıklar arasındaki karşılıklı i l işki-

1 24
§ -12 TA K ViM \',\PR:\KL:\Rl: S,\Y I LI CUNLER . . .

ler, davranışlar çeşitli zaman ve biçim kuralla rına bağlanmıştır. Nelerin,


ne zaman ve nasıl yapılacağını belirleyen bağlayıcı kurallara sırayla " tak­
vim" ve " töre" deniyor. Aslında, .Japonların takvim (gün} ile töre bilgi leri
birbirine sıkıca bağlıdır. Bunlar aşağıda ayrı ayrı ele a l ınmaktadır.

4 2 . TA KVİM YA P R A K LA R ! : SAYI L I G Ü N L E R ...

Günleri saymanın iki genel yöntemi var: Biri, günleri birbirinden ayırma­
mıza yarayan yıllık takvim bilgisidir; ikincisi, doğan, gelişen ve göçeden
insanların " yaşam dönencesi"dir. Çağdaş toplumlar daha çok yıllık tak­
vimi, geleneksel toplumlarsa yaşam dönencesini kullanırla r. Japon toplu­
munun özell iklerinden biri de son derece ayrıntılı bir takvim bilgisi ya­
nında, her imparatorun ta hta çıkış y ılını, kullanılan zamanın başlangıcı
olarak saymalarıdır. Bu kitabın yayım yılı -.Japonlara göre- MS 1 98 0 de­
ğil, 1 925 yı lında başlayan İmpa rator Ş Ô VA Dönemi 'nin 55. yılı : Şôua
55'tir. Çağdaşlaşmış, endüstrileşmiş ülkeler a rasında .Japonya, geleneksel
" yaşam dönencesi " n i sürdürmeye çalışan tek ülkedir. Bunun ilk ve i lginç
örneği, her yıl, yılın 1 2 burcu ile günün 1 2 saati a rasında kurulan bire bir
ilişkidir. Aslında gün 24 saattir; ama iki saatl i k zaman " bir saat" sayıla­
rak, günün saatleri 1 2'ye indirilmiştir. (Tablo 42- 1 ) On iki yılda bir, yıllar
yeniden aynı burca girer. Böylece, 1 95 7, 1 969, 1 9 8 1 Horoz'dur. Y ı l bur­
cu bilinen kişinin yaşı kolayca hesaplanabilir.

TAB LO 42-1
YI LLAR, B U RÇLAR VE SAATLER
Burçlar COnişi Günün
Batı Japon* Saatleri
Koç Fare 23 - 01
Boğa Öküz 01 - 03
İ kizler Kaplan 03 - 05
Yengeç Tavşan 05 - 07
Aslan Ejderha 07 - 09
B aşak Yılan 09 - 1 1
Terazi At 1 1 - 13
Akrep Koyun 13 - 1 5
Yay May m u n 15 - 17
Oğlak H o roz 17 - 1 9
Kova Köpek 19 - 2 1
Balık Domuz 21 - 23
Kaynak: B u s h 1 967: 398-9.
* Çin kökenli burçlar.

1 25
DÖRT - l\ PO\: T(\ RESİ

TA B LO 42-2
AY ADLAR! VE ANLAM LAR !
Geleneksel Tsuki (Aylar)
Türkçesi Adı Anlamı

ı. Ocak Mutsuki İyi ilişkiler


2 . Şu bat Kisaragi Çift - giyinme
3. Mart Yayoi Doğa'nın uyanışı
4. Nisan Uzuki Çiçek
5. Mayıs Satsuki Ekim
6 . H aziran Minatsuki Susuz
7. Tem m uz Fumizuki Mektup (Yazım)
8. Ağustos Tsukimizuki* Mehtap izleme
9. Eylül Kikuzuki Kasım patı
10. Ekim Kannazuki Ta nrısız
11. Kasım Şimotsuki Beyaz Buz
1 2 . Aralık Şivasu Sonuncu (ay)
Kaynak: Bush 1967: 398-�
* Hazuki (Hazan Yaprakları) de derler.

Günün saatlere bölünmesinde çift saatlerin ti.imden atl a n dığı ya


da h iç ku llanılmadığı d i k kati çek mektedir. Japon gün bi lgisinde, töre
ve rörenseli nde, bazı sanat çalışma l a rında genellikle çift sayılardan bir
kaçış, tek ve asal sayıları k ullanma yönü nde güçl ü bi r eğilim gözlem­
lenir. Japonların , asal ( 1 , 3 , 5, 7 , 1 1 , 1 3 , 1 7, 1 9 , 23 gibi kendisinden
başkaca çarp<ı n ı , böleni o l mayan) sayı lara karşı özel bir tutku la r ı ,
ölüm sözcüğüne benzeyen d ö r t ( 4 ) sayısına karş ı benzersiz bir korku
ve kaygı ları vardır. Nerdeyse dördü k u ll a nmamaya, a d ın ı h iç anma­
maya çabalarlar. Yedi l i sayıları çokça k u l lanırlar ama pek de uğurlu
saymazlar.
Yılın dörr mevsimi ve 24 mevsimciği d üzenli olaylar ve mutluluk
veren değişimlerle d o l u d u r. Gün bilgisinin öğeleri a rasında, J a ponları
en çok büyü leyen hava ve iklimle ilgili zaman dilimleri ( mevsimler) o l­
m uştu r:
Baharda kiraz çiçehleri
Yaz mevsiminde guguh ,
Güzün Ay n e güzeldir!
Kar düşünce beyaz soğu!� .
Duru temiz, pırıl pırıl!
- Zen Rahibi D Ô GEN ( 1 200- 1 25 3 ) 'den

126
': -12 T,\ K\"lld Y,\J'RAKL\IU: SAY i i .! C U N l .ER . . .

Mevsim lerden her biri ayrı güzeldir. Ama Japonlaı� yılın dört mevsi­
mini, aylardan b a ğ ı m sız olarak, 1 4-1 6 günlük 24 küçük mevsimciğe bö­
lerler. (Ta blo 42- 3 )
Yaş v e yaşam dönencesiyle ilgili gelenekler, özellikle büyük kentler­
de giderek anlamını y itiriyor. Ancak kişisel yaşam dönencesiy le ilgili
aşama törenselleri kırsal yörelerde hala büyük ölçüde geçerli sayılmak­
radır. ( Bush 1 9 67: 1 4 ) Bu günlerden önemli olanlar Kuru 42'de toplu
o larak sunulmuştur.

TAB LO 42-3
M EVS İMLER VE M EVS İMCİKLER
Mevsimciklerin
Mevsimler Türkçe Anlamı Japonca Adı Başlangıcı
Bahar başlangıcı Risşun 5 Şu bat
Bahar: Yağmur suyu Usui 1 9 Şubat
Hana-mi Böceklerin uyanışı Keiçitsu 5 Mart
(Çiçek seyri) Bahar dön encesi Şumbun 21 Mart
Mevsimi Açı k hava Seimei 5 N isan
Ta rım yağmu ru KokO 2 0 N isan
Yaz başlangıcı Rikka 5 Mayıs
Yaz: Küçük bolluk Şaman 2 1 Mayıs
Yukata Ekim Boşu 6 H az iran
(Yazlık Kimono) Yaz dö nencesi Geşi 21 Hazira n
Mevsimi Küçük sıcaklar Şoşo 7 Tem m uz
Büyük sıcaklar Daişo 23 Te m m uz

Güz: G üz başlangıcı RişşO 7 Ağustos


Momiji-Gari Sıcakların sonu Şoso 2 3 Ağustos
(Hazan yaprakları) Beyaz şebnem Hakuro 8 Eylül
Tsuki-mi (Mehtap Güz dön encesi ŞObun 2 3 Eylül
Seyretme) Soğu k şebnem Kanro 8 Ekim
Mevsimi Don başlangıcı Şoso 2 3 Ekim

Kış: Kış başlangıcı Rittô 7 Kas ım


Yuki-mi Küçük kar Şôsetsu 2 2 Kasım
(Kar manzarası) ve Büyük kar Daysetsu 7 Ara l ı k
Kotatsu (Tandır) Kış dönencesi Tôci 2 2 Ara l ı k
Mevsimi Küçük soğu klar Şôkan 6 Ocak
Büyük soğuklar Daykan 21 Ocak
Kaynak: Bush 1 967: 400

1 27
DÖRT - J A POT\: TOIU:SI

Kum 4 2
Ö N E M Lİ G Ü N LE R : YAŞ G Ü N LERİ
Oşiçiya Doğumdan sonraki yed inci gü n yemeği (ko n u komşu ve ak­
raba lara) .
Miyamairi Bebeğin ilk Cinca (Şi ntô) ziyareti; oğlanlar 3 2 günlük, kız
bebekler 33 günlük iken.
Tabezome Be beğin ilk pirinç yemeği, 12o'nci gün töreni.
Tancô-moçi Bebeğin ikinci yaş gününde, anneanne evinden gön derilen
pirinç tatlıs ı n ı n su n ulması.
Hina-matsuri 3 Mart, kızlar gü n ü . Oyuncak bebekler sergi leniyor. Oyun ­
lar, eğlenceler düzenlen iyor evde.
Tangonosekku s Mayıs, oğlanlar günü. (Resim 4 2-2)
Hakamagi Oğlan bebekleri n, bebeklikten kurtulup çocu k olmaya baş­
ladı kları beşinci yaş töreni. Çocuğa, etekliğe ben zeyen ha­
kama e ntarisi giydi riyorlar.
Obitoki Kızların, bebeklikten kurtu lup kız çocuğu olmaya başlad ı k­
ları kabul edilen yedi yaş töreni, törenden sonra kız çocuk
özel b i r kuşak (obitoki) sarıyor.
Şiçigosan Ü ç yaşındaki erkek-kız be beklerle, beş yaşı ndaki oğlanla­
rın ve yedi yaşın da ki kızların ilk Cinca (Şin tô) ziyareti; yedi­
beş-üç-günü. (Resim 4 2-1)
Gempuku Sam uray'ların 1 5 yaşı n a basan oğulları n ı n saç tarama ve kı­
lıç kuşanma töre n i ; bu töre n le oğlan çocuk erkek ve Samu­
ray olmuş sayılıyor.
Hatsuşimada 16 yaşına bas m ış kızları n ilk saç (baş) yaptı rma töreni. Giy­
sileri ndeki teğelti kıvrı k (baskı lar) açılıyor. Genç kızları n ka­
d ı n lı k yaşı na bastığı kabul ediliyor.
Honke gaeri Erkeklerin ikinci çocukluk döneminin başlan gı c ı : Çocuklar,
61 yaşına basan babalara, kırm ızı ren kli giysiler, başlı k ve
nalın (terlik) hediye ediyor.
Koki : Yetmişi n ci yaş töreni. l_
Bu yaşlara ulaşmış
Kicu Yetmiş yedinci yaş töreni. kişilerin mutlu luğa ermiş
Beicu Seksen sekizinci yaş töreni J
olduğu ka bul ediliyo r.
Doğum günü İlk i ki yıl, bebeklerin yaş günü, doğdu kları günde kutlanıyor.
Toşitori Üç yaşı ndan sonra herkesin yaş günü, yı lbaşı gü n ü ve hep
birli kte kutlan ıyor, yeni yılla birlikte.

Zamanın ve gün ( takvim) bilgisinin, Yeryuvarın kendi ve Güneş


çevresindeki hareketlerinden doğan değişmelere bağlı gelişmesi, bu olu­
şumun toplum ve k ü ltür açısından kavramlaştırılması, yorumu ve göreli

128
§ 42 ·ıi\ K Vİı\I YAPRAKLAR!: Sı\YILI GÜNLER . . .

kullanımı i le zaman kavramının


tarih ve bilimle i l işkisi konusunda
akla gelen bazı sorular başka kay­
naklarda b u l u n a b i l i r. ( Bkz. Gü­
venç 1 976'da Zaman-Mekan So­
runu.)
Eda dönemi boyunca, özellik­
le, çeltik üretilen kırsal yörelerde
bir Tarım ve Köy ( Nocireki) Takvi­
mi uygulanmıştı. Geleneksel tarım
teknolojisi ve tarım ürünlerini ta­
nıtan, yılın her günü yapılacak tüm
işleri resimlerle anlatan bu i lginç
takvim i lerde § 73 'te (Bkz. TSUÇİ­
YA Matasa burô 1 70 7 ) açıklan­
maktadır.
Tatil günlerinde zamanla bazı
değişiklikler olmakla birlikte, ulu­ RESİM 42-1: Şiçigosan (Yedi-beş-üç) yaşındaki
çocukların dergah ziyareti. Ana-babanın kimono
sal d inlence günleri oldukça karar­ giymiş olmaları, olaya verdikleri (törensel)
l ı görünmektedir. (Ta blo 42-5 ) önemi gösteriyor (Tokyo: Meici Cingu'su).

TABLO 42-4
U LU SAL (RESMİ) TATi L G Ü N LE R İ
1 Ocak Yılbaşı ve yaş gü n ü
15 Ocak Büyükler gün ü
1 1 Ş u bat Kuruluş gün ü
21 Mart Bahar başlangıcı
2 9 N isan İm p a ratorun doğum gün ü
3 Mayıs An ayasa gün ü
1 5 Eylül Yaşlı lara saygı gün ü
23 Eylül Güzbaşı
1 0 Ekim Sağl ı k ve spor günü
3 Kasım Kültür gün ü
2 3 Kası m Emekçile re şü kran günü
Kaynak: FA), Mart 1 977.

Japon kültüründeki en özgün ve renkli olaylardan biri de hemen her


hafta, yılın belli günlerinde yapılan Matsuri ( festival ya da şölen) 'lerdir.
Biri ikisi ulus dinlencesi, kimi bir yaşam dönencesi olan, kimisi belli bir
mevsimciği karşılayan yıllık bir gün bellemesine benzeyen Matsuri'ler
aşağıda § 45'te a nlatılmaktadır.

129
D Ü RT - J APON TÖRESİ

TABLO 42-5
AN I MSANMASI KO LAY G Ü N LER
Ay Gün Adı
1 1 Yılbaşı, yaş günü
3 3 Kızlar gün ü
5 5 Oğlanlar g ün ü
7 7 Tanabata Matsuri'si
(Sevgililer gün ü)
9 9 Krizantem günü
10 10 Sağlık ve Spor gü nü
Ulusal v e saygılı günlerin, büyük çoğunlukla,
tek sayılı ayların aynı sıra nolu günlerine dikkat.

43. S Ö Z L E R, D EY İ Ş L E R ...

Japon dilinin zengin bir sözlü gele­


neği var. Toplumun k uruluş söy­
lencesi olan Kociki, yazılı olarak
da yaşıyor. Japon atasözleri, Do­
ğa'nın, toplumsal yapının ve insan
olgusunun türlü diyalektik çelişki
ve çatışmalarını dile getirir. Atasö­
zü ve özdey işlerin çokluğu d ikkati
çeker. Her konuda, her düşünce­
n i n o kadar türlüsünü söylemişler
ki kimi zaman a nımsamakta güç­
lük çekerler. Söz ve deyişlerden bir
dizisi belli dönem lerde k ü llenip
gel eceğe s a k l a n ı rken, k a r ş ı t l a rı
bulunur, anımsanır, yeniden geçer­
lik kazanır.
Çağlar boyu önemini yitirme­
yen sözcüklerden biri Torii'deki şi­
menava askısının belirlediği "keci­
m e " d i r : Yer-zaman, yol-yordam
(aralık), sınır-ölçü anlamındaki ke­
cime! Japon geleneğinde, her işin,
işlevin belli ve uygun bir yeri zama­
RESİM 42-2: Tango-no Sekku (Oğlanlar) günü:
5 Mayıs! Bayrak direğindeki sazan balıkları
nı ( aralığı) vardır. Kecime bu uy­
yaşamın güçlüklerini yenip kaynaklara ulaşacak gunluğu anlatır. Kuşkusuz, yapıla­
"erkek"liği simgeliyor. Renkli kurdeleler cakların uygun yer-zamanını bil-
bayramı ve mutluğu sergiliyor.

130
� 43 SÖZL.FR. DEYiŞi.ER . . .

mek, yapılmayacakları (zamanı) da bilmeyi gerektirir. Kendini bilmek,


yol-yordam bilmek, kecime'yi bilmektir. Kecinıe'yi bilen kişinin el (yaban­
cı) yüzüne bakacak açık alnı (mentsu) vardır. Öte yandan, kecime'yi bile­
meyen, bilip de uygulayamayan, görev ve sorumluluklarını (on ve giri) ye­
rine getiremeyen kişinin onuru (özüne saygısı) zedelenmiş sayılır. Japon
atasözleri, insanın biyolojik bir varlık olarak ölümlü; ad ile sanının ise ka­
lıcı olduğu gerçeğini vurgular:
İnsan ömrii boyunca, İnsan gider, İnsan: İyi san!
Sanı dünya döndükçe! Adı-sanı kalır! vb. gibi.
Geçmişin büyük (yüce) insanları -bir anlamda- tanrıları, bugün artık
ölümsüzleşmiş sanlarıyla yaşatılır.
Çay töreni topluluklarına koşuk yazan XVI. yy halk ozanlarından
YAMAZAKİ Sôkan, insandaki duygu ve mantık çelişkisini şöyle dile ge­
tiriyor:
Hem öldürmek istiyorum Ancak kültürel ideal ( ü l k ü )
Hem de bağışlamak; aah! bu çelişkiye boyun eğmek,
Yakaladığım suçlu [çünkü]: yakın mak değil, onu aşmak,
Oğlumdan başkası değil! hônin olmak, yani akıl-duygu
birlik dengesine varmaktır.
-HUCİİ 1 940: 24-
Gerçeği arayanın çelişkiden, çıkmazdan k urtul amayacağını yansıtan bir
gözlem. Japon kişiliğini, dünya görüşünü anlatan önemli bir ipucu saklı­
dır, bu sözde. Böylesi çıkmazlar karşısında Japonlar akıl a lmayacak de­
recede aşırı şeyler yapabilirler.
"Hayku" türünün ünlü ozanı BAŞO Matsuo (XVII. yy), düşünce ve
duyguya getirilen aşkın açıklığın, söyleyeni yaraladığını savunur. Söz de­
diğin, kısa, yumuşak ve türlü yoruma açık olmalı! Nerdeyse: " Söyleyen­
dense dinleyen bilge olmal ı ! " diyen ozan B AŞO'nun bu kurala u ygun
Hayku ( 17 hecelik) şiirleri yanında, " Karagöz" e benzeyen bir Tarô-kaca
güldürüsü de gel işmiştir. Bugün, sayıl a rı, sanatçıları oldukça azalmış gö­
rünmekle birlikte zengin bir Meddah ( Rakugo) geleneği ve tiyatros u da
var. Japon güldürü sanatında hemen her konu eleştirilir. Ancak, yöneti­
me ve yöneticilere açıkça d i l uzatılmaz. Politika ve politikacıl a r ( devlet­
hükümet işleri ) genellikle halk deyimlerinin kapsamı dışında tutulu r.
( Hayku için Bkz. Çapan 1 99 1 . )
Atasözleri ve özdeyişler bol ve çeşitlidir. XVIII. yy başlarında yaşa­
mış ve "Japonya'nın Shakespeare " i olarak ün kazanmış ÇİKAMATSU
Monzaemon yalnızca bildik söz, deyim ve tekerlemelerden oluşan oyun­
lar yazmıştır. Japon atasözlerinin büyük çoğunluğu Budizmden ve Kon-

131
DÜRT - JAPON TÜR ESİ

fiiçyus ilkelerinden kaynaklanır. Bu denemelerdeki egemen d ünya görü­


şü şöyle özetlenebilir:

Yaşam, insan i lişkileri, basit değil , karmaşıktır. Kuraldışısı ol­


mayan, genel geçer bir evrensel ilke yoktur. Arkası olmayan bir
yüz, gölgesiz bir aydınlık olamayacağı gibi ! Her olay ve olgu­
nun -birbirine karşıt- iki yanı olduğu için hayat belki daha da
i lginçtir. İstek ve dileklerimiz her zaman tümüyle gerçekleşmi­
yor. Sabırla, ölçüyle beklemesini bilenler ancak sonunda başarı­
ya ulaşırlar. (HUCİİ Oto'o 1 940: 3 6 )

Japon Ortaçağı'nın atasözleri, genellikle tek yönlü, yalın ve kesin­


dir. Oysa, Eda döneminin sözleri, diyalektik karşıtlıklardan gülünç (ça r­
pıcı) olanı çıkarsamaya çalışır:
Kadının ve tencerenin eskisi ve
Kadının ve döşeğin yenisi! gibi.
Yemeğin de döşeğin de iyisini isteyen kişi ne yapacak, evlenmeyecek mi ?
Hayır, evlenecek ve bekleyecek:
Taş üstünde de olsa,
Üç yıl otı11� bekle!
Çünkü, her şeyin iyisi gerçekleşemez birden. Önce döşek sonra
yemek, sırayla hepsi gelecek; bekleyen derviş, muradına erecek .
Er kişi beklemesini bilmeli ! Konfoçyus öğretisinde "Rongo "
( kura l ) okuyanlar kendi söylediklerini yapmazlar. Başkasına ve­
rir talkımı, kendileri yutar salkımı. Hele, dünyayı iğne deliği ka­
dar küçük bir pencereden izleyenler varsa kesinlikle uzak dur
onlardan . vb . . .

Japon dilinde v e sözünde "madoka" (çember, daire), olgunluğun,


k usursuzluğun, bütün (cü ) lüğün ve " toplumca " lığın simgesidir. Atasöz­
leri bu olgunluğu, kusursuzluğu vurgular. Atasözleri, tanrı sözüdür; ata­
lar tanrı olduğu için; atasözü, tanrı sözü gibi, kısa, anlaşılır ve çarpıcı
olmalı. Japon dili, atasözü söylemeye elverişlidir. Çünkü her kıssanın
daha kısa bir söylenişi vardır. Japonlar, kısa özdeyişleri, bir a n ıştırma gi­
bi, anlamlı bir titreşimle (yoin) ya da imleme (ima) ile dolaylı biçimde ve
çok az sözle söyleyebilirler. Bir konuyu baştan sona açıklamaktansa, or­
talama bir Japon, çok çok üçte-ikisini söyler, gerisini dinleyene bırakır.
Kültürlü bir Japon, daha da i leri gider; mantıksal bazı çelişkiler p ahası­
n a da olsa, yalın ve eksiksiz bir açıklamadan kesin l ikle kaçınır. Söyleye­
ceklerinin yarısıyla yetinir. Öteki yarıyı, dinleyicilerinin yüksek a n l ayış

1 32
§ 43 SÖZLER. DEYiŞi.ER . . .

ve kavrayışına bırakır. ( Kleinedler 1 978: 1 9 8 ) Görgülü davranış böylesi­


ni gerektirir.
Çift sayılı, kusursuz ve salt s imetrik (ayna-bakışık) şeyler Japonla­
ra ters gelir, anlaşılmaz bir huzursuzluk verir. İki sayısı eksik, dört du­
rağan (cansız) ' dır. Buna karşılık, Doğa'daki güzel şeyler, değerler, ge­
nellikle sınırlı ve sayılıdır. Japonlar bu büyüsel sayıyı üçle simgelerler.
En büyük üç dağ, en güçlü üç yönetici vb gibi. Sözgelişi, en güzel üç
bahçe şunlardır:
Kôraku-en Kairaku-en ve Kenroku-en!
Buna karşılık, beş sayısı, beş göz (go nıaku) talihli ve çeşitli anlamına
gelir. On bin anlamına gelen "man " kavramı yine el simgesinden türetil­
miştir; çok, büyük, güçlü kuvvetli anlamında kullanılır. Go yen (5 yen)
uğu r, talih simgesidir.
En büyük, en güçlü ve güzel değerlerin dağılımında, ölçülü ve den­
geli olmaya, her bölgeye, yöreye ve kişiye eşit pay vermeye çalışırlar.
Tokyo'nun k uzey komşusu Gumma İli, sözünü geçiren k uvvetli kadınla­
rı ( kaka-denka) ve kuzey rüzgarı ile ünlüdür. Halk dilinde bu iki deyim
şöyle birleşir:
Gumma 'nın karayeli
Gibi güçlü kadınları!
Japon dilinde d ikkati çeken sözlü imlerden birisi O'dur. Bir ön takı
olarak, O, birlikte kullanıldığı sözcüğe ve kavrama saygınlık, büyüklük
kazandırır. Çay, çaydır; şehriye de şehri yedir! Ama Oça, hani o, saygın
olan çaydır; Osoba'nın " muhterem şehriye" olması gibi. Eski İstanbul
Türkçesindeki "haysiyetli ( değerl i, onurlu, keskin ) nane" deyimindeki
onur karşılığında bir " O " eki . Japonlar O ön ekini, en somut nesneler­
den en soyut kavramlara kadar her söz ve sözcükle birlikte k ullanabilir­
ler. Berkes'in ( 1 976) üzerinde durd uğu "Saygıdeğer Piknik " adlı roman
( Raucat 1 965), Devlet Gizli Polisinin bir yankısı olmaktan çok Japon
dilindeki ve k ültüründeki o "büyük " tutkusunun eleştirisidir. Her şeyin
olduğu gibi, bir hafta sonu dinlencesinin de " saygıdeğer büyüğü " olabi­
lir. Özellikle, gençlerin ve kadınların dilinde. O takısı, böylece ça, sake
vb. içkilerin ayrılmaz parçası olmuştu r. O kadar ki, " Oça" ( saygıdeğer
çay) denilmezse, kimse anlamaz çay istendiğini. Ayrıca, saygıdeğer
çay'ın sunulduğu bir yerde çay istemek de görgüye pek uygun sayılmaz.
Görgü kurallarına göre, Oça varsa zaten sunulur. ( § 54) İstemek görgüye
sığmaz.

1 33
DÜRT - J A PO N TOIU:SI

44. G Ö R G ÜY E U YG U N DAVRA N I Ş LAR

Her toplumda görgüye uygun davranışlarla uyulması gereken görgü ku­


ralları (etiket) arasında, az çok bir ayırım güdülür. Ancak Japon kültü­
ründeki hızlı değişmelere karşın ideal kuralla günlük davranış arasında
gözle görülür bir uçurum yoktur. Günlük hayattaki davranışlar, yabancı
ölçülerle son derece tutarlı, görgülü ve " öteki insana" saygılıdır. Genel
bir yargı olarak çoğu yabancı gözlemciler, Japonların ince düşünceli, öl­
çülü, kısacası, görgülü insanlar olduğunda birleşirler. Sözgelişi, Japon
toplumunda "dikenli tel " kullanılmaz. Büyükbaş hayvan sürülerini belli
bir a landa tutmak için Yeni Dünya'da icat edilmiş ve modern savaşlarda
düşmana engel olsun diye kullanılmış olan bu " uygarlık" aracı, Japon­
ya'da hayvanlara karşı bile kullanılmaz. Ayrıca, "geçilmez " , "yapılmaz,"
türünde olumsuz sınırlamalar yerine; neyin-nerede-nasıl yapılacağını bil­
diren genellikle olumlu bildirimler dikkati çeker. Japonlar, bir yol kavşa­
ğında "geçilmez " yerine, hangi yolun " geçilir" olduğunu gösterirler. Tu­
valetlere ve pisuvarlara sigara ve izmarit atılmaması için, " s igara içil­
mez" yerine " kü l tablaları" koyarlar. Sigara içilebilen bir yerden içilme­
yecek bir yere gereken " söndürme kuruları" bulundururlar.
İnsanına ve kamu düzenine böylesine saygı lı bir toplumdaki " görgü
kuralları" yerine, "görgülü davranışlar"dan söz etmek belki de daha ye­
rinde olabilir. Ne var ki dünyayı şaşırtan bu karmaşık görgü kuralları
için d ünyaca tanınmış, zengin bilgi kaynakları vardır. ( Bkz. ]apanese
Etiquette, [22. baskı] 1 97 8 ) Anca k çağdaşlaşma süreci içinde kimi ku­
rallar h ızla aşınıp değişirken; kimi kurallar, zamanın a kışına d irenen sü­
reklilikler gösteriyor. Bu türden kura l ve davranışlar birkaç başlık a ltın­
da toplanabilir.
( 1 ) Temizlik : Yerleşme merkezlerinin, mekansal çevrenin ve kişinin
bireysel temizliği sürmektedir. Kentin, kasabanın her alanı ve sokağı
günlük olara k temizlendiği gibi, her Japon insanı günlük olarak yıkanıp
temizlenir. Evinde banyosu olmayan, mahalle hamamına gider. Çamaşır
ve giysi değiştirir. Cebine ve çantasına remiz bir mendil koyar; o men­
dille yalnız terini siler. Burun silmek çok ayıptır. Yıkıcı güçlerin tanrısı
Susanô'nun burun temizliğinden yaratı lışı a n ımsanıyor. (§ 24) En sıcak
ve nemli yaz aylarında ter (ren ) kokusu d uyulmaz, en kalabalık trenler­
de bile. K ültürel temizlik düzeyinin yadsınmaz bir göstergesi de kağıt
paraların temizliğidir. Para, buruşturulmaz, kıvrılmaz, cebe konmaz,
avuçlanmaz. Çünkü üzerinde birlik-ba rış-uyum ( Va ) s imgesi Prens Ş Ô ­
TOKU'nun resm i vardır. Alışverişlerde, a lıcı ve satıcılar birbirlerine ön­
ce en temiz paralarını seçerek verirler. Parayı çoğu zaman elle tutmazlar,
özel durumlarda kağıt para sepetine, tepsisine koyar ya da zarf içinde
sunarlar.

1 34
� 44 C0RG0YF U Y G UN Dı\\/Rı\NIŞI .,\R

Bir ya bancın ı n evine giren Japon antre (genkan ) de durur ve bekler.


'

Ev sahibi kendisine " yukarıya buyur" dediğinde, içerde giyilecek terlik­


ler konuğun önündedir. Ayakkabı çıkarılır terlik giyili r. (Resim 62-2)
Tuvalette giymek için "su yol u " ( WC) markalı özel hizmet terlikleri var­
dır. Tatami ( hasır kaplı) döşemelere terl i k le de basılmaz. Çoraplı ve çıp­
lak ayakların, terl ikten daha yumuşak ve temi z olduğu varsayıl ı r. Yemek
düzeninde i lke olarak, her türlü yiyecek ve içecek ayrı bir kapta sunulur.
Masada, yerde kırıntı ya da süprüntü görülmez. Yemek tepsisi ve sera­
mik kap kacak toplandığında sofra temizliği de yapılmış olur. Geriye kı­
rıntı kalmaz.
Ev yemeğine geleneksel olarak kimono ile oturulur. Yemekte bir şe­
ye uzanırken, kimono'nun geniş ağızlı kolu sol elle sıvazlayıp topl a nır.
Geniş ağızlı kollar, kimono tipi giysilerde cep görevini de görür. Anah­
tar, cüzdan, mendil, defter, gözlük vb. kişisel şeyler, kimono'nun torba
gibi sarkan kolunun ucundadır. Japon insanı, k işisel eşyasını kimono
kolunda, çantada, torbada ya da özel bir bohça (çıkın) içinde taşır. Ra­
hatça sağa sola bırakır. Unutur ama kaybolacağından korkmaz.
(2) Selam ve saygı: Günlük hayatta en çok d ikkati çeken davranış­
lardan birisi belden eğilerek verilen selamdır ( Ocigi) . Eskiden yalnız
tanrı imparatoru selamlamak için yapılan tek yönlü secde (Saikeirei)
hareketi yer i n i karşılıklı selamlara bırakmıştır. Japonlar, birisine sesle­
n irken (f<_eigo ) , merhaba (aysatsu) derken, h a l hatır sorarken, günaydın
( ohaya gozayumasu) l aşırken, özür d ilerken (sumimasen) , tanışma sı­
'

rası n d a birbirine ad kartı (meişi) s u na rken, ayrılırken (sayonara),


telefonda " al o " (nıoşi-moşi) ya da en sıradan bir evet (hay) derken bile
selam verirler. Selam, yalnız başla değil, bedenin belden yukarısı yavaşça
öne d oğru eğilerek gövdeyle verili r. Eğilmenin derecesi 1 5°-45° arasında
değişir. Eskiden 60°-90° lik selamlar da varmış. Genellikle ve kurala gö­
re, selam verilen kişi ve aynı derecede eğilerek, aldığı selama selamla
karşılık verir. Görgü kuralı selamlaşan kişilerin birlikte ve aynı derecede
eğilmelerini gerektirir. Ancak kişilerden birisi ilk selamda daha fazla
eği lmişse, ikinci üçüncü denemelerde, eğilme derecesini karşılıklı o larak
dengelemeye çalışırlar. Tam bir denklik sağlanıncaya kadar, hacıyatmaz
gibi birkaç kez eği lip doğrulurlar. B u yolla yinelenen selamlarda, göste­
rilen saygıda karşılıklı bir teşekkür anlamı da saklıdır.
Hokkaidô Adası'nın Samani kasabasında bir motel; çimento fabri­
kasında ve kıyı koruma beton şantiyesinde çalışan genç işçil er, topl u
kaldıkları ucuz konuk (yemekli pansiyon ) evinde aynı kurall a rı uygulu­
yor; birbirlerini, evdeki yabancıları ve ev sahiplerini yukarıdaki k ur a lla­
ra u ygun olarak selamlıyordu - koridorda, banyo kapısında karşılaşın­
ca, yemek masasına otururken ya da masadan kalkarken.
Japonlar, kişisel görgü ve terbiyelerini yabancılara, başkalarına,

135
DÖRT - JAPON TORESI

gruplara ve kalabalıklara saygıl ı olmakla gösterirler. Sözgelişi, sessiz bir


tebessüm, görgülü bir davranıştır. Çünkü i nsana özel bir sunudur. Oysa
gülmek, özellikle sesl i bir kahkaha az görülen az duyulan bir olaydır.
Birkaç türlüsü vardır:
a ) Vahaha, erkekçe, yürekli bir kahkahadır (Ovarai).
b ) Ohoho, kadınca, edilgin bir öhö-öhö 'diir (Taka-varai).
e ) Ehehe, genç kızların sıkılganlık, çekingenlik anlamı taşıyan
utangaçl ı k kıkırdamasıdır (Tere-varai) .
u ) Uhuhu, çirkin, s insice (snobça) b i r k ıhkıhtır (Şinobi-varai).
i ) İhihi, a laycı, şeytanca bir kihkihrir.
Japonların sesli güldüğü ( bağırdığı) genellikle pek duyulmaz. Ancak
bir iye (aile) grubu o luşturdukları zaman ve başkalarını rahatsız etmeye­
ceklerinden emin oldukları durumlarda, sake ( içki) sofralarının ve içkili
şölenlerin ortalarında bol bol ve rahatça gülerler - hep birlikte yürekten
gülerler (bureiko ) .

Kuru 44-1
KAD I NA SAYG I
HonşD Adası'ndan Hokkaidô Adası'na gece seferi yapan Towada Moru feri­
botundaki yerimiz, d ö rt kişilik kuşetli bir kamara idi. Kamarot, içerd eki d u ­
rumu kontrol e t m e k için, b i z i k ı s a b i r s ü re koridorda bekletti. Sonra yerleri­
m izi gösterdi. Çı ka rtılmış ayakka bı la rdan, yol a rkadaşlarımızın h a n ı m old u k­
ları n ı anlad ı k. Ranzalarına çıkıp yat m ışlard ı . 4 - 5 saatlik yol boyu nca, rah at­
sızlık bir yana yüz yüze bile gelm e d i k. Biz u ya n d ı rıldığım ızda, h a n ı m lar çok­
tan ç ı km ışlard ı .

(3) Hediye A lışverişi: Kişilera rası ilişkilerin belki de en canlısı,


renklisi, hediye a lışverişi Omiyage'dir. Evlenme, doğum ve ölüm gibi
önemli aşama törenlerine çağrılanlar k uralca bir hediye götürürler. Ar­
kadaş ziyaretlerine b i le -Türkçe deyimiy le- " eli boş" gidilmez. Küçük ,
basit b i r hediye y a önceden alınmış b i r hediyenin karşılığı ya d a yeni b i r
hediye alışverişi turunun başlangıcı sayılır. Bu geleneğin ağırlığından,
aşırılığından çoğu zaman yakınırlar fakat uygulamasından kendilerini ala­
mazlar.
Yabancı gözlemciler, Japonların görgülü bir davranışa, bir mektuba,
bir hediyeye yazıyla teşekkür ermediğini eleştirir. Oysa, en küçük ilgi ve
hediyelere fazlasıyla karşılık verirler de bu işi sessizce, bell i etmeden,
sanki h içbir şey değilmiş gibi yapmayı seçerler. Yabancı dildeki mektup
ve kartlara genellikle geç ve güç yanıt verdi kleri doğrudur. Ama bunun
nedeni, eşdeğerde, özenli ve kusursuz bir yanıt için zaman kazanmak is-

136
§ 4-1 GORGÜYE UYGUN DAVRANIŞLAR

temeleridir. Konukevinde çalışan bir görevliye verdiğiniz " yazbaşı " he­
diyesinin Japonca teşekkürünü ertesi sabah sıcağı sıcağına alabilirsiniz.
Oysa, size, sizin dilinizde yazmaya çalışan bir dostun cevabı 1 -2 ay geci­
kebilir. Yine de b ir-iki yanlış vardır; ama geciktirilmiş özenl i yanıt kişiye
verilen önemi, değeri yansıtmaya çalışır.

Kuru 44-2
C ENAZ E TÖR E N İ N E G ÖTÜ R Ü LE N Ç İ Ç E K VE ÇİÇEGE TEŞEKKÜR ...
Tokyo'daki ü n iversitelerd e n birin d e öğretim üyesi olan bir d ostum u n a n n esi­
nin cenaze (toprağa verme) töre nin e çağrılmak o nu runa e riştim. " O nu r" diyo­
rum; ç ü n kü, küllerin m ezara konulması yaln ızca aile üyelerin i n (oğul, kız, da­
m at ve gelinlerin) katıldığı özel bir uçi (biz-bize) töre n idir. Yabancılar genel­
likle çağrılmaz. Kanazava B u nko'daki törene, görgü kurallarına uygun bir de­
met çiçekle fakat yarım saat kadar geç u laşt ı m. Aile üyeleri çocuklar, damat­
lar ve gelin ler gazino gibi kapalı bir yerde (be n i) bekliyord u . Yola ç ı ktığım ha­
berini almış olmalıyd ı lar. Mezara s u n ulacak çeşitli saygı öğeleri a rası n da bir
demet kırçiçeği d e hazı rlan mıştı. G etird iğim çiçeği ön ce sanki görmezlikten
geld iler. Hiçbir şey demedile r. Ama kendi çiçekleri yerin e benim getirdiğim çi­
çeği mezara koyarak teşekkürleri n i d i le getirdiler - sanıyorum.

(4) Sessizce Özür Dileme: Geleneksel Japon görgüsünün ana kural­


larından birisi de günlük davranışları n güze ll ik ilkel erine uygun olması­
dır. Japonlar, çarpıcı ve gürültülü ( kolayca d uyulur-görülür) güzellikler
yerine sessiz ve derinden duyulan güzell ik leri yeğ tutarlar. Sözgelişi, ko­
nuşan, çalışan, bir şeyle ya da kişiyle birlikte görünen kişiyi rahatsız
edeceğini sanan Japon, belli bir el-kol hareketiyle özür diler: Sağ kol, el
sıkacakmış gibi dirsekten ileriye, yürünen yöne doğru uzatılır, parmak­
lar bitişik ve ileriye dönük tutulur. Sol el, kesecekmiş gibi, sağ bileğin
üzerine doğru inip kalkar. Baş da sol elin hareketin i vurgulayarak izin
(destur, yol ) isteyen sağ elin hareketine sessizce dikkat çeker: " Bağışla­
yın, acelemi affedin, hoşgörünüze teşekkür ederi m " anlamlarına gelir.
Yolda, kalabalıkta, araçta, gürültülü yerlerde, sözle ya da yüzle özür di­
lemenin güçleştiği yerlerde sık sık kullanılı r.
Japon görgüsü ü zerindeki bu kısa özetten sonra belki de söz, büyük
çay ustası OKAKURA ( 1 944: 1 6) 'ya bırakılabilir.
" Görgün ü n ana kuralı, beklenenden daha çoğunu yapmamaktır. "
İşte b u güzellik i lkesinde görgü sanat olur, sanat d a görgü ! Batı estetiği
de " Azın güzel olduğun u " söylememiş midir?

137
DÜRT - J:\l'ON TORFSI

Kuru 44 - 3
YOLCU U G U R LAMA TÖ R E N İ
To kyo Merkez Garı'nda, o rta yaşl ı b i r m üd ürü y a da i ş arkadaşları n ı uğu rla­
yan kalabalık bir grup ... Yolcu tam o rtada, uğu rlayanlar iki üç a dım kad a r
uzakta düzgü n bir ya rım çember oluşturmuşlar - yolcunun çevresinde. Tek
tek sırayla yolcu nun ö n ü n e gid ip selamlaşıyor; karş ılıklı bir iki şey söylüyor
sonra yarım çemberdeki yerlerine dön üyorlar. Görgüsel anlamı: toplu uğurla­
mada tek tek herkese eşit bir özgü rlük sağlamak olabilir. Böylece, herkes
uğu rladığı yolcuya kendi kişisel iyi d i leği n i söylemek, ya nıtını almak olanağı­
n ı buluyor. Ötekilerin etkisinde kalmad an. B azı hanımların gözleri yaşlı gibiy­
di, uzaktan bakınca, ağlıyorlardı sanki.

4 5 . MATS U R İ N E D İ R , N E D E G İ L D İ R ?

Japonların günlük hayatında hemen her hafta, bazen haftada birkaç kez
gözlemlenen b i r olaydır, Omatsuri! Batılılar Matsuri'yi Katoli k l erin
Karnava/'1arına, Almanların Fasching'lerine, Meksikalıları n Fiesta'ları­
na benzeterek "festival" ( bayram, şölen, tören ) demişler. Kuşkusuz,
Matsuri'nin bütün dünyadaki türlü bayram ve şölenlere benzeyen evren­
sel nitelikleri vardır ama yalnızca kendine benzeyen özellikleri de pek
çoktur. Bu yüzden matsuri'yi, başka bir olaya benzetmektense, "mats u ­
ri " olarak anıp a nlatmak belki daha doğru olabilir.
Matsuri, anlam ve deyim olarak, " ta nrı çağırmak", tanrının önün­
de, hizmetinde bulunma ktır. Japon hayatında 8 0 bin ya da sekiz mil­
yon (yaoyorozu) tanrıdan, önemli birisinin sayılıp okunması, a nılıp
on urlandırılmasıdır. ( ÔNO Şokyô 1 96 8 : 1 2) Öylesine Japonlara özgü
bir olay ki Currie ( 1 978:20) adlı a raştırmacı, " Matsuri'nin sırrını bütü­
nüyle çözen, ruhunu kavrayan kişi Japonların dünya görüşünü de a n la ­
m ı ş sayılır" diyor. Gerçi kendisi b u sevdadan çoktan caymış ama baş­
kaları hala deniyor. Törensel Matsuri'de şu ana öğeler var: Önce M iko­
şi, elle taşınır boyda, küçük yaldızlı, renk l i bezemeli bir iki tonluk bir
cinca ( ma bet, türbe, derga h ) modeli omuzda taşınır. Yangın tulumbası
gibi, iki uzun taşıma koluna ya da tekerlekli bir a ra baya bindirilmiştir.
Geleneksel Matsuri giysili ( beyaz-dar iç donu, happi tipi ceket ve beyaz
a lınbağı) delikanlı erkekler, Mikoşi'yi b u l u n d uğu Cinca'dan a lıp belli
bir yol (güzergah) üzerinde dolaştırıp yen iden Cinca'ya getiriyor. Mat­
suri'ye i lgi duyan kalabalık, yol boyunca Mikoşi'nin taşınması ve tanrı­
nın çağrılması törenine katılıyor, törenseli dıştan destekliyor, kaval ve
davullarla. Çan ve zillerin sürekl i çalınışı Matsuri'ye tempo tutuyor.
Gençler, yaptıkl arı kutsal görevin , izleyici toplu l uğun duygusal desteği

138
§ 45 !l. !ATSURİ NEDİR, NE DE(;I L D İ R?

RESİM 45: Saidici Tapınağı'nda Kannon Tanrısı'nı anma töreni. Gençler, rahibin attığı iki demir parçasını
elde etmeye çalışıyor. Bulan, hayat boyu mutlu olacak!

ve kutsal Sake'nin giderek artan etkisiyle kend ilerinden geçiyor, vecde


geliyor. Matsuri, gençlerin hayatla, ha yatın gizemi ve sevinciyle dolup
taşması, sarhoş olmasıdır. Çağrılan tanrıya sunulan içki ve meyvelerin

1 39
DORT - .JAPON T(mrsı

çoğunu gençler kendi aralarında paylaşır. Matsuri'nin geçtiği yollar ve


uğradığı d uraklar da kutsanmış sayılır. Oys a , benzeri toplu msal olay­
larda gözlemlendiği gibi, Matsuri, gençlerin toplumsal görev ve yüklere
a lıştırılması törenidir. Matsuri'ye katılan, kendisini izleyen toplulukla
birlik olduğu ( o lacağı ) gerçeğini yaşar. Matsuri'nin eğitici ve hayata ha­
zı rlayıcı işlevi, asıl matsuri yanında, daha k üçük yaştak i gençlerin, ço­
cukların taşıdığı daha ki.i çük boydaki hafi f Mik oşi'lerde görül ü r. Ergin­
ler ise, yerinden oynamayacak kadar ağır, büyük ve hantal Cinca'ları
( s imgesel olarak topl uluğun, topl umsal varlığın tüm yükünü ve ağır so­
rumluluklarını) taşırlar. Matsuri töreninde, bazı aşırı davranışlara izin
verilmesi , top lu ms a l yasak ve sınırların geçici olarak kaldırılması, Mat­
suri'yi Batı'daki Fasching'lere ve Fiesta 'lara ( Bkz. Paz 1 99 0 : 44-4 5 )
benzetenleri destekler niteliktedi r. Matsuri şölenlerine katılanlarla k at­
kıda bulunanlar evlerindeki tanrılara, geleneklere bağlı a ilelerle, Mat­
suri'ye katılacak yaşta delikanlı oğulları olan aile babalarıdır. ( Resim
3 0-l ) Halkbil imci MİYAMOTO, olayı şöyle özetler: " Matsuri, toplu­
luğun bir toplantısıdır! "

Kuru 4 5
OMATSURİ
Kitakami, Tô hoku (kuzeydoğu) bölgesindeki Mo riyoka kenti güneyinde kü­
çük bir kasabadır. Sanat festivalleriyle ü n l ü dü r. Unda Rabin adlı Batılı bir
dans yazarı, Kitaka m i (kuzey tanrısı) kasabasında katıld ığı bir Matsu ri'yi şöy­
le a n latıyor:

Ertesi sabah 9 'd a ziyaret yerindeyim. Kalabalık yok. Ama p rogram


tam zamanında başladı. Her grup tek tek tanrı evi n e geldi, özel
d ansların ı yaparak rah ibin d u rd u ğu merd ivene yaklaştı. Geleneksel
içkiler sunuldu. Be lgeler dolaştı elden ele. Ve sonra çıkıp gittiler, bir
b ir. Ü ç saat boyunca be lki 7o'ten fazla grup törensel geçide kat ı ldı.
Bu, iç içe girmiş, giysi, davul, m üzik v e dans geçişiyd i. O kada r az iz­
leyici o kadar çok oyuncu vardı ki katılmacı ola ra k vard ım tad ı n a ...
Yoruldum ama tükenmedim. Akşam 5 . 3o'da, program bir Onikembai
gösterisiyle son b u lacaktı. 150 kadar dansçı katıldı. Ana yola yayıl­
d ı lar. Mekan birden, korkun ç m askelerle, kırmızı ve s iyah giysili
oyuncularla doldu. H e p birlikte son dansı yaptılar. H ayret ve h eye­
canla dolan halkın önünde. Bu m atsuri bir dans d eğil, en eski Ja­
ponya'n ı n canlanması, bugü n e seslenişi bugü n ü kucaklamasıyd ı,
sanki.
Kaynak: TJF Center News, Vol. iV, No. 5 , Ekim 1979 , s. 2- 3 .

140
§ 46 İNSı\Nl.ı\R, l\ÜYÜKl.ER VE KAivl İ l .ER

46. i N SAN LA R , B ÜY Ü K L E R VE KAM İ L E R

Günlük dua: Kuzeydoğu ( Tôhoku) bölgesinin Tayva-çô İlçesi'nde çeltikçi­


lik yapan VAK Ô San, sabah çok erken saatte, yıkanmış, traş olmuş ve te­
miz giyinmiş olarak geldi; kendi odasının kapı pervazı üstündeki yüksekçe
bir gömme dolaba konmuş olan " Butsudan" ( Buda rafı) önünde askerce
selam du ruşuna geçti; iki kez saygıyla eğildi, ellerini iki kez çırptı; sonra
bir daha eğildi ve bir şeyler söyledi. Bu, Şintô olarak doğd uğunu ve belki
de Budist olarak öleceğini söyleyen aile başkanının sabah duasıydı. Tümü
beş on saniye sürmüş sürmemişti. Ancak evindeki yabancı konuğa, dinin
ve duanın günlük hayattaki yerini göstermeye yetmişti. Butsudan (Buda)
dolabında, iki vazo sarı çiçek ile bir tabak dolusu taze meyve görünüyor­
du. Mihrap loş hatta biraz karanlıktı. Derinde bir dizi kursal simge ve
renkli sanat nesnesi parlıyordu. ( Bkz. Resim 4 8-3)
Butsudan belki de yanı ltıcı bir addı. K utsal "Buda-rafı " a nlamına
geliyord u . Oysa VAK Ô a i lesinin tüm atalarını ( daha doğrusu ölmüşleri­
ni) simgeleyen bir kami-dana idi. Aslında temiz giysiyle yapılan bu bağ­
lılık ve saygı törenseli, Budist töreninden çok Şintô (geleneksel h a l k ) tö­
resine uygundu. Kültür olgusunun birleştirici gücü ve büyüsü, en eski
halk i nancı olan a taya tapma uygulamasını Buda rafı ile ne güzel bütün­
leştirmişti. Çiftçi VAK Ô San, güne başlarken, atalarını saygıyla selamlı­
yor, onları onurlandırıyor, günlük çalışma ve ça balarında atalarından
kendisine ve ailesine yardımcı olmalarını istiyordu. Evdeki kutsal dolap,
mahalledeki türbe ya da cinca, ulusal parktaki en büyük CingCt önünde
de yapılsa, bu d uanın özü bir "ataya tapma" törenseli idi. Dua edilen,
sığınılan varlık ailenin ölmüşleriydi. Soyun toplumun kendisiydi. (Resim
48-5)
K utsal saydıkları ö lmüşlerine Japonlar " Kami" ( i nsan-üstü) , belki
daha doğrusu, üstün insan derler. MORİ Masao ( 1 967), " Göçebe-Atlı­
lar Devleti " başlıklı tarih eserinde, "Kami" kavramının Kaman ve Şa­
man'dan gelmiş ola bileceğin i ileri sürüyor. Ö lenler Kami olur, yüksek
bir saygınlık ve güç kazanır ama her zaman tanrı olmazlar. Tanrılarla
kamiler arasında karmaşık bazı ilişkiler vard ı r. Tan rı da, kuşkusuz, insa­
nüstü bir simge ( kanıi)'dir. Ama her kami ( üstün insan), tanrı olmayabi­
lir. Buda, üstün insan olarak karni ile özdeştir. Buna karşılık, Tanrıçası
Amaterasu yüksek bir Ô nıi-kami'dir; ama insanca duygu ve tutkular­
dan bütünüyle arınmış değildir. Söylentiye göre, yalnız bir karni olan
Tanrıça, kendisini ziyarete gelen evli kadınları [erkeklerinden] kıskanır­
mış. İşte bu yüzden insan, ölü ata, kami ( ü stün insan) , Buda, Tanrı ve
Tanrıçalar arasında karmaşık bir katmanlaşma ( hiyerarşi ) olduğu, ol­
ması gerektiği söylenebilir. Ama, kimin üstte kimin alt katta olduğu her
zaman bell i değildir. Tanrılar da insanca duygu ve tutk ularla bağımlı gi-

141
DORT - J A l'ON TOR FSİ

bidir. Yaşaya n insan, bu sıralamanın ortalarında, merkezinde yer a lmış


görünür.
B u belirsizliğin bir nedeni kami bolluğudur. Japon Pantheon'u
(Tanrılar Beldesi)nda kaç tanrı olduğu kesinkes belli değildir. Ama halk
d ilinde söz vardır: " İuaşino atamama şincin kara!" ( Hamsinin kafasın­
dan bile kanıi olur) a nlamına gelir. Ara sıra, b u belirsiz çokluğu dile ge­
tirmek için " 8 8 milyon kami" den söz edildiği duyu l u r. Ancak Japon
tanrılarının sosyoloj ik gerçeğini iyice kavramak için, Profesör OKAZA­
Kİ Takaşi gibi bir tarih bilginiyle Kiyüşıl Adası'ndaki Dazaihu kentine
gitmek ve kentteki Tenınıangıl 'yu ziyaret etmek çok yararlı olabilir.
Temmangıl Anıtı, eğitimci, filozof ve bilge kişi SUGAVARA Miçizane
onuruna yapılmış ünlü bir Cingı?dur. Bi lge insan SUGAVARA, Japon
i nancında b i r eğitim tanrısı (Kami, tencin ) olmuştur. Konuya b u açıdan
bakıldığında durum aydınlanıyor: ünlü bir asker ölünce savaş kanıisi,
ünlü ozan şiir kanıisi, ü n l ü hekim sağlık kamisi, ünlü ressam sanat ka­
nıisi; İmparator Meici, i mparatorların lwmisi ( üstün varlığı) olur. İşte
halk inançları ve Japon çoktanrıcılığı ile ilgili bu gizemi çözdükten son­
radır ki Japon kültürü ve töresi biraz olsun aydınlığa kavuşur. Bu a y­
dınlığın a l acakaranlığında, Şikoku ( Yeşil-Maviler) Adası'nın içdeniz kı­
yısı boyunca uzanan mor dağlarda AKAHİTO Hitomaru ve SOTORİ
Hime gibi ünlü şiir kamilerin i n ozanca seslenişi yankılanır:
Dağlar, dağlar
Yüce dağlar
Sizlere benzer
Nice insanlar.
Güçlü ya da güçsüz, ü n l ü ya da ünsüz olsun Japon insan ı , kendisini
kami atanın soyundan gelen bir yolcu o l a ra k a lgıla r. Kendisi de yaşa­
yıp gidecek fak a t yeryüzündeki çaba ve başarılarıyla anılan, sayılan
bir kami ( üstün insa n ) o lacaktır. Başka b i r deyişle, her Japon insanı,
tanrı ( Kami) olmak yolunda i lerleyen ve tanrı ( Kami) soyundan gelen
bir varlıktır. " 8 8 milyon tanrı " deyimi de buradan kaynaklanmış b i r
inanç olabilir. Japonya n ü fusun u n 8 8 -90 m ilyon dolayın da o l d uğu
geçmiş yıllarda, her d uyduğu J apon kamisini defterine geçiren y a b a nc ı
bir a raştırmacı, yüzler ve binlerce karni adı yazdıktan sonra yorulmuş
ve bir gün sormuş olabilir: " Peki ama yaşayan karnilerin tümü kaç ta­
ne? " B i lge Japon, doğruya çok yakın bir yanıt vermiş " 8 8 milyon ! "
demiş. Bununla, Japonya'daki her insanın " Tanrılar yol u " nd a yürüyen
bir yolcu o l d uğunu, bugün değilse yarın karni olacağını söylemek iste­
miş olabilir. Karnilerle i lgili i na nç ve uygulamaları içine a l a n gelenek
ve göreneklerin bütününe Japonlar kısaca " $ İNTÔ " (Tanrılar yolu ) di­
yorlar.

142
§ 47 ŞİNTÖ: T:\N!ULAR YOLU

K uru 46
"KO N U K LAR I M IZ TAN R I LA R I M IZ D I R!"
Ünlü bir ses sanatçısı olan M İ NAMİ Harou (5 5 yaşları nda) sahneye çıktığın d a
seyircilerini şöyle selamlar:
Okyaku sama-va (Ko nu klarımız
Karni sama desu! tanrı !arı m ızd ı r!)
Buradaki tanrı karni, Osmanlıca "Müşteri vel i nimetimdir" sözündeki velini­
met (besleyen , koruyan, yaşatan) anlamına ge lmekted ir.

47. Ş İ N T Ô : TAN R I LA R YO L U

İnsan, üstün insan, kanıi özdeşliğinin simgesel bir kanıtı, kanıiler için
yapılmış Cingit' larda b ulunabilir. Şintô geleneğini izleyen ziyaret yerle­
rinin ( cinca = dergah) arkasında, kanıi evleri vardır. Tanrıevi, 20-28
kadar ahşap direk üzerine oturtulmuş, tek katlı, tek oylumlu tek bir
oda ya da yurttur. Cin caların baş yöneticilerince yılda tek bir kez açılıp
temizlenen bu yerlerde, genellikle, kutsallık simgesi olan ayna b u l unur:
Tanrıça Anıaterasu'nun torunu Niningi'ye verdiği üç kutsal s imgeden
birisi olan ayna! Japon töresinde ayna gibi k utsal sayılan simgeler ge­
nellikle kapalı ya da örtü l ü tutulur. Kutsal simgelere bakmak töreye
uygun olmadığı için, Kami evine girenler başlarını, gözlerini kaldırıp
tanrıya bakmazlar. Ve tabii, bakmadıkları için de Kami'yi göremezler.
Oysa, kutsal simgeye baka bilselerdi, bakmalarına izin veril seyd i, ne
göreceklerd i ? Futagava kasabasındaki Şintô Cinca sının baş yöneticisi '

olan TAMURA San kendisine sorulmayan bu soruyu şöyle y an ıtladı:


" Başımı kaldırmadığım için (Kami'yi) hiç görmedim. Ama orada bir
kami [ k utsal varlık] o l d uğuna inanıyorum. " Allah'ın her yerde hazır
bulunduğuna ve her şeyi görüp bild iğine i n a nan bütün Müslümanlar
için son derece bildik ve kolay anlaşılır bir Tanrı kavramıdır bu! Müs­
lümanlar, hiçbir yerde göremedikleri Allah'ın her yerdeliğine; Japonlar
ise görmedikleri Kanıi'lerin tanrı evinde oturduğuna, var olduğuna ina­
nırlar.
Şintô: Tanrılar yolu, bir tür çok (ya da tiim) tanrıcılık (politeizm ve
panteizm) yoludur. Yal nızca belli sayıda tanrılardan oluşan tek bir tapı­
nak değil, toplumun ( soyu n ) tüm ölm üşlerini içine alan geniş bir tarih
birikimidir. Her ölmüş ata'nın bir kami olması, " tanrı" kavramına gölge
düşürmüyor mu ? İşte gökten [tanrı katından] indirilmiş dinlerin, " Put­
perestli k " ya da "Paganizm " dedikleri olay budur. B u yüzden, uzmanlar
"Japon toplumunun dindar olup olmadığı " konusunda kesin bir yargı­
ya varamıyor, anlaşamıyorlar.

143
DÜRT - J A PON TÖRESİ

Başka güçlükler de var: Karniler ya da tanrısal varlıklar her zaman


gerçekten yaşamış insanların ölmüşleri değildir. Miyagi İli'nin Ocika
(geyik) Yarımadası'ndaki Tonıari Köyü'nde yaşayan MATSUKAVA'lar,
onurlandırmak isted ik leri yabancı konuklarına, şarkılı bir Daykoku
oyunu sundular. DAYKOKU, yedi uğur tanrısından b irisidir. ( Öteki a ltı­
sı: Bişarnonten, Benten, Ebisıı, Fukurokucu, Hoteyi, Curocin. ) Tan rı iki
pirinç çuvalı üstünde oturur, sırtındaki armağan torbasından dünyaya
bolluk, bereket, ödül dağıtır. İnanca göre geçmiş çağlarda, Daykokıı'yu
( hasat bolluğunu) kutlamak için, derebeyinin önünde böyle bir oyun oy­
nanırmış. Benzer örneklerde Şintô, en geleneksel bolluk-bereket ya da
hasat törenseliyle, halk oyununun ve halk sanatının b ileşimini simgeler.
İkincisi, Şintô cinca'larının ü lke yüzeyindeki dağılımıdır. Tokyo'dan
kuzeydoğuya doğru gidildikçe, Şintô inancı adına dikilmiş anıt ve der­
gahların sayısı azalır ve boyutları küçülür. Hokkaidô Adası'nın batısın­
da, Otaru-Kuçaru demiryolu boyunca " derme-çatma " deneb i lecek açık
hava mescitlerine dönüşür. D ü lger çatkısına benzeyen küçük, yal ın To­
rii'ler arkasında, Matsuri şöleninde taşınan kukla lardan çok daha kü­
çük boyda, çeyiz sandığı büyüklüğünde cincalar görülmüştür.
Üçüncü bir sorun hanelerdeki öteki kanıilerdir. Bunların en ünlü leri,
mutfak kamisi, kuyu (çeşme) kamisİ ve tuva let kamisi olarak üç tanedi r.
Bu karniler, adını taşıdıkları yerlerin temizliğini sağlarlar. Kentlerdeki
altyapı (su ve kanal) tesislerinin yaygınlaşmasına paralel olarak b u son
iki tanrıya inananların şimdi çok çok azaldığı; ocak ( Kôcin-sama) kami­
sine bağlılığın ise, azalmakla birlikte şimdili k sürdüğü gözlemlenmiştir.
( Dore 1 973: 329-3 0 ) Bu üçlüye ek olarak, evlerdeki kamidana (tanrı)
raflarında, (uda levhaları bulunabilir. Fudalar daha küçümen tanrıların
adları, ikonları ve s imge leridir.
Japonların bütün tanrılara ti.imden inanmaları beklenmez. Fakat ai­
le ya da kişi, belli bir kanıi'yi bir kez seçip ona bağlanmışsa, b u i lişkiyi
sürdürmeye çalışır. Japon insanı dış dünyayı ikiye ayırma eği l i mindedir.
(Ta blo 47) Bizimkilerle öteki ler olarak:

TABLO 47
İ NSAN İLE KAMİ ARASI N DAKİ G İ Rİ

Bizimkiler Ötekiler
Uçino-rno Yosornono

1
1 1
1 1
Bizi m ki ler BEN Yakın karni Uzak karni
1 "On " 1 "Giri " 1

1 44
§ 47 ŞİNTÖ: TANRILAR YOLU

Kişi, dış dünyanın bü­


tün insan ve kami'leriyle
giri ilişkisine girmek (on­
lara bağlanmak) zorunda
değildir. (§ 1 03 ) Ama eğer
girmişse bir kez, bu ilişkiyi
sürdürmeye ça l ışmalıdır.
Sürdüremezse, bu davra­
nışı bir tür sözünden dön­
mek, yemininden caymak
gibi yorumlanabilir. İnsan­
l arın kami'lerle i lişkisi de
böyle görünüyor. Kişi her
kamiye boyun eğmek zo- RESİM 47: lse'de Amaterasu'yu ziyaret.
runda değildir; ancak han-
gi kamiyle giri'ye girmişse bu i lişkiyi sürdürmek zorundadır. Giri i lişkisi,
düzenli ziyaretler yapmayı ve hediye sunmayı gerektirir. Şintô cinca'larına
yapılan kami ziyaretlerinin bu dünyada erişilebilecek esenlik ve sevinçle;
Budist tapınaklarındaki Hotoke (öli.i ) 'ye yapılan duaların ise " öteki dün­
ya"daki huzur ve gönençle i lgili olduğu söylenmiştir.

Kuru 47 -1
"BİZ JAPON LAR, Ş İNTÔ D OGAR, B U DİST Ö L Ü R Ü Z!.."
N isan (1977) ayında, N ara dolayında otobüsle yap ı la n bir " K ü ltür Gezisi" s ıra­
sında, O rtadoğu l u Müslüman bir ko n u k, gezi grubuna Şintô ile B u d a gele­
n eklerin i açıklayan re hber han ıma "Siz Şintôist m is i n iz, yoksa Budist m i ?" di­
ye sord u . Genç h a n ı m , hiç d üşünmeden yanıtla d ı : " B iz Japonlar, Şintô d oğa r,
Budist ölürüz; yılda iki kez d e H ı ristiyan ların N oel'i gibi hediye alıp veririz. İs­
lam'dan da b ir şeyler öğrenm eye h azırız."

Şintô (cinca) ziyaretlerinin dünyanın güncel sorunlarına yönelik ol­


duğu söylenmişti. Savaş sonrasında ( 1 950'lerde) Narita D ağı'ndaki Fudô
miyô ôcinca'ya yapılan toplu ziyareti bir toplumbil imci şöyle anlatıyor:
" Grubun yöneticisi uyardı : Derdi dileği olmayan geride k a lsın, bi­
zimle gelmesin, dedi. Fudo'nun önüne vardığımızda, bazı kişiler el ele
tutuşup titreşmeye ve d e d uyulur sesle dua etmeye başladılar:
Evlere dirlik ve düzen.
- İşyerimizde k azanç ve para.
- Meslekte [sanatta] en üstün başarı! . .
" B u sırada e n öndekilerden birisi cezbeye tutuldu. Kami adına ko-

1 45
DÜRT - JAPON TÜRESİ

nuşmaya başladı: Japonya savaşı yitirdi. Yitirdi ! Karniler yas tutuyor: Fa­
kat ü lke yeniden yükselecek, Kmni'ler Japonya'nın geleceğini görüyor . . . "
Şinrô ziyaretlerin i n en büyüğü, belki de Güneş Tanrıçası Amatera­
su'nun İse'deki Büyük Cingü'suna yapılanıdır. ( Bkz. Kutu 4 7-2)

Kuru 47 -2
iSE C İ N G Ü'SU N U Z İYAR ET
Amaterasu'nun İse CingO'su, iki dağın ortasında gür ve duru akan isuzu l rma­
ğı'nı n kıyısında, yüce servi (Tsugi) ormanları içinde kurulmuş. Servi ağacından
yapılmış bir köprüyle geçiliyor kutsal yakaya. Sağda, ormanın içinde yükselip
gökte dalgalanan tek bir J apon bayrağı tüm kon uma egemen; sahne, İ kinci Sa­
vaş'tan sonra kaldı rıldığı söylenen "Devlet-Şi ntô"yu düşündürüyor. İse'de iki
CingO var. Birincisi doğal güçlerin ana kaynağı olan Amaterasu Ômikami; i kinci­
si, besin, giyim ve konut gibi evrensel (maddi) gereksinmelerin tanrısı Toyuke­
no Ôkami. Amaterasu Ômikami'ye giden yol boyunca Torii'lerin altından geç ili­
yor. Yollara beyaz renkli, i ri d en iz çakılı serilmiş. Düzenli ayak sesleri d uyuluyor.
Uzayan yol, bir yerde genişleyip nehir kıyısına varan bir alan oluyo r. Ziyaretçi­
ler, lsuzu ırmağı kıyısında topla n m ışlar, törensel bir "arınma" banyosu yapıyor­
lar. Sonra rehberli ve bayraklı grup la r çakıllı yolda yeniden ilerliyor. Yüce servi­
lerin çevrelediği küçük bir alanda yol birden tüke niyor. Solda, taş bir merd iven
ve basamaklar. Ü st sahanlıkta servi ağacından küçük bir Torii yükseliyor. To­
rii' nin arkasında bir buçuk katlı küçük bir CingO. Ci lasız, çivisiz, boyasız, ot çatı­
lı ve saçaklı yalın bir Okyanusya yapısı. CingO'n u n hemen arkasında, yükselen
yenisinin çatısı görünüyor. Gruplar ve kişiler Tanrıça'ya olan bağlılıkları nı yineli­
yor sonra dönüş yolundan ilk köprüye geliyorlar. Tüm ziyaret 1-2 saat sürüyor
ve başladığı gibi sessizlik içinde bitiyor. (Bkz. Resim 26-11 ve Resim 26-12)
Sesli dua yok, cezbeye kap ı lan yok. Hacı ların yüzünde bir m utluluk, arın­
ma, tazelenmiş yaşam gücü ve inanç var. Yaratıcı'nın ziyaretinden güvenle ay­
rı lıyo rlar. G ökte dalgalanan bayrak, " B u sabah siz Japonya'yı ziyaret ettin iz!"
d iyor; "Güle güle" d i liyor. Ahşap köprü n ü n öte yakasında sıralanmış evlerin
ka pı larındaki pirin ç sapından örülmüş Şimenava'lar, kutsal d ü nyad an, gün­
lük d ü nyaya dönüldüğü n ü simgeliyor - İse'd en ayrılanlara. (Bkz. Resim 4 7)

48. B U DA, B U D İ Z M V E B U D i STL E R

Buda (Buddha) 'cılık adı verilen din, M Ö VI. yy'ın ikinci yarısında Hin­
distan'ın Nepal yöresinden yayılmaya başlamış dünyaya. B i r zaman
Batı'da kuşkuyla karşılanmış a ma ku rucu GAUTAMA ya da ŞAKA­
MUNİ (Şakaların Bilgesi ) gerçek bir insan ! Başlangıçta soyut simgelerle
anlatılan Buda, MS 1 . yy'da, bugünkü P a k istan'ın Taksila ( İslamabad )

146
.:İ -IS BUDA. BUDİZ.\I \il' BLJJJİSTI.l'I(

ve Gandhara ( Peşaver) yörelerinde güçlü ve zengin b i r yontu sanatının


konusu olarak görü lmüş. Bu dizm, Hint'ten Çin-Hindi'ne, Çin'e ve Ko­
re üzerinden Japonya 'ya u laşmış MS VI. yy'da. Heian ve Kanıakıtra
dönemleri boyunca adalara yayılmış, benimsenmiş. İkinci bir sanat ve
kültür akımı olarak gelen Zen (Zan) Budizm ile yeni güçler kazanmış.
Tokugava (Edo) döneminde devletin resmi dini olmuş ( Bkz. Meydan
Larousse: B ııddha ue B uddhiznı. ) Meici yenilenmesi Budizmin yerine
yeni bir " Devlet Şintô " s u koymak istemiş ama tam başaramamış.
Budizm, kurucu Siddharta Gautama'nın öğretisi olan iki dogmaya,
dört gerçeğe ve sekiz yola -ya da kural veya i lkeye- dayanıyor. Bunlar
Ta blo 4 8 'de özetlenmiştir.

TABLO 48
B U DİZMİN İLKELERİ
(Orta yolu bulmak için)
İki Temel Öğreti Dört Temel Gerçek Sekiz Davranış İlkesi
• ı st ı ra p evrenseldir • Doğru bilgi*
• Hayat d eğişi m d i r • Doğru niyet
• ıstırabın kaynağı arzula rd ı r • Doğru söz
• Doğru davra n ış
• Arzu lardan kurtulmak için • Doğru kazanç
• B u d a l ı k doğald ı r • Doğru çaba
• Orta yolu izlemek gerek • Doğru yorum
• Doğru tutum
Kaynak: BOK 1 980.
* Doğruyu Buda öğretir.

Ancak Japon Budizmi, gelişme aşamaları boyunca, Batı'daki mez­


hepleri a n ımsatır biçimde 56 ya da 28 kadar tarikata ( Suha) bölünmüş­
tür. Bu sayı, savaş sonrasında 1 56 'ya yükselm iştir. Dışardan bakıldığın­
da, bu kollar a rasında bir alt-üst ilişkisi ( hi ye ra rşi) varmış gibi görünür.
Görünüş yanıltıcıdır! Yerel tapınaklar, töresel ( feodal) beylerin güven ve
desteğini kazanmak için birbiriyle yarışmak, özel ödünler vermek, sü­
rekli bölünmek, değişmek, gelişmeye ayak uydurmak zorunda kalmış­
lardır. Öyle ki bugün -8 ya da 88 milyon Kami'yi a nımsata n- " 84 bin
türlü Buda öğreti s i "nden söz edildiği duyulur. (HORİ 1 974: 1 6 ) Bir öğ­
retinin 84 bin çeşidi varsa onun birlik ve bütünlüğünden nasıl söz edile­
bilir? Ayrıca Budizmin, H ıristiyan (Katolik) Papalığı'na benzeyen bir
merkez örgütü, yetkili kardinalleri, sözcüleri, resmi kitapları da yoktur.
Bu y üzden Japon Budizmi, daha ilk yy'lardan başlayarak geleneksel
halk dininin i n a nç ve uygulamalarıyla uzlaşmak; varlığını sürdürmek

1 47
DOllT - J.-\l'ON TOllESİ

ıçın de belli toplumsal işlevlerde uzmanlaşmak durumunda kalmıştır.


Bugünkü Japon Budizminin en anlamlı toplumsal işlevleri : ( a ) cenaze
kaldırmak ve ( b ) ölü ruhunu anma ( Oban, urabon) tören leri düzenle­
mektir, denebilir. Ünlü bir İngiliz araştırmacı, Japon Budizminin uzman­
laşmasını ve ölülerin "Budalaşmas ı " n ı şöyle özetliyor:

Meici Yenileşmesi 'ne değin tüm cenaze kaldı rma işleri Budist ra­
hiplerce yapılmıştı. Bugün de yaşamları boyunca Bud izm diniyle
hiç ilişkisi olmamış Japonlar, Budist törenseline göre roprağa ve­
rilir. Budist ailelerde, ölmüşlerle ilgili tabletler (ad levhaları), ha­
nedeki özel [Butsudan] Buda ra fının önüne konur ve ölüler "Bu­
da" ("Hotoke-Sama ") diye anılır. Bu çağrı, bildiğim kadarıyla,
Japonlara özgü ve açıkça Şintô geleneğine öykünen bir olgudur.
Şintô ölüleri doğrudan karni ya da üstün-insan olurken -"Tanrı"
demek belki biraz a bartma olur- Budist ölülerine daha küçük
bir ad san verilmesi doğrusu ya pek h akça olamazdı. Bu yüzden
Budist ölülerini de " Buda " diye anmak gelenek olmuştur. Böyle­
ce, halk bilincinde ya da halk dilinde, Buda'lık Kami 1i k 1 e hemen
'

hemen eş anlamlı ve eş değerlidir. ( El iot 1 95 9 : 1 85 )

Önemli bazı durumlarda, "Kami-hotoke" (Tanrı-Buda) ikilisinden


birlikte yardım istenir. Ama çaresiz, umutsuz kalındığı zaman " Kami mo,
hotoke nıo nai" ( Ne Kamisi ne de Budası) [ va r yoksulun] derler. Türkçe­
deki " Allah'ın sevmediğini Peygamber sopayla kovalar" anla mında bir
sözdür. Böyle durumlarda tek umut: Cigokude Hotoke ( Buda'ya cehen­
nemde rastlamak)'dır. Olacak şey değil ama ancak o kurtarır. Kurtuluşu,
Buda 'nın cehenneme gitmesine bağlayan ileri bir umutsuzluk!
Budizmin törenleri, giysileri, çiçekleri, mumları, tütsüleri, törensel­
leri Katolik k ilisesine oldukça benzer. Oysa, dogma ( inanç ilkeleri) açı­
sından Budizm, Hı ristiyanlığın mezheplerine hiç benzemez. Budizmin
yolu, inanç yolu değil, bilgi ve aydınlanma yoludur. Budizmin esenlik
yolu, ülküsü, kişinin kendini bilmesi, yenilemesi, geliştirmesidir. Amaç,
sonrasız bir hayat ( varlık) değil, evrim ve gelişmeni n son aşaması olan
Nirvana'ya (Japoncası: Nehan'a ) yani hiçliğe, h içliğin kararlı, değişmez
mutluluğuna ulaşmaktır. Budizm, i lke olarak, bilgisizlik ( cehalet) ve
tutkulu a rzulardan kaynaklanan bir varoluşun " kötü " olduğunu öğre­
tir. Bu ilkeye dayanarak, Evren'in en yüce yaratıcısı olan Tan rı'nın va ro­
luşunu bile dikkate almaz. Brahmanlıktan Budizme geçmiş kimi tanrısal
varlıkları yadsımaz. Ama bu tan rı l a r, Hotoke değin önemli değildir. Bu­
dalar, kusursuz kutsallığa (esenliğe-mutl u l uğa) ulaşmış insanlardır. Bu­
dizmin bu ilkesi, Hıristiyanlıktan çok, geleneksel Şintô 'nun Kami kavra­
mına yaklaşır. Bu nedenle Japonlar, kendi Kamileriyle Buda arasında

1 48
ı; 48 BUDA, ııunız:-.,ı VF BUDiSTLER

karşılıklı bir özdeşlik kurabilmişler - Eliot'un ( 1 95 9 ) yukarda değindiği


gibi ! Oysa Şintô çoğu zaman bu dünyanın sevinçli işlerine ( Bkz. Kutu
47- 1 ) , Budizm ise daha çok " öteki dünya " n ın kederli işlerine yönelik
görünür. Gerçekten de yıllık Oban (Ataların ruhlarını karşılama) Bayra­
mı'nda, herhangi bir Budist tapınağına gidenler, tören ağırlığının ölüm
o lgusunda toplandığına tanık olabilir. { Kutu 48) Ancak yaygın Budist
imgesine hiç uymaya n büyüsel işlevler de vardır.

KUTU 48
B U DİST TAPI NAG I N DA OBON G ECESİ
Tôkaidô (Pasifik a n a kıyı yolu) üzerin d e 3 -4 bin n üfuslu küçük bir kasa badaki
iki B u dist tapı nağından biri: Şôginci! 35 0 kadar aile üyesi var. 4 Ağustos 1 9 7 8
akşamı, saat 8 .
G eçen yıldan bu y a n a yakınlarından birini yitirmiş ailelerden 3 0-3 5 kişilik
bir grup gü nlük ev giysileriyle tapı nağın toplantı salonunda oturmuş sessizce
bekliyordu. Evin d e kon u k bulunduğum rah i p, Oban törenine katılmama izin
verdi. Tören, küçük bir davulla tutulan "tik-tak" temposuyla başladı. Tempo
giderek hızlandı. Beyaz cü p pesi üzerin e mor renkli ikinci bir kimon o giymiş
olan rah i p, ileri geri gid i p geliyor elindeki beyaz püs küllü tören asası ile sağ ve
solda otura n ları ritmik hareket ve sözlerle kutsuyordu. "Ô-ya, Mu-ya; Ya-ô, Ya­
mu ... " gibi sesler çıkarıyord u. Genç rah i p yard ımcısı da küçük d avulla ritim tu­
tuyor, başıyla ve güleç yüz h a reketleriyle kon ukları selamlıyordu.
Küçük çocuklar öbekler arasında sağa sola koşup oyalanıyor. Büyüklerden
sigara içenler, gözlerini kapamış uyuklar görünenler var. 'Tik-tak' birden d urdu.
Topluluk giriş kapısı yanı ndaki sunak önünde yeni bir toplanma d üzeni aldı, bir
ağızdan dua etti. Rahip yeniden söz aldı. Bir köşede tek başına oturup not tutan,
fotoğraf çeken yabancıyı tanıttı. Japonya'ya niçin geldiğini tap ı nakta ne yaptığın ı
anlattı. Törene katılanla r, t e k tek d ö n ü p başlarıyla yabancıyı selamladılar. "Hoş
gelmişsiniz" der gibi. Rahip, o gün yabancı konukla birlikte yaptığı Haçiman
(Şintô) ziyaretine d e değindi. Şintô-Budizm ilişkileri üzerinde de önemli, olumlu
_
sözler söylüyordu ki - beklenmedik bir şey oldu: Yaz gecesinin nemli s ıcağında,
tapınağın açık kapı ve penceresinden yayılan sözlü ritmin çağrısına dayanama­
ya n Semi (Ağustos) böcekleri, birden coşkulu bir konsere başladılar:
"CıR, C ı R R R , ... C I R rrrrr"
Doğal Koro'n u n gücü ve kararlığı önünde rahip önce sustu; sonra -sanırım­
geceki son sözü böceklere bıraktığın ı söyleyerek töreni kapattı. Katılan lar bu ka­
rarı pek beğendiler; doygun yüzlerle arabaların a binip tapınaktan ayrıldılar.
Oban G eces i'nin renkli m üzikli Katolik ayinlerini a n ımsatan özellikleri yan ın ­
da, Afrika yerlilerini a n d ı ra n sanatsal bir yal ı nlığı ve Asya göçebelerine ben­
zeyen büyüsel bir Şamanizmi vardı . Kurgu, yap ı m ve uygulama J a po n'd u .

149
DÖRT - \APON TOR F.Si

( 1 ) Tokyo'nun Asakusa yöre­


sinde, "NİÇİGEN SOŞİD Ü " diye
bil inen i.inlü bir Budist tapınağı
vardır. Buda imgesinin yerleştirildi­
ği yapıya çıkan merdivenlerin önü­
ne bir " y üzkez taşı" konmuştur.
Ö z e l b i r d e r d i , d il e ğ i o l a n l a r,
l OO'lük bir iplik demetindeki ser­
best uçları tespih çeker gibi tek tek
s a y a r a k , taşın b u l u n d uğu yerle
merdiven başı arasında 1 00 yol gi­
dip gelirler. Her yolculuk sırasında
Buda 'nın önünden geçerken eğilir,
k ıs a b i r d u a o k u r l a r m ı ş ( D ore
1 95 8 : 332), dileklerinin gerçekleşe­
RESİM 48·1 : Cizô-Bosatsu: Yol-Yolcu Tanrısı. ceğine inanarak.
Çocukların koruyucusu. (2) Japonya'daki e n y aygın ve
en sevilen tanrılardan bi risi Cizô­
B osatsu (yol kenarı) tanrısıdır. Yolları ve yolcuları korur. Saçını başını
Geyşalar gibi özenle yaptırmış (sarm ış-taramış) kimi genç k adınların,
Niçigen Soşidu tapınağındaki Cizô tanrıyı su i le yıkadığı, fırçayla silip
temizlediği, bedenini ovduğu, sevip okşadığı görülür. Yaygın inanca gö­
re, Cizô simgesinin başının okşan­
ması başağrısına, ağzının ovulma­
sı d iş ağrısına iyi gel irmiş.
( 3 ) Tapınakta çeltik tanrısına
adanmış bir Hasat (İnari) ziyareti
de vardır. İnari, çeşitli meyve, k ı­
zartmalar ve beyaz porselenden ya­
pılmış tilki sunularıyla hemen he­
men örtülür. Porselen tilkiler, yakın
çevredeki bir dükkandan satın alı­
nabilir. Bizdeki "Tuz Baba " sunağı­
na benzer.
(4) Geniş bir kayaya oyulmuş
ve " Ku rbağa Höyüğü" (Kaeru-zu­
ka) diye anılan bir ziyaret yeri daha
vardır. Sunak'taki meyveler ve piş­
miş topraktan yapılmış k urbağalar
RESİM 48·2: Buda geleneğine uygun Japon bir tepe gibi yükselir. Ziyaret yerle­
mezarı. Kişi gider adı-sanı kalır. O da, saygı ve
ziyaretle yaşatılır. Ölüler Tanrı, tanrılar Buda
rinin onarılması için açılmış yardım
oluyor. Mezar taşına, kişinin kalıcı adı yazılıyor. kampanyasına katkıda b u lunmuş

150
§ 49 "' HALK DiNİ'"

kişilerin adları g iriş yoluna asılmış


bulunan tahtadan levha ve kağıt fe­
nerlere yazılmıştır. B u adlardan an­
laşıldığına göre, tapınağı ve ziyaret­
leri destekleyenler arasında "Su-ti­
careti " (Mizıı-Şôbai) yapan ünlü
patronlar bile yer almaktadır. Su ti­
careti için ( Bkz. § 3 8 ) .
( 5 ) Biva G ö l ü ' n d e k i kutsal
Çik ubuşima Adası ' n d a b u l unan
Budist tapınağında Şamanca bir
i y i leştirme ( teda v i ) u yg u la m a s ı
vardır. Yaşlı başlı kişiler, giriş kapı­
sındaki Tanrı (Buda) büstünün al­
nına ve yüzüne sürdükleri beyaz
beze sarılı top gibi bir nesneyi son­
radan kendi alın ve yüzlerine de
sürürler. Büyüsel, Şamanca bir ota­
ma ! (tedavi).
Bu örneklerdeki büyüsel işlem­ RESİM 48-3: Japon evinde Butsudan (Buda
rafı, dolabı); mihrap ya da evdeki dua köşesi.
ler, Japon Budizminin cenaze kal­ Mezar-mihrap benzerliği. Matsukava ailesinin
dırma ve ölü ruhları onurlandırma evi. Tomari Hama Köyü (Miyagi, Tôhoku).
işlevlerindeki uzmanlaşması yanın-
da Şintô'ya benzediğini de yeterince gösteriyor. Din tarihçisi HORİ ( 1 974:
83-139), Budizmin, Şintô'daki animistik ilkeler ve Şamanistik uygulama­
larla karışarak bir Nembutsu -Arık Dünya- Okulu ( Côdokyo) inancına
dönüştüğünü söyler. Yoşida Köyü'ndeki Budist rahip, tapınağın toplumsal
işlevleri konusunda tutarlı örnekler verdi, köyün yabancı onur konuğuna:
a) Tapınak ta b i r hoş geldin çağrısı düzenledi,
b ) Eşini ve annesini, konuğu karşılamaya ve uğurlamaya çağırdı,
c) Konuklara yemek ve yol armağan ları gönderdi .
Toplumun konuğuna i lgi göstermekle kendi toplumuna gereğince
saygılı davranmış oldu. ( Zen Budizm için ayrıca Bkz. § 5 9 )

49. "HALK D i N İ "

Kültür İşleri Kurumu'nun ( 1 972 yılı) raporuna göre, çeşitli dini kurum
ve örgütlere üye b u lunan Japonları n toplam sayısı, ülke n üfusunun iki
katına yaklaşıyor. ( Tablo 4 9 ) B u sonuç her ergin Japon'un en az 2-3 dine
üye olduğunu gösteriyor. Öyleyse, Japon i na ncında dinin hiç ayırıcı ol­
madığı söylenebilir. Din ve inanç konusundaki b u söylenceler, Japon di-

151
DOHT - J A l'ON TÜRFSi

n indeki karmaşıklığı yeterince yansıtmış olabilir. Ne var ki karmaşa gün­


cel bir olay deği l ! Bu yüzyılın başlarında Kadı Abdü rreşit İbrahim Efen­
di'yle görüşen Prens HİROBUMİ şöyle d iyormuş:

"Hangi d inden olursa olsun bir Japon'un asıl yolu (mesleği, mez­
hebi) Japonluktur. " ( Bkz. Berkes 1 976: 253 ) Yine Berkes, Japon­
ya'daki kısa süreli gözlemleri sonunda şu doğru yargısını da dile
getiriyor: "Japon dilinde, din ve milliyet eş anlamda kullanılı­
yor. " "Doğan Güneş " in son yüzyılını yazmış olan Ailen ( 1 979 )
" XX . yy Japonyası'nın dini bell i değildir" diyor. Haklıdırlar.

Toplumbilimsel araştırmalar tartışmalı sonuçlar veriyor; "Bir dininiz


var m ı ? " sorusuna " evet" yanıtı verenlerin oranı yüzde 30, " hayır " di­
yenlerse yüzde 70'tir. Ancak " bir dinim var" diyenlerin yalnızca d örtte
biri dini bir faa liyete katı lırken; " Herhangi bir dinim yok ! " d iyen çoğun­
luğun yüzde 70'i (yüz Japon'dan hemen yarısı) " d inin önemli olduğ un u "
düşünüyor. (Tablo 49- l )

TABLO 49·1
D İ N LE R VE D İ N DAR LAR: 1 978
Dinler Yandaşlar
Ş intô 98 milyon
B u d izm 88 m i lyon
H ı ristiyanlık 1 milyon
Ötekiler 14 milyon

Toplam 2 01 milyon
Kaynak: SJK, Religion in Japon 1980:5.

TAB LO 49·2
JAPON LAR I N D İ N İ : 1 9 7 3 ARAŞTI RMAS I
Sorular Evet (%) Hay1r (%)
" Dininiz var m ı?" 30
125
70
1
J 70

1
"Dini çalışmalara katılır m ı s ı n ız?" 7,5

" Din ö ne m li mi?" 49 - -


Kaynak: Ulusal Etnoloji Müzesi üyesi Profesör ITO'dan alınan 1 9 5 8-73 bilgilere göre.
1978 araştırması da bu Tabloyu doğruluyor. Bkz. SJK, Religion in Japon, 1980: 37.

152
'i 49 " H ALK D İ N İ "

Din etnologu HORİ İçirô, Japon kültüründeki bu karmaşıklığa kısa­


ca " halk İnancı " ya da " halk dini " diyor. Büyük bir zenginlik ve çeşitlilik
gösteren bu tür inanç ve uygulamaları açıklamak oldukça zor. Halk dini
ve inançları, büyüsel işlem, batıl ya da dini inançlardan oluşur. Bunlar il­
kel d in lerin kalıntıları olabileceği gibi, kurumsal açıdan uyumlu bir dizge
(sistem) bütünlüğü de göstermezler. Bu inançlar, birçok yönden, çağdaş
dinlere girmiş, onlarla bütünsel bir görünüm kazanmıştır. (HORİ 1 95 1 :
8 - 1 0, HORİ GJC'de 1 9 77: 56-5 9 ) Halk dinlerinde, " dini" sayılmayan
animistik ( her canlıda bir ruh bulunduğunu varsayan) inançlar ve Şa­
manca ( koruyucu, büyüsel, iyileştirici) uygulamalar da vardır. Halk dini,
dini bir içerikle s ın ırlanamaz. Çünkü, kuşaktan kuşağa aktarılırken içle­
mi h ızla değişir; aza lır, çoğalır, başkalaşır. Japon halkı, belli bir dinin de­
ğil, geleneksel h a lk i nançlarının etkisi altındadır. (Tablo 49-2)

TAB LO 49-3
JAPO N LAR I N D İ N İ : 1 973
Sorular Budim (%) Yok (%)
"Aileniz hangi d i n e bağlı" 90 (?)

"Kişisel dininiz var mı?" (?) 88


Kaynak: Dore 1973: 329.
Soru: On kişiden dokuzu "Ailemin dini Budizm ama ben dinsizim" diyor. Din,
bir aile kurum u mu?

Dore'nin ( 1 973 : 3 2 9 ) anket sonuçları da bir " halk dini" tanımını


destekler n iteliktedir. (Tablo 49-3 ) Tokyolu Japonların y üzde 90'dan ço­
ğu, aile dinlerinin " Bu d izm" olduğunu söylerken, yaklaşık yüzde 90'ı
kişisel dini olmadığını dile getiriyor. Japon halk dininin açıklaması belki
de böyle bir çelişkide aranabilir. Japonların Batılı anlamda d i ndar bir
toplum olmadığını söyleyen gözlemcileri destekleyen kesin bir s onuç.
Belki de Batılıların düşündüğü anlamda bir Japon dini yok. Ama Japon­
lar değişik i nanç, tutum ve ilkelerin tümüne sanki k utsalmış gibi saygı
gösterirler. (Seidensticker HT] 1 978: 1 96-7)
O kadar ki " Biz dindarız, inanıyoruz" d iyen bir topluluktan bile da­
ha fazla bir uyum, hoşgörü ve bağlılık beklenemez. Her bireyin bir tanrı
( Kami ya da Buda) olduğu ya da olacağı bir toplumda, en büyük bir
"Tanrı " var olabilir m i ? Seidensticker "Tanrısız bir dinin belk i daha da
uzun ömürlü olabileceğini " savunur. Çünkü ne kadar güçlü olurl arsa ol­
sunlar, tanrıların bazı işleri, karar ve tutumları tartışma konusu olmuş­
tur. Önümüzde -tek bir Tanrı yerine- bir " tanrılar yol u " varsa, o yolun
nereye çıkacağını izlemekten başka ne yapabiliriz k i ? K işisel bir dini ol-

1 S3
DÜRT - JAPON T()RESİ

RESİM 49- 1 : Pirinç ekimi: Toplu bir ibadet gibi.

madığını söylemekten çekinmeyen Japon b ir dosttan şöyle bir mektup


gelmesi doğal ve olağan karşılanmalıdır:

Geçen hafta pazar günü büyük ağabeyimin a i lesi (eşi ve çocuk­


ları) ile birlikte babamın mezarını ziyaret ettik. Hal ve hatırını
sorduk. " Merhaba" dedik. O ndan bizi esirgemesini istedik. Bu­
gün, babamın ölüm yıldönümü. Yine ra hibe vardık: Babam için
Sııtra ( dua) ' lar okumasını rica ettik. B u görevi yılda en az altı
kez yapıyoruz: Yeni yılda, bahara ve güze girerken, Obon'da,
babamızın ölüm yıldönümünde ve yıl sonunda! Yıl lar önce me­
zarlığa ( ka bre) giderken biraz tedirgin olurdum. Şimdi arrık
a lıştım. Yeğenlerim ise bu görevi çok seviyorlar. Onlar için gez­
meye gitmek gibi güzel bir şey!

B u törede, araya tapmanın değişen ve süreğen kalıntıları görülmek­


tedir. Atadan aslında fazla bir şey beklenmiyor; ama a i le üyeleri birlik ve
dayanışmalarını baba ruhu çevresinde sürdürüyorlar. ( YANAGAVA ve
ABE 1 978) Belki tam bu noktada, Japon halk dini geleneğin i n ikili
niteliği görülmektedir. Halk dininde i k i i nanç var: Birisi "uçi gami"
denen ortak bir "koruyucu ruh " ki belli bir aile ( iye) y a da dôzoku ( biz)
soyundan gelir. Her a i le, kendi dayanışmasının simgesi olarak belli bir
ata'nın ruhuna adanmış tek bir ziyaret yerine bağlıdır. B u ruh ve yer,

1 54
a ileyi ve kişiyi, öteki aile ve kişilerden ayırır. Görevi, tüm a ileyi baba
soyu içinde birleştirip bütünleştirmektir. Başkanın ve üyelerin görevi,
ailesinin remiz adını ( on urunu) siirdii rmekrir. İnanca göre, kader çizgisi,
aile içindeki yeri n i yitirmiş (ölmüş) kişiyi alır ara soyunun ruhlarına
götürür, kişi atalarıyla birleşmiş olur.
İkinci inanç sistemi "hito-gami" , bireysel bir karni ( tanrı )'nin, Saman
gibi bir din uzmanıyla kurduğu ilişki sonunda elde edilir. Güçlü ve koru­
yucu kişiler( l iderler), "hito-gami " ile i lişki kurarak ranrılaşabilir. Ama hi­
to-gaıni, öbür dünya için hiçbir güvence vermez. Kişi, seçtiği kami'ye gös­
tereceği saygı ve güvenle onun desteğini kazanabilir. Böyle bir sistemde,
hepsinden güçlü tek bir Tanrı'ya pek gerek duyulmaz. Çünkü kaıni'ler da­
ha üst düzeydeki kamilere bağlı, bağımlıdır. Öte yandan kişi de bir yarı
kanıi olabilir. Başka bir deyişle, her insan kanıi olarak kutsallaşabilir.
Özetle, ııçi-gami, a i le, soy sop gibi akrabalık (dôzoku) top l u lukla­
rı içinde bera berliği ve birliğin özerkliğini, öteki a ilelerden bağımsızlı­
ğını simgeler; a i le, soy sop üstündeki u l usal birliği, bütünlüğü ve ya­
rarları ise hito-gaıni sağlar. Uçi-gami ayırıcı, tanımlayıcı bir görev ya­
parken; h ito-gami b irleştirir, uzlaştırır. Tablo 49-1 ve 2'deki çelişik bil­
giler bu ikilemden kaynaklanıyor. Çağdaş Japon insanı, uçi-gami'ye
" evet " , hito-gami'ye " hayır" diyor. Ancak, Ş inrô dergahlarının % 8 0'i
hito-gami'lere a d an mıştır: Miwa, Kama, Haçiman gibi. (HORİ 1 974:
34-5 ) Hemen her d indeki remel konulardan biri ruhun ö lümden son­
raki ya da öte dünyadaki yazgısıdır. D o re ( 1 973 : 363 )'nin " Öl ümden
sonra hayat" olup olmadığı sorusuna ald ığı yanıtlar Tab l o 4 9 -4'te
özetlenmişti r.

TABLO 49-4
"Ö L Ü M D E N S O N RA NE VAR? N E LER O LACAK D E R S İ N İZ?"
Yanıtlar % ve Sayı
"Hiç bilemiyorum" 12
"Ölüm, h e r şeyin sonu" 34
"Bir şey yaşayacak ama ne / nasıl bilemiyorum 5
"Bir şey yaşayacak ama belirsiz biçimde" 9
"Ruhlar ya cenn ete ya cehenneme gidecek" 14
"Ce nnet cehennem yok, m utsuz ruhlar olabilir" 26
To plam % 100 kişi
Kaynak: Dore 1 973: 363 (Tablo 24)

Tablo 49-4'teki yanıtlar, dine, Tanrı'ya, ruhun ölmezliğine inanmış bir


toplum görüntüsü vermiyor. Öyleyse, Japon halk inançlarının yaptırımcı,
yürütücü gücü nereden gel iyor? Yazar ve gözlemcilerin çoğu, bu sorunun

155
DÜRT - JAPON "[ÜRESİ

yanıtını, bireyin ailesine ve töreye saygısında buluyorlar. Japon insam, ken­


di inanmasa bile, inananlara saygılıdır. İnanmış (halis) bir saygı gösterir.

K UTU 49-1
TR E N DE K İ " H I RİSTİYA N LAR"
KiyDşD Adas ı ' n ı n Ôita Kumamoto m otorlu t re n inde, kocaman bir gitar çanta­
-

s ı taşıyan ü n iversiteli bir gençle tanışt ı m . İ ngilizceyi çok az kon uşmasına kar­
ş ı n , H ı ristiyan olduğuna i nanmam için büyük bir çaba gösterdi. Beni Avrupalı­
ya benzetmiş, h atta H ı ristiyan sanmış olabilirdi. Belki de geçmişte yasal ko­
vuşturmaya uğramış H ı ristiyan bir soyda n geliyord u. O s ı ra da trene bir grup
genç daha bindi. G öğüslerin d e (İngi lizce: Jesus is my Lord) :
"HAZR ETİ İSA B E N İ M TAN R I M D I R!"
yazılı bir örnek göm lekler giymişlerd i. Yol arkadaşıma "Sizinkiler" dedim. Bak­
tı: "Onları h iç tanımıyorum" d iye yan ı tlad ı. B u n u n üzerine, H ı ristiyan olmadığı­
m ı söyledim. Gülüşerek ayrıldık. Trende belki bir H ıristiyan vardı ama onunla
bir türlü tanışamadık. Sonradan öğrendim. Meğe r o bir örnek İsa gömlekliler d e
H ı ristiyan değilmiş. Gençler (Batı) m odası olarak o t ü r göm lekler giyerlermiş!

Kimi yazar ve düşünürlerimizin hiç değişmediğin i sandığı, bize ör­


nek gösterdiği geleneksel Japon dini budur. Bu din üstüne daha pek çok
şey söylen e b i l i r, k u ş k u­
suz. Ne ki onun değişme­
diği söylenemez. Aslında
-Buda 'nın önerd iği gibi­
" sürekli bir değişme olan
hayatta " dinin değişme­
mesi mümkün m ü ? Japon
halk dinlerinin geçirdiği
yapısal değişmeler Buda
öğretisinin doğruluğunu
kanıtlıyor. Belki de a s ı l
sorun dinlerin değişip de­
ğişmediği değ i l , yadsın ­
mayan bir değişme süreci
içinde, hangi i lkelerin de­
ğişmediğidir! Japon dini
üzerindeki s o n u gelmez
tartışmalar arasında, Bu­
RESİM 49-2: Sakura (kiraz ağacı) m eyvesi için değil, çiçeği dizınin barışçı özünü ilk
için yetiştirilir. Bahar Bayramı gibi kutlanır (Matsuşima: kavrayan, k a b u l eden ve
Zuiganci tapınağı).

156
§ 49 '"l-IA l . K l l l N I "

savunan Prens Ş Ô TOKU-TAİŞİ'n in


Anayasa ilkesi VI. yy'dan bu yana
a tasözü olmuştur:
" Va o motte tôtoşi to nasu! "
(Ahenk-birlik-barış, değişmez reh­
berin olsun ! )
B u sözdeki Va, Japonların he­
nüz Japon olmadan önce anıldık­
ları " Va u l u s u " ndaki Va 'ya ben­
zer. Okul dersliklerindeki gelenek­
sel Va simgesi a rtık yeri nde kaldı­
rılmış olabilir; ama Japon h alkın­
daki Va bilinci, Va duyul ucu hala
canlıdır, yaşamaktadır. Japon halk
dinlerinin ve inançlarının ortak te­
mel i ve ü lküsü hala Va'dır. Günü­
müzün Japon'u, " Şôtoku " deyince
parayı düşünür. Çünkü kağıt para­
R ESİM 4 9 - 3 : Karatsu'da y o l kenarı Şintô larda prensin resmi vardır. Böylece
"Mescidi". Yoldan geçenler duruyor,
ölmüşlerine dua ediyor (Seidensticker 197 0:
Va, birliğin gücü ve u l u s u n varlık
12 7) . İbadet gizli değil! simgesi olur yeniden.

Kum 49-2
KON FÜ ÇYUS B İ LG E Sİ' N İ N B U DA'YA SAYG I S I
" İTÔ Ci nsai adı ndaki ü n l ü Konfüçyus bilgesi günlerden bir gün öğre ncileriyle
birlikte bir Bud ist tapınağın ı ziyaret etmiş. Buda'nın önünde saygıyla eğilmiş.
Öğrencileri sormuşlar: "Bu nasıl olabilir?" İTÔ şöyle açıklamış: "Konfü çyus­
çulukla Budacı lık birbiriyle bağdaşmaz, kuşkusuz. Fakat kuru m u ziyaret edip
de o n u n kurucusuna saygı göstermemek doğru o lmaz."
Aktaran : Dore 1 973 : 3 0 7 .

157
5
SANATLAR Ç EVR E S İ
" B U R U K AC I H U R MA TAD I "

• SANAT? SANAT N E D E G İL Kİ! - PICASSO


• G Ü Z E L İ N AD LAR I VE TATLAR I
• PİŞMİŞ TO PRAK: SOYLU G E L E N E K
• "EL YAZ I S l - RU H U N AYNAS I"
• ÇAY VE ÇAY SANATI
• YAŞAYAN SANATLAR I N KAYNAKLAR!
• BAHÇ E LE R VE ÇİÇEKLER
• YAPI LAR, ÇATI LAR VE TATAMİLER
• MÜZİK - DANS VE OYU N LAR
• ZEN B U DİZM VE SANAT
Gei-va mio tasukeru!
Sanattır h ayatı kazana n !

- J A P O N Sö zü
5 0 . "SANAT? SANAT, N E D E G I L K İ " - P I CA S S O

" Sanat ned ir ? " diye soran kişiye, "Sanat ", d iye yinelemiş ünlü Picasso,
"Sanat, ne değil k i ! " Bununla belki sanatın tanımlanamayacağını, belki
de her şeyde sanat dediğimiz, " o " şeyden, bir şeyler bulunduğunu söyle­
mek istemiş olabilir. Japonya 'daki iş-güç a n layışı, Picasso'nun b u sözü­
nü anımsatıyor. İyi, güzel, temiz yapıla bi len her iş-güç, her meslek Ja­
ponya 'da sanattır. Japon kültüründe gerçi Geicutsu ve Gigei d iye bilinen
genel sanat (sanayi, beceri, hüner, yetkinlik ve marifet) kavramları var­
dır; ama dildeki zanaat, sanat, güzel sanat ayrımları, Batı d illerinde ol­
duğu kadar kesi n değildir.
Japonlar sanarları, aldı üstlü raflara koymak yerine, yan yana dize­
rek tek tek tanımayı yeğ tutarlar. Batı dünyasına uyarak bugün bizim
" zanaat" saydığımız pek çok iş-güç Japon kültüründe soylu, saygın ve
yaşayan sanarlardır:
Bonsayi : Saksıda ağaç yetiştirme, Hanabi : Hava fişeği yapına,
Bonseki : Taştan oyma manzara, Origanıi : Kağıt kıvırma,
Zoen : Bahçıvanlık, bahçecilik, Seppuku : Yaşamına son verme,
Çanoyu : Çay töreni yapmak, Engei : Küçük bahçecilik, gibi.
Batı'daki "güzel sanat" saygınlığına özenen bir "Bicutsu" (güzel sa­
natlar) kavramı da kullanılmaktadır ( YAŞİRO Yukio 1 96 5 ) ; ama " sanat
sözcükleri -gei ve cutsu yerine- yazın ve kültür kökü olan "Bun" k avra­
mından türetilir:
Bun : Yazı, deneme, Bunka : Kültür,
Bundan : Yazar çevresi , B unkyo : Eğitim,
B ımgei : Yazı sanarları Bımnıei : Uygarlık, vb.
Geleneksel kabuki (saz-söz-oyu n ) tiyatrosunun ünlü b i r erkek
oyuncusu şöyle övünür: " Kadınlık rolünü [ benden] daha iyi yap a b i len
[kadın] yoktur! " Kadın rolleriyle ün yapmış sanatçı öylesine başarılı ki

161
llLŞ - S,\ N ı\Tl .ı\R ÇEVRESi

yıllık kadın modasın ın en özgün yaratıcılarından biri sayılıyor. Söz ko­


nusu kadınlık sanatı, Geyşa'lık değil, lwbııki tiyatrosu geleneğine göre,
erkeklerin oynadığı kadın rol leridir.
Japonların dünya görüşüne göre, İnsanoğlunun yaptığı her iş, her
şey -sözgelişi "Sepfıukıı" ( kendisini) ya da "ninct>'' ( bir başkası n ı ) öl­
dürmesi bile- sanat olabilir. Sanatın genel belirleyici ölçütü, kişin i n -ne
yaptığı değil- nasıl yaptığıdır. "Japon Deneyimi " adlı yapıtında Beli
( 1 9 73 ) bu gerçeğe çok yaklaşır. Ama onu vurgulamaz.
Ünlü KAVABATA ( 1 9 6 8 : 4 ) , sanatçı dostu AKUTAGAVA'nın inti­
harından sonra şöyle yazmış: " Ö lümden büyük bir sanat olamayacağı­
nı söyleyip d uruyordu ; [onun sözünde l ölmek yaşamaktı. " Her canlı
ölür, öldürülür. Yalnız insandır k i bilerek, i steyerek -öldürmek tutku­
suyla- öldürebilir, kendisini ya da bir başkasını. Sanat öyleyse, olayın
kendisi değil , hangi koşullar a ltında, nasıl, ne biçimde gerçek leştiğinde­
dir. İşte bu gerekçeyle kimi Japonlar, yazar MİŞİMA Yukio'nun canına
kıymasını gönülden onaylar da yazar KAVABATA'nın (gazla) intiharını
pek o kadar beğenmezler. Başka b i r deyişle, MİŞİMA'nın ölümü bir
" sanat" olayı olmuş ama KAVABATA'nınki güzel olamamıştır. Burada,
Japonlar kendilerine özgü, ince bir ayırım yaparlar: Gerekçesi n i pek
açıklamadan.
Ölümden oyunlara geçişte benzer ilkeler görülür. Renkli elişi kağıt­
larından türlü oyunlar, yalın oyuncaklar yapılması ustasının elinde ger­
çekten bir sanat olur. Origami ustası, " Penguen " kuşlarının arkasındaki
buz dağının yerine Gotik bir tapınak koyunca, arktik kuşların yerine
Katolik rahibeler çıkar sahneye. Kuyruğuna dokunulan "yeşil kurbağa "
sıçramaya başlar. İkebana, bir ev kadını sanatıdır. Evlerde, hanımların
yaptığı bir çiçek düzenlemesidir. Ama postanede, pastanede, istasyonda,
karakolda yeni yeni düzenlemelerle karşılar kişiyi, sanki " B u raya kendi
evin gibi koru , temiz tut" der ( Resim 9 8 - 1 ) .
Kıyı köşe bir lokantada çalışan genç bir garson, konuklarından öy­
lesine güzel bir tutum ve davranışla sipariş alır ki yemeğin o kadar güze­
lini, dünyada hiçbir aşçı kolay kolay pişiremez. Güzellik, yeterlik ve yet­
k i n l i k ölçütü, sanatın nasıl yapıldığında saklıdır. İDEMİTSU Sazo
( 1 978: 1 53 ) bu ölçütü şöyle dile getiriyor:
Güzellik, insanların yaptığındadır! [ Ürün değil davranış ! ]
İşte bu gerekçeyle geleneksel sanatlardan önce, Japonların güzellik
anlayışından, güzellik duygularından söz açmak belki daha yerinde bir
yaklaşım olabilir.

1 62
� s 1 ( ; CJzu İN G F LFNFKSFL A ll l :\ R I VE T:\T l :\ R I

5 1 . G Ü Z E L İ N G E L E N E KS E L A D LA R I V E TAT L A R I

Batılılar, güzel şeyleri bireysel yaşant ının algı ve duyumun yoğun luğuna
göre ayırırlar: " güzelce, güzel, çok güzel, olağanüstü , eşsiz güzel, vb."
Japonlar, güzel yaşantısının yoğu nluğu, doyumu kadar, belki daha da
çok, güzelden aldıkları tada duya rlıdırlar. Kimi zaman güzel karşısında
duygu lanıp ağlarlar. D iyalektik mantığın Ban düşüncesindeki görünür
bilinir çelişki leri gibi bir şeydir. Japon güzellik duygusundaki şibui! Çok
çok güzel şeyler, insana acı bir tat, hatta dayanılmaz bir ürperti verir:
Türkçede " korkunç güzel " deyimiyle anlatılan güzellik! Japon, iri bir
yemiş görünüşünde, tatlı bir portakal rengindeki Tra bzon Hu rması'nın
tadına benzetmiştir en güzelin tadını :
Hanı hurmanın
Buruk - acısı:
İçinde saklı sanki,
Her japon 'un renk
Biçim, güzel tutkusu.
-Yazar'ın k işisel yorumu-
KAVABATA ( 1 96 8 ) 'nın, " Güzel Japonya ve Ben Kendim" adlı Nobel
demecinde sunduğu güzelliklerde, " buruk-acı " nın tadı, kokusu vardır.

TAB LO 5 1 - 1
G Ü Z E LLİK S I FATLAR I - TATLAR !
Anlam Sıfat (Tat)
Tom u rcuğun bahara kattığı renkli, çarpıcı, gelip geçici tat Hade
Kökün topraktan aldığı tat: kalıcı, sakin, olgu n , içine dön ü k Cimi*
Ham hurman ı n t a d ı gi b i (kusurlu) buruk-acı bir tat Şibui
Hoş, temiz, d üzgün , iyi, olması gerektiği gibi Kireği
Olgun, görmüş geçirmiş, bilmiş, d ünyevi bir tat iki**
Kaynak: Condon J. ve KU RATA Keisuke (1976:40-6).
* Bkz. Resim 5 1 - 1 .
** Bkz. Resim 5 1 - 2 .

Malraux ( 1 9 7 8 : VIII)'nun "Ölümsüz Japonya " için yazdığı önsözde


değindiği gibi belki "Japon sanatında çatışma yok ! " ama Japonların en
güzel buldukları şeylerde acılık, " buruk acı " bir tat vardır. Japon sanatla­
rının güzelliği, duyulmak, duyurulmak için değil, içten içe yaşanmak, du­
yumsanmak, bir grupla paylaşılmak içindir. Japon estetiği yalnız duyum­
sal değil, son derece duygusal bir estetiktir: Biçim, renk ve duygu bütünlü­
ğü ! Budur, kısaca, Japon sanatının estetiği.

1 63
Bl'Ş - S,\NATL:\ R <,:EVRFSI

TAB LO 5 1 -2
G E LE N EKSEL G Ü Z E LLİ K ADLARI
Kavram (Ad) Anlam
Vabi D u rgun, yalnız, alçakgö nüllü, ağırbaşlı, kusurlu güzellik:
Çay soh betindeki d ostluğu n güzelliği
M i YAB İ Hoş, latif ve narin bir güzellik, zarafet, Heian dönemi için
kullanılan klasik güzellik
Şibusa/Şibumi Acı veren, çelişkili, b u ruk bir çay gibi güzellik duygus u
Sabi B i lgece, yalın, terk edilmiş, yaşlı, olgu n , güzellik (§ 59)
Yögen G izem, gizemlilik taşıyan anlaşı lmaz, büyüleyici güzellik,
"o-şey" (Noğ ve Zen sanat ı n d a)
Monono Avare Doğa n ı n kederi; acı n ı n güzelliği, sonbahardaki hüzün lü güzellik
Kaynak: TAZAVA Yutaka ve Arkadaşları (1973: 1) .

Duygusal bütünlük, gözün gördüğü, aklın kavradığı, d urağan, değiş­


mez, kusursuz bir güzellik değil, duygunun eskiden beri tanıdığı doğal bir
gizem, bir büyüdür. Zen Budizmi incelemiş olan çağdaş bir yazar, Japonlar­
daki doğa duyarlığını şöyle çiziyor:
Tanyerinde gül goncası. . .
Üstünde bir şebnem tanesi,
İşte o sularda, havanın az serince,
Şafağın sökmekte, bülbüllerin şakımah.ta olması . . .
( FROMM 1 973: 1 26 )

B u nlar, Japon kültüründe ko­


lay algılanır, her an yaşanır günlük
olgulardır. Japonların geleneksel
olarak en güzel buldukları üç şey
doğa yla ilgilidir. ( 1 ) Tepelerin ar­
'

dından doğan Ay, (2) Yağmur al­


tındaki çiçekler ve ( 3 ) Karla örtülü
b i r bayır m anzara s ı . G ü ze l l ikle
çağrışım yapan hurma, k ök, çiçek
ve " D oğa'nın hüznü " gibi ad ve sı­
fatların doğal simgelerle yük! i.i ol­
ması işte b u duyarlıktan kaynakla­
n ı r. K uşkusuz dağdan , doğadan
çokça esinlenen ama gelişigüzellik
a nlamındaki d oğallığa h iç ö zen­
RESiM 5 1 - 1 : Posta pulundaki gelinlik kız,
"Cimi" adı verilen ağırbaşlı, bilgece güzelliğin meyen bu sanatın ana i lkeleri son
saygınlığını simgeliyor.

1 64
§ 5 1 CÜ71'1.İN GFLENEKS EI . ı\DI.:\ R I VE TXrI.:\IU

derece yalın dır: Ö nce, doğa gibi,


sessiz ve yorulmaz bir yaratma sü­
reci; sonra, tüm çevresiyle sürekli
birlik ve bütün lüğe ulaşma çabası!
j apon'un yaptığı, yarattığı her şey­
de o sessiz ve derinden gelen uyum
çabasının izleri sezilir.
Bu ilkelerin uygu lama örnek­
leri, h a l k sanatı müzelerinde bol
bol sergilenen Samuray ( savaşçı)
giysilerinde gözlemlenebil i r. Çeşitli
malzeme ve tek n i klerle yapılmış
hafi f zırhlı giysilerin her birisi bü­
yük sanat eser i d i r. Savaş gereci
olara k birbirine benzeyen giysiler,
tek tek incelendiğinde hiç mi h iç
ötekilere benzemezler. Başlık üze­
rindeki boynuzlar, yüzlük üzerin­
deki gözler ve süsler, savaşa giden RESİM 5 1 - 2 : "Kinkafu" (MS 9 81). Şiir .
türkü lerden esinlenerek çizilmiş çağdaş bir
Samuray'ı, korkunç bir yaratığa
desen: "Bu akşam karımla yalnız kalınca."
dönüştürür. Başlık, yüzlük, omuz­ Ahşap baskı: Sanatçı MAKİ HAKU (Festive
luk, kolluk, bileklik ve dizlik gibi Wine 1 9 69 : No. 12).

ayrı a yrı parçalard a n o l uşan bu


giysi sanatı, savaşçıyı yalnız koru­
mayı değil , düşmanı korkutmayı
ve kaçırmayı; ö l dü rmekten çok
sindirmeyi amaçlar. Çünkü savaş
sanatı nı n amacı, yok etmek değil,
yen m e k t i r. Samuray'ın görkem i
ya n ı n d a , O rtaçağ Av r u p a s ı ' n ı n
ağır çel i k zırhlı şövalyesi , kurşun­
d a n ya da t e n e k e d e n y a p ı l m ı ş
oyunca k g i b i , küçük v e k a b a kalır.
( Resim 5 1 -3 )
Japon kü ltürüne özgü güzel­
liklerin toplandığı yerlerden başlı­
cası -ilk akla gelen müzeler değil­
bir tür y'olcu konağı olan " Riyo­
kan " lardır. Konuğun karşılanma­
sından uğurlanmasına değin, kü­
RESİM 51-3: Atlı savaşçı: Samuray. insan, at ve
çük bir kasaba Riyokan'ında ( Ya­ giysi üçlüsünün şaşırtıcı, korkutucu güzelliği.
doya da derler) geçirilen bir iki ge- Amaç, öldürmek değil, sindirip yönetmektir.

165
llEŞ - SAN:\TL\R ÇEVRESİ

R ESİM 5 1-4: Nagahama kasabası Riyokan motelinde ...


Ahşap kafes, bambu kesitleri, kağıt ve bitkiyle elde edilmiş d u rgun, dinlendirici güzellik.

ce, yitik güzelliklerin yoğun bir sergilemesidir. Konuk evi, sessiz, temiz
ve güzel bir y apıdır. Hizmet hem ciddi hem güleç yüzlüdür. Arka bahçe
özenle düzenlenmiş, oda zevkle döşenmiştir. (Şekil 5 1 -4) Konuğun iste­
d iği yemekler, birbiriyle ve besin lerle son derece uyumlu kapkacak için­
de getirilir, odasında sunulur. ( Resim 3 5 - 1 ) Sonra da yönetici gelir, yere
ilişir; yolcunun sunulan hizmetlerden hoşnut kalıp kalmadığını sorar
öğrenmek ister. O zaman riyokan olayının bir " konuk ağırlama sanatı "
olduğu daha iyi anlaşılır. Hiç kuşkusuz koca ülkede daha güzel konak­
lar, daha saygın konuklar vardır. Oysa her yolcu, mavi boncuğun o gece
kendisinde olduğunu sanır. Riyokan'ın yeşil-mavi çinilerle bezenmiş
( ofuro) banyosunda, sıcak suya girmiş olan konuk, pencere doğrama­
sından ayna pervazına kadar, her yapı öğesinin mavi-yeşi l ren kte sera­
mik (silme) çubuklardan yapıldığını, mavi-yeşil çinilerle bezenmiş oldu­
ğuna dikkat edebilir. Seramik öğelerden yapılmış bir pencere d oğraması
ya da ayna çerçevesi dünyanın her yerinde her gün rastlanabilecek tür­
den bir kültür olgusu değildir. Ama orası Japonya ' nın yüreğin de, toprak
pişirme sanatının beşiği, seramiğin anavatanı ise burada anlatılan dene­
yim gerçek olabilir.

5 2 . P İ Ş M İ Ş T O P RA K : S OY L U G E L E N E K

Sanat geleneğin i n gücü, güze l l iği ve d eğeri yalnız yaşıyla ö lçülseydi ,


J a p o n seramik sanatlarına en eskisi (en soylusu ) demek k uşkusuz u y -

1 66
} Sl l'lŞ\ l i K TOl'Rı\ K : SOY I .U GEI .FNFK

gun ol urdu. Seramik (ya da Al­


manca keramik ) , en genel tanı­
mıyla, çok eski bir toprak pişir­
me sanatıdır. Japon Adaları'nda
yaşamış ataların b u sanatı 5 - 6
b i n y ı l önce ( Cômon döneminde)
başlattı k l a rı b i l i n i yor. Serami/<.,
fayans v e porselen, toprak pişir­
menin artan ısı derecesiyle elde
e d i l e n değişik ü r ü n lere verilen
teknik adlardır. Pişirme fırınının
ı s ısı 900- 1 000° C'ye ç ı k tığında
kiremit, tuğla ve testi benzeri k ı r­
m ız ı ç a n a k l a r, 1 1 00- 1 2 0 0 ° C ' de
fayanslarla-çiniler, 1 4 0 0 - 1 5 0 0 °
C arasında porselen çeşitleri elde
edilir. Pişirilen toprak, kum (si­
lis ) , k i l ( kaolin ) ve k i reçtaşı ( ka/- RESİM 52·1 : Ninsei Usta'nın Kiyôto'ya ü n , onur
kazandırmış bir vazosu. Pişmiş toprak üstüne
1<.er) karışımıdır. Pişi rme (yakma) altın ve gümüşle bezeme tekniği.
ısısı yanında, seçilen toprak har­ Çarpıcı, kolay, Batı beğenisine uygun güzellik.
m a n ı n d a k i k u m/k i l /k i reç oranı
da pişen toprağın, cam, tuğla, Ytong, sera m i k , fayans ya da porselen
mi olacağını belirler.
Japonlar, Yayoi (çeltik ) kültürüyle (MÖ 3 00-MS 3 0 0 ) , Çin'den ya
da Kore'den gelen yeni yapım tekniklerini çabuk öğrendiler ve kısa za­
manda bu sanatın en güzel örneklerini verdiler. Ancak Japon seramik
sanatlarının bağımsız gelişmesi, Momoyama döneminde ( 1 5 73 - 1 6 1 5 )
başlamış " Çay" sanatıyla birlikte v e ünlü çay ustalarının y a k ı n deste­
ğiyle gerçekleşmiştir. İlk Japon porseleni, 1 61 6 yılında, Saga İli'nin Ari­
ta yöresindeki kaolin ( kil) yatakları bulunduktan sonra üretilmiş. SA­
KAİDO Kakiemon 'un başarılı ilk denemelerinden sonra Hizen bölge­
sindeki fırınlarda h ızlı bir gelişme görülmüş ( 1 624- 1 64 4 ) . İmari lima­
nından yüklendiği için Batı'da " İmari" çanağı olarak da tanınmıştır.
Ancak yapım tek n iği öteki yörelere de yayıldıktan sonradır k i b u sera­
mik " Kolwtani" adını almıştır. Kiyôtolu N OMURA Ninsei Usta, piş­
miş toprak yüzeylerin üstüne altın ve gümüşle işleme tekniğini geliştire­
rek Kiyôto' ya ün kazandırmış. ( Resim 52- 1 ) Kiyôto seramiğine k i m liği­
ni veren Ninsei'nin öğrencisi KENZAN Usta olmuş. Yak l aşık 300 yıl­
dan beri, çay töreni ustaları ( Çacin'ler) seramik sanatının bilirkişileri
olarak kabul edilmişler. Öyle ki, Çavan (çaydanl ı k ) -bugünkü dilde­
herhangi bir derince kap a nlamına da gelebiliyor. Çaydanlık beğenisi,
tüm Japon seramiğinin ren k, biçim ve dokusunu belirlemişti r. Bizen ve

1 67
BEŞ - SANATLAR (EVRESi

Şigaral<i diye bilinen çay takımla­


rı, k a ba saba görünüşleri yanında
sağl a m ve dayanıklı olmal arıyla
ela ü n kazanmıştır. Çay törenle­
rinde tek renkli, yalın i l kel görü­
nüşlü, bile bile çarpık, eğri kusur­
lu ya ela kırık kapların kullanıl­
ması, " raku " diye bilinen ve yal­
nız Japonya'ya özgü, eski (rustik )
görü nüşlü bir çay seram iği gelene­
ğinin doğmasına yol açmıştır. Ra­
ku, elde tutulması hoşa giden, ça­
yın rengini gösteren, s uyun sıcak­
lığını koruyan (soğutmayan) yu­
RESİM 52·2: Yahaku: Çarpık ve kaba muşak bir kilden yapılmıştır. En­
görünüşlü bir Şigaraki. "Buruk acı h u rma
düstri sanatlarının vurguladığı gü­
tadı" veren yalın, kusurlu bir güzellik: Şibumi.
zellik ölçüleriyle " k a ba saba "
"yavan " bir ürün! A ncak ünlü bir
ustanın imzasını (mührünü) taşıyan kiiçiik bir raku ( Roberts 1 97 1 : 34-
6) fincanına bugün birkaç yüz milyon lira arasında değer biçilmektedir.
( Bkz. Resim 52-2 ve G üvenç, Çağ 1 9 8 3 )

5 3 . " K İ Ş İ N İ N F I R ÇA S I K İ Ş İ L İ G İ N AYN AS I "

Japonlar " Kişinin fırçası k işiliğin aynas ı " derler. " Kişiyi işinden tanı, sö­
züne aldırm a " anlamında bir deyim. Bununla, Japonlar, " kişi fırçasın­
dan y a da çizgisinden belli olur" demek isterler. Ünlü bir D oğu bilgesi ­
nin, kendisine öğrenci olmak isteyen delikanlıya, " Hele b i ra z konuş k i
seni tanıyayım " elemesi gibi, Japon insanını n kimi kimliği, yeteneği, kişi­
liği, fırçasından anlaşılabilir. Çanak çömlekçilik en eskisidir ama yazı
( fırça-çizgi) geleneği öteki sanat ve becerilerin en büyüğü, en saygımdır:
Yazı fırçayla yazılır, resim fırçayla yapılır, i mza fırçayla atılır, i pekli do­
kuma fırçasıyla boyanır. Japon şiiri, salt bir ses söz sana tı olmaktan çok
bir yazı-fırça sanatıdır. Şiir, söylenmez yazılır, d in lenmez okunur. Gözle
varılır şiirin tadına, güzelliğine.
Nobel kazanmış KAVABATA ( 1 96 8 : 74) , " Güzel Japonya ve Ben
Kendim" adlı denemesinde, " Benden anı olarak bir şeyler yazmamı iste­
yenlere Rahip D Ô GEN'in ya da Rahip MY Ô E'nin bir şiirini yazarım "
d iyor. ( Bkz. § 42)
Kuşkusuz her sanat gibi, "Şodô " adı verilen yazı sanatının da genç
yaşlarda başlayan, yaşam boyu süren, kendine özgü bir eğitimi var. Şodô
büyük boy, kalın bir fırçayla özel kağıtlar üzerine, siyah çizgiler çekerek

168
§ 5.l '· KiŞİNİN Fl llÇASl K İŞİLi(;iN AYNASI "

başlar. Yeni konuşmaya başlayan


bebeklerin anlamlı anlamsız sesler
çıkarması gibi, Şodô deneyerek,
yazıp bozarak öğrenilir. Öğrenci­
nin mekan duyarlığı, geliştikçe, el
ve fırça egemenliğini kağıda yan­
sıtma gücü a rttıkça, kağıt boyları,
fırça ve çizilecek çizgiler küçülür.
İnce fı rçaları genel likle büyükler ve
ustalar kullanır. ( Resim 53- 1 )
Yazı ve geleneksel fırça resmi
soydaş sanatlardır. Genellikle açık
renk kağıt üzerine, is karasından
yapılmış ve sulandırıl mış siyah mü­
rekkebe bulanmış fırçayla yapılır.
Hat ( ha ttat) k a m ı ş k a l e m i nden
farklı olarak, Japon fırçası elde
gevşek tutulur ve tüm bedenin bir­ RESİM 53-1 : Şo: Yazı sanatının büyük ustası
ile küçük öğrencileri.
l ikte hareketiyle ( el-bilek-kol-omuz
ve bel) çekilir. Bu yüzden yazı, yal­
nız baştaki düşünceyi değil, beden­
deki duyguları (birikimleri ve geri­
limleri) dile getirir: Japon i nsanı iç
dünyasını yansıtmak için, okulda,
okul dışında, okul sonrasında, ha­
yatı boyunca yazar. Başkalarını ya­
zılarından tanıdığı gibi, kendi yazı­
sında da kendini okumayı, yorum­
lamayı öğrenir. Yazı yazmak, öteki
geleneksel sanatlarda olduğu gibi,
" Benden içeri olan ben" le konuş­
mak, tanışmaktır. Kişinin ruhunu
yüzünde, önünde görmesidir. Tan­
r ı l ı d i n l er i n ö n e r d i ğ i " Kendini
Bi/ "mektir. ( Resim 53-2 )
Sanatçı HİROŞİGE'nin Tokyo­
Kiyôto yolculuğunu a nlatan dizi
resimleri, çağdaş yorumcular tara­
fından seçilmiş şiirlerle birlikte ya­ RESİM 53-2: Bambu'nun Zeni olmak: On yıl
yımlanmıştır. ( ÇİBA Reiko 1 978: durup dinlemeden Bambu çiz; Bambu ol!
Sonra, Bambu olduğunu unut, Bambu
49) Ozan ÇİYONİ'nin Hayku'su çizerken. Bambu'nun Zeni o lmak kısaca budur
şöyle: işte!

1 69
BEŞ - SANATI.AR c_:l'VRFSİ

Her bi şeyleri
Daha güzelleştiren
Bahar yağmuru!
- Çiyoni, R.H. Blyth'ın ( 1 952) İngilizce
çevirisinden, yaza rın Tü rkçeye çevirisi.

Kum 53
" K İ Ş İ N İ N FI RÇAS l / K İ Ş İ L İ G İ N AYNASI "
"Şova hito nari" -Japon sözü­
Yazı öğretmenim, hafta sonunda yazd ığım "güz yeli" anlamındaki alıştırmala­
ra tek tek baktı, bir iki d üzeltme yaptı. Sonra:
- "Açılmaya başladın ız, iyi. Mekan ve fırça de neti m iniz de gelişiyor. Kendi­
n ize güveniniz a rtıyor!" dedi.
Son alıştırm am ı n üstüne, kırmızı fırçasıyla iç içe iki kıvrak yuvarlak çekti ve
e kledi:
- "Güzel!"

İnsanın sorası gel iyor: "Bahar yağmuruna ne olmuş ? " Çünkü bir ek­
siklik, bitmemişlik var sanki şiirde. Oysa resim ya da yazıdaki duygu bü­
tünlüyor, şiirde duyulan eksikliği. Japon şiiri, duygu ile düşüncenin doğa­
dan kaynaklanan bir esinle birleşip
bütünleşmesi , kağıda dökülmesi,
bir anlamda resimleşmesidir. Batı
şiirinde, seste sözde, toplanan o gi­
zem, Japon şiirinde çizgidi r, çizgi­
nin akışıdır. Fırçanın tutuluşu, el­
kol-belin uyumlu h areketi, fırçanın
kağıt üzerine bastırılıp yayılması,
fırçanın eğilip doğrulması, çizginin
başlayıp bitişi, incelip kalınlaşması
-yalnız düşünceleri değil- duygula­
rı da serer ortaya. Çalgı aletlerini
konuşturan müzikçiler gibi, Japon­
lar fırçalarını konuştururlar. Bu
yüzden çizgiye, yazıya çok duyarlı­
dırlar. Güzel yazan bir Japon'un
fırçasını, el yazısını izlemek, sevilen
bir şiir ya da şarkıyı yeni baştan
RESİM 53-3: Ot biçen köylüler! Köyde tarım dinlemek gibi güzel bir deneyimdir.
görevlisi TSUCİYA Matasaburô'nun fırçası
(1707). ( Resim 53-3)

1 70
� 5> " K İ Ş İ N İN FIRÇASI K İŞİLi(;iN ,\Y NASI"

R ESİM 53-4: Hokusay'ın dalgalar altındaki Fuci Dağı.

RESİM 53-5: SÔ TATSU'ııun "Geyikleri" ve KÔETSU'nun ünlü fırça yazısı. Altın ve gümüş mürekkeple.
xvı ı . yy (AKİYAMA 1977: 1 52).

171
l\E� - S :\ Nı\TLı\I( c,:rvın:si

Dilin belleğidir yazı. Bir sözcüğü bulmaya çalışan Japon, gözlerin i ka­
par, eliyle havada çabuk bir şeyler çizer ve hemen anımsar unuttuğu sözcü­
ğü, "Şô, şi, ki " gibi çok anlamlı ses ve heceleri söyleyen kişi, hangi anlamı
düşündüğünü, hızlı bir el (yazı fırça) çırpmasıyla belirler. Gerekirse, çok
önemliyse yazar; tahtaya, kağıda ! O kez a nlaşılır dediği, demek istediği.
Yazı sanatıyla ilgili öteki bazı gözlemler § 82'dedir. Yazı ve fırça sa­
natlarının biraz daha özgürcesi demek olan resim sa natları ise, hemen
aşağıda (§ 55'te) özetlen mektedir. Ancak resim sanatının engin kaynak­
larına yönelmeden önce şekersiz içilen yeşil çayın o " buruk acı" tadına
şöyle bir bakmak gerekiyor.

54. ÇAY, ÇAY TÖ R E N İ V E ÇAY SANAT I

Önce çay! Çünkü k i m e gidilse Japonya 'da neye başlanmak istense önce
bir kap acı çay sunulur. Romantik eğilimli kimi Japonlara göre, çay ve
çay törenleri, geleneksel kü ltürün "en güzel " kalıntısıdır. Devrimci genç­
lere, gelecekçi eleştirmenlere göreyse çay, i şlevini yitirmiş, a n lamsız bir
tortu ! Toplumsal gerçek kuşkusuz, bu iki ucun arasında bir yerlerde ol­
malı. Halk dili, güvenilir bir seçici olarak, " Çayı eksik" diyor insan dra­
mına d uyarlı olmayan kaba, bencil kişilere. ( Bkz. OKAKURA 1 944: 1 2 )
Türkçesi, " Kapaksız kayna mış" y a da " Az demlenmiş" olabilir.
Çay ( Ça, ta, the, tea), Çin kamelyası ( Camellia Sinensis) diye bi linen
bitkinin kurutulmuş yapraklarından yapılan çok eski bir iksir ya da içkidir.
Kaynağı Çin olan bu bitki, ilk kez VIII. yy'da getirilmiş Japon Adaları'na .
Zen Rahibi Y Ô SAİ, Çin çayını Japonya'nın ulusal içkisi yapmış. Çay iistii­
ne yazdığı ünlü denemesinde bakınız neler söylüyor. Y Ô SAİ ( 1 2 1 4 yılları ) :

İnsan varlığının e n etkili ilacı olan çay,


uzun ve sağlıklı bir ömrün de gizemidir.
Beş organın başlıcası yürek,
tatların başlıcası acı, acıların başlıcası çaydır.
Bu yüzden yürek, acı şeyleri, acın ın tadını sever. . .
Öyleyse, sağlığını, gücünü ve ruhunu korumak için,
bol bol çay iç . . .

Ev yapımında mimarlık sanatına, ba hçe düzenlemesinden görgü ku­


rallarına, giyim kuşa m beğenisine, resimden seramiğe, yaşayan sanatlar
ve sanatçılar çay kültüründen etkilenmiş ve Japon çay harmanının bir
öğesi olmuşlardır. Öyle k i güzel tatları n en güzeli ve yücesi sayılan şibui
( h a m hurmanın buruk acısı )'de bile biraz çay tadı, çay kokusu vardır.
" Çay töreni " ( Çanoyu) ancak XV. yy'da Japon yaşamında bir değer
kazanmaya başlamış. Etkinliği günümüze değin sürmüştür. Beğenileri

1 72
§ 54 ÇAY. Ç,\Y TÜRENI VE Ç.-\Y S.-\ N ,\TI

uyuşan birkaç yakın dostun, pazar ile pazarlıktan uzakça bir köşede bir
araya gelip çay içmesi, sohbet etmesi, duyguların, deneyimlerin en beğeni­
lenidir. Eğer çay, bir çay ustasınca düzenlenmişse, gerçekten güzeldir.
OKAKURA ( 1 944: 22), " Çay bir sanattır, onun güzelliğini ancak usta bir
el çıkarı r ortaya" diyor. Doğru ya eksik! Ustalık yetmez. Konukların da o
sanatı bilmesi, gönül ehli olması gerekir. Gönül birliğine "çay töreni " de­
niyor. Türkçedeki:
G önül ne çay ister
ııe çayhane
Gönül ahbap ister
çay bahane!
Dizeleri, çayı ne güzel anlatır!
Çay töreninin ilk büyük ustası, Zen rahibi Murata CUK Ô ( 1 422-
1 502 ) imiş. Çay törenine, yalınlık ve ölçü k urallarını getiren CUK Ô önce­
ki başkent Kiyôto'da " u l usal hazine" sayılan Togudo ( adlı çayevi)'nun
mimarıdır. "Ulusal h azine" Japonların en yüksek kültür ve sanat değerle­
rini (eserlerini) ayırmak, tanımak, korumak için kullandıkları değerlendir­
me ölçütüdür. Ne var ki çayı sanat yapan kişi çay ustası SENNO RİKYÜ
( 1 52 1 -1 5 9 1 ) olmuştur. Bugün bile geçerli olan çoğu çay kurallarını ve çay
görgüsünü RİKYÜ koymuş, geliştirmiştir. Konuklarına a ltın kaplarla çay
sunan Hanpaku (İmparator Vekili) HİDEYOŞİ'nin "yaba " (kaba) beğeni­
sine karşı kesin bir turum a lmış ve çay ruhunu şöyle özetlemiştir RİKYÜ :
Çay ruhu:
Ot kokulu
Çardakta!
" Çay ruh u " çardakta saklı ya, sanatın kendisi nerede, nasıl bir şey?
Bu konuda çok şeyler yazılmış, söylenmiş. En yalını, en güzeli belki yine
RİKYÜ ustadan:
Kaynat suyu,
Demle çayı;
Oldu sana
Çay sanatı!
- SENNO RİKYÜ
" Hepsi bu mu ya gerçekten ? " Çay sanatının gizemini soran b i r me­
raklıya RİKY Ü öteki gizleri şöyle açıklıyor:

RİKYÜ - " Kömürü iyice yak k i su gereği gibi kaynasın. Su iyice


kaynasın ki çay gereği gibi demlensin. Çay iyice demlensin k i

1 73
l\EŞ - S;\ N i\Tl .ı\R (EVRESi

tadı güzel olsun. Çiçekleri öyle koy ki vazoda sanki büyüyor­


m uş gibi d ursunlar, görünsünler. Oda, yaz sıcağında serin, kış
soğuğun d a sıcak olsun. Çayın yok başkaca bir sırrı."
Meraklı - "Ama, ben bunların hepsini biliyorum. "
RİKYÜ - ''Bunların hepsini iyi bilen (yapa n ) biri varsa, şimdi
hemen onun öğrencisi olmaya hazırım. "

Kurallar, i l keler konabilir a m a onların öğrenilmesi, güzel yapı l ma­


sı ömür a l ır. Çay tören i için, özel bir çay ba hçesinde özel bir çayevi
(sukiya) tasarlamıştır, SENNO RİKY Ü . Çay odası ( çaşitsu), çay tezga­
h ı (mizuya) , bekleme odası (yoritsuki), ba hçede uzanan d a r bir çay yo­
lu (ro çi), çay kapları ( çavan) ile en önemlisi çay konuklarından o l uşan
bir Sukiya! Sukiya, sözcük anlamıyla "sanatsız yap ı " demektir. B u ra ­
d a k i gizem "sanatsız sanat" ta d ı r. Gösterişli, renkli, çarpıcı olmayan
ya d a cafcafa, cilaya gerek duymayan s a n at, gerçek sanattır. Çay usta­
s ı SENNO RİKY Ü 'nun tasarımına göre, çayevi, çay bahçesiyle dünya ­
dan soyutlanmış, bir evdir. D a r bir kapıdan girilir eve. İçerisi derli top­
lu, son derece temizd ir. Görünürde eşya yoktur, orta l ıkta. D uvarlar
toprakla k abaca sıvanmış, olduğu gibi b ırakılmış, badana-boya yapıl­
m a m ıştır. Tavanlar, bambu ağacıyla; çatı otla sazla örtülüdür, çay oda­
sındaki başköşeye ( Tokoııoma) bir vazo çiçek konmuş, arkasına güzel
bir yazı ya da resim a s ı lmıştır. Kapısı ç ı karılmış gömme yüklük görü­
n ü mündeki Tokonoma'nın köşe taşıyıcıla rından biri, d ış k abuğu so­
yulmamış, eğri büğrü d u ra n ince bir tomruktur. D uvarlardaki k üçük
boy pencereler, çay töreninin belli
evrelerini aydınlatacak özel sahne
(spot) ışıkları gibi açılmıştır. Kul­
lanılmış m alzemenin çoğu doğa­
da b u l u n d uğu gibidir. Oysa do­
ğ a l l ığa özenme ya d a öykünme
yoktur. Toprağın, ağacın nitelik­
leri için gerekirse aylarca uğraşı­
lır. En uygunu seçilir. Çay bahçe­
siyle çayevi, eşi zor b u l u n u r bir
a lç a k gö n ü l l ü le r ç i ft i o l u ş t u r u r ;
özgün b i r "şibumi" ( h urm a ) tadı
verirler. Her şey doğal ya da ya­
l ı n dı r, yalın olmasına . Ama sözün
doğrusu, "endüstri çağında sağlan­
ması oldukça pahalı görünen tür­
den bir yalın l ı ktır b u . " ( Roberts
RESİM 54-1: Çaşitsu: Çayevi. 1 9 7 1 : 34)

1 74
'i 5� e,:AY. (:ı\Y TOR ENI vı: Çı\Y Sı\N:\TI

Yetmiş yaşından sonra RİK­


Y Ü Usta, devrin çok güçlü a damı
ünlü H İ D E Y O Ş İ ile bozuşmuş.
En yakın dostlarını bir çay soh­
betine çağırmış. Ö zel çay kapla­
rı nı onlara armağan etmiş. Dost­
larını uğu rladıktan sonra, kendi
yara ttığı güzel d ünyada yaşamı­
na kendi eliyle son vermiş. Usta
gitmiş, adı sanı, sözü söylencesi
kalmış. Dene b i l i r ki Japon insa­
nı , RİKY Ü Usta'nın acıklı öykü­
sünde bir Şibum i (ham h u rmanın
buruk a c ı ) ta d ı n ı tatmış, un ut­ RESİM 54-2: Geleneksel Çay Töreni: Çanoyu!
Çağdaş görgü eğitimi.
muyor.

