You are on page 1of 715

ANKARA ÜNIVERSITESI ILÂIIIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO: 145

KUR'AN-I KERNİN YÜCE


MEM] VE ÇA Ğ DAŞ TEFSiRİ
Birinci Cilt

Prof. Dr. Süleyman ATE Ş


ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAY İNLAR' NO: 145

s . s i 19 .

Küll'ÂN-1 KERNİ N YÜCE


MEM.' VE ÇAĞDAŞ TEFSİRI
Birinci Cilt

Prof. Dr. Süleyman ATE Ş


Teşekkür: Bu eserin bası m tashihlerinde bana son derece yardımc ı
olan Oğlum Muharrem Ate ş'e teşekkür eder, kendisinin ve herbirini
oğlum" kabul ettigim talebelerimin, Kur'ân ın feyziyle dolup nuruyla
aydınlanmasını Cenabı Allah'tan dilerim.
Süleyman Ate ş

ANKARA 1YN İ VERSITESI BASIMEV İ - ANKARA . 1982


•▪

BU CILTTE TEFS İR EDILEN SURE VE :AYETLER:

Sayfa

FATİHA SURES İ 19
z,..11.».11 Zı 4.4-1 24
BAKARA SURES İ 29
• (:tj o— ) c :tl--; 30
(441- v- -t) .I y Ul >l 35
JJ:4 (.5. 36
Y• ) :ıHt„.::11 I j ;-...1 j1 41
(j ı) It: I t? 44
y o) jn!, 46
(.J—rN) ;3'31 48
y, — y, .) ) 1 .;k 1 J Je,* :51 j 50
(T t A— .) JI 1„s"1 62
(.:u3 o 'N—f) .. • .• JT 67
(:yT o v) 4Jı L.111 71
(u.T .ı t—on) ğ•th 1j 1.4-zi L..1; , 72
(aj y) iI 74
(:y.f ,j1211 j 76
vt v) j:)1 ,5,1 ı) 4..):4J J ı; :,1 3 78
(T —v o) ,5_,,,12;:;1 81
(T A '‘ —Ar) ,zz* I 3. 84 i
(zj Av) z5Zi cs. j..Jj .86
,N . AA) j ı ,I; I ,tl; 88
(;uj cı n—NN, ) I j ap j; 91

(.,1 J t • N.--) „:1,J1 1:1_5:1 421_, 92


(zi,T • JL J ,:j.*1,411 1.y0.51, 93

Sayfa"
(üT • t) ict 100
(a7 1 • v— ı • ğ) 101
(uT ı --S • A) rl 103
(Z,:r I 1 r— ► 1 ı ) djt..13,1 jA :AS- L:7.'51 1 1_,11; j 105
(u[ 1 1 0-1 1 t ) ak.1 108
(ı — ı ı 141 d;ı 1 1.'11; 110
(■. s.1- t Yr— t r •) 1 -g-7 ,!•1•^0 112
(43 IY9-1Yt) c., 4411 c51,1.( 113
ı ro— ı r.) 4.4. (. ı.1 ./. 1 ,5& 120
(ziF ı — ı `N) lJI J:):1 t. , Zu lili; 124
( 4'T 1 t r) rt:4; 0.1j1 127
o• — ■ t .ı ) c:„:ol 134
(•J l 0 r--1 o 1) r(:. j., j J1 LS 135
(:y.1. 1 o v— ı o r) J:J 139
(..Y.T 1 on) :„.11 3 LZ.ĞJ1 145
rı r — ı oN) Lı ,yl ı.. z.3I 146
'‘v— ı 'NI«) , 149
(Z!.T Nv ı — rtA) 0 .; ,j 1 >j Le 1 .915 Lcl L 151
(y.T 1 VI"-- ı vr) 1_,:„.T :J:411 11,: k 153
(•ki:r v•ı — ı vt) Jyt L. j 160
(Z( N V V) j , !ii); z.)T 0...g 161
(4,3«. ı V9-- ı vA) rçtp f. .1/11.1.: 1 k 162
(z!T ı Ar—t A.) r4,1 151 rçs.l. 167
(+J A .N — NAr) 170
ı nv) r.—; r1,..211 :t1..J ,3.- 1 179
(z!"5 t AA) 186
A <l) Z1> 190

(:■.NT ı `ığ — ı ck.) y, Z41 j 192


(zil" 199
(4.r Y • r--1v) cJ.I 206

Y • v —Y • t) j .).1 41j; 0.1:11 ü., 209


(-J Y ı ı —Y • A) .4i1S— 1j1;-1 211
5

Sayfa
(Z;3" Y 1 Y) öt.?-1 1 j,a5" z):;11.1 214
(:J r r) Lı.-1 ,:i1S" 215
(Zir ylo—y ı t) ı,1.4-
Z ri 219
("q Y 1 A—Y1'1) j 221
(:y.T yr .—y ■ ,0 226
(Z4T ry N) ("9 , vl.S. 228
(.T Y
. rr—yry) 242,
Qj Y Y 3 y y t) — r(31.e5' L,o ;411 1".1. 246
(aj ryv—Yrk) u4e, ,..4 .111 250
(:t:J yrr—yrn) •J Croı. ft?. .C.+La 11211 253
('1=T z51411j11, 270
JI J4, ,.j.,411 , 272
(a1.F YY'c■ —Yrt)
'c41- y ry—y y-0 Z...4) ,•)11, 275
yrn) ;'9,....11 , jo I 279
YrN) Ulş.jj 1 )1.i 281
y t y—y t .) 283
(.`jr t 'o t r) III 285
( .;Y:1- ğ Y—T t '‘) 54/1 JI » 288
(i ir —yor) 2.115 293
(ij y o o) ri ,;111 jı. Zı i 297

(.4„1- r O A —.1' O ) Ş:J I L., 01,SelY 302


(Z,T j „Ip L5• j L.14 (s-111 15:9 1 308
A—rt ,pf .411 „}„...- ‘5,111 J. 312
vı ) j4.3.!. 315
Yvt—yv.) J:A; ;U ZiSa.; .; I 1. 318
(z,:r y A ı Y V o) 0 11
— - rikl5S1,5j.j;;;)11,)1 ,...2,15-1,.,:y.:111 322
(T y Ar YAY) — . 4: 11? 335
(zir A0 Li ,j1..4:,ı' 340

YA'; YAo)
— j 4.! ,1:;1 Le LJ 344
ALİ İMRA,N SURESİ 347

Sayfa.
(kT r y.)1 1 411Y ,;:■11 < 348
(z,ş v) .:514T d.111y. 350
(Z,:r q—A) 1:.:?,.t* :51 L5v L, , 353
(i,r ı y— .) 14'4 rf:P (..;4.5 :) -0 c...Y. 11 '31 353
(z.:T No cş li+411 355
(:ziT Y • — ı o) rçs.t.;31 ji; 357
(*.b..1" Yr—y ı ) z11 (*.ı l 359
Y t —y I") ,../. .111 J1 361
(kT Y-V — Y o) - ‘‘.111.1 1.4111 J; 363
(4,:f y A). .t,i 363
(kT Y' Y — Y 9) 'C "I"?. ° -94;
'4 1. I,d c (*J! J 368
(;j r t —rr) r .5T ,:11 369
(kT .ı —y• o) c.-J1.; ;I 369
(IQ rv) ıi4:; 371
(.43..T t t vA)
— a;.) ,!.111:.> 372
. ) _ t o) d:U! '.ı' ;5111 374
NT o t—o y) V.; 376
(.41" *A-0 O) ?_ Lj tı e:111 j1:5*:51 377
'‘r—a<t) r .J J.;:r •331 :)1 385
(a?..1 .; A t) .X J1 1_,11.; yt:Z.Q hi j; 386
vt y l:5J1 388
vv—vo) aul; j&I 389
eyj A •—VA) ,
391
e3 Ar—A ı y Zul :51 j 395
(Çr 'N1—At) 1:,lo J .y1 ,j; 396
(^j q y) j2k; c;,;- .).1! I J I s , 401
(Z)r 4 o — r) (141,..1 9k>- ,515" 1.1.1211 j5" 402
9v—ck .ı ) J; 403
ı • r‘t A) J>İ L j; 405
(z.if ı • ,\-- ı • t) JI 407
(.,■j ıı ı •) cı t.. 11 c....- 74-1 409
(z.,T 1 ı Y—N 1 r) û ı l üLl ze't; yı:2.Q „.„.?) 411
(Z,,:f 1 r • — A) z ıkj , 1„:„1" Lts:11,, 413
7

Sayfa

(Çr N Y ) Jtt;JJ ,!..11›1 „5. j 415


ı r'ı — ı r•) tO1 kil!. 419
C•ij NtY — lrv) „; j5r1 j 423
(t,:f A-H t r) • • • • ,:5)11 ,„"T11, 425
oo — t q) s>u iiÇ (5....:x11 I j L 428
0••..T 10 k — e 't) I ji.ti5 y J 1 J 5)J1 11 1 1.!. 432

(ZY '1 — „k j 438


1.4t. 1,1,T 442
(ai3 v N) 1 ?1_,..1 j 444
lVf-1 v Y) Ji„11, d ib,:x .111 447
eıj N A — ı vo) 1,-°_frit. 5k; 4 J I »1
(:)11.,— tr'l 449
(Z•İT ı nt— ı n ı ) )11)11.; iI J.); .11 Ğr" .U1 452
(4J_T ı n'ı — ı no) .,ı l :1;1115 js- 455
(;y:r ı mı — ı nv) 4:451 y Zzl :3 I 458
ı .Nt — ı ,ı .) J4.1 c5I 459
ı ckA—Neko) • j.1.0 ı¥ı L1 462
0.>„T Y • • — 4) ,:r. I, 464
Nİ SA SURESİ 469
( 1 c 470
(.:cj —y) 1,;1"., 476
1— o) 1.1,; :9'11 j 484
(;y:r ■ • — v) j .)3.111J1 L1,7 l2 ‘.11-) 488
(zi.r ı ı) J. Ş r..))/ il 492
A — ı o) jyJI , 505
1›,5 I); I j:-.T cj:411 1.1.1 513
y) .x.;L /I .L111 .n. s 517
(,■.?•T YA—o) ,:., 536
Q?.r r— ) 1,151; 542
(:*uj ro_rt) 550
(:j t—r ) 'al,l I,, 556
(4,••T t) Lt:T 563
(J o v—t t) I g 567
8

Sayfa
(.iaT on) ....... 110,1 Zıl 575
(4T o N) il, J j51 1),,I.1.5 .11 ly4.1 1.! 579
("j v • •) d,JJI J y1 le. t4:1 zy. .111J1 jg 583
(Z:r v`t—v t) 589
(.44T v9--vv) r61 ji1 591
(4T A o-A .) .ıiı I LUŞ! 595
(.4T A 1/—V jil l,. cy—.- t I 1:31_, 600
(4.T 91 —A A) 1 . ,,S" le. 4,...5-J 1 yil, ,55i vwltl 3 J ll 604
11" '‘Y)

:..11.5"1.., 608
C4T 4131 1:51 1 1? 613
(•j gt—eto) J I jık. i*JN:“311 ‘5. jAp1.:111 V 615
(: 1. 1. • — 9v) (:)1 617
(k.T 1. t -- 1 1) ;1,....ıı 62 0
(jT • o) I Le 131 626
(.>T 11 0-1 I t) ij •ıl 630
(:ij ■ yr— ■ 1'1) .... )1.4 V L'ul ,*JI 632
3
(.1, ı rı—NTY') jmi Li1A1 636
(.J ı ro — ı yv) u,l ci; 640
, t v_, r)41),...) cip J:J: cs.UI uLSJI, 41.yı 457t, 1.„ 64_5
(4T ı t t A) 1,11; yl Ji:211 J.J1, A.+.1 650
(3T )oy NO.) — 4ıx >s inl J,ı 1 3;.A. S. JIJI 653
t;1:5" c:31 654

(z,:r v JI 1.5- 674


(Zİ.r vo v ı) I jii2; j.e.T ı, 680
(.4.T 1 A 'N) dil J;1, %is i 684
TEFSİRE GİRİŞ

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) VE KUR'ANI KER İM

Allâh'ın kelam- ı Kur'ân ı- Kerim, Hz. Muhammed(s.a.v.)'e vahyedil-


miştir ve takriben 609-610 yıllarında ba şlayan vahiy, bazan ayet âyet,
batan birkaç âyet, batan da tüm sure olarak - inmek suretiyle 23 y ılda
tamamlanmıştı r. Hz. Muhammed (s.v.a.), Hz. Isâ'n ın doğumundan 571
yıl sonra, 20 Nisan'da Mekke'de do ğmuştur. Babasi Abdul'-Muttalib'in
oğlu Abdullah, annesi de Vehb'in k ızı Amine'dir. Do ğumundan birkaç ay
önce babasını, altı yaşı nda iken de annesini kaybeden Hz. Muhammed
(s.a.v.), sekiz ya şına kadar dedesi Abdu'l-Muttalib'in, daha sonra da am-
cası Ebutalib'in yanında kalmış, 25 yaşında Huveylid kızı Hatice ile
evlenmi ş lir. Kırk yaşında kendisine peygamberlik gelmi ş , onüç yıl Mek-
ke'de peygamberlik görevini yapt ıktan sonla 622 tarihinde Medine'ye
göç etmi ş , on yıl da orada islâm' ı yaymıştır. Nihayet Kur'ân- ı Kerim'in
inişi tamamlanmış , islânı insanların kalblerine yerle şmiş ve kendisi de
görevini tamamlamış olarak dünyadan ayr ılmış , Refik-i A'lâ'ya (en yüce
dosta) gitmi ştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.), çevresi içinde normal bir insan_ olarak bü-
yümüş tü. Okuma, yazma bilmiyordu. Zaten o zaman toplum içinde okur
yazar olanlar çok azd ı . Bütün dünyayı cehalet sarmıştı . İnsanlar, elle-
riyle yaptıkları putlara tanrı diye tapıyorlardı . Zayıflar eziliyor, insanlar
köle diye e şya gibi alınıp satılıyor, kadınlar hor görülüyor, yeni do ğan
kız çocukları ndan utanç duyuluyordu. Dünyan ın üstüne tam bir karan-
lık çökmüştü. Dünyayı bu karanlıktan kurtaracak bir nâr, insanl ığı hi-
dayete götürecek bir rehber bekleniyordu.

Hz. Muhammed (s.a.v.), sonradan var olmu ş şeylerin tanr ı olama-


yacağını bildiği için, putatapan bir ortam içinde yeti şmesine rağmen
hiçbir zaman puta tapmad ı . Kainatın bir yaratıcısı olduğunu düşünüyor,
ancak O'na kulluk edilece ğine inanıyordu. Otuzbe ş yaşlarına geldiği
zaman içinde bir ba şkal ık bissetme ğe başladı . Yalnı z kalıp düşünceye
dalmak, Kainatın yaratıcısını düşünmek istiyordu. Bu maksatla Mekke'-
10

nin 5 km. kuzey;ne dü şen Nur da ğı üzerindeki Hira ma ğarasma çekilin,


Allah'ın varlığını bütün ihti ş amiyle ifade eden mehtapl ı çöl gecelerinin
parlak yıldızların', mağaranın hakim olduğu harika manzarayı seyreder,
derin düşüncelere dalard ı . Yanına biraz az ık, biraz su alarak ma ğaraya
gider az ığı tükeninceye kadar birkaç gün orada kal ırdı . Azığı tükenince
gelip azık alır, yine ma ğaraya dönerdi. Onun bu halini görenler, "Muham-
med Rabbine a şık oldu" diyorlardı . Bu tefekkürler, bu riyazetler, onu
son peygamberlik görevine haz ırlıyordu. Böylece birkaç y ıl geçti.
Gördüğü her ru'ya, sabah ayd ınlığı gibi çıkmağa ba şladı . İşte bu hal,
vahyin başlangıcı idi. Nihayet 40 ya şlarma geldiği sırada bir gece yine
mağarada iken Allah' ın mele ği Cebrail (a.), ona göründü. Gerisini Bu-
harideki hadisten dinleyelim:

"Melek beni tuttu, takatim kesilinceye kadar s ıktı , sonra b ırakıp


'Oku!' dedi. 'Ben okumak bilmem' dedim İkinci kez beni tuttu, taka-
tim kesilinceye kadar s ıktı, bıraktı , yine 'Oku' dedi. 'Ben okumak bil-
mem' dedim Yine beni tuttu, üçüncü defa s ıktı, bıraktı ve : 'Yaratan
Rabbin adiyle oku, O insan ı kan p ıhtısından yaratt ı . O kerenıi sonsuz
Rabbin adiyle oku. O kalemle ö ğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.'
dedi."
Allah'ın Resülü (s.a.v.), kendisine vahyedilen bu ayetlerin deh şetin-
den titreye titreye han ımı Hatice'nin yan ına geldi "Beni örtün' dedi.
Kendisini örttüler. Korkusu geçince olay ı Hatice'ye anlatt ı :
"— -Başıma bir şey gelmesinden korkuyorum., dedi. Hatice:
"-- Korkma, dedi, Allah seni asla utand ırmaz. Çünkü sen akrabay ı
^iyaret eder, i şini görmekten âc:;z olanlar ın ağırlıklarm ı yüklenirsin, yok-
sula bakarsın, misafiri ağırlarsm, Hak uğruna halka yardı m edersin."
dedi ve onu anıcasımn oğlu bulunan Nevfel o ğlu Varaka'ya götürdü.
Varaka, İbranice okuyup yazmas ını bilen, İncil'den Allah'ın nasibettiği
kadar bir şeyler yazan, gözleri kör olmu ş ihtiyar bir insandı . H2.. Mu-
hammed'den olayı dinleyince şöyle dedi:
"— Bu sana gelen, Allah' ın Musa'ya indirdiği namus(melek)tir.
Ke şke kavmin seni (yurdundan) ç ıkaracaklan zaman ben sa ğ clsam."
Hz. Muhammed:
"-- Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. Varaka:
"— Evet, dedi, zira senin getirdi ğin -gibi bir şey getiren herkese
düş manlık edilmiştir. Eğer o günlerine yeti şirsem sana çok yard ım ede-
rim." Sonra çok geçmeden Varaka öldü.
11

Kur'an-ı •Kertın'in vahyi

İşte Kur'ân- ı Kerim, bu şekilde vahyedilme ğe başlamıştır. Vahiy


fısıldamak, gizli kavuş mak.. anlamlarma gelir. Peygamberlere vahiy,
Allah'ın gönderdi ği rnelek(Cebrâil Aleyhisselâm)'m, Allah' ın emirlerini
peygambere okumas ıdır. Peygamber, insanlarla 'Allah aras ında bir el-
çidir. Allah, insanlar aras ından seçti ği bir kimseye mele ğini gönderip
emirlerini bildirir. Mele ğin gelişini peygamberden ba şkası görmez, ko-
-
nuş masını da ondan ba şkası duymaz.

Vahiy esnas ında peygamber, be şeri duygularmdan geçer, kendinden


habersiz hale gelir, melekle temas eder, mele ğin sözleriri dinler. Mele-
ğin sözleri, onun hafızasma, unutulmayacak biçimde nakşedilir. Ba-
zan da melek, insan şekline bürünerek ,peygambere gelir. Allah' ın emir-
lerini okur. Melekle temas, insan bünyesinde büyük sars ıntılar meyda-
na getirir. Peygamberimiz, vahiy esnas ında kendinden geçer, yüzü sara-
In, so ğuk kış günlerinde bik yüzünde ter taneleri belirirdi. Etraf ında bu-
lunanlar, ona vahiy geldi ğini derhal anlarlard ı . Hatta Peygamberin
yanı nda bulunanlar dahi, - vahyin a ğırlığını hisseder, G esnada ellerini
dahi kakl ıracak güçleri kalmazd ı . Orada arı uğultusUna benzer bir ses
duyulurdu. Bir kere peygamberimiz, deve üzerine binmi ş iken kendisine
vahiy gelmiş , üzerine bindiği deve-, vahyin ağırlığına dayanamayarak ar-
ka ayakları üzerine çöküvermi şti.

Bazan da araya hiç melek girmeden Peygamber (s.a.v.) do ğrudan


doğruya Allah'tan vahiy alm ıştır ki buna vasıtasız vahiy derir. Bakara
Suresinin son iki ayeti böyle vahyedilmi ştir. Kur'ân' ın diğer âyetleri,
tamamen Cebrail tarafından getirilmi ştir. Bu sözlerde Hz. Peygamber-
(s.a.v)'in en ufak bir dü şünce payı , bir katk ısı yoktur. Zaten vahiy es-
nasında o, bir şey dü şünecek durumda de ğildi.

Vahyin yaz ılmas ı ve ezberlenmesi

Hz. Peygamber(s.a.v.), gelen vahyi, etrafında bulunan vahiy


katiplerine yazdı rırdı . Her 'ayetin hangi sureye yaz ılacağını işaret buyu-
rurdu. Derilere, kemik ve ta ş parçaları , hurma kabukları üzerine yaz ı-
lan vahiyler, en mu'tena yerlerde sakland ığı gibi sahabiler tarafından
da ezberlenirdi. Kur'ân- ı Kerim, Cebrail'in i ş aretine dayanarak peygam-
berimizin koydu ğu tertib üzerine ezber1enir, r ıamazlarda okunurdu. Pey-
gamber'in arkada şları için en değerli ve zevkli zamanlar, Kur'an okumak-
la geçen zamanlard ı . Hz. Peygamber(s.a.v.)'in kendisi de gelen vahyi
12

hemen ezbe ı lemiş olur ve unutmazd ı . Ala Suresinin altıncı ayetinde


yüce Allah, Hz. Muhammed'e: "Sana okutacagız ve sen Allah' ın diledik
leri dışında hiç unutmayacaksın" buyurmu ştur.

Her Ramazan ayında da Hz. Peygamber, sene içerisinde inmi ş olan


Kur'ân'ı Cebrail'e okur, onunla kar şılaştırırdı . Nihayet en son inen ayet-
le Kur'ân son tertibini alm ıştı . Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hayat ın-
da bu sahifeler, bir cilt halinde bir araya getirilp ba ğlanmamıştı . Çünkü
Kur'ân'ın inişi devam ediyordu.

Kur'an-ı Kerim'in Toplanmas ı ve Çoğaltılması

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefat ından altı ay sonra Hz. Ebubekir


devı iıade, Hz. Ömer'in i ş aretiyle Zeyd ibn Sâbit ba şkanlığında bir Kur'an
derleme komisyonu kuruldu. Herkes bildi ği âyetleri komisyona getiriyor,
bunların ayet oldu ğunu da iki ş ahidle isbat ediyordu. Böylece Kur'an- ı
Kerim, bir cilt halinde topland ı.

Üçüncü halife Hz. Osman zaman ında da bu ana nüsha, yine Zeyd
İbn Sabit başkanlığında toplanan bir komisyon tarafından çoğaltıldı ,
altı nüsha yazıldı . Biri Medine'de b ırakıldı ki bunun adı el-Umm (ana
nüsha)d ır. Diğerleri büyük İslam şehirlerine gönderildi. İşte bugün
Kur'ân-ı Kerim, hiç de ğişmeden elimizdedir. Bu vasfa sahib tek ilahi
kitâp da ancak odur. Di ğer kitaplar vahyolunduklar ı zaman yazılmamış -
lardı. Suhuf denen eski kaâplardan hiçbiri mevcut de ğildir. Tevrat ise
muhafaza edilememi ş , çıkan yangınlarda yanm ış veya ortadan kaybol-
muştur. Nihayet Azrâ ad ında biri, H7. Musa'dan yediyüz yıl sonra şifahi
nakle dayanarak Tevrat') yazm ıştır.

Incil de Hz. İsa zamanında yazılmamıştı . Ondan çok sonra hava-


ler, hatırlarmda kalan ı naklettiler ve bunların nakillerine dayanılarak
İnciller yazıldı . Birbirinden farkl ı yüzden fazla Incil meydana geldi. Ni-
hayet Hz. Isa'n ın doğumundan 325 yıl sonra toplanan bir komisyon ka-
rariyle bu yüzlerce Incil, dörde indirildi ki bu dört Incil de yine birbirini
tutmaz. Bunlar, Hz. İsa'nın değil, yazarlarının eserleridir ve onlar ın ad-
lariyle adlandırdnuşlardır. Ancak bunlarda Hz. Isa'ya gelmi ş olan baz ı
ayetlerin nakledildi ğide muhakkakt ır.

Hasılı, Allah'tan indiği gibi muhafaza edilen tek ilahi kitâp, Kur'an-1
Kerim'clir. Onun muhafazas ını Allah, kendi üzerine alm ıştır: "Onu biz
indirdik ve onu biz koruyaca ğız" demiştir. korumakta olduğu
bir kitab kaybolmaz.
13

Kur'an-ı Kerim'in Muhtevast

Kur'ân-ı Kerim'in son derece özlü bir ifadesi vard ır. Az kelime ile
çok mana anlatır. Baz an iki kelimesini izah etmek için sayfalarca yaz ı
yazmak gerekir.

Kur'ân- ı Kerim, önce gelen peygamberlerin hayat ını anlatır, o hikâ-


yelerle insanlara ö ğüt verir. Okula gitmemiş, okuma yazma ö ğrenmemiş
bir insanın, kendinden binlerce yıl önce ya şamış insanların hayatlarını
anlatması, o anlat ılanların Allah tarafından kendisine bildirilmiş oldu-
ğunu gösterir. H ıld Suresinin 49 uncu ayeti şöyle diyor: "Bu sana vah-.
yettigimiz, gayb haberleridir (görünmez bilgilerdir). Bunları daha önce ne
sen biliyordun, ne de babaların."
Kur'ân- ı Kerim, Allah'a kulluğu, ebeveyne sayg ıyı, insanlarla kar-
de ş olmayı emreder, insanlar ın dünyada dirlik ve düzenlik içinde ya ş a-
maları , ahirette mutlu olmalar ı için gerekli hukuk ve' ahlak kurallar ını
bildirir. Onun getirdiği kur allar, insanlığın mutluluk kayna ğı olmuştur.
Okumannş , yazmamış , filozoflarm içinde bulunmamış bir insanın ağzın-
dan, asırlarca insanları yönetecek bu yüce adalet düzeninin, yüksek ah-
lak prensiplerinin söylenmesine imkan yoktur. Bunlar ancak Allah' ın
sözü olabilir.

Kur'an-1 Kerim, yıllarca sonra çıkacak hadiseleri haber vermi ştir:


Rumların iraıddara galip gelece ğini, müslümanların Mekke'ye salimen
gireceklerini, inamp yararl ı işler yapanların yeryüzüne hükümran ola-
caklarını... söylemiş , bu söyledikleri aynen olmu ştur.
Kur'ân- ı Kerim, öyle ilmi gerçeklere dokunmaktadır ki bugünün is-
patlı ilim verileri de bunları desteklemektedir. Mesela gö ğe doğru yük-
selmekle göğsün daralacağml, nefes almanın güçleşeceğini söyler. Gerçek-
ten yükseğe çıktıkça hava bas ıncı düşece ği için nefes alma güçle şir.
Allah'ın insanları, bitkileri ve daha bilinmeyen nice çiftleri yaratt ı-
ğını söylemekle bitkilerin erkekli di şili olduğu gerçeğine iş aret eder.
Kur'ân, arz ın ve diğer yıldızların, önceleri bir birine yapışık oldukla-
rını, Cenab ı Hakk'ın bunları birbirinden ayırıp her canlı şeyi sudan
yarattığını söyler. Bugünün pozitif ilmi de bunun böyle oldu ğunu siiy-,
lüyor. Daha bunun gibi kainat ın yaratilışı hakkında nice gerçekler
Kur'ân dilinde özlü bir biçimde aldat ılmıştır.

Kur'ân-ı Kerim'in üslübu da ap ayr ı bir mu'cizedir. Anlatt ığı en


soyut olayları, -canlandırarak anlatan Kur'an; göze, kula ğa, bütün du-
yulara seslenir ve akla aç ılan bütün yollarla ruha nüfuz eder.
14

Onun metni içindeki her kelimede, İlâhî,bir âhenk kula ğı okşar. 0,


her haliyle insan sözü olmay ıp, Allah sözü olduğunu ispatlaı . Bundan
dolayı o indiği zaman ş airler, şiirlerini Ka'be duvarlarmdan indirmişler,
inananlar da, inanmayanlar da onun üstünde bir söz olamayaca ğını itiraf
etmişlerdir. 0, her as ırda yeni ışıklar saçan ilahi bir nurdur. Bu ana ka-
dar hiç kimse onun tek bir âyetine denk olacak bir söz söyleyememi ştir.,
bundan sonra da söyleyemeyecektir. Yüce Allah ş öyle diyor: "De ki :
Bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya gelip
birbirine yardımcı olsalar, yine onun bir benzerini getiremeyeceklerdir".

Kur'ân-ı Kerim'in Tefsiri :

Hz. Muhammed(s.a.v.)in sahâbileri, kendi dillerinde inen Kur'-


ân'ın manasım anlıyorlar, anlamad ıklan. bir yer olursa onu da Hz.
Peyğamber'den sorup ö ğreniyorlardı . Bununla beraber Kur'ân ı Kerim,
çok yüksek dil sanatlar ını , kainatın yaratılışma ilişkin bilgileri, geçmiş
peygamberlerin hayat hikaYelerini içerdi ğinden sahabilerin hepsinin
anlayış düzeyi aynı de ğildi. Aralarında bilgice ileri olanlar, onun mana-
suu daha iyi anl ıyorlardı .

Sahabi devrinden sonra İslam Devletinin sınırları genişledi. Çe şitli


milletler müslüman oldular Bunlar, 'ayetlerin ini ş sebeplerini bilmedik-
leri gibi dile de tam hakim olmad ıklarmdan Kur'ân ı Kerim'in anlamını
iyi kavrayamıyorlardı . Zaten sırf Arapça bilmek de Kur'an' Kerim'in
manasım anlama ğa yetmez. Onun indi ği özel şartları , ayetlerin ini ş
sebeplerini bilmek laz ımdır.

Kur'an] Kerim, sorunlar ın esasına dokunmu ş , detayları Hz. Pey-


ğambel'in açıklaması na bırakmıştır. Mesela "Namaz ı kıluuz" der, fa-
kat namazın nasıl kılmacağı nı açıklamaz. Onu sözle ve fiille anlatmak,
Hz. Peyğamber'in görevidir. Demek ki Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in söz
leri ve hareketleri, bir anlamda Allah kelanumn aç ıklaması olmak-
tadır.
İşte sahâbe devrini müteâkib, Kur'ân ı Kerim'in nı anasını anlamak,
izah etmek için Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in sözleri toplanmaya ba şlamış ,
bunlar içinde Kur'ân' ı doğrudan açıklayıcı nitelikte olanlar ayr ı kitap-
larda toplanmış , bu kitaplara tefsir veya te'vil kitapları denmiştir.

Fsr kökünden türeyen tefsir kelimesi, tefcil bab ından masdar olup
çoğulu teffisirdir. Fsr, örtülü şeyi açmak, tefsir de güç bir kelimeden
kasdedilen as ıl manayı açığa çıkarmak, izah etmektir. İlmi bir terim
olarak tefsir, Kur'an]. Kerim'in açıklaması anlanunadır. Kur'ânı Ke-
ıs

mânasım açı klayan bu ilme `ilmu't-tefsir veya tefsiru'l-Kur'an


denir.

Te'vil kelimesi de zaman zaman tefsir manasında kullanılmış ise


de ikisi aras ında fark vard ı r.. Tefsir, kelimenin kesin anlam ıdır. Te'viîl
ise, kesinlik olmadan muhtemel anlamlardan birini tercih etmektir.
Tefsir kelimesi kesinlik ifade etti ğimden dolayı Taberi ve Mâtüridi gibi
müfessirler, tefsirlerine tefsir yerine te'vil adını vermişlerdir.

Tefsir ilmi, önce rivayet şeklinde başlamıştır. Hz. Peyğamber ve


sahâbilerinin, Kur'ân' ı Kerim'i açıklayıcı nitelikteki sözleri bil araya
toplanmak suretiyle eserler yaz ılmıştır ki bu tür tefsirlere Rivâyet Tef-
siri denir.

Müslümanlar, çe şitli kültürlerle temas edip bilgile ı ini geliştirdikçe


yalnız Rivâyet tefsirleri kâfi gelmemi ş, edindikleri yeni bilimsel veri-
derin ışığı altında Allah kelânun ı açıklama ihtiyacım duymuşlar ve böy.
lece tarih, co ğrafya, felsefe ve tabiat ilimlerinden istifade ile tefsir eser-
leri yazılmaya başlamıştır ki yalnız rivâyetlere ba ğlı kalmayarak' çe şitli
ilimlerden istifade ile yap ılan bu tefsirlere Dirâyet Tefsiri denmiştir.

Sah.übilerden Abdullah ibn Abbâs'a atfedilen Tefsiru İbn (Abbâs,


İbn Abbâs'ın talebesinden. Mücâhid'in yazdığı Tefsiru. Mücâhid, Tabe-
rrnin yazdığı Câmicu'l-beyân can-te'vili âyrl-R-ur'ân, 9agebrnin yazdığı
el-Kesfu ve'l-beyan, Ebu Muhammed Be ğavrnin yazdığı Mectılimu't-
Tenzil, (ı mâdu'd-din Ebül-Fidâ'mn yazdığı Tefsiru'l-Kur'ânr1-<azint
Siiyûtrnin yazd ığı ed-Durru'l-menS'ur frt-Tefsiri brl- ıne'STır adlı eserler,
Rivâyet Tersirinin ünlü örnekleridir.