Kuru 54
ÇAY TÖR E N İ EGİTİ M İ : ÇAN OYU
Zengin Çin porselenleri koleksiyonu ile tan ınan İ D EM İTS U Sanat Galerisi'nde
salı akşamları yapılan çay eğitimine bir s ü re gözlemci olarak katıl d ı m .
G alerin in sergi salonları önündeki geniş oturma d inlenme h o l ü n ü n içerlek bir
köşesi, yerden b i raz yükseltilmiş, Tokonoma'lı, Tatami'li, doğal (pencere) ay­
d ı n latmalı şirin bir Çaşitsu (çay odası) 'ya dön üştürülm üştür. Bitişiğinde bir
Yo rits u ki (çay o cağı, çay kileri) vard ı . (B kz. Resim 54 -2)
Yaşlı (60-6 5 ) , gül güleç yüzlü, tatlı sözlü Çacin Ha nım, 5 -6 genç kız ve 2- 3
e rkek öğrencisiyle 4 - 5 hafta burada bu luştu, çalıştı. Galeride me mu r ya da
uzman olarak görevli öğrenciler, usta n ı n denetiminde birbirlerine ve kon u k
seyircilere çay y a p ı p s u n d ular, birlikte içtiler. A m a "çay bahaneydi" d iyo­
rum.* Aslı nda, d iz çöküp to p u k üstüne oturmayı, sendelemeden kalkmayı,
yürümeyi, köşe dönm eyi, ayakkabı çıkartmayı, od aya girip çıkmayı, kap tut­
mayı, çay sunmayı, selam vermeyi, gü lü msemeyi öğrendile r. Kısaca, J apon
görgüsünün temel ilke-kurallarını yaparak öğre n d i ler. Doğru ları d eğil, en gü­
zel hareket ve d avranışları pekiştird iler. Bu, törenden çok, bir eğitim, görgü
semineriydi; asıl törene haz ı rlıktı. Eğitim i n son u nda, usta n ı n kendi evinde bir
de çay çağrısı d üzenlendiği n i duyd um ama ne yazık katılamadım. Töreni ka­
çırd ı m , yazamıyorum.
* Çünkü: Gönül ne ç a y ister ne çayhane,
Gönül ahbap ister çay bahane!
- Anadolu Sözü

1 75
!\EŞ - SANATI.AR ÇEVRESi

55. YAŞAYAN SANAT LA R I N KAY N A K LA R !

Yaşayan sanatların ana kaynağı fırça sanatıdır. Uzakdoğu resim sanatı­


nın başlıca iki türü var: D uvara ve düşeyine asılan resimlere Japonlar
" Kakemono" ( askılık), bir elle açılıp ötekiyle sarılan ve yatayına bakı­
lan sürekl i resimlere ise "Emakimono" (sarmalık) diyorlar. Kakenıono,
bizim resim ve ta blolarımız gibi bir bakışta tümüyle görülür. Emakimo­
no ise, yatayına açılıp sarılan bir tür çizgi resimler dizisidir. Bir bakışta
ancak iki rulo a rasında açık duran bölü m görülür. Resim öykünün bir
sahnesidir. ( Resim 55-2 )
Japon ressamı d i z çöküp topuğu üstüne oturur. İpeğini, kağıdını ye­
re ya da alçak bir masaya serer. Fırçalarını, boyalarını, mürekkep çu­
buklarını el a ltında tutar, sağına soluna d izer, öyle çalışır. Geleneksel re­
sim, sulu boyaya benzeyen, siyah ya da renkli mürekkeple yapılır.
"Sumi" adı verilen siyah m ürekkep ağır yağlardan, ya da çam çırasın­
dan elde edilmiş bir is karasıdır. Geyik boynuzundan ya da balık derisinden
çıkarılmış bir zamkla karıştırılarak, mangal (ağaç) kömürüne benzeyen bir
çubuk yapılır. Sanatçı, bu çubuğu, a rd uvaz taşından yapılmış bir mürekkep
eritme çanağı (suzuri) üzerinde, biraz su ile i leri geri bastırıp ezerek eritir,
istediği kıvama getirir. Renkli mürekkepler de aynı teknikle elde edilmiş
doğal boyalardır. Fırça (fude) sapı, ince bambu dalından kesilmiş içi boş,
yuvarlak bir çubuktur. Fırça, tavşan, geyik, at, koyun ya da sincap kılın­
dandır. Fırçanın ucu, nokta gibi i nce ve sivridir. Son derece d uyarlı bir araç-

RESİM 5 5 - 1 : Birbirine eklenen panolarla büyüyüp giden resim geleneği.

1 76
§ 55 YAŞAYAN SANATLARIN KAYNAKLARI

RESİM 55-2: KÔRIN Ogata'nın "Kırmızı Erik Ağacı". Kağıt üstüne paravan deseni. XVll. yy (Atami Müzesi).

tır. Tutuştaki en k üçük basınç değişikliğine yanıt verir. Tutuşa göre çizginin
kalınlığı, koyuluğu, derinliği ve örtme gücü, tutana göre karakteri değişir.
Nihongi'ye göre ilk ressamlar ve seramikçiler MS 5 8 8 yılında Kore
ülkesinden gelmiş. Prens Ş Ô TOKU'nun 607 yılında Çin'e gönderdiği
grup içinde sanat öğrencileri de varmış. Japonya'daki fırça-çizgi geleneği­
ni ilk başlatanlardan çoğunun bu öğrenciler olduğu sanılıyor. Heian dö­
neminden kalan en eski resimler, Buda dininin saygın büyüklerini s imge­
leyen gizemli "manzara " çizimleridir. O kadar kutsal sayılırlar ki hemen
h iç sergilenmezler. Geç Heian ya da Fucivara döneminde, sanatçılar aris­
tokrat eğilimli bir saray çevresinde toplanmış. XI ve XII. yy'da yeni akım
bir Budizm sanatının başladığı biliniyor. B u resimler de o kadar değerli­
dir ki görülmeleri zordur. Fakat kutsal Buda geleneği yanında, ünlü
" Genci Öyküsü"nü resimleyen bir " Yamato-e" geleneği oluşur. Saray
soylularının günlük yaşamını yansıtan resimler Emakimono tekniğiyle
yapılmıştır. Fırça geleneğinin en eski, en sevilen örnekleridir, bu resimler.
Roberts ( 1 971 : 43 ) 'e göre, bu başla ngıç, bir dönem sonraki Muromaçi
Sanatı'nın yolunu döşemiştir. Siyah (sımıi) mürekkeple yapılan suluboya
tekniği, Budist metinlerin elle çoğaltılması sırasında geliştirilmiştir.
Kamakura ( 1 1 35 - 1 3 9 2 ) döneminin resim sanatı, bir yandan gerçek­
çiliğe özenir, öte yandan karikatüre yöneli r. TOBA S Ô C Ô , La Fon­
taine'in hayvan öykül er i türünde, Wal t D isney'in " Mickey Mouse " ları­
na benzeyen resimler ( Çôçil - giga) çizmiş.
XIV. yy'da çizilmiş ilk manzara, NEZU derlemesindeki Naşi Şelale-

1 77
llEŞ - SANATLAR Ç E V R ESi

si'dir. Budizm ile Şintôizm'in "çift-şintô" adı altında bağdaştırıldığı bir


dönemde, Şintôcular bi.ı resimdeki şelalede Doğa'nın ruhunu; Budistler
ise aynı resimdeki güneşte Buda'yı bulmuşlardır. Kamakura dönemi re­
simleri, sürekli, akıcı, renkli, biraz da a laycıdır. Öykü anlatmaya elveriş­
li bir teknikle çizilmişlerdir.
Muromaçi ( 1 3 92 - 1 5 73 ) , Japon sanatlarının "Zen Dönem i " olmuş­
tur ( § 26-5). Sımg sanatı i lkeleri, Japonların doğa d uyarlığı ve Zen felse­
fesiyle birleşerek, bu dönemin sanat ve kültür hayatına ruh vermiştir. Çin
sanatı ile Japon öğeleri arasındaki köprüyü, Taoizm (Lao-Tzu 1 978)
inancındaki insan=doğa özdeşliği kurmuştur. Öyle k i Taoculuktan etki­
lenmiş olan Sımg sanatları, Japonların Zen Budacılığı ile birleşince, yeni
bir kendine dönüşün, "Japon R önesansı" nın yaratıcı ruhu doğmuştur.
( Bkz. Kirkwood 1 97 1 ) Bu çağın Zen sanatlarında ortak bazı i lkelerin ge­
çerli ve egemen olduğu söylenebilir.
Zen Sanatlarının İlkeleri
( 1 ) Yalınlık, önceki dönemlerin karm aşıklığına karşı,
(2) İnsancıllık, önceki anıtsal-toplumsal ölçeğe karşı,
( 3) İçtenlik, önceki gösterişçil iğe karşı,
(4) Doğallık, önceki yapay zorlamalara ve moda akımlara karşı,
(5) Yaşlılık-kusurluluk, önceki yenicilik ve yetkinlik çabalarına karşı.
Bu dönemin sanatçıları, yeni bir siyah fırça tekniğiyle doğa'ya y önel-
mişler; çiçekler, kuşlar, böcekler ve manzara (Sansui) resimleri çizmişler­
dir. Sanat tarihçilerince, Batı'daki Rönesans Sanatı çapında büyük bir
atılım sayılıyor, bu aşama. Zen felsefesi, Buda'nın kurtarıcı gücüne yal­
varmak yerine, kişinin kendi kurtuluşunu kendi öz yaşamında aramasını;
Buda'nın geçirdiği aydınlanma sürecini kişinin kendi başına yaşamasını
önermiştir. Kurtuluş yolunu, salt bilgi ile felsefe değil, sezgiye yer ve de­
ğer veren ölçülü bir yaşam gösterebilir ancak. Bu felsefenin sanat d iline
çevirisinde, açıklayıcılık gitmiş yerini izlenimci bir imcilik a lmıştır.
Zen sanatçısı, uzun bir düşünüp taşınma, bekleyiş ve hazırlık döne­
n1İnden sonra, hızlı, kararlı ve y ürekl i dir. D oğadaki gizemli gerçeği, ru­
hundaki gerçeğin özünü yakalamaya çalışır. Az çizgi, daha da az renk
kullan ır. Çoğu çokluğu azla dile getirir. İlk kez bu dönemde sanatçının
a dı, imzası, mühürü görülmeye başlanır. S EŞŞ Ü ( 1 420- 1 5 0 6 ) , manzara
resimleriyle ün kazanır. Japon D oğası'nı resme getiren ilk sanatçı o l u r.
Koyu mürekkebi, keskin ve kıvrak fırça tekniğiyle tanınmaktadır.
Klasik ( akademik) Japon Resmi olarak bilinen KAN Ô okulu d a bu
dönemde kurulmuş. KAN Ô Masanobu ( 1 43 4- 1 530)'nun başlattığı akı­
mı, Kanô ailesi XIX. yy'a kadar, en saygın gelenek olarak sürdürmüş.
Edo ( 1 600- 1 8 6 8 ) döneminin kent yaşamına getirdiği ruh, canlılık, Uki­
yo ( "yüzen dünya " ) kavramıyla a nlatılmıştır. Yen i burjuva ( tüccar)'ların
güçlenmesiyle yeni değerler ve sanatlar oluşmuştur. Ukiyo-e kavram ı ve

1 78
� 55 YAŞAYAN SAN AT! . A R I N K AY N A K L A R I

RESiM 55-3: HIROŞIGE'nin (17 77 -18 5 3) Elli-üç resimlik Tôkaido-menzil, yol-dizisinden, "Şôno'da
Yağmur" (Tokyo: Ulusal Müze).

RESİM 5 5 -4: HOKU SAY Katsuşika (1760-1849)'nın "Fuci" Dağı dizisinden: "Güneşli Hava'da Fuci"
(Ata mi Müzesi).

1 79
BFŞ - Sı\ N ı\TL\ R (.:EVRESi

olgusu böylece öteki sanatları etkilemiştir. Ancak KANÔ Eitoku, renkli


süslü ve çarpıcı Momoyama okulunu yaşatmıştır.
Bu arada hem soylulara hem de halka ( burj uvalara) bir şeyler veren
Sôtatsu - Kôrin okulu ortaya çıkmıştır. SÔTATSU ( 1 6 1 5- 1 7 1 6 ) , her dal­
da başarıl ı olan, ü stün yetenekli " Rönesans" sanatçısıdır: Resimden se­
ramiğe, lake 'den dokumaya hepsin i denemiş. (Resim 53-5) MARUYA­
MA Ôkyo ( 1 73 3 - 1 79 5 ) , Batı etkisi a ltında Batı ile Doğu 'yu uzlaştırma­
ya çalışmış, başarılı da olmuştur.
Ozan BUSON ( 1 71 6- 1 78 3 ) ve İKENO Taiga ( 1 723-76) gibi ünlü sa­
natçılar Nanga ( Güney Çin Resmi) geleneğinde "aydın" resimleri yapmış­
lar. Yaşam ve sanat birl ikte Ukiyo (yüzen dünya)'ya yönelmiş. Ressamlar
da çağın romancıları gibi, kent h amamlarındaki, " yeşil evler" deki, eğlen­
ce-dinlence merkezlerindeki şen ve coşkulu ruhu yakalamaya çalışmışlar.
"Şımga" adı verilen açık saçık aşk resimleri bu çağda moda olmuş, Uki­
yo-e resmine ilgi artınca seri baskıya geçilmiş. Sanatçı MORONO BU
( 1 625 - 1 695) siyah beyaz (tek renkli) baskıyı gerçekleştirmiş. 1 74 1 yılında
iki renkli, 1 765'te çok renkli baskı tekniği geliştirilmiş. l 774'te Batı'dan
uyarlanıp yayımlanan ilk ve renkli "Anatomi Atlası"nın yeni geliştirilen
bu tekniklerle basıldığı düşünülebilir. ( Bkz. § 27)
Saygıdeğer sanat eleştirmenlerince " resimci " (grafikçi) sayılan res­
samlar HARUNOBU, KİYONAGA, UTAMARO, ŞARAKU, HOKU­
SAY ve HİROŞİGE aslında birer Ukiyo-e sanatçısı idi. Yaptıkları dizi
baskılarla Batı'ya ulaşan, XIX. yy sonu Fransız Resmi'ni kuvvetle etkile­
yen sanatçılardır, bunlar. En ünlüleri HOKUSAY ( 1 760-1 8 4 8 ) ve HİRO­
ŞİGE (l 797- 1 8 5 8 )'dir. Ressam HOKUSAY'ın ünlü, 36 değişik "poz"da
çizdiği Fuci-dağı resimleri, "Kadın Desenleri " , zamanında " Resimli An­
siklopedi" diye tanınmış 15 cilt tutan karikatürleri var. ( Resim 53-5)
Bir Ukiyo-e sanatçısı bile sayılmayan KAZAN Vatana be, " İssô Hi­
yakutay" ( Günlük Tüm Gerçekler) diye bil inen resimlerinde, kentin en
yoksul sınıfını çizmiştir. Bugünkü değerlerle, "toplumcu" ya da hatta
"devrimci " bir sanatçı sayılması gereken KAZAN, tutuklu bulunduğu
hapishanede kendi yaşamına son vermiştir. ( Bkz. KUVABARA Masao
1 97 1 )
Özetle, Japon sanatıııın kökleri, çok engin ve zengin kaynaklara da­
yanıyor. Bu sanatın türleri, temaları zamanla değişmiş ve gelişmiştir.
Ama konusu hep insan olmuştur. Portre sanatının o düzeyde gelişmiş ol­
ması, belki de Japon sanatçıııın " Kendini Bil " me tutkusuyla açıklanabi­
lir. J apon sanatçısı açıklamamış, anlatmıştır. O her şeyin ölçüsü olan in­
sanı -sevgisi, k avgası, d uygusal iniş çıkışları, sevinci, kederi, düşleri, tut­
kuları, varlığı, yoksul luğu içinde yaşayan- kendi insanını a n latmış. Ev­
renseli aramamış, amaçlamamış ama yine de kendi insanın da evrensele
ulaşmıştır. ( Bkz. Resim 26-7)

1 80
\i 56 l\,\J-l(:ELER vı-: (:İÇl'KLrn

5 6 . BA H Ç E L E R VE Ç İ Ç E K L E R

Japon Bahçesi dünyaca ünlü bir sanat olayıdı r. Öteki ünlüler gibi n e tür,
nasıl bir sanat olduğu çok iyi bilinmez. Gizemli bir sanattı r. Bu yüzden
tek bir "Japon Bahçesi" yerine "Japon bahçe sanatları " ndan söz etmek
belki daha doğru olabi lir. Gerçekten de Japonya'da yaygın bir doğal
manzara (San-sııi=dağ-su ) duyarlığından, çok çeşitli çiçek d üzenleme
okulla rına uzanan ça lışma türlerini içine alan geniş bir " Bahçe sanatla­
rı" ailesi ya da sürek liliği vardır. ( Bkz. Tablo 5 6 ) Japon dilinde, "doğa "
ve " sanat" karşılığında özgün kavramlar olsaydı, belki bu sürekliliğe
" Doğa Sanatları " da denebilirdi. Oysa ikisi de yoktur.
Bahçe sanatının üç ortak öğesi vardır: toprak, su ve b itki! Başka bir
deyişle, canlı ve cansız doğa, dağ ve su (sansui) ya da manzara. Dağlar
genel k ural oLuak ağaç ve ormanla örtülü olduğu için, sanatın üç ana
öğesi insan-yapısı bahçelerde daha kolay görülür.
Bahçe sanatlarının amacı, doğal sansui'den alınan güzellik tadının in­
san eli ve emeğiyle yaratılmasıdır. Japonlar bu ya ratma işinde, ulusal park­
lardan tek bir saksıda yaşatılan minik ormana değin değişik ölçek ve türle­
ri denemiş, hepsini de geliştirmişlerdir. Yöresel Beylik Hisarı çevrelerinde
kurulmuş olan Hira-niva bahçelerinde, doğal ve yapma öğeler, birbirinden
ayrılmayacak ölçüde dengelenmiş, bütünleştirilmiştir. Bahçedeki -höyük
benzeri- küçük tepecikler dağları, gölcükler doğadaki suları ( deniz, göl,
akarsu ve şelale gibi); küçük boy ( bodur) ağaçlarla kaya yosunları da canlı
doğayı simgeler. Bu simgeler, aslında yarı doğal yarı yapaydır. Canl ı öğeler

RESİM 56-1: Hira-Niva: Düzl ü k Bahçesi. Ritsurin Kôen (Takamatsu Parkı, Şikoku Adası).

181
BEŞ - SANAT I . A R ÇFVRESI

doğadan alınmış ama insan eliyle, i nsan emeğiyle seçilmiş ve gerçekleştiril­


miştir. Hiraniua b ahçelerinin, gezinti ve görüntü (manzara) bahçesi olarak
bilinen başlıca iki türü vardır. Her tür bahçede de asıl amaç sansui'nin ya­
ratılması, yaşanmasıdır. Gezinti bahçelerindeki manzara, belli bir yol ve
yörünge izlenerek birçok noktadan görülür. Küçük boy bahçelerdeki man­
zara, belli gözlem duraklarından görülecek biçimde tasarlanmıştır. Manza­
ra bahçelerinde, küçük de olsa, bir gezinti (tur) yolu vardır. Okayama
İli'ndeki ünlü Kôraku-en bahçesinde, o kadar ünlü olmamakla birli kte,
belki onun kadar güzel olan (Takamatsu İli 'ndeki) Ritsurin Kôen'de bahçe­
nin tümünü çepeçevre görmeye elverişli manzara seyir tepecikleri vardır.
Döner bir yoll a çıkılan tepecikten tüm bahçe, bahçenin en güzel köşe ve
manzaraları görülebilir. Ritsurin Kôen bahçesindeki gezinti turunun tam
ortasında bir kap çayın sunulduğu güzel bir çayevi de vardır. (Resim 56- 1 )
Oturanlara yalnız çay değil, çevredeki güzel manzara da sunulur. Kiyô­
to'nun gezinti bahçelerindeki köprüler, ortadan zikzaklı (sahanlıklı ya da
köşe dönemeçli ) yapılmıştır. Köprünün ortasında durulur, sağa ya da soh1
dönülür. İşte tam o dönüşte bahçenin en güzel manzaralarından biri daha
görülür. Köprü, sanki, o manzarayı göstermek için ortadan kesilmiş, ya­
rımlardan birisi öteki yarıma doğru kaydırılmış ve bir " manzara sağanlığı "
yaratılmıştır. Köprü dümd üz gitseydi, o manzara kuşkusuz görülmeyecek­
ti! Japon bahçesinde, nerede duru­
lacağını, nereye çıkılacağını ve han­
gi yöne bakılacağını gösteren görü­
nür işaretler yoktur. Ancak yol, yol­
c u y u oraya götürür; g ö r ü l ec e k
manzaraları tek tek gösterir. Man­
zara gösteren köprü ler yanında,
m anzara olarak gösterilen köprüler
de vardır.
Japon bahçesinin, " büyük " ya
da " küçük " oluşu, dağ, su ve bitki
boylarının ö lçeğine göre değiş i r.
Dağ, s u ve bitkileri uygun ö lçekler­
de seçerek, dar bir bahçeye derin­
lik, küçük bir tepeye yükseklik ka­
zandırırlar. Sözgelişi, küçük bir göl­
cükteki minik adacıklar k üçük gö­
lü büyük gösterir. Adaları küçült­
mek için ağaçları büyütür; adaları
RESİM 56-2: Kare·Sansui: Kuru (susuz) büyütmek için üzerindeki ağaçları
manzara. Beyaz kum zemindeki dalgalar suyu
simgeliyor. Nanzenci Tapınağı (Kiyôto).
küçültürler. (Bu konuda Bkz. Gü­
Sanatçı KOBORİ Enşu, xvı ı . yy. venç 1 9 79 b: 245 )

1 82
TAB LO 5 6
BAHÇELER, SAKS I LAR, ÇİÇEKLER
Türler Doğal Yapma Minyatür (Engei) Bahçeler
Sansui Hira-Niva Kare-Sansui Tsuba Niva Hako-Niva Bonsay İkebana Çay
Öğeler (Manzara) (Düz-Bahçe) (Kuru ıylanzara) (Avlu) (Tepsi) (Sa ksı) (Vazo) Bahçe leri
Yer Dağ Tepe-Kaya Kara kaya Taş
(Top rak) Deniz Tepside Saksıda Vazoda Tüm bahçe
Su ve Gölcük Kum-Çakıl To prak Bahçe Cüce ve Çiçek Türleri ve
Göl Modelleri Yaşlı ağaç Düzenleme Ölçekler
yetiştirme
Bitki Orman Ağaç Çim-yosu n Ağaç (Maketler) <'1
o:>
rl

İ kenobo - Raci:
Doğal G ezinti Tek ağaç/ riyQ, Şebnem yolu
Çeşitler/ (U lusal) ve Görüntü Avlu Bahçeleri N iva çok ağaç Şôgetsu -
Özellikler Parklar Bahçeleri Modelleri (orman) riyQ, Tsu ki-yama
Ôhara-riyu, (Yamaç
Ko'riyQ. Bah çesi)
Ölçek < < < B üyüyor < < < Ölçek > > > Küçülüyor > > > Çeşitleniyor
(Birim)
Amaçlar Dinlenme Arı n m a Ge liştirme Öğre n m e Kendini Ya ratma
Tanıma
BEŞ - SANATLAR ÇEVRESi

Manzara ve çay bahçelerinde bol sayıda taştan oyulmuş fener ( İşi­


dôrô ) ve başka aydınlatma araç gereçleri bulunur. Fenerler, yolları, izleri
ve sudaki yansımaları belirlemek, vurgulamak içindir. Geceleri, manzara
bahçelerinin bell i noktaları tepe ışıkları ve su yankılarıyla aydınlatılarak
karanlık tepecikler ( dağlar) ve pırıl pırıl parlayan su vurgulanır. Böyle
bir anlatım tekniği, aydın lığı bell i noktalarda toplayarak karanlığı bü­
yütür. Japon bahçesi gecenin karanlığında büyür, Ay'ın aydınlığına doğ­
ru uzanır. Tanrıça A materasu ( Güneş) doğup yükselmeye başlayınca
bahçe küçülür, yeniden bir tablo ve manzaraya dönüşür.
Japonların ''Kare-sansui" adını verdiği " kuru ( kara) manzara " bah­
çesi, iki kez soyutlanmış bir doğadır. Önce siyah-beyaz bir manzara res­
minin yapılması, sonra, o manzara resminden esinlenerek soyut bir bah­
çenin yaratılmasıdır. Yeryüzünde bilinen başka bir eşi benzeri olmadığı
için, belki de "Japon Bahçesi " diye adlandırılmaya en yakışan bahçe bu­
dur. Boyu boyutları k üçüktür ama k işiye engin bir mekan duygusu verir.
Birkaç parça karataş, dağlarla adaları; beyaz renkli k um/çakıl suyu; ka­
ya yosunları yeşil doğayı simgeler. Kum çakılın beyaz rengi, fırça sana­
tında kullanılan beyaz kağıdı, taşların karası mürekkebin siyahını sim­
geler. Beyaz kum çakıl, karataşlar çevresinde, eş merkezli dalgalar çizi­
yorsa "deniz" dir; birbirine paralel düz doğrular çiziyorsa akarsu ( ır­
mak) olur; varır gider okyanusa ulaşır. O kyanusla birlikte büyüm eye
başlar - düşlerde. Kara a dacıklar da okyanusla birlikte büyür, k oca ko­
ca adalar giderek Japonya olur. Kişi büyülenmiş gibi kalır kare-san­
sui ' nin karşısında. Sonra her şey yavaş yavaş küçülmeye başlayınca kişi,
uzun bir yolculuktan yine bahçeye ve kendisine döner. Düşleminde yap­
tığı uzun yolculuktan biraz yorulmuş gibidir. Ama aslında dinlenmiştir,
arınmıştır, yenilenmiştir ( Resim 56-2 ) .
Hako-niva, Japon bahçesinin küçük bir tepsi ölçeğindeki minik bir
modeli, minyatürüdür. Dağından suyuna, yolundan köprüsüne, ağacından
çiçeğine, çayevinden taş fenerine değin. Bu işe bir tür kuyumculuk ( ya da
modelcilik) sanatı da denebilir. Bazı ünlü çay bahçelerinin (Şılgalwin vb. gi­
bi) uygulamadan önce, tepsi (Hakô) ölçeğinde tasarlandığı bilinmektedir.
Bonsay, küçük bir saksıda evcilleştirilmiş yaşlı bir ağaç - ya da ağa­
cın evcilleştirilmesi sanatıdır. Yaşlı koca çınarın, yüzyıllık çamın insanda
b ıraktığı iz, cüce likten daha çok, saygıdeğer b ilgeliktir. Bahçe doğayı kü­
çültür; kare-sansui bahçeyi sonsuzluğa götürür. Bonsay insanı geçm işe,
geçmişi i nsana yaklaştırır. Bonsay, zaman ölçeğini değiştirir. Kişinin, bil­
ge küçük ağaçla, geçmişten gelecekten konuşası gelir. O da sanki çok şey
biliyormuş da dilini bilseniz size öyküsünü, başından geçenleri, görüp
duyduklarını a nlatacakmış gibi durup durur. Bonsay bir tarih belgeseli­
dir. Geçmişten bir belge, "zaman tüneli " nde gerçek üstü bu yolculuktur.
Bonsay, tek bir ağaç olabileceği gibi koru ya da orman olabilir. Bonsay

1 84
§ 56 IIAHÇELER VE ÇİÇEKl.FR

RESiM 56-3 : Katsura: İ m paratorluk Kasrı Bahçesi (Kiyôto). insan eliyle doğanın birlikte yarattığı
uyum ve gizemli denge. KOBORI Enşü, XVll. yy (Seidensticker 1970:89).

ağaçları büyüklerine benzer, kuşkusuz. Ama B onsay'a benzeyen gerçek


ağaçlar da vardır. S anat, ö lçektedir. İnsanın ölçeğe egemenliğindedir.
İkebana, geleneksel bahçe sanatları arasında en ü nlüsüdür. Vazo öl­
çeğinde yapılan çiçek, yaprak ve dal düzenlemesidir. İkebana sanatının
biçim k uralına göre, her d üzenlemede, cenneti, dünyayı ve insanı simge­
leyen üç ayrı öğe vardır. Bunlar, hep b irlikte bir d üzen, meka n ve uyum
(doğallık) duygusu vermelidir. İkebana doğanın doğallığına, insanın
duyduğu özlemin türküsüdür. İkebana sanatları, ortada ve açıktır; sergi­
lenir, incelenir, öğrenilir, öğretilir; ama " başkaları beğensin " d iye değil
de k işi kendini tanısın d iye yapılır. İkebana yapan, fırçayla yazan k işi gi­
bi, kendini görür_ Her küçük mevsimcikte ( § 42), o mevsime özgü çiçek­
ler, yapraklar ve otlar doğada bulunduğu gibi kullanılır. Vazoya konan
çiçek, bahçede, havuzda yetiştirilenler gibi tek bir gonca, tomurcuk, bir
dal ve yaprak da olabilir. İkebana sanatının İkenobu 'riyıl, Ko 'riyıt,
Ohara'riyıl, Sôgetsu'riyu d iye bilinen başlıca türleri ve okulları var. Sô­
getsu 'riyıt Okulu'nun Tok yo'daki ulusal m erkezi, ödüller almış bir çağ­
daş m i marlık anıtıdır; İkebana'nın önemini gösterebilir.
Çay bahçeleri için özel bir ad ya da gelenek yok, zengin bir tarihçe var.
Şôgun İEYASU, saray hayatı için 1 6 1 5 yılında yayımladığı özel yönergede,
imparatorların siyasal ve idari kararlara katılmasını kesinlikle yasaklamış.

1 85
llEŞ - Si\NATLı\R ÇEVRFSİ

Onların yalnızca kültür ve sanat işleriyle uğraşmasına izin vermiş. ( Bugün­


kü imparator da büyük ölçüde bilim ve sanat işleriyle uğraşır. Biyoloji bil­
ginidir; ulusal şiir yarışmaları düzenler.) Şôgun İEYASU'nun damadı olan
İmparator G OMİZ UNÔ, güçlü kaynatasının emirlerine karşı çıkamamış,
kendini gerçekten kültür ve sanat işlerine adamış. Kiyôto kenti k uzeyinde
yükselen bir yamaçta kuru lmuş bulunan ünlü Şı'.'ıgakuin bahçeleri onun
eseridir. Şıtgakuin, alt, orta ve üst düzeydeki üç katlı bahçeden oluşur. Rö­
nesans'ın üç katlı palazzo'ları gibi, geçmişten geleceğe doğru sürekli bir
yolculukrur, öğrenim bahçesi. Çayevini d ünyadan yalıtmaya, insanı doğa­
ya ve kendine yaklaştırmaya çalışır. Her düzeydeki çeşitli bahçelerde ve ça­
yevlerinde, sanatçının dünyası, çabası ve emeği görülür. Belki emeğin en
çoğu ünlü Katsura-rikyıt'da, en azı da Şılgakuin'de. Katsura- rik yil da mi­ '

marlık ve tasarım bahçeye egemendir. Şılgakuin'de doğallıktır ruha ve


manzaraya egemen olan. Çay bahçesi bir Zen bahçesi değildir. Ama yine
de sanatçılığa ya da sanatsallığa özenmeyen soylu bir sanattır. Japon bah­
çesi Zen'in etkisi a ltında gelişmiş, aynı ilkelere bağlı kalmıştır. ( Resi m 56-3)

57. YAP I LAR, ÇAT I LAR V E TATAM İ L E R

Japon yapı tekniği, e n yalın örnekleri güney denizlerinin tropik ormanla­


rında görülen, ot kaplı çardak çatılarından gelmiş görünüyor. Bazı erken
örneklerde ( Resim 26-1 ), yapı ya bir beşik ya da zemine oturtulmuş çatı­
dır. Sonraki örneklerde, yapı bir " d ikme-kiriş " (IT Torii) birimine dönüş-

..
c
RESİM 57-1: Japon evinin içi: Sofra ve ağaç, kağıt ve Tatamı'nin şiirleşen birliği.

1 86
§ 57 YAPIL\R, ÇATILAR VE TATMv! ILER

RESİM 5 7- 2 : Lokanta: Geleneksel yapıya çağcıl yaklaşımlar.

müş, çatı bunun üzerine oturtulmuştur. " D i kme-kiriş " birimi, i k i ağaç
dikmeye bağlanmış yatay bir kirişten oluşur. Bugün Hokkaidô Adası'nda
yaşayan Aynuları n k on utları, böyle bir dikme kiriş çatkısının ot ya da
sazla örtülmüş türüdür. Öyleyse tarım öncesi Japon konut yapılarının
çağdaş Aynu evlerinden çok değişik olmadığı düşünülebilir. Bu yapı gele­
neğinin Japon Adaları'ndaki en gelişmiş örneği, V. yy'da yapılmış olan
Büyük İse Cingi t'sudur. ( Resim 2 6-2) VI. yy'da Çin'den ve Kore'den gör­
kemli b i r tapınak mimarisi gelmiştir. Ancak, Fucivara döneminde ( X-XII.
yy), ya bancı m imarl ığa karşı duygusal tepkinin geliştiği görülmüş; öteki
güzel sanatlar gibi, Japon yapı sanatlarını n temeli XIV-XVI. yy'daki Mu­
romaçi döneminde atı lmıştır. Bu dönemin en ünlü yapıtı, Kiyôto'daki
"Altın Köşk " (Kinkakuci) 'tür ( Resim 26-9). Bu yapı, "Şoin-Zukuri " adı
verilen bir yapı geleneğinin n iteliklerini taşımaktadır. Altın Köşk en güzel
örnek değildir. Ta blo 5 1 - l 'deki güzellik sıfatıyla, " Gümüş Köş k " ( Gin­
kalv.1-ci), Altın Köşk 'ten daha şibui sayılmaktadır.
"Şoin-Zukuri " Yapı Geleneğinin Başlıca Özellikleri:
1 ) Yapının, çevre ve bahçesiyle uyuşması ( Resim 5 7-3 ) ;
2 ) Yapının ö n cephesinde "engava " adı verilen üstü saçakla örtülü,
yanları açık bir veranda ( ba lkon) yapılması;
3) Giriş kapısında "Genkan " adı verilen bir antre bulunması ( Re­
sim 62);
4 ) İç bölmelerin "fusuma-sugito " d iye b i l inen h afif ahşap bölme ve
kapılarla ayrılması ( istendiğinde takılıp çıkarılan b u bölmeler, sürme ka­
pılar gibi açılır, kapanır), ( Resim 5 7- 1 ) ;

187
BEŞ - S :\ N ATL:\R <)'VRFSİ

RESİM 57-3 : Bir mimar çizgisiyle yapı ve bahçe (İZUMOCI Yoşikazu, Kiyôto 1 9 6 3 : 97).

5) Odalarla çatı boşluğunun ahşap bir tavan bölmesiyle birbirin­


den ayrılması;
6) Odalar arasında, gömme dolap ve yerli yüklükler yapıl ması
(kulla nı lmayan yatak, masa vb. eşyanın kaldırılması içi n ) ;
7) Oturma odasında "tok on oma " a d ı verilen b i r o n u r v e sanat baş­
köşesi bulunması;
8) Tolwnoma önüne, pencereden doğa l ışık alan bir aile ( yemek,
oturma, çay) masası konması ( Resim 54- 1 ) .
B u tasarım özelliklerini, uygu lamada, bazı i lkeler olarak görmek de
mümkündür. Sözgelişi:

( 1) Ü O GAL M A LZ E M E İ LK E S İ

a) Ahşap çerçeve (karkas): Japon evlerinin taşıyıcı sistemi ağaçtan ya­


pılır. Temelden çatıya, erguvan ve servi gibi budaksız, güzel ve sık dokulu
ağaçların kerestesi kullanılır. Seçme ağaçlardan özenle yapılmış çerçeveler
depreme karşı sağlam; suya, mantar küfüne ve böceklere karşı dayanıklı­
dır. Ağaç, sıcak nemli yaz mevsimleri için "en serin" , soğuk kuru kış mev­
simleri için "en sıcak" malzemedir. Kural olarak boyanmaz, koruyucu bir
cila ile örtülür. Japonlar, çıra kokulu güzel ağaçların serinlik verdiğini de
söylerler. Ağaç dokusunun içindeki su (nem) yüzdesinin değişmemesi için,
ağaç kesitlerin kılcal delikli baş uçları beyaz yağlıboya ya da madeni baş­
lıklarla korunmuş ya da başka bir ağaç kesiti içine gömülmüştür.
b ) Çatı örtüsü: Ağaç malzemenin yağmur suyundan korunması, ça­
tıların su geçirmeyen k iremit türü malzemeyle iyice örtülmesini gerektir­
miştir. Geleneksel örtü o larak, kamış, saz, ot ve saman gibi " bitki sapla-

188
§ 57 Y.-\l'ILAR. ÇATI L A R VF Tı\TMd İ L.Fll

rı " kullanılmıştır. Bitkisel saplar, süpürge otları gibi, birbiri üstüne ko­
nup dikilerek kalınca bir örtü taba kası oluşturulur. Çatı iskeletine bağ­
lanan bu örtü, yağmuru, karı, sıcağı geçirmez; ama o nemli havalarda
sıcak havanın yukarıya doğru yükselmesine, dışarıya atılarak evin serin­
letilmesine aracı olur. Depremde yıkılsa, tayfunda uçsa k imseye zarar
vermez. Tek sakıncası yanıcı olması, içten dıştan kolay tutuşmasıdır. Bu­
gün yerini hızla kiremit örtüye bırakmaktadır. Yanmayan, güneş a ltında
kızışmayan, su çekmesin d iye renkli (sırl ı ) yapılmış kiremitlere ! Yağışlı
ve güneşli günlerin erken ve geç saatlerinde cilalı k iremitten yapılmış bu
çatılar birer ayna gibi ışıl ışıl parlar. Ancak, yaşlı köylüler arasında, ha­
valandırmalı ot çatıların daha sağlıklı olduğuna inananlar vardır.
c) Döşeme kaplaması: Mutfak h amam, antre ve koridor dışındaki
çoğu odaların döşemeleri, "Tatami " deni len bir Japon hasırı ile örtülür.
Tatami, 5-6 cm kalınlığında, 90 cm eninde, 1 80 cm boyunda, l if ve sap
gibi doğal malzemeyle boyuna dokunmuş, üst yüzü ince bir hasır örgüyle
kaplanmış; kenarları kumaş bir bordürle bastırılmış bir döşeme malze­
mesidir. Eskisi ve k irlisi onarılır, yenisiyle değiştirilir. Tatami, Japon evi­
nin ot kokusunu, dokusunu, özgün havasını verir. ( Resim 57-1 )
d ) Düşey bölücüler: Bölmeler, kapılar ve pencereler, çok ince hafif
ağaç çıtalar üzerine yapıştırılmış, ışığı geçiren (opal) kağıtlardan yapılır.
Tataıni ( 90 cm x 1 80 cm) boyundaki standart kapın ı n ağırlığı birkaç kilo­
yu geçmez. İstendiğinde sürme (kanal) yuvalarından kolayca çıkartılarak
belli yerde üste toplanabilir. Kapı ve bölme kanatlarının üstünde havalan­
dırma kanatçıkları bulunur.

RESİM 57·4: Yeni İ m paratorluk Sarayı'nın tören (Muayede) salo n u : Tokyo, 19 60. lse'deki Ama terasu
Cingu'su ile karşılaştırılabilir (Resim 26·2).

189
BEŞ - SANATLAR Ç F V R ESI

RESİM 57-5: Ulusal Tiyatro (Tokyo). Geleneksel malzeme ve yapı tekniğiyle çağdaş çözümlere doğru
(Bkz. Resim 26-2).

(2) D OGAYLA, İ K L İ M LE, ÇEVR EYLE UYU ŞMA


Kış mevsiminin kuru soğuğuna karşı kat kat giyinilebilir. Mangal ve
maltızlarla, yere gömülmüş tandırlar çevresinde topluca ısınılabilir. Bu
yüzden, genel ve değişmez kural
olarak J apon evi, yaz mevsiminin
nemli sıcağına karşı tasarlanmıştır.
Yazın sıcağına karşı başka yapısa l
önlemler de a lınır; taban döşeme­
sini nemli zeminden ayırmak, çatı­
yı b i r havalandırma bacası gibi
kullanmak, odaları içeri çekip, kı­
şın soğuğundan yazın güneşinden
k o ru ma k g i b i ! Sözgel i ş i , s ı c a k
nemli güneyde içbükey çatılar, so­
ğuk k uru kuzeyde (Mansard tipi}
dışbükey çatılar yaygındır. Yapı­
nın ahşap çerçevesi, depremden yı­
kılmayacak kadar hafi f, tayfunda
uçmayacak kadar ağır ve sağlam
bir bütündür. K uzey konutlarında
ısıtma, güney konutlarında hava­
RESİM 5 7-6: Batı lıların "Kiraz Baharı" adını landırma, merkez yöresi konutla­
verdiği, "Miyako Odori": Mevsimler Tiyatrosu
rında takma borulu mutfak baca­
(Kiyôto). Örtünün renkleri, mevsimleri
simgeliyor. Kırmızı: Bahar. l a rı d ikkati çeker. Evin doğayla

1 90
§ 57 YAl'IL\R, <,:ATIL\R VE TAlNvl l L F.R

uyuşması yapıda kalmaz. Sıcak ve nemli yörelerde, yatak ve yorgan çar­


şaflarıyla yastık kılıfları havlu gibi nem ve ter çeken bir dokumadan ya­
pılmıştır. Evin doğayla uyuşması konusu Çin arasözünde güzel özetlen­
miştir:
Evini tutarsan serin,
Gerisini düşünme derim.

(3) MANZARAYA AÇI K L I K (SAN S U İ)


İçinde bulunduğu doğa l çevrenin ayrılmaz bir parçası sayılan konut,
yalnız güzel olmakla kalmamalı, güzel manzarayı da görebilmelidi r. Ye­
n i açılan ve "Şinden " denen tarım yerleşmelerindeki evler, genellikle bir
yamacın eteğinde kurulur. Ovadaki tarlalara, vadiye, karşı dağlara ve
tepelere (sansui) doğru yönlendirilir. (Şinden yerleşmesi için Bkz. § 76)

(4) S Ü R E K Lİ Lİ K
Japon toplum yapısının geçirdiği köklü değişmelere karşılık yapı sanatla­
rında ve yapı tasarımının i lkelerinde kararlı, kalıcı bir süreklilik görülür.

( 5) YEN İ LİGİ D E N E M E K Y E Rİ N E D E N E N M İŞİ YENİLEMEK


Tasarımdaki sürekl il ik, yeni lik olsun d iye yenilik yerine, denenmişi, be­
ğenilmişi yeniden yapmak -geliştirmek- ilkesiyle açıklanabi lir. Eskiden
yapı lmışın , beğenilmişin seçilmesi, gelişmeye, küçük düzeltme ve uyar­
lamalara açık, b ilinçli bir yenilemedir. ( Resim 5 7-4 ve Resim 5 7-5 )

(6) ANITSAL YE R İ N E İ N SAN Ö LÇEGİ


Sivil mimarlıkta, yapı sanatlarında, an ıtsal ölçekteki tapınak boy utları
yerine " insan ölçeği " egemendir. İnsan ölçeği, en yalın deyim i ya da so­
mut örneğiyle tatami'dir. 1 8 0 cm boyunda, 90 cm eninde bir dikdörtgen
tatami'nin katlarıdır. Burada, " Uyumaya bir hasır, oturmaya yarı s ı " yo­
lundaki özdeyiş yeniden anımsanabilir. Yalnız yatay ölçüler ve alanlar
değil; bölmeler, kapılar, pencereler de tatami ölçeğinde yapılır. Kat yük­
seklik leri bir-buçuk (2, 70 m) ya da işlevine göre bir ve üçte-iki tatami
( 1 ,20 m ) boyundadır. İki tatami'den ( 3 ,60 m ) yukarısı a nı tsal ölçeğe gi­
rer. Ölçek öylesine güvenilir bir ayırrmandır ki yapının enine-boyuna­
yüksekliğine, bunları n oranlarına bakıp işlevi söylenebilir. Tapınaklar ve
Cinca'lar, konut saçaklarını aşan çatılarından hemen belli olur.

(7) B i R Ö R N E K ÖGELE R D E N ÇEŞİTLİLİGE


Yapı sanatları geleneğinde, çeşitli öğelerden bir örnek sonuçlara varmak
yerine, bir örnek (standart) öğelerden tasarım çeşitli l iğine gitme eğilimi
daha güçlü gözükür. Birbirine hiç benzemeyen yapıların, aynı malzeme,
yapı tekn iği ve tasarım i lkeleriyle gerçekleştirildiği görülür. Fransız mi-

191
BEŞ - SANATLAR ÇEVRESi

marı Le Corbusier'nin yarım yüzyıla yakın bir süreyle önerip savunduğu


modüler ( birimsel) tasarım ve yapım ilkesini, Japon kültürü 500 yıldan
beri başarıyla uygulamaktadır. Bu ilkenin en somut örneği oda ve konut
boyutlarıdır. Japon odaları ve konutları tataminin üst katları ya da tsu­
ho (iki tatami) ile ölçülür. (Tablo 57)

TAB LO 5 7
TATAMİ ÖLÇÜ LERİ VE M E KAN LAR I N BOYUTLAN D I R I LMAS I
Tatami Tsubo Boyutları Alanı Kullanma
Sayısı (2 Tatami) (mxm) m< Yeri
Yı 0,90 x 0,90 0,81 Pencere
1 (Biri m) 0,90 x 1,80 1 ,62 Ka pı
2 1 1 ,80 x 1 ,80 3,24 G i riş
3 1,5 1 ,80 x 2,70 4,86 Banyo
4 2 1 ,80 x 3,60 6,48 Mutfak
4 Yı 2,70 x 2 ,70 7,29 Küçük Oda*
6 3 2,70 x 3,60 9,72 Oda*
8 4 3,60 x 3,60 1 2,96 Oda*
10 5 3,60 x 4,50 1 6,20 Büyük Oda*
* O d a büyüklükleri biçimseldir, değişkendir. Kullanış sırasında y a da gereğine göre, ara
bölmeler açılıp kapanarak iç mekanlar istendiğince büyültülüp küçültü lebilir.
(Bkz. Resim 57·1)

(8) KİVARİ: M E KAN YAP I UYUŞMASI


-

Japon mimarlarının "Kivari " adını verdiği ilkeye göre, yapı elemanları
taşıdıkları yüklerle doğru orantılı olarak büyür ya da küçü lür. Türlü
mekan boyutlarında kulla nılması en uygun olan dikme kiriş ve silme ke-

AÇ I K LAMA: B ÜY Ü M E K U RALI (1 � 2, 3, 6, 8, 10, 1 5)

Ş E K İ L 5 7 : Tatami döşeme büyüme kuralı.

1 92
§ 57 Yı\l'!LA R. ÇATlLı\R VE Tı\TA\·I İ L ER

R ESİM 5 7-7: Edo-Tokugava döneminin iyi korunmuş bir kalesi: H i meci Beylik Hisarı (Şôgun filminin
açık hava seti).

sitleri bellidir. Öyle ki odanın tatami ölçüsü seçilmişse, dikme, kiriş bü­
yüklüğü de belirlenmiş olur. Karşıt olarak da bir çerçevenin dikme kiriş
kesitleri· seçilmişse, o kesitlerle ör­
tülecek mekan büyükl üğü belir­
lenmiş olur.
Kivari ilkesinin uygulama ör­
nekleri, eski Beylik Hisarı yapıla­
rında, çağdaş konutların kapı pen­
cere doğramalarında görülebilir.
Himeci Kalesi ( Resim 57-7), çok
katlı bir mühendislik anıtıdır. ( Şe­
kil 57-8 ) Oysa, 3-4 cm boylarında
çok i nce serenlerden 1 -2 cm'lik
kayıt-silmelerden yapılmış kapı ve
pencereler 1 -2 m m ' l i k yataklar
içinde bilya makarasız ( ru lman­
sız ) , kendiliğinden kayacak kadar
d üzgü n ve h a fi ft i r. S ü r t ü n meyi
azaltmak için sürmeli kesit yüzey­
leri -rulmanlı yataklar gibi- dışbü­
key yapılmıştır. Kızak gibi kayar­
RESİM 57-8: Himeci Beylik Hisarı'nın bahçesi.
Beylikler dönemine ait bir açıkhava tarih müzesi
lar, yatak üstünde. ( Güvenç 1 979
ve kültür parkı (Şôgun filmi burada çekildi). b: 255 )

1 93
58. SAH N E SANAT LA R ! VE KA BUKİ

"Kabulü " deyi nce akla "Japon Tiyatrosu " geliyor. Oysa Kabul::.i J apon ..

tiyatro larından sadece birisidir. Kalmki ile b i rl ikte belli başlı sekiz tür ti­
yatro var. ( K um 5 8 - l ) Sözcük olarak üç ayrı öğeden oluşuyor kabuki:
Ka ( müzik-saz ) , bu ( d a ns-oyu n ) , k i ( beceri, ustalık, yaratıcılık v b . ) gibi.
Geniş anlamda Kabuki, tüm öteki sahne, m üzik ve oyun sanatların ı da
içine alır. Çoğu öteki sanatlar gibi seyirlik oyu nlar da Çin'den gelmiş.
Çin asıllı old uğu sanılan H O DA KOVATSU Vl. yy sonlarına d oğru 33
kadar sahne oyu nuyla J apon tiyatrosunun temel ini atmış.
Soylu sınıfın geleneksel Noğ tiyatrosu, Japon tiyatrolarının en aris­
tokrat olanıdır. Noğ'un kendine özgü zengin bir maske dağarı ve bi r an­
latım d i l i vardı r. Sözgelişi, tek bir adım atmak yolculuktur; elin y u karı
kalkması üzüntü; baş ve yüzün doğrulması sevinç; ellerin birbirine bağ­
lanması aşk gibi romantik bir duygu; ellerin ovuşturulması kaygı; elin
kalçaya vurulması " anladım" (çaktım ) dernektir. Ö zel Noğ dilini b ilme­
den oyunu izlemek olanak dışıdır. Bu simgeleri bilenlerin oyunu izleme­
siyle sabır isteyen bir sınavdır. Ne var k i özgün s i mgeleri de vardır: Kimo­
no'n un dürülmesi giysi sahibinin öldüğünü; giysi sağ kolunun yırtılması
sahibinin dövüşe ve savaşa hazır olduğunu a nlatır. Simgesel a raçla rın en
güçlüsü Ôgi (yelpaze ) ' d i r. Sanatçın ı n elinde o açılır katlanır kağıt, d oğan
Ay'ı, batan Güneş'i, rüzg,l. rdan savrulan güz ( haza n ) yapraklarını, kar ta­
nesinin uçuşunu, kuşu, kelebeği, gelmiş bir mektu bu, mektuptaki iyi ya
da kötü h a berleri bile anlatabilir. Yelpaze, yazarın elinde fırça, savaşçının
elinde kılıç; Budacı keşişin elinde sevgi ve bilgelik simgesi olur.
Japon tiyatro seyircisi, bir oyunu baştan sona görmek, baştan sona iz­
lemek için gitmez tiyatroya. Zaten çoğu klasik oyunlar da baştan sona bü­
tünüyle sahnelenmez. O oyundan bir perde, ötekinden bir sahne, berikin­
den bir tablo vardır. Ancak her kabuki temsilinde, çok başarılı sayılan
ölümsüz sahneler, "tablo"lar kısaca "miye "ler vardır. Japonlar asıl o mi­
ye'ler için gelir. Canı sıkılan çıkar, dolaşır, yer içer ve döner - belli bir nıiye
için . Kabuki ve Noğ türleri kadar ünlü ve yaygın olmamakla birlikte, Ja­
pon kültürünü temsil etme gücü yönünden üç tiyatro türü dikkati çeker:
• Rakugo ( medd a h ) tiyatrosu,
• B unralw ( ku k l a ) tiyatrosu,
• Öncü (aumıt-garde) tiyatrolar.
1 ) Rakugo ( medd a h ) Tiyatrosu. TV' den dolayı sayı ve seyircileri,
ünlü sanatçıları azalmakla birli kte, zengin b i r söz sanatl a rı geleneği var.
Ya bancı gözlemcilerin pek fazla d ikka tini çekmeyen, d i l bilmeyenlerin
rahat izleyemediği bu tiyatro türü üzerindeki yayınlar çok sınırl ı k a l m ış­
tır. Tokyo'nun Ueno K ültür Parkı dolayında Suzımıoto Halk Tiyatro­
su 'ndan edinilmiş kişisel izlenimler, K utu S 8 -2'de toplanmıştır.

1 94
': 5 8 S,\l IC'F s,\ N .YJJ,\IU \T K.\ l\U KI

l<UTU 5 8-1
TİYATRO N U N G E N E L D Ö K Ü M Ü
1 Kagura Dini törenlerdeki Şamanca oyunların atası. Maskeli v e ö z e l giy­
sili, türkülü, şiirli pandomim ler. "Her yer ve şeyde Ta nrı var" te­
ması işleniyor, çoğun lukla.
Gagaku Budizmle birlikte Asya'dan J a ponya'ya ulaşan 200 kadar kutsal
metin, m üzik eşliği nde, sözsüz oyun biçiminde sunuluyor. Mas­
keler J a ponlarca geliştirilmiş.
Bugaku Danslı bir Asya oyu nu. Bin yıllık bir geçmişi var. Kore, Çin, Hint
ve Mançu etkileri görülüyor. Maske ve oyun giysileri, söylen ce­
leri simgeliyor.
Noğ (Nah) XV I . yy'da doğmuş, klasik, soylular tiyatrosu. Ana ilkeleri Z EAMİ
Motokiyo'n u n yazd ığı (1 4 2 3) l<adenşo adlı eserde toplanmış.
Beş türü var:
a) Tanrıların oynadığı Şintô öyküleri;
b) l<ah ramanlık (Samuray) öyküleri;
c) l<ad ı n ların aşk acı ları n ı canla ndıran öyküler;
d) Akl ı n ı yitirmiş kad ı n d ra m ları;
e) l<ötü (hasta) ruh öyküleri, gibi.
Kiyôgen Noğ ile yaşıt bir güld ü rü ve toplum taşlaması.
Kabuki 1 59 6-166 4 yı lları arasında gelişmiş:
a) Okumi (dinsel) ,
b) Onna (kadın) ,
c) VakaşD (oğlan),
d) Yorô (cinselliği sanata dönüştüren)
Kabuki tü rleri var! 166 5 -1 74 0 arasında. Genroku kabukisi, aşk­
ödev, birey-toplum, toplum-doğa çelişkilerini işleyen bir "dram"
tiyatrosu olmuş. Çağdaş l<abuki'nin üç türü var: Saz eşliğinde
(Şoseigoto), tarih i oyun lar (Cidaimono), aile-töre (Sevamono).
Şinpa Batı m o d e l in d e politik bir d evrim , ideoloji tiyatrosu.
Şingeki Çağdaş (modern) tiyatro. Geleneksel ile Batı bi leşkesi. Aşamaları:
a) Kabuki türünde Batı'dan aktarma-uyarlama,
b) Tsukici Şôge kicô (Batı'ya öykünen),
c) Proleter (devrim) tiyatrosu (19 2 9 -195 0),
d) Edebi tiyatro: İkinci Dü nya Savaşı sonrası tiyatrosu.

2 ) Bunraku Japon Kuklası. Sazlı sözlü bir kukladır Bımralw ! Çin


kuklası geleneğinden ayrılarak, son üç yüzyılda Kabuki ile yarışacak dü­
zeye gelmiş. XVIII. yy'da Kabuki'yi gölgede bırakmış ve etkilemiş. Kuk­
lalar 1 00-1 20 cm boyunda ve -hafif olsun diye- ıhlamur ağacından yapı-

1 95
BFŞ - SA?'-J,\TL\f{ (EVRl'SJ

lır. Her kuklaya, siya h cüppeler giymiş (Kuroko) yani "görünmeyen" üç


oyuncu birlikte can ve kişilik verir. "Côruri " adı verilen ve öyküyü önün­
deki metinden okuyarak a nlatan usta ( şef), küçük bir saz topluluğunu da
yönetir. Özetle Bunrakıı kuklası, Şamisen ( bir tür saz) eşliğinde ve insan
benzeri kuklaların kişi liğinde, güçlü bir öykü anlatma sanatıdır. Gelenek­
sel ( feodal) toplumun asker, tüccar soylu sınıfları için özel oyun dağarları
yapılmıştır. Tek kuklaya hayat veren üç kişi, a ncak 1 0- 1 5 yıllık ortak ve
sıkı bir eğitimden sonra sahneyle birlikte çıkabilir. Kuklaları kendileri ya­
pıyor, giydiriyor ve canlandırıyorlar. ( "Bunralw 'mm Elleri ue Sesleri "
için Bkz. ADACİ 1 978 )

KUTU 5 8-2
RAKUGO (M E D DAH) TİYATROSU
Çok katlı, modern yapının üçüncü katındaki oyun salonuna, yürüyen merdivenle
çıkılıyor. 400 kişilik, şirin, serin bir meka n düzenlemes i. Çoğu orta yaşlı olan se­
yirciler, hazır yemekleri (bentô) ve soğuk içecekleriyle gelmişler, öğle matinesi­
ne. Perdesiz sah n en in orta yerinde, mor renkli tek bir minder, m ikrofon ve ayaklı
elbise askısına benzeyen ağaçtan yapılmış, yalın bir sunuş panosu görülüyor.
Boz renk kimonolu, yelpazeli bir ç ı ra k ç ı ktı. Halkı selamladı, yer minderi­
ne d iz çöküp oturd u . Önce Eda döneminde bir aile toplantısını; sonra da ev
sahi bi-kiracı tartışmasın ı seslendird i. Sahneden ayrıl ı rken oturduğu minderi
alt-ü st etti. Sunuş panosundan bir yaprak çevird i . Makasçı (komi-kiri) ustası­
n ı tanıttı. Usta, kağıttan kestiği Geyşa v e Samurayları seyircile ri n e d ağıttı.
" Başka ne isters i n iz?" d iye sordu. Önceki gün d e sormuş. B irisi, sert kalın
plastikten yapılmış bir yemiş paketi n i uzat ı p sormuş, "Şunu da bir zah met
kesebilir misiniz?" Patlayan kah kahadan tavan yıkılıyor sanmışlar. Sen riyQ
kalfa, fı kralar a nlattı , şiirler o ku d u , türküler çağırdı. Nefesli bando ile bir yay­
lı sazlar o rkestrasını seslendirdi. ABD, Meksika ve Japon müziğinden seçme­
ler sundu. İki sanatçı h a n ı m , ayakta, yanlış a n lama yarışı yaptılar. Kimin ka­
zand ığı pek belli olmadı. U sta meddah, yeşil kimono ve kahverengi pelerinle
geldi. Zikir halkası n d a ki dervişler gibi a rka a rkaya "Buda" adı n ı çağıran ra­
hipleri çizgiledi. Şemsiye cambazları, tahta kutudan, toplara, halkadan şap­
kaya her şeyi d ö n d ü rü p dengelediler, renkli şemsiyeler üstünde. Dört saate
yakın s üren oyun en yaşlı ustanın en çok alkışlanan sunuşuyla noktalandı.
To plumsal eleştiri v e taşlamanın h e r türlüsü vard ı. G ü n l ü k siyaset, parti­
cilik yoktu.

Kuklanın sağında duran birinci oynatıcı baş, sağ kol ve sağ ele; so­
lundaki ikinci oynatıcı sol el ve kola; arkadaki üçüncü oynatıcı ise be­
den ve ayaklara hareket veriyor. Kukla öylesine güçlü bir oyun ki kara

1 96
§ 58 Sı\I-INE SANATL\ R I VE KABUKi

cüppeli sanatçılar kısa bir süre sonra gerçekten görünmez oluyor, s ahne­
den sanki siliniyorlar. Öyküyü anlata n usta ses, kuklaya ruh ve can, se­
yirciye duygu veriyor. Kukla, gerçek bir sanatçının tek başın a düşleye­
meyeceği anlatım gücüne ve yüceliğine ulaşıyor. Evrensel duygu temala­
r ı işleniyor: dostluk, düşmanlı!?., sadakat, kin, vefa, intihar, aşk ve ihanet
gibi. Bunraku bazı duygu ları öylesine güçlü biçimde anlatmı ş ki geçmiş­
te, kimi soylu kabuh oyuncu ları kul?.!aya öykünmeye başlamışlar. S iyah
beyaz resme özenen bahçe sanatlarındaki kuru manzara soyutlaması gi­
bi; sahne sanatlarında da kuklaya özenen oyuncular olmuş. Bir tür, so­
yutun ikinci bir kez daha soyutla nmas ı !
Japonya'nın ünlü tiyatro yazarı ÇİKAMATSU Monzaemon ( 1 653-
1 725) ustanın B ımraku için yazdığı oyun lar sonradan Kabuki'ye de
uyarlanmış. ÇİKAMATSU'nun tiyatro üzerindeki düşünce ve önerileri
hala çağdaş Japon tiyatrosunun temel ilkeleri arasında sayılmaktadır.
Örnekler:

Sanat, gerçek ile gerçek olmayan ( sa n a l ) arasındaki o dar ara­


lıkta yapılan bir ( iş ) şeydir. Çağımız [XVIII. yy] 'da moda olan
gerçekçiliğin sonucu olara k, belki de oyunda rol alan uşağın
gerçek bir uşak gibi konuşup davranması beklenebilir. Ne var ki
gerçek uşak da sah nedeki oyuncu gibi, yüzüne a llık ve pudra mı
sürsün ? Ya da gerçek uşaklar temizlik ve yüz tuvaletlerini yap­
mıyorlar gerekçesiyle, uşak rolünü oynayan oyuncunun da sah­
neye bir k arış sakalla, saçları usturayla kazınmış ola rak çıkması
daha m ı 'eğlendirici' J inandırıcı] olurd u ? İşte, gerçekle düşlem
a rasındaki 'dar aralık' dediğim yer tam burası! Gerçeküstü ama
gerçekdışı değil ! Hem gerçek, hem değil ! Eğlence [oyun ve sa­
nat], ancak ikisi arasında bir yerde var olabilir. Bu gerçeğin ışı­
ğında görüyoruz k i dünyanın en yüce, en güzel varlığını n kop­
yasıııı yapsak yine bıkarız ondan -o varlık, ünlii T'ang güzeli
Yang Kuei-fei olsa bile-. Sanat eserinde, insan ruhuna heyeca n
veren şey yalın gerçeğe benzemeyen biçim v e biçemlerdir. B u il­
keye saygılı olan tiyatro, yapmaya da görmeye de değer.

Japon tiyatrosunun "Shakespeare " i olara k anıla n büyük usta, oyun


( ve sanat) anlayışına yakışır biçimde vermiş son soluğunu:
Son sözlerim mi? Peki, peki:
Benden sonra da dilerim ki
Yine açacak kiraz çiçekleri
Her zaman olduğu gibi
- ÇİKAMATSU Monzaemon

1 97
ili·: � - >.\i\,\TL\R �:ı \'IU:Sl

Kuru 5 8- 3
"TRAMVAYC I L I K (B İ LETÇİ Lİ) OYU N U "
Çoğu kentlerde tramvay çoktan kald ı rılm ış. Hele bi letçili tramvay hemen hiç
kalmam ış. Ancak Nagoya kenti kuzeyindeki Meici-Mura adlı açık hava tarih
m üzesin de, Meici döneminin " İ ngiliz-Elektrik" marka lı tramvayları çalışıyor.
Biletçi, om uzdan atkılı para çantası, iki kapaklı bi let kutusu, lastik başlı
bilet kesme kalemi ve bakımlı pos bıyı klarıyla bir XIX. yy görevlisi. Yo lcuları,
sahanlıkta karşılıyor, gü ler yüzle. Bi let satıyor, soru ları yanıtlıyor, annelere
yer gösteriyor, baba lara takılıyor, çocuklarla şakalaşıyor. D u rmadan yorulma­
dan konuşup anlatıyor. Orkestra şefi gibi, vatman dahil, herkesi yönetiyor.
Te k başına oynuyor "Tramvaycı l ı k Oyu n u " n u . Sa hneyi dolduran usta bir
oyuncu ve yönetici.
D ikkatle ve biraz da hayranlıkla kendisini izlediği m i bi rden duyumsadı.
Bir şeyler demek istedi, d iyemedi. Ko nuşması nı kesm eden şöyle yandan bir
baktı, sonra pos b ıyığı n ı burdu ve m uzipçe göz kırptı . Jest ve mimiklerinde şu­
nu okudum:
- "Gördüğün gibi, geçen yüzyıl ı n biletçisini (tramvayı) oyn uyoru m . İşi­
mi seviyorum, m utluyu m , Ya sen -O bıyıklarla- ve o denli di kkatle hangi oyu­
nu oynuyorsun?"
Sonra yan ı ma geldi, saygılı bir teşekkürle, biletime o gün ü n tarih dam­
gas ı n ı vurd u ve oyu n u n u coşkuyla sürdürd ü :
- " Beyler, h a n ı m lar, bilet ve damga isteyenler, inecekler bin ecekler,
i lerleyeli m , bekleyenleri b e kletmeyelim , beyler, h a n ı m lar, yabancılar... haydi
bakalım, acele edelim, zaten tüm yüzyıl geç kalmışsınız!" der gibiyd i .

3 ) Ö ııcii (Auaıı t-garde) Tiyatrolar. Köklü geleneklerden beslenen,


çağdaş, geleceğe yönelik ve " devrimci" tiyatro a kımları var. To ller ve
Brecht'le kimliğini arayan çağdaş Alman tiyatrosu gibi, yeni .Japon ti­
yatrosu da bölünmüş ve bölün meye devam eden bir dünyadaki yerini
bulnı ay;1 çalışıyor. Yeni akını, YOK Ô ve HİGİKATA ile başlamış. KA­
TA Yoşibiro'nun ''Zero Cik ken " grubu " Anarş i " konusunu işlemiş.
Ozan TERAYAMA Ş uci'nin 1 9 60 yıllarında " Tendi Sacik i " ( kırmızı ça­
dır) diye ün salan korsan tiyatrosu, savaş sonrasının Japonya 'sın ı eleş­
tirmiş - etkin ve yürekli bir hicivle. ( Richie 1 9 79: l -4 ) Yeni a kımın Pa­
ris'te başarı kazanmış bir temsi lcisi de var. SUZUKİ Tadaşi 'nin "Truva lı
Kadın l a r " oyunu - Euripicles geleneğinde .Japon tiya trosunun tarihi se­
rüveni n i sahneleyip, belgeliyor: Gagakıı müziğinden Şinpa tiyatrosuna
kadar. . .
Bütün bu zengin oyun türleri içinde, tiyatro uzmanı olmayan
seyircisini en çok etki leyen yetenekli Biletçi, Kutu 5 8 - 3 'te tanıtılmıştır.

1 98
:: 5 '> ZE>:T VF S.-\>iXI

5 9 . Z E N VE SANAT

Zen, Buda dininin bel li başlı kollarından biri. Birinci yüzyılda H int'ten
Çin'e gelmiş. Vlll. yy'dan sonra orada büyük bir gelişme göstermiş, XII.
yy'da Japon Adaları 'na u laşmış olan Budizmin özü Pracna ( a ş k ın bilge­
l i k ) ile kanma ( coşkulu, sevgi aşk ) 'dır. Zen yolcuları, ''Satori " a dı n ı ver­
dikleri bir aydın lığı ara rl a r. Bilgelik, d ü nyanın a n l a mını ve yaşa m ın öne­
mini kavrama ktır. Aydınlanmış k i ş i bilge k i ş i bencil kar-zarar hesapla­
rından, duyumsal acı-tatlı ayırımından sıyrılmış, kendi varlığı nı , başka­
l a rınJ a ydın lık götürmeye adamış k işidir. Bilgeli k kişinin içinded i r. Zen
içimizdeki avidyô (ca h il l i k ) 'nın egemen liğinden ku rtarmaya çalışır prac­
ııa 'yı. Zen, akılcılığı, kavramlaştırmayı ve biçimsel a k ı l yürütmeyi yad­
sır. ( Bu konuda Bk:z. § 8 6 . "Japon Dilinin Mantığı " ) Sözler ve sözcük ler
boş soyutlamalardır. Zen, kendinde gerçek olanı -gerçeği- v u rg u l a r, ger­
çeğin yaşanmış olmasın ı şart koşar. Zen Budistlere göre; 1 ) sözel ileti­
şimle okuyup dinleyerek elde edilen; 2) bil imsel yaklaşımla (gözlem de­
ney, çözümleme ve vard a m a ) i le elde edilen ve 3 ) sezgisel kavrayışl a elde
edilen olmak üzere başlıca üç tür bilgi v a rd ı r. Ü çüncüsü, k i ş i n i n kendi
varlığının ( be n l iğini n ) deri n l i klerinden gel i r. Zen yolcul a rı üçüncü tür,
sezgisel bilgiyi ve onun aydın l ığını en üstün sayarlar.
Çinli bir sanatçı, resim yapmanın gizemi n i şöyle açıklamış öğrenci­
lerine: " On yıl boyunca durup d i nlenmeden bambu ( ağac ı ) çiz, bambu
ol, sonra bambu çizerken bambu olduğuı) U unut. K u s u rsuz bir tek niğe
u laştıktan sonra da bırak kendini, içindeki esinin a k ışın a . " Bambu ol­
nrn k , sonra da onu çizerken onunla bir ve b i r l i k olduğunu unutmak, işte
budur " Ba m b u ' n u n Zeni" olmak . ( Resim 5 3 -2 ) Kişinin, bambu r u h u ve
kendi ruh uyla b i rl i kte uyumlu devinimidir. O ruha egemen o l m a k ama
onun bilincinde olmamak uzun ve sıkı bir eğitimle elde edilen ü stün bir
başarı d ı r. (SUZUK İ Daysetsu GJC, 1 9 77: 47)
Zen, hu ereğin i bir özdeyişle dile getiriyor: "Ti.imde bir (var) birde
tüm . " Bu bir bilgi kura m ı değil, olsa olsa Zeıı'in dünyayı algılayış biçimi­
dir. Kavramsal olarak kolay çözü mlenemeyen bu özdeyiş, pracna ( bi lge­
lik, haklrn l i k ) 'dir. Gerçeğin -ne eksik ne fazla- olduğu gibi algılanıp kabul
edilmesidir. Zen k ısaca şöyle anlatır bu ilkeyi: " Söğütler yeşil, çiçekler kır­
mızıdır. " Her yaşantının öğeleri, olguları yaşandığı gibidir. Yaşantılardır
salt gerçek! Yaşantıyı dıştan çözü mlemeye çalışan ve oradan bir bilgi ku­
ramına varmaya uğraşan kimse, Zen öğrencisi, Zen yolcusu sayı lmaz.
Dengesizlik, si metri yokluğu, fırça sayısında aşırı ekonomi, " uabi "
ve "sabi " ti.i ri.inde yalın güzell ikler (Tablo 5 1 -2 ) , Japon kültürü n ü n ve Ja­
pon sanatının kendine özgü n itel i kleridir. Bütün bunlar bir Zen gerçeğin­
den kaynaklanıyor: Her şeyi salt kendisi olarak, "çok'tak i biri, bir'deki
çokluğu görmek ! " K u ru daldaki tek bir k uş, güz mevsiminin h üznüdür.

1 99
BEŞ - SAN:\TL\ R ÇEVR ESi

Bunun k işiye verdiği d uygu "vabi "dir: Yokluk ve yoksulluk içindeki du­
yumsal, ruhsal zenginliktir. Günlük deyişle, samanlıktaki mutluluk, yok­
sulluktaki dirlik sevincidir. Doğaya öylesine yakın bir varoluş ki bahar
yağmurunun " pıt-pıt"ından bile sevinç duyar. O sevinçteki çocuksu, ya­
lın duygu, doğaya yakınlık, bize eski bir çocuk şii rimizi anımsatır:
Pıt-pıt cama kim vurur?
Ay ne iri damlalar . . .
Demek dışarıda yağmur var!
Gerçeğin bozulup çarpıtılmadan, mantığa vurulup düşünceyle bu­
landırılmadan algılanışı, Zen yolculuğunun temel ilkelerinden biri ol­
muş. Zen ustası şöyle anlatıyor ilkeyi:

Ben aydınlanmadan önce dağlar dağ gibi, nehirlerse nehir gibiy­


di. Aydınlanmaya başlayınca dağlar d ağ, nehirler nehir gibi de­
ğildi artık. Şimdi, aydınlandığımdan beri, dağla r yine dağ, ne­
hirler yine nehir gibi. ( Fromm 1 979: 7 6 )

Böylesi b i r sanatçı duyarlığı, kişiyi geleneksel kurallardan uzaklaştı­


rır. Bir çizgi, kitle ya da denge öğesi -olması gerektiği yerde- yoktur.
Ama onun eksikliği, yokluğu (yahakıı) k iş iye güzel duygular verir. Ek­
siklik ve kusur böylece bir yetkinlik öğesi olur. Çünkü güzellik, salt ku­
sursuzl uk ya da yetkinlik demek değildir. Japon sanatçıların sık sık baş­
vurd uğu bir aldatmaca da güzeli kusurluda hatta çirkinde bulmaktır. İş­
te bu eksik ya da kusurlu güzelliğin yanında, köylüce bir doğallık, yaşlı­
lık ve yaşlanmışlık, tekdüze, yal ın bir doğa buğusu, doğa kokusu da var­
sa, Japon sanatı uzmanlarının "Sabi " adını verdiği güzellik türü yaratıl­
mış olur. ( Bkz. Tablo 5 1 -2 )
Çirkinli!<.teki güzelliği görmeyen
Ne bilsin, nasıl görsün
Güzel denen şeylerdeki çirkinliği!
- Mutlu Başakman, 1 979: "Man "
Japonya'ya varışından hemen sonra Zen Budizm, Samuray yaşamı ile
yakından özdeşleşmiştir. Zen, Samuray'a hem a hlak hem de felsefe yönün­
den arka çıkmıştır. Bir din ( ya da inanca) olarak Zen, geri dönüşe izin ver­
mez: Buyurulan yapılacak, başlanan bitirilecektir. Zen felsefesi, yaşamla
ölümü birbirinden ayırmaz. Yaşamla ölüm arasında ayı rım da gütmez. Zen
bir istence (irade) dinidir. Akılcılığı yadsıyıp d uyguya değer verdiği için as­
ker savaşçılara sevimli gelmiştir. Onun yalın, kendine güvenen, zevk ve eğ­
lenceden uzak yaşam yolu, savaşan ruha yatkın ve çekici gözükmüştür.

200
§ 59 ZEN VE SANAT

Kaın ulwra dönemin den


( 1 1 85- 1 33 3 ) İkinci Di.i nya
Savaşı sonuna ( 1 945) de­
ğin Japonya, Zen ruhu ve
disipliniyle yönetilmiştir,
denebilir. Kanıakura dö­
neminin iki ünlü yönetici­
si HÔ C Ô Tokiyori ( 1227-
6 3 ) ve H Ô C Ô Tokimune
( 1 25 1 -84) 'nin de tarikata
girmesiyle Zen' in etkisi,
gi.icü tüm ülkede duyul­
muştur.
Ölüm sorunu herkesi
ilgilendirir, derinden dü­
şi.indürür. Özellikle de her
an ölümle yüz yüze gelen
savaşçıyı. Ölümün varlı­
ğı, gerçekliği, insanoğlu­
nu almış yanına, bu dün­
yanın sınırları dışına doğ­ RESİM 59: Yaşlı ağaca saygı, tarihe, kültüre,
ataya saygıdır. B u saygıyla çalışmak d i ndir, inançtır.
ru sürüklemiştir. Zen ör­ "Tanrı yolu" budur (Kiyôto).
gün eğitimi, ahlak öğreti­
mini ve törensele verilen
önemi yadsımıştır. Savaşçı Samuray, ö l ü m l e hesaplaşa b i l m ek için
Zeıı'den yardım görmüştür. Zen, savaşan Samuray'ı desteklemiş, ayrıca
ona yaşam-ölüm iki lemi önünde ınuşin (akıldışı) olabilmeyi öğretmiştir.
Zen Budizmin, çaresi bulunmaz ölüme karşı takındığı baş eğmez, yürekli
tavır -ya lnız askerleri değil- bütün Ja ponları etkilemiştir: O ki hep ölece­
ğiz sıramız gelince, bu işi yaşama, insana, onurumuza yakışır biçimde ya­
palım: Korkmadan, eğilmeden, hiç pişmanlık duymadan ölmek çoğu Ja­
ponlara hala çekici gelen derin bir tutkudur. Suçlu bile olsa, kişi öyle yü­
züne baka baka, gözünü kırpmadan gidebili yorsa ölümün üstüne, Japon­
lar o insanı bağışlar. Tokugava döneminin ünlü bir k ılıç ustası ve fırça
(şodô ) sanatçısı sayılan MİYAMOTO Musaşi ( 1 582-1 645) şöyle yazmış:
Parlayan kılıç altındaki
Kişiyi ürperten cehennemde,
Korkma atıl, önündeki
Mutluluk beldesine . . .
Belki ölümlerin en güzeli, bahar rüzgarının alıp savurduğu k iraz çi­
çeği (Sakııra) gibi uçup gitmekmiş - sessizce. Çalışmak, yapmak ve ba-

201
şa rırnı k dışında b i r yaşam felsefeleri yok J a po n l a rı n . Ama SUZUKi Day­
setsu ( 1 9 77: 4 9 ) 'ye göre, özgün bir ölüm felsefesi var.
D ünya çapında ün yapmış Ja pon kılıcı, savaş ve Samııray'l a ilgili ol­
duğunca kahra manlığın, özverinin de evrensel simgesi olm uştur. Gelene­
ğe göre, kılıç yapacak usta, koruyucu tanrısından gerekli izni aldıktan
sonra ama işe başlamadan önce, tezgahını temizl er, kendi bedenini a rı n ­
dırırmış. Kılıcı, yalın b i r savaş aracı gibi değil d e san ki-sanat eseri ola­
cakmış gibi yapmaya koyulurmuş. Böylece kılıç, silah deği l, ru ha güzel
duygu lar veren bir sanat ürünü olurmuş . ( Tö ren ve ayrı ntılar için Bkz.
Bronowski 1 9 75 : 1 3 0 - 3 )
Samuray i k i kılıç taşırmış. Uzunu, düşmana saldırmak y a d a kendi­
ni savunmak için; kısa olanı gerektiği zaman kendi canına kıymak, ya­
şamına son vermek için. Böylece kılıç manevi güçlerin temeli sayılan na­
m us ile onu run da en yüce s imgesi olmuş. O kadar k i giderek kılıç u sta­
lığı Zen ustalığı ile özdeşleşmiş. Sözüngelişi, muga ya ela muşin ( a k ıldışı)
durumuna geçebilen Samuray, kılıç u stal ığının da en üst rütbesine u laş­
mış, sayılırmış.
Kılıç ya pma sanatı bugün yerini elektro n i k rok etlere ya da bilgisa­
yar end üstrisine bırakmış olabil ir. Hatta, çay töreninin ateşi ocağı gide­
rek kü llenebilir, çay suyu da soğuyabilir. Ancak Hayku ( k ısa şiir) gelene­
ği ile sumiye ( m ü rekkep) resm i var gücüyle yaşıyor - Japon ruhunda.
Burada şiirlerine sık sık yer verilen ünlü BA ŞO, Budist keşişi değilmiş
kuşkusuz ama Zen'e yürekten bağlı bir gezginci ozanmış. Güz başında,
ağaçlar yapra k dökerek soyu n urken, dağlar daha ya l ın bir görünüm alır.
Akarsular duru l u p saydamlaşır. Akşam sular kararı r, kuşlar yuvalarına
dönerken, gezginci ozan, insanın yazgısını ve yalnı zlığını keneli yüreğin­
de duymadan edemez. Ve BAŞO şöyle yazar:
Yalnız bir yolcu Kuru dalında
Diye ansmlar heni ( va ela ) Yoğun güz dumanmm
Giiz yağmımında. Yalııız bir l<.arga.

BAŞO'nun yaşayan çağdaşlığını, SUZUKİ Daysetsu şöyle yorumluyor:

"Uygarlıkta ne kadar ileri gitmiş olursak olalım, yine ele içimizde


tükenmez bir doğa özlemi kalır. Bütün sanat çabalarının ardında­
ki özlemin doğa olduğu bel li. Japon sanatın ın görün ür ! sank i ! sa­
natsızlığının ( Subya vb. gibi) ardında ne sanatla r gizli! Anlam ve
esin dolu birçok duygu ve anıları uyandırma gücü, sanki h iç sa­
nat yokmuş görünümüyle, sonsuzluğun verdiği yalnızlık duygu­
sunu ortaya k oyabildiği zaman sumiye ile hayku'nun özüne yak­
laşmış oluyoruz." (SUZUKİ Daysetsu 1 979: 126)

202
Kum 5 9
"JAPON BAHÇESİ": YAZAR' I N YOR U M U
Mimarlık, nasıl "donmuş b i r m usiki" olarak ta n ı m la nmışsa, Japon bahçesini
de "dondurulmuş bir an tropo loji"ye benzetenler olm uştur. Sanı mca, kanımca
pek geçerli bir benzetme d eğild ir. Japon bahçesi donmuş değil, ılı k, sıcak, yu­
muşak ve ko nu ksever bir ziyaret, ibadet, arınma yeridir.
Evler, korunmak-barınmak için (doğaya karşı) yap ı ld ığı halde; bahçe, doğayı
ve yaşa mı yoru m lamak için yapılm ıştır, sanki. Japon bahçesi, gü nlük h ayat­
tan, uygarlıktan bir kaçış değil, geçmişle, tari h le bir buluşma ve konuşma ye­
ridir. Biçim ler, biçemler çok farklı olabilir; ama çevre ve öğeler (taş, tepe, saz
çatı , ağaç, yeşillik, su, gölge ve yan kı) hep bildiktir. İlk defa giden-gezen bile
daha ö n ce gelmiş-görm üş gibidir. Bazen u n utulmuş, bazen dün gibi canlı
ama hep meraklı, heyecanlı ve sürü kleyici - tarih i bir ro man gi bi.
Japon bahçesi 1500 yıllık bir sanat geleneğinin ürünüdür. M üzesi demek yanlış
olur, yaşayan ta rih idir. Yaşa r, yaşlan ır, d eğişi r. Bahçede bir doğallık ya da gü­
zel manzaralar (dağ, ağaç, su ve yankıları) va rdır. Ama bahçe, doğanın bir tak­
lidi ya da insan-eliyle yaratılmış doğa değildir. Belki de bahçe, doğayı ve kendi
doğallığını unutan insana doğanın hatı rlatılmasıd ır. İnsanın kendi öz va rlığına
dönmesi, kendisiyle buluşup hesaplaşmasıd ır. Bahçede bir d üzen ve anlam
vard ı r, kuşkusuz! Ancak o anlam, açıkça söylenip vurgulanmamış; belli-belir­
siz bırakılmıştır. Öyle ki herkes o belirsizliği kendince yorumlayıp kavrayabilir.
İnsanı çeken, büyüleyen de belki o belli-belirsizliktir. Bahçe güzel, uyumlu, öl­
çülü, gü nle, mevsimle değişen (yaşayan) bir sanat eseridir. Kişi bunla rı görü r,
algılar; ama anlamı üzeri nde uzun boylu d urup d ü şünmek istemez.

Özetle,
1 ) Zen, törensel olana deği l , d uygus a l o l a na ağırl ık verir; k i ş i y i k u ­
ramsal v e sözel y o ru m l a rdan ötedeki dolaysız v e sezgisel yaşantıya, a n ­
l a r ı m a , i letişi me yöneltir.
2 ) Zell, dine ve tö reye ( u y u m a ) değil , sanata ve ya ra tıcıl ığa yakın ­
dır. Öğretisinde ve u yg u l a m asında, geleneksel değerlerden çok estetik i l ­
k e l e r egemen d i r. Sanatçı o l m a k , Tan rı gibi (kami-uaza) Tan rı vergisi bir
yara tıcılığa sahip o l m a k demektir.
3 ) Zen, Doğa'nın ve yaşamın düny as ı nda var o l u r. Zen eğitimi,
dağların derinindeki (yüreğindeki) m a nastı rla rda, çalışıp yaşa yarak ya­
pılır. Zen, sanat nesnes i n i n içine girmeyi onun ru hunu (özü n ü ) yakala­
yıp a n l atmayı a m açlar. ( Bk z . Resi m 5 3 -2 )
4) Zen, çay sanatına da yakındır. Çünkü çay, tıpkı Zen gibi, i nsanın
doğaya -kendine- dönüşü, doğayla bir ve birl i k oluşunun sanatıdır. ( § 54)
5) Z en i n a macı, felsefe ile öteki di nler ve sanatlar gibi, kişiyi düz-
'

203
lüğe, aydınlığa ( Satori'ye) çıkarmaktır. Zen, bu aydınlığın nasıl kazanı ­
lacağını açıklamıyor. Ama, bir Zen ustası, aydınlıkla karanlığın arakesi­
tini şöyle çiziyor:

Satori'ye erişince kişi, her çimen yaprağının ardında değer biçil­


mez taşlardan yapılmış anıtlar keşfeder. Ama Satori'ye ermed ik­
çe kişi, anıtsal yapılar tek bir çimen yaprağının ardına saklana­
bilir. ( SUZUKİ Daysetsu 1 979: 1 0 9 )

Budizmin v e de bilgeliğin üçüncü gözü , Zen Budizmin güzele duyar­


lı olan gözüdür. İnsanoğlu güzelliği bel ki gören gözleriyle göremez; ama
aklın (üçüncü) gözüyle kavrar, duyar ve yaşar. Bu ilkede birleşir, Zen ile
sanat.
6
TOPLUM CA BİR TOPLULUK
HAN E LE R VE Aİ LE LE R

• AİLE VE TO PLU M : Aİ LE TOPLU M U


• Aİ LE D Ü Z E N İ : KAZOKU SEİDO
• AİLE N İ N K ÖK E Nİ
• TAR I M AİLESİ: DÔZOKU
• D E N İZCİ AİLESİ: AKRAN ÖRG ÜTLERİ
• DE G İŞ İM B OYUTLAR!
• ÇÖZÜ LME VE B ÜTÜ N LEŞM E S Ü R EÇLERİ
• " D ÜŞ EY TO PLUM": TATE-ŞAKAİ K U RAMi
• S I N I F LAR, KASTLAR VE YABANCI AZI N LI K LAR
• TOPLU MSAL D E N ETİM: S U Ç VE CEZA
Biz bir aileyiz, öyleyse varız.

- YAZARA G Ö R E "JAPO N LU K İ NANCAS I "

Cogito ergo sum.


(Düşünüyoru m , öyleyse varı m.)

- DESCARTES (BATI D Ü Ş Ü N CESİ)


60. AİLE, TOPLU M VE AİLE TOPLU M U

Descartes'ın " Düşünüyorum, öyleyse varım ! " özdeyişi, olgucu Batı Fel­
scfesi'nin öncüsü ve simgesi olmuştur. Japonl a r için de bir varoluş sim­
ges i aransaydı, ola ki, " Biz bir a ileyiz, öyleyse varız! " gibi bir deyim bu­
l unabili rd i . Böyle bir deyiş bulunsaydı, Japonluk duygusuna son derece
uygun düşerdi. Barılı insan, varlığını d üşüncesiyle kanıtlar. Oysa Japon
insanı, varoluşunu bir a ilenin üyesi olarak d uyumsar ve yaşar. Batılı için
bireyin d üşüncesi , Japon insanı içinse " biz"lik duygusu, biliş i öneml idir,
varlık koşuludur. " Biz" d u ygusu aile birliğinden doğar, akra balar, kom­
şular, arasında gelişir, meslektaşlarla iş arkadaşları ara sında sürdürülür.
Japon d il inde bir uçi ( biz) sözcüğü var ki bizimkileri (uçi) öteki ler­
den (soto) ayırır. Bu sözcük, a i le ve a krabalar (mi uçi) için kullanıldığı
gibi, konu komşu, okul, işyeri ve meslek gru pları için de geçerli olabilir.
Ya bancılar " bizden" sayılmaya, yakın görül meye başlanın ca u çi o l urlar.
Bizim " Uçi "nin ya bancılaşması, ötekilerden sayılması daha güçtür ama
o da olabilir. Aileye gelen gelin "uçinoyome " olur da başka bir aileye
içgüveysi giden oğul, zamanla yabancılaşıp "soto " (öteki ) ola bilir.
Belli bir yerleşmede belli bir sokakta
birbirine komşu oturan altı hane ve bu ha­
( r- ÜÇ l<ARŞI ----ı nelerde yaşayanlar " bizden " sayılır. Japon­
lar en küçük k omşuluk birimini, " bizim ev,
karşıdaki üç ev ve yanlardaki iki ev" (mu­
kô sangen riyô donari) olarak tanımlar.
Böylece, her hane, ikisi i k i yanı başın­
da, üçü karşı sırada yer alan beş evle bir­
H likte bir " komşuluk" sayılır. Komşu l u k
1
�-
""'
L İKİ-� YAN __J ) zincirine giren hanelerin birbirine karşı
görev ve soru m l u l ukları , yerel, yöresel,
Ş E K İ L 60: H-Hanesinin bölgesel ve u l usal dayanışma, yardımlaş­
komşuluk birimi.
ma örgütleri vardır.
İki'yan + Ü ç karşı komşu.

207
_.\JTI - TOl'Ll l \ I (.'_.\ TOl'Ll lLllK

" Her toplumda bir a i le olgusu vardır ! kuşkusuz ! ; a m a Japonlar


kadar a i le olgu s u n u n b i l i ncinde olan top l u m ları n sayısı azdır" d iyor,
Dore ( 1 9 73 : 9 1 ) . Japon i nancına göre, tüm güze l l ik lerin k a ynağında
nasıl doğa varsa, top lum yaşamındaki başarı ve bunalımların köke­
ninde de a i le vardır. Bu yüzden, a ileleriyle öği.inen Japonlar işler pek
i yiye gitmediği zaman yine a i leyi soru m l u tutarla r.

K u m 60
HAN E VE KOM Ş U LU K
"J apon evinde sır olmaz" diye ünlü bir söz ve gözlem vard ır. Kağıt kaplı böl­
meler ses geçirdiği için evde ki h erkes olan biteni duyar. Ancak komşuluk biri­
mini oluştu ran haneler aras ında da pek sır-sırça yoktur. He r hane, komşuda
"pişeni" bilir.
Yer - zaman: Tokyo'n u n bir kuzey mahallesindeki küçük bir hanede yazı
d ersi ndeyim. Nemli bir yaz akşam ı , s u ların ka rardı ğı saatler, sokak ışıkları
tek tük ya n ıyo r. Ko mşudaki sesler d uyuluyor. Yemek kokuları geliyor. Evler
aras ında 1-2 saçak payı aralık var yok. H a n e ler, birbirini görüyor, kokluyor ve
din liyor. Öyle ki tüm ko mşuluk, geniş bir h a n e gibi birlikte yaşıyor. He r hane­
nin sesi soluğu duyuluyor.
Olay: Yazı d e rsi alan i ki kardeş a rasında d uygusal bir çatışma oldu. Öğ­
retmen, erkek olan küçük kardeşe bir daha kopya çekmemesini söyledi. Abla,
kardeşini koruyacağına ona yüklenince, erkek kardeş, önü ndeki m ü rekkep
çanağın ı kaptı, ablasına d oğru h ı rsla fı rlattı. D uvar ve yer kirlendi. Aradan 3 - 5
dakika geçti geçmedi. Çocukların an nesi kapıda görü ndü. Getird iği a raç ge­
reçlerle başlamış olan temizliğe katıl d ı . Hangi yolla bilemiyorum, olayın ha­
beri anneye hemen ulaşmıştı.
Yorum: Ai leye, haneye giren yabancı, komşuluğa da girmiş oluyor. Çü n­
kü komşuda olu pbiten leri gizlemek olanağına kavuşuyor. Bu yüzden Japon
ailesine (hanesine) girmek zor. Saygılı bir komşu her komşusuna dan ışm a k,
o n ların olurunu almak gereksinmesi n i d uyuyor olmalı. Komşu aileler, büyük
bir konağın odalarındaki kiracı la r gibi birlikte yaşıyor.

Japonların geleneksel a i le duygu ları ve kavramları, Konfüçyus'un


aile -toplum- düşüncelerine yakındır:

Kişiler iyi eğitilirse a ile düzenli olur; aile düzen li olursa devlet
hakça yönetilir; devlet hakça yönetil i rse herkes barış ( dirlik-dü­
zenlik) içinde mutlu yaşar.
- KON FÜÇYUS , Büyü!?. Öğreti

208
60 .-\ I U-:. TOPLU\! VF A İ L E TOPLU\IU

Aile dışındaki gruplar, kıırımılar ve örgütler, aile gibi kurulur sanl<i


aile gibi işler. Eğitim kurumlarıyla, üretim ve hizmet örgütlerinin, sanat
ve siyaset denıelderinin, hatta yasadışı çete (yazı t lw) lerin , "Aileymiş gi­
'

bi " örgütlendikleri bilin iyor. Bu tür kuruluşlardaki rolleı; görevler ve


i lişkiler ya doğrudan aile adlarıyla ya da aileye benzer sözcüklerle dile
getiriliyor:

Aile içi ilişkilerde: Aile dışı ilişkilerde:


Oyabım-lwbım (Büyiik-h.üçük) Senpai-kôhmıi (üst-ast)
Ka/u (aile töresi) Şahı/ (işyeri tiiz.iiğii)
lvieuye-meşita (yaşlı-genç) Meuye-nıeşita (üst-ast)

İkebana ve çay sanatlarında okul b üyüğü (iyemoto), Yakuza ( çete)


i lişkisinde ba ba (oyabuıı}, ağabey (anikibım), çocuk (kobun) 'dur. İşyeri
yöneticisi (côşi), bir baba kişiliğine yaklaştığı ölçüde, yanında çalışanla­
ra gösterdiği sevgi ve ilgi oranında, onlardan saygı ve bağlılık görür. Ai­
lede oluşan, yeri ni ve görevini, büyüğünü-küçüğünü (meuye-meşita) bil­
mek ilkesi, toplum ilişkilerinde tümüyle geçerli olduğu gibi, bürokratik
örgütlerde, hatta İmparator Ailesi için bile geçerlidir. Savaş öncesi impa­
rator (tenşi) "Japon Ailesi" nin başkanı ve töresel babası sayılırmış.
Araştırmacı Dore ( 1 973 : 94), töresel saygın ın İmparator Ailesini bir
" kök" a ileye dönüştürdüğüne ve devleti yasallaştırdığın a değiniyor. Oy­
sa Avustralyalı Profesör Gregory Clark ( 1 97 8 : 4-6 ) , Japon toplumunun
" sosyoloj i k " (ya da Batılı) anlamda bir toplum olmadığı; çağdaşlaşmış,
kentleşmiş ve ileri düzeyde endüstri leşmiş olmasına karşın, Japonya'nın
koca man bir klan, kabile (tribe) ya da hatta toplumbilimci deyimiyle bir
"cemaat " (Tönnies'in deyimiyle " Genıeinschaft " 1 8 87) ya da sanki bü­
yük bir aile gi bi örgütlendiği tezini savunuyor.
Ülkenin ekonom ik başarı ve kalkınmasını inceleyen yabancı iktisat­
çılarla yazarlar da hızlı ka lkınmayı, işverenle, işçinin, yönetenle yöneti­
lenin tek bir " a i leymiş gibi" çalışmasıyl a açıklıyorlar. Japon topl umun­
daki halk-hüki.imet, işçi-işveren, sermaye-emek, yöneten-yönetilen, kır­
kent ikilemlerinin birl iğine, kısaca, "Japon Ortaklığı " ( '']apan Incorpo­
rated") adı veriliyor. Bu " ortaklık" dışardan verilmiş bir ad değil , ulusal
duygudur. Sözgelişi, Japonya Devlet Demiryolları örgütünde çalışan ya­
rım milyon kişi, kend ilerinden, " Büyük ailemiz" diye söz ederler.
O kadar ki Japon toplum yapısını iyi anlamak için a ileyi, onun ku­
ruluş ve işleyişini incelemek, sorunlarına eğilmek gerekiyor. Yakın geç­
mişte de böyle olmuş. Endüstrileşme ve kentleşme süreçlerinin yol açtığı
toplumcu akımlar ve çatışmalar karşısında, 1 9 1 7 yılında, bir " Eğitim
Sorunları Komitesi " kurulmuş. Komiteye göre, toplumsal bunalım ve
sorunlar, ülkenin " soylu ahlak gelenekleri" nin (Cunpubizokıı) yozlaş-

209
. \ i Ti - TOl' l . l l \ I C.-\ TllPl . l i l . l J K

mış o l m a s ı n d a n i l eri geliyormuş. Ayn ı kom ite, ü l k enin " soyl u ( k u rs a l )


a h l a k gelen e k l e ri n i " de şöyle sapta m ış:
1 ) Üst-ast i l i ş k i l erine u ygun davra n m a k ( to p l u m içindeki yeri n i , sı­
n ı r ı n ı b i l mek ) ,
2 ) A i l eye b a ğ l ı k a lıp, yetkeye b o y u n eğmek,
3) Va rl ı k l ı -yoksu l (sımf ve kast) i l i ş k i lerinde hoşgörü l ü olmak, b i r­
b i rlerine güven m e k .
Komiteye göre, o tarihte, geleneksel d a y a n ı ş m a r u h u gevşed iği i ç i n ,
a i l ed en kay n a k l a n a n k u r s a l değerler de yok o l m u ş . Yo ksul i n a n c ı n ı y i ­
t i r m i ş ; varl ı k l ı ise bi lgel iği n i . S ın ı f dengesi de b u n d a n bozu l m u ş . Frans ı z
v e A l m a n yasa l a rı n d a n a l ı n ı p Meici Yen i l eşmesi dönemine u y a r l a n m ı ş
o l a n a i l e (uatandaşlık) yasası yol açm ış, k o m i tece saptanan yozlaşma ve
çözü l melere. K o m i te, Meici A i l e Ya sas ı ' n ın değişti rilmesini ve a i le baş­
ka n ı yetk i l e r i n i n a rttı rı l masın ı önerm i ş . O s ı rada baş gösteren çeltik
( köyl ü-çiftçi ) ayak l a n m a l a rı , u l usal ç a l ışma ba rışın ı bozacak düzeye ge­
l i nce l 9 1 9 y ı l ın da " O lağani.i stü D u ru m H u k u k Araştırma K o m ites i "
k u ru l m uş. K o m i teye, yeni a i l e yasası tasa r ı s ı n ı n h az ı r l a n ması görevi ve­
r i l m i ş . Oysa k o m ite, 1 9 25 ve 1 92 7 ta r i h l i i k i raporu n d a k e n d i n den bek­
lenen i n tam ters i n i önermiş:
1 ) Aile başk a n l a rı n ın (kaçô) yetk i l eri aza l t ı l m a l ı ;
2 ) M a l - m ü l k b ö l üşmesindeki 1 c insler v e k u ş a k l ararası 1 eşitsizli k l er
gi deri l m e l i ;
3 ) A n a -ba b a n ın ev l i l i k ü zerindeki s ö z h a k l a rı s ı n ı r l a n ma l ı ;
4 ) Kadın ı n özgü rlüğü v e bağı msızlığı sağlanma l ı .
Ancak, eğitim v e h u k u k k o m iteleri n i n öneril eri uygu l a n a m a m ı ş .
O r d u l 9 3 0 ' l a rda yönetime doğru d a n el koyu nca yeni bir a i le yasasın a
h iç gerek k al ma m ı ş . " S o y l u a h l a k gelenek l e r i " top l u m a yeniden egemen
k ı l m nı ış . Ya rını yüzy ı l l ı k ( 1 8 9 8 - 1 94 8 ) a i l e yasa s ı . İ k i nci Büyük Sa­
vaş'tan sonra 1 947 Ana yasası uyarınca değişti r i l m i ş . Geleneksel iye b i r­
liği, h u k u ksal ( tü ze l ) b i r k u ru m o l m a ktan ç ı k a rı l m ı ş . jye i le b i r l i kte,
üyeleri n a i leye ve birbirine ka rşı görev ve soru m l u l u k l a rı da değişt i r i l ­
m i ş . Soy kütüğü, h a n e ye y a da çek i rdek a i l eye göre tutu l m aya b a ş l a n ­
m ı ş. Ka rıkoca v e e v l e n m e m i ş çoc u k l a rd a n o l uşan ( çe k i rdek ) h a n e b i rl iği
" a i le " o l a ra k t a n ı m Lrn m ı ş . Ayrı cn, k ı z çocu k l a ra m i ra stan eşit pay ve
koca n ı n eşine sadakatsizl iği cl u r u nı un d a e v l i k a d ı n a boşa n ma ( d avası
açm a ) hakkı ta n ın m ış, erkeğin evl i l i k dışı çocu k l a rı nı n aile n ü fu s u n a
( k i.i ti.i ğe ) geç i r i l mesi geleneğine de s o n veri l m iş.

61. Aİ L E D Ü Z E N İ : KAZOKU SEİDO

Ti.i z c i d ü z e n l e m e l e r, soy l u ge l e n e k l e r i n k ö k ten değiştiği n i , değişeceği­


ni gösternı ı ş t ı r. Son b i r k a ç y ü zy ı l d a b ü y ü k y a p ı s a l değ i ş m e l e r geçi r-

210
'i 6 1 .-\ İ l .1-: l ll i Z F N I K .-\ZO K LI S F J l l l l

miş o l m a k l a b i rl ik te çoğu J a pon l a ra göre y i n e de i d e a l bir "J a p o n A i ­


l e s i " v a r d ı r. .J a p o n l a r, sosyolog ıv1 ax \Xfebe r ' i n . " ideal t i p " tanı m ı n a gi­
ren bu aileye " Kazoku Seido " el iyorlar. Aslında .Ja pon aile sistemi, sos­
yolog Le Play'in " kö k aile" (Fanıille souche! tanımın a son derece uymak­
tadır:

I<arıkoca i l e kocanın evlenmemiş çocukları, kocanın büyük oğ­


l u , büyük oğl u n k a rısı ile çocuk l arından oluşan üç kuşa k l ı k bir
aile (Dore J 973 : 9 6 ) .

Bazen kocan ı n e r k e k k a rdeşiyle karısı v e çocu k l a r ı , koca n ı n k ü ­


ç ü k oğl u n u n k a rı s ı ve çoc u k l a rı ela kök a ileyle b i r l i k te ( ay n ı ç a t ı a l ­
tında ) yaşı yor o l a b i l i r. Ne v a r ki b u geçici bi r d u r u m d ur. Ba b a d a n b ü ­
y ü k oğu la doğru inen " d üşey " s o y çizgisi n i n d ı ş ı n d a k a l a n y a n a i leler,
kök ya d a gövdeden d a l laşara k a y rı lı r l a r. B ım - h. e ( d a l ) a i le, b i r i k i k u ­
ş a k s o n ra k e n d i s i b i r k ö k a ile (hcm-fw) d ur u m una gel e b i l i r. K ı z l a r ge­
l i n veri l i r. Ailenin geli n l e r i başka soylardan a l ın ır. K a ynanası h;ıyatta
olduğu s ü rece, her evli k a d ı n gıyabında " ge l i n i m iz " (uçi110-yo111e) diye
a n ı l ı r.
Evlenmelerde, a i lelerin birbirine vereceği hediyeler, kız a iles i n i n he­
diyesi, kızın çeyizi; düğün yeri, biçim i , zamanı, d üğüne çağrı laca k l a r, ta­
nık kişi ya da kişiler aracılığı i le a i le başka n l a rınca birlikte kara rl aştı rı­
l ı r. N i k a h töreni geleneksel olara k şu aşamal ardan oluşur:
a) Gelin k ız, baba evinden ayrı lır, koca evi ne girer;
b) Evlenen çiftler, ana-babalar, a racı lar, a k raba ve çağrılı konuklar
birbirine Omih.i (Sal:z e ya ela şara p ) sunarlar
c) Kon u k la ra ' o uelinin çevizi }
ile gelen lıediveler
)
t....
o·österilir.
b

Babasoyu çizgisi

[:.,. - o 0 ---+-
geçici aileler
"Bunke" olara k

---+- o 4 0 - 6 [:.,. o

Honke (kök) aile


+ 1
... o D. o

Ş E K İ L 6 1 - 1 : Japon Ailesi.

21 ı
.\ ! Ti - TOl'l . l i \ I L\ TOl'Jl !Jl!K

Kaynana (şılto), geli n i ne, kök ailenin töresini (kafhtı) öğretir. Kay­
nana gelin anlaşmazlığı olağan sayılır. Görümceye " küçük kaynana "
(lwcılto) denir. Hon-k:.e ( kök aile) başkanlığı, 3 5 -40 yaşına gelmiş büyük
oğula bırakılınca; kaynana da hane yönetiminin simgesi olan pirinç ka­
şığını geli n i ne bırakır (Sakuşi- Vataşi) . Ailede önemli olan karıkoca iliş­
kisi değil, ana-baba ile çocuk i l işkisidir. Meici Yen i l eşmesi sırasında yü­
rürlüğe giren 1 8 98 Aile Yasası ' na göre, evli erkek önce ana-babasın a,
sonra çocuklarına, en sonra da karısın a bakmakla yükümlüymüş.
NAKAE Tôcu'nun ( X V I I . yy'd a ) genç kızlar için hazırladığı ahlak
derslerinde şöyle deniyormuş: "Erkekler, yaşlı ana-ba basına baksın , so­
yuna çocuk doğursun d iye evleni r. " Başka bir deyişle evlenen k a d ın ın ,
kocasının ana-babasına bakmak v e koca soyuna çocuk doğu rmak gibi
iki temel görevi vardır. ( Kutu: 65-1 )
Buraya kadar anlatılan aileye Japoncada ··iye " deniyor. İye sözcüğü
Türkçedeki ev gibi, hane, aile ve soy anlamlarına geli r. Aile ile ilgili çoğu
k::ıvramlar aynı "iye " kavramından türetilir ama ''/w " diye okunur:
Kamei: Aile adı, sanı, soyadı Kasan: Aile malı, varlığı, mülkli
Kafü : Aile töresi, geleneği Kagiyô: Ailen in asıl işi-gücü
Katohı: Ailenin büyük oğlu Kak:.un: Aile yasası gibi.
Anne (O 'k:.asan) adı, a i le mal ve va rlığı anlamındaki kasan'dan geli r.
Japon d i linde anne i le aile özdeşleşir.
İye kavramı, ailenin önceliğini ve k işiye üstünl üğünü simgeler. Ka
ile başlayan yukardaki kavramlaı� kişinin değil a i lenin malıd ır. Bireyin
iyi davranı şları a ilesine onur verir; kötü davranışları ise a ilesinin adına
gölge düşürebilir. Ya lnız bugün yaşayanlara değil, a ilenin gelmiş geçmiş
ve gelecek kuşaklarına da ! Böylece h.a, bir soy sop sürekliliği, saygınlığı
kazanır. Bi rey, kişi, İye'nin namus ve onuru n u sürdürmekle, dış dünyaya
karşı korumakla yükümlüdür. Soyun sürekli liği o kadar önemlidir ki ai­
lenin tükenmemesi için akla gelebilecek her yasa l önlem al ınm ıştır. Soyu
sürdürecek bir oğul yoksa ya da olasılığı kalmamışsa:
1 ) Koca, bir oğu l edinebiliı�
2 ) Kocası ölmüş dul kadın bir oğu l edinebilir,
3 ) Aileni n gelinlik kızı, dışa rıya gelin verileceğine, ai leye uygun bir
damat ( içgüveysi ) oğul bulunur.
4 ) Ana ve ba ba ölmüşlerse, a i lenin kızı kendine bir koca b u lup, ko­
casına kend i a ilesinin adını verebi lir,
5 ) Ailenin üyeleri ti.i mden tükenmişse bir akra ba, dost ya da hatta
bir komşu, kendi küçük oğluna tükenmiş ailenin adını vererek soyu can­
land ırıp, yaşata bilir.
Aile başkanl ığı babadan büyük oğula geçer. Toprak ve mal mülk ai­
lenin ortak malıdır, mirasla böliinemez. Ancak kök ai leden ayrılan yan
dallara (bımke) , aile başkanın ın u ygun göreceği küçük paylar verilebilir.

212
'.: 6 1 c\I LI·: D l l i'.F � I : K c\ /'. OKl J S Fl l ll l

6 erkek
o kadın
/'.',.
evlilik bağı
1 soy
il kardeşlik bağı

/'.',. = o /'.',. = o !:::,. = o !:::,. = o


1
1 1 1
/'.',. = o !:::,. = O !:::,. = o 6 = 0 !:::,. = o

ı1ı ıh ıh ıh ıh
!:::,. o /'.',. o !:::,. 6 0 6 6 0 6 /'.',. o
kök dal 3 dal 2 dal 1 dal 4

Ş E K İ L 6 1 - 2 : Geleneksel Japon ailesi ve akra balık grupları.

Meici Aile Yasasına ( 1 8 9 8 ) göre, aile başkanı soy varlığının ya rısını


dilediğine b ı ra k m a k h a kkına sahipti r. (Ne va r k i b u yasal yetki u yg u l a ­
ma da konmam ışrır. ) Aile başka nı, eş seçiminde üyelerin nerede oturaca­
ğıııa kara r verebilir. Ailenin töresine (lwfhıl) ayak uyduramayan kişinin
adı aile kütüğünden silinebi lir ya da aileyle ilişiği kesilir (lwndô). Baba­
n ın izni alınmadan yapılmış evlilikler, baba i sterse, 30 yaşından önce so­
na erdirilebil i rdi.
Aile başkanına ait yetkilerle babaya ait yetkiler bazen veli (fitlwi) 'de
toplandığı için, Meici Aile Yasası bu yetki leri birbirinden ayırmaya ça­
lışmıştır. Töreye göre, erkekler kadınlardan, yaşlılar gençlerden üstün
sayılır. Yasal yetkilerine karşılık, aile varlığını yöneten aile başkanı, işsiz
güçsüz kalan erkek kardeşleriyle onl arın hanelerii1e, dul kalmış kız kar­
deşlerine bakmakla yühi mlüdür. İye, aile kütüğüne yazılmış üyelerden
oluşur. Gelinler, içgüveysi damatlar ve yeni doğan bebekler iye k ütüğüne
geçirilir. Gurbete çıkanların, uzaklara göçen lerin adı hemen kütükten si­
linmez. Göçenin dönmek hakkı saklıdır. Giden isterse dönebil i r.
Japon ai lesi, tarımsa l ailenin yatayına genişleyip büyüdüğü Tok uga­
va döneminde oluşmuştu r. O dönemde a rtış hızı çok az, nüfus oldu kça
kararlıydı. Meslek grupları belli, yen i iş olanakları çok sınırlıydı. Kök
aileden ayrılıp dallaşan a i le tarımda, ticarette ve zanaatta kök ailenin i ş
ve gücünü sürd ü rmek zorundaydı. Geleneksel a ilenin idealleştirilmiş
anımsanışı Şekil 6 1 'de çizi imiştir.
Tokugava dönemi boyunca, ancak Samuray sınıfı böylesine geniş bir

21 3
A i Ti - TOPll l \lC:\ TOPl . U U I K

aile kuraca k kadar güçlü o lmuş; köylü lerse geniş ailenin özlemin i duymuş­
lardır. Çünkü geniş aile, bir güç (saygınlık) s imgesidir. To/:wgava ailesinin
yine de yukarıda sayılan çoğu özelli klere ayak uydurmaya çalıştığı sanılı­
yor. Ancak, Samuray ile yeni oluşan tüccar ve çiftçi kastları, her kastın, List,
orta ve alt sınıflarıyla bölgeler arasın da aile konusunda önemli uygulama
ve yorum ayrıl ıkları olabi leceği kabul ediliyor. İye'yi, yazıp tanıtmak iste­
yenler olmuş ama tanımlama denemeleri pek başarıya u laşamamıştır.
Halk bilimci ARİGA ( 1 9 6 0 ) , iye'yi, evl i l iğe dayalı ( bağl ı ) olarak bir­
li kte yaşayan bir a kraba lar ailesi (dôzok ıı) o la ra k görmüştür. Ancak aile
köküne bağlı dalların i l le de aynı soydan gel mesi yani kan ( soy) bağı ge­
rekmez. Yanaşmaların, ortakçıların, sevilen uşakla rın, kök ai leden mal
m i.i l k edinerek tıpkı soyun kendi yan dalları gibi köke aşılandığı ve ek­
lendiği biliniyor. İye'n i n görevini sair bir m ü l kiyet hakkı ya da ekono­
mik b irliği sağlamak olarak gören NAKANE Chie ( 1 9 6 4 ) 'ye k a rşıl ı k ,
Halkbilimci YANAGİDA K u n i o ( l 946 ) 'ya göre, iye'n i n sürekl il iğini
sağlayan güçler arasında, ortak bir atadan gelme ve a taya tapma i n ancı­
n ın önemli bir yer tuttuğu söylenebilir.

İYE

Taşşi - Zanriyu İşşi - Zanriyu


1 2
Bütün oğulları Tek oğu l s ü re kliliği

Te k haneli iye Çok haneli iye


21 Kuşaklar aynı h a n e d e
(Kuzeydoğu d ôzoko'su)

Ö nceki aile başkanı Yen i aile bşk (oğul)


221 (baba) Yen i eve ç ı kıyor
Yen i eve ç ı kıyor

(G ü n eybatı'd a yaygı n)
ŞEKİL 61-3: İye Türleri.

214
A i l e b<1 ş k a n ın ın b e l i rlen mesinde, i k i gen e ! k ural va r. " Taşi-zanriyıf··

adı veri len ve çok e n d e r görü len b i r u yg u l a m a d a , bütün erkek k a r deşle r


a yn ı hane içinde kal ı r. İçlerinden biri iye 'yi yönetir. ÔMAÇİ'ye ( 1 95 8 )
g ö r e " İşşi-zanriyıi " a d ı veri len i kinci tür uygulama daha yaygı ndır.
,

Oğu l l a rd a n yalnı z b i ri kök a i l e i ç i n d e k a l ı r, babanın yerini a l ı r. Ka rdeş­


leri, dal laşarak kökten ayrı l ı r ama soy a ilesi ya da a krabalık (dôzoluı)
içinde k a l ı r. İşşi-zmıriyu düzeninde, çocu k ların aile başkanlığına geçme­
si için dört yol v a r d ı r. S ırasıyla:
l ) En büyük oğl u,
2 ) Büyük oğul ya d a k ız,
3) En küçük oğu l ,
4 ) İ y e içinde a na-ba banın seçtiği herhangi bir evlat
Bu yollardan birincisinin Tôholuı ( Kuzeydoğu) ' da , üçüncü ve d ö r­
d ü ncü t i p l e r i n I< iyıl ş ıt ( Güneybatı) yöresi nde yaygın o lduğu saptanmış­
tır. İşşi-zmıriyü, hane sayısı b a k ı mından tek ya da çok haneli o l a b i l i r.
ÔMAÇİ'ye göre, çok haneli iye'ler i k i alt tipe ayrılır:
l) Babanın yerini alan oğul yeni b i r haneye taşınır.
2 ) Oğul baba evinde k a l ı r, baba ayrı b i r haneye ç ı kar.
Aynı soydan gelen evli k uşakları n ayrı hanelerde yaşamas ı d a h a çok
Güneybatı'da, aynı hanede yaşaması daha yaygın olara k Kuzeydoğu'da
görü l m üş. ÔMAÇİ'nin ( 1 95 8 ) iye ti p ler i Ta b l o 6 1 'de özetlenm iştir.

62. A İ L E N İ N KÖ K E N İ

iye olgusunu daha iyi a nl a m a k için, Japon a i l esinin ta rih i gelişme çizgi­
sini tanımak gerekiyor. Japon h a l k b i l i mc ileri a ilenin kü ltü rel (etnik )
kaynakl arın ı 1 920' l erde a raştırmaya başlamışlar. İlki ve en ü nlüsü, Vi­
yana O k u l u ' n u n k ü ltür tari hi yöntemiyle çal ışan OKA ( 1 93 4 ) ol muş.
I<ociki ve Nihonşo/.<.i benzeri mito l o j i ve tarih kaynakla rın ı ( B kz . § 40)
ta rayan OKA, tarihöncesi Japon k ü l t ü r ü n ü n beş ayrı kaynaktan gelmiş
o l a b i l eceği görüşünü savunmuş:
1 ) Melanezya kökenli, anasoyunu izleyen ve kök bitkiler üreten bir
avcı kültürü,
2 ) Avustralya-Asya kökenli, anasoyunu izleyen ve k uru ( yayla) çel­
tiği ü reten bir tarım k ültürü,
3) K uzeydoğu Asya (Tımgus) kökenli, b abasoyunu izl eyen bir avcı
k ültürü, kuru tarım ı da b i liyor.
4 ) Avustra lya-Polinezya kökenl i , erkek erk i l l iğine dayalı, b a l ı kçı
k ültürü, a kran-örgütleri de var,
5 ) " U ra l-Altay" kökenli bir " atlı-göçebe-kültürü " , uçi ve ba basoyu
topl u m u .
OKA'nın ortaya attığı " Ural-Altay" kökenli k ü ltür katm anı, EGAMİ

215
AiTi --TOPLU \lCA TOPLULUK

Namio'nun ( 1 96 7 ) " Atlı­


Göçe beler S a l d ı rı s ı " ve
MORİ Masao'nun ( 1 967)
" Göçebe Atlılar D evleti :
Bozkurtların Araları " gi bi
iki yeni tarih tezine yol
açmıştır. Adı geçen tezler,
ı\!IS 3 0 0-700 yılları ara­
sında lwhım ( taş mezar­
l a r ) d ö n e m i n i y ö n et e n
y a b a n c ı l a r ı n , G ö k türh_
atası göçebeler ola bilece­
ği savını destekl iyor. Bu
araştırmalar, ayrıca, ya­
pısal n i telikleriyle A ltay
dillerine benzeyen Japon­
canın (HATTOR İ 1 959,
RESİM 62: Genkan: Ev girişi. Ev sahibi, hediyeleriyle gelmiş M i l ler 1 9 7 1 ), kaynağı
komşularını karşı lıyor. Birazdan içeriye
(yukarıya) buyur edecek. Eşik, "iç" ile "dış"ı ayırıyor.
üzerindeki gizem perdele­
rinden birini aralıyor. " At-
lı Göçebeler" tezi, Japon
dilinin Altay kökenini; Türkçe, Mogolca ve Koreceye benzerliğini de sı­
nırlı bir ölçüde açıklıyor.
Özetle, tarihöncesi, tarih, dilbilimi ve Japon pirincinin beşiği ( a nava­
tan ı ) üzerindeki botanik araştırmalar, Japon halkının beş değilse bile en
az i ki-üç değişik etnik kökenden ayrı zamanlarda adaya gelmiş ve za­
manla kaynaşmış olabileceği savını destekliyor. Japon halkın ın ı rksal
" bütünlüğün ü" savunan fizik antropologlar da zaman zaman Asya kö­
kenli yabancı soyların adada özümsenmiş olabileceğini yadsım ıyorlar.
( Bkz. OMOTO ve MISAVA 1 976 ) Okyanus'tan, Çin'den, Kore'den ya
da Asya'dan gelmiş olsun, Japon Adaları'na u laşan göç akımlarının giriş
kapısı, arkeoloj i k bulgulara göre Kiyılşıt Adası olmuştur. Profesör OKA­
ZAKİ, Çin kaynaklarındaki Yamatai (Yamato) Devleti'nin Fukuoka li­
manı ve ilk d urağında da Dazaihu Ovası olduğunu düşünüyor. Başka bir
deyişle, tarım ve uygarlık ( yazı), adalara " Güneybatı Kapısı " ndan gir­
miş. Önce Ko cik i de ( § 1 00) yazıldığı gibi, Nara yöresindeki Yamato'ya
'

ulaşmış, sonra doğudaki Musaşino'ya (Bugünkü Tokyo, Kanto Ovası)


doğru yavaş yavaş ilerlem iş, ancak X ve XI. yy'da Honşıl Adası'nın ku­
zeydoğu doruğuna varmıştır. Japon askeri gücü XI ve XII. yy'da tüm
Honşıl Adası'na egeme n gibi görünüyorsa da Tôhoku ( Kuzeydoğu) ova­
ların ın tümüyle tarıma açılması ancak Eda (Tokugava) döneminde
(XVII. yy'dan sonra) gerçekleşebilmiştir. Tarım Devrimi'nin Hoklwidô

216
:; 63 L\RL\I :\ l l .F�İ: Dll7.0 K l '

Adası 'na girmesi, ( Ho/.:_kaidô 'nun "tarıma açılması " ), ancak geçen yüzyı­
lın ikinci yarısında mümkün olmuştur. Kültür tarihi açısın dan önemli
olan gerçek şudur: Tarım toplumu Güneyban'da en az iki bin, Kuzeydo­
ğu'da ancak iki-üç yüz yaşındadır. Çeltik tarı mının k uzeye doğru yayı l­
ması Aynıı'ların çetin diren mesiyle karşılaştığı için son derece yavaş ol­
muştur. Ayııu halkın dan, h5.la " Kuzeyin yeni k barbarları " (Ezo) d iye söz
edilmesi, savaşımın yakın zamanlara kadar belki de bugün bile sürdüğü­
nü düşündürmektedi r.

63. TA R I M Aİ L E S İ : DÔZOKU

J::ıpon Adabrı 'ndaki tarımsal, köysel �1erleşme birimi "Mura "dır. Ancak
Tokugaua dönemi sonunda 70-80 bin düzeyine yaklaşan ınura sayısı, Me­
ici Yenileşmesi'nden bu yana yapılan tarım ve yönetim düzenlemeleriyle
sürekli olarak azaltılagelmiştir. Öyle ki bugün artık oba, mezra gibi en kü­
çük tarını yerleşmelerine "Mura " yerine "Buraku " deniyor. Kırsal ya da
k ıyısal yerleşme türü ve en küçük topluluk birimi olarak buraku'nun öne­
mini ilk gören SUZUKİ Eitarô ( 1 940) olmuştur. Embree'nin ( 1 9 3 9 ) Suye
Mura adlı incelemesinden antropoloji biliminin yöntem ve tekniklerini öğ­
renen SUZUKİ, Japon köy sosyoloj isinin temellerini atmıştır.
Halkbilimci, ARİGA, OİKAVA ve KİTANO'nun araştırmalarında
kırsal-toplumsal yapı ve i şlevler bir bütün olarak ele alınmıştır. ARICA
( 1 943 ) , kır-köy topluluklarının yapısını "dôzoku " ve "dôzoku olmayan "
d iye iki genel sınıfa ayırmıştır. FUKUTAKE ( 1 949), dôzoku ' nun Kuzeydo­
ğu'da yaygın olduğunu göstermiş; dôzoku'ya h iç benzemeyen ama Gü­
neybatı'da yaygın olan demokratik akrabalık düzenine 'kô kuıni " ( eşit or­
takçılık) adını vermiştir. FUKUTAKE'ye göre, Japon kırsal aile yapısı çel­
tikteki düşük verime özgü dôzoku'dan, yüksek verime ulaşmış l<ô bıın i' ye
doğru genel bir evrim süreci içindedir. Öyle ki verim ve düzeyi yükseldikçe
aile ve toplum yapısı, dôzoku'dan ko kumi'ye dönüşmekrediı: Ancak dô­
zoku'nun işlevsiz kalmış bazı gelenekleri h.ô k ımı i'de hala yaşama ktadır.
Beş kökenli soy tipleştirmesin i ilk öneren halkbilimci OKA, İkinci
Dünya Savaşı'ndan hemen sonra yaptığı yeni bir çalışmada, daha önce
önerd iği katmanla rdan en az ikisi'nin kırsal yörelerde haJa yaşadığını
saptamıştır. Bunlar:
1 ) Asya - Tunguz kökenli dôzoku ai lesiyle
2) Polinezya kökenli, sulu tarım yapan, a kran-örgütlü aile gelenek­
leridir.
OKA'nın öğrencilerinden GAMÔ ( 1 95 2 ) , Kuzeydoğu ve Güneyba­
tı'da i k i değişik toplum yapısı bulunduğu savını doğrulamıştır:
a ) Kuzeydoğu k ırsal toplumu
Katmanlaşmış iye topluluğu ve yardımlaşması . Alt tipler:

217
.\ l .T I - H l l'l . l i .\ IL ,\ TOl' l . l ' l . l ' K

l ) D ôwluı ( soy) a i les i ,


2 ) Feodalite ( ağa-k u l ) i l i ş k i s i .
b ) Güneybatı k ı rsa l top l u m u
K a rş ı l ı k l ı , e ş i t v e dem o k ratik i l i şk i lere da y a l ı iye. A l t t i p l e r :
1 ) Kô!wmi ( o rta kç ı l ı k ) d ü z en i .
2 ) A kran ö rgiitleri.
H a l k b i l imci M İYA?v10TO Tsuneyiçi, Kuzeyd oğu a i l e başka n l a rı n ın
eşlerine danışmadan eve k o n u k götürd ü k lerini, G [incybatı'da ise eşlere da­
nışıldığını saptamış. Halkbilimci E.:v10 Rİ ( l 957) " A k ran-örgütlenmes i "
d iye adlandırd ığı b i r yerleşme bulmuş. Ve b u radaki a k ra b a l ı k d üzeninin
evli kuşak ların ayrı oturması i l kesine dayan d ığını göstermişti r. Emori'yi
destekleyen MURATA KE ( 1 959), aynı soydan gelen evli k uşakları n birbi­
rinden ayrı oturmasın ın dayandığı Kô kumi i l kelerini şöyle saptamıştır.

Kuru 6 3 -1
K U Z EYDOGU BÖLG E S İ' N D E: TAYVA-ÇÔ Ö R N EG İ
"Tayva-çô'' , Tôhoku (Kuzeydoğu) Bölgesi ' n i n e n önemli u laşım ve sanayi
merkezi sayılan Senday kenti nin 3 5 - 4 0 km kuzeyinde (kuzey 38° 3 0° parale­
li) , 1500 metreye yükselen Funagata Dağları'ndan doğuya (O kyan usa) akan
Yoşida l rmağı ' n ı n sulad ığı dar uzun bir çe lti k vadisinde, d ağı n ı k köysel yer­
leşmelerden oluşan, ye ni kurulmuş bir ilçen i n a d ı d ı r. İ lçenin merkezi Tayva
kasabası, doğuya akan Yoşida ı rmağı ile gün ey- kuzey doğru ltusunda uzanan
demir ve karayolları ağı n ı n kavşağı nda ge lişm iş, 1 9 5 5 'te yapılan yö netim re­
form unda Tayva kasabasıyla komşu dört köy bi rleşerek Tayva-çô İlçesi'ni
oluşturm uşlar. İ lçenin 18 bin kişilik n üfusu 4 5 00 hanede yaşıyor. Bir han ede
4 n ü fus var. Yoşida Köyü, ilçeye en yakın , büyük yerleşmelerden biri. Kasaba­
nın hemen batısında d e nizden 50 m yükseklikte bulun uyor. Yoşida'da kayıtlı
600 hanenin soylara (sü laleye) dağı lışı şöyle:
H O R İ G O M E'ler: 250 Hane
HAYASAKA'lar: 50 Hane
Öteki SOY'lar: 3 00 Hane
İlçede, 2150 hane ailenin üye bulunduğu üç adet tarım kooperatifi, bir li­
se, birkaç ortaokul, çok başarılı bir tarı m reformu uygu laması (§ 74) , bir Tarım
Araştırma G eliştirme Merkezi, bir Devlet Orman Fidanlığı, bir Ruh Sağlığı- Re­
habi litasyon Kurumu var. Çe lti k eken haneler, ortalama 15 d ö n ü m l ü k top rak­
tan yılda ortalama 10 ton pirinç kaldı rıyor.

l ) Dôzoku g i b i soya d a y a l ı a k ra ba l ı k geleneğin i n b u l u n m a m a s ı ,


2) A n a ve b a ba y a n l a rı n ı n d e n k l iğ i n e d a y a n a n i k i -y a n l ı b i r s o y k ö ­
k ü k a vra m laştırmas ı . Esk i m o ya d a B a t ı a i l e sözc ü klerine benzeyen Ja-

218
pon ct11011im ' l e r i , gerçek ten de a n a - b a b a soyla rın d a k i t Li nı a k ra b a l a ra
ayna-ba k ış ı k a d b r veriyor ( Güvenç 1 9 9 1 : 2 5 3 ) , Esk i m o l a r ve Batı l ı l a r
g i b i ( Şe k i l 6 3 - 1 )

Kum 6 3 -2
YAŞAYAN DÔZO K U : VAKÔ AİLESİ
Tayva-çô (Kutu 6 3 -1) İlçesi'n in Yoşida yöresindeki çok küçük bir Buraku'da
yerleşmiş 2 2 ailenin soy (ad) dağılımı şöyledir:
Hane adı Hane sayısı
Çeşitli birer 3
ASAN O 7
UZAR İ BAŞ İ 6
VAKÔ 3
YOKOHAŞİ 3
Toplam 22
VAl<Ô a d ı n ı taşıyan ailelerden VAl<Ô COcirô'n u n hanesinde üç ü evli, dört
kuşak ve 10 n üfus (kişi) yaşıyord u . Bu aile yan ı n d a bir süre ko n u k kal d ı m . VA­
l<Ô COcirô' n u n hanesinde "İşşi-ZanriyO" sürekliliğin in (Tablo 61- 3) tek hane­
de yaşayan çok kuşak dôzoku'su var (21) . Soy kökünden gelen evli a i leler ay­
nı çatı altında yaşıyo r. Aile Başkan ı COcirô ve eşi, oğlu YQya, gelini Kiyoko, kız
toru nu Masao, "damat-toru n u", Masayuki ve kız torunun kızı Rum iko. (Resim
9 1- 4) Dede COcirô ' n u n d ö rt torun u da kız olduğu için, aileye bir damat-toru n
(Masayuki) a l ı n m ış. Kız torun lardan iki ortancalar Senday kentin de çalışıyor.
En küç ü k kız toru n o k u la gid iyor. VAl<Ô a i lesinin toplam 4 0-50 d ö n ü m çe ltik
tarlası var. Tarlalar bölü n m emiş. CQcirô' n u n yöneti minde tek elden işletiliyor.
VAKÔ CQcirô', ilçedeki üç tarım kooperatifinden birinin kurucusu ve başka­
n ıymış. (Bkz. Şekil 6 3 - 2)

o 6. o = 6.
5 6 5 6
1
ı -- ı-
o = 6. 6. = o o = 6. 6. o o 6.
1
=

3 1 4 3 1 2 3
µ__;
4 4
1
il
o
13
6.
� T ���
o kişi " " �o"
13
o

6. o o 6.
(Ana ya n ı) 15 16 11 12 (Baba yan ı)

Ş E K İ L 6 3 - 1 : Aile-Akrabalık sözcükleri (etnonimleri) : Ayn ı sayı ile gösterilmiş


akrabalar, ana ve baba yanların ı n de n kliği n i yansıtıyor.

21 9
,\ıTl - Tl l l'LL\H :,\ T( li'l . U l . l iK

Kum 6 3 - 3
ÇÖZÜLEN DÔZO K U : HAYASAKA AİLESİ
Tayva-çô İlçesi'nde, Yoşida lrmağı'nın kaynağı nda, denizden 500 m kadar yük­
sek bir yamaçta kurulmuş Matsuzava obasındayız. Yöredeki toplam 50 HAYA­
SAKA hanesi nden birisi bu obada oturuyor. Baba, 50-55 yaşları nda, zayıf, uzun
boylu, çakır-mavi gözlü, sessiz, çalışkan bir adam. Anne, 50 yaşlarında sağlam
ya pılı, güler yüzlü, tatlı d i lli bir kadın. Ailenin üç oğlu, Obadaki ilko kulu bitird i k­
ten sonra, Yoşida'daki yatılı bölge okuluna, sonra Senday'da liseye gitmişler.
Okulları n ı bitirdi kten sonra da kentte kalmışlar. Büyük oğlun, 3 0 yaşında, evli,
bir-buçuk yaşında bir çocuğu var; bir elektrik fabrikasında çalışıyor. Tayva-çô
do layı ndaki Ôhira Köyü'nde 15 dönüm tarla almış, tarımcılığa dön meyi d üşünü­
yormuş. Ama baba evine değil! Ortanca ve küçük kardeş ler, kentteki evlerin i
apartman katlarına çevirmişler, orada (Senday'da) yerleşeceklermiş.
Matsuzava yamaçları ndaki HAYASAKA (kö k) ailesi tüm dalları nı yitirmiş. Dal­
lar kopmuş, başka yerlere ye niden d i kilecek. Kök aile n i n 20 dönüm e kilebilir,
teras toprağı ve 200 d ö nü m ormanı var. To plam 15 dön ü m çeltik, i ki dön ü m tü­
tün, i ki dönüm kadar da börülce ekiyor. O yıl (1 97 8) çeltik, dönüm başı n a 3 25
kg pirinç vermiş (ovadaki veri min ancak yarısı) . Obanın elektriği 1 9 5 o'de gel­
miş ve her şeyi değişti rmiş. Kök ailenin, ren kli te levizyon u , telefo n u , elektrikli
ev ve tarım araçları, 20 beygirlik bir traktörü, bir moto-traktörü (Yanmar mar­
ka S-65) yarı m tonluk bir pikabı ve kamyonet i var. Ailen in işleri d üzenli, sağlı­
ğı yeri nde görün üyor, yaşlı l ı kta yalnız kalmaktan başka e n dişeleri yok. Ne var
ki bütün bu olanakla r, kentte eğiti m gören oğulları geri getirmeye yetmiyor.
Açıkça anlattılar, yakınmadan. Yazgılarına boyu n eğmiş, çelebice bi r hayat ları
va r. Elektrikle ısıtılan masa tandır çevresinde 7-8 tane resimli d uvar takvi m i ve
boy boy masa saatleri vard ı . Aile bekliyor ama zaman geçmek bilmiyord u. Kök
aile (dôzoku) için için, yavaş yavaş tükeniyord u. Değişen zamana uymaktan
baş ka çare yokt u.

3) Akra balık adlarının köyde yaşayan k uşak adresleriyle özdeşlik


göstermesi,
4 ) Evlenen her çifte bağımsız bir ev açılması ya da ayrı kuşaktan
evli çiftlerin aynı çatı altında birlikte oturmaması gibi.
Bu aşamada, ba ba ve evli oğul kuşaklarının birbirinden ayrı oturduğu
iye türü ile akran örgütlenmesi töresini uygulayan soyların özdeş olduğu
sanılmış. Sonradan, gi.iney İzıı Adası ile kuzey lzu Adaları arasında bir
- -

toplumsal yapı ayrılığı bulunduğu anlaşılmış. Böylece, dôzoku ailesi ile ak­
ran-örgütlenmesi yapan aileler (topluluklar) dışında, aynı soydan gelen ev­
li kuşakların ayrı oturduğu üçüncü bir aile tipi bulunmuş. ( OKA 1 960,
GAMÔ 1 963 ) SUMİYA da ( 1 96 3 ) , bu i.içli.i aile sınıflamasına katılmıştır.

220
\i <' 3 "L\ REvl A i LESi : DÖ/.O K U

R E S İ M 63: Çeltik köyünde sa nat: Budist mabedi (Tayva-çô).

Anılan üç tip aile, soy ya da toplum yapısının " 1 ) FUKUTAKE'nin


va rsaydığı tarımsal ( veri msel) gelişme aşamalarından biri m i old uğu ? 2 )
OKA'nı ıı önerdiği eski çağ kü ltü r katmanlarından kalmış emik fa rklar­
dan mı kaynaklandığı ? Yoksa 3 ) Siyasal-ekonomik gelişme fa rklarından
mı ileri geldiği " soruları henüz tam bir açıklığa kavuşmuş değil . Araştır­
macıların sözünü ettiği yaşayan dôzoh.u ile tükenen, dôzoku a i leleri, Ku­
zeydoğu Bölgesi 'ndeki M iyagi İli'nin Tay va-çô İlçesi'nde ziya ret edilmiş­
tir. (K utu 63- 1 , 2 ve 3 )

O = .A CUCİRO (7 0)

O = .A YUVA (4 5)

MASAYUKİ • =
O MASAO (20) o o o

Y-
(d amat-oğul) ke ntte öğrenci
çalışıyor

o R U M İ KO (2)
Ş E K İ L 6 3 - 2 : Vakô CfJcirô Hanesi: Dôzoku Şeması.

221
.-\ i Ti - T( > 1 ' 1 . l i .\ IC\ !()J'll 'l.UK

64. D E N i Z C İ A İ L E S İ (KÔKUMİ) VE A K RAN Ö R G Ü T L E R İ

Dôzolw s i stem i n e h i ç benzemeyen v e '" A k r a n Ö rgütlen mesi " o l a r a k a d ­


l a n d ı rı lan top l u m y a p ı s ı , İ k inci D ü nya S a v a ş ı öncesi y ı l l a rd a , h a l k b i l i ­
m i n konusu o l a ra k görü l m üş, o a ç ı d a n i n ce l e n m i ş . S E K İ ' n i n ( 1 95 8 ) ge­
niş k a psa m l ı a l a n a ra ş t ı r m a s ı n d a , a k ran ö rg ü tl e r i n i n yapı l a rı ve i ş levleri
üzerinde d u ru l arak ş u a l t t i p ler t a n ım l a n m ı şt ı r :
l) Aç ı k seçi k , geleneksel a k ra n ö rgüt len meleri,
2 ) K u l ü p g i bi , belli a k ran ve i lg i g r u p l a r ı nı bir a raya getiren d e l i ­
k a n l ı ö rgütl e r i .
B u t i p l e r i n h e r i k i s i n d e d e top l u l u ğ u n g e n ç l e r i en a ş a ğı d a k i a k r a n
ö rgü t ü n d en en y u k a r d a k i a k ra n ö r g ü t ü n e d oğru basa m a k b a s a m a k
y ü k s e l i r le r. B i r i n c i t i pte, ü y e o l a b i l ecek l e r i n y a ş ı b a ş ı b e l l i d i r. İ k inci
tipte, akran örgü t l e r i be l l i d i r. A m a örgütlere k i m l e r i n üye o l a bi l eceği
kes i n kes b e l i rl e n m i ş d eğ i l d i r. B u a ra d a ü ç ü n c ü b i r örgüt tipi b u l u n ­
m uş t u r :
3) Ya k l a ş ı k a y n ı y a ş l a rda o l a n del i k a n l ı l a r b i r a k r a n ö r g ü t ü o lu ş r u ­
ru ycw
. , bu ö r b .
n ü t havat bovu
J
sürüvor
� ' s ü r d ü r ü l ü vo

r. Ü)'el e r i henten
.t
tüke-
n i nceye k a d a r.
Üçü ncü d u ru mda ü y e l e r, b i r ö rgü tten ayrıl ı p öte k i n e geçmiyor, ö r­
güt gençlerle b i rl i kte yaşlan ıyor. A rka d a n yeni k u ru l m u ş ö rgütler ge l i ­
yor. B i r za m a n l a r ı n gençler ö rgütü giderek yaş l ı la r ö rgütüne d ö n ü ş ü y o r.
TA K A H A Ş İ ( l 9 5 8 ) , a k ra n örgütle r i n i n bölgesel fa rk l ı l ı k l a rı ve dağı l ı m ­
l a rı üze r i n d e ç a l ı şm ı ş . Açı k seç i k tanı m l a n m ı ş o l a n a k ra n örgütlenm ele­
r i n i n Güneyba t ı ' d a ve öze l l i k le de kıyı y e r l eş m e l e r i n d e ( ba l ıkçı k ö y l e r i n ­
de) y a y g ı n o l d u ğ u n u ; ü ç ü n c ü tip a k r a n örgütl e r i n in ise, daha ö nce D ô ­
zolw B ö lgesi o ld uğu s a n ı L ı n Tôlı olw ( K u zeydoğu ) 'da b u l un d uğ u n u gös­
terın i ş t i r. K u zeydoğu ' ı ı u n O ci/w Yarı m a d a s ı ' n ı n bir b a l ı kçı k öy ü n dek i
a k ran örgütlenmesi i ç i n B k z . K u t u 64.

KUTU 64
l<UZEYDOGU l<IYI S I N DA AKRAN ÖRG ÜTLE N M E Sİ: TOMARİ HAMA O BASI
l
Tayva-çô İ lçesi doğusundaki Oçika-Hantô, h e m e n gü neydeki ünlü MATS UŞİ­
MA (Çamlık adalar körfezi) gibi güzel bir yarı mada. Dantel gibi işlemeli kıyılar
boyunca balıkçılıkla geç i n e n küçük buraku'lar d izilmiş. Yarı mad a n ı n güney
kıyısı köylü leri su-kültürüne geçmişler, koyları körfezleri ekip biçiyorlar. Ku­
zey kıyıdaki Tomari, ulaşım güçlüğü nedeniyle teknolojik ge lişmelerin geri­
sinde ka lmış ama gelenekl e rini ko rum u ş küçük bir balıkçı köyü (hama) ola­
rak tanınıyor. Han e dağı l ı m ı sırayla şöyle:
������ �
64 i l i Nl/C:l ,\ l l l' � I VF ,.\ K IU N - ( ) [( ( ; [ l l l . F R I

<l
H İ RATS U KA 24 Han e
MATS U KAVA 17 Han e
ABE 14 Han e
ÔNO 1 Han e

l<AM U RA 1 Han e

Toplam 5 7 Han e
Köyü n ikinc i e n kalabalık soyu olan MATS U KAVA hane lerinden birinde
konuğum. Bir kanadı motel ola rak işletilen hanede Başkan MATS U KAVA (5 5)
ile eşi, büyük a n n e (7 5) , iki gelin ve üç toru n la birlikte oturuyor. MATS U KAVA
ailesi nin i ki oğlu ve i ki de kızı olmuş. Kızlar Senday kentinde çalışıyor. B üyük
oğul bir balina teknesinde aşçılık, küçü k oğul telsizcilik yapıyormuş. Çocuk­
lar uzakta çalışıyor, gelinlerse aileyle birlikte yaş ıyo r. Herkesin sağlığı ve ya­
şam sevi nci yeri nde - gö rünüyor. Köyde "Sei n endan" adı veri len geleneksel
bir akra n örgütü, bir ilkokul, iyi çalışan, güçlü bir kooperatif (Kutu 74 -6) var.
Akran ö rgütü n ü n görevleri şöyle a n latıld ı :
1) Eskiyen, akan saz çatı ları aktarı p ye n i lemek,
2) Mezar taşlar ı n ı (te pedeki mezarlığa) taş ı m ak,
3) Çapa tarayan balıkçı tekneleri n i kurta rmak,
4) Aile güc ü n ü aşan "im ece" işlere katı lmak,
5) Matsu ri'de "aslan kuklası" taşım a k.
Töreye göre, köyde d ü ğün veya cenaze olunca balığa çıkılm ıyorm uş. Bu­
na "fu nadome" (halat bağla ma) ve "riyôdome" (av yasağı) deniyor. Ö rgüt
üyelerinden 4 2 yaş ı n a basanlar gençlik örgütün d e n ayrı lıp "kapalı" bir yaş lı­
lar derneğine üye oluyorlarmış. Köyün elektriği gelmiş, beton-asfalt yolu ya­
pı lıyord u . Her hanenin telefo n u , otomobili, ren kli televizyon u vardı. l<öy oku­
lunun görü n ü r bir d o n a n ı m eksiği yoktur. Ancak a kran örgüt ü n ü n geleneksel
işleri h ızla azalıyord u :
1) Tüm çatılar kiremitle örtü lm üştü (l<öyde saz çatı kalmamıştı).
2) Köyde her tü rlü y ü kü taşımaya elverişli motorlu a raçlar vard ı.
3) Havayı ve fırtı nayı h a b e r vere n k ı y ı koruma telsizleri çalışıyordu .
4) Aile gücü n ü a ş a n im ece işler, köyün kooperatifi tarafın dan üstlenil­
mişti. H atta h a lat bağlama d uyuruları kooperatifi n hoparlörü nden yapılıyor­
du (d o nanı m bakı m ı, ya ngın söndürme vb. gibi) .
5 ) Ge nçlere "asla n- ku klası" taşıtmaktan başka görev kalmam ıştı.
6) Örgütü n görevleri ni kooperatif yürütüyordu . (Bkz. Kutu 74 -2)
Aile başka n ı MATS U KAVA SAN , h e r türlü ev işlerine yard ı m ed iyor; gelin-
leri çalı ş ı rken bebek toru n larını sırtında gezd irip oyalıyord u . Demokratik bir
başka n d ı . Dôzoku yetkileri yoktu.
������·__J

223
.-\ i Ti -· TOl' l . l l \ I C:..\ TOl'LU l . l i (,;

65. D E G İ Ş İ M İ N B OY U T L A R !

K u tu l a rd a k i ( 63-2, 3 ve 64- 1 ) ö rn e k l erde, geleneksel a i le s i stem ı n ın


k ö k l ü b i r değ i ş i m s ü reci içinde b u l u n d uğ u gör ü l ü yor. Bu deği ş i m l e r top­
l u m d a k i yap ı s a l d ö n ü ş ü m lerin a i l eye y a n s ı m a s ı n d a n i leri ge l i yor. Başka
b i r deyişle, a i le y a p ı sın daki deği ş m e l e r, toplumun ekonomik, te k n o l o j i k
v e n ü fu s y a p ıs ı n d a k i değişmelerl e açı k l a n a b i l i r.

Kuru 6 5 -1
BABA EVİ N E D Ö N M E K İSTE M EYEN OG U L
To kyo'daki Ul uslararası Ko n u k Evi nde, 1 97 8 güzünde yapılan bir açıkoturum­
da, İngilizce ko n uşan Japon üyeler evlilik ve aile sorunları nı tartıştılar. Genç
bir üniversiteli e rkek kendi soru n u n u şöyle özetledi:

Ba baannem 8 4 , babam 6 3 , annem 60 yaş larında. Babaannem ile


annem hasta. Babam çalışmak zoru n d a. Evde bir hastabakıcıya ge­
rek var. Benim eve dönmemi ve evlenmemi istiyorlar. Eşimin (geli­
n i n) iki hastaya bakması için. Ama ben eşimin hastabakıcı olması n ı
istemiyorum. Dire niyorum. Büyükleri m i huzurevi n e göndermek (bı­
rakmak) de iste miyorum. N e yapacağı m ı bilemiyoru m . Yaşlılık s i­
gortaları yok. G ü n l ü k işleri n i görebildikleri s ü rece huzurevin e git­
mek iste miyorlar. Ne ya pmalıyım?

"Evlen m eyi şimdilik d üşünmüyoru m " d iye söze başlayan gen ç kız, üni-
versiteli erkeği n soru n u n u dolaylı o larak yan ıtla d ı :

Yaşlı erkekler h uysuz çocuklar gi bidir. O n la ra bakmak, on ları sevin­


d i rmek, m utlu etmek çok zord u r. B u yüzde n şimdilik evlenmek, yaş­
lılara hastabakıcılık yapmak iste miyorum. İle rde [eğer hala evlen­
memişsem] bu kararı m ı değiştirebilirim.

Ke ntli genç kad ı n , koca soyu n u n "kaşığı n ı tutmak" (Sakuşi-vataşi) ye­


rine, kendi yuvası n ı n kad ı n ı olmak istiyor. Ailes i n i n yan ı n a d ö n m e k zorun­
da o l mayan b i r "küçük oğul" arıyor. Ancak d eğişen n ü fus yapısı yla birli kte
küçük oğu l sayısı da gide rek azalıyor. Ya k ı n d a belki h i ç kalmayacak. İde a l
ailede bir o ğul b ir kız olacak. (Ulusal posterlerde öyle gö rün üyor. § 6 5 -1)
Gelin adayla rı n ı n azalması, bir yandan evlilik soru n u n a öte yan d a n yaşlı
ana-babaları n yalnız kalması n a yol açıyor. Gelin ad ayı kentte, a n a-baba
memlekette be kliyor; d e li kanlılar arada kalmış şaşırm ış la r. Soruna çöz ü m
arıyorlar.

l ) Niifus D inamiği: Tokugava dönemi boyunca o l d u kça k a r a r l ı b i r


denge gösteren .Japonya n ü fusu, s o n y ü zy ı l d a üç k a t , son e l l i y ı l d a i k i

224
§ 65 DE(;IŞL\!İN BOYUTLARI

kat büyümüş. Japon toplumu böylece yüksek doğum-yüksek ölüm den­


gesinden düşük ölüm-düşük doğum dengesine geçiş sürecini tamamla­
mış görünüyor. Geçen yüzyılda hızla artan nüfus, Hauai Adası'na,
ABD'ye ve Brezilya'ya göçmüş. Şimdi daha çok, köylerden büyük kent­
lere, vadilerden ovalara doğru akan bir iç göç var. Doğum h ızı binde 1 6,
ölüm hızı binde altı düzeyinde. Nüfus artış hızı, dünya ortalamasının
yarısına düşürülmüş. Doğumları n azalması ve çekirdek ailelerin kök ai­
lelerden ayrılması sonucunda, ortalama hane büyüklüğü 3,3'ün altına
düşmüş. Bu sayının anlamı şu ki iki çocuklu her aileye karşılık, tek ço­
cuklu bir hane; babaanneyle birlikte oturan kök aileye karşılık çocuksuz
bir hane olmalı. Sigorta ve aile tasarrufu planlarında, banka reklamla­
rında " idea l " aile büyüklüğü dört kişi olarak gösteril iyor: Baba, a n ne,
oğul ve kız sırasıyla. (Kutu 65-1 ) Aslında, 1 978 güzünde Japon k a dınla­
rının ortalama doğurgan lığı iki çocuğun ( ulusal ideal i n de) altına düş­
müştü . (AEN Gazetesi 1 7 Eylül 1 97 8 ) Bu sayıya göre, çağdaş a i lenin
nüfus büyüklüğü dôzokıt vb geniş ya da d üşey sistemlere elverişli ol­
maktan çıkıyordu. Öte yandan hızlı kentleşme, dôzokıı ve benzeri sis­
temlerde dallaşmış çekirdek aileleri, geçici ya da temelli olarak kente ta­
şıyordu. İkinci D ünya Savaşı'ndan sonra yapılan büyük toprak refor­
muyla, çeltik işleyen her a ileye 1 0- 1 5 dönüm toprak verilmiş. İ k i üç ha­
nenin toprak varlığını elinde tutan ( Bkz. VAK Ô Ailesi, Kuru 63-2 ) dôzo­
ku ailesi " idea l " olmaktan çıkmış. Bugünün varlıklı tarım ailesi, ortala­
ma dört-beş nüfustan oluşuyor, 1 0- 1 5 dönüm arasında çeltik ekiyor.
Ekim ve hasat dışı zamanlarda, endüstri ve hizmet kesimlerinde çalışıp
ek gelir sağlıyor. Babaanne evde kalıp çiftliğe ve okuldan dönen torunla­
ra sahip çıkabiliyor.
Dôzoku tipi geniş a ileler ekonomik bakımdan güçlüyken küçük ai­
leler, gen işleyip büyümeye ve güçlenmeye çalışırmış. Küçük oğulların
kasabalarda toplanması, evlenmemiş genç k ızların kentlerde kolay iş
bulmasıyla çekirdek a i le birden değer kazanmış. Nüfus yapısının değiş­
mesine paralel olarak geleneksel a ilenin töresel yetki leri bugünün kent­
lerinde "feodalite " olarak değerlendiriliyor.
2 ) Dôzokıı 'nttn Çözülmesi: Dôzok ıı nun gücü ve saygınlığı, dalla­
'

rın köke yakınlığından ve bağıml ıl ığından doğarmış. Araç gereç, tarım


işleriyle i nşaat, para ve k redi desteği için, dal aileler kök aileye dayan­
mak zorundaymış. Kökten ayrılan dal aile bireylerinin kasabaya ve ken­
te göçmesiyle kök a i le zayıflamaya, dôzoku çözülmeye yüz tutmuş. İlk
k uşağın göçü sonunda dôzoku işgücünü yitirmiş, sadece törensel i lişki­
ler kalmış. Çünkü kentteki i şler kötüye giderse kütükten silinmemiş üye­
lerin yuvaya dönmek h a kları varmış. Ama kentteki kazanç iyiyse, oğul,
ata toprağına dönmek yerine, kendi yatırımını yapacak ve kendi topra­
ğını alacaktır. (HAYASAKA örneği: Kutu 63-3 ) İşte o durumda dôzoku

225
A i Ti - TOl'LlL\lC\ TOPLULUK

çözülmektedir. Genel gidiş bu yöndedir. Gerçi ova düzlüğündeki VAK Ô


ailesi (Kutu 63-2 ) , dört kuşağı hala aynı çatı a ltında tutuyor; a m a bu
kuraldışı bir durumdur. Tüm ovada, tek haneli dôzoku'yu, sürdürebi len
aile sayısı çok azalmıştır.
Kentteki mesleki eğitim kurumlarının gelişmesi ve büyük kentlerde­
ki yükseköğretimin yaygınlaşmasıyla, okulu bitiren ya da h izmet ve üre­
tim kesimlerinde iş bulan oğulların baba ocağına dönme eğilimleri de gi­
derek zayıfla maktadır. ( Bkz. Kutu 65- 1 ) Erkeklere denk düzeyde eğitim
olanağı bulan genç k adınların, gelin gitmek yerine eş (eşit) olmak istek­
leri, evlenecek oğullarını özgürlük eğilimini destekleyip pekiştiriyor. Aile
ve hane yapısı değişiyor.
3 ) İşgücü Koşullarının Değişmesi: Geleneksel tarım a ilesi bir üre­
tim b irliği idi. Birlik içinde baba ile oğul arasında karşılıklı bir iş-güç ba­
ğı vardı. İye nin gücünü, sürekliliğini sağlayan bağımlılıktı. Oğulun, ba­
'

ba yetkesine boyun eğmekten başka seçeneği yoktu. Oysa bugünkü


oğullar, aile çevresi dışında çok kolay iş buluyor, hayatını kazanıyor, ge­
çimini sürdürebiliyor. Çağdaş ekonomik koşullar ve toplumsal değerler,
oğulları geleneksel ba ba yolundan -a ile töresinden- ayrılmaya, babanın
önüne geçmeye zorluyor. Hızlı ekonomik kalkınma, oğulların bağımsız­
l ığını desteklerken; kök a ilelerin yitirdiği insan güci.inü makine gücü ola­
rak a ileye geri veriyor. HAYASAKA ailesi, kentten geri dönmeyen her
yetişkin oğulun yerine büyük bir tarım makinesi ya da motor koymuştu.
(Kutu 6 3 - 3 ) Toplum yapısı değişiyor, ama çarklar değişik b içimde de ol­
sa yine dönüyordu.
4) Gelir Dağılımının Değişmesi: Endüstri ( üretim) kesiminin nüfus
oranı aynı kalırken, tarım kesiminden ayrılan nüfus, hizmetler kesimin­
de toplanıyor. Bu değişimin anlamı şudur: Çağdaş ekonomi besbelli ta­
rıma ve endüstriye dayalı ama h izmetler kesiminin milli gelirden a ldığı
pay giderek büyüyor. Tarımsal üretimden pay almak yerine, hizmet kesi­
minden ücret ( maaş) almak ailelere daha çekici gelmeye başlamış. Bü­
yük kent çevrelerindeki tarım aileleri bunun iyice bilincine varmış, deği­
şime ayak uydurmaya çalışıyor. Meici Aile Yasası'nın ( 1 8 9 8 ) kabul etti­
ği, Savaş Sonrası ( 1 947) Anayasası'nın öngördüğü bireysel m ü l kiyet
hakkında dayanılarak aile (tarım) dışı gelirler, kazanan kişiye kalıyor.
Gelir dağılımındaki yasal yapısal değişiklik, bireyleri a ileye karşı güçlen­
diriyor.
5 ) Boş Zamanların A rtışı: Tarımın makineleşmesi ve endüstriyel ta­
rım tekniklerinin gelişmesi, tarım kesimindeki boş zamanları artırıyor­
du. Boş zamanlar, aile dışındaki yer ve kurumlarda, okulda, fa brikada,
tatilde, kentte, oyun ( örneğin Paçinko) salon larında geçiriliyordu. Aile
dışındaki etkinlikler, babanın tükenen töresel yetkisini daha da kısıtlı­
yordu.

226
� 6S DF(; i Ş i l- l l N BOYUTLARI

6 ) Değişen Kişilik Yapısı: Bugün ü n çocukları daha demokratik bir


aile ve okul ortamında yetişiyor, daha demokratik i ş ortamında çalışı­
yor. Ailenin birey üzerindeki yasal ( tasarruf) hakları azal ırken, gençler
aileyi kendi kişisel amaçlarının birer aracı gibi görmeye başlıyor.

Kum 6 5 -2
ÇALIŞAN KAD I N : SAYISAL BAZI N İTELİKLER
Ta rım işçileriyle, eczacıların yarıdan fazlası, öğretmenlerin üçte-ikisi; tü m ça­
lışanların (ücretlile rin) beşte-ikisi kadtn! Üst d üzey yöneticiliği dışında kadı n ­
lar, polislik, şofö rl ü k, TV-programcılığı, ressamlık gibi her tü rlü i ş i yapıyorlar
- hem d e başarıyla! Çalışan a nnelerin çocukla rına bakmak için son yıllarda
20 bin dolayı nda a naokulu açılmış. Mesleki ve yükseköğre n i m görmüş kadın ­
lar ı n çoğun luğu çalışıyor. Erkeklerden daha d ü ş ü k ücretlerle iş e başlıyo rlar
ama gelir d u ru m la rı giderek d üzeliyor.
Kad ı n ların o rtalama doğum sayısı iki çocuğun altına d üşm üş. O n d a seki­
zi, öyle ya da böyle bir tür doğum kontrolü yapıyormuş. Kad ı n 25- 3 5 yaşları
arasında doğu rup b üyütüyor çocukların ı . 3 5'ten s o n ra çoğun l u k yeniden ça­
lışm aya başlıyor. Ev kad ı n ları günde o rtalama altı saat ev işi yapıyor, çalışan
kad ı n la rsa ancak ü ç saat. Kad ı n kocasından ortalama dört-beş yıl uzun yaşı­
yor. H ayat ı n ı n son yedi-sekiz yılı n ı dul ola ra k geçi riyor. Oy veriyor: seçiyo r,
seçilebiliyor! Politikaya atılanlar ise çok az. (MFA 1 97 5)

7) Çalışan Kadının Gücü: Aile ve evlilik dışındaki çalışma ve iş ola­


nakları dünyayı tanıma olanağını vermiş, kadına. Evlenme yaşı büyü­
yor. Kadının ekonomik özgürlüğü, belki giderek evli l iği, evrensel bir ku­
ral olmaktan bile çıkaracak. Herkes evlenmeyecek. Gerçi genç kadınlar
hala evlenmeyi ve anne olmayı istiyorlar, ama Konfiiçyus Ahlakının:
Gençliğinde babana,
Evliliğinde kocana,
Yaşlılığında oğluna
Hizmet (itaat) edeceksin.
emri hızla değişiyor, değişmek zorunda! Hayatını kendi kazanan kadının
cinsel özgürlüğü de genişliyor. Boşanma oranları, Batı ülkelerine göre
belki hala düşük sayılır ama hızla yükseliyor. Geleneksel olarak aracı
yöntemiyle (omiai) evlenen genç kadınlar, bugün artık iş çevresinde tanış­
tıkları erkeklerle evlenmeyi yeğliyor. Evlilik olayı bir aile içi karar olmak­
tan çıkmış bireylerin kişisel sorumluluğu gibi görülmeye başlanmış.
8) Değişen Dünya Görüşü: Ailenin değişmesiyle ilgili yapısal deği­
şimlerin boyu boyutu tartışılabilir, kuşkusuz. Ancak araştırma son uçla­
rına göre, iki gerçek beliriyor: aile k üçü lüyor, hane (uçi) sayısı artıyor.

227
A i Ti - TOl'Lll :-- IC..\ TOl'Ll !LUK

Küçülen a ilede çal ışan annenin elinde yeni bir çocuk k i ş i l iği, o k i ş i l i kte
yeni bir dünya görüşü biçimleniyor: " Kendime yeterli ve bağımsız ol­
mak zorundayı m " diyen bir dünya görüşü ! Bağımsız olmak istiyor ama
hen üz gönlünce olamamış. Zaten o lamadığı için bağımsızlıktan çokça
söz ediyor.

66. ÇÖZ Ü L M E V E B Ü T Ü N L E Ş M E S Ü R E Ç L E R İ

Geleneksel a ile (iye) 'n in yeri y u rd u , yapısı v e iş levleri giderek değişi­


yor; oysa o n u n la birli kte topl u m da değişiyor. Japon geleneğ i n d e top­
l u m kurumlarını b i r a i l e (iye) gibi görme eği l i m i v a r. A i ledeki değişme­
ler top l u mda ki değişmeyi, top l u m d a k i değişmeler ise a ile yapısın d a b i r
şeyler o l d u ğ u n u gösteriyor. Ö yleyse değişmeler çözülme v e bütünleş­
me g i b i görünü şte k a rşıt, gerçek te birbirine bağlı süreçler i ç i n d e i nce­
leneb i l i r. Geleneksel tarım a ilesi çözülürken kentlerde yeni a ileler k uru­
l u yor. Yaşlı a ileler, a n n eler ba ba la r değişmeye aya k u ydurmaya, u y u m
sağlamaya çalış ıyor. Değişmeye u y u m çabası, kır ve kıyı k öylerinde
doğrudan gözlem lenirken, TV-ekranında dolaylı olarak izleneb i lm ek­
tedir.

Kum 66-1
HİGANBANA*: BABALARI N YAN I LG IS I
Yazar SATOMİ Ton ile fi lm yönetmeni O Z U Yasu cirô ' n u n " H İ GAN BANA" (Baba­
ların Yan ı lgısı) öyküsü, töresel bazı d eğerlerin h ızla değişmekte olduğu n u
belge liyord u :

Orta yaşlı b i r işadamı olan H İ RAYAMA, çevresinin ve arkadaşları n ın


toplumsal soru n larına duyarlı, babacan v e yardımsever bir aile başka­
nıdır. Eski bir okul arkadaşın ı n haneden uzaklaşıp "özgür" yaşayan kı­
zıyla ilgilenir. Kıza ve ailesine yardımcı olur. Ancak H İRAYAMA ken d i kı­
zıyla evlenmek isteyen damat adayını hiç beğenmez. Damadı n ı ken di
seçmekte di retir. N i kaha v e düğüne katılmayacağın ı bile söyler. Ama
hayatın akışın ı değiştiremez. Yavaş yavaş yumuşar. Sonunda, yanıldı­
ğı n ı anlamaya başlar. Uzak bir kentte yaşayan kızıyla damadını görme­
ye gider. Babanın gidişe, değişime uyumuyla öykü sona erer.

Değişme n i n kaç ı n ılmazlığı n ı, babaların o n urunu kırmadan savun a n ; a n ­


nelerin, konu komş u n u n v e yakı n çevren i n toplumsal d eğişmedeki etkin ,
tampon işlevin i a raşt ı ra n başarılı b i r fi lm.
* Likoris radiata, Ta nrı'ya sunu lmayan çiçek, Em bree (19 69 : 4 4) .

228
ı
§ 66 c,:()ZOI . i\ F VF l\ÜTU N I .E�i\!F SÜRı-:ÇLFRI

Ulusal Radyo-TV Kurumu (NHK ) 'nun 1 9 78 yılında en beğenilen


p rogramlarından birisi Bayan TANABE Seiko'nun orta yaşlı ai lelerin
soru nla rına eğilen günlük dizisiydi. Cumartesi ve pazar dışında her gün
yayımlanan program iki-üç aydır sürüyordu, üç-dört ay daha süreceğe
benziyordu. Program, ana-baba-çocuk i l işkileriyle gençlerin güncel so­
runları üzerinde k u ru lmuştu: Ailenin iki oğlu, ünivers iteye ya gireme­
miş ya da girmiş ama başa rılı olamamıştı . Oysa genç kız okuyor, yükse­
köğrenime devam ediyordu. Çocu k l a rın gelenek görenek tanımayan ru­
tuın ve davranışla rına çok üzülen anne kendini içkiye vermişti. Oğulla­
rından birinin İstediği k ü rtaj (çocuk düşürtme) parasını zamanında
gönderemeyen baba, oğlunun evlenmesini sineye çekmek zorunda kal­
mıştı. D izi sürüyordu. Ba banın, kızın ve öteki oğulun sorunlarına da
besbelli sıra gelecekti. İzleyicilerin yakın ilgisi ve beğenisi, yazarın so­
runlara nesnel olarak yaklaştığı nı, güvenilir çözümler önerdiğini göste­
riyordu.
Japon sineması da -kültürel bir süreklilik görüntüsü arkasında- de­
ğişen yapıları ve değerleri yansıtıyord u. (Seçilmiş bir örnek için Bkz. Ku­
tu 66- 1 ) Büyük kent ve end üstri merkezlerinde yaygın aile d üzeninden
değişik tipte yepyeni bir aile oluşuyordu. Böyle bir aileyle ya pılmış kısa
yolcu luktan edinilmiş izlenimler Kutu 6 6-2'de özetlenmiştir. Yeni aile
salt bir işçi ailesi olmaya bilir. Beyaz gömlek-mavi gömlek, yöneten-yö­
netilen, sermayeci-emekçi ayırımları güvenilir olmadığı gibi " işçi sınıfı "
d a kolayca tanımlanamıyor. "Trendeki Aile"nin başkanı (Kutu 66-2) ül­
kedeki işsizlerden biri de olabilir. Burada önemli ve anlamlı olan, aile
başka nının işçiliği ya da işsizliği değil, ailenin tutum ve davranışlarında­
ki köklü değişmelerdir. Aile, hazır kutu yemeği (bentô) yiyor, çay içiyor,
"çiçekli kart" (hanahuda) oynuyor ama bebek dövmek, gürültü etmek,
çevreyi kirletmek, dikkati çekmek vb. davranışlarıyla geleneksel aile
görgüsüne hiç uymuyordu. Öteki kırsal, köysel ve kentsel ailelerle k ıyas­
landığın da, " trendeki aile" (K utu 66-2) roplumca bir "uçi " ( biz) d uygu­
sundan yoksun gibiydi. Böyle bir duygusu varsa bile onunla pek övünç
duymuyordu sanki.
Çözülme işte buradaydı. Çok yaygın olmayabilirdi. Ama bir yolcu­
luk sırasında su yüzüne vuruyordu. Kimi sosyal bilimcilere göre, " biz"
duygusunun odağı, ağırlık merkezi bugün artık ata ailesinden daha güç­
lü olan çalışma ( işçi) ailesine doğru kayıyordu.

229
:\ i T i - TOl'Lll \ I L\ TOl' U J L U K

Kuru 66-2
TR E N DEKİ AİLE
Obon, aile birliğin i kutlamak, ölm üşleri anmak için herkesin baba evi n e dön­
d üğü bayram m evsimidir. (Kutu 4 8-2) B u tati lin 12 Ağustos 1 97 8 günü O kaya­
ma'dan H iroşima'ya gide n posta tre n i nde, d eğişik bir aile ile yapılan yolc u­
luktan edind iğim izlen i m ler:
Büyüklü küçüklü tam sekiz kişiydiler: 25 yaşlarında genç adam (işçi ya da
işsiz olabilird i , aile başka n ı gibi davra n ıyordu) , karısı ve bir buçuk yaşındaki
oğlu; bir babaanne; 3 0- 3 5 yaşları nda, bir kad ı n , 12-1 3 yaşlarında oğlu ile üç ve
beş yaşları nda iki küçük kızı. Bir ara istasyonda trene zar zor yetiştiler. Önüm­
deki s ı ralara yerleştiler. Bebek ağlamaya başladı. Anne denedi, s usturamadı.
Genç baba bebeği ald ı , dizlerin in arasına sı kı ştırd ı. Ya naklarından patlayan bir
"şok" verd i. Çocuk ö nce s ustu sonra için için ağladı bir süre. Kimse ilgilenme­
di. Genç baba ile ergen delikanlı ken d i d izleri n i n üstünde e l çantaları ndan bir
masa kurdular, çiçekli kart (hanahuda) oynamaya başladı lar.
Aile üyeleri yol boyu süre kli yiyip içti . H e r d u ra kta bir şeyler satın aldılar.
Küçük kızlar, dağıtılan yiyecek içecekler a rası nda, b i re r kutu d rops şekerini
t ü kettiler. Sabah saat 1o'da, dört büyük hazır yemek (bentô) kutusu açıldı.
Önce pirinç sarmaları so n ra et, bal ı k ve t u rşular bölüşüldü. Babaa n n e çanta­
dan koca bir ka n gal m uz ç ı kardı. Herkese dağıttı. Muz kabu kları elden ele do­
laş ı p cam kenarında oturan babaan nede topla n d ı . Babaa n n e ka bu kları bir
kesekağıda do ld u rd u , kağı d ı pencerede n d ışarı d oğru uzattı ve b ı raktı. Aile
üyele rinden, "ah, eh, kihi" gibi biraz şaşkın l ı k b i raz sevinç anlamında sesler
d uyuld u . Büyüka n n e , elleriyle " Sizler bana, ben d e d ı şarıya" anla m ı n a kendi­
n i savundu. G ü lüşmeye oğul-bebek uya n d ı . Mızıldandı. Kızlar kıkırd a d ı . Anne
oğlunu sanki oyalar gibi yaptı ama b ı ra ktı. Kuvvetli bir kokuyla birlikte, koru­
yucu bir ağlama sesi duyuldu. Bebeğin hiç şaka etmediği a n laşı ldı. Anne, oğ­
lunu dizleri üstüne ters yatırdı. Altı n ı açtı. Kağıt m endillerle uzun, ayrı ntılı bir
tem izliğe girişti.
B i ra içen baba, olayla sanki hiç ilgilenm e di. Davra n ışları sert, a ksi, gü­
rü ltü lü ve abartmalıyd ı . Söylemekte n , yapmaktan çok d i kkati çekmeye çalışı­
yord u . Sahnede baba rol ü n ü oynamaya çalışan ç ok gen ç bir oyuncuya benzi­
yordu. Kendisini ve ailes i n i d ikkatle izlediği m i n bilinci n d eydi. Ama "Senin
a ram ızda işin n e? " gibisine, yol boyu beni yok sayd ı. Öğleye doğru yiyecekler
ve kutu bira la r tükendi. Çiçekli iska m bil de b itti. Aile üyeleri birbirine yas la­
narak uykuya daldılar. Ergen delika n l ı elimdeki yol haritasına bakıp " N e re­
ye?" d iye sord u. " H i roşima"ya dedim. Küçük kızlar yarı uykulu sevi ndiler:
" H i roşima, H i roşim a, biz de o raya." Küçük kızlar uykuya tam dalmadan Hiro­
şima'ya vard ık.

230
:: 6.,. .. DÜŞEY TOl'Lll\I .. TATE-�,\ K A İ K U R. \ \ 1 1

67. " D Ü Ş EY TO P L U M " TA TE-ŞAKAİ K U RAM I

Kırsal geniş aile (iye) geleneğinden kopan Japonlar, kentsel iş-güç aileleri
çevresinde yeniden toplanıp örgütlenmekte, bu büyük ailelere yine (iye)
adını vermektedir. Yeni aile, bir eğitim, üretim kurumu, bir ticaret hizmet
ortaklığı olabilir. Sosyal bilimci NAKANE Chie ( 1 972)'ye göre, yeni aile­
deki i lişkiler -geleneksel iye ve dôzoluı topluluğunda olduğu gibi- düşeylik
(tate-şakai) ilkesine uygun olarak düzenlenmektedir: Baba-oğul, alt-üst,
kök-dal, yaşlı-genç, k ıdemli-kıdemsiz ilişkileri gibi. NAKANE, aile ile iş­
güç ilişkilerindeki işlevsel benzerliğe ( paralelliğe) dayanarak, Japonya'nın
düşeyine işleyen bir toplum yapısına sahip olduğu savını atmış ortaya.
Düşeylik kuramını irdelemeden önce iki temel kavramı açıklamakta
yarar olabilir. Bunlar toplumsal bağ (uaku) ve bireysel sıfat (şikaku) kav­
ramlarıdır. Toplumsal bağ (vakıı), yer yurt, memleket, aile, ortaklık, işyeri
olabilir. Bireysel nitelik (şikaku) ise, bireyleri birbirinden ayırmaya yarayan
soy, cinsiyet, meslek ve yetenek sıfatlarıdır. Toplumsal bağlar grupları, sı­
fatlar ise bireyleri tanımlar. "Samancıların büyük damadı" bir bağ, "yük­
sek mühendis Ali" ise bir sıfatlar dizisidir. Hemen her toplumda, bireylerin
hem bağları hem de sıfatları vardır. Bazen biri bazen öteki daha önemli sa­
yılabilir. Kimi zaman birbiriyle eşdeğerli de olabilirler. Bağ ile sıfatların an­
lam ve işlevleri yakından ilişkilidir birbiriyle. Bu tür i lişkilere dayanarak
toplumun yapısı incelenebilir. Yapısal yaklaşımın temel ilkesi budur.
Sosyal bilimci NAKANE'ye göre, Japonlar bireysel niteliklerden (sı­
fatlardan) çok, toplumsal bağlara ( ilişkilere) ağırlık verirler. Kimliği soru­
lan bir Japon, kendini falanca kurum, şirket ya da ailenin üyesi olarak ta­
nıtır: " MİTSUBİŞİ'de, SONY'de ya da İDEMİTSU'da çalışıyorum" de­
mekle yetinirmiş. Orada ne iş yaptığı, kişisel sıfatları o kadar önemli sayıl­
mazmış ya da daha öz önemliymiş. Japon i nsanının kendini özdeştirdiği
bu grup, nesnel bir olgu değil, biz, bizimkiler {uçi) gibi öznel bir grup , de-

Başkan

o
' Emekli
Emekli
r- o o
/ /
o o o �
' ' '
r- o o o o
/ / / /
o o o o o �
t t t t t
Ş E K i L 6 7 - 1 : İye örgütlerinde yaş-kıdem katmanları.

231
Atrı - TOPLU\lCA TOPLULUK

Ş E K İ L 67-2 : İş ö rgütleri n d e h a reketlilik:


Dalgalar ve çatı lar gibi yüksekliklerd e n oluşan bir yataylık d üzen i ve izle n i m i .

ğer ve varoluştur. Japon kültüründeki ve dilindeki grup bilincinin bu özel


türü, geleneksel iye (aile) kavramına çok yakın bir olgudur. Günlük hayat­
ta iye, bir aile, hane, konu komşuluk, işyeri olabilir. İye' deki "biz" ilişkile­
ri, öteki ilişkilerden önce gelir. Bu yüzden, bir çatı altında, aynı hanede
oturan gelin, uzakta yaşayan erkek kardeşten daha yakın (uçi) sayılır. Ya­
kınlıktan doğan birlik (uçi duygusu) işyerlerinde de görülür.
İş ve üretim örgütlerindeki bireylerarası ilişkiler de aile içi ilişkiler­
miş gibi kurulur ve sürdürülür. Öyle ki iş örgütlerinin çalışanlarla ilgili
konur, eğlence, sağlık, hastalık, tatil, yaş-günü politikaları çalışanların
a ilelerini de kapsamı içine alıyor. Bu yüzden, çalışan kişi çalıştığı işyeri­
ne, kendi ailesine bağlandığı gibi, bağlanıyormuş. Orada çal ı şa nlarla ya­
kınlık kurmak, bu yakın ilişkileri sürdürmek gereğini duyuyormuş. Aynı
kurumda çalışanlar birbirine işyeri arkadaşı (dôryô) diyorlar.
Japon işçi sendikaları, meslek ve işkollarına göre değil, kurum ve iş­
yerlerine göre örgütleniyormuş. Belli bir k urum ya da şirkette çalışanla­
rın tümünü içine alıyormuş - memur işçi ayrımı yapmadan. Bu yüzden
memur ve işçiler, kendilerinden maaşlı (sarariman) diye söz ederler. Her
örgütteki tüm çalışanlar bir iye (aile) sayılır. O kadar ki bazen sendika
başkanı, şirketin yönetim k uruluna, hatta genel müdürlüğüne bile seçile­
bilir. Ancak iye'nin üyeleri başka bir iye ile kolay ortaklık kuramazlar. Bu
yüzden bireyler, iye içindeki sorunlarına yine iye içinde çözüm aramak ve
bulmak zorunlul uğunu duyarlar. Bireysel sıfatlar değişebilir nitelikte ol­
duğu için, iye içindeki güçlükler duygusal bir dayanışma ve paylaşma ile
aşılabilir. Bu gerekçeyle a ilede olduğu gibi, işyerinde de yabancılara karşı
" biz" duygusu ve dayanışması pekiştirilir. " Öreki" lere karşı "biz " duy­
gusuyla beslenen grup dayanışması, giderek bireyi dış dünyadan yalıtlar
ve "biz kozası " na kapatır. İşte bu olguya aile ortamında kafhu, işyerinde
şafhıJ diyorlar. " Biz" duygusu, bireysel nitelik farklarını giderek azaltı r­
ken, bizimkileri (uçi) ötekilerden (soto) ayırır, uzaklaştırır.

232
§ 67 "DÜŞEY TOl'l.UM"' TATE-ŞAK:\J KUR:\l'vll

RESiM 67-1: "Yedi Talih" Tanrısından biri: RESİM 67-2: Sokakta: Sakura Sofrası sohbeti
Ebisu (To kyo). (Bir Nisan ama şaka değil).

RESİM 67-3: Tate-Şakai: To kyo Ü niversitesi profesörleri nin (köy koruyucusu) yaşlıya saygısı.
A i Ti - TOl'J . l ! :\ 1 C\ TOPIU LUK

İye içindeki düşey i l işkiler, N A K ANE'ye göre, yatay ilişki lerden da­
ha önemli sayılma ktadır. Bir fabri k a d a k i ustalar ya d a üniversitedeki
öğretim üyeleri yetenek ve başarılarına göre değil, yaş ve k ı demlerine
göre sıralanmaktadır. Orduda olduğu gibi, bir y ı l l ı k k ıdem kıdemdi r. Kı­
demli olan senpai ( üst), kıdemsiz k i şi kôhai ( ast) sayılır. İye toplu luğuna
birlikte girmiş olanlar, birlikte terfi eder, birlikte zam görü r, birl i kte
emekli olu rlarmış. Yöneticiler genellikle en k ı demli ler (yaşlılar) arasın­
dan seçil i r. Ö nce k ıdem, sonra yetenek gelirmiş.
Japonlaı; herkesin eşit yetenekte olduğunu varsayarlar; bireyleri ça­
lışkan (gayretl i ) ve tembel olarak iki genel sınıfa ayırırlar. Ö yle ki eğer
isterse ve çaba gösterirse, herkes başarılı olabilir, derler. Bu nedenle
önemli olan, yetenek değil, çalışmaktır. Böylece, yeteneğin k üçümsen­
mesiyle kıdemin önemsenmesi arasınd a k i zorunlu ilişki kurulmuş o l u r.
Yönetim i l işkisini (senpai) k ı d em belirleyecekse, yeteneğin o kadar
önemli sayılmaması d oğa l değil mi? Ne var k i iye örgütlerin deki düşey­
l i k yapısı, silahlı k u vvetlerdeki ast-üst, komuta n-er ilişkisine hiç benze­
mez. İye'nin üst d üzeyi n d e k i k ıdemli y ö neticil er, emirler yağdıran
" Prusyalı Subaylar" değildir. D üşey yapının en tepesine ulaşa n k ıdemli­
lerin, ti.i m iye ( a i l e ) 'sine karşı açık, u laşıla bilir, d uyarlı, anlayışlı, h oşgö­
rülü ve de koruyucu bir " baba " rolünde bul unması beklenir. Başka bir
deyişle, örgütlerdeki i lişki ler, karşılıklı a nlayış, sevgi ve saygıya daya n a n
b i r ba ba oğul (aile) ilişkisidir. Katı, acımasız b i r " e m i r k umanda zinci ri "
değildir. ( Bkz. Ek: 1 4)
Gerçekten İ kinci Dünya Savaşı'nı karnı edinen k i m i romanlarda,
gençler, savaştan, yenilgiden hatta ö lümden çok, üstlerinden gördükleri
kötü davranışlardan yak ı nmışlar. Savaşan gençler, sert disip l i n l i k o m u ­
tanlar değil, a n l ayışlı v e duyarlı b a b a l a r aramışlar başlarında, bulama­
yınca m utsuz o l muşlar.
Ü n l ü işadamı İ DEM İ TSU Sazô ( 1 972 ) , Batı top l u mların d a k i yasal
k u rumsal ahlak (morals, maneviyat) a nlayışı ile Japon toplu m u n u n tö­
resel d uygusal a h l a k (dôtolw) a n layışı arasındaki temel ayırımı işte bu­
rada görür. Batı'da ö rgütler, yetkiler, sorum l u lu k l a r vardır. Üstler astlara
k a rşı yetkili, astlar üste k a rşı (verilen görev, ödev ve emirlerin yapılma­
sıyla ) soru mludur. Oysa, dôtoku'da yani meuye-meşita ilişkilerinde kar­
şılıl<.lı yetkiler ve sorumluluklar vardır. Yöneticinin yalnız yetkileri değil,
tüm iye (aile)'sine karşı sor u m l u l u k ları d a vardır. Gerçi lvieici dönemi
yöneticileri "Zengin ülke güçlü ordu " (Hukoku Kiyôhei) sloganıyla bu­
yurgan ve seçkinci bir yönetim düzenini savunmuşlar ( Y O ŞİNO 1 96 8 :
23-6) ama o dönem çoktan kapanmış. Çağdaş bir psikolog, bireylerara­
s ı ilişkilerde, tek yönlü bir buyurgan l ı k yerine, karşılıklı bir güven ve da­
yanışma (amae) d u ygus u n u n hala geçerli o l d uğunu savunuyor. ( D O İ Ta­
keo 1 976) Japonlar, bizden (uçi) saydıkları grup ü yeleriyle karşı l ı k l ı bir

234
'i 67 " l lÜ$FY TOPLU.\ ! '' TXIT-S A K :\ İ K UIUMI

güven d uygusu, dayanışma ( ba ­


ğ ı m l ı l ı k ) içinde yaşa m a k isterler.
D O İ ' n i n "A mae "si, NAKANE'nin
uaku ( bağ) dediği çerçeveye özgü
orta k l ı k d uygusudur.
Ü retim ve hizmet şirketleri gi­
bi iş örgütleri üzerinde çalışan bir
araştırmacı aynı kıdem (yaş) gnı­
bundaki bireyler arasında -yarış­
madan daha çok- eşitliğin, denkli­
ğin ve b irliğin pekiştirildiğini belir­
tiyor. ( YOŞ İNO 1 96 8 ) Başka bir
deyişle, piramit gibi düşey bir yapı
özel l iği gösteren çağdaş iş ö rgütle­
ri, sa n k i " a kra n g r up l a r ı " nd a n
(Seinendan: Kutu 64-1 ) o luşmak- REsiM 67-4: Ayrı birimlerden benzer birlikler
ve Birlik yaratılabilir mi?
tadır. Ö te yandan, a kran örgütle-
rinden ayrılmak söz konusu olma-
d ığı için, bir örgütten ayrı l ıp ötekine geçmek (şirket ya da iş değiştirmek )
s o n derece güçtüı� sınırlanmıştır.
Belli bir işyerinde bel l i d üzeye gel m iş bir maaşlın ın (sarariman) ken­
di yaş ve iş deney i mine u ygun başka bir iş bulması son derece güçtür.
Kendi işyerinden isterse ayrılabili r. Ama başka bir yerde kolay iş b ula­
maz. Bulamayacağı için de kendi işyerinden ayrılmamayı yeğ tuta r. Bu
yüzden çalışa nlar, ça l ıştıkları yerde emek l i liği amaçlar. İ ş değiştirmek is­
teyen kişiler biraz kuşkuyla karş ı l a nı r. Yeni örgütlerle yeni uzma n l ı k
a la n la rı , bu gene l kuralın d ı ş ı n d a tutu l u r. Ö zetle a ile dışındaki iş örgüt­
lerinde, yalnız dôzo/uı 'dan gelen meuye-meşita ( ba ba-oğul) benzeri " d ü ­
şey" ilişkiler değil, a k r a n örgütlerindekine benzeyen "yatay" ilişkiler d e
görül mektedir. Geleneğe göre, a kran örgütlerine giriş ç ı k ı ş törensel k u­
ra llara bağl ı olduğu için, çalışan bireyler ken d i iye'lerini ve kendi a k ra n
örgütlerini k o rumaya çalışırlar. Japon insanı dôzoh.u v e seinandan g i bi
i k i sistemin bel i rled iği d üşey ve yatay i l işki lerden o luşan bir iye (aile
gru b u ) b i rl iği içinde b u l ur kendini, orada ç a lışır. B u birlik içinde d üşey
hareket l i l i k önce h izmet süresine ya da kıdeme, sonra başarıya bağlı gö­
rünüyor: Çatılar ve deniz dalga la rı g i bi yukarı aşağı ( düşey) olabilir ama
yatay hareket görü lmez. Japon'un çalışma hayatı bir yazgı gibi başından
bellidir. (Şekil 67-2)

235
:\ iTi - TO PLU \ I C:\ TOPLULUK

68. S I N I F LA R , KAST LA R : YA BA N C I LAR VE B URA KU' LAR

Japon h a l k ı Edo dönemi boyunca başlıca dört sın ıfa ayrılırmış. Saygın­
lık sırasıyla:
1 ) Şi, Samuray, savaşçı beyler, asker-yönetici ler,
2 ) Nô, Köylüler ve toprağı işleyen ü retici-çiftçiler,
3 ) Kô, Sanatçı ve zanaatçılar, yapıcı-yaratıcılar,
4) Şô, Tüccar ve esnaf, dağıtıcı-satıcı ve aracılar
Ayrıca, imparator a i lesini de içine alan soylular ve sınıf dışı Eta'lar
varmış. Bu sınıfları, H indistan'daki katı ve değişmez kastlara benzeten
gözlemciler yanılmıştır. Toplum katman larının en durağan göründüğü
ya da tutulmak istendiği Tokugava (Eda, 1 600- 1 8 6 8 ) dönemi n de bile,
sınıflar arasında ve s ı nı fların kendi içinde belirgin , görül ü r ölçüde geçiş­
ler olmuş. Sözgelişi, varlıklı köylülerden yöresel derebeylere kredi açıp
para vererek (ad ve kılıç satın alara k ) , soylul uğa yükselenler o l d uğu gi­
bi; elindeki toprağı bitiri p yitirdiği için köyl ü-çiftçi sınıfından esnafl ığa
hatta tüccarlığa düşenler görülmüş. ( Smith 1 975: 5 0-1 80) Ö te yandan
Tokugaua çağın ın " Uk iyo " adını verdiği " yüzen dünya " i n a ncası, güçle­
nen ve saygınlık merdiveninde i n i p çıkan esnaf ve tücca r hareketinden,
akımından başka bir şey deği ldir.
Toplumun ü retici gücünü ve merkezi yönetim i n gel i r (verg i ) düzeyi­
ni a rttırmayı a maçlayan Sôgım ve Samuraylar mal ve mülkün yeni bir
sınıf elinde toplanmasını önleyememiştir. Meici Yeni leşmesi 'nde bu yeni
sınıfı n rolü ve katkısı büyük o l m uştur. Meici Devri m i 'nden sonra, gele­
neksel dörtlü s ı n ı flama yerine üçlü bir sını flama öneri lmiştir:
1 ) Kazoku: Soylu l a r rakımı,
2) Şizol<.u: Eski samuraylar ve
3) Heimin: Avam ( ha l k ) ta bakası.
Bu yüzyılın başlarında soylularla k i ba rl a r toplumun yüzde beşini
oluşturuyormuş, halk tabakası ise geri kalan yüzde doksan beş çoğunlu­
ğu. ( Chamberlai n 1 977: 95) Gerçi , 1 8 98 yılında yürürlüğe giren Vata n­
daşlık Yasası, her a ile başkanın ı oturduğu evin kapısına hangi sını ftan
olduğunu ve k im l iğini gösteren bir " tabela " asmakla yükümlü turmuş.
Ama kentleşme/endüstrileşme süreci içinde geleneksel ya da yasal sın ıf­
ları n düşey hareketlil iği sürüp gelmiştir. Başka bir deyişle, tabelalar ve
çiviler toplumsal h areketl iliği ön leyememiştir. İ k inci Dü nya Savaşı son­
larındaki kır n ü fusu ile kent n ü fusu arasındaki den k l i k , savaştan sonra­
ki h ızlı ekonomik büyüme, yaygın ve etk i l i ta rım-topra k reformu sonu­
cunda kentlerden yana bozulmuştur. ( Bkz. Şeki l 7 1 - 3 ) Son yıllardaki
toplumbilim araştırmaları ekonomik kesimler arasında yeni bir n ü fus
dağı l ı m ı gösteriyor:

236
r: 68 s ı � I F l ..-\ R, KASTLAR: K O R ELİLER VE BURAKlfL.-\R

Ekonomik Kesimler N ü fus (%)


1) Ta rımcı-köylü kesimi 14
2) End üstri kesimi 33
3) H izmetliler kesimi 53
To plam %100

Tokyo'nun esnaf ve zanaatçılar mahallesinde ayrıntılı bir toplum


araştırması yapan Dore ( 1 973 : 2 1 6 , Tablo 2 ) , özetle deneklerde, üçte i ki
" orta sınıf", üçte bir oranında "a lt-sın ıf" özdeşlemesi bulmuştur. Her üç
ekonomik kesimi de içine alan en son araştırmada, halkın yüzde 8 5 ' inin
kendisini " orta " ve " üst-orta " sınıftan saydığı bulunmuş. Bu sonuçlar,
Japon toplum ve sınıf yapısının çok köklü değişmeler geçirdiğin i doğru­
l uyor. Geriye kalan yüzde 1 5 'in üst ve alt sınıflara dağıldığı söylenebilir.
Gerçi, 1 94 7 Anayasası ve 1 948 Vatandaşlık Yasası ile sınıf ve a i le ayrı­
cal ıkları kaldırılmış; ama sınıf dışı tutulan iki azınlık gru bun varlığı, so­
runları bilinmektedir. Bunlar B ııraku (Eta) '!ar ile Koreli lerdir.

Kum 68-1
ETA (B U RAKU) ' LAR S O R U N U
Etalar ya d a daha kibarca ad ıyla Buraku-Hinin'ler kültürel kökleri kes i n bi­
-

linmeyen Japon Parya'larıd ı r. Canlı h ayvan kesimi gibi Bu dizmin yasa kladığı,
dericilik (d abağ) gibi toplumca "çok p is" sayılan işlerle uğraştı kları için ola­
cak, kast d ışına itilmiş ve toplum d ışı tutulm uşlardı r.
Kimi tarihçilere göre, Gen era l H İ D EYOŞ İ' n in başarısız Kore seferi nde (§ 26-6)
alınmış savaş esirlerinin çocukları ; kimi a raştırmacı lara göre, Kamakura (Xl l.
yy) döneminin (§ 26- 4) ünlü komuta n ı General YORİTOMO'nun evlilik dışı ço­
cu klarıym ış Eta'lar.
"Eta" sözcüğünün Çincedeki "pislik bolluğu" (e-ta) ya da " hayvan ya ka­
layan" (e-tori)'d a n geldiği sanılıyor. Chamberlain'a (1977 : 1 5 0) göre Eta s ı n ıfı­
n ı n oluşması, dah a geriye, Budizm in doğuşuna değin uza n ı r. Buda d i n i öldür­
m eyi yasakladığı için, canlı bir varlığı (hayva n ı) kesenler h o r ve aşağı görül­
müş. Onlar da kasaba ve kentleri n d ı şı nd a kendi başlarına, kendi yönetim leri
altında yaşam ışlar. Yasal ayırım 18 7 1'de sözde resmen sona ermiş. Ama top­
lumsal ayrım bugüne değin süregelmiş. "J apon çoğunluğu ile Eta azın lığı a ra­
sın daki ılık ve derin savaşı m gü n ü müzde d e s ü rüyor" muş. Pathan (1 979) ,
H i n t Müslümanları a rası n d a yaşayan Kasai (kasap) lerin en alt tabaka (kast)
olarak gö rülmesini ve köy d ı şında tutulmas ı n ı, " h ayvan kesim iyle" açı klıyor.
Cham berlai n'in tezini destekleyen ve Hindistan'd a n kaynaklanan bir bilim bul­
gusudur.

237
AiTi - TOl'l .U.\ I C :A TOl'l.ll l .llK

Eta, Japon toplumunun " parya " sı, görünmez ırkı, sınıflar dışı bir
kast'ıdır. Tolwgaua dönemi boyunca yasal bir çoğunluk baskısı altı nda
yaşamıştır. Bugün de toplumsal bir baskı altında yaşadıkları genellikle
kabul ed iliyor. Eta'ların geçmişte canlı hayvan kesimi, kasaplık ve deri­
cilik gibi " kirli " ( pis) sayılan işler yaptığı da söylenir. (YONEYAMA
1 967: 207) Ama sın ı f ayrımının kökü-kökeni kesinkes bil inem iyor. Irk­
sal yönden benzer ve oldukça bir örnek göri.in i.işlü Japonlar arasında iki
i.iç mi lyon dolayında toplum ya da kast dışı (Japon sayılmayan ) Japon­
yalı yaşıyormuş. Bazı Japonlar duruş ve davranışlarından bu Eta'ları he­
men tanıdıklarını söylermiş. (Kutu 6 8- 1 )
Eta'nın çağdaş ( Batı) giysileri içinde tanınması belki biraz daha güç
ama olanaksız deği lmiş. Batı ölçeği ile " k i.içli k " sayılan Japon insanla­
rından biraz daha kısa boylu ve daha zayıf, tenleri sanki daha esmerce,
yüzleri ciddi-asık, davranışları yavaş, ölçülü imiş. Kimsenin yüzüne doğ­
rudan bakmayan, kimseyle konuşmayan, k imliğini belli etmemeye çalı­
şan bazı hemşerilerin "Eta " olduğu sanılıyormuş. Ara sıra, Eta oldukla­
rı bilinen bazı kimseler sağda solda ölü bulunurmuş. Eta'lar da verd ikle­
ri her kurbana bir kurban alarak, karşılık verirlermiş. Sessiz ve sonuçsuz
bir savaş sürer gidermiş, iki kesim arasında.
Çağdaş Japonya'da sesini, derdini biraz daha yüksekçe perdeden
duyuran azınlık grubu Korelilerd ir. Bir türlü Japon topl umuyla bütünle­
şemeyen, bütünleşmek de istemeyen bu azınlığın güncel sorunları Kutu
6 8 -2'de özetlenmektedir.
Japon insanının dünyasında düşey hiyerarşinin ya da yatay katman­
ların önemli bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçek. ( Benedict 1 96 6 : 43-
57-95) Ancak bu katmanlaşma, sınırlayan, k ısıtlayan bir olay değil -ter­
sine- aşılır, kazanılır hatta yitirilebilir bir değerdir. Ekonomik güç ve top­
lumsal saygınlığa bağlı ( sınıfsal) bir hiyerarşi yerine, yöresel bölgesel kö­
kenlerin daha güçlü olduğu gözlemleniyor: " Osakalı Tüccarlar", " Kiyô­
tolu Bilim Adamları " , " Şitamaçili Esnaf'', " Tôhokulu Çeltikçi ler'' ,
" Hokkaidôlu Hayvancılar" , " Orarulu Balıkçılar" vb. vb. gibi. Bütün bu
gruplar, kendi içinde, üst-orta-alt katmanlara da ayrılabilir. Varlık ve say­
gınlık, değişebilir nitelikler olarak kesin öncelikler taşımıyor. Başarı lı bir
yöneticinin Fukuokalı, gazetecinin Yamaguçili çok ünlü bir öğretmenin
Hamayamalı olması soy sop ya da sınıf özdeşliğinden önce gelebilir. Söz­
gelişi, Tokyolu p rofesörlerin daha çok tek başlarına, Kiyôtoluların ise
birlikte araştırma yaptıkları oldukça sık duyulan bir gözlem ve eleştiridir.
Japonya'da göze çarpan bir "sınıf" olgusu vardır. Ayrıca sınıfların
geli r ve saygınlık farkları da vardır, kuşkusuz. Ancak, zenginle yoksul
arasındaki farkın en düşük olduğu kapitalist ülkelerden biri , son OECD
araştırmasına göre, Japonya'dır. (KUVABARA Takeo AEN, özel eki, 1 9
Kasım 1 9 79)

238
:: (,'! TOl' l . U \ ISAL DFNFTİ \ I : SU(,: VE Cl:Z,-\

Kuru 68-2
" KO R ELİLER" SO R U N U
(The Japan Times Week/y, 1 1 Kasım 1 97 8)
To plam nüfusu 115 m i lyon a u laşan ve h e r yıl bir m i lyon dolayın da artan Ja­
po nya'da, 7 5 0 b in yabancı uyruklu yaşıyor. B u n ların 650 bin i Kore asıllı. Öteki
yaban c ı ların toplamı 100 b in d üzeyi nde.
Koreliler, İkinci Dü nya Savaşı öncesi yılları nda, kömü r ocaklarında, inşa­
at şa ntiyelerind e ve tersanelerd e çalıştırı lmak üzere (ucuz işçi olarak) getiril­
miş. To praksız kalmış tarım işçilerinden kend i isteğiyle gelenler d e olmuş.
To plam sayıları iki üç m i lyo na kadar çıkmış. Savaş sona eri nce çoğu ü lkesine
geri dö nm üş. Kore Savaşı ve ülkenin bölün mesi nedeniyle dönemeyenler de
olm uş. Bugün Japonya'da yaşayan ü ç tür Koreli va r:
1) Sürekli oturanlar (3 7 5 bin),
2) Japonya'da doğmuş Koreliler (1 4 0 bin),
3) J a ponya'da doğmuş Korelileri n çocu kları (120 bin).
Her yıl okulları n ı bitire n 10 bin kad ar Kore asıllı gençten ancak yarısı Ko­
reli lerin kurd uğu şirketlerde iş bulabiliyo rmuş. Sosyal ve ekonomik yard ı m
isteyen Korelilerin sayısı 1 9 65- 7 8 yı lları arası nda 2-2,5 kat artmış. Kore asıllı­
lar, J a ponlar gibi vergi veriyor fakat 2oo'e yaklaşan sosyal yard ı m programı­
nın çoğundan yararlanamıyormuş. Koreliler, üç b i n kadar kent ve kasaba yer­
leşmesinin iki binin d e iş, kredi ve çocuk yard ı m ı n d a n yoks u n oldu kların ı söy­
lüyorlar. "Meinen " adlı Kore ö rgütünden gelen eleştirilere karşı, kimi J apon­
lar, " Beğenmeyen ü l kesin e geri dönsün" d iyorlarmış. Japo nyalı Korelilerden,
Kuzey Kore'ye bile d ö n e nle r olmuş. Ancak Kore dilini bilmeyen ki m i gençler
gidecek yer, yapacak iş bulam ıyorm uş.

69. T O P L U MSAL D E N ET İ M : S U Ç V E C EZA

Büyük başkentler arasında Tokyo belki de yaşanması en güvenlikli olanı­


dır. Ülkedeki yıllık suç oranı ABD'nin üçte-biri, İngiltere'dekinin yarısı
kadarmış ( 1 978 'de yüz bin kişiye 1 3 00 suç olayı) . Karakollar önünde
nöbet tutan üniformalı görevliler dışında h iç polis görülmez ortalıkta;
koca kent polissiz yönetiliyormuş gibi gelir kişiye. Oysa polis örgütlerine
pek ağır işler düşermiş. Polis de üstüne düşen görevi iyi yaparmış. Ulusal
Polis Örgütü'ni.i n " 1 978 Yılı Rapor u " na göre, toplam olaylarının ancak
yüzde üçü savcılığa u laştırılıyormuş. Demek ki polis örgütünde tatlıya
(çözüme) bağlanan olay oranı, suç ( ceza) istatistiklerinde görünen sayıla­
rın 33 katıdır.
Polisin bu başarısı, savcılığa ve mahkemeye gönderilen olay ve avu­
kat sayısını son derece azaltmış. Ülkede 1 0 binden az avukat varmış. Bu

239
ALTI - TOPLUl\IC:..\ TO PLULUK

sayının bir bölüğü, hukuk dışındaki alanlarda ( bürokraside) çalışıyor­


muş. Aile (iye) büyi.iği.i a krabalar, arkadaş ve patronlar da gerektiğinde
arabuluculuk yapar, fazla büyümeden olayları yerinde çözümlermiş.
Günlük ( İngilizce basılan ) gazetelerde çıkan suç ve ceza haberleri daha
çok 1 ) kamu yönetimindeki yolsuzluklar ve 2) öğrenci intiharlarıyla ilgi­
lidir. Sözgelişi, 1 978 yılında 1 5 belediye başkanı, müteahhitlerinden rüş­
vet aldıkları gerekçesiyle tutuklanmış. Bu sayı bir önceki takvim yılında
dokuzmuş (yüzde 67 artm ış ) . Ana babasını döven çocukların sayısı da
1 978 yılında yüzü aşmış. Ayda ortalama 1 2- 1 3 olay duyulurmuş.

K u r u 69- 1
B İ R B ORÇLU N U N S O N U
Asahi Akşam Haberleri (AEN, 2 9 Ağustos 1 97 8) G azetesi'ne göre, 1 97 8 yılı n ı n
i l k sekiz ayı nda, 1oo'den fazla kişi, borcunu zamanında ödeyemediği i ç i n ken­
di canına kıymış. Ayda ortalama 12-13 düzeyin d e olan toplam intihar sayısı,
Ağustos ayı nda 1 5 'e çıkmış. AEN G azetesi (1) yüzde 100 ile yüzde 180 a rasın­
da değişen yıllık faiz ora n ları n ı n yüksekliği n d e n , tefecile ri n gereğince d e n et­
lenmediğin den yakın ıyor; (2) suçsuz ve günahsız çocuklarla eşlerin , borçlu
babalarla birlikte cezalandı rı lması soru n u n a d i kkat çekiyor.

Suçlu çocuklar uzmanı psikolog SASAHARA'ya göre bu tür istatis­


tikler, buzdağının su üstünde görünen tepesidir. Görünmeyen taban çok
daha geniştir. Öyle ki a ilelerin en az beşte-birinde bu türden olaylar gö­
rülmekte fakat polise duyurulmamaktadır. Düşük suç istatistikleri ya­
nında dikkati çeken bir toplum olayı da inti harların yüksekliğidir. S ayı­
lar, Kuzey ve Orta Avrupa düzeyindedir. Ancak, Japon toplumundaki
intiharların dünya dağılımına benzemeyen bir iki özelliği var. İntihar he­
men bütün dünyada, yaşla orantılı olarak a rtar. Genç yaşlarda d üşük,
ileri yaşlarda yüksektir. Japonya'daki intihar oranları, 3 0 yaşına kadar
ve 6 0 yaşından sonra öteki ülkelerden yüksek, 3 0-60 yaşları ara sında ise
öteki ü lkelerden düşük ya da ancak onların düzeyinde oluyor. Değişen
toplumdak i Japon gençliğinin sorun l a r ı n ı inceleyen NAKA Hisao
( 1 977: 64-6 5 ) , gençlerin intihar nedenlerini, okuldaki ve üniversite giriş
sınavlarındaki " başarısızlığa " bağlıyor. Tokyo polisinin istatistiklerine
göre, " hayattan bıktığını" ve "gelecek k aygısı " n ı i leri süren gençlerin
oranı yüzde 40 dolayında imiş. İntiharların ikinci büyük dalgası " ikinci
çocukluk" dönemi sayılan 60/65 yaşından sonra geliyor. Bu dönemde
ileri sürülen gerekçelerin, hastalık, yalnızlık, terk edilmişlik ya da çağı­
mızda " yaşlılık " denen olaylar çevresinde toplandığı söylenebilir. Öte
yandan 30-60 yaşları arasındaki göreli düşme işsizlik oranının azlığı ile

240
§ 69 TOI'LU:\ıSAL DENFTİM: SUÇ YE CEZA

açıklanıyor. (NAKA 1 977: 6 8 ) Bu arada, yaşlı erkek intiharlarının Batı


ülkelerinden daha yüksek oluşu dikkati çekiyor. Ulusal tabloda İntihar,
bekarlar ve d ullar arasında yüksek, evliler ve çalışanlar arasında düşük
görünüyormuş. A ncak, borcunu ödemediği için intihar eden bazı erkek­
lerin kendi aile bireylerini de öldürdüğü saptanmış. Dr. TAKAİ Kiçino­
suke'ye göre ülkedeki yüksek intihar düzeyi, toplumsal sorunlarla b una­
lımları yansıtıyormuş.

KUTU 69-2
H İ ROKO' N U N ÖL ÜM Ü
Ortaokul öğrencisi H İ RO KO (ı2 yaşında kız) , bir n aylon torbayla ken d i n i as­
mış. H İ RO KO, dolduru p a n n e-babasına b ı raktığı teyp bandı n da: "Son s ı n av­
larda iyi notlar alamad ığın ı , sı n ı f arkadaşların a ke n din i yeterince sevd i re m e­
diğini" söylemiş; a n n e ve babasından özür d i le miş, başarısızlığı için.
- l ngilizce gazeteler, 1 KAsıM 1 978

D üşük suç ile y üksek intihar oranları arasında ortak bir i l işki var gi­
bi görünüyor. Bu ilişki kısaca " toplum denetimi'nin etk i n liği " o larak
özetlenebilir. Etkili denetim suç işleme eğilimini önlüyor, frenliyor. Oysa
düşük suç oranı gençlerin ve vatandaşların çok mutlu ve doygun o ldu­
ğunu yansıtmıyor. Toplumsal durum ve koşullar konusunda genç Japon­
ların tutu mları Tablo 6 9'dadır.

TAB LO 69
G ENÇLER V E TO PLU M
Tutumlar Yüzdeler
M e m n u n değil 27,6
M e m n u n sayılmaz 46,5
M e m n u n sayı lır 21,9
Mem n u n 4,0
Toplam % 1 00,0
Kaynak: Başbakanlık Gençlik Bürosu: 1 97 2
Araştırması (NAKA 1977: 39).

Japon gençlerinin kendi top l umlarını değerlendirmesi en çok Al­


ınanlara, en az da Fransızlara benziyor. Hoşnutsuzluk, mutsuzlu k Japon
gençlerini suça yöneltmiyormuş; çünkü, aynı araştırmaya göre, Japon
gençlerinin dörtte-üçü, toplumsal sorunların tek tek bireylerce ele alınıp
çözümlenebileceğine inanmıyormuş. Az suç i şleniyor; çünkü topl umsal

241
AiTi - TOPLUMCA TOPLULUK

denetim yaygın, güçlü ve etkili! Suç işleyip yakayı ele verenlerse ele-güne
çıkacak yüzleri kalmadığı için, kendi kendilerini cezalandırmayı yeğli­
yor. Profesör NAKANE'nin (yazarla yaptığı görüşmedeki ) açıklamasına
göre, toplumsal çevre yalnız suç işleyeni değil, suçlunun ailesini de kını­
yormuş. Eşlerle a i leler de genellikle birbirinin davranışlarından sorumlu
tutuluyormuş. İntihar eden HİROKO ( Kutu 69-2 ) , yalnız ailesini üzdü­
ğü için değil de k işisel başarısızlığı ile ailesini mahçup d uruma düşürdü­
ğü için anne-ba basından özür diliyor. Başarısız kişi ya da kendini suçlu
bulan kişi, a ilesini ve işyerine karşı olan sorumluluklarını da düşünüyor.
Somıç olarak, topluluk (cemaat) d uygusu ve etkin denetim, suçu büyük
ö lçüde sınırlıyor, azaltıyor. Ama suç işlenmişse bir kez, toplumun sert
tepkisi cezayı da şiddetlendiriyor. Cezanın şiddeti, suçluyu ya da kendini
suçlu gören kişiyi intihara kadar itebiliyor. (§ 1 0 8 ) İntihar eden kişinin
suç dosyası genellikle kapanıyor, suç unutuluyor. Aileden arta kalanlar
hatta biraz övünçle dolaşabiliyor ortada. Gerektiğinde kendini cezalan­
d ırabilmek kahramanlık ve mertlik sayılıyor. Savcıya, yargıca, avukata
b u yüzden fazla bir iş düşmüyor.
Durumu özetleyen Time Dergisi, Japonya'yı " avukatsız ü lke" ola­
rak n iteliyor. Gülmece sanatçısı Russel Baker, ABD'nin dış ödemeler
açığını kapatmak için, " Her Japon otosuna karşılık Amerikalı bir avu­
katın satılmasını " öneriyormuş.

242
7
EKON OM İ POLİTİKAS I
"Ö N C E Ç E LTİ K, SO N RA Ş E N Lİ K"*

• " E KO N O M İ K YARAT I K LAR" I N "YÜ KSELEN Y EN"İ


• D OGAL KAYNAKLAR V E E N ERJİ
• "JAPON M U CİZES İ " N İ N TAR I MSAL KÖKENİ
• G E LE N E K S E L TAR I M
• TAR I M R EFO RM U VE KOOPERATİ FLER
• T E K N O LOJ İ K YARATICI LI K Ö R N E K LERİ
• YE RLEŞM ELER VE M E KAN KU LLAN iM i
• TOPLUTAŞ I M VE U LAŞ I M
• G ELİR-G İ D E R, VERGİ VE BÜTÇE
• PLAN LAMA, R EFAH VE G E LECEK KAYG ISI

* Ş i o tusukuru - Yari - Ta o tsukure.


Senyu Koraku
(Önce iş sonra oyu n)

- JAPON ATASÖZÜ
70. " E KO N O M İ K YA RATI K LAR" I N "YÜ KS E L E N Y E N " İ

Japonlar, "Sanattır hayatı kaza n a n " derler y a , uygulamaya geli nce,


" Önce çeltik sonra şiir-şenlik" sözüyle üretime ve ekonomiye verdikleri
önemi dile getirirler. Çel işki yoktur. Çünkü çeltik de hayat kazanan bir
sanattır. Batılı yaza rlar a rasında, Japonya 'nın yüzyıllık çağdaşlaşma ça­
basını bir "mucize" olarak gören ve gösterenler olmuştur. Nasıl olma­
sın ki? İkinci D ü nya Savaşı öncesinin "Yükselen Güneş " i günümüzde
"Yükselen Yen " diye biliniyor. Gerçekten de 1 973 petrol bunalımından
sonra değer yitiren ünlü paralar karşısında Japon Yeni -Al man Markı
ve İsviçre Frangı ile birli kte- sürekli değer kazanan sağlam para lardan
birisi olmuştur. O kadar ki 1 978 sonlarında, dünyanın ikinci en büyük
" ya ba ncı para kasas ı " Japonya'da bulunuyordu.

Kuru 7 0
JAPON K Ü LTÜ RÜ VE O R MAN
Ağaç ve orman sevgisi, uygar insanı tanım layan önemli bir etkendir. Yeşil ör­
tü n ü n zengin liği ise ülkenin gelişmişliği ile orant ı l ı d ı r... Ağaç ve orman varlığı,
kültür ve sanat hayat ı n ı n öyle ayrılmaz bir parçasıd ı r ki, onun gü n lük h ayatla
bütünleşmesi, ül keni n kalkın mışlığı ko nusunda sağlam ipu çları verir.
Japon toprakları n ı n yüzd e 1 3 'ü (ya klaşık olara k 5 .200.000 hektar) , "Doğayı
Koruma Alanı " olarak ayrı lm ıştır...
- Revue Forestiere Fran çaise
(Fransız Ormancılık Dergisi) B kz. Özkahraman 1 98 3 : 4 5

Japonya, kapitalist ABD ile sosyal ist Sovyetler Birliği'nin hemen ar­
dından dünyamızın üçüncü büyük ekonomik gücü! Britanya ile Fran­
sa'nın toplamına eşit bir üretim düzeyine ulaşan Japonya, Birleşmiş Mil­
letler Örgütü'ne en büyük desteği sağlayan üç ülkeden biri, adı geçen ör­
gütün Güvenlik Konseyi'ne de üye adayı.

245
YEDi - FKONO\ıl POLİTI KASI

" Yükselen Yen in arkasında hızla büyüyen ekonomik bir güç var
"

kuşkusuz! Oysa, kişi başına düşen ortalama gelir payı ölçüsüne göre Ja­
ponya, Fransa'nın hemen ardında, Britanya 'nın biraz önünde, ancak 1 2 .
sırayı alıyor. (Tablo 70- 1 )

TAB LO 70-1
KİŞİ BAŞ I NA G E Lİ R İ N E N YÜKSEK O L D U G U YİRMİ Ü LKE: 1 978
Gelir Gelir
Ülke (ABD Do/art) Ülke (ABD Do/art)
Kuveyt 1 1 .995 Fra nsa 7. 1 45
İsviçre 10.010 Japonya 6.00 5
İsveç 9. 4 80 S u u d i Arabistan 7 . 76 5
N o rveç 8.845 İngiltere 4. 3 6 5
ABD 8.7 1 5 Demokrat ik Almanya 4. 2 2 0
Danimarka 8. 465 Çekoslovakya 3 .84 0
Kanada 8. 375 İtalya 3 . 4 70
Federal Almanya 8. 37 0 İspanya 3 . 1 80
İzlanda 8. 30 5 Yu nanistan 2 .88 5
Belçika 8.185 S inga p u r 2 .780
Kaynak: lsviçre Union Bankası'nın "1978 raporu".

Kuveyt ve İsviçre gibi küçük n ü fuslu ü lkelerin (Tablo 70- 1 'de) sıra­
lamanın başına geçmesi; ABD ve Federal Almanya gibi büyük ekonomik
güçlerin aşağılarda kalması nasıl açıklanabilir? Bu şaşırtıcı sıralama,
ekonomik güç kadar, adı geçen ülkelerin n ü fusuyla da ilgi l i ! N ü fus bü­
yüdükçe, milli gelirin n ü fusa bölünmesiyle hesaplanan kişi başına düşen
ortalama gelir azalıyor. İşte bu yüzden Japonya öteki büyük ü lkeler gibi
aşağılarda görün üyor. Ama çoğu büyük ü lkeler için şaşırtıcı-yanıltıcı
olan bu ortalama, Japonya'nın ekonomik gerçeğini doğru olarak y ansıt­
maktadır. Yüz milyonluk Japonya toplum olarak güçlü bir ü lkedir; ama
kişisel gelirlerinin yaklaşık beşte-birini tasarruf eden Japonlar, tüketen
dünyanm mutlu zenginleri arasmda sayılmıyor. Gönüllü tasarrufların
çoğunu kalkınma projelerine yatıran Japonya, kapitalist dünyadak i en
yüksek kalkmma hızına u laşmış. "Yükselen Yen " i , hızlı ekonomik bü­
yümenin bir simgesi ve göstergesi olmuş. Ama petrolden ve enfl asyon­
dan bunalan d ünyamızda, Japon kalkmma h ızı bir sorun olmaya başla­
mış bile. Yen değer kazandıkça, Japonya'nın dış ülkel ere mal satması
güçleşiyormuş . Bu yüzden Japon i ktisatçıla rı, önümüzdeki beş yılda, bü­
yüme hızınm daha düşük ( yüzde 6 d üzeyinde) tutulmasmı öneriyor.
1 979'da bu düzeye i nmeyi başarmışlar.
D ü nya iktisatçılarının i lgisini çeken b u olay Japonlara soruldu-

246
§ 70 "FKONO:-.tiK YARATIK L A R " I N "YÜKSELEN YEN " İ

ğunda, övünçle k a rışık bir özeleştiriyle, biz " Ekonomik Yaratık l a rız"
derler. D aha sert konuşup, " Ekonomik Hayvanlarız" diyen de çıkar.
( K i m ba l l 1 9 73 : 1 3 ) Emekli diplomat KAVASAKİ ( 1 9 7 6 ) , Japon " eko­
nomik mucizesi " n i , adal ıların " in s a n l ı k [ uygarlık] dışı '' , elverişsiz
koşullardaki yüksek çalışma gücüyle açıklıyor. Japon Bankası y öneti­
cilerinden KUSAKA ( T]T, 25 Haziran 1 9 7 8 ) ise, Japony a ' n ı n ek ono­
mik başarısını " Özgün ve üstün bir kültür yaratma gücü " olarak n i ­
teliyor. " Önce çeltik s o n r a şiir-şe n l i k " atasözü ( k i "Pirinç Sonra Se­
uinç " diye de çevrilebilirdi), sanat ve kül tü rdeki geleneksel başarı dü­
zeyin i n sağlam b i r ekonomik temele dayandığını yansıtıyor. Ancak
Japonya ' n ı n asıl gücü nasıl açık l a n a b i l i r ? Çoğu Batılı kaynaklar, Ja­
pon başarısını, y üksek ü retim -dü ş ü k tüketim- y üksek tasarruf ve
doğru yatırım gibi salt ekonomik değişkenlerle açıklamak eğil i m i nde­
d irler. ( Bkz. Ta blo 70-2 )

TAB LO 70-2
ÖZETİN ÖZETİ
AYL I K YEN G ELİRİ* N E R EL E R E G İ DİYOR? (1 983)
Giderler Yüzde
Yiyecek - içecekler 27
U laşım 8
Tasarruflar 21
G iyecekler 7
Enerji ve h izmetler 5
Konut (kira) 5
Eğitim 4
Sağlık h izmetleri 2
Ötekiler (eğlence vd) 21

Toplam %100
Kaynak: Time (Ağustos 1983)
* Aylık Ortalama: $ 1 5 1 7 (416 bin TL)

Gerçekten de Japonların çal ışma hayatındaki tutum ve davran ışları,


ekonomi biliminin mantığına ve i l kelerine sanki tümüyle uygun düşü­
yor. Nitekim 1 954-71 yılları arasında yılda ortalama yüzde l O' l u k bir
büyüme/katlanma hızına erişen Japonya :
1 ) Beyaz gömlek-mavi gömlek ayırımını k a ld ırmış,
2) İşveren-işçi ayrımını da bir yana bırakmış,
3 ) Kapitalist bloktaki en yüksek istihdam ( işlendirme) oranın a ,
4 ) D ünyadaki en etki n dağıtım sistemine v e

247
YEDi - EKONOil.Iİ POLİTİKASI

EN ERJi-KONUT

BESİ N-GİYİM

O BESiN -GİYİM
!!il E N E RJİ-KONUT
i!l U LAŞIM-TATI L
TASARRU FLAR
O EGITIM-SAGLIK '

O TASARRUFLAR '

Ş E K İ L 70: Aylık yen geliri nereye gidiyor?

5 ) Dünyadaki en hakça bir bölüşüm ( varl ığın yeniden dağıtım ı ) dü­


zeyine, ulaşmış görünüyor. ( Bkz. Sawyers 1 976 )
Kapitalist ya d a sosya list olsun çağdaş ü lkeler arasında en dengeli
beslenen, en temiz giyinen, en iyi eğitim görmüş, en çok spor yapan ve
en sağlıklı o lmakla övünen Japonlar, b ugünkü başarılarını, İkinci
D ünya Savaşı sonrasında izledikleri barışçı ve demokratik ka lkınma
politikasıyla açıklıyorlar. B u politika sonucu, hiç askerlik yapmamış
bir gençl ik yetişmiş, o lağan savunma giderleri ekonomik projelere ya ­
tırılmış, gel i r ve toprak dağılımında yapıla n köklü düzenlemelerle orta
sınıf yeniden yaratı lmış, çalışan kadınlar ve erkekler arasında Batı ül­
kelerinden daha i leri d üzeyde bir denklik sağlanmış. ( M U RAKAMİ
1980)
B an kacı KUSAKA ( T]T, 25 Haziran 1 978 ) 'ya göre Japonya Batı'ya
yetişmiş, hatta Barı 'nın kültürel üstünl üğünden kurtulup kendine özgü
kültürü yaratmaya bile başlamış. Yakın gelecekte, bu yaratıcı gücünü
dünyanın gözleri önüne serecekmiş. Japonya' nın ekonomik alandaki ba­
şarıları, hiç kuşkusuz, kültür ve sanat yaşamın ı etkilemiş ve etkileyecek­
tir. Ancak bugünkü ekonomik başarılarda ü lkenin doğal kaynaklarının
etkisi ve kültür birikiminin ve katkısı var.

7 1 . D OGAL KAY N A K LA R V E E N E RJ İ

Manzaralar ve ormanlar ülkesi Japonya, doğal kaynaklar yönünde n h iç


de zengin bir ü lke değil. (Tablo 7 1 - 1 ve 7 1 -2 ) Adaların doğal kayn akla­
rı, tarım, orman ve balıkçılık gibi daha çok ülke ekonomisinin " Bi rinci
kesim"inde toplanıyor. Ne var ki bu kesimin milli gel ire katkı payı an­
cak yüzde a ltı dolayındadır. Oysa, milli gelirin yüzde 3 7'sin i sağlayan
madencilik, inşaat ve manüfaktür ( ü reti m ) k esiminde, gereksinme duyu-

248
� 7 1 DOCı\I. Kı\YNı\K LA R VE F.l\FRJI

lan hammaddeler, maden ve minerallerle ya kıt ve petrol türevlerinin bü­


yük çoğunluğu bugün dışa rdan satın alınmaktadır.

TAB LO 71-1
EKONOMİK KESİMLERİN M İLLİ G ELİRE KATKISI (1 976)
Kesimler %
B İ R İ N Cİ KESİM 6,0
Tarım, orman ve balıkçılık

İ KİNCİ KESİM 37,4


Maden, inşaat ve m a nü faktür

Ü Ç Ü NCÜ KESİM 56,6


U laştı rma, ticaret ve h izmetler
To p lam %100,0
Kaynak: FFJ, Mart 1 9 77: 21.

TAB LO 71·2
E N DÜ STRİNİN D IŞALIMA BAG I M L I LI G I (1 976)
Hammadde/er %
Bakır 92
Kurşun 79
Ç i n ko 64
Boksit 100
De m ir 99
K o k kömürü 89
Petrol 100
Kaynak: FA}, No. 5 1 03 :4.

D ışardan satın almak zorunda bulunduğu madenler, mineraller ve


yakıtlar için J aponya dış ülkelere mal ve h izmet satmak zorunda. En­
düstrinin dış ticarete ve barışa bağımlılığını, J apon ekonomisinin yapısal
güçsüzl üğü olarak yorumlayan uzmanlar var. ( Bkz. Brezinski "Narin
Çiçek " 1 97 1 ) Yeni bir dünya savaşı Japon ekonomisini altüst edebilir.
( Gibney 1 979) Ulaşım, ticaret ve h izmetler ulusal ekonominin en büyük
kesimi ( % 57) durumuna gelmiş. 1 9 70'li yıllarda, endüstri kesiminde ça­
lışan nüfus sayısal bir kararlılık gösterirken, tarım kesiminin y itirdiği
nüfusun hizmet kesimine kaydığı ve kentlerde toplandığı görülüyor. (Şe­
kil 7 1 )

249
YEDi - EKONOMi POLİTiKASI

� SANAYİ
il H İZ M ET
1IJ TAR I M 1 97 5

ŞEKiL 7 1 : Çalışan n üfusun ekonomik kesimlere dağılışı: 1 9 50- 7 5


(Ekonomik yapın ı n 25 yıllık d eğişimi) .

Ekonominin ana k esimleri arasında b u boyutlara varan emek kay­


maları Japon endüstrisinin h ızlı bir yapısal gelişme süreci içinde bulun­
duğunu yansıtıyor, kuşkusuz. Tarım nüfusunun azalışı, tarım kesiminde­
ki verim artışıyla açıklanabilir. Endüstri alanındaki başarılarına karşın
Japonya tükettiği besin maddelerinin ancak yüzde 70'ini kendi üretiyor,
yüzde 30'unu dışardan satın alıyor.
Öte yandan, ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 6 8 -70'inin orman­
larla kaplı olmasına karşılık, 40 milyon metreküplük tomruk üretimi
toplam gereksinmesinin yarısını bile karşılamıyor. İ kinci Dünya Savaşı sı­
rasında ve sonrasında ormanlar öylesine hızlı tüketilmiş k i ormanların
üçte-biri ya genç orman, ya da yeniden ormanlaştırılmaya çalışılan yeni
alan sayılıyor. Genç ormanlar verimli olmadığı için, kereste dışalımı -pet­
rol ve makineden sonra- üçüncü sırada büyük dış ticaret kalemini oluş­
turuyor.
Denebilir k i Japon Adaları'nın görünen en büyük doğal zenginliği
ormanlar ulusal ekonominin gereksinmelerini tümüyle karşılayamıyor.
1 97 8 yılında Japonya, 1 02 milyon ton çelikle, ABD ve Sovyetler
Birliği'nin arkasından dünyanın üçüncü büyük çelik üreticisi durumuna
yükselmiş; ama demir filizinin yüzde 99'unu, petrolün yüzde 1 OO'ünü,
kok kömürünün yüzde 9 0 'ını dışardan satın a l ıyor. D ışsatım ve dışalım
kalemlerinin toplam içindeki yüzde dağılımları Tablo 7 1 -3'te görülmek­
tedir.

250
§ 7 1 DOGAL K AY N A K LAR VE ENERJi

TABLO 7 1 -3
DI ŞALIM VE DIŞSATI M KALEMLERİNİN DAG I LIŞI (1975)
Toplam Ana Toplam
Dışalım Maddeler Dışsatım
% 15 Besin % 1
20 Hammaddeler 1
Dokumalar 7
44 Yakıtlar
Makineler 55
21 Man üfaktür 36
%100 Toplam % 1 00
Kaynak: FFJ, 1 9 77: 28.

Japonya'nın enerji kaynakları, ü retimi ve politikası Batılı ü lkeler­


den değişik özell ik ler gösteriyor. OECD ü lkelerinde yılda k i ş i başına
4,56 ton petrol tüketilirken, Japonya 'nın ortalama t üketimi 2,97 ton­
dur. Anlamı şu k i Avrupa ü lkelerinden yaklaşık üçte-bir oranında az
petrol tüketmesine karşılık, Batı düzeyinde, hatta onun üstünde ü re­
tim yapab i liyor. Enerj i k u l lanımındaki b u yüksek verimlilik Japon işçi­
sinin becerisi, özverisi ve ülkenin i leri tek n olojisiyle açıklanabilir.
(Tablo 7 1 -4 )

TAB LO 7 1 -4
KİŞİ BAŞ I NA TOPLAM E N ERJİ TÜKETİ M İ N İ N (M İ LYON Kİ LO KALO Rİ)
E KO N O M İ K K E S İM L E RE DAG I LI Ş I : S EÇ İ LM İ Ş ÜLKELER (1 977)
Ticaret ve
Ülke Toplam Enerji Ulaşım Endüstri Konutlar
ABD 80 10 19 25 26
Batı almanya 40 4 5 16 15
B ritanya 35 4 5 12 14
Fra nsa 31 3 5 11 11
J a po nya 28 3 4 14 7
İtalya 23 2 4 10 7
Kaynak: (ı) OECD Enerji istatistikleri, (2) Japonya Enerji ve Doğal Kaynaklar Kurumu.

J apon fabrikalarının ( üretim yerlerinin) yüzde 84'ü, el a letleri k u lla­


nan 4-5 işçi çalıştırıyormuş. ( Seward 1 977: 229) Japon endüstrisinin bu
özelliği, yüksek enerji verimliliğini büyük ölçüde açıklıyor.
Japonya'nın enerji bilançosunda d ikkati çeken başlıca i k i özellik,
toplam enerji tüketiminin yarısının endüstrid e ve ancak çeyreğinin rica-

25 1
YEDİ - EKON O � I İ l'OLİTİ K ı\SI

rette ve kon utla rda kullanılmasıdır. Enerj i kullanımındaki yü ksek tasar­


ruf düzeyi ve verimlilik, enerj i kaynaklarının yapısıyla da ilişkilidir. Ön­
ce Japonya, toplam enerji gereksinmesinin yüzde 8 8 'ini dışardan a l ıyor;
sonra tükettiği toplam enerj inin yaklaşık dörtte-üçünü petrol den elde
ediyor. (Ta blo 7 1 -5 )

TABLO 71-5
E N ERJİ TÜRLERİNİN TÜ K ETİ M DEKİ PAYI
Akaryakıt % 74
Kömü r 15
H i d roelektrik 6
Doğalgaz 3
Atom enerjisi 2

To plam %100
Kaynak: Dış Ticaret ve End üstrisi, Bakanlığı, FA},
Haziran 78, 05103: 6.

Ülkenin akaryakıttan sonraki ikinci büyük enerj i kaynağı kömür­


dür. (Ta blo 7 1 -7) 1 96 0 yılında 6 0 milyon tona yaklaşan kömür ü reti­
mi, 1 976 yılında 1 8 mi lyon tona d üşürülmüş. Buna karşılık, 1 96 1 yı­
lında 8 milyon ton olan kömür dışalımı 1 976 yılında 62 milyon tona
çıkartılmıştır. Son yıllarda, kömürün yüzde sekseni çelik ü retiminde
kullan ılmış. Ta blo 7 1 -6'daki rakamlar, j aponya 'nın elindeki tek enerj i
kaynağı olan kömür yataklarını , -yakın geleceğin- petrolden sonraki
büyük enerj i darlığına karşı saklamaya çal ıştığını dolaylı olarak göster­
mektedir.

TAB LO 71-6
KÖM Ü R Ü R ETİMİ İ LE TÜKETİ M İ N D E DEGİŞİM
BİRİM (M İ LYO N TON)
1961 1976
Ü retim 59 18
Dışalım 8 62
Toplam 67 80
Kaynak: FAJ, Ocak 1978, No. 05309: 6.

Elektrik üretiminde de önemli gelişmeler olmuş. Toplam elektrik


enerj isi üretimi, 1 960-1 976 yılları a rasında 1 00 milyar kilovat saatten
450 milyar ( kws) 'a çıkmış. Ancak, toplam elektrik üretimi böylece 4,5
kat a rtarken, h i droelektrik enerj inin payı yüzde 52'den 1 8 'e düşmüş; ısı

252
;; 72 ··pl'ON \ I UCİZES İ " N İ N T\ R f ,\ I S A L K Ö K E N i

(termik) santra llerinin üretimindeki payı ise yüzde 4 8 ' den 75'e çıkmış;
ato m ya da nükleer enerj i payı hiç yoktan ( sıfırdan ) yüzde yediye yük­
selmiştir (Tablo 7 1 -7).

TABLO 7 1 - 7
ELEKTRİK Ü R ETİMİ: 1 960-1 976
Elektrik 1 960 1 976
H id roelektrik % 52 % 18
l sı (te rm i k) 48 75
Atom en erjisi o 7

To plam %100 %100


Kaynak: FA/, (Aralık 1 979) No. 0 5 3 0 9 : 6 .

1 977 yılında Japonya'da nükleer enerj i üreten 1 3 , kuruluş aşamasın­


da 1 7 olmak üzere toplam 30 atom santralı vardı. Japonya böylece
ABD'den sonra, atom enerj isinden en çok yararlanan ikinci ülke durumu­
na gelmiş; ancak, 1 9 8 1 yılında, Fransa'nın ardında üçüncü sıraya düş­
müştü.

72. "JAPON M U C İ Z E S İ " N İ N TA R I M SA L K Ö K E N İ

Japonlar 1 960 başlarında 1 0 yıllık bir kalkınma planı hazırlayıp yüzde


8-9'luk bir gelişme hızıyla 10 yılda net iki kat büyümeyi hedef almışla r.
(UÇİNO Tatsurô 1 976: 1 4 ) Oysa ekonomik gelişme planı, beklenenin
de ötesinde, yılda ortalama yüzde 1 0 dolayında gerçekleşmiş. D ünyanın
"Ja pon Mucizes i " adını verdiği ekonomik başarı kısaca budur. Eğer bu
bir " mucize" ise, gerçek olayı kavramak için 1 950'lere dönmek pek ye­
terli olmuyor. Daha geriye, 1 8 50'lere gitmek ve belki de 1 650'lere kadar
inmek gerekiyor. Çünkü genel kural olarak, iyi anlaşılamayan ya da ye­
terince açıklanamayan olaylara "mucize " den iyor. Oysa NAKAYAMA
Içirô ( 1 96 3 : 25-45 ) tıpkı Smith ( 1 95 8 ) gibi, "Japon mucizesi " nin açıkla­
masını, "geleneksel toplum yapısında " buluyor. Bu başarıda bir mucize
yok diyorlar.
" Çağdaş Japonya ' n ı n Ta rımsal Kaynakları " nı araştıran Smith'e
( 1 975: 20 1 ) göre, Meici öncesinin Japonyası gibi geleneksel ve hatta
" geri kalmış" ( sayılan) bir toplum -ya da topluluk- Japonya kadar bü­
yük bir hızla kalkınacaksa en azın dan dört koşulun yerine getirilmesi
gerekmektedir:
1 ) Geçmişten farklı bir gelecek yaratmak isteyen liderlerin varlığı,
2 ) Bu liderlerin yeterli bir süre ü l keyi yönetmesi,
3) Ekonominin gerekli yatırım olanaklarına kavuşması ve

253
Y EDi - EKON0 :-- 11 l'O ı.iTIKı\ S I

4) Toplumun yetişmiş insan gücüne sahip bulunması, gibi.


Smith'in sıra ladığı önkoşullar -doğru olup olmadığı i rdelenecek bi­
rer varsayım olmaktan çok- Japonya'nın tarihi verilerini dile getirmek­
tedir. Gerçekten de gerek Meici Yenileşmesi'nde gerekse İ kinci D ünya
Savaşı'ndan sonraki hızlı kalkınma ve gelişme deneyimlerinde, Smith 'in
koşul ları tümüyle yerine gelmiş gibi görünüyor. Ancak, bunlardan ba­
ğımsız olmaması gereken iki ek koşul üzerinde de d urulabilir:
5) Ulusça paylaşılan bir başarı güdüsü ve övüncü,
6) İleri bir teknoloji ve yaratıcılık.
Japon kültürünü yakından tanıyan siyaset bilimcisi Mete Tunçoku
( 1 9 8 0 ) , "Japon mucizesi" denen olayın hiç de " mucize " olmadığını şöy­
le açıklıyor:

Ancak, Japon Mucizesi diye ta nımlanan olayın özünde yatan ve


onun belkemiğini oluşturan temel öğe, geleneksel Japon kültürü
için de var olan ve Japon insanından, toplum çıkarı için gerekli
her türlü özveri ve boyun eğmeyi isteyen ahlak anlayışı ve dü­
şüncesidir. Kökenini Japon ahlakı ile Budist-Şintôist dinsel ina­
nışlardan a lan bu d uygu, bireye, daha çocukluk yıllarında baş­
layarak aşılanır ve yaşamı boyunca pekiştirilir. Geleneksel Ja­
pon anlayışında birey, toplum için yararlı olabildiği, ona katkı­
da bulunabildiği ölçüde değer kazanır. Japon insanı, üyesi bu­
l unduğu grup içinde uyumlu davranmak, gruba ters düşmemek
ve grup yararını her şeyden üstün tutmakla yükümlüdür. Buna
uymayan birey, grup dışına itilir ve başka bir gruba da giremez,
açıkta kalır ki bu, o bi rey için psikoloj ik bakımdan ölüm de­
mektir.
(Milliyet, 7 Mart 1 980; ayrıca, bkz. Ek: 1 5 )

Kimi siyaset bilimcileri ve Japonoloji uzmanları, Edo Japonyası'nın


kapalı ve geri kalmış bir "tarım toplul uğu " olduğu yargısın da birleşir­
ler. Oysa Smith ( 1 97 5) ile NUMATA ve arkadaşlarının ( 1 964) a raştır­
maları, " Geri kalmış Japonya " savın ın geçerli bir yargı olmadığını yete­
rince kanıtlamıştı r. Tarihi ve sosyal kültürel gerçek öyle beliriyor ki yüz­
yıl öncesinin J aponyası besbelli zengin ve endüstrileşmiş bir ü l ke değil­
di; ama, teknoloj i k bakımdan geri kalmış, yoksul bir Doğu ü l kesi de de­
ğildi.
Toluıgava döneminin sonu ile Meici döneminin başlarında, Japon­
ya'da 250 dolayında tarımsal işletme ( "tima r " ) yöresi varmış. İşletmele­
rin başında, Osmanlı'nın Timarlı Sipahilerine benzeyen Dainıyô'lar bu­
lunuyormuş. Daimyô ("Tinıar!t Sipahi ") , askerlerin koruduğu bir beyli k
hisarında ( k a lede) oturur, kendisine bağlı memurlar aracılığıyla yönetir-

254
§ 72 '"JAPON iv!UCİZESİ " N I N Tr\ RL\ISAL K O K F N I

miş bölgesini. Emrinde iki tip görevli varmış. Kasaba (ya da beyli k hi­
sar)'da çalışan merkez memurları ile tarım-üretim yörelerindeki görevli
Ôşôya ( mültezim) 'lar. Ôşôya'lar kendi yörelerindeki genel düzeni denet­
ler, vergileri toplar, emirleri duyurup uygular, uyuşmazlıkları çözümler
ve adaleti sağlarmış. ( YONEYAMA 1 967: 2 0 9 ) Mül tezimlerin ulakları,
yazmanları, koruyucu ve yardımcıları varmış ama özel savaşçıları yok­
muş. Askere gerek duyulursa, kasa badan hazır kuvvet çağrılır, gönderi­
lirmiş. Böylece mültezimler, beylik hisardaki askerin varlığına dayana­
rak ama çoğun l u k asker gücüne hiç başvurmadan yönetmişler köylerin i .
Başarılı yöneticiler yöresel örgütün gücüne d e saygılı davranırmış. H i ­
sarlıktaki Sipahi Beyi (Daimyô), tek tek aileleri değil, ü retim bölgesini,
köyü ve yerleşmeyi toptan vergilendirir; verginin aileler ve haneler ara­
sında bölüştürülmesi işini yerel yöneticilere bırakırmış. Köy yerleşmesi,
bir tüzel kişilik olarak, köyün vergisini toplayıp ödemede "mültezime"
yardımcı olmaya çalışırmış.
Köylüler yollarını, sulama kanallarını kendileri ya par, kendileri
onarırlarmış. O rtak alanlardaki s u - sulama haklarını savunurlar; kol­
luk ve yargı görevlerini de yine kendileri yerine getirirler; borç alıp öder­
ler; köylülerin töre dışı davranışlarını kendi sorumlulukları olarak gö­
rürlermiş.
Bu yönetim düzeni, "feodalite " kavramının akla getirebileceği bas­
kılı bir ( askeri ) yönetimden çok, örflere dayalı geleneksel bir yönetime
benzemektedir. Başlangıçtan bu yana, çeltik köyü (mura), güçlü bir tü­
zel kişiliğe, hatta özerkl iğe sahip olmuş. Belki de Japon köyü n ü n kendi
varlığını özgün ve bağımsız bir şima ( " ada " ) gibi algılamasında (TAKA­
TORİ Masao AJS, l, 1 9 77: 5-8 ) bu güçlü tüzel kişiliğin etkisi olabilir.
Köy yerleşmelerin i n toplu n iteliği, koruyucu tanrıların yöresel karakteri
ve yerel yalıtım "şima " duygusunu besleyen başlıca kaynaklar arasında
sayılabilir. Ayrıca köy tüzel kişiliğinin evrensel özerkliği ( muhtarlık) ve
onun aileler üstündeki yetki leri de söz konusu olabilir.
Gelişen sürekli pazarların etkisi altında zamanla bozuluncaya değin
köylerin toplumsal yapısı pek fazla değişmemiş. Tokııgava yönetimi, as­
ker gücünü kalede tutarak, köy "muhtarlığı " na karşı saygılı davranma­
ya, hatta onu yaşatmaya çalışmış. Bu yönetim, köylere ve tarıma dayalı
ülkeye 250 yıllık bir gelişme ve barış dönemi getirmiş; ancak merkezi yö­
netimi n yetkileri öylesine dağılıp yaygınlaştırılmış ki, sözgelişi, 1 600 çeşit
yöresel para basılmış. Ama gerek duyulduğunda yetki tek elde toplana­
mamış; ivedi kararlar, uzun süre de etkili olacak önlemler zamanında alı­
namamış. Srnith'in ( 1 975) son derece barışçı yorumuna karşılık Y ONE­
YAMA ( 1 96 7: 2 1 7), ağır vergilere, tekelleşen pamuk ticaretine, rüşvet
alan ve yozlaşmış yerel yöneticilere k arşı l 500'ü aşkın toplu ayaklanma
görüldüğünü açıklıyor. Bu tür hareketler dönemin sonlarına doğru (XIX.

255
YFDİ - EKONO\ıi 1'01.ITİKASI

yy başlarında) sıklaşıp çoğalmış ama Tokugava yönetimi varlığını yarım


yüzyıl daha sürdürmeyi bilmiştir. ( Bkz. ONDA'dan HONDA'ya § 1 1 2 )
Ancak, Tokugava yönetimi tarımsal ekonomiyi geliştirmedeki başa­
rısı ile kendi sonunu da hazırlamıştır. Üretim artışı toplumsal ayrımlaş­
maya, ulaşım ve iletişimin gelişmesine, endüstri sanatlarının yayılmasına
yol açmıştır. 1 8 60'lı yıllara gelindiğinde, savaşçı ( yönetici) sınıfın iç ve
dış politika sorunları karşısında kutuplaştığı, bölündüğü açıkça görülü­
yor. Ne ki çiftçi ailesi ya da çiftliği her zaman güçlü kalmış, varlığını sür­
dürüp korumuştur. Toprak el değiştirmiş, varlıklı ai lelerde toplanmış.
Bu a rada güçlenen çiftçi, küçük tarım işletmeciliğine geçmektense, top­
rağını yanaşmalara, ortakçılara, kardeş ve yeğenlere (Dôzoku: § 63 ) da­
ğıtmayı (yani aileyi gen işletmeyi) yeğ tutmuştur. ( FUKUTAKE 1 96 7 ) Ge­
lir-gider dağılımındaki, mal-mi.ilk sahipliğindeki katmanlaşmaya karşılık,
köy topluluğu, çiftçi ailelerden oluşan bir birlik olarak kalmış. Köy tüzel
kişiliğinin aileler üzerindeki geleneksel yetkisi de sürmüştür. ( S m ith
1 975: 209)
Köy yaşamındaki tüzel yetki sulu çeltik tarımına dayalı kalmış, sula­
ma hizmetlerinden kaynaklanmıştır. Ürünün bol olması için, ekim ve bü­
yüme mevsimi boyunca çeltik fidelerinin su altında tutulması gerekir. Bu
nedenle hemen her köy çevresinde, kanallar, setler, göletler, su tünelleri ve
sel kapanları yapılmış. Bu altyapı, düzenli temizlenip onarılmış, işler du­
rumda tutulmuştur. Sulama işleri kamusal bir çabayla sağlandığı için yetki
ve sorumluluk da köyün tüzel kişiliğinde toplanmıştır. (Wittfögel 1 95 9 )
Toprak vergisi biçimindeki ulusal tasarruf uygu laması, 1 8 70 yılla­
rında devlet gel i rlerinin yüzde 80'ini, geçen yüzyılın sonlarında yüzde
50'sini sağlamış. (NAKAYAMA 1 96 3 : 5 1 ) Yüksek verginin ekonomik
anlamı odur ki geleneksel tarım köyü çalışmış çabalamış, dişinden tır­
nağından arttırdığı ile endüstrileşmenin gerektirdiği ulusal yatırım ser­
mayesini yaratmıştır. Tarım işletmelerindeki yüksek verim ve gelir, çağı­
na göre oldukça ileri görünen geleneksel tarım teknoloj isiyle sağlan­
mıştır.

7 3 . " G E L E N E KS E L" TA R I M

Meici Yen ileşmesi ( 1 8 6 8 ) başlarındaki Japonya'nın " ilkel bir tarım top­
luluğu görünümünde" olduğu söylentisi güvenilir bir gözlem ya da yargı
değildir. Meici öncesi Japonya kuşkusuz geleneksel bir tarım ülkesiydi
-çünkü makineli endüstriye ya da yoğun üretime henüz geçmemişti­
ama ilkel ya da geri kalmış bir ülke değildi. Tersine, Japon tarım tekno­
lojisi oldukça ileri bir düzeyde bulunuyordu. Bu teknoloji , 1 600- 1 850
yılları arasında çeltik verimini ya da tarımsal emeğin üretkenliğini en az
iki kat artırmıştı. Özell i kle 1 700'lerden sonra, tarımsal gelişmede önem-

256
§ 73 ·'GELENEKSEi." TARIM

li bir yeri ve etkisi olan araştırma ve yayınlardan bazıları üzerinde kısa­


ca durulabilir.
Çağdaş Japon tarımının k urucu babası sayılan MİYAZAKİ An­
tei'nin tarım elkitabı (Nôgyô-Zenşo) 1 697'de basılmış. MİYAZAKİ, ken­
di kitabının bu alandaki ilk " bilimsel " deneme olduğunu söylüyor. Oysa
Smith ( 1 975 : 8 9 ) , ilk tarım elkitabı (Seiryôki)'nin XVI. yy'da basıldığını,
MİYAZAKİ'nin o baskıdan yararlanmış olabileceğini düşünüyor. Kırk
yıl rençberlikten sonra kırk yıl boyunca ülkeyi baştan başa gezip dolaşan
MİYAZAKİ, " 1 9 tür çeltik , 57 tür sebze, 1 1 tür çimen, 36 tür ağaç, 22
tür ot; ve bunlardan her birinin ekilmesi, tarlaların sürülmesi, sulanması
ve tarımsal ürünlere ait bilgilerden oluşan 1 0 ciltlik dev bir derleme" bı­
rakmış. Çağdaş ölçülerle on bölümlük büyük boy bir kitap.
Tohum seçiminden böcek ( haşere) denetim ine değin teknik tarımcılı­
ğın hemen her konusu üzerinde duran MİYAZAKİ, tarımsal gelişmeyi bil­
gi ve deneyimle sağlamaya çalışmış. Verimi artırmak, tarımı geliştirmek
için, "araştırıp öğrenmeyi; hatta gerekiyorsa başkalarının deneyimlerinden
yararlanmayı" salık vermiş. Genel k ural olarak, "tohum, fide, toprak,
gübre, sulama, ekim ve hasat kayıtlarının doğru tutulmasını ve bu b ilgile­
rin sürekli olarak yenilenip değerlendirilmesini" öğütlemiş. MİYAZA­
Kİ'nin yaklaşımı ve yöntemi, Batı dünyasındaki "Aydınlanma Çağı" filo­
zoflarının "Doğa Tarihi" akımını anımsatır. ( Bu konuda Bkz. Durant
1 973: 1 1 7-3 1 ) MİYAZAKİ'nin tarım üstüne yazdıkları, Bacon'un bilim ve
felsefe üstüne özlemleriyle çağdaştır. Şu ayırımla ki Bacan düşünmüş öner­
miş, Japon tarımcısı ise Miyazaki'nin öğütlerini tutmuş ve uygulamıştır.
MİYAZAKİ'nin anıtsal yapıtı, resimli tarım takvimleriyle köye ve
köylüye ulaştırılmış. Köyde görevli, yetenekli bir tarım teknisyeni oldu­
ğu anlaşılan TSUÇİYA Matasaburô'nun kendi yazıp res imlediği Kôka
Şımcıl ( 1 707, " Tarım-Köy Takvimi " ) 'dan seçilmiş resimler, yeterli bir
kanıt olabilir. ( Resim 53-3'e bakınız) Tarım görevlisi TSUÇİYA, ustası
MİYAZAKİ'nin genel öğütlerini kendi h izmet bölgesinin özell ik lerine
uyarlamaya ve uygulamaya çalışmıştır. ( Bkz. Al - Rahim, 1 977) Bu tak­
vimle, şubat ayında araç gereç bakımıyla başlayan geleneksel tarım yılı­
nın her günü yapılacak türlü işler, son derece ayrıntılı ve resimli o larak
anlatılmaktadır. TSUÇİYA'nın resimli takviminde, ırmak çevresindeki
çeltik alanlarının dörtgen ve üçgenlere bölünerek hesaplanmasından, ta­
rım araç ve gereçlerinin yapımına, bakımına ve kullanılmasına i l işkin
çok çeşitli teknik b i lgiler bulunmaktadır. Fakat belk i de en dikkate de­
ğer özellik, Japon çeltik köyünün çeşitli ürüne dayalı olmasıdır. Çeltiği
ekip biçmekle bitmiyor tarımcının yıllık görevi . Her gün yapılacak türlü
işler var. TSU ÇİYA'nın bu girişimi, OKURA Eicô'nun ( 1 826, 1 9 8 1 )
"Tarım Araçlarının Kullanılması ve Etkinliği " (Nôgu benri ron ) adında­
k i son derece ünlü bir eserine de öncülük etmiş olabilir. ( Resim 73 )

257
Y ED İ - FKONO!\!İ POLİTİKASI

RESİM 73: Pedallı s u dolabı: insan gücüyle çalışan bir tulumba! OKU RA Eicô'nun "Tarım Araçları"ndan
örnek (1826). Kaynak: Smith 1 975 : 9 6 (Aynı dolap Kore'de kullanılmıştır).

Tokugava dönemindeki toprak vergilerinin yüksekliği karşısında, ta­


rımsal ü retimi n artırılmasına yönelik teknik tarım kaynaklarının asıl
a macı devleti zengin etmekten çok tarımcıyı ağır vergi yükünden kurtar­
mak, çiftçiye destek olmak gibi görünüyor. MİYAZAKİ de kendi kitabın­
da en çok bu hedefi vurguluyor: " 1 O koku [ bizim kile gibi yaklaşık 1 O te­
nekel i k bir tahıl ölçeği] hasat alınması beklenen tarladan 1 1 koku çeltik
kaldırabilirsen, fazla hasat kendi ailenin k azancı olur. " (Smith 1 975: 92)
Tarım alanındaki sorunlara bu yeni bakış açısı toprağın ve emeğin veri­
mini artırmayı büyük ölçüde sağlamış. Kurutulmuş balık gübresi, pamuk
küspesi, lağım çukurlarından çıkartılmış organik maddeler kentlerden
köylere taşınmış, ticari gübre olarak değerlendirilmiş. Ticari gübre, hay­
van gübresiyle ot ve yaprak gübresinin belki tümüyle yerini alamamış
ama XIX. yy'dan sonra onlarla birlikte kullanılmış.
Kinai bölgesinde 1 782 yılında yayımlanmış bir köy raporuna (Me­
isaiçô ) göre, pamuk tarımındaki verim artışı da doğrudan doğruya güb­
relemeye dayanmış. Dönüm (tanğ) başına 200-25 0 gr ( 50-60 momme �· ı
başarılı denemelerde ise yarım k iloya kadar ticari gübre kullanılıyor­
muş. D oğal gü bre ile yılda tek bir ürün alınırken, ticari gübre ile bazı ve­
rimli yörelerde 2-3 ürün alınmış. Güz ve kış ekimi belki yaz çeltiği kadar

'' D ö n üm başına birkaç y ü z gramlık gübre gerçekten ç o k az görünüyor. Ölçü birimle­


rinde eğer bir yanlışlık yoksa, bu gübrenin doğal gübreye yardımcı olarak kullanıldığı
düşünülebilir.

258
� 73 "GEI.ENEKSFI."" TA R l !l l

bereketli olmamış ama buğday, sebze ve meyve ekimine yol açmış . Vergi
d ışı artık ürün paraya çevrilerek ertelenmiş vergi borçları ödenmiş, ar­
tan gelirle yeni araç gereçler satın a lınmış.
Çeltik tohumluğu ambarında büyük gelişme olmuş, XVII. yy'daki
1 1 7 çeşit tohum, XIX. yy'da 2363 çeşide çıkmış. Ancak, en d ikkate de­
ğer gelişme s ulama tekniğinde görülmüş. Binlerce bostan kuyusu açılmış,
sulama havuzları ve kanalları yapılmış, s u çıkartan pedallı dolaplar,
çarklar geliştirilmiş. ( Resim 73 ) Sözgelişi XVI. yy ile XVII. yy arası dö­
nemde lvlıısaşi İli'nde ( § 3 1 ) 400 kadar yeni köy kurulmuş, vergilendiri­
len çeltik hasadı 667 bin k oku'dan 1 milyon 1 67 bin koku'ya yükselmiş;
yüzde l OO'e yaklaşan bu verim artışında tarımsal sulamanın önemli bir
payı old uğu sanılıyor. XVIII . yy orta larında nüfusu iki milyona yaklaşan
Edo (Tokyo) kenti, böylesine yüksek bir tarımsal verimle beslenmiş.
Tokugava dönemi boyunca, özellikle de XVII. yy'dan sonra, pamuk
vb. para getiren pazar ürünlerine de geçildiği anlaşıl ıyor. Kavaçi İli'nin
Valwe İlçesi 'nde 1 8 77'de yapılmış bir tarım sayımına göre, sulanan çel­
tik tarlalarının yüzde 28 'ine, sulanmayan tarlaların yüzde 5 8 'ine pam u k
ekili olduğu saptanmış. (Smith 1 975: 9 7-9 8 )
Tarım teknolojisinde zamanla başka yeniliklerle gelişmeler olmuş.
XVII . yy başlarına değin çeltik fideleri serpiştirme dikilirmiş. Oysa XIX.
yy başında, çeltiğin düzenli, doğru sıra ve eşit aralıklarla ekilmesine baş­
lanmış. Yeni ekim düzeni, köklerde büyüyen ayrık ve sarmaşık tipi asa­
lak otların kolayca temizlenmesine elverişl i olduğ u için verimin hızla
yükselmesine yol açmış. Yine XIX. yy başlarında, sulanacak tarla ta­
banları yatak olarak düzeltilmeye başlanmış ve çeltik fidelerinin diz bo­
yu su içine ekilip s u içinde büyütülmesi ürünün soğuğa ve don çarpması­
na karşı korunmasını sağlamış. Böceklere karşı çeşitli yağl a r k ullanıl­
mış. Ağır tanelerin (tuzlu suda çökertilerek ) tohumluğa ayrılması tekni­
ği de yine bu dönemde geliştirilmiş. Bir dönümlük tarlaya geleneksel
olarak 2-3 Şô ( 3-5 it. ) tohum atıl ırken kimi yörelerde, tohumluk ölçeği
1 -2 lt'ye kadar düşürülmüş. Bu verim, buğday ekiminde bir'e 3 00 alma­
ya denktir. Aki İli'nde yerleşmiş bir tarım ailesi, 1 78 7- 1 8 8 8 arasındaki
yüzyıl boyunca ekip biçtiği çeltiğin ayrıntılı kayıtlarını tutmuş. Ailenin
elindeki beş tarladan üçünde, verim yüzde 50-70 dolayında artarken
dördüncü tarlada yüzde 200 oranında artış olmuş.
Ancak, buraya kadar çizilen olumlu gelişim tablosunun daha çok
H01ışü Adası'nın merkez ve güneybatı yörelerindeki içdeniz (Seto) çevre­
sinde geçerli olduğu da belirtilmeli. K uzey ve k uzeydoğu (Tôhoku) bölge­
lerinde, Tokugava dönemi boyunca düzensiz aralıklarla altı büyük kıtlık
( 1 640, 1 6 95-96, 1 755, 1 783, 1 83 3 ve 1 86 6 ) olduğu, yüz bin lerce kişinin
öldüğü, yüz bin lerin de başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı bilini­
yor. (YONEYAMA 1 967: 272)

259
YEDİ - EKONOl'vlİ 1'01.İTİ KASI

HARİTA 73: Tayva-Çô ilçesi doğal çevre (toprak) kullanma haritası.

(RENK VE SİMGELER İ N AÇIKLAMASI HARİTA'OAKİ SIRAYLA)

1. İlçe sınırı 1. Süt ve süt ürünleri


2. Kuzeydoğu karayolu 2 . Süt hayvancılığı
3. Karayolu kavşağı 3. Büyükbaş (et) hayvancılığı
4. Eski otoyolu 4. Tatil köyü
5. Anayollar 5. Dinlenme alanları
6. Yaya ve bisiklet yolları 6. Doğal park
7. Kuzeydoğu yeni demiryolu 7. Doğal orman
8. Ekspres demiryolu 8. Kavşak korusu
9 . Kitakami: Su kanalı 9 . Sağlık ve rehabilitasyon
10. Barajlar (Su ve elektrik) 10. Spor parkı
1 1 . Konut ve yerleşmeler 1 1 . Ordu eğitim alanı
12. Sanayi bölgeleri 12. Eğitim kurumları
13. Ticaret ve alışveriş merkezi 13. Bölge müzesi
14. Dağıtım yerleri 14. Kaplıca
15. Çeltik (pirinç) tarlaları 1 5. Kayak (kış sporları)
16. Ekin tarlaları
17. Çilek ve sebze bostanları
18. Meyve fidelikleri

XVIII ve XIX. yy'lardaki tarımsal gelişmeyi i nceleyen kimi araştır­


macılar, verimli çiftli klerden ya da varlıklı ai lelerden az vergi alındığı yar­
gısında birleşiyor. (Smith 1 97 1 : 1 00) Tokugava dönemiyle başlayan ve en
çok her sekiz yılda bir yenilenmesi gereken toprak, verim/vergi sayımları­
nın zamanla seyrekleşip tavsadığına dikkati çeken Smith ( 1 9 5 8 :3-1 9 ) , ta­
rım sayımları aras ı n d a k i süreler uzadıkça artan üretim fazlasının
vergilenmeden a ileye kar kaldığını vurguluyor. Sonuç olarak MİYAZA-

260
§ 74 TARIM RITOR:\IU VE KOOPERATİFLER

Kİ'nin çeltik çiftçisine gösterdiği kar yolu başarılı olmuş, hızla artan ve­
rim, vergi artışını gerilerde bırakmıştır. Başka bir deyişle, Tokugava'nın
ağır vergi politikası, üreticiyi daha çok ve çeşit üretmeye, verimi artırma­
ya zorlamıştır. Ancak hızla artan verimin aynı hızla vergilendirilememesi,
kimi köylülerin giderek güçlenmesine, mal mülk edinmesine, güçlü bir
orta sınıfın oluşmasına yol açmış; bu yeni güçlü sınıf Meici Devrimi'ni
hazırlamış, desteklemiş ve yapmıştır.

74. TA R I M R E F O R M U V E KOO P E RAT İ F L E R

Japon çeltiğinin verimli beşiği sayılan Nara (Yamata) Vadisi'nin Kaminoşô


Köyü'ndeki kültür değişmelerini i nceleyen YONEYAMA ( 1 967: 223-
2 8 ) 'ya göre, ürünlerin çeşitlendirilip rotasyona sokulmasına ve tarımsal su­
lamaya bağlı olarak, Meici dönemi başından 1 93 0'lara değin ortalama ve­
rim iki kat, 1 960'larda ise üç kat artmış bulunuyordu. Bu artışa çeltik üre­
timi önemli bir etken olmuş; çeltik üreten ü lkeler arasında Japonya üst sı­
ralara yükselmiştir. (Tablo 74-1 )

TABLO 74-1
Ç E LTİK V E R İ M İ N İ N KARŞ I LAŞTI R I LMAS I (1 960)
Ülkeler Kg/da
Japonya (Ova) 633
İspa nya 581
Mısır 543
İtalya 469
J aponya (Ortalama) 422
Çin 247
H i n distan 134
Fi lipinler 1 00
Kaynak: Japon FAO yıllığı 1959.

TABLO 74-2
Ç E LTİK, TAH I L VE ÖTEKİ TAR I M Ü R Ü N LERİ (1960)
Ekilen Üretilen
Ürünler Alan (%) Değer (%)
Çeltik 40 53
Tah ı llar 20 7
Ötekiler 40 40
To plam %100 %100
Kaynak: İŞIDA 1961 : 66.

261
Y E Di - FKON O \ I İ POl .ITI K :\ SI

Pirinç, buğday ve mısır gibi tahılların sağladığı enerj i değerleri k ilo­


da 3500 kalori dolayındadır. Pirincin asıl üstünlüğü, verim yüksekliğin­
den ileri geliyor. Bir dönüm çeltik tarlasında ortalama bir milyon k alori,
bir dönüm buğday tarlasında 600 bin, aynı büyüklükteki bir mısır tarla­
sında ise 560 hin kalori üretiliyor. Öyle ki on dönümlük bir buğday tar­
lası ancak 7-8 kişiyi beslerken, aynı büyüklükteki bir çeltik tarl ası 1 5- 1 6
kişiyi rahatça besleyecek kadar ürün vermektedir. ( İŞİDA 1 9 6 1 : 6 7 ) Ja­
ponya'da u laşılan yüksek verim düzeyinin Filipinler'den 6 , H i ndis­
tan'dan 4, Çin'den 2 kat yü ksek olduğu Ta blo 74- 1 'de görü lüyor. Çeltik
ürününün artan verimi ve yüksek besleme gücü onun ekonomik değerini
ve ekilen alanları da etkilemiştir. Çeltik tarımının neden dolayı öteki ta­
hıllardan en az 3 -4 kat daha karlı bir iş olduğu ise Tablo 74-2'de görül­
mektedir. Ancak bu yüksek verim ve kar oranı çoğu köylüleri çeltik üre­
timine çekince, öteki tahıllarla sebze ve meyveleri yetiştirmek yeniden
karlı duruma gelmiştir. O kadar ki Nara bölgesinde bir zamanlar yalnız
çeltik ve pamuk ekilen tarlalara bugün buğday, patates, turp, lwvım,
karpuz, hıyar, patlıcan, bibeı; domates, fasulye ve bezelye de ekilmekte­
dir. Çoğu kez, aynı tarlaya birkaç tür ürünün birl ikte ekildiği de olur:
Bir sıra karpuz bir sıra buğday gibi ! Tokugava dönemindeki ticari güb­
relerin yerini bugün amonyum sülfat, lwlsiyum süperfosfat ve potasyum
klorür gibi yapay (suni ve kimyasal ) gübreler almış; İkinci Savaş'tan
sonra, böcek ve öteki haşerelere karşı etkili bir savaşım ( mücadele ) s ür­
dürülmüştür.
Çağdaş tarım teknoloj isi, mevsimlik ürünlerin sırayla ekimine -ya
da rotasyona- dayanıyor. Japon adalarının merkez ve güneybatı yörele­
rinde, dört mevsime bağlı olarak dört çeşit rotasyon (Tablo 74-3 ) uygu­
laması yapılıyor.

74-3 TAB LO
TAR I M DA ROTASYON : M EVSİMLER, Y I L L I K EKİMLER VE Ü R Ü N LER
Yılda (4 Mevsimde) Ürün Çeşitleri
İki ürün Çeltik sonra b uğday, arpa, lahana, patates ve şalgam
gibi kış ürünleri;
Üç ürün Çeltik sonra bezelye vb. gi bi güz ürünle ri, sonra
yu kardaki kış ürünleri;
Dört ürün Çeltik sonra güz, sonra kış, sonra şalgam vb. ürünleri;
Dört ürün Önce bostan ve yaz sebzeleri sonra sırasıyla güz, kış ve
bahar ürün leri. B u tür rotasyonda çeltik, yıl aşırı ve yaz
ü rü n ü olarak ekilir.
Kaynak: YON EYAMA 1 967: 224.

262
§ 74 TA REv! R EFOR M U VE KOOPERATiFLER

Eğer tarımcı yaz mevsiminde çeltik yerine sebze ya da bostan ekme­


ye karar verirse, ortakçı bir toprak kullanma düzeni olan karake ( kuru
ekime) 'ye katılmak zorundadır. Başlangıçta, sulama yetmezliğine bir çö­
züm olarak geliştirilen karake, bugün yaygın bir yöntem, gelenek ol­
muştur. Çeltik çok bol olunca, kuru ekime, sözgelişi, pamuğa dönüyor­
lar. Çeltik tarlası iki yılda bir sulandığı (su altında bırakıldığı) için, pa­
muk ve öteki yaz ürünleri, sürekli çeltik ekmekten daha karlı gelmeye
başlamış. Bu yüzden, Kaminoşô yöresindeki tarlaların yüzde 5 - l ü'u ku­
ru tarıma alınmış ( 1 95 0 yıllarında ) .
Japonya'daki tarım reformunun asıl amacı tek ürün yerine çok
ürün almak ve bunu sağlayacak olan rotasyon düzenini bütün yörelere
yaymak olmuştur. Teknik tarımın ve rotasyonun henüz bu kadar geliş­
mediği k uzeydoğu (Tôhoku) bölgesinde, 1 96 0 ve 70'li y ıllarda başla­
mış yaygın bir reform çalışması sürüyor. Reformun başlıca dört işlevsel
hedefi var:
1 ) Çeltikten başka öteki mevsim ürünlerinin de ekilmesi,
2) Su kaynaklarının ve sulama-boşaltma kanallarının geliştirilmesi,
3 ) Tarla alanlarının bir örnek büyüklüğe dönüştürülmesi,
4) Rotasyona ek olarak et ve süt hayvancılığının başlatılması.

Kuru 74-1
TS U RU S U (ADLI) TAR I M KREDİ KOOPERATİFİ
Meici (1868) Yen ileşmesi'nden sonra köylere kadar uzanan tarı m, hayvancılık
ve sanayi birlikleri kurulmuş. İ kinci D ü nya Savaşı'nda n sonra bu birlikler ta­
rım kredi kooperatifleri o lara k yeniden örgütle n miştir.
Tayva-çô İ lçesi'ndeki üç kooperatiften birisi olan Tsurusu (Leylek Yuva­
sı) ' n ı n 47 5 hane (üyesi), üyelerin 650 h ektar (65 00 dön ü m) sulanabilir çeltik
toprağı, 3 0 hektar d a çeltik dışı tarım ala n ı var. Bir yılda 3 200 ton çeltik üre­
ten kooperatifin bir m i lyar yen (1 979 'da 200 m i lyon TL) geliri ve 10 m i lyon yen
karı ; ayrıca toplam 10 m i lyar yenlik bir sigo rta yükümlülü ğü varmış. Koopera­
tif, merkezi yö netime yüzde 2 3 , yerel yöneti m le re yüzde 10 o ra n ı n da kurum­
lar vergis i öd üyor. Kooperatif merkezi t ı p kı bir ba n ka gibi ö rgütlenmiş, açık
banko düzeni n d e çalışıyor. Üyelerin e yüzde yedi faizle kredi açıyor. Hayvancı­
lı kla u ğraşan 2 2 üye toplam 3 80 baş sığır besliyor, yılda 150 m i lyon yen (3 0
milyon TL, aile başına ortalama bir buçuk milyo n TL) gelir sağlıyorm uş. Ko­
operatifin tavukçuluk ve domuzculuk gi rişim leri başarılı olamam ış. Tarımsal
Araştı rma Enstitüsü'nün uygun görd ü ğü alanlarda kooperatif, istekli gençle­
re a raştırma b u rsları da veriyorm uş.

263
YEDİ - EKONO?IIİ POLİTİKASI

Tôhoku ( kuzeydoğu ) bölgesinde Miyagi İli'nin sınırları içinde ve


Senday kenti kuzeyindeki Tayva-çô İlçesi, u l usal ekonomik planlamada
( Hari ta 79-1 ) , besin üretim bölgesi olarak gösterilen alana düşmektedir.
Tayva-çô İlçesi ( Kutu 6 3 - 1 ), 1 978 yazında, çok boyutlu bir tarım refor­
mu uygulamasının içinde bulunuyor; ülkenin en ünlü ve değerli p irinç­
lerini yetiştirmekle övünen yöre h a l kı, çeltiğe dayalı tek ürünlü tarım­
dan, rotasyona ve çok ürüne geçmeye hazırlanıyordu. Yoşida yöresinde­
ki toplam 21 O hektar ekilebilir alandan sadece 4-5 hektarı (yüzde 2-3 )
nadasa bırakılıyor, gerisi her yıl ekiliyormuş. Teknik tarımın i l k öncüle­
ri çoktan girmiş yöreye: Her dönüm çeltik için 6 0 kilo yapay ( k i mya­
s a l ) , 1 200 k i lo doğal ( organik) gübre kullanılıyormuş. Havadan, uçak
ve helikopterle yapıl a n i laçlama da başlamış. Dönüm başına 5 00-600
kg arasında ürün a lı nıyor ama bu verim bile yeterli sayılmıyor. Çeltik
(yaz) dışındaki mevsimleri de değerlendirmek istiyorlar. (Bkz. Balaban,
]aponya 'da Toprak Reformu, 1 97 1 ) B u amaçla " Kırk sekiz (48 ) Çayı "
Vadisi'nde 5 0 hektarlık tarla kamulaştırılmış, 32 hane ev başka yerlere
taşınmış. Çay üstünde 400 milyon yen'e çıkacağı hesaplanan bir baraj
i nşaatı için şantiye kuruluyor. Yollar açılıyor, sondaj ve hazırlık işleri
yapılıyor. Baraj , yören i n sulama ve içme suyu gereksinmesi n i tümüyle
karşılayacak . Orman yangınlarına karşı yedek su deposu olarak da kul­
lanılacakmış. Vad i boyunca, sel suyunu toplayan kapanlar, yağmur su­
larını depolayan küçük göletler d ikkati çek iyor. Ancak en karmaşık iş­
lemler toprakta yapılıyor. Bölük pörçük, eğri büğrü tarlalar birleştirili­
yor, tabanlar düzleniyor, sulama ve boşaltma ( drenaj ) kanallarına bağ­
lanıyor. Bir mevsim içinde 500-600 dönümlük alanın yol, su, kanal,
toprak ve enerj i işleri tümüyle bitirilerek, üç dönümlük ( 1 00 m x 3 0 m
boyunda) yeni tarlalar eski sahiplerine veriliyor. Reform uygulaması,
verimin artırılması yönünde öylesine başarılı olmuş k i teknik ekipler ye­
n i dilek ve i stekleri sıraya koymak zorunda kalmışlar. Düzenleme bitti­
ğinde, vadi ve ovadaki tüm tarlaların gereği nce sulanması, istendiğinde
suyun boşaltılması vb. işler, pompa istasyonu üzerindeki tek bir yöne­
tim denetim k ulesinden sağlanabilecek. Üç dönümlük yeni tarlalarda,
çeltik dahil birkaç çeşit ürün rotasyonla yetiştirilecek. (Tarımsal verim­
l i l iği artıran örgütler için Bkz. Kolkay 1 97 3 : 248-66; reform uygulama­
sı için Bkz. Harita 73- 1 )
Bu boyutlara varan bir tarım yenileşmesi, merkezi yönetimle yerel
yönetimin çiftçiyle teknisyenlerin, teknisyenlerle kooperatiflerin, koope­
ratiflerle tarımsal araştırma geliştirme enstitülerinin, s ürekli işbirliğine
dayanıyor. Tayva-çô İlçesi'nde ziyaret edilen bir tarım k redi kooperatifi­
nin görev ve işlevleri K utu 74- 1 'de, Tomari ( balıkçı) Köyü kooperatifi
Kutu 74-2'de özetlenmiştir.

264
� 74 TARii\ı R EFORi\1U VE KOOPEıL\TİFI.ER

KUTU 74-2
TOMAR İ HAMA (KÖYÜ) BALI KÇI L I K KOOPERATİ Fİ
Kooperatif 1 9 5 3 'te kurulm uş. Ası l amacı ''Avabi" adı verilen tek kabu klu bir
m idye üreti m i n i d estekle m e kmiş. Avabi yavruları dokuz ay boyunca s u için­
deki ağlar üstün d e beslen i p büyütülüyor. Boyutları 8,5- 9 cm olunca toplanıp
satılıyor. Her üye kendi ürettiği ve kooperatife verdiği malın bedelini alıyor.
Fiyatlar aydan aya değişiyormuş. Kooperatif satış bed eli üzerinden yüzde ye­
di, il m erkez indeki birlik yüzde bir-buçuk pay alıyor. Pazarda satılan ma l be­
delinin geri kalan yüzde 9 1,5'u, iki hafta içinde ü reticinin özel hesa bın a yatırı­
lıyorm uş. Üyelerin ürettiği d e n iz kestanesi ve yosu n gibi mallar d a ko operati­
fe veriliyor, serbest satış yapılm ıyor. (Resim 2 3 -6)
Ev yapana, tekne alana ya da eski teknesini onaran üyelere kooperatif 6
m i lyon yen (so bin d olar)'e kadar kredi açıyor. İ ldeki Birlik Merkezi, üyelere
açılacak kredi s ı nı rları n ı yıllık olarak saptıyormuş. Kooperatif, kurumlar vergi­
sine ek olarak, gelir vergisi de ödüyor. Yıllık hesap ve bi lançolar bastırılıp
üyelere yazılı o larak d ağıtı lıyor.
Bir perşembe a kşamı, ertesi günü balıkçı obas ı n ı n bağlı bulund u ğu Oci­
ka bucak m erkezin d e yöresel yangı n söndürm e eğiti m i yapılacağı için d e n ize
çı kma yasağı konduğu haberi kooperatifin hoparlörü n de n köye d uyuruldu.
"Funadome" (halat bağlama) adı verilen bu tür sın ırlama kararları, eskiden
ge nçlik (akran) örgütleri tarafından a l ı nı rm ış. Köyün erkekleri karara uydu lar
(bu kon uda Bkz. § 6 4-1) , sabah erkenden otomobilleriyle Ocika'ya gittiler.

Kırsal yörelerdeki kooperatifler, üretim ve kredi işlerini birlikte yü­


ri.itüyor. Kimi k ooperatifler, üye aileler için tüketim mağazaları da aç­
mış. Tarım kredi kooperatifleri, Japon kalkınmasının yüzyılı boyunca
önemli görevler yüklenmişler. Elde edilen başarıda, üretici-tüketici zinci­
rinde yer alan aracılar sayısının azaltılması önemli bir adım olmuş. Ko­
operatifler, üretim ve satıştan sağladıkları geliri, üyelerine kredi olarak
dağıtmış, üyelerini sigorta etmiş, yeni yatırım ve girişimleri desteklemiş,
vergi ödeyerek ulusal kalkınmaya katkıda bulunmuş. Kooperatifler ay­
rıca, üyelerinin gelir-gider hesaplarını tutan bir halk (esnaf) bankası işle­
vini kazanmış, tarımsal gelirin vergilendirilmesini kolaylaştırmıştır. Köy
kooperatiflerini n i l merkezindeki yöresel birlikleri, köy örgütlerinin, iş­
letme ve bütçe hesaplarını denetleyen, sigorta yükümlülüklerini yeniden
sigorta eden kurumlar durumuna gelmiştir.
Tomari balıkçı yerleşmesinde balıkçılığı ve su ürünleri (Akıma kül­
tür) tarımını destekleyen, kredi ve s igorta işleri yapan bir kooperatif de
ziyaret edildi. ( Kutu 74-2)

265
Y Ul i - l·'. K01'0�1İ l'OUT!K,\Sı

KUTU 74-3
"K ES-YAK" TEKNOLOJ İS İ: S U BAYAMA KÖYÜ
Şikoku Adas ı 'nı n (Kagava İli, İ kegava İlçesi' n d e) güney kıyısına yakın bir d ağ
ya macında, 34 hanelik küçük bir dağ köyü (obası) var: Ad ı : Subayama. Tarım
alanları 3 0° m eyilli bir yamaçta bulunan köyde 5 -6 bin yıldan beri tarımcıların
" kes-yak" ad ı nı verdiği bir tekn i kle çapa tarım ı ya pı lıyormuş. B u yerleşmenin
kü ltü rünü ve özgün teknolojisin i a n latan be lgesel bir filmden seçilmiş izle­
nimler aşağıdadır (CVED 19 7 9)*:
"Köyde, akdarı, soya ve barbunya fasulyesi, mısır, tatlı patates (tara,
yam) karabuğday ve kağıt yapılan bir tür çalı ü retiliyor. Ekilecek yamaçtaki
ağaç ve çalılıklar bir yıl öncesinden kesiliyor, kökleri çıkarılıyor. Kesi lenler eğik
yamaçta bırakılıyo r. Yangı n ı n çevreye yayılmas ı n ı ön leyecek önlem ler alınd ık­
tan sonra, uygun rüzgar altında, yamaçlar etekten zirveye doğru ya kılıyor. To­
h u m lar, elle serpilere k tarladaki küller a rasına ekiliyor. Ve bu yolla zenginleşti­
rilmiş topraktan bol ü rün elde ediliyor. Bir iki yıllık ekimden sonra ta rla d i n len­
m eye bırakılıyor. Sonra ekim, komşu tepenin yamacına doğru kaydı rılıyo r. Ke­
silip yakılan yamaç 10-1 5 yıl içinde yeniden yetişip eski d urumuna geliyor. H e r
yıl yakım var ama toplam orman a l a n ı küçülmüyor, tarla a l a n ı da büyütülmü­
yor. En önemlisi doğa l çevrenin orman/yağm u r dengesi bozulmadan koru nu­
yor. Tarımcılar, başarılı, m u t l u v e geleneksel teknolojiyi sürdürmede kararlı.
Teknolojinin yaşlan m ış olmasına karşılık, köy varlıklı, köylü mutlu görünüyor.
* Kaynak: Center for Visual Ethnological Documentation (Şincuku, Tokyo), "Four Seosons in o
S/osh and Bum Farming Culture". (Belgesel film, 197 8 yapımı, ı s: 15d).