Fahreddin Râzrnin Mefatihu'l-ğayb'i, Baydâvrnin Envâru't-Ten-


zil ve Esrâru't-Te'vil'i, Nesefrnin Medâriku't-Tenzil ve Halsiiilcu't-
Te'vil'i, Lubabu't-Te'vil fi me`ânrt-Tenzil'i, Ebu Bayyân'm
Celâlu'd-din el-Mahalli ve Celâlu'd-din es-Suyüti'nin
Tefsiru'l-Celâleyn'i, Ebü's-Su<ûd'un irsâdu'l-<akirs-selim ilâ Mezâyâ'l-
Kitâbrl-Kerim'i, Mûsrnin Rtibü'l-Me`âni, fi Tefsirr1-.Kur'âni'l-ca4m
ves-seb`il-meMnrsi de Dirâyet tefsirinin ünlü örnekleri aras ındadn.

Dünyanın her‘tarafında, her ça ğda Kur'ânı Kerim'in, ça ğın anla-


yışına uygun tefsiri yap ılagelmi ştir. Yirminci Yüzyılda Arap yazar-
larından Muhammed (Abduh'un ders takrirlerini kaleme alan M. Re şid
Rızâ'mn Tefsiru'l-Menâr'ı , Tantüvi Cevherrnin el-Cevâhir fi Tefsirrl-
.Kur'ân'ı , Muhammed <Izzet Derveze'nin mulmaya
değer eserlerdir.
16

Bu çağda Türkiye-mizde de Kur'ân ı Kerim'in Tercüme ve Tefsiri


alanında verimli çalışmalar yap ılmıştır. Bunlar aras ında Konyal ı M.
Vehbi Efendi'nin 1Julâşatu'l-beyân'ı, Elmahlı Muhammed Hamdi Ya-
zır'ın Hak Dini Kur'ân Dili, Hasan Basri Çantay' ın Kur'ânı Kerim ve
Meâl-i Hakim'i, Ömer Nasuhi Bilmen'in Kur'an' Kerim ve Meali Âlîsi
zikredilmelidir.

Bunlar, Kur'an' Kerim'in ba şından sonuna kadar bütün ayetle-


rini tefsir eden eserlerdir. Kur'an! Kerim'deki ahkâm ay etlerini tefsir
eden eserler de vard ır ki bunlara Alıkaınu'l-Kur'an denir. Bunlar ara-
sında da Hanefi olan Ca ş sas'ın Maliki olan İbnu'l-
cArabrnin Abldnu'l-R .ur'ân't ve Ezher hocalar ından bir hey'et tara-
fından hazırlanıp Muhammed cAll es-Sâyis taraf ından gözden geçirilen
Tefsiru Aytıti'l-alik(ım bu tip tefsirlerdendir.
Kur'an Kerim'in dünyanın başlıca dillerine tercümesi de yap ıl-
mıştır. Türkler de müslüman olup Arapçay ı öğrendikten sonra Kur'an'
Kerim'i kendi dillerine çevirme ğe başlamışlard ır. Elde mevcut belge-
lere göre en eski Kur'an tercümesi, Onbirinci yüzy ılda yapılmıştır. 0
zamandan bu güne değin birçok tercümeler vücuda gelmi ştir. Özellikle
son çağda yapılan Türkçe Kur'ân tercümeleri, zengin bir kolleksiyon
meydana getirebilir.

En son Türkçe Kur'an Tercümesi tarafımızdan yapılmış, ilk defa


1975 yılında metinsiz olarak yay ınlanan bu tercüme, yeniden gözden
geçirilerek 1977 yılında Kur'an' Kerîm metniyle birlikte Kur'an Kerim
ve yüce Meâli" adıyle basılmıştır.

Allah kelammın manasım, tercüme içerisinde izah etmek mümkün


değildir. Kur'an' Kerim Arapça indi ği halde yine Arapça tefsirlerinin
yapılması zarureti hissedilmiştir. Arapçada böyle olunca ba şka dillerde
mutlaka tercümenin yan ında tefsire de ihtiyaç vard ır.

Gerçi Türkçede yap ılmış birçok tefsirler vard ır ama bunların dili
artı k yeni kuşağın anlayamayaca ğı kadar eskimi ştir. Ayrıca bu tefsir-
ler metot bak ımından modern anlay ıştan uzaktır, birçok zayıf haber-
ler tenkide tabi tutulmadan bunlar ın içine girmiştir. Bıktıracak ölçüde
de uzun yaz ılmışlard ır.
Yıllardan beri "üniversitede Tefsir dersleri okutmaktay ız. Öğren-
cilere şu tefsirden, bu tefsirden baz ı parçalar okutma yerine Allah
Kelammın başından başlayıp sonuna do ğru âyet ayet izah etmeyi uy-
gun bulduk. 'aç yıl önce başlattığımız bu metot ile verdi ğimiz dersler,
17

Kur'ân'ı Kerim'in be ş CÜZ' R111:111 tefsirini meydana getirdi. Suudi Ara-


bistan'ın Riyad kentindeki İmam Muhammed Üniversitesi, Usülu'd-din
Fakültesinde tefsir desleri okuttu ğumuz üç yılda çalışmalarımızı sür-
dürdük, şimdi Allah'a şükür kitüb ın yarısını geçmiş bulunuyoruz.
Kelâmının tefsirini tamamlamay ı bize nasib etmesini yüce Allah'tan
niyaz ederiz.
Bu tefsirimizde özellikle hüküm âyetleri üzerinde geni ş olarak dur-
duk ve bütün mezheplerin görü şlerine yer verdik. Ayetleri izah eden ha-
dislerin kayna ğını gösterdik, zayıf hadisleri ve Rıır'âmn ruhuna ters
düşen rivâyetleri delil göstermekten kaç ındık. İnsan ve küinat ın
yaratılışından söz eden âyetleri, modern filmin ışığı altında izah
etme ğe çalıştık. Peygamberlerin kıssalarını anlatan âyetlerin tefsi-
rinde de 'elde mevcut kitab ı Mukaddese de müracaat edip kar şılaştır-
ma yaptık. Mânüları açık olan âyetleri uzun uzad ıya tefsire lüzum
görmedik. Çünkü bunları tefsir etmek, kitab ı n hacmini büyütür. Iste-
dik ki dilimize, herkesin yararlanabilece ği bir tefsir kazandıralım. Bu
eserimizle ö ğrencilerimize ve milletimize faydal ı olursak kendimizi
bahtiyar- sayar ız. Tevfik Allah'tand ır.
Ankara: 10 Rebiülevvel 1398 Prof. Dr. Süleyman Ate ş
18 Şubat 1978
Kitapta Kullanılan Transkripsiyon . Harfleri:
Bilindiği gibi Türk Alfabesinde bütün Arapça sözcüklerin telâ%
fuzunu karşılayacak harfler yoktur. Bunu telâfi için baz ı harflerin
altına veya üstüne i şaretler konmaktad ır ki bu işe transkripsiyon
denir. Bu tefsirde, Türk alfebesinde bulunmayan baz ı Arapça harf-
leri karşılamak üzere kullanılan işaretler şöyledir:

T
S

H b
Z
ş va
D
T
Z z .1;
c
t
L
I- FÂTIHA SURESİ

Fâtiha, lagatte kitap ve elbise gibi aç ılabilecek şeylerin başı, ilk


açılacak yeri demektir. Konuşmak ve okumak gibi birbiri ardınca ya-
pı lacak her ş eyin evveline de fâtiha denmi ştir. Asil kelime fatih'tir.
Sıfat olan bu kelimeyi isimli ğe geçirmek için sonuna tâ konmu ştur.
Bu tâ, te'nis (di şil) tas! de ğildir. Fatiha'nın karşıtı hâtime'diı .

Allah kelammın ba şmda bulunduğu, yahut namazda ilk okunan


sure veya ilk inen sure oldu ğu için bu sureye Fâtiha Suresi denmi ştir.
Aynı zamanda bu surenin, Ummul-Kitab (Kitab ın Esası), el-Esas,
el-Vâfiye, el-Kafiye, es-Sebtul-rodâni, el-Hamdu lillah ve el-Kenz gibi
adları da vardır.

Nüzulü:

Kur'an.' ın, gaip'ten Hz. Muhammed Aleyhisselâm'm kalbine ini-


şine nüzül denir. Fâtiha, Mekke'de ilk inen surelerdendir. Bunun Medine
de indiğine dair rivayet de vard ır. Bazı rivayetlere göre de Fâtiha, bir
kere Mekke'de, bir kere de Medine'de, k ıblenin çevrildiği sırada inmiştir.
Fakat Fatil ıa'nm, Mekke'de indi ği rivayeti daha kuvvetlidir. Zira be ş
vakit namaz, Mekke'de farz k ılınmıştır. Be ş vakit olarak farz kılınmaz-
dan önce de İ slamda namaz kılınırdı Cenaze namaz ından başka namaz-
larm, Fâtiha okun.madan k ılındığına dair hiçbir rivayet yoktur. Aksine
"Fatiha'sız namaz olmaz" hadisiyle her namazda mutlaka Fatiha'nm
okunması emredilmiştir. Demek ki Fâtiha, Mekke'de inen ilk sureler-
dendir.

Migessirlerden ço ğunun kanaatine göre tam sure olarak ilk defa


Fâtiha Suresi inmiştir. Gerçi Alak Suresinin ilk be ş ayeti, Fatiha'dan
önce inmişti ama tüm sure olarak ilk inen sure, Fâtiha Suresidir.

Gelen rivayetlerden anla şıldığına göre ilk önce Alak Suresinin ilk
beş ayeti, sonra Kalem, Müzzemmil ve Müddessir Surelerinin ba ş taraf-
ları inmiştir. Fakat o sureler henüz tamamlanmadan, Fâtiha suresi
bütün olarak nazil olmu ştur. İbn Abbas ve Mücâhid'e nispet edilen bir
20 Fatiha Suresi

rivayete göre Kur'ân'dan ilk inen, Fâtiha Suresidiri. Buhâri ve Müs-


lim'de Hz. ilişe'den rivayet edilen ve vahyin nas ıl başladığını anlatan
hadis, Hz. Peygamber (s.a.v.)e, ilk önce Alak Suresinin ilk be ş âyetinin
indiğini açıkhyor. Bundan dolayı İbn Abbas ve Mücâhid'in, önce Fâ-
tiha'nın indiğini beyan eden sözlerini, tam sure olarak önce Fâtiha'nın
indiği şeklinde anlamak daha do ğru olur.

° 41ı ,r-

deki bâ', mukadder (gizli) bir ebtedPu (ba şhyorum) veya ak-
ra'u (okuyorum) fi'line ba ğlıdır. "Allahtan yardım dileyerek başlıyorum
veya okuyorum" demektir.
Allah, yüce Rabbin, en büyük ad ıdır. Allah'ın doksan dokuz adı
vardır. Fakat onların hepsi bu adın sıfatıdır. Onlar 'sıfat bildirir. Bu ise
Cenabı Hakk'ın bütün sıfatlarını kendinde ta şır.
Araplar, Islâmdan önce de Allah' ı tanırlardı. Fakat O'nun yanında,
şefaatçi bildikleri birtakım putlara da taparlard ı . Bunlara dalı (çoğulu
âlihe) derlerdi. Allah adiyle yaln ız yüce Tanır'yı kasdederlerdi. .Nlah
için ilâh adını da kullanırlardı. nah hem Allah için, hem de putlar için
kullanılan ortak bir isimdi. Bu bakımdan Allah adı, Türkçeye tanrı
diye çevrilemez. Tanrı, ilâh adının karşılığıdır. Tanrı kelimesiyle Allah
da kasdedilebilir, tanr ı diye tapınılan diğer yaratıklar da. Kullanamn
maksadı ne ise o anlaşılır. Fakat puta Allah denmez. Allah ad ı, yüce
Rabbe mahsus, diğer bütün sıfatları ve isimleri içinde taşıyan çok büyük
bir isimdir. Kur'ân-ı Kerim'in. İngilizce tercümelerinde de Allah adı ay-
nen kullanılmıştır. el-Esmâ'ul-Husnâ (Allah' ın doksan dokuz güzel
adın)ı nazmen şerheden İbrahim Cûdi, Allah adını şöyle açıklıyor:

"Dese bir kimse yacni yâ Allah


Yâdedilmiş olur IJudâ fi'l-lial
<Azze sultânuhıl ve celle 's'enalı
Bi-cemiciş-şıfâti ve'1-efeâll" 2

1 Süyutl, el-İtkan, I, 24-25


2 Bkz. el-ICenzu'l-esna Şarbil-Esmtt'il- İlusntı, s. 16, İstanbul, 1325
Cüz' i, Sure: 1 21

Besmeledeki Rahman ve Rahim adlar ına gelince: Bunlar, "rahime"


fi'linden yapılmış, mübâiâğa bildiren iki sıfat-ikimdir. Rahmet, kalb-
deki acıma duygusudur. Bu duygu, sahibini lûtuf ve ihsâna sevk eder.
Rahman'daki mübâla ğa (abartma), Rahim'dekinden daha fazladır.
Bundan dolayı Allah'tan ba şkasına Rahman adı verilmez, fakat Rahim
adı verilebilir. Nitekim Hz. Peygamber: (s.a.v.): "Mü'minlere şefkatli,
raldindir"i şeklinde tavsif edilmiştir.
Rahmân'ın, tam anlamiyle Türkçe kar şılığı yoktur. Çok merhamet
eden, rahmeti her şeyi kuşatan, iyili ği her şeye yaygın sözleriyle tefsir
edilebilir. Rahmân'ın rahmeti, ezell rahmettir. Bu bak ımdan bu rahmet,
iyiye de, kötüye de; mü' ınine de, Wire de şâmildir. Varhkların hepsi,
zaruri olarak bu rahmetten faydalamp varl ık sahnesine çıkmışlardır.
Rahim de çok merhametli demektir. Fakat bu rahmet, varl ıklarm
başlangıcından çok neticelerine, yani âhirete ili şkindir. Bundan dolayı
Allah, dünyanın Rahman', âhiretin. Rahimidir. Yani O'nun ihsan,
dünyada mü'ıninlere de, kâfirlere de yaygındır. Akirette ise yalnız
mü'minlere mahsustur2.
Allah'ın her şeyi yaratması, Rahmânlığının rahmetinden ileri gelir.
Bu fıtri rahmetten uzak kalan hiçbir şey yoktur. Her varlık, Rahmân'ın
rahmeti içindedir. Ama Rahim, irâdeleriyle çal ışanlara, yaratılış amaç-
larını hitfeder. Rahimli ğinin rahmeti iledir ki iyiler miikâfât, kötüler
ceza görür. Demek ki Rahim ad ının muhtevâsmda Allah'ın adâlet ve
cezası, miikâfât ve milcâzât ı vardır. Bunun için "Rahmân, bütün malı-
lılkatı rahmetiyle yaratıp 'besleyen; Rahim, ahirette mü'minlere lûtfiyle
cennet, kâfirlere de adaletiyle azâb edendir" diye tefsir edilmi ştir.
Berâ'e suresi hariç, bütün surelerin ba şında besmele diye bili-
nen "Bismillahirrahmânirrahim" yaz ıhdır. Her işe olduğu gibi Kur'an
surelerini okumaya da Rahman ve Rahim Allah'ın adı andarak
başlamr, başarı için O'nun yardımına güven belirtilir.
Sure başlarında yazılı bulunan besmelenin, Kur'ân'dan bir ayet
olup olmadığı üzerinde ihtilaf edilmi ştir. el-Mushaful-imam (ilk ve
esas Kur'an nüshası) yazıldığı zaman Berâ'e suresi hariç, diğer surelerin
başına besmele yazdnu ştı. O ana nüshadan istinsah edilen bütün mus-
haflara da besmele yazılmiştır. Sahâbiler, muslıaftan olmayan bir şeyi
mushafa yaznıamağa dikkat ederlerdi. Bundan dolay ı Kur'ân'a nokta,
tat* işaretleri dahi koymaınışlardı. Daha sonra konan nokta ve di ğer
1 Teybe Suresi: 128; Ahztıb Suresi: 43
2 Rağıb el-Isfahant, Milfredat, en-Nillaye fi Garlbil-hadis kenar ında, II, 61-62, Mısır 1318
22 Fâtiha Suresi

işaretler, Kur'ân ın metninden ayrılsın diye metnin mürekkebinden ayr ı


bir mürekkeple yaz ılmıştı .

İşte buna dayanarak İ mam Ş afii, Besmele'nin, ba şında bulunduğu


surelerin birer ayeti oldu ğu kanaatine varmıştır. Ayrıca Ümm-i Sele-
me'nin "Hz. Peygamber (s.a.v.), besmeleyi, namazda Fatiha'dan bir
ayet olarak okurdu" rnealindeki sözü de Şafii'ye delil olmuştur.

Hz. Peyğamber'in, Fatiha'dan önce besmeleyi okudu ğu hakkında


hadisler varsa da bu hadisler, besmelenin, Fatiha'dan bir ayet oldu ğunu
göstermez. Her işe başlarken, besmele çekmek, islam ın şiândır. Hz.
Peygamber, bunu belirtmek için Fâtiha'ya ba şlarken besmele okumu ş -
tur. Kaldı ki Hz. Peygamber'in, besmele çekmeden Fatiha'y ı okuduğu
hakkında da hadisler vard ır. Müslim, Hz. Aişe'den şu hadisi naklediyor:
"Allah'ın Resulü (s.a.v.), namaza tekbir ile ve el-hamdu lillâhi rabbi'l-
câlemin.... i'le başladı." Ayrıca Hz. Enes de şöyle demiştir: "Ben, Pey-
ğamber (s.a.v.) in, Ebubekir'in ve ome s r'in arkasında namaz kıldım. On-
lar, namaza: el-hamdu lillâhi rabbi'l-câlemin... "ile başlarlardı." Müslim'in
rivayeti: "Onlar ne okumaya başlarken, ne de sonunda besmele çekmezler-
di?" şeklindedir.

Hz. Ebu Hüreyre, Pey ğamberimizden şu hadisi nakletmi ştir:


"Yüce Allah buyurdu ki : Namaz ı benimle kulum aras ında ikiye ayı,r-
dım. Yar ısı benim için, yar ısı kulum içindir. Kulumun diledi ği, kendisine
verilecektir. Kul, elhamdu lillâhi rabbiTalemin dediği zaman Allah: Ku-
lum bana hamdetti, der. Kul, ar-Rahmâni'r-rahinı dediği zaman Allah:
Kulum benim şerefimi andı, der. Kul, maliki yevmi'd-din dedi ği zaman
Allah: Kulum i şini bana havâle etti, der. Kul, iyyâke na`budu ve iyyâke
nesta<in dediği zaman Allah: Bu, benimle kulum aras ında (bir sır)dır.
Kulurhun istediği kendisine verilecektir, der. Kul, ihdinâ' ş- şırata'l-mus-
takim... dediği zaman Allah: Kulumun diledi ği verilecektir, der." Burada
Hz. Pey ğamber(s.a.v.), Fatiha'nın âyetlerini sayarken besmeleyi zikret-
memiştir.

İşte İ mam Malik, bu delillere dayanarak besmelenin âyet olmad ığı


kanaatine varmıştır. Ona göre besmelenin sure ba şlarına yazılması,
Hz. Peygamber'in böyle emretmesi ve her i şe besmele ile ba şlanmasını
buyurması yüzünden olabilir. Gerçi besmelenin, sure ba şlarına yaz ıl-
ması mütevatir olarak nakledilmi şse de besmelenin Kur'ân oldu ğuna
dair tevatür yoktur.
Cüz' 1, Sure: 1 23

Hanefilere göre besmelenin Kur'ân'a yaz ılması , onun Kur'an ol-


duğunu gösterirse de her sureden bir ayet oldu ğunu göstermez. Besme-
lenin, namazda Fâtiha ile beraber aç ıktan okunmadığına dair hadisler
de onun, Fâtiha'dan bir ayet olmad ığına delildir. O halde her sure ba-
şında bulunan besmele, müstakil bir âyettir, sureye dahil de ğildir. Yal-
nı z Neml Suresinin ortas ında geçen besmele, o surenin bir âyetidir.

En doğru görüşün, bu görüş olduğu anla şılmaktadır. Zira sahabikr


devrinde Kur'ân'dan olmayan hiçbir şeyin Kur'an metniyle yaz ılmad ığı
halde besmelenin yaz ılmış olması, onun Kur'ân oldu ğunu gösterir.
Besmelenin, Fâtiha ile beraber aç ı ktan okunmadığını belirten hadisler
de besmelenin, Fatihanın bir parças ı olmadığını gösterir. Ayrıca bu gö-
rüşü destekleyen ba şka deliller de vard ır. -

Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Mülk Suresinin otuz ayet oldu ğunu söy-
lemiştir. Kurrâ' ve ayet say ıellar, Miilk Suresinin, besmele hariç 'otuz
ayet olduğunda birleşmişlerdir. Yine Hz. Pey ğamber, Kevser Suresinin
üç ayet oldu ğunu söylemi ştir. Kevser Suresi de besmele hariç, üç ayettir.
Eğer besmele bu surelere dahil olsayd ı , Mülk Suresinin otuz bir, Kevser
Suresinin de dört ayet olmas ı lazımgelirdi. Demek ki besmele, surelere
dahil değil, müstakil âyettir.

Kur'an oldu ğu hakkında tevatür bulunmadığından besmeleyi


Kur'ân'dan say ınamak do ğru olamaz. Zira her ayet için "Bu Kur'ân'-
dır" denmesi ve bu sözün tevâtüren nakledilmi ş olması gerekmez. Bu
hususta hal karinesi (durum delili) kâfidir. Pey ğamberimizin, vahiy
kâtiplerini ça ğırıp bir şeyi Kur'ân'ın falan yerine yazmalann ı emretmesi,
onun Kur'ân olduğunu gösterir. Besmele de böyle yaz ılmıştır. Hz. Pey-
ğamber (s.a.v.): "Onu her surenin başInu yazın" demiştir.

Besmelenin ayet olup olmad ığı , ayet ise surenin bir parças ı olup
olmadığı hakkındaki bu görü ş farkları yüzünden besmelenin namazda
okunması meselesinde de görü ş ayrılıklar' do ğmuştur:

İ mam Malik, besmeleyi ayet kabul etmedi ği için farz namazlarda ne


açıktan, ne de gizli olarak besmele okunmas ım caiz görmemiştir. İ mam
Safii ve İmam Ahmed de besmeleyi, her sureye dahil bir ayet gördükleri
için açık okunan namazlarda aç ıktan, gizli okunan namazlarda gizliden
besmele okunmasımn farz oldu ğunu söylemi şlerdir. Ebu Hanife ise
besmeleyi müstakil ayet kabul etti ği için Fatiha'dan önce gizli olarak
besınele çekmenin sünnet oldu ğunu söylemiştir.
24 Fâtiha Suresi

Peygamberimizin, namazda besmeleyi okumad ığına dair hadisler


de, okudu ğuna dair hadisler de vard ır. Fakat okudu ğuna dair hadisler
daha kuvvetlidir. Hz. Peygamber ve sahâbilerin, namazda besme
leyi gizli okuduğuna dair hadisler de mevcuttur'. Demek ki Peygam-
berimiz (s.a.v.) namazda basan besmeleyi aç ık, basan gizli okumuştur.

(Y) (N) .,45):-C.:.›.:(T •

(0)- ..4
j ı OY. ' '6 ı (r) •
e:4 :: P LJ

(V) :53

1— .A^lemlerin Rabbi (sahibi, terbiye edip yeti ştiricisi) Allah'a ham-


dolsun. 2— (0), Rahmeındır, Rahimdir. 3— Din gününün (mükâfat ve ceza
zamannun) maliki (tek hakimi)dir. 4— (Ya Rabbi), Ancak sana kulluk
ederiz, ancak senden yardım isteriz! 5— Bizi doğru yola ilet. 6— Nimet ver-
diğin kimselerin yolunc ; 7— Kendilerine gazabedilmi ş olanların ve sapm ış-
ların yoluna değil (ya Rabbi)!

Tefsir•

1-7: er-Rabb: Malik, mutasarrıf demektir. Allah'ın bir adıdır. lam-ı


ta'rifli olarak yaln ız Allah için kullanılır. Allah'tan ba şkasına tek kelime
halinde er-Rabb denmez. Ancak isim tamlamas ı yapılarak rabbul-mal
(malın sahibi), rabbu'd-dar (evin sahibi) şeklinde söylenir. Fakat er-
Rabb, yalnız Allah'ın adıdır.

: Mem'in çoğuludur. Allah'tan ba şka bütün varhklara


Mem dendiği gibi bir çağa ve o ça ğda yaşayan kuşaklara da âkm denir.

Mtılik : Sâhip demektir. Hem uzat ılarak maliki, hem de kısaca


meliki şeklinde okunmu ştur. Her iki okuyu ş da do ğrudur.

1 Tefsirıı Ayati'l-abkâm, I, 3-7, Mısır, 1373/1953


Cuz': 1, Surer 1 25

Din : Ceza anlamına gelir." Zıl-V cy...ı;


" n a s ıl ceza verirsen, öyle
ceza görürsün demektir. Allah din gününün sahibidir. Yani o gün
O'ndan ba şka kimsenin hükmü geçmez. Günün yegane hâkimi Allah'-
tır.

Bu 6urenin başında Allah'ın güzel sıfatları tamtılmakta, bu s ıfat-


larla O'nu övme yolu gösterilmektedir. Kul, Allah' ı bu sıfatlarla anıp
övdükten sonra kendisine, Allah'a nas ıl yalvaraca ğı ö ğretilmektedir.
Allah'ı tanıyan, O'nun her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi oldu ğunu bilen
mü'min, O'ndan ba şkasına kul olmaz, O'ndan ba şkasından yardım bek-
lemez. Her şeyi Allah'tan diler.

aş- ştrât : kelimesi, genellikle sad ile okunur. Fakat sin'le sirât, z
ile zirât şeklinde de okunmuştur. Sırat, yol demektir. Burada kasdedilen
yol, Allah kitabının gösterdi ği yoldur, yani İslamdır. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Doğru yol, Allah' ın kitabıdır" demiştirt. İbn Hanbel'in rivayet
ettiği bir hadiste de "Sırat"m, islam oldu ğu bildirilmektedir2. Sırıttı
müstakim, Allah'ın, nimetine mazhar kıldığı kimselerin yoludur. Al
lah'ın nimetine erdirilenler de, Nisâ' Suresinin 69 ucu ayelinde belirtil-
diği üzre: peygamberler, s ıddikler, şehidler ve salihlerdir. İbn Abbas'tan
gelen rivayete göre Allah' ın nimetine erdirilmiş olan, mü'minlerdir.
İbn Abbas'ın bu tefsiri daha şümullüdür.

rierlerine gazabedilmi ş ve sapmışlar da do ğru yol olan islamdan


sapan kimselerdir. Mü'min, kendisinin bunlar ın yoluna düşürülmemesini
Allah'tan niyaz etmektedir. Gerçe ği bildikleri halde kabul etmeyenler,
hak yoldan sapanlar, Allah' ın gazabına uğratlar. Hz. Peygamberden
nakledilen bir tefsire göre "Üzerterine gazabedilenler", yahudiler; "sapan-
lar" da hırıstiyanlardır3 . Nitekim yüce Allah Yahudileri şöyle nitelemi ş-
tir: "De ki : Allah kat ında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi?
Allah kini(ler)e lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunla,r, domuzlar ve
şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz
yoldan daha çok sapıntşlardıx."4 Hıristiyanlar da şöyle tavsif edilmek-
tedir: "... Ey kitâp ehli, dininizde haks ız yere aştrılga dalmay ın ve önce-
den sapmış, birçoklartnı da sapttrmtş, düz yoldan şaşmt ş bir milletin

1 Tirmizi, rediblu'l-IurIn, 14; Darind, Fedâilu'l-Kur'tın, 1


2 Musned, IV, 1
3 Tirmial, Tefsfr, 2; İbn Hanbel, IV, 378
4 Milide Suresi: 60
26 Fâtiha Suresi

keyiflerine uymayın"'. Bu âyete göre de hırı stiyanların galip vasfı sapık-


lıktır2 . Maamafih, üzerlerine gazabedilenler ve sapanlar yaln ız yahudi
ve hırıstiyanlardan ibaret de ğildir. Doğruyu kabul etmeyen, haktan sa-
pan herkes Allah' ın gazabına uğrar, ayetin şiimulüne girer.
Fâtiha'da aIemlerin bir tek Rabbi bulundu ğu, hamd-ii senânın O'na
mahsus olduğu, ancak O'na kulluk edilece ği, ancak O'ndan yard ım is-
teneceği anlatılmaktadır. Surenin ba şında gizli olarak bir "söyleyiniz"
kelimesinin bulunduğu, siyaktan (söz gelirninden) anlaşılmaktadır. Edebi
bir metinde, bir kelime söz geliminden anla şıhrsa söziin daha etkili ol-
ması için o kelime kald ınhr. İşte burada da hitâbedilenler üzerinde daha
çok etkili olmak için baştaki "söyleyiniz" sözcü ğü kullambrıamıştır.
Fâtiha, duâlann en güzelidir. Hz. Pey ğamber (s.a.v.): "Zikirlerin
en güzeli, lâilâhe illâllah', duâları n en güzeli de, el-hamdu lillâh't ır."3
demiştir. Bir kudsi hadiste Cen ab ı Hakkı'n, namaz ı kulu ile kendisi
arasında ikiye ayırmış oldu ğunu, kul "Iyyake na(budu ve iyyâke nestdin"
dediği zaman Allah'ın: "Bu, benimle kulum aras ında bir sı,rdı,r, kulu ınun
istediği verilecektir" buyurduğunu yukarıda kaydetmiştik4.
Hz. Peyğamber (s.a.v.), imam "ğayri'l-mağçleıbi taleyhinı velâ'çl-çlâl-
lin" -dediği zaman cemaatin "amip." demesini emretmi ştir. Yalnı z kılan
da Fatiha'yı bitirince "amin" der. Amin: Duâm ın kabul buyur, anla-
mmadır. Cernaatle namaz k ılarken açık okunan namazlarda imam
velâ'çl-slallin deyince Ebu Hanife'ye göre cemaat gizlice, Ş afiiye göre
açıkça âmin der. Gizli okunan namazlarda ise imam, Fatiha'y ı bitirince
âmin der.

Namazda Fatiha'y ı okuman ın hükmü:


Fakihlerin bir kısmına göre namazda Fâtiha okumak farzd ır. Bir
kısmına göre de farz olan Fatiha.okumak de ğil, mutlak olarak Kur'an
okumaktır. Ebu Hanife'ye göre namazda üç k ısa veya bir uzun ayet
okumak farz, Fatiha'y ı okumak vâcibdir.
Namaz4la Fatiha'yı okum.amn farz oldu ğunu söyleyenler de yine
kendi aralarında ihtilaf etmi şlerdir. İ mam Şafii ve İ mam Malik'e göre
namazın her rek'atinde Fâtiha okumak farzd ır. el-Hasan el-Basri ise
namazın yalnız bir rek'atinde Fâtiha okuman ın yeterli oldu ğunu söy-

1 Miiide Suresi: 77
2 Ilin Kesir, L, 29, Mısır; Tefsiru Aynti'l-alıkâm, I, 11-12 Mısır
3 Tirıni'l, Nesâ'i, ibn Mke, Ibn Hibbân ve Hâldm rivayet etmi şlerdir, sahibtir. Feydu'l-
Iadir, II, 33
4 Hadis için bkz. Ebu Dâvnd, Saint, 132; Tefsfır, 2; Nesn'i, Iftitah, 23...
Cüz': 1, Sure: 1 27

lemiştir. Ihtilâf, bu konudaki hadislerin l ıirbiriyle çatışmasından doğ-


maktadır. Şöyle ki:
Ubâde ibn Sâmit'in rivayet etti ği bir hadiste Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle demiştir: "Fâtiha'yı okumayan ın namazı olmaz."' Ebu
Hüreyre de şu hadisi rivayet etmi ştir: "Kim k ıldığı namazda Fâtiha
okumazsa onun namazı eksiktir, eksiktir, eksiktir" 2 Bu hadisler, namazda
Fâtiha okumanın gerekli oldu ğunu göstermektedir. Fakat yüce Allah:
"(Namazda) Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyunuz" 3 buyurmuştur. Bu
âyet, Kur'ân' ı n herhangi bir yerinden okumayı emretmekte, belli bir
sure okumayı ş art ko ş mamaktadır. Bu bakı mdan Ubâde ibn es-Sâmit'in
hadisiyle çatış maktadır. Ayrı ca "Hz. Peyğamber'in mescidine bir adam
geldi, namaz k ıldı , Resulün huzuruna geldi, ona selâm verdi. Allah' ın
Resulü, selâm ını aldıktan sonra adama 'Kalk namaz kil, zira sen namaz
kılmadı n' dedi. Adam tekrar namaz k ıldı , geldi. Allah' ın Resulü ona yine
gidip namaz k ı lması nı emretti. Adam üç defa gidip namaz k ıldığı halde
Allah' ı n Resulü ona, kalk ıp namaz kılmasını, zira namaz k ı,lmadığını
söyledi. Adam : 'Seni gönderen hakk ı için bundan daha güzel kı lmasını
bilmem' dedi. Allah' ın Resulü buyurdu ki : '.1Varnaza kalkt ığın zaman
güzelce abdest al, k ıbleye yönel, tekbir al, Kur'ân'dan kolayı na geleni oku,
güzelce rükâ'a var, sonra tam doğrul, sonra secdeye git, secdeni tam yap,
sönra otur, yine secdeye git, sonra doğrul. Bütün namazında böyle yap!4"
Bu hadiste Kur'ân'dan kolay olan, ezberde bulunan ne varsa onun
okunması emı edilmektedir.
Ş âfii ve Mâlik, Ubâde'nin rivayet etti ği: "Fâtiha'yı okumayan ın
namazı olmaz" hadisindeki olumsuzluğu gerçek manas ında anlamışlar
ve "Kur'ân'dan kolay geleni okuyunuz" âyetinin ınüphem oldu ğunu,
hadisin bu âyeti aç ıkladı k'ını söylemişleı dir.
Hanefilere göre âyet tahyir (serbestlik) bildirmektedir. Ubâde'nin
anlattığı hadisteki olumsuzluk gerçek manada olumsuzluk de ğil, fazilet
ve kemal ekskiliğini belirten anlamda bir olumsuzluktur. "Evi mescidin
yanında bulunanın namazı olmaz" meâlindeki hadis de böyledir. Yani
onun -namaz ı tam kemalini bulmaz. Yan ında me,scid varken evinde
yalnız kılan kimse, cemaatin sevab ını kasclen kaçırmış oldu ğundan na-

1 Buhâri, Müslim, Ebu Dâvüd, Tirmili, Nesâ'i, İbn Mke ve İbn Hanbel rivayet etmişler-
dir. Eeyd, VI, 429
2 'Müslim, şalât, 38, 41; Ebu. Dâvüd, şalât, 132; Nesâi, İftitah 23; İ bn Mke, İ lFame, 11
Salât, 116, Tefsiru Sure: 1;....
3 Müzzemmil Suresi: 20
4 Buhâri, İman, 15; Tirimili, Salat, 110; Nesar, İltitâh, 7; İbn Mâee, ikrime, 72
28 FAtiha Suresi

mazımn kemali az olur. İşte namazda Fâtiha okumayan ın namazımn


olmadığını bildiren hadis de o namaz ın tam olgun bir namaz olmayaca-
ğını belirtmektedir, yoksa namaz ın hiç caiz olmadığını kasdetmemektedir.
Nitekim Ebu Hilreyre'nin rivayet etti ği "O namaz eksiktir..." ifadesi
de bu görü şü kuvvetlendirmektedir. Bu hadise göre Fâtiha'n ı n okun-
madığı namaz caiz olmakla beraber eksik kal ır. Zira hiç caiz olmayan bir
şey için "eksiktir" deyimi kullanılmaz. Var olan bir şeyde eksiklik olabi-
lir, olmayan bir şey için eksiktir, denmezl.