Bu kooperatifler, kuşkusuz en çağdaş örnekler! Ancak ülkenin kıyı


köşe yörelerinde, ilgi çeken başka uygulamalar da var. Bunlardan birisi,
dört büyük adadan en küçüğü olan Şikoku Adası'ndaki geleneksel " kes
yak" teknoloj isi ki günün gelişen koşullarına ayak uydurmaya çalış­
maktadır. (Kutu 74-3 )

75. T E K N O LOJ İ K YA RAT I C I L I K Ö R N E K L E R İ

Teknolojinin başarılı ö rnekleri çeltik ekim iyle sınırlı değildir. Balıkçılık,


sebzecilik, meyve ve bosta ncılık alanında da yaratıcı denemeler vardır:
a ) Balık Avlayan Kuşlar: Ünlü Kociki Destanı 'nda ( § 40), beyaz
renkli bir tür karabatak olan ( uçan, yüzen ve dalabilen) Kormorant adlı
kuşla yapılan avcılık tek niği anlatılır. Bu teknik, Gifu kenti dolayındaki
Nagara lrmağı'nda bugün de sürdürülmektedir. Balık avcısı olarak eğitil­
miş ama yakaladığı balıkları yutmaması için boynuna telden mandal ta­
kılmış olan karabataklar, bir saatlik her vardiyada 1 50 balık tutar, karşılı-

266
\; 75 TEKN O LO J İK YAllı\TI C:ll.IK ORN EKLFRI

ğında bir iki balık yemeğe hak kazanır. Kormormıt avcılığı, doğa ile işbir­
liği i lkesine tarihi bir örnektir. Deprem habercisi olarak kedi ( pisi) balığın­
dan yararlanma denemeleri, daha da çağdaş bir işbirliği örneği sayıla bilir.
b ) Böcek Kaçırtan Çiçekler: Tokyo Körfezi ağzındaki Sagami koyu­
nun Aburatsubo yöresi karpuzuyla ü nlüdür. Karpuz çiçeklerine dada­
nan zararlı böcekleri kaçırmak için, ekili bostanlar sarı renkli yıldız çi­
çeği tarlalarıyla çevrilmişti r. Çiçeklerin kokusundan hoşlanmayan bö­
cekler bostandan uzak tutulunca, yörede çok lezzetli karpuz yetiştiril­
miştir. Doğal bir sorunun doğal çözümü.
c) Ariyake Körfezi'nde Balık Avcılığı: Kiyıişı1 Adası'nın batısına
düşen Ariyake Körfezi'ndeki gelgit (med cezir), yöreye özgü bir avcılık
teknoloj isine yol açmış. Deniz çekildiği zaman, sığ körfezin üçte-biri göz
alabildiğine engin bir kumsala dönüşür. Su ile birlikte kaçamayan kaya
balıkları ve deniz dibi böcekleri, çukurlara ve birikintilere sığınıp ıslak
kumda barınmaya çalışır. Çekilen suyun hemen ardından körfeze giren
kıyı halkı, kumsalda çırpınan balıkları kolayca toplar. Kullanılan tek­
nikler arasında en verimli olanı, uzunca bir kamışa bağlı bir olta ile ya­
pılan Mutsugorô balığı avcılığıdır ( Şekil 75- 1 ) .
Avcı, kıpırdayan balığı görünce uzun oltasını eğerek ava doğru yönel­
tir. Çapaya benzeyen ağır oltasını nişanlayıp yandan ileriye savurur. 01-
ta,kamışın altında 8-10 metre çapında bir sarkaç yayı çizer, hedefini bulur.
Yakaladığı balığı balıkçıya getirir. Bu teknikle avcı, yakın çevresinde gör­
düğü balığı 1 -2 saniyede ve tek bir savurma hareketiyle avlayabilmektedir.
d ) Seracılık: Kuzeydoğunun sert kışına ve soğuğuna, güneybatının
şiddetli yağmur ve tropik tayfunlarına karşı yaygın bir seracılık uygula­
ması var. Tarım bölgelerinde özgün sera tipleri görülmekle birlikte, ya-

"
\.
"
\.

- - - - - - �,
/
/
/
., "
/

--�'

Ş E K İ L 75-1 : Ariyake Kö rfezi'nde oltayı ke ment gibi kullanarak yapılan


Mutsugorô (balık) avcıl ığı.

267
YEDi - EK01'0,\I İ i'OLİTJKASI

Ş E K İ L 7 5 - 2 : S u borusu ve p last ikten yapı lmış seralar:


G ü n ey ve gün eybatı yörelerinde yaygı n.

rım parmak çapındaki ( 1 2 mm) galvanizli su borularından ve saydam


plastik örtü lerden yeni bir sera yapım tekniği geliştirilmiş. Altı metre
boyundaki standart boruları yarım çember gibi kıvırıp iki başından ve
3 0-50 cm aralıkla yere gömüyor üstünü plastikle örtüyorlar. Ord u tipi
"Nissen " barakalarına benzeyen barakalar, enine ve boyuna istendiğin­
ce büyütülebiliyor.
e) Sıtma Savaşımına Katılan Balıklar: Tôkaidô (Ana) demiryolu bo­
yunca sıralanan çiftliklerin su altında bırakılmış tarlalarında, su yüzeyinde
kendi başına dönüp duran yandan çarklı sandıklar dikkati çeker. Dönen
çarklar, su altı ürünleri için gerekli oksijeni sağlıyor. Ayrıca Japonlar, sivri­
sinek yumurtalarıyla beslenen bir balık ti.iri.inden de yararlanıyorlarmış.
Böylece sulu çeltiğin sıtma yatağı olması sorununu kökünden çözmüşler.
f) Soğuk Demir İşçiliği: Tokyo'nun bir kuzey mahallesine inşaat de­
mirlerinin beşerli onarlı öbekler halinde m otorlu bir tezgahta toplu ola­
rak büküldüğü gözlemlenmiştir. İşçi, demirleri bir kalıba yerleştirip düğ­
meye basıyor. Emeğin verimini en az 1 0 kat hızlandıran bir teknik!
g ) Taşınır Su Tesisatı Tezgfıhı: Tomari ( balıkçı) Köyü 'nde ve Hiroşi­
ma kent üniversitesinde, elektrikle çalışan ve küçük bir pikapla taşın an
(su) tesisatı tezgah ı görülmüştür. Boruları kesiyor, diş (yiv) açıyor, a lıştı­
rıyor, dirsek ve te takılarını birbirine takıyor. Küçük bir yapının su tesi­
satı işçiliğini en çok 1 -2 saate yapıp bitiriyor.
h ) Yürüyen Boru Döşeme Şantiyesi: Tokyo'nun Nişigahara Mahal­
lesi'n de, dar bir asfalt yolda yürüyen boru döşeme şantiyesi . Önden gi­
den dar kepçeli özel traktör, dar derin bir kanal açıyor, çıkard ığı toprağı
bir kamyonete yükleyip geriye gönderiyor. Ortadaki kamyonetten kana­
la indirilen borular birbirine hemen kaynak edilerek kanal tabanına yer-

268
§ 76 Y ER LEŞ1'1 F l . E R \IF M EKANIN KULLANIL:\lı\SI

leştiriliyor. Kamyonla taşınan toprak, döşenmiş boruların üstüne dökü­


lerek sıkıştırılıyor. En arkadan gelen yol kaplama makinesi, doldurulan
toprağı sıkıştırıp üstünü asfaltlıyor. Şantiye, 4 araç ve 1 0- 1 2 işçi ile iki
şeritli yolda günde 50-60 metre ( 8 - 1 0 boru boyu) ilerliyor. Sabah açılan
kanal aynı akşam örtülüp asfaltlanıyor. Şantiye yürüyor. Yol, trafiğe ka­
panmıyor. En önemlisi, kanal örtü lerinde çökme, sonradan oturma ola­
y ı görülmüyor.
i) Spor/aşan Teknolojik Araştırma: Bisiklet sporunun genç amatörle­
ri, hava sürtünmesini büyük ölçüde azaltan (aerodinamik) plastik kılıflar
geliştirmeyi bir spor dalı haline getirmişler. Sürtünme azaldıkça bisiklet
hızlanı yor. En hızlı olanı yarışı kazanıyor. TV'de izlenen bir programda
kazanan yarışmacı, sürtünme katsayısını 90'dan 1 5'e (6 kat) indirmişti.

76. Y E R L E Ş M E L E R VE M E KA N I N K U L LAN I L M A S I

Yukarıdaki teknolojiler, i leri bir endüstrinin ve bilimsel araştırma h iz­


metinin dünyanın pek çok yerin de gerçekleştirdiği örnekler olarak da
değerlendirilebilir. Ancak, yerleşmelerin kendisi ya da mekanın k u l lanıl­
ması, teknoloji k gelişmeyi yansıtan bir gösterge olarak i ncelenebilir.
Coğrafyacı İŞİDA ( 1 9 6 1 : 5 1 -5 ) 'ya göre, kırsal kesimde belli başlı dört
tip yerleşme ( mekan kullanımı) va r:
1 ) Côri yerleşmesi,
2 ) Gôşi yerleşmesi,
3) Şinden yerleşmesi,
4 ) Tonden yerleşmesi,
Côri yerleşmesi, Yamato Hanedanı'nın VII. yy'da ada yönetimine
egemen olmasından sonra yaptığı Tayka reformuyla getirilen en eski
toprak kullanma biçimidir. Hokkaidô Adası dışında ve ovalık ( düzlük)
yörelerde görü len en yaygın mekan kullanma tekniğidir. Ova toprağı,
kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde uzanan doğru çizgilerle "Ri" adı
verilen büyü k karelere bölünür. Her Ri, kendi içinde 36 ( 6 x l ) ya da çô­
bu birimine ayrılır. Her çô, bir hektar ya da 1 O dönümden biraz büyük
bir alandır. Ortalama olarak her köy yerleşmesine bir Ri (ya da 1 5 km2)
büyüklüğünde bir alan verilirmiş. Her côri yerleşmesinde, en az 30 (son­
raları 50) hane a ile toplu halde yaşarmış. Côri yerleşmelerindeki mekan
kullanımı, biçim olarak geleneksel Amerikan (New England ) kasabala­
rındakine benzer. Bu tip köylerde, her aileye 7-1 O dönüm (tanğ) tarla
düşer. Çağdaş ova köylerinde ise bugün aile başına 1 0- 1 5 dönüm toprak
düşmektedir. 1 95 5 'te başlayan ve bugün sürdürülen toprak reformu uy­
gulamasında, bu sınırların altında ve üstünde kalan topraklar yeniden
bu düzeye getirilmektedi r. Reform, sonunda, her aileye, üçer dönümlük
3-5 parça, toplam olarak 9- 1 5 dönüm tarla düşecektir.

269
YEili - EKONO\!İ 1'0 1 .İTIKASI

Gôşi, Ortaçağ ve feodal ite dönemlerinin Şôen ( timar ve malika­


ne) 'lerinden türemiş bir yerleşme biçimid ir. Soylular, saraylılar, Şintô ve
Budizm dininin ileri gelenleri, tarıma açılan (açılacak) yörelerde evler ve
k öşkler yaptırmışlar. Bu köşklerin çevresinde öbekleşen toplul uktan Gô­
şi yerleşmesi doğmuş. Şôen'de yaşayanlar, toprak sahibi görevliler ( sipa­
hiler)'miş. Köylü askerler onların çevresinde, duvar ve su engelleri tüm
yerleşmenin dışında yer alırmış. Honşü Adaları'nın k uzey kıyı ları ile K i­
yüşu ve Şikolw adalarının güneyinde de Gôşi yerleşmeleri görülüyor.
Sosyal ve ekonomik bakımdan az gel işmişliğin simgesi sayılan bu tür
yerleşmelerden bazıları, sonradan "Monzen " adı verilen tapın ak kasa­
balarına dönüşmüştür.
Şinden Yerleşmesi: Tokugava döneminde, özellikle de 1 750 yıllarından
sonra, merkezi yönetimin ve yerel yöneticilerin toprak gelirlerini artırmak
amacıyla, "Şinden " adı verilen yeni tarım yerleşmeleri kurulmuştur. Göller,
bataklıklar, sığ koy ve körfezler doldurularak, düz yaylalardaki ve sulak
vadilerdeki orman ve ağaçlar temizlenerek, çeltik ekimine elverişli duruma
getirilmiştir. İnce uzun şeritler biçiminde parsellenmiş tarlalar, vadilerin
eğik tabanını düzeltmeye çalışan teraslar, ekim alanlarının sınırlarına dik
doğrultuda ve tek sıra dizilmiş konutlar Şinden yerleşmelerinin en belirgin
özelliğidir. Başlangıçta, her tarım ailesine eşit büyüklükte ev ve tarla topra­
ğı verilmişse de zamanla, toprak belli ellerde ve ailelerde toplanmıştır. Dô­
zoku adı verilen genişretilmiş (dal budak sarmış) a ile ya da toplum tipi böy­
le oluşmuş. ( § 63) Şinden özelliklerini taşıyan yerleşmeler bugün her yöreye
yayılmıştır. Kiyüşıl Adası'nın Ariyake Körfezi çevresinde, Tokyo kentinin
k uzeyindeki Saitama İli'nde ilk k uruluş özelliklerini hala sürdüren Şinden
yerleşmeleri bulunduğu görülmüştür. ( Bkz. Resim 76)

TAB LO 76
TAR I M TOPRAKLARI N I N BÜYÜ KLÜGÜ VE DAG I LI Ş I : 1 9 5 5 YILI N DA
5 Dönümden 5-10 1 0-20 20 Dönümden Toplam
Az Dönüm Dönüm Çok Hektar
Adalar (%) (%) (%) (%) (x1 0 Dönüm)
Japonya (ortalama) 34,2 3 1 ,3 2 5,8 8,7 6.043.000
Ho kkaidô 1 7,8 7,4 9,9 64,7 2 3 7.000
HonşO, KiyOşO
ve Şi koku 34,9 3 1 ,6 26,4 4,0 5.806.000
Kaynak: İŞİDA Riyucirô 1 961 : 64.

Tonden (uç boyu ya da sınır) Yerleşmeleri: Kuzeydeki Hokkaidô


Adası'nda, 1 8 75- 1 903 yılları arasında, öncü askerler tarafından 3 9 adet
"tonden " (savunma " serhat" yerleşmes i ) kurulmuş, tarımcılar arkadan

270
§ 76 YER LEŞ!vl l'LER VE MEKANIN K U LLANILMASI

RESİM 76: Şinden yerleşmesi: Orman dağ - tepe ile çeltik ekilmiş vadi ve düzlüklerin arakesitinde
uzanan konutlar (Tayva-çô, Tôhoku).

gelerek buralara yerleşmiştir. Yoğun ormanların tarıma ve hayvancılığa


açılması, orman a l anlarının tarlaya ve meraya dönüştürülmesi işi, bu
yerleşmelerde oturan öncü askerlerin koruyucu desteği altında gerçek­
leşmiştir. Izgara biçiminde karelere bölünen toprak larda hem Côri'ye
hem de Amerikan kasabalarına benzeyen bir toprak kullanımı ve tarım
yerleşmeleri gelişmiştir.
Mekana yansıyan toprak kulla nma biçimlerindeki görünür çeşitlili­
ğe ve ayrılıklara karşılık, Japon tarımında oldukça sağlıklı bir toprak ve
gelir dağılımı vardır. Japon Adaları 'nda toplam altı milyon tarım ailesi
ve altı milyon hektar ( 6 0 milyon dönüm ) ekilir tarım alanı vardır. Aile
başına ortalama 1 O dönüm tarım toprağı var. Reform öncesi -ya da re­
form yılındaki- durum Ta blo 76'da gösterilmiştir.
Ta blo 76'da, aile başına ortalama 1 0 dönüm tarım toprağı düştüğü,
ortalamadan daha az ve daha çok toprak sahibi olan aileler dağılımının
(yüzde 34,2 ve yüzde 34,5 ile) birbirine çok yakın olduğu görülüyor.
Hokkaidô'daki toprak büyüklüğü ve dağılımı öteki üç adadan değişiktir;
ailelerin üçte-ikisi 20 dönümden fazla toprağa sahiptir. Ancak tarıma
açılmış toprakların sınırlı oluşu nedeniyle ulusal ortalama pek değişmi­
yor. Honşıl, Kiyılşu ve Şikoku adalarındaki toprak dağılışı (Tablo 76-
1 'deki üçüncü sıra ) Japonya'daki toprak mülkiyetini daha doğru olarak
yansıtmaktadır. Top rak reformunun ana hedeflerinden birisi, minimum
toprak mülkiyetin i ortalama 10 dönümlük toprak büyüklüğü düzeyine

271
YEDi - EKONOi\11 l'OLİTIKr\SI

1 00

....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . ..............:---·····
JAPON YA
70 - ���--+-���+--+--�����-
H akka ido

.
.
.
.
.
.
.
50 - ���-+-�-+-�+--���----..,,�
'
'
,
.
'
.
'

40 - ���-+--+-��ı--�����--<�,,..._�
'

..

20 - ��-+---+---0
# # ,, '*
,.,0-�1--�����__,ı--���

5 'ten 1 0'd a n 20'de n Toprak


az az az (dön ü m)

Ş E K İ L 76: Japonya'da toprak dağı l ı m ı : 1 9 5 5 .


Ü l ke o rtalaması i le H o kkaidô'd a ki dağı l ı m ı n karşılaştırılması
(Türkiyemizin toprak d ağı l ı m ı , H okkaidô Adası'na benziyor) .

çıkarmak olmuştur. Tablo 76'daki dağılım, Şekil 76'da grafik olarak


özetlenmiştir. Yorumu şöyledir: Hokkaidô'da dengesiz bir dağılım; öteki
adalarda reformdan önce bile ideale çok yakın bir dağılım vardı.
Toprak büyüklüğü kadar önemli olan başka bir ekonomi k gösterge
de tarımsal gelirin dağılımıdır. Altı milyon tarım ailesinden üçte-biri yal­
nız tarım geliriyle, üçte-biri tarım dışı ek gelirlerle yaşıyor; geri kalan üç­
te-biri ise tarım gelirini ek gelir ( asıl gel i rinden az) sayıyormuş ( İŞİDA
1 96 1 : 5 5 ) . Toprak ve geli r dağılımı, toprak ve gelir ( vergi) reformlarıyla

272
§ 77 TOl'LUTAŞL\I VE ULAŞL\I

sürekl i olarak d üzeltilmiştir. Daha önce üzerinde durulduğu gibi, beş ki­
şilik bir tarım a ilesindeki anne ve baba, h izmetler kesiminden bir ek ge­
lir de sağlıyorsa, J aponya'daki en yüksek gönenç ( refah) düzeyine u laş­
m ış sayılıyor. K uzeydoğu (Tôhoku) bölges indeki toprak ve tarım refor­
munun amacı, gelir düzeyi açısından az gelişmiş olan yöreyi, ulusal or­
talamaya yaklaştırmak gibi görünüyor. ( § 74)

77. TO P L U TAŞ I M V E U LAŞ I M

Yirmi beş yıl kadar önce, ekspres trenlerin i n i stasyonlardaki duruş süre­
si üç dakikaya indirilince, makinistlerin ağzından şarkı bestelenmiş
"Sevgil i leri öpmeye bile vakit kalmadı" diye. Sapporo-Kuşiro m otorlu
trenindeki hoparlör, " gelecek istasyonda 30 saniye durulacağın ı " bildi­
rince, yolcular o eski makinist şarkısını anımsadılar. Biraz da özlemle!
Şimdi değil öpüşmeye doğru d ürüst el sallamaya vakit yok. Japon de­
miryolculuğu, ü lkedeki hızlı, güvenli ve ucuz toplutaşımacılığın en çar­
pıcı simgesi olmuş.
Kalkış dakikası dolunca kapılar kendi l iğinden kapanıyor. Tren 30
saniye bekliyor: geç kalanı ve yanlış bineni . Sonra hareket ediyor. Yarım
dakikalık bekleyiş tüm trenlerin sanki merkezi bir saatin yelkovan ve sa­
n iye k o llarına bağlı olarak çalıştığını gösteriyor. Tren ler tam zamanında
kalkıp tam zamanında varıyor ama çoğun u n hızı yeterli değil . B u yüz­
den başkent Tokyo'dan başlayıp Kiyıfşıl'nun başkenti Fukuoka ( Haka­
ta )'ya kadar uzanan bir yeni demiryolu (Şinkansen) köprüsü yapmışlar.
1 9 78 yazında bu köprü Senda)' kenti üzerin den kuzeyde Morioka'ya
ulaşmıştı. Aomori'ye doğru i lerliyordu. Yakın gelecekte açılacak olan
derin sualtı tüneliyle Hokkaidô Adası'nın Sapporo kentine bağlanacak­
tı. (Kitabın 5. baskısında, yeni yol işli yord u . )
Şiııkansen demiryolu, bir demiryolu hattından çok, ülkeyi bir uçtan
öbürüne bağlayan binbir ayaklı bir betonarme köprüdür. Hiç k uşkusuz,
dünyanın 3 bin km'lik ilk ve en uzun köprüsü ! Saatte 250 k m hız yapan
ünlü ışık (hikari) trenleri, bu köprünün üstünde çalışıyor. Böylesine hızlı
araçlar büyük kazalara yol aça bileceği için, tren rayını yerden 5 - 1 0 met­
re yüksekte yapılmış özel bir köprü üstüne d öşemişler, köprünün a ltını
(direkler arasın ı ) d i key geçişe ve kullanışa açık tutmuşlar. Köprü tarlala­
rın, köylerin, kentlerin, fabrika ve limanların ü stünden geçiyor ama dar
mekan ı i kiye bölmüyor, günlük trafiği engellemiyor; beklemiyor, beklet­
miyor. Köprü, yer yer yükseliyor 3-5 karlı bir gar b inası oluyor. Anayolu
çatıdan geçen bir gar ! Normal tren leri ikinci, banl iyö trenlerin birinci,
otogarı zemin katta bulunan bir ulaşım kovanı. Gelen giden, a ktarma
bekl eyen binlerce yolcunun gereksinmeleri için yer altında çarşılar, pa­
zarlar da düşünülmüş. Her şey çalışıyor: sessiz ve hızlı.

273
Y EDİ - EKONOMİ POLİTİKASI

RESİM 77: Meici Anıtkabri'ne giden Ômote-Sandô Bulvarı pazar günleri trafiğe kapatılıp yayalara
açılıyor; bir gençlik parkına ve festivaline dönüşüyor.

Şinkansen köprüsü, gerektiğinde genişleyip çok katlı, çok peronlu bir


demiryolu kavşağı olabiliyor. Deniz altı tünelleriyle çoğu adaları birbirine
bağlıyor. Honşıl Adası'ndan Hokkaidô Adası'na açılan 25 km'lik deniz al­
tı "Tsugaru" tüneli tamamlandığında, Tokyo-Sapporo yolculuğu 24 saat­
ten 6 saate i necek. Özetle Şinkansen, " binbir direk" üstüne kurulmuş bin­
bir kilometrelik, binbir marifetli bir demiryolu fuarıdır. Japon ekonomisiy­
le teknolojisinin, toplutaşım alanında yarına yönelik yaratıcı bir uygulama­
sıdır. Ne ki yolcu trafiğinin büyük yükünü taşıyan Şinkansen, toplutaşıma
teknolojisinin son sözü değildir. 2000 yılına doğru, Şinkansen'lerin h ızı da
yetersiz kalmaya başlayınca, uzay çağının yeni kuşak trenleri hizmete gire­
cek . Saatte 500 km hız yapacak bu trenlerin, elektromanyetik bir alan üs­
tünde " uçacağı" , raydan çıkamayacağı bugünkü yolculuk sürelerini hemen
yarı yarıya azaltacağı açıklanıyor. O zaman, Hol�kaidô'dan Kiyılşıl'ya uza­
nan 3000 km'lik ulusal yolculuğu 5-6 saatte yapmak gerçek olacakmış.
Teknolojinin baş döndürücü gelişme h ızı, alıp vermek, sorup öğren­
mek gibi belk i geleneksel ama zorunlu insan i lişkilerinin de yen i teknoloji­
lerle hızlandırılmasını gerektirmiş. Yoksa, insanoğlu kendi kurup işlettiği
teknoloj inin gerisinde kalabilirdi. Treni kaçırabilirdi. Şinkansen'in asıl ba­
şarısı, binbir ayaklı köprünün uzunluğu ya da kurşun treni n hızı değil, iş­
letmenin etkinliği ve i nsana verdiği güven d uygusudur. ( Bkz. Resim 77)
Kentteki herhangi bir turizm bürosundan ya da istasyondaki bilet
gişesinden bilet almak isteyen yolcuya bir istek formu veriyorlar. Yolcu

274
'i 78 GFLIR-GIDER. VFRGİ VE BÜTÇE DE:\GFLEıU

formun üstüne, adını soyadını, nereden nereye, hangi gü n ve saatlerde,


ne kadar hızlı bir ekspresle gitmek istediğin i yazıyor. Gişe görevlisine
veriyor. Gişe görevlisi, bir teleks makinesinin başına geçip yolcunun is­
teğini bilgiişlem (kompüter) merkezine iletiyor. Birkaç saniye içinde te­
leks makinesi tıklıyor ve yolcunun biletin i kesiyor: Adı soyadı, gün-sa­
at-dakika, istasyon-peron, sefer-vagon, yer numarası ve de ücreti! Bilet
kaybolabilir ama yolcunun bileti maki nenin belleğinde saklıdır. Japon
Demiryolları Kuru mu, saat gi bi çalışan bu ulaşım ağının güvenirliğini
sağlamak içi n, bir trenin yolcusunu ötekine yetiştiren otobüsler ve feri­
botlar da işletmektedir, tren istasyonları ve adalar arasında.
Şime11aua (halat), Güneş Tanrıçası Amaterasu'nun yarattığı adalarla
adalıları birbirine bağlayan mitoloj ik bir inanç simgesiydi. Şinkansen köp­
ri.i sü, çağdaş Japon birliğinin teknolojik bir Şimenaua simgesi olmuştur.

78. G E L İ R- G İ D E R , V E R G İ V E BÜTÇE D EN G E LE R i

Japonya' nın 1 976 yılındaki genel bütçesi, GSMH'nın yüzde 1 5'i olarak
hesaplanan 24 trilyon yen'e (yaklaşık 1 00 m i lyar ABD dolarına ya da
500 trilyon TL'ye) ulaşmış. Bütçe gelirlerin i n yüzde 26'sı geli r vergisin­
den, yüzde 1 9 'u kurumlar vergisinden sağlanıyormuş. Bu iki verginin
toplamı yaklaşık 1 50 trilyon 450 milyar TL tutuyor. ( FF], 1 977: 23 )
Ulusal Vergi Kuru mu, ülkedeki vergi randımanı ile vergi kaçakçıl ığı
üstüne yapılan araştırma ve soruşturmaların sonuçlarını belli zaman ara­
lıklarıyla kamuoyuna açıklamaktadır. ( T]T, 4 Temmuz 1 97 8 ) Adı geçen
kurumun 1 978 yarıyıl raporuna göre, 1 977 yılında toplam 2 1 0 milyar
TL'lık vergi gizlenmiş, 1 50 milyar TL'lik vergi kaçırılmış. Bu miktar, top­
lanan uergilerin binde birinden azdır. Vergi denetçileri, 1 977 yılına ait
238 dosyayı incelemişler 1 63 'ünü savcılığa vermişler. İncelenen olayların
yüzde 60'ında bildirim ( usul) kusuru, yüzde 3 1 'inde gelir gizleme ( vergi
kaçırma) suçu bulmuşlar. Açıklanan yüzdeler ve oranlar, gelir-gider, vergi
ve bütçe işlerinin ne denli ciddi yürütüldüğünü ve sıkı denetlendiğini bel­
geliyor. Küçük bir kasabadaki Budist tapınağın yıllık işletme bilançosu ve
vergi bildirimi bu yargıyı destekler n iteliktedir. ( Kutu 7 8 )

Kuru 78
Z E N-B U Dİ ST TAPINAG l ' N I N Y I L L I K G E LİR-G İ D E R BÜTÇESİ: 1 977-78
Daha önce (Kutu 4 8-2'de) tanıtılan küçük kasaba tapınağı n ı n 74 dön ü m topra­
ğı var. Tapınak, bu toprağın 14 dönümünü ken d i kullanıyor; 60 d ö n ü m ü n ü ger­
çek ya da tüzel 112 kişiye ki ralıyor. Bu işten yılda 2-3 milyon TL tutarın da gelir
sağlıyo r. Gelirinin yaklaşık yarısını vergi olarak h ükümete veriyor. (Tablo 78-1)

275
Y FD İ - EKON0.\'1İ l'O LITİKASI

TA B LO 78- 1

B U D İST TAPI NAG I N Y I LLI K B ÜTÇESİ: G E LİR-G İ D E R


Gelir Kaynaklan Gelir (%) Gider (%) Gider Kalemleri
Obon Bayram ı 25 25 Kar dağıtı m ı
Yı lbaşı töre n i 15 13 Rah ibin in maaşı
Bağış - faiz 12 20 Bakı m, onarı m
Toprak satışı 13 11 Eğitim - kitaplı k
Toprak kirası 10 6 Toprak vergisi*
Çeşitli 25 25 Çeşitli
Toplam %100 % 1 00
Kaynak: Belediyeye sunulan yıllık işletme bilançosundan.
* Rahibin araştırmacıya verdiği özel bilgiye göre belediyeye ödenen toprak vergisinin bölüşüm ü
şöyle oluyormuş:
TOPRAK VERGİSİN İ N DAG I L I Ş I
Kurumlar / Yönetimler Yüzde

Yerel yönetim (belediye) 95


Ulusal (merkezi) yönetim 4
il (özel) yönetimi
Toplam %100

Petrol bunalımına, türlü ekonomik dar boğazlara karşın "Japon


Ortak l ığı " iyi çalışıyor, kazanıyor ve gerekli yatırımlardan sonraki ka­
rını yeniden ve hakça dağıtıyordu. Kamu ve özel kesimlerdeki maaş ve
ücretler (Sarariman gelirleri) Batı ü lkelerine göre yüksek olmadığı gibi
aslında düşüktür de. Ancak yılda iki kez ( haziran ve aralıkta ) ikramiye
olarak yeni bir dağıtım yapılıyor. Günlük Mainiçi gazetesi nde açıklan­
dığına göre, 1 978 yılı ilk ikramiyesi olara k toplam 4 milyon 400 bin
kamu görevlisine 1 ,4 trilyon yen (yaklaşık 480 mi lyon TL) ödenmiş.
Üst düzeydeki seçilmiş yöneticilerin 6 aylık ikram iyeleri Ta blo 78-2'de
gösterilmiştir.
Aynı gazetenin açıklamasına göre, kamu kesiminde çalışan işçilere
35 trilyon TL'lik ikramiye dağıtılacakmış.

TA B LO
78-2
YAR IYI L İ K RAM İYELERİ: Ö R N E K
Başbakan 40 m ilyon TL*
Meclis Başka nı 35 milyon TL
Bakanlar 30 m i lyon TL
Tokyo Ü niversitesi Rektörü 20 m i lyon TL
* 1 992 cari fiyatlarla, yuvarlak.

2 76
'i 79 PLA�l.AM.-\, RFFAH VE GELECEK KAYGISI

"Japon Ortaklığı" oldukça etkili bir " yeniden dağıtım" ( Güvenç


1 9 9 1 : 208-1 1 ) yapabiliyor. Çünkü iyi ropluyoı; her şeyi değerlendiriyor.
En k üçük a l ışverişlerin kasaya kayıt edildiği, müşteri i stesi n isteme­
sin yapılan her türlü ödemeye karşılık fiş verildiği dikkati çekiyor. Lo­
kantadan otele, berberden taksiye kadar çoğu hizmet kurumlarından
makbuz alınabiliyor. Japonlar kazandıkları ve harcadıkları tüm yenlerin
hesa bını tutar görünüyorlar. Bütün ülkede görülür bir zenginlik ve refah
var. Yoksulluk -varsa bile- ortada görülmüyor. Herkes gelirine göre ya­
şıyor, biraz arttırmaya, tasarrufunu kend i geleceği ve ü lkesinin gelişmesi
için güvenilir bir yerlere yatırmaya çalışıyor. ( Bkz. Tablo 70-2)
Japon [Merkez] Bankası'nın açıklamasına göre, kişisel tasarruflar
(mevduat), 1 974 yılının ilk altı ayında yüzde 40, 1 975'in ilk yarısında ise
yüzde 29 oranında artmış. (FF], 1 9 77: 56). Kır-kent ayırımı artık ortadan
kalktığı gibi, gelir dengesinin kırda yaşayan tarımcılardan yana bozuldu­
ğu bile söyleniyor. Bölgeler arasındaki gel işmişlik düzeyleri 1 978'de birbi­
rine yaklaşıyordu. Tôhoku'da, Hokkaidô'da, Şikoku'da, Seto Denizi çev­
resinde birbiriyle yarışan büyük ölçekli kalkın ma projeleri uygulanıyordu .

79. P LA N LAMA, R E FA H V E G E L E C E K KAYG I S I

Özetle Japon toplumu endüstrileşmiş, çağdaş bir kent topl umu olmuş,
Batı ülkelerine yetişmiş. Bu başarısını, gerçekçi bir planlamaya, kendi
hazırlayıp geliştirdiği disiplinli uygulamaya borçlu. Yayımlanmış toprak
kullanma harita ları ( Harita 79- 1 ve Harita 79-2 ), u lusal ve bölgesel
planlama uğraşlarının nasıl bir hızla geliştiğini ve bölge düzeyinde bü­
tünleştirildiğini yansıtıyor. Öte yandan Harita 73-2, Tayva-çô İ lçesi'nde­
k i ( Bkz. § 6 3 - 1 ve § 74- 1 ) yöresel bir planlama örneği olarak alınabilir.
Haritaların karşılaştırılması, makro düzeydeki ulusal planlamada genel
ekonomik s ınıflandırma ( endüstri, kent, tarım, turizm ve koruma alan­
ları) ve tahsisler yapıldığını; yöresel planlamada ise, toprak k ullanımı­
nın en i nce ayrıntılarına inildiğini gösteriyor.
Japon ekonomik mucizesinin gizemini bu türden planlama yapılma­
sında değil uygulamasında aramak gerekir. Her ülke her türlü planı ya­
par (yaptırır); uygulamadır planlamayı başarıya götüren. Japon a i le ya­
pısı nasıl değişen gelişen ekonomik koşullara duyarlı olara k biçimlen­
mişse; Japon ekonomisi de gerçekleştirdiği hızlı kalkınmada, aile toplu­
mundaki birlik dirlik, çalışına ve üretim gücünden yararlanmış gözükü­
yor. Kendi u lusal tasarrufuyla endüstri yatırımlarını gerçekleştiren Ja­
ponya'nın Dünya Savaşları arasındaki askeri güce dayalı sömürgecilik
deneyimi uzun ömürlü olamamıştır. Doğal kaynakları sınırlı olan Ja­
ponya kendi insanının özverisi ve akılcı ça basıyla ancak kalkınmayı ba­
şarmıştır. Bugünkü varlığını ve mutluluğunu ( ! ) uluslararası serbest rica-

277
YEDİ - EKON O :-. l i l'OIİTİK,\SI

rete ve yarışmaya borçlu olan Japonya, ulaştığı gönenç düzeyini nasıl


sürdürebilir? ( Bkz. EPA 1 979)
Ünlü Asahi Şimbım gazetesinin 1 979 güzünde düzenlediği "Japon­
ya D ünyaya Ne Verebilir" konulu konferansı açan İktisatçı ARİYOŞİ
Yoşiya işte bu sorunu dile getirmiş:

Biz Japonları en çok düşündü ren ve kaygılandıran sorun, eko­


nomik başarımızın geleceğidir. Ekonomimizin inanılmayacak
kadar iyi oluşu bizi aslında korkutuyor. Bolluğa sevinemiyor,
bir gün gelecek her şey sona erecek diye kaygılanıyoruz.

Bugünkü bolluğun serbest d ünya ticaretine bağlı olduğu tartışı lma­


yan bir gerçektir. Japonya dünyaya muhtaç, oysa dünyanın kendisine
gerçekten i htiyacı var m ı ? Yokohama Ulusal Üniversitesi öğretim üyesi
ve bugünkü Kanagava Valisi Profesör NAGASU Kazuci, aynı konfe­
ransta bu sorunu şöyle yanıtlamış:

Bazen dünyanın Japonya'ya gerçekten ihtiyacı olup olmadığı


konusunda doğrusu kuşkuya kapılıyorum. Japonya, öteki ülke­
lere yalnız muhtaç değil, önemli bir ölçüde onları etkiliyor da.
Ancak dünya bizi nasıl görüyor? Varlığımızı gerekli görüyor
m u ? Bunu [sizlerden] sorup öğrenmek zorunda olduğumuzu
düşünüyorum . (NYT, 1 979 )

El
fl'�
-=·::-.·ı·

c:��) CM!t!'X'ııLı: Shı:lt � �c ı..1Çıi"..:rıt


Aı�;:ı

Trı-Metrcpolıs Sphf;n.­
(TOk�(ı · Na,l(u·ta · O�t1k;J ,
Le h�n •e� Lı- ?'.sn ıı A""4-��ôl�"'tr.: :ı... n;:...:ı
ıs....,,:e.�JOJ

ı.. :';"':�=�"'1�:;_�-l�'J��-�.,,

HAR İTA 79·1: Kalkınma planına göre ada HARİTA 79-2: Bölgesel mekanlar ve ekonomik
topraklarının kullanımı bölgeler
(N OH ve Gordon 1 974 : 13 8). (Berque 197 6: 10 4) .

278
§ 79 PLA�LA:\L\ , REFAH VE GELECEK KAYGISI

Büyük Brita ny a ' n ı n Maliye ( e s k i ) b a k an l a rından Denis H ealey,


Japonya 'nın çağdaş d ü nyada çok daha önemli roller oynayabileceği­
n i , ancak gerekli yüküm ve soru m l u l uklardan kaçındığını d ü ş ü nüyor.
Endonezya D ışişleri Bakanı Dr. Roeslan A b dü lgani "Japonya ' n ı n Ko­
re ve Vietnam Savaşla rı' ndan yararlanarak belini doğrulttuğ u n u ama
kendisine ucuz hammadde sağlayan ü l kelere er geç daha fazla d eğer­
ler a k tarmak zorunda k a lacağını " belirtiyor. Üçüncü dünya ü lkelerin­
den Filipinli tarih Profesörü R. Consta nrino ( 1 9 79 ) daha da ileri gi­
derek Japon emperyal izminin hala yaşad ığın ı savunuyor, Japonya ' y ı
uyarıyord u: " Ba t ı l ı güçlerden ö z ü r d ilerken Asyayı u nuttunu z ! "
Bütün bu gözlem ve yargılar, Japonya' n ı n k üçülen ve bunalımlı bir
dünyadaki yalnızlığını yansıtıyor. Ancak Japon dili, bu k ültürel ya lnızlı­
ğın bugün başlamadığını, süregelen bir olay olduğunu belgeliyor.

279
8
J A PON D İ Lİ V E H A B ERLEŞM ES İ
"YAPAYALN I Z B İ R D İ L! "

• KANCİ YAZI S I V E ÖTEKİ LER


• KÖKLER, DALLAR VE YAPRAKLAR
• ÖZELLİ KLER VE G E LİŞM ELER
• BAS I N -YAYI N Ü R Ü N LE Rİ
• RADYO-TV VE S İ N EMA
• KO N UŞMA TÖ R E N SE Lİ: G E RÇEK B İ R D İYALOG
• JAPO NCAN I N MANTIGI SO R U N U
• D İ Lİ N , D İ N LEY E N E G Ö R E B İÇ İM LENİŞİ
• DAVRAN iŞ VE S İ M G E L E R İ N D İ Lİ
• KÜ LT Ü R S İ M G ES İ N İ N AN LAM I
Halkın Dili / Ruhun Dili

- YAK U MASAO (1972: 1 3)


Gİ RİŞ

" Halkın dili/Ruhun dili" özdeyişiyle YAKU Masao Japon gerçeğin i söy­
lemiş. ( 1 972: 1 3 ) Japon dili, ada k ü ltürün ü n ve adalı ruhunun yalnızlı­
ğını simgeliyor. Kanci (Hanca) yazısı Çinceden alınıp uyarl anmış ama
Japon dilinin yapısı Çinceye hiç benzemiyor. Japoncanın söz dizimi (sen­
taks) ve öteki yapısal özellikleri -Türkçeyi de içine alan- Altay d illeri ai­
lesine giriyor. Ancak yakınlık biçimde ve yapıda kalıyor. Japonlar kendi­
lerini ve dillerini Altay kökünden gelmiş gibi d uyumsamıyorlar. Öte
yandan, Japoncan ın ses ve sesçil (fonetik) özell i k leri, Okyanusya'nın
küçük tropik adalarında konuşulan dilleri a nımsatıyor ama ilişki orada
bitiyor. Japon dilinin kökeni sorunu, kültür tarihinin dolambaçlı yolla­
rında yitip gidiyor. Dünyada konuşulan 2-3 bin dil 40-50 kadar dil aile­
sinde toplanır. Japoncanın bu aile gruplarına benzemeyen öyle özellik le­
ri var k i Jacob ile Stern ( 1 947), Japoncayı tek başına bir aile, " yapayal­
nız bir dil " saymışlar. Bu görüşü benimseyen Japonlar da vardır. Japon
dilinin gizi hiç k uşkusuz k ültür tarihinde saklı ama ya k ültür tarihi ?
Onun soruları ve sorunları? Japon dilini tanımak işi Japon kültürünü,
halkını ve ruhunu anlamak için gerekli olduğu kadar, eğitim s ürecini, ki­
şilik yapısını ve dünya görüşünü kavramak için de aşılması zorunlu bir
dağ gibi yükseliyor her yazarın, araştırmacının önünde.

80. KANCİ YAZ I S I V E Ö T E K İ L E R

Japon dili, yaklaşık iki bin yıl önce Çin'den a l ı nmış olan kavram s imge­
lerle ya da "İdiyogram "1ar1a yazılır. "Kanci " (Hanca, Çin Hanlığı ) yazı­
sı d iye bilinen bu yazını n kökeni, Mısır hiyeroglifleri gibi yalın resimlere
dayanır. Nesnelere benzetilerek çizilen ilk resi mler, zamanla ve kullanıla
kullanıla, çizgi resimler olmaktan çıkmış, soyut birer kavram simgesi
(İdiyogram) olmuşlar. B ugünkü yazının evrimi Resim 80-1 'dedir.
Çince karakterlerden yüzlerce ve binlercesi kullanılıyor bugünkü Ja-

283
SEKiZ - J A l'O:\ D İ L İ VE 1-IA ll F R l .FŞMFSI

poncada . Ama sanı ldığı kadar da çok değil . Temel öğretimden mezun
olanların 8 8 1 , lise mezunlarının 1 85 8 ve ün iversite öğrencilerinin de
2 9 8 8 karakter bilmesi yeterl iymiş, başvuru kitaplarını okuyabilmek
içi n. Ne var k i toplam üç bin karakter üç yüz kadar öğeden türetil miştir.

Kuru 80-1
S E N , BEN VE İ K İ M İZ: TEMAE
Yaşlı bir Japon erkeği kendisinden "Vaşi" d iye söz ederken, karısı kendisin e
"Vataşi" y a d a "Ataşi", kızları "Atai'', oğulları is e "Boku" der. Sen, ben ve iki­
m iz anlamına gelen "Temae" kavram ı da vard ı r.
Oysa Japonla r, toplu msal, iletişimse[ ve görgüsel güçlü kleri n i d i kkate
alarak, çoğu zaman "Ben" dem e kten kaçı n ı rlar ve iş leri adamakıllı karıştırıp
kimin kime ne dediği n i belirsiz b ı rakı rlar.
(Ad ıllar için B kz. Ta blo 82-1)

Tarihçilere göre MS III. yy'a değin Japon dilinin yazısı yokmuş. Ya­
yoi sonu ile Kohım dönemi başlarında, Japonlar, Kore yoluyla Çin'den
gelen bu uygarlık yazısını öğrenmeye başlamışlar. Ancak hemen bir güç­
lükle karşılaşmışlar. Tek heceli bir dil olan Çincenin sözcükleri, ön takı
ve son ek almıyorlar. Oysa Japonca, tıpkı Türkçe gibi, bol ve çok sayıda
son ek alabilen, son eklerle büyüyen bir dil. Ne yapsınlar? Çi nceden al­
dıkları kök sözcüklere eklemek üzere "Kana " adını verdikleri fonetik
( sesçi l ) bir heceleme alfabesi geliştirmeye koyulmuşlar. Aslında bir değil,
"Hiragana " (elyazısı) ve "Katakana " ( kutu, blok yazısı) olmak üzere iki
ayrı heceleme tablosu vardır. ( Bkz. Tablo 8 0-2 ve 80-3 )
Genel ilke olarak Hiragana heceleri dildeki gramer ve sözcük eklerini
yazmak için kullanılır. Kutu 80-2'de, Tokyo ile ormanı birleştiren "nun "
eki gibi. Buna karşılık, Katakana heceleri, Japoncaya girmiş olan ya da
yabancı kökenli sözcükleri, kavramları yazmak için kullanılıı: Sözgelişi,
]aponlaı; Türklere ve Türkiye'ye To 'ru 'ko derler, katakana heceleriyle ya­
zarlar. Bu örnekte, Japon dilinin Türkçeye benzeyen başka bir niteliği or­
taya çıkıyor: Japonlar ünsüz sesleri tek başlarına, ya da yan yana koyup
söylemiyorlar. Adı üstünde, ünsüzün ünü yok ki ünlesin! Bu yüzden ün­
süzler arasına, sonuna genellikle bir ünlü, çoğunlukla da u yerleştiriyorlar:
Hoteru: Hotel, Otel, Sarada: Sa/ad, Salata,
Takuşi: Taxi, Taksi, Hosutesu: Hostess, Hostes,
Bim: Beer, Bira, Aysu Kurimu: lcecream, Dondurma,
Seçil m i ş örneklerde bazı ü n l ü ve ünsüzlerin eksik o l d uğu görüle­
b i l i r. D ilci HAŞİMOTO 'ya göre, MS VIII. yy'a değin Japon d i l inde

284
� S!l KANCI YAZISI VE ÜTE K İ LER

TABLO 80-1
KANCİ (HAN LI K) YAZISI N I N EVR İ M İ (PYE 1977: 7)
Türkçe Kanci /Hanca Japonca

su /(( /!( i/." ,j," 71<_ MIZU

I R MAK jjJ }lf f(( )il KAWA

ATEŞ M * � *- Hl

AGAÇ � ;ı: 'i' 'i' � Ki

KUŞ � � � fu � TO R I

AT � � h b !::> UMA

İNEK � 'b. � � tf USH I

KÖPEK � � 'fr.., 'k *- INU

BALIK • � � � 'il. SAKA NA

TABLO 80-2 TAB LO 80-3


H İ RAGANA H ECELERİ KATAKANA H ECELERİ

I� AiY)
E

SINGLE
1
l'
u
?
E o
x �
'
� "17AE

SINGLE
1 u E o
1 rJ .I. *
VOWEL VOWEL

-
A 1 u E o A 1 u E o

K "lı' le < [j '--


K iJ -t-" ? 7 ::ı
KA Ki KU KE KO KA Ki KU KE KO

s � � 9 it � s -ij- � � -t! 'J


SA SHI su SE so SA SHI su SE so

T t:. i3, ..., -C c T � 7- 'J 7 �


-
TA CHI TSU TE TO TA CHI TSU TE TO

N � ( : © tJ. (J) N j- - x '* /


NA NI NU NE NO NA NI NU NE NO

H ı� o � � (i H
/\ 1:: 7 ....... *
-
HA Hl HU HE HO HA Hl HU HE HO

M * dJ. t; � t M 7 -- k j. -=E
MA MI MU ME MO MA MI MU ME MO

y � � J: y -\7 .:ı... 3
YA YU YO YA YU

1)
YO

R ı; l) � tı )) R 7 )1,, v o
RA RI RU RE RO RA RI RU RE RO

w *' iv � w r; :; 7
WA N o WA N o

Kaynak: Walsh 19 80: 156-5 7 . Kaynak: Walsh ı 9 80: 1 5 6- 57 .

285
SEKİZ - JAPON Dll.I VE H:\ llE R LE Ş :\ 1 1'.SI

Kuru 80-2
KANCİ YAZIS I N DAN BAZI Ö R N EKLER
• YALI N, SOMUT KAVRAM LAR

a G ü neş ./1\. Ağaç J?,


--1..-
Fener, Başkent

A İ nsan 7-fs;., Kök * Büyük

• YAL I N KAVRAMLARDAN O LUŞAN SOYUT KAVRAMLAR

G ü neş+Kök, G üneş Yu rd u, Tanyeri, J a ponya

G ü neş+Ağaç= * Doğu

** Doğu+Başkent ** Tokyo (Doğu Başkent)

• Ö R N E K LER

* Ağaç, tvt Koru, Jlvi\ Orman,

� Yazı n , X {� K ültür, ** Büy ük Ağa ç

*
* * O) ll'it\ Tokyo Orm a n ı
B ıt\.A
Ja pon-i nsan
Japon

a � X � t, Japon Kültürü

sekiz tane ü n l ü varmış. (KOMATSU 1 9 6 2 : 5 0 ) Zamanla b u n l a r beşe


i n m işler (a, e, i, o, u) . Öte yandan, Ta b l o 8 0- 1 ve 8 0-2'te, G, Z, D , B ,
P, Ç, Ş, L v e F gibi b a z ı ünsüzlerin de eksikliği d i kkati çek iyor. Ç v e Ş
ünsüzleri, yalnı z İ ü n l üsüyle birli kte k u l l a nı l dığı için, ta b l o l a rdaki Si
ve ti heceleri Türkçedeki Şi ve Çi gibi o k un ur. Heceleme tablosunda
eksik olan öteki bazı heceler, var olan hecelere "ııigori " adı verilen
çift tırnak ( ") ya da "marıı " denilen küçük bir halka (o) ekl enmesiyle
yazıl ı r :
K - hecelerine, nigori ( " ) eklenince G - heceleri olur,
S - hecelerine, nigori ( " ) eklenince Z - heceleri ol ur,
T - hecelerine, nigori ( " ) eklenince D - heceleri olur,
H - hecelerine, nigori ( " ) eklenince B - heceleri olur,
H - hecelerine, marıı ( 0 ) ekleni nce P - heceleri olur.
Heceleme tablosunda F heceleri ile L - heceleri de yoktur. Japonlar,
-

286
§ 80 KANC:I YAZISI VE ÖTEKİLER

'

' \

, , ,

' ' I
ı- ..

RESİM 80: "Eğitim" yazmayı öğrenen küçük öğrenci. (Foto: KUBO, Kaynak: Condon - KU RATA, 1 97 6:
10 9) "Eğitim " kavramı, sekiz, sıralı aşamada, sekiz fırça darbesiyle yazılıyor.

" F " sesini sanki " H " gibi duyar, söyler ve yazarlar- " L " ünsüzünü de
" R " gibi. Ta blo' da V ünsüzü de yoktur ama Japon "W"si tam Türkçe V
gibi yumuşa k söylenir. Tümüyle karmaşık ve çapraşık bir yazı d üzeni !
D uyu lduğu ya da söylendiği gibi yazmaya alışmış kişiler için, akıl sır er­
direcek gibi değil. Oysa karmaşadan hoşlan mayan Japonlar bu güçlük­
ten yakınmazlar. Üstelik böylesine karmaşı k bir yazıya karşın ü l kedeki
okuma-yazma bilmeyen oranını yüzde bire düşürmüş olmaktan övünç
duyarlar. " Bizim yazıyı söken kişi, güç şeyleri çabuk öğrenir, iyi yapar"
derler.
Özetle bu yazı, konuşulan Japoncanın yapısal ve işlevsel özelliklerine
uygun değildir. Ama gel gör ki Japonca hep böyle yazılmış, bu yazıyla ge­
l işmiş. Yazıyı basitleştirmeyi çok düşünmüş taşınmış en sonunda hep cay­
mışlar. Yazı, kli ltürle, halkla, halkın ruhuyla öylesine bütünleşmiş ki yazı­
yı değiştirmek, sanatı, güzeli, beğeniyi, kişinin kimliğini değiştirmek gibi
zor geliyor onlara. Ünlü Japon bilimcilerinden Sir George Sansam, bu zor
yazının önemini şöyle vurguluyor: " Bu yazıyı okumayan, Japon estetiğini

287
SEKiZ - JA PON DİLi \'E 1-I A BERLl'Ş),IFSi

[güzellik duygusunu] kavrayamaz. " Bu yüzden belki de Japonlar, ruhun


çizgisini değiştirmektense yazının güçlüklerine katlanıyorlar. Büyük bir sa­
bırla yazarak, yeniden ve yeniden yazarak, bu yazıyı öğreniyorlar.
Ancak, şu görülen sürekl il i k perdesi arkasında, dilin yapısında ve
yazısında öylesine kapsamlı değişmeler olmuş ve oluyor k i bugünün
gençleri -çok değil- 70-80 yıl önceki metinleri bile okumakta güçlük çe­
kiyorlar, hele daha eskileri hiç okuyamıyorlar. Bir iki yüzyıllık metinleri
okumak özel bir bilgi ve uzman l ı k gerektiriyor.

8 1 . K Ö K L E R , D A L LA R VE YA P RA K L A R : B i R B i R i N E B E N Z E M i Y O R LAR

Yazı dili üzerindeki bu kısa tartışma, çok heceli Japoncanın tek hecel i
Çinceye h i ç benzemediğini yeterince göstermiş olmalıdır. Oysa, Japonca
ile Kore dili arasındaki yapısal benzerlikler pek çok dilbilimcinin araş­
tırma konusu olmuştur. Örnekler:
• Tümce kuruluşundaki sözcüklerin dizimi (sentaks),

Özne � tümleç � fiil sırasını izliyor,


• Sıfatlar adlardan, belirteçler fii llerden önce geliyor.
• R - sesiyle başlayan sözcük yok,
• R - L ü nsüzleri arasında ayırım yok,

• Ek ve takılarda, çekimlerde söz kökü değişmiyor,

• Çokluk ( teklik) ve cinsiyet belirleyen ön takı (artic/e) yok.


• Kişisel adıllarda bıı, şu ve o gibi uzakl ı k / yak ın l ı k belirten adıl­

lar var (kare, sore, are gibi),


• Son ek, ön takıdan daha yaygın ,

• Sıfatların karşılaştırma (comparative) v e üstleme (superlative) b i -

çimleri yok,
• Soru ekleri sıfat, tümce ve fiillerin sonuna geliyor,

• Olumsuzluk ekleri, fii l kökü ile zaman eki arasına giriyor,


• Ünlü uyumu ilkesi eskiden her iki dilde de varmış; zamanla za­

yıflamaya yüz tutmuş; Japoncada IX. yy'dan, Kore dilinde XVII.


yy'dan sonraları.
Japonca ile Korece arasındaki yapısal benzerlikler, Japonca ile Türk­
çe, M ogolca ve Mançuca gibi öteki Altay dilleri arasında da görülmekte­
dir. (Bleiler 1 980) Ancak yakınlık, doğrudan bir soy ilişkisi olabileceği gi­
bi, Kore dilinin kurduğu bir köprü de olabilir. D ilbilimci M iller ( 1 97 1 :
44), benzer kanıtlara ve karşılaştırmalara dayanarak, Japoncanın bir "Al­
tay dili" olduğunu savunuyor. Japonyalı dilbilimciler 1 960'lardan beri bu
olasılığa zaten karşı çıkmıyorlardı. Ancak sorunlar, sınırlar ve koşullar
vardı. Çünkü, yapısal benzerlikler, ortak bir dil kökünü saptamak için ye­
terli sayılmıyor. Başka kanıtlar gerek: Ses söz benzerli kleri gibi! Japon­
cadaki göz, ağız, sırt, meme, mide gibi önemli beden (anatomi) terimleri,

288
:; � 1 KÜK Ll-:I(, D A L L A R VE Y:\l'llAKL\R: B İ R ll l R İ N E BE'.'JZF.\ l İ YO R L:\R

Okyanusya adalarında konuşulan dillere de benziyor. Ayrıca, karın, gö­


bek, yanak gibi beden ve yüz adlarından bir bölüğü, Endonezya, bir bölü­
ğü de Khmer dilleriyle ortakhk gösteriyor. Sorunu daha da güçleştirmek
İster gibi, Güneydoğu Asya kökenli bu terimlerin Koreceyi andıran ikinci
bir dizi karşdıkları var -Japoncada. Haydi Japon dilinin Koreceye benzer­
liği rarnşılmasın ama- Japoncanın sesliği Polinezya ( Okyanusya ) adala­
rında konuşulan dillere çok benziyor. Bu bilgilerin ve verilerin ışığında, .Ja­
pon dilinin tarihi gelişme yörüngesi kısaca şöyle çizilmektedir:

Çeltik - öncesi Cômon dönemi [MÖ IX-MÖ III. yy] boyunca,


Japon Adaları'nda Güneydoğu Okyanusya [Polinezya-Okyan us­
ya] kökenli bir dil konuşuluyordu. Yayoi (çeltik ) devrimiyle bir­
likte [MÖ III-MS III. yy] Güney Kore'den gelen ve Altay özellik­
leri taşıyan bir dilin etkileri görüldü. Ancak bu yeni dilin adalara
girişi, yayılışı yoğun bir kitle göçüyle desteklenmemişti. Altay
kökenli yeni d il, önceki konuşma dilinin gramer kurallarını ve
yapısını etkilemekle birlikte, ses ve sözcük dağarcığını değiştir­
memiştir. Böylece .Japonca sonradan bir Altay dili olmuş ama
kök dilin ses ve sözcükleri yaşamıştır. Japonca sözcükler bu yüz­
den Altay d illerine benzemiyor. Bunun ikinci bir açıklaması var.
Belki de Japonya'ya ulaşan Altay dili -doğrudan doğru Kuzey
Batı Asya'dan değil de- Güney Kore yoluyla, orada Güney Asya
dillerinin bir süre etkisi altında kalıp değişikliğe uğradıktan son­
ra ve bazı Güney kökenli sözcüklerle birlikte gelmiş olabilir. Ja­
ponca ile Mogolca ve Tungusça gibi Altay dilleri arasındaki söz­
cük ayırımları bu yüzden çok büyük olmuştur. Japonca ile Gü­
neydoğu Asya dilleri arasındaki benzerlikler de böylece yıne
'Kore köprüsü'ne bağlanabilir.
Bkz. Ô NO Susumu G.JC, 1 977 ( 1 957): 34-35.

Japon dilbilimcileri ve ÔNO (1 957), Yayoi (çelti k ) kültürü ile bir Al­
tay dilinin gelmiş olabileceğini kabul ediyor da o tarihte henüz bilinmedi­
ği için, Kohıın döneminin "Atlı göçebeleri " (§ 25-4) ve MORİ Masao
( 1 967)'nun " Bozkurtlar Devleti" tezi üzerinde yeterince d urmuyorlar.
Oysa Kohım ( MS IV-VII. yy'lar) dönemiyle ilgili olarak, UEYAMA
Şunpei ( 1 967)'nin "Atlı Göçebeler" ve MORİ Masao ( 1 967)'nun " Atlı -
Göçebeler Devleti: Bozkurtların Ataları " tezleri geçerli old uğu s ürece
"Kocik i " adlı kuruluş destanını söylemiş olan Yamata halkının Asya
kökenli bir Altay dilini konuşuyor olması mümkündür. Japon kültür ta­
rihinin ve .Japon dili sorununun ortak anahtarı, bir kez daha, a na htar
deliği biçimindeki o Kohun mezarlarında kilitli tutuluyormuş gibi görü­
nüyor. (Resim 25-4 1 )

289
SEKiZ - JJ\PON DiLİ VE H A l\FRLFŞMFSİ

Kuru 8 1
JAPON CA VE T Ü RKÇE B ENZERLİKLERİ
Japonca Türkçe
Tsu Su
Hay! H ay h ay!
Kama Kama
Yaban Yaban
Musubi Düğüm, dü ğün
Koyu Koyu
Yama (Dağ) Yamaç
Kare Kara, kuru
iyi İyi
Toru D u ru

Öre yandan Tekin ( 1 98 2 ) , Japoncanın Altay dili olduğu savına ka­


tılmıyor.
Altay dilinin Japon Adaları' ndaki yayılma yörüngesini inceleyen
KOMATSU İsao ( 1 962: 5 9 ) , yeniden Yayoi'ye dönüyor ve çeltik tarı­
mıyla Kore'den gelmiş olan Altay dilinin, Yamato ( bugünk ü Kinki) böl­
gesinde bir köprübaşı kurduktan sonra oradan doğuya ve kuzeye doğru
-çeltikle birlikte- yayıl dığını saptıyor.

82. Ö Z E L L i K L E R V E G E L İŞ M E L E R

Japon dili, doğu ve batı olmak üzere başlıca i k i kola ayrılır. Siyasal gü­
cün Nara ve Kiyôro bölgesinde toplandığı XVII. yy'a değin, Kiyôro
(Kansa i ) ağzı standart dil sayılıyormuş. Tokugava (Eda) Beyli kleri döne­
m iyle birli kte ekonomik gücün ağırlık merkezi doğuya doğru kayınca,
Tokyo (Kanto) ağzı daha resmi bir dil olmuş. Örgün eğitimin son yüz­
yıldaki yaygın laşması, kitle iletişim araçlarının her bölge ve yöreye u laş­
ması sonucunda, i k i tarihi ağız arasındaki farklar bugün son derece
azalmışsa da henüz tümüyle ortadan kalkınış değildir. Tokyo (doğu ) ağ­
zında ünsüzler kuvvetlice, ü nlüler kısa ve yavaş söylenir. Kansai ( Barı )
ağzında ise ünsüzler kısa, ünlüler daha uzundur. Genellikle Tokyo ağzı­
nın daha kaba saba ya da "erkekçe " ; Kansai ağzının ise daha ince ve
" kadınca " olduğu söylenir. (KOMATSU 1 962: 4 8 ) Vurgular da değişik­
miş: Doğuda sözcüğün başında, batıda sonundaymış. İki ağzı ayıran sı­
nır, aralarındaki Çubu bölgesinin tam ortasında geçermiş.
D ildeki ağız ayrılığının MS VIII. yy'dan bu yana süregeldiği, Vaka
türü şiirlerden oluşan ve ilk ulusal şiir a ntolojisi sayılan Manyoşi derle-

290
§ 82 OZFLLİKLl'lt VE GEl.İŞ.\ffL EH

mesinde açıkça görülüyormuş. Bu kaynaktaki Doğu şiirlerinde lehçe


farkları bulund uğu, Kiyôtoluların doğu lehçesini bir " k uş-vızıltısı " na
benzettiği bile saptanmış. ( KOMATSU 1 962 - 4 9 )
Japon dilinin, başka dillerde ender görülen özelliklerinden birisi de,
kadın ve erkek ağızları arasındaki büyük ayrılıktır. Kuşkusuz geleneksel
dillerin pek çoğunda kadın ve erkek kişilerin konuşma ( söz) farkları
vardır. Ne var k i ayırım, Japoncada olduğu kadar abartılmış değildir.
Her Japon kuşkusuz iki ağzı da anlar ama ya lnız birini konuşur. Japon­
cayı bilmeyen yabancı kişi kadın ve erkeklerin ayrı diller konuştuğunu
sanır. Çin kü ltürü, çeltik ve Budist etkilerinin başından beri, erkek dili­
nin açık seçik ve kesin anla mlar taşıyan Çin kökenli sözcüklerle zengin­
leştiği (yabancılaştığı ) ; buna karşılık, kadın dilinin hiragana (Japon) he­
celeriyle yazılan eski sözcüklere bağlı kaldığı görülüyormuş. Şurası tari­
hi bir gerçek ki, kadın dili uzun yüzyıl lar boyunca erkek dilinden ayrı
bir gelişim yörüngesi izlemiş. Hatta kadınların konut, besin ve giyim ko­
nularında kendilerine özgü -erkeklerin bilmediği, anlamadığı- bir söz
dağarcığı bile varmış. Japonca fiiller genellikle masu ve desu gibi son ek­
lerle çekilir. Kadın dilindeki Va ve Vaya gibi çekim eklerini erkekler hiç
kullanmazlar. Erkekler kendi akranları arasında konuşurken zo, yo ve
karana gibi ağza sert, kulağa kaba gelen fii l ekleri kullanırlarmış. Kadın
ve erkek ağızlarındaki belirgin ayrılık daha çok kişisel adıllarda göze
çarpmak tadır. (Tablo 82)

TAB LO 8 2
KİŞİS E L ADILLAR (ZAMİ R L E R)
Türkçe Karşılığı Standart Japonca Erkek Ağzı Kadın Ağzı
Ben Vatakuşi Boku, Vatakuşi,
üre Ataşi
Biz Vatakuşi-taçi Bokura, Vatakuşi-taçi
O rera Ataşi-taçi
Sen Anata Kimi, An ata,
Omae Anta
Siz Anatagata Ki m i ra, An ata-taçi
Omaera Anta-taçi
Bu Kon o kata Koitsu Kon ohito
o An o kata Aitsu Anohito
Şu Son o kata Soitsu S onohito
B u n lar Kon okata-gata Koitsu-ra Kon o h ito-taç i
On lar Anokata-gata Aitsu-ra Anohito-taçi
Ş u n lar Sonokata-gata Soitsu-ra Sonohito-taçi
Kaynak: KOMATSU lsao 1962: 62.

291
SEKiZ - .JAPON D I I . I VE l·L\l\EIU.FŞi'vıESI

SUZUKİ Ta kao ( 1 977: 25 ) , Tablo 8 2 - 1 'deki adıllardan çoğunun


hızlı bir yaşam dönencesi içinde yaratılıp tüketildiğini saptamıştır.
Özellikle, ben, sen ve siz adıl ları bir iki kuşa kta eskiyip, k u ll anım dışı
kal ıyormuş. Sözgelişi, erkek lerin sevdiği B oku ( be n ) , Eda ( 1 6 03 - 1 8 6 7 )
dönemi boyunca, " Benden iz" ( k u lunuz, köleniz) an lamına gel iyormuş.
Meici döneminde ( 1 8 6 8 - 1 9 1 2 ) de yaygın olarak k u l la nılmış. Bugün
resmi i lişkilerde hemen hiç duyulmuyor. Bütün eski ve yeni " ben " leri
tarayan dilbilimciler, Japonca 'da l OO'den fazla " Ben" bulmuşlar. Ne ki
büyük çoğu n l uğu yaşlanmış; e m e k liye a yrılmış, a rtı k k u l l a n ı l m ı ­
yormuş.
Erkek konuşmasıyla karşılaştırıldığında kadın ağzı daha yumuşak,
içten ve ahenkli gelir. Sert ve kaba sesler duyulmaz. Sözlerden sonra bol
sayıda ünlü seslerle bezenmiş, şiiı; şarkı gibi a k ıcı, müzik kalitesi yüksek
olan bir konuşma dilidir. Japon şiirinde uyak (kafiye) yok. Ancak çoğu
sözcükler ünlü ile bittiği için, dinleyene sanki uyak varmış gibi gelir.
Açık deyimlerden, kesin anlatımdan kaçındığı için kadın dili b iraz örtü­
lü, gizeml i ve büyüleyici bir dil olmuştur. Kadın dilinde -erkek dilinden
daha çok- O rakısı duyulur. Ön rakı olara k O, önüne geldiği sözcüğe
büyüklük ve saygınlık veren bir sıfat gibi kullanılır. Sözcük başına gelen
O gibi, ad sonlarına eklenen "San ", bay, bey, beyfendi, hanım, hanıme­
fendi anlamında bir saygı simgesidir. San, yazı dilindeki Sama'dan kısal­
tılmıştır. Sama, aziz, sayın, saygıdeğer a n l amına gelir. Güneş ve Aydede
gibi doğal ve kutsal s imgeler için, O ile San birlikte de kullanılır; bir de
her nedense maymun çelebi için:
Hi: Güneş Tsuki: Aydede Saru: Maymun
0-Hi-Sama: O-Tsuki-Sama: O-Saru-San:
( Saygıdeğer Güneş) (Saygıdeğer Aydede) (Maymun Çelebi)
O-takısı, cansız şeyler ve nesneler için k ullanılır: Oça (çay ) , Osake
(pirinç içkisi, şarabı), Otera (tapınak), Omiya (yatır, ziyaret yeri } , Oşüci
(yazı sanatı) vb.
Tanrılar ve kami kişiler, O ya da Sama i le bazen -Güneş ve Ayde­
de' de olduğu gibi- i k isiyle birlikte anılır. Ancak insanoğlunun saygıyla
a nılması için kutsal, güçlü, varlıklı ve ünlü olması gerekmez. Yoksul,
hasta, hatta suçlu bir kişi de San olarak sayılır. Toplutaşım araçlarında­
k i yolculara seslenen konuşmalarda -Türkçedeki " Sayın Yolcular" gi bi­
" Saygıdeğer herkese " , " Saygıdeğer her b irinize, teşekkürler" duyulur.
Saygıdeğerler topluluğu arasında Besteci Puccini'nin dünyaya ta nıttığı
bir " kelebek " vardır. Ünlü "Madam B utterfly " Operasının Japoncası
"Çoçosan " ( " Saygıdeğer Kelebek" )'dır. S aygı bildiren ek ve takılar öyle­
sine çok ve sık kullanılır ki ciddi bir gülmece romanına konu olmuştur.
( Bkz. Kutu 8 2 )

292
() 83 MSIN - YAY I N ÜIÜJ NLERI

KUTU 82
"SAYG I D EG E R PİK NİK"
"Thomas Raucat" (1 9 65, 1 935 ) kalem adıyla yazan Batılı bir diplomat, "Saygı­
değer Piknik" (The Honorable Picnic) romanıyla Japon dilind eki saygı n lık tut­
kusunu, ince bir mizah parodi türü nde eleştirmiştir. Tarihçi toplumbilimci m iz
Berkes (1 97 6 : 2 5 4) , Asya Mektup ları'nda çevirisi n i okud uğu bu romana, kuş­
kucu bir polis d evletinin eleştirisi olarak yer veri r. Aslında romanda ele alınan
ve eleştirilen ana soru n , Japon kültürün d e ve özellikle kad ı n dilindeki aşırı
"saygıdeğerlik" e klerid ir. Yazar, bu romanıyla, saygıdeğer Japon kültürü n ü n ve
dilinin, saygıd eğer Batı'ya hiç benzemediğini, eğlenceli başlayıp acı klı biten
saygıdeğer bir çapkın l ı k öyküsüyle anlatmaktadır. Yazarı n , Japoncada "G eceyi
birlikte geçirelim mi?" anlamına da gelen takma adı Toma-rôka, gülmece ha­
vasını saygılı bir biçi mde yansıtıyor. Yazar, Batı lıları da saygılı, ölçülü bir dille
eleştiriyo r.

Yazı ve konuşma geleneklerinin birbirinden ayrılması, Japon dilinin


Türkçeye benzeyen başka bir özelliğidir. Gerçi söz konusu ayrılık son
zamanlarda giderek azalmaktadır ama 1 8 8 0'lerin ortasına kadar son
derece çarpıcı imiş. Bu yüzyılın başlarına kadar romanlarda, şiir ve
mektuplarda kullanılan yazı dilinin günlük konuşma d ilinden ayrı bir
dil olduğu saptanmıştır. (KOMATSU 1 962: 62) FUTABATEI Şimei ve
YAMADA Binyô gibi yazarlar VII-IX. yy'lardan beri süregelen ikiliği
1 9 80'lerde sona erdirmişler, günlük halk d iliyle yazmaya başlamışlar.
Bizim geleneksel "Divan "!arımız gibi, Meici dönemi ortalarına kadar
süren bu güçlü yazı geleneğine Japonlar "Bımgo-tai " diyorlar.

83. BAS I N - YAY I N Ü R Ü N L E R İ

Japon dilinin i l k güzel yazı örneğini kadınlar vermiş. Heian ( 794- 1 1 85 )


döneminin soylu saray hanımlarından biri olan MURASAKİ Şikibu, ün­
lü J apon k lasiği sayılan ve Genci Monogatari ( " Genci Öyküleri " ) d iye
bilinen 54 cilt yazmış. Bir prensin gönül serüvenlerin i konu alan bu eser,
roman türünün dünyadaki en eski örneklerinden birisi olarak değerlen­
dirilir. ( Chamberlain 1 977: 294-5 )
Japon Ortaçağı'nın bu türden yapıtları, bugün artık yazın tarihinin
konusu olmuş ve çok gerilerde kalmıştır. Çağdaş yazın ürünlerin i, saray­
lı hanımlar değil, ulusal düzeyde örgütlenmiş basın-yayın ve Manga ( re­
simli roman, çizgi-roman) endüstrileri veriyor.
Japon kitap endüstrisi 1 975 yılında ulaştığı -22 bini ilk baskı olmak
üzere- 3 5 bin baskı, 3 700 yayınevi ve 1 1 bin dolayında k itabevi ile dün-

293
SFKİZ - JAPO-.; D İ L! VE l ·I J\ l\Ell l . IS\ I FSİ

yadaki dördüncü s ırayı tutuyor - İngiltere ile birl ikte. Çeşitli alanlarda
yayımlanan kitapların, u l uslararası yayın kategorilerine göre genel dö­
kümü Tablo 8 3 - 1 'de verilmiştir.

TAB LO 83-1
Y E N İ YAYI N LAR I N D ÖK Ü M Ü : 1 978
Yayın Türü Sayı Yüzde
Akade m i k başvu ru 557 2,1
Genel (çeşitli) 596 2,2
Felsefe 1 . 3 54 5,0
Tarih 1 .8 5 6 6,9
Toplum bilimleri 5 . 562 20,7
Doğa bilimleri 2.082 7,7
Teknoloji 2.439 9,1
Endüstri 1.180 4,4
Sanatlar 3.05 5 1 3,3
Dil 546 2,0
Edebiyat 5.516 20,5
Çocuk 2 . 1 73 8,1

Toplam 26.906 1 00,0


Kaynak: FFJ 1980:139.

Yeni basılan kitapların Ta blo 8 3 - l 'deki sayı ve yüzde dökümü,


önemli bir gerçeği yansıtmaktadır. Endüstri ve teknoloji alanındaki hızlı
gelişmesine karşılık Japonya'nın bu kategorilerdeki yıllık yayınları yüz­
de 20 düzeyindedir. Bu oran, toplumbilimlerindeki kitaplara denktir.
Oysa, insan ve beşeri bilimler alanlarıyla sanatlar alanındaki yayınlar
toplamı yüzde 50'ye ulaşır. " Sa natlar" kategorisi, edebiyat dışındaki
ti.im güzel sanat ve zanaatları içine almaktadır. ( Bkz. 5 . Bölü m )
Öte yandan günlük basın, Japonların k i.i lti.ir yaşamında önemli bir
yer tutar. Gi.inli.ik toplam baskı 1 974 yılında 5 8 m ilyona ulaşmış: ABD
ve SSCB'den sonra dünyadaki üçüncü sıra . Ancak, toplumdaki bin kişi­
lik nüfusa 526 gazete ile Japonya, İsveç'ten (572/1 000) hemen sonra,
d ünyanın en çok gazete okunan ikinci ü lkesidir. Japon basınının üç bü­
yükleri d iye anılabilecek olan Yoıniı-ıri ( 8 m ilyon ) , Asahi ( 7,5 milyon) ve
Mainiçi (5 milyon) , Pravda ve İzvestia'dan sonra , çağın yüksek tiraj lı
gazeteleridir. Ulusal R-TV kurumu NHK'nun 1 975 yıl ında yaptığı bir
kamuoyu araştırmasına göre (Tablo 83-2), gazete okumaya ayrılan za­
man, televizyon ve radyodan sonra üçüncü sırayı a lmakta ve 1 0 yaşın­
dan büyüklerin günlük yaşamında önemli bir yer tutmaktadır.

294
� 83 Bı\SIN - Yı\YIN ÜRÜ:-\LERI

TABLO 83-2
K İTLE YAYI N LAR I NA AYR I LAN ZAMAN
(1 0 YAŞ I N DAN BÜYÜ KLER)
Hafta Günleri Ortam / Pazar Günleri
(Saat: Dakika) Araçlar (Saat: Dakika)
3:19 TV 4:11
35 Radyo 31
20 G azete 17
36 G örüşme 1 : 06
4 Ötekiler 17
5 : 54 Toplam 6:22

Günlük kitle h aberleşmesinde radyo ve TV'nin önemini gören ga­


zeteler, ya doğrudan ya da özel yayın k ur u m larıyla işbirliği içinde,
radyo ve TV programları da üretiyorlar. R-TV yayın kurumları, bü­
yük gazetelerin ö rtülü birer uzantısı gibi de görünüyor. ( B kz. Ta blo
84- 1 )
Ulusal ve yerel gazetelerin genel kültür, yazın ve sanat hayatına
önemli katkıları oluyor. Özellikle geleneksel sanatlarla el sanatlarının
yaşatılmasında, edebiyat ve güzel sanat ürünlerindeki yaratıcılığın ödül­
lendiri lmesi biçiminde. Yomiuri gazetesi roman, tiyatro, şiir, deneme,
eleştiri, gezi izlenimi gibi yarışma alanlarında 30 yıldan beri yıllık ödül­
ler veriyormuş.
"Manga " adı verilen, bir çizgi roman endüstrisi var. Her sınıf, yaş,
cins için özel, renkli resimli romanlar yayımlanıyor. Çocuklar için 1 6,
büyükler için 54 olmak üzere haftalık ya da aylık toplam 70 yayı n ! Re­
simli romanlardan her birinin ortalama tirajı 7 milyon, toplam tirajı
500 milyon. Genel kültür ve özellikle sanat düzeyi oldukça düşük görü­
nen bu ticari dergicilik karşısında, saygın ve yaygın bir dergicilik türü
daha var. Her biri ortalama milyon üstünde basan 1 8 00 çeşit meslek, sa­
nat ve bilim dergisi çıkıyor. Aylık ya da h a ftalık olarak çıkan bu dergile­
rin toplam tirajı iki milyarın üstünde; ya da Manga tirajının tam dört
katıdır. ( Condon ve KURATA 1 976: 1 1 6- 1 8 )
Ülkenin ekonomi ve ticaret kurumları kadar, yabancı şirket ve mis­
yonlar da Japon basının ı n bu yüksek baskı ve i letişim gücünden yarar­
lanmaya çalışırlar. Kutu 8 3 -2'de verilen haber örneği, yabancı misyonla­
rın bu işi ne i nce bir sanat düzeyine getirdiği hakkında yeterli fikir ver­
mektediı:

295
SEKİZ - JAPON D i Li VE H ı\ B F R l .EŞ.\ I FSI

KUTU 8 3 - 1
G Ü N D E LİK BAS I N DAN HAB E R Ö R N EG İ
"Yunan H ü kü m eti, Japoncaya henüz çevrilmemiş 62 değerli kitabı Diyet (M ec­
lis) Kütüphanesi'ne armağan etmiştir. Yu nanca, Almanca, Fra nsızca ve İ n giliz­
ce dillerinden seçilmiş nadir eserler aras ı nda, Yu nan Dışişleri (eski) Baka­
n ı ' n ı n İngilizce olarak yayı mlanmış "Güçsüz Cumhuriyet Kıbrıs" başlıklı i n ­
celemesi de yer almaktad ı r."
Mainichi Daily News (İngilizce günlük) . B Ev LüL 197B

Ancak, büyük Japon gazeteleri, Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye


olan her ülkenin ulusal kuruluş ya da önemli anma günlerinde, o ülke­
ye özel sayfa l a r ayırmaktadır. Bu türden özel yayınlarda, petrol üreten
ü lkelerle J aponya'nın ticaret yaptığı k imi ü lkelere biraz öncelik verildi­
ği sezilmekle birlikte, kapitalist, sosyalist ve Üçüncü D ünya ( Bağlantı­
sızlar) Bloku ülkeleri a rasında genel bir denge sağlama çabası dikkati
çeker.

KUTU 83-2
ASAHİ - ŞİMBUN GAZETES İ ' N İ N SAYFA, KÖŞE VE BAŞ L I K D Ö KÜM Ü
(20 EKİM 1 978, G Ü N LÜ K BAS K I S I , 7, 5 M İ LYO N)
Sayfa Başlık ve İçerik Özeti
1 Lockheed Duruşması / G ü ney Kore, J a p on lise müdürleri n i çağırıyor
/ Öld ü rü le n kız öğrencinin katili yakala n d ı / Başyazı : "LOCKH EED" /
Kamu yönetim i n d e yen i atamalar / B u sayıd a neler var? (" İçindeki­
ler") köşesi.
2 LOCKH EED: Haber ayrıntı ları / Çin Başbaka n Yd' n ı n Ziyareti / Japon­
ya-A BD: Savu nma İşbirliği ve Ato m E n e rjisi Anlaşmaları / Kore (eski)
Başbakanı ile F U K U DA görüşmesi / FM (Radyo) PROG RAMLAR l ' n ı
geliştirme.
3 LOC K H E E D (deva m ı) / Seçim Yo lsuzluğu Davası / "Bir Şampiyon
Sporcuyla Söyleşi" köşesi / Yen i Yayınlar (ilan) .
4 U N ESCO'nun Basın - Yayın Kongresi / Yayın Dü nyası (tan ıtma köşesi
/ Ko m ü n ist Partisi d esteğiyle seçilmiş olan Kiyôto (eski) Va lisinin
Anı ları / Ev - arsa ila nları.
5 Okuyucu mektu pları / Uzman bir kişi / Siyasal Karikatür / Fıkra /
LOCKH EED : Liberal Partiye eleştiri / B as ı n ilan ları (Yoru m) / New
York'ta G rev / "Söz" Köşesi / Kitap.
6 İÇ HAB ERLER: Liberal Parti'de Seçim / S iyasal yorum / Ci rit atan po-

296
� 8-l RADYO-TV V E S l "' L\L\

1
litikacılar (seçim d e n yararlan ı p) / Fukuda' n ı n görüşmeleri / Yasa ta­
<j
sarısı / Liberal Partiye yeni cokey? / Seçim açıklaması / LOCKH EED :
Yo ru m / D iyet Başkanının Çin Ziyareti (Ko m ü nist Parti temsilci yolla­
mıyor) / Sağlık Sigortası Yönetmelikleri d eğişiyor / Meclis- H ü kümet
Haberleri / Kimler n e yapıyor-yapacak? / Kısa dış haberler / D iyet:
Görüşülen Yasalar / Konut ilanları.
7 DIŞ HAB E R LE R : Papa Seçimi / Zambia-Rodezyo Savaşı / Birman­
ya'da D u r u m / Çin B aşbakan Yard ı m cıs r'nın Hayat Öyküsü / Na m ib­
ya Sorunu / Denizaltı Füze Üssü / S u riye Lübna n'dan Çekiliyor / Do­
ğu'dan Avustu rya'ya Sığı n anlar / Çinli ler, Sanat Yapıtların ı Kiral ıyor
/ Suzan Ford Evlen iyor / Yüzük Yu m u rt layan Tavu k / Al man Bi lgi n'in
ABD İzlenim leri / Avustralya'da Bi ra Tüketimi / Moda Dergisi ilanı.
8 EKO N O M İ - İŞ : l B M'de gelişmeler / Alüminyum üretimi %60 d üşürü­
lüyo r / Borsa / H i sse senetleri tekeli / Vergi Kuru m u n u n M i n i k B ilgi­
sayarları / Şirket Haberleri / Kağıt ü reten iki şirket birleşiyor / Ha ko­
date Limanı gen işletiliyor / Yeni Çelik Fabrikası / Mağaza Satışları /
Piyasadaki Durgunluğa Çare / Konut ilanları.
9 JAPO NYA: SSCB'den Doğal Gaz Borusu Projesi / Banka Kred ile ri /
Mali gelişmeler / l<redi Piyasası n ı n Düze n lenmesi / ABD'nin TV -
Dampingine karşı önlem / Alman Bankacılık Fed erasyon u, Şi kago
Borsası / M eksika Petrolü Satın Alınaca k / Yen i Bütçe Tasarısı hazır /
Çelti k / İlanlar.
1 0- 1 1 Emlak ila n ı (tam sayfa) / H isse Senedi (Borsa) Fiyatları.
12-14 Radyo Prog. / Eğitim Kursu / TV- Prog. / Reklam ve ilanlar.
15 KÜLTÜR: Uzun ö m ürlü köylüler / Moda / Yeme k / Mektup.
16-17 Küçük ilanlar - Em lak ilanları .
18-19 SPOR: Beyzbol ve Kayak Haberleri.
20 TOKYO: Geçim Sıkı ntısı / Ucuz Konut / Toplantı / Ucuzluk.
21 Kazaları Önleme Kursu / Spor Program ı / Ücretlilerin Bir H astalığı /
Telefonlar / K ü ltür Progra m ı / Sinemala r.
22 EGİTİM - BİLİM: Kolera / Eğitim Soru n u / Lisede ne var?
23 MAH K E M E ve Polis Haberleri / Belediye'd e Yolsuzlu klar.
24 Ro man Tefrikası / Satranç Köşesi / Emlak ilanları.

84. RADYO-TV VE S İ N E MA

Kitle haberleşmesi örgütlenmesinde, TV-alıcı ları nı n topluma sunu lma­


sın da Japonya dünyanın en ileri ülkesi durumuna gelmiş. Evlerin üçte­
birinde siyah-beyaz, yüzde 98 'inde renkl i a l ıcı varmış. Al ıcılarda 1 0- 1 2
kanal var. İkisi ulusal NHK'nın genel ve eğitim yayınlarını veriyor, öte-

297
SFK IZ - JAPON D İ L İ VE J-I A l\ER l.E�MFSİ

kiler, büyük basın ve hizmet ş irketleriyle işbirliği yapan "öze l " yayın ku­
ru mları. Vericilerin sayısal dökümü Tablo 84-1 'de görülmektedir. NHK,
abonelerden yıllık hizmet ücreti alıyor; rek lam yapmıyor.

TABLO 84-1
RADYO, TV VE RÖLE İSTASYO N LAR!
Yaym Türü Ulusal (NHK) Ticari (Özel) Toplam İstasyon
Radyo (kısa) 21 2 23
Radyo (orta) 314 1 79 493
FM (Radyo) 474 7 481
TV (VH F) 1.019 478 1.497
TV (UH F) 4.711 2.941 7.652
To plam 6.439 3 . 70 7 10.146
Kaynak: FFJ 1980: 61.

TAB LO 84-2
U LUSAL (N H K) RADYO VE TV PROGRAMLAR! : ZAMAN
Yaym Türü Radyo (%) TV (%)
Haber 39,5 32,7
Eğitim 1 ,4 1 6,4
Kültür 30,4 25,6
Eğlence 28,7 25,3
Toplam %100 %100
Kaynak: FFJ 1980: 62.

NHK i stasyonlarından yarısı genel kültür, öteki yarısı ( ikinci kanalı)


eğitim ( kü ltür) yayını yapıyor. İkisi birlikte değerlendirildiğinde, NHK,
" açık bir üniversite" programı sunmaktadır, Japon halkına. Bu kitapta­
ki genel bilgilerin önemlice bir bölümü ya doğrudan NHK'den ya da
onun tanıttığı öteki kaynaklardan derlenmiştir.
NHK - TV programlarının genel ve eğitim diye ikiye bölünüp değer­
lendirilmesi yanıltıcı olabilir. Aslında her iki program, birbirini bütünle­
yen " u l usal bir kültür" programıdır. Genel kanal, yetişki n ler için yaygın
eğitim; eğitim kanalı ise çocu klar-öğrenciler için örgün eğitim yapıyor.
Bunu TV ile, bilgi, yetki ve sanatla yapıyor. Her konuda kaynağı arıyor,
en büyük, en zengin ve en güzel kaynakları buluyor. Bu kaynakları top­
luma tanıtıyor. Genel kanalda, n a l ba ntlıktan, soğuk depolama teknolo­
j isine, çeltik ekiminden solucan dışsatımına değin, en teknik tarım ko­
nuları vardır. Hem de tarım kolej inin deney alanından, laboratuvarın-

298
� 84 R A D YO-TV VF SİNE:'\!..\

dan naklen - kitaptan ya da uzman kişinin ağzmdan değil . NHK, yapı­


nız / yapmaymız türü " radyo konuşmalarından " çok, herhangi bir şeyin
nasıl yapıldığmı gösteren TV-belgesel lerine ağırlık vermektedir. Eğitim
yayınlarında Na ra'daki Daibutsu ( Büyük Buda) mu tanıtılacak ? Tarihçi
konuya, Büyük Bronz Anıt'ın yapımından, dökümünden giriyor. Yanlış­
lar, düzeltmeler, döküm hataları sonunda başarı ! İzleyici, Daihutsıı ile
birlikte, bronz dökümünü görüyor, yontu sanamı ı tan ıyor. İzleyen kişi,
Nara döneminin tarihiyle birlikte kültürünü de öğreni yor.
NHK'nın eğitim kanalmda ayrıca, a naokulundan üniversiteye uza­
nan her çeşit ve düzeydeki okullar ve öğrenci ler için özel programlar var.
Öğrencilerle birlikte öğretmen ve eğitmenlere yönelik meslek p rogramla­
rına da yer veriliyor. NHK'nın programları için Bkz. K ut u 9 3 - 1 , 94-2,
95-3 ve 9 8 - 1 .
Yavaş öğrenenlerle üstün yetenekliler de unutulmamış. Doğa bilimle­
ri, fen, sosyal bilimler ve ya bancı dil öğrenimi, bir tiyatro oyunu gibi sah­
nelenip en i leri bir teknoloj i ile sunuluyor. Amaç öğretmek değil, öğrene­
ne yardımcı olma k ! Bu yüzden, "öğrenim " (leanıing) diyorlar, "eğitim "
ve "öğretim " den çok! Yabancı dil programlarında, İngilizce, Almanca,
Fransızca ve İspanyolca gibi Batı dilleri arasında, Rusça, Çince ve Korece
gibi Asya dilleri de yer alıyor. Program lar, müzikli bir genel kültür belge­
seli ile başlayıp oyunlu skeçlerle o günün konusuna yöneliyor.
Eğitim programlarında en teknik konuların, en yalın fizik ilkeleriyle
en karmaşık yapı ve deprem sorun larının en temel matematik ve ge­
ometri i lkeleriyle açıklandığı görülür. Eğitimde ana hedef u ygulamadır.
Yaparak öğrenmedir! Genel kuramsal bilgi ancak anımsamak, a nımsat­
mak için veri l i r. Programlarda çoğunlukla bir şey yapmaya çalışan bir
grup ya da öğretmenle birlikte deney yapan bir iki öğrenci vardır. Bir
şeyler yaparlar, tartışırlar. Yanılırlar, öğrenirler, düzeltirler. İzleyen her­
kes kendine göre bir şeyler öğrenir. "Mopet " Şov'un sev i len ( yaramaz)
kuklaları bize bazen katı lır. Yavaş öğrenen çocuklar, ünlü k uklalara,
sözgelişi trafik kurallarını öğretiyorlar. Kuklalardan daha hızlı öğren­
dikleri için de kendi yavaşlıklarını u nutuyorlar. NHK'nın genel ve eği­
tim kanallarında özel "eğlence " programları yoktur. Ancak genel prog­
ramlar sanat ve müzikten, eğitim programları özellikle " oy u n " dan öyle
ustaca yararlanır ki sonunda, eğlenme, öğrenme ve dinlenme işlevleri
birleşir. Amaç da bu değil midir?
Basın ile televizyonun böylesine yaygın ve etkili old uğu bir toplum­
da sinemaya ne kalıyor yapacak ? İstatistik veriler, 1 96 0 başlarında bir
milyara yükselmiş olan yıllık s inema seyircisi sayısının 1 965'ten sonra
hızla düştüğünü, son yıllarda 1 65 milyon düzeyinde karar kıldığını gös­
teriyor. Seyircideki düşmeye paralel olarak sinema salonu sayısı da
7500'den 2500'e inmiş. Ancak, birinci vizyon film sayısında ( 5 00'ü yer-

299
�FKIZ - J ,.\ PCl:-\ DiLİ VF 1-1,.\1\FR LI-: Ş_\ IFSI

li toplam 700) anlamlı bir düşme olmadığı gibi, bilet satışı gelirlerinde
55 milyar yen'den 1 6 0 milyar yen'e doğru üç kat dolayında a rtış olmuş.
Öyleyse sinemanın -belki değişen ama- yitmeyen bir işlevi var. Sinema
endüstrisi bir yandan "Samuray " filmleriyle yakın tarihin eleştirisini su­
nuyor. Öte yandan sosyal/kültürel ve psikolojik içerikli güncel film lerle,
değişim sürecine eğiliyor. Tıpkı büyük romanların ya da romancıla rın
yaptığı gibi, toplumsal bilinçaltındaki tortulu sorunlara yöneliyor: Ünlü
yönetmen KUROSAVA Akira 'nın ( 1 9 6 0 ) böyle bir filmi Kutu 8 4 - l 'de
kısaca tanıtılmaktadır. Japon sineması sosya l/kültürel eleştiri ve sos­
yal/psikoloj ik arınması (katarsis) görevini, ölçülü, remiz bir dille, özgün
bir biçimde yapıyor. Geçmiş ya da güncel, ulusal bir sorunu alıyor.
Abartıp çarpıtmadan masaya yatırıyor. Önce şöyle evirip çevirip bir gös­
teri yor. Sonra hızla yaklaşıp " Pandora 'nm Kutusu "nu açıyor. İçinde ne
var ne yoksa, bütün iyilik ve kötülükleriyle ortaya döküyor. Bazen
"u mut" bile kalmıyor geriye sığınacak.

Kuru 84-1
"KÖTÜ LER RAHAT UYU R"*
Yönetmen KUROSAVA Akira'nın İngilizceye "The Bad S/eep Wel/" (Kötüler Ra­
h at Uyur) diye çevrilmiş 19 60 yapım ı, siyah beyaz, bir toplum eleştirisi:
Öyküde, in şaat ve m üteah h itlik h izmetlerindeki yolsuzlu k, rüşvet, tehdit, blöf,
baskı, cinayet ve intiharların perde arkası, ahlakın ahlaksızlığı, aile (iye) ilişki­
leri çerçevesinde anlatılıyor. Güçlü bir kişiden telefonla emirler a lan kötü kişi
(baba) sonunda her çıkmazdan çı kıyor. Her tehlikeden sıyrı lıyor. Ama yapayal­
n ız bir kimse, hiçbir Japon o yalnız insanın yerinde olmak istemezdi. Yönetmen
kötüyü kurtarıp kötülüğe karşı tep kiyi canlı tutuyor. Hesap soruluyor ama he­
saplaşma, seyirci nin vicdanında yapılacak. İzleyici sonunda soruyor: "Bu rol­
lerin hangisini ben oynuyorum?" d iye. Ben değilsem, "Baba kim?"
* Türkçedeki "iyiler rahat uyur" deyiminin tam tersi.

Sinema dili, an latımı, ırmağın a kışı gibidir. Konu, bel l i belirsiz bir
yerlerden doğuyor; akıyor, hızlanıyor, büyüyor, yavaşlıyor sonunda bü­
tüne ( denize ) varı p birden bitiyor. Bazen kamera da olayın içinde, hare­
ketli bir yolcudur. Çevreye yönelir. Bazen k amera, kıyı köşe bir yerde
durmuş, gelip geçen olayların gidişini izlemektedir. Çoğu kez, gerçekten
bir akarsu vardır, arka d üzlemde. Olayın, akarsuyun seçimi, kameranın
bakış açısı, olayların temposu ve sonuç tartışılabilir. Ancak, ailesi için
kendini feda eden bir kızın ya da a nnenin öyküsünde iki göz iki çeşme
ağlayan seyirciler, tam bir katarsis (arınm a ) banyosundan geçmiş gibi çı­
karlar sinemadan.

300
� 85 KONUŞ\!.-\ Tll R FN S U . I : GEIU)'I< B i R D İ YA l .O c ;

Hiroşima'daki anma törenlerinde gösterilen yarım saatlik bir tarih


belgeselinde, J apon yönetmen öylesine nesnel, duru bir anlarım gi.icüne
ulaşır ki olayları seyircisine yeniden yaşarır, sanki. Filmi gören bir ya­
bancı yolcunun yalın izlenimleri Kutu 84-2'dedir. Bir Ozanımızın Hiro­
şima İzlenim leri için Bkz. Akbal 1 97 1 .

KUTU 84-2
Y I LLAR SO N RA... H İ ROŞİMA
Bu akşam H iroşima'da
Ta rih i n başucundayım.
Bombanın yazılı öyküsünde
Ozanca yan kılar b u luyorum:

"İnan bize, Ey Ölümsüz,


Kavga - savaş son bulacak
Hiroşima'lar olmayacak!"

Yan ı k bir ses soruyor, usu lca:


"Gerçek, gerçek mi? gerçek!"
Bu a kşam Hiroşima'da doğrusu.
Biz' lere hiç i nanam ıyorum.

85. K O N U Ş M A T Ö R E N S E L İ : G E R Ç E K B İ R D İYALOG

Kirle iletişimi yaygın ve güçlüdür ama Japon dilinin en etkili olgusu, iki
k işi arasında konuşma -daha da etkil isi belki- bir grup Japon a ra s ında­
ki masa başı, tandır sohbetidir. Konuşma ve sohbet törensel bir iştir, ba­
zı törensel kurallara sıkı sıkıya bağlıdır.
1 ) Diyalog: Japon d ilinde nıonolog yok diyalog vardır. Gerçek bir
diyalog! Sessiz sakin bir köşeye oturulur konuşmak için. Konuşan dik­
katle dinlenir. Sözü kesilmez. Ancak dinleyen, dinlediğini ve konuşanla
birli kte olduğunu bildiren, sesli ama sözsüz yanıtlar verir. ( Kutu 85) İki
hanım arasındaki konuşmada: "ahg, oh/j, uğh, ve ne, nee, neeğ " benzeri
ezgili ünlemler duyulur. Biraz hayret, şaşkınlık, sürpriz, destek ve olur
anlamlarında . B u seslerin rasgele seçilmediği, karnı mın, konuşmanın gi­
dişine, i lişkinin duygusal ritmine uygun ola rak çıkarıld ığı söylenebilir.
Dinleyenler, bir koro gibi konuşanı destekler.
2 ) Erkekçe Ünlemler: Fımagata D ağı yamaçlarındaki bir konu kevi­
nin, ormanlık vadiye bakan odasın da, vadideki susam ekimini yasakla­
mış olan Dağ Tanrısı'nın yasağı çiğneyenlere karşı kızgınlığı konuşulu­
yor. Riyokan sahibes i hanımın konuya ilişkin açıklamalarını dinleyen
yol a rkadaşla rım şöyle sesler çıkarıyorlar:

301
SEKİZ - J r\l'ON D i l .I VE 1-L\ı\ERl .F.Ş:--! FSı

"Hır, hiii, haa, hi, haaa, haaaağ, ee, eee,


Uuuğ, nee, soo, desu, nee, soo desıı ı�a ? "
Türkçeleri yaklaşık şöyle olabilir:
" Yaaa yooo, yok canım, deme yah u, öyle mi
o kadar da olmaz, o da mı geld i ? Ya sonra ? "
3 ) Dinleyenin duygusal desteği: Konuşan kişi arada bir durur, din­
lenir: a, aaa, anooo, ano-nee (Ne, neydi, nasıl, dur bakayım ? ) gibisine
aranı r. Zaman kazanmaya çal ışır. Dinleyenler, kendi sesli ün lemleriyle
konuşana yardımcı olurlar. Japon dilinde konuşmanın yarıdan çok so­
ru mluluğu dinleyene düşer. D inleyen, ne kadar içten dinlediğini bel l i er­
meli, konuşanı desteklemeli ki diyal og başarıya u laşsın . Bir Japon o ka­
dar iyi dinlenir ki, bir başkası, dinleyenin yüzüne bakıp görüşülen k onu­
yu bile söyleyebilir. Buna "Aizuçi " diyorlar (Dinleyenin " hımhım " et­
mesi. Bkz. § 8 7 )

Kuru 8 5
"MAYO N EZLİ SALATA" S İ PARİŞİ
Alafranga yemek servisi yapan temizce bir lokantada, 5 0- 5 5 yaşları nda iki Ja­
pon hanım, İ ngilizce yazılmış mönüyü okuyup inceledile r. Çorba, balık ve
sebzeden oluşan tabldot istekleri n i garsona yazd ırdıktan sonra bir d e salata
h akları olduğu n u fark ettiler. Garsonu i m le çağı rd ı lar. Kon uşma şöyle geçti:
ı. Hamm : "Sumimasen, Sarada, nee?" (Bağışlayın, salata da tabldota dahil mi?)
Garson : "Hay. " (Evet)
H : "Miksu, nee?" (Karışı k salata olabilir mi?)
G : "Hay. "
H : "Dressingu, nee?" (Ya üstüne biraz sos, üstlü k?)
G : "Hay. "
H : "Mayonezu?" (Mayonez d e m ü m kü n m ü?)
G : "Hay. "
2. Hanım : "Doza!" (Lütfen)
G : "Hay, Dômo!" (Başüstüne, teşekkürlerimle, efendi m.)
ı. Hanım : "Oômo Arigatô" (Zah m etinize çok teşekkür.)
G : "Dôzo!" (Rica ederim, estağfurullah, görevim.)
Not: Karışık salata n ı n "mayonezli" olabileceği menü d e zaten yazılıyd ı. Ko­
n uşmanın bu d e n li uzaması, töre veya görgü ge reği idi.
Türkçe Özeti: "Garson evladım, bize iki karışık salata yaptır, mayonezli olsun."

4 ) Ürperen dinleyici: Bazen, dinleyici, anlatandan daha çok duygu­


lanır. Ağlar, ürperir, tüyleri diken diken o lur. B u kez, anlatan kişi kendi
söyled i k lerinin etkisinde kalabili r. Bunu a nlayan konuşmacılar, kendi el-

302
§ 86 "JAPO NC\' N I N :-- tA�TI(; ı " SOllUJ\:U

lerini kollarını, omuz başlarını sıvazlayıp, dinleyen kişiyi teselli eder ya­
tıştırmaya çalışır.
5 ) " Dinleyen bilge olsa gerek " : Japoncada "yoin, " çan sesi, titre­
şim, yankı anlamına gelir. Duyulmuş, yaşanmış olaylar da bir çan sesi
gibi, anılarda yankılanır; silinmez, unutulmaz izler bırakır. Japonluk
duygusuna göre, bir olayı yaşamak, karşılıklı olara k paylaşılan bir titre­
şim ve onu izleyen bir yankıyla gerçekleşir.
Bir sevgiliden ayrılmada, bir dosta kavuşmada, bir acıyı ya da mut­
luluğu paylaşmadaki yoin (titreşim ) , insanoğlunun duygusal belleğinde
ömrü boyunca yankılar yapar. Öyleyse insan ilişkileri ses ve titreşi mlere
açık olmalıdır. Ne var ki gerçek bir yankı için d uygu ve düşünceler tü­
müyle açıklanmamalı ki dinleyen kişi de titreşime katılsın. Bu yüzden,
açık seçik konuşmaktansa, biraz belli belirsiz ve kararsız hatta çelişkili
ve mantık dışı olmalı k i dinleyen kişi devreye girsin. ( Kleinedler 1 97 8 :
1 9 8 ) . Dinleyen kişi, çıkardığı ünlemlerle konuşanı izlediğini, onunla bir­
l ikte olduğunu belli eder. Dinleyen ne kadar çok duyarlı ve anlayışlı ise,
anlatan o kadar az açıklamak durumunda kalır. Öte yandan konuşan az
açıkladığı halde dinleyen ne denli çok a lgılarsa, o kadar çok yoin ( titre­
şim) olur. Böylesine anlayışlı bir arkadaşı olmak, a yrı bir mutluluk ne­
denidir. O da yaşanır, paylaşılır ve unutulmaz. Özetle, Japonca konuşma
törenseli, " di nleyenin söyleyenden bilge" olması ilkesine dayanır. Onun
için Japonlar az söyler daha az açıklar ama can kulağı ile dinler. Batı' da
etkili konuşmak, a nlatmak, söylev vermek bir sanattır. Japon dilinde
candan d inlemek, anlamak sanattır. Kamışına törenseli bu i lkeye daya­
nır. Bir atasözü var: "Kuçiva vazavai na moto ! " (Tüm kötülükler ağız­
dan geli r ! )

8 6 . "JAPO N CA N I N M A N T I G I " S O R U N U

İşte burada söz, Japon dilinin mantığına geliyor. B u dilin herkesçe a nla­
şılabilir bir mantığı var mı? TOYAMA Şigehiko'ya ( 1 977: 28-3 1 ) göre
kimi aydınlar Japoncanın " mantıklı" bir dil olmadığı inancını taş ırlar­
mış. TOYAMA, yaygın inancın gerekçesini, yabancı d i llerden Japonca­
ya yapılmış bazı çevirilerin anlaşılmaz oluşunda buluyor. Aydınlar, çe­
virilerin yeterli olup olmadığı üzerinde duracaklarına, kendi anadilleri­
nin mantığı üzerinde k uşkuya düşmüşler. Oysa, Türkçeye yapılan çevi­
rilerde olduğu gibi, yal nız cümledeki söz d iziminin değil, cümle ve fikir
diziminin de serbestçe değiştirilmesi gerekiyormuş. B u yapılmayınca da
Japonca çeviriler, mantık dışı (anlamsız tutarsız) metin ler o l u p çıkıyor­
muş. Ancak asıl sorun -TOYAMA'ya göre- Batı d i lleri mantığının
"doğrusal sürekli " , Japon mantığının ise " noktalı kesintil i " oluşundan
ileri geliyormuş. Batı düşüncesi hedefine doğru doğrusal bir yörünge iz-

303
S E K I Z - J,\l'ON D İ I .I VI-: 1 1 :\ llFR LF�\ I ESI

liyormuş. Japon dili ve düşü ncesi ise, konuşmacı ile dinleyen, yazarl a
okuyan a rasındaki karşılıklı titreşim ve yankıya dayandığı için, sayılı
noktalardan oluşan bir yörünge izliyor, sıçraya sıçraya yaklaşıyormuş
ereğine. Japon ! din leyicisi, okuyucusu ! bu nok ta l ı yörüngeyi kendi ka­
fasında birleştirmeye çalışırmış. TOYAMA, işte bu iletişim sürecine
"n okta mantığı" adını veriyor. Araştırmacıya göre Hint-Avrupa d i l le­
rindeki "doğrusal mantı k " yakın ve sürekl i komşuluk ilişkilerinden,
'' nokta mantığ ı " ise Japon kültürünün ada olmasın da n kaynaklanıyor­
muş. Bu kurama göre, Britanya adalarında konuşulan İngilizcenin de
" nokta l ı '' olması gerekmez mi? Oysa iyi yazılmış bir İngilizce deneme
(essay), günümüzde, Batı dillerinin en " doğru s a l " mantık örneği sayıl­
maktadır.
Kuşkusuz her dilin bir mantığı, o mantığın doğru yanlış, güzel çir­
kin, iyi körü bu lduğu önermeler vardır. Ama bu mantık, dilin kendi
mantığı değil, o dille konuşan düş ünceni n, insancıkların mantığıdır. Ja­
pon dilinin mantığı, Japon kültürünün mantığıdır. Öyleyse sorun, Japon
düşüncesinin yani kültürün sorunudur. Japon düşüncesinin Batı düşün­
cesine benzemeyen ilkeleri var mıdır? Sorun budur. (Bkz Fromm 1 977:
79-8 9 )
Batı düşü ncesi yalnız yazı gibi doğrusal değil, aynı zamanda, Aris­
ro'nun önerdiği üç biçimsel mantık ilkesi üzerine kuruludur:
l ) Özdeşlik ilkesi: Bir şey ne ise o' d u r (A, A'dır) .
2 ) Çelişmezlik ilkesi: Bir şey hem kendisi hem başkası olamaz ( A, A
- o lmayan değildir).
3) Üçüncü şıl<km olmazlığı: Bir şey ya kendisidir ya da değildir; ( A
ile A - olmayan a rasın d a ) üçüncü bir A - durumu olanak dışıdır.
Aristo'nun yukarda ki mantık i lkelerine uymayan bir D oğu ( Hint,
Çin ) mantığı vard ı r ki biçimsel mantık i l keleriyle çeliştiği için Fromın o
mant ığa "çelişik ( paradoks a l ) mantık" adını veriyor. ( 1 973 : 1 3 0, 1 977:
8 0 ) Aristo'nun biçimsel mantık önermeleri yanında, Hera k l eitos ile
Hegel'in diyalek tik mantığı da çelişik (paradol<sal) mantıktır. Çin ve
Hint düşüncesinde yaygın, Budizm ve Ta oizmde hareket noktası ve Ja­
pon düşüncesine egemen olan çelişik mantı ktır. ( Bu konuda, " Hayat,
sürekl i bir değişmedir" öncü lünden yola çıkan Budizm i lkelerine bkz.
Oysa, Aristo'nun biçimsel düşünce kuralları, " Hayat değişmeyen bir
sürekli liktir" der, gibidir. ) Çelişik mantık kısaca ve özetle şu i l kelere da­
yanı r:
1 ) O, hem o'dur, hem değildir,
2 ) O, ne bu'dur, ne de şudur,
3 ) Çelişki (zıtlık) nesnel b ir o lgu değil , düşü ncenin yanılgısıdır.
Birbiriyle çelişik görünen b u iki m antık ( düşünce ) sistemi, Tablo 8 6 -
1 ' d e karşılaştırılmaktadır.

3 04
86 "J:\ l'ONC :.\' N I N \ 1 :\ NTl(;ı·· SORUN l 1

TAB LO 86
DOGU İLE BATI D Ü Ş Ü N C E S İSTE M L E R İ N İ N KAR Ş I LAŞTI R I LMAS I :
T E M E L Ö N CÜ LLER
Klasik Batı düşüncesi: Klasik Doğu düşüncesi
"Biçimsel" (Hint-Çin ve Japon): "Çelişik "
İkilemci (d üalistik) Çoğulcu (plüralistik)
(ya A ya da A - olmayan) (H e m A, hem de A - olmayan lar)
Yerine koyucu (substitutive) To playıcı (add itive) - e kleyici
(A değilse A - olmayan) (Hem A, hem d e A - olmayanlar)
Çatışmacı (conflictual) Uzlaşmacı (co nciliato ry) - ol uşçu
(A _,. ..--- A - olmayan) (Ne A, ne de A - olmaya n : A)
Akılcı: "Düşün üyorum, varım" Duyumcu : "Biziz, öyleyse varız"
Sonuç Sonuç
Doğrusal Döngüsel A > B
Kesin ve Göreli ve I' "'

S ü rekli Kesintili C
Öyleyse ..--- Çelişki _,. Öyleyse A<C
Kaynak: Fromnı 1973, 1 979; S UZUKI Daysetsu 1 977, 1 979.

TOYAMA Ş igehiko ( 1 9 77: 3 0 ) , Japon d üşüncesinin Tablo 8 6'daki


belli başlı niteliklerini, " uyumsuzluğun estetiği " (güzelliği) başlığı a ltın­
da inceliyor ve bu güzelliği ozan BAŞ Ô 'dan seçtiği çok ünlii şu hayku ile
örnekliyor:
Furuihe ya Yaşlı gölcüğe
Kavazu tohi konm A tlayan bir kurbağa
Mizıı no oto. ve cump sesi!
Yaşlı göl, cansız doğa'nın durgunluğunu, atlayan kurbağa c anlı do­
ğa'nın devingenliğini simgeliyor. Okuyucu bu karşıtlığı kavramaya, bağ­
daştırmaya çalışırken, ku rbağa suya atlıyor. Doğal karşıtlık birden ortadan
kalktı derken, beklenmedik bir "su sesi ", "cump" der gibi. Karşıtlıklar ve
çelişkiler "cum p " diyen sevinçli, mutlu uyum la sona eriyor. Durgunluktan
harekete, oradan uyum doruğu, sonra yeni bir durgunluk. Doğrusal olma­
yan, birbirini zorunlu olarak izlemeyen olaylar adeta birbirinden, bağımsız
tek tek noktalardan oluşan uyumlu bir bütün ve -Japoncada- kusursuzluk
simgesi olan Çember! Belki de ünlü hayku'nun Türkçeleri şöyle ola bilir:
Durgun su, Su
Kurbağa: Kurbağa:
Cump Cımıp

305
SEKİZ - JAPON D İ Lİ VE HABERLEŞMESİ

R E S i M 86: ÜÇLÜ "TOMOE" Tapınak ve dergahlarda, spor ve müzik şölenlerinde rastlanan döngüsel bir
bezeme öğesi. Japon mantığının, ruhunun, aklının döngüsel ve üçlü diyalektiğini simgeliyor.

Japon dilinin d öngüsel mantığı, Uzakdoğulu çocukların oynadığı


Cankenpon (Taş-kağıt-makas) oyununda daha iyi görülür. Japon çocuk­
ları -Çinliler ve Koreliler gibi- ebeyi seçmek, " O mu bu m u ? " " Yazı mı
tura m ı ? " türünden bir i kilemi çözmek, tartışmayı karara bağlama k için
"Can-ken-pon " (Taş-kağıt-mak as ) 'a başvururlar. Sağ eller -bir iki üç­
ileri doğru atılarak üç seçenekten biri simgelenir:
1 ) Sıkılı yumruk: Taş (T)
2) Açık avuç: Kağıt ( K )
3 ) İki a ç ı k parmak: Makas ( M )
Ü ç simgeden her biri ötekilerden birine karşı güçlüdür, kazanır;
ikincisine karşı güçsüzdür, yenilir:
Kağıt taşı sarar :K>T
Taş makası k ırar :T>M
Makas kağıdı keser : M > K
Oyunun m antığı, salt bir güç ya d a güçlü bulunma d ığı ilkesine
dayanıyor. Kaza n m a k öyleyse güce değil duruma bağlı . Kazan m a k
i ç i n , öyleyse, öteki ( le r ) ' i n ne yapacağını önceden bilmeye ç a l ış m a l ı .

}
Çün k ü :
Taşa karşı kô.ğıt
Kô.ğıda karşı makas, Demek ki: Mutlak güç, güçlü yoktur!
Makasa karşı taş: kazanır.
Çocuk la r çok k üçük yaşta n başlayarak bu mantığı içlerine s indi­
rir. Sağ elle oynar, sol elin parmaklarıyla yengilerinin çetelesini tutar­
lar. Koreli çocuklar, aynı oyun u merdivende oynar; kazanan bir basa­
mak yukarı çıkarmış. "Taş-kağıt-makas " , yazı-tura, tek-çi ft gibi tek

306
§ 87 Dİ L.İN D İ NLEYENE G Ü R E BIÇİ:VILENİŞI

değerli (ya yengi ya da yen ilgi) bir şans oyunu değil, iki değerli bir ola­
sılık " hem yengi hem yeni lgi " oyunudur. Oyunu şans değil, karşısın­
dakinin ne yapacağını önceden kestiren kişi kazanır. Japon d ü ş ü ncesi ­
n i n " d u rumsal gerçekçili k " a d ı verilen niteliği dolaylı o lara k bu man­
tığa dayanır. ( § 1 0 8 ) D ü n yada, salt doğru, salt iyi ve salt güzel yoktur.
Duruma göre doğru, iyi ve güzel olanlar vardır. Japon d üşünces i n i n bu
özelliği, klasik felsefe ve fiziğin determinizm ( belirl il i k ) i lkesinden çok,
çağdaş fiziğin ve bilim felsefesinin olasılık (probabilizm) ilkesine ya­
kındır. ( HIZIR 1 97 6 ) Başka bir deyişle, klasik Batı düşü nces ine göre
mantık d ışı gibi d u ran Japon düşüncesi, b i l im i n , evrimi n ve değişme­
nin olasılık mantığına sanki daha yakın ve yatkınmış gibi görülebil­
mektedir. ':- Tabım sözcüğü, olası (mu htemel ) demektir. Dediğim d oğ­
rudur, anlamında değil de, " Sanırım, çoğunluk böyle düşünüyor" an­
l am ı nda kullanılır.

87. D İ L İ N D İ N L EY E N E G Ö R E B İ Ç İ M L E N İ Ş İ

Özetle, Japon dilinin, konuşan kişiye, kişinin yaşına, cinsiyetine, bölge


ve lehçesine, konuya, konuşmanın yer ve zamanına göre değişebilen
özellikler gösterdiği gerçektir.
Japon dilinin, yukarda sayılanlarla eklem lenecek bir özelliği de
"dinleyen-kişiye-göre " biçim almasıdır. H int-Avrupa d illerinde, konu­
şan kişi merkezdedir, dili dinleyenlere karşı bir araç gibi kullanır, iyi ya
da kötü . Konuşan belirler, yönlendirir konuşmayı. Ö nce " ben " sonra
" ötekiler" vardır. " Ben " , ötekilere seslenir. "Japoncada bunun tersi daha
geçerlidir" diyor, SUZUKİ Takao ( 1 977: 27) D i n leyen kişinin konuşana
önceliği varmış. Konuşan kişi önce ötekini belli bir yere yerleştiri r, -gö­
zünden yukarıya aşağıya, aynı düzeye, yakına uzağa- sonra başlarmış
konuşmaya . D inleyen kişinin, büyük küçük, eş dost, arkadaş meslektaş
olması etkiliyor, değiştiriyormuş konuşma dilini.
Japonların tanımadıkları -bir yere yerleştiremedikleri- kişilerle k o­
nuşmakta güçlük çekmeleri bundan i leri geliyormuş. Japon insanı, öte­
kinin yerini belirleyemeyince kendi dilini de belirleyemiyor. Bu yüzden,
tanışan tanıştırılan iki Japon ilk iş olarak birbirlerine kimlik kartlarını
(Meişi) veriyorlar. Yerler karşılıklı bilinince kon uşma başlıyor. Japon di­
linin bu özelliği, geleneksel ve sınıfsal toplum yapısının bir kalıntısı (tor­
tusu) ve o yapıya bağlı Japon görgüsünün bir gereğidir. ( Kutu 8 7) İkili
görüşmelerde, d iyalogu dinleyen yönetir. Dinleyen ilgisini yitirdiğini bel­
li edince konuşma da sona erer.

Fiil ve s ı fatların, şimdi (geniş), geçmiş ve o lası zamanlar için kul lanılması bu yargıyı
destekler. ( Blciler 1 98 0 : 60, 6 5 )

307
SEKİZ - J A l'O:\ llll.I VE 1-1:\BIJlLEŞ \ ! E S I

K uru 87
D İ N LEY E N İ N ÖNCE LİGİ VE ÜSTÜ N LÜ G Ü : AİZUÇİ
To kyo'nun Yamanote ireninde orta yaşlı iki h anım yolcu. Yan yana oturmuş
ko n uşuyorlar. Daha doğrusu birisi anlatıyor sürekli, öteki dinliyor sessizce,
can ku lağı ile. Konuşm ayı d uymuyoru m ama d i n leyeni görüyorum . Yüzü göz­
leri, d udakları ve tüm m i m i kleriyle izliyo r ve sürekli yanıt veriyor. Sanki sah­
nede mim yapıyor. Di n lediği her söze ayna tutuyor, yoin (§ 8 5 - 5 ) titreşim ya­
pıyor. Şu yanıtlar okun uyor yankılarda:

Evet tabii, kuşkusuz, eh, iyi, ya, öyle mi, nasıl bilmiyord u m , yok ca­
nım, ne zaman, vah vah, bitti mi, ah bu daha iyi, bilmiyord u m , affe­
dersiniz, evet, sevindim, ilk fı rsatta, geçmiş olsun, kutlu o ls u n ...
şimdilik, izninizle ... vb. vb.

Bir yabancı olarak sözsüz yanıtlar (yan kı ları) böyle okudum. B i r Japon
belki konuyu b i le okuyabilirdi - d i nleyenin yüzünde.

Peki ya bir dinleyen olmazsa karşısında, ya da yabancı bir grup var­


sa, Japon ne yapar ? Kural olarak, Japon rahat kon uşamaz, mikrofon ya
da kamera önünde tek başına monolog yapamaz, demeç veremez, nutuk
çekemez. Bu yüzden, radyo ve televizyon demeçleri, s iyasal konuşmalar,
çoğu zaman soru soran iki röportajcıyla söyleşi ( " bir konu bir konuk " )
biçiminde alınır, o biçimde sunulur halka. Geniş kitlenin görülür y a da
duyulur tepkisinden yoksun yapılan tek yönl ü konuşmalarda, politika­
cıla rın çocuklar gi bi çekingen, sıkı lgan ve hatta biraz lwygılı ve gergin
oldukları sezinlenir.
Aynı güçlük ve kaygı, Japon diploma rla rın karı l dığı ul uslararası
toplantılarda görülüyormuş. Emekli diplomat KAVASAKİ ( 1 976 ) , bu
durumu Japonlar için doğrusu iyi yak ıştırılmış üç k urall a açıklıyor:
" Başarı için, otur, dinle ve gülümse ! " Gerçekten de tek yönlü k onuş­
maktan tedi rgin olan çoğu Japonlar, sessiz oturu şları, sürekli gülen
yüzleriyle dikkati çekerler, şirin bile görü n ürler. Bu davranışta, belk i bir
ölçüde, yabancı dilleri rahat konuşamamanın etkisi, payı vardır. Küçük
düşmemek için az konuşurlar. Ancak, ya bancı dilleri çok iyi bilenler de
az konuşur. Bunu nasıl açıklamal ı ? Sorun, konuşmacı sorunu değil,
dinleyicinin ö nceliği sorunudur. Bil imsel seminerlerde, meslektaşlarının
önünde yorulup sıkılmadan saatlerce konuşabilen Japonlar vardır. D in­
leyenlerin Japon olması, konuşan kişiye görülen-duyulan tepkiler ver­
mesi, diyalogun psikoloj ik havasını olumlu yönde etkilemektedir. Ö zet­
le Japon d i l i karşılıklı konuşma dilidir. Söylev veya demeç vermeye pek
el verişli değildir.

308
\j 88 D .W R ANIŞl. A IU N VF S i :>. I G E l . J-: R I N Dl l .1

88. DAVRAN I Ş LA R I N V E S İ M G E L E R i N D İ L İ

D i l olayın ı, sadece yazılan, söylenen ve dinlenenlere indirgemek kolay


değil. Doğru da deği l ! Bir toplumdaki tüm davranı şların ve simgelerin
bir anlamı, değeri, dili vardır. Çoğu zaman bunlar, yazılıp-okunan ve
konuşulup dinlenen diller kadar önemli olabi l ir.
Töresel bir konuşma, yere diz çökerek y;:ı d;:ı masaya oturara k yapı ­
lır. Japonlar, " ayak üstü " konuşmaya zorlandıklarında tedirgin olur, bu­
n u belli ederler. Arka arkaya gülümseyerek, eğilip selam vererek, adını
adım geriye, yana doğru çekilerek, " ayak üstü " konuşmayı kısa kesme­
ye çalışırl ar. Bu davranış sokakta yapılırsa " şimdi acelem var, sonra sür­
düreli m " ;:ınlamına gel i r.
Bir yabancının kendilerine bir şey sormak, danışmak için yaklaştığı­
nı sezen kimi Japonlar, tek bir el kol hareketiyle, bu konuşmayı başlama­
dan bitirebilir. Bir sineği kovalarmış gibi sağ elin baş yüz önünde bir iki
kez sağa sola doğru hareket ettirilmesi, kesin bir yanıttır. " D ilinizi bilmi­
yorum. Sormayın , hiç yorulmayın, yanıt a la mazsın ız. " Ya bancı kişi, bu
yanıtı an layıp durursa, hafif bir gül ümseme i l e ka rş ı l aş ı r ve ödüllendiri­
lir. "Teşekkür ederim, bil meyince nasıl konuşayım? Bağışlayın . " Yabancı
bir dili konuşmayanlar bazen istenen bilgiyi kendi avuçla rının içine p ar­
malda yazarak da verebi l i rl er. Tıpkı bir sözcüğü, kavramı anımsamaya
çalışırken elleri ve parmaklarıyla yazıp anlattıkları gib i .
S a ğ k o l v e el ileri doğru uzatılmış d urumda, beden belden eğik,
yüzde mahcu pluk bel irten hafi f tebess ümle, birisi n i n önünde d urmak,
yanından yakının dan hızlı küçük adımlarla geçmek, özür dilemek a nla­
m ın a gelir. " Bağışlayın, rahatsız ettim, ediyorum, edeceğim. Hoşgörü­
n üze sığınırı m " Bu duru mda, sol elin bir satırla keser gibi sağ bileğin
üstüne i ndiri l i p k a l dı rı l ması, ç o k sa ygı l ı bir özür dilemedir: "Hemen
bitirdim, bitiriyorum, siz bana aldırmayın, l ütfen devam edin, beni ba­
ğışlayın. "
Görülecek simgeler de davranış dili kadar zengin, çeşitli ve etki lidir.
Japon k ültürünün Sansıti ( dağ+su) manzara l a rı yanında en yaygın uy­
garlık ve ki.ilti.ir s imgesi , o güzel manzarayı bütünlemeye çalışan Torii ve
"Sorin" (ya da "Roban " ) adı verilen dini ( barış) si mgelerdir.
Denebilir ki bu simgeleri içermeyen her m anzara eksikti r. Başlangıç­
ta belki bir ku ts a l zi yare t yeri n i , yatırı, türbeyi, ata mezarını ve Budist
tapınağın yerini, giriş kapısını belirlemek için k u l l a nılan bu tür öğeler,
bugün çok daha serbestçe, u l usal bir simge o larak k u llanılıyor: Bir par­
kın girişinde, orman yolunun başında, bir korulukta, bir çeltik tarlası­
nın başında! Torii ve Soriıı simgelerinin k ü l tü rel anlamı şöyle yorumla­
nabilir: " Buradaki varlığı, güzelliği, emeği kutsal sayan, ona inanan, gü­
venen, on u koru yan insa n lar var. Bu yer yurt, dağ su, orman, k or u , ağaç

309
SEKİZ - JAPON D İ Lİ VE 1-I A llERLEŞMESI

ve topraklar sahipsiz değildir. Burası bizi m, hepimizin ortak malımızdır.


Burası sizindir. Onu koruyu n ! "

Kuru 88-1
R E N KLE R İ N D İ Lİ (G Ü N LÜ K YAŞAM VE GRAFİ K L E R D E)
Siyah Kırmızı Mavi Yeşil Sarı
Resm i Çin Gök Dağ D i kkat:
Devlet Ta rih Deniz-su Orman Teh like!
Çağrı Kültür Bilim Manzara Yaya geçidi
Töre (sel) Sanat Teknik Tarım Ana-çocuğu
Tören (sel) Yaşlı, eski Serüven D oğa Yavaş
Matem Değerli Gelişme Rahatlık Anaokulu
İş-ilişkisi Kız, kad ı n Gelecek, K ı ş Tatil, Yaz S ı n ı r, Güz
Önemli Hayat Erkek Tu rizm Trafik
Renk Bileşimleri:
Kırmızı üstüne altın sarısı: Çin uygarlığı, resmi / ciddi, kültür.
Turuncu: B u d izm, B u dist tapı nak.
Mor-eflatun-leylak: Japonya, Japon t ü resi, soylu luk, zarafet.
Kırmızı-mavi-yeşil kuleler: Seks (cinsiyet), aşkevi.
Beyaz: Yüce tören, u m ut, yoin (ya n kı), B kz Şekil 88.

ŞEKİL 88: B i r Sigorta kuruluşun u n


reklam simgesi: Mavi gökle, kırm ızı
toprak a rası nda beyaz umut ve güve n ce ...
(Parti değil).

Bu tür s imgeler, bazı yer ve durumlarda -zamanlarda- bazı özgür­


l üklerin sınırlanabileceğini de gösterebilir. Ö lçülü, temiz ve sessiz olma­
yı, doğaya dikkatli ve başkalarına saygılı olmayı gerektirebil i r. Japon
görgüs ü ve geleneği olumsuz bir anımsatma yapmaktansa olumlu bir
çağrışımı yeğ tutar. Aslında bel l i bir yerde ş u tür işleri yapmak " yasak­
tır" demektense, " şu türden davranışlar uygundur" demek, aynı anla­
ma geli r. Torii ve Sarin, ne tür davran ışların uygun olacağın ı a nımsatan
güzel (olumlu) simgelerdir. Kısaca : Barış, birlik, saygı ve güzel l i k sim­
geleridir.

310
§ 88 DAVRANIŞLARIN VE Sİ\!GELERİN DİLi

Kuru 88-2
ÜÇ G Ü LMECE Ö R N EG İ
• "Tembeller Tekkesi"
B i r dern e k kursak m ı ?
Boş ver!
N eye yarar?
Yah u , üşenm e d e n söylediklerimize bak hele.
"Karakuçi Tohosaku" 1 7 62.
• "Yiğit Savaşçı ' n ı n Karısı"
Kazı na "kış" d e m e kten korkan bir Samuray gece tuvalete kalkmış, karısı
elinde fen erle kapıda bekliyor. Sam u ray sesle n miş:
Korkmuyors u n , değil mi?
- Yo, hayır h iç!
- Aferin , yiğit savaşçı karısı dediğin senin gibi yürekli olmalı.
"Karakuçi Taiheiraku" 1 7 6 3 .

• En Beğendik/eri Türk Nüktesi


Sake sofrasında, d ışı nda, Japon lara pek çok fı kra anlatt ı m . Tü rkçed e n ya
d a Batı'dan uyarlayarak. B i risi beğenip gülünce çoğu kat ılıp güldü. Fakat
aşağıdaki fıkrayı, n erede kime a nlatt ı m sa h e me n beğe n i p gülmüşlerd i r:
"Soru : Türkler Japonları severler m i?
Cevap : Seven l e r de vardı r, sevmeyenler d e .
Soru : Sevmeyenler m i? N e yaptık ki o n lara?
Cevap : Yaptığı n ızdan değil de yapmadığınızd a n : On ları Japonya'ya d avet
etmediğiniz için size kızıyorlar!"

Japon kültürü, görsel simgeleri çoğu zaman renklerle pekiştirerek


kullanır. Çoğu Torii'ler al k ırmızıya boyan m ıştır - en güzelleri cilasız
a hşap o lsa da. Sarin İse ya altın yaldız ya d a yontma taştır. Renk,
ken d i başına, s imgesel bir boyuttur. Kuşkusuz her toplumda o lduğu
gibi Japon k ültüründe de renk lerin kendine özgü bir d i l i vardır. Gün­
lük hayattaki ve grafik sanatlardaki renk d i l i , Kutu 8 8 - l 'de özetlen­
miştir.
Yazılı, sözlü ve renkli simgeler arasında s igara paketlerindeki ge­
nellikle İ ngilizce yazı l m ış adlar u lusal bir melankoliyi simgeler nitelik­
tedir:
Hi-lite : Yükseklerden vuran ışık,
Seven Stars : Yed i [şans] yıldız [ı],

Peace : Barış,
Hope : Umut vb. gibi.

311
S E K İ Z - .JAl'00! D l l . I VE l l ı\ BE R l .J·: � :-. ı r s ı

" Umut" sigarasın ın, filtreli-filtresiz, uzun ve kısa türleri var. Kısa
boylu sigara lar, halk ağzında umudun tüken mesi, azlığı anlamında,
nükte konusu olmaktadır: " Haydi birer ' kısa-umut' tüttürelim mi ? "
" Kısa umut" içmek - Japonlar d a tıpkı bizim gibi çiğnemedikleri, yut­
madıkları şeyleri ya " içer"ler ya da çekerler - "efkar dağıtmak " , dert­
leşmek anlamlarına gelir.
Japon gül mecesi de kimi bilginler ve araştırmacılar arasında uzun
tartışma konusu olmuştur. Her şeyi ve değeri b u kadar ciddiye alan bir
halkın "gülmece duygusu" olmadığı sanılmıştır. Ne yazık k i yeterince
incelenmemiş. Oysa Japon dilinin zengin bir gülmece ( mizah) geleneği
var. Bu konuda, yabancı dillerdeki bilinen kaynak, Norbert N . KANE­
KO'nun ( 1 95 9 ) " Eski Gülmeceler" derlemesidir.
KANEK O ' n u n ( 1 95 9 : 5 9 ) kısa s u n uş yazısında belirttiği gibi, " İn­
san olmak, biraz güldürüp biraz da gülmeyi bilmektir. " İşte ta m bu
anlamda J aponcan ı n zengin bir yazın hazinesi var; a raştırmacıyı bekli­
yor. XVIII. yy'dan seçilmiş iki kısa gülmece örneği Kutu 8 8 -2'de veril­
m iştir.

89. K Ü LT Ü R KAVRAM I N I N S İ M G E S E L A N LA M I

Japonlar Batı'nın " kü ltür" kavramına " Bunka " diyorlar. Bu kavramı, ki­
tabın kapağındaki gibi Çinceden alınmış kanci simgeleriyle yazıyorlar.
Kültür: B unka: X 4t
Bu simgelerin açıklaması, k ültür kavramı nın , Japon dilindeki yeri,
anlamı ve değeri ile Kanci'nin geleneksel gücü konusunda iyi bir fi kir
verebilir. ( Bkz. Kutu 8 0-2)
Bun: Bilgi, öğreti, k itap, yazın, beceri, eğitim, yetenek, bunları n ha­
zinesi, öğrenilmesi, öğretilmesi, geliştirilmesi, değerlendiri lmesi,
Ka: Ayaktaki k işinin çöküp oturması, önemli, törensel bir işe başla­
ması, atılıp girişmesi,
B ım-ka: Bilgi ve beceri edinmeye başlamak, öğrenme süreci, bilgi­
becerinin oturup yerleşmesi, ciddiye a l ın ması, değişti rilip gelişti rilmesi,
yeniden ele alınması.
Özetle, l<.ültür ve sanat işleri, otura rak ( tören le) yapılan, oturaklı,
önemli işlerdir. Kültür olupbitmiş, durağan bir varlık alanı değildir. Kül­
tür, yapılan, yaşanılan, sürekli olarak yeniden yaratılan, canlı, dinamik
bir süreçtir.
Japon insanı, bu yapayalnız fakat d uygulu dilin sağladığı kültür or­
tamında o dille eğitilir. Japon dili konusunda yapılmış ifgi çekici araştır­
malar var. TSUNODA Tadanobu ( 1 9 7 8 : 3-7), yürüttüğü deneysel çalış­
malar sonunda, Japonca konuşmal a rda çok sık duyulan " ü nlü ler" soru­
nuna ışık tutmuş; dili bilmeyenlerin " duygusal tepki " , "hım hım" diye

312
89 K ( H T U R K W R ı\ \ 1 1 :--.J IN Sl. \ IGFSFI. ı\ N ı A\1 1

yorumladığı bazı seslerin, anlamlı cümle parçaları ola bileceğine işaret


etmişti r. Örnekler:
Ünlü Sesler Tü rkçe Anlamları:
Ue o oi Açlığa üzülen,
Oi o ooi Yaşını gizleyen,
aıueo Aşka susamış,
az o ou Aşk peşinde koşan, gi bi.
TSUNODA, ayrıca, bu ünlü seslerin, O kyan usya'nın ada k ültü rle­
rinde ve Japonya'da yetişmiş kimselerce, beynin sol yarısında duyu ldu­
ğunu saptamış. Araştırmacıya göre, Batılılar bu tür ünlüleri beynin sağ
yarısında duyuyorlarmış. Farkın nedeni bilinemiyor.

313
9
EG İTİM S Ü R ECİ
O K U LLA R : Ö N C E S İ V E S O N RAS i

• EG İTİM KAVRAM !: İLKELERLE SLOGANLAR


• O K U LÖNC E Sİ: B E B E K BAKi M i
• O K U L SİST E M İ : ÇEŞİTLİ LİKTEN B İ R Lİ G E
• ANAO K U LLAR I : OYU N V E M ÜZİKLE EGİTİM
• ZO R U N LU Ö G R ETİM: İ LK VE O RTAO KU LLAR
• LİSELER: "SI NAV CEH E N N EM İ " N E DOG RU
• Y Ü K S E KÖG R E N İ M : G İRE N KAZAN IYOR
• ÖZEL Ö G R ETİM VE EGİTİM SORU N LAR!
• YAYG I N Ö G R E N İ M : OKEİKOGOTO
• U LU SAL ETNOLOJ İ M ÜZESİ
Va o motte tôtoşi to nasu
Dirlik-d üzenlik olsun tek rehberin

- ŞôTO K U TAi Ş İ , VI. YY


9 0 . E G İ T İ M KAV RAM ! : İ L K E L E R L E S LOGAN LAR

Japonlar eğitimi bilerek yapıyorlar. İnsan yavrusunun eğitilebilir bir var­


lık olduğunu, özellikle bebeklik döneminin kişiliği belirleyici önemini
çok önceden görmüş, kavramışlar. Çocuk bakımını ve eğitim sürecini
saygın bir sanat dalı haline getirmişler. Japon insanının eğitimle kazan­
dığı kişilik, davran ış özellikleri ve dünya görüşü eleştirilip övülebilir ya
da yerilebilir. Ancak Japon toplumunun eğitim alanındaki deneyimi,
gizil gücü, başarı s ı tartışılmayacak kadar büyüktür.
Japon külti.i rünii çok seven ve bel ki de bundan dolayı düş k ırıklığı­
na uğrayan İngiliz ozanı Kirkup ( 1 97 1 : 75- 8 7 ) , "Japonya'da eğitim ya­
pılmadığın dan" acı acı yakınmıştır. B u yargıda karşılıksız aşktan doğan
duygusal bir tepk i saklıdır. Aslında ozanın eleştirisi Japonların eğitimi
ne denli iyi ya ptığını göstermektedir. Batılı ül keler bağımsız bir toplu­
mun özgür insanını yetiştirmeyi amaçla rken; Japonlar büyük bir aile
topluluğunun birbirine bağımlı üyelerini eğitirler. Temel ayrılık buradan
başlar. (DOİ 1 97 6 )
Japon eğitim düşüncesinin köklü b i r geleneği var. Birliğin k u rucu
babalarından sayılan Prens Ş ÔTOKU Taişi'nin VI. yy'dan kalma ünlü
özdeyişi siyasi bir vasiyet niteliğinde olup eğitimle i lgilidir:
Va o motte tôtoşi to nasu!
Bu söz, "Dirlik-düzenlikten şaşma ! " ya da " İlk ve son rehberin d ir­
lik-düzenlik olsun ! " biçiminde Türkçeleştirilebilir. Deyimdeki " Va "
( a henk, uyum, birl i k ) dirl i k-düzenl i k ti r. Va' ela n türetilmiş ola n ve Japon
ruhu, Japonluk bilinci a n lamına gelen Vakon sözcüğü, günüm üze değin
yaşamış, eğitim-öğretim s ürecinin değişmez yüklemi olmuştur. Yak ı n za­
manlara değin okul dersl ik lerinde bir ua simgesi bulunurmuş. B i reyler,
aileler, topluluklar arasındaki dirlik, parça larla bütün arasındaki düzen,
kuşkusuz hep eğitimle sağlanmış ama nasıl bir eğitim? Bu bölümde ele
a lınacak sorun budur.