1 Tefsinı Aykltil-anbldm, I, 13-14


II— BAKARA SURES İ

Bakara, sığır demektir. 67-71 nci âyetlerinde Yahudilerin bo ğazla-


maları emredilen sığırdan söz edildi ği için bu adı almıştır. Hicretin bi-
rinci ve ikinci yıllarında Medine'de inmi ştir. İbn Abbas, Medine'de ilk
inen Surenin, Bakara Suresi oldu ğunu söylemiştir. Bir kısım müfessir-
lere göre surenin tamamı Medenidir. Yalnız 281 nci ayeti Veda Hacc ında
Kurban bayram ı günü Mina'da nazil olmuştur. Surenin tamamı 286
âyettir.
Surede önce gerçek mü' ıninlerin vasıfları , sonra münafıklarm ka-
rakterleri belirtilir. Mü'minlerin varacaklar' cennet nimetlerine i şaret
edildikten sonra insanlar ın, kendilerini topraktan yaratan Allah'a kulluk
etmeleri gere ği vurgulanır ve insanın ilk yaratılış sahnesine dikkat çekilir.
Allah'ın, Adem'i yaratıp melekleri dahi ona boyun e ğdirmiş iken şeyta-
nın onu nasıl kandırıp cennetten ç ıkardığı anlatılı r ve insanın, ezeli düş -
manı olan şeytana uymamas ı telkin edilir.

Daha sonra İsrailo ğulları tarihinden ibret verici olaylar anlat ılır
ve olay dizileri arasında öğütler verilir. Hz. İbrahim'in, oğlu İsmail ile
birlikte Kâ'beyi yapmas ı, kıblenin, İbrahim tarafından yapılmış clan
Ka'be'ye çevıihnesine karşı Yahudilerin tepkileri, gerçek takva'nm, yüzü
sağa sola çevrimekle de ğil, Allah'a gönülden ba ğlılıkla olaca ğı bildiri-
lir. Daha sonra oruç, hac ibadetleriyle ilgili hükümler gelir. Cihad ın öne-
mi belirtilir, nikah talâk, iddet ve süt emzirme, içki ve kumar ile ilgili hü-
kümler sıralanır.
Yine İsrailo ğulları hayatından sahneler anlat ıldıktan sonra tevhidin,
Allah yolunda harcaman ın önemi belirtilir ve Allah yolunda infaka te ş-
vik edilir. Faizi yasaklayan âyetleri, borç al ıp verirken yazd ırman ın ve
ş ahit bulundurma= gere ğini bildiren iki ayet izler.

Kainatta her şeyin Allah'a aidolduğu vurguland ıktan sonra iman


esasları belirtilir ve Allah' ın, hiç kimseye gücünün üstünde, bir şey tek-
lif etmeyece ği, herkesin yapt ığını görece ği belirtilir ve mü'minlerin yapa•-
cağı güzel bir duâ ile sure tamandamr.
30 Bakara Suresi

Bu surenin fazileti hakkında bazı hadisler vardır. Ebu Hüreyre


yoluyla gelen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): "Evlerinizi kabristan
yapmay ın. Bakar a Suresinin okunduğu eve şeytan girmez." clemiştirl.
Ebu Vmâme'nin rivayet etti ği bir hadiste de: " İki zehrtry ı (iki nur kay-
nağını) yani Bakara Suresi ile Ali İmran Suresini okuyun. Çünkü bu iki
sure, kıyamet gününde iki bulut, yahut iki gölgelik, ya da gökte saf saf du-
rup gölge yapan iki ku ş sürüsü gibi gelir (okuyanı gölgelendirir)ler. Bun-
ları okumak bereket, terk etmek hasrettir. Büyücülerin bunlara gücü yet-
mez (Bunları okuyana büyüeülerin tesiri olmaz)." buyurulmu ştur2 .

c.„...5- 1 (Y) (N)1


o 9 ... ı;ı 9 9 o . ,o o...9
jr .ftı j L
- J .e ee e .11 0. ı .$
I J j.; I
o o >. ı A 4;
ev ::4 -U6 I t./ (:)9j,..k.,..1

( e ).),;->r-19-.43-4:11>efi-ib ' : 1«! 3 ■


1— Elif /am mim. 2- İşte o kitâp, kendisinde hiç ş üphe yoktur; müttaki-
ler için yol göstericidir. 3— Onlar ki ğaybe inanıp namaz/art ın, k ılarlar ve
kendilerine verdiğimiz r ız ıktan (Allah rızası için) sarf ederler. 4- Sana
indirilene ve senden önce indirilene inanırlar; âhirete de şüphesiz iman
ederler. 5— İşte onlar, Rablerinden bir hidayet üzredirler ve umduklarına
erenler, işte onlardı r.

Tefsir:
1-5: Sure, hurüf-i ınukatta`a ile ba şlıyor. Bu harflerin gerçek anlam ını
Allah bilir. Baz ı surelerin ba şında bulunan bu harfier üzerinde çok çe şitli
tefsirler yap ılmıştır. Fakat bu tefsirlerin hiçbiri tatminkâr bir sonuca
ula şmanuştır. Müfessirlerin ço ğu, bu harfleri Kur'ân' ın esrarı kabul eder.
Bazı müfessirler de bunlar ın masasının bilinebileceğini, söylemişler,
?.pl 411;1 : Ben Allah bilirim," ji..11 ZulUl : : Ben Allah, yarat ıklara
şekil veririm ' şeklinde mana vermi şlerdir.
1 Müslim, Musâfirin, hadis: 212; Ebu Dâvüd, Menâsik, 97; Tirmifi, Salât, 213; ibn Mâce
İkame, 186
2 Müslim, Müsâfirin, hadis: 252
Cüzi 1, Sure: 2

Tabifınun büyüklerinden Miicahid'e göre bu harfler, Hz. Pey ğam-


ber'in ve bütün dinleyenlerin dikkatini çekmek için nazil olmu ştur. Bu
harfler, hem peygamberi, hem de dinleyicileri, bundan sonra okunacak
sözün büyüklü ğü hakkında uyarmakta, onları dikkatli olmağa hazırla-
-ınaktadır.
Bu harflerin ba şında bulundu ğu surelerde% bu harflerden hemen
sonra ya kitaptan, ya da vahiy ve pey ğamberlikten söz edihnekteclir.
Bu suxelerin, ikisi hariç, hepsi Mekke'de inmi ştir. Mekkiler, mü şrikleri
peyğamberli ği ve vahyi kabule davet etmektedir. Medeni olan Bakara
ve Ali İmran ise ehl-i kitap ile güzel mücadele temas ını taşır. İşte bu
harfler Mekkilerde mü şriklerin, Medeni surelerde ehl-i kitab ın ve
diğer insanlar ın inen sözün büyüklük ve önemine dikkatlerini çekmek
amaciyle nazil olmuştur.
Bazı müfessirlere göre de bu harfler Allah' ın isimlerindendir. Buna
dair rivayetler genellikle İbni Abbas'a atfedilirl. Bu harfi« hakk ında
daha geni ş bilgi için Tefsir Dersleri adli eserimize
2 nci ayette bu kitab ın, miittakılere yol gösterici olduğu bildiril-
mektedir: Müttaki, vilye kökünden gelir. Vikaye korumak, ittika'
korunmak anlamınadır. Takva da ayn ı köktendir. Müttaki, takva sahibi
demektir. Takva, Arap dilinde canl ı bir varlığın, dış arıdan gelecek bir
kuvvete kar şı kendini korumas ını ifade eder. Bu kelime; daha önce de
Arap dilinde kullanılıyordu. Fakat manası tamamen maddi bir tehlike-
den korunmak idi. Kelime, Kur'an ve İslam sistemine girince önemli bir
anlam kazand ı : Artık Kur'an'da takva, herhangi bir tehlikeden de ğil,
azabından ve insanı bu azaba sürükleyecek günahlardan korun-
madır. Kelime gittikçe daha ma'nevi bir anlam kazanm ış , saf dindarlık
(zühd) manasm ı almıştır.
Kur'an'da ittikâ ve takva, çe şitli yerlerde birbirinden hafif farklı
üç anlamda kullanılmıştır. Birincisi şirkten korunmak demektir. Keli-
menin Kur'an'da kullan ıldığı ilk anlam budur. "(Allah) onları tahıl
kelimesine (şirkten ka şınmaya, imanda sebata) bug/adı..."2 ayetindeki
takva, şirkten korunma anlam ınadır İkincisi, İslama girdikten sonra
büyük ve küçük günahlardan sakınmak anlamıdır. Kelime, Islamın baş-
langıcını takibeden zamanlarda bu anlam ı almıştır. "(0) ülkelerin halkı
inanıp (günahlardan) kor unsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden
bolluklar, açardık..." ayetindeki ittiW bu anlamdad ır. Daha ileri merha
ibn Kesir, 1, 36-37
2 Fetih Suresi: 26
3 A'raf Suresi: 96
32 Bakara Suresi

lelerde kelimenin kazand ığı mana, kalbi, meş gul edecek her şeyden te-
mizleyip tam Allah'a yönelmek anlam ında saf' dindarh ğı , tam huşuu
ifade eder. "Ey inananlar. Allah'tan, O'na yaraşı r biçimde ittilia edin"'
âyetinde saf dindarl ık, tam hu şu` anlamında kullanılmıştır.
Mü'min, önce şirkten kaçuur, sonra günahlardan sakmarak yüksele,
yüksele kalbi me şgul edecek her şeyden uzakla şıp gönlünü yalnız Al-
, lah'a tahsis eder, tam huzur ve güvene erer. İşte gerçek takva sahipleri
bunlardır. Müteakip ayetler, iman ın hakikatine ermiş bu mü'minlerin
niteliklerini anlatmaktadır.
Bunlar kendilerine yol gösteren kitaba uyar, görmedilderi halde
ğaybe iman ederler. İman, lagatte tasdik etmek, birinin söyledi ği sözü
doğrulamak demektir. Söylenen sözün do ğruluğunu dil ile itiraf etmek,
dil ile tasdiktir. O sözün do ğrulu ğunu kalbden kabul etmek, kalb ile
tasdiktir. Söylenen sözün manas ını fi'len uygulamak ise fili tasdiktir.
Şeriat dilinde İman: Hz. Muhammed(s.a.v.)in Allah'tan getirip
haber verdi ği şeylerin hepsinin do ğru olduğunu kabul ve itiraf etmek
demektir. İşte bu âyetteki ima ıun manası budur. Bunlar ın doğruluğunu
kalben kabul eden mü'mindir. Ancak kendisine İslam muamelesi yap ıl-
ması için ya inandığını diliyle de söylemesi veya bilfiil dinin emirlerini
yapması gerekir. Demek ki dil ile ikrar, iman ın esas unsuru de ğil, Vali
unsurudur. Müslüman muamelesi görmek için ş arttır. Diliyle inkar et-
tiği halde gönlünden inanan kimse, yine Allah nezdinde mü'mindir.
Fakat müslümanlar, onun inan ıp inanmadığını bilemeyecekkrinden
ona müslüman muamelesi yapmazlar, mesela müslüman kabrista ıuna
gömme ler. Buna kar şılık gönlünden inanmadığı halde diliyle inandığım
söyleyen, kendisini müslüman göstermek için islamın emirlerini yapan
kimse gerçek mü'min de ğil, münafık ve riyakar ılır.
Ayette geçen "ğayb" kelimesi masdardır. Gözden kaybolan şeye
ğayb dendiği gibi duyularla idrak edilemey en, insan bilgisi d ışında kalan
şeye de ğayb denir. Bir şey, yaratıklara nispetle ğayb olur. Allah'a nis-
petle ğayb yoktur. O'nun ilminden hiçbir şey kaybölınaz. Bu âyetle
kasdedilen ğayb, duyularla algılanmayan ğaybdir2 .
Kur'ân- ı Kerim'e göre varl ıklar iki kısma ayrılır: Görülüp idrak
edilmeyen varlıklar ki bunlar ğayb âlemini meydana getirir. Görülen,
idrak edilen varlıklar ki bunlar da ş ehadet Mei:Ilini meydana getirir.
Yani bütün kâinat, ba şlıca iki kategoriye ayrılmıştır. Bir kısmı beş

1 Ali İmran Suresi: 102


2 Râtılı el-Isfahürıi, Müfredât, en-Nihâye fî Garibil-hadis kenar ında, III, 192, Mısır.
Cüz' 1, Sure: 2 33-

duyudan gizli kalan ğayb âlemidir; bir kısmı da gözle yahut beş duyudan
biriyle algılanan şu şehadet alemi (görülen dünya). Ğayb alemi, kainatın
ruhu durumundad ır. Ma'nevi varlıklar, ğayb âlemindendir. Ğayb ale-
mine ait varlıklar da iki kısma ayrılır:
1) Bir kısmının denli yoktur, varlığını Allah'tan başka kimse bil-
mez. Kâinatta, duyular ımızdan saklı nice varlıklar mevcuttur ki bunlar ı
ancak Allah bilir: "Ğaybin anahtarları O'nun yanındadır. Onları, O'ndan
başka kimse bilmez."' ayeti, ğaybin bu kısmına işaret etmektedir. Al-
lah'ın bilgisi, kazâ ve kaderi hep bu ğayb'dendir.
2) Bir kısım varlıklar da vardır ki idrak edilemez, fakat mevcudiyet-
leri delil ile anla şılabilir. Allah, Allah'ın sıfatları , melekler, âhiret, cennet
ve cehennem bu tür ğaybe dahildir?
İşte: "Onlar ğaybe inanırlar.." âyetiyle kasdedilen ğayb varlıklar'
bunlardır. Yani mü'minler, görmedikleri halde Allah'a, O'nun melek-
lerine, pey ğamberlere gelen kitaplar ın Allah tarafından vahyedildi ğine,
âhirete, cennet ve cehenneme, Allah' ı n huzuruna ç ıkacaklarına inamr-
lar.
Hz. Peyğamber (s.a.v.)i gören ashab ın en büyük meziyetleri, onun
bu hususlara ili şkin sözlerini kabul ve tasdik etmeleridir. Pey ğamber'i
görmeyen di ğer ümmet ise b ır meziyet yamnda, Pey ğamber'in kendisini
de görmedikleri halde giyaben ona inanma n ıeziyetine sahiptir. Bu hu-
susta kesin imana sahip olmu ş ümmete, Hz. Peyğamber(s.a.v.)den
övgüler nakiedilmi ştir3 .
Ğaybe iman, baz ı insanlarda sezgi ve ke şf ile, bazılarında da düşünce
ve istidlal ile hasıl olur. Düşünce tarihinin ba şlangıcından bu yana, bir-
çok hekim, mutasavvıf ve filozoflara göre as ıl gerçek alem, şu görünen
şekiller aleminin ruhu olan gayb âlemidir. Görünen şekiller dünyası,
o gerçek âlemin tecellisi (görüntüsü)dür. Bugünkü felsefeye göre de dış
,

görünüş , duyularımızın algılarmdan ibarettir. Mesela ses, ad ında bir


titre şimdir. Atmosferin nakletti ği bu titre şim, kulağımizın zarına çar-
pınca mahiyetini bilmedi ğinıiz bir işlem ile ses şeklinde beyne inti-
kal etmektedir. Yani ses, d ışarıdaki görünmez hareketin bir görüntü-
sü, bir tecellisidir. I şık dediğimiz parıltı da di ş -dünyadan bize gelmez.
Dış dünyadan gelen, titre şimdir. İşte o titre şim, görme duyumuza çar-
pınca bizde ışık haline dönüşmektedir. İmam Ğazalrye göre s ıcaklık,

1 El-1'3m Suresi: 59
2 Ber;Illvl, -Enviru't-tenzil, I, 21, Istanbul, 1206
3 İba Kesir, I, 41.
34 Bakara Suresi

soğukluk esas ında birer titre şimdir. Bundan dolayı ısı ışığa, ışık ısıya dö-
nilşebilmektedir. Koku ve tad da titre şen maddelerden gelen titre şimin,
tad veya koku alma duyular ında aldığı ş eklidir. Frekansları de ğişik
titreşimlerin tecellisi de ğişmekte, kimi bizde ses, kimi ışık, kimi sıcaklık,
so ğukluk, kimi koku ve tad halinde kendini göstermektedir. Hakikat
olan bunlar de ğil, bunların dayandığı titre şim, yani harekettir. Biz ha-
reketin kendisini de ğil, tecellisini algılamaktayız. Hareket de şüphesiz,
görülmeyen bir hakikatin tecellisidir. O halde be ş duyumuzla algıladığı-
mı z şu âlem, mutasavvıflarm dedi ği gibi, aslında birer tecelli (görüntü)-
den ibarettir; bir gölge ve hayaldir. As ıl hakikat, görülmeyen gayb
filemidir. Hakikat görülmez, görülen, hakikatin tecellisidir'.

21"hiret : Bu dünya hayatından sonra ba şlayacak olan yep yeni bir


hayattır ki mii'minler buna kesin olarak inan ırlar. Dünyaya neş'e-i îılâ
(ilk yaratma), âhirete neş'e-i saniye (ikinci yaratma) denir. Ahiret ebedi
hayattır. Ahiret hayat ını , bilginlerden kimi tamamen ruhani, kimi de
hem ruhani, hem cismani kabul eder. Fakat Kur'ân' ın ruhundan anla-
dığımıza göre bu hayat, hem ruhani, hem de maddi ve duyusald ır. Za-
ten yalnız ruhani olursa hayat ın bir yönü eksik olur. Ahiret hayatı en
mükemmel hayatt ır. Bu hayatın ,,tam kemali ise hem maddi, hem de
ruhani olmasiyledir. Ancak aWretteki madde hayat ı , bildiğimiz şu dünya
maddesinden mahiyet itibariyle farkl ıdır. Kur'ân- ı Kerim, o hayat ın,
dünya hayatının aynı de ğil, benzeri olduğunu söyler. Demek ki görünü şte
benzer, mahiyette farkl ıdır. Onun mahiyetini ancak Allah bilir. Allah
oradaki hayata, hiç yok olmayacak, y ıpranmayacak bir nitelik vermi ştir.
İnsankr, dünyada yaptıklarının karşılığını orada bulacaklard ır.
İyi davrananlar, bu davran ışlarının karşılığını orada bağ, bahçe, çe şitli
nimetler, yani cennet şeklinde göreceklerdir. Kötü davrananlar da bu
davramşlarımn gerçek şeklini orada çe şitli azaplar şeklinde, yani c'ehen-
nem olarak bulacaklard ır.
Kur'an- ı Kerim'in her yeri, cennet ve cehennem hayat ının tasvir-
leriyle doludur. Daha önce gelmi ş olan semavi kitaplarm hiçbirinde ahi-
ret hayat ı, Kur'an'da oldu ğu kadar açık seçik, net ve detayl ı anlatıl-
mamıştır.
Her dinde ve genellikle her felsefede bir âhiret dü şüncesi vardır.
Fakat önceki dinlerde bulunan ahiret dü şüncesi açık değil, felsefede ise
nazariyeden ibaret oldu ğu için bu düşünce, asil unsurlar ından yoksun-

1 Bkz. Hamdi Yaz ır, Hak Dini Kur'ân Dili I, 172-174; M. İkbal, Recoustruction of the
Religious thought in İslam.
Cüz> 1, Sure: 2 35

dur. Kur'ân'ın ahiret dü şüncesi, Allah' ın beyanı olduğu için tam gerçe ği
aksettirmektedir.
Ğayb alemi, şu gördüğümüz âlemden daha mükemmeldir. ikhiret
de elbette bu dünya aleminden daha mükemmel olacakt ır. Varh ğımız,
Allah'tan gelmiştir, tekrar Allah'a dönecektir. Beni hiç yoktan şu var-
hğa getiren Allah, benim canımı aldıktan sonra neden onu yeni bir âleme
getirmesin ? Fizikte: "Hiçbir ş ey yok olmaz, halden hale de ğişir" diye bir
kanun vard ır. Bu kanun bile bizim yok olmad ığımızı, bu dünyadan ay-
rıldıktan sonra yeni bir hayata gidece ğimizi göstermez mi? Her gece
uyuyup uyanmamız, kışın ölüm uykusuna giren tabiatm, İlkbaharda
taze bir canlılık bulması .... her zaman gözümüzü!' önünde bir ahiret,
öldilkten sonra dirilme örne ği vermektedir.

Viicudumuz her an tazelenmekte, ölen eski hücreler yerine yeni


hücreler yap ılmaktadır. Çıkardığmuz ifrazatlar, kirler, vücudumuzdaki
hücrelerin cenazeleridir. Vücudumuz daima yenilenip de ğişir, fakat
ruhumuz de ğişmez. E ğer de ğişseydi, y ıldan yıla başka insanlar olup
çıkard ık. Berdi ğimizi sabit tutan, koruyan, de ğişmeyen ruhumuzdut.
Ruhumuzu zaman yıpratmaz. Yıpranan maddedir. Ruhu zaman etki-
lemez ve eskitmez. İşte yüce Allah, as hirette şu ölümsüz ruha, ölümsüz
bir beden elbisesi giydirerek bizi ha- redecek(diriltip toplayacak)t ır.
Mü'minler buna kesin olarak inamrlar.

İşte mü'minler, görmedikleri halde Allah'a, meleklerine, ahirete


inanan, namazlarını kılan, Allah'ın kendilerine verdi ği rızıktan Hak
rızası için harcayan kimselerdir. Onlar kendi pey ğamberlerin.e inandık-
ları gibi ondan önce gelmi ş olan bütün pey ğamberlere de inanır, her şe-
yin, Allah'ın yaratmasiyle var oldu ğunu kesin olarak bilirler. Bu niteli ği
taşıyanlar,, Allah' ın gösterdi ği yolda gidenlerdir. Bu yol onlar ı ebedi
kurtnluş a, dünya ve ahiret mutlulu ğuna götürür.

, , . e 'a.
r /..<5-3) I 1
, .9
L)",_~,3
k , • , ,L
,
(V ) ***3

6— İnlair edenlere gelince, onları uyarsan da uyarmasan de onlar için


birdir ; onlar inanmazlar. 7— Allah onların kalblerini ve kulaklarını mü-
hürlemiştir ; gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azâp vardır.
36 Bakara Sure,si

Tefsir:
6-7: Küfür, laga-tte nimeti örtmek, yani nankörlük etmektir. Şeriatte
küfür imanin kar şıtıdır. İ man, nasıl pey ğamberin söylediklerini ta sdik
ise, küfür de onun söylediklerini kabul etmeyip yalan saymakt ır. Içinden
inanmayan kimse kâfirdir. Zor kar şısında kalmadan diliyle inkar eden de
kâfirdir. Ancak zor kar şısında, içinden inanmak ş artiyle dil ile inkâr,
insanı imandan çıkarmaz. Diliyle inkar etmedi ği halde Kur'ân' ı küçüm-
semek, onunla alay etmek de fili küfürdür.
Yüce Allah, yukar ıda mü'minlerin niteliklerini anlattıktan -sonra
bu âyetlerle de, onlar ın karşıtı olan kafirleri tavsif etmektedir: Kafirler
peşin fikirli, inatlar ının, kibir ve gururlarmın esiri olan insanlardır.
Kalbleri hakka kapalı, basiretleri perdelidir. Allah n ı sözünü anlamaz,
Hakk'ın nurunu görmezler Çünkü maddenin ötesinde bir ş ey düşünmez-
ler. Onlar, küfürde o derece ileri gitmi şlerdir ki onlar ı uyarmak veya uyar-
mamak hiçbirşey de ğiştirmez. Hakkı kabule tenezzül etmezler. Kibir-
lerinden dolayı başları , odun gibi kalkıktır. Yüce Allah, Yasin Suresinin
şu âyetlerinde de onlar ın bu kibir ve gurur hallerini şöyle niteliyor:
"Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. 0 halkalar çenelere kadar
dayanmıştı ,. ; onun için kafaları yukarı kalk ıkt ır,"1
Bu ayetler, Allah' ın onları küfre zorlad ığını değil, fakat kibir ve
gururlarmın, kendi boyunlarına demir bir halka gibi geçip kendilerini
vahim bir duruma soktu ğunu belirtmektedir.
Mücallid, "Allah kalblerini ve kulaklar ını mühürlemi ştir..." âye tin.d e
şöyle demiştir: "Kalbin damgalanmas ı , günahkila sar ılmasıdır. Günah
lar kalbi her yandan sar ınca kalb günahla damgalanmış , kapanmış olur,
artık ona hak girmez." Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
"Mü'min günah i şlediği zaman kalbine siyah bir nokta çizilir. Eğer teybe
eder, özür dllerse kalbind3ki o siyahl ık kalkar. Günah işlemekte devam
ederse siyahlık artar, nihayet bütün kalbi kaplar. İşte Allah' ın : (Hayır,
onların iş leyip kazand ıkları şeyler, kalblerinin üzerine pas olmuştur) 2 clye-
tiyle bildirdiği pas, bu pastır. "3

• 3 ••• 0 Ot )1 t .51 o
At.lttAi r L) (.) j.2.1 4:).

ö I (,) LA ' ( A)

1 Ytisin Suresi: 8
2 Mutaffifin Suresi: 14
3 bn Mâce, Zillı d, 29; hadis" Tirmi2i, Nesâ'l ve Taberi de rivayet etmi şlerdir.
Cüz' L Sure: 2 37
'sk

J .... •.0 ••••s


d» i " j-- (j..4• 5153 (.99• (9) j LA e-4---4—; I

I 3-j.; r."› ı, (N •)
- (4 - -

°■ L , .,— •

° .... 5 -;..,:_; " I:'.1


'F -:; -1"Srt (N N) - .),,,,t:,,t)
,4 _ , ıiıiC; ?°)-1 -
ii ..L—J.; ►
-
■ (1
-
s — . ... ..
1 ,j-:.,°1 e-4—J - 1- - -3-_,
Y) c*J1 '..,,•-£ -51 • c)- - )1...k_..,...,*:>..i• I' ito

• J. I --T c jı t.:4.:L.'...il J" 'Llı - c;..T -1,..:S


- .):,..r -\,..-S ' •cJ:
...`'
J _;-1. ı9it;
rw 4.7"

11.;:„.1- "c.,,:kjı ıi):23 ı" ı ", (NI') - .);......:1°,:? .. ğc,$:1; '.1:4:i4—.32


1,; I e '_<:.:.. L. , ı ıJ-)1C1* 2: .... ......" -j ı ı J- 1- . ı -Sı - ,-1::,:,:r
° 4........be..
- ıiit:;
-. fte 5 - - • , •-•— , --L , J o ..... .9 o .... • .1

csi FA -k--- i rt,. .3...;-4-:---? , ,,I. 1 k 1 t) -(:).3. A.:.L...... „.5.5......,


-.s
() °) - ;_4.-_,....*:, •

8— Insanlardan kimi de var ki, "Allah'a ve âhiret gününe inandık"


derler, oysa inanmamışlardır. 9— Allah'ı ve mü' ıninleri aldatmaya çalı,şır-
lar, halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. 10— Onlar ın
kalblerinde hastalık vardır, Allah da hastalıklarını artırmıştı r. Yalan
söykmelerinden ötürü onlara acı bir azâb vardır. 11— Onlara "Yer yüzünde
bozgunculuk yapmay ın", dendiği zaman : "Biz sadece düzelticileriz",
derler. 12— İyi bilin ki onlar ortalığı bozanlardı r ; fakat anlamazlar. 13—
Onlara : "İnsanların inandıkları gibi siz de inanı n" dense, "Yani beyin-
sizlerin inandığı gibi mi inanalım?" derler. İyi bilin ki as ıl beyinsizler
kendileridir ; fakat bilmezler. 14— Inanmış olanlara rastladıkları zaman :
"İnandık", derler. Fakat şeytanlariyle yalnız kald ıkldrı zaman : "Biz
sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) cilay ediyoruz", derler. 15— Allah da
kendileriyle alay eder ve onları bırakır, ş aşk ınlıkları içinde bocalayip du-
rurlar.

Tefsir:

8-15nci âyetler, münafıklarm, Hz. Peygamber (s.a.v.)e ve müslü-


manlara kar şı tutum ve davranışlarını anlatmaktadır. Münâfılı, içi
başka, dışı başka olan, iki yüzlü insan demektir.

Münâfıklar, manen kalbleri hasta olan kimselerdir. Bu hastal ık,


içlerine sinen ku şku hastah ğıdır. Kuşkuları , kendilerini rahats ız eder.
Yaptıkları hareketler, içlerine huzursuzluk sokar. Sözleri davran ışlarına
uymayınca kendi kendileriyle çeli şki içine düşerler.
38 Bakara Suresi

Münâfıklar, inanmış görünerek müslümanları aldatmağa çalışı-


yorlardı . Müslümanlarla kar şılaşınca müslüman görünüyorlar, ama
İslam düşmanlariyle karşılaştıkları zaman: "Biz sizden yanay ız, sizinle
beraberiz. Bizim onlara kar şı öyle görünmemize bakmayın, biz onlarla
alay ediyoruz" diyorlard ı .
Nifak hareketi, Medine devrinde ba şladı . Mekke'de böyle bir ha-
reket yoktu. Çünkü orada içinden gelen inan ıyordu, hem de tehlikelere
göğüs gererek İslama giriyordu. Kimse korkusundan inanmış gözükmü-
yordu. Zira müslümanlar orada kuvvetli de ğillerdi. Bilâkis islam dü ş-
manları güçlü idiler. Fakat Medine'de müslümanlar ço ğunlukta bulun-
duğundan, Evs ve Hazrec kabilelerinden inanmayan kimseler, pek kabile
içinde tutunamıyor, yüz bulamıyorlardı . I şte bundan dolayı nifak ha-
reketi ortaya ç ıktı . Bu hareketin nedenini anlayabilmek için, islam ın
Medine'ye nasıl geldiğine bir göz atalım:
Arap kabileleri, her yıl hac zamanlar ında hacca gelirlerdi. Medine-
lilerden bir grup da hac için Mekke'ye gelmi ş , orada Allah'ın Resulünü
dinlemiş , onun hak pey ğamber olduğunu anlayınca müslüman olmu ş-
lardı . Bunlar Medine'ye döndüklerinde orada Allah' ın Resulünü anlat-
tılar ve Medinelileri İ slama davet ettiler. Medine'de müslümanl ık, sür-
atle yayılmaya başladı . O kadar ki Allah Elçisi'nin ad ı an ılmayan hiç-
bir ev kalmadı .
Ertesi yıl, Medine'den oniki ki şilik bir grup hacca geldiler ve Akabe
denilen yerde Allah' ın Elçisi ile görü şüp ona biat ettiler: Allah'a ortak
koşmamaya, hırsızlık ve zina etmeme ğe, çocuklarını öldürmeme ğe,
iftira etmemeğe, iyiliğe engel olmamaya söz verdiler. Birinci Akabe
Biati denilen bu andla ş madan sonra Allah' ın Elçisi, amcazadesi olan
Mus'ab ibn Umeyr'i, Kur'ân okutmak ve dini ö ğretmek üzere Medine'ye
gönderdi'
O zaman Yesrib denen Medine'de Evs ve Hazrec diye iki kabile
vardı . Bu kabileler arasında zaman zaman çarp ışma olurdu.. Medine
içinde Yahudiler bulundu ğu gibi civarında da Kaynuka O ğulları , Na çlir
Oğulları ve Kuray l a O ğulları adında üç Yahudi kabilesi vard ı . Kaynuka
Oğulları, Hazreçlilerin; Nadir O ğulları da Evslilerin dostu idiler. Yahu-
diler, :A.hir Zaman pey ğamberinin çıkmak üzre olduğ unu biliyorlar,
fakat o peygamberin kendi içlerinden ç ıkaca ğını umuyorlardı . Hattâ
zaman zaman kendileriyle, Yesrib Arap kabileleri aras ında çıkan kav-
galarda Araplara şöyle derlerdi: " Şimdi peyğamberimizin gelme zaman ı

1 'Abdu's-Selâra ibn Harun, Teldibu Sireti Ibn Hişam, I. 102-105, Beyrut, 1972
Cüz' 1, Sure: 2 39

yaklaştı . Ona tabi olup sizinle sava şacağız; Ad ve Irem nas ıl öldürüldü
ise biz de sizi öyle öldürece ğiz I"
Yahudiler, birbirine dü şman olan bu iki Yesrib kabilesi arasındaki
kavganı n bitmesini istemez, hatta körüklerlerdi. Çünkü bunlar ın bir-
leşmesi, kendileri için tehlikeli olurdu. Islâmiyet bu dü şman kabileleri
birbirine yakla ştırdı . Hazrec kabilesi daha kalabal ık ve daha kuvvetli
idi. Hz. Peyğamber(s.a.v.)in, Medine'y e göç etmelerinin arefesinde
Hazreçliler ve Evsliler, Hazreç lideri bulunan 'Abdullah ibn Übey ibn
Selül'e taç giydirip onu kıral yapma hazırlığı içinde idiler°.
Hz. Pey ğamber, Medine'ye gelince art ık kimse Abdullah ibn Übey
ile meşgul olmadı . Abdullah, Bedir Olayına kadar bekledi. Bedir Olayın-
dan sonra müslümanların güçlendiğini görünce müslüman oldu. Kendi-
siyle beraber adamlar ı da müslüman oldular. Fakat Abdullah, daima
içinden Hz. Peyğamber'e ve İ slama kin besliyordu. Hz. Pey ğamber'e,
kendisinin kıralh ğını elinden almış gözüyle bakıyor, İslami yıkmak ve
Hz. Peyğamber (s.a.v.)i Medine'den ç ı karmak için adamlariyle birlikte
entrikalara giri şiyordu. Kendisi önemli bir ki şi olduğundan onun hare-
ketleri, zaman zaman müslümanl ık için tehlikeli durumlar arz etmi ştir.
Miirlafıkların büyük kısmı, onun emri alt ında idiler.

Beri taraftan Evs kabilesi içinde de bir ki şi vardı ki adı, Ebü (A.mir
idi. Bu adam, Allah' ın birli ğine inanan Sabillerden olmu ştu. Kendisinin
peyğamber olaca ğını zannediyordu. Pey ğamberlik Hz. Muhammed Aley-
hisselâm'a verilince kıskançlığından dolayı hıristiyan Oldu. Baz ı yakın-
larını da Allah'ın Resulüne kar şı kışkırttı ve Abdullah ibn Übey'in adam-
lariyle birle şip onları İslamı yıkmaya te şvik etti.

Münafıklar, yalnız Medine'de oturanlardan ibaret de ğildi. Medine


çevresinde oturan bedevi (köylü) Araplardan da münaf ıklar vardır.
Bu bedeviler, menfaatlerine göre hareket eden insanlard ı . Çıkarlarına
uygun bulduklar ı zaman gelip Allah' ın Elçisi ile birle şirler, bir tehlike
gördükleri zaman yüz çevirirlerdi.
Islam geliştikçe münafıkların gücü kırıldı , eriyip gittiler. Münafık-
ların ailesi ve akrabas ı içinde İ slama gerçekten sad ık insanlar bu-
lunduğundan münafıklar bir birlik kuramamış ve baş arılı olamamış -
lardı . Mesela münafıkların lideri olan Abdullah ibn Übey'in o ğlu Abdul-
lah, bir gün Allah' ın Elçisine gelmiş : babasının öldürülmesi gerekiyorsa,
kendisine emir verilmesini ve emir uyar ınca bu i şi derhal yapaca ğın ı

2 Aynı eser, II. 17; tim Kesir, I. 47


40 Bakara Suresi

söylemiş , Allah'ın Reslü ise ona babas ını asla öldiirtmeyece ğini, tınu
hoş tutaca ğım bildirmişti.'
'Hz. Pey ğamber'i kendi dünya saltanatlarnu kurma dâvülar ına
âlet edemediklerinden dolayı ona dü şman olan Yahudiler de münafik-
ları sürekli olarak kışkırtmışlardır. Müslümanlar arasında zayıf düşünceli
kimseleri kandırmış ve müslümanhk aleyhine hareketlere sevk etmi şler-
dir. Yahudilerin bu telkinleri, zaten içi küfür dolu insanlar ın öfkelerini
körüklemi ştir.
Münafiklar kalben inanmamakla beraber inanm ış görünüyorlar,
namazlarım kılıyor, zekatlar ım veriyor, sava şlara katıhyorlardı. Onların
tutumları, bu âyetlerde oldu ğu gibi Kur'ân- ı Kerim'in çeşitli yerlerinde
de anlatılmıştır. Münüfiklar hakkında başlıca bir sure de inmi ştir.
Müfessir Hâzin, İbn Abhas'a atfen yukar ıdaki 14 ncü âyetin ini ş
sebebi olarak şöyle bir alay zikreder: Güya Abdullah ibn Vbey ve adam-
ları, bir gün yolda yürürken Allah' ın Elçisinin ashabından bir grupa
rastlanu şlar. Abdullah, adamlar ına:
— Bakın, demiş, şu adamları nasıl kandırıp ba şınızdan savaca ğım.
Gitmiş , Ebubekir'in elini tutmu ş :
— Merhaba ey S ıddik, Teym o ğ ulları= lideri, islâmın şeyhi
(alimi), Allah Elçisinin Ma ğara arkada şı, canını ve mal ını Allah Elçisi
uğrunda feda eden, demi ş . Sonra Ömer'in elini tutmu ş :
— Merhaba Adiy ibn Kü`b o ğulları= lideri, Allah'ın dini u ğruna
hakkı batıldan ayı ran, Allah Elçisi uğrunda can ını ve malını veren,
demiş . Sonra Ali'nin elini tutmu ş :
— Merhaba ey Allah Elçisinin amcas ı o ğlu ve damadı , Hâ şim Oğul-
larmı n, Allah Elçisinden sonra lideri, demi ş . Ali:
— Ey Abdullah, Allah'tan kork, bil ki münafıklar Allah'ın en şerli
yaratıklarıdır, demi ş . Abdullah ise:
— Dur ey Ebu'l-Hasan, demi ş , ben bunu münafıklık yapmak için
söylemiyorum. Vallahi biz de sizin gibi inan ıyoruz, sizin gibi do ğrulu-
yoruz. Sonra ayrılmışlar. Abdullah, arkada şlarına:
— Gördünüz mü nasıl yaptım, demiş . Arkada şları da kendisini be-
ğenmiş , takdir etmişler.
Bu rivayetin uydurma oldu ğu gayet açıktır. Zira bu üç ki şiye veri-
len vasıflar, hicretten çok sonra verilmi ş, hattâ belki de bu halifeler,

1 Telülbu Sireti Ibn Iliş8m, II. 17-18


Cüz' 1, Sure: 2 41

vefatlarından sonra bu sıfatlarla an ılmışlardır. Bu rivayet, Hz. Ali'nin,


ötekilerden daha zeki oldu ğunu, nifak hareketini yaln ız onun anladığını
telkin etmek için uydurulmu ş olabilir. Yoksa ne Hz. Ebubekir, ne de Hz.
Ömer böyle riyâkârane sözlerin söylenmesine müsaade ederler, ne de
Abdullah ibn .Übey böyle bir budalalık yapar.
Bu âyetler, bir bütün te şkil etmekte, mün.afıkların karakte ı lerini
çizmektedir. Hepsi berebar inmi ştir. Yalnız 14 ncü âyet için böyle bir
niizul sebebi aramanın anlamı yoktur.
"Şeytanlariyle yalnız kald ıkları zaman...." âyetindeki şeyâtin keli-
mesi, şeytânin ço ğuludur. Ş eytan, azgınlıkta cinsi içindekilerini ve ben-
zerlerini geçmi ş , şirret, inatç ı , daima kötülü ğü vazife edinmi ş yaratık-
lardır. Ş eytan, esas ında, insanları kötülü ğe sevk eden kâfir cinlere de-
nir. Ve ş eytan denince habis ve kâfir ciplerin ba şı olan Iblis hatıra gelir.
Iblis, Hz. A.dem'i loskandığından ve kibrinden dolay ı Allah'ın huzurun
dan kovulmuştur. Kendisine kıyamete kadar ya şama yetene ği veril-
miştir. Bütün °fillerin kâfirlerine de şeytan denir. Ayrıca bütün kötülük
telkin eden, kötü yollara iten şirret canl ılara da mecâzen şeytân denir.
Kur'ân'da "insan ve cin şeytankr ı" tabiri kullanılmıştır. Şirret,
kötü ruhlu, kötülük telkin eden insanlara da şeytan denmi ştir. Ş eytan,
gözden gizli kal ır. Insanın içine birtakım düşünceler atmak suretiyle
telkinini yapar. Kötü insan görünür, fakat o da kötü telkinlerini genel-
likle gizli ve saklı yapar. Onun içindeki habis dü şünceler, ancak eserle-
riyle belli olur. Bundan dolay ı insan şeytamndaki şeytanhk da yine gizli
bir iştir.
Yukarıdaki âyette şeytanlar ile kasdedilen, gizli gizli kötülükler
plânlayan miinafıklar ve gizlice miinafıkları kışkırtan yahudilerdir.

., 9 9 ... ... 9 ..... ... • ••• ''


r.+3 .)l.._:/ C...›,....,) \,--i Lç
••
x.4.1t.., z:15kUl 1 j,..:,_ 1 cj . . :fiı-,.,...1£1, ı
ı

c ı ,C; -.),:i°,::::i Ls if_JI jY_,..:S ° ,'..1.:.::,,,, ()•k) -ci:(_,.;:4.:... ıi5_; CS ui.


,...,-1,"i'..1; Lşi 0F,"-
' -S --;
i- -3 "e_ 0..).,;...J. 5 .,Cuı -,_..:,h" '43,,°-_,C. °,:".t":,;i ),-.1-i
O „

o .9 • 9 19 0..., 9 ',!!! 1 o 1 41
• T * 1 ") _ - P (.00 k
o •-
9
; ° - - . _ -

0'0 '4-21 -5 • A ° L-J .5


i‘v
42 Bakara Suresi

Q3 :J 4:,G7. 5J:jt:¥■2*J.

5‘45A Jifi■A. C; *Ç,4.:;I:P


44:0

16— İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın


aldılar da ticeıretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar. 17— Onlar,
tıpk ı ş una benzerler ki, (aydınlanmak için) bir ateş yakmak istedi. (Ate ş)
çevresini ayd ınlatır aydın/atmaz, Allah onların (gözlerinin) nurlarını gi-
derdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı , artık görmezler. 18— (Onlar)
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar (Hakk'a) dönmezler. 19— Ya da
(onlar), gökten bo şanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek (ler)
bulunan bir yağmurla tutulmuş) gibi(dirler). Y ıldırımlardan ölüm kor-
kusiyle parmaklarını kulaklarına tıkarlar; oysa Allah, inkârcıları tama-
men ku şatmıştır. 20— Şimşek, nerdeyse gözlerini kapiverecek ; önlerini ay-
dınlattı mı o(nun ışığı)nda yürürler, üzerlerine karanlık çökünce dikilir,
kalırlar. Allah dileseydi elbette i şitmelerini ve görmelerini de (alıp) götürür-
dü. Şüphesiz Allah her şeyi yapmaya kaadirdir.

Tefsir:

16-20nei ayetler de yukar ıdaki ayetler gibi münafıkların durumlarını


tasvir etmektedir. Münafıklar, hidayeti verip dalâleti satı n alan kim-
selerdir. Bu ticaretleri, kendilerine hiç kazanç sa ğlamamış , kendilerini
tam ziyana sokmu ştur. Bunların davranışı , tıpkı şu karanl ık içinde
kalıp da aydınlanmak için ate ş yakan adamın durumuna benzer. Adam
ateş yakar yakmaz Allah onun görme duyusunu almış , ate ş çevreyi
aydınlattığı halde adam yine eskisi gibi karanl ıklar içinde kalmıştır.
İşte Resul'ün getirdiklerine yürekten inanmayan münaf ıklar da böy-
ledir. Bunlar, cehalet karanhklar ı içinde bocalayı p duruyorlar, bir kur-
tarıcı , bir peyğamber, bir nur bekliyorlard ı . O peyğamber kendilerine
hidayeti, kendilerini karanlıklardan kurtaracak ilahi nuru getirdi. Bun-
lar ona, önce az ıcık inandılar, sirkin karankklar ından biraz kurtuldular,
iyiliği kötülüğü tanımaya ba şladılar. Fakft birden kalblerine şüphe dü-
şünce yine iman nurlar ı söndü. karanlıklar içine düştüler. Kıskançhklar ı
yüzünden basiretleri ba ğlandı . Nefislerinir esiri olup Allah' ı n nuruna
gözlerini kapadılar, yine karanliklar içerisinde kald ılar. Onlar manen
kördürler, hakkı görmezler; sa ğırdırlar, hakkı 'işitmezler;
hakkı söylemezler.
Cüz' 1, Sure: 2 43

Yine onların durumu, sicim gibi ya ğmur bo şalan, şimşekli, karanl ık


bir gecede yürüyen adamı n durumuna benzer. Şiddetli ya ğmur altında,
zifiri karanlık içinde yürüyen adam, gök gürültilsünü duydukça korku-
sundan kulaklanın tıkar. Önünü görmedi ği için yürüyemez. Bir an için
şimşek çak ınca önü aydı nlanır, bir iki adım yürür, fakat şimşek kesilince
yine şaşkınlık içinde dikilip kalır.
Müfessirler, 19 ncu ayetteki ş ayyib kelimesini, karanlıkta ya ğan
yağmur diye tefsir ederler. Kasdedilen karanl ıklar, şüphe ve nifak ka-
ranlıklandır. Racd. (gök gürültüsü) ise kalble ı i rahatsız eden korkuyu
temsil etmektedir. İşte münafıklar, sürekli bir korku içindedirler.
Onlar: "... Her bağırtıy ı kendi aleyhlerinde san ırlar..."'

Gök gürültülü, karanhk, korkunç durum içinde ara s ıra parlayan


şimşek de zaman zaman onlar ın kalblerinde beliren iman nurudur.
Kur'an nurdur, nerdeyse onlar ın gözlerini alıvereeek derecede parlakt ı r.
Kendisine inananlar ı bu nur, aydınlatır. Kalblerinde iman nuru do ğup
çevreyi ayd ınlatınca onun ışığında yürürler, ama şiiphe ve nifak bulut-
ları , kalblerindeki nuru örtünce kalbleri karanr, şaşkınlık içinde kalır-
ar.
Ateş var, nur güne ş gibi ufuklar ı aydı nlatmakta ama onlar, ma'nevi
duyulan köreldiği için çevreyi ışığa bo ğan nuru göremez olmu şlardır.
Onların hali dünyada böyle oldu ğu gibi âhirette de böyledir. Ahirette,
herkese imanına göre nur verilir. Kiminin nuru, kilometrelerce yürü-
nıesine yeter. Kiminin nuru, kâh do ğar, kah söner; kimi s ırat üzerinde
kâh yürür, kâh durur. Kiminin nuru da tamamen söner. I şte bunlar
halis münafıklardır. Yüce Allah, onlar hakk ında şöyle buyurmuştur:
"O gün müneıfık erkekler ve münâf ık kadınlar (sür'atle cennete gitmekte
olan) mü'minlere derler ki: '(Ne olur) bize bak ın da sizin nurunuzdan
alalım' Onlara : 'Arkanıza dönün de nur orayın' denilir."2 Mii'minler
hakkında da şöyle buyurmu ştur: "O gün inanan erkek ve kad ınları gii-
riirsiin ki nurları, önlerinde ve sağları nda ko ş uyor. (Kendilerine): Bugün
altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacagınız cennet-
lerdir.' (denilir) " 3

Ahirette, herkesin ameline göre kendisine nur verilece ğini bildiren


hadisler devardır. Ibn Mes'üd şöyle demiş : "Mü'minlere, amellerine göre
nur verilir. Kimine hurma a ğacı kadar, kimine adam boyu kadar nur

1 Müntıfikuu Suresi: 4
• 2 Ilaclid Suresi: 13
3 Hadid Suresi: 12
44 Bakara Suresi

verilir. En az nur sahibinin nuru, ba şparma ğı üzerinde olur, bir yanar,


bir söner." İ bn Abbas ise ş öyle demi ş : "Kıyamet günü, tevhid ehli olan
herkesin bir nuru vard ır. Münâfikın nuru ise söner. Mü'min, münafi ğın
nurunun söndüğünü görünce (kendi nurunun sönece ğinden de) korkar.
İşte onlar. "Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla', derler."'

k etlerden, gerek mü'minlerin, gerek kâfirlerin, gerek m.ünâfik-


ların ikişer grupa ayr ıldıkları anlaşılmaktad ır. IVIü' ıninler• mularrebtin
(Allah'a çok yakın olanlar) ve ebrâr (iyiler) gruplar ına; kâfirler: duck
(küfür liderleri, küfre davet edenler) ve taklidçiler gruplar ına; münafildar
da: hâlis münâfik ve içinde k ısmen nifak bulunan gruplara ayr ılırlar.
Hz. Peyğamber(s.a.v.), hâlis ınünâfiğı şöyle nitelemi ştir: "Dört huy vardır
ki bunlar bir adamda bulunursa o kimse hâlis mündfı kt ır. Ama bunlardan
sadece biri bulunan kimse ise o huyu terk edinceye kadar kendisinde biraz
nifak olan insandır. Bu huylar ş unlardır : Kendisine güvenildiği, yanına
bir emânet bırakıldığı zaman hiyanet etmek, konu ştuğu zaman yalan söy-
lemek, söz verdi ği zaman sözünde durmamak, çeki ştiği zaman aşırı git-
mek." 3

"c!.

° 5..<3 (T ) "<5.-A3 '<_1_,-;
e , • j- - - *-
j...,...;;11 J _;_; I j
JaA ı ; ‘ .° 5 3 1;°.
9 o,7; ■.; o o o9

- -

(Yr) -‘5,i ı-,-. ° 5. :::.& `' ) ı ı .,(3,' ° ‘,:,. ° 5 "..,1"..tt,_',. ı i '_ ° .'f -_, ,,L.İ°_,...„
ı
,_'„Li t c,„)._,:i -, ,,,...ıı -_,Lıı ı;;;,'..';ei ıl_ı:,°,1:; °,..,:i -_, ıi'...r.,°L.; ° 3 '..)-G
(Y t) - 7 iı:.<°..0 °. ,.:),..k-P>t C '.0.-JC.,:._>,_! ;

21— Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk


edin ki, (Allah' ın ,azâblndan) korunasınız. 22- O (Rab) ki yeri sizin için
döşek, göğü de binâ yaptı . Gökten su indirdi, onunla size r ız ık olarak çeş itli
ürünler çıkardı . Öyleyse siz de bile bile Allah'a e ş ler ko ş may ı n. 23— Eğer

1 Tahrim Suresi: 8
2 İbn Kesir, I. 55
3 BulAri, İman, 24; Müslim, İman, 25, hadis: 106
Cüz) 1, Sure: 2 45

ku/urnuz(Muhammed)e indirdiğimizden ş üphe içinde iseniz, haydi onun


gibi bir sure getirin, Allah'tan başka bütün ş ahiderini(yardımcılarmı)zı
da çağırın ; eğer doğru iseniz (bunu yapın). 24- Yok eğer yapamadınızsa,
ki asla yapamayacaksınız, o halde yak ıtı insanlar ve taşlar olan, inkCırel-
lar için hazırlanmış ateşten sabrım,

Tefsiı

21-24: Bu âyetlerin manas ı açı ktır. Allah, muhte şem yıldızlar içinde
dünyayı, yaratıkların en şereflisi kıldığı insanlara dö şek gibi rahat bir ika-
met yeri, gö ğ ii de tavan gibi onu koruyan, besleyen hârika bir eser yap-
mıştır. İnsanları beslemek için gökten indirdi ği ya ğmur ile, çe şit çeşit
meyvalar, ürünler ç ıkarmıştır. O halde bizi yaratan, şu dünya evine
yerle ştiren ve bizi çe şitli rızıklark besleyen Allah'a neden ba şkasını ortak
ko ş ahm ? Oturdu ğ umuz dünya evi O'nun, yedi ğimiz rızık O'nun, var-
lığı= O'nun. Bizi besleyen, ya ş atan, yöneten ba şka bir yaratı cı yoktur.
Kâinatta ne varsa hep O'nun yarat ıklarıdır. _O'nun yaratıklarını
O'na ortak ko şrn.amız, akıl alır şey de ğildir. Kulluk yalnız Allah'a yap ı-
lır, yalnız O'na tap ılır.

24 ncü âyet, Kur'ân' ın, Allah kelânu oldu ğundan şüphe edenleri,
ona benzer bir sure getirme' ğe davet etmektedir. Bu âyet, Medine'de
inmiştir. Mekke'de inen âyetlerde de yüce Allah, inanmayanlar ı, Kur'ân'a
benzer bir kitap', Kur'ân'a denk bir söz 2, Kur'ân'a benzer on sure 3,
Kur'ân'a benzer bir sure 4 , getirme ğe davet etmi ştir. Kur'ân'a cephe
alan hiç kimse, onun bir âyetine denk bir söz söyleyememi ştir. Çünkü o,
Allah sözüdür. Be şer onun gibi bir söz söyleyemez.

Kur'ân, az kelime ile çok mana ifade eder. Bazan onun iki kelimesini
izah etmek için sayfalarca yaz ı yazmak gerekir.

Kur'ân-ı Kerim, önce gelen peygamberlerin hayat ını anlatır, on-


ların hayat hikâyeleriyle insanlara ö ğüt verir. Okula gitmemiş , okuma
yazma ö ğrenmemiş , bir insanın, kendinden binlerce yıl önce gelip geç-
miş insanların hayatlar ını anlatması, o anlatılanların, Allah tarafından
bildirilmiş olduğunu gösterir.
Kur'ân- ı Kerim, y ıllarca sonra ç ıkacak olayları haber vermi ştir:
Rumların İranhları yeneceklerini, müslümanlar ın Mekke'yi fethedecek-

1 Kasas Suresi: 49
2 taxa Suresi: 88
3 Hud Suresi: 13
4 Yunus Suresi: 38
46 Bakara Suresi

]erini, inan ıp yararlı işler yapanlar ın yeryüzüne hükümran olacaklar ını


söylemi ş , bu söyledikleri aynen olmu ştur.
Kur'ân, öyle ilmi gerçeklere dokunmaktad ır ki bugünün pozitif
ilim verileri de bunlar ı do ğrulamaktadır. Mesela gö ğe doğru yükselmekle
gö ğsiln.daralaca ğını , nefes almamn güçle şece ğini söyler. Gerçekten yük-
se ğe çıktı kça hava bas ıncı düşece ği için nefes alma güçle şir. Kur'an,
umm ve diğer yıldızların, önceleri birbirine yap ışık olduklarını , Allah'ın,
bunları birbirinden ay ırıp her canlı şeyi sudan yaratt ığını söyler. Bu-
günün ilmi görü şü de bunun böyle oldu ğunu söylemektedir. Daha buna
benzer, kainatın yarat ılışı hakkında nice gerçekler, Kur'an dilinde özlii
bir biçimde anlat ılmıştır.
Kur'an'ın üslfibu da bamba şka bir mu'cizedir. Anlatt ığı en soyut
olayları canlı ş ahıslar ş ekline koyup anlatan Kur'ân, göze, kula ğa, bütün
duyulara hitabederek ruha aç ılan bütün yollarla insan ın benliğine so-
kulur. Onun her kelimesinde, ilahi bir musiki kula ğı okş ar. O, her haliyle
insan sözü olmay ıp Allah sözü oldu ğunu ispatlar. Bundan dolay ı o indiği
zaman ş airler, utançlar ından şiirlerini Kâ'be davarlar ından indirmiş -
ler, inananlar da inanmayanlar da ondan üstün bir söz olamayaca ğını
itiraf etmi şlerdir. Bugüne kadar hiç kimse onun tek bir âyetine denk bir
söz söyleyememi şfir, bundan sonra da söyleyemeyecektir.
24 ncü ayetin sonunda, insanlar ı ve ta şlar ı yakan ate şten sakınıl-
ması emredilmektedir. Ate şin, taşları yaktığı mahsus söylenmiştir. Çün-
kü Kur'ân'ın hitabetti ği insanlar, ta şlara, heykellere tap ıyorlardı . Yüce
Allah buyuruyor ki: Sirkten dönüp Kur'an yoluna gelmezseniz, varaca-
ğınız cehennemin ate şi sizi de yakar, o taptığı nız, sizi koruyaca ğını san-
dığınız ta şlari heykelleri de yakar. Siz onlara tanr ı diye tap ıyorsunuz,
,

onların sizi koruyacağını sanıyorsunuz. Oysa onlar, sizi de ğil, kendi-


lerini dahi koruyamaz.

.3, .5 -5 o o
Ij C,:,-$ ..ı..11 I j_Jci
(‘' °) - -125. ." 1 f::: °e-4-
fi

25 İnanıp yararlı işler yapanlara, altları ndan ırmaklar akan cen-


-

netlerin, kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir mey-


Cuz' 1, Sure: 2 4/

vadan rızaclandıkça "Bu, daha önce de rızıklandığım ı z şeydir. (dünyada


iken de bu miktara yemi ştik) derler. (Cennetteki bu rızık), onlara (o
dedikleri)ne benzer verilmi ştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve
onlar orada ebedi kalacaklardır.

Tefsir:

25- Cennet, gözden gizli kalan, içine girilmeden görülmeyen bahçedir.


Cennet, Ingatte örtmek demektir. Ayn ı kökten gelen ein.n de gözden
kapalı olan yaratıktır. İşte bu kökten alınan cennet, girift a ğaçlarla ze-
mini görünmez bahçedir. Dinde cennet, dünya gözüyle görülmeyen,
Hakk'ın gaybında gizli, sevap evinin adıdır. Bu ebedi bahçe, öyle güzel
bir yerdir ki alt ından, yani zemininin içinden, t ıpkı dünyada oldu ğu gibi
ırmaklar akar. Fakat orada bol olan, sadece su de ğildir. Bal ırmakları ,
süt ırmakları , sarhoş etmeyen şarap ırmakları da vardır. Herşey öylesine
boldur orada. "O c3nnetlerdeki herhangi bir meyvadan rtztklandıkça:
'Bu, daha önce de rızıklandığımız şeydir'." cümlesi üzerinde rnüfessirler
özellikle iki açıklama naklederler. Bunlardan. birine göre âhirette veri-
len rızıklar, şekil ve renk bakımından birbirine benzer, fakat tad ve lez-
zet bakımından bir sonra verilen, bir öncekinden farkl ıdır. Diğer görü şe
göre de âhirette verilecek r ızıklar, meyvalar, şekil ve ad bakımından
dünyadaki meyvalara benzerler, fakat tad ve lezzetleri de ğişiktir. Aye-
tin muhtevas ından, bu ikinci açıklamanın daha kuvvetli olduğu anlaşıl-
maktadır.

Insanlar, ancak alışık oldukları şeyleri kavrayabilirler. Ba şka âyet-


lerde de cennet, hep nal., hurma, ku ş eti, birbirine girmi ş ağaçlar, zence-
bil, kâfur, misk, koltuklar, yast ıklar, dola şıp hizmet eden güzel k ızlar,
ve delikanlıların bulunduğu bahçe şeklinde tasvir edilir. İşte mii'minlere
verilen uhrevi ni ınetler, kendilerine, görünü şte dünyadaki nimetlere
benzer gelecektir, fakat gerçekte farkl ıdır. İ bn Abbas' ın: "Cennette
bulunan şeylerin, isimlerinden ba şka hiçbirşey, dilnyadakine benzemez"
dediği rivayet edilirl Cennetteki nimetlerin maliyeti ba şkadır. Çünkü
onlar, sâf nimettir, dünyadakilerin hakikatidir. Dünyadaki meyvalar,
onların gölgesi durumundadır. O meyvalar, insanın hakikatine veril-
mektedir. O bahçeleri ve meyvalar ı, insamn amelleri yapmıştır. Daha'
doğrusu insanın amelleri, âhirette o şekli almıştı r. Ayna zamanda orada
in.ananlara, tertemiz e şler vardır. O güzel kızlarda, dünyadaki kad ınlar-
da olduğu gibi âdet görme ve lohusalık yoktur. Ahlâkları da en yüksek

1 Ihn. Kesir, I, 62
48 Bakara Suresi

ahlâktır. Onlar gerek maddeten, gerek manen tertemiz e şlerdir. İşte


mü'minler bu zevk ve bu nimet içinde birkaç gün de ğil, sürekli kalacak-
lardır.

. -
o ''y
- « .. - • l «"a .9 •

r irj ) .):'4

ı
4—;

ı ı :51_4 "c„.. . . .ı_ıı C. ı


0-0 ı C.", c ı-.),_!,:s
ı
C7.4 11A-..C.4.-_P
9 1 1
°)S°1 L9i *c.ş i )45,, ı-,:.:T C..
17ı";,:i
A)
, ı. o ol
:Aa) 1 9. jp 4—.—J I
---
∎_3f ı °
-- • Q- u" -
(Y N) j

26— Allah, bir sivrisineği, hattâ onun da üstünde olanı (ondan daha
zayıf bir varlığı) misal vermekten çekinmez. inananlar, onun, Rablerinden
(gelen) bil gerçek olduğ unu bilirler. inkâr edenler ise : "Allah, bu rhisalle
ne demek istedi ?" derler. (Allah), onunla birçoğunu saptırır ve yine onunla
birçoğunu yola getirir. Onunla sadece fasıkları saptırır. 27— Onlar ki söz
verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar ; Allah'ın birleş-
tirilmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabahk ba ğlarını) keserler ve yeryü-
zünde bozgunculuk yaparlar ; işte ziyana uğrayanlar onlardır. 28— Allah' ı
nasıl inkâr edersiniz ki siz, ölüler idiniz, O sizi diriltti ; yine öldürecek,
yine diriltecek ; sonra O'na döndürüleceksiniz. 29— O ki yeryüzünde ne varsa
hepsini sizin için yaratt ı ; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak dü-
zenledi. O, her şeyi bilir.

Tefsir:
26, 27 nci ayetlerde Cenab ı Hakk' ın, gerçe ği anlatmak için her
türlü misali verdi ği, bunun gayet do ğal olduğu bildirilmektedir. Mü'-
minler, verilen bu misallerle anlatmak istenen mânay ı derhal kavrarlar.
Cüz' 1, Süre: 2 49

Ama inkârcılar, inkâr etmek için bahane arar, bu misalleri güya Allah'a
yakıştırmazlar. Said'in, Katâ'eden nakletti ğine göre Kur'ân'da örümcek
ve sinek, misal olarak anlat ılınca sapıklar: "Allah bunları anmakla ne
demek istiyor? Allah böyle şeyleri söylemekten münezzehtir" dediler.
Işte 26 ncı âyet, bu münasebetle indi'.
Kalbi hastalıklı birçok insan, bu misallerin derinine inemedi ğinden
sapıtır. Fakat i şin iç yüzünü kavrayan birçok insan da bunlarla anlat ıl-
mak istenen gerçe ği kavray ıp hidayete gelir. Tabii, sap ıtanlar, kötü
niyetli fasıklardan başkası de ğildir.
Fısk, dilde yoldan çıkmak demektir. Dinde f ısk, büyük günah iş-
lemek suretiyle Allah'a itaatin d ışı na çıkmak anlamınadır. Fıskın üç
mertebesi vard ır: Birincisi, günah ı çirkin kabul etmekle beraber yine
de bazan nefse uyup günah i şlemektir. İkincisi, günah oldu ğunu bilerek
sık sık günah i şlemektir. Üçüncüsü, günahın çirkinliğini inkâr ederek,
onu iyi bir şey kabul edip günah i şlemektir ki bu türlü fısk, küfürdür.
Bu tür fâsıklar, verdikleri sözü tutmayan, Allah' ın ilişkiyi sürdür-
meyi emretti ği akraba ile ili şkiyi kesen, yeryüzünde bozgunculuk yapan
kimselerdir. Bunların sonu hüsrandır.
Anlatılan örümcek ve sinek misallerini onlar, kalın kafahlıklarından
veya inatlarından ötürü anlamamışlardır.. Aslında basit gibi görünen
örümcek ve sinekte, Allah' ın bu ho-r görülen küçük yarat ıklarında ne
ilahi sanatlar gizlidir. O ş ahane tül evini ören örümcek küçümsenir mi?
Kaldı ki bu misal ile, kendilerini korumak için Allah'tan ba şka veliler,
rablar edinen kimseler, t ıpkı korunmak için ev yapan örümce ğin duru-
m-tufa benzetilmi ştir. örümce ğin evi ne kadar zay ıf ise, işte inkürcılarm
sığındı kları tanrılar da öyle zayıftır. Örümcek evi, bir çöp ile y ı kıhr.
O tanrı diye tapuulan şeylerin de bir sine ğe dahi gücü yetmez. Sinek o
putların üstüne taranır, üzerlerine sürülen ya ğı, tatlıyı emer, ama put
üstüne taranan sine ğe engel olamaz. Bununla gayet aç ık bir biçimde
anlatılan gerçek şudur: Inkârcıların tanrı diye taptıkları putlar. âcizdir,
tapanlar, çok çürük bir i ş yapmaktadırlar. Bu misal, inkârcıların yaptık-
ları işin çürükliiğünü, gayet canlı bir biçimde herkesin gözleri önüne
sermektedir. Neden Allah, insanlar ın kavrayışlarına uygun gelen misal-
leri vermesin? Tabiattan verilen misaller, soyut mânalar ı, milşahhas
hale getirir, insan zihnine sokan.` Kur'an, tasviri üslûbu kullannu ştır.
28-29: Son iki âyet de Allah' ın, bizi ölü iken diriltti ğini, sonra öldü-
receğini, tekrar diriltece ğini, daha sonra da O'na döndürülece ğimizi; O'nun
1 Ibn Kesfr, I, 64
50 Bakara Suresi

yer yüzünde olan her şeyi bizim için yaratt ığını , sonra gö ğe yönelip
onları yedi gök halinde düzenledi ğini ve her şeyi bildiğini ifade ediyor.