317
DOKUZ - J:(;lTL\1 .� (llU:U

Japon d üşüncesindeki egıtıın ve ogrenim, zaman ve yer olarak,


okulla sınırlı, çakışık ve özdeş değildir. Japon atasözleri, okulöncesinde­
ki, okul dışındaki ve sonrasındaki yaygın eğitimin önemini vurgular. Ör­
nekler:
• " Uçu yori sodaçi. "
(Soya çekimden önce eğitim. )
• " Oya-no nana hikari. "
(Ana-babanın [kötü l izleri asla silinmez.)
• "Kauaii koni ua tabi o saseyo! "
( Seviyorsan çocuğunu, bırak gezsin-görsün ! tanısın ! dünyayı ! )
B u tür ö rnekler istendiğince çoğaltılabilir ama bunlar okul eğitimi­
nin önemini a za ltmaz. Okula i lişkin anlamlı sözler de vardır. "Tapınağa
yakın oturan duayı çabuk, kolay öğrenir" derler.
Japon düşüncesindeki "oku l '' , yaygın eğitimin bir parçası ve evresi­
dir. Ama eğitim, okulla başlamadığı gibi okulla bitmez de! Geçen yüzyı­
lın ortalarında -Meici'den önce- her sınıftan halk çocuklarına o k ı11n a ­
yazma ve a ri tmetik öğreten 50 bini aşkın okul varmış. Meici Devrimi'ni
(işin) yapan aydınlar ve l iderler kadrosu '' Terakoya " adı verilen o gele­
neksel okullardan yetişmiş. (Güvenç 1 9 90: 3 . Bölüm) Ancak, devrimci
aydınların okuma-yazma i le yetinmediği, son Tokugaua k uşağının orta­
ya attığı şu s loganda görülüyor:
" Hııkoku kiyohei! " (Varlıklı ü lke, güçlü ülke)
Günümüzün barışçı dünya görüşüyle uzlaşmayacak kadar milliyetçi
ve askerce bir sözdür ama sömürgeleşmekten koru m uştur Japonya 'yı.
Aynı k uşaktan Meici liderlerinin " Batı'ya yetişelim" sloganı, Atatürk'ün
" Çağdaş uygarlık düzeyine yetişmek " ilkesiyle eş a nlamlıdır. Meici d öne­
mi boyunca duyulan, yazılan:
"Japon Ruhu Batı Teknoloj isi "
" Batı Uygarlığı Japon Eğitimi"
Sloganları da Japon eği tim düşüncesinin okulla sınırlı olmadığını göster­
mekted ir. Benzer d ü ş ünceler, Eği tim M i l l i K o m is y o n u r a p o r u y l a
1 9 60'larda Türkiye'ye de girmiş, ne yazık ki iyi a nlaşılamamıştır. ( EMK
1 96 1 ) Gerçi Japonlar da -bizim gibi- önce Fransız sonra ABD eğitim
sistemlerini alıp uyarlamışlar; ama kendi ruhlarını, dirlik ve düzenlerini
korumayı bilmiş, onu yaşatmışlardır. B u arada Japonlar, dünyadaki en
hızlı en yaygın okullaşma sürecini de gerçekleştirmişlerdir. Okullaşma
düzeyi Tablo 90- l 'de, temel ve ortaöğretim için gerekli mali desteğe ka­
tılma payları Tablo 90-2'de görülmektedir.

318
§ �O E(;iTİ ,\ I KAVRAMI: İLKELERLE 5LOGANLAR

TAB LO 90-1
JAPONYA'DA OKU LLAŞMA O RAN I : 1 978
Okul Düzeyi Yüzde (%) Binde (% 0)
Ana (yuva) 40, 5 405
Zorunl u (ilk + o rta) 99, 5 995
Lise 91,6 916
Yüksek 33 ,4 334
Kaynak: FA}, 05501, 1979: 4.

TABLO 90-2
YÖ N ET İ M İ N EGİTİM G İ D ERLE RİN E KATI LMA PAYLAR I : 1 978
Yönetim Düzeyleri İlk (%) Orta (%) Lise (%)
Merkezi 36 37 2
İl-özel 35 37 90
Yerel (Belediye) 29 26 8
Toplam 1 00 100 1 00
Kaynak: Japonya'da Eğitim: 2 · Ank : }BE, 1 9 79: 25.

Japonlar okullaşmadaki yüksek başarıları yan ı nda, okulöncesinin,


okuldışının ve okulsonrasının da önemin i toplumca çok iyi kavramış gö­
rünüyorlar. Japon eğitimi başarılı olmuş, çünkü okuldan ne istedi klerini
ne beklediklerini çok iyi bilmişler. Kuşkusuz okul da kendisinden bekle­
neni vermeye çalışmış. Bugünkü eğitim sistemi , toplumun sürekli değişen
insangücü istemlerini karşılayan yapısal bir gelişme süreci içinde bulunu­
yor. Okulların geliştirilmesi, kuşaktan kuşağa a nımsanıp girişilen sıçra­
ma denemesi olmaktan çıkmış, eğitimin ayrılmaz bir parçası hatta zorun­
lu koşulu olmuş. Eğitim reformundan söz açılınca "Hangisi ? " d iyorlar:
"Yapılmış olan mı, şimdi yapılmakta olan mı, yoksa yakında başlanacak
olan mı ? " Ulusal ekonomideki gel işme hızının 1 980'lerde yarı yarıya dü­
şeceğini dikkate alan plancılar yepyeni bir " reform " tasarısı hazırlamış­
lar. ( TJT, 23 Haziran 1 97 8 ) Bu plana göre:
• Zorunlu dersler azaltılıp seçmel i dersler artırılıyor,

• Matematik ve yabancı dilde başarı gösteremeyenler mesleki eği-

tim programlarına yöneltiliyor,


• Hafta l ı k ders yükü 3 4 saatten 3 0 saate indiriliyor,

• Lise mezuniyeti için gerek l i kredi sayısı 8 5'ten 80'e düşürülüyor,

• Beden eğitimi, sağlık ve sanat eğitimi saatleri artırılıyormuş.

" Solcu " olarak nitelenen Ulusal Öğretmenler Birliği ( örgütü) , yukarda
ana çizgileriyle özetlenen reforma karşı çıkıyor; reformu n eğitim standardı­
nı düşüreceğini savunuyormuş. Öğretmenlerin tepkisi kamuoyunda olağan

319
DOKUZ - F(;ITİ \ I SURECİ

karşılanıyor. Kon uya ilişkin tartışmalarda, kimsenin ötekini " vatan haini "
diye suçlamasına rastlanmıyor. Oysa Meici döneminin ulusçu, biraz da as­
keri ( 1 8 8 6 ) eğitim ilkelerine dönü lmesini öneren Eğitim Bakanı SANA­
DA'nın en liberal (tutucu) basında bile eleştirildiği görülüyor. Eğitim, öğre­
nim ve kültür konuları, ekonomiden hemen sonra, günlük basının ve u lu­
sal bilincin i kinci en önemli sorunu. (Bkz. Asahi Şimlmn, Kutu 83-3)
Ja ponl u k bil inci politik bir baskı, öğreti ya da disiplin l e değil de Ja­
pon insanının temel kişilik yapısıyla sağla nı yor. Barış ve dirlik, temeli
okulöncesi dönemde atılan " topl umsal kişilik" temeli ü zerinde yükseli­
yor. K ısaca " tatami kişiliği " adı verilen bu yapının oluşumu , gelişmesi
ve nitelikleri, bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alın m a k tadır. (§ §
1 00- 1 04) Ancak okul sistem ine ve sistemin öğelerine geçmeden önce,
oku löncesi dönemine bakmak, Japon çocuğunu ve öğrencisini tanımak
yönünden yararlı olabilir. Doğrudan ilkokula başlayanlar da 1 -3 yıllık
anaokulundan geçip gelenler de yararlı ve etkili bir okulöncesi deneyi­
miyle okula hazırlanmaktadı r.

9 1 . O K U L Ö N C E S İ : B E B E K BA K i M i

Bir yaşına basmamış bebeklerde saptanan ölüm oranları, d ünya sağlık


örgütlerince, k ültürel gelişme düzeyinin ve toplum sağlığının en güven i l ir
ölçütlerinden biri sayılma ktadır. Bebek ö l ü mü ne kadar düşükse toplum
o denli gelişmiş dernektir. Dünyadaki e n düşük ( binde 1 0 ) bebek ölümü
oranıyla Japonya, İsveç'in de önündedir. O İsveç ki dünyadaki u lusal
sağlık örgütlerinin u laşmak istediği en üst düzeyi, son hedefi temsil et­
mektedir. Japon çocukları, istatistiklere göre d üzen li ve sağl ıklı; katılma­
cı gözlemcilere göreyse mutlu bir bebeklik evresi geçiriyor. Bebekleri n ge­
nel beslenme ve beden gelişmesi düzeyi, belki zengin Batı ü l kelerindeki
kadar yüksek değil; ama kişilik gelişmesi ve zeka yaşı bakımından Japon
çocukları K uzey Amerikalı akranlarından da önde görünüyormuş. Uz­
man a raştırmacılar, beklenmeyen bu sonucu, Japonların geleneksel bebek
bakımı yöntemine bağlıyorlar. Batılı bebekler, daha ilk ayın ı doldur ma­
dan, anneden ayrılmakta, saatli dakikalı, gramlı vitaminli, sıkı bir bakım
programına sokulmaktadır. İngi l izcede ( " on schedule ) tarifeli denilen
"

bu yönteme göre, be beğin u y k u s u , m a ması ve tem i z l iği saate ve


programa bağlanmaktadır. Japon bebekleri ise, anneden hiç ayrılmadan
ve her türlü istemleri karşı lanarak bakılma ktadır. İngilizcede ("on de­
mand ") istek üzerine deni len bu ikinci yöntem, birinciden değişik bir ki­
şilik gel işmesine yol açıyor. Bebeğin kendi isteklerine göre bakılması, ağ­
ladıkça meme verilmesi, her mızıldandıkça kucağa alınıp avutulması, ya­
tıştırılması a nlamına gelmiyor. Belki de tam tersi ne, isteme göre bakım
bebeğin ağlamadan, ağlatılmadan bakılmasını ve çevresine bağımlı k ı lın-

320
§ 9 l O KULÖNCESİ: llEilEK BAKiMi

masını amaçlıyor. Öyle k i ağlayan bebeğe mama (meme) verilmediği gibi


ceza da verilebilir. Özellikle tuvalet eğitiminde sert cezalar olduğu söylen­
miştir. Bu yöntem bebeği, istem ve itkilerinde ölçülü olmaya, saldırganca
güdü ve eğilimlerini bastırmaya zorluyor; kişilik gelişmesini bu yönde et­
kileyip koşulluyor. Genel k ural olarak isteyip ağlayan değil de ağlama­
dan isteyen, sabırla bekleyen bebek ödüllendiriliyor.
Japon çocuğu, kalori, uitamin ve protein ölçüleriyle belki ( Batılı ço­
cuklardan) daha az k alori alıyor ama çok daha yüksek dozda sevgi, ilgi
ve kabul görüyor; s ürekli ve tükenmez bir h oşgörüyle bakılıp tam bir gü­
ven d uygusu içinde büyütülüyor. D oğal olarak, oyunun kurallarına uy­
d uğu sürece! Güven ve m utluluk d uygusu hala ve büyük ölçüde " Onbu "
denilen taşıma yöntemiyle yani bebeğin sırtta taşınmasıyla ve günlük
toplu aile banyosuyla yaratılıyor. Yal n ız ana değil baba, büyükbaba, ağa­
bey ve a blalar da -gerek tiğinde- bebeği sırta alıp taşıyorlar (Resim 9 1 -1 ) .

Son yıllarda bisikletle dolaşan ve trafik kazalarına yol açan a nnelerin


sayısı çoğalmış. Gerçekten de 2-3 yaşlarındaki çocukların anneye sarılmış
durumda bisikletin arka-
sında oturduğu her yerde
görülmektedir. Öyle ki bi­
çimler değişiyor ama ana­
bebek i lişkisi şimdilik s ü­
rüyor. Japon dili "onbu "
olayına, taşıyan açısından
değil de sırtta taşınan be­
bek açısından bakmış; bu
i lişkiyi dayanmak, güuen­
m e k , b ağla n m a k d i y e
kavramlaştırmış. D r. D O İ
Takeo'nun ( 1 97 1 ) Japon
toplumu ve kişilik yapı­
sıyla i lgil i olarak ortaya
attığı " Bağımlı Kişilik Ya­
pısı" k uramı, en temelde
onbu i l işkisine d a y a nır.
Sırtta taşınan bebek, hare­
ketsiz, rahat ve sakin gö­
rünür. Başı, sağa sola, öne
arkaya düşer ve bol bol
uyur. Kolları rahatça aşa­
ğıya s a r k m ı ş , a v u ç l a rı
açıktır. B u duruş, bebeğin RESİM 9 1-1: Onbu: Bebeğin sırtta taşınması geleneği.
tam bir güvenlik, doyum Kaynak: FOTO: Kuba Yasuo.

321
DOKUZ - E(;JTIM SÜRECİ

ve m utluluk duygusu içinde oldu­


ğunu dışa vurur. Katharine Sansom
( 1 93 7: 1 75 ) , bebekler için şunları
yazmış: " Bebek doğacak bir yer
arasaydı kendine, Japonya'dan da­
ha iyisini bulamazdı. Çünkü bura­
da çocuğa tapıyorlar, ondan yarar­
lanmaya kalkmıyorlar ve ona karşı
suç i şlemiyorlar. " (HİRAKAVA Su­
kehiro 1 978 : 26 d . ) Eğer annenin
işi-gücü varsa, bebeği aileden biri,
b üyükbaba da alıp sırtlanabilir. To­
mari ( ba lıkçı) Köyü'nde (Kutu 64-
1 ), emeklilik çağına yaklaşan dede
RESİM 91-2: Anne ve bebek banyoda: MATSUKAVA'nın zaman bulduk­
Günlük yaşamın önemli bir olayı ve parçası. ça torunlarını sırtına alıp uyuttuğu,
Çocuğun m utluluğu, güven duygusu yüzünden
sallayıp oyaladığı, hatta köy içinde
okunmuyor mu?
gezdirip hava aldırdığı gözlemlen-
miştir ( Kutu 64- 1 ).
Bebeğin günlük yaşamındaki i kinci mutlu olay toplu aile banyosudur.
Bebek ve çocuk evde, tatilde, yolculukta günlük banyosunu ana-baba ve
kardeşleriyle birlikte, onlarla gülüp oynayarak yapar. Bu görünüşüyle
banyo, beden temizliğinden çok duygusal bir arınma, duygusal bir beslen-

RESİM 91- 3: Onbu: Değişen Japonya'da değişmeyen bebek bakımı, uygulaması.

322
§ 9 1 O K U i .ÖNCESİ: BEBEK BAKiMi

medir. Bebek büyük gider, o mutlu


a n ı l ar ı n d a n a la m a z k e n d i n i . O
mutlu l uğu haya tı boyunca yaşa­
mak ve kendi çocuklarına da yaşat­
mak ister.
Özetle, bebek ve ana çocuğu,
sırtta taşınır, anneyle yatar, babay­
la banyo yapar, dedeyle oynar; ye­
mekte masada çayda, tandır çevre­
sindeki a i le birliğinin odağı, sevinç
ve mutluluk kaynağı olarak algılar
kendi varlığını. Japon a n a lar-ba­
balar, çocuğun nasıl davranmasını
istiyorlarsa çocuğa öyle davranır­
l a r. Sak in , yumuşak, ölçülü ve
hoşgörülü! Bebek daha 3-5 aylık­
ken büyük ve küçük tuvalet ( boşa­
l ım ) gereksinmelerini bel l i eder
h a tta söylermiş. Batılı uzmanlar
bu kadar erken dönemde sağlanan
RESİM 9 1 -4: VAKÔ Rumiko (2 yaşında). Okul
başarının pek sağlık l ı olamayacağı
giysileriyle, araştırmacıyı uğurluyor. R umiko
görüşünde birleşiyor. Oysa bebe­ konuşm uyor, ama her şeyi izliyor, çoğun u
ğin emeklemesi, tay tay durması, anlıyor (Tayvo-çô ilçesi, Tôhoku).

RESİM 91-5: Kanazava - B u n ko kasabası tapınağında oyuncak bebek sergisi. Emekliye ayrılan
bebekler yıllık cenaze törenlerini bekliyor.

323
DOKUZ - E(;İTİ\I SÜRECİ

sıralaması, yürümesi, yarım yamalak kon uşması desteklenmez, pekişti­


rilmez, ödüllendirilmez. Tersine, bütün bunları iyi yapması beklenir. Bir,
bir-buçuk yaşından - ya da yürüyüp konuştuktan sonra her çocuk ken­
dine ait eşya ve oyuncaklarını bir el kutusunda ya da omuzdan asılı kü­
çük bir torbada taşımaya başlar. Kendi, eşyasına sahip çıkma sorumlu­
luğunu yüklenir. (Resim 9 1 -4 )

Kuru 91
B E B E K Lİ KTEN ANAO K U LU NA: S EÇ İ LM İŞ GÖZLEMLER
• Genç anne, 3 0 yaşlarında, üç çocuğu ile tek başına trende yolcu l u k yapı­
yor. Bebek s ı rt ı n da, ortanca kız (3) kolunda göğsünde, beş yaşların d a ki
oğlu eteğin d e ve dizinde. S ırayla hepsini besliyor, silip temizliyor, yelpaze
ile seri nletip uyutuyor. Çocukları n "gıkı" ç ı km ıyor. İşi n i böylesine iyi ya pan
anne ne yakını yor, n e yorgun ne de övünçlü görün üyor!
• Baba ve oğul (3), Towada - Maru feribotu n u n tatami kaplı (bi ri n ci mevki)
güverte döşemesi üstünde birbirine sarı l m ı ş uyuyorlar. Arada tek tek uya­
nı yor, birbirlerini sevip okşuyor, sonra yen iden uykuya dalıyorlar. U n utul­
maz bir m utluluk sahnesi. Dü nya u m u rların da değil sanki. Ken d i d ünyala­
rı nı yaratmışlar.
• Büyükanne, anne (25) ve bebek (1), O b i h i ro- Hiro motorlu tre n i n d e kar­
şımda oturuyorlar. Bebek i l k yo lculuktan ted i rgi n olmuş, h uysuzlanıyor.
Anne: Emzik verdi, kucağı n a aldı, sırtına geçirdi, zıplatt ı , h o p lattı, süt ve
elma suyu (belki d e çay) verd i, bi bero n u büyüka n n eye verir gi bi yaptı ver­
medi, bebeği besledi, salladı, arkas ı n ı sıvazladı, o kşadı, m ı n c ı kladı, gıd ı k­
lad ı , güld ü rd ü ve sonunda uyuttu. B üyükann eyle bakışıp bu s on u cu, yen­
giyi karş ı l ı klı kutla d ı lar. Çocuğu n ağla d ı ğı n a yan ma m h uyu d eğişir: Ağla­
m ayı öğre n i r.
• Ağlayan çocuk (ı-2) , daha kucak çocuğu, t re n d e ki yabancıyı görü n c e
korku d a n ağlamaya başla d ı . An n e sustura m a d ı . Baba çocuğun yanağına
şöyle b i r fis keyle d o k u n u n ca çocuk h e m e n sust u . Bir s ü re iç çekti, s o n ra
uyu d u .

Yaşına değin sanki b i r torba g i b i sırtta taşınmış o l a n bebek, oyun­


cak bebeklerini kendisi taşımakla büyümeye, küçük bir tanrı, tanrıça ol­
maya başlar. Cinsiyet ayırımı erken başlar, yaşam boyu sürdürülür.
Okulöncesi bakım ve eğitim ilke lerine i l işkin kimi gözlemler Kutu 9 1 'de
sunulmaktadır. Gerçek yaşamda n seçilmiş örnekler yeterl i olmasa da ge­
nel bir fik i r verebilir. İkinci Dünya Savaşı içinde Japon kişilik yapısının
oluşumunu uzaktan ve dolaylı verilerden yararlanarak kurmaya çalışan
iki Batılı uzman ( Gorer 1 943 ve LaBarre 1 94 5 ) birbirinden habersiz ve

3 24
'i 92 OKUL SiSTE M i : ÇEŞİTLİLİKTEN Bİl\ Li(;E

bağımsız olarak ortak bir yargıya varmışlar: Japon insanında zaman za­
man gözlemlenen aşırı yumuşaklık ( insancıllık), aşırı düzen (görev} tut­
kusu ile savaşta k i fanatik davranışlar, erken dönemdeki tuvalet eğitimi­
nin katılığından ileri geliyor - olabilir dem işler. Benedict'i n ( 1 96 6 ,
1 945 ) kişilik araştırması v e bulguları da bu tezi ( hipotezi) genellikle des­
tekler niteliktedi r.
Bugün, tuvalet eğitimindeki geleneksel disiplinin oldukça gevşetildiği,
yumuşatıldığı söyleniyor, sanılıyor. Ancak 1 -2 yaşlarındaki çocukların bü­
yüyüp de küçülmüş gibi susması, beklemeyi, isteklerini bastırmayı b ilen
ölçülü davranışları, yine de yabancı gözlemcilerin dikkatini çekmektedir.
Japon çocuğu böyle bir kişilik çatkısıyla başlar okula, anaokuluna. (Ço­
cuk bakımı ve eğitimiyle ilgili ayrıntılar için Bkz. §§ 1 00- 1 03 )

92. O K U L S İ ST E M İ : Ç E Ş İ T L İ L İ KT E N B I R L İ G E

"Sistem" sözcüğü çağımızda yaygın; karmaşık, önemli ama h ızla değişen


ve çoğunlukla iyi çalışmayan kurum ya da örgütler topluluğu için k u lla­
nılıyor: Eğitim sistemi, hukuk, sosyal güvenlik, ulaşım ve banka para sis­
temleri gibi. Oysa " sistem " sözcüğünde " bütünlük" anlamı yanında " iş­
lerli k " ya da işlevsellik yük lemi de saklıdır. Japon okul sistemi -İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra geçirdiği köklü değişmelere karşın- bugün yine
de bir sistem b ütünlüğü taşıyor, verimli biçimde ve amacına yönelik işli­
yormuş gibi görünüyor.
Japonlar altı yıllık zorunlu eğitimi 1 907'de kabul etmişler. Üç yıl
sonra, i l koku l larda devam ( ya da okullaşma) oranı yüzde 9 8 'e çıkmış.
İkinci Savaş'tan ö nceki eğitim ya da okul sistemi " 6-5-3-3 " diye anılı­
yor: Altı yıllık ilkokul üstüne beş yıllık ortaokul üstüne üç yıllık bir
yüksekokul üstüne üç yıllık bir üniversite. Toplamı 1 7 yıllık b i r eğitim!
Japon eğitimcileri bu sistemi, merkezi bir demiryolu garından her yana
ve yöne dağılan tren yollarına benzetiyor. İlkokuldan sonra öğrencinin
girdiği ortaokul ( bi n d iği tren), hayatta son o larak varacağı d u rağı en
baştan belirliyormuş. Çeşitli ortaokullar varmış: Normal, kız orta, sa­
nat orta, " ileri ilk" okul, özel mesleki hazırlık okulları ve kursları gibi.
Bunlar arasındaki yan, yatay geçişler eskiden son derece sınırlıymış.
İkinci Savaş'tan hemen sonra, " 1 94 7 Anayasası " nın i lkelerine uya­
rak yeni bir temel eğitim yasası çıkarmışlar; orta, yüksek ve mesleki öğ­
retimdeki "çok yol " sistemini bırakmışlar; bugün uygulanmakta olan ve
" 6-3-3-4 " diye bilinen " tek yol " sistemi n i benimsemişler. Özetle: Altı
yıllık ilkokul üstüne üç yıllık ortaokul üstüne üç yıllık lise üstüne dört
yıllık ünivers ite. Bu değişikliği gerçekleştirebilmek için yeni ortaokullar
açmışlar; eski ve çeşitli ortaokullarını çok amaçlı ve karma liselere dö­
nüştürmüşler; eski yüksekokulları, kolej ve enstitüleri, yüksek öğretmen

325
Normal Yaş Lisans Üstü Okullar Özel Eğitim Kursları
+
- 24 - Çeşitli Oku llar
23 - (M e ktu pla öğretim) Y Ü KS E KÖG R E N I M
-
Tek n i k
- 22 - Okullar
- 21 -
- 20 - Özel Amaçlı
Lise üstü 1 Ünive rsiteler
19 - Okullar
okullar
- 18 -
R
v

17 - L i s e l e r
Lise Kısmı §
_11_ 16 - (Tam gün) (Yarım gün) N
_
1_
0 1
w
ıv
°' ı
15 -
14 - t .-ı.�__ı_�����__J'-----'-'-�--ı O RTAÖ G R ETIM
3:
Orta Kısım
ı
O r t a o k u l l a r ,..
13 - ::ı

6
7
12 - - ��������----ı
c: ;;::
�:
- 11 - ::ı "'
5
- 10 -
4 İ LK ÖG R ETİM
- 9- i l k o k u l l a r ilk Kısım
3 o
-2 8-

�=
N

1 ı
5-
L_�-,-���
A n a o k u l l a r ı
�� Anaokulu O K U LÖNCESI
4- Bölü m ü EG ITIM
3-
Ş E K i L 92 : Okul siste mi şeması ve yaklaşı k öğrenci pira midi.
§ 92 OKUL SİSTEMİ: ÇEŞİTLİLİKTEN B İ R LiCE

okullarının tümünü yeni baştan ve yeni " üniversite " ler olarak örgütle­
m işler. B ugün toplam sayıları 500'e yaklaşan genel akademik eğitim, gü­
zel sanatlar, yabancı araştırmalar ve teknik öğretim için kurulmuş olan
ü niversite ve teknik kolejler böyle doğmuş, oluşmuş. ( Şekil 92)
Büyük Reform'dan b u yana sistemde iki önemli değişiklik daha ya­
pılmış. Savaş sonrasında geçici bir statüyle ve deneme amacıyla k urul­
muş olan iki yıllık (ön lisans) kolej leri, 1 964 yılında yükseköğretimin
kalıcı bir evresi durumuna getirilmiş. Bugün ( yüzde 84'ü öze l ) 5 00'ü
aşan kolejde okuyan 400 bini aşkın öğrenci iki yıllık yükseköğrenim gö­
rüyor. Başarılı mezunlarla isteyenlere dört yıllık ü niversiteye geçme ola­
nağı tanınıyor. Yükseköğrenimi yaygın laştıran b u kolejler yanında u l u­
sal ekonomi ve ileri teknoloj inin ustalarını, yaratıcı öncülerin i yetiştir­
mek üzere, ortaokula dayalı beş yıllık "Teknoloji Kolejleri " açılmış. İlk
üç yılı "Teknik Liseye " son i k i yılı " yüksek teknik" okuluna denk sayılı­
yor. Mezunları, ü niversiteye de geçebiliyor. 1 978 yılında toplam 64 ko­
lejde yaklaşık 5 0 b in öğrenci varmış. Japonlar haklı olarak övünüyorlar
endüstriyi besleyen, ayakta tutan bu kolejleriyle, onların mezun l a rı ile.
Temel eğitim yasasına göre eğitim kurumu sayılan kütüphaneler, mü­
zeler ve -bizim eski h alkevlerimize benzeyen- halk eğitimi ve kültür mer­
kezleri, Eğitim Bakanlığı'na ya da il ve belediyeler düzeyindeki yerel eği­
tim kurullarına bağlı. Ulusal Yönetimi oluşturan 47 il ve 3 000'i aşkın be­
lediyede yerel eğitim k urulları var. Eğitim yönetiminde yeni bir deneyime
girişmişler. Lise ders programlarının zorunlu olan üçte-birini bakanlık
saptıyor, üçte-ikisini yerel k urullara bırakıyorlar. Öneri ve uygulama aşa­
masındaki yeni reform planında bu üçte-ikiyi de öğrencinin kendi seçimi­
ne bırakmak gibi çok ileri bir önlem yer alıyor. ( Bkz. Tablo 95-2)
Hükümet üyesi bir bakana bağlı olan Eğitim Bakanl ığı, Mambuşo,
merkezi bir sekreterlikle altı büro ( daire ya da genel müdürlük) ve bir dış
büro (yarı özerk Kültür İşleri Kurul u ) 'dan oluşuyor. (Bkz. Şekil 92-2)
Eğitim Bakanlığı örgütü içinde 1 8 " danışma k urulu" var. En güçlüsü po­
litika sorunları ve çözümleri üzerinde çalışmakla görevli olan " Eğitim
Merkez Konseyi " dir. Konsey, 1 952'deki kuruluşundan bu yana geçen 26
yılda 23 rapor hazırlamış. Bunlardan en ünlüsü, ulusal eğitimi n geliştiril­
mesi, yaygınlaştırılması ve bütünleştirilmesiyle i lgili " 1 97 1 Raporu".
Eğitim Bakanlığı b u raporla çizilen yolda ve belirlenen hedefler yönünde
çalışıyor. Hükümetlerin değişmesi uzun süreli eğitim amaçlarını ve plan­
larını pek etkilemiyor. Japonya'nın uluslararası eğitim, bilim ve k ültür
ilişkileri ( UNES C O ) konusundaki " 1 974 Raporu "yla adını yeniden ka­
muoyuna d uyurmuş olan Merkez Konseyi, 1 977'de hayat-boyu ( sürekli)
eğitim sorunları konusunda yeni bir politika tasarısı hazırlamakla görev­
lendirilmişti. Böyle bir belge için gerekle temel araştırmalar 1 97 8 ve
1 979 yıllarında sürdürülüyordu.

327
DOKUZ - EGITİ1\I SÜRECİ

Zorunlu eğitim çağındaki ( 6 - 1 5 yaşları ) Japon çocuk ları altı yıllık il­
kokul ları bitirdi kten sonra üç yıllık ortaokullara gidiyorlar. Zorunlu eği­
tim parasızdır. Eğitim giderleri, ulusal h ü kümet, il yönetimleri ve yerel
belediyeler üçlüsü arasında bölüşülerek karşılanıyor. (Bkz. Tablo 90-2)
Yoksul aile çocuklarının okul yemekleri, gezileri; araç-gereç ve benzeri
öğretim giderleri, sağlık ve bakım giderleri, özel yardım fonlarından kar­
şılanıyor. Zorunlu ( temel) öğretim, yasal ve toplumsal amacına ulaşmış.
Ülkede okuma yazma bilmeyenlerin oran ı - 1 5 ve daha yukarı yaşlardaki
nüfus dilimi içinde- binde yediye ya da yüzde birin a ltına d üşürülmüş.
Başka bir deyişle, ulusal okul sistemine katılan öğrencilerin toplamı 1 977
yılında 26 milyona ulaşmış. Bu sayı ulus n üfusunun yüzde 23'üdür. Yak­
laşık olarak her dört Japon'dan biri bugün bir okulda öğrenim görmek­
tedir. Öğrencilerin, öğretim düzeylerine yaklaşık dağılımı Şekil 92'de gö­
rülmektedir.
Öğrenci p iramidi i l k bakışta zoru n l u temel öğretimden liseye geçiş
oranının yüksekliğiyle d ik kati çekiyor. 1 9 77- 78 öğretim yılı başında, or­
taoku l mezu nlarından yüzde 9 3 ' ü liseye yazılmış bulunuyordu.
Milyonu aşıp i k i milyona yaklaşan bir eğitimci ordusu çekip çeviri­
yor bu dev örgütün çarklarını. Temel ve ortaöğretimde, 400 bini yar­
dımcı, yönetici ve tekn i k personel; bir m ilyon 200 bini öğretmen olmak
üzere toplam bir milyon 600 bin görevli var. Öğretmenlerin okul düzey­
lerine göre dökümü Tablo 92'de yapıl mıştır.

TAB LO 92
YÖN ETİCİ LER, Ö G R ETM E N LE R VE Ö GRE N C İ LER
SAY I LAR V E O RA N LAR ! : 1 9 78
Okul Düzeyi Öğretmen Öğrenci / Öğretmen Yönetici
Lise 2 3 1 .000 19 63 .000
Ortaoku l 243.000 20 40.000
İ lkokul 433.000 25 1 1 1 .000
Anaokulu 94.000 26 1 9.000
Özel eğitim okulları 23.000 1 1 .000
Çeşitli okullar 30.000 (?)
Kaynak: AJS No. B., Education in Japon FPC, 1978: 7.

Hemen her d üzeydeki öğretmenlik görevi için yükseköğrenim diplo­


ması ile öğretmenlik sertifikası aranıyor. Kural olarak öğretmenler, ulu­
sal üniversitelerin dört yıllık öğretmenlik programlarıyla yetiştiriliyor.
U l usal ya da özel ü niversitelerden gerekli eğitim derslerin i ve kredilerini
alarak mezun olanlar, ortaokul öğretmenliğine aday oluyorlar. Öğret­
menlik sertifikasının " birinci " ve " i ki nci " sınıf sayılan çeşitleri var. İ l le-

328
§ 9.l ,\NAOKUL.Lı\ RININ YAYGIN!.AŞ/\lı\SI: OYUN VF /\IÜZIKLE EGİTİM

rin eğitim kurullarından alınan sertifikalar, ü l kenin her yerinde geçerl i !


Üniversite v e iki y ı l l ı k (önlisans veren ) kolej lerden mezun olanlar, "ikin­
ci" sınıf sertifikayla ilk ve ortaokullarda öğretmenlik yapabiliyor. Dört
yıllık üniversitelerden l i sans a lanlar ise " ikinci " sınıf sertifikayla l ise öğ­
retmenliğine atanıyor. En az bi r yıl ve daha uzun s üre lisansüstü öğre­
nim görenlere " birinci " sınıf sertifika veriliyor. Okul yöneticileri, " birin­
ci" sınıf sertifika a l ınış öğretmenler arasından seçiliyor. (Bu konuda Bkz.
Güvenç 1 990: Tablo 435; sayfa 74 )
Son yıllarda, ilkokula başlayan öğrencilerin yaklaşık üçte-ikisi ana­
okulunu bitirmiş olarak, yüzde 90'ı ise, bir süre anaokuluna ya da yuva­
lara devam etmiş olarak geliyormuş. Anaokulu, yasaya göre, zorunlu
değil ama giderek evrensel yaygınlık kazanıyor.

93. A N A O K U LLA R I : OYU N V E M Ü Z İ K L E E G İ TI M

Anaokullarına giden çocukların sayısı 1 9 77-78 öğretim yılı başında 2-5


yaşları arasındaki çocuk nüfusunun yüzde 4 1 'ini oluşturuyor. Anaokulu
üç yaşındaki çocuğa, üç yıl, dört yaşındakine iki yıl, beş yaşındaki lere
bir yıl h izmet veriyor. Öğrenci piramidinde görüldüğü gibi (Şekil 92),
anaokulu zorunlu olmadığı gibi okula üç yaşında başlamak koşulu da
yok. Üç yaşındakilerin yüzde 27'si dört yaşındak ilerin yüzde 76'sı, beş
yaşındakilerin yüzde 90'ı yuvaya ve anaokullarına devam ediyormuş.
1 977-78 öğretim yılı başında ülkede 14 bin anaokulu ve 1 9 bin dolayın­
da yuva vardı. Anaokul larının ve yuvaların amacı eğitim öğretimden
çok günlük bakım vermek, çocuğun bedensel ve ruhsal gelişmesine yar­
dımcı olmak gibi özetlenebi l ir. Anaokullarına benzeyen ve "Hoiku-şo "
adı verilen günlük bakım yuvaları, yerel örgütlerce ve annelerin çalıştığı
kurumla rca açılıyor, 1 -5 yaşları arasında her çocuğu kabul ediyor. Yuva­
ların son üç yılı ( 3-5 yaş grubu için ) bir anaokulu gibi çalışıyor.
Yukarıdaki sayısal b ilgilerden, çocuğun anaokuluna gitmesi a na-ba­
banın kararına bağlıymış gibi görünebilir. Yan ı ltıcı bir görünüş! Aslında
sayıların büyük bir hızla a rtmasına k a rşın anaokulları istemi karşılamı­
yor. Yeterince okul yok. Ayrıca iyi bir anaokuluna girmek için bile yarış­
ma var. Ünlü okullar sınavla seçiyor öğrencisini. İyi tanınmış bir ana­
okulu, saygın bir i l kokul, giderek ünlü bir ü niversite ve hazır bir iş gü­
vencesi anlamına geliyor Japonya'da. Çocuğun yola nereden çıktığı, ne­
reye varacağını h a la büyük ölçüde belirliyor.
Anaokulları n a s ı l sağlıyor okul ö ncesi çocuğun bedensel ve ruhsal
gel iş mes i n i ? Katılan bir gözlemci, bu temel sorunun en güveni l i r yanı­
tını, NHK-Eğitim-TV'nin anaokulu öğretmenleriyle yöneticilerine yö­
neli k programlarında bulabili r. Bu yayınla rdan edi n il m i ş bazı izle­
n i m ler Kutu 9 3 'de sıralanmıştır.

329
DOKUZ - E(;ıTIM SÜRECİ

Kuru 9 3
N H K - EG İTİM TELEVİZYO N U ' N DAN O K U LÖNCESİ Ö R N EKLERİ
N H K - Eğitim - TV, ö rgün v e yaygın eğitim p rogramları yan ı nda, okulöncesi
p rogramlarına d a yer veriyor. G ü n l ü k ve haftal ı k yayım lardan örn ekler:
• Eğlence Programı: Program, m üzikli oyu n, bilmece, öykü, gülmece karışı­

m ı bir eğlence saati gibi d üzenlenmiş. Eğle n d i ri rken eğitiyor. Araya serpiş­
tirilmiş kari katür ve bale skeçleri de var. H ızla d eğişen sahnelerin gerisin­
de, değişmeyen bir ge nel tempo ya da ritm d i kkati çekiyor.
• Katılma Programı: Seyirci çocuklar p rograma etkin olarak katılıyor. Bir yö­

netici ya da yönetmen yok gibi gö rünüyor. Oysa va r olmalı. Seyirci çocuk


isterse katılıyor. Oyunla eğiti m böylece bütünleşiyor. Programdaki a raç ge­
reçlerin, m üzik aletlerinin, spor malze m esin in , sebze ve meyvelerin, h ay­
van ve böceklerin a d ı n ı bilen çocuk ö d ü l kazan ıyor. Seyredenler de kendi­
leri kazanmış gibi seviniyor, kazan m a k için katılıyorlar. Katılmayı a maçla­
yan ve büyük ölçüde sağlayan bir p rogra m .
• Müzik Programı: Çocuklar v e kuklalar gü ç l ü ve s ü rü kleyici bir piya n o eşli­

ğinde Do-re-mi'yi öğreniyor. Seyrederek, dans ederek, şarkı söyleyerek.


Delikanlı yaştaki kız e rkek liderler, m üziğe uygun da ns ve şarkıyla öncülük
ed iyorlar. Notaları birbirinden ayıramayan kuklalar sonunda yorulup uyu­
yakalıyorlar. Çoğu çocuklar, kuklalara karşı açık bir yengi kazan ıyor. Prog­
ram yineleniyor. Tutu luyor olmalı. Müziğin sesi (Sound of Music) fil m i n i n
J apon kültürüne uyarlaması da d e n ebilir.
• Deneysel Yuva Programı: Modern bir yuva n ı n açık h ava avlusu. 2- 3 yaşla­

rında görünen çocuklar, bir öğretm e nin gözetimi a ltı n da "serbest zaman"
çalışması yapıyorlar. Duvarlara kil ya pıştırıyor, kovalara girip yıka nıyor,
sanki can ları ne isterse on u yapıyor; koşuyor, bakıyor, seyrediyo rlar. Gö­
zetmenler, sakıncalı olabilecekler d ı ş ı n d a h e r girişime yard ı m c ı oluyor.
Program vi deo banda a l ı nmış. Uzmanlar, çoc u kların ve öğretmenlerin d av­
ran ışları n ı yorumlayıp değerlen d i riyor. Sarı saçlı beyaz te n li bir yabancı
çocuk d a bu a rada ortalı kta d olaşıyor. Ama d avra nışları büyük çoğu n luğa
uymuyo r. Belki de bir ·kontrol gru b u (karşı laştırma) görevi yapıyor. Çocuk­
lar, sanki ölçülü ve kend in e güven i r gör ü nüyor. "Serbest zaman" amacına
ulaşıyor. İzleyenler d e b i r şeyler öğreniyor olmalı, tartışmalardan.

Okulöncesi eğitimi ve anaokulları, uygulama i lkesi olarak oyun-şar­


kı gibi ritmik ve toplu eylem etkinlikleri üzerine kurulmuştur. Ö nce " ser­
best zaman" eğitimiyle çocuğu "yap yapma " i kileminden kurtarmaya ça­
lışıyorlar. Sonra, çocukların şarkılı oyunlu grup çalışmalarına gönüllü
katılımını sağlıyorlar, çoğunlukla. Özendirici ödül var, zorlama yok. Ço­
cuk programları ya şarkı ya dans eşliğinde, ya da şarkılı danslarla, hem

330
§ 93 ı\ N A O K U I.LAIUNIN Yı\YGINLAŞMASI: OYUN VE MÜZİKLE F.(;iTİM

söyleyen hem güzel dans eden şirin


gençlerce sunuluyor. Ayrı bir yöne­
tici yok. Programlarda, yaratıcılığı
uyaran araç ve oyuncaklardan da
yararlanıyorlar.
Bu yaş grubu için hazı rlanmış
oyuncaklarla ortaokul ve l ise dü­
zeyinde fen deneyleri yapılabilir.
Oyuncak endüstrisi, mekanik ve
estetikten elektroniğe geçmiş bile.
O k u löncesi çocu k la r, radyo i l e
u z a k t a n yönetimi öğre n iy o r l a r :
K e n t trafiğin i yönetiyor, kavşak
sorunlarını çözümlüyorlar. Oyun­
la öğretimin güzel bir örneği Ha­
na-fuda " adı verilen çiçek resimli
iskambil kağıtlarıdır. Küçük ( 1 5
günlü k ) mevsimciklerin adını bi­
len kazan ıyor. Oyunu yitirenlerse
mev s i m l e r i öğre n iyor. İ k i türlü RESİM 93-1: İlkokula başlayan kaygılı çocuklar
ve "eğitim anaları." Yarışma başlıyor.
ödül, herkes kazanıyor.
Okulöncesi çocukları ıçın 28
kitaplık, bol resimli bir doğa dizisi var. Çocuk nereye gitse, götürülse,
çantasına bu d iziden uygun bir k itap konuyor. Balıkçı köyünde d i n lenen

R ESİM 93-2: Çocuklar okumayı söküyor.

331
DOKUZ - E(;JTiM SÜREc:i

çocuğun elinde ''Balığın Sırrı " vardı. Sofrada balık yerken, çocuk k um­
salda bulduğu taş, kabuk, yosun ve kemiklerin adını ba basından öğreni­
yordu . Açıklamalar, çocuğun okuya bileceği ya da sorup öğrenebileceği
hecelerle yazı lmış. Tokyo'da oturan a i le lerden b irçoğu 3-6 yaşları ara­
sındaki çocuklarını h aftada en az bir kez kent dışma, doğaya çıkarmayı
babanın görevlerinden sayıyorlar. Babaların bu görevi severek ve biraz
da övünerek yaptığına tanık olunuyor.

94. Z O R U N LU Ö G R ET İ M : İ L K V E O RTAO K U L LAR

Zorunlu temel öğretim a ltı yaşında, annelerin katıldığı öneml i bir törenle
başlar. B u bir eriştirme ve aşama törenidir. B u törenle çocukluk -okulön­
cesinin mutlu çocukluk- dönemi biter, öğrencilik dönemi açılır. Çocuk­
lar, olimpiyat oyunlarına katılan sporcular gibi sessiz, gergin ve kaygılı­
dır. ( Bkz. Resim 93- 1 )
Okulöncesi yılla rı boyunca çocuk, okulda, evde bu büyük güne ha­
zırlanmış önde gitmeye geride kalmamaya koşu llanmıştır. Okuldaki ba­
şarı hayattaki başarıyı garantilemez; ne var k i okuldaki başarısızlık ha­
yatta da başarısızlık anlamına gelebilir. Zorunlu temel öğretimin dokuz
yılı boyunca, her yıl a iman derslerin toplamı 8-1 O arasında değişir. Dör­
d üncü ve sekizinci sınıflardaki ders dağılımı, yıllık toplam s aatleri ve
haftalık ders saatleri Tablo 94'de gösterilmiştir.

RESİM 94: Gönüllü olarak üniforma giyen kız öğrenciler.

332
� 94 ZORUNLU E(;rrırvı: İ LK VE O RTı\OKLI L L.AR

TAB LO 94
İ L K VE O RTAOKU LLAR DA D ERS DAG I LI M I :
Y I LLI K V E HAFTALI K SAATLER
Saatler*
Dördüncü Sınıf Yıllık Haftalık* Yıllık Sekizinci Sınıf
Japonca 2 80 8 4 1 40 Japonca
Toplum bilim 105 3 4 140 Toplumbilim
Aritmetik 175 5 4 140 Matematik
Fen bilimleri 105 3 3 105 Fen bilimleri
Müzik 70 2 2 70 Müzik
Sanat eğitimi 70 2 2 70 Sanat eğit imi
Beden eğitimi 105 3 3 105 Beden (sağlı k)
Ev sanatları 105 3 3 105 Endüstri sanatları
Moral eğitimi 35 1 1 35 Moral eğitim i
Ders d ışı etkinli k 35 1 2 70 Ders d ış ı etkinlik
3 105 Seçmeli d e rsler
Toplam 1015 31 31 1 05 0
Kaynak: FA}, Education i n Japon, 0 5 01. 1979: 4· 5 .
� Haftalık ders saatleri, yıllık ders saatleri toplamı 3 5 hattaya bölünerek hesaplanmıştır. Yıllık ders
saatleri toplamının 3 5 ve 3 5'in katları olduğuna dikkat edilmiş, ders yılının 3 5 hafta olduğu
varsayılmıştır (yazar'ın notu).

Bütçe yılı gibi, nisanda başlayıp bir sonraki yılın mart ayında sona
eren öğretim yılı üç döneme ayrılır. Dönemler arasında toplam 17 hafta­
lık dinlenme (yaz ve kış) tatilleri vardır. Bu tatiller sırasında öğrencilerin
ulusal pa � klarda çadırlı kamplar kurduğu, öğretmenleriyle birlikte yur­
du ve doğayı tanıma gezilerine çıktığı görülür. Şu anlamda k i okullar ta­
tildir ama "çocuğun dünyayı dolaşıp tanıması" ilkesi yürürlüktedir: Eği­
tim sürmektedir.
Toplumbilim derslerinin tarih müzelerinde, fen bilimi derslerinin bi­
lim, teknoloji ve endüstri müzelerinde, sanat eğitimi saatlerinin de çoğu
zaman, müze ve sanat galerilerinde yapıldığı dikkati çekmektedir. Tok­
yo'nun Ueno Kültür Parkı'ndaki Bilim ve Keşifler Müzesi, fen bilimi öğ­
retmenlerinin öğrencileriyle ziyaret ettiği bir eğitim laboratuvarıdır. Yal­
nız Tokyo'dan değil, Tokyo dışından gelmiş otobüslerin m üze çevresinde
sırayla dolup boşalması, Japonya 'ya özgü bir eğitim manzarasıdır. Oto­
büs trafiği, bu tür müze ziyaretlerinin, belli bir programa bağlı olarak ya­
pıldığı, tek bir merkezden eşgüdüm sağlandığı izlenimini vermektedir.
Birkaç otobüs ayrılırken yerlerine yenileri geliyor. Müze boş kalınıyor.
Sapporo (Hokkaidô) Tarih Müzesi'nde yapılan bir tarih dersinde,
öğrencilerin sanki k ıra-pikniğe gider gibi hazırlıklı geldikleri, m üze çev-

333
DOKUZ - F(;iTiM SÜRECi

resinde öğle yemeklerin i yedikten sonra içeri girdikleri, sevinçli, mutlu


oldukları, sorup araştırdıkları, yapılan açık lamaları d inleyip not aldık­
ları; yarım saatlik bir toplu çalışmadan s onra tek tek dolaştıkları, iste­
dikleri, beğendikleri köşelere dağıldıkları ve bu müze çalışmasını tü­
m üyle çok sevdikleri, rahat oldukları gözlemlenmiştir. Bir kez daha gö­
rülüyor: Oyun-eğlence i l kesinin eğitimde nasıl başarıyla uygulandığı .
Öğretmek kadar tarihi kabul ettirmek ve müzeyi sevdirmek a macı sezili­
yor, bu yaklaşımda. Çocuk müzeyi severse, hayatı boyunca tarih öğrene­
cektir - yalnız tarih derslerinde deği l!
O kul yapıları, B a tılı çizgi ve ölçekleriyle hemen belli o l u rlar. Çok
gösterişli olmamakla birlikte temiz, bakımlı ve iyi donatılmış, işlevsel
yapılardır. Girişlerde, büyük oylumlu ayakkabı ve terlik d o lapları ve
rafları dikkati çeker. O ku l yapıları ev gibi temiz tutulur. Günlük temiz­
liği öğrenciler yapar, ders aralarında . Bazı ortaokul larda, koridorlar
ortadan bir çizgiyle gidiş geliş şeritlerine bölünmüştür. Sınıf ve tuvalet
kapıları ö n ü nde sarı ren k li d urulmaz (park yasak) çizgi leri vardır.
O ku l da, her öğrenciye bir sıra, bir k utu ve askı verilmiştir. Her öğret­
mene de bir çalışma masasıyla k ilitli bir d olap. Masalar, ön ve yanlar­
dan öteki masalara birleştiri lerek, sanki çok büyük ve uzun bir yemek
masasında her öğretmene özel bir çalışma yeri ayrılmıştır. Öğretmen
odaları, bütün okulun eğitim teknolojisi la boratuvarı gibidir. Her türlü
gör-işit aracı ( radyo, teyp, TV, sinema, tepegöz, dia ve çoğaltma maki­
nes i ) vardır. Ayrıca odanın bir köşesi küçük bir kitaplık, öteki köşesi
çalışır d urumda bir mutfak gibi düzenlenmiştir. S ınıfların d u varları çe­
şitli öğrenim levha ları, hari ta, şema ve resimlerle, köşeler müzik aletle­
riyle doludu r. Bazı sın ıflarda piyano ve org bile vardı r. Çoğu sınıflarda­
ki enstrümanlarla k üçük bir oda müziği o rkestras ı kurulabilir. Beden
eğitimi öğretmen leri gün boyu eşofmanla çalışırlar. Beden eğitimi h a f­
tada üç saat görünmesine karşın, öğrenci ler eşofman ve keslerini
omuzdan askılı çantalarla okula taşıyarak her gün bir-iki saat çalış­
makta, kendi başlarına spor oyunları oynamaktadır. Ziyaret edilen bir
kasaba okulu tatilde idi. Okulda onarım da vardı. Beşinci ve altıncı sı­
nıf öğrencileri yüzme h a vuzunda çalışıyordu . Beden eğitimi öğretmeni
öğrencilerle birlikte çalışıyor, onların yanında yürüyüp yüzme teknik­
lerini geliştiriyordu.
Tayva-çô İlçesi'nde ( Kutu 6 3- 1 ) ziyaret edilen yeni okulla ilgili izle­
nimler Kutu 94'de özetlenmiştir.
Temel eğitimi oluşturan i l k ve ortaokullarda uygulanan öğretim
programlarının içlemi ve yöntemi, NHK Eğitim TV'den izlenmiştir. İl­
-

kokulların i l k sınıflarına yönelik bir yazı dersi programında, genç er­


kek ve hanım öğretmenler Hiragana ve Katakana ( Ta b lo 8 0-3 ve 8 0-4)
heceleme tablolarıyla b irden ona kadar sayıları şark ıyla öğretiyorlar.

334
§ 94 ZORUNLU ECiiTİM: İ L K VE OllTı\ O K ULLı\ll

Oğlunu Japon O k u l una gönderen dikkatli bir Afgan diplomatı d urumu


şöyle özetledi: " Yalnız yazı ve sayıların değil, okulda öğreti len her ko­
nunun özel bir şarkısı vardır. " Temel öğretimde, birlikte şarkı söyle­
mek, birlikte iş yapmak kadar temel bir ilkedir. ( Eğitim TV'si için Bkz.
De Vera 1 96 8 )

KUTU 94
TAYVA-ÇÔ İ LÇESİ (BKZ. KUTU 6 3 -1) YOŞ İYOKA O K U LU ' N DAN İZLE N İ M LER
Yoşiyoka Okulu' n u n her s ı n ıfı nda 3 0- 3 5 öğrenci olma k üzere toplam 8 5 0 öğ­
rencisi var.
• Özel Eğitim: Matematik dersini yavaş öğren e n çocu klar okul kantin i n d e

görevlendirilmişler; yapa ra k, sayarak, sınayıp deneyerek öğrensinle r diye.


Özel eğitim i n amacı, yavaş öğre ne nle ri ayırmak d eğil, mü mk ü n olduğu nca
kendi yaş grupla rı n a katarak eğitmek.
• Okul Kitaplığı: Altı b in kitap var. Açı k raf sistemine göre örgütlenmiş. Dışa­

rıya kitap veriliyor. Soru m l u bir öğretm e nin gözetim ve de netim i altında,
öğrenciler yönetiyor kitaplığı. Kitaplar 10 rafa ayrılmış ve şu raflara göre
kataloglan m ış :
00. Ge ne l / Çeşitli 50. Teknik ve El Sanatları
10. Felsefe-De neme 60. Endüstri Sanatları
20. Tarih Coğrafya 70. G üzel San atlar ve D i n le n ce
30. Toplumbilimleri 80. Dil ve Dilbilgisi
40. Doğa Bilimle ri 90. Ede biyat
• Yemek ve Yemekhane: H izmetleri, sağlık servisinin süre kli denetimi altın­
da ve son d e rece temiz görünüyor. Okut m utfağın da, hepsi kad ı n olan se­
kiz görevli, bir beslen m e uzman ı n ı n deneti m i n d e çalışıyor. Yem e k n u m u­
neleri soğuk d olapta 4 8 saat saklan ıyor. Yem e kten ze h i rlenen olursa, n u ­
m une, laboratuvara gönde ri liyo rm uş, biyokimyasal i nceleme iç in .
• Öğle Yemeği saatinde okut radyos u n d a M e n d he lsson ' u n "Keman Konçer­

tosu" yayım l a n ı rken, özel giysili öğrenciler gru p grup olmuşlar ok u lları n ı
temizliyorlard ı .
• Demokrasi: İ lkokul son (VI) s ı n ı fı n , ders d ışı serbest çalışma progra m ı top­

lantısında, eğlence d i n lence saatlerin d e s ı n ı fça neler yapılacağına, de­


mo kratik yoldan karar verildiği gözlemlenmiştir. Ö n e riler alınıyor, d estek­
leyici ve karşı kon uşmalar ya pılıyor, ö neriler oylanıyor. Topla ntıyı yöneten
başkana büy ü k bir saygı gösteriliyor.
• Öğrenci Duvar Gazeteleri: Her sı nı f kendi d uvar gazetesini ç ıkarıyor. Belli
başlı köşeler şöyle s ı ralanabilir:
(a) Haberler (c) B ilmeceler (e) Söyleşiler
(b) Öykücükler (d) Resimler (f) Çevre gözlemcileri

335
DOKUZ - E(;iTİM SÜRECi

<]
• Yazı Dersi Ödevleri: VI. s ı n ıfı n yazı de rsi öd evleri (çalışmaları) d üzeltilmiş
o larak, s ı nıfın dış duvarına asılm ı ştı. Koridordan gelip geçenler, son s ı n ı fı n
yazı olgu nluğunu ve yazı sanatın d a ki gelişmesini göre biliyord u - öğretme­
n i n eğitime katkı s ı n ı da.
• Aritmetik Dersi: Öğretm en, karele re b öl ü n m üş özel kağıtlar üzerin e , d oğ­
rusal ve eğrisel grafikler çizdi riyordu, s ı n ıfa . Bir öğre n ci, karatahtada öğ­
retmene yard ı m c ı oluyordu. Karatahta n ı n üstünde Japonya' n ın kuruluştan
bu yana yaşadığı tarih dönemlerinin (Tablo 2 5-1) resi m li bir özeti ve za­
manlama tablosu görülüyordu.
• Okulun iyi donatılmış bir foto - film merkezi ve yıllık yarım milyon TL'lik bir öğ­
retici film bütçesi varmış. Sağlanan filmler öteki okullara kiralık veriliyor.
• Müdür Odası ayn ı zamanda öğretmenleri n toplantı odasıyd ı. B u rada, Le­
onardo'n u n ü n lü "Mona Usa" tablos u n u n bir kopyası ve 30 kada r öğret­
m enin görev ve devam tablosu vardı .
• Bir yarı m g ü n geçirdiğim okuldan ayrıl ı rken, bahçede oynayan çocuklar
koşarak geldiler, elimi tutarak dostça güle güle dediler, m utlu oldu lar.
• Ben okulu tanımaya çalışı rken, on lar da beni tanımışlardı besbelli. "Ava gi­
den avlan ı r!" ö rneği.

İlkokulun son ya da ortaokulun ilk sınıflarına yönelik bir matema­


tik dersinde (TV'de) , bir denklem çiftinin ( iki bilinmeyenl i iki denk le­
min) deneysel ve tümevarınısal yöntemle, çözümü şöyle yapılmıştır:
1) y= x + 2
2 ) x = 10 - y
denklemlerinde x değişkenine 1 'den 6 'ya kadar değerler verip, y d eğiş­
keninin a ldığı değerler bul unmuştur:
1) y = x + 2 x : l 23456
y:3456 7 8

tı Çözüm!
2) x = 1 0 - y x : 1 23456
y : 9 8 7654
Her iki denklemde x = 4 için y = 6 o l d uğuna göre N (4, 6 ) nokta­
sı, bu denklem çiftin i n ortak (çözüm) noktasıdır. İ lerde, l i selerde oku­
tulacak fon ksiyonlar kuramı (cebir) için gerekli ve çok yararlı bir ön ha­
zırl ı k !
O k u l aile ilişkileri, sınıf öğretmeninin ders y ı l ı başında öğrenci aile­
sini ziyaret etmesi ve anne-baba ile tanışmasıyla başlar. Annenin, " eği­
tim annes i " ni n okul - aile birliği çalışmalarına katılmasıyla devam eder.

336
§ 9S LiSELER: " S I N AV CEI-IFNNl'l\·IİNE'' DOCRU! . .

Öğretmen böylece çocuğun ailesini tanımak olanağını bulur. Aileyle öğ­


retmenin işbirliği ve ağız birliği, çocuğun okuldaki başarısı üzerinde et­
kili olur. Bu uygulamayı öğretmenlerin nasıl değerlendirdiği bilinmiyor;
ancak ailelerin son derece beğendikleri saptanmıştır. Okullardaki gele­
neksel askeri disiplin yumuşamaktadır. Ara sıra öğrencisini dövmüş bir
öğretmenin görevden alınd ığı duyulur. Bu kez de öğrencilerin dersleri
boykotu başlar: cezalı öğretmenin yeniden göreve dönmesi için. Okul
yaşamı böylece sürüp gider. Acısı tatlısı ile!

95. L İ S E L E R : " S I N AV C E H E N N E M İ N E " D OG R U ! . .

Üniversite giriş sınavlarının Japoncası "Şikencigoku "dur. " Sınav cehen­


nemi" ya da " Sınavdan önceki cehennem" ya da " lise" anlamına gelir.
Üniversite giriş sınavı bir " Sırat köprüsü " dür. Çünkü lise mezun la rının
üçte biri, akademik liselerden mezun olanlardan yarısı bu köprüyü aşa­
rak cennete ulaşacak; geri k a lanlar doğrudan iş hayatına atılmak ve ça­
l ışmak zorunda kalacaktır. Lise dönemi, böylesine önemli, yaşamsal bir
sınavı n hazırlık evresidir. Başlıca, üç türlü lise var:
1 ) Normal, üç-yıllık, tam gün l isesi,
2) Çalışan gençler için en az dört-yıllık akşam l isesi.
3) Okuldan uzakta oturanlar için en az dört-yıllık mektupla öğre­
tim lisesi.
Liselerde genel akademik hazırlık ve özel mesleki hazırlık olmak
üzere başlıca iki çeşit program uygulanıyor. Öğrenci lerin üçte-ikisi genel
programı; üçte-biri meslek programları n ı izliyor. Mesleğe yönelten özel
programların tarım, endüstri, ticaret ve ev sanatları gibi ana dalları var.
Eğitim Bakanl ığı ana meslek dalı programlarının daha alt dallarını da
geliştirmiş. Sözgelişi, tarım ana dalının, genel tarım, çiçekçil i k ve or­
mancılık gibi alt dalları var. Genel akademik programla mesleki prog­
ramlarının alt dallarına kayıtlı öğrencilerin dağılımı ( yüzde dökümü) ,
Ta blo 95- l 'de özetlenmiştir.
Eğitim Bakanlığı, böylesine yayılıp dallaşmış bir lise öğreniminin
üniversite kapısın da yeniden toparlanmasını sağlamak amacıyla lise öğ­
renimini 80-85 kredilik öğrenim birimiyle tanımlamış. Bakanlık, yakın
gelecekte bunlardan 3 0 kredilik temel dersi herkes için zorunlu tutmayı,
geri kalan 50 krediyi tümüyle öğrencinin ya da illerin seçimine bırakma­
yı tasarlıyor. (Tablo 95-2 )

337
DOKUZ - E(;iTİM SÜRFU

TABLO 95-1
LİSE Ö G R E N C İ LE R İ N İ N
ANA PROG RAM LARA DAG I L I Ş I : 1977
Yüzde
Genel Akademik Liseler 65
Özel Meslek Liseleri
Ticaret meslek 14
Endüstri meslek 11
Tarım meslek 4
Ev sanatları 4
Ötekiler (çeşitli) 2
Ara toplam 35
Genel toplam 1 00
Kaynak: AJS No. 8, 1 978: 8.

TAB LO 95-2
LİSELERDE D E RS VE K RE D İ DAG I LI M I : 1 982
Zorunlu
Seçmeli Toplam
Saatler (Kredi)
Japo n ca 4 (İ llere,
Modern toplum 4 öğre n cilere
Matematik 4 b ı rakı lan
Fen bilim leri 4 seçimlik
Beden eğitimi 4 dersler:
Sağlık eğitimi 2 5 0 kred i)
Sanat eğitimi 8
To plam 30 + 50 = 80
Kaynak: Japonya'yı Tanıyalım "Eğitim 2", Ankara: JBE 1 979: 19-21.

Yeni liseler, 1 00 binden fazla nüfuslu yerleşmelerde, kamu kuru luşu


olarak açılıyor. İl valileri daha küçük yerlerde de liseler açılmasına özel
izin verebilir. 1 977 y ı l ın da, dörtte-üçü i llere bağlı resmi, dörtte-biri özel
olmak üzere beş bin lise vardı. Bu liselerden bir milyon 400 bin öğrenci
mezun olmuştu . Mezunların yüzde 34'ü, 4 yıllık üniversitelerle iki - yıl­
lık önlisans ara kolejlerine, yüzde 43'ü ise doğrudan işe girmiş; yüzde
1 6'sı iş - öncesi endüstri meslek k urslarına dağılmıştı. ( AJS, No. 8 ,
1 9 7 8 : 1 0) Lise programlarında, ekonomi, istatistik v e olasılık (ihtimali­
yat, probabilite) kuramı gibi çağdaş dersler dikkati çekiyor. Liselerdeki

338
:\ 95 JJSEl.FR: ··SJN:\V CEl-IENNEMINE" OOGRUJ..

öğretim yöntemi ve ileri eğitim teknolojisi, NHK - Eğitim - TV'de izlen­


miştir. ( Bkz. Kuru 9 5- 1 )

Kuru 95-1
LİS E D E EGİTİM TEKN O LOJİSİ: N H K - EGİTİM - TV' D E N Ö R N E K L E R
• Geometri Dersi: Öğretmen, karatahta yeri n e saydam özel bir e kran üzerin e
çiziyor, yazıyor v e a nlatıyor. Kam e ra, sayda m ekra n ı n arkasın d a n he m öğ­
retme n i n yüzün ü h e m de çizimleri a l ı p yansıtıyo r. Böylece tahtada çizim
ya pan öğretmenin durup geriye bakması gerekmiyor. Ancak bu teknikte
öğretmenin yazdığı sayı ve harfler ters (sağı sol olmuş solu sağ) görünece­
ği için, verici i mgeyi sağ sol edip yayımlıyor. Öğretmenin sağ eli sol gibi
görün üyor ama yazı larla sayılar d oğru okun uyor.
• Fizik De rs i: Öğretmen, term inallerdeki bagaj taşıma a ra baları gibi, teke r­
lekli bir el arabası üstünd e d u ruyor; elinde y ü ksek basınçlı bir gaz t ü pü
tutuyor. Tüp ü n püskürtme m usluğun u açınca, a raba ka rşı yönde h a re ket
ed iyor - jet m otorlu u çaklar gibi. Tüpün m usluğu n u gidiş yönüne çevirin­
ce, araba önce yavaşlıyor, d u ruyor; son ra karşı yöne doğru gidiyor. Öğret­
men sol eli n d e ki levhayı p üsküren gazı n ö n ü n e tutunca araba d u ruyor. So­
nuç: Newto n ' u n ünlü yasası: "Her kuwete eşit - d e n k bir karşı kuwet var­
d ı r." On dakikalık b u yalı n gösteri, N ewton fiziğin i n temel ilkeleri n i t ü m üy­
le a n layıp kavramaya yetiyor.

Lise öğreniminin ve gençliğinin bazı büyük sorunları var. Hükümet­


çe yapılmış bir kamuoyu yoklamasında, lise öğrencilerine "Anne ve ba­
banız sizinle övünür mü ? " sorusu yöneltilmiş. Öğrencilerin yüzde 46'sı
"evet" , 51 'i " hayır" d iye yanıtlamış bu soruyu. Oysa Amerikalı öğrenci­
ler yüzde 86 " evet " diyormuş. Yine, Amerikalı öğrencilerin en beğendiği
öğretmen, iyi öğreten öğretmen olduğu halde; Japon gençlerinin en be­
ğendiği öğretmen, öğrencilerinin dertlerin i en iyi dinleyen " baba " öğret­
menlermiş. Amerikalı öğrenciler yüzde 40 çoğunlukla öteki cinsle arka­
daşlığı "en sevilen iş" olarak nitelediği halde, Japon öğrencilerin en bü­
yük çoğun luğu ( yüzde 4 6 ) , kendi cinsiyle arkadaşlığı yeğliyormuş. Ja­
pon öğrencilerin ana-baba ve öğretmenleriyle ilgili bu tutumları, nasıl
bir başarı kaygısı ve sınav gerilimi içinde olduklarını yeterince y ansıt­
maktadır.

339
DOKUZ - El.ITİ 1\ I SÜIU:Cİ

Kuru 95-2
EGİTİM SİSTEM İ N İ HALK NAS I L D E G E RLEN D İ RİYO R?
(G Ü N LÜ K YOM İ U R İ GAZETESİ 12 EY L Ü L 1 978)
G azetenin yü rüttüğü, değe rlendirip yayımladığı kamuoyu yoklamas ın a göre:
• J aponların üçte-ikisi u lusal eğitim siste m i n e güveniyor. Erkekleri n yüzde

altmışı, kad ı n ların yüzde yetmişi; yaşlılar, gençlerde n biraz da ha yüksek


oranda olumlu d ü ş ü nüyor.
• Dört Japon'da n biri öğretmenlere güven d uymuyor. Gazeteye göre bu, ciddi
boyutlara varan bir sorun. Çünkü öğretm e n e duyulan güvensizlik gide re k
okula, eğitim sistemine, gençliğe, yarın ki t o plu ma ve geleceğe güve n sizlik
anlamına gelirmiş. G azete uyarıyor: Ya siste m i d üzeltin ya tut u mun uzu ya
da her ikisin i bird e n.
• Öğretmenlere duyulan güvensizlik gerekçelerini halk şöyle açıklamış:
a) Öğretmenlerin kendilerine güve n i yok ki bizim ols u n .
b ) İ nsanca, özen d i rici, ö r n e k niteliklerd e n yoksun bulun uyorlar.
c) Genellikle, çocukları (öğrencilerini) sevmiyorlar.
d) Robot gibi, kendileri n i vermeden yapıyorlar görevleri n i .
e ) Kendi i n a n m a dıkları ideoloji leri savun u p aşılıyorlar.
• Yorum: "Toplumda böylesine köklü yapısal d eğişmeler olurken, üçte-iki
çoğunluğun, tüm eksik ve kusurlara karşın , eğitim sistemine güvenmesi
yi ne de büyük bir başarı sayılır" diyor - gazeten i n yorumcusu!

96. Y Ü KS E KÖ G R ET İ M : G İ R E N KAZA N IYO R V E TAT İ L YA P I YO R

Yükseköğrenim kurumlarının başlıca dört çeşidi var:


a ) Üniversiteler (4 yıllık) ,
b ) Mezuniyet ( lisans) üstü, yüksek araştırma enstitüleri,
c) Küçü k ( ara) kolej ler (2 yıllı k ) ,
d ) Teknoloj i kolejleri.
Üniversiteye bağlı fakültelerde normal ve yaygın olarak 4 yıllık li­
sans p rogram ı uygulanır. Yalnız Tı p ve Diş Hekimliği 6 yıldır. Son yirmi
yılda, lise öğreniminin herkese açılması sonunda, yükseköğrenim yap­
mak isteyen öğrenci sayı larında büyük bir patlama olmuş. Örnek olarak
1 960 yılından bu yana yükseköğretim kurumları sayısındaki iki katlık
artışa karşın öğrenci sayısı üç kat artmış. Lisans öğrencilerinin uzmanlık
alanlarına dağılışı Tablo 96'da gösterilmiştir.
İşler durumda tam 43 1 üniversite vardı, 1 97 8 yılı başında. Bun­
lardan 260'ı ya da yüzde a ltmışı i l e toplam üniversite öğrencilerinin
yüzde yetmişi ( her 1 O öğrenciden yed i s i ) Tokyo, Ô saka ve Nagoya'da
yığılmış bulun uyordu. Büyük kentlerdeki sağlıksız n ü fus yoğunluğunu

340
� % YÜKSl'KOCRETlı\ I: G İ R EN Kı\ZAN I YOR

azaltmaya çalışan Ulusal Toprak Örgütü, büyük kent yerleşmelerinde­


ki toplam 300 üniversiteden 60 tanesini kırsal kampuslara dağıtmayı
planlıyor. Ülke çapında 250 küçük belediye b u 60 üniversiteye sahip
olmak için birbiriyle yarışıyor: yer-yurt verip çeşitl i işletme kolaylıkla­
rı göstererek.

TAB LO 96
Ü N İVERSİTE ÖGRENCİ LERİNİN FAKÜLTELERE DAG I LIŞI: 19 77
Uzmanlık Alanlan Toplamm
(Fakültelere göre) Bin desi
Toplum B ilim leri 4 14
Doğa Bilimle ri ve Mühendislik 263
Eğiti m ve İnsan Bilimleri 207
Tıp, Diş ve Sağlık Bili mle ri 59
Ötekiler (geri kalanlar) 57
To plam %o 1000
Kaynak: AJ5, No. 8, 1 978: 1 1 .

Lise öğrencileri, bir yaba ncı d ilde (çoğunlukla İngilizce) okuduğunu


a nlayacak düzeyde gel iyorlar üniversiteye. Ancak, üniversitelerdeki öğ­
retim dili Japonca. Ülkemizde İngilizce yükseköğretim yapılmasını savu­
nanların söylediklerinin tersine, Japonya'da hiçbir zaman İngilizce öğre­
tim yapılmamış. Birisi Tokyo'daki Sophia Ü niversitesi olmak üzere, sa­
dece iki özel ve dini (St. ]oseph) kurumunun yabancı dilde çalışmasına
izin vermişler. Ü niversiteler arasında büyük bir saygınlık sıralaması var.
Başta, rakipsiz Büyük Tokyo Ünivers itesi olmak üzere, Kiyôto, Ô saka
ve Nagoya üniversi teleri geliyor. Onları , güneybarının Fukuolw, k uzey­
doğunun Tôhoku ve Sapporo 'daki Hokkaidô ü niversiteleri izliyor. BE­
FU'ya göre üniversiteye girmiş öğrenciler pek fazla çalışmadan ve ders­
lere devam etmeden de mezu n olabiliyormuş. Saygınlığı yüksek ama ge­
l iri düşük olan üniversite öğretim üyeleri birkaç kurumda birden görev
alıyor, gazete ve dergilere bol bol yazı yazıyor, eğitim ve öğretime yete­
rince zaman ayıramıyormuş. ( Befu 1 97 1 : 1 4 8 )
Yükseköğretim paralı v e özel kurumlarda oldukça pahalı - b izim
Türkiye ölçülerimizle. Resmi devlet ü niversitelerinde 1 9 8 0 fiyatlarıyla
y ı lda ortalama 24 bin TL ( 3 00 ABD Doları), özel üniversitelerde b u n un
5 katı 1 20 bin TL ( 1 500 ABD Doları) öğretim ücreti ödenir. Öğrencile­
re, çok ucuz sayılan yurt ve yemek h izmetleri sağlanmış. Yen i ü niversi­
teler 2 + 2 = 4 yıl sistemiyle çalışıyor; iki yıl l ı k bir genel kültür h a zırlı­
ğından sonra, iki yıllık uzmanlık. Kimi öğretim üyeleri, ABD'den alı­
nan b u yabancı öğrenim düzeninin, Japon geleneğine uymadığını düşü-

341
DOKUZ - E(;iTIM SÜRECİ

n ü yorlar. İlk iki yılın gereği gibi


değerlendirilemediğini, geriye ka­
l a n i k i yılın ise lisans ve araştır­
m a y a yetmed iğin i b e l i r t i y o r l a r.
Mezunlardan yirmide biri ( % 5 ) li­
sansüstü programlara devam edi­
yormuş.
Merkez k ütüphaneleri yanın­
da, fak ülte ve bölüm ( başvuru ) ki­
tapları var. Fakat en i lginci, unu­
tulmuş bir kitap deposuna benze­
yen profesör odalarıdır. Dört du­
varın tabandan tavana kadar ki­
tap ve kitaplıklarla dolu olmasıdır.
Ortadaki büyücek çalışma masası
ve maroken deriden kanepe, aka­
demik saygıdeğerlik simgesidir. Bu
durum, merkezi k ü t ü p h a n ec i l i k
RESiM 96: Eğitim annesi çocuğunu hizmetlerinin gelişmemiş olmasıy-
yuvadan eve götürüyor. la açıklanıyor. Yeni ü niversiteler-
deki genç öğretim üyeleri odala­
rındak i kitap sayısıyla tozunu azaltmakla birlikte, k itap-kanepe gelene­
ğini sürdürüyorlar.
Yükseköğrenim kurumlarının yönetim bakımından bağlı bulundu­
ğu Eğitim Bakanl ığı, radyo ve televizyonla eğitim yapacak olan bir açık
üniversite projesi üzerinde çalışıyor. Deneme yayınları özel bir kanaldan
1 9 8 0 yılı içinde başlayıp, Tokyo k u lesinden yapılacaktı. İlk yıllarda çe­
şitli bilim ve l isans programlarına yedi bin, genel kültür ve serbest lisans
programına 1 0 bin öğrenci alınacakmış. Son hedef 20 bini meslek lisan­
sı ve 30 bini serbest lisans olmak üzere 5 0 bine çıkarmakmış. 1 978 yı­
l ı nda, 3 00'den fazla seçilmiş öğretim üyesi açık üniversitenin yayın
programlarını hazırlıyormuş. Açık üniversitede başarılı olan öğrencile­
re, üniversiteye geçmek olanağı sağlanacakmış.
Yü kse köğren i m k urumları arasında en dikkati çeken kurumlar,
l isansüstü düzeyde eğitim-uygulama ve yayın yapan araştırma ensti­
tüleridir. Bu kurumlarla ilgili gözlem ve i zlenimler Kutu 9 6 'da topla n ­
mıştır.

342
§ % YÜKSEKö(;IUTİ\,I: G İ R EN KAZANIYOR

Kuru 9 6
UYG U LAMALI ARAŞTI RMA Ö R N E KLERİ
• HüKKAİDÔ EYALETİ Ş i NTO K U HAYVA N CI LI K ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ
Geniş ve elverişli bir alanda 100 yıl önce kurulmuş. İki katlı ahşap bir yapı.
Yerler ahşap, cilalı ve bakımlı. Kalorifer yok, sökülmüş bir soba n ı n boruları
d u ruyor. Müdür ve öteki yöneticiler aynı salo n d a çalışıyor. Şefin çalışma kö­
şesi yü ksekçe bir kita plı kla ayrılmış. Lüks ve savurga n lık yok. Uygulama ve
pazarlamaya yönelik yüzlerce araştırma ve yayın var:
a) Yem, ot, otlak, çayır ve m era tipleri üstü n e a raştırmalar;
b) Et ve süt h ayvancılığı için yerli ve yabancı ı rklar, e rkek-dişi araştırmaları;
c) Büyük ve küçükbaş h ayva ncılık kültürleri n i n doğumdan ölüme kadar sağ-
lık ve hastal ı k açısından i n celenmesi a raştırması.
Beslenme ve d ışkı araştırmalarında, seçilmiş hayva nların işkembes in e say­
dam b ir gözlem p e n ce resi takmışlar. H e m gözl üyorlar sindirim s ü recini, he m
de istedikçe n u m u n e alabiliyorlar. Ayrıca 5 0 baş h ayvan besleyen bir "deney
ailesi" kurmuşlar, " N eyi nasıl yaparsa bu aile n e kad ar kaza n ı r?" a raştırması
yapı lıyor. Aile, h ayvancılık ya n ında, alabalık ü retiyo r ve mantarcılık d a ya pı­
yor. Enstitü, " Hokkaidô'd a Tarım 1 977 " başlığı n ı taşıyan d eğerli bir derlemeye
katkıda bulunm uş.

• KURAŞİ K İ TAR I M ARAŞTIRMA LARI ENSTİTÜSÜ


Okayama Ü n iversitesi öğreti m üyelerinden Profesör NAKAE Toşitaka ile birlik­
te üniversiteye bağlı Tarım Araştırma Enstitüsü' n ü ziyaret ettik. Müdür, yakın­
da emekli olmaya h azırlanan bir m ikrobiyoloji profesörü. Alçakgö n ü llü ola­
naklar ve temizlik d ikkati çekiyor. Kütüphane ayrı bir blokta. En eski Çin, Japon
ve Batı kaynaklarından e n son araştırma yayınlarına kadar, tarım la botanikle,
ekolojiyle ilgili her türlü yayı n var. Enstitüde yapılmış tezlerin kopyaları var.
Örnek bir araştırma, yay ı n ve uygulama alanı. Çevrede genişçe bir uygulama
bölgesi ve modern seralar d i kkati çekiyor. Enstitü müdürü en çok kitaplığı ile
övündü: "Japon tarımını, dolayısıyla ü lkeyi b u kitaplar kalkın d ırdı" dedi. İç av­
luda, bugünkü imparatorun 1 9 2 o'lerde diktiği fida n kocaman bir ağaç olmuş­
tu. Ağaç, tarı m ı n felsefesini simgeliyo rd u : Bugün araştır öğren , yarın d e n e uy­
gula. Elli yıl sonra övün . Tarıma, toprağa yapılmış yatırım boşa gitmez .

• A SYA VE AFRİKA D İ LLERİ VE K Ü LTÜRLERİ ENSTİTÜSÜ

Tokyo Yabancı Araştırmalar Ü n iversitesi olarak bilinen kuru m d a, yılda d ö rt bi­


limsel toplantı yapılıyo r. Sabah ıo'da başlayıp a kşam 17'ye kadar s ü re n yed i
saatlik b i r "akademik m araton." Öğle yemeği s e m i n e r odasında yen iyo r. Ma­
sa üstündeki büyük boy termoslar çayı sı ca k tutuyor. Her sem inerd e enstitü
içinde ve d ışında yapı l m ı ş a raştı rmalar sunuluyor. Toplantı, ilgi li kurum ve
kişilere ö nceden d uyuruluyor. Kon u teyp bantları ve projeksiyo n la s u n u l uyor.

343
DOKUZ - F(;ITİM SÜIU:Ci

<J
Sorular soruluyor. Ta rtışma ve katkılar banda alınıyor. Sunucular, tebliğ özet­
lerin i yazılı olara k da dağıtıyor. 24 H aziran 1 97 8 Pazartesi günü yap ı lan bir
yaz seminerinde, İran, S u riye ve Rodos Adası üzerine üç tebliğ vardı . H e r
araştırma, b ir tarih coğrafya yönelimi içinde s u n u ld u . D a h a çok, yöntem ve
teknikle ilgili sorular soruldu.

• ALTAYC I LAR I N YI LLI K " G Ü NAH Ç I KAR MA" TO PLANTISI


(NocirikoKrater gölü kıyısın da) Orta Asya tari hçile ri ve dilcileri, yıllık a raştır­
ma ve çalışmaların ı , "Altaycı lar ailesi"ne ya n i birbirlerine sundula r, yıllık gü­
n ahların ı çıkardılar. "Cengiz Hanın Kutsallığı" konusun u araştıran asistan Dr
KİTAGAVA, Farsça, Ermenice, G ürcüce ve Orta (çağ) Frans ızca kaynaklardan
yararlan m ıştı. Genç a raştı rmacı, ayrıca Tü rkçe ve Arapça kaynakları da tara­
m ıştı . İ ngilizce konuşuyordu.

9 7 . Ö Z E L- Ö G R E T İ M V E G E N Ç L İ K S O R U N LA R !

Japon eğitim dilinde " özel öğretim '', başka ülkelerde d e olduğu gib i
körler, sağırlar, görme ve işletme güçlüğü o l a nlarla zihin geli şmesi gecik­
miş ve konuşma güçlüğü olan tüm çocuklar için özel eğitim ve öğretim
programlarını içine alıyor. Özel öğretim progra m ları a naokulundan l ise
sona değin her d üzeyde görülüyor. Başka bir deyişle, özel eğitime muh­
taç olan 3 yaşından l 8 yaşına kadar herkes bu programların kapsamına
alınıyor. Özel öğretimin sayısal d urumu Tablo 97'de özetlenmiştir.
Ayrıca l 3 bin öğrenci, normal okullardaki özel eğitim sınıflarında
öğretim görüyordu. Toplam 60 bin öğrenci vardı.
l 978 yılında bütün i llerde özel öğretim okullarının açılması zorunlu
olmuş, beden ya da zihin kusuru olan çocuklar için.

TAB LO 9 7
ÖZE L Ö G R ETİM: 1 977
Öğretim Kurumu Toplam Öğrenci Okul Sayısı Öğrenci /Okul Oranı
Körler okulu 3. 500 76 50
Sağırlar okulu 7.000 1 07 70
Öteki Özel'ler 3 7.000 452 80
Kaynak: AJS N o . 8, F P Ç , 1978: 1 3 .

Japonya'daki özel öğretim kurumları, Kanagava İli'rrde Miura Yarı­


madası ucunda, 1 00 bin m2'lik yapı ve tesislerden oluşan Özel Eğitim
Milli Araştırma Enstitüsü ile yakın işbirliği içinde çalışıyor. Her kuru­
mun, programın, özel öğrenim gören her özürlü öğrencinin, buradaki

344
� 97 ÜZFl .-0(� R F.Tii\I VE GEN(:I_İK SORlJNl.AIU

dokümantasyon merkezinde birer dosyası ve k ütüğü var. Bilgiler özel bir


bilgisayara yüklenmiş. Her konuda bilgi verebiliyor, danışmanlık sağlı­
yor. Danışma ve tanı amacıyla gelen ailelerin kalması için bir konu kevi
de var. Enstitüye bağlı olarak, başka okullarda eğitilmeyecek derecede
özürlü çocu klar için deneme araştırma okulu kurulmuş. Ayrıca, özel öğ­
retim öğretmenleri ve yöneticileri için meslek içi tazeleme ve geliştirme
kursları yapılıyor. Dünyada başka bir örneği bulunmayan, benzerleri
arasında da "en iyisi" olarak nitelendirilen çağdaş bir eğitim kurumu !
Bütün b u ileri eğitim öğretim olanakları, m utlu v e sorumsuz bir genç­
lik anlamına gelmiyor. Doğrudan Başbakanlığa bağlı " Gençlik Sorunları
Bürosu " nun beş yıllık araştırma son uçlarına göre, Japon gençlerinin ciddi
özdeşim ( kimlik) sorunları var. Gençlerin çoğunluğu, toplumsal değişim­
den hoşnut değiller. Gençler, çalışacakları, işyerinin bir "aile üyesi" o lmak
ya da yaratıcı enerjilerini tümüyle işe, üretime adamak istemiyorlarmış.
Gömlek göğüslerinde, defrer ve kitap kaplarında dışa vuran " Daha
bağı msız olmalıyım" özlemi aslında bu tutumu dile getiriyor. Gençlerin
ayrıca yükseköğretime girişteki güçlüklerden giderek çetinleşen yarışma
koşullarından yıldığı da anlaşılmış. Aile ve arkadaş bağlarının eski gücü­
nü koruduğu, kamu sorumluluğu duygusunun azal dığı gözlemlenmiş.
Araştırma gençlik alt kültüründe oluşan değerlere dayanarak, geleneksel
[Japon! kültürün ü n giderek değişmekte olduğu sonucuna varıyor. Genç­
lik sorunlarını ve öğrenci hareketleri ni daha uzun süreli bir zaman aralığı
ve daha geniş bir perspektif (görüş açısı) içinde inceleyen Profesör KAGA
Otohiko ( T]T Weekly, 14 Ekim 1 97 8 ) aşağıdaki sonuçları vurguluyor:
1 ) Japon gençleri 1 970'lere doğru, süresi b iten ABD-Japonya Ortak
Güvenlik Anlaşması'nın yenilenmesine karşı çıkıyorlardı. Çoğunlukla,
1 945-50 doğumlu enerjik, eylemci ve isyancı olan bu gençler "Zen-Kiyô­
tô " denen başlıklarla ve yüzleri havluyla sarılı olarak dolaşırlar, diyalogu
reddederler, durmuş-oturmuş, toplumca kabul edilmiş her değere karşı
çıkarlardı. Grup d inamiği, gücü ve etkileşimi bireye egemendi.
2) Derken 1 970'lere doğru, kişilik yapısı [dünya görüşü] değişmeye,
durulmaya yüz tuttu. 1 973 'ten bu yana kampuslar sakinleşiyor. 1 978 'ler­
de daha da barışçı yolları aramaya, etkili olmaya başladılar. Yaşlılara ya­
kınlık ve saygı gösteriyorlar. Grup eylemleri giderek yerini bireysel tepki­
lere ve davranışlara bırakıyor. Aile, okul, iş ve aşk, ideoloj ik dünya so­
runlarından önce gelmeye başladı. Geçmişi merak ediyor, soruşturuyor­
lar. Savaşları okuyor, kültür kaynaklarını araştırıyor, geleneksel sanatları
hevesle öğreniyorl a r.
3 ) D ünyadaki "Kızılordu eylemleri"ne katılma eğilimi yaygın değil
ama katılanlara yakınlık duyanlar var. 1 950-55 arasında doğan gençlik
kuşağının delikanlılık çağı görece rahat geçiyor. Belki ve ola ki yeni bir da­
va ve ülkü arıyorlar, kendilerine.

345
DOKUZ - E(;iTi�1 SÜRECi

4) Savaş ertesinde ba baların inanç dünyası yıkılmıştı. Babalar belki


yenilginin tepkisiyle, belki yıkılan dünyalarını yeniden kurma çabasıyla,
babalık görevlerini iyi yapmadılar. Çocuklarını u nuttular. Gençlik hare­
ketleri belki de o babalara karşı derinden gelen bir tepkiyd i . Gençler, ba­
baları gibi olmak istemediler. Bu d uygusal tepki onlarda bir kimlik bu­
nalımı yarattı. Kim olduklarını, kim olmak istediklerini bilemediler. Bu
kimlik bunalımı, romanlarda göriildiiğü gibi onları bir kimlik arayışına
zorladı. Önceleri toplu, şimdi daha bireysel biçimlerde. ( Bu konuda Bkz.
§ 1 07)

K u ru 97
"SARH OŞ" KIZLAR: CİCİ KIZLAR
Sapporo Kenti'nde, gençlerin toplan d ı ğı bir bira (Bomonti) lokali. Çevresinde
30 kişi oturan alt ı ge n bankolardan, 8-ıo tane va r, hepsi de dolu. 2 5 0-300 kişi­
lik bir gençler topluluğu, adam başına 200-300 TL karşılığında hafif bir ye­
mek yiyor; b ira, viski içiyor. Gençler, kızlı erkekli gruplarla geliyor, tanışıp ko­
n u şuyor, ra hat arkadaşlıklar kuruyorlar. Hemen yanımızda otura n iki genç kız
(20-22 yaşları nd a) içkiyi sanki biraz fazlaca kaçırmış gibi salla n ıyorlard ı. Baş­
ları eğik, gözleri kapalı, a rada birbirlerine sarı l ı p ö püşüyor, sonra ağlaşıyor­
lar. Kızlardan b i risi ötekine sırayla "an nelik" yapıyor. Sonra roller birden de­
ğişiyor. İşte o zaman oyun u kavradım.
Aileleri n d e n uzakta kentte çalışıyorlar. Daha birkaç yıl çalışt ı ktan sonra
2 5 'e doğru evlenecekler. Mutlu d eğiller belki ama m utsuz da. Sarhoş rolün ­
d e ler oysa sarhoş değiller! Arkadaşlarım k e ndileriyle ilgile n in ce ayıld ılar.
G ru ptaki yabancıyı gö rünce büsbütün toparlan d ı lar. "Görünüşümüze aldır­
mayın [inanmayın, yan ı lm ay ı n], biz kötü kızlar d eğiliz." Sarhoş ro lünde, "ağlı­
yor, eğleniyor ve d i n le niyo ruz" demek istiyorlar. Belki hafif çakır keyifler ama
yabancıya ser verip sı r vermeyecek kad a r d a bilinçli ve sorumlu iki genç kız.

98. YAYG I N E G İ T İ M (OKEİKOGOTO): "S OSYAL E G İ T İ M " P R O G R A M L A R !

Japon d i li nde, "sosyal eğitim" diye bir kavram var. Bununla Japonlar,
okul çatısı dışında yapılan yaygın eğitim sürecini söylemek isterler.
Türkçedeki halk eğitimi ve yaygın eğitim karşılığında bir kavram. Yetiş­
kinler, gençler, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar için ayrı sosyal eğirim prog­
ramları va r. Uygulamada, geleneksel okul öğretimi yanın da görsel işitsel
ve mektupla öğretim tekniğine de başvurulur. Sosyal eğitim programla­
rı, yerel yönetimlerce örgütlenen okul a i le birlikleri, kadın dernekleri,
gün l ü k gazeteler, Radyo-TV kurumları, büyük mağazalar tarafından yü­
rütü lür. Eğitim Bakanlığı, sosyal eğitimi yöneten uzmanların yetiştiril-

346
§ 98 YAYGıN E(; iTlt-1 (ÖKEI KOGOTOl: "SOSYAL ECiTI:\!" l'ROGR.\i'v!LARI

mesi için para yardımında bulunu­


yornı uş. Öğrenim konusu ola bile­
cek her türlü bilgi, beceri, sanat,
kişisel ilgi ve kültürel etkinlikler
sosya l eği t i m i n konusu o l a b i l ir.
Her i lde, eğirim kuruluna bağlı bir
halk eğitimi müdürü vardır. Bazı
p rogra m l a r ı doğru d a n yönet i r.
Öteki programlarda danışmanlık
görevi yüklenebilir. 1 975 yılında,
ülkede 4300 halk eğitimi müdürü
varmış. Yine aynı yıl, 6 1 00 halke­
vi müdürü, 2700 kütüphaneci ve
600 dolayında müze müdürü gö-
revliymiş. Ayrı sosyal eğitim ku- R E s i M 98·1: Origami (Kağıt kıvırma sanatı).
rumları yok. Halkevleri, halk kü-
tüphaneleri, müzeler, gençlik m erkezleri, çocuk yuvaları, kadın dernek­
leri ve lokalleri sosyal eğitim amacıyla kullanılabi li r. Çoğunluğu yerel
belediyelerce k urulmuş 9000 halkevinde 15 binden fazla görevli çal ışır.
Bu evlerde günlük hayat, k ültüı; estetik ve sosyal güvenlik konularında
ders ve açıkoturumlar d üzenlenir. Japonya'da 900'ü aşkın kütüphanede
7500'ü aşkın uzman kütüphaneci, toplam 400'ü bulan m üze, galeri, bo­
tan i k ve hayvanat bahçesinde 6 binden çok görevli çalışır. Ayrıca, gece
yatısı konukları nı ağırlayabilen 200 dolayında gençlikevi ve 1 1 3 gençlik
lokali varmış.
Geleneksel Japon insanının, yüce bir Tann'nın ya da rek bir d i n i n
buyruğuna girmektense kendisini yaratıcı bir i ş e güce adadığı, hayat
denen serüvenin inançlı bir yolcusu olduğu söylenmiştir. Japonlar b u
yola v e yolculuğa kısaca "Dô " derler. Hayat yolu, felsefesi a nl a mında­
dır. ( Seidensticker 1 978: 1 97-98 ) Japon inancına göre, her şeyi olan,
hiçbir şeye değer vermeyen insandan daha mutsuz ve yararsız bir k i mse
olamaz. S osyal eğitim, insanlara hayat yolu çizmede, o yol d a i lerleme­
l erinde yardımcı olur. İşte hayat boyunca izlenecek bu y o llara Japon­
cada " Ok eikogoto " deniyor. Uygulama, alıştırma, ders a lma, kendini
hayat boyu yetiştirme ve geliştirme anlamında. Japonlar, kendô ( k ılıç)
ve savaş o yunlarının erkek kişiliğini geliştireceğini söyler, buna karşılık,
ikebana (çiçek düzenleme) ve çanoyu (çay töreni) gib i geleneksel kadın
sanatlarının da kadın kişiliğine uygun düştüğüne, yakıştığına i n anırlar.
Kimono dikmek, güzel yazı yazmak, örgü ö rmek, bahçe yetiştirmek,
güzel yemek p işirmek de hayat boyu izlenecek sanatlardan sayılır. Bu
konularda açılan kurslar 6 ila 24 ay sürer. Paralıdır. Öğrencilere bitir­
me sertifikası veril ir. Öğretmenlik sertifikası alanlar kendi a dlarına

347
DOKUZ - F(;iTi�t SÜ R ECİ

kurs aça b i li rler. Son zamanlarda


genç kızların piyano derslerine ve
ten i s e i lgi d uy d u ğ u g ö r ü l ü y o r.
Bunlar en ünlüleri ! Oysa akla ge­
len h e r iş Ok eikogo to o l a b i l i r :
Tayva-çô İ lçesi Bitki Sevenler Der­
neği'nin yıllık " Ya ban Bitkiler Ser­
gisi " gibi.
Yerel müzeler, ne gibi iş ve za­
naarların Okeikogoto olabi leceği
konusunda çeşitli ve zengin örnek­
lerle doludur. Beyli k Hisar' ların iyi
bakımlı, güzel bahçelerinde k uru­
lan kent ve kasaba müzeleri çok
amaçlı kurumlardır. Nagano İli'nin
M a ts ımı o to k a s a b a s ı n d a O K A
Masao tarafından kurulmuş yerel
müze, başarılı b i r örnek olara k
gösterile b i lir. Müzenin zemin katı
RESiM 98-2: Güzellik: Onu görebildiğiniz her bir tarihöncesi, tarih ve etnografya
yerdedir. müzesi gibi düzenlenmiş. O rta k a t

RESİM 98-3: Uluslararası Japon Evi bahçesi (Roppongi, Tokyo).

348
� 98 Y:\Y(;fN E(;İTİ.\I (OK UKoc;OTOJ: "'SOWı\L F(;iTL \ 1 " l'RO( ;fl.·\,\ I L\IU

(giriş katı ) , kasabanın yakın çevresini, dağları, suları kaplıcaları, yerleş­


meleri, çeşitli ekolojik yörelerde ve yüksekl i klerde yaşayan c a nlıları
tanıtan bir Doğa Tarihi M üzesi . Üst katta bilim (keşifler) ve güzel sa­
nat galerileri var. Zemin kattaki etnografya b ö l ümünde Edo dönemin­
den bugüne yaşaya n sanatlara (el, halk, kadın, çocuk eserlerine) yer ve­
rilmiş.
NHK Genel ve Eğirim Kanalları, yaygın eğitim programlarına yeni
boyutlar kazan dırıyor. " Meslekleri Tanıyoruz" programı yalnızca ço­
cuklar ve gençler için değil anne ve babalar için hazırlanmış. Kaptanı
kaptan köşkünden, pilotu pi lot kabininden, lokomotif makinisti n i ma­
k i ne kontrol k ulesinden tanıtıyor - hem de işlerini yaparken. NHK-Eği­
tim-TV Kanalı'nın seçilmiş yaygın eğitim örnekleri Kuru 98'de sunul­
muştur.

Kuru 9 8
N H K' D E YAYG I N EGİTİM PROG RAMLAR!
N H K-Eğitim-TV'nin okul sistemine yönelik p rogram örne kleri ne yukarda yer
veri lmişti. N H K' n i n çoğu eğitim programları geniş halk kitleleri için başarılı
bire r genel kültür p rogra m ı sayılabilir. Seçilmiş örne kler:
• Canlı bir kurbağa n ı n kesilen kalbi saydam bir s u borusuna takı lara k, kal­

bin nasıl bir e m m e basma tulumba gi bi çalıştığı gösteriliyo r. Program ı izle­


yenler, kendi kalp ve nabız sesleri n i d i n leyerek, insa n kalbin i n d e bir tu­
lumba gibi işlediğin i öğren iyor.
• Elektron mikroskobuyla çekilmiş atom resim leri üç-boyutluya d ö nüştürü­
lerek ato mun yapısı açıklan ıyor. Anne-babalar 20- 3 0 yıl önce yaln ızca d uy­
dukları n ı ş i m d i gözleriyle görebiliyorlar.
• Dramatik (oyun) öğesin i vurgulamak için, bilim progra m ı n ı anlamış olanlar
eğleniyor; kavramamış olanlara ikinci bir özet.
• Genel kültür ve yaygın eğitim programlarında m atematik ve si mgesel m a n ­
tık tartışmaları n ı n çokluğu i le yaygı nlığı d i kkati çekiyor. İ ki eksi (-) çoklu­
ğun çarp ı m ı n ı n neden artı (+) olduğu, cebir d e rsinde öğretilen bir ilkedi r.
Japonlar b u n u n nasıl olduğunu, TV'de ve en basit yoldan şöyle öğre n i rler:
( 3) x ( 2) + 6
- - =

(- 3) x (- 1) + 3 (+)
=

(- 3) x (± O) ± o
= -- s ı n ır!
( 3) x (+ 1)
- = - 3 (-)
(- 3) x (+ 2) = - 6
Bu gösteriden ö n ce, e ksi (-) ile artı (+) çokluk çarpı m ı n ı n neden e ksi (-) ol­
duğu, günlük h ayattan seçilmiş güzel ö rn e klerle açıklanm ıştı.

349
DOKUZ - E(;iTİM SÜR ECİ

RESiM 98-4: Sevgili bir Hoca'nın dul eşine başsağlığı ziyareti.

Tomari ( Ba l ı kçı) Köyü'ndeki ev s a h i b ine Türkiye'nin Ortado­


ğu'daki yerin i göstermek için k ağıt peçete üstünde bir harita çiziyor­
dum ki yaşlı balıkçı yerinden kalktı yan odaya geçti ve Japon Ansiklo­
pedisi'nin "Atlas " cildini getirdi. Türkiye'yi buldu. "Şimdi a n latın "
dedi. Britannica'ya benzeterek ya da özenerek a ns i klopediye Latince
"]A PONICA " adı verilmişti . Yaygın eğitim i n bu yüksek d üzeye var­
masında, ulusal müzelerin büyük ve o l u m l u bir payı vardı. Bun lardan
en yenisi ve büyüğü Ô saka'daki Ulusal Etnoloji Müzesi idi.

99. U L USAL E T N O LOJ i M Ü Z E S İ

Ulusal Etnoloji Müzesi (Kokuritsu Minzolwgoku Hakubutsukan), Ô sa­


ka'nın uydu kenti Suita'da, Expo70 fuar alanı üzerinde yeni bir kurum .
Japonların dünya görüşünü yansıtan, yapma yaratma gücünü belgele­
yen gerçek bir kültür merkezi ! Bu değer yargısı birkaç gerekçeye dayanı­
yor. Önce, " U lusal" sıfatına karşılık, k u rum bir " Dünya K ültürleri "
Müzesi 'dir. Sonra "müze" adını taşımasına k arşılık, gerçek bir halkbili­
mi, araştırma, belgeleme, yayın ve eğitim m erkezidir; öyle tasarlanmış
öyle gerçekleştirilmiştir. D ünyaca tanınan Alman ( bilim ve teknoloji )
Müzesi, Britanya (tarih ve k ültür) Müzesi, Leningrad (Hermitaj) Sanat
Müzesi ve New York Doğa Tarihi Müzesi yanında, yeri, işlevi, özgünlü­
ğü olacak bir kurum.
Ô saka " D ünya Kültürleri " lvlüzesi, p rogram ve kapsam olarak,

350
'i 99 U LUSAL FTNOL.OJI :-. ı üzı:sı

İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Yale Üniversitesi'nde kurulan HRAF


" İnsan İlişkileri Belge Arşivi " nden yola çıkıyor. (Bu konuda Bkz. Gü­
venç 1 9 79'a: 120- 1 25 ) Ancak adı geçen arşiv yalnızca bilimsel araştır­
ma ve yazılı kaynakları araştırmacıların yararına sunarken, Ô saka
Müzesi, halkbilimi belgelerini görül ü r - duyulur - elle tutulur d u ruma
getiriyor. Yalnız bilim a damlarına değil halka ve d ünyaya açıyor.
HRAF arşivinin kopyasını alıp kuruyor, ayrıca arşivdeki bilgileri, et­
nografya müzesi olarak gör-işit araçları, seminer ve konferanslarla hal­
ka sunuyor.
Böyle bir müze kurulması önerisi, yıllar önce Japon Etnoloji Derne­
ği'nden gelmiş. Ö neri 1 9 74 yılında benimsenmiş. Müze 1 977 güzünde
açılmış. Akla durgunluk veren bu büyük projenin sorumluluğunu ve
onurunu Profesör UMESAO Tadao ile yakın arkadaşları paylaşıyor. Ja­
pon kül türüne, eğitimine ve düşünceler dünyasına yön veren Kansai ge­
leneğinin bugünkü temsilcilerinden sayılıyor UMESAO adı. Geleneğin
en ünlü k işileri, O SAKA-KİYOTO-NARA (Kansai) üçgenindeki yük­
seköğrenim kurumlarından yetişmiş. UMESAO'nun hocası, Kiyoto Üni­
versitesi profesörlerinden İMANİŞİ imiş. Zooloji bilim dalından insan
ekoloj isine kayan Profesör İMANİŞİ ( 1 956, 1 96 3 ) , Darwin'in " Evrim
K uramı " n ı eleştirmiş ve "En uygunun, güçlünün yaşadığı " ilkesi yerine,
-çağdaş ekoloj inin de benimsediği ve savunduğu- "Türlerin birlikte var
olması" ilkesini önermiş. Kendisi kadar ünlü iki öğrencisinden NAKAO
Sasuke ( 1 96 6 ) , çeşitli tarım bitkilerinin ve tarım kültürlerinin kökünü
kaynağını araştırmış; UMESAO Tadao ( 1 9 72 ) ve Japon halkbilimi üze­
rindeki büyük bir araştırma derlemesinden sonra, bugün Ô saka Müze­
si'ni kuruyor. Müzeyle ilgili izlenimler birkaç ara başlık altında toplana­
bilir:
1 ) Amaç ve Gerekçe: Ulaşım ve teknolojideki çığır açan gelişmelere
karşılık, dünya toplumları arasındaki iletişim ( haberleşme) ve karşılıklı
anlayış ( saygı ), ne yazık k i gelişmemişlik d üzeyinde kalmıştır. Bütün in­
sanların yararlanıp övünebileceği onurlu bir gelişme, her toplumun kül­
tür tarihini daha iyi anlamakla gerçekleşebilir. Müze bu temel öncüllere
dayanıyor. Ulusal Etnoloji Müzesi, karşılaştırmalı etnolojik araştırmalar
yoluyla işte bu amaca varmak için kurulmuş. Müzede i ncelenen ve ser­
gilenen malzeme, değişik ü lkelerde yapılan katılmalı saha araştırmala­
rıyla toplanıyor. Veri toplamada ve genel yaklaşımda, coğrafya, dilbi­
lim, kültür antropolojisi ve teknolojisi uzmanlarının ortak çalışması, iş­
bölümü ve işbirliği yapması i lkeleri benimsenmiş.
2) Fizik Yapı: Ô saka Müzesi, " m üze" ve " araştırma enstitü s ü " ol­
mak üzere başlıca iki bölümden oluşuyor. Toplam 41 dönümlük arsa üs­
tüne kurulu yapının h izmet alanları beş kategoriye ayrılabilir. (Tablo
99-1 )

351
])()KUZ - E(;rrL'vl SÜRECi

TAB LO 99-1
M ÜZE ALANLARI N I N K U LLAN iM DÖKÜMÜ
Alanlar m2 %
Gösteri-sergi 10 bin 19
Depo-hazırlık 6 bin 19
Tan ı tma-danışma 6 bin 18
Araştırma Lab. 5 bin 14
Destek h izmetleri 7 bin 20
Toplam 34 bin 100
Kaynak: ôsaka Müzesi tanıtma kataloğu (1978)'ndan.

TABLO 99-2
M Ü ZE PERSO N ELİ N İ N D Ö K Ü M Ü : 1 978
Görevliler Kişi
Yürütücü-yönetici 10
D a nışman-eğitimci 20
Koruyucu-korumacı 30
Araştırmacı ve a kade m i k 70
To plam 130
Kaynak: Doçent MATSU BARA'dan alınan
özel bilgilere göre.

3 ) Personel Kadrosu: Müzede görevli yönetici ve teknik personelle


araştırmacıla rın dağılımı ve toplamı Tablo 99-2'de görülüyor. Araştırma­
cıların sayısı ve oranı bu işe verilen önemi gösteriyor. Asıl görevleri araş­
tırıcılık olmakla birlikte, akademik personelden, halk-bilimi dalındaki li­
sansüstü ve doktora öğrencilerine danışmanlık yapmaları, bilimsel top­
lantılara katılmaları, halka, i lgili gruplara ve derneklere açık konferans­
lar, özel seminerler düzenlemeleri isteniyor, bekleniyor. Mi.ize üst yöneti­
mi, araştırma, mi.ize ve tanıtma hizmetleri arasındaki eşgi.idümi.i sağlıyor.
4 ) Örgütlenme Şeması (Şekil 9 9 ) : Ö rgütlenme şeması ve Müze Ka­
taloğu'ndan alınmış " Eski Dünya " haritası ( Harita 99-5 ), m üzenin dün­
yaya bakış açısı ve araştırma etkinlikleri konusunda bir fikir vermektedir.
5 ) Yöntem ve Tek nikler: İlke olarak, yeryüzündeki bi.iti.in dil-kültür
a lanlarına yer veriliyor. Etnografik ve etnolojik veriler, kitaplar, dosya­
lar ve vitrinler içinde k orunmak (tutulmak) yerine, doğal-çevre ortamı,
tarihi oluşum süreci, halk ezgileri ve k ü l tü rel bütünlüğü içinde sunul­
maktadır. Toplumlar ve kül türler ya lnız görsel öğelerle değil, işitsel öğe
ve somut eşyalarla birlikte ve belgesel yayınlarla değerlendirilmektedir.

352
§ 9<1 ULUSAL ETNOLOJi M ÜZESİ

Genel
Müdür

�� Yardımcısı

Müze'nin
Logosu

Müze Müze Tanıtma Araştırma Araştırma Araştırma Araştırma Araştırma


Yönetim İşleri Merkezi 1 2 3 4 5

1 1 1 1
� � �il
��l lf\l
1
. 1

�1
W1
Genel
i
Planlama
.:;,.
Kütüphane
i
Doğu Asya
'"
Güney Asya Avrupa Amerika Etnik

tj
1
Hizmetler r0 1 1 1 1 Sanatlar

1
Saymanlık
�·�
Sergileme

Gör-işit
1
1
Doğu Asya
1
Güney Asya
1
Avrupa
1
Amerika
1
Etnik

� 2 2 2 2
1��
Teknoloji

1�1 il
� �
1�
��
Doğu Asya

Güney Asya
1 1
Okyanusya Sözlü

1
resisfer Katalog Afrika

mı 3 1 1 Kültür

..
1 1 1 1 iil
ıif

Bilgi Kuzey Asya Batı Asya Afrika Okyanusya HRAF


2 2

1 1 1
İşlem

1 1

1
Koruma Orta Asya
1. ""

1
Sergileme
1
Uluslararası
Alışveriş (UA)

ŞEKİL 99: U lusal Etnoloji Müzesi: Örgütlenme Şeması (197 8) .

Batı müze geleneğindeki " Lütfen dokunmayınız ! " k uralı yerine, d aya­
nıklı eşyaya " dokunabilirsiniz" i lkesi getirilmiş. Yangın sakı ncası olma­
yan flaşsız kamera l arın k ul la nı lmasına izin bile verilmiştir.
6 ) Batı Asya Pavyonu: Batı Asya pavyonu girişinde kocaman bir
kağnı ile gerçek bir karasaban karşılıyor, kişiyi. Tarım araçlarından Ka­
ragöz'e değin pek anlamlı öğeler seçilmiş Anadolu'dan. Pavyonu düzen­
leyen uzman, Burdur köylerinde saha çalışması yapmış, yetenekli bir
h a lkbilimci. Pavyonda bugün konuşulan Türkçeyi duymak, yazılan
Türkçeyi görmek, türküyü-sazı din lemek olanak ları yaratılmış.
7) Uluslararası Alışveriş: 1 978 yılı Ağustos ayında müzede Eskimo

353
DOKUZ - E(;iTİ M SÜRECİ

uzmanlarının ikinci semineri yapı­


lıyordu. Dünya ü lkelerinden bilgi
toplamak amacıyla kurulan müze,
insan il işkilerindeki karşılıklılık il­
kesine uyarak, Japon kültürünün,
halkbiliıninin kaynaklarını bütün
d ü ny a y a a çm ı ş . M ü z e , a y r ı c a ,
araştırma olanaklarını da dünya
bilim adamlarına sunmayı benim­
semiş. " B uyrun çalışın ya da -ister­
seniz- gelin birlikte çalışalım '' di­
HARİTA 99: ôsaka Ulusal Halkbilimi Müzesi'nde yor. Vermek için almayı şart koş­
incelenen yörelerin dil-kültür haritası muyor ama almak için vermeye
(Balkanlar'dan Kamçatka'ya kadar uzanan
Türk-Altay dilleri (açık yeşil) kuşağına dikkat). hazır görünüyor.
8 ) Halk Üniversitesi: Müze-
deki belgesellikler, kitaplıklar, vid­
yotek (video tape) merkezleri, yalnız yerli ve yabancı uzmanlara, araştır­
macılara değil, halka açık. Her ziyaretçi, 1 500 vidyo-teyplik bir dağar­
cıktan beğendiği kaseti seçip, kapalı devre TV-ekranından izleyebilir.

RESİM 99: Ulusal Etnoloji Müzesi'nin kuşbakışı görünüşü: Mimari Tasarım (1 974).

354
� 9 9 l l l .lJS:\L ETNOLO J İ \ I ÜZFSİ

Özetle dünyamızın yaşayan k ü l tü rleri, geleneksel h a l k bi l i m i anlayışı ve


sınırları içinde değil de kü ltür antropolojisinin geniş boyutları ve ola­
nakları içinde sunuluyor halka. Savaş önces inin halkbilimi (Minzokuga­
ku) yerine, savaş sonrasında güçlenen " kültür a ntropoloj isi " karşılığın­
da "Bunka Cinruigak11 " kavramı yaygınlaş ıyo r. Müzeyi tasarlayanları n
düşlediği " halk ü niversitesi " gerçekleşmiş gö rünüyor. Japonların övüne­
ceği, halkbilimcilerin yararlanacağı, bütü n d ünya insanlarının örnek
alabileceği bir eğitim-kü ltür kuru m u !

355
Ö Z ET
JAPON EGİTİ M İ N İ N İ LK E L E Rİ*

1 . JAPON R U H U

Japon eğitiminin felsefi temelleri "Nihan no Kokoro " kavramına ve inan­


cına dayanır. Nihan no Kokoro, kelime kelime Türkçeye çevrildiğinde
"Japon Ruh u " ya da "Japonluk Ruhu " anlamına gelir. Ancak, her insa­
nın, bireyin ya toplumun bir ruhu olabileceğine veya ruhundan söz edile­
bileceğine göre, "Japonluk Ruhu" nedir? Japon Ruhu ya da Japonluk Ru­
hu deyimi, Japon insanı ile toplumunun Japonya'ya, Japon varlığına (geç­
mişine, bugününe ve geleceğine) duyduğu saygı, güven ve inancın simgesi­
dir, ifadesidir. Öyle ki Nihan no Kokoro, adeta Atatürk'ün biz Türklere
seslenen ünlü " Öğün, Güven, Çalış " sözünü hatırlatır. Şu farkla ki Japon
insanı, Japonluğu ve Japon oluşu ile daima övünmüş, onun bugününe ve
geleceğine daima güvenmiş ve toplumla fert arasındaki karşılıklı i lişkinin
kal ıcı olması için çalışmış, bu çabasında çoğu zaman başarılı da olmuştur.
Eğitimdek i sürekli başarılarının sonucu olarak, Japonlar, insanın
değişebilirl iğine, eğitilebilirliğine ve gelişebi lirl iğ ine u lusça / top lumca
inanmışlar, çocukları ile gençlerini de inandırmışlardır, bu ü lküye.

2. İ N SAN I N D E G İ Ş E B İ Lİ R L İ G İ

" İnsanın değişebilirliği" kavramı, insan varlığının, insan gücü v e emeği


yani eğitimle arzu edilir yönde değiştirilebileceği anlamına gelmektedir.
(Aso ve Amano 1 98 3 : 4 ) Her insan, eğitim yolu ve süreci ile top lumca is­
tenen ideal insan olabilir. Bu düşünce ve inanç, Edo (Tokugava) dönemi
başlarında yaşamış Konfüçyus düşünürü Nakae Toj u tarafından şöyle
dile getirilmiş: " Eğitimdir i nsanı aziz ( ermiş ) yapan ! "
Batı ve Çin kaynaklarındaki insan ve eğitim a nlayışı ile k arşılaştırıl­
dığında, Japon Eğitim Felsefesi'ndeki " Değişebilirl i k " ilkesinin çok ağır
bastığı görülmektedir.

Ayrıntı, gerekçe ve açı k la m a için bkz. G ü venç, B. Japon Eğitimi Raporu, MEB, 1 997.

357
ÖZET - J APON FCITl \ll'NIN 1 1 .KF.l.Flll

Çağdaş eğitim d üşüncesi nde yer alan ve karakter ( remel kişilik) ya­
pısının " değişmezliği" n i savunan Batı köken l i eğitim görüşü, J apon eği­
timcilerini fazlaca etkilememiştir. Japon eğitimcilerine göre, Batı ' n ın de­
ğişmez ( remel) kişilik kavramı, insanın " değişebilirliği " ilkesiyle uzlaştı­
rılamaz. Japon düşüncesine ve inancına göre zaten eğitimle yaratılmış
olan insan eğitimle değiştirilebilir.
Ancak, belli bir eğirim geleneğinin, erkinliği ve başarısı denenmiş
olan ilkeleri, kura lları korunup sürdürülmelidir. Bu cümleden olarak,
Japon toplumu, toplum yapısı ve kurumları hızla değişirken, Japon in­
sanındaki temel kişilik yapısının süreklilik göstermesi; Japon toplumu
çağdaşlaşırken, Japon insanının " cemaat" karakterini koruması, kendi­
ne ve topl umuna yabancılaşmaması, Japon toplumunun " büyük aile ka­
rakteri"ni koruyabilmesi, Japon eğitim sisteminin süreklilik gösteren i l ­
keleri v e başarıl ı uygulama kuralları ile açıklanabilir.
Değişebilir olduğuna inanı lan insan varlığın ın bazı temel kişilik ve
karakter özell i klerinin Japon toplumundaki h ızlı ve köklü sosyal / kül­
türel değişmeye karşılık büyük ölçüde koruna bilmiş olması, eğitim d ün­
yasının dikkatini çeken ilginç bir olgudur. Japon toplumu ve k ültürü bü­
yük boyda yapısal - işlevsel değişmeler geçirmiştir. Öylesine köklü değiş­
meler içinde, kişilik yapısın ın ve dünya görüşünün nasıl olup da kararlı
ve sürekl i kaldığı, ancak ve ancak eğitim süreci ile felsefesindeki değiş­
meyen bazı ilke ve uygulamalarla açıklanabilir.

3 . E G İ T İ M İ N S Ü R E K L İ L İ G İ V E TO P L U M SAL L I G I

Geleneksel Japon düşüncesinin eğitime verdiği yer ve değerle, d uyduğu


i lgi ve saygı, atasözlerinde olduğu kadar, en son reform önerilerinde de
yaşamaktadır. Genç ağacın daha kolayca eğileceğin i dile getiren ve eğiti­
me erken başlamanın önemini vurgulayan sözler yanın da, eğitimin sü­
rekli liğini ve sonrasızlığını ( hayat boyu sürmesi gerekliliğini) d il e getiren
deyim ve kurallara da rastlanmaktadır. O kadar ki 1 9 83-84 yılında ya­
yımlanmış en yeni eğitim raporlarında " D oğumöncesi (Pre-natal} eği­
tim" araştırmalarına yer verildiği d ik kati çekmektedir. Japon eğitim ge­
leneği ve düşüncesi, eğitim işinin, yalnı z ve yalnız okullarda yapılmadığı
gerçeğine dayanma ktad ır. Eğitim açısından okullar şüphesiz ki çok
önemlidir; ancak eğitim işleri yalnız okullarda yapılanlardan ibaret ol­
madığı gibi yalnız okullara ve öğretmenlere bırakılamayaca k kadar da
önemlidir, hayatidir.
Japon eğitiminin bu temel ilkesi-ki insan ve kültür bilimleri açısın­
dan evrensel bir gerçeği yansıtmaktadır - bakanl ık düzeyindeki uzman
yetki lileri tarafından şöyle dile getirilmiştir:
" Eğirim, okullardaki ve üniversitelerdeki örgün eğitimle sınırlı de-

358
§ 4 DÖTOKU: I-IALK-C;OREV İl.İŞKİSİ

ğildir. Eğitim, aynı zamanda, evde ve toplulukta yapılan bir iş (gö­


rev ) 'dir. Bu açıdan görülüp değerlendirildiğinden okul i le aile ve toplulu­
ğun kendi aralarındaki işb irliğini güçlendirmesi ve böylece birbirinin
eğitim görevlerini hatırlatıp desteklemesi gerekir. Zorunlu eğiti m dö­
nemlerindeki çocukların temel eğitimi açısından, okull ara gereğinden
fazla sorumluluk yüklenmiş, okullardan beklenen hizmetler düzeyi çok
yüksek tutulmuştur. Oysa, okulların işlerine yönelebilmeleri ve asıl işle­
rinde yoğunlaşabilıneleri için okul ile toplumun, eğitim sürecindeki gö­
revlerini aktif olarak yüklenmeleri gerekir. " (Japon Delegasyonu 'nun
Yazılı Raporu, OECD Bakanlar d üzeyindeki 20-21 Kasım 1 9 84 tarihli
Eğitim Komitesi toplantısı.)
İnsan, eğitimle değiştirilebilir bir varlık o lduğuna ve bu iş topl u mca
ya da ulusça hep birlikte yapıldığına göre, "Nasıl bir eğitim ? " den ö nce,
ele alınması gereken sorun: " Nasıl bir insan ? " sorusu olmaktadır.

4 . D Ô TOKU: H A K - G Ö R EV İ Lİ Ş K İ S İ

Batı d ünyasını n ethik' i ( a h l a k / davranış felsefes i ) , insan h a k larının


tarihi gelişmesine dayalı bir dünya görüşü d ü r. İnsanın doğa l , toplum­
sal ve evrensel h a kları vardır. Bu h a k lara sahip olan ya da bu h ak lar­
dan yara rlanan insanların, kendilerine, aile ve topl u mlarıyla i n s a n l ığa
k a rşı çeşitli görevleri vardır. Bu temel felsefeye göre, Batı medeniyeti­
nin eğitim düşüncesi, özgürlüklerini iyi bilen, haklarını k u l l a n a n ve
sonuç o larak, sahip olduğu haklard a n doğan görev ve soru m l u l u k la­
rını yerine getirebilen, k endine yete rl i bireyleri yetişti rm eyi h e d ef al­
mıştır.
Batı dünyasındaki belli başlı eğitim felsefelerinin ( Phenix 1 96 2 ) ev­
renselliğe yaklaşan bu ortak ilkesine karşılık, geleneksel Japon Eğitimi
D üşüncesi ve Ahlak Felsefesi, hak-görev ikilisindeki önceliği görevlerle
sorumluluklara vermiştir. Japon insanlarının aile üyeleriyle evdeki ya­
kınlarına karşı (on) topluma ve toplumdaki bildik-bilmedik herkese hat­
ta yabancılara karşı (giri) ve kendi öz-varlığına karşı beslediği (nincf) ve
bütün bu görevlere bağlılık, vefa ve sadakat anlamına gelen (cıl) görev­
leri, geleneksel Japon ahlakının (dôtoku 'nım) temelini o luşturma ktadır.
Japon insanı, taşıdığı, beslediği, duyduğu çeşitli görevlerden bir bölü­
münü yerine getirse bile, ailesine, öğretmenine, kişisel k oruyucu ve kur­
tarıcılarına karşı duyulan şükran (on) borcunun asla ödenmeyeceğini bi­
lir. Japon i nsanı (ve de toplumu) kendi ana-baba, aile büyükleri ve atala­
rına karşı ödeyemediği bu şükran borcu duygusunu, kendi çocuklarına
a ktararak yaşatmaya, bir anlamda, iyi ana-babalar o lmaya çal ışarak
sürdürmeye çalışır. Borçlar ödenmez ama k ü ltürel değerlerin kararlı sü­
rekliliği kabaca bu yoldan sağlanmış olur.

359
ÜZET - }\PO :--; F(;jTf \ 1 1 ' :--; i l\" i l . K Ei F R I

Kişinin a ilesine v e toplumuna karşı ödenmez şükran borçları al­


tında tutu lup ezilmesi, Türk a h l a kında ve düşünces inde bir dönem
rastlanan
Sakın hak!<.ım var deme
Hak yol<. vazife vardır!
il kesine ( kuralına ) da pek benzemez. Kişiye hak / hukuk tan ımayan bir
ahlak a nlayışı, köleci toplumlarda bile geçerli olmayan feodal bir söy­
lence (mitos) 'dir.
Esir insanların bir mal gibi alınıp satıldığı ya da azat edilebildiği en il­
kel toplumlarda bile kölelere tanınmış bazı haklar vardır. (Wells 1 9 84:
1 28-9) Japonlar "Nihan " dedikleri zaman, raşı-toprağı-dağı-ormanı-su­
yu, hi.ikümeti, devleti, imparatoru ve bütün halkıyla birlikte tek ve bölün­
mez bir "Japonya " düşünürler. Japon i nsanı, devlet ya da mil let denen
kavramsal varlıkları kendi üstünde ya da ötesinde görmez; ancak kendisi­
ni, o "Nihoıı " ya da "Nippon " adını verdiği bütünün ayrılmaz bir parça­
sı olarak algılar. Biz Türklerin " devlet"ten beklediğimiz her hizmeti ( lütfu,
ihsanı, bağlılığı, mürüvveti), Japonlar NİHON'un çocuklarından yani
kendisinden beklediğine, hatta buna hakkı olduğuna inanırlar. Bu da belki
ödenmeyecek haklardandır. Kişi, a ilesine toplumuna ve ülkesine karşı ye­
rine getirdiği görevler karşılığında, haklarını kazanır. Ülkesi de onu korur,
sakınır, yalnız ve güçsüz bırakmaz, onurlandırır ve kutsar.
Japon (Meici) çağdaşlaşmasını n en ünlü yazar ve düşünürlerinden
birisi sayılan FUKUZAVA Yukiçi, Batı uygarlığındaki özgürlük ve hak
kavramlarının sorumsuzluk, bencil l ik ve çıkarcılık olmadığına, k işiye
tanınmış her hakkın karşılığında kişiye çeşitli görev ve soru m l u l u klar
yüklendiğine işaret ettikten sonra, Japon töresindeki hak-görev ilişkisi­
nin Batı'da sanıld ığınca farklı olmadığı görüşünü savunmuştur. Barıl ı in­
san, özgür olduğu oranda, içindeki üstbene (sııperego 'ya) karşı sorum­
luluk duyar. Japon insanı ise on görevlerini yerine getirebildiği oranda
kendini özgür (rahat, m utlu), saygın hisseder.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki Anayasa değişikliği ve 1 947 yılın­
da yapılan Eğitim Reformu'yla geleneksel ahlak i l kesinin (dôtoku) de­
ğiştirilerek Batı'ya benzetilmesine çalışılmışsa da dôtoku'ya dayalı Ja­
pon ahlakı bir dünya görüşü, çalışma ahlakı ve varlık bilinci olarak hala
yaşamakta ( Idemitsu 1 972 ), yaşatılmak istenmektedir.

5 . Ç O K LU K - B İ R Lİ K , SAVAŞ - B AR I Ş

Japon insanı v e toplumu, hayattaki veya dünyadaki çokluğu, çoğulculu­


ğu görecek kadar gerçekçi, bu çokluğun gerektirdiği birliği kurup koru­
yacak kadar bilgedir. Kurumlar, çıkarlar ve inançlar açısından nice bö-

360
'i (, GELl�'>ıF \il' (.:.\C DAŞLIK

lünse de Japonluk çatısı a ltında birleşip anlaşmaktan yanadır. Yüz mil­


yonluk kocaman bir ulus çatısı a ltın d a çatışına ne kadar kaçınılmazsa
da onca gereklidir, zorunlud ur.
Haya ttak i k açınılmaz karşıtlıklar ve uzlaşmal a r için yapılmış olan
bu gözlemler, savaş ve barış için aynı derecede geçerli d i r. Savaştan kaç­
mayı " y ü reksizl i k " ( ko rk a kl ı k ) olara k gören HAYAŞ İ Razan ( 1 5 8 3 -
1 65 7 ) ba rış sanatlarına uzak kalmayı da " cehalet" olara k yorumla­
ın ıştır.

6 . S Ü R E K L İ G E Lİ Ş M E VE ÇAG DAŞ L l l<

Güneş Tanrıçası Aınaterasu'nun soyundan geldiğine inanan Japon insa­


nı, medeniyeti kendisinin kurduğu, dünyayı yönettiği, insanlığı kurtara­
cağı iddiasında değildir. Belk i öteki insanlar kadar yaratıcı da değildir
ama iyi bir öğrenci, eşsiz bir uygulayıcıdır. Kim olursa olsun, nerede ne
zaman yaşamış ol ursa olsun, herkesten bir şeyler öğrenebileceğine ina­
nır. On ları arar, sorar, bulur, seçer, öğrenir; bilip öğrendiklerini başarıyla
uygulayarak geliştirmeye çalışır. Kimseden ileri olduğunu açıkça söyle­
mez; ama kimseden geri olmadığına inanu; kalmamaya çalışır. Çoğu
dünya ülkeleri Japonya'nın son yüzyı ldaki mucizevi kalkınmasının sırla­
rını a raştırırken, Reischauer ( 1 970 ) ve Maraini ( 1 97 1 ) ve Singer ( 1 973 )
gibi Japon insanını yakından ve iyi tanımış k ü ltür tarihçileri, J a pon­
ya'nın daima çağdaşlığı yaşayan ( k imseden geri kalmamış) bir ülke ol­
duğu tezini savunmuşlardır. Maraini ( 1 971 ) daha ileri giderek, "J a pon­
ya tarihöncesinden beri çağdaş bir ülke olmuştur" der.
Kendini ve kültürel varlığın ı her gün yeni lemeye hazır ve açık olan
bir toplumun uzun süreler sonra devrimler, büyük sıçramalar yapması­
na pek gerek k a l mamak tadır. Her gün her konuda kendi varlığını geliş­
tirip, " varlık bilinci" diyebileceğimiz eğitimini yenilemeye çalışan top­
lum çağdaş bir toplumdur. Tarih boyunca çağdaş kalabi lmiş bir toplum­
da değişme ile süreklilih. arasın daki sağlıklı ve kararlı denge de böylece
kurul muş ve koru nmuş olmaktadır. Japon insanı için değişme, hayatın
değişmeyen kuralıd ır. Japon toplumu yeniyi a l ırken eskiyi atmaz, yenili­
ği seçerken yaşlıyı kınamaz, kötülemez; yaşadığı hayatı, eskiden yeniye
doğru uzanan, geçmişten geleceğe doğru a ka n bir süreklilik olarak gö­
rür. Hayat ( k ültür), canlı ağaç gövdesinin sürekli değişen cambiunı zarı
( yaş halkası) gibi, geçmişi geleceğe, eskiyi yeniye bağlayan bir geçiş hal­
kası, bir aşama evresidir. Japonlar, yeni kü ltürü, bir yaş halkası gibi, es­
kinin üzerine kurar.
Japonluk duygusu, Japon ruhu, öyleyse, Japon tarihini, kültürünü,
dilini iyi öğrenmeyi Japonya'ya ve Japon insanlarına karşı beklenen gö­
revlerini tümüyle yerine getirmeyi ve her k ültürel değere ( tarihe) s aygılı

361
01'.ET - JAPON E(;iTİ!\Iİ'NİN İLKEl.FRİ

olmayı gerektirir. Japonluk kendini, toplumun geçmişini, bugününü ve


sorunlarını yeterince (doğru olara k ) bilmek; doğru yazmak demektir.
Ne ki olup geçmiştir, tarihtir ve gerçektir; ne ki gerçektir onda a k l ı n ala­
mayacağı herhangi bir çelişki yoktur, olamaz da; olan olmuştur, Japon
geleceğe bakar.
Fransız k ü ltür bakanlarından Malra ux'nun da söylediği gib i : Ja­
ponlar, tarihinden kopan ulusun çökeceğine, övüncünü yitiren toplu­
mun yıkılacağına inanırlar. Yenilgiden bile a lınacak dersler vardır. Yeri­
ne sırasına göre yenilgi de ayıp değildir. Ama yapılacak olanı yapmamak
yani öğrenmemek büyük a yıptır.
Gelişme ile çağdaşlık, değişme ile süreklilik arasındaki ince (duyarlı)
denge bu ilkelerle yani eğitimle sağlanır.

7 . H O TOKU-KA İ: BAŞAR I L I U YG U LAMA LA R I N K O R U N U P YAŞAT I L M A S I

Edo döneminin ( 1 603- 1 84 8 ) başarılı ve ünlü bir çiftçisi olan Ninomiya


Sontoku'nun ahlak ve ekonomi i lkelerini izleyen ve uygulamaya çalışan
ve İçişleri Bakanlığı tarafından denetlenen sosya l grup ve örgütlere Ho­
toki - Kai adı verilmektedi r. *
Hotoku - Kai kavramının simge olarak, Japon düşüncesindeki teori
ve pratik birliğini temsil ettiği de söylenebilir. İnsano.ğl u bil diğini yapa r,
yaptığını ise öğrenir. Öyleyse bilmekle yapmak, ayrık ve karşıt işler de­
ğil, birbirine bağlı, birbirini bütünleyen yetenek ve becerilerdir. D oğru
ve yararlı eğitim, bilgi ile uygulamayı - ayıran değil - birleştirebilen uy­
gulamadır. Kişi bil diğini u ygulayarak, yaparak kendini geliştirmeli, sü­
rekli olarak yenilemelidir. Öğrenmek-öğretmek amacıyla belli işler ya­
par, uygulamalar yaptırırız ama kişinin yapıp da bir şeyler öğrenmediği
hiçbir iş yoktur. Üretim en iyi eğitim olduğu kadar, uygulamalı eğitim de
üretime yönelik olmalıdır.

8 . K A L İ T E M İ , K A N T İ T E M İ ? YAYG I N L I K M I , Y Ü K S E K L İ K M İ ?

Bugünkü Japon Eğitim Felsefesi'nin dayandığı ana temellerden birisi de


" Eğitimde fırsat eşitliği" i lkesi olmuştur. Bu ilkenin anlaşılması, doğru
olarak yorumlanıp uygulanması, gelişen ve kimi gelişmiş çoğu ülkeler­
de, "Kalite ( nitelik) m i ? Kaııtite (çokluk) m i ? " tartışmalarına yol açm ış­
tır. Zorunlu ( temel) öğretim ile ortaöğretimde bugün yeryüzündeki en
yüksek okullaşma, mezuniyet ve başarı düzeyine ulaşan Japonya, Ana­
yasaya ve Eğitim Temel Kanunları'na göre zorunlu ve parasız olmayan

Ninomiya Sontoku, hayatta başarılı o l m a k için, dikkatli-sa bırlı o lmayı, ç a l ışıp öğre­
nerek büyümeyi ve ölçülü-dengeli gelişmeyi öğürlcnıişrir.

3 62
� 9 TEO R İ - l'IL\TIK llilU.i(;J: Y:\l'ı\R:\1-: ö(; R F N l\ ı E VE GEl.IŞTiR :-- I E

okulöncesi ve yüksek ( mesleki ve teknik) - öğretim kademelerinde de


dünyanın en başta gelen ülkeleri arasında sayı lmaktadır. Eğitim / öğre­
tim olana k l a rının yaygınl ığı ve " fırsat eşitliği '' i lkesinin evrensele yakın
bir sınırda gerçek leşmiş olması, Japon Eğitim Sistemi'nde kantite (çok­
l u k ) sorununun büyük ölçüde çözümlenmiş olduğunu açıkça göstermek­
tedir. Ancak, çokluk ve sayılar sorununun çözümü, yani eğitimin evren­
selleşmesi, eğitimin niteliğinde ( ka litesinde) gözle görülür bir düşmeye
ya da yozlaşmaya şimdilik yol açmamıştır. Japon Eğitim Düşüncesi'ni
halen uğraştıran başlıca sorunlardan biri - kantite mi, kalite mi? değil -
evrensele yaklaşan öğrenci ta banları ( sayıları) üzerinde eğitimin kalitesi­
nin de yükseltilmesi, ü l kenin ve çağın hızla değişen ihtiyaçlarına göre
kalitenin ölçülüp, değerlendirilip geliştirilmesidir.
Kalite ile kantite kavramları eğitimin amaçları açısından bi rbirleriy­
le çelişen, birbirine karşıt değil, birbirine bağımlı, birbirini bütünleyen
kav:amlardır. K a litenin yükseltilmesi için kantitenin dikkate a lınması,
başka bir deyişle sayısal tabanın mümkün olduğunca geniş tutulması ge­
rekli olmakla birlikte, okullaşma oranlarıyla öğrenci sayılarının büyü­
mesi, kalite ( nitelik-keyfiyet) sorunlarının çözümü için tek başına yeterl i
değildir. Özetle, eğitimin amaçlarında "fırsat eşitliği " i l kesinden feda­
karlık yapmadan amaçlanan düzeylere ulaşmak, ulusal başa rı ve yüce­
liklerin tabanını geniş tutmak, Japon Eğitim Düşüncesi'nin süreklilik
gösteren, önceliğin i koruyan ilkelerinden birisi olmuştur.

9 . T E O R İ - P R AT İ K B İ R L İ G İ : YAPA R A K Ö G R E N M E VE G E L İ Ş T İ R M E

Japon Eğitim D üşüncesi ' n i Batı Felsefesi'nden ayıran önemli özellik ler­
den birisi de teori ( kuram / nazariye) ile pratik ( uygulama / tatbikat) bir­
liğidir. Analitik ( çözümleyic i ) Ba tı Düşüncesi, eğitim sürecini, bilgi ile
uygulama, bilmek i le yapmak olara k birbirinden ayırdıktan sonra,
"praksis " ( öğrenerek yapma ya da yaparak öğrenmel i ) ilkesinde yeni­
den birleştirip bütünleştirmeye çalışmıştır. Bütüncü Japon Eğitim Dü­
şüncesi, bu türden ( kavramsal) ayırımlar yapmadığı için sentezler ( bi le­
şimler) a ramak gereğini de duymamaktadır. Japon Eğitim D üşüncesi,
bilmek ve yapmak ilkesi ile hem kavramsal ( soyut) hem de uygulanan
(somut) bir bütünlük göstermektedir. Her uygulama bir tür hazır b i lgiye
( geleneğe) dayandığı gibi, her bilginin de bir uygulama alaıı ı ( olanağı )
vardır; yeri-zamanı bugün yoksa ilerde bulunabilir. Bilim (science), uy­
gulama ( teknoloj i ) ile geliştiği gibi, teknoloji ( ya da uygulama ) de bilimi
uyarır, uyandırır, yönlendirir, hatta geliştirir. Bu anlamda olmak üzere,
Japon eğitimcilerinin teknoloji ile kültür, bilim ile sanat arasında önem­
li, anlamlı bir ayrıcal ı k gözetmediklerini, bilinçli bir ayırım yapmadı kla­
rını belirtmek gerekir. B i limsel anlamına ve bağlamına çok yakın olarak,

363
lJZFT - J :\l'ON l·:(;IT l :\ l i " N I N 1 1 .K F l .l·:IU

şu gökk ubbe altında, insa noğullarının yapıp öğrendiği, öğrenip öğrete­


bileceği her şey külti.i r (Bunlw ) 'dür. Eğitim i n mu htevası ve amacı olan
hiiltiir ise, insanların yaparak öğrendikleri, kendilerine iş ya da meslek
edindikleri bütün "sanat" ların toplamıdır. Çocuk ba kımın d a n çöpçü lü­
ğe, yemek pişirmekten müzik bestelemeye, ba hçe-çiçek düzenlemekten
orkestra yönetmeye, güler yüzle çay sunma ktan savaş yapmaya kadar,
insanın öğrenebileceği her iş, her meslek sanattır, büyük-küçü k, güzel­
çirkin, zanaat-sanat ayırımı yapmadan . Ve de her türlü iş, İster bilim ve­
ya teknik, isterse kültür ya da sanat densin, kim tarafından ne zaman
yapılmış olursa olsun, -ma demki bir k i.iltür / sanat olgusu ve konusu­
dur- Japon insanı onu öğrenerek öğretebilir, yaparak geliştirebilir. Ja­
ponluk ruhu, yapıp öğrenmede, herkesten ileri ve üstün olduğunu açık­
ça iddia etmez ama hiç kimseden de geri olmadığına, geri kalmayacağı­
na inanır. Japon Eğitim S istemi, insanlara bu i nancı besleyen bir başarı
güdüsü verir: Deneyen, İsteyen her şeyi öğrenebilir.