28 nci âyet hakkında İ bn Abbas'ın şu tefsiri nakledilir: "Siz yarat ıl-


'nazdan önce babalar ınızın belinde ölüler halinde bulunuyordunu ı .
Allah sizi yaratt ı . Sonra gerçek ölümle öldürecek, sonra tekrar dirilte-
cektir.”"

Yüce Allah bize ş öyle demek istiyor: Ey insanlar, dü şünün siz can-
siz idiniz, hayatta de ğildiniz, daha önce babanı zın belinde bir tohum idi-
niz, ondan önce de belki bitki, daha önce de toprak idiniz. Hepinizin
ash toprak idi. Allah sizi çe şitli aş amalardan geçirip şu insan hayatına
getirdi. Size can verdi, ak ıl verdi. Şimdi O'nu nasıl inkâr edersiniz ?
Bir müddet bu dünyada ya şadıktan sonra sizi öldürüyor, ama ölüm her-
şeyin sonu de ğildir, yine diriltecek ve en sonunda O'nun huzuruna top-
lanacaks ınız. Allah, size sadece hayat vermekle kalmad ı , yeri de,
yerde olanları da sizin için yarattı . Bu kadar nimete kar şı nasıl nan-
körlük edersiniz ? Her iyili ğe bir teşekkür gerekir. Allah' ın size ver-
diği can nimetine ve dünyada sizin için yaratt ığı sayısız nimetlere kar şı
te şekkür et ıneniz gerekirken nas ıl oluyor da O'nu inkâra sap ıyer, O'nu
bırakıp birtakım âciz yarat ıklara tap ıyorsunuz ?

u_; JS'ı "JC;


} o ı ı ı 9 O
.) • .."3.3t-; G ;X.
••,.. "
„ 3 3
L.4 JC; ; - 4LA

• ••• t. o ...
t4-1f r (r.) t:.
."' 3 ... "'" o "' . 3 . ••• 3. , ,
O3 .,-
O' ' l ' ...fth O 1•1-.1 OLi ;C.S.3Sk......3 I d_p ,,-t..,,,,:..„.::
(.3, -. .; J

- - , ç, .5 5
c C.:::_ts LA I (;:i - ° Lp 't ,.,..i:;C,, ı j_it:; (t )) -- cj:; .b ı",,,, . - - -
- - f-
' °4..ri 5(:.>1 t-_,.. "LiC; ( r 'O ,..,
c*e:4-j1,::t:, ' e...i ',.....<:,,1',1.:11 ,:.:; -1 -,!..):; ı
,,...
' 1°pI :_j ı * 5'. <_-_s °4;_i-I °3-i -Jc; °
e- _ e e:t,.-ı,°_,- t..:,. ° e-5/.1--:,'-;'T ),:„ıi
........ ....., ..,
, -Tı -j ....A -j-_,'":„.iı -,,..,.°.„-k.
e - -_.< 1-:..,- ,;., ..x.„.; G. ' -_,■::;1 -j „,_,:,°_,-
e
İ , ,L,,...,,i e '51 ı j ..1_ .,Ni z_<J5k......1) 9- _,
C.:_iii '; , ı , (rr) _,.....,-,
% - - -- -
1 İbn Kesfr, I. 67
Cüz' , 1, Sure: 2 51

fol
(1' 0 _i ı:ğ ° •
Q- ı ı
a ,
I
14-ş,
(re.) C.J. -eji-J :51 -j
4J!
- \ j
• • .9 O ".<1., o fiıı, ı fi , .9,5 .9, o
L9 9 j G
<J, e I

„J:ILI (N—‘) .1 '1112';


• ■
• CA c t*.;.1 f.fl. (rvY,„_,:;31
■rı

(rN)-(;) J -rz "—A

30- Bir zamanlar Rabbin, meleklere : "Ben yer yüzünde bir halife
yarataacğım," demi şti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapacak, kan dö-
kecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni
takdis ediyoruz!" dediler. (Rabbin): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim,"
dedi. 31- Adem'e isimlerin tümünü öl,5'retti, sonra onları meleklere sunup :
"Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin," dedi. 32- Dediler
ki : "Sen yfıcesin (ya Rab); bizim, senin bize ii ğrettiğinden başka bir bil-
gimiz yoktur. Şüphesiz sen, bilensin, hakimsin (her şeyin iç yüzünü bilen,
her şeyi yerli yerince yapans ın)." 33- (Allah) dedi ki : "Ey Adem, bunlara,
onların isimlerini haber ver." (Adem), bunlara, onların isimlerini haber
verince (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblartn ı bilirim, sizin
açtkladığınız ve içinizde gizlemekte oldu ğunuz şeyleri bilirim, dememi ş
miydim?" dedi. 34- Meleklere : "Adem'e secde edin" demi ştik. Hemen
secde ettiler ; yalnız Iblis diretti, böbürlendi, inkârcılardan oldu. 35- De-
dik ki : "Ey Adem, sen ve e şin, cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde
bol bol yeyin, ama şu ağaca yaklaşmay ın, yoksa zalimlerden olursunuz!"
36- Derken şeytan, onların (aya ğını) oradan kaydırdt, içinde bulunduk-
lart(nimet yurdu)ndan çıkardı . (Biz de) dedik ki : "Birbiriııize dü şman
olarak inip. Sizin yeryüzünde kal ıp bir süre yaşamantz ltiz ınulır."
37- Adem, Rabbinden birtak ım kelimeler ald ı (onlarla amel edip Rab-
bine yalvâ.'rdı , 0 da) bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz
0, tevbeyi çok kabul eden (kulunun günahından geçen) dir, çok esirgeyen-
52 Bakara Suresi

dir. 38— "Hepiniz oradan inin," dedik, "Yaln ız (iyi bilin ki) size benden
bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyarsa artık onlara bir
korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." 39— "inkar edip ayetlerimizi
yalanlayanlar ise ateş halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır."

Tefsir:

30-39: Yüce Allah bu ayetlerde insan ın yaratılışma dikkati çekiyor


ve melaike ile insan ı karşılaş tırı yor. Melek, lu ğatte kuvvetli, tasarruf sa-
hibi anlamına gelir. Bu kelimenin aslı melek'tir. Melek, elçilik demektir.
Allah'ı n buyruklar ım ta şımağa ve yerine getirme ğe me'mur elçiler ol-
duğu için bu varhklara melek denmi ştir. Ço ğulu melaike'dir.
Melekler Allah'ın, yüce, nurani, Vadi yaratılışh, mahiyetlerini ancak
Allah'ın bildiği birtakım kuvvetli varlıklardır. Asıl ruhani biçimleriyle
onları bu gözle görmek mümkün de ğildir. Fakat onlar, istedikleri şekle
bürünüp görünebilirler. Yerde, gökte, her tarafta bulunurlar. Bir anda
yeri ve gökleri dola şabilirler, çok a ğır işleri bir anda yapma gücüne
sahiptirler. Meleklerde erkeklik di şilik olmadığı gibi yorulma ve usanma
da yoktur. Allah'a isyan etmezler, daima O'na itaatle me ş guldürler.
Meleklerde günah i şleme yetene ği yoktur.
Meleklerden bir kısmının görevi yalnız Allah'a ibadet etmektir.
Bir kısmı Allah'ın verdi ği görevleri yaparla ı . Allah'ın Arşı'nı taşıyan,
Arş'ı tavaf eden, daima zikir ve tehlil ile me ş gul olan melekler bulundu ğu
gibi rüzgarları savuran, ya ğmurları yağdıran, depremleri meydana ge-
tiren melekler de vard ır. Yani tabiat kanunlar ı ve kuvvetlerinden tutun
da peygamberlere vahiy ta şıyan Hz. Cebrail'e kadar çok çe şitli derece ve
yaratıhşta melekler mevcuttur. İnsanların yaptıkları işleri kaydeden
iki melek de vardır ki Bunlara Hafaza, Kiramen Katibin melekleri
denir. Bunlar, insandan hiç ayr ılmazlar. Her insanın yanında böyle iki
melek bulunur ve onun yaptığı her işi kaydeder. Cenabı Hak: "Sizin
üzerinizde (yap tıklarımzı ve söylediklerinizi) zaptedici melekler vard ır.
Onlar şerefli yaz ıcılardır, işlediklerinizi yazarlar."' buyurmaktadır.
Meleklerin yazmasmı , insanın yazmasiyle kıyaslamak do ğru de ğil-
dir. Daha açık bir deyimle söylersek meleklerin yazmas ı, Allah'ın koy-
duğu birtakım güçlerle amellerimizin tesbit edilmesi demektir. Bu tes-
bit işini anlayabilmek için sesimizin ve hareketlerimizin, atmosfer ta-
rafından alınıp korunmasını hatırlayabiliiiz. Sesimiz titre şim olarak
atmosfere geçer. Atmosferde milyonlar, milyarlarca sesler vard ır. Bir

1 Infitar Suresi: 10-12


Cilz) I, Sure: 2 53

aheı tarafından bu sesler tekrar ses halinde kulaklara yans ır. Keza
uzay dalga haline gelen şekillerimizi de ta şır. Bir alıcı televizyon ta-
rafından bu dalga şekiller, tekrar görüntüye dönü ştürülür. İşte sesleri-
miz ve görüntülerimiz nas ıl tabiat güçleriyle zaptediliyor, tesbit
ediliyorsa amellerimiz de Allah' ın yarattığı ma'nevi güçlerle, melek-
lerle böyle tesbit edilmektedir. Bir gün bunlar, önümüze serilecektir.
Peygamberler, melekleri, şekilleriyle görmü şlerdir. Şekiller de cis-
mânidir ve boyutludur. Maddesiz, soyut kuvvet tasavvuru, bizzat Al-
lah'ın kudretini düşünmek demektir. Allah'tan ba ş ka soyut zât yoktur.
Madde düşüncesinden silindiği zaman kudret, Allah' ın kudretinden
ibaret kalır. Henüz hiçbir selde girmeyen bölünmez madde halindeki
saf madde, tamamen at ıldır, onda hiçbir aktiflik yoktur. Bu güçlere
aktiflik verildi ği zaman şekle giren cisim olurlar. Şekle giren bunların
hakikatleri de ğildir, ancak, maddede görünümleri, şekil halinde olur.
Islam filozoflarına göre melekler ne boyutludur, ne de cicim.
insan ruhu gibi soyut cevherlerdir, fakat mahiyetleri insan ruhundan
başkadır, daha güçlü, daha bilgilidirler. Melekler iki k ısma ayrılır:
Bir kısmı sadece Hakkı bilmenin içine dalmiş , başka bir şeyle u ğ-
raşmaktan uzak kalmıştır. Onlar "Hiç usanmadan, gece gündüz Allah' ı
tesbih ederler." Bir kısmı da kazâ ve kader i şini yönetirler. Bunların
yere ve gö ğe ait olanları vardır. Öncekiler de bunların ruhları durumun-
dadır.'
Bütün maddi kâinat, bir göktür ki Kurân-i Kerim'de buna en yak ın
gök denir. Bunun ötesinde daha yedi gök vardır. Bu göklerin her birine
mahsus melekler vard ır. Bunları düşündükçe meleklerin makamlar ının
ne kadar yükseklere vard ığını , sayılarının ne kadar çok oldu ğunu anla-
mak mümkündür. Meleklerin çokluğımu anlatmak için Pey ğamberimiz
(s.a.v.) .şöyle buyurmuşlardır: "Gök gıcırdamaktadır Gıcırdamakta haklı-
dır. Zira gökte hiçbir ayak basacak yer yoktur ki orada secde veya,
rülıtı eden bir melek bulunmas ın."2
Meleklerin en büyükleri: Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrâil (selam
onlara)dır. Cebrail, pey ğamberlere vahiy getirir. Mikail bir k ısım olay-
ların, ya ğmurların, rüzgarların ve ekinlerin meydana gelmesine; Azrall,
can alma ğa; İsrafil kıyamette birinci ve . ikinci Sur'u üflerae ğe yani
kıyametin kopmasına ve âhiret gününün ba şlatılmasına me'mur melek-
tir.

1 Hak Dini Kur'an Dili, I. 306


2 Tirmial, Zühd, 9; Ibn Mace, Zühd, 19, İbn Haubel, V. 173
54 Bakara Suresi

Melekler ölmezler, kıyamete kadar y a ş ar, sonra onlar da, ölürler.


Allah, küinatın düzenini bu ma'nevi güçlere havale etmi ştir. Gözümüzle
görmesek bile melekler vard ır. Gözümüzle göremediğimiz daha nice ya-
rapklar mevcuttur. Mikrobu, güne şin ültraviyole ışınlarmı, atomdaki
hareketi de bu gözle göremiyoruz ama bunlar ın varlığı ilmen ispat edil-
miştir. Melekleri de bu gözle göremiyoruz, onlar ı görmek için bizde kuvve
olarak mevcut basiret gözünü açmak gerekir. Mâna varl ıklar', ancak
mâna gözüyle görülür. Bütün peygamberler, meleklerin varl ığını haber
vermişlerdir. Biz onlar ın varlığına kesin olarak inanırız.
İşte yüce Allah bu âyetlerde isyan kabiliyeti olmayan bu niânevi
varlıklann, Adem'in yaratılışı karşısındaki düşüncelerini açıklıyor.
AdenVin yarat ılışı ve meleklerin ona secde edip İ blis'in, Adem'e, boyun
eğmeğe tenezzül etmeyi şi birkaç yerde anlatılir. Fakat henüz Adem ya-
ratılmazdan önce yüce Allah' ın, meleklerle konu şmasını anlatan bu sah-
ne yenidir, ba şka yerde geçmez. Kitab ı Mukaddes'in elde mevcut sifirle
rinde de bu sahne yoktur. Belki Hz. Peygamber zaman ında bu vak'a
da Kitabı Mukaddes'te vard ı , sonradan kaybolmu ştur.
Milfessirler, bu âyetlerin tefsiri hakk ında İbn Abbas'a ve di ğer sa-
lıabi ve tâblilere nispet edilen çe şitli rivayetler naklederler. Kimisi ga-
rip, kimisi çeli şkili olan bu rivayetlerin hemen hiçbirinin senedi sa ğlam
de ğildir.
Bu âyetlerden anl ıyoruz ki yüce Allah, yeryüzünü imar edecek, in-
san denen varl ıklar yaratmay ı ezelden beri m.urâdetmi ştir. Müfessirlerin
nakline göre Arz, Âdem o ğullarından önce cinler ya da ba şka yaratık-
lar tarafından imar edilmi ş idi. Bunlar yeryüzünde fesat ç ıkardılar, kan
döktider. Allah da melekleri gönderip onlar ı vurdu. Sonra meleklere
yeryüzünde halife yarataca ğı hakkındaki kararını söyleyince melekler,
daha önce yeryüzünde fesat ç ıkarmış olan yarat ıkları gördüklerinden,
dolayı yaratılacak insanlar ın da öyle bozgunculuk yapacaklar ını, kan
dökeceklerini söylediler.
tlalife, birinin ardından gelip ona halef olan, onun adına hükmeden
kimse demektir. Adem ve zürriyeti, adaletle hiikümetmede Allah'a
halef olduklar ı veya birbiri ardından gelip birbirlerine halef olduklar ı
için insana halife denmi ştir. Bir kimse, bir ba şkasından sonra gelip onun
yerine geçerse "Falan adam, falana halef oldu" denir. Tabii, Allah'tan
sonra gelip O'nun yerine geçmek söz konusu olamaz. Âdem ve zürriyeti,
yeryüzünde adaletle hüküm vermede, yönetimde Allah' ın temsilcisi
oldukları ve birbirilerinin ard ından gelip birbirlerine halef olduklar ından
dolayı Âdem'e ve soyuna HALIFE unvanı verilmiştir.
Caz' 1, Sure: 2 55

Tesbiti, yüzmek anlamına gelen sbh kökünden masdard ır. Allah'ın


zaten, kendisine yakışmayan her şeyden uzak tutmak demektir. Takdis
de, uzağa gitmek anlam ına gelen kds. den türemi ştir. Takdis, temizle-
mek, pislikten çok uzak tutmaktır. Melekler: "Seni takas ederiz.." söz-
leriyle Allah'', her türlü eksiklikten uzak tuttuklarm ı, O'na hiçbir su-
retle e ş ve ortak -ko ş madıklarmı belirtmektedirler.
Allah'ın, meleklere, ..A.dem'i yarataca ğını söylemesi, meleklerin de
buna itiraz etmelerine gelince, bu•sözleri d ış manasında anlamak do ğru
olmaz. Bu, meleklerin, içlerinde beliren bir niyetin, yani hal diliyle ta-
kmmış oldukları tavrın, içlerinden geçen sözün naklidir. Yoksa hâ ş â,
ne Allah meleklere bir şey danışır, ne de melekkr O'nun huzurunda
itiraza cür'et edebilirler. Zaten meleklerin konu şması, bizim anlad ığı-
mız manada harf ve sesle de ğildir. Onların konuşması, içlerindeki düşün-
ceden ibarettir. Onların içlerinde beliren dü şünceyi Allah görmü ş ve
bu düşüncelerinin yanlış olduğunu, Adem'in istidadını onlara göster-
mekle yine onların içinde yarattığı bir düşünce ve kesin bilgi ile onlara
açıklamıştır. Bu âyetlerden, bizim ah şageldiğimiz şekilde Allah ile me-
lekler arasında bir konu şma anlaşılmamak lâzımgelir. Elrnahlı Muham-
med Hamdi Yazır, şöyle diyor:
"ilim, hakikatin bir tecellisi, kelâm da filmin bir belirtisidir. As ıl
ilimde hakikatin bir yüzü, kelâmda o yüzün n.âibi (temsilcisi) vard ır.
Isimler, manaların kalıplarıdır. Meleklerde mânalarm kentlileri vard ır,
kalıpları yoktur. Allah, mânâyı , kalibiyle birlikte ancak Adem'e ver-
,
miş tir. Onun için Adem, esmâya (isimlere) vak ıf olmuştur. Demek ki
Cevabı Allah ile meleklerin önceki konu şmaları , hiçbir isim şekline ve
temsilcisine karışmayan, ve bizzat hakikat veçhiyle meydana gelen bir
ilim akımıdı r (içte bir bilginin uyaru şıdır). Meleklerin konuş maları ,
tesbihleri, takdisleri, bizzat bir ilmi i şrak (parlama, do ğma)dır ki bunun-
la, ası l sözün görüntüsü olan konu ş ma arasındaki fark a şikârdır..."'
"... Anlaşıhyor ki melâikeye olan konu şmanın hakikati, ancak mânadan
ibarettir, şekil v e katip de ğildir."2
Yeryüzünü ve gökleri dolduran ruhani melekler ve ayr ıca tabiat
kuvvetleri, Allah'ın, tabiati, insanın yaratılmasına seferber etti ğini,
eşyadaki tekâmülün, gitgide ilerleyip Adem'in meydana gelmek üzre
. olduğunu gören melelder, bu yarat ılacak yeni mahltikun da öncekiler
gibi yeryüzünde bozgunculuk yapı p kan dökece ğini sanmışlar, ondaki
aldi ve rulıâni yetenekler sayesinde onun dünyay ı imar edece ğini, ruhen
1 Hak Dini Dili, I. 314
2 Ayni eser, I. 316
56 Bakara Suresi

ki yüce Allah onlara hakikat diliyle: "Ben sizin bilmedi ğiniz şeyleri
bilirim." demiştir.
imffiniyye ve sidiyyeye göre kitap ehlinin ve bizim indimizde me ş-
hur olan Adem'den ba şka birçok Ademler vardır. er-Rilhu'l-mecâni adh
eserde şöyle deniyor: İmamiyyeden Camicu'l-alıbar yazarı, eserin 15 nci
faslında, babamı z Adem'den önce daha otuz A.demin bulundu ğuna, her
Ademle diğer Adem aras ında bin yıl geçtiğine, bunlardan sonra dib ıyaıım
elli bin yıl harap kalıp sonra elli bin y ıl imar edildiğine, daha sonra da
babamız Adem'in yaratıldığma dair uzun bir rivayet nakleder.

İ bn Babveyh'in, Kitabu't-Tevhid'de, Ca'fer-i Sad ık'tan nakletti ği


uzun hadiste de Ca'feri Sad ık şöyle demiş : Sen sanıyorsun ki Allah,
sizden ba şka beşer yaratmamıştır. Hayır vallahi Allah, bin kere bin
Adem yaratmıştı r. Siz o Ademlerin sonuncususunuz.

eş- Ş eyhul-Ekber de el-Futahat' ında Adem'den kırk bin yıl önce


başka Adem'in bulundu ğunu anlatır'.

Seyyid Reşid Rıza, bu konuda şöyle diyor: "Yaratma i şi, Allah'a


mahsus iş lerdendir. Bunun mahiyetini anlamak güçtür. Allah, bu ayet-
lerde insan yarat ıhşını , bizden önceki kitap ehli aras ında dolaş an riva-
yetlere benzer biçimde nakletmi ş , soyut nı:anaları ş ekillendirerek temsil
yoluyla anlatmıştır. Ilstad Muhammed Abduh, bu ayetlerin, müte ş abih
ayetlerden olduğ u, bunları dış manasiyle anlaman ın mümkün olmad ı-
ğı görüş ünde idi. Çünkü bu konu şma tarzı , ya bir danışmadır ki Al-
lah için nıfi,mkün değildir. Ya bu, Allah'ın yapaca ğı işleri meleklere
haber vermesi, meleklerin_de buna itiraz etmeleri şeklindedir ki bu da
ne Allah'ın şanına, ne de meleklere yak ışmaz. Zira melekler: "Allah'ın,
kendilerine emrettiğine karşı gelmezler ve kendilerine emredileni yaparlar."2
İslam ümmeti, Allah'ın, yaratıklara benzemekten münezzeh oldu ğunda
ittifak etmi şlerdir. Akıl ve nakil, bu tenzih dü şüncesinin do ğruluğunu
kabul eder. Bundan dolayı Kur'ân veya sünnetin dış anlamında tenzihe
aykırı düşen bir şey bulunursa müslümanlar iki yoldan birini takibeder-
ler. Birisi selefin yaptığı gibi "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur'", " İzzet
sahibi olan Rabbin, onların niteledikleri şeylerden münezzehtir" 4 ay-et-
lerinin de beyan ve te'yid etti ği üzre Allah'ı tenzih etmek ve o müte-
şt, bihin gerçek manasını Allah'a bırakm.aktır. Miiteş abihin manasın ı biz

1 Reşid Rıdâ, Tefstru'l-lur'ân, IV. 323-325


2 Tahrim. Suresi: 6
3 Şiıra Sure: 11
4 Sâffât Suresi: 180
Cüz' 1, Sure: 2 57

de olgunluğa eri şip melekleri dahi geçebilece ğini anlamamış olacaklar


bilemeyiz. Allah, bizim istifademiz için soyut manalarr bizim kavrama
gücümüze, akhmıza yakla ştırarak anlatmıştır. Biz böyle inanırız. Bu
düşünce selefin dü şüncesidir. İ kinci yol da halefin yolu olan te'vil y,c-
ludur. Onlar derler ki İslam dini, akıl kuralları üzerine kurulmu ştur.
Hiçbir şey, anla şılabilirlik (ma'kul) dışında kalmaz. E ğer nakil, aklın
kesin gördü ğü bir konuda akla ayk ırı görünen bir hüküm bildirirse o
zaman aklın hükmü, o nakil ile zahir mânâmn kasdedilmedi ğine kesin
delil olur. 0 zaman nakle uygun bir anlam vermek, yani onu te'vil etmek
gerekir. Bu görü ş de halefin görüşüdür. Fakat bu gibi me,_elelerde se-
lefin görüşü daha çok tercihe ş ayandır."
Hasılı bu ayetler, meleklerin içlerinde beliren dü şünceyi yansıtan,
hal diliyle olan konu ş mayı temsil yoliyle belirten tasviri ifadeler,dir.
Bu konuşmalar, sözlü de ğil, hal diliyle olan konuşmalardır. Kur'an'da
bunun örnekleri vardır. Allah'ın iradesinin, gö ğe ve yere yöneldiğini ve
göğün yerin, Allah'ın iradesi do ğrultusunda olu ştuğunu anlatan şu âyete
bakınız: "(Allah), göğe ve yere isteyerek veya istemeyerek (buyru ğuma)
gelin, dedi. Dediler ki: isteyerek (buyru ğuna) geldik."' Burada gö ğün ve
yerin konu ş ması , sözlü bir konuşma de ğil, hal diliyle olan bir konu ş-
madır. Allah'ın iradesine uyuldu ğunu canlandıran bir ifadedir. İşte bu
ayetlerde de böyle bir mâna sezilmektedir.
.Secde : İtaat edip boyun e ğmek anlamlarma gelir. Sayg ı için alnı
yere koymak da itaatin bir simgesidir. Meleklerin, Adem'e secdesi, ona
boyun e ğdiklerini, itaat ettiklerini belirtir. Tabiat kuvvetleri ve ruhani
melekler, hilafet s ırrından dolayı Adem'e secde etmi ş , ona boyun e ğ-
mişlerdir. İnsan oğlu, tabiat kuvvetlerini, zekasiyle kendine boyun e ğ-
dirip hizmet ettirmi ştir. Ruhi kemaliyle de insan, ruhani meleklere
hükmetmiştir.
Allah'ın Adem'e ö ğretti ği isimlere gelince, müfessirler bu konuda
çeşitli rivayetler ileri sürerler: Allah, Adem'e, kendisinden türeyecek bü-
tün çocuklarının, bütün hayvanların isimlerini ö ğretti; Allah Adem'e
insanların, hayvanlar ın, gö ğün; yerin, deniz, at, merkep ve benzeri
yaratıkların isimlerini *etti; Allah Adem'e çanak çömlek yapmay ı
.

öğretti. Bu görü şler İbn Abbas'a nispet edilir. İbn Kesir şöyle diyor:
"Allah, Adem'e, bütün e şyanın kendisini, sıfatını ve ne iş yapabilece ğini,
neye yaradığını ö ğretti." 2 Bu ifadeye göre Allah, Âdem'e eşyanın isim-
lerini ve özelliklerini *etmi ştir.
1 Fussilet Suresi: 11
2 Ibn Kestr, I. 73
58 Bakara Suresi

Bütün bunlar gösterir ki ilk insana az çok konu şma özelliği veril-
miştir. Öğretilen isimler, dildeki kelimeleri ifade eder. Demek ki Adem'-
den önceki yaratıklar, konuşmaktan yoksun idiler. Dil yetene ği, eşya
hakkında bilgi sahibi olup e şyayı bilinçli olarak işleme özelliği, sanat
kabiliyeti ancak insanda ortaya ç ıkmıştı r. "Allah, Adem'e isimlerin
tümünü öğretti" âyeti bunlara i şaret etmektedir. Gerçi melekte de e ş-
yaya tasarruf özelli ği vardır ama melekler, e şyayı işlemez, ş eklini de ğiş-
tirmez, e şyayı terkib edip yeni şekiller ortaya getirmezler. Da ğları ye-
rinden oynatma gibi ola ğan üstü şeyleri yaparlar. Ya da meleklerden
bazıları birer güçtür. O gücü yönetecek ak ıllı varhk, insandır. İnsan,
bilgi ile Allah'ın yarattığı bu güçleri kendi yararma kullanma özelli ğine
sahiptir. Meselâ da ğları , ovaları yarıp akan ırmaklar birer meleki güç-
tür. Onların önüne barajlar yap ıp elektriğe çevirme, araziyi sulayıp
ürün alma yetene ği ancak insana verilmi ştir. İşte meleklerin insana
boyun e ğmesi, Allah bilir, bu anlamı ' da ta şımaktadır.

Iblis : Miifessirlerin ço ğunluğuna göre ash yabancı olan bu kelime,


Hayırdan ümid kesmek, pi şmanlık ve üzüntü duymak anlamlar ına gelir.
Bu takdirde iblis, hay ırdan son derece ümitsiz demektir. İbn Abbas'a
dayanan rivayetlere göre İblis'in adı Azâzil olup kendisi meleklerin en
şereflisi bulunuyordu. Cennetin muhafızı olduklarından cin denen bir
melek grubunun başkanı idi. Bilgisinin çoklu ğundan dolayı kendisine
kibir ve gurur geldi. Kendisi en yak ın göğün ve dünyanın sultan idi.'

Cennetin, gözden sakh, girift a ğaçlı bahçe anlamına geldiğini daha


önce söylemiştik. Cennet, dünyadan sonra varılacak ebedi bahçenin de
adıdı r. Acaba Âdem'in yarat ıldığı cennet, yeryüzü cenneti midir, yeksa
ebedi cennet midir sorusu bilginler aras ında ihtilâf konusudur. Adem'in
yaratıldığı cennetin Filistinde yahut Fâtis ile Kirman aras ında bir yer
olduğu ileri sürülmüş , , Âdemin cennetten ini şi de, buradan Hindistan'a
nakledili şidir, denilmiştir. Adem'in yeryüzünde yarat ıldığı , âyetlerin
kesin ifadesidir. Demek ki Âdem düny'adaki bahçelerden birinde yara-
tılmıştır. Yukarıda Âdem'in cennette yarat ıldığını anlatan âyetlerde
onun, gö ğe yükseltildi ğinden söz edilmemi ştir. Ayrıca Adem, ebedi
cennette bulunsayd ı , oradan çıkılmaz idi.
Adem'in dünyaya inişini, yeryüzünde ortaya ç ıkışı şeklinde k-,nla-
mak akla ve nakle daha uygundur. el-Cennet, âhirette mii'minlerin varaca-
ğı mükâfat yurdudur ki halen mevcuttur, fakat dünyada gözden gizlidir.
Adem'in cennette yarat ılması , onun ruhâni halini tasvir edebilir. Hamdi

1 Aynı
Cüz' 1, Sure:, 2 59

Yazır şöyle diyor: "Nefs-i nât ıka-i Adem'in bütün kuvve-i kemaliyyesi-
ni haiz olarak maddeye ilk taalluku, ba şka deyişle ilk Adem hücreci-
ğinin teşekkülü ve ondan zevcinin dallanmas ıdır. Muhyiddin-i Arabrnin
ta'birine göre ruhun tabiata ilk tevdiidir."'
Eğer Âdem'in bulunduğu cennet, tıuld (ebedi) cennet olsayd ı, orada
zaten ebediyyet içide bulundu ğundan, Âdem'in ebediyyet aramas ına
lüzum yoktu. Halbuki Adem, ebediyyete ermek için yasak a ğacın mey-
vasından yemiştir. E ğer bu cennet ebedi cennet olsayd ı , ondan çıkılmaz
ve şeytan oraya giremezdi, orada günah i şlenmezdi. Çünkü Kur'ân'da
cennet, do ğru hareket edenlerin, ne saçmalamaya, ne de günaha sok-
mayan bir kadehten i ştahla içecekleri yer olarak nitelendiril ınektedir.2
şlenmez. Halbuki Âdem'in bulundu ğuDemkibdcntgüah
cennette günah i şlenmiş, Allah'ın emrine kar şı gelinmiştir. Başka bir
ayet ise Âdem'in bulundu ğu ilk cennet: "Sen orada acLkmayacaks ı,n ve
sen orada susamayacaksı n" 3 şeklinde, acıkma ve susamanın olmadığı
bir yer olarak tasvir edilmektedir. Muhammed Ikbal, bu âyetlerden şu
sonuca varmaktadır: "Kur'ân' ın Adem hikâyesindeki cennet, insan ın,
pratik olarak çevresiyle münasebet kuramad ığı , dolarsiyle ferdi ihti-
yaçları hissetmediği bir durumu gösterir. Insan ın bu ihtiyaçları hisset-
mesi, insan kültürünün ba şlangıç noktasını işaretler. Demek ki Adem'in
cennetten inmesi hikâyesinin, insan ın bu gezegende ilk kez görünmesiyle
bir ilgisi yoktur. Bunun gayesi, insanın içgüdüye bağlı istekten, itaat
ve isyana kabiliyetli, bilinçli iste ğe, irade hiirriyetine, yani insan benli-
gine kavuşmasını anlatmaktır "4
" Şu ağaca yaklaş may ın, yoksa zalimlerden olursunuz": Zulüm,
haddi aşıp bir hakkı, asıl yerinden ba şka bir yere koymak demektir.
Yüce Allah, Âdem'e hürriyet vermi ş , fakat bu hürriyeti s ınırlamıştı . O
sınırı geçmekle haksızlık etmiş olaca ğı kendisine bildirilmi şti. Kendisine
cennette serbestlik verilmi ş , açlık; susuzluk duymamas ı , dünya dert-
leriyle tasalanmamas ı için bir ağaca yakla ş maması emredilmi şti.
Bu ağacın bugday, üzüm, incir olduğu hakkında rivayet vardır.
Bazı bilginlerin kanaatine göre bu a ğ aç burada sembolik bir anlam ta-
şnnaktadır, cinsel birle şmeden kinayedir. Çünkü bu birle ş me ile insan,
tıpkı ağaç gibi dallanır, ürer. Hıristiyanlara göre de bu a ğaç, kadınla
erke ğin cinsel münasebetinden kinayedir. Tabii bu, sadece bir görü ştür.

1 Hak Dini Kur'an Dili, I. 322


2 Tur Suresi: 23
3 Taha Süresi: 118-119
4 SIR M. IQBAL, The Reconstruction of Religious Thought in Islam, s. 85
60 Bakara Suresi

Bu ağacın hakikatini biz belirleyemeyiz. Her ne suretle olursa olsun


Âdem o a ğaçtan yemekle ebedi ya ş ama özelliğine kavuşmak istemi şti.
Fakat onu yemekle g ıdaya ihtiyacı olmayan, açlık ve susuzluk duyma-
yan o cennet hayat ından ayrılmak zorunda kald ı . Içine bu fikri atan da
şeytan idi. Şeytan Aden'in içine dünya sevgisini attı , ona dünyada
ebedi kalma arzusunu fısıldadı . Adem de onun i ğvasiyle yasak a ğaca
yakla ştı, cinsiyyet a ğacından yedi. Böylece hiçbir ızdırap ve tasa duy-
madığı ilk hayatı ndan, maddi — be şeri hayatına indi.
Bu âyetten anlad ığı mıza göre insanın kökü, ferdiyetinin sonlu ol-
duğunu görmü ş , bu eksikliğini cinsel üreme ile telafı edip ferden olmasa
da toplum halinde ebedi ya ş amanın yolunu aramış , hayatını , kendinden
üreyecek nesillerde sürdürmek istemi ştir. Nitekim a ğacın meyvasmı,
kadını n erke ğe ikram etmesinde de bu anlam sakl ı olsa gerektir.

İ mdi Adem, hiçbir ihtiyaç hissetmedi ği ilk hayatından, ihtiyaç-


larla dolu be şer' hayat ına inince Rabbinden birtak ım kelimeler ö ğrendi,
yani içine birtakım 'sözler do ğdu. Onlara göre hareket etti, onlarla ek-
sikliğini bilip Kendisi de, e şi de: "Rabbimiz, biz kendimize yaz ık ettik,
eğer bizi affetmezsen ziyana u ğrayanlardan oluruz" dedi. Rabbi de onun
tevbesini kabul buyurdu. Zira o, çok şefkatli, çok merhametlidh.
Demek ki Âdem, cennet hayat ından inmekle beraber o ruhani
hayatından 'tamamen de ilgisini kesmedi. Kendisine verilen akl ına Al-
lah'tan birtakım bilgiler do ğdu. Ş eytamn yolundan ayrılıp Hakk'a yö-
nehrtek, yarat ılışına uygun yola dönmek gerekti ğini anladı . Hakk'a
yönelince de Allah' ın affına mazhar oldu, yine manen yükseldi. İşte
insanda hem ruhaniyyet, hem de mâddiyet vard ır. İnsanın asıl ağır
tarafı , ruhâniyyetidir. İnsan be şeriyyet gere ği bir hatâ i şlerse hemen
ruhaniyyetine dönmeli, Hakk'a yönelmelidir ki tamamen şeytanlaş-
masın, teybe edip Hakk' ın rahmetine yakla şsın.
Adem'in dünyaya inmesiyle Hakk' ın ezdi karar ı ortaya çıkmıştır:
İnsan şu dünyada, beşeri hayatı içinde devam edecektir. Bu hayat için-
de zaman zaman insan ın nefs tarafına sapmalarını düzeltmek, nefsi
Hakk'ın emirleri çizgisine getirmek için insana yol gösteren peygamber-
ler gelecektir. Kimler o Hak hidayetine uyarlarsa onlara korku olma-
yacak, onlar asla üzülmeyeceklerdir. Ama kimler de inkâr edip Allah' ın
âyetlerini yalanlarlarsa onlar da ş eytanın yolunda kalacaklar, ate şin
halkı olacaklard ır.
İşte bu ayetlerde kısaca Âdem'in yarat ılışı anlatılmaktadır. So-
nunda da "Hepiniz oradan inip" denilmektedir. Böylece hitap, yaln ız
Cüz' 1, Sure: 2 61

Adem'e de ğil, bütün çocuklar ına, soyuna yöneltilmektedir. Gerçi Âdem


cennetten ç ıkarıbrken nesli, görünürde henüz mevcut de ğildi ama,
bilkuvve onun belinde vard ı . Ağacı n çekirdekte varb ğı gibi Âdem ev-
lâdı da bir kuvve olarak kendisinde vard ı . Ve Adem'le beraber, bütün
soyu da kuvve olarak dünyaya (be şeri hayata) inmi ş oldu. Şimdi kim
babası Adem'in yaptığı gibi şeytanın yolunda gitmekte ısrar etmez de
Hak yoluna dönerse Allah' ın rahmetine erer, cennete girer. Ama kim
şeytamn yolundan ayr ılmazsa onun da varaca ğı yer, ate ştir.
Ad em'in yarat ılışı , başka yerlerde de anlat ılmaktadır. Kur'ân' ın
ifadesine göre tüm insanlığın babası Âdem'dir. Bütün insanlık bir kök-
ten gelmi ş , sonra çe şitli gruplara ar ılmıştır. Yine Kur'ân.' ın ifadesine
gre Adem'in yarat ılışı , çeşitli merhaleler geçirmi ştir. Adem, bu merha-
lelerden geçirilerek seçilmi ş , beşeri ve ma'nevi yeteneklerini kazanarak
şerefli bir yarat ık olmuştur. İnsanın bir evrim geçirdi ğinde şüphe yok-
tur. Fakat bu evrim, tamamen kendi kökünden gelen bir evrin ıdir, bir
hayvanın ılgunlaş arak insan olmasa şeklinde bir evrim de ğildir. Çünkü
tabiatta türler sabittir, de ğişmez. Hiçbir tavuğun yumurtasından ku ş
olmaz, arslanı n yavrusu'köpek olmaz, has ılı her hayvan, Allah' ın koy-
duğu bir kanun ile kendi cinsini korumaktadı r. E ğer maymun evrimle şip
insan olsaydı, sürekli olarak maymunlar ı n evrimleşip insan olmaları
gerekirdi. Insanlı k tarihinin ba şlangıcından beri hiçbir maymunun in-
san olduğu görülmemiştir. İnsan, maymunun insan olabildi ğini tecrü-
besiyle ispat edemediğine, hayvan cinsinin ba şka hayvanlara de ğişme-
diği de ispat edilmi ş bir kanun olduğuna göre sadece bir ak ıl yürütme
ile insamn maymundan türedi ğini söylemek, ilmi olmaktan uzakt ır.
İnsanın maymundan geldi ği tecrübe ile sabit olmadığı gibi ilmen de
doğru de ğildir." Vahiy ise bize insanların maymunluğa tenezzülü (ini şi)
hakkında bazı ihtarlarda bulunuyorsa da aksini haber vermiyor."'
Buradaki âyetlerin ihtiva etti ği hikmetler:
Bu âyetlerin ihtiva etti ği hikmetleri de şöyle sıralayabiliriz:
1) Allah, yaratt ığı şeylerin hikmetinden, kullarunn anlayamad ık-
ları şeyleri sormalarma razı olur. Soru, sözle , olabildiği gibi hal diliyle de
olabilir. Kendini ara ştırmaya vermek, akıl yürütmek, Allah'ın ilhamma
mazhar olmak gibi yollarla Allah' ın bilgi hazinesinden ilim elde edile-
bilir. Belki de meleklerin, ilim sahibi olmak için bizim bilmedi ğimiz bir
yöntemleri vard ır. Burada meleklerin sormasun, bu yönteme, hamlet-
memiz mümkündür.

1 Hak Dini, Kur'an Dili, I. 331


62 Bakara Suresi

2) Meleklerin dahi bilmedikleri Ilahi s ırlar olursa elbette bizim bil-


medi ğimiz ilâhi sırlar da olacakt ır. İnsanın, tüm yaratma esrar ını çöz-
mesi mümkün de ğildir.
3) Halife sözüyle insan o ğlunun mertebesi belirtilmi ştir. İnsan
oğlu, yeryüzünde Allah'ın halifesi oldu ğundan, melekler Allah'a secde
ettikleri gibi insan o ğluna da secde etmi ş , ona boyun e ğmişlerdir. Al-
lah' ın verdi ği bu ş eref ve ikrama kar şı insan o ğlunun da şükretmesi,
Yarat ıcısı na kulluktan geri durmamas ı gerekir.

4) Âdemi'n teybe edip, günahmın affedildi ğini bildiren 37 nci


âyet ise çok önemli bir konuya iş aret etmektedir: H ırıstiyanhğa göre
Âdem'in i şlediği bu suç, evlâdmda devam ede ede, isâ'ya kadar gelmi ş ,
nihayet Allah, insanlığı bu suçtan kurtarmak için bir insan şekline bil-
rünüp bir kadının karnına girmiş , sonra insan olarak Isâ şeklinde dün-
yaya gelmiş , nihayet kendisini feda edip ast ırmak suretiyle insanlığı
bu ezeli günahından kurtarmıştır. I şte 37 nci âyet, Âdem'in, i şlediği
suçtan affedilmi ş olduğunu belirtmek suretiyle bütün insanl ığın, ezdi
suçtan sorumlu olmad ığını , bu düşüncenin yanlış olduğunu beyan et-
mektedir. Hâ ş â Allah, hiç kimseyi ba şkasının suçundan sorumlu tutmaz.
Kaldı ki Âdem'in i şledi ği hatâ, görünü şte suç ise de gerçekte Allah' ın
iradesinin bir gere ğidir. Zira Allah, yeryüzünde halife yaratmay ı dile-
miş ti. Bu halifenin, yeryüzünde hükümran olabilmesi için bu dünyaya
inmesi gerekir. Bu da i şte o hatânın işlenmesine ba ğlıdır. O hatâ, insa-
nın yeryiizüne inmesi için bir sebeptir. Kald ı ki izah etti ğimiz üzere
âyet, mecazi anlam da ta şıyabilir.

(f
* ),..);;;JG J

crji li.;)_<:7 A Cl
Sri ‘) jQL.

- ,.)11_.L.fi (t Y') ■"..5


• -J •e - J- 1 1'
C,;;
- *0-31:.aJ ı ; J ( tt ) -•
U .1wW.
Cılz) 1, Sure: 2 63

o 5 ;;; -t , o .'.., ...... , ............, .9 o . 3, "ı 1. ... -!...9,..... ... .Z,,... ( , n ).-. . , ,..... Ot, .." 1."
4.. 4...; / J 4 -, 4-.),..) I.,-9 )'1/4 ,4 ..4,.; I (:) ..,.."144J y :1..) I ■`• ''' .1 (..;-^5.41.->ı.J1 j.P

_ (.3. . . . ı.., . ,. 5-
.53- 31 - se j
. ., .9 o ..
.5 I
...• ,...
J.....—il J
O
.,..., _ (.5.*-. ±. L,.- (E ') - •,. ) j..._,:-
i 1 -j °3 ı
4—.
5
„j _ _ j
i ;2 5 (t v ) „...-i."1 _.,..Iı -‘.j.." ° s,_ ...._
'..° 15.; _JI' —
- ....9 ° Ç "S,_,Ip ' ° -- ° .'i
,,- .. ı......-4-stJ

... o .9 "• o, o o o -o „

(t ,),p 09 09 ,ı5, o o .9 09
t,İ6

40- Ey İsrailoğulları, size verdi ğim nimetimi hat ırlayın, bana ver-
diğiniz sözü tutun ki, ben de size verdi ğim sözü tutay ım ; (başkasından
değil), sadece benden korkan! 41- Sizin yan ı nızda bulunan], doğrulayıcı
olarak indirmiş bulunduğum (Kur'ân)a inanın ve onu ilk inkür eden siz
olmay ın ; benim âyetlerimi birkaç paraya satmayın ve benden sak ının.
42- Bile bile gerçeği bâtılla bulayıp hakk ı gizlemeyin. 43- Namaz ı k ılın,
zeküt ı verin, rüldi' edenlerle (Allah' ın huzurunda e ğilenlerle) beraber eği-
lin. 44- Siz, kitüln okudu ğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi
unutuyor musunuz? Akl ınızı kullanm ıyor musunuz? 45- Sabırla, namazla
(Allah'tan) yardı m dileyin, şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden
başkasına ağır gelir. 46- (Allah'a sayg ılı olanlar), Rablerine kavuşacak-
larını (gözetir) ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler.i 47- Ey ısrailoğul-
ları, size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün k ıldığım ı hatırlayı n.
48- Ve öyle bir günden korkan ki, o gün hiç kimse kimsenin cezas ını çek-
mez, kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez, kimseden fidye
de ahnmaz ve onlara hiçbir yardım yap ılmaz.

Tefsir :

40-48: Bu ayetler, Yahudilerin İ slama kar şı tutum ve davranışları -


nı anlatan ayetler dizisinin ilk halkas ını te şkil eder. Islam dini, Medine'de
yayılmaya başladığı zaman onun en amans ız düşmanı Yahudiler oldu.
Bunlar, Medine'deki münafıkları kışkırtıyor, onları islamın aleyhinde
davranışlara te şvik ediyorlardı . Yahudiler, Medine'den sürgün edilin-
ceye kadar gizli ve aç ık düş manhklarını devam ettirdiler. Bu yüzden
zaman zaman bunlar ın tutumlarını yeren, daha önce kendi pey ğamber-
lerinin de sözlerini dinlemediklerini bildiren ayetler indi. Kur'ân- ı Ke-
rim"de hayat hikayeleri en çok anlat ılan toplum, Yahudi toplumudur.
Bunun sebebi, onların durmadan İ slama karşı tuzak kurmaları olmuştur.

1 bn Mes'nd mushafinda yezunnun yerine yaclemiin yazıldığından bu anlamı tercih ettik.


64 Bakara Soresi

Allah'ın Resulii Medine'ye geldiği zaman Yahudileri İslama davet


etti. Fakat Yahudiler beklediler. Amaçlar ı , Hz. Muhammed(s.a.v.)in
liderliğinde Araplara hakim olmak, sonra da cihan hakimiyeti kurmak
idi. Ama Hz. Muhammed'in, kendilerinin milli arzularına alet olmaya-
cağını anlayınca onun ve Islamın en yaman dü ş manı oldular.
İ srail O ğulları kimlerdir ?
İsrail, kelime itibariyle Allah' ın kulu anlamına gelir. Hz. Ya'kub'un
unvanıdır. Onun, Allah' ın halis kulu oldu ğunu belirtir. İsrailo ğulları,
Hz. Ya'kubun soyundan gelen kimselerdir. Hicaz Yahudilerinin, yahudi-
le şmiş Arap kabileleri oldu ğunu söyleyenler vard ır. Fakat bu görü ş ,
doğru olmasa gerek. Eldeki deliller, bu Yahudilerin, Filistin'den Hicaz'a
göçmüş İsrail o ğulları olduğunu göstermektedir. Bir kere Kur'ân- ı Ke-
rim, onlara İ srail o ğulları diye hitabetmektedir. Araplar, İsrail o ğlu de-
ğildir. Gerçi Yahudilerden bir k ısmı Arap ismi ta şır, fakat bunların
babalarının adı ibrânidir. Mesela `Abdullah ibn şurya, Rifaca ibn Zeyd
ibn Tabut, Sagebe ibn ş a`ya, Numan ibn Açlâ, Useyr ibn Zârim, Finha ş ,
ş as, Sagebe ibn Liftyon, Senana ibn Mi şkem, Uzeyz, Zeyd ibn el- La şit.'
Ayrıca bunlar, kendi aralar ında ibrânice konu şurlardı . İbn Sa'd'ın,
Tabakat' ı nda anlattığına göre Hz. Pey ğamber (s.a.v.) Ebu Râfi' Ebul-
1-1ukayk' ı vurmak için düzenledi ği seriyye (küçük sava ş) ye Abdullah ibn
Atiyk'i kumandan yapmıştı . Çünkü Abdullah, azıcık ibranice konu ş-
masını bilirdi. Aynı zamanda Hz. Peyğamber (s.a.v.), Zeyd ibn Sabit'e
ibranice ö ğrenmesini emretmi şti. Bütün bunlar, Hicaz Yahudilerinin,
İ srail Oğulları olduklarını gösterir. Belki aralar ında Yahudile şmiş Arap-
lar da vardı ama esas itibariyle bu kabileler, bu bölgeye göç etmi ş İ srail
o ğullarından idiler.
Mil:adi 70 yılında Romahlar, Yahudileri kırıp geçirmi ş , sağ kalanlar
da dünyanın çeşitli yerlerine da ğılnuşlardı . Demek ki Hicaz bölgesi
Yahudileri de MilMm birinci ve ikinci as ırlarında Yek-ib'e (Medine'ye)
geldiler, bunlardan bir k ısmı da Şam—Ye'grib yolu üzerinde bulunan
- Rura'ya, Fedek'e, Teyma'ya yerle ştiler. Oralarda oturan
Araplara, Araplar ın Ismail soyundan, kendilerinin de İ shak soyundan
geldiklerini, her ikisinin de Hz. İbrahim'in o ğlu olduğunu, bundan dolayı
kendileriyle Arapların amcazade olduklar ını söylemek suretiyle onlardan
iyi muamele gördüler. Filistin'de çiftçilik ve ticaretle u ğra ş an bu adam-
lar, Hicaz'daki topraklar ı işledikleri gibi ticaret ve tefecilik yaparak da
zengin oldular.
1 İbn Hişâm, es-Siretu'n - Nebeviyye, III, 160 - 161, M ısır, 1355/1936; İbn KIM, at-Ta-
baktıtu'l-Kubrâ, III. 135
Cüz' 1, Sure: 2 65

Yahudilik, Miladi be şinci asırda Hicaz'dan Yemen'e geçti. Baz ı


Himyer kıralları ve kabileleri de Yahudi dinine girdiler. Fakat Habe ş
istilası sonunda Yahudilik Yemenden silindi. Hz. Peygamber ve Dört
Halife devrinde Yemen'de Yahudi bulundu ğuna dair bir kayıt yoktur.
Yahudilere hitabeden, onlar ın davranışlarını anlatan yukarıdaki
ayetler, müslümanlara . baz ı dersler vermektedir. Şöyle ki:
Allah'ın nimetini hatırlayıp şükretmek, verilen sözde durmak, pey-
ğambere ve Kur'ân'a inanmak, söyledi ği sözü önce kendisine tatbik
etmek, başkalarına öğüt verirken kendisi yasak k ılınan şeyleri yap-
mamak, Allah'ın huzurunda e ğilen cemaate kat ılıp onlarla beraber
namaz kılmak, sabır ve namaz ile Allah'tan yard ım dilemek lazımdır.
Yüce Allah, Yahudilere: ".Kur'ân'i ilk inkar eden siz olmay ın" de-
mektedir. Oysa Kur'ân' ı ilk inkar edenler, Yahudiler de ğil, müşrikler
idi. Buratla kasdedilen, Medine devridir. Medine devrinde Kur'ân' ın,
karşısına ilk çıkanlar, kitap ehli olan Yahudiler olmu ştur. Yahudiler,
Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in gerçek pey ğamber ve Kur'ân'ın da ilahi bir
kitap olduğunu bile bile inkâra kalkmışlardır. Yüce Allah, onlara diyor
ki:
Ey İsrail Oğıılları ;siz, Hz. Muhammed'in pey ğamber olduğunu bili-
yordunuz, hattâ o geldiği zaman `onunla birleşip başka millertlere hakim
olacagınızı söylüyordunuz. O gelmezden önce gelece ğini müjdelerken
o gelince Medine'de onu ilk inkar eden, siz olmayın.
"Allah' ın âyetlerini birkaç paraya, satmak" tabirine gelince burada
yahudilerin bile Dile hakk ı gizlediklerine iş aret edilmektedir. Yahudi bil-
ginleri, Tevrat'ta, Son Zamanda gelecek peygamberin vas ıflarını görmüş-
ler, Hz. Muhammed'in, Tevrat'ta gelece ği haber verilen Son Zaman pey-
gamberi olduğunu anlamışlardı . Fakat ona inandıkları takdirde rütbeleri-
nin elden gidece ğini, menfaatlerinin zedelenece ğini düşündükleri için onu
inkâr ettiler, "Bu, Tevrat'ta haber verilen pey ğamber de ğildir" dediler.
Hatta tarihi kayıtlara göre onlar, Tevrat'ta Hz. Muhammed'in vas ıf-
ların' anlatan âyetleri gizlediler, de ğiştirdiler, hazan da onlar ı kasden
yanlış biçimde yorumlad ılar. Böylece Allah'ın, ayetlelini birkaç para,
azıcık dünya menfaati kar şılığında satmış oldular. İşte Allah'ın ayet-,
lerini satmak, dünya menfaati için onlar ı yanlış yorumlamak veya de-
ğiştirmek, bozmak demektir.
Her çağda mevki ve menfaat için dini, bile bile yanlış yoruırdayan.-
lar, dinin gerçeklerini gizleyenler vard ır. Bir mevki elde edebilmek veya
mevkiini koruyabilmek için âyetleri, iktidardaki idarecilerin ho şuna
66 Bakara Suresi

gidecek biçimde yorumlayan, icab ında haram olan bir şeyi helal gösteren,
üç beş kuruşluk menfaat kar şılığında dinlerini satan sözde din adamlar ı
vardır. İşte Kur'an böylelerine ihtar ediyor, "Birkaç para için Allah'ın
âyetlerini satmayın" diyor. Zira dünya geçicidir. Bu geciçi hayat bitip
de ruh, âhirete do ğunca dinini verip dünyayı alan adamlar, aslında
cevher verip, vücudunu yakacak ate ş satın aldıklarını , kendi elleriyle
kendilerini ate şe attıklarını anlarlar ama o zaman i ş işten geçmiş olur.
Bazı bilginler, bu âyete dayanarak Kur'an ö ğretme kar şılığında
para alınamayacağını ileri sürmüşlerse de bu do ğru değildir. Herkes
uğra ştığı iş karşılığında bir ücret al ır. Bilginlerin ço ğunluğu bu kanaat-
tedir. Buhari'deki bir hadiste bunun caiz ,oldu ğu şöylece beyan edil-
mektedir: " Ald ığınız en güzel ücret, Allah'
ın kitabı(nı öğretme) karşılığı nda aldığınız ücrettir."' Öğretim kar-
şılığında alınan ücret, ki şinin harcadığı çaba ve vaktin kar şılığıdır.
Burada kar şılıklı menfaat vardır. Öğrenci öğrenmekte, ö ğretmen de
çabası karşılığında ücret almaktadır. Bu, Allah'ın âyetlerini satmak de-
mek değildir. Allah'ın âyetlerini satmak, bile bile menfaat için onlar ı
tahrif etmek, manas ını gizlemek, yanlış yorumlamak, has ılı, hakkı giz-
lemektir. Kur'ân ö ğretmede hakkı gizlemek veya de ğiştirmek diye bir
şey stiZ konusu de ğildir. Bilakis Hak öğretilmiş olur. Elbette bu meslek,
mübarek bir meslektir. Ama bu, ö ğretim için böyledir. Dini görevleri
yapma kar şılığında yine ücret alınır. Fakat yalnız Kur'ân okuma kar şılı-
ğında para alınmaz. Ahnan para, okunan Kur'ân' ın kar şılığı değil, har-
canan vaktin kar şılığıdır. Harcanan vakit için bir miktar para al ınabilir,
Yoksa Kur'ân' ın değeri biçilmez. Para ile Kur'an okumay ı meslek edin-
mek doğru de ğildir.
Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde Medi-
ne'deki Yahudi hahamlar ından bazıları , kendilerine gizlice gelip Hz.
Muhammed hakkında ne dersin diye soranlara, do ğrudur, derler, Al-
lah'ın Resnlüne uymayı emrederlermi ş . Fakat kendileri, cemaatlerinden
ellerine geçen hediyelerden, vergilerden mahrum kalmak endi şesiyle
Peyğambere tabi olmazlarm ış . Bazıları da sadaka veriniz diye emreder,
kendileri vermezlermi ş . Diğer bazıları da Allah'a itaat ediniz, âsi ol-
maynuz, namaz kıhnız, rükü ediniz derler, fakat kendileri bu sözlerini
tutmazlarmış . İşte Cenabı Hak, başkalarına iyiliği emredip sözlerini
kendileri tutmayan kimseleri uyarmaktad ır. İnsanın sözünün etkili
olabilmesi için önce kendisinin o söze uymas ı gerekir. Asıl öğüt,
insanın sözden çok hareketleriyle, davram şlaı iyle verdiği Sğüttür.
1 Butıiırl, Ictıre, 16 ,
aiz): 1, Sure: 2 67

Başkalarına iyiliği emredip kendileri yapmayan insanlar ı uyaran


çeşitli hadisler vardır. İbn Hanbel, Müsned'inde şu hadisi ı ivayet et-
miştir: "Mi'rac'a çıkarıldığtm gece, dudakları, ateşten makas/al-la kesilen
bir topluluğun yanına geldim. Bunlar kimdir, diye sordum. Dediler ki
Bunlar, dünyada insanlara iyiliği emredip kendilerini unutan, ümmetinin
hatipleridir."' Yine hem Buhâri ve Müslim'de, hem de Müsned'de yer
alan bir hadiste şöyle buyınulmuştur: "Kıyamet günü adam getirilir,
barsaklarına işleyen ateşin şiddetinden değirmen etrafında dönen mer -
kep gibi k ıvranıp döner. Ate ş halkının hayali, onun karşısına çıkıp
ona : Ey falan sana ne oldu, sen bize iyiliğ i emreder, bizi kötülükten menet-
mez miydin? derler. Evet, der, ben size iyili ği emrederdim ama kendim
yapmazdım, sizi kötülükden menederim ama kendim yapard ım. " 2
45 nci ayet, sab ır ve namaz ile Allah'tan yard ım istemeyi emret-
mektedir. Gerçekten sab ır, çok acı olayları tatlı sonuca bağlar. İnsan
ruhunu dayanıklı yapar. İnsanın başı sıkıldığı zaman ibadete sar ılırsa
ruhu açılır. Peygamberimiz (s.a.v.) de bir dert, bir ızdırap zamanında
namaz kılmayı tavsiye etmi ştir. Öyle ya insan sıkıldığı zaman huzur
ile bir abdest ald ı mı ferahhk duyar. Rabbinin divamna durup i şini
O'na havale etti mi gönlü ferahlar. Ama bu, inkarc ılara, münafıklara
zor gelir. Fakat Allah'a inanan, O'ndan korkanlar, her zaman O'na
yönelirler, yardımı O'ndan beklerler. Çünkü onlar, sonunda Allah'a
döneceklerini bilirler, dünyada her olay ile smanmakta olduklar ını
anlarlar.
Son ayette de Cenab ı. Allah, tekrar İsrail Okullarma verdi ği nimeti,
bir zamanlar kendilerini âlemlere üstün, di ğer 'milletlere hakim kıldığını
hatırlamalarmı ve kâfirlere hiçbir iltimasm yap ılmayacakı kıyamet
gününden korkmalar ım bildirmektedir. Bu ayetlerde, İsrail O ğullarma
nimet vermi ş olduğuna, bir zamanlar onlar ı diğer milletlere hakim yap
tığına kısaca i şaret buyurmu ştur. Şimdi yüce Allah, bu söylediği özeti
açmak için İ srail Oğulları= hayatından yeni sahneler anlatma ğa baş-
layarak buyuruyor ki:

• -
L",„11
A o
e •
9 A
j -.9. ,y
„(...1
0. ,-

(,)

„ -
j. j ...• °.5 - o e .I
- ...

1 İbn Kedi., I. 8
2 Aynı
68 Bakara Suresi

t .. A ....5. .-. _ ... 0 , 0 ...


°• -i;
,

(5"-4-4 G L.-. i J - ,) i ‘.° . , C.) i .7 c:) .°;,p


.i -J T C.,_
<'
.)j51. CI; *e5 °;-i
- . . . , ...o ..",°;)_. ° L,• . „. -S „.. .3I 3Ç3 -°_:(;-__,'.1. ": 3 %-1°-1 -. . , - ° -Î
- ..J . _ ...J - ...- LJA.-1,..„) i

L,...).ÇN),.1... " °e__''._1: ._1 - , .'11. --* _-k...A...J.


( ") .' . ° - °,..,._.. '‘'...<-.....P
* Ü 7..LP
.. 5 ...t (° N)
e
°.• 1, (o r) - .)35-.C...:.4.:7 *çr'_'_);_*:1 "c.)Ci*J211 - .....) l:::_-_;T *.5, .j
-J ",...A::_ e_11 ,9,,
o 5
j' :5:5C;L:7L, * ,. 1 °Ç. '° ..-1-
'_,S,:,...2" - i; ...‹.:«J
°' ı ,.....9-- ı-, ;
4_; - 5-, -JC;
, J-- ;i_i...9"
ııto,
e o 1, ,,,,,.
e o ..A,.., 9.0 ... o3 , „ , 5 3, .... o o
)..,.....›:- 5■_1.3 , ...._.......4..) I ı ...b..ffl ıJ
5
e- Zo. .. , ro r. .0
e 5
AA
...J

5 :.; o 5 o -
$3

... o -A
(° O b .,_...yl ı ,.,1_,_d ı I : 4.; ı , ,,......i:p
‹ ",..,1":: i ‘ S,J. G --f. P * 3 .1
- - I - •-- e- - ) • -': e-
ö .j_4a. .ı.k11 (5 j..; ,s.:...'s.- ,,..I.I c)./.°3_; I". 1 <;„9... l. ,_;_1.; l _,
. . 5....„... o ... '';
4. 9. ( 'N .. • .0,. 0 . .... • .0 • • ••••t ı 5 ..... ,- ,
ı...,„....- - • f .....
•A
(J: çd,
5 1._:,'
...::::•_3 A - 7 k ° ° ,,, (.) i .."-- . - ..-J A-: - .$ I , 4_.41.....27
- I 4-)..1
- ,..k..›.- I-9
. I I ... I
s .s ,• -., o 9 -;,..- -, o 3. o -. o ...
( ° .1 ) - -

Sizi Fir'avn âilesinden kurtarmıştık,, (onlar) size anib ın en kö-


49 -

tüsünü reva görüyor, ogullarınızı boğazlayıp, kadınlarının sağ bırakıyor-


lardı ve bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vard ı . 50 Sizin -

için, denizi yarm ıştık, sizi kurtarm ış ve Fir'avn âilesini boğ muştuk ; siz de
bunu görüyordunuz. 51 Musa ile k ırk gece için sözle ş mi ştik, sonra siz
-

onun ardından buzaglyı (tanrı) edinmi ştiniz, (kendinize böylece) zulme-


diyordunuz. 5- Bundan sonra da yine belki şükredersiniz diye sizi affet-
mistik. 53 Yola gelesiniz diye Musa'ya kitap ve furkan (gerçekle bat ılı
-

birbirinden ayıran ölçü) vermi ştik. 54 Musa, kavmine demi şti ki : "Ey -

kavmim, sizler buzag ıy ı (tanrı) edinmekle kendinize zul ınettiniz ; gelin


Yarat ıcınıza teybe edin de nefisleriniz(in kötü duyguların) ı, iildürünl. Bu.
Yaratıcanız kat ında sizin için daha iyidir. (Bu suretle O), sizin tevbenizi
kabul buyurmu ş olur. Çünkü O, öyle bagış layıcı, öyle merhametlidir. 55 -
Bir zaman da : "Ey Milsâ, biz Allah' ı açıkça görmedikçe sana inanmay ız",
demi ştiniz de derhal sizi y ıldırım çarpmıştı ; siz de bunu görüyordunuz.
56 Sonra belki şükredersiniz diye, sizi ölümünüzün ard ından tekrar di-
-

riltmiştik.
Tefsir:

49-56 : Fir'avn, Mısır kırallarının un‘ mıdır. Nasıl ki Habeş kıral-


larına Neeâ şi, Yemen kı rallar ına Tubbac, Iran kırallarına Kisrâ, Bi-

1 Yahut: içimizden buza ğıya tapanlar ı


Cüz' 1, Sure: 2 69

zans kırallarına Kayser veya Hirakl denirdi ise Mısır kırallarına da


Fircavn denirdi.
Mısır kıralı, korkunç bir ru'ya görmü ş . Rü'yasında Kudüs'ten
çıkan bir ate şin, kıptilerin yani Mısırhların evlerine girdi ğini, yalnız
İsrail Oğullarmın evlerine girmedi ğini görmüş . Bu ru'yanın., İsrail Oğul-
ları arasından çıkacak bir erkek eliyle saltanat ının yıkılacağına delâlet
ettiğini anlamış, bundan dolayı İ srail Okullarından, doğan erkek çocuk-
ların öldürülmesini emretmişti. Erkek çocuklar ı öldürtüyor, kızları sağ
bırakıyordu.' Böylece saltanat ım koruyaca ğım sanıyordu. Bundan ayrı
olarak da İ srail Okullarını çok ağır işlere koşuyordu. Aslında yüce Allah
İ srail okullarını bu olaylarla deniyor, sınavdan - geçiriyordu.
Neticede Fir'avn'ın tedbiri, Allah' ın takdirine engel olamad ı . İsrail
Okullarından binlerce çocuk öldürülmesine ra ğmen, yine onlar aras ında
doğan bir çocuk, annesi tarafından sandık içine konulup nehre atıldı .
Sandık içinde nehir boyunca gelen çocu ğu, Fir'avn'ın ailesi alıp evlâd
edindi. İşte bu çocuk Musa idi. Hz. Musa, Hz. İbrahim soyundan gelir.
Nesebi şöyle zikredilir: ibrâhim, - tak ı:4, - Ya(k ılb, - Lavi, Kâhis,
Yarsih, - (imxan, - Müsâ. Muhakkak ki Musa ile İbrahim arasında
daha birçok baba vard ır fakat bunlar en ünlüleri olabilir.
Fir'avn'ın elinde büyüyen Musa, sonunda pey ğamber oldu, İsrail
Okullarını Mısır'dan alıp Flistin'e götürmek istedi, Fir (avn ve adamları,
İsrail Okullarını yakalamak için onların ardına düştüler. Fakat Allah' ın
emriyle Musa, mu'cizeli asasiyle denize vurunca deniz ikiye ayr ıldı ,
Musa ve adamları geçtiler. Fircavn ve adamlar ı da denizde aç ılmış bu-
lunan yola girince deniz kapandı , böylece Fir"avn, ordusuyla birlikte
boğuldu. Bunlar, İsrail Oğullarına Allah'ın bir lûtfu idi. -Ama kendilerini
böylesine lütuflara mazhar k ılan Allah'a kar şı İsrail oğulları nankörlük
ettiler, Hz. Musa'n ın sağlığında dahi altundan yap ılmış buza ğıya tap-
tılar. Yani içlerini dünya ihtiras ı sardı . Dünyadan ba şka bir ş ey düşün-
mez oldular.
4.