1 0 . E G İ T İ M İ N YAZ I YA V E TA R İ H E B AG L I L I G I

Kültür, eğitim süreciyle kazanıldığı gibi her türlü eğiti min kazan dırdığı
bilgi, beceri ve yetenek, eğitimin konusu ve hedefi olabilen her değer de
bir kültürdür. U l usal eğitim yoluyla kazanılacak (ya da kazandırılaca k )
değerler Japon kü ltürü yle sınırlı olmadığı gibi, geçmişte yaşamış v e bu­
gün yaşayan insanların ya ratıp bize miras bıraktığı, halen yaşayan ve
yaşatılan her kültür değeri eğitim yoluyla öğrenilebilir. Japon Eğitim Sis­
temi'nin gerçek hazinesi (müfredat progra mı) dünya ve dünya kü ltü rle­
ridir. Nerede, ne zaman, kim(ler) tara fından yaratı lmış, öğrenilmiş, ge­
liştirilmiş, yapılmış ya da yıkılmış olursa olsun; her türlü kültür ve sana­
tı alıp öğrenmeyi bir hak sayan Japon insarn, bu hakkını, özgürce yani
sınır koymadan kullanmaya çalışır.
Kü ltür olgusunun sürekliliği ile evrenselliği, sonrasızlığı ile kalıcılı­
ğın Bun (yazı sanatı: Şôcü) simgesiyle, temellendirilip kavramlaştırılır.
Kü ltür (Bımka) : ;t l t sanatların hareketi, uygulaması, değişip geliş­
mesi, büyümesi, yaşaması anlamına gelir. Eğitimin insana kazandırdığı
kültür sürekli olarak değişir-gelişir, ancak özü, ruhu, canlılığı, gücü, ya­
ratıcılığı değişmez!
Bu yüzden her türlü sanat ve kültür yazı ( fırça ) ile başlar, yazı-fırça
ile uygulanır, değerlendirilir, eleştirilir ve geliştirilir.
Batı dünyası, kendi uygarlığını (civilisatio), tarihi bir olgu olarah.,
şehir, şehirleşme ve şehirli insan kavramları ile özdeş6rirken (ki Osman­
lı Düşüncesinin "Medine " adından türettiği "medeniyet) kavramı da
Batı Sivilizasyonu'na aynı anlamda bir karşılık bulma çabasından doğ­
muştur. ) Uza kdoğulu Çin ve Japon kültürlerinin yazıya, yazı sanatma,

364
'i 1 0 F(;iTİ \ıiN Y.\i'.I Y:\ TA R l l i l : l\ı\ G l . l l .l(;J

yazı (fırça) ürünlerine dayanması, eğirim düşüncesi ve felsefesi açısından


son derece önem li ve anlamlı bir olaydır. Şöyle ki Barı d ünyasında tek­
noloj iye dayalı meden iyeti ile geleneğe dayalı halk kültürl eri arasında
bir ayrım yapıldığı halde, Doğu'da ve Japonya'da yazıya dayalı k ü ltür­
lerle yazıya dayalı medeniyet arasında gerçek ya da tarihi bir çelişki
yoktur. Kültür ya da uygarlık yazı ile başladığı gibi, eğirim ve yazı ( fırça)
ile başlar. Biz Türk lerin de üyesi bulunduğumuz Semavi / dini kültü rler­
de eğitim sözle başl adığı halde, Japon kültürü ve eğitimi yazı ile başlar,
yazıya bağlı o l a ra k gel i ş i r, yazıya baka ra k değerlendirilir. Söze dayalı şi­
fahi (oral) kü ltürlerde insan, sözü-soh beti ile değerlendiril diği halde, Ja­
pon insanının eğitim düzeyi yazısından belli olur. Ortadoğulu bilge, mü­
ridini, öğrencisini konuşmasından, ya da sözünden tanımaya çalışır:
" Hele biraz konuş ki seni tanıya yı m " der. Japon öğretmen ise öğrencisi­
n i yazısından tan ımak ister ve ona " Hele bir şeyler yaz ki seni tan ıya­
yım" der. Öğrencisini, yazısına ve fırçasına bakarak seçer.
Bireyin yazısı, b ra kteri, güzelliği, yazının okunaklılığı, işlekliği eği­
tim düzeyinin en gü ven i l i r gös tergesi ve belgesi d ir, Japonlara göre.
Biz Türk ler gerçi, " İş kişinin aynasıdır, söze bakılmaz" deriz ama
gerçekte insanın sözüne bakarız. İnsanın tüm yapıp - ettikleri arasında
Japonlar en çok yazıya önem ve değer verirl er. Ünlü bir Japon atasözü
Şövle divor:
' .

Kişinin fırçası,
Kişiliğin aynası!
Japon Eğirim Sistemi, yazılı kültürü alır, o n u bir "yazı sanatına doğ­
nı geliştirmeye çalışır. " Eğitim felsefesi-ki muhteva olarak bütün d ünya
k ültürlerini içine almaktadır - bir yazı yazma ve güzel yazma felsefesidir.
Japon eğitiminde her işin b i r sanat o l a ra k görü lmesi, b i r ölçi.ide yazıya
dayalı kültür anlayışın d a n k ayna klanır.

365
10

JA PON LUK DUYGUSU


" İ N SAN G İ D E R, SAN I KALI R ! "*

• K İ Ş İ Lİ K YAPIS I : GÖRÜŞLER VE G Ö R Ü N ÜŞLER


• "TATAMİ" KİŞİ LİG İ N İ N KALI B I VE DÖKÜMÜ
• Ç OC U G U N "TATAMİ"LEŞTİRİLMESİ
• YAPI N I N HARCI VE TAŞ LAR !
• D Ü NYA G Ö R Ü Ş Ü : İ LİŞ K İL E R V E D EGERLER
• İ D EAL: "BAM B U G İ BİSİ E N İYİSİ"
• B İÇ E M : KARMAŞA, B E Lİ RSİZLİK, YÖNSÜZLÜK
• ROMAN LARDAKİ G E Lİ P G EÇİCİ Lİ K HAVASI
• A K I L VE R U H SAG L I G I
• JAPON LU K D U YG US U V E D Ü Ş Ü NCESİ

* Hito va içidai /Na va matsudai!


- JAPON ATASÖZÜ
Yıkılmayacak kadar sağlam duvarlar örmeye çalıştım,
hayatım boyunca.
(Bir J apon köylüsü n ü n hayat öyküsünden)

- MiYAMOTO TS U N EİÇİ (1 9 6 1 : 2 1)
1 0 0. Kİ Ş İ L İ K YAP I S I : G Ö R Ü Ş L E R V E G Ö R Ü N Ü Ş L E R

Bir toplumu oluşturan kişilerin birbirine benzeyen, onları başka larından


ayıran davranış, duygu ve düşünce özelliklerinin toplamına "Sosyal Ka­
rakter" ya da " topl umsal kişilik yapısı" deniyor. ( Fromm 1 973 : 76-94)
Böyle deniyor ya tartışmalı bir konu! Önce en küçük ve " i l kel " denen
toplumlarda bile kişiler, kişilikler tümüyle birbirine benzemiyor, arala­
rında " bireysel ayrılıklar" olduğu görülüyor. Sonra belli bir toplumdaki
çoğu davranış, duygu ve düşünce kalıplarına ötek i toplumlarda da rast­
lanıyor. İ kinci D ünya Savaşı'ndan bu yana, " ulusal karakter etütleri" es­
ki ağırlığını ve saygınlığını biraz yitirmiş görünüyor. Ancak insan k ültü­
rel bir varlık olduğuna, kendi kültürünü öğrendiğine, gel iştirdiğine, son­
raki kuşaklara a ktardığına göre yine de bir " kültür-kişilik" ilişkisinden
söz ediliyor.
Yeryüzündeki k ültürlerin hızla değiştiği, ka lkınma, endüstrileşme
sürecinde birbirine yaklaşıp benzeştiği bir çağda, belli bir topl umun kül­
türüyle o toplumun üyeleri arasındaki ilişki, birebir bir özdeşli k olmak­
tan çıkmıştır, kuşkusuz. Zaten ilkel ve geleneksel toplumdaki " kü ltür­
kişilik" olgusu da evrensel bir ilişkiden çok istatistik yönden anlamlı gö­
rünen bir -çoğun l u k değil- göreli çokl uk için k ullanılıyordu. Öyleyse
ulusa l kültürlerden söz edildiği sürece, o k ü l tü rlerdeki yaygın bir kişilik
yapısından söz açmak pek de yanlış olmaz.
Kişilik yapısını tanımlamak için yukarda davranış, duygu ve düşünce
kalıplarına değinildi. Bunlar kişilik yapısının kendisi değil - görülebilen bo­
yutlarıdır. Aslında " kişilik" adı verilen "sosyal-biyolojik" olgu, gözlemle­
nebilen davranışların gerisindeki karmaşık, görünmeyen itici güçtür. Gün­
lük adıyla "nıh"tur, Türkçe deyimiyle "canın a ltındaki huy"dur. Öyle ki
can çıkmayınca o huy ( kişilik) değişmez. Kişilik, bir yoruma göre, bireyin
kendini gerçekleştirme çabasıdır. (Fromm 1 973 : 76-94) Freud'un kullandı­
ğı anlamdaki kara kter ve kişilik düşünce ve değerlerimizin kaynağıdır. İn­
san, yaşamı boyunca, kişiliğine uygun tutumlar alır, kişiliğine uygun davra-

369
ON - J APONLUK D U YGUSU

nır. Bu anlamdaki kişilik


filozof Herakleitos'un de­
yimiyle insanın yazgısı; di­
ni anlamdaysa değiştire­
mediği almyazısı dır .

Freudçu ruh hekimle­


riyle kimi çağdaş antropo­
loglar, kişilik çatısının be­
beklik çağında kuruldu­
ğunu ve 6 yaş d olayların­
da ana çizgileriyle biçim­
l e n d i ğ i n i d ü ş ü n ü y o r l a r.
Yazarın beni msediği kişi­
lik kavramı da bu temel
RESiM 100: Cinsleri ayıran fakat cinselliği günah (ayıp) görüşten kaynaklanıyor.
saymayan Japon kişiliği ve d ü nya görüşü. Ancak, " temel kişilik ya-
pısının" yalnızca emzir­
me, kundağa sarma ve tuvalet eğitimi gibi bebek bakımı teknikleriyle de­
ğil de anne-baba ile çocuğun yakın aile çevresinin çocuğa karşı takındığı
ortak tutumlarla i letildiği, sürekli bir eğitim stratej isiyle ve zamanla oluş­
tuğu düşünülmektedir.
Çoğunlukla kentlerde ve küçük hanelerde yaşayan çağdaş Japon
a ileleri, ken d i a nne-babalarından ayrı oturdukları için, geleneksel be­
bek bakımı tek n iklerini, çocu k yetiştirme yöntemlerini tümüyle b ile­
miyorlar. Bilseler b i le uygu lamak istemiyorlar. Yaygın bir kanı ola­
rak, bu yöntem ve tekn i k lerin " feodalite " den kalma olumsuz tortul a r
olduğuna i na nı yorlar. O kadar k i bebek bakımı v e çocuk eğitimiyle i l ­
g i l i yayınlar, 1 970 yıllarında b üyücek b i r end üstri d üzeyi n e gelmiş.
( BEFU 1 9 7 1 : 1 5 1 ) Ken d i k işisel bakım s istemlerin in "en b i limsel" ol­
duğunu savunan bir dizi uzma n , birbiriyle çel işen yöntem ve teknik­
ler ö nermeye başlamış. Radyo, TV ve basın kuruluşları çeşi t l i i lke ve
tek n iklerin topluma tanıtılmasına y a rd ımcı olmuş. Bu yüzden değişik
ve çeli ş i k uygulamalara, tutum ve i nançlara rastl a n ıyor. Kimi anneler
bebeği erken memeden kesip biberonla ve yardımcı mamalarla besle­
meyi savunurken; emzirmeyi m ü m k ü n olduğunca sürdürenler görü l ü ­
yormuş. Ancak çeş i t l i ve çel iş i k uygu l a m a la ra k arşın Voge l 'lerin
( 1 9 6 1 ) saptadığı gibi, y i ne de Japon k i ş il iğ i n i etkileyen ve d ü nya gö­
rüşünü belirleyen bir çocuk yetiştirme geleneği vardır. "Tatami" kişi­
liği adını verdiğim bu yapının kalıbı ve döküm i lkeleri aşağıd a sırayla
ele a lınmakta d ı r.

3 70
'� 1 00 K iŞ i Li K YAl'ISI: c ;ö llUŞl.FR \'E c ;öıuıNüŞ I . Ell

K u m 100
KO N N İ ÇİVA AKAÇAN!
(İYİ MİSİN B E B EGİ M?)
NİNNİ
İyi misin bebeğim ?
Güler yüzlü meleğim.
İyi misin bebeğim?
Tükenmeyen seslerin,
Ufak tefek ellerin,
Parlak kara gözlerin,
Söyle nasıl seveyim ?
Ben ki senin annenim.

Benim küçük güzelim.


Söyle benim meleğim,
İyi misin bebeğim?
Bütün yaşam boyunca,
Her gün mutlu olasm,
Budur baba dileğin.
Bil ki benim bebeğim,
Bense senin annenim.

Sevgimizin meyvesi,
Güzel uyu dilerim.
Çabuk büyü umarım.
İyi misin bebeğim?
Senden bir şey isteyim,
N'olur benim bebeğim,
Ara sıra dilerim,
Ana ile babaya,
Biraz rahat veresin.
Sana ben yalvarayım,
N'olur uyu bebeğim!

Lütfen küçük bebeğim,


Uyu benim meleğim!
Ben ki senin
- Annenim.
Ek: Beste notası ve Japonca güfte için EK: ıo

371
ON - J APONLUK DUYGlJSl J

1 0 1 . "TA TAMİ" K İ Ş İ Lİ G İ N İ N KALI B I V E D Ö K Ü M Ü

Japon insanının temel kişilik yapısı " Tatami " adı verilen ( § 5 7 ( 1 ) c ) bir
tür hasır döşeme üstünde çatılır ve hasırın bazı dokusal ve fiziksel özel­
liklerine benzer biçimde gelişir. Tatami kişilik yapısının başlıca özel likle­
ri şöyle özetlenebilir:
( 1 ) Zamanla Koşullayıp Sınırlamak Yerine Bebe/::. İstedikçe Doyur­
mak . Bebeğin karnı tok , a ltı kuru, sırtı pek öyleyse varsın ağla­
sın yerine, bebeği elden geldiğince ağlatmamak. Ele, k ola, ku­
cağa, s ı rta almak; istedikçe emzirmek, beslemek, sallamak, pış­
pışlamak, avutmak, bebeğin korku ve yalnızlığını yatıştırmak,
bebeği rahatlatmak ve uyutmak. ( Bkz.: Kutu 9 1 )
(2) Anneden Ayırmamak. Gözü ve k u lağı ile annesini tanımaya
başlayıncaya kadar, bebeği mümkün olduğunca a nneden a yı r­
mamak; annenin teninden, kokusundan, sıcaklığından ve sü­
tünden, sağladığı güven d uygusundan bebeği yoksun bırakma­
mak. Bebeğin bakım sorumluluğunu aile büyüklerine, konu
komşuya ve p rofesyonel bebek bakıcılarına a ktarmamak, yuva­
lara bıra kmama k .
( 3 ) Bastırıp Sıısturmak Yerine Bebe/de Uzlaşma/� . Kaba güç ve oto­
riteyle çocuğu korkutup sindirmek yerine, tarlı dil ve kandı rma
gücüyle, unutturma ve oyalama teknikleriyle çocukla uzlaşma­
ya varmak; kesin kes " hayır yok, olmaz, yas a k " yerine açıkla­
mak, a nlatmak, ertelemek, ikna ve rica yoluyla çocuğu bazı is­
tek ve saplantılarından caydırmak .
(4) Çatışmak Yerine Avutmak. Uzlaşma yönündeki çabalar başarılı
olamazsa, çocuğu tatlı ve şekerlemelerle yatıştırmak. Bir bakıma,
bu, çocuğun tutturmasına karşı bir ödün vermek gibi görünüyor­
sa da ilke olarak, açık bir çatışmaya girmektense ödün verip uz­
laşmak , bu yolla çocuğu avutmak, barışı ve uyumu sürdürmek
yolunu seçmektir.
( 5 ) Cezalandırmak Yerine Korkutmak. Avutma politikası d a yürü­
mezse, çocuğu öcü, böcü ve cin gibi düşlemsel güçlerle korkut­
mak . Savaştan önce polis ve bekçi " çağrıl ırmış" ama şimdi terk
edilmiş. Ancak, çağrılan korkulu kişilerin çocuğa doğrudan kö­
tülük yapmasına izin verilmeyeceği ilkesine dikkat edilir. Anne
çağırdığı güçleri geri de gönderebilir, bebeği vermeyebilir; verse
bile ona kötülük yapılmasına izin vermez.
( 6 ) Korkutmak Yerine Utandırmak . Korkutmanın biraz daha ağır
biçimi, çocuğu utandırmak, onunla alay etmektir: " Konu kom­
şu, herkes sana gülecek ! " gibi. Herkese "gülünç olmak " istemi­
yorsan gel sen bu inattan, sevdadan vazgeç! Japon kültüründe en

3 72
'.i 1 0 1 "T:\T:\ :\ I İ " K İ Ş i Li (;I N I N K,\Li lll Vlc DOKü:vıO

çok korkulan durum başkalarına güliillÇ düşmektir. Atasözü bu


derin korkuyu " Dokuz göbeği kendine güldürmek" diye dile ge­
tiriyor. Türkçedeki " Yedi ceddine lanet okutmaktan" daha etkili
bir ceza ve yaptırım korkusudur.
(7) Vurmak Yerine Yalmıal� . Yukarıdak i ö nlemler de sonuç ver­
mezse, çocuk ara s ıra cezalandırılır. Bu ceza, vurup dövmek ye­
rine, çocuğun canını yakmak bi Ç iminde uygulanır. Çoc u k bir
ta pınağa götürül ü r. Rahip çocuğun teni üstünde "Mol<sa " de­
nen ve parlak alevle yanan k uru bir ot tutuşturur. Görün üşte,
cezadan çok, sanki bir tedavidir bu. Çocuğun bazı yara mazlık­
ları bu tedaviyle geçecektir. Eğer geçmezse, ilacın ve uygul ama­
nın yineleneceği konuşulur. Çocuk, büyükler arasındaki kon uş­
madan kendi payına düşen dersi alır. Yaramazlıkların a rkası
"şıp" diye kesilir. Çünkü tedaviden geriye kalan yanık izi geç­
mez, yanık acısı kolay kolay unutulmaz.
( 8 ) Dövmek Yerine Şokla Şaşırtmak . Her n e kadar " Ağlayan çocu­
ğa dayak atılmaz" d iye geleneksel bir söz varsa da bazen çoetı ­
ğ u frenlemek, susturmak y a da tehlikeden alıkoymak i ç i n kü­
çük bir kötek atılır. Ama, genelli kle, kızıp bağırmadan, olayı
büyütmeden, çocuğun özsaygısını incitmeden, şaşırtma k ama­
cıyla ve tıpkı "şok" verir gibi. Tek bir " ta k " ya da sessiz bİr fis­
ke. Hiç beklemediği bu tepki karşısı nda ağlayan çocuk şaşırır,
susar ve düşünür; nereden nasıl geldiğin i bu şokun. Kendini to­
parlamaya çalışır. Şokun iki temel koşulu var: Başkalarının
önünde vurmak çok ayıptır; sık sık cezaya başvurmak yanlıştır,
çocuk dayaktan utanmaz, dayak arsızı olur. Dayak etkinliğini yi­
tirir.
( 9 ) Doğrudan Düzeltmek Yerine Çocuğu Dolaylı Etl<ilemek . Ge­
nellikle ana-baba, çocukla açık ve doğrudan bir çatışmaya gir­
mek yerine, yabancıları, okul öğretmenini, aile büyüklerin i ara­
ya koyup onlardan dolayl ı yardım isteyebilir. Sözgelişi, çocu­
ğun okuldaki öğrenme sorunlarını aileye, aile içindeki geçim­
sizlik sorunlarını öğretmene bildirmek gibi. Bu yolla hem çocu­
ğun özsaygısı korunmuş, hem de çocukla yüz göz olunması ön­
lenmiş olur.
( 1 0 ) Çatışmak Yerine Gerilimi Düşürmek . Ana-baba, büyükler ne
denli çaba gösterseler de insan i l iş kilerinde gerilim kaçınılmaz­
dır. Gerilimi sürdürüp çatışmaya dönüştürmek yerine, ana-ba­
ba gerilimi düşürüp barışı ( dirlik-düzenliği) uyum ve a hengi
sürdürür.
Tatami kişiliğinin kalıbıyla ilgili bu ölçüler, Japonların anneye, aileye
ve topluma bağımlı yumuşak ve uyumlu bir kişilik yaratma isteklerini apa-

3 73
ON - .Pl'ONL UI< J >UYGI JSl.I

çık gösteriyor. Dr DOİ ( 1 976)'nin "Amae " adını verdiği, başkalarına, top­
lumuna, grubuna bağlı temel kişilik yapısı budur. Aınae ve ona bağlı ola­
rak gelişen On, çıl, giri, nincô ve dôtoku gibi Japon ahlak öğelerinin ve de­
ğerlerinin, bireysel davranışlarla bireysel ilişkileri nasıl etkilediği bira z iler­
de ( § l03 'te) tartışılacaktır. Ancak, ergin ve yetişkin kişiliğinin davranış bo­
yutlarına girmeden önce, bebeklerin bu kalıba nasıl döküldüğüne yan ı na­
sıl tatamileştirildiğine biraz daha yakından bakmakta yarar olabilir.

1 0 2 . ÇO C U G U N TA TAM İ' L EŞ T İ R İ L M E S İ S Ü R E C İ

Japon kişiliğ i tatamiye benzer çünkü Japon insanı üstünde yetiştiği ta­
manıi hasırı gibi:
1 ) Doğa ile uyum içindedir,
2) Tek başına değil birlikte, örgütlü ve her zaman göreve hazırdır,
3 ) Genel yapının i lke ve ö lçülerine, oyunun k urallarına uymak, da­
yanıklı, dayanışmaya yatkın olmak zorundadır,
4 ) Gerektiği gibi, temiz, düzenli ve güzel (kireği) görünmelidir,
5 ) Ayna gibi nesnel bir yansıtıcı olmak zorundadır: Yumuşak basa­
na bir halı kadar yumuşak, sert basana çeli k kadar sert, dikkatsiz olana
cam kadar keskindir.
Japonlar ne yapıyorlar da çocuğun k işi l iğini yukardaki tatami nite­
liklerine uyduruyorl ar? Genel kural olarak, k işilerin grup halinde uzunca
bir süre birlikte oldukları, oturup çalıştıkları, yiyip içtikleri, uyuyup din­
lendikleri yerler, tatami hasırıyla kaplanmıştır: Evler, apartman katları­
nın en az bir-iki odası, l okantalar, vapur güverteleri, tapınaklar, cingil zi­
yaret yerleri, riyokan ' la r, işyerlerindeki toplantı ve dinlenme odaları vb.
Tatami döşemeye ayakkabıyla hatta terlikle bile basılmaz. Kişi, yaşamı
boyunca ayakkabı ve terliğini çıkardığı her yerde eski tatami kişiliğine
döner: Evde, işyerinde, yolda, yolculukta, dinlence ve eğlencede . . .
Japonya'da uzunca bir süre yaşamış olan kimi ya bancıla r, " ayakka­
bılı" ve "ayakkabısız" olmak üzere iki tür Japon insanından söz ederler:
" Ayakkabılı J apon, kaba saba, h atta bencil bir varlık olabilir" de
"Ayakkabısını çıka rmış Japon bir görgü ve incelik simgesidir" derler.
(Seward 1 977: 1 99 ) Günlük davranışlardaki değişme böylesine büyük
değilse bile, duyumsanan ayrımı, ayakkabıdan çok tatami'ye bağlamak
belk i daha doğrudur. Çünkü, tatanıi her Japon'a, çocukluğunu, evini,
ailesini, annesini, eğitimini, sevgiyi , doğayı, mutlul uğu ve uyumu a nım­
satır. Görünüşüyle, dokunuş ve kokusuyla, öteki insanlardaki tutum ve
davranış değişikliğiyle. Bunu anımsayan Japon, bir yaban (soto) olmak­
tan çıkar, uçi ( biz, bizden biri) olur. Kendine gelir.
Çocuk, tatami üstünde yatar, uyur, emekler, sıralar, yürür kalkar,
yer içer, oynar. Kısacası, tatanıi üstünde büyür. Tatami üstünde değilse,

3 74
§ 1 0 2 ''TATA M İ " çocu(;uN 'T"AT:\ I'.l i 'LF)Tİ R İ L I\!ESİ SÜRECi

onlnt (sırtta), onbu 'da olmadığı zaman yine yerde tatmni üstündedir. Ta­
tanıi i le anne s ırtı ( sevgisi, sevecenl iği) birbirinin yerini tutar. Kültürdeki
maddesel değişmelere karşılık, onbu-tatanıi çifti bugün de birliktedir.
Çocuklarda ve büyüklerde, tatami dokunuşu ile ot kokusunun aşırı dav­
ranışlara karşı sanki bir yatıştırıcı, yavaşlatıcı ha tta uyuşturucu gi bi
olumlu etki ler yaptığı sık sık gözlemlenmiştir.
Eskiden bebeğin apış arasına havlu gi b i k a l ın bezler konurmuş. Er­
ginlerin çoğunda görülen bacak eğriliğinin ( süvari yayı) o kalın bezler­
den ileri geldiğine inanılırmış. Oysa, bebek anne sırtında taşınırken de
bacakları n biçimi zorlanmaktadır. Japon baca klarının biraz zayıf ve çe­
limsiz oluşunu "onbu"ya bağlayanlar vardır. Bebeğin tuvalet eğitimine
3-4 aylıkken başlanır. Anne bebeği sık sık şişeye tutar; yer ve durum el­
verişli değilse, çişini yapması için şişe bebeğe turulur. Bu sırada, anne,
çocuğu sesle de koşullamak için ninni gibi belli bir ezgi söyler, ıslık çalar.
Çişini tutan, erken söyleyen bebek övülür, sevi l ir ve ödüllendirilir. An­
cak a ltını k i rleten, ıslatan bebek cezalandırılmaz. Arada, yolculuk s ıra­
sında, a nnenin durumdan pek hoşnut kalmadığını belirten ünlemli ses­
ler duyulur. Bebeğin altı hemen açılmaz. Biraz rahatsız olması, ıkınıp sı­
kınması, hatta yanıp yakınması beklen ir. B u bilinçli eğitimin sonunda,
6-7 aylık bebek, doğal boşalımlarını önceden haber vermeye başlarmış.
Batılı uzmanlar pek inanmıyor ama japonya'da söylenen budur.
Bebeğin tay tay durması, sıralaması, erken yürümesi beklenmez, is­
tenmez; hele yanın yarım konuşmas ı hiç pekiştirilınez. Ama çoğu bebek-

RESiM 102: Çiçubu'da Mantar Çiftliği'nin bahçesinde oynayan öğretmen çocukları. Doğaya, bitkiye,
canlıya saygı eğitimi küçük yaşta başlıyor, yaşam boyu sürdürülüyor.

3 75
ON - _ı,\l'O N l . l J h: D U YGUSU

!er yürümeden önce konuşurlar. Çocuklar doğru dürüst ve anlaşılır bi­


çimde konuşmaya özendirilir. Yanlış ve eksik konuşan bebek, sürekli ola­
rak düzelti lir. Anne baba -çocuk ağzıyla değil de- çocuğun ağzından
doğru k onuşurlar, çocuğun öğrenmesini kolaylaştırma k için . Yürüyen
çocuk ayaklanır, odadaki kağıt kapıları, oda bölmelerini kirletip y ırtma­
ya başlar. Odadaki çukur tandır ocağına ya da maltıza (mangal a ) da dü­
şebilir. Bu yüzden anne, çocuğun hangi tatanıiler üstünde nereye kadar
gidebileceğini sürekli olarak belirleyip, sınırlamak zorunda kalır. Tatami
kenarlarındaki kahverengi ipek bordürlere bası lmaması için eskiden bu
arakesitlerden kılıç çıktığı ( basanların ayağını kestiği) söylen irmiş. Çoğu
yetişkinlerin bu k orkuyu hala unutmadığı, tatami üstünde dolaşırken s ı ­
n ı r çizgilerine basmadığı dikkati çeker. Çocuğun yürümeye başlamasıyla
birlikte, anne ona yakıcı, kirli ve tehlikeli şeyleri tanıtmaya başlar.
Eskiden bebek, yeni bir kardeş gelinceye değin uzun süre emziri l ir­
miş. Şimdi 7-8 ayın sonunda, en geç k on uşmaya başlayınca memeden
kesilir. Ağlayan oğlanlara "Ayıp, ayıp sen kız değilsin" den ir. Çocuklar
üç yaşına kadar bebek sayı lır ama konuşan çocuğun cinsiyet eğitimine
hemen başlanır. Erkek çocuklara biraz daha çok özgürlük tanınır. An­
cak kızlar da pek ezi k değildir. ( Bkz. Kuru 1 02-1 )

Kuru 102-1
JAPON KIZI
Ailesiyle birlikte Oita motorlu trenindeki küçük kız 5 -6 yaşlarında gö rünüyordu .
Sıralar, koltuklar a rasında koşup oynarken trend eki yabancı yolcuyu görd ü ,
t a m karşısına geçti oturd u . Gözlerin i d i kti, d i kkatle incele meye koyuldu . Yaban­
cı yolcu ona çiklet uzatınca hemen kaçtı, an n esine haber verdi. Sonra döndü,
yerine oturd u, çiklet çiğniyordu. Yabancı onun la hiç ilgilenmiyormuş gibi dav­
ra ndı. Yabancının d i kkatini çekecek hareketler yaptı. Yabancı bu kez ona tuzlu
pirinç çörekleri sundu. Kız yine annesine haber ve rdi. Sonra döndü gevrekleri
aldı, gitti; erkek kardeşiyle birlikte döndü. Gevrekler bitince kız yerinden kalktı,
ya bancı n ı n önce yan ı n a sonra kucağına oturdu. Kim olduğunu, bu uzak yöreler­
de ne aradığı n ı , ne yaptığını sord u . Japonca kon uşamadığını anlayınca gidip
y ine an nesine h a b e r verdi. Sonra geldi, yabancıya poz verdi. Kardeşini götü rdü.
Döndü, yabancın ı n not defterini, kalemini, kamerası n ı ve el ça ntasını tek tek in­
celedi. Belki de bir gazeteci olduğuna kanaat getirdi. Yolculuğun sonunda gel­
di, gülerek ve dostça "Sayonara" (Allahaısmarladık) dedi. Gitti.

Anne zaman zaman başka bebekleri severek kendi çocuğunu kıs­


kandırır, üzer, hatta kızdırır. Kızmış çocuk annesine el kaldırı r hatta vu­
rabilir. Bu tepki doğal karşılanır. Anne bebeğini bazen bir başkasına ve-

3 76
'i 1 02 ··T.\T:\ \ 1 1 " ÇOCU(;lJ!\ 'lAL\ \ ! i 'LFŞTİ R İ L \ IFSI SÜ R ECİ

rir gibi yapar ama vermez. Ya bancılar bildikleri bu oyunda anneye yar­
dımcı olur. Bebeği alır gibi yaparlar. Bebek a nneden yardım ister. Anne
sanki son anda yetişip bebeğini kurtarı r. Bu oyun, çocuk yuvaya başla­
yıncaya kadar sürdürülür. Yaramazl ık yapan, k ıran döken, çevreyi dağı­
tan çocuğun annesi " Ba ba iyi, onu seviyorum, o böyle şeyler yapmıyor"
der. Çocu k anneye söz verir, " Ben de iyi olacağım, evimizi temiz tutaca­
ğım, beni de seviyor musun ? " Çocuklar bunun bir aldatmaca , şaka ol­
d uğunu ancak küçük kardeşlerine uygulandığı zaman a n larlar.
Beş yaşın altındaki çocu klar, toplumsal yapıyı, s ın ı f ve simgeleri,
yaş ve cinsiyete bağlı saygınlık sıra l a masını, katlarını öğrenir. Ancak
kendisi bu sınırlara uymak zorunda deği ldir. Son yıll arda çocuğun öz­
gürlük dönemi, okula başladıktan sonra da sürmektedir. Oysa yakın
zamana kadar çocuklara ta nınan özgürl ük okul çağında bitermiş. Üç
yaşın daki çocuk a nneye karşı gelebi l i r. 3-6 yaşlarındaki çornk a nneye
şakayla karışık el kaldıra b i lir. Baba, çocuğun yetiştirilmesiyle d oğru­
dan i lgilenmez görünür. Çocuğa oyuncak alır, yapar; çocuğu denize, or­
mana, dağa, parka götü rür. Babanın bu ilgisi büyük önem taşır. Heye­
canla beklenir. " Anne çocuğuna hediye vermez, almaz" k u ra l ı son yıl­
larda hızla değişmektedir. Büyük mağaza ların üst katları çocuklarına
bir şeyler arayan, satın alan genç annelerle doludur. Büyük çocuk ların
küçük kardeşlerini kıskanması doğal b rşılanır. Bir k a rdeş - aşırı kar­
deşlerin birbirine daha yakın olduğu varsayılır. Üçüncü çocuk birinciye
ve dördüncü kardeş ikinciye emanet edilir. Çocuklara atalardan ve tan­
rılardan söz edilir. Çocuklar kutsal günlerde, ziyaretlere, Budist tapı­
nakla ra ve meza rlık l a ra götü rülür. Ancak tanrılar korkutucu varl ıklar
değildir. Onlardan aileye ve çocuklara ancak yardımcı olmaları isten ir.
( § 49)
Japon Gençlik A raştırmaları Enstitüsü'ne (! YRI, 1 978) göre, kişili­
ğin pekiştirild iği dönem olarak kabul edilen 7- 1 1 yaşları arasın da, Ja­
pon çocuğu Amerikalı akranlarından çok daha az ceza görmekted ir.
(Ta bl o 102- l )

TABLO 102-1
ÇOC U K LARA VERİLEN CEZALAR: ABD İ LE JAPONYA (1 97 8)
Cezalar ABD % Japonya %
Odaya kapatılma 65 11
Oyund a n alıkonma 55 20
TV'den yoksu n b ı rakılma 47 27
Büyük gibi m uamele görme 67 10
Kaynak: JYRI, 1978: 9.

377
ON - JAPONLUK DUH ;usu

Aynı araştırmanın başka bir sonucuna göre, Japon anneleri çocuk­


larından başarılı olmalarını istiyor, sürekli olarak " daha fazla çalış" di­
yorlarmış. Japon çocukları anne baskısından yakınıyorlarmış. Anneler,
başarısız çocuklarına: " Seni sevmiyorum," " Böyle gidersen herkes sana
gülecek" gibi korkutucu sözler de söylüyormuş.
Anneler, çocuklarını büyümekte, büyümüş görmekte acele etmez­
ler. Çocuklarının ne zaman büyümüş ( bağımsız) sayılacağı sorusuna,
anneler oldukça benzer yanıtlar vermişler: " Ok u l u b itirip çalışmaya
başlayınca," " Evlenip kendi yuvasını k ur u nca, " ya da " Seçmen (20)
yaşına basınca " gi bi. S o n yıllarda yapılmış bir araştırma y a göre, a nne­
ler çocukların " Söz d inler" yani kendilerine bağımlı olmasını isterken;
çocuklar " H ayatta en çok ne olmak, nasıl olmak isterdiniz? " sorusu­
na. " Daha sakin ve sabırlı , " " Okulda daha başarı l ı " , " Da ha girgin ve
daha az sıkılga n " , " Daha zeki ve yakışı kl ı " gibi yanıtlar vermişler.

KUTU 102-2
JAPON CAN EVİ : HARA!
Kişilik yapısının oluştuğu varsayılan yere Japonlar "Hara" diyorlar. Hara, insan
ruhunun, bağrının, huyunun, canının merkezidir. Bu yer, Japon inancına göre,
göbeğin bi raz altındadır. Japon inancında ve dilinde oldukça önemli bir yer tutan
hara, Batılı bir yazarın özel araştırma konusu olm uştur. (Von Dürekheim 1 977)
Erkeklerin hara'sından sıkça söz edilir; ama kad ı nların da hara'sı vardı r. Hara,
sıcaktan, soğuktan koru n u r. İç giysi, kemer ve kuşakla fazla s ı kılmaz. G iysi­
ler, kuşaklar hara' n ı n ya altından ya da üstün d e n bağlan ı r. Hara sıkı lmaz.
Japon dilinde ayrı ca can, ruh , h ayat, h a reket vb gibi çok a nlamlı, Çi n köke n li
b i r "ki" kavram ı da vardı r. Ama ki ile hara d e n k, eşit ya da özdeş d eğil d i r. Tan­
rı insanı yaratm ı ş ona bir ki vermiştir. Oysa eğitim, kültür ve bakı m d ı r i nsana
hara'sı n ı kaza n d ı ran. B u anlamdaki hara daha çok "kişilik" kavram ı n a yaklaş­
maktad ı r. Japonlar kişilik özellikleri n i de hara'ya bağlarlar:
Haragei: İ nsan tan ı m a k sanat
Hara maki: Karın (bel) kuşağı
Hara o yomu: Kişiyi gözünden a n lamak
Hara obi: H a m ilelik kuşağı
Hara o vatte: Derdini d ö km e k
Hara g a futoi: Sağlam karı nlı y a n i güvenilir kişi
Hara kiri: Karn ı n ı kesmek (ke n d i canına kıymak) vb.
Hara guroi: Kara (kötü) n iyetli
Hara'nın Tü rkçed e ki en yakın karşılığı bağı rd ı r: Bağrıkara, bağrı yanık,
bağrına taş basmak, bağrını delmek gibi deyim lerimizdeki bağır, Japonların
hara'sına çok yaklaşır (Van Wolferen 1 99 0) .

3 78
§ 1 03 Y.-\1'1'-: I N 1-lc\RCI VF T.-\ŞL.-\RI

Çocuklara yöneltilen " En çok kimden korkar ya da çekinirs i n iz ? "


sorusuna alın a n yanıtlar Ta blo 1 02-2 'de gösterilmiştir.

TAB LO 102-2
JAPON VE ABD'Lİ ÇOCU KLAR EN ÇOK
KİMDEN ÇEKİNİYO R YA DA KOR KUYORLAR?
Japonya Önem Sıralaması ABD
Anne 1 Baba
Baba 2 Ko mşu
Öğretmen 3 Ağabey
Ağabey 4 Abla
Komşu 5 Şeytan
Kaynak: JYRI, 1978: 10.

Tablodaki sonuçlar hiç beklenmeyen bir durumu kanıtlıyor. O tori­


te simgesi olan Amerikalı anneden çok korkulmadığ ı halde, sevgi, hoş­
görü ve bağımlılık simgesi olan Japon annesinden çok çeki n i lmektedir.
Aslında şaşırtıcı gibi görünen bu sonuç, aşağıda § 1 03 'te tartışılaca­
ğı gibi, çağdaş psikoloji n i n ve antropoloj i n i n bulgularına uygundur. Ço­
cuklar otoriteye karşı başkaldırmada, en çok seFdiklerinden ve bağımlı­
lık duyduklarından çeki n mektedir. Eğitimci ozan ı mız Selahattin Ertürk
( 1 975 : 1 4 ) aynı eğitim ve terbiye ilkesini şöyle dile getirmiştir: "İtaat
ekenler isyan biçecekler! "
Japon canevi sayılan Hara ( bağır) Kutu 1 02-2'de tanımlanmaktadır.

1 03 . YAP I N I N H A R C I V E TAŞ LA R I

Ruh hekimi Dr DOİ ( 1 962: 1 67)'nin tanımına göre, Japon dilin deki
"amae " kavramı, ana-baba gibi yakın birisinin sevgi ve hoşgörüsüne sı­
ğınmak, dayanmak, güvenmek duygusu, bir başkasına bağımlılık duyma
eğilimidir. Çocuğun hatta yetişkinlerin, ana-babaya, büyüklerine ve ya­
kınlarına dayanmak gereğini duyması, kendisini başkalarına bağımlı gibi
duyumsaması son derece olağan, sağlıklı karşılanır. Amae, ana-baba sev­
gisine, hoşgörüsüne, desteğine duyulan güven ve gereksinmenin adıdır. En
yalın örneğiyle, üç dört yaşına basmış bir çocuğun parmağını emeceğine
hala meme istemesi, a nnenin de bu isteği yerine getirmesi "amae "dir.
Amae, Jap o n kişiliğinin temel harcıdır. Çünkü öteki yapı taşları an­
cak amae ile b ir araya gelmekte, bir bütü n ü oluşturmaktadır. Ayrıca
amae, ya lnız çocukluk döneminde değil, gereksinmes i yaşam boyu süren
duygusal bir besindir. İnsanın doğal hakkıdır. Çok küçük yaşlardan baş­
layarak, çocuk kişiliğinin gelişip büyümesi anıae ile sağlanır. Japonların,

3 79
() ;\ - .J A l'ON I . U K l l l J Y C ;usıı

"on " diye tanım ladıkları borçl uluk ya da şükran duygusu, kişinin ge­
reksi nme duyd uğu ama sahip olma dığı bir besin kaynağına kavuşmak­
tan doğar. Çocuğun en çok gerek duyduğu ve ana-baba denetimindeki
kıt kaynaklardan biri sevgi ve duygudur. Kişiler arasın daki sevgi ve d uy­
gu bağının kurulması, yakın ve karşılıklı ilişki lere dayanan yıl l a r s üren
bir yatırımdır. Sevgi ve duygu, ekonomik ve politik kaynaklar gibi, tek
bir karar ve eylemle alın ıp verilemez. Kişi b u l d uğu amae'ye karşı borçla­
nır. A ma bu borçtan mut l u olur sanki. Çünkü kendisine aınae verenl e re
sık sık ·· Kotoşimo-yoroşiku " ( koruyucu kanatl a rı nızdan aman beni
yoksun bırakmayın) der.
On, kişinin amae ' ye karşı yüklendiği borçluluk ve şükran duygusu­
nun gösterilmesidir. Ancak geri ödenmesi mümkün değildir. Çünkü on
borcu ödenmez, ödense de tükenmez. Çocu k anneye karşı on duyar. Öte
yandan anne de sağladığı amae'ye karşı çocuğunun kendisine on ya d a
bağımlılık duymasına muhtaçtır. Yukarda ( § 1 02'de) sözü edilen karşı­
laştırmalı araştırmada çocuklarının en çok " söz dinler" olmasını bekle­
yen anneler, aslında kendi bağımlılık gereks inmelerini dile getiriyorlar.
Öte yandan, yetişen çocuktaki bağımsızlık eği limleri, a nnede derin kay­
gılar yaratır. Çünkü çocuk bağımsız davranırsa, anne kendi varlığına ge­
rek kal madığı sanısına, korkusuna kapılır. Annenin bu kaygısı, çocukta
suçluluk d uygusu yaratır. Çocuk, yeniden anneye dönerek, annesini kor­
kusundan, kendisini de suçl uluk duygusundan kurtarmak ister.
Başka bir deyişle, anne ve babasının her türl ü kaygı ve üzü ntüsünü
çocuk, kendi eksiği, suçu ya da sorumluluğu gibi görmek eğil im indedi r.
Bu yüzden ana-babanın -özellikle annenin- dileklerini tümüyle yeri ne
getirerek o derin suçl u l u k-soru m l u l u k duygusundan kurtu lmaya çalışır.
Bu açıdan bakıldığında, çocuğun başarılı olması yönünde ana-baba ların
dilek ve tutkuları, çocuğu başarıya yönelten en büyük itici güç o l u r. (De
Vos 1 960) Yapılan alan araştırmala rı , gerçekten de Ja pon çocuk la rında
yüksek bir başarı güdüsü, tutk usu saptıyor. ( Bkz. TODA'nın 1 9 78 araş­
tırması, Ta blo 1 03 )

TA B LO 1 0 3
S EÇİLMİŞ BAZI Ü L K E L E R D E Ç O C U K LAR I N
BAŞARMA V E KAZAN MA G Ü D ÜS Ü : 1 9 7 8
Ülkeler Başart Puanı (%)
Japon çocu kları 75
Yu nan çocukları 61
ABD (beyaz) çocu kları 59
B elçika çocu kları 40
Kayna le: TODA Masanao, TJT Weekly, 21 Ekim 1 978.

380
1 IU Yc\ l' I N I N l IA RCI Vl' TA� I A R I

Yukarıda (§ 84'te) kısaca değinilen ve fedakar ana dramını iş leyen


"Hahamono " filmlerini n başarısını, gördüğü rağbeti BEFU ( 1 97 1 : 1 62 ) ,
ana-çocuk bağı i l e açıklıyor: B u tür filmlerde hem anneler h e m de ço­
cuklar kendi k işisel hayat öykülerini buluyorlarmış. Eğitim annesi (Ki­
yôilwmama), çocuğun başarısızlığından kendisini soruml u nıtar; çocu k
da kendisini annenin mutsuzl uğundan. İşte bu nedenle, çağdaş anneler,
çocukta bir kaygı yaratmamaya çalışırlar. Sonuç olarak, çocuk yakın ai­
le i l işkilerinin s ıcaklık ve rahatlık verici olduğunu öğrenir. Böylece Ja­
ponlar, sevgi dolu, hoşgörü lü ve yumuşak bakım yöntemleriyle, otorite­
ye saygılı ve düzene-tutkun bir olgusal kişilik ti pi yaratırlar.
Japon dilindeki on, çıl, giri ve nincô gibi bazı değerler, günlük yaşam­
da, feodaliteden ya da Orraçağ'dan artık " kalıntı " lar olarak küçük göri.i l­
mekle birlikte, büyük ölçüde yürürlüktedir. Anıae ile beslenen kişilik yapı­
sı, duyduğu şükran borcunu hayan boyunca ödemeye çalışır. Hak sahibiyle
borçlu arasındaki on ilişkisini, BEFU ( 1 971 : 1 6 6-7) beş maddede topluyor:
1 ) On, kişinin kendi sahip olmadığı bir hak ve değerden doğar.
2 ) Hakkın ödenmesi tüzel değil, a hlaki ( bireysel) bir borçtur.
3 ) Borçlu ile alacaklı arasında özel bir ilişki kurulur.
4 ) Kişi, hayatını kurtarana karşı daima bir on duyar. Oysa borcun
sürekli olarak geri istenmesi borçlunun sömürü lmesi gibi yorumlanır, iyi
karşılanmaz.
5) On, sahip olunmayan fakat gereksinme d uyulan bir haktan doğ­
duğu için, aynı cins on'la ödenmez. Öyleyse on, daima başka bir değer
ve hizmetle ödenmek zorundadır. Bu yüzden on borcunun ödenip öden­
mediği saptanamaz, rartışıl maz.
Hak sahibi her istedikçe, borçl u kimse kendisinden bekleneni ver­
mek durumundadır. İşte çıl ( bağlılık, vefa ve sadakat) kavramı, on borcu­
nun tükenmezliğinden doğar. Mademki on ödenemez, öyleyse borçlu ha­
yatı boyunca sadık k'a lmak, saygılı davranmak zorundadır. Benedict
( 1 966: 1 2 1 ), bu tükenmezliğe on-borcunun "onbinde biri" diyor. İslam­
Tiirk kültüründeki " Ana hakkı "na benzer bir borçluluk duygusudur:
"Kişi annesini kırk kez Hacca götürüp getirse sırtında yine de ödeyemez­
miş ya ana hakkın ı . "
Başa rılı v e ünlü işadamı İDEMİTSU'nun ( 1 972) yeniden canlandır­
maya çalıştığı dôtoku (ge leneksel Japon ahlakı) kişinin, yasal hakları n ­
d a n değil d e ailesine, kendisine ve toplumuna karşı borçluluk d u yması
ilkesinden kaynaklanıyor.
Giri, başka Batılı dillere çevrilmesi son derece zor olan bir kavram
ve duygudur. Bened ict ( 1 9 6 6 : 1 43-93 ) , giri'yi İngilizce konuşanlara an­
latabilmek için tam 50 sayfa yazmıştır. Ne var ki Türkçedeki namus, şe­
ref ve haysiyet kavramları, giriyi biraz daha kısa yoldan anlama mıza
yardımcı olabili r. Başka larıyla ilişkilerinde, toplumca beklenildiği gibi

381
ON - ft\PONLLIK DUYCUSli

davranılması giri, yani namuslu, şerefli ve haysiyetli bir harekettir. Oysa


tersi, haysiyetsizlik, namussuzl uk, şerefsizlik sayılır. Giri'yi yerine getir­
meyen birinin ele güne çıkacak yüzü (mentsu) kalmaz. Temiz adına,
onu runa, alnına " kara leke" sürülmüş olur.
Giri, on kavramından daha kapsamlıdır. On, bireyin bağım lılık
duyduğu yakınlarına karşı yüklendiği bir borçluluk olduğu hal de; giri,
herkese (akrabalara, dostlara, komşulara hatta ya bancılara) eşit olarak
yerine getirilmesi gereken bir borçtur. K ısaca toplumu ayakta ya da işler
d urumunda ruran bir değer! On, isteyerek severek duyul ur. Oysa giri,
kişi istese de istemese de sevse de sevmese de yerine getirilmesi gereken
toplumsal bir görevdir.
Nincô, geleneksel dilimizdeki ''izzeti nefis " gibi, kişinin kendi varlı­
ğına, k işiliğine karşı beslediği bir onur d uygusu, özsaygıdır. Giri, top­
lumsal bir değer olduğu halde; nincô kişisel ve psikoloj ik bir duygud ur.
Kişinin giri türünden namus ve şeref yükümlülükleriyle nincô türünden
onur ve duygu eğil i m leri birbirine tümüyle çakışık olabileceği gibi çatı­
şık da olabilir. Japon geleneğine göre kişi öyle bir hayat yaşamalı k i giri
ile nincô asla çatışmas ın . Oysa bu olanak dışıdır. Namus ve şerefini k ur­
tarmak için kişi kişisel duyg� larını bastırır, batıramayan kişi namus ve
şerefini temizlemek zorunda kalır. Er ya da geç, k işi bu ikilemin ağına
düşecek, bunlardan birini seçmek zorunda kalacaktır. Başka bir deyişle
giri-nincô sarmalına tutulan kişi görünüşte bir i.iç yol ağzındadır:
1 ) Duygularını (nincô) bastırırsa giri' yi k urtarır.
2 ) Giri' yi unutup duygularının sesini (nincô'yu) dinleyebilir.
3 ) Bu ikisinden birini seçemiyorsa kendi canına kıyar. Japon ınrı­
harlarının ahlaki (etik) açıklaması çoğunlukla böyle yapılır.
Ancak i.iç ayrı yol görüntüsü de aldatıcıdır. Nincô'yu dinlemek kişi­
yi giri'den; giri ' yi yerine getirmek kişiyi nincô'dan yakalar ve yaralar. Ve
kişi, zaman zaman üçüncü seçenekle ( i ntiharla) karşı karşıya kalabilir.
Giri ve Nincô a d l ı tarihi araştırmasında MİNAMOTO Ryôen
( 1 977: 1 03-4 ), birbiri nden güzel bir öyküyle, giri-nincô sarmalı n ın hem
çıkmazını h em de töreye uygun çözümünü göstermiştir:

Öyldi (1):
" Genç bir savaşçı, çok hasta ve bitkin olduğu için güncel bir sa­
vaşa katılamaz. Üç savaşçı arkadaşı, onu korkaklık ve savaştan
kaçmakla k ınarlar. Genç savaşçı iyi olur olmaz üç savaşçı arka­
daşını tek tek düelloya davet eder. Hepsini öldü rür. Sonra da
kendini öldürür. Yiğit savaşçının kend i canına k ıyması anlayış,
saygı ve takdirle karşılanır. " ( Nincô --') Giri --') İntihar tırmanışı )

Ancak, bazı özel durumlarda nincô'dan çıkış yolu bulunabilir.

382
1 0-1 nü�Yı\ c;öR ÜŞÜ: İLİŞKİl.FRF D F (; rn ı rn

Öykü (2 ) :
" Bi r derebeyinin iki savaşçısı kavga ederler. Genç HAÇİÇ Ü RÔ,
kendisinden büyük olan DENNOSUKE'yi öldürür. HAÇİ ÇÜ­
R Ô 'nun babası olayı öğrenince, oğlunu bir mektupla DENNO­
SUKE'nin a ilesine gönderir. " Oğlum sizin, onu istediğiniz gibi
cezalandırı n " der. Anne, oğlunun katilini öldürmek ister ( nin­
cô). Baba DENNOS UKE, oğlunu öldüren HA ÇİÇÜR Ô 'yu
kendine evlat edinir ue bağışlm: Yitirdiği ağıtla karşı bir oğul
kazanır. Kendisine gösterilen saygı ue giiueııi hak eder. Başka
bir anneyi oğulsuz bırakmaz. Cinayet suçu, giri ile tatlıya bağla­
nır, intikam ( ka n ) davasına ( n incô ) dönüşmede n . " (Karşılıklı
Giri, Nincô'yu bastırıyor; sonuç: Barış ! )

1 0 4 . D Ü NYA G Ö R Ü Ş Ü : i L İ Ş K İ L E R V E D E G E R L E R

İnsanların kendi varlıkları, başkalarıyla aralarındaki ilişkiler, dünya ve


hayat sorunları üzerindeki genel d üşünceleri, değerlendirme, seçim eği­
limleri, sosyal bilimlerle felsefenin en çetin konuları arasında sayılır. Sos­
yal bilimci Kluckhohn ve Strodtbeck ( 1 96 1 : 1 ), şu boyutları öneriyorlar:
1 ) İnsanoğlunun doğası ( tabiatı) nedir, nasıldır?
2 ) İnsan-Doğa i lişkisi nasıl olmalıdır?
3) İnsanın [geçmiş, yaşanan ve gelecek] zaman yönelimi hangisidir?
4) İnsanca çabaların son amacı ( hedefi) nedir, ne olmalıdır?
5) İnsanlar arasındaki i l işkileri belirleyen egemen değer nedir?
Yayımlanmış araştırma sonuçlarına ve gözlemlere dayanılarak, Japon
insanının dünya görüşü, işte bu sorunlar çerçevesinde şöyle açıklanabilir:

1) " İ N SAN I N DO GAS I "


İnsan nasıl bir varlıktır? İyi mi, kötü mü ? D eğişmez bir niteliği var mı?
HAYAŞİ'nin ( 1 954) b u konudaki araştırmasının sonucu Tablo 1 04-1 'de
özetlenmiştir.
TAB LO 1 0 4 ·1
" İ N SAN I N DOGASI " NAS I LD I R? (1 953)
Yanttlar Yüzdeler
"Temelde iyi" 3 0, 7
"Temelde kötü" 2, 4
"Hem iyi hem kötü" 24,7
"Ne iyi n e kötü" 3 5 ,0
"Kararsız veya yan ıtsız" 7 ,2
Toplam %100,0
Kaynak: HAYAŞİ, 1 9 5 4: 38.

383
Ol\ - J :\ l' O N l . U K DUY< ;usu

İyi ile kötü arasında kesin seçim yapmak gerektiği zaman, Japonla­
rın yaklaşık üçte-biri, insan doğasının temelde " iy i " olduğunu düşünü­
yor. Bunun an lamı odur ki Japonlar birbi rlerini kabul ediyorlar. Ancak
daha anlamlı ( yüzde 3 5 ) çoğu nluk insan doğasın ın "ne iyi ne kötü '' , da­
ha doğrusu, " hem iyi h em kötü " olduğuna inanıyor. Oldukça bilimsel
ve nesnel bir görüş! Çünkü i nsanın-doğası gerçekten öyledi r. İnsan hem
en iyi hem en kötü olabilir. İnsan değişebilir. Bugün kötü iken yarı n iyi
olabilir. Kişiye göre iyi, ele-güne karşı kötü ! Ya da tersi. Aslında Japon­
ların çoğunluğu, insanın değişmez bir doğası olmadığı, i nsan davranışla­
rının iyi ya da kötü olabileceği, yani insan doğasın ın " değişebilir" oldu­
ğu görüşünü yansıtıyor.

(2) " İ N SAN DOGA İ LİŞKİSİ NAS I L OLMAU ?"


Bu a landa yapılmış çeşitli araştırmalar ve gözlemler, " ilkel " insanların
kendilerini doğaya uyum lu-bağımlı görd üklerini, " uygar" insanların ise
doğaya egemen l i k kurmaya çalıştıklarını gösteriyor. Japonya 'da her i k i
görüş d e va rdır. Ancak en yaygın olan üçüncüsü doğayla uyumlu, do­
ğayla birlikte yaşa maktır. (Tablo 1 04-2 )

TAB LO 1 0 4 -2
İ N SAN DOGA İ LİŞKİSİ NAS I L O LMALI? (1 953 -68)
Mutlu Olmak İçin İnsan Doğaya
Araştırma Bağımlı Uyumlu Egemen Ötekiler Toplam
Yılı Olmalı Olmalı Olmalı (%) (%)
1 953 27 41 23 9 1 00
1 96 3 19 40 30 10 100
1 968 19 40 34 7 100
Kaynak: SUZUKİ Tatsuo 1970: 53 ve Harumi BEFU 1 9 7 1 : 1 71 .

Bu araştırmada d i kkati çeken eği l i m , mutlu olmak i ç i n insan


" d oğaya bağı m l ı olma l ı " d iyen ler aza l ı r, '' d oğaya egemen o l malı " di­
yenler artarken; " D oğayla uyumlu yaşama l ı " d iyen geleneksel J apon
görüşü yüzde 40 dolayında anlamlı bir çokluğu temsil ediyor. Kitap bo­
yunca, Japon larda gözlemlenen, övülen "doğa saygısın ı " doğru luyor,
bu bulgu. Salt çoğu n l u k değil ama en büyük çok l u k hala bu düşünce­
ded i r.

(3) "ZAMAN YÖ N E Lİ M İ VE S EÇİMLERİ"


Ya pılan alan araştırmaları, geleneklerine bağlı bir toplum old uğu sanı­
lan Japonların geleceğe yönel ik olduğunu gösteriyor. (Tablo 1 04-3 )

3 84
§ 1 0-1 D Ü N YA GORÜŞÜ: İLİŞKİLERE DEGERLER

TAB LO 1 04-3
ZAMAN YÖN ELİMİ
Zaman Yönelimi 1953 1968
G eleceğe yönelik 61 69
Geçmiş ve gelecek (eşit) 27 22
G e ç m iş ağırlıklı 9 7
Ötekiler ve belirsiz 3 2

To plam %100 %100


Kaynak: SUZUKİ Tatsuo 1 97 0: 5 4; Harumi BEFU 1 9 7 1 : 1 72 .

Caudill ve Scarr ( 1 9 6 3 ) Japonların teknolojik ve ekonomik konu­


larda geçmişten çok geleceğe yönelik olduklarını, çocuk büyütme, evli­
lik ve ölüm aşamalarında ise geçmişe çok bağlı olmadıklarını, değişme­
leri kolayca kabul ettiklerini bulmuş. Bu eğilim 1 9 70'lerde güçlenmiş­
tir. Gerçekten, geçmişe yöneli k ler azalırken, geleceğe yönelikler art­
maktadır.

(4) "YAPMAK M I , O LMAK MI?"


Yayımlanmış bazı alan a raştırmalarda, bu k o nularda yeterli b i lg i bu­
l unmadığını saptıyor B EFU. ( 1 97 1 : 1 73 ) Ancak Japonya'da, " İnsan
benliğinin bir b ütün olarak geliştirilmesin i amaçlayan manevi çabala­
rın daha ağır basan bir eği l i m olduğunu ve bu eğilimin sanatçılar (sa­
vaşçılar) dünyasında dile getirildiğine" değiniyorlar. " Yetki n ve b ilge
insan" ülküsünün izlerine daha önce Zen B udizm'de rastlanmıştı. Ja­
pon töresine ve düşüncesine göre büyük insan, tek bir becerisiyle değil
de, her yönüyle büyük olandı r. Büyük insan, yalnız güçlü, ü n l ü , v arlık­
l ı olan değil, insanca değer ve erdemlerin en yücelerine u laşan kişidir.
Bu erdemler, "Almak mı, vermek m i ? Madde mi, ruh m u ? Kazanmak
mı, yaratmak m ı ? " ya da k ısaca " Yapmak mı, olmak m ı ? " g i b i iki kar­
şıt değerden birinin seçimine indirgenebilir. Yapmak, nesnel-ölçülebilir
bir değer olduğu halde, olmak, öznel ve yaşanan bir değerdir. O l ma k,
ancak, siyaset, d üşünce ve sanat alanlarındaki öznel katkı ve başarı lar­
la değerlendirilebilir. BEFU ( 1 97 1 : 1 73 ) 'ya göre geleneksel Japonya 'da,
olmak baskın görünürken, çağdaş Japonya'da yapmak eğil i m i daha
egemen duruma gelmektedir. Aşağıdaki seçilmiş bazı örneklerde Japon
düşüncesi bu iki değeri ve eğilimi b ütünleştirmeye çalışır. Zen " yapa­
rak bir şeyler olmayı " öğütlüyor, uyguluyordu. Çağdaş Japon hayatı,
hiçbir şey yapmadan başarı kazananları, bir şeyler olmaya da özendiri­
yor. Kısacası Japon düşüncesi bu iki eğilimi birbirinden ayırmıyor, uz­
l aştırıyor.

385
Ol' - JAl'O '-:Lll K D U YGUSU

Kum 1 04
"KURİRUTAYU"
Altay tari h i üzerinde araştırma yapanların yıllık toplantısına "Kurirutayu" di­
yorlar. Orta yaşlı tarih profesörü, Kuru/tay' ın d eğişmez başka n ı. En yaşlı ya da
en bi lgin olduğu için değil de Kuru/tay' ı e n iyi örgütleyip yönettiği, Altaycıların
en babacan ı olduğu için. Üyelerin yiyip içmeleri, gezi p eğlenmeleri, sağlı k ve
d i n lenmeleriyle çok yakından ve tek tek ilgileniyo r. On ları koruyup mutlu edi­
yor. Üyeler d e başkana bağlı ve bağımlı davranarak onu sevi ndiriyorlar.
Cen net kapısına yakın -old uğu san ı lan- Nociriko (krater) Gölü kıyısında
yapılan yıllık kurultay boyunca, üyeler 3 - 4 saatlik uyku d ışında birbirlerinden
hiç ayrı lmad ı lar, kopmadılar, birbirleri n i yalnız bırakmadı lar: Ye mekte, banyo­
da, gezide, d i n le ncede, eğlencede hep birlikte oldular. Adeta bir arada ol­
m aktan bes lendiler. Kurultay boyunca, mekana yansıyan tek rütbe, kıdem sı­
ralaması, yatak şiltelerinde görül d ü . Türk d i li gru b u n u n 4 kişi lik odası nda,
onur köşesinden başlayarak s ı ra şöyleydi : Ko nuk Profesör, Doçent, Kıdemli
Asistan ve Öğretme n (asistan) - Tokonoma'd an kapıya doğru!

( 5) " İ N SANLARARASI İ Lİ Ş K İ L E R D E YAYG I N BİÇEM?"


İlişkiler konusunda Caudill ve Scarr ( 1 9 6 1 ) da birlikte çalışma eğiliminin
baskın olduğunu bulmuşlar. Ailede, işyerinde ve toplum hayatında işbirli­
ği ve işbölümü yapmak yönünde belli ve kuvvetli ( kendi başına bir şeyler
yapmak) ve soysallık (düşey-hiyerarşik, üst-ast) ilişkileri içinde çalışmak
eğilimleri izliyor. ( NAKANE 1 970). İnsan ilişkilerindeki düşeyine ve yan
yana (grup halinde) çalışma eğilimi birbirine karşıt gibi görünüyor, sosyal
bilimcileri şaşırtıyor hatta yanıltıyor. Oysa geleneksel Japon inancına ve
uygulamasına göre bir ilişkinin düşeyine işlemesi, onun yan yana olması­
na engel değildir. Her iki yönden de bakıldığında, Japonlararası ilişkiler
hem düşeyine (hiyerarşik) hem yatayına yani demokratiktir. Belki de kişi­
lerarası ilişkiler şemasını bir piramit ya da doğru yerine, bir çember olarak
çizmek, Japon gerçeğine daha yakın görünüyor. ( Şekil 1 04)

o
� o o
o o o
ı o t
o o o
o ı o ı o
o o o o o o
o o
� o
A) Düşey İlişkiler B) Yatay İlişkiler C) Japonlararası
Hiyerarşik (Sosyal) (Demokratik) Dairesel (Biz) İlişkileri

Ş E K İ L 1 04: İ nsan lararası ilişki biçimleri: Düşey, yatay ve çembe r.

386
j ı os İ l l F.\L KİŞİIİK: "" l\,\,\'i l\U ( ; rn ı s ı EN İ YİSİ"

1 0 5 . İ D EAL K İ Ş İ L İ K : " BA M B U G İ B İ S i EN İ Y İ S İ "

Buraya kadar, gerçek kimselerin davranış özel likleri üzerinde durulma­


dı. Kişilik yapısı ve dünya görüşüyle özdeş olmamakla birlikte, Japon
insanlarının -birbirlerine benzeyen- davranış ortaklıkları vardır. Bunları
birkaç başl ık altında toplamak mümkündür. Ancak daha önce, bambu
ağacına benzetilen ideal kişilikten söz edilmeli. Kesin ve düzgün yarıldı­
ğı, güvenilir ve sağlam olduğu için erkeğe; kırılmadan eğilebildiği, esnek
ve kötü güçlere karşı dayanıklı olduğu için de kadın kişiliğine benzetilen
bambu! (KURATA 1 9 76 : 35) Ş imdi böylesine bir idealleştirmenin so­
nuçlarına bakılabilir.
D ünyanın beş kıtasındaki en yüksek dağlara tırmanmış, bin km'lik
kutup yolculuğunu kızakla tek başın a başarmış olan Japon UE.MURA
Naomi, "Bu işleri sadece ve sadece, başarmış olmanın zevki için yapıyo­
rum " d iyor. Bu sözlerle Japon insanındaki yapına yönelimini ve başarı
gi.i düsünü az bulunur bir içtenlikle d i le getiriyor.
Gerçekten de kimi yabancı gözlemciler, Japon ların birey, grup, örgüt
ve ulus olarak yalnızca yafJmaya değil, doğru diiriist, temiz-güzel şeyler
yapmaya, başarıya tutkun bir kişiliğe sahip o lduğu görüşünde birleşirler.
Kitap boyunca açılan k utulardaki türlü örnek olaylar, bu yargıyı destek­
ler nitelikted ir. Atasözleri de hep aynı iki özlemi dile getirir:
• " Çalışmak gün leri kısaltır, ömrü uzatır! "
• "İçigo-içiye " (İlk deneme en iyisi olmalı ilkesi. )
Nerede ne yaptığı h i ç önemli değil, her Japon ülkesinin e n önemli
işini yapıyor, yapılan her işin soruml u luğunu taşıyor gibidir. Ancak Ja­
pon i nsanı bu soru mlu luğu yasal, töresel ya da kutsal bir güce karşı de­
ğil, kendi öz ben liğine karşı duyar. Çay eğitiminde yineledikleri gibi, ki­
şi ilk deneyiminde en iyisini yapmalı çünkü i kinci bir deneme şansı ol­
mayabilir. Bu yüzden, kişinin ne yaptığı değil , nasıl yaptığı daha önem­
lidir. Her iş önemlidir. Başarı yönel imiyle ilgili bazı örnekler Kutu 1 05-
1 'dedir.
Kutudaki örnek davranışlar acaba .Japonların yabancı konuklar
üzerinde iyi izlenimler bırakmak tutkusundan mı i leri geliyor? Başka bir
deyişle, bütün bunlar sadece birer gösteriş ya da göstermelik mi? Belki .
.Japonya'da uzu nca süreler yaşamış yabancı yazarlar arasında Japonla­
rın yabancılara iyi şeyler göstermek için çabaladı klarını , kötüleri gizle­
mek için çırpındıklarını söyleyenler olmuştur. Ancak günlük hayattan
seçilmiş öyle örnekler de vardır ki yabancılarla hiç mi h iç ilgili olmadığı
gibi, ancak iyi yapma ve yaptığı ile özdeşme, başka larına ve en çok da
kendine bir övünç payı çıkarma yönünde yorumlanabilir. Seçilmiş bir­
kaç örnek K utu 1 05-2'dedir.

387
ON - J:\l'ONl.UK D U YGUSLi

Kum 1 0 5 -1
BAŞAR IYA YÖN ELİK DAVRAN i Ş Ö R N EKLERİ: GANBARU
• Osaka'da Senri - H a n kyu Oteli'nin resepsiyo n u . Gece görevlisi m e m u r, yak­
laşan yabancıyı görür görmez, ö n ü nd e ki listeye eği ldi, arad ığı n ı h e m e n
b u l d u . So nra, gülerek, " H o ş geldiniz Mr Gü-ben-d' d e d i . N a s ı l bildi? Ya ge­
lecek başka bir ya bancı yoktu. Ya gelenler h e p gelmiş tek beklenen yolcu o
ka lmıştı ya da bilemediğim başka bir yöntemle. Ama memur, görevin i iyi
yapm ıştı, sevinçliyd i, övün ç lüyd ü, hatta m utluyd u .
• Aynı otelin resepsiyon u . Ertesi sabah saat 10.00. Kon u k Gü benci, oda
anahtarı n ı görevli h a n ı m a uzatıyor. Anahtara bağlı n u marayı gören görevli,
ezberlenmiş bir m esajı anımsayıp iletiyor: "Ah, Bay bay... [a dımı söyleye­
miyor] No. 3 68 [oda No.], Bay MATS U BARA Hoca telefon etti. Ta ksi gelecek
sizi 10.1 5 'te alacak, müzeye götürecek. Lütfen 10-1 5 dakika için sizi kolay
bulabileceğimiz bir yerde olur m u s u n uz?"
• Pasaport ve vizem i i nceleyen polis m e m u ru, "Lütfen karşıda 10-1 5 dakika
bekler misiniz?" dedi. İki telefo n konuşması yaptı. Oturd u. Son de rece
özenli ve oku naklı bir el yazısıyla, oturma iznimi hazı rlad ı. Teşekkür e d i p
ayrı lı rken ekledi : "Sağlık sigo rtası için 16 No'lu pencereye gidebilirs i n iz,
isterseniz." Oradakiler İn gilizce bilmiyord u. Ama kim olduğum u telefo n
edip öğre n d iler. 2 5 0 T L yatırıp 6 ayl ı k sağl ı k sigortası oldum. İ k i g ü n s o n ra
adresime postayla gö n d erdi ler. Bu işler ilçe yönetimi merkezin d e oldu.
İyi ki sigo rta olmuşum! B eş ay sonra, o 2 5 0 lira lık sigorta ile Sen day ken­
tinde küçük bir göz ameliyatı geçirdim. Ü cret ödemedim.

Japonlar bunları içtenlikle yaparlar. Karşılığında aferin, beğeni lme,


mutluluk bekler gibidirler. Onu bulunca pek belli etmemeye çalışırlar
ama gerçekten mutlu o lurlar. En azından derin bir kıvanç duyarlar. " İç­
tenlik " kavramını, gerçeği söylemek, kendi özüne, sözüne doğru olmak
anlamından çok, kendinden beklenen (en iyi) ' i yapmak anla mında kul­
lanırlar.
Japon insanı işini, görevini gereği gibi iyi yapmak, karşısındakini,
h izmet ettiği insanları sevindirmek, onların övgülerini kazanmak ister.
Bunun için ça balar, ölçer-biçer, her türlü olasılığa karşı hesaplı ve hazır­
lıklı olmaya çalışır. Bazen o hesap ve ölçü duyarlığı, ayrıntılarda yiten
bir tutkuya dönüşür.
Kiyüşıl A dası 'ndaki Aso Volkanı kraterine çıkılan yol üstünde olası
bir lav püskürmesine karşı betonarme barınak ya da korunaklar yap­
mışlar. Üç yanıyla üstü betonla kapa lı, yamaç cephesi vadiye açılan,
kunt yapılar. Bunlardan bi rinin girişindeki İ ngilizce levha:

388
'i 1 05 İ D L-\ 1 . K İ Ş İ L i K : " LL\:VIBU C İ lllSİ EN i Y i S İ ..

Alanı: 34,7 m2
Yüksekliği: 2,3 9 m
Bir lokantada, gemi, yolcu luğunda, verilen saydam poşet üstündeki yazı :
" Şeker: 1 O gram
Kahve: 3 gra m "
A m a ölçü biçi tutkusunda b u sadece b i r başlangıçtır. Japonlar ç o k daha
ileri gidebilirler.
Bir feri bot iskelesinde iki ada arasın d a k i doğrusal uzaklık: " 3 km
539 m 4 1 cm" olarak verilebilir. Japon mantığı ve ölçü tutkusu bunu
"doğrusa l " yani kuş uçuşu diye belirtiyor. Çünkü feribotun izlediği eğ­
risel yol levhadakinden birkaç metre ya da cm daha uzun olabil ir, kuş­
kusuz.

Kum 1 0 5 -2
BEGEN D İ R M E K VE B E G E N İ LM E K ÇABASI Ü STÜ N E S EÇİ LMİŞ Ö R N E K LE R
• Trafik, yağm u rd a n tıkandı. Otobüsümüz bekledi. N i kkô - To kyo akşam
ekspresini kaçı rdı m . Elimdeki tren biletini istasyon daki hareket görevlisine
gösteriyordu m ki memur durumu hemen anladı. Biletimi aldı. H ızlı a dım­
larla gişeye yürü d ü . Sonra koşara k d ö n d ü . Ye n i bir bilet i le ekspres farkın ı
para olarak geri getirdi. Bildiğim d i llerde kendisine teşekkür ederken, o
başıyla s ı k s ı k selam verip treni kaçırmamamı a n latmaya çalışıyord u . G ö re­
vini yapmaktan sevinçli, takd ir ve teşekkür edilmekten mutlu gi biyd i. Gü­
lüm süyord u.
• Odamdaki telefon çaldı. Otelin işletme m ü d ü rü, "Birazda n pencere m i n
ö n ü n e gelecek işçilerin c a n temizliği yapacaklarını, istersem perd eyi kapa­
tabileceği mi, yok eğer bir sakı nca varsa temizliği bir s ü re e rteleyebileceği­
ni" söyledi.
• Tokyo'n u n en can lı-re nkli mahallesi Roppongi'de gece 2 3 .00 suları. Genç
kad ı n , kend is i n i yakından izleyen ve el-kol ha re ketleriyle elinden belinden
yakalamaya çalışan çakır keyif delikanlıya karşı savunma savaşı veriyor.
Kıvra k ayak ve beden hareketleriyle, yavaşlayı p hızlanarak delika n l ı n ı n ku­
şatmasından ku rtu luyor. Delika nl ı bird e n d u rdu , gülere k kad ı n ı selamlad ı,
kutlad ı : " Kazan d ı n ız" demeye getirdi. Kad ı n başıyla teşekkür işareti verdi
ve yoluna d evam etti.
• G eceyarısı. Kon u kevi n i n gece bekçisi. Kutudaki mektupları m ı ve telefon
haberleri m i verd i. Telefon haberlerinin da kti lo ile yazılmış old uğu n a hayret
ettiğim i fark edince açıklad ı : Bugün işi m iz azd ı. Gereği gibi çalıştık. H e r
g ü n böyle yetişem iyoruz.

389
Kum 1 0 5 - 3
KÜÇÜK D Ü Ş M E {HACİ) E N D İŞESİ
Japonların yabancı dostlarına mektup yazmadığı , yazan lara cevap vermediği
ya da çok geç yazd ığı yo lunda h a klı görü nen eleştiriler ya pılmıştır. Yüz yüze
i lişkilerde son d erece d i kkatli, görgülü davranan bu insa n ları n, yazma ko n u ­
sundaki tutuklukları, isteksizlikleri na sı l açı klanabilir? Ö n c e , Doğu' n u n öteki
toplumları gibi -yazan değil- karşı lıklı ko nuşan insa n lar. İ kincisi, yaban c ı lar­
la yabancı d i llerde yazışmak zorundalar. Yabancılar Kanci ve Kana bilmediği
için. Ya ptıkları çeviri, yazı m , noktalama yanlışları kitaplara, antoloj i le re, d ü n ­
y a gülmece derlemelerine geçmiş. Yazmakta isteksiz davra nıyorlar; ç ü n kü
"d ü nyayı kendimize yeterince güldürd ü k" diye düş ün üyor olabilirler. Japon­
laştırılmış İ ngilizce örnekleri için B kz. Cham berlain 1 97 1 : 1 34 - 4 6 ve Seward
1 97 : 6 5 - 9ı .
Tanı şm ak ve danışmak isted iğim ü n lü bir profesöre öze n le bir mektup
yaz mış fakat beklediğim ya n ıtı alamamışt ı m . Ü n lü profesörün yard ımc ı la r ı n ­
dan gelen bir telefo n h a b e r in d e "Profesörü n yard ı m cıları n d a n biriyle görü­
şebileceği m" ö ne ri liyord u. Tü rkçeye çevirisi, ü n lü profesör benimle görüş­
meyi kab ul etmiyord u . Daha sonra bir yemek çağrıs ın a katıldım ve p rofesör­
le tanıştı m . Durum h e m e n ayd ı n la n d ı . Çok güzel Almanca ve iyi Fra nsızca ko­
n uşuyord u ; İ ngilizcesi azd ı . Durumu bilere k kendisine Fra nsızca ya d a d a h a
kusurlu b i r İ n gi lizce ile yazmış olsayd ı m , s a n ı r ı m görüşme ş a n s ı m bi raz d a ­
ha yüksek olabilir.

Japonlardaki ölçü biçi tutkusu her zaman her konuda sayı ile dile
getirilmeyebilir. Ama temelde hep oradadır, varlığı duyumsanır. Nociri-
1. w ( k rater) Gölü 'nde çalışan gezi motorlarından birinin kapalı salon du­
varında küçük bir hoparlör ayar düğmesi vardı r. Altında da şöyl e bir
not: " Hoparlördeki müzik sizi rahatsız ediyorsa kısabilirsiniz; ama baş­
ka larının ti.imden işitemeyeceği kadar da k ısınamaya lütfen dikkat eder
misiniz? Teşekkürlerimizle. " Çünki.i sesin ti.imden kısılması trafik (gü­
venlik) yönetmeliğine uymaz. Teh like duru munda, yolcular a yn ı h opar­
lörden uyarılacaktır.
Büyük p rojeler büyük ölçümleri ve küçük önlemleri gerektirebilir:

" Büyük Honşu ile küçük Şik oku adaları arasında yapı m ı ta­
sarlanan Kocima-Sakaido Köpri.isi.i 'nün proje hazırlıklarına
1 9 73 'te başlanmış. Temel 1 9 7 8 ' de atılaca k, köprü 1 9 8 7' d e
açı lacak. 1 3 km uzunluğundaki köprüye yaklaşık 1 00 m il yar
TL harcanacak. Bugün feri botlarla iki saa tte ya pılan yolcul u k
köprüyle yarım saate inecek. Doğal güzellik lerin k orunması

3 90
s 1 05 İ D l-: A L K i Ş i L i K : " l\A\ I Bl' ( ; iııısı ı-:N I Y i sr·

ıçın bütün önlemler a lın mış. Ayrıca h ü kümet, bugün deniz


trafiğinde ( feri botla rda ) çalışan gemici lerin işsiz güçsüz kal­
mamaları ıçın gerekli hazırlık lara girişmiştir. " ( TJT, 5 Eylül
1 97 8 )

Kum 1 0 5 -4
S O R U M LU L U K D U YG U S U
• Aso Dağı teleferik istasyon undan otobüsle vad ideki tren istasyon u n a ini­
yoruz. Hostesim iz, 5 - 1 0 d a ki ka süreyle, doğal çevreyi ve tari h i-mitolojik
sahneyi tan ıta n turistik bir ko nuşma yaptı ktan sonra -sa n ı rı m- ken disine
verilen görev uyarınca bir de halk türküsü söyledi. Sesi i n ce, titrek, güven­
sizdi. Öteki yolcu ları n türküyü ne kadar beğe n d i klerin i bilemiyoru m ama
hostesin soru m l u l u k d uygusunu abartmadan hep birli kte alkışlad ık. Genç
kız mahçup bir tebessüm le, hafifçe kızararak teşekkür etti. " Pek ha k etme­
dim" der gibiyd i.
• Ocika-İşi nomaki otobüsü. Hostesim iz, u l u sa l pa r k olma h azırlığı içindeki
"güzel geyik" yarım adasını yolc ulara tanıtmaya çalış ıyor. Kanı kaynayan 4-
5 genç balı kçı, laf atarak, n ükte yaparak, sürekli gülere k h ostese takılıyor­
lar. Hostes, yılıp usanmadan, sesin i yükseltmeden delikanlı lara yanıt ye­
tiştiriyor. S o n u n d a başard ı . Delikanlılar yo rulup tükendiler. Ye n i lgiyi ka­
bullenip kızın d ayan ı klılığını ve başarı s ı n ı birlikte alkışladılar. G e n ç kad ı n
bu beğeniyi, m utlu bir tebessü m le karşıladı. "Övü n m e k gibi olmasın a m a
galiba b unu h a k ettim" d e m e k istedi.
• Posta satış m e m u ru, yazılı listemdeki pu lları özen le seçti, bir bir sayd ı,
ayırd ı , kenar t ı rt ı l la rı n ı tek t e k sıyırd ı , bir zarfa koydu ve uzattı. Sabırla
beklediğim, takdirle izlediğim için yerinden kalktı, bir de teşekkür etti: Eği­
lerek selam verdi.
• Rahip dostum, kahvaltıdan kalkar kalkmaz çantamı kaptı, bisi kletin i n ar­
kas ı na yerleştirdi ve istasyona doğru yola koyuldu. Büyük oğlu beni kestir­
me yollardan istasyo na i n d iriyor. O n a yetişmek için a dımlarımı açtı kça de­
likanlı h ızlan ıyor, ben geri kalınca yavaşlıyor. Deniyorum ama aramızdaki
bir iki adımı kapatam ıyo ru m . O tempoda istasyona vard ı k. Baba O DA, bi­
letleri almış bizi güler yüzle karşıladı: "Tam zamanında geldiniz" dedi. Oy­
sa trene daha 10-15 d a kika vard ı . Ama konuk yolcuya taksi parası verdirt­
memek kararı başarı ile yerine getirilm işti. Ş i m d i oturu p biraz d i n le n m e n i n
kimseye zararı olmazd ı .
• Kon u kevin d e ki rezervasyon işle rinden soru m l u ola n kıdemli bir yön etici­
nin zaman zaman, cam sildiğine, a m p u l d eğiştirdiğine, çanta taşı d ığına ta­
nık oldum. Belki izinli a rkadaşlarına yard ı m c ı o luyor ama yüksün müyord u .
Te rsine övün çlüydü, s a n k i "İşleri n e güzel çekip çeviriyoruz?" de r gibiydi.

391
ON - JAPONLUK DUYGUSU

<J
• Demiryolu tarifelerin d eki iki-üç yılda bir yapılan büyük d eğişikliğe S e n ­
day'da rastladık. Devlet memurları i ç i n açılmış ucuz konukevinde, birisi ka­
dın iki görevli saat ve sefer değişikliği n i renkli kalem ve cetvellerle, eski tari­
fe üstüne işliyorlar. Olayı bilmeyen birisi, genç m ü hendislerin yol projesi çiz­
diğini sanırdı . İnanılmaz bir dikkat ve öze nle, yüksün meden çalışıyorlard ı .
• Tokyo YMCA otelinin genç garsonu. Ka hvaltı servisi n i t e k başına yapıyor,
yönetiyor. Herkese yetişiyor. Savaştan yengiyle dönmüş bir Samuray övün­
cü var yüzü nde. " B u işin daha iyi yapılabileceğini d üşünebilir m is iniz?" so­
rusunu hatırlatıyor.

Bu yazının yayım landığı günlerde köprünün açılışına dokuz yıl var­


dı. (Köprü 1 9 87'de açıldı. Gemiciler n'oldu bilemiyorum - B . G.)
Başarı güdüsü, beğeni lmek beğendirmek tutkusu, küçük d üşme kor­
kusu, Japon insanının kimi davranışlarını açıklamada yetersiz kalır. Bazı
yer ve durumlarda Japon insanı, başarı umudu yüksek olmasa da beğenil­
meyeceğini bilse de hatta küçük düşmekten korksa da görev ve sorumlulu­
ğunu yerine getirmeye çal ışır ( Bkz. Kuru 1 05-4) Genel ve ul usal bir kura l
.

olarak hemen herkes aksayan, işlemeyen her şeyden önce kendini sorumlu
görür. Japon insanının kendi varlığından ayrı, kendine karşıt bir " devlet"i
yoktur. Japon kendini, o " devlet"in ayrılmaz parçası gibi görür. Kendi ya­
pabileceğini dener, fazlasını beklemez, istemez. Bulamayınca yakınmaz.
Bu kişilik yapısı gül-güleç yüzlü görünür. Aslında gülmekle iç gerili-

ReslM 1 0 5 : insan yapısı doğa. Altın Köşk Bahçesi, Kiyoto.

392
§ 1 06 K ÜLTÜR E L BİÇE.\!: "KAIL\ L\ŞIKLI K- BEI. İR S İZ LİK -Y ONSÜZ l . Ü K "

mini azaltmaya, düşürmeye çalışıyor gibidir. Bu yüzden, işini iyi yapan,


yapmaya çalışan onurl u ve sorumlu bir Japon'a bilir bilmez şaka, şaka
i le karışık latife yapılmaz ve hatta sitem edilmez. Kişilik yapısı gerilmiş
bir yay, İ stim tutmuş bir kazan, fitili yakılmış bir dinamit gibidir. Birden
boşanabilir, patlayabilir. Özellikle araç gibi kullanıldığı, hafife alın dığı,
alay edildiği duygusuna kapılırsa. ( Kutu 1 05 - 5 )

K u m 1 05 -5
G Ü LEÇ B İ R YÜZÜ N G E RİSİ N DEKİ Y Ü KSEK G E RİLİM
G üler yüzlü tezgahtar hep sorard ı "Size ne zaman yeni bir kamera satabilece­
ğim?" Söylediğine göre ku llandığım eski makine yavaş yavaş müzelik olmaya,
yeniden değer kazan maya başlamıştı. "Bana satmak istediğiniz makin eyi al­
maya geldim" d iyerek bir gün önüne oturd u m . O satacağı makineyi seçm iş,
an latıyord u. Fiyatı kırdı kırabileceğince. Benden teşekkür beklerken , Ortado­
ğulu pazarlık tekniğiyle, u mmad ığı bir şeyi yaptım : "İyi ama falanca yerde ayn ı
makineyi şu kadar ucuza görd üm" dedim. Bu kez, o benim beklemediğim şeyi
yaptı. Birden ciddileşti: "Yalancı ve üçkağıtçı değilim. Sizlere h izmet ederek
hayatı m ı kazanıyorum." Sonra ekledi, kızaran gözlerin i yumara k "Nereden is­
terseniz oradan alın. Ya lnız d i kkat edin objektifi eksik olmasın." Çı kard ığı mal­
zemeyi toplamaya başlad ı . Ben alttan alıp özür dileyi n ce, yumuşadı, biraz
üzüld ü. Sonunda, umarım bağışladı ve sitemli bir sesle açı klad ı : "Gördüğü n ü ­
z ü (söylediğiniz) fiyata objektif d a h i l d eğil, o n u ayrıca satıyorlar."

1 0 6 . K Ü LT Ü R E L B i Ç E M : " KARMAŞ I K L I K - B E L İ RS I Z L İ K -YÖ N S Ü Z LÜ K "

Her kültürün kendine özgü, baskın bir biçemi (üslubu, stili) vardır. B u bi­
çem, kültürel kalıp ve öğelerin öyle bir bütünlüğüdür ki belli bir kültürü
ötekilerden ayını� onu özgün bir varlık alanı olarak görüp a lgılamamıza
yardımcı olur. İşte o biçem, bireysel davranışlarda görüldüğü gibi, top­
lumsal kişilik yapısının da ayrılmaz parçası, yüklemi olur. Kişilik, dünya
görüşü ve sanat tarihi araştırmalarında tek tek bireylerin değişik duygu­
sal tepkileriyle ( Bkz. K utu 1 05-5 ) değil de o tepkileri belirleyen, dışa yan­
sıtan biçemin, " iyi-güzel, doğru ve hoşlandığımız" yönleriyle ilgileniriz.
Japon insanının kişilik yapısında ve de dünya görüşünde dikkati çe­
ken başlıca nitelikler, " karmaşıklık, belirsizlik ve yönsüzlük " tür. Daha
önce ( § 50) üzerinde durulan şibui, sabi ve vabi gibi güzellik d uyguların­
da gözlemlenen de açık seçik olmamak ve belirsizlik eğilimidir. Gerçi Ja­
pon sanatında, karmaşa yerine bir yalınlık egemend ir; ama kişilik yapısı
çok katmanlı, oldukça " karmaşık " bir işleyiş içindedir. Anlaşılmaz de­
ğil, ama kuşkusuz karmaşık. Hatta sanatsal anlatımdaki o yal ı n lığın, ki-

393
ON - J A P O N LUK DlJY(;USU

şilik yapısındaki karmaşıklığı gizlediği, örttüğü düşünülebilir. Gelenek­


sel olarak, teknik ve teknoloji k keşiflere pek değer vermez gibi görünen
Japon k ü ltürü, oturup ka lkmayı, çay içmeyi, bahar-bahçe seyretmeyi ve
bu alandaki güzellik tartışmalarını birer " sanat- fe lsefesi " d üzeyine yü­
celtmiştir. Ürünler yalın olsa da süreçlerin k armaşıklığı, kişil i k yapısının
ve kişilerarası i l işkiler düzeninin ağır yükü gözden kaçmıyor.
Japon sanatındaki temel esteti k biçemlerden birisi Türkçeye " belir­
sizli k-yönsüzl ü k " diye çevrilebilir. Belirsizlik : Aşikar olmayanı görüp
kavramak özel bir eğitim, görgü, duyarlık ve çaba ister. Bahçe, doğa 'nın
bir parçası gibi durur. Sanki insan eli değmemiştir. Ama yanıltıcıdır.
Gerçi Fransız ve İtalyan bahçelerinin geometrik , çarpıcı öğeleri yoktur,
yapay öğeler en düşük düzeyde tutulmuştur; ama doğallığa yaklaştıkça
sanatın katkısı da artar. İnsan eli değmemiş gibi duran Japon bahçesinde
el değmemiş yer yoktur. Aynı biçem, kapkacak, yanmış toprak san atın­
da da geçerlid ir. B içim olarak çarpık, renk olarak kusurlu (vahi-sabi)
duran çaydanlığın güze l l iği, nesnede değil öznede saklıdır. Belirsizdir.
Geleneksel yazı sanatı (oşitçi) da çizgi güzelliği üstüne değil, s iyah-be­
yaz, dolu-boş, kirli-temiz dengeleri üstündedir. Görülür yalınl ı k , derin­
deki karmaşıklığın ustaca örtülmesi, dengelenmesidir.
Burada yeniden anımsanan geleneksel güzellik i lkeleri, başka bir de­
yişle yönsüzlük, dolaylılık olarak da yorumlanabil ir. Japon k ültüründe
doğrudan anlatım yerine dolaylı a nlatım egemendir. Söylenen, yazılan,
çizilen bir inı-lemedir. Kişi kendi çabasıyla o imlemenin içindeki ve ar­
kasındaki, söz ve satırların arasındaki imgelere ulaşabilir. Hayku ve
Tanka türü kısa yoğun şiir biçimleri, bu belirsizliğin, söylenmeyeni söy­
lemenin sanatıdır. Yeniden Buson'a dönülürse:
Yornizu toru Köylü sesleri
Satobito no koe ya Tarlaları sulayan
Natsıı no tsuki Yaz mehtabında
-BUSON XVIII. yy-
Ünlü Hayku'yu İngilizceye çeviren Blyth ( 1 952: 3 9 ) , şu anlamlı yo­
rum u yapıyor:

Evrensel ve şaşırtıcı gerçek öyledir k i bazen imlenen bir öğeni n


yokluğu, varlığından daha d a güçlü o labiliyor. . . Ozan, Ay' ı
görüp köylü seslerini duyuyor da köylüleri ve suyu göremiyor.

Ama göremediklerini gösteriyor, duyuruyor bize. Belirsizlik, açık­


seçik a nlatımdan kaçınma, imlerin, oluşumun vurgulanması, Zen Bu­
dizmin de i lkeleridir. Zen öğretisine göre tek yönlü , sözlü öğretiyle, a k ı l

394
'i 1 06 K Ü ! TÜ R FI. Bl(:E.\I: '· K A R \ L\ Ş I K LI K-1\EU RSİZl.İK-YÜ:-.ISÜZl.ÜK"

yürütme ile gerçeğe, bilgece aydınlığa (satori'ye) ulaşılmaz. ( Bkz. § 5 9 )


İşte b u gerekçeyle, Zen ustaları çıra k v e k a l falarına saçma sapan, ipe
sapa gelmez şeyler söylemek geleneğini sürd ürmektedir. Din ve sanat
yaşa mındaki sözel iletişimden kaçma biçemi daha bebeklik döneminde,
bebek davranışlarıyla başlamaktadır. Amerika (ABD ) ve Japon bebek­
lerinin davranışları nı karşılaştıran Ca udi il ve \Xleinstein ( 1 9 6 9 ) , Japon
bebeklerinin çok daha az tepki verdiklerini, daha az ses çıkardıkl arını
bulm uştur. Öyle ki anneyle çocuk arasındaki i letişim ve bildirişim i n bü­
yük bölümü sanki sözlü o lmayan bir yoldan gerçek leşiyor. Zen B u dizm
bu tür bir hayat görüşünün yüce sanatıdır. Başka bir deyişle, Zen, Ja­
pon kişiliğine özgü bir anlatım biçemidir. Ve biçem, Japon kişilik yapı­
sının oluşumunu ve gelişimini ta baştan beri etki lemektedir. A n nenin
kişiliği, sevecen sırtı ( b izdeki müşfik kucağı) ve dünya görüşü aracılığı
ile geleneksel usta çırak öğreniminin temelinde deneyerek öğrenme var.
Çırak ustasına bakarak, onu izleyerek, ona özenerek öğrenir. \Xlhitehill
ve TAKEZAVA'nın ( 1 96 1 ) araştırma ve b u lgularına göre, tezgah başın­
da çalışan işçilerin yarıdan çoğu, endüstri sanatlarının okula giderek
değil de ustanın yanında onun çırağı olarak çalışarak öğrenileceğine
inandıklarını söylemiştir. ( B u konuda Bkz. B EFU 1 97 1 : 1 77)
Japon kültüründe gözlemlenen başka bir biçem ortaklığı, sanat ve
duygu a nlatımlarındaki melankoli, üzüntü ve acı d uygu larının yüce leşti­
rilmesi ve bu tür yaşantıların bir sanat düzeyine çıkarılmasıdır. MİNA­
Mİ ( 1 95 3 ) , kôfuku ve şiavase gibi mutlu l uk kavramlarının gerçek ve ge­
çerli olmadığını, hatta Japon insanlarının temelde mutsuz bir k işilik çat­
kısına sahip olduğu görüşünü savunur.
Belki de Japon insanındaki duygu ortaklığını d üpedüz mutsuzluk ye­
rine, "doğa'nın hüzn ü " (1110110110 avare) diye nitelemek daha doğru ola­
bilir. " Biraz karasevda" ( melankoli), biraz üzüntü, biraz acı dan o luşan '

karmaşık duygudur, Japon dilindeki "monono avare " yani " D oğa 'nın
hüzn ü . " ( ONİŞİ 1 939, Bkz. BEFU 1 971 : 1 77 ) Bu fizyolojik bir acı, psi­
kolojik bir ruh sıkıntısından çok, yüce bir güzellik d uygusu (tadı)'dır. Sa­
nat eserleriyle ve sanat yaparak yaşanır. İnsanoğlu bu acıyı tatmalı ve ya­
şamalıdır. Japon d üşüncesine göre, kişi, ıstırapla, hatta acı çekerek ol­
gunlaşırken, kendini, kimliğini, kişiliğini bulur. Ve onu bulmakla birlikte,
Yunus'un söylediği gibi " Biz dünyadan gider olduk" demeye, yaşam ger­
çeğinin "gelip geçicilik" (mılco) olduğunu kavramaya başlar:
Tanka (şiir) Çevirisi:
Kış bitip bahar gelince
Yıl yenidir aylar yenice,
Ama insandır tükenen
Günler gelip geçtikçe . . .

395
ON - .JAP00: LUK D U YGUSU

1 0 7 . J A P O N R O MAN I N DA K İ G E L İ P-G E Ç M İ Ş L İ K D U YG U S U : M ÜCO

Japon duygu ve düşüncesinde nnlco (gelip geçicilik, ölümlülük, son­


l u l u k ) önemli bir yer tutuyor. Açıkça ve doğrudan az konuşulan bir kav­
ram olmakla birlikte, müco Japon bilinçaltının temel sorunu, Japon ya­
zının ana konularından biridir.
Mftco sözcüğü, KOBAYAŞİ Tomoaki'ye ( 1 977: 98-9) göre, üç deği­
şik anlamda k ullanılıyor:
1 ) D ünyada her şey bir oluşum ve değişim süreci içindedir. Çiçekler
solar, dostlar uzaklaşır, insanlar ölür ve bağlandığımız, parçası olduğu­
muz hayattan bir boşluk ve hiçlik kalır. İnsanın ölümsüzlük ve sonrasız­
lık umutla rını yıkan gelip geçicilik (müco) , acımasız ve amansız bir ger­
çekl iktir. Ne var ki bu acı gerçek, sanatsa l anlatımı ve yaratıyı besleyen
derin, yakıcı d uygular uyandırır insanda. Japon edebiyatındaki nıılco bu
d uyguyu yansıtır.
2 ) Müco'nun ikinci anlamı acı-vericidir. Her şeyin değiştiğin i gö­
ren, gelip geçici olduğunu bilen insanın kendisi de ölümlüdür. Böylece
müco, maddenin, duyunun, algı ve kavramların, istek ve aşkın, benl iğin,
öz varlığın tümüyle yadsınması duygusuna dönüşür.
3 ) Üçüncü anlamda mılco, nirvana'dır. Gelip geçiciliğin ve de kalı­
cılığın söz konusu olmadığı salt bir varlık dünyasıdır.
Üç tür nıüco'dan yalnızca birincisi, doğrudan doğruya edebiyatın
konusudur. K OBAYAŞİ'ye ( 1 977: 9 9 ) göre, " Edebiyatın işlevi, insana
kendi şaşkınlığını, akılsızl ığını göstermekten başka ne olabilir k i ? " Oysa
Budizm, insanı aydınlatmaya, şaşkın lığından kurtarmaya ça lışır; ona,
nıüco'nun ikinci ve üçüncü anlamlarını gösterir. Öyleyse edebiyatta, ya­
şamın ( insanın) gelip geçiciliğine, gerçeklerin göreceliğine dayanan bir
tutuma ve d uyguya pek az yer vardır. Bu y üzden, edebiyatla ınüco ara­
sında bir ortak alan bulunacaksa, mıfco değişmek, daha insanca bir ger­
çeklik olmak zorundadır. İşte böylece nıılco, değişınez bir yaşam gerçeği
olmaktan çıkar, bir d uygunun anlatımına dönüşür. Kend i kendisinin
gölgesi olur. Ve Japon romanı da "gelip geçici lik duygusu " ile keder ara­
sındaki köprüyü kurmuş olur.
Ozan BAŞO'da "yalnı zl ığın yüce güzelliği" olur mılco. Keder verici
olan duygu, toplumdaki o yalnızlıktır! Kimdir o? Kalabalıktaki "yalnız
insan? " Japon romanın a dıştan, Batı kavramlarıyla yaklaşmaya çalışan
Kimball'a ( 1 973: 8) göre, çağdaş romanda, bir " kimlik bunalımı " ve
"yeni bir kimlik arayışı" bulmak mümkündür. Ancak geleneksel olarak,
" beni " , " benliği " ve " bencilliği " yadsıyan; bireyleri tek tek " biz gru b u "
(uçi) içinde eriten b i r toplumda, insanlar nasıl yabancılaşabilir v e nasıl
yalnızlaşabilir? Yaklaşık bir kuşak önce, büyük araştırma ödülü kazanan
denemesiyle MİTA Munesuke ( 1 962), işte b u soruna eği lmiş. MİTA'nın

396
\i 1 07 .f :\ l'ON RO:'-. I A NIND:\Kİ (;El .İl'- ( ; EÇ\l l Ş l. İ K DUYC ;usu: M lıc:o

( 1 962) incelediği 3 00'ü aşkın örnek olayda ve eleştirmen Kimball'ın


( 1 973) üzerinde çal ıştığı çağdaş romanlarda ki kahramanların ortak bir
kimlik bunalımı ya da kimlik arayışı içinde bocaladıkları görülüyor.
(Tablo 1 07)

TAB LO 1 0 7
ÇAG DAŞ JAPON YAZARLAR I N DAN VE ROMAN I N DAN
" BATl" N I N S EÇTİ K L E Rİ (1 973)
Yazar Roman İngilizce Çevirisi Yıl
ÔOKA Şôheyi "Ovadaki Yangın" New Yo rk: Knopf (1 9 6 7)
TAKEDA Taycun "lşıld ayan Yos u n To kyo: Tuttle (1 9 6 7)
MOR İYA Tadaşi "Ö lüye Rahmet Yok" To kyo: H o kuseido (1 9 68)
I B U S E Masuci " Kara Yağm u r" Tokyo: Kodanşa (1 9 68)
OSARAGİ Cirô "Memlekete Dön üş" New York: Knopf (1 9 5 4)
MİŞİMA Yu kio "Altı n Köşk Mabedi" New York: Knopf (1 9 5 9)
KAVABATA Yas u na ri " Uyuyan G üzeller" Tokyo: Kodanşa (1 9 5 9)
TAN İZAKİ Cun niçiro "Yaşlı Delini n G ü n lüğü" New York: Knopf (1 9 6 5)
ABE Kobo "Kum Te peli Kad ı n " New York: Knopf (1 9 6 4)
OE Kenzaburo "Kişisel Bir Sorun" New York: G rove (1 9 6 9)
Kaynak: Kimball (1973: 5 ·6).

Japon insanının romanlara yansıyan kimlik bunalımında, birbirin­


den tümüyle bağımsız olmayan iki büyük gerçeklik beliriyor: Savaş ve
değişme! Savaş, görünüşte, tarihi evresini kapatmış, kendini yasaklamış,
çağdışı bırakmış. Unutu l mak isteniyor ama bir türlü küllenmiyor. İkin­
cisi, Japon toplumu, kurumları, ilişkileri iyi ve uçi grupları ile değişiyor.
Roman kahramanları ( yazarlar), yeni toplumsal yapı ve gruplar içinde
kendilerine uygun yer-yurt ve kimlik a rıyorlar. Yen isini bulmak için, es­
kiyi atmak, yıkıp yakmak, eskisinden kurtulmak gereğini duyuyorlar.
Toplum hızla akıp gidiyor ya da dimdik karşıl a rında d uruyor. Yiğitler
ve yazarlar, sonunda kendilerini insanoğlunun evrensel gerçeğiyle yüz
yüze bul uyor: Ö lümlülük, gelip geçicilik! Bu gerçek karşısında kendile­
rine geliyor, değişimi unutuyorlar. Böylece kahraman yeni bir kimlik bu­
l uyor -ya da bulamıyor- ama kimse ölümü, ölüm gerçeğini aşamıyor.
Yakıp yıkan, yaşlanan ve yamyamlık yapan kahramanların hepsi aynı
çıkmazda bocal ıyor. Yazarlardan en ünlü ikisi (M İŞİMA ve KAVABA­
TA) kendi canlarına kıyıyorlar. Ve sesleniyorlar okurlarına, Yunus Emre
gibi:
Gider olduk bu dünyadan,
Kalanlara selam olsun!

397
ON - J APONLUK DU YGUSU

1 08 . A K I L VE R U H SAG L I G I

İşte böylece intihar konusuyla, Japon i nsanın ın ruh ve akıl sağl ığı soru­
nuna geldik. Akı l-ruh sağlığı -ya da hastalıkları- sanıldığı gibi ruh he­
kimlerinin beli rlediği bir denge değil, toplumun-kültürün betimlediği
sosyal-kültü rel bir olgudur. Kimin akıllı ve dengeli olduğuna -heki mler
değil- toplum karar verir. Çoğu ü l kelerde, başkalarına kötü lük edenler,
saldıranlar, yaralayanlar, öldürenler, kuşkusuz birer suç işlemiş ve suçlu
sayılır ama savunma avukatınca suçlunun akıl-ruh sağlığından şü phe
edilmez. Suçlular cezalandırılır. Oysa aynı ülkelerde, kendi canına kı­
yanların arkasından çoğu zaman " Ak ıl-ruh sağlığı pek yerinde değildi"
denir. Kısacası, başkasına saldırmak olağan, İnsanca bir davranış; ken­
dine saldırmak " a k ıl-ruh hastalığı " sayılır. Japonya'da bunun tersine
bir ayırım geçerli gibidir. Başkalarına ve topluma karşı suç işleyenler
dengesiz/saldırgan, kendilerine karşı suç işleyenlerse onurlu kişiler, yi­
ğitler olarak kabul edilir. Bu konuda suç istatistiklerine bakmak yeterli
olabilir.

TAB LO 108
S EÇ İ LMİŞ Ü Ç Ü LKEDE: S U Ç LAR V E TUTU KLAMALAR 1 979
Suçlar ve
Tutuklama* Almanya (%) Japonya (%) ABD (%)
Ci nayet 2.6 44 94 1 .862 96 1 9. 1 2 0 75
Yaralama 1 33 . 1 1 0 69 28. 93 8 95 522.510 52
H ı rsızlık 2 1 .265 52 1 . 93 2 78 4 0 4 .85 0 27
Yan kesicilik 2 . 1 49 . 741 29 1 . 1 3 6.64 8 52 9 . 9 26. 3 00 18
Cinsel sald ı rı 6.725 73 2 .8 97 90 6 3 .020 51
Kaynak: FFJ 1980: 107
• Tutuklama oranları, her ülkedeki yıllık suç sayısından sonra toplam suçların yüzde (%)si olarak
verilmiştir.

Karşılaştırmalı suç ve ceza tablosu ( 1 08 - 1 ), üç gelişmiş ülke arasındaki


anlamlı ayrılığı dile getiriyor. Nüfus büyüklüğü olarak Japonya, Batı Al­
manya'nın yaklaşık iki katı, ABD'nin yaklaşık yarısı kadardır. Japonya'da
işlenen suçların Almanya'dan iki kat çok, ABD' den iki kat az olması bekle­
nirdi. Oysa, Japonya'da işlenen suçlar Almanya'dan 2-1 0 kat arasında,
ABD'den 1 0-20 kat düzeylerinde daha düşüktür. Tutuklama yüzdeleri ise
ABD'de en düşük, Japonya'da en yüksektir. Bu sayılar ve yüzdeleri, Japon
polis gücünün başarılı, verimli hizmetleri yanında, toplumsal denetimin et­
kinliğini; başkalarına karşı işlenen suçlar konusunda Japonların hoşgörülü
olmadıklarını ve polise yardım ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır.
Oysa, bireylerin kendi kendilerine verdiği cezalarda, özellikle de

398
§ 108 AKll. VE llUI-1 sM;ı.1(;1

Yüzbinde
80 -
J a ponya

60 -

40 -

20 -
Danim a rka
AB D

10 20 30 40 50 60 70 80 Yaş
ŞEKİL 1 08 - 1 : Seçilmiş üç ülkede kad ı n intiharları.

1 00

80

İl k Orta Lise
ŞEKİL 1 08-2: Öğrenci intiharları n ı n okul yaşların a dağılım ı .

kendi canına kıyma olaylarında, Japon toplumu i l e A B D arasında tam


bir karşıtlık bulunduğu saptanmıştı r. ( Şekil 1 08 - 1 )
Şekil 1 08 - 1 'de okul çağından erginlik yaşına doğru hızla artan inti­
harların i l k, orta ve lise çağındak i çocuk ve gençlerin yaşına göre yüzde
dağılımı Şekil 1 0 8 -2'de görülmektedir.
Japon toplumunda gençlik ve yaşlılık dönemlerinde yüksek olan ca­
na kıymalar 3 0-35 yaşları a rasında en düşük düzeye inerken; A BD'de
gençlik ve yaşlıl ı k çağlarında düşük olan intihar oranları, 45-55 arasın­
da doruğa varmaktadır. Ayrıca, ABD'nin en yüksek intihar oranı, Ja­
ponya'daki en düşük orandan azdı r. Amerikalı erkeklerin oranı biraz
daha y üksek olmakla birlikte genel dağılım eğilimi Şekil 1 0 8 - l 'deki gi­
bidir. Ömür boyu cana k ıymalardak i bu karşıtlık, Benedict'in ( 1 96 6 :
3 2 9 ) , çocuk yetiştirilmesiyle ilgili bulgularını hatırlatmaktadır. Öyle k i
ABD'nin eğitim s isteminde çocuklarla yaşlıların davranışları kısıtlan-

399
ON - J A PONLUK D U Y c ; usu

mış, erginlerinki özgür bırakılmıştır. Toplumun yükü erginler ya da ye­


tişkinler üzerindedir. Çalışma hayatı boyunca ergin kişi özgür, i ntihar
oranı yüksektir. Japonya'da gençlik çağına giren çocukların sorumluluk
(haci) d uygusu artmakta, bu d uyguyla birlikte cana kıymalar da yüksel­
mektedir. Ergin lik ve orta yaşlılık çağında en düşük d üzeye inen intihar­
lar, yaşlılığın ( i k inci çocukluğun) geti rd iği yalnızlık, hastalık, işgörüsüz­
lük ve mutsuzlukla birl ikte yeniden y ükseliyor. İş ve çalışma hayatı bo­
yunca Japon i ntiharlarının düşmesi, iş (iye) yerlerin in sağladığı denge,
çalışma-kazanma güvencesiyle açıklanabilir. Batı 'da ergin çağdaki öz­
gürlük ve sorumluluk i ntiharlara yol açarken, Japon toplumunda iye ve
aileye bağımlılık k işileri i ntihardan alıkoyuyormuş gibi gözüküyor.

Kum 1 08-1
M EZAR TAŞ I NA YAZIT Ö N E R İ LERİ
(ASAH i O KUYUCULA R I N DAN S EÇMELE R)
(ı) To kyolu kad ı n (2 9 yaşı nda) :
"Çalar saate paydos!"
(2) Tokyolu erkek (5 6 yaşın d a) :
"İçtim içtim, bütün
Şişeleri bitird i m ,
Kendimden geçtim."
(J) Tokyolu kad ı n (sı yaşında) :
" Kocas ı n ı n 'di k d u ra n m aym u n ' a d ı n ı taktığı kad ı n bu rada yatıyor."
(4) Çiba İli'nden erkek (s o yaşında) :
"Mal mülk ve köşk bırakmayan canlı, lüks mevkide n bir mezar alan adam."
(s) Saitam a İli'nden işçi kad ı n (4 6 yaş ı nd a) :
"Hayatı boyu nca beklediği sı rası gelmeyen kad ı n b u rada yatıyor."

NAKAMURA Hajime'ye ( 1 979: 1 - 8 ) göre, Japon kişiliğinin o luşu­


munda ve gelişiminde, herhangi bir suçluluk duygusu yoktur. Japonlar,
doğayı nasıl olduğu gibi kabul ederlerse, çocuğun ve insanın bütün do­
ğal (yani cinsel) istek ve duygularını da olduğu gibi kabul ederler, bastır­
maya çalışmazlar. KAVASAKİ'nin ( 1 969: 1 4 1 ) savunduğu gibi, Japon
kültüründe, bireyin doğal zevk ve doyumlardan yoksun bırakılması [as­
cetizm] ilkesine rastlanmıyor. Ascetizın ( doyumu yadsıyan ahlak anlayı­
şı) belki var ama hiçbir zaman ve yerde köklü bir gelenek olamamış.
Öyleyse, Japon kişilik yapısının katmalarında, güçlü bir libido (yasak­
lanmış doyumsuzluklar) ve kaçamakların yol açtığı suçluluk duyguları
yerine çok güçlü bir üst-bene ( ai leye, işyerine saygıya, çevre duyarlığına)
rastlanır. Öyle k i Japon kişiliği, topluma, insanüstü ( tanrısal ) bir güce

400
§ 1 0 8 A K I L VE RUI-1 S,\(;[J(;J

karşı değil de kendi öz ve üst benliğine karşı sorumlu, onurlu bir tanrı
gibi yetiştirilmektedir. Toplum; Tanrı, Töre ya da Yasa bir kişiyi ceza­
landırabilir. Ama Tanrı'ya kim ceza verebil i r ? Kendinden başk a ? Böyle­
ce Japon kişilik yapısında ve ahlak a nlayışında, kendine ceza vermek
-bir ruh dengesizliği değil- ahlaki davranışın en yücesi sayılmakta, kişi­
ye onur kazandırmaktadır. İşte bu gerekçeyledir ki ö nceki bölümde a n­
latılan Japon eğitim s ürecine "Tanrıgillerin Eğiti m i " adı verilebilirdi.
Japon insanının üstün görev ve sorumluluk duygusu, Asahi gazete­
sinin okuyucuları arasında açtığı, " mezar yazıtları " soruşturmasında
görülüyor. (Kutu 1 08 - 1 ) Bir atasözü, insan ruhundaki görev ve sorumlu­
l uk duygusunu şöyle dile getiriyor:
İnoçi va gei ni yotte korose!
( Görev karşısında hayatın sözü mü olur! )
Ekonomik Planlama Örgütü'nce yapılan son bir araştırmaya göre
UFNU Yii, 3: 20), sekiz Japon'dan yedisi kendisini orta ve orta-üst sınıflar­
dan sayıyormuş. Japonya'daki hızlı ekonomik gelişmeyi iyi yansıtan bir
belge. Ancak, aynı sekizden ikisi kendisini " ne mutlu ne de mutsuz" görü­
yormuş. Genellikle, araştırma sonuçlarına göre, alınan yanıtlarda, zengin­
ler yoksullardan, kadınlar erkeklerden, gençler yaşlılardan biraz daha mut­
lu görünüyor. Japon kişiliğinde gözlemlenen melankoli -belki de- " ne mut­
lu ne ımıtsuz"um d iyen bu tür kişilik yapılarından i leri geliyor. Japonlar,
genellikle birbirlerinin yüz (kao) ve maske (kamen)'lerinde mutsuzluğu
okuyorlar ama öteki duygusal ton ları okumakta güçlük çekiyorlar. Bu ne­
denle "Japon yüzü " aynı zamanda "Japon maskesi "dir. Japon yüzlerinden,
maskelerinden, yani bir anlamda, çok sayıda "Japon kişiliğinden " söz edil­
mektedir. İşte başkalarının içine çıkacak "yüzü " kalmayan Japonlardır, ge­
nellikle kendi canlarına kıyanlar. ( Bkz. Kutu 69-1, 69-2 ve Kutu 1 08-2)

Kum 1 08-2
"EL İÇİ N E ÇI KACAK YÜZÜ KALMAMAK"
"RuyOgasaki Kasabası Belediye Meclisi üyelerin de n YOŞ İ DA H iroşi, bir taş
ocağına işletme izni verilmesi için 25 bin lira rüşvet almak ve belediye görev­
lilerine baskı yapmaktan suçlanmıştır. Olayla i lgili dosya n ı n polisçe savcılığa
gönderilmes i n d e n 10 gün sonra, YOŞ İ DA H iroşi kendi evin i n arka bahçesinde
asılı bulunmuştur. "
- Yomiuri Gazetesi, 12 H aziran 1 97 8

Başkalarının içine çıkmaktan yorulan gençlerde de bir tepk i gözlem­


lenmiştir. Bu gençler, Ti-gömleklerinin üstünde, kitap-defter kaplarında

40 1
ON - j,\J'ONLLJK DUYGUSU

bağımsız olmak istediklerini dolaylı olarak dile getiriyor: "I nıust !ive by
mysef! " ( Kendi başıma yaşamak [yeterli olmak] zorundayım. ) Ola k i bu
d ileğin Japoncası yok ya da böylesine güçlü ve etkili değil !

1 09 . J A P O N L U K D U YG U S U V E D Ü Ş Ü N C E S i

Japonlar "Nihan " dedikleri zaman, ü lkesi halkı, taşı toprağı ormanı su­
yu, h ükümeti ve devletiyle tek bir bütünü düşünür. Bunun anlamı odur
ki J apon insanı devlet/toplum gerçekliğini kendi dışında -ya da üstün­
de- görmez. "Nihan " kavramında, b irey, toplum, hükümet ve devlet
tek, bölünmez bir varlıktır. Yabancı gözlemcilerin "Japon Orta klığı"
adını verdikleri olgu budur. Biz Türklerin " Devlet"ten beklediğimiz her
özveriyi, Japon insanı "Nihan "un kendisinden beklediğine ve buna hak­
kı olduğuna inanır. Başka bir deyimle, "Japonluk duygusu " , doğal hak
ve özgürl ü klerini bilen bir varlık olmak değil, bireyin Japonya'ya karşı
görev ve sorumlul u k larını bilmesi duygusudur.
Japon d üşüncesindeki sorumluluk/özgürlük ikilemi, kutuplaşması
yeni bir olay değil . Japon çağdaşlaşmasının en ünlü kişisi FUKUZAVA
Yukiçi ( 1 8 6 6 ) Seiyô Cicô ( "Batı Dünyası ") konulu denemesinde, özgür­
lük kavranıını "ciytı " d iye çevirmiş, ancak hemen eklemiştir: ciyu, ben­
cillik çıkarcılık, kişinin kendisini toplumdan önce görmesi demek değil­
dir. FUKUZAVA bu hatırlatmasında iki yönden haklıydı. Ö nce, Batı dü­
şüncesindeki özgürlük de kişinin kendine ve toplumuna karşı bell i bir
sorumluluğu içerir. İkincisi, Japonya çağdaşlaşırken, Batı ' n ı n k ül tü rünü
öğrenirken, özgürlüğü sorumsuzluk biçiminde yorumlamak yanılgısına
düşülmemeliydi. Batı'da sorumluluk kişinin kendine ( kendi içindeki üst­
bene) karşı duyduğu bir duygu, Doğu'da daha çok başkalarından, aile­
den ve toplumdan yana geliştirilen bir şükran, boyun eğme, adanmışlık
ve bağımlılık duygusudur.
Batı dünyasında görülen sorumluluk kişinin özgürlüğünü sağl ıyor­
du. Batı-Doğu ayrı l ığı özde değil biçim ve vurguda idi. İşte b u yüzden
FUKUZAVA Yukiçi, Japon çağdaşlaşmasının aydın düşünürü, Japonluk
duygusundaki Doğu-Batı diyaloğunun simgesi, sentezi sayılır. Yaman,
yürekli bir aydın kişi! İyi anlamış, iyi anlatmış; D oğu'yu da Batı'yı da!
( Hayat öyküsü için Bkz. Fukuzava 1 96 0 )
Japonluk duygusu çalkantılar, sallantılar geçirmiş ama sağlığını ko­
rumuştur. İkinci Savaş'taki yenilgiden ve 1 970 sonlarındak i hızlı kalkın­
madan sonra, Japonluk duygusu, birey ve kurumlar üstü bir duygu birli­
ği ( yeniden "Japon Ortak lığı " ) olarak beliriyor. Bu koruyucu çatı altın­
da, çeşitli ve karşıt inançlaı; düşünceler ve hatta eylem akımları olabilir.
Ama hepsi Japonya içindir. Sanki Batı'nın " Çokluk içinde birlik; birlik
için de çokluk" i lkeleri Japonya'da geçerl i dir.

402
§ 1 09 J A PONLUK DUYCUSU VE DÜŞÜNCESi

Japon insanı kendini önce Ja­


pon sonra insan o l a rak a lgılar.
Milliyetçi değer yargıları taşıyan
bu önceli kte belki de Kanci vazısı­
nın payı olabilir: Nihon-cin = "Ja­
pon insan ı " d ı r. Japon insanının
kendisini ötek i insanlardan daha
aşağı ya da üstün gördüğünü söy­
leyen ler, hatta -Reischauer gibi­
yazanlar olmuştu r. Bu yargıyı sa­
vunmak da çürütmek de kolay de­
ğildir. U lusal duygunun iniş çıkış­
ların da, kuşkusuz iki savı da des­
tekleyecek kanırlar bulunur. An­ R E S İ M 1 0 9 : FUKUZAVA Yukiçi: Çağdaşlık
Bilgesi. (Bkz. Kutu 109·2).
cak, tartışı lmayacak gerçek odur
ki Japon insanı, ü lkesinin çıkarını
kendisinin ve yabancıların çıkarlarından önce görür. Bu anlamda gerçek
bir milliyetçidir. Fanatik bir koruyucul uktan çok işlevsel bir turum ola­
rak Japon insanı başka bir topl umda yaşadığı, onun vatandaşı olduğu
zaman, aynı önceliği yen i toplumuna da verir gibidir. Şu ayırımla ki Ja­
pon insanının 011-giri duyguları, kendi toplumu, kendi insanları için ge­
çerl idir. İşte bu yüzden Japonlar, biz (uçi) ve ötekiler (yosomono) arasın­
da kesin bir ayırım güderler. Ya bancılara karşı hoşgörülü, namuslu, sa­
bırlı davranırlar ama Japonya 'nın onur kazanması için yaparlar bunu.
Japon çı karları değişince başka türlü de davranabilirler. Ya bancılar, Ja­
ponlaşmaya özenmedikleri sürece iyi kabul görürler.
Oysa Japonlaşmak isteyenlere karşı safları nı sıklaştırır, ya bancıyı
iterler. Japon, kendi dilinin yabancı lara öğreni lmesinden onur duyar.
Ancak, yabancı kişi, Japonları iyi anlamaya başlayınca rahatsız olur. Ja­
ponl uk duygusu, temelde Japon tarihini, kü ltürünü, dilini iyi tanımak;
Japon insanlarına karşı saygılı olmaktır. Japon, kend i tarihinin çel işki ve
soru nl a rını rahatça kabul eder. Japon d u ygusunda İmparator ME­
İ Cİ' den yana olmak Beylerbeyi Şôgım'a karşı olmayı gerektirmez. Ja­
pon bugün birine, yarın ötekine ziya rette bulunabilir. Ne ki olup geç­
miştir, tarihtir, gerçektir. Ne ki gerçekti r, onda çelişkisi yoktur. Japon
topl umunun katmanlarında bütün bu değerler yan yana yaşar. Birey, bu
katla rı ve katmanları uzlaştırmaya çalışır. Yıl ve ayrıntı bilgisi, pek
önem l i değildir; ama her Japon insanında derin bir doğa bilinci yanında
y üksek bir tarih bil inci ve tarih saygısı görülür. Malraux'un ( 1 9 7 8 ) göz­
l emlediği gibi " Tarihini unutan ulusun çökeceğine, övüncünü yitiren
toplumun yılulacağına " inanırlar.

403
ON - JAPONLUK D U YGUSU

Japon d uygu ve d üşüncesinde üç evrensel değere karşı değişmeyen


bir i lgi ve saygının varlığı gözlemlenir:
1 ) Güzele-güzel liğe saygı,
2) Gerçeğe-gerçekliğe saygı,
3) Gerçekle güzelin kaynağı olan toplumsal güce, karşılıklı g ü ven ­
ce, dayanışmaya saygı.
Japonluk duygusu, üç ayrı saygıyı, saygıdeğer bir biçimde birleştir­
mek, uzlaştırmaktır. Japon, gerçeklik duygusunu tarihte ( kültüründe),
güzellik duygusunu doğada ( k ültü ründe), güç ve güven duygusunu top­
lumsal ilişkilerinde ve gelecekte arar. Geçmişe dayanır, bugünü yaşar
ama geleceğe yöneliktir. İ kinci Dünya Savaşı'nı yitiren Başbakan Amiral
SUZUKİ, Amerika'ya teslim olmayı kabul eden kabinenin D ışişleri Ba­
kanı YOŞİDA'ya ( 1 9 67: 48-9) şu bilgece öğüdü vermiştir:
Savaşta yenmek kadar yenilmek de var;
yenmek kadar yenilmeyi de öğrenmeliyiz.
Ancak, tarihi gerçek değişmez türken değildir. Gerçekler değişince,
kişinin saygı duyduğu güçler de değişebilir. Sözgelişi en saygın kişi bu­
gün imparator ise yarın General MacArthur olabilir. " Kimi gözlemcile­
rin -duygusal değil de- " durumsal gerçekçilik" diye adlandırdığı ilke
budur.
Bugünkü imparator ulusal birliğin, Japonluğun simgesidir ama
güçlü bir tanrı değildir artık. Öyleyse Japonya'yı (Japon Ortaklığını)
hangi güç yönetiyor? Amerikan vatandaşı olan Japon asıllı Robert
OZAKİ ( 1 978: 14 7-4 9 ) bu soruyu ilgililere sormuş, şu çelişik yanıtları
almıştır:
İşadamları: - 'Politikacılar'
Politikacılar: - 'Bürokratlar'
Bürokratlar: - 'Aydın-yazarlar'
Aydın-yazarlar: - 'Basın ve gazeteciler'
Gazeteciler: - 'Büyük işadamları'
Böylece Can-ken-pon oyunundaki çember gibi, iktidar ilişkileri
çemberi de kendi üstüne -işada m ları ü zerine- kapanıyor. İşadamları
da güçlüdür kuşkusuz ama asıl güçlü olan Japonya Kımmıu'dur. Top­
l u msal birlik gü çl ü d ü r, parçalar deği l . Yazar OZAKİ ( 1 978: 1 49), uJu­
su bir ağaca benzetir: Kökleri hal k , gövdesi bürokrasi, yaprak ve mey­
veleri politika olan bir ağaç. B ürokrasi, yönetenle yönetilen arasındaki
evrensel köprüdür. Yamaçlar ile vadi değişir ama köprü değişmez.
OZAKİ, bu benzetmesiyle büro k rasinin işlevini, gücünü v u rgulamak
ister gibidir.

404
§ 1 O'l J A PONLUK DUYGUSU VE DÜŞÜNCESi

Kuru 1 0 9 -1
JAPO N LU K D UYG U S U : FI KRADAKİ SAKLI G E RÇ E K
Batılı hatun kişi, u luslararası havaalan ı n d a rastladığı Uza kdoğuluya sormuş:
Siz Çinli misiniz?
......... ?
Mogolistan lı?
7

Filipinli ?
D u run bakayı m, yoksa Taylandlı mı?
......... ?
Sakın Koreli, fi lan? d iye zorlayı nca, Uzakdoğulu dayanamam ış.
"Ben demiş, "JAPONYA'yım."
Yakıştırma d ı r kuşkusuz ama J aponluk d uygus u n u n özeti, gerçeği b u d u r.

Japonluk duygusunun kavramsal karşıtı geri kalan d ü nyadır. Üni­


versite öğrencileri örgütünün Tokyo yakınında Haçiôci'deki Seminer
Merkezi'nde düzenlediği bir toplantının gündeminde yer alan başlıca
konular şunlardı ( 1 978 yazı) :
1 ) Japonya v e Çin'in çağdaşlaşma m odelleri,
2 ) Edebiyat a racılığıyla kültür a lışverişi,
3 ) D ünya nı n değişen düzeni,
4) İ deoloji k toplum !Batı] - D uygusal toplum [Japonya] ,
5 ) Savaş sonrası dönemin sonu [ 3 . Savaşın başlangıcı m ı ? J .
Japonlar, İsviçre, ABD, Fransa v e Avusturya gibi " uzak " ü lkelere
karşı duygusal bir yakınlık beslerken, Sovyetler Birl iği, Çin ve Kore gibi
"yakın" komşularına karşı özel bir sevgi beslemedi klerini açıklamaktan
çekinmezler. (!FN, Şubat 1 978)
Bizim "Davulun sesi uzaktan hoş gelir" deyimimize karşılık, Japonlar:
" Çiçeğin kokusu uzaktan daha bir hoş gelir" derler.
Öte yandan d ü nya u lusları toplu olarak ele alındığında, Japonların
en çok güven ( saygı) besledikleri ülkelerin dağılımı ve sırası şöyledir:

ilk üç Orta Üçlü Son Üç


1 AB D 1 4 Avusturya 28 İsrail
2 Çin 1 5 SSCB 2 9 Vietnam
3 İngiltere 16 Danimarka 30 Yugoslavya
Kaynak: Yomiuri gazetesi, Kasım 1978.

405
ON - J A PON LUK DUYc;usu

Türkiye yukardaki listede yer almıyordu. Güven duyulduğu ya da du­


yulmadığı için değil de Türkiye-Japonya ilişkileri bir ölü noktada old uğu
için. Türkiye'nin alacağı ya da satacağı fazla bir şeyi yoktu. Durum yakın
gelecekte değişebilirdi. Japonya yakından izliyor, bekliyordu, Tü rkiye 'nin
yeniden çalışıp üretmesini, Türklerin ça lışmaya başlamasını . . .

İŞYERİ ŞAR KISI ''


Yeni ]aponya'yı yaratmak için
Aklımızı kuvvetle birleştirelim.
Bir şeyler katmak için
Elimizden her geleni yapalım.
Çağlayan sular gibi
Tükenmeyen sürekli
Satalım mallarımızı dünyaya
Uyumla çalışalım.
Büyü sanayi, büyü!
- Sadıklar (Zirvedeki Japonya: s .ix'dan)

SAVAŞ MI, BAR I Ş M I ?


Barış sanatlarına önem verip savaş sanatlar ını yadsımak korkaklık; savaş
sanatlarını öğrenirken barış sanatlarına yabancı kalmak ise cehalettir.

- HAYAŞ İ Razan (1 5 8 3 -16 47)


Peace on Earth (UN ESCO 1 9 80: 8 8)

Ünlü bir fabrikanın işçi ve yöneticileri tarafı ndan her sa balı söylenen şarkının güftesi.

406
§ 1 09 JAPO"'LUK DUYGUSU VE DÜŞÜNCESİ

Kum 1 0 9 -2
FU KUZAVA YU KİÇİ' N İ N (§ 1 0 9) MORAL EGİTİM YASASI*
1. Ulaşılan düzey ve başarılarla asla yetinmeyerek, saygınlığını korumak, akli
yeteneklerini geliştirmek, insanın evrensel görevidir. Bu açıdan ahlakın ön­
de gelen ilkeleri bağımsızlık ve özsaygısıdır.
2. Bedenin v e a klın bağımsızlık ilkesine v e kendi saygınlığına öd ünsüz sahip
çıkanlar bağımsız ve özsaygısı olan kişilerdir.
3. Ekmeğini alın teriyle kazanmak saygı ve bağımsızlığın ilk koşuludur.
4. Güçlü bir beden ve sağlık da hayatın ön.şartlarıdır. Bu yüzden sağlığımızı ve
aklımızı özen le korumalıyız.
5. Hayatı bütünüyle yaşamak herkesin görevidir. Hayatına son vermek akı ldı.şı
ve korkakça bir eylemdir.
6. Bağımsız ve özsaygılı bir yaşam için, yürekli ve eylemli bir kişilik gerekir.
7. Bağımsız ve özsaygılı kişi, başkalarına bağlı olamaz, bağımlı kalamaz.
8. Kadını erkekten aşağı görmek ilkel bir töredir. Kadın ile e rkek birbirini sev­
meli ve saymalıd ır.
9. Hayat arkadaşının seçimi olarak evlilik kararı özenle verilmelidir. Bütün in­
san ilişkileri, ailede başlar ve gelişir. Aileyi kuran eşler birbirlerinin bağım­
sızlığı na ve özsaygısına karşı çıkmamalıdır.
10. Karı-kocalar çocuklarıyla ilişkilerinde ayn ı ilkelere uygun davranmalıdır.
11. Çocukları bağımsız ve özsaygılı kişiler olarak yetiştirmek ana babaların gö­
revidir. Çocuklar da ana babaya saygı ve itaatle bağlı kalırken bağımsızlıkla­
rını ve özsaygı ların ı korumalıdır.
12. Bağımsız ve özsaygı lı kişi hayatı boyunca öğrenerek gelişmeyi görev sayar.
Moral eğitimini asla ihmal etmez.
13. Birey ve ailelerden oluşan sağlıklı bir toplumun temelleri de ancak bağımsız
ve özsaygılı birey ve ailelere dayanır.
1 4. Toplum varlığın ı n sürekliliği için, her birey, ötekilerin bağımsızlık ve özsay­
gısı n ı da gözetip sakınmalıdır.
15. Nefrete sığınmak ve intikam peşinde koşmak, ilkel ve karanlık çağlardan kalma
bir gelenektir. Onurumuzu korumada hak ve hukuk ölçülerini gözetmeliyiz.
1 6. Herkes kendi m eslek ve iş hayatının görevlerine sad ı k kalmalıdır. Görevini
ihmal eden kişi bağımsız ve özsaygılı biri olamaz.
1 7. Ötekilere güveniniz ki onlar da size güvensin. Bağımsızlık ve güvenlik için
bireylerin karşılıklı güveni şarttır.
1 8. Toplum hayat ı n ı n sürm esi için nezaket ve görgü kurallarına uyum esastır.
Ancak ku rallar özen ve ölçüyle uygulanmalı d ı r.
1 9. Ötekileri, kendimiz için beslediğimiz sevgiden ve saygıdan yoksun bı rakma­
mak, toplumun m utluluğu için erdemli bir tutumdur.
* Eiichi Nakayama (ed). (1 9 85: 2 7 0- 73) Fukuzawa Yukichi on Education. Tokyo University Press.
�������-----' �

407
ON - JAPONLUK DUYGUSU

20. İnsanca davranışlar, insanlarla sınırlı kalmamalı, kendi türünü öldürmeyen


insan, canlı lara karşı acımasız davranmamalıdır.
2 1 . İnsan kişiliğini yüceltip zihnini geliştiren, dolaylı olarak toplumun barış ve
h uzuruna hizmet eden sanat ve edebiyat d uyarlılığının kazanılması insanlı­
ğın amacı olmalıdır.
2 2 . Nerede toplum varsa orada yönetim vard ır. Yönetmek ve güvenliğini sağla­
mak, yurttaşının canını, malını ve onurunu korumak yöneticinin görevidir.
Karşılığında askerlik h izmeti ve vergi verme k de yurttaşın görevidir.
23. Ü lkesini savunmak, kamu giderlerine katılmak yükümlülüğünü taşıyan
yurttaşın yönetime katılmak ve bütçeyi d enetlemek hem hakkı hem de gö­
revidir.
24. Japon yu rttaşlarının en yüce görevi, can ve malları pahasına dahi olsa, ulu­
sal bağımsızlığı ve onuru korumaktır.
2 5 . Barış ve d üzen için yasalara uymak ve uymayanları uyarmak yurttaşlık göre­
vidir.
26. Din, dil, kültür ve töreleri n ice farklı olsa da bütün insanlar kardeşlerimizdir.
İlişkilerimizi, eşitlik, bağımsızlık ve özsaygısı ilkeleri içinde d üzenlemeliyiz.
27. Atalarım ızdan m iras kalan uygarlığı geliştirip sonraki kuşaklara aktarmak
her insanın görevidir.
2 8. Eğitimin görevi ve a macı, bağımsız ve özsaygılı insanın yaratılması ilkesi ve
bunun uygu lamasıdır.
29. Bu inançları ve amaçları paylaşan kişiler el ele verip bu ilkeleri her yana ya­
yarsa, öteki insanlarla birlikte en yüce m utluluk devleti kurulabilir.

M ETAFİZİK G ÖZLEMLER
• Ja ponya geçmişin geleceğidir.
• Ja ponya'nın gerçek tanrı ları çocuklard ı r.
• Çocuklardaki "Annem bana aitti r d uygusu" asla silinmez.
• Çin bir süreklilik; J a po nya ise değişmeler [ ülkesi]d ir.
• J aponlar, dehanın rolünü en aza in d irmişlerdir.
• Japonya, d üzensizliğin birliğidir.
• Anlaması, a n latması zor; çünkü son d erece basit!

- Kurt S I NG E R (Mirror, Sword and fewe/, 19 73)

408
11

BULGULAR VUR G ULA R


D EG İŞ E N LE R VE D EG İŞ M EY E N LE R

• BAT ILI LAŞMA M I, ÇAGDAŞLAŞMA M I ?


• TOPLU M, TO PLU LU K VE TO PLU MCAL I K
• K U Z EYLİ AMA H I R İSTİYAN D EG İ L;
D OG U LU AMA B UYU RGAN D E G İ L!
• D İ N DAR AMA KADERCİ D EG İ L!
• DU YG U LU VE COŞKU LU B İ R AKI LC ,I L I K
• "JAPON M U C İZ ESİ" (Mİ?)
• " K Ü Ç Ü K Ş EYLER BÜYÜ K Ş EYLER" TEKERLEMESİ
• ANLAŞI LMAZLIK SORU N U : YÜZLER Mİ, MASKELER Mİ?
• DO GA V E FEODALİTE YAN I LG I LAR I
• DEGİŞ E N LE R VE D EG İ Ş M EYE N LE R
• SÖ Z S O N U
Japonya, tarihöncesinden beri çağdaş olagelmiş bir toplumdur.

- MARAI N İ (1 9 7 1)

XX. yy ortalarındaki Japonya Batılllaşmış değildi;


belki de asla olmayacaktı!

- HALLO RAN (1 9 77)


1 1 0 . BAT I L I LAŞ MA M I , ÇAG DAŞ LAŞ MA M I ?