Hz. Musa Aleyhisselarn, kavmini kurtar ıp Filistin'e getirdikten sonra


Tür-i Sinâ'ya çekilmiş , orada kırk gün kalıp gece gündüz ibadetle me ş-
gul olmuştu. Bu ibadet ile ruhi tekâmillünü tamamlamış , Allah'ın biz-
zat hitab ını işitmiş , kendisine Tevrat levhalar ı verilmişti. Fakat Hz.
Musa'nın Tur'da bulunduğu sırada toplumu, kuyumcu SamirPnin yap-
tığı altun buza ğıya taptı , Kavminden baz ıları Hz. Musa'nın vekil bırak-
tığı Hz. Harun'un sözünü dinleyip tevhidden ayr ılmamıştı ama diğer-

2 Kitabı mukaddes, Çıkış, Bab: 1, âyet 11-22 ye halimiz


70 Bakara Suresi

teri altun buza ğıya tapmışlard ı . Musa döndü ğü zaman kavminin bozu-
lup saptığmı gördü. "Haydi teybe edin, kendinizi öldürün" dedi. Bu ken-
dinizi öldürün tabiri üzerinde üç mana verilmi ştir:
1) İsrailo ğullarımn tevbesi, birbirini öldürmek şeklinde idi. Eline
kılıcı alan herkes, baba o ğul demeden rastlad ığnıı öldilrürdii°. Fakat
böyle bir halde geriye katillerden ba şkası kalmaz, toplum mahvolurdu.
2) İbn Abbas'a dayanan ikinci yoruma göre Hz. Musa, buza ğı ya
tap.anları Allah'ın emri veçhile oturtmu ş , tapmayanlar da ellerine han-
çerleri almışlar. Zifiri karanlık olunca bunlar birbirlerini öldürme ğe baş-
lamışlar. Nihayet karanl ık açılıncaya kadar yetmi ş bin kişi öldürülmü ş.
Öldüren de, öldürülen de affedilmi ş2 . Bu doğru ise şu anlamı yaşır: Top-
lum öylesine bozulmu ş ki çetin bir iç savaş başlanUş . Bu iç sava şta bir-
çok insan öldükten sonra nihayet bar ış olmuş , toplum düzelmiş .
3) Üçüncü mana ise tasavvufi manadır. Mutasavvıf müfessirlere
göre "Kendinizi öldürön" ifadesi daha derin bir mana ta şımaktadır.
Buradaki öldürmekten maksat, d ış vücudu öldürmek de ğil, nefsin şeh-
vetlerini, kötü duygular ını öldürmektir. Vücudu de ğil, nefsi, yani in-
sanın egosunu, bencilliğini öldürmektir. Nefis öldürülünce, onun kötü
duyguları yok edilince ruh düzelir, insan ruhu vesveselerden kurtulup
yücelir. İşte âyetin kasdı, insanı kötülüklere sevk eden baya ğı duyguları , ,
nefsialtgüçrödmeki.
Teybe ettikleri için Allah İ srail O ğullarını affetti. Fakat onlar ın
isyanı bununla bitmedi. Daha da ileri giderek Allah' ı açıkça görmek
istediler. Tefsirlerin nakline göre bu teybe olayından sonra Musa kav-
minden bazı insanlar, Allah' ın Musa ile konuşmasını duymak istemi şler.
O da imanları kuvvetlensin diye kavminin içinden yetmiş kişi seçip
Tur'a götürmü ş . Tur'da Hz. Musa'ya gelen vahyi gören bu adamlar:
"Hayır, biz Allah' ı açıkça görmedikçe sana inanmayız." demişler.
İnsanın Allah'ı görmesi mümkün de ğildir. Bu adamlar, muhal ulan
bir şeyi istemekle Alldh'ın gazabını hak etmişler. Kendilerini korkunç
bir ses yakalam ış , hepsi bu korkunç gürültünün tesiriyle bay ılıp, olduk-'
ları yere yığılmışlardır. Aslında ölmemişler ama ölü gibi yerinden kımıl-
dayamaz, bir şey anlayamaz duruma gelmi şler. "Siz bak ıyordunuz"
1 Kitabı Mukaddes, Çıkış, 33. btibın 27-28 nd Liyetleri, buzağıya tapanlar hakk ındaki
hükmü ş öyle açıklıyor: " İsrailin Allahı Rab şöyle dedi: Herkes &ham beline ku şansın ve
ordugâhto kapıdan kapıya dolaşsm ve herkes kendi karde şini ve herkes kendi arkada şını ve
herkes kendi komşusınıu öldürsün. Ve Levi o ğulları, Musa'nın söylediği gibi yaptılar ve o
kavimden üç bin adam kadar dü ştü."
2 İbn Kesir, I. 92
Cüz': 1, Süre: 2 71

cümlesi, bunların ölmediklerini gösterir. Demek ki korkunç gürültüye


yakalanınca öyle peri şan bir halde yığıhp kalmışlar ki bakıp durduk-
ları halde hareket edemiyorlarmış . Nihayet Hz. Musa'mn. Allah'a yal-
varması ile bu adamlar-tekrar normal durum.larma dönelürühnii şlerdir.
Bir kısı m müfessirlere göre de bunlar gerçekten ölmü şler, sonra
Allah, bunları diriltmiş . Bir rivayete göre de baz ıları ölmüşler, bazıları
de ölenlere bakıyormu ş . Sonra bakanlar ölmü ş , ötekiler diriltilmiş .
Bunlar çe şitli rivayetlerdir. Herhalde bunlar ın gerçekten ölmey ip, ölü
gibi bir hale düşmüş olmaları daha isabetli bir görü ş olsa gerektir. Do ğ-
rusunu Allah bilir.

e:. "(:■„ ıı
:;,:

1;;CS ğ‘54:1 C;;_,.:£1:, C.") C.


(a v) 'fi2;
-

57— Buluta üstünüze gölgelik çektik, size kudret helvas ı ve bildtreın


indirdik : "Size verdi ğimiz güzel r ız ıklardan yeyin" (dedik). -Ama onlar
bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlard ı .

Tefsir:

57- Bu ayette belirtildi ğine göre tih(çöl)de İsrail O ğullarımn üzerine


bir bulutla gölge yap ılmış ve ağaçlardan kendilerine bol bol reçineler
verilmi şti. Ali ibn Ebi Talha'nın İbn Abbas'tan nakletti ği tefsire göre
el- ınenn, ağaçlara inen, İ srail O ğulların ın beslendi ği gıda idi. Türkçeye
kudret helvası diye tercüme etti ğimiz el-menn'e çeşitli mânalax veril-
miştir. Katâde'ye göre bulunduklar ı yerde İsrail O ğullarının üzerine
inen kardan beyaz, baldan tatlı bir şey yağardı. Tan yerinin ağarmasiy-
le güneşin doğması arasında ya ğan bu gıdaya el-menn denmiştir. Sa-.
bahleyin herkes, bir günlük yiyece ğin alır, onunla ertesi güne kadar
idare ederdi.
Müfessirlerden kimi el-menn'i yemek, kimi de içilecek şey diye
tefsir etmi ştir. Ayetin ruhundan anla şılıyor ki el-merın, İsrail Oğul-
larına, çalışmadan, zahmet çekmeden verilen yiyecek ve içecelderdir. 1
ız bir tek çe şit gıda de ğildir. Zahmetsiz olarak kendilerine verilen Yaln
bütün gıdaların adıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): ;UI
1 İl n Kes2r, Tefsir, I. 95
72 Bakara Suresi

: Kem'e (mantar) menn'dendir, suyu göze şifadıı ."'


buyurmuştur.
Demek ki Cevab ı Hak, İ srail O ğullarına gökten bolluklar vermi ş ,
ağaçlardan akan reçineleri, üstlerinde uçan b ıldıremları kendilerine
rızık olarak ihsan etmi ş , onlara daha ba şka bereketler vermi şti.
Fakat onlar, bu nimetlerin de kadrini bilmemi ş , haksızlık etmiş , yoldan
sapmışlar. Ama do ğru yoldan sapmalarının zararı yine kendilerine
dokunmuş , haksı zhkları, kendilerini peri şan etmiş . Zira insanlar ın yap-
tıkları kötülükler Allah'a zarar vermez, kendilerini mahveder. İnsan
taşkınlık yapmak, edep s ınırı m aşmakla hem dünyada hem de âhirette
kendi gelece ğini berbad eder. Yaptığı kötülükler kendi ba şına dolarnr,
kendisi için yıkım ve azâb olur.

o.$
:::!....,' ,,
- :::, ı-4 ::,—. 11...& :i ":(_,:Jzo
J— .11 o ....1-_k. j_1:.-o
' l'
9
* 5-,CA:12:- * '-,_t * ;...+3-; ' ' - • °.51'
e - , . e- , :12._,-
_f- ' • :, -,...-it-• 3ı ı
s!,°-_; °.4...,, ı ,_..-.1-1, -,.)...k_ıı -J ..C.:3 (. A) -cJ.,..:....:
.
"L.,: „. T J°_, 11_,Q:ii -c,,...,,L.)1 -sp L:3,;:;1-J °,5_ -J (..;
„ , , , ,
-4-.,
, aJ Lsw.,- 4 A-_,.( 4.,_.,
--.. -9,-,,, , - J k° `') C.)i-i...,..:o_., I J-
. .•
A,_,-.J1

ç ±: t;1 J* 1' fi 4.::■■ 4 : vj_


' «. C i :): r.>,i .. ■ C04:5k.J. u r ,1 t.:,..ii_i
o
—A -1:P .C;
o .9 o 9 o
J . ) ol„W
o o
°
J7"94-i ‘.7 J
3 3
1.4.5. U.; .9Y
)
se o 9 .o ..."c 9
N..k—il—J (3 .5 I j—İf0
3, o , o , o 9 o,e o ,-, , o
.),11 1_47-
-

J'';C:ç ",!..11":5 gul .


e-4 :"
1..;;LJ -950_;-.J
,• -,• _

1 Tirmi4 Tıbb, 22
Cüz' 1, Sure: 2 73

58- Demi ştik ki : " Şu şehre girin, oradan dilediğiniz yerde bol bol
yeyin; secde ederek kap ıdan girin ve "ltiga (ya Rabbi, bizi affet)" deyin ki,
biz de sizin hateilannızı bağışlayalım, biz güzel davrananlara daha fazlasnı
da veririz." 59- Derken o zalimler, onu kendilerine söylenenden başka bir
sözle değiştirdiler. Biz de yapt ıkları kötülüklerden dolay ı o zulmedenlerin
üzerine gökten bir pislik(azab) indirdik.
60- Bir zaman da Musâ, kavmi için su (yağmur) istemi şti; "Asün'la
taşa vur", demi ş tik. Bunun üzerine ta ştan on iki göze fışkırmıştı . Her
bölük, kendi içecekleri p ınarı bilmi şti : "Allah' ın rızk ından yeyin, için ve
yeryüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna) sa/d ırmayırt."(demiştik).
61- Hani siz demi ştiniz ki : "Ey Musa, biz bir yeme ğe dayanamayacağız,
bizim için Rabbine duâ et de bize yerin bitirdi ği sebzesinden, kabağından,
sanmsağından, mercimeğinden, soğanı ndan çıkarsın." (Musa): "İyi olanı ,
daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada size
istediğiniz var," demi şti. Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgas ı vurul-
du; Allah'ın gazabına uğradılar. öyle oldu, çünkü onlar, Allah' ın ayet-
Terini inkür ediyorlar ve haksız yere pey ğamberleri öldürüyorlardı . İsyana
daldıkları, sınırı aştıkları için bunu hak ettiler.
Tefsir:
58-61 : İ srail O ğulları, Mısır'dan kurtulduktan sonra kendilerine, ata-
ları Ya'kub'un yurdu olan Arz- ı Mukaddes'e girmeleri, orada oturan kâfir
Amalika kavmiyle sava şmalar ı emredildi. Yılgınlık gösterdiler, sava ş -
ınaddar. Bu yüzden ceza olarak Allah, onlar ı Tih(çöl)e sürdü. K ırk yıl
Tih'te kald ıktan sonra Nun o ğlu Yitş a` kumandası altında Beyt-i Mu-
kaddes'e yürüdüler ve oray ı fethettiler. Allah, onlara fethettilderi şeh-
rin kapısı ndan secde ederek yani böbürle ıımeden, alçak gönüllülükle,
Allah'a kar şı boynu e ğik bir vaziyette girmelerini ve girerken de "hitta"
demelerini emretti. Fakat İ srail Oğulları , bu emrin hilâfnı a hareket et-
tiler, şehrin kapısı ndan kibr ile girdiler. "klitta" bizi affet, bizi ba ğışla
demektir. Böyle diyeeekleri yerde "hinta" dediler IJinta bu ğday demek-
tir. Af yerine menfaat istediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-
muştur: "İsrail OğnIlarına : 'Beyti Makdis'in kap ısından eğilerek (teva-
zu ile) giriniz ve 'Hifta (bizi ba ğışla)' deyiniz denildi. Onlar ise k ıçları
üzerine emekleyerek girdiler ve (emrolundukları kelimeyi de ğiştirip)
habbe fi şacara (bize bu ğday, başağında tane ver) dediler."1
İşte böyle yoldan ç ıktıkları için Allah onların üzerine azâb indirdi,
hastalıklara, sıkıntılara u ğradılar.
1 Buhtırt, Tefstr, 4; Müslim, Tefsir, 1; Fethu'l - Bari bi ş arhi sahthll-Buhârt
74 Bakara Suresi

60 net âyette yine İ srail Oğullarma bahsedilen nimetlere I ş aret edil-


mektedir. İ srail O ğ ulları , çölde susuzluk çekiyorlard ı . Hz. Musa, kaymi
için Allah'tan su istedi. Yüce Allah, Hz. Musa'ya asasiyle kayaya vur-
masmı emretti. Musa, kayaya vurunca kayadan on iki kaynak f ışkırdı .
İ srail O ğulları , on iki kabileden olu şmakta idi. İşte her kabile için bu
kayadan bir kaynak do ğdu. Her-kabile, kendisine mahsus kaynaktan
suyunu aldı . Kendilerine: "Allah' ın verdiği rızı ktan yeyin, için, yer yü-
zünde bozguneuluk yapmay ın" denildi.
İ srail Oğulları , bu çölde Allah'ın lütfetti ği kudret helvası , bıldırcın
eti gibi külfetsiz r ızıklara, kayalardan fışkıran mu'cizevi sulara ra ğmen
tek tip yiyece ğe dayanamadılar, sebze, kabak, so ğan, sarımsak, merci-
mek: gibi gıdalar istediler. Oysa istedikleri, kendilerine lâtfedileniu al-
tında olan şeylerdi. Bundan dolayı Hz. Musa, onlara: "Siz, daha üstün
olanı, daha aş ağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? öyle ise şehre inin."
dedi. Gerçi İ srail O ğullarmın, orada yedikleri, tek tip g ıda idi ama, onda
Allah'ın lütfu ve o hayatta Allah' ın feyzi vardı . Onun ma'nevi de ğeri
çok büyüktü. Öteki g ıdalar her yerde bulunabilirdi fakat o ilahi feyiz
ve nimetler ba şka yerde bulunamazdı . Elbette tek tip gı da, insana ye-
terli de ğildir. Fakat bu gıda bir ilahi lütuf olarak, külfetsiz veriliyor ve
onunla insan ruhuna feyiz ve huzur doluyorsa ondan , hayırlı bir rızık
olamaz, öylesine geçirilen bir hayattan daha üstün bir hayat buluna-
maz. Ama onlar, içinde ya şadıkları bu mutlulu ğun kadrini bilemediler.
Oradan ayrıldılar, fakat sapt ılar, Allah'ın gazabına uğradılar.
Üzerlerine alçakhk ve meskenet binas ı kuruldu. Yenilgiye u ğradılar,
a ğır vergiler alt ında kaldılar. Çünkü onlar, Allah ın âyetlerini inkâr
ediyorlar, haks ı z yere pey ğamberleri öldiirüyorlar, isyan ediyorlar,
haddi aşıyorlardı . Sınırı aş an, haktan sapan her toplumun u ğrayaca ğı
sonuç da yenilgidir, zillettir.

k *J j fi k _10 .«r n fi
-9 o o9
.> U-Ş,40 j:TV1 .guL,
e "-• o
(.■ 4')"9 e 3 ;51 - :CP 'L;

62- Şüphesiz İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sübiiler,


bunlardan kim ki Allah'a ve âhiret gününe inan ır, iyi- bir iş yaparsa el-
bette onlara, Rableri katında mükâfat vardır ; onlaı'a korku yoktur ve 'On-
lar üzülmeyeceklerdir.
Cüz': 1, Sure: 2 75

Tefsir:
62— Yüce Allah, yukarıdaki âyette s ınırı aşanları sayıp onların gaza-
ba ve azâba düçâr olduklar ını anlattıktan sonra bu âyetle de bir istisna
yapıp Kitap ehli olan milletlerden: yani mü'minlerden, Yahudilerden,
Hınstiyanlardan ve Sabiilerden, Allah'a ve ahiret gününe inan ıp iyi iş
yapan kimselere..korku olmadığını, onların üzüntüye ve s ıkıntıya uğra-
mayacaklannı bildirmektedir.
Tabii bu âyetin hükmüne göre Allah'a, Kur'ân ın tanımladığı bi-
çimde şirksiz inanmak, Uzeyr'i veya Isa'y ı Allah'ın o ğlu saymarrıak,
âhirete de lâyiki veçhile inanmak, bunun yan ında Islam dinine gitmese
dahi Kur'ân' ın Allah kelâmı , Hz. Muhammed'in de hak peygamber
olduğunu inkâr etmemek lâz ımdır. Nitekim: "Rabbimiz Allah't ır, deyip
sonra doğ ru olanların üzerine melekler iner : 'Korkmay ın, üzülmeyin,
size söz verilen cennetle sevinin' (derler)."' âyetinde de Allah'a inanan-
,

ların cennete gireeekleri haber verilmektedir.


Müfessider, genellikle Kitap ehlinden Allah'a ve âhirete inanm ış
olan kimselerin ancak Hz. Muhammed(s.a.v.) e inan ıp müslüman ol
dukları takdirde güvene kavu şup, âhirette üzüntüye u ğramayaeaklan
kanaatindedirler. İbn Kesir der ki: Musa'ya inanan ve iyi amel işleyen-
lerin, iman ve amelleri, Hz. İsâ gelinceye kadar makbul idi. O geldik-
ten sonra Musa dinini b ırakıp Isa'nın emirlerine uymayanların, iman ve
amelleri• makbul de ğildir. Keza İsa dinine uyanlar ın iman ve amelleri
de Hz. Muhammed(s.a.v.) gelinceye kadar makbul idi. O ğeldiklten sonra
İsa dinini bırakıp Hz. Muhammed(s.a.v.)in sözleriyle amel etmeyenlerin
,

iman ve amelleri de makbul de ğildir.


Fakat kanaatimize göre âyette böyle bir kay ıt yoktur. Ayet mut-
laktır. Kur'sün' ın tanımladığı biçimde Allah'a ve âhirete inanan her-
kesin güvene kavu şup üzüntüden kurtulaca ğı ifade edilmektedir. Ni-
tekim Ali İmran Suresinin 113-115 nci âyetleri de bunu ifade etmek-
tedir: "Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde öyleleri var ki gece saat-
lerinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini okuyarak secdeye kapan ırlar.
Allah'a ve âhiı:gt gününe inanırlar, iyiliği emredtr, kötülükten meneder-
ler ; hayır işlerine koşuş urlar. İşte onlar iyilerdendir. Yaptı kları hiçbir
iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, (günahlardan) korunanları
bilir."
Tefsirini yapnaakta olduğ umuz âyette dört kavimden söz edilmek-
tedir: Âmenü: inananlar; hâdü: Yahudi olanlar; en-Nasârâ; H ınstiyan-
lar, es-sâbPün: ş âbliler.
1 Fussilet Suresi: 30
76 Bakara Suresi

Na şârâ, Na şranrnin. ço ğuludur. Na şrâni, hıristiyan demektir.


Ş abillere gelince bunlar hakk ında çe şitli tefsirler vard ır. Ş öyle ki:
1- Ş âbiller, ın.edisilerle Yahudi ve h ıristiyanlar aras ında bir top-
umdur. Kendilerinin özel bir dini yoktur.
2- Ş âbiiler, Kitap ehlinden bir fırkadı r. Zebur okurlar. Bundan
dolayı Ebu Hanife, bunlar ın kestiklerinin yenilece ğine, bunlarla evle-
nilebilece ğine hükmetmiştir.
3- Ş âbliler, meleklere tapan bir topluluktu.
4- Ş âbiiler, Musul'da oturan, "Allah'tan ba şka tanrı yoktur" di-
yen, fakat herhangi bir pey ğamberi, kitabı ve ameli bulunmayan bir
toplum idi. Hz. Peygamber de "Allah'tan ba şka tanrı yoktur" dediği
için, başlangıçta mü şrik Araplar ona ve arkada şlarına " ş âbii" demiş -
lerdi.
5- Râzi'ye göre Ş âbilleı •Allah'ın dünyanı n idaresini yıldı zlara b ı-
raktığma inanıp yıldızlara tapan bir milletti. Bunlar, İbrahim Aleyhis-
selâm'ın, doğru yola getirmek için gönderildi ği k avim-di.
6- tbn Kesire göre Ş âbiiler konusunda en do ğru görü ş , Miicâhid ve
Vehb'in görü şüdür. Onlar bu konuda şöyle demişlerdir: Ş âbliler, ne
yahudi, ne hıristiyan, nemecusi, ne de mü şrik olmayan, kendi yarat ıl-
mış bulundukları tabii halleri üzere kalan millet idi. Bunlar ın, tabi ol-
dukları belli bir dinleri yoktu.'
Hâlâ Irak'ta Ş abii denen birkaç âile mevcuttur. Bunlardan, üniver-
site talebesi olan bir genç, 1973 yılında Bağ dad'da bizimle beraber mes-
cide gelip namaz kılmıştı . O gençten edindi ğini bilgiye göre Ş âbiller,
hırıstiyanhlda yıldızlara tapma dininin bir kar ışımı dır. Büyük ölçüde
hırı stiyanh ğm etkisin dedi r

, -)11311 ° » ı
- 3 - o
(") 1:4
- e
4:u1
('‘ j---
-( * )°
- -
0
„,, . „ ,
('\.) .;
L4- -
1 11311 Kesir, I, 104
Cüz' 1, Sure: 2 77

Co C»

63- Bir zaman da sizin sözünüzü alm ış , üzerinize dağı kaldırmıştık


"Size verdi ğimizi kuvvetle tutun, içinde olan ı hatırlayın ki (azabımızdan)
korunasınız" demi ştik. 64- Ard ından yine dönmü ştünüz ; eğer Allah'ın
size iyili ği ve ınerhameti olmasaydı , elbette ziyana uğrayanlardan olurdu-
nuz. 65- Cumartesi günü, içinizden azg ınhk edenleri, elbette bilmi şsiniz-
dir ; işte onlara : "Aş ağılık maymunlar olun" dedik. 66-- Ve bu cezeıy ı,
önündekilere ve ardı ndan geleceklere bir ibret, (azüburuzdan) korunanlara
da bir öğ üt yapt ı k.

Tefsir:
63-65 nci âyetler de İsrail O ğullarının hayatından bazı sahneler an-
latmaktadır. İsrail O ğullarına, Cumartesi denizde avlanmak yasakt ı . De-
niz kıyısında bulunan bir köy halkı , Cumartesi avlanmak için bir hileye
başvurdular: Cumartesinden önce a ğlarını, şebekelerini denize att ılar,
a ğları Cumartesi toplamad ı lar. Cumartesi geçtikten sonra a ğlarmı top-
ladılar. Yahut Cumartesi çokça gelen bal ıkları yakalamak için bir ark
açtılar. O arka gelen bal ıklar, su azald ığı için tekrar denize dönemiyor-
Jardı . Köylüler de Cumartesi geçince arktaki bal ı kları yakallyorlardı .1
Böyle bir hile ile Allah'ın yasağını çiğniyorlardı .
65 nci âyette Cumartesi yasa ğına uymadıkları için bu insanların,
Allah'ın gazabına uğrayıp maymun kılığına sokuldukları anlatılmakta-
tadır. Bu a ş ağılık maymun olma, görünürde bir şekil değiştirme midir,
yoksa ma'nevi bir dü şüklük müdür, bu konuda ihtilâf vardır. Müfes-
sirlerin ço ğu, bunların zahiren meshedildiklerini, maymun kılığına so-
kulduklarım söylemişlerse de Mücâhid ve taraftarlar ı , bu meshin (şekil
değiştirmenin) ma'nevi oldu ğunu, görünümlerinin de ğil, kalblerinin
meshedildiğini söylemişlerdir. 2 .

Maymun, taklitçidir, dü şünce ile hareket etmez, ancak gördüklerini


taklid eder. İşte düşünmeden, gördükleri her hareketi taklidedenler de
görünüşte olmasa bile hakikatte maymun ahrakına girmi ş , maymun
siretine bürünmü ş olurlar. İ srail O ğullarından bazı kabileler, Allah'tan
gelen bunca âyetleri dü şünmeden, baya ğı insanlardan gördükleri her
kötü- hareketi taklid ettikleri için maymun siretine sokulmu ş , süründji-

1 Ibu Kedi., I. 106


2 Aynı eser, I. 105, 106
78 Bakara Suresi

rillmüşlerdir. Böylece hak yoldan ç ıkanların ne vahim bir sonuca dil-


ş eceklerine dair dünya milletlerine ibret olmu şlardır.

'°bi
_
J
-41 5,;) ı - Jc; 9; ı _
,
iS
,sı. o
‘..) Lut.,
9
J1.; !) .; 33
9 .... s
1 i_31; c Gö j .A.. ı.

C. CJ -4; ■ IJC; (;v)

ft
iC; ('‘A)
ı .L • IL 9. O 991 r .L .-. 1;
j ..1;L:11 J 4.; ı Jt.•
"):43ı İ -Lr.AC,. ",!...1_,:j .(`■ 't)

> 131
' 4:; i - dc; (v.) _4 3 4131
oo j il' O'

5 ."•

Ii
1. O .L , O .9 OL, O ... o .0
90.1A Lirj e..; (.5 Lffl (V

L4.)3 ' ...(5 'o ff Î (") L.,?*.(


.
o (v or o 5, 5 - 0n , o 9
k..J I • (3.,..o...3 ı ,
" • )
L o

ı-4*.Arı ..
.... , ....
., .. ...
1,12.; ....f.
.... - , ,, .- o .. .... 9 -- • 90 9 9 O .. ... ."
1,,..1 L.+:,._,. ‘'..) I i , 1, 1,11 4U-A 7:'• J.;,-...:—.9 L.;:;i:::::). ...,‘•:-. 3
.- -. .. `.....-
J. c0 ..... :.■ 9
(V 0 . ' )).1..4.A.; 1..F joi Ot-) . o1,3 C; L
,41 z-....•ğ.,. ,-.. °‘:,_..

6'1- Musa, kav ınine : "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor'? de-
mi şti. "Bizimle alay m ı ediyorsun?" dediler. "Cahillerden olmaktan Al-
lah'a sığınırım!" dedi. 68- "Bizim için Rabbine duâ et, onun ne oldu ğunu
bize açı klası n." dediler. Dedi ki : "O diyor ki :c 0 (inek), ne yaşlı, ne de
körpe, ikisinin ortasında (bir inekd)ir!) Haydi, size emredileni yap ın!"
69- Dediler ki : "Bizim için Rabbine duâ et, rengi nin nas ıl olduğunu açık-
lasın." Dedi : "0 diyor ki: 'Rengi parlak, sarı bir inektir, bakanlara
Cüz': 1, Sure: 2 79

sevinç verir,". 70- "Bizim için Rabbine duâ et, onun nasıl bir şey olduğunu
bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi. Ama Allah
dilerse mutlaka (emredileni yapma ğa) yol buluruz.'? dediler. 71- Dedi :
"0 şöyle diyor : '0, henüz boyunduruk alt ına alınmam ış bir inektir. Yeri
sürmez, ekin sulamaz. Salma, (çifte ko şulmamış), hiç alacası yok'." " İşte
şimdi gerçeği getirdin" deyip ineği boğazladılar, az daha yapmayacaklar-
dı. 72- Hani siz, bir adam öldürmüştünüz de onun (kaatili) hakkında bir-
birinizle atış m ıştınız ; oysa Allah, gizledi ğinizi ortaya çıkaracaktır. 73-
Onun için : "(ineğiı .) bir parçasiyle c (öldürüle)ne vurun." demi ştik. İşte
Allah, böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir ki, düşünesiniz. 74-
Sonra yine bunun ardından kalbleriniz katılaştı ; şimdi onlar taş gibi,
hattâ' daha da katı dır. Çünkü öyle ta ş var ki içinden ırmaklar fışk ırır ;
öyhısi var ki çattar da bağrından su kaynar ; öylesi de var ki Allah korku-
sundan yukarıdan (yere) düşer. Allah, yaptıklarınızı bilmez de ğildir.

Tefsir:

67- 74ncii ayetlerde de Yahudilerin bir ba şka safhası anlatılmaktadır.


Bir katil olayı ve bu olay üzerine vuku bulan bir mu'cize zikredilmek-
tedir. Müfessirlerin, İ bn Abbas'a ve ba şka sahabilere adet), anlattıkları
olayı n özeti şudur: İ srail O ğullarından bir adam vard ı , çocu ğu yoktu.
Karde şinin oğlu, kendisinin tek varisi idi. Ye ğeni, aıneasnun malma
varis olmak için onu öldürdü, geceleyin s ırtına alıp gizlice başka bir
adamın kapısının önüne koydu. Sabahleyin de amcasmın, o kimse ta-
rafı ndan öldürüldü ğünü iddia etti. Böylece hem amcas ından miras, hem
de üzerine iftira etti ği kimseden diyet almak istedi. Öteki adam ve ta-
raftarları bu suçu kabul etmediler. İ ki taraf silâha sar ıldılar. Tam bir.
birlerine girecekleri s ırada akıllı kişilerin düşüncesine uyarak Hz. Musa'ya
başvurdular. Hz. Musa (A.) da vahye dayanarak onlara, bir inek kes-
melerini ve ine ğin bir parçasiyle maktule vurmalar ını emretti. Onun
tarif etti ği özellikte bir inek bulup kestiler, maktule vurdular. Maktul
dirildi ve kendisini, karde şinin oğlunun öldürdüğünü haber verdi.