Japon kültüründe nelerin değiştiği nelerin değişmediği tartışmasına gi­


rişmeden önce Batılılaşma ve çağdaşlaşma kavramlarına k ı saca değin­
mek gerekiyor. Çağımızın endüstrileşmiş toplumları Batılı olduğu için,
endüstrileşme süreci, kaçınılmaz bir ölçüde Batılı toplumlara benzeme
anlamını taşıyor. Endüstrileşen bir ülke, istese de istemese de Batı'nın
endüstrileşmiş ü lkelerine benzemeye başlıyor.
Çağdaş Türk düşüncesinde, Avrupalılaşma, Batılılaşma ile çağdaş­
laşma çoğunlukla eşanlamda kullanılıyor. ( Gökberk 1 98 0 : 3 1 ve 47)
Bundan yarım yüzyıl önce Atatürk " Çağdaş uygarlık d üzeyi " nden söz
ettiği zaman, gönlündeki hedef Batılılaşma değil, çağdaşlaşma idi. Ba­
tı'yı Batı yapan kurumsal gelişmelerdi . Büyük Britanya'nın Türkiye'deki
B üyükelçisi Lindsay'in 1 925 yılında Mr Austen Chamberlain'a gönder­
diği mektupta, genç Cumhuriyet'in çağdaşlaşma yolunda kararlı olduğu
şöyle belirtilmekteydi:

Çağdaşlaşma, genç Türkiye Cumhuri yeti politikasının yüreği ve


ruhudur. M illiyetçil i k ve laiklik de gerekli el ulakları . . . Ü lk üleri
[gerçekçi) olmayabilir ama inançları sağlam ve derindir. Prog­
ramlarının çağdaşlaşma bölümünde gözleri Japon örneğindedir.
Yalnız buharı , petrolü, elektriği değil , tepeden tırnağa tüm ya­
saları, yönetimi ve sosyal kurumları yenilemek azmindeler.
( Bkz. Şimşir 1 975 )

Genç Cumhuriyet'in 1 925 'teki atılımcı görünümünü ne ölçüde k oru­


yabi ldiği, 1 96 0'lardan bu yana açıkça tartışılıyor: Batılılaşmak mı? Çağ­
daşlaşmak mı? Çünkü Batılılaşma kapitalistleşme, çağdaşlaşma i se daha
çok endüstrileşme anlamına geliyor. Henüz gündeme getirilmeyen oysa
asıl üzerinde durulması gereken sorun, "Japon örneği"nin temel nitelik­
leridir. Biz Türkler gerçekten "Japon örneğin i " izlemek istedik mi? Eğer

411
ON BİR - llULGULAR VURGULAR

öyleyse "Japon örneği " neydi. Bü­


yükelçi Lindsay'in yaptığı karşılaş­
tırmalardan Japon deneyimi konu­
sunda güvenilir bilgilere sahip ol­
duğu anlaşılıyor. Çünkü, bugünkü
yaygın inançlarımızın tersine, Ja­
ponlar yalnızca buhar, petrol ve
elektrikle yetinmemişler, bütün ya­
saları, yönetim ve kurumları yeni­
lemişlerdi. Japon örneğinin temel
ilkesi, Batılılaşma değil yenileşme,
başka bir deyişle, çağdaşlaşmaydı.
Japonya çağdaşlaşmış -yan i tarım­
sal ü retimden endüstriyel üretime
geçmiş- ama Batılılaşmamıştı. Ja­
ponya değişmiş ama k imliğini ko­
RESİM 110: Değişmeyen bir gele nek: Fırça rumayı bilmişti. Tarihi sorun, Ja­
ustasından çam ağacı.
ponya'nın değişip değişmediği de-
ğil, bu işi nasıl yaptığı, hangi a la n
v e boyutlarda ne kadar değiştiğiydi? Soru'nun bilimsel yanıtı, kısaca,
"Japonya Batı'ya benzemeye çalışmadan çağdaşlaştı " yolunda veriliyor.
Japonya Batı'ya benzemiyor kuşkusuz ama eski, özgün kimliğine de ben­
zemiyor artık. Eloğlu Japon, Japon gibi yaşıyor ama yüzyıl önceki Japon
gibi değil. Çağdaş bir Japon gibi.
Bu büyük dönüşüm, Japonların ilk denemesi deği l ! Bin beş yüz yıl
önce de Budizmin ilk barışçı saldırısı karşısında aynı akılcı uyumu gös­
termişler. Budizmin yazısını, sanatını, düşünce ve öğretisini, ilkelerini,
ürünlerini almışlar. Tapınaklarını k urmuşlar. Anayasalarını, y önetim ve
tarım örgütlenmesini yenilemişler (Tayka yenileşmesi MS 645-71 0) ve
3 -4 yüzyıl içinde -Bud izm ya da Çin o n ları özümsemeden- onlar yeni
bir Japonya yaratmışlardı . (Heiyan D önemi 794- 1 1 85 ) Öyle ki Japon
Ortaçağı Kamakura dönemiyle başlarken, Japonya yeni gelişen bir Zen
Budizme hazırdı . Zen Budizmin sanatına ve dünya görüşüne dört elle
sarıldılar, onu öğrendiler, anladılar, özümsediler. İşte tam bu sırada ( XVI
yy ilk yarısında), Japonya önce H ıristiyan Batı'nın rotasını şaşırmış ge­
rnicileriyle sonra da işini bilen Cizvit m isyonerlerle karşılaştı . Başlangıç­
ta büyük saygı, hatta hayranlık duydu H ıristiyanlığa. Fakat d i n in hızlı
yayılışını , Hıristiyanlaşanların dışa bağımlı duruma geldiğini görünce
Batı'ya kesin bir " dur" demek zorunda kaldı. Bunu dedi ve dış dünyaya
kapandı. İşte bu davranışta, Japonca bir d uyarlık saklıdır. Japonlar, Hı­
ristiyanlık yoluyla sömürgeleşeceklerini görmüşler, bu kapıyı h ızla ka­
p atmışlardı.

412
§ 1 1 1 TOPLUM, TOPLULUK VE "TOPl.UMC:\"LIK

Aslında Jap onya iki-buçuk yüzyıllık Tokugaua dönemi ( 1 600- 1 850)


boyunca, Batı 'ya değil, H ıristiyanlaşma yoluyla Batılılaşmaya kapalı
tutmuştu, kapılarını. Oysa, Batı' nın bilim, sanat ve teknolojisindeki her
türlü gelişmeyi yakından izlemeye çalışmış, bu seçici çabasında başarılı
da olmuştur. Öyle k i 1 850 yıllarına geldiğinde Japonya endüstrileşen
-makineleşen, fabrika bacaları tüten- bir ülke değildi ama bilimde, sa­
natta ve tarımda çağdaş bir ülkeydi. Nedense buhar makinesiyle zama­
nında i lgilenmemiş ve kara dumanlı (çarkl ı ) gemiyi kaçırmıştı . Şimdi ka­
ra gemiler silahlanıp gelmiş, Japonya'yı d ışa açılmaya, alışverişe zorlu­
yord u . Direnmede yarar yoktu . Tek umut Batı'ya yetişmekteydi . Meici
Yen ileşmesi'yle, i mparatorun yönettiği eşi bulunmaz devrimle Japonya,
Britanya Adaları'na göre yaklaşık yüz yıllık teknoloji açığı n ı kapatma
denemesine girişti ve hedefine u laştı yüz yıl içinde.
Japon toplumu n u n en özgün niteliği, 2500 yıllık tarihi boy u nca ya­
bancı kültü rlere ve etkilere son derece açık olması, aldıklarında seçici ya
da uyarlayıcı ola bilmesi, bu serüven içinde kendi k ültürel özerkliğini ve
tekliğini koruyabilmesidir. Asya'dan Budizmi, Konfüçyus ve Tao öğreti­
lerini almışlar kendi doğal dinleri olan Şintô'yu bırakmamışlar, bütün
bu öğelerden bir "halk dini" yaratmışlardı . Budizmin gereklerin i yerine
getirirken, Budizmi kendilerine (Şintôya ) benzetmişlerdi. Ja ponya'nın
dünya k ültürlerine olan ilgisi ve açıklığı günü müzde de sürmektedir. Ja­
ponya Kültür Enstitüsü UCI) 'nün en son araştırmalarına göre, 1 970'li
yıllardak i "Japon insanı, kişi başına, d ışa sattığından 50 kg daha çok
kültür satın a lıyormuş, d ışardan . " (]FN, 1 978 Nisan, V, No. 1 ) kiloyla
kültür hesabının nasıl yapıldığı açıklanmayan raporda, genel kanı öyle
ki Japonya o fazlalığı rahatça özümseyip sindiriyor içine. İşte "çağdaş­
laşma " denen sürecin özü-özeti böyleydi.

1 1 1 . TO P L U M , TO P L U L U K VE "TO P L U M CA" L I K

Yeryüzünde bugün geleneksel topluluklar ( cemaat) ve çağdaş toplumlar


(cemiyet) var. Çağdaş (endüstrileşmiş) toplumlar, özel girişimci ( kapita­
l ist) ve toplumcu (sosyalist) olarak ayrılıyor. Japonya'nın hangi sınıfa gir­
diği tartışılabilir bir konu . Avusturalyalı Profesör Gregory Clark'a
( 1 9 77-78) göre, Japonlar Batı'yı Batı yapan bazı aşamalardan geçmedik­
leri için toplum olamamışlar ve topluluk (cemaat) düzeyinde kalmışlar.
Başka bir deyişle, Japon bilmecesinin anahtarı, Japonya'nın ne o lduğun­
da değil ne olmadığında, geçirmediğinde ( yaşamadığında ) saklıymış.
Japon ekonomisinin kapitalist mi, sosyalist m i old uğu da tartışıla­
bilir. Toplum tipi ile ekonomik yapının sını flanması açısından Japonya,
Batı l ı " ideal tip " lerin hiçbirine uymuyor. Yapı ve işlevler yönünden, ne
tam bir top l u m ne de topluluktur. Ne top l umcu ne de özel girişimcidi r.

413
ON l\İR - B l l LGUL\I( VlJl( ( ; lJL\R

r;=:=====l - -= l========::;ı
r.======I = ı=- -;::::::; t== l=====:::;-ı
r.:====�1 �-=l == - �==l �=I i:=:: l=====::ı

[ ,= - � I=:= I= I= := := !:::==­

l=:===:!..I
.· - .· · ...__,.
= t==:: ı ı::=.ı = .= r== == �

,__ . : .:·: .. . .
,___
,___

-
; . 1 ..

ı::=
.1!===1===I = l= ı! .
l!:::= . . .. � == !.::=====�
� ,• • • 4 : '
' • • •

_ ::::!..I ·. : .• • . . .
1!:1:::==== 1::;: 'f •'
• •• .1 .• •• '--7-
L-- 1======�
.. .
. . .,
. . -. . . · l!::::=====:::=.J
,. ·. ·. · ·. .. ,
. .
. . . .. .
. . ,
.
• •• 1

: .
. . . · , . ..
.
·. . .. . ...._· .

Ş E K İ L 1 1 1 : Düşey ve yataylı klardan oluşan bir toplumcalık:


Bütünlük ve Süreklilik! (Yaza r'ın J a po nya izle nimi) .

Batı k a vramlarıyla söylendiğinde Japonya, yeryüzü ndeki top l u m l arın


belki de en toplumsal o l a n ı dır. Ancak her toplum bel li b i r ölçüde " top­
lumsal" olmak zor u nda k a l d ığına göre Japonya için yeni b i r s ı fat b u l ­
mak gerek iyor. İ şte y a l ıı ızca bu gerekçeyle bile Ja ponya 'nın " toplum­
ca " b i r toplum o l d uğu söyleneb i l i r. Bu top l u m u n sın ıfl a rı, çıka r grupla­
rı, çatışan parti ve zümreleri, katları ve katmanları var ama hepsin i n
üstü nde b i r "Ja pon l u k d u ygusu " v e bu d u yg u n u n beslediği b i r " top ­
lumca " l ığı da vardır. Toplumcalık, bazı işlevsel n i te l i k leriyle k a p i ta l iz­
me, bazı orta kçı n itel i k leriyle sosyal izme, bazı disiplin ve düzen i l kele­
riyle nasyonel sosya lizme de benzeti lebi l i r. İ şadamı İ DEM İ TSU Sazô
( 1 9 6 9 ) " Çal ışan H a l k ı n Ka pita l izmi " n i öneriyor. Japon kap italizmin­
den de söz edilmekted i r. Ancak .Ja ponya, Batılı a n l a mda k a p i ta l ist de­
ğ i l d i r. Gerçi İ kinci Savaş öncesinde faş izme benzer bi r ordu yöneti m i
geçirmişti r ama .Ja po n m i l l iyetçi liğini doğrudan faşizmle özdeşlemek
doğru olmaz. Batılı topl u m modelleri a rasında Japonya 'ya tam bir uya­
n ı b i l inmiyor.
Oysa Japonya konusunda her Batılı yazar değişik yargıl a ra varmak
eğil im indedir. Pulvers'in ( 1 980: 8-1 1 ) oldukça y ü rekli yorum u n a göre,
Batı D ünyası'nın J a ponya'ya bakış açısı, görüp söyledikleri, Japonya 'yı
a nlatmaktan çok, Batı düşüncesi n i ta n ımaya ve eleştirmeye ya raya bilir:
Pulvers, Batı'nın Ja ponya'ya yaklaşımında aşağıdaki önyargıları ve gizli
saklı a m açları bul uyor:

414
'i 1 1 1 TOP LU\!. TOPLULUK VE ·'TOl'l.U\·IC:.-\ " LI K

(1) KAYBOLAN )APONYA'YI K U RTARMA YAK LAŞ I M I


Kimi yazarlara göre Japonya hızla değişmekte, Japon kültürünün gele­
neksel değerleri, güzell i kleri yitip gitmektedi r. Böyle sürerse, geriye de­
ğerli bir şey kalmayacaktır. Öyleyse, ta rih, sanat, uygarlık adına, acele
edip Japonya'yı k urtarmalı. Değişimleri durdurmalı.

(2) )APONYA'YA H İ ZMET YAR I Ş I


Japonlar Batılı ağa beylerin çalışkan, başarı lı v e hevesli öğrencileridir.
Denetim ve gözetim altında biraz daha çaba gösteri rlerse, çok y a k ında
olgunlaşıp büyük uluslar ai lesine katılabilirler. ( General MacArthur'un
" Benim 10 yaşındaki çocuklarım" yaklaşımı . )

(3) D İ N S İ Z L E R İ D İ N E KAVUŞTU RMA ÇABAS I


Kimi misyonerlere göre, Japonya zaten çağdaş ve endüstrileşmiş b i r ül­
kedir. Ancak ne yazık ki Japonlar dinsizdir, i nançsızd ır. Nedense, hak
yolunu bulamamıştır. H ıristiyanlaştırılarak ancak Japonlar kurtarılabi­
lir. Japonlara hizmetten çok belki de din görevlilerinin bencil duyguları­
nı besleyen bir yaklaşım.

(4) SAVAŞÇI B İ R U LUSA ÖVG Ü L E R YAG D I R MA YAR I Ş I


Küçük Japonlar, ölümden korkmayan yaman savaşçılardır. Özell i k le d e
Batı' nın v e kapitalizmin düşmanlarına karşı ne yiğitçe savaşıyorlar. Oy­
sa yanılıp da Batı'yla savaşırken, ilkel, yaban, çirkin ve fanatik ("]aps ")
oluyorl ar. Onun için bu asker ulusu Batı 'ya karşı değil de Batı ' n ın ya­
nında savaşa hazırlamak gerekir.

(5) K Ü Ç Ü K , GÜÇSÜZ jAPONYA HAD D İ N İ B İ LM E Lİ


Japonya küçük, güçsüz bir ülkedir. Onu fazla övüp şımartmamalı. Aslın­
da, kirli, kiiçiik ve kalabalık bir ülkedir. Ekonomik ve askeri bakımdan dı­
şa ve Batı'ya bağımlıdır. Batı'dan alıp öğreneceği çok şey vardır. Savunma­
sızdır. Varlığını sürdürmek için dünya güçlerine bağımlı olmak zorunda­
dır. Üç büyük dünya gücü ara sındaki bu ufak ülke, sınırlarını, gerçek gü­
cünü ve en önemlisi efendisini bilmelidir. ( "Narin çiçek vazoya yakışır. " )

(6) "G EYŞALARA S EVGİ LER LE" YAK LAŞIMI


Batılı aşıkların romantik sevgilileri olan Madam K rizantem ler ( Pierre '

Loti) ve Madam Bııtterfly (Puccini) 'lar giderek azalıyor. Gelişme, kalkın­


ma falan derken geleneksel kadınlık sanatı yok olup gidiyor. Japon kül­
türünü ve romantik Geyşa'ları bir an önce uyga rlığın saldırısından k urta­
ralım.
Pulvers'e ( 1 9 8 0 ) göre, bütün bu yaklaşımlarda anlatılanlar gerçek
Japonya değil, yazarların düşlemlediği, özlemlediği sanal Japonya'dır.

415
ON BİR - BULCULı\R VURGULA R

Oysa yazarların ne hakkı vardır, ne de gücü yeter böyle düşler yaratma­


ya. Ama kimi zihinlerde yine de gerçekdışı (san a l ) Japonya i mgeleri ya­
ratıyorlar. Japonya'yı anlamamıza hiç yardımcı olmuyorlar ama biz on­
ları okuyarak Batı'nın gönlünden geçenleri, Japonya için tasarladıkları­
nı bir ölçüde anlayabiliriz.

1 1 2. K U Z EY L İ AMA H I R İ STİYAN D E G İ L ; D OG U L U AMA B U Y U R G A N D E G İ L

B u alt bölümün uzunca başlığı, geleneksel Japon b il mecesine küçük de


olsa bir ışık tuta bilir. Japon kültürü, bilim, sanat ve eğitim k urumlarıyla
Kuzey toplumlarına benzer ama Hıristiyan değildir. Japonya K uzey ya­
rımyuvarlağı üzerinde Hıristiyan geleneğinden geçmemiş tek endüstri
ü lkesidir. Kuşkusuz Sovyetler de endüstrileşmiş bir birliktir ama köklü
bir Ortodoks deneyiminden geçip geldiler bugüne. Japonya 'nın k ültürel
özelliği yalnızca H ıristiyan olmayışı değil, Hıristiyanlığın yayılmasına
karşı uzun ve başarılı bir direnme savaşı vermiş olmasıdı r. Batı'nın bü­
tün çabalarına k arşı H ıristiyanlaşmış Japonların sayısı milyonun, oranı
ise yüzde birin altında kalmıştır.
Öte yandan Japonya bir Doğu ü lkesidir. Ancak, yoksul, karanlıkta
kalmış, buyurgan (despotik) yöntemlerle yönetilmiş bir Doğu toplumu
değildir. Hıristiyanlığa inatla karşı koyan bu toplum endüstrileşme süre­
cine hiç direnmemiştir. Şiddet yanında, Japon tarihinde, son derece in­
sanca ve insancıl uzlaşma örnekleri de vardır. Tok ugava-Edo döneminin
"feodal" diye b i linen yönetim sistemini incel eyen araştırmacıl a r, şaşırtıcı
belgelerle karşılaşmış. Yasalar, yönergeler ve emirler son derece sert, acı­
masız ve hoşgörüsüzdür. Yasaya, töreye aykırı davranışların cezası
ölümdür: Kumar oynamak, hırsızlık, rüşvet almak, üst sınıftan birine
saygıda kusur etmek, giyilmesi yasaklanmış elbiseleri giymek, çay iç­
mek, vergisini ödememek vb. gibi. Oysa uygulamaya bakıldığında, bi­
çimdeki sertliğe, yetkeye uymayan insanca bir yumuşaklığın ve anlayışın
yöneticilere egemen olabildiği görülüyor.
Japon asıllı iktisatçı OZAKİ ( 1 978: 3 1 1 ), XVIII. yy devlet tarihçisi
( Osmanlıcada vakanüvis ) olan BABA Masakata'nın "Higuraşi Suzuri "
adlı eserine dayanarak Matsuşiro ( b ugünkü Nagano İli) Beyliği'nin Mal
Müdürlüğünü yapan ONDA Moku'nun yönetimdeki başarısını şöyle
özetliyor:

Matsuşiro Beyliği mali-iktisadi bunalımlar içindedir. Sel baskın­


ları yüzünden çeltik üretimi düşmüş, onarım-bakım giderleri
yükselmiş. Son yangında yerle bir olmuş Tokyo'nun yeniden
imarı için Beylerbeyliği, toprak vergilerini peşin toplamaya çalı­
şıyor. Köylü yoksul, yerel beyler güçsüz. Tüccarla memurlar ya-

416
§ 1 1 2 KUZEYLİ ,\Mı\ I-IIR İSTIYAN DE(;iL; DO(;ULU :\ t\H llUYU!lGı\N DILiL

sadışı kredi-borç işlemleriyle bunalımdan yararlanıyor. Çözüm


yolunu deneyenler başarı lı olamamış. Durum umutsuz. B ilge
ONDA, göreve getiriliyor. Ve 4-5 yıl içinde bütün güçlü k leri ye­
niyor. Beyliği darboğazdan çıkarıyor.

Soylu bir a ileden geldiği anlaşılan ONDA'nın başarı kazanmış, tari­


he geçmiş ilkeleri şöyle:
1 ) Devlet adına hiç yalan söylemeyeceğim; siz de yönetime yalan
söylemeyeceksiniz.
2) Yalnız çorba ve pirinçle yaşayacağım; çorba içen ve pirinç yiyen­
lerle çalışacağım.
3) Hediye, armağan ve rüşvet a lmayacağım; sizler de vermeyeceksi­
niz; çünkü herkes doğruları, gerçeği konuşunca rüşvete gerek kalmayacak.
4) Yalnız pamuklu elbiseler giyeceğim; ve pamuklu giyenlerle işbir­
l iği yapacağım.
Yalnız ahlak kurallarıyla ekonomik bir bunalımdan çıkılması, ger­
çekten ta rihe geçecek bir olay olurdu. ONDA, D oğu despotlarında gö­
rüldüğü gibi rüşvet almış memurlara kıymamış. Machiavelli gibi, " Dev­
let ancak böyle yönetilir" de dememiş. Yozlaşmış memurları temizle­
mektense, yoz i lişkileri düzeltmeye koyulmuş. Son ama öneml i bir ilkesi
daha var, ONDA'nın:
5 ) K imseye ceza vermeyeceğim. Çünkü d ürüstlüğü esas a lınca, ce­
zayı gerektirecek s uçları işlemeyeceksiniz.
Geçmiş dönemin yoz memurları en iyi hizmetleri yapmışlar. Beyliği
çöküntüden kurtarmışlar. ONDA'dan bugünkü HONDA'ya giden yol
budur!
ONDA'nın yönetim i lkeleri Türkçedeki " Balık baştan kokar" deyi­
mini anımsatıyor. Görevli bir tarihçinin yazdığı öykü güvenilir olmaya­
bilir. A ncak, araştırmacı OZAKİ, benzer i lkeleri n bugünkü sanayi kuru­
luşlarında da geçerli olduğunu saptıyor. Örnek :
1 ) Ayrıntılarla değil, temel ilkelerle uğraşın.
2) Başlattığın işleri sonuna değin izleyin.
3) Vurgunculuktan, fırsatçılıktan kaçının.
4 ) Girişimlerinizde önce ulusal çıkarı [yararı] düşünün.
5) Kamu h izmetinde güveni n önemini u n utmayın.
6 ) Çalış ama herkese de saygılı olun.
7) Yetkin, onurlu kişilerle çalış [dalkavuk şarlatanlarla deği l ] .
8 ) İ ş arkadaşları nıza saygıl ı davranın.
9) Her işi yürekle başlatın, akıl ve ölçüyle yargılayın.
M İTSUBİŞİ'nin k urucusu İVASAKİ'nin Şafıi 'su
(İç h izmet yönergesi ) , Bkz. OZAKİ 1 978: 207.

417
ON BİR - BULGULAR VURCULAR

1 13. D İ N DA R AMA KAD E R C i D E G İ L !

Japonlar, Batılı (Hıristiyan ) dindarlara benzemeseler bile, sosyolojik an­


lamda dindardırlar. Toplumsal yararın üstünlüğüne, önceliğine inanır­
lar. Toplum varlığı güçlü olursa, bireyin o güçten sağlıklı bir pay a labile­
ceğini savunurlar. Ancak Japon insanı, bu inancın ve güvenin gerçekleş­
mesi görevini, sorumluluğunu kimseye bırakmaz. O lupbitenlerden önce
kendini sorumlu görür. Yani kaderci değil dir. Kaderine razı olmuş bir
kul da değildir.
Japon kültüründe, töresinde herkes "Tanrılar Yolu "nun yolcusudur.
Her şey karni (tanrı) olabilir de bütün bu kamilerin bir en yücesi, baş kami­
si yoktur. Başka bir deyişle, toplumu oluşturan tanrısal varlıklar dindardır­
lar ama "Tanrıcı " değildirler. Japon töresi, sanatı ve toplumu ile ilgili (4, 5
ve 6.) bölümlerde, Japonluk duygusu tek Tanrılı (Semaui) dinlerden çok,
çoktanrılı (politeistik, paganistik) dinlere benzetilmişti. Japon D in Araştır­
maları Derneği'nce yayımlanan ve i lgili bölümler yazıldıktan sonra yazara
ulaşan en son bir derlemede, aşağıdaki özet görüşe yer verilmektedir:

Eski Japonların kendilerine özgü inanç ve uygulamalarının top­


lamı şimdi "Şintô " (Tanrılar Yol u ) olarak bilinmektedir. Pante­
istik bir inanç olan Şintô'ya göre dünyada sayısız karniler -tan­
rılar, ruhlar, doğal güçler, üstün ve koruyucu insanlar- vardır.
Japonluk töresi, bunlardan birine, bir bölüğüne değil, tümüne
birden inanmaktır. (SCK 1 9 80: 8 )

RESİM 11 3 -1: Mezarlıkta saksofon çalışan genç. Ölüye değil dirilere saygı.

418
(i 1 l .l DiNDAR A!\IA KADERCİ DE(;iL!

İlgili (4.) bölümde Japonların


çok tanrıcı olduğu gözlenmişse de
onların yaradanla yaratığı birbi­
rinden ayırmayan bir ti.i m tanrıcı
(sufi) olduğu da söylenebilir. Şintô
kurumları ( dergahlar, yatırlar, tür­
beler) değişik /wınileri kutsadıkla­
rı için ve değiş i k yollar izledik leri
için Ulusal Şintô Birliği'nin belli
bir kitabı, öğretisi yoktur. Ancak,
Şintô yolcularıyla yandaşları için
ortak bazı i lkeler saptanmıştır:
İ z lemeye ça l ıştığımız doğru
yolun genel ilkeleri şunlardır:
1 ) Ka ın i'lerin ve atalarımızın
sağladığı lütuf ve n imetlere karşı
şükran duygularıyla dolu olarak ve
temiz yürekle törensel etkinlik lere REsiM 1 1 3·2: SUMO: Güce karşı teknik.
katılarak;
2) D ünyaya ve öteki i nsanlara h izmetle kaıni 'ler yolundaki dünyayı
yeniden kurup yücelterek;
3 ) Kami'l erin bağışlayıcı ruhunu k uca klayıp uyumlu bir hayat sü­
rerek, ulusumuzun başarısı ve dünya barışı için yalvararak;
Bütün çabalarımızı kami-yoluna adıyoruz. (SCK 1 980: 1 2 - 1 3 )
Eski tanımlar ya d a yeni önermeler olsun, Şintô inancıyla i lgili genel
i lkeler, İslam geleneğinizde " Vahdeti vücut" felsefesi d iye b i linen ve bü­
tün varlıkların tek bir kaynaktan geldiği ya da Tanrı o lduğu görüşüne
dayanan bir tasavvuf (sufilik) olarak beliriyor. Şu ayırımla k i -bizim bil­
diğimiz- tasavvuf, kişinin elini ayağını dünya işlerinden çekip kalbini
Tanrı sevgisine bağlaması anlamını taşırken: Şintô, Tanrı yolundaki bu
dünyayı yaşamayı amaçlar. (Bkz. Narayan 1 980: 1 4- 1 8 )
SUZUKİ D aisetsu'ya (SCK 1 9 8 0: 3 ) göre, Japonl u k inancı "Daiçi­
sei " adı ver ilen, her şeyi kucaklayan anlamındaki bir d ünya görüşüne
dayanır. Öyle bir dünya k i :

Yanıp yakınmadan h e r türlü kötülüğe v e çirkin l iğe katlanır; on­


lara ruh verir, temiz ve yenilenmiş biçimde yeni den hayata ka­
zandırır; sını rsız bir sevgi ve hoşgörüyle her şeyi bağışlar.

Böylesine bağışlayıcı ve her şeyi içine alan bir dünya (evren ) görü­
şündeki Japonl a rın Zen yorumu işte yeniden İslam tasavvufçularına
yaklaşmaktadır. Bu özetin ışığında, Şintô geleneğinin -dinden çok- bir

419
ON BiR - BULGULAR VURCU l..\ I\

tarika 'ya ya da tarikat'a benzediği söylenebilir. Japon insan ı dünyanın


zevk ve nimetlerinden kendini yoksun bırakmadan dindardır. Şintô,
korkutan, cezalandıran bir din değil; seven, sevecen, bağışlayan bir tan­
rılar yolu ve insanlar d ünyasıdır.

1 1 4 . D UYG U LU V E CO Ş K U L U B İ R A K I LC I L I K

Aklı v e a k ılcılığı kendi üstün varlıklarına daha bir yakıştıran Batılı


gözlemciler, Japonların a k l ı mantığı, d uygusallığı ü zerinde a k ı l a lmaz
şeyler yazmışlardır. B u n l a rdan çıkarılabilecek ilk genel sonuç odur ki
Japonlar, hiç k uşkusuz, son derece a k ı l l ı , bilgili ve bilgiye değer veren
insanlardır. Ancak Japon akı lcılığı, duyguya-du ygusallığa k a rşı ç ı k a n ,
duygusallığı k ü ç ü k görme y a n ı l g ı s ı içinde bocalayan, özenti bir akıl­
cılık değildi r. Belki de Japonların " duygusal m ı ? " , " akılcı mı ? " ol­
dukları i kilemini bire indirmeye çalışmak yerine, Japonların hem
akıllı hem duygulu (hôıışin) olduklarını söylemek daha yerinde o l u r.
Çoğu zaman a k ı l lı-ölçü l ü , yeri zam a nı gelince de duygulu. Japon
akıllı o lmak ister. Aklın egemen olduğu bir evrende k imseden geri
k a lmamak ister. O ysa, dünyadaki güze l l i k lerin hiçbirini kaçırmaya­
cak k adar d uyarlı ve duyguludur. D uyarlı kalmak, varlığın ı , o nurunu,
yerini, değerini korumak ister. A k ı llıca davranır, başkalarını kırıp i n­
citmemek için. A k l ı ile duygusa l l ığını s ı n ırlar, benci lliğini frenler, sal­
dırganlığını kendine yönlendi rir. Amaç o l a ra k , akılla d uyguyu denge­
de tutmaya çalışır. Dengenin bozulduğu olay ve i l işkilerde, savaşta,
yarışmada, aşkta son derece duygusal olabilir. " Beklenmed i k " , çıkış­
l a rd a bulunabilir. Aslında yabancıların yadırgadığı, Japonların be­
ğendiğ i davranışlardır. Onun i çi n Japon a k l ı, coşkulu, i n sanca, d uy ­
g u ! u b i r akılcılıktır.

1 1 5 . " J A P O N M U C İ Z E S İ " M i ? (Bkz. Ek: 1 7)

Bilim ve sanattaki, ekonomik kalkınmadaki sayısız başarıları "mucıze


diye nitelemek güvenilir bir açıklama sayılmaz. " Mucize" zaten açıkla­
namayan şeylere yüklenen gizemli bir n iteli k değil midir? Gerçekte bir
Japon mucizesi yok, Japonların olağan üstü başarılarını açıklamaya elve­
rişli gibi görünen u lusal n itelikleri vardır:

Çalışkanlık, özveri, vergi yükünü inanarak taşımak, ulusal güç­


l ü k leri göğüslemek, devletin isteklerini yapmak, hesaplı ve tu­
tumlu olmak, dişinden tırnağından a rtırmak, çok üretip az tü­
ketmek, u lusal tasarrufa katılmak, eğitim için özveriden kaçın­
mamak vb. gibi. ( OZAKİ 1 97 8 : 250-6 8 )

420
§ l I S "JAPON .\ tlJC:IZESI" \ 1 1 ?

Japon mucizesi günümüzün bir konusu gibi görünürse de aslında


biz Türkler açısından tarihi bir sorundur. Birinci Dünya Savaşı başların­
da "Osmanlılığın A tisi " konusunda açık yürekli bir eleştiri yazan Cami
Bey ( 1 9 1 4, H . 1 3 3 1 ) , Osmanlı Aydını'nın Japon mucizesiyle ilgisini,
verdiği şu örnekle gösteriyor:

Osmanlı Ordusu'nu yeniden ö rgü tlemekle görevli Yon der


Goltz Paşa, Boğaziçi'nin keşif haritalarını yapmak la geçirirken
günlerini; aynı amaçla Japonya'ya gönderilen Alman general i
Yon Mekel, kısa zama nda görevi ni yerine getirerek Almanya 'ya
geri dönmüştür.

Alman generalleri her iki ülkede de benzer görevleri yapmaya çalışı­


yordu. Neden Türkiye'deki yapamıyor? Cami Bey'in temel sorusu buydu.
Türkiye'nin ekonomik kalkınma projelerine katkılarıyla tanınan
Profesör Timbergen, "Japon kalkınmasının göze görünmeyen yönleriy­
le" ilgilenerek, aşağıdaki noktaları vurgulamaktadır:
1) Gelişmeye el verişli üstün k işisel yetenekleri ve kurumları var;
2) Sınırlı olan doğal kaynaklarını en iyi biçimde kullanıyorlar;
3) Barı'nın ekonomik gelişmesini akıll ıca değerlendirip, ekonomik
güçlerin başıboş bırakılmayacağı sonucuna varmışlar ve bu dersi önce
kendilerine uygulamışlar,
4 ) Olanakların k ötüye kullanılmasını önlemek için gerekli kuralları
koymuşlar, kamu denetimini etkili biçimde çalıştırmışlar;
5 ) Barı'nın en öneml i soru nu, hızlı teknolojik gelişme ile top l umsal
değişme arasın da doğan " kültür boşluğu"dur. Japonya böyle bir boşlu­
ğa düşmemiş; k ü ltürel değerlerini korumuş, hatta geliştirmiştir.
6 ) Yabancılaşma ( ruh sağl ığı), anonıi (suç) göstergeleri Batı'da gi­
derek yükselirken, Japonya'da düşük düzeyde kalmıştır.
(Timbergen 1 979: 1 50-1 5 1 )
Japon mucizesinin nesnel koşullarını yeni baştan deşmeye başlamak­
tansa, sözü, geçen yüzyılda yaşamış aydın kişiye bıra kmakta yarar olabi­
lir. Mucizenin Japonca yorumunu SONTOKU ( 1 787-1 8 5 6 ) şöyle yapmış:

Büyük bir iş başarmak istersen ufakla başla. Küçük h izmetler


giderek büyük işlere dönüşür. Verimi artırmak için unutm a ki
pirinç tanelerinin ağırlığını değil, sayısını çoğal tıyoruz. Her ça­
pa, yüzlerce dönüml ü k ekime, küçük de olsa bir katkıdır. En
uzun yolcu l u k bir i l k adımla başlar. Avuç avuç topraklarla koca
dağlar eritilir, yeni den yaratılır.
- SONTOKU Ninomiya ( Bkz. OZAKİ 1 978: 25 1 )

421
O� BİR - l\U l.CUL\R VURGLJL\R

1 1 6. " K Ü Ç Ü K Ş EY L E R / B ÜY Ü K Ş EY L E R " T E K E R L E M E S i

Son yüzyılın en saygıdeğer Japon uzmanları arasında yer alan İngiliz


Chamberlain'a ( 1 9 77: 5 7) göre, Alfred East adında bir 1\tlister, geçen
yüzyılın sonlarında Tokyo'da verdiği bir konferansta, Japon sanatı üze­
rindeki görüş ve eleştirilerini şöyle özetlemiş:
"Japon sanatı küçük işlerde büyük, büyük işlerde küçüktür. "
Bir sanat eleştirisi olarak o tarihlerde belki doğru gibi görülebilecek
bir gözlem, bugün sanat d ışında, her alanda, k üçültücü anlamda ve ge­
nelleştirilerek kullanılı yor:
"Japonlar, küçük işlerde büyük, büyük ( önemli) davalarda küçüktür. "
Aslında, Japon sanatının ve kültürünün e n temel özelliği, büyük-kü­
çük ayırımı yapmamasıdır. Japon için , yaptığı iş, yapılması gereken iş
önemlidir. Küçük iş yoktur. Kişi y aptığını iyi, en iyi yapmaya çalışır.
Gerçekten de Japonların, oyuncak, bebek, kağıt, kalem, kutu, saat, pa­
ket gibi küçük şeylerin yapımında gösterdi kleri başarı büyüktür. Ne var
k i bir Tokyo O l i mpiyatı, bu olimpiyatın eşsiz filmi, bir Expo 70, bir Şin­
kansen Demiryol u projesi deniz tabanının yüzlerce metre altından kaz­
dıkları 25 kilometre uzunluğundaki TSUGARU tüneli, bir Ô SAKA Mü­
zesi küçük işler midir? Eğer bunlar küçük işlerse büyüğün ölçeği nedir?
Eğer büyüklük ölçeği yalnız nicel olarak a lınırsa, Japonya Batı'ya -hele
Amerika'ya- göre gerçekten küçüktür. Japon Adaları'nda kullanılan ya­
rarlı alan toplamı, bizim Konya İli'mizden b iraz büyük, Tra kya-Ma rma­
ra bölgemizden biraz küçüktür. Ancak bu kadar küçük bir a landa, bu
denli büyük işlerin başarılması bile kendi başına bir yücelik ve büyüklük
ölçüsü değil midir? Bir uçak yolcusunun Narita Havaalanı'na gelişi, çı­
kışı için gerekli hizmetleri planlamak, kadroları, kuralları saptamak
için, Japonlar aylar süren "zaman-hareket" araştırmaları yaptılar. H iç­
bir şeyi şansa bırakmadılar. Ünl ü Alman atasözüne göre, bu tür beceri­
ler, ölçek küçüldükçe ( ayrıntıya indikçe) büyür, Tanrı'ya yaklaşır. Ja pon­
lara bu konuda yöneltilebilecek tek eleştiri, ölçekte değil, önceliklerde­
dir. Japonlar, en ki.içü k şeylere de en büyük konulara da eşit derecede
önem (öncelik ) verir görünüyorlar. İşler ters gider de, bir şeyler aksama­
ya başlarsa büyük işlerdeki aksamalar sanki daha çok dikkati çeker,
eleştiri konusu olur. Öte yandan, büyük sanatlarla k üçükler, zanaatlarla
güzel sanatlar arasında ayırım gütmemeleri, el sanatlarıyla yüksek yara­
tıcı sanatları eş değer saymaları, kusur değil, olsa olsa bir üstünlük ola­
rak değerlendirilebilir.
Japonların öylesine iyi yapamadıkları işler de vardır kuşkusuz. Ama
k ül türel görecelik denen olgu da budur. Her toplum, Fransız'ın b u lvar
kahvesini, İtalya'nın Napoliten Serenadını, Alman'ın birahanesini ya da
oda m üziğini yapamamıştır. Bilim ve tarih açısından önemli, anlamlı

422
� 1 1 7 ,\NL\ŞIL:VIAZLIK SORUNU: YÜZLER :'vli, :'d :\SK E l . FR ''1 İ ?

olan, bu türden ölçeği bell i olmayan küçüklük ve büyü k l ü kler değil,


hangi şeylerin ne kadar iyi yapıldığını saptamaktır. Elmas ve pırlanta gi­
bi kıymetli taşların siparişe göre kesilmesi belki küçük bir sanattır. Ama
Japonlar bu küçük işi o kadar namuslu biçimde yaparlarmış ki -bir
Türk kuyumcusunun yazara açıklamasına göre- dünyanın taşı oraya gi­
dermiş, isteğe göre kesilip rıraşlanmak için. Japonlar bu küçük işten bü­
yük gelirler kazanırmış. Aynı küçük Japonlar, fotoğraf sanayiinde Al­
m a n l a rı, saatç i l i kte İsviçre'yi, gemicil ik te İ ngiltere'yi, elektronikte
ABD'yi geride bırakmışlarsa, bu tür becerilerin küçük işler olduğu nasıl
savunulabilir?
Buna çok benzeyen başka bir eleştiriye göre Japonların taklitte iyi,
yaratıcılıkta yetersiz oldukları söylenmiştir. Katılmak zordur! A ncak il­
gili bölümlerde verilen çeşitli örneklerde Japonların yaratıcılığı yeterince
ortaya konmuştur. Aslında, taklitle yaratıcılık birbirinden tümüyle ba­
ğımsız yetenekler değildir. Taklit, sanatçının bir başkasını; yaratıcılıksa
kişinin kendisini aşmasıdır. Japonlar her i k i a landa da yetenekli ve başa­
rıl ı görünmektedirler.

1 1 7 . A N LAŞ I L M AZ L I K S O R U N U : Y Ü Z L E R M I , MAS K E L E R M İ ?

Töre ve görgüleri gereği nce, "Japonların kişisel duygu ve düşü ncelerini


açıklamaktan çekindikleri " gözlemi doğrudur. Akademik bir araştırma
kurumunda çalışan danışmanım, yabancı konukları, kendi Japonların­
dan daha doğru, güveni l ir biçimde anlayıp yorumladığını söylemiştir.
Geleneksel açıklamaya göre, Japonlar yüzlerini birer maske gibi kulla­
nabil irler. Başkalarını yanıl tabilirler. Japon yüzü (kao), maske (kano­
men) anlamına da gel i r. Sorun şudur: Dışyüz ( maske) böyle diyor ama
kişinin içyüzü ne diyor, ne düşünüyor?
Ancak bu soru ve güçlük birbirini hiç tanımayan yabancılar (Soto­
nomono) için geçerl idir. Aynı çatı a ltında oturan (iye), aynı yerde çalışan
(dôryô) iş arkadaşları birbirlerinin -yalnız yüzlerini değil- hara'larını
bile doğru okurlar. "Japon toplumunda sır olmaz" gözlemini yapan
araştırmacı büyük ölçüde haklıdır. Birbirlerini hiç tanımamış kimselerin
bile, daha ilk bakışta, giyim-kuşam, söz ve davranışta hemen tanıştıkla­
rı gözlemlenir. Küçük gruplardak i karar ve seçim sonuçlarının önceden
doğru tahmin edildiği de bir gerçektir. Bu etkin iletişimin ve k arşılı k l ı
anlayışın açıklaması, sık sık yapılan i ç k i (sake) sofrasındadır. Bir i k i ka­
deh içkiden sonra, kaomen (maske) 'ler i ndirilir ve kao ( yüz)'lar hara'la­
rı konuşturmaya başlar. Gün boyunca bastırılan, gizlenen d uygu ve biri­
kimler, Türkçedeki " kişiyi içki sofrasında tan ı " sözünde dile getirildiği
gibi, ortaya dökülü r. İşte orada, k i mseni n k i mseden gizlisi saklısı kal­
maz. Herkes birbirini tanır. Japon'u tanıyamamaktan yakınanlar belki

423
ON BiR - BULGU Lr\R V U RC;t JLAR

de bu tür sofralara katılamayanlar, oradaki maskesiz y üzleri okuyama­


yanlardır. Özetle Japon yüzü maskedir ama istendiğinde dostça, kolayca
çıkarılabilen bir maske!

Kuru 1 1 7
" H E R KES BANA 'HOCAM' D İYO R AMA B E N İ NANACAK KADAR CAHİ L D EG İ Lİ M!"
Ünlü bir Japon Hoca' n ı n (Sensei) asistan öğre n cileriyle birlikte sake sofrasın­
dayız. Genç asistanlar, içkiden ald ı kları cesaretle, asl ı nda çok sevip sayd ı kla­
rı H oca'ya açı k kapalı bazı eleştiriler gö nderiyorlar. Belli bir düzeyden ve kırı­
cı olmadan. Başında, sonunda "Hocam" d e m e kten geri kalm ıyorlar. Japon
Hoca, eğildi ve not d efteri m e yukard a ki özdeyi m i n Japoncasın ı yazd ı :
Sensei to ivareru hodono baka va naşi!
Anlamı: İlişkilerin dış görünüşünde saygı, ölçü, a ralık, m esafe, büyük/küçük,
güçlü/güçsüz, vardı. Ama içyüzünde eleştiri, şikayet vb. Sake sofrasında, ger­
çeklerin öteki (görünmeyen) yarısı da d ile getiri liyord u .

Bazen Japonlar, hiç beklenmedik y e r v e zamanlarda, maskelerini çı­


karıp gerçek yüzlerini gösterebilirler:
1 ) Kiyuşu Adası Beppu İstasyonu, saat 0 8 . 3 0 . Orta yaşlı iyi İngi ­
lizce konuşan bir sivil yaklaştı ve sordu: " Yol yordam sormadan ve dil
b ilmeden bura larda nasıl dolaşıyorsunuz. Bilmek isterdim, m u tlu mu­
sunuz ? "
2 ) Tokyo'nun Toranomon Alanı'nda, bir banka kapısında karşılaş­
tığım Tokyolu kadın, kendine özgü tebessümüyle şu soruyu sordu :
" Merhaba yabancı, hoş gelmişsiniz. Umarım memnun ve mutlusunuz­
dur. " Kadının maskesiz yüzü nde, geçmişte paylaşılmış bir nmtlu l uğun
taze izleri okunuyordu, sanki.
Sonuç olarak denebilir ki okunan a nlaşılan her şey böylesine kı­
vanç verici o lmayabilir ama Japonları anlamamak diye bir sorıttı yok­
tur. Tanıdıkça daha da kolaylaşır, anlamak. Eğer tutarlı görünmüyor­
larsa, bunun yarı sorumluluğunu anlamayanda, değişen koşullarda
aramak gerekir.

1 18. D O G A V E F E O D A L İ T E YA N I LG I LA R I

Hepsi i y i de Japonların anlaşılmayan yanları, eleştirilecek yanılgıları,


kendilerine özgü aşırılıkları yok mu? Hiç k uşkusuz var, hem de pek çok.
Çoğunu, anladığım ölçüde üstünde durmaya, yansıtmaya çalıştım. Bazı­
larını okuyucumla paylaştım. Açıkça doğrudan ya da satırlar arasında,
dolaylı yoldan. Japonların, kendi varlık ve k ültürleriyle ilgili e n büyük

424
� 1 1 9 DE(;iŞENLER VE DE(;iŞ:VlEYENLER

yanılgıları iki noktada toplanabilir: Doğa ve Feodalite! Yaygın ve ol­


dukça derine işlemiş bir inanca göre; bütün iyilik, güzellik ve gerçeklik­
lerin kaynağı doğa ve iklim; bütün k ötülük, çirkinlik ve yanılgıları n tek
nedeni, kökeni Tokugava-Edo " Feodalite"sidir. Başka bir deyişle, Ja­
ponlar, değer verdi kleri, beğenip övündükleri ne varsa doğa dan; beğen­ '

medi kleri, utandıkları, değiştirmek istedikleri ne varsa feo da lite den bil­
'

mektedirler. Meici Devrim ideoloj isinin bir tortusu sayılabilecek bu


inanca göre, Japon, güzel huyludur çünkü doğa ve i k l im güzel huyludur.
Kadın erkek eşitsizliğinden, toplumsal dayanışma modeline değin, her
kötü l ü k ise feodaliteden k alına, çirkin bir tortudur.
Bu yüzden şükran ve övgüler doğaya; büyük eleştiri ve yakınmalar
feodaliteye yöneliktir. Kültür olgusunun, bir k ültür olgusu sayılan i nsan
varlığıyla niteliklerinin böylesine "iyi" ve " kötü " d iye ikiye ayrılması;
iyiliklerin doğaya, kötülüklerin yakın tarihe bağlanması, Japon olgunlu­
ğu ve doğa llığı ile bağdaşmayan bir yanılgıdır. Yazar'ın benimsediği ve
savunduğu kültür kavramına göre, kuşkusuz, doğal çevrenin de bir etki­
si olmuş olabilir insan davranışları ü zerinde. Ama bu, bağımsız ve doğ­
nıdan bir etl::.i değil, karmaşık ve dolaylı bir etkileşimdir. Sözgelişi, Ja­
pon inancının tam tersi ne, Japon k ültürünün en üstün değer ve n itel i k le­
rinden bazı ları (çalışkanlık, disiplin, sorumluluk, d üzen, birlik, yaratıcı­
lık) feodaliteye; buna karşılık, duygusal lık, kararsızlık, aşırılık, değiş­
kenlik gibi kimi nitelikleri doğaya ya da iklime atfedilemez m i ? Edilir el­
bet. Çünkü doğa ve i kl im, Japonların görmek, inanmak istediğince yu­
muşak; ölçülü, cömert ve insancıl değildir.
Büyük küçük depremlerle her gün yüzlerce kez sallanan; beş o n yıl­
da bir, taş taş üstünde ka lmamacasına yıkılan; her gün yeni tayfunlarla
boğuşan, yanardağ ve sel baskınları arasında yaşayan, soğuktan donan,
sıcaktan nemden bunalan bir ülkede nasıl olur da doğanın insandan ya­
na old uğu savunulabilir? Aslında doğal çevrenin yukarıda sayılan özel­
l iklerinden de Japon kişiliğinin özgün bazı niteliklerini bulmak olanağı
yok mudur?

1 19. D E G I Ş E N L E R V E D E G İ Ş M EY E N L E R

B u denemenin başından beri, doğrudan y a da dolaylı biçimde, Japon­


ya 'nın geçirdiği değişmeler üzerinde duruldu. Hızlı ve köklü değişme
örneklerle açıklandı: Doğal çevreden törelere, sanata, ekonomik yapı­
dan topluma, eğitimden dile, düşünceye, kişilik yapısından d ünya gö­
rüşüne değin . . . Japon k ültüründe neler değişmemiş k i ! . . ( Bkz. Dore
1 970) .
a ) Doğal Çevre ve Mekanın Kullanımı: Yaygın tarımsal ü retimden
yoğun endüstriyel üretime geçişe koşut olarak doğal kaynakları ve çevre-

425
ON BİR - BULGULAR VU RGULAR

yi kullamna eğilimleri de­


ğişmektedir. Yeni endüst­
riye, ulaşım ve i letişim ağ­
larına, doğadan uzak ya­
şa yan k e n t l ilere yete r l i
eğlence d i nlence yerleri
ayırmak, doğal ve kültü­
rel ( ören) yerlerini bul­
mak Japonya'nın büyük
bir mekan sorunudur. Ja­
ponlar sürekl i tarım ve
toprak reformlarıyla, sü­
rekli ağaçlandırma ve çev­
re koruma projeleriyle bu
tür sorunlarını büyük öl­
çüde çözmüşlerdir. Orman
alanları yeniden geniş li­
yor, temiz su bulunuyor,
ırmak ve kıyılarda yeni­
den balık yaşamaya baş­
RESİM 119·1: Genç kadın - Yaşlı kadın: lıy-or.
Değişme ve süreklilikler. Değişen giysiler
ve değişmeyen gülücükler (Kanavaza).
b ) Tö reler: K o n u t­
lar, giyim, k uşam, yiye-
cek içecek ler, günlük ha­
yat dönencesi, takvimler, bayramlar, haneler, çatılaı; aşama, eriştirme ve
yaş törenleri, hediye alışverişleri, bunlarla ilgili tören ve törenseller de­
ğişmiştir; değişmektedir.
c) Kentler- Yerleşmeler: Yüz yıl önce nüfusun yaklaşık yüzde sekse­
ni, sayıları 80 bini aşk ın köy ve köy a ltı yerleşmelerde (ôaza) yaşıyord u .
Bugün nüfusun y üzde seksen beşi, sayıları sekseni bu lmayan büyük
kentlerde yaşıyor. Ancak, kent hayatını n Batı'ya benzeyen gör ü n üşleri
ardında, Batı'ya hiç benzemeyen ilişkileri, yapıları , kurumları var.
d) Sanat Çevresi: Sanat çevresi, Batı kültürü ve endüstri teknoloj i­
siyle etkileşim içinde büyük yapısal değişmeler geçiriyor. Japonya'da bir
"kültür boşl uğu " oluşmamasının gerekçesi n i sanattaki yaratıcılıkla açık­
layanlar var. Fonetik (sesçil) ve plastik sanatlarla sahne ve seyir sanatla­
rında Batı'yı iyi yorumlayan Japonlar, öte yandan kendi geleneksel sanat­
larına yeniden ilgi duyuyorlar.
e} Toplumsal Yapı: Altüst olmuş. Nüfus çoğunluğu, beklen d iği gibi,
tarımdan hizmetler kesimine kaymış, kentleşmiş. Endüstri sonrası (tek­
noloj i) toplumunun yapısal özellik leri her yerde gözlemleniyor. Sayısal
görüntülerde aile küçülmüş ( ulusal ortalama 4 kişinin altında), kentler-

426
§ 1 1 Y D F(;iŞEN LER \IF DE(;tŞ,\ IEYENl.FR

de üç kişiye yaklaşıyor. Buna karşılık, yabancılaşma sınırlı kalmış, suç­


ceza (a11oınilkuraksızlık) kayıtları Batı'ya göre hala çok düşük d üzeyde.
f) Ekonomik Yapı: Kısıtlı enerj i ve yoğun emekle, küçük aile boyu
(4 kişili k ) ü retim h izmet birimleri ve gruplarıyla, en basit araç-gereçlerle
çalışarak, en yüksek verimlilik düzeyine ulaşmışlar. Barı 'yla yarışıyorlar.
Mal ve hizmet dağıtımı, varlığın (servetin) yeniden dağıtımı konusunda
Batı 'dan da i lerde, top lumcu ülkelerle yarı şıyorlar. Ta rımın sağlam te­
melleri ve teknoloj inin yaratıcılığı değişen yapıyı şimdilik besleyebiliyor.
Ancak, bir barış ve u luslararası serbest ticaret ekonomisiyle. Üçüncü bir
dünya savaşı bu refahı tümüyle yıkabilir. Bu y üzden geleceğinden endi­
şeli Japonya barışçı bir dış politika izlemek zorundadır.
g) Dil ve Haberleşme Etl<.inlikleri: Yüz y ıllık kültürel değişmelerin
bütün yükünü, aşındırıcı izlerini yansıtıyor. Yazı, konuşma gazete, Rad­
yo ve TV d i l leri değişmiş. D il, değişme dalgasını a l ıyoı; özümlüyo r, ba­
sitleştiriyor, değiştirip zenginleştiriyor, kendi boyutları içinde, yeniden
topluma ve bireylere yayıyor, ulaştırıyor. Bu sü reç içinde yeni k ültürün
yapısal bağları, iletişim kanalları yeni baştan kuruluyor. Dil canlı, derin­
den sol uyor ve yaşıyor.
h) Eğitim Süreci: Yapısal değişmelerin en gerçekçi, güvenilir aynası
ve yankısı. Yüz yıl önce, Halk Okulları'na giden nüfus üçte-bir oranın­
da o k u qrazarken; bugün gençlerin y üzde kırkı yü kseköğretim k u ru m l a ­
rında okuyor. O kulöncesi çağdaki çocukların üçte ikisi okullaşmış, zo­
runlu olmadığı halde. Okul çağlarındaki n üfus, toplam nüfusu n altıda
biri; oysa toplumun dörtte-biri bir okula kayıtlı. Öğrenebilen herkese
okuryazarlığı öğreten Japonlar, şimdi orraöğretimi evrenselleştirme yo­
lunda ilerliyor, y üzde 90'ı geçmişler bile!
i ) Kişili/<. Yapısı: K ültüre l kişilik yapısı, bir yandan bütün bu değiş­
me boyutları içinde yeniden yoğrulu yor, sıkışıyor, bunalımlara düşüyor;
öte yandan, Japonya'nın " dü nya görüş ü " n ü yeni baştan yaratmaya çalı­
şıyor. Bu hızlı oluşum içinde, " toplumsal bil inçaltı " yeni sorunlarla yük­
leniyor, zorlanıyor. Ama şimdilik dayanıyor.
Yüz yıllık büyük değişmelerin k ısa özeti böyledir. Daha küçük öl­
çekteki değişmelere bakıl dığında benzer eğilimler görülüyor. Mimar
meslektaşım Swaan'ın ( 1 970), 10 yıl önceki izlenimleriyle bugün bura da
sunduklarını arasında bile büyük değişmeler var: Sahne ve dekor yerin­
de, oyuncular da çoğunlukla aynı kişiler. Ne var ki oyun, oynayış ve
sahneye konuş değişmiş. Japon insanı, eskiyi unutmadan, bir yana at­
madan yeniyi öğrenebiliyor. Araştırıyor, deniyor. Gözü ve gönlü daha
sonraki gelişmelerde. Böyle özetlenebilir belki, Swaan'ın ( 1 970) "Japon
Feneri " ile Güvenç'in "Japon Kültürü " ( 1 9 8 0 ) arasındaki on yıl!
D eğişenler böyle, ya değişmeyenler? Sevilen sosyoloj i k deyimiyle
" Siireklili/der? '' Sonuçta bir " Vadi K ültür" o larak betimleyeceğim Ja-

427
ON B İ R - BULGULAR V U RGU L\R

pon Kültürü'nün değişmeyen bazı değerleri ve siireklilikleri olduğu gö­


rülmüştür. Bu tür süreklilikler bir dizi ill<. e olarak aşağıda özetlenmiştir.

(1) G EÇMİŞTEN G E LECEGE YÖN ELMEK İ LK ESİ


Japon toplumu ve insanı geleceğe yöneliktir ama geç mişle ilgisini kesme­
m işti r. Hatta güncel sorunları göğüslemek için geçmişten güç ve esin alır.
Geçmişi, bugüne destek olacak, geleceğe ışık tutacak biçimde yorumlar.
Zaman boyutunda sürekl i l ik, Japon Kültürünün en dayanıklı özel liğidir.

(2) DO GAYLA B İ R LİKTELİK İ LKESİ


" İlkel " ve geleneksel insan, kendi varlığını doğanın bir parçası gibi gö­
rür. Uygar kişi kendisini, doğanın efendisi sanır. Japon, doğanın ne köle­
si ne de efendisidir. Onu iyi tanıyarak, onunla birlikte olmaya, ondan
yararlanmaya çalışır. Bu tutum da süreklilik göstermektedir.

(3) D E N EYİP YAN I LARAK, YAPARAK Ö G R E N M E K İ LKESİ


Kimi konuşarak (söyleyip dinleyerek) kimi görüp göstererek, kimi yapıp
deneyerek öğrenir. Japonlarda tükenmez görünen bir yapına tutkusu
var. Yapıyor yanılıyor, yeniden deniyor ve öğreniyorlar. Öğrendiklerini
geliştiriyor, yineliyor, u nutmuyorlar.

(4) ÜLU PBİTE N LE R İ İZLEMEK İ LKESİ


Deneyip yanılarak öğrenme sırasında, keşfedilmiş şeyleri yeni baştan
keşfetmekten kaçınıyorlar. İşe keşfedilmiş, icat edilmiş şeylerden, yani
başkalarının bitirip bıraktığı yerden başlıyorlar. Onu alıp geliştiriyorlar.
Onun için dünyada neler olupbittiğini çok yakından izliyorlar. Topla­
dıkları verileri kodlayıp el altında saklıyorlar, gereğinde bulup k ullanı­
yorlar. Dünya belki Japonları iyi ranıınıyor ama Japonlar dünyayı ya­
kından izliyor, iyi tanıyorlar.

(5) EN YAL I N ARAÇ VE G E R EÇLERLE ÇAL I Ş MAK İ LK E S İ


Endüstri ve teknolojideki üstün başarılarına karşılık, Japonlar en yalın
araç ve gereçlerle çalışmaktan adeta derin bir mutluluk duyarlar. Maki­
ne yerine el aleti, enerj i tüketen gereç yerine tüketmeyen avadanlık, ma­
den yerine ağaç, hayvan yerine bitki, pahalı yerine ucuz, takım tezgah ı
yerine kendi yaptığı bir araç. Sanat felsefesindeki o " Vabi-sabi " güzellik
anlayışı endüstride de geçerliğini sürdürmektedir.

(6) D EG İ Ş E N KOŞ U LLARA UYUM İ LKESİ -DEV R İ M D E G İ L EVR İ M-


Japon insanı, d ü nyayı, hayatı, ülkesini ve kendi öz varlığını sürekli deği­
şen koş ulların değişen bir bileşkesi gibi görür. Bu yüzden değişimden
korkmaz. Hatta üstüne gider. O ndan yararlanmaya çalışır. Değil mi k i

428
§ 1 19 DE(;iŞF.Nl .ER VE DE(;iŞ!\1EYENLER

R E S İ M 1 1 9-2: Doğaya köle olmadan ve efendilik taslamadan. Doğa-insan ve kültürün uyumlu ve


güzel birliği (Kiyôto: Araşiyama korusundan geçen Hozu ırmağı üzerindeki ünlü Togeksukyo Köprüsü).

hayat (Budizme göre) sürekli bir değişmedi r, öyleyse insan ona ayak uy­
durmak zorundadır. Bu uyumu sağlar. Ondan yararlanır, amacına u laş­
mak için. Japon i nsanı bu ilkeyi, her şeye "evet" demekle benimser. Ev­
rimci olduğu için devrime gerek d uymaz.

(7) B İ R LİKTE ÇALIŞMAK İLKESİ


Doğada yalnız, toplumda yarışma içinde gorunen Japon her işi bir
grupla birlikte yapmak eğilimindedir. Paçinko'da dinlenmek dışında
hep birliktedir. Birlikte çalışmakla, çevresinden aldığı manevi destekle
Japon en iyisini yapacağına inanır. Bu yüzden, bürolar, ofisler birer ki­
şilik değil, topludur. Top luca çalışırlar. Bireycilik ve kişisel hayatını ya­
şamak eğili mleri, bir Batı özentisi o larak güdük kalm ış, gelişmemiştir.
Birliktelik ilkesi ise hala güçlüdür: Sürekliliğini, gücü n ü , büyüsünü ko­
rumaktadır.

(8) B U G Ü N KÜ YAŞAMAK İ LKESİ


Japon, geçmişi bilir, geleceği düşünür ama bugünü yaşar. Japon toplu­
m unun ve insanının bugünü yaşamak tutkusu son derece güçlüdür. Ya­
bancılaşmanın bir göstergesi olan, tutuculuktan ve ütopyacılıktan kaçı­
nır. D ünyaya geldiğine pişman değildir, ölümden korkmaz. Korkunun
ecele yararı olmayacağın ı bilir. Gerçekçi ve yüreklidir.

429
ON Blll - lllJl.(;[11.AR VURGLll.:\R

Bir kez doğduğu gibi ancak bir kez öleceğini de bilir:


D okuo kuravaba sara made.
( Zehiri tatmışsan çanağını sıyır! ) der.
Yaşama "evet" demişse insan, onun ayrılmaz bir parçası olan ö lüme
de " evet" demek zorundadır. İnsanın kendi istemi dışındaki doğumuyla
ölümü arasında " bugü n " kalır, gönl ünce yaşamak ve çalışmak için . Bu
yüzden biraz acelesi var gibidir, her günün hakkını vermek, her gün ü ya­
şamak için.

(9) B İ LM E K D E G İ L YAPMAK VE YARATMAK İ LKESİ


Çok şeyleri bilmek yerine, küçük şeyleri yapmayı yeğ tutar Japon. Bil­
mek mutlaka yapmak değildir, ama yapmak en iyi öğrenmek yani bil­
mektir. Onun için söylemektense dinler, öğrenir; tartışmaktansa yapar.

(10) B İ L D İ G İ N İ YENİLEMEK (G E LİŞTİ R M E K) İLKESİ


Ve mademki yapmak b ilmektir, yapa bildiklerini sürekli yapmak bildik­
lerini yenilemektir. Yenilemek geliştirmektir. Güneş Tanrıçası Amatera­
su'nun Ise'deki tapınağı, eskilerin en eskisi, güzellerin en güzeli, yalınla­
rın en yalımdır: Sadece on yaşındadır. O n yıl sonra yenisi açılacak, eski­
si sökülecek, en yenisine başlanacaktır.
İDEMİTSU'nun ( 1 978 ) " Ölümsüz Japonya" adın ı verdiği değişken
süreklilik sanki böyle bir varlıktır. Japonya, tükenmeyen gücünü, kendi
ürettiği " kendini yenileme" coşkusundan almaktadır.

430
OKUYU C U MA
Kültür konusunda son sözü söylemek, sözü noktalamak hiç kolay değil. B elki
doğru da değil. İşte bu inançla, "son söz" yerine -birlikte- "söz sonu"na geld ik.
"Japonya'yı yazma" serüvenimi baştan sona izleyen hoşgörülü oku yu­
cumla son bir d uygumu paylaşmak isteri m.
Beğendinizse ne m utlu bu serüvene destek olanlara ... Beğend ikleri n izi
dostları n ıza söylerken, eleştirilerin izi yazara ileti rseniz, sevinirim, gönülden
teşekkürler ederim.
Japon dostlarıma, ülkelerin i görd üğüm gi bi yazacağıma söz verm işt im.
Gördüğüm, duyduğum, yazd ığım JAPONYA - n e acı ne tatlı- buru k acı bir tat
b ı rakıyo rsa dillerde, gö n ü llerde, beni yine de bağışlamanızı d ileri m . Çü nk ü :
G E R Ç E K O LA Kİ - 1 7 H ECEYLE-:
"Buruk-acı"nın birazı ... "Güzel Japon "un kendi tadı!

SÖZ SON U

43 1
12
E K L E R B Ö LÜ M Ü

120. iÇİ N D EKİLER

§§ Ek Başlık Sayfa
121 1 Bölümler, Paragraflar ve Arabaşlıklar 434
1 22 2 Haritalar 439
1 23 3 Kutular ( Gözlem ve İzlenimler) 440
1 24 4 Resimler 443
125 5 Şekiller, Çizimler ve Grafi kler 447
126 6 Tablolar 448
127 7 Japonca Sözcükler Dağarcığı 450
128 8 Kısaltmalar 465
129 9 Kaynaklar 467
1 30 10 Japonca Ninni ve Notası 492
131 11 İngilizce Özet 494
132 12 Bu Kitap Hakkında Yazılanlar 498
1 33 13 Japon Hayranlığımızın Tarihi Kaynakları 500
1 34 14 Chie NAKANE ile Söyleşi 502
1 35 15 Japon Mucizesi mi? 503
136 16 İ mgeler, Gerçekler ve Gelecek 505
137 17 Türk-Japon Vakfı Kültür Merkezi - ORAN 512
137 18 Özel Adlar Dizini 515
EK 1

121. B Ö L Ü M , PARAG RAF V E ARA BAŞ L I K LAR

Bölüm §§ Başlık Sayfa


Giriş GERÇEKLEŞEN BiR D ü Ş LEM:
"JAPONYA'YI YAZMAK "
01 " Çi n İşi, Japon İşi" 21
02 " Yedi Samuray " m ı ? "Kanlı Pirinç " m i ? 23
03 " Krizantem ve Kılıç" 24
04 D üşleri gerçekleştiren Bir Çağrı 24
05 "Japonya'yı Yazma k " Ama Nası l ? 25
06 Alan, Zaman ve D il 26
07 Yaklaşım ve Tek nikler 29
08 B ilgi ve Haber Kaynakları: Rehberlerim 29
09 Açıklamalar 30

1 YAYINLAR SORUNLAR:
" ŞU ANLAŞILMAZ JAPONLAR! "
10 Söylenceler Alanı 35
11 Yazılı Kaynak Bolluğu: Çelişik Yargılar 37
12 " Bi l imse l " Bulgular 39
13 "Şu Anlaşılmaz Japonlar! " 40
14 Yanıtlanacak Sorular 42
15 " Feodalite ve Doğa " Sorunu 42
16 Şintô ve Halk Dini Sorunu 44
17 "Toplum mu, Top luluk m u ? " Sorunu 44
18 Topl umsal Karakter ve Kişilik 45
19 D eğişenler ve Değişmeyenler 46

434
§ 1 2 1 BÖLÜ!\! VE Allı\BAŞLI K LA R

Bölüm §§ Başlık Sayfa


2 "TANYER İ " ÜLKESİ:
ADALAR VE İNSANLAR
20 Sıraya Dizilmiş Binlerce Ada 51
21 "Tanyeri " 52
22 Yaz Yağmuru, Parlak Yaprak lılar 55
23 Nüfus: Dağılım ve Yığılmalar 58
24 Yaradılış Öyküsü 62
25 Adaların Yazı - Ö ncesi Tarihi 63
26 Tarih Dönemleri: Kanci'den Edo ' ya 68
27 Edo - Tok ugava Dönemi 76
28 Meici: İmparatorun Çağdaşlaşma Devrimi 78
29 Savaş, Yen ilgi ve Sonrası:
" Taşınmazın Taşınması" 80
,,
.) BAŞ KENT TOKYO ' DA :
GÜNLÜK HAYAT
30 K urak Bir Yaz Korkusu! 85
31 D epato'lar ve Kentsel Çevre 86
32 D üzen ve Özen 91
33 Çalışan, Uyuyan ve Sızanlar 94
34 Giyim - Kuşam 97
35 Yiyecek ve İçecekler 1 00
36 Çarşı - Pazar v e Alışveriş 1 06
37 Spor v e Tu rizm 1 09
38 Eğlence, D inlence v e " S u - Ticareti " 111
39 Çiçibu'da Hafta Sonu 1 15

4 JAPON TöRESİ :
" D ENİZİN ÇOCUKLARI"
40 Bir Kociki Varmış! 121
41 Japon Ruhu (Kokoro) ve Torii 1 23
42 Takvim Yaprakları: Sayılı Günler 1 25
43 Sözler, D eyişler 130
44 Görgüye Uygun Davranışlar 1 34
45 Matsuri Nedir? Ne D eğildir? 138
46 İnsanlar, Büyükler ve Kami'ler 141
47 Şintô: Tanrılar Yolu 143
48 Buda ve Budizm ve Budistler 146
49 " Halk Dini " 151

435
ON İKİ - EKLER

Bölüm §§ Başlık Sayfa


5 SANATLAR Ç EVRESİ :
" BURUK ACI H URMA TADI"
50 "Sanat? Sanat, Ne D eğil ki ! " - Picasso 161
51 Güzelin Geleneksel Adları ve Tatları 1 63
52 Pişmiş Toprak: Soylu Gelenek 1 66
53 " Kişinin Fırçası: Kişiliğin Aynası" 168
54 Çay, Çay Töreni ve Çay Sanatı 1 72
55 Yaşayan Sanatların Kaynakları 1 76
56 Bahçeler ve Çiçekler 181
57 Yapılar, Çatılar ve Tatamiler 1 86
58 Sahne Sanatları ve Kabuki 1 94
59 Zen v e Sanat 1 99

6 TOPLUMCA BİR TOPLULUK:


HANELER VE AİLELER
60 Aile ve Toplum: Aile Toplumu 207
61 Aile D üzeni: Kazoku Seido 210
62 Ailenin Kökeni 215
63 Tarım Ailesi: Dôzokıı 217
64 Güneybatı (Akran) Ailesi: Kô Kımıi 222
65 D eğişimin Boyutları 224
66 Çözülme ve B ütünleşme S ü reçleri 228
67 D üşey Top lum: Tate-Şakai Kuramı 23 1
68 Sınıflar, Kastlar, Yabancılar ve Burakular 236
69 Toplumsal Denetim: Suç ve Ceza 239

7 EKONOMİ PO LİTİKAS I :
" ÖNCE ÇELTİK, SONRA ŞENLİK "
70 " Ekonomik Yaratıklar" ı n Y ükselen Yen'i 245
71 D oğal Kaynaklar ve Enerj i 248
72 "Japon Mucizesi " nin Tarımsal Kökenleri 253
73 Geleneksel Tarım 256
74 Tarım Reformu: Kooperatifler 261
75 Teknolojik Yaratıcılık Örnekleri 266
76 Yerleşmeler ve Mekanın Kullanılması 269
77 Topl utaşım ve Ulaşım 273
78 Gelir- Gider, Vergi-Bütçe Dengeleri 275
79 Planlama, Refah ve Gelecek Kaygısı 277

43 6
§ 1 2 1 BOLÜM VE ı\Rı\llAŞl.JK I.AR

Bölüm §§ Başlık Sayfa


8 JAPON DiL VE HABERLEŞMESİ :
" YAPAYALNIZ B İ R DİL"
80 Kanci Yazısı ve Ötekiler 283
81 Kökler, D a l lar, Yapraklar: Benzemiyorlar 288
82 Özellikler, Gelişmeler 290
83 Basın - Yayın Ürünleri 293
84 Radyo - TV ve Sinema 297
85 Konuşma Törenseli: Gerçek B ir D iyalog 301
86 Japoncanın Mantığı Sorunu 303
87 Dilin Dinleyene Göreliği : Biçimlenişi 307
88 D avranışların ve Simgelerin Dili 309
89 Kültür Kavramının Simgesel Anlamı 3 12

9 EGİTİM S ü RECİ:
O KULLAR: ÖNCESİ / S ONRASI
90 Eğitim S üreci: İlkel er le Sloganlar 317
91 O ku löncesi: Bebek Bakımı 320
92 Okul Sistemi: Çeşitlilikten Birliğe 325
93 Yaygın laşan Anaokulları: Oyun ve Müzik 329
94 Temel ( Zorunlu) Öğretim: İlk ve O rtaokullar 332
95 Liseler: " Sınav Cehennemine" Doğru ! . . 337
96 Yükseköğrenim: Giren Kazanıyor v e Dinleniyor 340
97 Özel Eğitim ve Gençlik Sorunları 344
98 Yaygın Öğrenim: (Okeikogoto) : " Sosyal Eğitim" 346
99 Ulusal Etnoloji Müzesi ( Ô saka) 350
Eğitim Özeti ve İ lkeleri 357

10 JAPONLUK DUYGUSU:
" İNSAN GİDER, SANI KALI R "
1 00 Kişilik Yapısı: Görüşler, Görünüşler 369
101 Tatami: Kalıbı v e Dökümü 3 72
1 02 Çocuğun "Tatami "leştirilmesi Süreci 3 74
1 03 Yapının Harcı ve Taşları 379
1 04 D ünya Görüşü: İlişkiler ve D eğerler 383
1 05 İdeal Kişili k : " Bambu Gibisi E n İyisi " 387
106 Kültüre l Biçem: Belirsizlik,
Karmaşıklık, Yönsüzlük 393
1 07 Japon Romanındaki Gelip - Geçicilik: Mucô 396

437
ON İKİ - EKLFR

Bölüm §§ Başlık Sayfa


108 Akıl v e R u h Sağlığı 398
1 09 Japonluk D uygusu ve D üşüncesi 402

11 BULGULAR VURGULAR:
DEGİŞENLER VE DEGİŞMEYENLER!
110 Batılılaşma mı, Çağdaşlaşma m ı ? 41 1
111 Topl u m - Topluluk: Topl umcalık 413
1 12 K uzeyl i Ama Hıristiyan Deği l ! Buyurgan da 416
1 13 Dindar Ama Kaderci D eğil ! 418
1 14 Duygulu ve Coşkulu Bir Akılcılık 420
1 15 "Japon Mucizes i " mi ? 420
116 " Küçük Şeyler - Büyük Şeyler" Tekerlemesi 422
1 17 Anlaşılmazlık Sorunu: Yüzler mi, Maskeler m i ? 423
118 Doğa ve Feodalite Yanılgıları 424
119 Değişenler ve Değişmeyenler 4 25
Okuyucuya: Söz Sonu 43 1

12 EKLER
Bölümünün tasarımında izlenen ilke ve mantığa göre,
1 2. (yani Ekler) Bölümünün ana ve arabaşlıklarına bu­
rada vermek gerekirdi. Ancak, Ekler'in planı ve " İçinde­
k iler'' , § 120 (s. 43 7)'de verildiği için burada yinelen­
memiştir.

438
EK 2

1 22 . H A R İ TALAR

Harita
(§!Sıra) Başlık
06-1 Japonya'da Alan Çalışması 28
20-1 Japonya'nın D ünyadaki Yeri 31
73 Tayva-Çô İlçesi Bölge ( Yöre) Planı 260
79-1 Topraklar, Ekonomik Kullanımı 278
79-2 Mekanın Planlanması ve Ekonomik Bölgeler 278
99 Ô saka Müzesi'ndeki Dil - Kültür
Bölgeleri Haritası ( Eski Dünya) 3 54

439
EK 3

1 23 . M ETi N D E K i K U T U LAR

Kutu
(§/Sıra) Başlık Sayfa
10 Kimlik Arayan Ulus 35
33-1 Senday Depreminde Ô tsuka İstasyonu 96
33-2 Metroda "Uyuyan" Kadın 96
34 Batılı Giyimde Gösteriş Örneği 100
35-1 Udon ( Şehriye) Çorbası 103
35-2 Seçilmiş Japon Yemekleri 105
39 Çiçibu'da Hafta Sonu 116
42 Önemli Günler: Yaş Günleri 128
44- 1 Kadına Saygı 1 36
44-2 Cenaze Törenine Çiçek ve Çiçeğe Teşekkür 1 37
44-3 Yolcu Uğurlama Töreni 138
45 Omatsuri 140
46 " Konuklarımız Tan rılarımızdır! " 1 43
47-1 "Şintô D oğar, Budist Ölürüz ! " 145
47-2 Ise Cinğu'sunu Ziyaret 146
48 Budist Tapınağında Oban Gecesi 1 49
49-1 Trendeki " Hıristiyanlar" 156
49-2 Konfüçyus Bilgesi'nin Buda'ya Saygısı 157
53 "Kişinin Fırçası Ruhun Aynası " 1 70
54 Çanoyu: Çay Töreni 1 75
58-1 Tiyatro Türlerin i n Dökümü 1 95
5 8-2 Rakugo ( Meddah) Tiyatrosu 1 96
58-3 Biletçil i Tramvay Oyunu 198
59 Japon Bahçesi: Yazarın Yorumu 203
60 Hane ve Komşuluk 208
63-1 Kuzeydoğu Tayva-Çô İ lçesinde Aileler 218
63-2 Yaşayan Dôzoku: VAK Ô Ailesi 219

440
� 1 23 METİNDEKi KUTULAR

Kutu
(§/Sıra) Başlık Sayfa
63-3 Çözülen D ôzoku HAKASAKA Ailesi 220
64 Tomari Hama'da Akran Örgütü 222
65- 1 Baba Evine Dönmek İstemeyen Genç Oğul 224
65-2 Çalışan Kadın: Sayısal Bazı Niteli k ler 227
66-1 Higanbana: Babaların Yanılgısı 228
6 6-2 Trendeki " Yeni Aile" 230
68-1 Eta ( Bu ra k u ) lar Sorunu 237
68-2 Koreliler Sorunu 239
69-1 Bir Borçlunun Sonu 240
6 9-2 HİROKO'nun Ölümü 24 1
70 Japon Kültürü ve O rman 245
74-1 Tsurusu: Tarım Kredi Kooperatifi 263
74-2 Tomari: Balıkçılık Kooperatifi 265
74-3 S UBAYA MA Köyünde " Kes-Ya k " Teknoloj isi 266
78 Zen Tap ınağının Gelir - Gider Bütçesi 1 977-78 275
80-1 Sen, B e n v e İ ki miz: TEMAE 284
8 0-2 Kanci Yazısı, Bazı İlkeler 286
81 J aponca v e Türkçe Bazı Sözcük Benzerlikleri 290
82 " Saygıdeğer Piknik " 293
83-1 Günlük Basından Haber Örneği 296
8 3 -2 Asahi Gazetesinin Sayfa Dökümü 296
84- 1 Kötüler Rahat Uyur 300
84-2 Yıllar Sonra Hiroşima ! 301
85 Mayonezli Salata S iparişi 302
87 Dinleyenin Ö nceliği: Aizuçi 308
8 8-1 Renklerin D ili 310
8 8-2 Gülmece-Güldürmece Örnekleri 3 11
91 Bebeklikten Anaokuluna: Örnekler 324
93 NHK - TV'de O k u löncesi Program Ö rnekleri 330
94 Tayva-Çô Yoşiyoka Okulu'ndan İzlenimler 335
95-1 Eğitim Teknoloj isi ( NHK) 339
95-2 Eğitimin Değerlendirilmesi Araştırması (Yomiuri) 340
96 Uygulamalı Araştırma Örnekleri 343
97 Sarhoş Kızlar: Cici Kızlar 346
98 TV'de Yaygın H a l k Eğitimi Programları 349
1 00 ( İyi misin Bebeğim ? ) : Ninni 371
1 02-l Japon Kızı 376
1 02-2 Japon Canevi: Hara 378
1 04 Alta ycıların "Kurirutay" u 386

441
ON İKİ - EKi.ER

Kutu
(§/Sıra) Başlık Sayfa
1 05-1 Başarıya Yönelik Davranış Örnekleri : Ganbaru 388
1 05-2 Beğenilmek - Beğendirmek Üstüne Örnekler 389
1 05-3 Küçük Düşme (Haci) Korkusu 3 90
1 05-4 Sorumluluk D uygusu 391
1 05-5 Güleç Bir Yüzün Gerisindeki Yüksek Gerilim 3 93
1 08-1 Mezar Taşına Yazıt Örnekleri 400
1 0 8-2 El İçine Çıkacak Yüzü Kalmamak 401
1 09-1 Japonluk D uygusu: Fıkradaki Saklı Gerçek 405
1 09-2 Fukuzava Yukiçi'nin Moral Eğitim Yasası 407
1 17 Herkes Bana 'Hocam' D iyor, Ama Ben . . . 424
119 Okuyucuma: Söz Sonu! 431

442
EK 4

124. RESiMLER

Resim
(§/Sıra) Altlık Sayfa
19 Tok yo Kent Merkezi 46
20 Japonya: Kendini Merkeze Koyan Japonlar 51
21-1 Tsukunıo Adalarından Manzara 53
2 1 -2 Sansui : Dağ+Su: Manzara 54
22 Kiku: Krizantem 56
23-1 Telefon Kulübesindeki Japonya 60
23-2 Su Ekini: Akua Kültür, Yapay İnci Üretimi 60
25- 1 Cônıon Çanağı 63
25-2 Yayoi ( Çeltik) Çanak-Çömleği 65
25-3 Kohım Mezarı, Anahtar Mezar 67
25-4 Kohun Mezarlardan Çıkan Haniva'lar 67
26-1 İse'de A materasu Cingit'su 68
26-2 İse'deki Eski ve Yeni Cingıt'lar 68
26-3 Pagoda: Buda Kulesi 69
2 6-4 Şôsôin: En Yaşlı Ahşap Yapı: Hazine Binası 69
26-5 Daibutsu (Büyük Buda Mabedi) 70
2 6-6 Gakkô Bosatsu: Bilge, Barışçı ve Mutlu Buda 71
26-7 Minamoto-no Yoritomo Portresi 71
26-8 Kanıakura'daki " Büyük Buda " (Daibutsu) 72
26-9 Altın Köşk: Kinkakuci Mabedi 73
26-1 o Kiyoto'nun Ünlü Kapıları 75
30 Matsuri: Geleneksel Bayram Hazırlığı 86
32-1 PTT Kanalları Bakımı: Roppongi/Tokyo 92
32-2 Okayama Kenti Kapalı Çarşısı 93
33-1 Tebessümler D iyarı'ndan Seçmeler 95

443
ON İKİ - FKLFR

Resim
(§/Sıra) Altlık Sayfa
33-2 Okul Dönüşü Otobüste Uyuyan Liseli 97
34 Japon Hamamı 99
35-1 Ç a y Sıcak Olmalı 1 02
35-2 Sofra D üzeni: Bir Dağevinde 1 02
35-3 Çağdaş Sofra D üzeni 1 02
38 Paçinko: Elektronik Dinlenme Teknolojisi 1 12
40 İse Körfezi'ndeki Kayalıklar: Şimenava ve Amaterasu 1 22
41 İtsukuşima Dergahı (Miyacima Adası) 1 24
42-1 Çocukların İlk Dergah Ziyareti 1 29
42-2 Oğlanlar Günü: 5 Mayıs, Tango-na Sekku 1 30
45 Gençlerin Mutluluk Ayini: Saidici Tapınağı 139
47 İse Ziyareti 1 45
48-1 Yol Tanrısı: Cizô Bosatsu 150
48-2 Japon Mezarı: Buda Geleneğinde 150
48-3 Buda Dolabı: Japon Evinde Butsudan 151
49-1 Pirinç Ekimi 1 54
49-2 Kiraz Baharı: Sakura 156
49-3 K aratsu'da Yol Kenarı Şinto " Mescid" i 157
51-1 Posta Pulundaki Gelinlik Kız 1 64
5 1 -2 Kinkofu: Şiirden Esinlenmiş Resim 1 65
5 1 -3 Samuray'ın Savaş Giysileri 1 65
5 1 -4 Ahşap Kafes: Nagahama Ryokanı'nda Bölme 166
52-1 Bir Vazo: Ninsei Usta'nın Kiyoto'ya Armağanı 167
52-2 Şigaraki: Çarpık ve Kaba bir Yuhaku Çanak 168
53-1 B ü y ü k Yazı Ustasıyla Küçük Öğrencileri 169
53-2 Bambu'nun Zen'i Olmak ! Ne demek ? 169
53-3 Tarımcı TSUÇİYA'nın Ot Biçen Köylüleri (XVIII yy) 1 70
53-4 Hokusay'ın Dalgalar Altındaki Fuci Dağı 1 71
53-5 S ÔTATSU'nun Geyikleri ve K ÔETSU'nun Yazısı 1 71
54-1 Sukiya: Çayevi 1 74
54-2 Çay Görgü Eğitimi 1 75
55-1 Eklenerek Büyüyen Paravan Resim 1 76
55-2 K Ô RİN Ogata'nın Erik Ağacı 1 77
55-3 Şono'da Yağmur (Hiroşige) 1 79
55-4 Güneşli Havada Fuci Dağı 1 79
56-1 D üzlük Bahçesi: Ritsurin Kôen, Takamatsu 181
5 6-2 Kare-Sansui: Susuz Manzara: Nanzenci Tapınağı 1 82
5 6-3 Katsura Kasrı Bahçesi: Kiyôto, XVII yy 1 85
57-1 Japon Evinin İçi: Kağıt ve Tatami Birliği 186

444
� 1 24 RFSIMLFR

Resim
(§/Sıra) Altlık Sayfa
57-2 Geleneksel Evde Modern Lokanta 1 87
57-3 Yapı - Çevre Birliği: Mimar Çizimi 188
57-4 Çağdaş İmparatorluk Sarayı: Tören Binası 189
57-5 Ulusal Tiyatro: Kz. Şoşoin Resim 26-4 1 90
57-6 Miyako Odori: Mevsimler Tiyatrosu 1 90
57-7 Beylik Hisarı, Himeci 1 93
57-8 Beylik Hisarı, H imeci 1 93
59 Yaşlı Ağaca Saygı: Doğaya, Tarihe, Topluma Saygıdır 201
62 E v Girişi: Genkan 216
63 Çeltik Tarlasında Zen Mabedi 221
67-1 Yaşlı Köy Korucusuna Saygı 233
67-2 Ebisu: Yedi Tal i h Tanrısından Biri 233
67-3 Sokakta Sakura Sofrası 233
67-4 Çeşitlilik ve Birlik 235
73 Pedallı S u Dolabı: Ayaklı Tulumba 258
76 Şinden Yerleşmesi: Dağ-Ova Arakesitinde 271
77 Ô mote Sandô Bulvarı: Gençlere Açılan Alanlar 274
80-1 Kanci Yazısının Evrimi 285
80-2 " Eğiti m " Yazan Öğrenci ve " Eğiti m " 285
86 Üçlü Tomoe S imgesi : Siyah-Beyaz ve Renkli 306
91-1 Onbu: Baba Sırtındaki Bebek 321
9 1 -2 Onbu: Anne Sırtındaki Bebek 322
9 1 -3 Ofuro: Günlük Mutluluk ( Banyo) Saati 322
9 1 -4 Vakô Rumiko: İki Yaşındaki Öğrenci 323
9 1 -5 Kanazava Bunko'da Bebek Sergisi 323
93-1 İlkokula Başlayan Çocuklar ve Anneleri 331
93-2 Çocuklar Okumayı Söküyor 33 1
94 Üniformalı Kız Öğrenciler: Tramvay Durağında 332
96 Eği ti m Annesi Çocuğunu Eve Götürüyor 342
98-1 Origami: Kağıt K ıvırma Sanatı 347
98-2 Güzellik: Görebildiğiniz Her Yerde 348
9 8 -3 Uluslararası Japon Evi Bahçesi 348
98-4 Sevgili Hocanın Dul Eşine Başsağlığı Ziyareti 350
99 Ô saka Ulusal Halkbilimi M üzesi 354
1 02 Çiçibu'da Oynayan Çocuklar 3 75
1 05 Altın Köşk Bahçesi 3 92
109 FUKUZAVA Yukiçi: Çağdaşlık B i lgesi 403
1 10 Değişmeyen Fırça Geleneği 412
1 1 3-1 Mezarlıktaki Saksofoncu 418

445
ON i K İ - EKLER

Resim
(§ /Sıra) Altlık Sayfa
1 1 3-2 Sumo Güreş i : Güce Karşı Teknik 419
1 1 9-1 Değişen Giysiler, D eğişmeyen G ü lücükler 426
1 1 9-2 Orişiyama Korusunda Köprü 429

446
EK 5

125. Ş E K i L L E R , Ç İ Z i M L E R - G RAFİ K L E R

Şekil
(§/Sıra) A ltlık Sayfa
01 Japonların Te-Ta ktiği (Savaş'ta ) 22
23-1 Nüfus Yapısında D eğişim: 1 93 5-75 59
23-2 Nüfus Yapısında Değişim: 1 93 5-75 59
3 1 -1 Tokyo K e n t Merkezi : Çiyoda-ku 87
3 1 -2 Dep!ıto: Merkez - Çevre Kavşağı 89
57-72 Tatam i Döşeme Boyutları ve Büyüme Kuralı 1 92
60- 1 En Küçük Komşuluk Birimi 207
61-1 Japon A il esi 211
6 1 -2 Geleneksel Aile ve Akrabalık Grupları 213
6 1 -3 İye ( Hane) Türleri 214
63-1 Akrabal ı k Terimleri 219
63-2 VAK Ô Ailesinde Dôzoku 222
67- 1 Yaş - Kıdem Katmanları 23 1
67-2 Top lumsal Hareketlilik 232
70 Aylık Yen Geliri Nereye Gidiyor? 248
71 Nüfus D ağılı mı ( Kesimler) : 1 950-75 250
75-1 A riyake Körfezi'nde Balık Avcılığı 267
75-2 Su Borusu ve Plastikten Yapılmış Sera 268
76 Toprak Dağılımı: JAPONYA ve Hokkaido Adası 272
88 Renklerin D i l i : Yer-Gök-Umut Güvercini 310
92 Ulusal Eğitim Sistemi Şeması 326
99 Ô saka Müzesi Örgütlenme Şeması 353
1 04 Düşey, Yatay ve D airesel İlişkiler 386
1 08 - 1 Kadın İntiharları (Seçilmiş Ülkelerde) 399
1 08-2 Okul Çağı Öğrenci İntiharları 399
111 D üşey ve Yataylıkların Sürekliliği: JAPONYA 414

447
EK 6

126. M ET i N D E K İ TAB LO LAR

Tablo
(§/Sıra) Başlık Sayfa
09-1 Türkçeye Benzemeyen Ünsüzler 31
09-2 Türkçeden Doğru Japoncaya 31
11 Japon Araştırmalarında Artışlar 39
23-1 Toprakların Dağılım Y üzdeleri 58
23-2 Tarımsal Nüfus Yoğunluğu (Seçilmiş Ülkelerde) 61
25 Japon Tarihinin Başlıca Dönemleri 66
35 Et Üretimi: 1 978 101
42- 1 Yıllar, Burçlar ve Saatler 1 25
42-2 Ay Adları ve Anlamları 126
42-3 Mevsimler ve Mevsimcikler 127
42-4 Ulusal ( Resmi) Tatil Günleri 1 29
42-5 Sayılı Günler (Anımsanması Kolay Hatırlanan ) 1 30
47 İnsan ile Karni Arasındaki Giri 1 44
48 Budizmin İ lkeleri 1 47
49-1 D in ler-Dindarlar: 1 978 1 52
49-2 Japon Dini: 1 973 Araştırması 1 52
49-3 Japonların Dini: 1 9 73 1 53
49-4 Ölümden Sonra Ne Var ? N'olacak 1 55
51-1 Güzellik Sıfatları - Tatları 1 63
5 1 -2 Güzellik Adları 1 64
56 Bahçeler - Manzaralar - Saksılar 1 83
57 Tatami D öşeme Boyları, Boyutları 1 92
69 Gençler v e Toplum 24 1
70-1 Kişi Başına Milli Gelirin Yüksek Olduğu Ülkeler 246
70-2 Aylık Yen Geliri Nerelere Gidiyor? ( 1 98 9 ) 247

448
� 1 26 M ET İ N D F K İ Tı\ llLOL:\R

Tablo
(VSıra) Baş!tk Sayfa
71-1 Ekonomik Kesi mlerin Milli Geli re Katkısı 249
7 1 -2 Endüstrinin Dışalıma Bağım lı lığı 249
7 1 -3 Bütçe - D ışalım - Dışsatım Kalemleri 251
7 1 -4 Kişi Başın a Enerj i Tüketimi 251
7 1 -5 Enerj i Türleri: Tüketim Payları 252
7 1 -6 Köm ür Ü retimi ve Tüketimi 252
71 -7 Elektrik Ü retimi: 1 960-1 976 253
74-1 Çel tik Üreten Ülkelerde Verim Karşılaştırması 261
74-2 Çeltik - Tahıl ve Tarım: Verim Karşılaştırması 261
74-3 Tarı mda Rotasyon: Ürünler 262
76 Tarı m Topraklarının Büyüklüğü ve Dağılımı 270
78- 1 Budist Ta pınağının Yıllık Bütçesi ve Toprak Vergisi 276
78-2 Kamu Personelinin Yarıyıl İkramiyeleri ( Üst D üzey) 276
80-1 HİR A GA NA ( El yazısı) Heceleri 285
80-2 KATAKANA ( Matbaa) Heceleri 285
82 Kişisel Adıllar ( Zamirler) 291
83-1 Yen i Kitap v e Yay ınların Dökümü ( 1 978 ) 294
83-2 Kitle H aberleşmesine Ayrılan Zaman 295
84-1 Radyo-TV ve Röle İstasyonları 298
84-2 Radyo-TV: Ulusal Programları 298
86 Doğu ve Batı Düşünceleri : Bir Karşılaştırma Denemesi 3 05
90-1 Okullaşma Yüzdeleri 319
90-2 Yönetim lerin Eğitim Giderlerine Katılma Payları 319
92 Öğrenci/Öğretmen Oranları 328
94 Haftal ı k Ders Saatleri 3 .J" .J"
95-1 Lisede Öğretim Programları ( Kolları) 338
95-2 Lisede Ders ve Kredi Saatleri 338
96 Fa kültede Öğrencilerin Fakültelere D ağılışı: 1 977 341
97 Özel Eğitim Kurumları 344
99-1 Ô saka Müzesi Yapı Alanları 352
99-2 Ô saka M üzesi Personeli 352
1 02-1 Çocuklara Verilen Ceza lar 3 77
1 02-2 Çocuklar En Çok Kimlerden Çekiniyor? 379
103 Çocuk la rda Başarı, Kazanma Güdüsü: Seçilmiş Ülkeler 380
1 04-1 "İnsanın D oğası " Sorgulaması 383
1 04-2 İnsan - D oğa İlişkisi: Nasıl Olmal ı ? ( 1 953-68 ) 384
1 04-3 Geçm işe ve Geleceğe ( Zaman) Yönelme Eğilimi 385
1 07 Batı Gözüyle Japon Romanından Seçmeler 397
108 Yıllık Suçlar ve Tutuklamalar 398

449
EK 7

127. M ETİ N D E G E Ç E N J A P O N CA S Ö Z V E S Ö Z C Ü K L E R (SÖZ L Ü G Ü )

Amae: Kişilerin birine, birbirine bağımlı olma ( dayanma-güvenme)


eğilimi
Amaterasu / O m i ka m i : Tanrıça Güneş
Aniki b u n : Ağa bey
Arita: Seramik yapmaya elverişli k i l iyle ünlü yöre
Asa h i (şi m b u n) : Ünlü bir gazete
Asakusa: Tokyo'nun en eski tapınaklar, tiyatrolar, eğlenceler, spor ve
çarşı-pazar mahallesi
Aşikaga: MS 1 3 3 3 - 1 573 (Muromaçi k ü ltürü) dönemi
Avabi: Tek kabuklu bir tür midye
Avidya: Budizmin eğitmeye çalıştığı cahillik: Pracna'nın karşıtı .
Ayn u : Hokkaidô Adası'nda yaşayan beyaz tenli, avcı-balıkçılar
Aysatsu: Selamlaşma ( Merhaba )

Baiu: Erik (yaz, bahar) yağmuru, mevsimciği


B a m b u : Bambu, ulusal ağaç, esneklik, ahlak simgesi
Bam butsu: " Her bir şeyler " ( Doğa)
Bentô: Kutuda hazırlanmış yemek ( paketi), kumanya
Bizen: Bir tür çay fincanı (seramik cinsi) , yapıldığı yer (il)
Bonsay: Saksıda küçük (cüce) ağaç yetiştirm e sanatı, tekniği
Bonseki: Taş oymacılığı, minyatür bahçede kullanılan doğal taşlar
Bun: Bilgi, sanat, k ültür, edebiyat, kültürel miras, kalıt gibi askerlik ve
savaşla ilgili olmayan bütün bilimler
B u ngo-tai: Geleneksel Edebiyat ( " Diva n " ) gibi günlük konuşma
dilinden farklı olan yazı, sanat dili
B u n ka : Kültür, sanat, yüksek kültür _

B u n ka / Cinruigaku: Kültür antropoloj isi (sosyal antropoloj i )


B u n ke: Dôzoku'da Honke'den ayrılmış d a l aile
B u n kyô: Eğitim, öğrenim-öğretim süreci

450
§ 1 2 7 :-. ! ETiNDE GEÇEN J A PONCA SÜZ VE SÜ7C :ÜKLFR

B u n kyô- ku : Eğitim mahal lesi (Tokyo)


B u n m e i : Uygarlık, evrensel kültür
B u n raku: Kukla Tiyatrosu
B u ra k u : Köyden ki.i çük yerleşme, 50 hane, oaza, oba, mezra
B u ra ku m i n : Eta, özel, kast - dışı köylü, parya
B u reikô: Hep birlikte gülmek, eğlenmek, içki sohbeti
Butsu : Buda (Buddha) kavramını veren kök, birleşik sözlerde
Buts u d a n : Buda rafı, dolabı, mihrabı, evlerdeki kutsa l dua köşesi

Can-ken-pon: Kağıt-makas-taş oyunu


C i m m u ten n ô : Ama terasu'nun torunu, Niningi'nin toru nu, Japon
Birliği'ni k uran efsane imparator
Cinca: Genel anlamda yöresel türbe, kutsal ziyaret yeri, dergah, tekke,
büyük ve güçli.i kişilerin (kami) kapısı
CingO: Bi.i yük Ş intô anıtları, Anıtka bir, dergah, kutsal ziyaret
Cingis Kan: ( Cengiz Han ) koyun pirzolası yemeği, keba b
Cisets u : Mevsimler, mevsimcikler ( Bkz. Tablo 42-2 )
Citô: Beylik ( feodalite) döneminde ayan
CiyO : Özgürlük, h ü rriyet ( sorumsuzluk, bencillik değil)
Cizô-bosats u : Yol boyu tanrısı (yolcu, halk ve çocukların koruyucusu )
C ô m o n : MÖ 900 - MÖ 300 arasındaki tarih-kültür dönemi
Côruri: Bımrakıı (kukla) oyununu yöneten usta sanatçı
Coşi: İşyeri yöneticisi, patron, müdür
Cuban: Fundoşi üstüne giyilen tören ( bayram) önlüğü, mintan
CQnişi: Çin Burçları (Tablo 42- 1 )
C u n p Q-bizo ku: Soy l u (esk i ) töreler, Konfüçyus ahlakı, görgülü davranış
Cuso-şintô: Çok katlı ( yönlü) inanç (Japonların birden çok dine,
tarikata girebil mesi olgusu)

Çaci n : Çay ( töreni ) ustası ( öğretmeni), görgülü kişi, efendi


Çanoyu: Çay töreni, görgü eğitimi, dostlar sohbeti, meclisi
Çaşits u : Çayhane, çayevi, çay içme yeri, odası, köşesi
Çava n : Çay fincanı , seramik, her türl ü çukur porselen, kase, kapkacak
Çiçib u : Tokyo dolayında kutsal bir ziyaret merkezi
Çikubuşima: Biva Gölü'ndeki kutsal ziyaretler (tapınaklar) adası
Çiraşi-suşi: Pişirilmemiş yemek, etli-sebzeli, salatalı, balıklı, mantarlı-
yumurtalı çiğ yemek
Çiyoda-ku : Tokyo'nun merkezi ( " Binçağlar" Mahallesi)
Çôçosan : " Kelebek Hanım " (Puccin i'nin Madam Butterfly Operası)
ÇôcQ-giga: Resimli, gülmeceli hayvan öyküleri (Wa lt D isney çizgisi
türünde) Ortaçağ sanatı

45 1
ON İ K i - EK LER

Ç Q : Kiş i ler arasında, kişisel i lişkilerde bağlıl ık , vefa, sadakat, on


borcunun tükenmezi iği ilkesi
Ç Q b u : Doğu (Tokyo) ile Batı ( Kiyorn) arasındaki sınır bölgesi
Çuô-ku: Doğu (merlwz) Tokyo Mahallesi (Ginza 'nm doğusu)

Daibutsu: En büyük Buda Anıtı, Nara ve Kamakura'da, 4,8 m'den


daha yüksek olan Buda yontuları
Daimyô: Yöre! beyi, küçük derebey ( sipahi)
Dançi: Kon ut şirketlerince yapı lıp işletilen k iralık küçük konutlar
Dantai: Bir grup insan, hemşeri, aynı aile veya kurumdan k işiler
Demae: Üst üste konmuş tepsi ler içinde lokantadan, mutfaktan dışarıya
geleneksel yemek taşıma servisi
Depato : İngiliz Department Store'den bozma " büyük mağaza "
D iet (kokkai) : Japon Parlamentosu, M i llet Meclisi
D ô : Yol, mezhep tarikat, meslek, hoby, kişinin kendisini bir yola
( davaya, spora, sanata) adaması geleneği
Dôryô: İşyeri arkadaşı, iş arkadaşı, meslektaş
Dôto k u : Hakka-hukuka değil de sorumluluğa ( töreye) dayal ı Japon
ahlakı, Kôşi adlı Çin filozofunca kurulmuş
Dôzoku: Geleneksel a ile-akrabal ı k , soy sop d üzeni

Edo: Eski Tokyo ( Beylik) Dönemi, Tokugava ( 1 6 0 3 - 1 867), Tok ugava


Beylerbeyliği'nin başkenti
Edokko: Bey l i k Dönemi'nin Tokyolusu, Tok yo'nun yerlisi, eskisi
Emakimono: Rulo edilmiş kağıt gibi, bir yandan açılırken öte yandan
sarılabilen sürekli resim, ( resimli yatay öykü)
Engava: Geleneksel konut ve tapınakların ö n cephesindeki üstü kapalı
balkon, teras
Enge i : Minyatür ölçekte küçük çiçek, ağaç ve sebze yetiştirme
Eta: Sosyal sınıf ve kastların en altı, parya
Eta-h i n i n : Eta (cellatlar) sınıfı, Parya kastı
Ezo : Hokkaidô Adası'nda yaşayan Aynu'ların eski yurdu

Fuci San: Fuci Dağı, ülkedeki en yüksek ve ü n l ü yanardağ


Fucivara: Heian döneminde güçlenen, X-XII. yy'da i ktidara gelen soyl u
a i le
Fud e : Yazı, resi m , mürekkep fırçası
Fudô m iyôo : Narita Dağı'ndaki güçlü tanrı ( Budizmi koruyan Ateş Tanrısı)
Fu kei : Aile başkan veki l i , veli, babasoyu
Funadome: Akran örgütlerinde halat bağlam a töresi ( denize, balığa
çıkma yasağı)

452
§ 1 27 MFTINDF Gl'ÇFN Jı\PONC\ SÜZ VF S0ZCÜKLER

Fu ndoşi: Erkeklerin edep yerlerin i örten, törensel bir kasık bağı


FOri n : Rüzgar ç ıngırağı ( duyulan zil sesiyle sanki rüzgar ya da serinlik
varmış yanılsaması)
Furoşiki: Bohça, mor-eflatun-leylak renginde, bez, kağıt, torba, çıkın,
hamam bohçası
Furu-sato : Memleket, yurt, ev (ana yemeğ i )
Fusuma-sugito: Kağıt v e ahşaptan yapılmış, kapı g i b i hafif, sürme, bölme
Futam igau ra : İse tapınağında Amaterasu'nun ( Güneş) doğuşunun
izlend iği kaya lık manzara ve dua yeri

Gan baru: Kişinin en başarı lı denemesi


Gayci n : Ya bancı, barbar, dışarlıklı, Japonca bilmeyen kişi, yaban
Geicuts u : Sanat, meslek, beceri, sanatçılık
Genci / Monogatari: Genci öyküleri (Heian dönemi ) klasik çağ saray
romanı
Genkan: Yapının asıl girişi, antre, kapı, içle dışı ayıran yer, sofa, sınır
Geta: Nalın
Geyşa: Kadınlık sanatı, sanatçısı
G ifto: (İngilizce Gift'den ) hediye, armağan
Gige i : Sanat, meslek, beceri
G i n kaku j i : Gümüş köşk, eskiden "Cişôci " olarak da biliniyord u
Ginza: Para, para pazarı, Tokyo çarşısı, gümüş para darphanesi
G i ri : Yabancıya ( topluma) karşı görev duygusu
Gohan : Haşlanmış p irinç, ana yemek, doyurucu besin
Gôşi n : Beylik dönemindeki Şôen 'den gel işmiş bir tür yerleşme, köye
yerleşmiş, çiftçilik yapan samuray

Haci: Mahçup olma, utanma, küçük düşme korkusu


Hacimaki: Alna sarılan mendil, istenç, eylem, kararlılık simgesi " G iden
şehit kalan gazi" simgesi, (ya hep ya hiç)
H a c i m a n : Bir savaş tanrısına adanmış, Şintô D ergahı
Hakone: Tôkaidô kıyı yolu üzerinde ulusal park, eğlence ve dinlence yeri
H a ko-n iva: Tepsi büyüklüğünde bahçe modeli ( ba hçenin ölçekl i
maketi)ni yapma sanatı
Hanabi: Hava fişeği, yıldız fişeği (Bayra m geceleri atılan mayta p)
H ana-fu d a : Dört mevsimlik çiçek, çiçek resimli oyun kağıdı
H a n iva: J<ohım ( büyük hüyük) mezarlardan çıkan, pişmiş topraktan
yapılmış figüranlar ( i nsan ve nesneler)
H a p p i : Berber ve d işçi gömleğine benzeyen bir tür iş önlüğü
H ara: Karın, bağır, göbek (Kutu 1 02-4), kişilik merkezi, can daman,
y ürek, gönül

453
ON İ K i - lcK L FR

Haragei: Birinin için i ( ruhunu) okuma yeteneği, sanatı


H a ra-kiri : Hara'nın kesilmesi, kişinin kend i n i öldürmesi, Bkz. Seppuku
H arusame: İnce saydam şehriyeden " bahar yağm u ru " yemeği
H ay: Evet, peki, olur, alo, efendim, hemen, hayhay
Hayku : On yedi ( 1 7) hecelik geleneksel şiir biçimi ( 5-7-5 )
Heia n : Budizmin özümsendiği (Japonlaştırıldığı) klasik çağ ( MS 794-
1 1 85 )
H e i ke monagatari: Heike ailesi nin acıklı öyküsü, trajik roman, dram
H e i m i n : Meici döneminde avam, ( halk) sınıfı, tabakası
H e n n a gayc i n : Garip yabancı, Japon gibi yaşayan, Japon dil ve töresini
bilen, seven, an layan ve uygu layan ender, garip, tuhaf yabancı
H i biya: Tokyo merkezinde bir semt ve park
H icutsu : Gizli sanat, sanat ve meslek sırrı, işin püf noktası
H igan b a n a : Baharda açan kırmızı bir çiçek
H i kari: Şinkaıısen yolunda işletilen " Iş ı k " gibi ( hızl ı ) tren
H i n a mats u ri : Kızlar Bayramı, 3 Mart
H i n o maru / Bentô: Bayrak, yemek, haşlanmış pirinç ortasında ren kli
bir parça turşu, ulusun ( fakir) yemeği ( " fasulyeli pilav" )
H i ragana : Yuvarlak (sesçil) hece yazısı, el yazısı
H i ra-niva: D üzlü k yeri, ova ( beylik ) ba hçesi
H irune: İkindi uykusu (siesta), sıcak-nemli yaz günlerinde dinlenme saati,
uykusu
H itoga m i : Kişisel, bireysel bir tanrı
H iyam ugi : Hıyarlı, buzlu, yaz şehriyesi yemeği
H izen : Çavan ( seramik ve çay) sanatıyla ünlü bir bölge ( Okayama İli'nde)
H ô c ô : Kamakura ( Ortaçağ) döneminde güçlü bir yönetici aile
H o i ku-en: Günlük bakım ( kreş) yeri, bebek yuvası
H okkaid ô: Dört büyük adanın en kuzeydeki, n ü fus yoğunluğu düşük,
hayvancılık ve orman bölgesi, eski Ayım yurdu, ülkesi
H o n d a : D ünyaca ünlü otomotiv sanayii
Honke: Kök a ile, hane (Dôzoku'da)
Honşu: Dört büyük adanın en büyüğü ( Fran sızcası Hande)
H ô ryuci: Çin-Kore geleneğinde ilk Buda tapınağı, Nara
H oteru: Otel, motel

İ kebana: Çiçek düzenleme sanatı ( Bkz. Ta blo 5 6- 1 )


İ n a ri : Hasat ( bolluk) töreni, tanrısı, dansı
İsso-hiyakutay: Günlük, gerçekçi, toplumcu, eleştirici resim sanatı
İsuzu (ırmağı) : Ise tapınağına (Cingü) adın ı veren k utsal ırmak
İşidô rô: Taştan ( fener) oyma sanatı
İ ş i n : Devrim, yenileşme; (Meici İşin: Meici Yen ileşmesi )
İşşi-zanriyu: Büyük oğulun babanın yerini a lıp soyu sürdürmesi

454
\; 1 27 ivl FTl>"DF c ; l'C,TN .Jı\l'ONC:\ S()Z VF SÖZC0 K l .Fll

İye: Aile, soysop, işyeri topluluğu (ev bazen tarikat)


İzanagi-izan a m i : Kardeşler, Ameterasu'dan önceki kutsal varlıklar
İzu m o (ü l kesi) : Mitolojideki ilk Japon ü lkesi, Ta nrılar dil indeki Ja ponya

Kabuki : Müzik, oyun, beceri, sahne sanatları ( Bkz. Kuru 5 8- 1 )


Kaçô: Aile, hane-başkanı
Kah G : Aile töresi, geleneği
Kakem ono: Asıınlık (dik, d üşey) resi m
Kalpis: Ayran+liınonata tadında si.itten yapı lmış b i r yaz içkisi
Kamakura : Ortaçağ (MS 1 1 85 - 1 3 3 3 ) başlangıcı, başkentin K iyôto'dan
Kamak ura 'ya taşındığı dönem
Karn i : Tanrı, üstün varl ık, insan ata, kutsal varlık
Karni-dana: Tanrı dolabı, mihrap, evdeki dua ( k utsal ata ) k öşesi
Kam i - H otoke: Tanrı Buda
l<a m i - kaze: Tanrı Rüzgarı, (Japonya'yı düşmandan koruyan güç)
Karn i -kiri : Makasçı, makas ustası, makasdar ( Meddah'ta )
l<a mi-vaza: Tanrı gibi, tanrısal davranı ş
Kan ci (khanji) : Ç i n (Hanlık) yazısı, Hanca
Kandô: Aile töresine uymayan kişiyi kütükten silme töresi
Kanpaku: Şôgım'lardan önce, imparator adına ülkeyi yöneten baş
Kansai: Tokyo'ya göre Batı (Kiyoto-Kobe- Ô saka) yöresi
Kantô : Tokyo Ovası, düzlüğü, bölgesi, yöresi, çevresi
Kao: Yüz
Kao m e n : Yüz maskesi
Kara ke : Sulu tarım (çeltik ) bölgesinde, kuru tarım uygulaması
Kare: Kuru, k a ra toprak, susuz
Kare sansui : Kuru (susuz) bahçe, k um-kaya, çakıl bahçesi
Karuizava : Kanrô Ovası kuzeyinde, zenginlerin yazlık yaylası
Karun a : Coşkulu, tutkulu, sevgi, aşk
Kasu migaseki: Tokyo'nun Bakanlıklar Mahallesi
Kata ka n a : Sesçil Japon hecelerinin kitaplık (köşel i ) biçimleri
Kats u ra : Erguva n ağacı
Katsura (kasrı) : Kiyôto'daki ünlü sanat yapısı ve bahçesi
Kazok u : Meici dönemi soyl uları (eski yasa lara göre)
Kazoku seido: Aile sistemi, soylula rın geleneksel aile düzeni
Kecime: Kutsa l olanla olmayanı, kamusal olanla kişiseli ayıran
Keigo : Birisini çağırma, seslenme, ( hey! )
Keisei: Bir Depiıto ve özel demiryolu işletmesi
Ken d ô : Geleneksel k ı l ıç kullanma yeteneği, sanatı, sporu
Kiku: Krizantem, kasımpatı, İmparator Ailesinin simgesi
Kimigayo : Japon Ulusal Marşı
Kimono: Geleneksel uzun giysi, kaftan

455
ON İ K i - EKLER

Kinkakuçi: Kiyôto'daki ünlü "Altın Köş k " Dergahı


Kinki: Eski Yamata ( Ô saka, Kiyôto ve Nara ) yöresi
Ki ntetsu : Özel bir demiryolu ( banliyö) işletmesi
KiyQ cits u : Ulusal dinlence ( tatil) günleri ( Bkz. Ta blo 42-5,6 )
KiyQ ş Q : Dört büyük adanın e n tarihi ( Çin'e, Kore'ye e n yakın) olanı
Kociki: Kuruluş ( ya radılış) söylencesi, destanı, sözlü kaynaklardan MS
7 1 2'de derlenmiş; en eski kütük
Kôcin sama: Mutfak efendisi (tanrı), ocak tanrısı
Kocuto: Görümce, küçük kaynana
Kôça: Koyu ( kırmızı ) çay
Kôfu ku : Mutluluk
Ko h u n (kofu n) : MS 3 00-600 arasındaki büyük taş (hüyük) meza rlar,
" Atlı-göçebeler" dönemi
Kôka-şu n c u : 1 8 . yy'da yazılmış resimli köy-tarım takvimi
Kôkişin no / Kata m a ri : Merak kutusu (olumlu anlamda), araştıran,
öğrenen kişi
Kokoro : Japon (Ulusal) Ruhu
Ko ku: On tenekelik bir tahıl ölçeği ( 1 80 litre )
Kô: Sanatçılar, zanaatçılar
Kô k u m i : Eşit-ortakçı, demokratik aile ( toplum) düzeni
Kon n içi-va: Merhaba, iyi günler
Kon nyaku: Paça, bakla gibi donan jelatinli bir besin
Kôraku-en : Okayama'da güzell iğiyle ünlü bahçe
Kotats u : Japon tandırı, yer mangalı, kömür maltızı
" Kotoşimo-yoroşiku": B u yıl da beni hep koru, koruyucu ilgini esirgeme
Ku n reişiki: Japon dilinin Latin alfabesiyle yazılması kuralları
Kuro ko : Bımrakıı ( k ukla ) tiyatrosunu oynatan kara cü bbeliler
Ku rirutayu : Altay tarihçilerinin yıllık, bilim-tartışma kuru ltayı

Madoka: Çember, daire, kusursuzl uk, m ükemmel lik


M agatam a : Amaterasu'nun torunu Niningi'ye verdiği virgü l biçiminde
kutsal taş
M a n : Çok, on bin, güçlü
Manga : Çizgi roman
M a nyôşO: En eski ( i l k ) şiir antoloj isi
Maru: Yuvarlak, gemi, vapur, tekne, deniz aracı, kusursuzluk
Marunouçi: D i reklerarası, Tokyo merkezindeki banka ve şirketler
Matsuri: Şintô geleneğinde "Tanrı Çağırma " günü, bayramı
Meguro : Tokyo'nun bir mahallesi, kentçiği
Meici: Çağdaşlaşma devrimi (dönem i ) , 1 8 6 7- 1 9 1 2 ( 1 945)
Meişi: Kimlik kartı verip tanışmak
Mentsu: Kişinin el içine çıkacak yüzü (şerefi ) olması

456
� 1 2 7 \ I FTl'.\J J ) J·: C I·:cy>J .J A PONCA SOZ \T SÖZCUKLFR

Meotoiva: Kutsal a ile-toplum bağı, Futa migaura kıyısındaki kayalıklar


Meuye-meşita: Gözden yukarı ve aşağı, kişinin üst ve astını bilmesi
M i kado: Büyük kapı ( impara tor) ülkesi, Japonya ( " Ba b-ı Ali " )
M i koşi: Şintô tanrılarının taşın ır boyda, türbe ma ketleri
M i n a m oto: Heian döneminde iktida ra ortak olan aile
Minato-ku: Tokyo limanı ( ulaşım) mahallesi
M ingei : Halk (el ) sana tları
Miso şiru : Fasulye ezmesi ( unu) çorbası
M izuşôbai: Su tica reti, gece eğlencesi , gazinoculuk
Mizuya : Çay yapma tezgahı, çayevinin yanı, çay ocağı
Mombuşo: Eği ti m / Kü ltür-Bilim Bakanlığı
M o m m e : 4-5 gr'lık eski bir ağırlık ölçüsü ( d irhem )
Momoya m a : Geleneksel Japon sanatlarının hızlı gelişmeler gösterdiği
" Şeftali Dağı " dönemi ( 1 5 73 - 1 6 1 5 )
Monono avare: " Doğa'nın hüznü " gibi bir güzellik anlayışı, duygusu
Monze n : Tapına k ( kutsal) kasaba yerleşmesi
Mucô: Gelip-geçici l i k (geldik gidiyoruz), fan i l i k duygusu
M ugiça: Soğuk içilen arpa (yaz) çayı
M u ra : Köy, muhtarlık, tarım yerleşmesi
M u romaçi: Japon sanatının ( 1 3 92 - 1 5 73 ) Zen dönemi
Musaş i n o : Tokyo batısındaki ünlü yeşil yayla
M utsuğorô: Kum i çinde avlanan bir tür dip ba lığı
M u ş i n : Akıldışılık, ölüme hazır olma d urumu, serdengeçtilik

Nanga: Çin geleneğinde aydın, seçkin kişi resimleri


N a ra (dönemi) : MS 7 1 0-794, başkentin Nara 'da bulunduğu dönem
N avan oren : İçk ili lokanta, Nava 'dan yapılmış ( " boncuklu " ) perde
N e h a n : Nirvana ( Bu dizmin mutlu h içliği 'nin Japoncası )
N e m b utsu: Arınmış bir dünya mezhebi, ideali, inancı, tasavvuf
Ne nre i : Öneml i yaş, gelişme, aşama günleri, törenleri ( Bkz. Tablo 42-4 )
N i han / (Nippon) : Japonya, Ta nyeri, Japon Toplumu ( Devleti )
N i han baş i : Japon Köprüsü, bütün yolların başladığı köprü
N i h an b u n ka : Japon Kültürü
N ih o ngi: İlk Japon Ta rihi, MS 720'den yazılmış
N ihongo: Japonca, Japon dili
N ih a n şaki: Nihongi, İlk Japon Ta rihi
N ih a n şiki: (Nipponteki} Japon töresi, d la Japon, Japon stili
N i kko: Tokugava İeyasu'nun Anıtkabiri'nin bul unduğu yer
N i ncô: İntikam, k a n davası, öldürme tutkusu
N i n ingi : Amaterasu'nun torunu
N ôtu : Köylü, rençber, çiftçi sın ı fı
N ô gu benri ro n : Tarım araçlarının elk itabı ( XIX. yy)

457
ON İ K i - FK l . FR

Nôgyô-zenşo: Köylü (çiftçi ) elkitabı


N oğ (no h) : Ortaçağ klasik tiyatro su, soylular için

Ôaza: Köyden küçük yerleşme, oba, mezrn vb.


O bon (u rabon) : Ara ruhlarının a ileye dönüşü bayra mı ( 1 5 Ağustos
haftası)
Ocigi: Belden eğilerek verilen selam
Oça: Yeşil (şekersiz içilen) çay
Ofu ro: Japon banyosu, sıcak hamam
Ôgi: E l yelpazesi
O h ayô: Günaydın
Okaçi maçi: Tatlıcı çarşısı : Ameye Yokoçô
O kya k u : Saygıdeğer konuklar
Okeikogoto: Yaygın eğitim, hayat boyu öğrenim, halk eğitimi
Okhôtsuku: Hokkaidô Adası kuzeyindeki denizin adı, Okhostk
Okhôtsuku: (Kü ltürü ) X-XII. yy'da kuzeyden inip Hokkaidô
Adası'ndaki Aynu 'ları güneye süren savaşçı denizci kültürü
Oma ke : Alışveriş ya pan m üşteriye sunulan küçük bir caba
O m i a i : Büyüklerin seçim, karar ve onayı ile evlenme töresi
Ami-ka m i : En büyük Ana Tanrıça Amaterasu
O m i ki : Törensel içki, sal<.e (şarap)
Om iya: Yatır, kabir, kutsal mezar, ziyaret yeri
Omiyage : Hediye, büyük, öneml i hediye ( yoldan getirilen)
On: Ana-ba baya duyulan ödenmez şü kran borcu
O n b u : Bebeğin, çocuğun sırtta taşınması geleneği
On igiri: Pirinç sarması, dolması, köftesi, yosuna sarılmış
Ô n i n n o ran: Aşikaga dönemindeki on yıllık iç savaş
Onişime: Türlü yemeği, güveç
ünsen: Ilıca, kaplıca, kaynarca, doğal banyo
Origa m i : Kağıt kıvırma sanatı
Osake: Sake'ın saygılı adı, haysiyetli Sake
Ovara i : Büyük gülüş, kahkaha
Oya b u n - ko b u n : Büyük-küçük ilişkisi ( Yalwza adlı gangster örgütlerinde)

Paç i n ko : Madeni (çelik) bilyalarla oynanan oyun, dinlenme yeri


Pracna: Aşkın b ilgelik (Budizmde)
Prezento: Hediye, Omiyage'nin İngi lizcesi Gifuto (gift) da derler
·

Raku yaki: Ünlü, değerli bir çay fincanı, takımı


Rakugo: Meddah, söz-ses sanatı tiyatrosu
R i : Yaklaşık 4 km'lik uzun luk ölçüsü, Côri yerleşmesinde
Ritsurin kôe n : Takamatsu kentindeki ünlü Beylik bahçesi

458
� 1 27 .\! ETİ N D E GE(FN JAPONCA SÜZ vı: sozcO K LER

Riyôdo m e : Av yasağı, akran örgütlerinde


Riyo ka n : Geleneksel kervansaray, motel, yolcu hanı, konukevi
Roban: Kutsal Buda simgesi, Sôrin'in kaidesi, tabanı
Raci: Çayevine giden patika yolu
Rongo: Konfüçyus i lkelerini toplayan yazılı metin
R ô n i n : Başsız ka lmış samur a y (savaşçı)lar, işsiz-güçsüz kimse
( Çağımızda, üniversiteye giremeyenler), gariban

Saikeirei: En saygılı selam (eskiden imparatora verilen) , secde gibi


Sake: Pirinçten yapılmış içki (şarap)
Sakura: K iraz çiçeği, baharı, mevsimciği
Sama: Yazı dilinde, özel adlardan sonra gelen saygı eki ( Bey)
S a m u ray: Savaşçılığı sanat ( meslek ) edinmiş soylu asker, şövalye
San (zan) : Dağ, tepe, özel adla birlikte, Fuci San gibi
Sansui: Dağ-su, manzara
Sararlm a n : Ücretli, maaşlı, memur, işçi, görevli, aylıkçı
Saş i m i : D ilinmiş çiğ balık, Japon mezesi, çerezi
Satori: Zen Bud istlerin aradığı aydınlık
Sayonara : Allahaısmarladık, hoşça kalın, yine görüşelim
Se: Bir ar ( 1 00 m2l'lık tarla, toprak büyüklüğü
S e i b u : Büyük bir mağaza (Depfıto), demiryolu şirketi
Seine n d a n : Akran (yaş) örgütü
Seiryo ki : İlk tarım elkitabı (XVII. yy)
Seiyo cicô: Batı Dünyası, uygarlığı, kültürü
S e m i : Ağustos (cırcır) böceği
Senpai: Üst, kıdemli, yaşlı kimse
Senpai-l<ôhai: Üst-ast ilişkisi
Sensei: Öğretmen, h oca, profesör, usta, üstat, saygıdeğer
Sen s u : Açılır-kapanır yelpaze
Seppuku: Soylu ( Samuray) kişinin kendi yaşamına son vermesi
Seto-naikai: Honşlı ile Şikoku adalan arasındaki içdeniz
Soba: İ nce telli şehriye (çorbası)
Sari n : Uzaya yükselen Buda simgesi (Pagoda çatısmdaki)
Soro b a n : A baküs, çörkü, D oğuluların geleneksel hesap cetveli
Sôtatsu-kôri n : Popüler (halk ve aydın) sanat akımı
Soto: Ötekiler, ııçi'nin karşıtı
S u i : Su
Sukiya : Çayevi, gösterişsiz, özentisiz, sanatsız yapı
S u kiya ki: Geleneksel çapa kebabı, etli türlü yemeği
S u m i : Siyah is, fırça m ü rekkebi
S u m i m asen : Japon görgüsünün baş sözü , bağışlayın
S u m iye : Mürekkep ( yazı, resim, fı rça ) sanatı

459
O?'\ IK! - l'.KLE!\

S u m ô : Japon güreşi
Sutra: Kursa l Buda metinleri

Ş a h ü : İşyeri tüzüğü ( iç yönernıelik)


Şabu-şabu: Halk tipi et yemeği, ucuz yahni, türlü
Şakuhaçi: Ney, bambu kavalı
Şakuşi-vataşi: Pirinç kaşığı ( küreği), annelik ( otorite) simgesi
Şamisen: Bir tür telli saz
Şare : Gü lmece duygusu
Şiavase: Mutluluk duygusu, sevinç neşe
Ş i b u : Tra bzon (Ja pon) H urması, h urmanın burukacı ta dı
Şibui, Ş i b u m i / (Şi busa) : Hurma tadı gibi ya lın, ham buruk-acı, kekremsi
Şiçi fu kuci n : Yedi talih tan rısı Bkz. § 47
Şiçigosan: "Yedi-beş-üç" yaş çocuklarının aşama törenleri
Şigaraki: Bir tür çay fi nca nı
Ş i ke n cigoku: Sınav cehennemi, üniversiteye giriş sınavı
Ş i m a m ba: Çiçibu'da bir tapınak, kötülükleri göğüs lüyor
Şima guni / Ko ncô: Adalılık ruhu
Şimenava : Torii'ye ( kapı üstüne) asıla n kutsal urgan, birlik simgesi
Şin agava: Tokyo ulaşım merkezi, l imanı
Ş i n c u k u : Tokyo'da yeni maha lle (yeni şehir)
Ş i n d e n : Yeni açılan tarım a lanı, yerleşme biçinı i ( Edo 'da)
Şintô: Tanrılar yolu (geleneksel din, töre)
Şioya ki : Tuzlanmış balık kızartması
Şikaku: Bireysel yetenek, beceri ve nitelikler
Ş i koku: Dört büyük adanın en küçüğü, yoksulu, mavi-yeşili
Ş i ro : Beylik hisarı, kale, feodal yönetim merkezi
Şitamaçi: Tokyo, esnaf mahallesi ( işçi kesimi), aşağı mahalle
Şizoku: .�vleici 'de eski Samııray'lar
Şônin: Tüccar, esnaf
Şô: Bir-buçuk ( 1 , 8 ) litrelik bir hacim ölçüsü
Şodô: Resim, yazı ( fı rça) sanatı
Şôe n : Timar ( topra k ) sahibinin köşkü ve toprakları Heian ve
Kamakura dönemlerinde
Şôgenc i : Bir Budist tapınağı
Şôğu n : Japonya'yı yöneten başbuğ, başkom utan (Tokugava 'da)
Şova: İmparator Hirohito Takvimi 1 925'ren bu yana (55. yıl)
Şovaşinza n : Şova döneminin Yeni Dağı ( Hokka idô'da)
Şova: Budist tapınağın dıştan vu rma çanı
Şôye: "Daimyo " adı verilen beylere bağl ı mültezimler
Şoyu: Japon soya sosu
Şüci: Fırça sanatı

460
'i 1 2 7 .'vtETI N D F GE(,:EN JAPONCA SÜ/. VE S07C:ÜK Ll' R

Şuda: Kohun döneminde ( MS 300-MS 600) meza rlara taş taşımak için
k u llanıldığı sanılan çata l kıza k
ŞOgaku i n : Kiyôto'nun ünlü bir çay bahçesi
Şugô: Beylikler dönem inde yerel yönetici
Şunğa : Açık-saçık aşk resimleri ( Edo dönemi )
ŞOto m e : Kaynana

Taira ailesi : Heian döneminde iktidar ortağı olan aile


Tam a : Bir dinlence parkı
Ta n a bata: 7 Temmuz: Sevgil iler, Dokumacılar Bayramı
Ta nğ: Yaklaşık bir dönümlük tarla ölçüsü ( 9 93 nı2)
T'ang: Çin Hanlığı ( Heian ile çağdaş)
Tan ka: 3 1 -hecelik şiir, 5 -7, 5, 7-7 hecelik
Takuşi : Taksi ( otomobili)
Taşi-zanriyO: Bütün erkek kardeşlerin aynı çarı altında birlikte yaşadığı,
ba basoyu ailesi
Tatam i : Japon hasır döşemesi
Tate-şakai: Düşey işleyen toplum kuramı ( Prof. NA KANE'nin)
Tayka / (no kayş i n) : (MS 645-794 ) Reformu
Tem m angO : Dazaihu ( Kiyüşlı ) 'da eğitim ( bi lgelik) tanrısı
Tem p u ra: Karides kızartması ( Oruç yemeği İspa nyolca Tempores) Una
bula nmış sebze kıza rtması (susam yağında)
Ten d ay-şu: Budizmin ana kollarından (mezheplerinden ) biri
Ten c i n : Tanrı, doğa, üstün insan, bilge insan , insanüstü
"Tencô-saciki": Özel bir tiyatro top l u l uğu
Ten n ô : İmparator soyu, a ilesi, hanedan
Tenşi: İmparator
Tera koya : Meici öncesi dönemde Budist h a l k okulu
Tôb u : Bir Depato ve demiryolu işletmesi
Tôda i : Tokyo Ü niversitesi (Tokyo Daigah.u'nun kısaltılmış) adı
Tôdaici: D oğu n u n büyü k anıtı, tapınağı
Tôfu : Fasulye özü, unundan peynir gibi maya lanmış bir besin
To hôku: Kuzeydoğu bölgesi
To kkuri: Sake ( içki) sürahisi
To kon o m a : Evin baş onur (sanat) köşesi
Tôka i d o : Pasifik k ıyısı boyunca anaya! (Tokyo'dan Kiyôto'ya)
To kugava (edo) : Beylik dönemi (MS l 603- 1 8 67)
Tomoe: K utsal Buda simgesi ( Bkz. Resim 8 6-3 ), bezemesi
Tonden: Savunma uç beyliği, serhat
Tonden-hei: Hokkaidô Adası'nda askeri uç (serhat) yerleşmeleri
Tonyo u ke : Ise'deki besin, giyim, konut tanrısı
Torii : Kuşluk, kuş tüneği, Ş intô derga h larının tören kapısı

461
ON İ K İ - FKLFR

Toru ko (ci n) : Türk, Türkiye, Türkiyeli


Tsubo: İki tatami'lik alan ölçüsü ( 3 ,24 m2)
Tsuki: Ay adları, Aydede
Tsu ki-yama: Yamaç (çay) bahçesi, yapma, yapay tepe, kamerye
Tsuşima: Kore Boğazı' ndaki ü n l ü ada ( Coşima )
Tsuyu : Yaz yağmuru ( haziran ayında)

Udon: Kalın tel şehriyesi (çubuk ma karnagil i ) çorbası


U ç i : Biz, bizler, bizimkiler
Uciga m i : Aile, soysop tanrısı, tanrı ata
Ueno kôen : Tokyo'da, Kültür Park'ın bulunduğu bahçe
Uguisu moçi: " Baharın ilk bülbü l ü " tatlısı
U kiyo : Yüzen ( değişen ) , bulut gibi geçici ( Edo dönemi)
U kiyoe: Eda döneminde yeni resim (sanatı) akımı

Va : Japonya 'nın eski adı


Vab i-sabi : Duygusal güzellik ( Bkz. § 50, Tablo 5 1 -2 )
Vakame: Bir çeşit yosun ( yemeği )
Va ku : Toplumsal bağ, ilişki, statü (Şikaku)

Yahaku: Eksiklikteki bütünlük, kusurludaki güzellik


Yakito riya: Tavukçu, kebapçı, ızgaracı, köfteci
Ya kuza: Çete, mafya, yasadışı örgüt
Yam a : Dağ, tepe, yayla, h i.iyi.ik, yamaç
Yamame: Dağ, dere (tatl ı su) balığı
Yamanote: Yukarı ( yayla ) , Beyler Mahallesi, Tokyo
Yaoyorozu / no karn i : Sekiz milyon tanrı, ta nrılar dünyası, alemi
Yam ata (yamatai) : Ülkenin beşiği, Japonya ' n ın eski adı
Ya mato-e: Yaradıl ış dönemi (kutsal ) resimleri
Yayoi : Çeltik tarımı dönemi (MÖ 3 00-MS 3 0 0 )
Yoi n : Kişilera rası titreşim, anlaşma, uyum, güzelin i.i ni.i
Yom i u ri : Okunacak şey, gazete
Yoritsuki: Çayevinde bekleme odası, bahçede oturma yeri
Yoso: Yabancılar, ötekiler, başkaları
Yu kata: Geleneksel kimono, yazlık giysi (hafi f, serin ) giysi

Za: Sanat, meslek loncaları


Zen: Zen Budizm
Zen Kiyôtô: Devrimci gençliğin simgesel başbağı
Zôe n : Bahçıvanlık, bahçe, doğa sanatları
Zôri : Nalın

462
\) 1 27 .\ l ı:TINDE GEÇEN J:\PO:\C ::\ SOZ VE SÜZC:UKLFR

M ET İ N D E G E Ç E N BAZI Ö Z D EY İ Ş L E R

Cigo kude / Hotoke:


Buda 'ya cehennemde rastlamak: Garip k uşun yuvasını A llah yapar;
Kul sıkışmadan Hızır yetişmez.
D o kuo ku ravaba / sara made:
Zehiri içm işsen, çanağını sıyır, işi bitir.
Gei va mio / tasukeru:
Sanattır hayatı kazanan.
H u koku kiyo h e i :
Zengin ülke güçlü ü l ke!
İçigo İçiye:
Birincisi en iyisi [olmalı] !
İnoçi va gei n i / yotte korose:
Görev karşısın da hayatın lafı mı olur?
İvaşino atama / m o şincin kara :
Balık kafasından bile karni olur: İyi inan iyi yaşa .
Karn i m o / hotoke mo n a i :
Ne tanrısı ! va r yoksu l u n ] ne Budası!
Kavaii koni va / tabi o saseyo :
Seviyorsan çocuğunu bırak görsün dünyayı.
Kiyono kidaore / Edono kuidaore:
Kiyôto'nun giysisi / Tokyo'nun sofrası [zengin ] !
Koşimaşita:
B iz böyleyiz işte. ( Biz b ize benzeriz! )
Ko n arim aşita:
Böyle o ldu, biz yapmadık, kısmet, hayırdır.
Ku çiva vazavai no m oto:
Ağızdan çıkar bütün kötü lükler! (sükut altın dır)
N o gyo s u n avaçi / Butsugyo :
Budist olmadan Nirvana'ya (cennete) ulaşmak !mümkü n ! !
M u kô sangen/ riyô donari :
Karşıdaki ü ç kapı ile yandaki i k i kapı: Komşuluk.
M o nzen no kozô / n a rava n u kiyô /o yom u :
Hocaya yakın oturan duayı erken öğren ir.
N as a ke o şiru ga / m a koto no buşi:
Gerçek asker, insan ruhunu okşuyan kişidir.
N id o aru / koto-va / sando aru:
İki kez olan üç de olur.
O kite h a ncô nete içi cô:
Yatmaya bir hasır, otu rmaya yarısı [yeter] .

463
ON i K i - F K l .FR

Oya-no nana/h ikari:


Ana-babanın kötü izleri silinmez; huy canın altındadır.
Sensei to / ivareru hodono / bakade naşi :
Herkes " Hocam " diyor ama ben inanacak kadar cahil deği lim.
Senyu ko raku:
Önce iş sonra oyun (dinlence, eğlence ) .
Ş i o tsukuru / ya ri / t o o tsukure :
Önce çeltik sonra şenlik ( önce üretim, sonra tüketi m ) .
Şo vahito nari:
Kişinin fı rçası, kişiliğin ( ruhun) aynası!
Tainai- kuguri :
Anne karnın a dönüş, sığınma çabası, ( bil inçsiz)
Vao motte / Totoşi to nasu:
D i rlik-düzenlik olsun hayattaki tek rehberi n !

464
EK 8

1 28. M ETİ N V E KAY N A K LA R DAKİ BAZ I K I S A LTMALAR

AA American A nthropologist
( Amerikan Antropoloj i Dergis i )
A EN Asahi Euining News, İngilizce günlük gazete
AIE Association of lnternational Education (Japonya)
AJS A boıtt Japan Series, FPC'nin Tan ıtma D izisi
CEA CS Center far East Asian Cultural Studies (Doğu Asya Kültür
Araştırmaları Merkezi)
CVED Center of Visııal Ethnological Documentation ( Etnoloj ik
Verileri Görsel Olarak Belgeleme Merkezi ) Tokyo: Şincuku
DPT Devlet Planlama Teşk ilatı (T. C . )
DTC D i l v e Tarih-Coğrafya Fa kültesi (A.Ü.)
EAH< Eğitim Milli Komisyonu ( T. C . ) , 1 960
FAJ Facts A bout Japan, MFA'nın Tan ıtma Dizisi (Türkçesi:
"Japonya'yı Tanıyalım " )
FA O Food and Agricultural O rganization ( Besin ve Tarım
Örgütü, Japonya )
FFf Facts and Figures of Japan ( 1 9 77, 7 8 , 8 0 ) ( FPC'nin Yıllık
Ul usal İstatisti kleri)
FPC Foreign Press Center, Tokyo (Japonya Yabancı Basın
Merkezi )
GJ C Guides to JafJanese Culture, 1 9 77 JCI'nin "Japon Kültürü
Kılavuzu "
HKT Hokkaidô Tarım Örgütü
HT.f A Hundred Things Japanese 1 978 ( 1 979) JCI'nın Japon
Kültürü Üstüne Denemeler Antolojisi
HRA F Yale Üniversitesi'ndeki İnsan İ l işkileri Belgeliği (Human
Relations Area File)
IHJ lnternational House o f Japan, Inc. (Kokusai Bımka
Şinkokai) (Uluslararası Japon K ültürevi Kurumu)

465
ON i K İ - FKLER

!LCAA Asya ve A frika D i lleri ve Kültürleri Enstitüsü, Tokyo:


Gaikokugo Daigaku ( Yabancı Eri.itler Üniversitesi)
!SEi International Society far Ed ucational Information (Press )
(Uluslararası Eğitim ve Tanıtma Derneği) Yayınlan
]AAS Jounıal of Asian and African Studies (ILCAA yayını)
]BE Japonya Büyükelçiliği, Ankara (T. C . )
]CI japanese Culture Institute (Japon Ki.ilti.i ri.i Enstitüsü)
]FN Japonya Va kfı (TJF) Bülteni ( İngilizce, iki aylık)
JllA japanese Institure of International Affairs (Japonya
Uluslararası İlişkiler Enstitüs ü )
.us J o u rn a l of Japanese Srudies, 6 aylık dergi, Washington
University, Seattle, WA. 9 8 1 95 , ABD
JSE Japanese Society of Ethnology (Japon Etnoloji Derneği)
/TB Japan Travel B urea u (Japonya Turizm Kurum u )
J YRI Japan Yourl1 Research Institute (Japonya Gençlik
Araştırmaları Enstitüsü)
MFA Ministry of Foreign Affairs (Japon D ışişleri Bakanl ığı)
MPM Milli Prodüktivite Merkezi (T. C . )
NHK Nippon Hôsô Kiyôkai (./afıonya Yayın (Radyo, TV]
Kurumu)
NMT Nihan Minzokugaku Taikei (Japon Halkbilimi Elkitapları)
NYT The New Yor/� Times Gazetesi
SBF Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara Üniversitesi
SCK Şukyo Cico Kenkiyu-Kai ( D i n Araştırmaları Derneği)
T]F Japonya Vakfı Kurumu (Kokusai I<ôryılkikiıı - Tokyo)
TJT The Japan Tinıes, İngilizce günlük gazete
Y\XICA Genç Kadınlar Hıristiyan Birliği (Örgütü)

466
EK 9

1 2 9. KAYNAKLAR

ADAÇİ Barbara
1 978 The Voices and Hands of Bımraku.
Mobil Sekiyu Kabushiki Kaisha.
AIE (Association o f International Education)
1 99 1 A B C 's of Study in Japan 1 99 1 .
Tokyo: Maruzen Co. Ltd .
AKALIN L. Sami
1 962 Japon Şiiri. İstanbul: Varlık.
AKANSEL Mustafa H.
1 943 Japon Mucizesi. İstanbul: Çınaraltı.
AKBAL O.
1 97 1 Hiroşimalar Olmasın. İstanbul: Çağdaş
AKİYAMA Terukazu
1 977 ( 1 96 1 ) La Peinture Japonaise. Geneve: Al bert Skirra.
AKMANSU Mehmet
1 972 Japon Vergi Sistemi. Ankara: Maliye Bakanlığı.
A.].G. ( Association of Japanese Geographers)
1 9 8 0 Geography of Japan. Tokyo: Tei Koku Shoin.
ALCOCK Sir R u therford
1 8 65 The Capital of the Tycoon. ( Chamberlain B.H., 1 977) .
ALLEN G.C.
1 963 A Short Economic History of]apan. New York.
ALLEN Louis
1 979 Japonya: D oğan Güneş. ( Çeviren Süleyman Alp).
İsta n b u l : Milliyet Yayınları (20. Yüzyıl Dosyası).
AL-Rahim A l R a hman ve MİKİ Vata nı
1 9 77 Village in Ottoman Egypt and Toluıgawa ]apan: A
Comparative Study. Tokyo: ILCAA. ( İçinde, Tsuçiya
Mata s uburô'nun ( 1 707) "Köy Takvimi " resimlemeleri var. )

467
ON İ K i - EKl .l'I(

ARIGA K.
1 943 Nihon Kazol<ıı-seido to Kosal<u-Seido.
(Japon ailesi ve toprak sistemleri ) . Tokyo: Kavade-Şobô.
ARIT Nilgün
(?) Kiraz Çiçekleri ve Vollwnlar Ülkesi: Japonya.
İstanbul: Ya lçın Ofset.
ARMAOGLU F. H.
1 95 6 Amerikan-Japon Miinasebetlerinin On Yılı: 1 93 1 - 1 94 1 .
Ankara: SB F.
ASAİ Kiyoşi
1 976 Literature of Modern Ja/Jan. Tokyo: CEACS.
ASO M. ve AMANO I .
1 972 Education and Japan 's Modernization. Tokyo: MFA .
ASTON W. G.
1 90 1 A History ofJapanese Literature. ( Bkz. Chamberlain B.H.,
1 977).
AXELBANK Al bert
1 973 ]apan Destiny. Tokyo: Charles E. Tuttle.
AYVERDİ Aligül
1 963 Japonya 'da İl<i Ev. İstanbul: İ.T.Ü.ff. O . Kütüphanesi.
1 972 Japonya Mimarlığı Mehanı: İstanbul: İ.T.Ü. M imarlık
Fakü ltesi.

BAŞAKMAN Mutlu
1 979 Eternal Meeting: Mernories and Jnıages. ( C ) Başakman.
BDK (Bukkyo Dendo Kyokai)
1 98 0 The Teaching of Buddha. Tokyo: BDK ( 1 55 . Bası m ) .
BEASLEY R.C.
1 9 72 The Meiji Restoration: Stanford: Stanford University Press.
BEFU Harumi
1 97 1 ]apan: An Antropological lntroduction.
San Fransisco: Chandler Publication Co.
BEFU H ve ]. Kreiner (eds)
1 992 Othernesses of]apan. München: Tudicium-Verlag.
BELL Ronald
1 973 The Japanese Experience. Tokyo: Weather Hill.
BENEDICT R uth
1 946 The Chrysanthenıımı and Sword: Bostan: Haufhton M ifflin
Co.
1 966 ( 1 94 6 ) Krizantem ve Kılıç ( Çeviren : Türkan Turgut).
Ankara: Türkiye İş Bankası K ültür Yayını.

468
§ 1 2 9 K ı\YN,\ K L\ lt

BERKES Niyazi
1 976 Asya Me/<.tupları. İstanbul: Çağdaş Yayını (200 1 , YKY ) .
BERQUE Augustin
1 976 Le Japon: Gestion de l 'espace et chaııgement social.
Paris: Flammarion.
BLEILER E. F.
1 9 80 ( 1 963 ) Basic ]apanese Grammaı: Tokyo: Charles E. Tuttle.
BISHOP ( Mrs )
(?) "Unbeaten Tracks of Japa n . " ( Chamberlain B.H., 1 977 Ref. )
BLYTH R.H.
1 952 Haiku ( 3 . cilt) . Tokyo: Hokuseido Press.
BREZINSKI Zbigniew
1 97 1 The Fragile Blossom: Crisis and Change in Japan.
New York: Harper and Row.
BRONOWSK İ ].
1 975 İnsanın Yüce/işi. ( Çeviri ) . İstanbul: Milliyet Yayınları .
BROWN Keith
1 96 8 "The Content o f Dôzoku Relationship i n Japan. " E thnology.
1 966 "Dôzoku and the ldeology of Descent in Rural Japan . "
American Anthropologist 6 8 : 1 1 29-5 1 .
BUSH Lewis
1 965 ( 1 95 6 ) Japanalia: A Concise Cyclopaedia.
Tokyo: Seihei O kuyama .
1 977 New ]apanalia. Tokyo: The Japan Times.

CAMİ Bey
1 9 1 5 ( 1 3 3 1 ) Osmanlılığın Atisi, İstanbul: İpham Ki.i ti.iphanesi.
CAUDILL W. ve DOİ Takeo
1 963 " lnterrelations of Psychiatry, Culture and Emotions in Japan. ''
ln F. Ga lston (Ed.) Maıı 's lmages in Medicine and
Anthropology. NeYv York: Internati onal University P ress.
CHAMBERLAIN B . H .
1 977 ( 1 97 1 , 1 904) .lapanese Things. Tokyo: Charles E. Tuttle Co.
CHRISTOPHER R.C.
1 9 83 The Japanese Miııd: The Goliath Explained. New York:
Lin den Press/Simon and Schuster.
CLARK Gregory
1 977 Nihoncin: Yımikusa no Gensen (Japon Biricikliğinin
Kaynakları). Tokyo: Simul Press.
1 978 " The Human-Relations Society and the Ideological Society. "
]FN, VI, No. 3 : 2-7.

469
ON i K i - E K i. F i\

CONDON ] . ve KURATA Keisuke


1 976 ( 1 974 ) \Vhat's japanese about japan? Tokyo: Şufunotomo Co.
CONSTANTINO Renato
1 979 " A Third-World View of Japa n . "
Tokyo: IH] Bul/etin, N o . 3 6 , ss. 23-34.
CRAIG A.M.
1 979 Japan: A Comparative View. Princeron: University Press.
CURRIE W.
1 978 "Matsuri. " HTJ, 1 978; 20-2 1 . Tokyo: JCI.
CVED
1 97 8 " Foıır Seasons i n a Slash a n d Burn Fa nning Cııltııre . .,
( Etnografik Belgesel Fil m ) . Tokyo: CVED.

ÇAPAN Cevat
1 99 1 Başo'dan, Buson'dan, İssa 'dan Hai/w'lar.
(Türkçesi Çapan) . İstanbul: İyi Şeyler Yayını.
ÇEZİK Asuman
1 973 japonya'da Kentleşme ve Yapısal Değişme, Ankara: DPT.
ÇİBA Reiko
1 978 ( 1 95 7 ) Hiroşige's Tôkaidô: in print and Poetry. Tokyo:
Tuttle.
ÇOLPAN Yılmaz
1 965 Japon Tiyatrosu, İstanbul: İzlem Yayınları.

DAVIS A.R.
1 979 Modern .fapanese Poetry. Queensland: Queensland University.
DAVIS G.] .
1 9 83 Tayfun ( Çeviri ) . İstanbul: Altın Kitapları.
DAYIR N.
1 9 82 Japon Mucizesi ve Biz. İstanbul: Gül Matbaası .
DE MENTE Boye
1 963 The Real )apan. Tokyo: Tut Books.
1 975 ( 1 9 6 2 ) Bachelor's japan. Tokyo: Charles E. Tuttle Books.
1 976 ( 1 9 75 ) The Tourist and the Real japan. Tokyo: C.E. Tuttle Co.
DEMİRHAN Pertev
1 942 Ja/JOnlarm Asıl Kuuveti: Japonya Niçin ve Nasıl Yükseldi?
İstanbul: Cumhuriyet Matbaası.
DEMİRSEREN Tarık
1 971 Japonya ve Japon Limanları. Ankara: Bayındırlık Bakanlığı.
De VERA J.M.
1 968 Educational TV in Japan. Tokyo: Sophia Univ. Press.

470
§ 1 2 9 KAYN:\ K L ı\ R

D EVOS George
1 960 "The Relation of Guilt Towards Parents and Achievement. . . "
Psychiatry, 23; 28 7-3 0 1 .
D O İ Takeo
1 976 ( 1 97 1 ) The A natomy of Dependence. Tokyo: Kodanşa
International.
D ONNELLY M .N .
1 978 "Japan's Search for Food Security. "
Current History, 75, 4 1 1 : 1 64 - 6 9 .
DORE R.P.
1 962 "]apanese Chracter and Cıılture. " (B.S. Silberman, ed. )
University of Arizona Press. Tokyo: Asa h i .
1 970 ( 1 9 6 7 ) Aspects of Social Change in Modern ]apan.
New Jersey: Princeton University Press.
1 973 ( 1 9 5 8 ) The City Life in ]apan.
Berkeley : University of California Press.
DOWNS Ray F.
1 9 70 ]apan: Yesterday and Today. New York: Praeger.
DURANTU Wil l
1 973 Felsefe Kılavuzu. (Türkçesi: Ender Güro l ) .
İstanbul: Milliyet Yayınları.

EBERHARD W.
1 98 6 "Japon Tarihi ", Uzak Doğu Tarihi içinde.
Ankara: TTK. s. 1 2-23 8 .
EGAMİ Narnio
1 96 7 Kiba Minzoku Kokka ( Atlı Göçe beler).
Tokyo: Çlıkô Ş inşo, Çlıô Koronşa.
ELIOT Charles
1 95 9 ( 1 93 5 ) ]apanese Buddhism. Londra: Ed\vard Arnold.
EMBREE J ohn F.
1 93 9 Suye Mıtra: A Japanese Village. University of Chicago.
EMK ( Eğitim Milli Komisyonu )
l 9 6 1 Report of the Turh.ish National Commission o n Education.
İstanbul: American Board Publications.
EMORİ I.
1 95 7 "Japon Ailesinde Ayrı Oturma Gelenekleri . "
Sakaigaku-Kenkyu, 8 , 5-6: 1 03-1 9 9 .
ENDO Şusa ku
1 9 8 0 Silence. Tokyo: Sophia University and Tuttle.
EPA ( Economic Planning Agency )
1 979 Economic Oııtlook of .lapan. Tokyo: EPA.

471
ON İ K i - EKLER

ERDENER Ç.
1 984 Japon Kıyı Sularında Sankuyruh ve Çipura J<iiltürü ( Çeviri ) .
Bodrum: Kültür Balıkçılığı N o . 2 .
ERDENTUG Nermin
1 977 "Türk ve Japon Kültü rleri Arasında Bazı Benzerl i k ler: "
Sosyal Adet ve Gelene/der: Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını
(254/4 ) .
ERTÜRK Silahattin
1 975 Tecelli, Ankara : Yelkemepe Yayın ları: 5 .

FAO
1 95 9 A Century of Development in ]apaııese Agriculture.
Tokyo: Japan fA O Association.
FENOLLOSA Ernst
1 967 "Japon Noh Tiyatrosu " . ( Çeviri ) Yeni Dergi, Aralık 1 967,
440-2.
FFJ ( FPC'nin Yıllık İstatistikleri)
1 977 Facts and Figures of .lapan 1 .
1 978 Facts and Figures of.lapan 2 .
1 980 Facts and Figures of]apan: 1 980, Tokyo: FPC.
FITZHUGH W. ( ed . )
1 97 5 Prehistoric Maritime Adoptation o f the Circumpolar Zone.
Paris: Monton Publication.
FPC
1 977- 79 AJS (A hout ]apan Series) :
1 ) Speaking of the ]apaııese,
2 ) Modernisation of the ]apanese Economy,
3 ) Cities of Japan ( Eastern ) ,
4 ) Leisure and Recreatioıı,
5) The \'i/omen of.lapan,
6 ) Energy Situatioıı of.lapan,
7) .fapan 's Mass Media,
8 ) Education in ./apan,
9 ) Labor Problems and lndustrial Relations.
1 O) Cities of.fapan ( Weste rn ) ,
l l ) Food and Agriculture,
1 2 ) Religion in ]apan.
FROMM Erich
1 973 ( 1 96 1 ) Çağınuzm Özgürlük Sorunu.
(Beyond the Chains of Illusion'den çeviren : B. Güvenç) .
Ankara, Ö zgür İnsan Yayını .
1 977 Sevme Sanatı ( Çeviren : Y. Salına n ) . İstanbul: D e .

472
� 1 2 9 K:\YN,\ K L A R

1 979 ( 1 978 ) Psilwnaliz ve Zen Budizm.


( Çeviren: İlhan Güngören ) . İsta n bul: İlhan Güngören .
1 9 82 Çağımızın Özgürlük Sorunları. Bayraktar.
FUJIYA HOTEL
( ?) We ]afJa11ese. ( Books 1 , 2 and 3 . )
FUKUİ Hanıhiro
1 978 "japan and Chi11a : Peace at /ast. " History 75: 1 49-5 3 .
FUKUTAKE Tadaşi
1 94 9 Niho11-nô somıo Şalwi-teki Seikalw. (J apon köyleri ) .
l 962 Man and Society in Japan. Tokyo: University o f Tokyo Press.
1 96 7 ]apanese Rural Society. Ithaca: Cornell Press.
1 974 ]apanese Society Today. Tokyo: U niversity of Tokyo Press.
FUKUZAVA Yu kiçi
l 960 The A uthobiography of Fukuzava Yukiçi.
( Çeviren EİÇİ Kiyôlw) . Tokyo: H okuseido.

GIBNEY E
1 979 ]apan: The Fragile Super Power. Tokyo: Charles E. Tuttle.
GORER G.
1 943 " Themes in Japanese Cu ltu re. " Transactions of the New
York Academy of Scierıces, Series 2, 5, 1 06 - 1 24.
GÖKBERK M .
1 9 8 0 Değişen Dünya Değişen Dil. İsta n bu l : Çağdaş Yayınları .
1 98 3 " Aydın lanma Felsefesi ve Devrim ler. " ss. 2 8 3 -33 3 .
Çağdaş Düşüncenin lşığmda ATATÜRK. Eczacıhaşı Vakfı.
GÖKDENİZ Serınet
1 944 Rus-Japon Harbi, İstan bul: Harp Akademisi.
GULICK S . L.
1 977 Evolution of the }apanese. ( Chamberlain B.H. 1 977, Ref. )
GÜNAY R.
1 98 6 Tarihsel Gelişinı Süreci İçinde Japon Kiiltürii ue Sanatı.
İstan b u l : Yıldız Üniversitesi .
GÜVENÇ Bozku rt
l 9 76 Sosyal-Kültürel Değişme. Hacettepe Yayınları, D-2 1 .
1 978 a " Cu ltural Aspects of Mutual Understanding Between Japan
and Turkey " in Dialogue: Middle East and ]apan. Tokyo: TJF.
1 979 b " Ham Hurmanın Buruk-Acı Tadı: Japon Sanatı . "
ODTÜ Mimarlık (Fak.) Dergisi, 2 , V, ss. 227-2 6 8 .
1 9 80 Turko-]apanese Relations. T]T, 2 9 Oct. 1 9 8 0.
1 9 8 1 " A nthropological Field Work i n Japan. "
]ournal of Asiaıı and Africmı Studies. ( ILCAA: Tokyo) No.
22, pp. 56-74.

473
ON İ K i - E K i .ER

1 996 "Japon Mucizesi ( m i ? ) " , TÜBİTAK Bilim ve Teknil<., 347.


1 996 "Türkiye' de Japon İmaj ları " , Kolwsai Koryu (Japonca ) .
1 99 0 : 5 4 : 2 9 - 3 5 .
] 997 a İnsan ve Kültür ( Yedinci Bas k ı ) . İstanbul: Remzi.
1 997 b Japon Eğitimi. ( İkinci Bas kı ) . Ankara : MEB.
GÜVENÇ Çağ
1 983 "Japon Seramiği Üzerine Notlar. " Boyut, Haz. ss. 5 - 1 2 .

HAKU 1\i[aki
1 969 Festive Wine. (Translated by. N. Brannen ve W. Eliot) .
New York: \X1a lter Weather H il l .
HALLORAN R .
1 977 ( 1 9 70 ) lmages and Realities. Tokyo: Charles E. Tuttle Co.
HAYAŞİYA Tatsusaburo ( Ed . )
1 977 Studies in the History offapanese Performing A rts.
A cta Asiatica. No. 3 3 . Tokyo: Tôhô Gakkai.
HEARN Lafcadio
1 976 ( 1 8 90 ) G limpses of Unfamiliar fapan. Tokyo: Charles E.
Tuttle.
HIZIR N.
1 976 Felsefe Yazıları. İstan\:m\: Çağdaş Yayınları.
HİRAİ Tomio
( ?) Zen and the Mind. Tokyo: Japan Publications.
HİROŞİGE
1 978 Tôkaidô (Menzil Yolu). ( Bkz. ÇİBA Reiko 1 978 ) .
HKT
1 977 Agriculture in Hol<.kaidô. Sapporo: Hokkaidô Kyodokimizu
Tsushinsha.
HOKUSAY Katsuşika
1 975 ( 1 9 6 9 ) Omıano Sobyô. ( Kadın Figürleri ) . Tokyo: ( 6 . Bası ) .
HORİ İçirô
1 95 1 Minl<.an-Şinko (Halk İnançları ) .
Tokyo: İvanaci-Zenşo, N o . 1 5 1 : 8 - 1 0
1 974 ( 1 96 8 ) Folk Religion in japan: Continuity and Change.
Chicago : University of Chicago Press.
HUCİİ OTO'o
1 940 japanese Proverbs. Tokyo: Japanese Railways.
HYMAN Kublin
1 97 1 "What S h a l l I Read on Japanese ? " (Teksir). Tokyo: IH]
(Ulus lararası Kültür Evi Kurumu ) Library ( 0 1 6 , 9 5 2 ) .
"Japanese Social Science Works . " IHJ Library ( 0 1 6, 9 5 2 ) .

474
() 1 29 K:\YN:\KL\ll

İBRAHİM Abdürreşit
1 9 1 2 Alem-i İslam ve Japonya 'da İntişarat-ı İslam.
(Eski harflerle) . İstanbul: Ebulula ve Eşref Edip.
1 9 9 1 ( Yeni Türkçesi d e basılmış fakat bulunama d ı ) .
İDEMİTSU Sazô
1 965 If Kari Marx Had Been Born in ]apan, Tokyo: İdemitsu.
1 96 9 Capitalism of \Ylorking People. Tokyo: İdemitsu Kosan Co.
1 9 71 Be A True ]apanese, Tokyo: İdemitsu Kosan Co.
1 972 Dôtoku of}APAN: D iffers (rom Wlestern Morals.
1 978 The Etarnal ]apan. Tokyo: İdemirsu.
İİDE Tsuneo
1 977 Evol ution of the Policy J\ilakers in Japanese Economic
Studies. Bkz. A Journal of Translations, VI, No. 1 : 42-60 .
İLHAN Attila
1 976 ( 1 9 72 ) Hangi Batı? (Anılar ve Acılar) . A n kara: Bi lgi.
İMANİŞİ K.
1 95 6 Karakurum. Tokyo: Bungei Şuncu-şa.
1 963 Afurika-Tairiku (Afrika kırası ) . Tokyo: Çikumaşobo.
İNAGAMİ Takeşi
1 974 Society of Postwar ]apan. Tokyo: CEACS .
1 978 " Cu lture Contacts and the New Style of Thinking: The Case
of FUKUZAVA Yuk uiçi. " Annals of the lnstitute of Social
Sciences. No. 1 9: 92- 1 0 1 .
ISAIAH, Ben-Dasan
1 972 The ]apanese and the ]ews. Tokyo: Weatherhill.
ISEI
1 977 Understanding ]a/Jan: the Seasonal Roımd.
Tokyo: iSE! Press.
İŞİD A Eiiçirô
1 969 Nihan Bunka Ron. (Japon k ültürünün kökleri)
1 974 ( 1 96 9 ) A Study of Origins and Characteristics.
Tokyo: University of Tokyo Press.
1 977 ( 1 964) ]apanese Culture ( Çeviri ) . Tokyo: University of
Tokyo Press.
İŞİDA Riyucirô
1 96 1 Geography of.lapan. Tokyo: Kokusai Bunka Şinkokai. ( IH]) .
İŞİ'İ Susumu
1 976 History of Medieval ]apan. Tokyo: CEACS.
İTO Masami
1 979 " Postwar Japanese Law and Legal Studies . "
]FN VII, No. 1 : 5 - 1 1 .

475
ON İ K i - E K L ER

İVAO Sumiko
1 978 " Research Findings on Foreign Students . "
T h e japan Times V\!ee/::_fy, 2 1 Oct. 1 97 8 .

JANSEN M.B.
1 9 8 0 j APA N and its Wlorld: Tıuo Centuries of Change.
Princeron: Princeton Press.
JCI
1 977 Guides to ]a/Janese Cıılture (GjC).
1 978 ( 1 975 ) A Hımdred Things ]a{Janese (HT]).
1 9 80 A Hundred More Things Japanese.
Tokyo: japan Culture lnstitute (!Cl) .
.JEI
(?) .fapan E cho (.Japoncadan Önemli Çeviriler Dergis i ) .
Tokyo: japan Echo Inc. TRB Bldg. Chiyoda-ku, Tokyo 1 00 .
.J IIA (.Japanese Institute o f lnternational A ffairs)
1 979 \X/hite Papers of]apan ( 1 977- 1 978 ) :
Anırnal Reporrs and Statistics of the .Japanese Government.
JSE
1 96 8 Etlmology in _Tapan: Historical Revieıu.
Tokyo: K . Ş İBUSAVA Memorial Foundation for Etlmology.
.JTB
1 978 Travel Guide: .fa/Jan. Tokyo: Japan Travel Burea u .
JYRI
1 978 " Growing up with Morn . " Focus .Japan ( dergisi) V.5 . N. 6:
9 - 1 o.

KAHN Herrnan
1 971 The Emerging Jüpanesc Sııpcr Statc: Challenge and
Rcs/JOnse. Englewoodcli ffs N ..J . : Prentice Hail.
KALKAY Ta nj u
1 973 ".Japonya 'da Verimlilik Arttırma Hareketleri. "
MPM ( Milli Prodüktivite Merkezi, Ankara)
Verimlilik Dergisi, Cilt 3, Sayı 1 : 248-66 .
KANEKO Norbert N .
1 95 9 ( J 9 4 9 ) Old japanesc Hımıor. Tokyo: Tokyo News Service Ltd.
KANTO Şigemori
1 9 8 1 The japanese Courtyard Gardens. Tokyo: Weatherhill.
KARAPINAR Şera feddin (Amiral)
1 954 Japonya İkinci Dünya Savaşma Nasıl Girdi?
İstanbul: Deniz Kuvvetleri.

476
1 2'1 KAY1'.-\ K l:\R

KAT Ô Hidetoşi
1 979 "Japon Kültüründe Bireysellik . " ( Çeviren: Şan ÖZ-ALP )
Kurgu ( EİTİA, TÖ EF Dergisi), 2, ss. 1 24-34.
KATSUMİ Ya kabe
1 977 Lahor Relations in ]apaıı. Tokyo: MFA .
KAVABATA Yasunari
1 969 ( 1 9 6 8 ) .fapaıı the Beautifit! aııd lvlyself Tokyo: Kodanşa Ltd.
1 9 8 8 Uyhuda Sevilen Kızlar. ( Çeviri ) . Çaba Yayın ı .
KAVASAKİ İçiro
1 955 japanese are like that. Tokyo: Charles E. Tuttle Co.
1 976 ( 1 96 9 ) .fapan Unmasked ( 1 6 . Basım) . Tokyo: Tut Books .
KERKHAM E .
l 9 7 8 "The Classical a n d the Contempora ry in Modern J apanese
Fiction . " ]FN, VI, 3 : 7- 1 6 .
KIMBALL Arthu r G.
1 973 Crisis in Identity and Contemporary ]apanese Novels.
Tokyo: Charl cs E. Tuttlc Co.
KIRKUP James
1 97 1 ]apanese Themes and Scenes. Tokyo: Tsurunı i .
KIRKWO OD Kenneth P.
1 971 Renaissance in Japan. Tokyo: Charles E. Tuttle.
KİŞİBE Şigeo
1 9 74 History of A rts. Tokyo: CEACS.
KİŞİMOTO Kôiçi
1 977 Politics in Modern ]apan. Tokyo: Japan Echo Co. ine.
KİYOSİ Scike
1 9 80 ( 1 977) Art of]apanese Joinery. Tokyo:
Weathcrh ill/Tankosha .
KLUCKHOHN F. R . v e E L STRODTBECK
1 96 1 Variations in Value Orientation. New York: Ron Peterson.
KOBAYAŞİ Toınoaki
1 977 ( 1 96 5 ) Mucôlwıı no Bımgaku. Kısa özeti G]C, 1 977: 9 8 - 1 02.
KOBAYAŞİ Yoşihiko
1 978 "The Japancse Way of Thinking and Sel f Expression . "
Tokyo: ]FN, VI, 1 : 7- 1 0.
KODANSHA l nternational
1 994 ]apan: Profile of a Nation. K.l. Tokyo.
KOESTLER A.
1 964 Act of Creation. Londra: Pa n.
KOHEN S .
1 9 82 Bugünkü Japonya ( Dizisi) . İsta n b u l : Milliyet.

477
ON İ K İ - ICKl.. ER

KOMATSU Hideo
1 9 74 Linguistics. Tokyo: CEACS.
KOMATSU İsao
1 962 The ]apanese People: Origins ol the People and the Langııage.
Tokyo: Kokusai Bımka Şinkokai. (Uluslararası Kültür Evi ) .
KO RKUT Cevat
1 9 75 ( 1 972) Japonya (2. Bask ı ) . İzmir: Karınca Matbaası.
KURODA Yasumasa
1 974 Reed Toıvn, ]a/Jan. Hawai University Publication .
KUVABARA Masao
1 971 ( 1 96 9 ) İssô Hiya Kutay. ( Ressam Kazan Vatanabe'nin
Günlük Hayat Gerçekleri. Yorumlayan: KUVABARA J'v1. )
Tokyo: İvasaki Bicutsuşa.
KUVABARA Takeo
1 979 " lnternational Communication and Japanese Culture . "
AEN, Special Supplement, 1 9 Nov 1 979, p . 8 .

LaBARRE W.
1 945 " Some O bservations on Character Structure in the Orient:
the Japanese. " Psychiatry, 8: 32 6-42.
LAO-TZU
1 978 Taoizm. ( M .N. Özerdim çevirisi ) . Ankara: DTC Yayını, No.
275.
LEGGETT T.
1 9 80 ( 1 96 6 ) Shogi: japan 's Game ol Strategy.
Tokyo: Charl es E. Turtle.
LOTI Pierre
1 8 8 7 Madame Chrysantheme.
1 8 8 9 ]aponeries d'Automn. ( Chamberlain B.H., 1 977, Başvurula rı. )

MALRAU X Andre
1 978 " For the Eternal Japa n . " ( Önsöz ) . ( Bkz. Idemitsu S., 1 9 78 ) .
MARAINI Fosco
1 971 ]apan: Patterns ol Continuity. Tokyo: Kodanşa.
MATSUTANİ H iranoa
1 995 ]aponya 'nın Dış Politil.wsı ve Tiirh.iye, İstanbul: Bağlam.
MASUDA Yoşio ve NAMEKATA Akio
1 972 Man and Cultııres: General Reading 1 . Tokyo: Kenkyuşa Ltd.
MEİTETSU Advertising ( Eds. )
1 9 79 Splendors o l Central japmı. (Tanıtma Dergisi).
MFA ( Ministry of Foreign Affairs, Japan)
1 964- 1 979 Facts About ]apan (FA]) Series:

478
�; 1 29 Kı\YNı\KLAR

Industrial Relations ('78), Bunraku (' 77), Literature ('77),


Children and Festivals ('77), Gagaku (' 77), Economy ('77),
lron and Steel lndustries ('77), Agriett!ture ( '78), ikebana
('76), Constitution ('76), Status of Women ('75), lmperial
Family ('73), A rchitecture ('64) , Education ('79), Chanoyu
('79).
Not: İngilizce olan bu yayınlar, Ankara 'da ki Japonya
Büyükelçiliği tarafından ( tarihsiz ve sayısız olarak) da
yayımlanmaktadır.
MFA (Ministry o f Foreign A ffairs, Japan) Monographs:
1 972 ]apan in Transitioıı.
1 973 ]apan 's Cultural History.
1 975 Status of Woman in Modern ]apan ( Report o f National
Su rvey) .
1 976 ]apan 's Postwar Economic Policies.
1 978 The ]apan of Today.
Tokyo: M FA.
MIKES George
1 970 The Land of Rising Yen: ]apan. Tokyo: Tut Books.
1 97 1 ]apan as I saıu Her. Tokyo: Asahi Press.
MİKİ Tamon
1 964 "The Influence of Western Culture on Japanese Art. " Bkz.
Numate (Ed.) ( 1 964 ).
MILLER Roy A.
1 97 1 ]apanese and other Altaic Languages. Chicago: University of
Chicago .
1 979 "The Origin of the japanese Language . " ]FN, VI, No. 6 : 6 - 1 2 .
MİNAMİ Hiroşi
1 97 1 ( 1 95 3 ) Psychology of the ]apanese People.
MİNAMOTO Riyôen
1 977 ( 1 96 9 ) G iri to Nincô ( İngilizce Özeti: G]C, 1 977: 1 03 - 6 ) .
MİSAVA S. v e Ark.
1 9 75 " Genetic Composition o f the Ain u . "
Anthro/Jological and Genetic Studies o n the ]a/Janese.
(Watanabe et al, Eds . ) Tokyo: Tokyo University Press.
MİŞİMA Yukio
1 977 ( 1 95 6 ) The Soımd of Waves. (2 0. Basını). Tokyo: C. E.
Tuttle.
1 983 Şölenden Sonra. ( Çeviri) . Ada Yayınları.
1 9 82 Denizi Yitiren Denizci ( Çeviri) . Dost Yayınları.
1 985 Yaz Ortasında Öliinı ( Çeviri ) .
1 99 1 Altı Çağdaş Nô Oyunu. C a n .

479
ON i K i - EK LER

MİTSUHAŞİ Fucio
1 970 "Japonya 'da Türkiye'ye ait Tetkiklerde Ka rşı laşılan
Meseleler. " Chiba University Amma/ Report, No. 5, 1 -3 .
MİYAMOTO Tsu neiçi
1 97 7 ( 1 9 6 1 ) Şomin ııo Hakken ( Taşra Adamının İzinde ) . Tokyo:
Miraişa. ( İngilizce Özeti : G]C, 1 977: 1 9-23 ) .
MİYAO Ş .
1 974 ( 1 9 6 9 ) , TOBA-E. Tokyo: Cin butsu Riyakuga .
MİZUTANİ Osamu ve Nobu ko
1 978 ( 1 977) Nihongo Notes. Tokyo: The ]apan Times.
lvl OORE C.A. (Ed.)
1 97 8 ( 1 96 7 ) The ]apanese Mind. Tokyo: C.E. Turtle Co.
MORİ Masao
1 966 Pratik Türkçe - Japonca - Türkçe Konuşma Rehberi. Tokyo:
Daigoku-Şorin.
1 9 67 Yıfboku Kiba Minzolw Kokka: "Ao!'-i ÔKAMİ no
Şişontaçi " ( Göçebe Atlı Devleti : Bozkurtların Ataları ) .
Tokyo: Kôdanşa.
MORRIS E.
1 9 82 Hiroşima 'nın Çiçelderi ( Çeviri ) . Cem .
MORRIS Ivan
1 976 "Japa nese Heroes and Hero Wors h i p . " ]FN, IV. No. 3: 8 -
12.
M ORSE Edward S.
1 978 ( 1 8 8 7 ) ]apaııese Homes and Their Surroımdings. Tokyo:
Charles E . Tuttle Co.
MORTON, W. Scott
1 978 "Japanese u niversities and Student Body To<lay. " Current
History, 7 5, 4 1 1 : 1 74 - 8 5 .
MURAKAMİ Yasusuke, et al
1 98 0 "The Real i ty of The Middle C lass and Others . " Tokyo:
JPC/Japan ( Series: 3 ) .

NAGATA Ylızô
1 976 Muhsin-Zade Mehmet Paşa ve Ayanlık Müessesesi. Tokyo:
ILCAA ( Tokyo Yabancı Etütler Üniversitesi ) Yayını.
1 9 77 "The İltizam Systeın in Egypt and Tu rkey. " ]AAS No. 1 4,
pp. 1 69-94. Tokyo: ILCAA.
NAKA Hisao
1 977 ]apmıese Youth in a Chaııging Society. Tokyo: ISEI.

480
§ 1 29 KAYNA KLAR

NAKAE Toşitaka
1 978 " Chemical and Biochemical Properties o f Mongolian M i l k
and M i l k Products . " Secondary Report on Mongolian
Studies, ss 2 7-3 3 .
NAKAMURA Hajime
1 96 9 A History of the Development of the ]apanese Thought:
5 62- 1 9 6 8 . Tokyo: Kokusai Bunka Şinkokai.
1 979 "The Acceptance of Man's Natura! D ispositions. " ]FN, Yii,
2: 1 - 8 .
NAKAMURA K içisaburô
1 978 ( 1 96 2 ) Formation of Modern ]apan. Tokyo: CEACS.
NAKANE Chie
1 96 7 Kinship and Economic Organisation in Rural ]apan.
Londra: University of Landon Press.
1 970 ]apanese Society. Landon: Weidenfeld & Nicolsan.
1 9 72 Hımıan Relations in ]apan. Tokyo: MFA.
1 976 "New Horizons in Cultural Exchange: From International to
Cultura l. " ]FN, IV, No. 1 : 7- 12.
NAKANE Çie ve S hinzaburô Ô ishi ( Eds)
1 99 1 Tokugava ]apan. University o f Tokyo Press.
NAKAO Sasuke
1 966 Origins of Cultivated Plants and Farming. Tokyo: Iwanami
Şinso.
NAKAOKA Tetsuo
1 979 " I mitation or Self Reliance ? " ]FN, VII, No. 4 : 1 -6 .
NAKATA Yuj irô
1 976 ( 1 97 3 ) The Art ofJapanese Calligraphy. (Translated by A.
Woodhu l . ) New York: Weather H il l/Heibonşa: Tokyo.
NAKAYAMA Içirô
1 963 Industrialization of]apan. Tokyo: CEA CS.
NARAYAN B.K.
1 9 80 " Sufizm and Islam. " Indian and Foreign Review, XVII, 1 2 :
1 4- 1 8 .
NECATİGİL Behçet
1 99 5 Ertuğrul Faciası. (Ti yatro oyun u . )
NOH Taşio ve D .H . GORD ON (Eds.)
1 9 74 Modern ]apan: Land and People, Tokyo: Teikoku - Shoin.
NORBECK Edward
1 965 Changing ]apan. New York: Halt, Rinehard and Winston.
NUMATA Cirô (Ed.) ve Arkadaşları
1 964 "Acceptance of \Ylestern Cultures in ]apan: XVI-XIX
Centuries. " Tokyo: CEACS.

481
ON İ K İ - EKLER

ODA Cuten
1 978 " Uigurista n . " Acta Asiatica. N. 34 - ss. 22-45.
Ô HİRA Masayoşi
1 978 Bursh Strokes: Moments {rom My Life. Tokyo: FPC.
OKA UM.
1 93 4 "Kulturschichten ln A lten ]apan. " (Japon Kültür Tari h i . )
( Yayımlanmamış Doktora Tezi ) . Viyana Üniversitesi .
OKAKURA Kakuzô
1 944 ( 1 906) Çayname ( Çeviren: Ali Süha Delilbaşı. ) İstanbul:
Remzi Kitabevi.
1 980 The Book of the Tea. Tokyo: Charles E. Tuttle.
OKAMOTO Taro
1 96 1 Vasurerareta Nihan. (Unutulmuş Japonya ) . Özeti : GJC,
1 977 1 4 - 1 9 . Tokyo: JCI.
OKAZAKİ Takaşi
1 972 Okinoşima: The Religious Treasures of Okinoşima. Tokyo:
The Mainichi Shimbun.
Ô KİTA Sabura
1 96 9 ]aponya 'da Ekonomik Planlama ve Bütçe Düzenlemesi
(Çeviri). Ankara: DPT.
Ô KURA Eicô
1 93 1 ( 1 82 6 ) Nôgu Benri Ron. (Tarım Araçlarının Kullanılması. )
1 1 cilt. Tokyo.
Ô MAÇİ T.
1 95 8 ( "Japonya'da Aile " ) NMT, 3 : 203-232.
OMOTO K. ve MISAVA S.
1 976 "The Genetic Relations of the Ainu . " in the Origins of the
Australian. Canberra: Australian Institute Aboriginal Studies.
ONO Susumu
1 977 ( 1 957) " The Origin of the ]apanese Language. " G]C, 1 977:
3 2-3 6 . Tokyo: ]CI.
Ô NO Şokyô
1 967 " The Concept of Karni in Shinto " Continuity and Change in
Shinto. Bkz. SASAKİ Yukitada (Ed . ) 1 967.
ONO Yasumaro (? 732 MS)
-

Kociki Destanı'nın Derleyicisi. (Bkz. YAKÜ Masao, 1 972 ) .


OUCHİ W. G.
1 982 Theory - Z. New York: Avon Books.
Ô TA Hirotarô
1 979 Tokonoma: Nihan Cıltaku no Şôçô: (Japon Evinin Simgesi . )
Tokyo: Ivanami Şoten.

482
§ 1 29 KAYNAKLAR

OTAKE H Furakuçi
1 98 0 An Easy Introduction to GO. Tokyo: Seibundo Şinkoşa.
OZAKİ, Robert S.
1 978 The ]apanese: A Cultural Portrait. Tokyo: Charles E. Tuttle.

ÖZ-ALP Şan
1 979 "Japonya'da Yayım Dili Araştırması . " (Çeviri.) Kurgu
( Eskişehir, İTİA-TÖE Dergisi) 1 , 2 1 2- 1 5 .
1 979 "Japonya'da İnsanlar Zamanlarını Nasıl Kullanıyo r ? "
( Çeviri ). Kurgu (Eskişehir, İTİA-TÖE Dergisi) 1 , 2 4 1 - 7 1 .
ÖZDEŞ Rıfat
1 936 Coşima Deniz Muharebesi. İstanbul: Deniz Kuvvetleri
Matbaası.
ÖZGÜÇ M.
1 966 Japon Masalları ( Çeviri) . Varlı k .
ÖZKAHRAMAN İsmail
1 9 83 "Japon Kültü rü ve Orma n . "
Revue Forestiere Française'den çeviri.
Bkz. ORMAN M ÜHENDİSLİGİ, sayı 1 1 , ss. 45-46.

PALM W.P.
1 978 ]apanese Music and Musical lnstrunıents. Tokyo: Charles E.
Tu ttle.
PAPINOT E.
1 9 80 ( 1 9 1 0) Historical and Geographical Dictionary of Japan.
Tokyo: Charles E. Tuttle.
PASSİN H .
1 98 0 ]apanese and the ]apanese: Language and Culture Change.
Tokyo: Kinseida.
PATHAN Sophia Khanum M.
1 979 " Religion in irs socio-cu ltura l setting among the Muslims in
a South -Indian Village . " Unpu blished doctoral thesis
s u bmitted to the Karnatak University. Dharvar, Hindistan.
PEZEU-MASSA BUAU J.
1 978 A Physical and Social Geography of.lapan. Tokyo: Charles
E. Turtle.
PHENIX Philip H. (Ed.)
1 962 Phi/osaphies of Education. John Wiley & Sons.
PULVERS Rogers
1 9 80 "Japa n : A Key to Understanding the Western Min d . " ]FN,
VII, 5 : 8 - 1 1 .

483
ON İ K i - EKLER

PYE Michael
1 971 Everyday japanese Characters. Tokyo: Hokuseido Press.

RAPAPORT R.A.
1 96 8 Pigs far the A ncestors: Rituals in the Ecology of a new
Guinea People. New Haven: Yale University Press.
RAUCAT Thomas (Kalem adı)
1 965 ( 1 954, 1 93 0 ) Honorable Picnic. Tokyo: Charles E. Tuttle Co.
RAVERİ Massimo
1 978 "Japanese Festivals. " Bildiri, 2 3 rd International Conference
of the Orientalists. Tokyo: Tôhô Gakkai.
REISCHAUER E . O .
1 957 "The Japanese Character. " The U.S. and japan ( Pa rt III)
OSAKA: Kyoiku Tosho Co.
1 977 ( 1 964) Japan: Past and Present. Tokyo: Charles E. Tuttle.
1 970 Japan: The Story of a Nation. New York: Knopf.
REISCHAUER Harumi M.
1 98 7 Samurai and Silk. Tokyo: Charles E. Tuttle.
RICHIE Donald
1 979 "Japan's Avant-Garde Theatre . " JFN, VII, 1 : 1 -4 .
RIESMAN David v e E . T. RIESMAN
1 969 Conversations in Japan. Tokyo: Charles E. Tuttle Co.
ROBERTS Laurance P.
1 971 Notes on Japan. New York: Museum of Modern Art.
ROBERTSON ].
1 98 1 " D r. Chonin, the Urbanite, a n d Mr Bushido . " T]T, Feb 14,
1981.
ROGGEND ORF ].
1 9 80 "The Group - Key to the Japanese Mentality. " Tokyo: TJT,
2 1 Dec. 1 9 80.

SADIKLAR C. Tayyar
1 97 1 Kalkınma Yolunda Japon Örneği ve Türkiye. Ankara:
Ayyıldız Matbaası.
1 979 1 973 "Japon Kalkınması. " ( Basılmamış Doçentlik Tezi,
Teksir).
1 99 1 Zirvedeki Japonya. Ankara: (Kendi Yayı n ı )
SAKADE Florence
1 96 8 Seçme Japon Masalları ( Çeviren Ö nder Akça ) Ankara: AKAY.
SANSOM Sir George
1 96 8 ( 1 93 1 ) A Short Cultural History. New York: Appleton
Century.

484
§ 1 29 KAYNAKLAR

SANSOM Katherine
1 93 7 Living in Tokyo. New York: Harcourt, Brace and Co.
SASAKİ Yukitada ( Chairman)
1 967 Continuity and Change: in Shinto.
Proceedings of Second I nternational Conference for Shinto.
SAT Ô Eisaku
1 973 ln Quest of Peace and Freedom. Tokyo: TJT Lrd.
SATO Hideo
1 978 "Japanese-American Relations . " Hisrory, 75, 44 1 : 1 45-4 9 .
SAWYERS M.
1 976 " Income Distribution in OECD Countries. " OECD
Outlook ( Occasional Studies) .
SCK: Şukyô Cicô Kenkyu-kai (Dini Araştırmalar Derneği)
1 9 8 0 Religion in ]apan. Tokyo: FPC, A]S, No. 14.
SCOTT-STOKES Henry
1 975 ( 1 974) The Life and Death of Yukio MISHIMA. New York:
Deli Publishing Co. Ins.
SEIDENSTICKER E. ve Time-Life Eds.
1 970 Japan. Time-life International ( Nederland) N.V.
SEKİ K.
1 95 8 Age Groups (Akran Örgütleri. )
NMT, Nihan Minzokugaku Tai kei, 3 : 1 27-74 .
SEWARD Jack
1 977 ( 1 9 7 1 ) The ]apanese. Tokyo: Lotus Press.
S I O RIS George
1 974 Archetypal Similarities: ]apan and Greece. New Delhi.
SİMAVİ Sedat
1 93 4 Fujiyama (Serüven R omanı). İstanbul: Kanaat Kitabevi .
S I NGER Kurt
1 973 Mirroı� Sword and ]ewel. New York: George Brazillon.
SMITH Thomas C.
1 95 8 "The Land Tax in the Tok ugava Period. " Journal of Asian
Studies, XVIII, I .
1 975 ( 1 95 9 ) The Agrarian Origins of Modern ]apan. Stanford:
Stanford University Press.
1 977 Nakahara: Family Farming and Population in a Japanese
Village: 1 71 7- 1 8 3 0 . Stanford: University Press. AA, [8 1 ,
1 979] pp. 1 58-59.
S ÖZER Ersan ( Çev. )
1 979 "Japon R-TV Kurumunun Eğitim Yayınları ve Yaygın
Öğretime Katkılar 1 . ) NHK Eğitim Bülteninden Çeviri,
Kurgu, 2 (Eskişehir İTİA-TÖE Fakültesi) Dergisi, ss. 1 53 - 1 70 .

485
ON iKİ - EKLER

SPENYO R R.H.
1 9 85 The Eagle Against the Sun. New York: Free Press.
STEENSTRUP Cari
1 977- 8 " A Japanese Grammar Published in Sweden in 1 772. "
Newsletteı� Scandinavian Institute o f Asian Studies, No. 1 1 -
1 2, p. 23-2 8 .
STEWARD Julian H. (Ed.)
1 967 Contemporary Change in Traditional Societies. Volume 2 :
Asian Rural Societies. Urbana: University of Illinois Press.
STORRY Richard
( ?) A History of Modern japan. Tokyo: Taiyoşa Press.
SUENARİ Miçio
1 975 Anthropology and Ethnology. Tokyo: CEACS.
SUKEHİDO Hirokava
1 978 " Lafcadio Hearn's: At a Railway Station . " JFN, VI, No. 5 :
1 5-26.
SUMİYA K.
1 963 Kiyôdôtai no Şiteki Kôzo-ron.
(Kır Sosyoloj isinin Temel Kavram ları) . Tokyo: Ylıhikaku.
SUZUKİ Daisetsu
1 977 ( 1 93 8 ) Zen Buddhisın and its Jnfluence on ]apanese Culture.
Kısa özet GJC, Guides to ]apanese Cultııre, 1 977: 46-50.
1 979 Zen Budizınden Seçmeler. Çeviren: İlhan Gi.ingören. İstanbul.
SUZUKİ Eitarô
1 940 Nihan Nôson Şakaigaku Gemi. (Japon Köy Sosyoloj isinin
İlkeleri). Tokyo: Çiço-şa .
SUZUKİ Takao
1 977 ( 1 9 73 ) Kotoba to Bunka (Dil ve Kültür) . Özeti: G]C, 1 977:
24-28. Tokyo: İvanami Şinşo.
SUZUKİ Tatsuzo
1 970 "A Study of the Japanese National Character - Part IV. "
Annals of the lnstitute of Statistical Mathematics, Supp. 6
SUZUKİ Todaşi
" üne Aspect of the Ottoman Social Thought: Development
of the Organismic Theory of Society. " The World of Jslaın
N . 1 4 . pp. 9 0- 1 .
SWAAN Wim
1 970 ( 1 967) ]apanese Lantern. New York: Taplinger Publishing.

ŞEN Asım
1 9 82 Lessons from ]apan for Developing Nations. Ankara:
ODTÜ/Özgün Y.

486
§ 1 2 9 KAYNAKLAR

ŞİBUSAVA Keizo
1 95 8 ]apanese Life and Culture in the Meiji Era. Tokyo: O bunşa .
ŞİDARA Kunihi ro
1 976 Bibliography of West Asia and North Africa. Tokyo: CEACS.
ŞİMŞİR Bilal N .
1 9 75 İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de Kürt Sorunu: 1 924-3 8.
Ankara: Dışişleri Bakanlığı.
ŞİMURA İzuru
1 93 6 Western Influences on ]apanese History of Culture in Earlier
- Periods ( 1 540-1 860), Tokyo.
ŞOCİ Kiçinosuke
1 954 Meici Işin no Keizai Kôzô. (Meici Devrimi . . . ) Tokyo.

TAKAHAŞİ Morio ve Hiroşi


1 977 How to Speak ]apanese with Roman Letters. Tokyo:
Taiseido.
TAKAHAŞİ Tad a hisa
1 978 " Tü rk-Japon Münasebetlerine K ısa Bir Bakış: 1 8 7 1 -
1 94 5 . " Ankara: H.Ü. Tarih B i l i m Dalında Uzm a n l ı k Tezi
( Teksir) .
TAKAHAŞİ T.
1 95 8 "Japonya'da Akran Örgütler i . " Tôyô Daigaku Kiyo. 1 2 :
1 3 1 - 1 40 .
TAMARU Noriyaşu
1 975 ]apanese Religions: Nan Buddhism. Tokyo: CEACS.
TANABE Katsumasu
1 965 ]aponya'da Toprak Reformu. ( Çeviren: Ali Balaman ) .
Ankara: Köy İşleri Bakanlığı .
TANAKAVA Eiiçi
1 97 1 ]aponya'da Su Ürünleri. ( Çeviri) . Ankara: M.E.B.
TANİZAKİ Ç.
1 9 82 İhtiyar Çdgın ( Çeviri) . Can Yayınları.
TAR Ô Sakamoto
1 975 ( 1 97 1 ) ]apanese History. Tokyo: ISEI.
TAZAVA Yutaka ve Ark.
1 9 73 ]apan 's Cultural History: A Prespective. Tokyo MFA.
TEİKOKU Şoin ( Yayımlayan)
1 9 77 ( 1 964) Complete A tlas of]apan . Tokyo: Teikoku-Shoin.
TEKİN Talat
1 98 2 " O n the Verbal Negation in Old Japanese. " ]ournal of Asian
and African Studies (Tokyo: ILCAA), No. 24, 1 982, pp. 9 7-
1 05 .

487
ON İKİ - EKLER

TIME
1 9 83 "]APAN: A Nation in Search of ltself. " Time, Özel Sayı,
Ağustos 1 98 3 .
TINBERGEN, Jan
1 979 "The Hidden Side of Progress in Japa n . " "EKISTICS", V.
46, No. 276, pp. 1 49-52.
TJF
]FN The ]apan Foımdation Newsletter.
1 977 Dialogue: Southeast Asia and ]apan.
1 978 D ialogue: Middle East and ]apaıı.
Tok yo: T]F, Park Bldg. No. 3, Kioi-cho, Chiyoda-ku, Tokyo:
T 1 02, Japan.
1 978 An lntroductory Bibliography for ]apanese Studies. Vol 111.
Part 1 . Tokyo: University of To ky o Press.
1 9 80 An Introductory Bibliography for ]apanese Studies. Vol. lll.
Part 2. Tokyo: University of Tokyo Press.
TODA Masanao
1 978 "Japon Çocuklarının Yarışma Güdüsü . " T]T Weekly, 2 1
Ekim 1 978.
Tokyo Büyük Elçiliği (T.C. )
1 937 Türk, Nippon Dostluğunun Sonrasız Hatırası:
ERTUGRUL. (Türkçe-Japonca ) . Tokyo: T.C. Büyükelçiliği
TOYAMA Şigehiko
1 973 Nihongo no Ronri (Japoncanın Mantığı, İngilizce Özet G]C,
1 977: 28-3 1 ) . Tokyo: Chfıô Kôron-sha.
1 975 Nihongo 11 0 kan kaku (Japonca 'nın Duyarlığı). Tokyo:
Chfıô Kôron-sha.
TOYNBEE A.
1 968 Toynbee Meets ]apan. Tokyo: Kinseido Ltd.
TREVANIAN
1 979 Shibumi. Londra: Panther, Granada Publishing.
TRIBE M. and Ron Herman
1 980 A Guide to Gardens of Kyoto. Tokyo: Şufunotomo.
TSUÇİYA Matasaburô ( 1 642- 1 7 1 9 )
1 707 (Hôey: 4) Kôka-Şuncu. (Dört-Mevsimde Tarım ) . Kaga:
Işikawa. Elyazması eserin foto k opyası, Prof. MİYAMOTO
Tsu neiçi'den sağlanmıştır.
TSUNODA Tadanoku
1 978 "The Left Cerebral Hemisphere of the Brain and Japanese
Language" . ]FN, VI, No. l, 3 -7.

488
§ 1 29 KAYNAKLAR

TSURUMİ Kazuko
1 972 Nihoncin to Kôkişin (Japonlar ve Mera k ) . Tokyo: Kodanşa.
1 9 77 "Women i n Japan: A Paradox of Modernisation . " JFN: V.
No. 1 , 2-7.
TUCKER H. Frank
1 977 " Fronteirsman of Nippo n . " lntellect, December, pp. 25 1 -5 .
TUNÇOKU A . Mete
1 9 8 0 "Uzak D oğu Modelleri ve Türkiye . " Milliyet, 7 Mart 1 9 80.
TURGUT M.
1 9 8 5 _Tapon Mucizesi ve Türkiye. İstanbul: Dergah Yayınları.
TÜRELİ Orhan
1 96 8 _Tapanlar için: Türkçe Gramer ve Konuşma. Tokyo.

UÇİNO Tatsurô
1 976 ]apan 's Postwar Economic Policies. Tokyo: MFA.
UGURKAN Turhan
1 96 6 ]aponya'da Tatil. İstanbul: Özyürek.
UMESAO Tadao ve Tada Miçitarô ( Ed itörler)
1 972 Nihan Bımka na Hiyôcô (Japon Kültürünün [iç] Yüzü ) .
Tokyo: Kuşadası.
UMETANİ Şun'içirô
1 976 Economy of Postwar _Tapan. Tokyo: CEACS.
UNESCO ( Ecl . )
1 98 0 Peace on Earth. Paris: UNESCO.
UWQ ( University of Washington Q uarterly)
( ? ) ]ournal of ]apanese Studies.

VAN WOLFEREN Kare!


1 99 0 ( ? ) _Tapon Gücünün Sırrı: Devletsiz Bir Milletin İnsanları ue
Politikası ( Çeviri) . Ankara. T. İş Bankası Kültür Yayınları.
VARLEY H. Paul
1 9 72 ( 1 96 8 ) A Syllabus of]apanese Ciuilization. New York:
Columbia University.
1 97 8 ( 1 973) Japanese Culture: A Short H istory. Tokyo: Tuttle Co.
VATANABE Kazan
1 97 1 ( 1 96 9 ) İssô Hayakutay ( Çizgilerle Tüm Hayat Gerçekler i ) .
Tokyo: İvasaki Bicutsuşa.
VON DÜRCKHEIM Karlfield Graf
1 977 ( 1 95 6 ) HARA: The Vita Centre of Man. Londra: Unvin
Paperbacks ( Mandala Books) .

489
ON i K i - E K i .ER

WALSH Len
1 96 9 Read ]apanese Today. Tokyo: Tut Books.
WARD R.E. ve D.A. RUSTOW ( Eds.)
1 964 Political Modernisation in ]apan and Turkey. New Jersey:
Princeton University Press.
\'V'ATSON Lan
1 969 ]APAN: A Cat's Eye View. Bunken Extensive Readings Series.
WEATHERALL W.
1 9 8 1 " Anti-Suicide Tradition i n Japa n : Past and Present. " T]T,
February 1 4, 1 9 8 1 .
WITTFOGEL K.A.
1 959 "The Theory of Oriental Society. " ln Readings in
Anthropology il. New York: Thomas Y Crowell Co.
WORLD Fell owship Commitree of tokyo Y W C A (Derleyen)
1 978 ( 1 95 5 ) ]apanese Etiquette: A n Introduction. Tokyo: C.E.
Tuttle Co.
WORONOFF ].
1 979 ]apan: The Coming Economic Crisis. Tokyo: Lotus.

YAKABE Katsumi
1 977 Labor Relations in Japan. Tokyo: MFA.
YAKU Masao
1 972 ( 1 96 9 ) The Kojiki in the Life of ]apaıı. (Translated by G .W.
Robinson. ) Tokyo: CEA CS.
YANAGAVA Keiçi ve ABE Yoşiya
1 978 " Some O bservations on the Sociology of Religion in Japan. "
Japa nese Journal of Religious Stııdies, 5, 1 : 5-2 8 .
YAŞİRO Yukio
1 965 Nihan Biçutsu no Tokuşitsu (Japon Sanatının Özellikleri) .
Tokyo: Iwanami Şôten.
YONEYAMA Toşinao
1 967 "Kaminosho Village . " pp. 1 8 9-255.
" Kurikoma Vil lage . " pp. 2 6 1 -325.
i n J . H . Steward (Ed.) Contemporary Change in Traditional
Societies, 2. 1 967.
YOŞİDA Şigeru
1 963 ]apan 's Decisive Century: 1 86 7- 1 967. New York: Praeger.
YOŞİNO M.Y.
1 97 1 ( 1 96 8 ) ]apan 's Managerial System: Tradition and Imıovation
Cambridge (Mas): MiT Press.

490
YUİZE Yasuhiko
1 9 78 " The Truth a bour Japanese Agriculture. " ]apan Quarterly
xxv, 3 .

ZIMMERMAN Mark
1 9 8 5 How to do Business with the ]apanese: A Strategy for
success. N.Y. : Random House .

Not: Kaynaklardaki çoğu kısaltmalar için lütfen Ek: 8 (§ 128)'e bakın ız.

491
EK 10

NİNNi

İyi misin bebeğim? Sevgimizin meyvesi,


Güler yüzlü meleğim, Güzel uyu dilerim.
İyi misin bebeğim ? Çabuk büyü umarını,
Tükenmeyen seslerin, İyi misin bebeğim ?
Ufak tefek ellerin, Senden bir şey isteyim;
Parlak kara gözlerin, N'olur benim bebeğim,
Söyle nasıl seveyim ? A ra sıra dilerim,
Ben ki senin annenim. Ana ile babaya,
Benim küçük güzelim. Biraz rahat veresin.
Söyle benim meleğim, Sana ben yalvarayım,
İyi misin bebeğim? N'olur uyu bebeğim.
Bütün yaşam boyunca, Lütfen küçük bebeğim,
Her gün mutlu olasın, Uyu benim meleğim,
Budur baba dileğin. Ben ki senin
Bil ki benim bebeğim,
Bense senin annenim. - Annenim.

492
§ 1 30 NİNNi

KONNICHIWA, AKA-CHAN!

Lirikler: Rokusuke Ei Müzik: Hachidai Nakamu ra

�'J tıJ
Moderatc

qıJ J4LJ2J J J11


Koa . 11111 · c:hl ·••, ı . h - chu1 A • rıa - l a flO 1 11 •

Koa . ıl . chl-•ı. ı . h · d,ul A · H - lı 1110 l • to •


Ku • .. • Chl·••· ı . h ·dıınl o . ,.,.. . •• . 1 •• • • "'

4•1 J J. 3 1
.. Koı • 111 • dı.1-•ı, ı • lı.ı . dun! A . u­
"" · Kn • al • dıl-•ı, ı • h • chul Jı. . rıı-
ııo ; Kon • iti • chl-•ı , ı . ı.. ıl . c.hınl To • k i ·

�·ı J lı
J
Dil
J! J J 1 J.
rıt 0 lı.I • " • ••
ı.$

So
[ JI ı J
• 110 ehi • l •
J
n
r
lı ao •l . rı . 1 nı, 11\o • na ıhl • ı . wı • "
do • lı.I • •ı Pı • pı

.�-
#ı 1-
h,
t J 1 3;
Tu • H . rı •
J J J
11 M • lo •
1 �
CSJ
,.,. --
Qı Pı • Pi N U • 10 · mi J' · --

-1} J JJ J J l 1 J'
il. 1
ı;ı q 1J l l J. 'l 4 ıll
Hı · 11 . aı - •ı - ıhl - lıl Wı. tı · ll'ıl 11 Mı . 1111 ro.

t
Hı • il • nıı - 1111 -eJıı l • lıl Wı • l ı - ıhl 1• Mı • .,,

ı:ı.

1 J ;: J 1 1 J J
J•• �--'' ·- •. la • rı da • lal __ 110 A •

J J 1 J f; j ı E ,J 1 J.
rıo ıhl • r11 ıhl, Su • lı.o • ı• lı. ı - nl, u · hu·

ns.
So d ı · lı 1

f
lı:u • ıhl • h • lo • rıo • "' · --

• coda
1 J.
Ho • 111 l• da lı.e

J Jı J
rı, rl Shl • ıu .
... • • •

JıJ J 1 1 J IJı rq ı
k• nı y o . ru o __ Tıu · '-ul • I• ho • lhl • 1

41 J. J J 1 cı. J
�: ı. o .
... O • r• · ıu • ınl nı • ıı

j J 1 r' 4 J I J tl •1 qı
44· .. .
e
G•·I, ..
e =
cfı•nl __ o r• · ıu . mJ, . . .. .

l
J.J'J J IJ 1 QJ l il
Chınl Wa 0 h 0 1bl •• Mı ,. . __

© 1 96 3 R. Ei, H. Nakamura, Waranabe Music Pub.


Corp. Used by periınission of JASRAC, Licence No. 79 1 64 6 6 .

493
EK 1 1
İ N G İ LİZCE ÖZET

A TURKISH ANTH ROPOLOG IST LOOKS AT JAPAN :


AN OVERVI EW
B OZ K U RT G Ü V E N Ç ':·
I N T R O D U CT O RY

1 welcome this opportunity by the Japanese Studies Center News to


review my field work, which was supported by a Japan Foundati on
grant. This may appear " tri-angular, " written, as it is, i n English a bout
Japanese and referring to a Turkish text not accessi ble to ali readers. So,
1 wish to start off with some guides or h in ts to the underlying guestions
and purposes, which, 1 hope, will set the stage far my few findings and
comparisons with scholarly opinions.

U N D E R LY I N G QU E ST I O N : "HAS J A PA N E S E C U LTU R E N OT C H AN G E D ? "

The popular Turkish notion about Japan i s well echoed, 1 think, i n the fal­
lowing passage guoted from the poet iLHAN (c. 1 976) : the "Japanese, on
the other hand, have caught up with the Western level, without changing
their culture [but] by technological rachievements] . . . " Historian BERKES
had earlier noted, in h is letters written from Tokyo, the prevailing Muslim
belief that the "Japanese have even surpassed the Western World, without
changing their religion, mores and Eastern roots. " This idea of "deuelop­
ment without change " has even faund its way into the Western expertise.
An international committee of advisors, far example, had voiced (c. 1 960)
the opinion that "Turks may well fallow the Japanese lead or model by

Bozkurt GÜVENÇ: B o rn in Turkcy, 1 92 6 . An arch i tect-rurned s o c i a l scientist,


Professor Güvenç gra d uated from severa l i nstitu tions abroad includ i ng M . I.T. and
Colu ınbia, and from the Haccttepe University in Ankara, Turkey, where he has been
teaching culnı ra l anthropology since 1 969. He is the author of Japon Kiiltiirii (Japanese
Cultu re), firsr published (in Turkish) hy Türkiye İş Bankası (Ankara, 1 9 8 0 ) .

494
§ 1 3 1 iNGİL.İZCE E K i .ER

adopting the Western technology but holding on to their Eastern roots . . . "
Although the Princeton Symposium (Ward and Rustow, 1 964) yielded no
tangible or conclusive support for such speculations, the idea has survived
and seems to be with us to sray. This myth can easily be traced, I believe, to
the original Meiji dictum of "Eastern Culrure/Western Technology, " and
reinterpreted as a necessary device (tatemae), relieving or concealing rhe
inner strains of the cultural assimilation (honne) still surging on.
Turning to rhe l egendary " forty-tho u s a n d b o o k s " in Japanese
Studies (which, by the way, I could not sample beyond the 1 % !eve!), I
discovered new controversies. Far examp le, were the Japanese peacelov­
ing or warrior-like? Affectionate or rationalistic? Number " 1 " or frag­
ile? A " tribe" or society? Creative or imitative? Scru p ulous or m ischie­
vous? Unigue or ordinary ? Scholars from Chamberlain to Reischauer to
Befu had either a voided or resolved such i ssues. But I needed time to
discover them. When it looked hopeless, the poet Terence's maxium
resrored m y faith: " Nothi ng human can remain a mystery! "

SCO P E A N D P U R P O S E : A N EXT E N D E D S U RVEY

Setting aut for the field, I had in mind, not only thc above issues or con­
troversies but, l iterally, ali the " 8 8 topics" from the H . R . A . F. Field
Manual t h a t i s , a general s u rvey ! .Nly p u rpose w a s to test o u r
-

(Tu r k i s h ) premises by l o o king critical ly i nto Japa nese S t u d i e s . A s


Pulvers noted ( 1 9 8 0 ) , however, the study of Japan was a " key t o under­
standing the Western mind," rather that the Japanese. How could one
reach the Japanese? Although long exposure to the West might have
also affected their self-image ( identity ), what they had to say about it all
was stili very i mportant. So ran my rationale.
In an age of specialism, this was no doubt an "anachronistic holism . "
Alsa in store for me was the reversal o f the cross-cultural direction, from
the study of "simple" back towards the study of "complex . " I would not
settle for a Suye Mııra-type village nıonography nar would I dare think in
terms of Dore's Cifty Life! I resolved for a field schedule comparable, in
outline, to Befu's overview of the field and fielders, both from within and
without. Though I spoke no Nihongo, the Japanese I spoke with werc
gende a nd informative, and gave me the nickname Kokishin no katamari
(a lump of curiosi ty). I preferred " Humanese," a bilingual technigue that I
picked up froma 6-year-old boy in Kurume Station. I made long trips on
the s lowest trai n and ferries available to Klyushu and Hokkaido; visited
buraku, hama, jinja, and tera, stayed in onsens and ryokans. Sometimes I
was invited inside the genkan, to share and observe the life on tatanıi. On
tatami, I fe!t, I was very close to the heart of "Things Japanese. "

495
ON İKİ - EKLER

F I N D I N G S : C O N FO R M I N G TO A N D D E PA RT I N G F R O M TH E E S TA B L I S H E D

I found that o bserva b le behavior was moda/ly based o n consensus


rather tha n conflict. By "modality, " I mean simply a " more-often-than­
not" type of tendency -ratlıer than a measured frequency- wlıich may
well apply to everytlıing I say from here on. Under the prorecrive cover
of this " modaliry '' , rhe Japanese reaction ro an "Either this or that? "
rype of proposirion may be said to be either " Yes, both ", or "No, nei­
rher, some other thing! " In rhis context, Japanese appeared to be both
peaceloving and warrior-like, (Chônin dô and Bushi dô!}; sentimental,
affecrionate and q uite rationalistic, ( i .e., Hanin ! ) ; imitative and innova­
rive (with equal ease and success) , scrupulous and mischievous - al!
depending on circumstances !
The circumstances themselves a re prescribed by the "uchi no mo­
no " or we-groups. There is also a concept of "soto na mono ", but it
j ust serves as a fictive i mage of " ours , " like " another-We," and h a s no
distinct existence or structure of its own .
In doing things, Japanese are neither great n o r l ittle. Everything
they do for the uchi, they tend to do their best, in earnesr, regardless of
s ize, scale and p ri ority. They are achievement oriented and highly moti­
vated to leave, behind their individual or transient lives, s om ething im­
mortal. They aren't particularly " religious" in the Durkheimian sence of
the word. This " fo l k religion" i s not Shinto, Buddhism or Shamanism,
but what 1 ha ve called "Japanism '' , which means operationally not
worshipping the society, bur much more pragmatically, l iving, working,
striving for the welfare of their sacrosanct Japan, in peace or war. it is
very similar to Sumner's " Folkway, " incorporating ali beliefs and valu­
es. Hence Japan is not either a " comınunity" or a " sociery " - i n rerms
acceptable ro Tönnies.
Like human beings everywhere, the Japanese have rheir strengths
and rheir share of latent weak nesses. There is nothing new in that, j ust a
corollary of the relativity postulate that stands behind most of the cur­
rent concepts like " patterns " and " configurations. " The Japanese don't
distinguish between Western dualisms, like knowing and doign, theory
and practice, arts and crafts - nar, for the case in p oint, between culture
and technology! Theirs is a technological culture or, berter, a cultured
technology! A l i things learned or taught become an art. And culture is
but a harınonious whole of ali arts. Therefore, the question to be a sked,
is not whether the Japanese culture has or has not changed, but how
was i t p o s s i b l e , t h a t through such radical and rapid c h a nges, the
Japanese people h a ve m a intained an " ethnic" character, a mode of
national " continuity " and what Clark called " human(e) relations. "

496
§ 1 3 1 INGILİZCE EKLER

R O OTS OF J A PA N E S E " C O N T I N U ITY"

This "continuity through change" deserves an explanation, and calls far


a d r a s t i c rev i s i o n o f t h e " c u l t u re - p e rs o n a l i t y " p a ra d ig m s , from
Kardiner's " o ne-way bridge" to Whiting's m ore recent models. I hereby
propose some hypotheses towards that exp l a nation or modification.
Smith's Agrarian Origins of Modern ]apan ( 1 95 9 ) has pointed out
her technologica l a ntecedents, i.e. , while !ate Tok ugawa J a p a n was
hardly a fair match far the " Black S hips, " neither was s he a n u nderde­
veloped coınmunity of paddy farıners. Japan had her "great tradition, "
a n d was quite contemporary i n the tiınes. Numara J iro ( 1 964) offered
ample evidence that, froın the 1 6th through the 1 9th century, Japan was
not cut off from the world but was, in fact, accepting sreadily, if selec­
rively, from Western cultures, not only in technology but in the a rts and
sciences as well.
Uchi na mana Continuity: in contrast to Levi-Strauss' universa l
"Ego versııs autre " structure, the Japanese have " We and others. " Whi­
le, as already indicated, "sata na mana d isplays structural-functional
continuities, D ozoku appears to be dissolving rapidly but the "we ori­
entation " surges on in age and sex groups, i n school and business, ete.
More than a " dysfunctional residue," uchi deserves close attention. Na­
kane's tate shakai ( 1 970) and Doi's amae are two coınplemantary struc­
tures functionally related to this aspect of continuity.
Tree-like Continuity of Cıı!ture: Japan lives and grows like a tree, I
would say, by adding new rings, through the cambium (keisei-so) onto
the existing steın . in cultivating the new, the Japanese don't throw away
or retire the old. Infant training practices, which a re seen both as a
cause and effect of the a bove continuities, have so far endured the on­
going changes i n Japan. D r Matsuda 's prescription far caring far the
infa nt "on deınand " seeıns to be gaining over the " o n schedule" a lter­
natives advocated by Dr Spock.
May 1 conclude, then, by recarpping that the Japanese seeın to have
i nterna lised soıne everlasting " la ndmarks" far coping with the ever­
changing ventures o f h uınan l i fe. Here, in the constants prescribing to
keep abreast with the changes (i.e. , evolution rather than revolution ) ,
ınay l ie the clue t o their so-cal led " inscrutability, " " un iqueness" a n d -1
would like to add perhaps- their "Japanness! "

497
E K 12
B U KİTAP HAKK I N DA

BAS I N DA N S E Ç M E L E R ...

Bozkurt Güvenç'in "Japon Kültürü" kitabını her aydınımızın, her


okuryazarımızın okumasını yararlı görürüm. Ders a lacağımız,
öğreneceğimiz çok şey var da ondan . . .
- ÜKTAY AKBAL, Cumhuriyet, 3 0 Ekim 1 98 0

Diyebilirim ki b u ülke [Japonya] üstüne okuduğum ilk doyurucu k itap


Sayın Bozkurt Güvenç'in kitabıdır.
- MELİH CEVDET ANDAY, Cumhuriyet, 25 Eylül 1 9 8 1

Neyse k i Bozkurt Güvenç, iki yıl kadar önce yayınlanan "Japon


Kültürü " adlı yapıtıyla bu konuda daha önce hiç yapılmamış önemli
bir incelemeyi düşünce dünyamıza armağan etmiş bulunuyor.
- ÇETİN A LTAN, G üneş, 23 Kasım 1 9 82

O K U Y U C U M E KTU P LA R I N DAN Ö R N E K L E R

Japon Kültürü kitapçılarda bulunmuyor. Yeniden basılmayacak m ı ?


- B İ R OKUYUCUNUZ, B u rsa, 2000

Resimli ve grafikli anlatımınızla okuyucunuza güzel bir Japonya gezisi


sunuyorsunuz. Kutlarım.
- RESİM ÖGRETMENİ, Edirne, 1 9 8 7

Japonya'yı sevdiren güzel eseriniz için içten teşekkürler. Japon


Eğitimi'ni de bekliyorum.
- BİR OKUYUCUNUZ, Anta lya, 1 9 8 8

Güzel Japon Kültürü için teşekkürlerimi bir kez daha belirtmek isterim.
- AYŞE SEZER GöKHAN, Ankara, 24 Ş u ba t 1 9 8 9

498
§ 1 32 BU K IT,\ P l-I A K K I ND,\

Bu güzel /<.itabı okuyunca ne kadar sevindiğimi anlatamam. Şirin bir


Japon Ninnisi ile biten bu harika eser bana mutluluk verdi. Bazı
Türkçe sözcüklerin anlamlarını ilk kez bu kitaptan öğrendim.
- ÖZEN EREN ( 1 3 ), Ankara , 1 99 1

Bu harika kitap için size sonsuz teşel<kürler.


- MELAHAT K. SöcüTLÜ, İstanbul, 1 993

499
EK 13
JAP O N HAYRAN LIG I M IZ I N TAR İ H İ KAYNAKLA R !

Osmanlı Sultanı il. Abdülhamid, hızlı gelişmesi Batı ülkelerinde h ayret


ve şaşkınlıkla izlenen "Japon Mucizesi "ne ilgi gösterince, Japon D onan­
ınası'nın nezaket ziyaretini karşılıksız bırakmamış, Japon ülkesini daha
yakından tanımak ve i k i ülke arasında dostluk ilişkileri kurmak amacıy­
la, Osman Paşa kumandasındaki Ertuğrul fırkateyni n i Japonya'ya gön­
dermişti. Geminin dönüş yolculuğu sırasında bir tayfuna yaka lanıp bat­
ması, kuşaklar boyu sürecek kahramanlık destanlarına konu olmuş, Ja­
pon halkın ı n felaketzedelere gösterdiği yakın ilgi, ailelerine gönderdiği
yardımlar, Sultanın arzu ettiği dostça ilişkilerin sağlam temeli n i atmıştı .
Rus Çarlığı ile J apon İmparatorluğu arasındaki 1 904-05 savaşları­
nın, denizde ve karada Japonya'nın kesin zaferiyle sonuçl anması, Os­
manlı ü lkesinde Japonya'ya duyulan saygı ve hayran l ığı kat kat artırmış
ve toplumsal bilinçaltında bir umuda yol açmıştı: Güçlü Batı Emperya­
lizmi karşısında yeni lgiden yeni lgiye uğrayan ve gerileyip d u ra n yüce
Osmanlı Devleti de Japonya'yı örnek alıp toparlanabilir, varlığını ve ge­
leceğini güvence altına alabilir miydi ? Belki bir ham hayal ama buna
şiddetle ihtiyaç vardı.
Sultan II. Abdülhamid, Batıl ıların " dinsiz" gördüğü Japonları İ slam
Alemi'ne katmak üzere, Kadı A brürreşid İbrahim Efendi'yi, özel b i r gö­
revle Japonya'ya gönderdi. Kadı Efendi, görev dönüşü yazdığı, "İslam
Alemi ve ]aponya 'da İslamın Yayılması "( 1 9 1 2 ) adlı eserinde, Japonların
İslamiyete son derece yatkın olduğunu, bütün yapacakları bir " kelime-i
şehadet " getirmekten i baret olduğunu beyan edecek kadar umutlu görü­
n üyordu.
Meşrutiyet ertesi i ktidara gelen İttihat Terakki Genel Merkezi de Ja­
pon mucizesiyle ilgilendi ama araya Birinci Dünya Savaşı girdi.
İmparatorluğun yerini alan genç Cumhuriyetin aklı ve yüreği Japon
çağdaşlaşmasında idi. Atatürk, fı rkateyniınizin k aza yerinde Japon İm­
paratorluğu'nun şehitler için i n şa ettirdiği anıtmabedi n yeniden yapımı­
n ı sağladı; imparator bu mabedi ziyaret ederek onu " ulusal bir ziyaret­
gah " düzeyine yükseltti . Türkiye Cumhuriyeti ise bu anıtmezarın bir

500
§ 1 33 JAPON l I AYRAN l .I C l �,t l Z I N TA R i H i KAYNı\KLı\ R I

benzerini Mersin'de inşa etti. Diplomatik ilişkiler karşılıklı emek ve ya­


tırımlarla günümüze kadar sürdü geldi. Türkiye Cumhuriyeti 1 93 7 yı­
lında, Ertuğrul Şehitleri adına ve onuruna yeni bir belgesel yayımladı.
Bu kez de İkinci Dünya Savaşı araya girdi; ancak Kwai Köprüsü adlı
propaganda filmi, Türklerdeki Japonya aşkını söndürmeye yetmedi sa­
dece külledi, bir süre için.
Kore Savaşı'na katılan gazilerimiz, Ja ponya'da geçirdi kleri kısa ta­
tiller sırasın da edindikleri çok güzel izlenimlerle döndüler anavatana ve
toplumun belleğindeki Japon hayranlığını ve efsaneleri tazelediler. İşte
tam o yıllarda, savaşın yıkıntılarından kurtulmaya ve kalk ınmaya başla­
yan Japonya, "İkinci Japon Mucizesi" ( 1 970) ile dünyanın dikkatini ye­
niden çekmeye başlıyord u . Rahmetli Niyazi Berkes Hocamız, kardeşine
yazdığı " Asya Mektupları" nda, İslam dünyasında geçerliğini sürdüren
ve yaygın inancın, y'a ni "Japonya'nın değişmeden kalkındığı" yolundaki
efsanenin doğru ve geçerli olmadığını söylemeye çalıştı; ama kimseyi
inandıramadı. Efsane leşen destanları değiştirmek hiç de kolay değil di .
Japonya Vak fı'nın burslusu B ozkurt Güvenç, "Değişmeden gelişme/
kalkınma " varsayımını i rdelemek amacıyla yaptığı saha çalışması so­
nunda, bir "Japon Kültürü " tarihi yayımladı ( 1 9 8 0 ) ve "Japon M ucize­
s i " denen efsanenin Japon kültürünün biricik l iğinden veya kendine ben­
zerliğinden başka bir şey olmadığını göstermeye çalıştı ( Bkz. Ek 1 5 ) . Ki­
tabı okuyup övenler bile m ucizeye inanmayı sürdürüyorlar. Acaba biz
de değişmeden kalkınıp çağdaşlaşamaz mıydık - Japonlar gibi ? Neden
olması n ?
Türklere Japon gerçeğin i anlatmak, Japon kültürünü daha yakın­
dan tanımak amacıyla Ankara 'da kurulan Türk-J apon Kültür Merkezi,
Ek: 1 7'de tanıtı lmaktadır. Küresell eşen ve k üçülen bir dünyada efsane­
leşmiş dostluklarl a destansı hayranlıkların ne kadar direneceği bell i de­
ğildi. Yaratılan bütün güzel kültür değerleri gibi dostlukların da emek ve
özenle yaşatılmaya gereksinmesi vardı.

501
EK 14
Çie NAKAN E ile Söyleşi
"JAPO N LAR M O D E R N LEŞTİ
AMA BATI LI LAŞMAD I ! "

• D ünyaca ünlü "Japon Toplumu " {japanese Society) 'c adlı eserin yaza­
rı olan Tokyo Üniversitesi emekli öğretim üyelerinden Prof. D r. Naka­
ne Chie ':· , b irkaç yıl önce Milliyet gazetesinde yayımlanan söyleşisin­
de, özetle:
• " Yükselen Türkiye'nin aksine, Japonya'nın bir iniş trendine geçtiğini ;
• Japon dilinde " lider" sözcüğünün olmadığını, Japonya' d a n h içbir za­
man bir Atatürk çıkamayacağını;
• Japonya'da çok yavaş olan değişimin, toplumun kültürel çekirdeğini
(kimliği n i ) etkilemediğini;
• Etkilemiş olsaydı, yirmi yıl önce yazdığı kitabın bugün hala satışta
olamayacağını;
• Oysa, kitabının hala ısrarla arandığını, sorulduğunu ve satıldığını;
• Öyleyse, "Japon Kiiltiirii nde değişen fazla bir şey olmadığı gerçeğini
"

vurgu! uyord u .

Prof. D r. NAKANE Çie i l e Röportaj

Saygın bir bilim insanının kendi toplumuyla i lgili bu i lginç yargısı, yazar
Güvenç'in Japon Kültürü kitabının da ilk yayımından 20 yıl sonra neden
hala arandığını ve yeniden basıldığını bell i bir ölçüde açıklayabilirdi.

NAKANE Chie. Japanese Society. Weidenfeld & Nicolson, 1 97 1 .

502
EK 15
JAPON M U CİZESİ (M İ ?) *

B u yüzyılın başlarında, Japonya'nın Çarlık Rusyası'nı 1 904-5 savaşıyla


karada ve denizde, ağır bir yenilgiye uğratmasıyla Birinci Mucize yaşan­
mıştı. Ülkemizdeki Japon hayranlığı ve Togo adları bu "mucize" den
kalmadır. Japonların askeri başarısı Osmanlı'ya " sen de yapabilirsin"
umudunu vermiştir. İkinci Savaş, m ucize anılarını k ü l ledi; Japonya 'nın
teslim oluşu mucizeyi unutturdu. Ancak, K ore Savaşı'ndan günümüze
dünya, ikinci "Japon Mucizesi" n i yeniden konuşur oldu. Batı'da, "Na­
rin Çiçek " Japonya'nın 5-1 0 yılda toparlanıp kendileriyle yarışır duru­
ma gelmesi; İslam Dünyası'nda ise, " geleneksel k ü ltürünü değiştirmeden
sadece teknoloji alarak k alkınma başarısı " bir " mucize " olarak görül d ü .
Hatta Türkiye'ye örnek gösterildi. " Batı'dan teknoloji a l ı n , k ültürünüzü
koruyun" dendi. Bu tanı ve öğüt geçerli değildi ama k ulağa hoş gelmişti.
Binlerce bilgin, sanatçı, araştırmacı Japonya'ya koştu: Mucizeyi
görmek, sırrını çözmek için. "]aponya 'yı anlamak zor, çünkü çok basit"
diyen Singer'e ( 1 97 3 ) kulak veren çıkmadı. Önde gelen Japonya uzmanı
Maraini ( 1 97 1 ) 'nin, "Tarih öncesinden beri çağdaş olan Japonyası "
medyanın i lgisini çekmedi. Oysa, Almanların 1 770'lerde Latince ve si­
yah-beyaz bastıkları ilk A natomi A tlası'nı Japonlar 2-3 yıl sonra üç dil­
de dört renkli basmışlardı. Dünya, " dehanın rolünü en aza indirmiş
olan bu toplumu n " başarılarını, m ucize olarak görmeyi tercih etti.
1 8 6 8 'de çağdaşlaşmaya karar veren küçük bir Asya ü lkesi, nasıl olur da
yüz yıl içinde, dünyanın en güçlüleri sırasına girebil irdi ? İkti satçı Ozaki
( 1 97 8 ) de " Mucize" nin, i nsan ilişkilerinden (yapıdan, kültürden) kay­
naklandığını açıkladı; pek etkisi olmadı. Mucize, Japonların işkolik olu­
şunda, çalışmayı çok sevmelerinde, 1 5- 1 6 saat çalışmalarında, geyşa 'la­
rın büyüsünde, harakiri'nin dehşetinde, yüksek intihar oranlarında, ka­
mikaze ruhunda veya emeği sömüren taykun i l iş kilerinde arandı. Bulu­
namayınca da "mucize" söylencesi giderek güçlendi.
Mucize, başarılı ve h ızlı kalkınmada değil, gelişmenin değişmeden

,. TÜBİTAK, Bilim Teknik, s. 347.

503
ON iKİ - E KLER

sağlanmış olmasında d üğümleniyordu. Acaba Japonya değişmeden mi


kalkınmıştı - gerçekten. Kimono/ara, Tokyo terliklere, geyşa 'lara, ayak­
kabı çıkarıp yerde oturup çubukla yemek yemelerine bakılırsa Japon kül­
türü değişmemişti. Gerçi her gelişme mucize sayılmazdı ama değişmeden
gelişme -eğer doğruysa- mucize sayılmalıydı. Batı'nın iki yüz yılda yaptı­
ğını Japonya yüz yıla nasıl sığdırmıştı acaba ? Smith ( 1 975 ) , Japon mo­
dernleşmesinin köklerini 1 6. yy'da Shogım'ların yaptığı, toprak, tarım ve
vergi reformlarında buluyordu . Çeltik köylüsü, askeri feodalitenin koy­
duğu ağır vergileri ödeyebilmek için, 250 yılda, ü retimin verimliliğini iki­
üç kat arttırmayı başarmış; %30 kentleşme ve % 40 okuryazarlık oranı
ve gelişmiş işbölümü yapısıyla ülkeyi endüstri devrimine hazırlamıştı. Ja­
pon toplumu -değişmiyor değil- değişiyordu. Ancak bu süreçte Batılının
anlayamadığı türden bir süreklilik vardı ve Batı bu sürekl i l iği değişmezlik
gibi yorumlama yanılgısına düşüyordu. Her gün her konuda kendini ye­
n ileyebilen, evrimci bir ü lkenin devrime ihtiyacı yoktu. Shogımluğa son
veren eylemin adı "Meiji Restorasyonu " ( onarım) idi. Değişmediği i leri
sürülen Buda d inine göre de " hayat değişme"dir. Böyle bir dinin neresi,
nasıl değiştirilebilir k i ? Aslında, Budhizmi bile alıp Japonlaştırmışlardı.
Değişmez gibi görünen Japonya'da değişmeyen tek töre, bebek eği­
timidir. Japonlar, her şeyin büyük bir hızla değiştiği top lumda, çocuğu,
annesine, ailesine ve ]aponya'ya bağlı duruma getiren temel kişilik yapı­
sını korumaya / değiştirmemeye çalışıyorlar. Bu işte başarıl ı görünüyor­
lar. Bir tanrı gibi, sevgi ve saygı ile ceza görmeden (onuru kırılmadan)
yetişen çocuk, kendisini Japon gibi değil de, "Japonya " gibi görür. "Ül­
kem bana ne verdi ? " demez, " Ben ona ne yapabilirim ? " diye sorar. Bü­
yür gider; ama bu borcunu ödeyemediği kaygısından kurtulamaz. De­
ğişme süreci içinde bu temel kişiliğin bugüne kadar belli bir ölçüde ko­
runabilmiş olması, mucizeye en çok yaklaşan Japon başarısıdır.
Bunun d ışında, Japonya, değişti değişiyor, kuşkusuz değişecek ve
gelişecek ama nasıl ? Eskiyi atıp yerine yenisini koyarak değil de bir ağa­
cın lwmbiyum halkası gibi, mevcut gövdenin (taşıyıcının) üzerine her yıl
yen i yaş halkaları ekleyerek. Yeninin a ltında veya gerisinde varlığı du­
yumsanan eskiler, Japonya'nın değişmediği yanılsamasına yol açar. Gö­
renler döner ve Japonya'nın değişmeden k a lkındığını söyler.
Uygar l ığı, insanoğlunun doğaya egemenliği gibi anlayan, algı l ayan
ve bununla ölçüp övünen Batılının Japonya'yı anlaması kolay değildir.
Japon insanı için evrimin i l kesi, -güçlü olanın seçilişi değil- doğayla bir­
l ikte var kalmaktır. Japon çağdaşlığının, gelişmesinin, mucizesinin şim­
d i li k değişmeyen i lkeleri bunlardır.
BOZKURT GüVENÇ

504
EK 16
İ M G E LE R, G E RÇ E K L E R VE G E LE C E K
(TÜ R K-JAP O N İ LİŞKİLERİ)

G İ R İ Ş : KAVRAMSAL Ç E R Ç EVE
Türk-Japon i l işkilerinin, geçmişten geleceğe farklı açı ve boyutlarda ele
alınacağı bu p anelde, Türk toplumundaki Japon imgesinin ( imajının)
nasıl oluşup geliştiğini; başka bir deyişle, Türklerin Japonları nasıl gör­
düğün ü yorumlamaya, i l işkilerimizi etkileyen bazı konuları gündeme
getirip değerlendirmeye çalışacağım :
1 . İnançlarla gerçekler, imgelerle kimlikler;
2. Bireysel, bilimsel ve topluma mal olmuş görüşler;
3. Değişmeler, gelişmeler ve süreklilikler, vb. gibi.
Türk-Japon ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını, halkbilimcilerin
epik ve etnik adını verdiği dönemlerden geçti; karşılıklı tanıtma, tanışma,
çıkar ve yararların ağırlık kazandığı objektif (lojistik) aşamaya geldi.

E P İ K D Ö N E M İ N D E STAN LA R !
Türk-Japon ilişkileri, Türk toplumu açısından, yüzyıl kadar önce
( 1 8 90'da), destanlaşan, kahramanlar yaratan, bir " Ertuğrul Faciası" ile
başladı. İmparatorl uğun dağılma dönemi nde, son yıllarında yaşa yan top­
luma bir kurtuluş umudu veren Japon başarıları, Osmanlı d ünyasında
epik ( destansı) ve mitholojik masal kahramanları yaratılmasına yol açtı.
Batı medeniyeti karşısında giderek zayıflayan Ôsmanlı, yarattığı/yüceltti­
ği Japon hayaline sığındı. Doğu'nun "Yükselen Güneşi" Japon'un yaptı­
ğını biz de yaparız hayali ne kapıldı! Neden o lmasın ? Doğulu ortak kök­
lerimiz nedeniyle esasen çok benziyorduk Japonlara. Üstelik Japonlar da
" Ertuğrul Faciası "nı alicenap bir millet olarak ne güzel değerlendirmiş­
lerdi. Toplayıp gönderdikleri yardım paraları, resmi başsağlığı heyetleri,
geçmiş olsun d ilekleri ve denizcilik öğretmenleriyle, şehitlerimiz için dik­
tikleri a nıtlar ve i nşa ettikleri ma betlerle Osmanlı'nın acısın ı paylaşmış,
şükran yüklü saygısını kazanmış, Batı karşısında, sarsılmış onurunu
onarmış, özgüvenini tazelemiş, ruhunu fethetmişlerdi.

505
ON İ K i - EKi .ER

1 904-05 J A P O N ZAF E R İ
Ertuğrul Faciası'nın öyküsü v e Japon konukseverliği ağızdan ağıza yayı­
larak, her anlatışta biraz daha büyüyüp destanlaşırken, 1 9 04-05 Rus­
Japon Savaşı'nda, Osmanlı'nın güçlü komşusu Çarlık Rusyası'na karşı
Japonya'nın, denizde ve karada kazandığı zaferler, bütün dünyayı oldu­
ğu kadar Osmanlı'yı da hayrete düşürmüş; Osmanlı'daki Japon hayran­
lığının tükenmeyen hazinesi olmuştu. Uzak Asya' nı n Japonları b u başa­
rıyı gösterebiliyorsa, biz de yapabilird i k . Japon başarıları, böylece
umutsuzluk ve yeni lgilerle dolu son yıllarında, Osmanlı'nın en büyük
umut ve güç kaynağı olmuştu. Japonlar, Osmanlı'ya geçmiş yüzyıl ların
savaş kahramanlarını anımsatıyor, erkek bebeklere TOGO adı veril iyor­
du; belki gün gelir amiral olurlar umuduyla.
Osmanlı Devleti, imparatorluğun haberleşmesini telgraf hatlarıyla sağ­
lamaya çalışırken, Japon Ordusu'nun savaşta sahra telefonunu kullanması,
yaya erlerin çantasında taşıdığı yedek postallar vb. asker ve sivil yöneticile­
rin hayranlığına yol açtı. Gizemli Japon, Osmanlı'nın sevgilisi oldu.
Dağılan imparatorluğunu İslam Birliği politikası ile kurtarmaya ça­
lışan Sultan Abdülhamid, Kadı İbrahim Abdürreşit Efendi'yi özel bir
misyonla Japonya'ya gönderdi. Kadı'ya göre, Japonlar zaten o kadar
Müslümandı ki, İslam iyeti kabul için keliıne-i şahadet getirmeleri ve na­
maz kılmaları yeterliydi. Ne ki Japonların günde beş vakit namaza vakti
yoktu. Daha azına da kadı yetkili değil d i .

İ K İ N C İ M E Ş R UTİYET
İkinci Meşrutiyet bütün bu umut ve hayallere -son değilse bile- kısa bir
ara verdi . . . Kadının kitabı ( 1 9 1 2 ) , İttihat Terakki Merkez-i Umumisi
toplantılarının gündeminde yer aldı. Konuşuldu, tartışıldı. Japonların
Müslüman olmaları şart değildi. Biz, onların milliyetçi eğitim ve çağdaş­
laşma politikalarından yararlanabilirdik. Bu kez de Balkan ve D ünya
Savaşları araya girdi. Japonya dosyası belki rafa kalktı ama seferberlik
yıllarının sıkıntıları içinde bocalayan Osmanlı yöneticileri "Japonya
Mucizesi "ni unutmadılar.

C U M H U R İYET D EVR İ M İ
Kurtuluş Savaşı'nda kazanılan askeri başarı, Osmanlı'da yeşeren u mut­
ların o kadar da ham hayal olmadığını gösteriyordu. Japonya, çökmüş
olan Rus Çarlığı'nı yenmişti. Oysa " Yükselen Hilal " , Yunan' ı yenerken,
" üzerinde güneş batmayan" Büyük Britanya'yı dize getiriyordu. B üyü­
kelçi Lindsay, 1 925 yılında Londra h ü kümetine gönderdiği raporda,
"Milliyetçi Türklerin gönlünde Japon çağdaşlaşmasının yattığını,
tepeden tırnağa toplum yapısının ve kurumlarının değişeceğini" haber

506
§ 1 36 İ !\ I GELER, GERÇEK LER VE GELECEK

veriyordu . Gözlem ve teşhis doğru çıkacaktı . Batı tehlikesine karşı en


güçlü silahın yine Barı medeniyeti olduğunu savunan Gazi Mustafa Ke­
mal, Japonya ile diplomatik ilişki kurdu. Ertuğrul'un anıtkabirinin yeni­
den i nşasını sağladı. Genç Japon imparatoru , anıtı ziyaret ederek " ulu­
sal bir mabed " d üzeyine yüksekti. Cumhuriyetçiler ve asker eğitimciler
yeniden başlattılar kesintiye uğramış bulunan Japon Etütlerini. Coşima
(Tsuşima) Deniz Sa vaşı 'nın tarihi, Beyaz Zambaklar Ülkesi (Finlandiya)
ile b irlikte askeri ve milli eğitimin okuma programlarına girdi.

İ K İ N Cİ D Ü NYA SAVAŞI
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin serüvenini ve geleceğini yorumlayan Er­
nest Jackh, kitabına -"Yükselen Güneş" imgesini çağrıştıran- "Yükselen
Hilal" (The Rising Crescent) adını koymuştu. İkinci D ünya Savaşı'nda
karşı cephelerde yer alan Güneş ile Hilal, diplomatik ilişkilerini kesmedi­
ler. Ancak Batılı ü lkelerin "Samuray" ruhunu hedef alan psikoloj i k pro­
pagandası, özellikle de "Kıuai Köprüsü " filmi Türkiye'de soğuk bir duş
etkisi yaptı; ama Japonya aşkımızı söndürmeye, küllemeye yetmedi.

KO R E 5AVAŞI VE S O N RA S I
Batılı müttefiklerinin çağrısına uyarak K ore Savaşları'na katılan ve Ja­
pon Adalarını ziyaret fırsatını bulan Ti.irk gazileri, yanıp yıkılmış bir Ja­
ponya' nın nasıl ciddi bir çabayla toparlandığını, kendine geldiğini anla­
tırken, Türk topl u m bilincinde uyuklayan Japon sevgisini uyandırdılar.
Cumhu riyetin ardından demokratik bir kalkınma hareketine girişen
Türkler yeniden ilgilenmeye başladılar Japon kalkınmasıyla.
1 950 sonlarında Japonya'yı da ziyaret eden tarihçi-toplumbilimci
Niyazi Berkes, ( 1 976'da yayımlanan) Asya Mektupları 'nda,

Miislümanlm� dinlerini, törelerini, değer yargılarını değiştirmeyen


Japonların, Batı 'dan yalnız teknoloji alıp kültürlerini koruyarak
Batı dünyasına yetiştiğine hatta onu geride bıraktığına inanırlar.

Gözlemine yer verdikten sonra, bu yaygın inancın yanlış ve yanıltıcı


olduğunu örnekleriyle kanıtlamaya çalış ıyordu. B u mektuplar çok za­
manında yapılmış bir uyarıydı. Çünkü laik Türkiye Cumhuriyeti 'ndeki
inceleme ve araştırma sonuçları ve yaygın i nançlarla da başarının sırrını
geleneklerin korunmasında arıyor ve tabii aradığı yerde buluyordu. Biz
de Japonlara son derece benzediğimize göre, onların yaptığını pekala
yapabilirdik. Saygın bazı hocalar da böyle b uyuruyordu. Aksini söyle­
meye k imse cesaret edemedi.

507
ON İKİ - EK LER

EGİTİM M İ LLİ KO M İ SYO N U ' N U N R E FO R M Ö N E R İ S İ


Ford Vak fı'nca desteklenen ve Türk Milli Eğitimi'nde kalkınmaya yöne­
l i k köklü reformlar yapılmasını öngören Eğitim Milli Komisyonu Rapo­
ru ( 1 9 6 1 ) aynı görüşü şöyle dile getiriyordu.

Bir Doğu ülkesi (kültürü) olan Türkiye de tıpkı Japonya gibi, Batı
medeniyetinden yalnız teknoloji alıp kendi geleneksel kültürünü
koruyarak kalkınmalı, milli eğitimini bu ilkelere göre düzenlemeli.

Dünyaca ünlü, ul ushı rarası çapta eğitim uzmanları, Meiji Restoras­


yonu 'nu başarıyla gerçekleştiren Japon çağdaşlaşma hareketinin
"Batı eğitimi / Doğu ruhu "
sloganını ciddiye almış ve Berkes'in deyimiyle inanmış görünüyordu.
Acaba Türkler ve Japonlar gerçekten benziyor muydu ? Ya da daha
önemlisi Japonlar Batı' dan yalnız teknoloji alarak mı kalkınmışlard ı ?

P R I N C ETO N S E M İ N E R İ / 1 964
Türk-Japon benzerl iği, yakınlığı, " Yükselen Güneş " ile " Yükselen Hi­
lal"in çağdaşlaşma serüvenleri sonunda akademik dünyanın ilgisini çekti
ve araştırma masasına yatırıldı. Uzmanlar, yaygın inançların aksine bu
iki Doğulu toplumun birbirine hiç benzemediği ve karşılaştırılamayacağı
sonucuna vardılar. Ancak bu bulgu ve sonuçların Türk toplumunda gö­
rülür bir etkisi olmadı.
Şair yazarımız Attila İlhan ( 1 9 7 6 ) toplum katlarına ve vicdanına
yerleşmiş inanç ve k anaatlerin kolay değişmediğini ve değişmeyeceğini
şöyle yankı l ıyordu:

Öte yandan J aponlar, geleneksel kültürlerini hiç değiştirmeden,


ekonomik gelişmeyi ve kalkınmayı sağlayarak Batı d üzeyine
u laşmışlar; Japon gibi yiyip içiyor, giyinip k uşanıyor ve yaşayıp
ölüyorlar.

Ünlü şairimiz Behçet Necatigil, aynı yıllarda oyunlaştırdığı ( 1 995'te


yayımlanan) Ertuğrul Faciası eseriyle, destanın yaşadığını yansıtıyordu.
Peki umudu canlı tutuyoruz da biz neden yapamıyoruz, Japon'un yaptı­
ğın ı ? İşte aydınlarımızı uğraştıran sorulardan biri buydu. Hemen çoğu­
m uz, bu konuda fazla bir araştırma yapmadan, akıl yürütmekte ustayız.
Bunun en ünlüsü de Japonların, İngilizce eğitim yaptıkları için başarılı ol­
dukları tezidir. Kuşkusuz yanlıştır. Ama inanmayan varsa Japonya'ya gi­
dip sorabilir. Çoğu i nançlar değişti değişiyor; şu birkaçı hala direniyor:

508
§ 1 36 JM(;EIJ'.R. GER(,:FKLER VE C ELFCFK

• Japonya dışardan yalnız teknoloji alıp dinini-töresini koruyor;


• Japon işçisi çok fedakdr, boğaz tokluğuna çalışıyor;
• Başarısız olan Japon harakiri yapıyor;
• Geyşalm; çok çalışan erkeklerin mutlııluğımu sağlıyor;
• Savunma giderleri artmadığı için ekonomileri giiçleniyor gibi.

İ K İ N Cİ J A P O N M U C İ Z E S İ
Savaş sonrasındaki başarılı ve hızlı Japon kalkınması, tüm dünyanın il­
gisini çekti ve "Japon Mucizesi " olarak değerlendirildi. D ünya bu m uci­
zenin sırrını çözmeye çalışırken biz de yeniden ilgilendik Japonlarla. Ga­
zeteciler, turistler, d iplomatlar gittiler, gördüler ve bol bol yazdılar, pek
derinliğine inmeden. Her yeni araştırma Volkanlar ve Kirazlar ülkesini
biraz daha anlaşılmaz hale getiriyordu. Çoğu yargılar değişiyordu; ama
Japonya' nın değişmeden kalkınd ığı inancı yerli yerinde duruyordu. Ja­
ponlar dışında k i mse bir şey yapamıyordu, sağlam bu k aleye.

J A P O N K Ü LTÜ R Ü VE E G İ T İ M İ
İşte bu inancı irdelemek amacıyla giriştim Japonya araştırmama. Kitabım
ve bulgularım önce kimsenin dikkatini çekmedi. Kimi inanmadı, kimi ina­
nılmaz dedi, pek ciddiye alan da çıkmad ı . . . Yağ çekiyor diyenler oldu . . .
Aslında Teori-Z'den başka bir şey bulmamıştım. Mucize, "Japon kültü­
rü "ndeydi. Shogun filmi imdada yetişti. Kitap üst üste baskılar yaptı.
Okundu, okutuldu ve tartışıldı. Ardından Japon Eğitimi denemeleri ya­
z.ı ldı. Ama temel yargımız, Japonya'nın yalnız teknoloji alarak, yani değiş­
meden geliştiği yargımız değişmedi. Her değişme gelişme değildi ama ge­
lişme için değişme kaçınılmazdı. Sanımca Japonca bir Koca Çınar gibi, es­
ki yaş halkalarının üzerine yeni halkalar ekle)ıerek büyüyordu. Eskiyi at­
madığı, geçmişe dayandığı ve eski yeniyi taşıdığı için "değişmemiş " görü­
nüyordu. Bu mucizenin nasıl gerçekleştirildiğini ikinci baskısı yapılan Ja ­
pon Eğitimi Raporu'nda açıklamaya çalıştık. Belki bazı etkileri oldu ama
yaygın kanıları değiştiremedi. Japon teknolojisinin Handa, Seiko, Sony,
Canan, Nikon, Nippon gibi teknoloji ürünleri, rekor zamanda tamamla­
nan H a liç ve Boğaz projeleri, Japon teknolojisine d uyulan güveni besliyor.
Dünyada başarıları nedeniyle yalnız kalan Japonlar, Türkiye'deki
özel sevgi ve sempatinin mutluluğunu tadıp yaşıyorlar, ama, Türkiye'ye
karşı Batı'nın takındığı tavrı benimseyerek, Türkiye'yi Batı penceresin­
den görerek tarihi birikimi ve hazineyi cömertçe harcar görünüyorlar. Bu
tutumun gerekçelerin i anlamaya çalışıyorum. Başardığımı söyleyemem.

D E M İ R E L' İ N 1 992 ZİYA R ETİ VE TjV/ K M


Japonya olgusunu yerinde inceleme fırsatını bulan Başbakan Demirel,
ortada bir m ucize olmadığını, tanımadığımız Japonya'yı tanıyıp tanıt-

509
ON İKİ - FKLER

ınak amacıyla böyle bir


merkezi k urma görevini
verdi ve projeyi destekle­
d i . Böylece, Türk-Japon
ilişkileri tarihinde bir dö­
nemin kapandığı ve gele­
c e k d ö n e m i n b a ş l a d ı ğı
söylenebilir.

İ Lİ Ş K İ LE R İ N G E LECEGİ
Kapanan dönem, Türk­
Japon ilişkilerinin roman­
tik (ethos-inanç) dönemi
oldu. Karşılıklı çıkar ve
yararlara dayalı ilişki lerin
geliştirilmesini hedef alan
yeni bir dönemin eşiğinde
b u l u n uyoruz. Başka b i r
deyişle, mythos v e ethos
dönemlerinden sonra lo­
gos dönemi başlıyor. Ka-
Prens MİKASA, Kültür Merkezi temeline ilk harcı koyuyor. naatimce, yalnız teknolo-
j i k m ucize araçlar ve yük­
sek teknoloji değil, Japon toplumundan, k ültüründen ve tarihinden ala­
cağımız pek çok dersler var. Vakıf ve Kültü r Merkezi bu amaçla kuruldu.
Bu amaçla çalışaca k. Bütün dünyayı tanıma ve öğrenmede son derece ba­
şarılı olan Japonlar, deneyim ve birikimlerini paylaşmada çok hevesli gö­
rünmüyorlar. Ortak projelerden ziyade sanki kendi tanıtmaları na öncelik
veriyorlar. Karar ve tercih özgürlüğü tabii kendilerine aittir. Ancak, en­
formasyon çağına giren ve global izasyon sürecinde yaşayan dünyada, ül­
keler birikimlerini ötekileriyle paylaşmak, ötekilere kaynak aktarmak
durumunda olacaklardır. Uluslararası işbirl iğinden söz etmek, bu işbirli­
ğini gerçekleştirmekten ve verimli kılmaktan sanki daha kolay görünü­
yor. Söylemek her zaman yapmaktan daha kolay olmuştur. Ancak Türk­
Japon Kültür Merkezimizin henüz birinci yılındayız. Bütün güçlüklerine
ve ekonomik bunalım sorunlarına karşın, bu dönemin tek yanlı, karşılık­
sız ( romantik) bir aşktan daha sağlıklı olacağına inanıyorum. Eksikleri­
miz tamamlandıkça, biraz sabır ve karşılıklı anlayışla, bazı sorunların
çözümleneceğini ve geleceğin daha verimli olacağını ümit ediyorum.
BOZKURT GÜVENÇ

510
§ L l6 İl\I CELER, GERÇEKLER VE GFLECEK

METİNDE GEÇEN I ANILAN BAŞ LICA KAYNAKLAR

Güvenç, B. Japon Kültürü, İş Bankası, 1 995.


Japon Eğitimi Raporu. ME B, 1 99 9 .
" Images of Japan in Turkey. " Kokusai Koryu. 1 990.
Berkes, N. Asya Mektupları. Çağdaş, 1 976, 2001 .
EMK Eğitim Milli Komisyonu Raporu. ABP, 1 962.
İbrahim, A. İslam ve Japonya 'da Yayılması. E . &Eşref E dip , 1 9 1 2 .
İlhan, Attila. Hangi Batı. Bilgi, 1 975.
Matsutani, H. Japonya 'nın Dış Politikası ve Türkiye. Bağlam, 1 99 5 .
Ouchi, W. Theory-Z. Avon Books, 1 982.
Ozaki, R.S. The Japanese: A. Portrait. Tuttle, 1 97 8 .
Sadıklar, C . T. Zirvedeki Japonya. ( Kendi ) , 1 99 8 .
Şimşi r, B. İngiliz B elgeleriyle Kürt Sorunu. D ışişleri Bak., 1 975 .
TC Tokyo Büyükelçil iği. Türk Japon D ostluğu. Tokyo, 1 937.

511
EK 17
T Ü R K-JAPO N VAKFI V E K Ü LTÜ R M E R K EZ İ
Profesör Doktor
C. Tayyar SAD I K LAR
Va kıf Başkan ı

Türk-Japon Vakfı, Türkiye i l e Japonya arasında sosyal, k ültürel, teknik,


ekonomik ve benzeri a la nlarda dostluk ve işbirliğini geliştirmek üzere
1 993 yılında kurulmuştur. Vakfın kurucuları arasında Türkiye'n i n ve
Japonya'nın eski ve yeni büyi.ikelçileri, Japonya k ül türü ve ekonomisi
konusunda çalışmalar yapmış bilim adamları, Japonya'da görev yapmış
devlet memurları, Türk-Japon Dostlu k Dernekleri başkanları, devlet ri­
cali arasında Japonya ile i lgilenen kimseler bulunmaktadır.
Türk-Japon Vakfı'nın kurulması ve vakfın bir Kültür Merkezi inşa
etmesi i le 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel bizzat i lgilenmiştir.
Oran Şehri'nde Milli Emla k 'tan sağlanan, u luslararası kuruluşlar
için ayrılan 1 0.000 m2'lik değerli bir arsa üzerine Türk-Japon Vak fı
Kültür Merkezi inşaatına 1 99 6 yılının 5 Mayıs tarihinde temel atılarak

E K 1 7 · 1 : Türk-Japon Vakfı Kültür Merkezi, Ankara / ORAN.

512
§ 1 37 TÜllK-Jı\l'ON Vı\ K l'I VE KÜLTÜR M ER K EZ İ

E K 1 7-2: Kültür Merkezi Çayevi.

başlanılmıştır. İnşaat iki yıl içinde tamamlanmış ve 3 Mayıs 1 99 8 tari­


hinde Cumhurbaşkanımız ve Japonya Prensi Mikasa tarafından açıl­
mıştır.
Türk-Japon Vak fı Kültür Merkezi inşa a tı, arsa temini, bahçe tanzi­
mi ve teknik donan ı m hariç, yaklaşık 7,5 milyon dolara çıkmıştır. Bu
meblağın yarısı Türk hükümerlerince, d iğer yarısı ise Türk ve Japon sek­
törü tarafından karş ılanmıştır.
Kültür Merkezi'nde 400-450 kişilik çok amaçlı toplantı salonu, 8 0
kişilik seminer salonu, sanat galerisi v e sergi salonu, derslikler, lisan la­
boratuvarı, kütüphane gibi birimler bulunmaktadır.
Vak fın ve Kültür Merkezi'nin işl etme giderlerini karşılamak üzere
banka şubesi , Türk ve Japon lokantaları, sağlık ve spor merkezi, kahve
ve işyerleri inşa edilm iştir.
Kültür Merkezi'nde projesi ve finansmanı Japonya tarafından bir
Japon Bahçesi i nşa edilmektedir. Bahçenin ortasında bir Japon Çayevi
de bulunmaktadır.
Kültür Merkezi'nin açılışını takiben 4 Mayıs 1 99 8 'de Türk-Japon İş
Konseyi, çok amaçlı salonumuzda toplanmıştır. B u açılıştan sonra kül­
türel, ekonomik ve sosya l faa liyetler birbirini izlemiştir. B ugüne kadar
80'den fazla etkinlik yapılmıştır.

5 13
ON İ K İ - EKLER

J apon dili eğitimi verilmek ted ir. Bu amaçla bütün h u k u k i altyapı


hazırlanmış ve Japonya Vakfı'ndan J aponca öğretmenleri sağlan mıştır.
Japonya'dan gelen kültür, sanat ve eğitim yayımlarıyla, merkezin üst
katında bir Japon Etütleri Merkezi faa l iyete geçirilmek üzeredir.
Türk-J apon Vakfı Kültür Merkezi, Ankara'da faal bir kü ltür mer­
kezi olmak yolunda önemli adımlar atmıştır.

514
E K 18
A D LAR D İZİ N İ

ABD 246, 25 l , 2 5 3 , 2 6 9 , 275, A tatürk 3 1 8, 4 1 1


34 1 , 3 9 8, 3 99 , 4 05, 423 Attila ilhan 3 5 , 3 6
ABE Akio 1 2 Austcn Chaınberlain 4 1 1
ABE Kolıo 397 Avusturya 405
ABE Yoşiya 1 54 Ayşe Sezer Göklıan 4 9 8
ADACİ l 96
Afgan 334 B.G. ( G üvenç) 1 3 , 1 5, 1 6, 1 7, 50
AJS 328, 3 3 8 BABA "\fasakat,1 4 1 6
AKAHİTO Hiromanı 1 42 Balaban 264
Akalın 25 Balaman 25
AKİYAMA 1 71 BAŞO 13 l, 202, 305, 3 9 6
Aktan O kan 1 3 Batı 3 6 5 , 4 1 3 , 4 1 5, 4 2 6
Al - Rahim 2 5 7 Batı A lmanya 25 1
Alec Guinncss 2 3 Bayan Bishop 4 1
Alfred East 4 1 , 422 Bedirhan Yiğitbaş 1 3
. Allah 1 43 Bcfu 3 9 , 34 1 , 3 8 1 , 3 8 � 3 8 5 , 3 95, 4 9 5
Ai len 26, 80, 100, 1 5 2 Belçika 246
Alman 422 Bcl l 25
Almanya 3 9 8 Bcncclict 24, 40, 238, 325, 3 8 1 , 3 9 9
Alraycı lar 344 Bcnten 1 44
Aınarerasu 55, 62, 68, 70, 1 2 l , 1 22, Beppu 424
l 23 , l 24, l43, 1 46, 1 84, l 8 9 , 275, Bcrkcs 25, 29, 36, 1 3 3, l 5 2 , 2 9 3
36 1 Bcrg uc 2 7, 2 7 8
Amiral Perry 78 Bişamonrcn 1 44
Amiral SUZUKİ 404 Blcilcr 2 8 8 , 307
A R İ GA 2 1 4, 2 1 7 Blyth 3 94
Arisro 304 Bozkurrlar Devleri 2 8 9
Ariyake Körfezi 2 67, 2 70 Bozkurrların Ara ları 2 8 9
A RİYOŞİ Yoşiya 2 7 8 Brezinski 2 4 9
Asahi 400 Britanya 25 l , 4 1 1
ASANO 2 1 9 Britanya Ada ları 4 1 3
ASAN O Taiçirô 1 2 Bronowski 202
Aso ve Amano 3 5 7 Buda 70, 1 4 1 , 1 48 , 1 5 0, 1 5 l , l 53 , 1 5 6 ,
Asron 3 8 , 4 1 1 77, 1 78
Asya ve A frika Dilleri ve K ü ltürleri Buddlıa 1 47
Enstitüsü 343 Buddhism 4 9 6
Aşikaga 73 Budist 202, 2 7 6 , 309

515
ON i K i - EKLER

Budizm 304, 3 1 0, 396, 4 12 , 4 1 3 Dr. TAKAİ Kiçinosuke 24 1


BURAKU 236, 237 D urkheim 44, 496
Bush 1 00, 1 25, 126, 1 27
BUSON 78, 1 80, 394 Ebisu 1 44, 233
Edo 72, 86, 1 32, 1 78 , 2 1 6, 236, 254,
Cami Bey 42 1 259, 349, 3 6 2
Caudill 3 8 5, 3 8 6 , 395 Edo-Tok ugava 1 1 4, 1 93
Chamberlain 3 8 , 40, 1 0 1 , 236, 237, EGAMi Namio 66, 2 1 5
293, 3 90, 4 1 1 , 422, 495 Eiichi Nakayama 407
Charles 3 8 Ekonomik yapı 427
Cici Şinpo 79 Eliot 3 8, 1 4 8 , 149
Cimmu Tennô 62, 63, 1 2 1 Embree 2 1 7, 228
Cizô-Bosatsu 1 5 0 Eı'vlORİ 2 1 8
Clark 45, 496 ENDO 75, 76
Condon 1 63 , 2 8 7, 295 Erdentuğ 3 7
Côri 271 Ernest Fenollosa 3 8
CUCİRO 2 1 9, 221 E r a 236, 237, 2 3 8
Curocin 1 44 Euripides 1 98
Currie 1 3 8 Evliya Çelebi 25
Ezo 7 1 , 2 1 7
Çağ Güvenç 1 6 8
Çapan 7 8 , 1 3 1 FA} 3 1 9
Çekoslovakya 246 Famille souche 2 1 1
Çetin Alran 498 Federal Almanya 246
ÇİBA Reiko 1 6 9 Fethi Naci 25
ÇİKAMATSU Monzaemon 1 3 1 , 1 97 Filipinler 26 1 , 405
Çin 2 6 1 , 262, 3 04, 405 FPC 3 2 8
Çiyoni 1 69, 1 70 Francis Xavier 74
Çoçosan 292 Frank LL. Wright 23
Çolpan 25 Fransa 246, 25 1 , 405, 422
Çu kçi 7 1 Freud 369, 3 70
Fromm 1 64, 200, 3 04, 305, 3 6 9
Dai butsu 70, 72, 73 FUCİVARA 7 1 , 72
Danimarka 246, 3 99, 405 FUKUDA 1 22
Darwin 79, 3 5 1 Fukuoka 273
DAYKOKU 1 44 F11kıırokııcu 1 44
Daza ihu Ovası 2 1 6 FUKUTAKE 2 1 7, 22 1 , 256
De Vos 3 8 0 FUKUZAVA Yukiçi 79, 122, 3 60, 402,
Demokratik Almanya 246 403 , 407
Denis Healey 279 FUTABATEİ Ş imei 80, 293
DENNOSUKE 3 8 3
Descartes 8 0 , 206, 207 GAKKÔ Bosatsu 71
D i l bi limci Mil ler 2 8 8 Ga leri Lı fayette 8 9
Di lci HAŞİMOTO 284 G A M Ô 2 1 7, 220
DOİ 40, 234, 235, 3 1 7, 3 2 1 , 3 74, 3 79, GAUTAMA 1 46
497 Gazi Mustafa Kemal 79
D O R E 1 l 1 , 1 44, 1 50, 1 53 , 1 5 5 , 1 5 7, Gemeinschaft 209
208, 209, 2 1 1 , 237, 495 Genci Öyküsü 7 1
D r Matsuda 497 General H İD EYOŞİ 237
Dr Spock 497 General Y ORİTOMO 237
Dr. Roeslan Abd ü lgani 279 Gibney 249

516
ADLAR DİZİNİ

Gordon 90, 278 H UCİİ 1 3 1 , 1 3 2


Gorer 40, 324
Gôşi 270 !BUSE Masuci 397
Gökberk 4 1 1
Gregory Cl::ı rk 44, 209, 4 1 3 İbrahim Abdiirreşir 25, 3 8 , 1 52
Gü-ben-ci 3 8 8 İDEMİTSU 7, 37, 23 1 , 234, 360, 3 8 1 ,
Giirol Araman 1 3 4 1 4, 430
Giiveııç 24, 29, 40, 64, 77, 80, 1 6 8 , İeınitsu 1 15
1 8 2, 2 1 9, 277, 3 1 8, 329, 3 5 1 , 357, İEYASU 76, 1 1 5
427 İ KENO Ta iga 1 8 0
İ!v1ANİŞİ 3 5 l
HAÇİ ÇÜRÔ 3 8 3 İ m para tor GOMİZUNÔ 1 8 6
Halkbilimci MİYA?v!OTO 1 4 0 İmparator HİRODİTO 80
Halloran 4 1 0 İ mparator HİROHİTO 63
Haııiva 6 6 , 6 7 İmparator MEİCİ 1 2 1 , 1 22, 1 42
HARADA Riylı k içi 12 İ mparator ŞÔMU 70
HARUN O BU 1 80 İngiltere 246, 405, 423
HATTORİ 2 1 6 İNOUE Yumiko 1 3
HAYASAKA 220, 225, 226 İspanya 246, 2 6 1
H AYAŞİ Razan 3 6 1 , 383 İsrail 405
HAZRETİ İSA 1 5 6 İsveç 246, 320
Hearn 3 8 İsviçre 246, 405
Hegel 304 İŞİDA 2 6 1 , 262, 269, 272
Hciyan 4 1 2 iŞİi 43
Hcra klei ros 304, 3 70 İtalya 246, 25 1 , 2 6 1
Hızır 307 İVASAKİ 4 1 7
HİDEYOŞİ 75 , 76, 1 73, 1 75 İye örgütleri 2 1 4, 23 1
HİGİKATA 1 98 İzanagi-İzanaıni kardeşler 62
Hindisraıı 26 1 , 262, 304 İzlanda 246
HİNO Şunya 1 1 İZUMİ Yuka 1 2
HİRAKAVA 322 İZUMOCİ Yoşikazu 1 8 8
HİRANO Eici 12
HİRATSUKA 223 Jacob 2 8 3
HİRAYAMA 228 Japon Feneri 4 2 7
HİROKO 24 l, 242 JAPONIC:A 350
HİROŞİGE 78, 1 69, 1 79, 1 80 }BE 338
HÔCÔ Tokimune 73, 20 1 }CI 4 1 3
HÔCÔ Tokiyori 2 0 1 }FN 405, 4 1 3
HODA Kovatstı 1 94 Joao Rodriguez 75
Hokkaidô 269, 270, 271 , 272, 273, 274,
277 Ka 2 1 2
HOKUSAY Karsuşika 1 7 1 , 1 79, 1 80 Kaffı 2 1 2
HONDA 256, 4 1 7 KAGA Orohiko 345
Honşfı 270, 2 7 1 Kagiyô 2 1 2
HORIGOME 1 2 Kak u n 2 1 2
H O R İ 4 4 , 46, 1 47, 1 5 1 , 1 53 , 1 5 5 Kamei 2 1 2
H O R i İçirô 1 53 KAMURA 223
Hoteyi 144 Kanada 246
Horham 26 KANÔ Eitoku 1 80
Hotoke-Sama 1 4 8 KANÔ Masanobu 1 78
Horoki - K a i 3 6 2 Kant S O

517
ON i K i - E K L ER

Ka rdiner 497 KUVABARA Masao 77, 1 8 0


Kari florenz 38 KUVABARA Takeo 238
Kasan 2 1 2 Kuveyt 246
Kaşgarlı Mahmut 52
KATA Yoşibiro 1 9 8 La Fontaine 1 77
Katharine Sansam 322 LaBarre 40, 324
K�uoku 2 1 2 Lafcadio Hearıı 3 8
KAVABATA 1 62, 1 63 , 1 6 8 , 397 Lao-Tzu 1 78
KAYADA Cunzô 1 1 LCvi-Srrauss 497
KAVASA.Kİ 3 7, 247, 308, 400 Li nda Rabiıı 1 40
Kaya Gü\'enç l3 Li ndsa y 4 1 1 , 4 1 2
KAZAN 1 80 Liııneaus 77
KAZOKU SEİDO 2 1 0
KEİÔ Üniversitesi 79 MacArthur 404, 4 1 5
Kentler-Yerleşmeler 426 Madam Butterfly 292
KENZAN Usta 1 6 7 ı\,fadam Krizantem 4 1 5
Kiınball 247, 3 9 6 , 3 9 7 M AEDA Yôiçi 1 1 , 3 7
Kinkakuci 74 MAKİ H A K U 1 6 5
Kirkup 3 1 7 Malraux 1 63
K irkwood 1 78 Maııyoşu 1 1 4
KİTAGAVA 344 Maraini 3 6 1 , 4 JO , 503
K İTAMURA 1 1 M a rco Polo 5 1
KİTANO 2 1 7 MARUYAı'vlA 1 80
KİYONAGA 1 80 M a s Matbaacılık AŞ 1 7
K iyüşu 2 6 7, 270, 2 7 1 , 273, 274, 424 M a sao 2 1 9, 22 1
Kleinedler 1 33 Masayuki 2 1 9, 22 1
Kluckhohn 3 8 3 MATSUBARA Masatake 1 2, 352, 3 8 8
K OBAYAŞİ 3 9 6 MATSUKAVA 1 2, 1 44, 1 5 1 , 2 2 3 , 322
KOBORİ Enşü 1 82, 1 85 Max Weber 2 1 1
Kociki 2 6 6 , 2 8 9 Medine 364
Koci ma-Sa kaido Köprüsü 3 9 0 M EİCİ 78, 79, 80, 1 47, 148, 2 1 0, 236,
Kôcin-saına 1 44 254, 26 1 , 2 6 3 , 3 1 8, 320, 360, 4 1 3
Koesrler 40 Meici Aile Yasası 2 1 3
KÔETSU 1 7 1 Meici Devrimi 425, 495
Kôhıııı 66, 2 8 9 Melahat K. Söğütlü 499
K o l k a y 264 Melda Güvenç 5
KOMATSU Hisao 1 3 Melih Cevdet Anday 4 9 8
KOMATSU İsao 6 3 , 2 8 6 , 290, 2 9 1 , 2 9 3 Mend helsson 335
Komodor Perry 37, 7 6 Mete Tunçoku 254
Konföçyus 69, 7 7 , 1 1 4, 1 5 7, 2 0 8 , 227, MISAVA 2 1 6
3 5 7, 4 1 3 Mısır 2 6 l
Kore 2 5 8 , 405, 503 MİYAMOTO Tsu neiçi 1 3
KORELİLER 239 MİKADO 3 7, 52
KÔRİN Ogata 1 77 MİKİ Yatanı 1 1
Kral içe VİCTORİA 1 1 4 Miller 2 1 6
Kubilay Han 73 Mimar TANGE Kenzô 1 09
KUBO 287 MİNA!vli Harou 143, 3 95
Kuraşiki Tarını Enst. 343 MİNAMOTO Ryôeıı 3 8 2
KURATA 1 63 , 2 8 7, 295, 3 8 7 M İNAMOTO-no Yoriroıno 7 1
KUROSAVA Akira 23, 300 i\rlİŞİMA Yu kio 25, 1 22, 1 62 , 3 97
KUSAKA 247, 248 M İTA 3 9 6

518
.-\ ll l .:\R DIZİC-.:1

MİTSUBİŞİ 23 1 , 4 1 7 O'kasan 2 1 2
MİTSUKUNİ 77 Obihiro-Hiro 324
M i yagi 264 Ocika 265
MİYAı'vlOTO �vl usaşi 20 1 , 2 1 8 ODA Cmen 1 2
l'vliyamoto Tsu neiçi 3 6 8 O E Kenzaburo 3 9 7
MİYAZAKİ 257, 2 5 8 , 2 6 0 OİKAVA 2 1 7
ı\logolistaıı 405 OKA 2 1 5, 2 1 7, 220, 22 1
MORİ Masa o 66, 1 4 1 , 2 I 6 , 28 9 O KA Masao 348
lvlorioka Kardeşler 2 73 OKAKURA 13 7, l 72, 1 73
MORİYA Tadaşi 397 OKAZAKİ 65, 2 1 6
MORONOBU 1 80 OKAZAKİ Ta kaşi 7, 12
MOTOORİ Noriııaga 1 2 1 OKH OTSK 71
IvIURAKAMİ 248 Oktay Akbal 498
MURASAKİ Şikibu 293 OKUBO Toşimiçi 79
i'vlURATAK E 2 1 8 OKUivlA Şigenobu 79
ivl uromaçi 73 OKURA Eicô 2 5 8
Okyanus 2 1 6
NAGASU Kazuci 278 ÔMAÇİ 2 1 5
NAGATA Y lızô 1 1 , 1 2 OMOTO 66, 2 1 6
NAKA H isao 240, 24 1 ONDA ı\foku 256, 4 1 6, 4 1 7
NAKAE Tôcu 2 1 2, 357 ONiŞi 395
NAKAE Toşitaka 1 2 ÔNO a ilesi, 223
NAKAGAVA Şiçirô 1 2 ÔNO Susumu 2 8 9
NAKAMURA 7 1 , 400 Ô N O Şokyô 1 3 8
NAKANE Çie 9, 1 2, 1 7, 36, 37, 45, ÔNO Yasumaro 1 2 1
2 1 4, 234, 235, 236, 242, 3 8 6 ÔOKA Şôhcyi 397
NAKAO Sasuke l 00, 3 5 1 Oral Vural 1 3
NAKAYAMA 80, 253, 256 Orhan Öztürk 13
Namio 2 1 6 ÔSAKA Müzesi 422
Napoliteıı Serenadı 422 OSA RAGİ Cirô 397
'.\!ara 7 1 Osman Tü l ü 1 7
Narayan 4 1 9 Osma nlı 3 64, 503
NATSUME Sôscki 8 0 OZAKİ 2 8 , 39, 404, 4 1 6, 4 1 7, 420, 503
Nevin Heparslan 1 3 OZU Yasucirô 228
Newton 3 3 9
Nilgün Arıt 2 6 Özen Eren 499
Niningi 62 Özkahraman 245
Ninomiya Sontoku 3 62
NİNTOK U 67 Paçin k o 429
Nişigahara ivlahallcsi 268 Parkinson 27
Niyazi Berkcs 3 6 Pathan 237
NOBUNAGA 76 Paz 1 40
NOH 90, 278 Peder Gul ick 4 1
NOH ve Gordoıı 6 1 Peder l\1 p i not 3 8
NOMURA Ninsei Usta 1 67 Phenix 3 5 9
Norberr N. KANEKO 3 1 2 PICASSO 1 6 1
Norveç 246 Pierrc Loti 3 8 , 4 1 5
NUMATA 254 Prens İTÔ Hirobumi 79, 1 52
NUMATA Cirô 77, 497 P rens Ş ÔTOKU 1 34, 1 57, 1 77
NUMATA ve Arkadaşları 43, 497 Profesör İ Ş İ KAVA 1 1 2
Profesör İTO 1 5 2

5 19
o:-; İ K İ - E K L ER

Profesör OKAZAKİ Ta kaşi 1 42 Singapur 246


Psikolog SASAHARA 240 Siııger 3 6 1 , 503
Puccini 292, 4 1 5 S i r Gcorge Saıısom 38, 2 8 7
P u lvcrs 4 1 4, 4 1 5, 49.5 Sir Rutherford Alcock 4 1
Pye 285 Sınirh Thoınas C. 77, 2 3 6 , 2 5 3 , 254,
2 5 8, 259, 260, 497
R . Coıısranrino 279 SONTOKU 421
R.H. Blyth 1 70 SONY 23 1
Rahip DÔGEN 1 26, 1 6 8 SÔTATSU 1 7 1 , 1 80
Rahip MYÔE 1 6 8 SOTORİ Hiınc 1 4 2
Rahip NİÇİRAN 72 Sovycrler 4 1 6
Ra paport 64 Spenccr 79
Rcischauer 8 1 , 3 6 1 , 495 SSCB 405
Richie 1 9 8 Sreensrrup 77
RİKYÜ Usta 1 75 Stern 2 8 3
Roberts L.P. 70, 1 6 8 , l 74, 1 77 Strodtbeck 3 8 3
Rumiko 2 1 9, 22 1 SUBAYAMA 2 6 6
Rus-Japon Savaşı 80 SUGAVARA M içizane 1 42
Russel Ba kcr 242 SUGİYAMA Kôiçi 1 2
Rusrow 495 SUMİYA 220
Sumner 496
Sadıklar 406 SUMO 4 1 9
Saidici Tapınağı 1 3 9 Susanô 62, 1 24
Saita nı a 270 Suudi Arabistan 246
SAKAİDO Kakieınoıı 1 67 SUZUKİ Daysctsu l 99, 202, 204, 305,
SAKUMA Kciki l 3 419
SAKURAİ Sakuta r<1 1 2 SUZUKİ Eirarô 2 1 7
Sam uray Töresi 73 SUZUKİ Tadaşi 1 9 8
SANADA 320 SUZUKİ Takao 2 92, 307
Sapporo 273 S UZUKİ Ta tstıo 384
Sarn riman 276 Swaan 427
SASAKİ Tetsurô 12
SATÔ lvliçirô 1 2 ŞAKAMUNİ 1 46
SATÔ Şizuo 1 2 ŞA RAKU 1 80
SATOM İ Ton 228 ŞİBUSAVA Eiiçi 79
Satow 38 ŞİDARA Kunihiro 1 3
Sawyers 248 Şikoku 270, 271 , 277
Scarr 3 8 .5 , 3 8 6 Şimenava 275
SCK 4 1 8, 4 1 9 Şimşir 4 1 1
Scott-Stokes 122 Şincuku 266
Seda t Semavi 25 Şindeıı 270
Scideıısticker 1 57, 1 85, 34 7 Şinkansen 274
Sciyô Cicô 402 ŞİNODA Masahiro 28
SEKİ 222 Şintô 4 1 3, 4 96
Sen-no RİKYÜ 74, 1 73 , 1 74 Ş i ntoku 343
SEŞŞÜ 1 78 Şôgun 75
Seto Denizi 277 Şôgu n AŞİKAGA 73
Seward 3 9 , 25 1 , 3 74, 3 9 0 Şôgun HİDEYOŞİ 74
Sha kespeare 1 3 1 , 1 97 Şôgun İEYASU 75, 77, 1 1 5 , 1 8 5, 1 8 6
Shamanism 4 9 6 Şôgun NOBUNAGA 74
Siddharta Gautama 1 4 7 Şogun YORİTOivlO 72

520
A DL\ R DİZİNİ

ŞÔMU 70 TSUNODA Taclanobu 3 1 2, 3 1 3


Şopenlıauer 8 0 TSU RUSU 263
ŞÔTOKU Ta işi 3 1 6, 3 1 7 Türk Hamamı 1 1 3
ŞÔVA 1 25 Türkçe 3 94, 423, 495
Türkiye 406, 4 1 1
T'ang 69 Tii rk ler 402
TAKAHAŞİ 222
TAKATORİ Masao 255 UÇİNO Tatsurô 253
TAKEDA Taycun 3 9 7 Uçino-yome 21 l
TAKENOUÇİ 78 UEMURA Naomi 3 8 7
TAKEZAVA 395 UEYAMA i le Arkadaşları 5 7 , 64
Ta lat Tekin 1 3 , 290 UEYAivIA Şunpei 2 8 9
TAMURA San 1 43 Uki�'O 2 3 6
TANABE Seiko 229 UMESAO Tadao 3 7, 35 1
TANİZAKİ Cunniçirô 80, 3 9 7 UTAMARO 1 80
Tao 4 1 3 UZARİBAŞİ 2 1 9
Taoizm 304
Tayb 6 9 , 4 1 2 VAK Ô Ailesi 1 4 1 , 2 1 9, 225, 226
Tayland 405 VAK Ô Clıcirô 2 1 9
Tayvo-çô 323 VAK Ô Runıiko 323
TAZAVA Yutaka ve Arkadaşları 1 64 VAK Ô San 1 4 1
Teikoku 5 9 Va rley 6 6
Temmangu 1 42 VASEDA Üniversitesi 79
TERAYAMA Şuci 1 9 8 Vata n a be KAZAN 77
Terence 34, 42, 495 VATSUCi 5 7
Thoınas Raucat l 3 3, 293 Vietna m 405
Tlıunbcrgin 77 Vogel 3 70
Timbergen 42 1 Yon der Goltz Paşa 42 l
TİSAMAT 1 6 Yon Mekel 4 2 1
TJT 3 9 1
TODA Masanao 3 8 0 Wa lker 9 3
Togo 503 Walslı 2 8 5
Tôhoku 264, 273, 277 Walt Disney 1 77
Tôkaidô 268 Ward 4 9 5
Tokugava ( Edo) 1 1 5 , 4 1 6, 425 Wei nsteiıı 3 95
TOMARİ 222, 264, 265, 268 Wells 3 60
Temden 270 Whiteh i l l 3 9 5
Toranonıon 424 \Xthiting 4 9 7
TORONAGA 76 Wittfögel 256
Towada - Marn 324
TOYAMA Şigehiko 303, 304, 305 Yah ya Kemal Kaya 1 3
Toynbce 84 YAKU Masao 1 2 1 , 282, 283
Tönnies 44, 209 YAı\,IADA Biıı yô 293
Tönnies ve Durkheim 45 YAMADA Nobuo 1 2
Töreler 426 YAMAGATA 78
TSUÇİYA Matasaburô 1 3, 78, 1 29, ! 70, YAMATO 69, 2 6 9 , 2 8 9
257 YAMAZAKİ Sôkan 1 3 l
TSUDA Sadaka 1 3 YANAGAVA ve ABE 1 54
TSUGARU 274, 422 YANAGİDA Kunio 2 1 4
TSUKAMOTO Tctsundo 1 2 YAŞİRO Yukio 1 6 1
TSUNEO İida 40 Yıldız K u zgun l 3

52 1
ON İKİ - EKLER

YOKÔ 1 9 8 Yugoslavya 405


YOKOHAŞİ 2 1 9 Yunanisran 246
Yomiuri Gazeresi 340, 4 0 l Yunus Emre 397
YONEYAMA 2 3 8 , 255, 259, 2 6 1 , 262 YUYA 2 1 9, 2 2 1
YORİTOMO 72
YÔSAİ 1 72 Zaibmsu 8 0
YOŞİDA Şigcru 4 1 Zen Budizm 3 9 5
YOŞİDA H i roşi 40 1 Zen Rahibi MURATA CUKÔ 1 73
YOŞİNO 234, 2 3 5 Zen Rahibi Y ÔSAİ 1 72
YOŞİYOKA 3 3 5 ZEN-BU D İ ST Tapınağı 275

522

You might also like