Burada İ srail O ğullarının, inek kesmeleri kendilerine emredildiği


zaman buna hayret etmeleri, "bizimle alay m ı ediyorsun?" demi ş
olmaları, onların ineğe bir kıxtsall ık atfettiklerini gösterir. İsrail O ğul-
ları , uzun süre Mısır'da bulunduklarından dolayı Mısırhların etkisinde
kahruşlardı . Mısırhlarm, buzağıyı tanrı kabul ettikleri,' tarihi bir * ger
çektir. Demek ki bunlar ın etkisiyle İsrail Oğulları da ine ği kutsal tam-
yorlardı . Samiri'nin, onlara altun buza ğı biçiminde bir put yapması da
onların, ineğe kutsallık atfettiklerini gösterir. ine ğe tapınma, birçok
80 Bakara Suresi

eski toplumlarda görülür. Hala Hindistan'da inek, mukaddes tan ın-


maktadır.
Tevhid dininde puta tapınak olmaz, Allah'tan başka hiçbir şeye
kutsalhk verilmez. Bundan dolay ı tar.rılaştırılan ine ğin kesilmesi lazım-
dır ki sirk ortadan kalkm ış olsun. Hz. Musa, onlara ine ği boğazlamaları-
ni emredince onlar, bu inançlarmdan dolay ı ineğin kesilmesine hayret
etmişlerdi. İşin ciddi olduğunu anlayınca da bu i ş kendilerine çok a ğır
geldi. bilgin niteliklerini sorup durarak i şi sürüncemede b ıraktılar.
Ne•deyse yapmayaeaklard ı . Çok güçlükle bunu yapabildiler.
Bu kıssa, bugün elde bulunan Kitab ı Mukaddes nüshalar ında yok-
tur. Ancak Tesniye Sifrinin, 21 nci bab ında, kırda kaatili bilinmeyen bir
adam görüldü ğü zaman onun kaatilinin bulunmas ı için şöyle bir yol ö ğ-
retilir: Öldürülmü ş adama en yakın olan şehrin ihtiyarlar ı , çalıştırıl-
mamış , boyundurıık taşımamış genç bir inek alacaklar; onu sürülmemi ş ,
ekilmemiş , içinden su akan bir vadiye indirecekler ve orada ine ğin boy-
nunu kıracaklar, onun üzerinde ellerini y ıkayacaklar ve şöyle diyecek-
ler: Ellerimiz bu kanı dökmedi ve gözlerimiz onu görmedi. Kurtard ığın
kavınin İ srail'e ba ğışla ya Rab ve kav ınin Israil aras ında suçsuz kan
bırakma. Ve kan onlara ba ğışlanacaktır.'
Muhakkak ki bu kıssa, Hz. Pey ğamber (s.a.v.) zamaıundaki Yahu-
dilerin ellerinde bulunan nüshada, Kur'ân' ın anlattığı biçimde vardı ..
Çünkü Kur'ân-ı Kerim, onların bildiği bir ş eyi anlatmaktadır. Maksat,
onlara bildikleri bir konuyu hat ırlatıp, onları Allah'ın nimetine şükret-
me ğe iletmektir. Kur'an, anlatt ığı konulara itiraz ı olanlara: "Dogru iseniz,
Tevrat'ı getirip okuyan" diye emretmiş , bu anlatılanların Tevrat'ta
aynen mevcudolduğuna dikkati çekmiştir. Buna kar şı onlar Tevrat'ta
böyle bir ş eyin olmadığını söylememişlerdir. E ğer Tevrat'ta böyle bir
şey olmasaydı . Yahudiler, Kur'an' ın anlattıklarma itiraz ederlerdi.
Onlar tarafından böyle bir itiraz yap ıldığı hususunda hiçbir rivayet
yoktur.
Kald ı ki müfes irler, sahabile e ve tabiilere sormak suretiyle bu
kıssaları tefsir etmi şlerdir. Sahâbi ve tabiller de bu k ıssaları , bizzat
Yahudilerin- kendilerinden sorup ö ğrenmişlerdi. Bütün bunlar gösterir
ki bu kıssalar o zamanki Tevrat nüshalarmda vard ı , fakat zamanla
kaybolmuştu•.
Burada ders al ınacak önemli bir husus vard ır, o da din konusunda
Allah'ın açıklamalarını aynen almak ve bunlar üzerinde fazla teferruâta
1 Kitabı Mukaddes, s. 197-198, İ stanbul, 1972
Cüz' :1, Sure: 2 81

dalmamaktır. Emredileni yapmak yeter. Gereksiz sorularla teferruâta


dalmak, işi güçle ştirnıekten ba şka bir ş eye yaramaz. İsrail O ğulları ,
"Bir inek kesin" emrine derhal uyup,ine ği boğazlamış olsalardı emir
yerine getirilmi ş olurdu. Fakat onlar "ine ğin rengi nasıl, ne biçim?"
gibi sorulara daldıkça işleri güçleşti.
Bu olay, İ srail O ğullarına, öldükten sonra dirilme hakk ında da bir
örnek idi. Allah bunu onlara göstermi şti ki âhirete inançlar ı artsın,
kesinlikle inansınlar. Bundan dolayı Allah, 73 ncü âyeti, " İşte Allah
böylece ölüleri diriltir, size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz." şeklinde
bağlamaktadır.

C-)L5 .! Ç6- -

0,,,,L;Lç• LA (:),4 Al) I <7.3kU


(, LAT 1;Jc; ı i'_: AT (ve) "C)1_,.3. ._ ?.
'‘&1 - " • ıii ı3
• - fl r- •
(V rl• c 4-J * •
, 4• . „9
C.) j (v v) LA c.) (...)

... • ,

3
J 931.- °e-: t:, .

T.*:-.2 k., ı P • •
I
—5 e- 7. sJ 01 o o o
„k i

fi ••
• •••• ı • • .fi
(A ) ..;..L
jPL; LA cCU1 ' SP 4.„).., j„;2.j. 1o 431 L:A.L.>„,

vC.›.,4
*

1 .1_;241- :15 -J (A N)

(M) - "

75- Şimdi (ey mü'minler) siz, bunların size inanmalarını mt umu-


yorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah' ın sözünü i şitirlerdi
82 Bakara Suresi

de düş ünüp akıl erdirdiken sonra, bile bile onu değiştirirlerdi. 76- İna-
nanlara rastladıkları zaman : "İnandık" derler ; birbirleriyle yalnız kal-
dıkları zaman : "Allah' ın size açtığı nı onlara söylüyorsunuz ki, onu Rab-
biniz kat ında sizin aleyhinize delil olarak m ı kullansınlar? Aklı nız ı kul-
lanmıyor musunuz?" derler. 77- Bilmiyorlar m ı ki Allah, onlar ın gizle-
diklerini ve açığa- vurduklarını, biliyor ? 78- Onlann içinde bir de ümmiler
(okur yazar olmayanlar) var ki, Kitab ı bilmezler, bütün bildikleri birta-
k ım kuruntulardır (yahut bilgileri kulaktan dolmadır) ; onlar sadece zan
içinde bulunurlar. 79- Vay haline o kimselerin ki, Kitab ı elleriyle yaz ıp,
az bir paraya satmak için : "Bu, Allah katındandır" derler. Ellerinin
yazd ığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline
onların! 80- Bir de dediler ki : "Say ılı birkaç gün dışında bize ateş dokun-
mayacaktır." De ki : "Allah'tan (bu hususta) bir söz mü aldınız? - Şayet
öyle ise Allah, verdi ği sözden dönmez- Yoksa Allah hakk ında bilmediğiniz
bir şey mi söylüyorsunuz?" 81- Evet kim bir günah kazan ır da suçu ken-
disini ku şatmış olursa işte onlar, ateş (cehennem) halkıdı r, orada ebedi
kalacaklardı r. 82- İnanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar da cen-
net halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.

Tefsir:

75-82: Yüce Allah, bu âyetlerde mü'minleri teselli için diyor ki:


şimdi siz, bunlar ın sizi; inanmalarmı mı umuyorsunuz? Bunlar öyle
kimselerdir ki:
1) Bunlardan bir grup, Allah' ın sözünü (yani Tevrat' ı veya Kur'-
ân'ı) dinleyip anladıkları halde bile bile onu de ğiştirirler.

2) Bunlardan bir grup da inananlara rastlad ıkları zaman: "Evet


inandık, Kur'ân'da haber verilenler, bizim Kitab ımıza uygundur"
derler. Fakat birbirleriyle ba şbaş a kaldıkları zaman da: "Neden böyle
söylüyorsunuz ? Sonra bu sözleriniz, Allah' ın yanında sizin aleyhinize
delil Olur. Kur'ân'ın hak kitap oldu ğunu söylerseniz, ima inananlar, bizi
kı narlar; kendilerine Kur'ân' ın hak oldu ğunu söylediğimiz halde bizim
ona inanmad ığımızı söyleyerek, bizim sözümüzü aleyhimize delil olarak
kullanırlar." derler. Halbuki onlar do ğruyu söyleseler de, söylemeseler
de Allah onların içini bilmektedir. Kur'ân' ın hak kelâmı olduğunu bil-
dikleri halde onu gizlediklerini bilmez mi Allah? yüce Allah, onlar ın
her yâpt ıklarım ve düşündükleri her şeyi bilmektedir.

3) İ çlerinden öyleleri de var ki kitab ı bilmezler, okuma yazmalar ı


yoktur, bu bakımdan Kitapta olanları bilmezler, bütün bilgileri ku-
Cüz> : 1, Sure: 2 83

laktan dolmad ır. kuru iddialar pe şindedirler. Allah'ın kitabı nda bulun-
mayan ş eylerin Kitapta oldu ğunu ileri siirerler.
4) Bazıları da dünya menfaati için kendi elleriyle kitaplar yaz ıp
bu yazdıkları şeylerin Allah kelâmı oldu ğunu iddiâ ederler.

5) Bir de bunlar, sayılı birkaç gün dışında kendilerine azap dokun-


mayaca ğı nı iddia etmektedirler. Bunlara göre kendileri, Hz. Musa,
Tur-i Sina'da bulunduğu sırada kırk gün buza ğıya tapmışlardı . İşte
buza ğıya tavuklar ı bu kırk günden dolay ı kendilerine kırk gün azab
edilecek, sonra kurtulacaklard ır. Bu tür iddialar, hayfflden ibaret şey-
lerdir. Allah'tan bir söz mü alm ışlar ki böyle şeyler ileri sürüyorlar?
Allah bir söz vermedikten sonra kimse sonundan emin olamaz. Allah' ın
koyduğu yasa şudur:

Kim günah işler de günahları kendisini ku şatırsa, o günahlar ı ken-


disinin cehennemi, ate şi olur. 0 kimse, kendi kendisini ate şe atmıştır,
orada sürekli kal ır. Ama inamp giik.el işler yapanlar da i şledikleri güzel
fiillerin cennetine girerler. Onlar cennet halkı olur, orada sürekli
kalırlar.

Yahudiler, neden Hz. Muhammed(s.a.v.)e kar şı 'çıktılar?

Yahudilerin, Hz. Muhammed(s.a.v.)'e kar şı çıkmaları= başlıca


sebebi, daha önce söyledi ğimiz gibi onu kendi emellerine alet edememi ş
olmalarıdır. Onlar, kendilerini bütün milletlerden üstün görüyorlard ı .
Hz. Muhammed'in de kendilerine kat ılmasını istiyor, onun liderli ğinde
diğer milletlere hakim olmak diliyorlard ı . Bakara Suresinin 120 nci
ayeti, bu hususu gayet aç ık belirtmektedir: "Sen kendilerinin dinlerine
uymad ıkça ne yahudiler, ne de hiristiyanlar senden razı olmazlar."

Hz. Muhamıned(s.a.v.)in kendilerine uymadığını , kendi dışında


kalan toplumlar ın ise git gide onun çevresinde topland ıklarını görünce
Yahudiler, bu durumun kendi gelecekleri için tehlikeli oldu ğunu an-
ladılar. Mekke devrinde, Hz. Muhammed hakk ında kendilerine soru
soranlara onun hak peygamber oldu ğunu söyledikleri, Medine devrinin
başlarında da, Resule kar şı bir bekleyi ş içine girip sustuklar ı halde daha
sonra durumun, kendileri için tehlikeli oldu ğunu görünce kâh Medineli
münafıklarla, kâh Mekkeli ve öteki mü şrik kabilelerle açıktan, gizliden
ittifaklar yaparak islam ın gelişmesini durdurmak istediler. Hatta
menfaat hırsı gözlerini o derece bürüdü ki mü şriklerin yolunun, müslü-
manların tevhid yolundan daha üstün oldu ğunu söyleyecek kadar ileri
gittiler. Fakat içlerinde •insafh bilginler de vard ı . "Fakat içlerinden,
84 Bakara Suresi

ilimde ileri gitmi ş olanlar, ve inananlar, sana indirilene ve senden önce


indirilene inanı rlar.."1 âyeti, bu insafh âlimleri nitelemektedir.
İşte bu âyetler, onların çeşitli hayat safhalar ını , onların Allah'ın
nimetlerine kar şı nankörlük ettiklerini anlatarak mirminleri teselli
etmektedir.

- .45ıı 5 ı J,).1-J--*"

0. J1

11..1;_;; (.5,S C...:k°1 :, L5',.C.:_:::1I -.3 L;,:"..231 4 ,Ç :5 ; 1;l:—.,-1 c;,:.,ı.3 I-AU -.3
.,
SI ---1- - ;" 5".;1I l,,,2 T
s5C,43I li 9-. ...._; ı j ı;.__,..>. u,l......0 ,
:. _,
ej -'
ıc" -- i- ir - , . 9 .... =,:3, .„
:<:;(...t.:. l:;°£;Î '' , ı -, (AY') - .).1.,..,:i,_.' °e-:-; . t J e-S--:" :.:1-;
. o ,4 ......., t . o ...- ı z - 9 o .9 -- - o 9„....- ..- .... 9 ,.... .o .-. Y
(....):A 4- 5N-....-.4-; G...) .."-- j •-••...; '51 j çc.5■ -51 4 . C„).)-5N-4......._,
-
9 .- o o • '47, 9 .- •

o o fr-
j•AU2-; LJ L4ı. j- je ı.z ._;
o9 o -95„. 9 ok- o
I J.; C.) I j "31 7) °..r)1°U
o .... ... ,
ı
o fi „.. , et. o .., fi o ı o ., o ,- ... ı, 5; ,.. fi .. 3 ....
Q-4.."....).J t..) j ..,.....4
9 3.:Zi C ‘,...4....›..-1:,->:-
i) I <,.‹..._1-P (h .,..p.:.+L-ı4 i-A1 ..9
••• ... .."
.. ....
Ljj _ (.7.4 °1 _;••"' 4-i 4 Li-f2 :;:-) --(..) j j3-.4..‹.; j 4.-J C:- .'5
j".*'.4-
,. . , • ..
, ,4 , ,g , o , o- ... - o ,:', r, o 9o
43 j J -, j..ı j Ö j-->,.:fi ci '''c.5°_;->.- 4 ! ı ,,__:,_,.
. . :1...4 (-..-;2-51
-, ‘ L.._; ..k1 ••.- ■
) .aıı ı
•-• •
'5'1_i I 4:7
-
(^ 'N) °" ° r4b j Lr$

83- Biz İsrail Oğullarından şöyle söz alm ıştık : "Allah'tan başkasına
kulluk etmeyeceksiniz, anaya-babaya, yak ınlara, yetimlere, yoks ııllara
iyilik edeceksiniz, insanlara güzel söz söyleyin, namaz ı k ılın, zekat ı ve-
rin!" Sonra siz, pek azı ntz hariç döndiinüz ; hâla da yüz çevirip duruyor-
sunuz. 84- "Birbirinizin kan ını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlar ınız-
dan çı karmayacaksınız!" diye sizden kesin söz alm ıştık ; göre göre bunu
ikrar etmiştiniz. '85- Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir
grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günah ve düşmanlık yap-
1 Nisa Suresi: 162
Cüz' :1, Sure: 2 85

makta birleşiyorsunuz ; onları çıkarmak size yasaklanm ış iken (çıkarı-


yorsunuz, sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor (kurtarı-
yor)sunuz. Yoksa siz Kitab ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı
ediyorsunuz? Sizden bunu yapan ın cezası , dünya hayatı nda rezil olmaktan
başka nedir? Kıyamet gününde de (onlar) aztibın en şiddetlisine itilirler.
Allah, yapt ıklarınızı bilmez de ğildir 86—işte onlar, âhireti verip dünya
hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve onlara
hiç yardım edilmez.

Tefsir:

83 ve 84 ncü ayetlerde Yahudilere verilmi ş olan on emir anılmak-


tadır: 1) Allah'tan ba şkasına tapmayın, 2) Anaya—babaya iyilik edin,
3) Akrabaya iyilik edin, 4) Yetimlere iyilik edin, 5) Yoksullara iyilik
edin, 6) Insanlara güzel söz söyleyin, 7) Namaz ı kılın, 8) Zekâtı verin,
9) Birbirinizin kan ını dökmeyin, 10) Birbirinizi yurdunuzdan ç ıkarmaym.
Muhammed Hamdi Yaz ır şöyle diyor: "Bu suretle tamam ı ona
varan bu emir ve nehiylerin, Tevrat'taki on emir mi, yoksa Uâtemu'l-
enbiyi Efendimize verdikleri ahid suretleri mi oldu ğu hakkında iki
rivayet vardır ki ikisinin de sa ğlam olduğuna kaniiz."1
84 ncü ayette yüce Allah, Yahudilerden birbirlerine destek olmalar ı,
birbirlerini öldürmemele ı i, birbirleri aleyhine yabancılara yardım et-
memeleri hususunda söz alm ış olduğunu bildirmektedir. Yahudiler,
Allah'a verdikleri sözü tutmadılar, birbirlerinin kanını döktüler, birbir-
lerini yurtlarından sürüp çıkardılar. Yabancılarla birlik olup kendi
ırkdaşlarma karşı savaştılar. Kitapta kendilerine haram k ıhnnuş olan
bu işleri yaptılar. Beri taraftan yabanc ıların eline esir dü şmüş bulunan
ırkdaşlarını da fidye verip kurtarmak da kendilerine emredilmi şti. Bu
emri yerine getirdiler. Yabancılarla bir olup aleyhlerine sava ştıkları
ırkdaşları, yabancının eline esir düşünce fidye verip onu esirlikten kur-
tarıyorlardı . Böylece Kitabın bir kısmına inanmış , bir kısmıııı da kabul
etmemiş oluyorlardı .
Yesrip Yahudilerinden Na çlir O ğullariyle Raynuka Oğulları, Haz-
reçlilerle ittifak yapm ışlardı. Rurayza O ğulları da Evs kabilesinin müt-
tefiki idi. Medine'de bulunan iki Arap kabilesi Evs ile Hazreç arasmda
zaman zaman, sava şa dönüşen anlaşmazlıklar çıkardı. Bu savaşlarda
her yahudi de kendi müttefikiyle birle şip savaşa katıhrdı . Böy-
lece kar şı tarafla birle şmiş olan ırkdaşlarına karşı savaşır, onları öldürür
4

1 Hak Dini Kur'an Dili, I. 400


86 Bakara Suresi

veya esir al ırlardı . Sava ş durup barış yapılaca ğı zaman her iki taraftaki
Yahudi kabileleri, aralar ında yardım toplayıp Arap kabilelerine esir
düşmüş olası Yahudileri fidye ile kurtar ırlardı .
Demek Yahudiler, kendi aralar ında birle şik bir kütle de ğil, birbir-
lerine dü ş man bir kütle idiler. Onlar da Arap toplumunun sosyal karak-
terine uymu şlardı . Böyle birbirlerine kar şı dövüşüp birbirlerini yurt-
larından çıkaran, kendi milletlerine kar şı yabancılarla birle şen toplum-
ları n sonu dünyada yenilgidir. Bu haram i şleri yapanlar, âhirette de
azabın en çetinine at ılacaklardır. Bunlar, âhireti verip dünyay ı satın
almışlardır

Dünya kelimesi, denâvet veya denâet kökünden ism-i tafdildir.


Yakın veya alçak anlamlar ına gelir. İşte böyle hareket edenler, şu yakın,
şu alçak hayata bedel olarak yüce, temiz âhiret hayat ını vermişler,
onu verip bunu almışlardır. Onlardan azâp hafifletilmez ve onlara yar-
dım da edilmez

.> „ (9" .,
T °L:2
-•
'0 ı:;°.f, „_A
o .<9
0

e
9 e e
-,
o

f
ı
I
..

y
\c„,


....

(Av) • 9- J-9 -CÇ

87— Andolsun, Musa'ya Kitab' ı verdik, arkasından peygamberler


gönderdik. Meryem o ğlu İsa'ya da açı k deliller verdik ve onu Rühü'l-Kudüs
(Cebrail) ile destekledik. Ne zaman ki bir peygamber, size can ınız ın iste-
mediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamad ınız mı ? Kimini yalanlıyor,
kimini de öldürüyordunuz?

Tefsir:

87— Yüce Allah, bu ayette de yine, İ srail O ğullarma lt'utfetti ği ni-


inetleri saymakta, Musa'ya Kitap verdi ğini, onun ardından peyğamber-
ler gönderdi ğini, Meryem o ğlu İsa'ya da kendisinin hak peygamber
oldu ğunu gösteren aç ık deliller, mu'cizeler verdi ğini ve onu Ruhü'l-
ludiis'le destekledi ğini bildirmektedir.

Rutıii'l-Kudüs üzerinde yeri geldikçe geni ş bilgi verilecektir. şim-


dilik şu kadarını belirtelim ki rulı , canlılara hareket ve kuvvet veren
Cüz' :1, Sure: 2 87

şeydir. Ruh, e şyadan insana do ğru tekaraill eder. Bitkideki ruba nebâti
(bitkisel) ruh denir. Fakat henüz bitkisel ruhta hareket ve irade yoktur.
Bunun bir derece üstü hayvan ruhtur. Bu da hayvanlara canl ılık ve
hareket verir. Fakat henüz tam anlam ıyla düşünce yetene ğine sahip
değildir. Bunun üstünde de insani ruh vard ı r. Bu ruhta canlılık, hareket
ve kuvvet yanında düşünce yetene ği de vardır. Bu ruhlar, madde ile
birle şmek suretiyle onlara canl ılık ve hareket veren ruhlard ır. Bir de
tamamen ruhâniyyetten ibaret ruhlar vard ır ki melekler, böyle soyut
ruhlardan ibarettir. i şte Ruhül-Kudüs, temiz ruh demektir ki pey ğam-
berlere vahiy götüren, onlar ı manen destekleyen Hz. Cebrail'in ad ıdır.

Gerçi Hz. Isa'yı destekleyen Ruhü'l-Kudüs'ün ne olduğu hakkında


çe şitli' göı üşler vardır. Kimi bunun, Allah' ın ruhu olduğ unu, kimi Al-
lah'ın ism-i a(zarnı olduğunu, kimi Incil oldu ğunu söylemiştin Ama en
kuvvetli görüşe göre Rulftii'/-Kudüs, Cebrail Aleyhisselâm'd ır. Çünkü
"De ki : inananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müj-
de olmak üzere onu, Ruhü'l-Kudüs, Rabbinden hak ile indirdi."1 âyetinde
Kur'ân'ın tarafından indirildiği bildirilmektedir. Kur'an' ı
indiren, Hz. Cebrail Aleyhisselam 'oldu ğuna göre demek ki Ruhü'l-Kudüs,
Cebrail'in bir sıfatıdın Cebrail'in di ğer bir sıfatı da er-Ruhü'l-e ınin
(güvenilir ruh)dir: "De ki : uyarıcılardan olman için onu senin kalbine
er-Risı bü'l-emin indirdi."'
Hz. Ai şe'den gelen bir rivayete göre Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in mes-
cidinde, Allah Elçisinin ş airi Hassan için bir minber kurulmu ştu: Has-
'San, o minber üzerine ç ıkıp Allah'ın Elçisini savunurdu. PeY ğanı.berimiz,
Hassan için: L.3 e:41.; lâ ,,....x211 cii 4 r.+111 "Allah ım, pey ğambe-
rini savunan Hassan't, Ruhü'l-Kudüs'le destekle".3 diye duâ etmişti.
Hassan da bir şi'rinde: =US- 4.!

"Cibril bize Allah ın elçisidir,4 Ruhü'l-Kudüs bizimle beraber-


dir; onun dengi yoktur." demi ştin Bütün bunlar, Ruhü'l-Kudüs'ün,
Cebrail Aleyhisselam oldu ğunu gösterir.

İşte Hz. İ sa, Cebrail Aleyhisselam ile te'yid edilmi şti. Gerçi di ğer
peyğamberler de Cebrail tarafından teyid edilmi ştir. Fakat Hz. Isa'nın
onunla ili ş kisi daha fazla oldu ğundan, burada özellikle Hz. Isa'n ın,
onunla desteklendi ği bildirilmektedir. Meryem Suresinde belirtildi ği

1 Nahl Suresi: 102


2 Suarâ Suresi: 193-194
3 Buhâri, Salât 68, Bed'u'l-halk, 6, Ede}, 91; Müslim, Fadâilu's-sahâbe, 151, 152
4 ibıl Kesti., I. 122; Müslim, Façlâilu' ş- şaliâbe, 157
88 Bakara Suresi

üzre Hz. İsa'n ın babası yoktur. O, Cebrail'in, Meryem'e üflemesinden


ibaret bir do ğuş mu'cizesidir. İşte Hz. İsa'nın, hayata gelmesine sebeb
olan Ruhü'l-Kudüsle İsa Aleyhisselâm arası ndaki bu yakın ilişkiyi
belirtmek üzre onun, Rulıü'l-R-udüsle desteklendiği, özellikle tasrih edil-
miştir.
Evet, İsrail Oğullarına böyle Allah'ın deste ğine mazhar olmu ş nice
peygamberler gönderilmi ş , fakat hangi pey ğamber onların keyiflerine
elvermeyen bir hüküm getirmi şse İsrail Oğulları , onlara kar şı çıkmışlar,
kimini yalanlamış , kimini de öldürmüşlerdir. İşte, şimdi yine Ruhü'l-
Kudüsle desteklenen bu pey ğambere de kar şı çıkmakta, bunu da yalan-
lamaktadırlar.

° • ....• ,.... ..■ ,„, , jı 5 .... .), ı .5, J, .9 .


51.1
.- : 4...
..... .r.19• ..,_ ....... .
ıl 0,
41 J.J C t i LL 1.:. . .; j...b I.j...11..; j
- .İ o , >
,_.3 3 ..ı.,,a_A LUI .l::._P ‘5..A L....4-:-Ç ° '.":.-4-_- \-..3:, (AA) - Z);_:,,...1_,.. CA
, - ı •, •
r.; , - t • -• , ..•
G 1 jj-ıiS. ..(:),.. IJI j..t. (..)j->•..,::-.4.2..?........?. 4..}-.9 C.,-.4 ii-A-5 j rfrA-A
(A N) -c.,... _.,_it:‹31 -J:t 4:111 'z::::.:13 4_,. ıi,:is li..i5.:;-P CA .1 1:J6; t - Y-1i
o.
• „ 't f e . , J.. , , t, • ."t ..., , ,• 9.•,,, o."1. e 1 , .9 „• 't • ,, e f .., ı O.
U I iı••••L>
.. •
•W ı d ..;•••, I ‘,...# I j J r•41•• ■••.! U I r.e.~Aj 1 4L4 1 i j•••• ir ......-k-.9
.... ... ..,„.

I )3C;i1 4 0 .5 t...-P
...., ..„ ec:,.., ffl.CL .-). °C;-.4 --S.P ► ' 9L.C.ı=;21 ° C). 9 >9111 "J .;Z,
ı-:›- I ", ('‘.)::,......, 4.-. -,1"-Cp -,../ .....,..ii...<:1
)] , 4••_• ..(5-P )
ı......,m49.
•• •
....
-•-- , • .9 -• )4 • .11 .9 , ..9 , ... • ••• -• .9 .-. o .9 ... ...
.. t.9 . 9 * ,../.....,.-
• ,..._ • ..,' ı ... ı. , t f..0 ı .• t ı O „ ••• 1, ı 9..* iı ı .., ı

0'9 ç F4-°‘'. L4', 13 4 (....,->r'ji, ,..A J ° °I.J., 14 , U.3.)-A->-?, .!


(,o) 2,, j,.....3",, ° .;,_•:,:45- .(:) I 's j:,.:.; e ‘:).... £41 -a.l-_,....;;-1. -(5.,"..; rio
.... F:
-

-o LA-• •‘-): A - j:„*S1 • ' '"...C . 5-r 5 31a


r' F ...
.. 1:::A"-:IL,
,.., ,....., . , -...,...
L_ '• °e?;
- • ... ---
' t:. °La-J j
..•,,--i 1-
'e'--<--. - _.-i
___ ) , -..<1--
,o9 Cf *1 e. ı ('‘Y) . A ...k.."- .. 5 3 C )..., ....:,-
. 1 ..,

e . .i i . Q5 ı 0. ı ., . ..• 4
1 ı t
1:::"_...-..., bijt:i
,
4 b..*
) - -,..4jr j
-
0. ;.42-i. e... t.;..)..j T L4 i i ..1 —
...
C ) 1211
o. • • • ..9„, •, O „ . o .9
‘r000- . - .1 4..,* 'J -v..P
• ı ı O >of 0. * :A.(9
‘:.•_;LS I J.9 Qk Y') j.„. u I A.J.
, ,
<J:Ğ' • ,ı _kiı
Cüz' :1, Sure: 2 89

o , o 90 9 o. ....o, o


) t) ffi U
— ° 't o 9 ••••-•
(`k o)
o o 9
I ,‘-4.j
e f"
I - - *—A
J-?*
-
4..) 1 ..? CA

88— "Kalblerimiz perdelidir" dediler, Hayır, ama inkârlarından


dolayı Allah onları ldnetlemi ştir. Artık çok az inanırlar. 89— Ne zaman ki
onlara Allah katından, yanlarında butunan(Tevrat)t doğrulayıcı bir
kitâb (Kur'an) geldi, daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip durnr-
larken, o bildikleri (Kur'ân) kendilerine gelince onu inkar ettiler ; artık
Allah' ı n lâneti, inkarcıların üzerine olsun! 90— Allah' ın, kullarından di-
lediğine lâtfiyle (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah' ın indirdiğini
inkar etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazalia
uğradılar. Inkar edenler için alçaltıcı bir aza vardır. 91— Onlara : "Al-
lah'ın indirdiğine inanın" denilse, "Bize indirilene inanırız" derler,
ötesini kabul etmezler. Halbuki o, kendi yanlar ında bulunanı doğrulayıcı.
ıyor idiyseniz neden daha önce pey- birgeçkt.D:"Genia
ğamberleri öldürüyordunuz?" 92— "Andolsun Musa, size aç ık delillerle
gelmi şti, sonra onun ardından tuttunuz, buzağıya taptımz ; siz öyle zalim-
lersiniz işte!" 93— Bir zaman üzerinize Tur(dağın)ı kaldın,p sizden kesin
söz almıştık : "Size verdi ğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik).
"Dinledik ve isyan ettik" dediler. Inkarlariyle kalblerine buzağı sevgisi
içirildi. De ki : "Eğer mü'min iseniz, imanınız size ne kötü şey emredi-
yor!" 94— De ki : "Eğer (dediğiniz gibi) gerçekten Allah kat ında ahiret
yurdu kimsenin de ğil, yalnız sizin ise, bu sözünüzde do ğru iseniz, haydi
ölümü temenni edin!" 95— Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden
dolayı ölümü asla istemezler, Allah zalimleri bilir. 96— Onları, insanların
hayata en düşkünü, puta tapanlardan daha tutkunu bulacaksın; her biri
ister ki bin y ıl yaşatılsın. Oysa yaşatılması , onu azabdan uzaklaştıraceık
değildir. Allah, ne yaptıklarını görüyor.

Tefsir:
88-95 nci âyetlerden anla şıldığına göre Hz. Pey ğamber(s.a.v.), İsrail
Oğullarına Kur'ân'ı okuyup onları dü şünceye davet ettikçe onlar inat
ve küfürlerinde ısrar etmişler "Senin dediklerini akhmız almaz, bizim
bildiğimiz bize yeter, fazlasma ihtiyac ımız yok, senin dedi ğin şeylere
90 Bakara Suresi

bizim kalblerimiz kapand ır" demişlerdi. Oysa onlar, :daha önce, yakmda
çıkacak bir peyğamberin öncülüğünde Araplara galip geleceklerini söy-
leyip duruyorlardı . Fakat kendi milletleri d ışında bir insanın peyğamber
oluşunu çekemediler. Bu pey ğamberin getirdikleri, kendi yanlar ında
bulunan kitab ın hükümlerine uygun oldu ğu halde sırf kıskançhklarm-
dan dolayı bile bile onu inkar ettiler. Böylece onlar, iman ı verip küfrif-
satın aldılar, kötü bir alışveriş yapmış oldular. Çünkü bu ah şverişin
sonu, kendilerini alçaltan bir azâb olacakt ır. Bu tür alışveriş yapanlar,
Allah'ın gazabına uğrarlar. Allah' ın -Iâneti, öyleleüni ku ş atıp mahve-
der.

Pey ğamber (s.a.v.) onlara: "Allah' ın indirdiğine inanın" dedikçe


onlar: "Bize indirilene inan ı rız" demişler, bundan ba şkasını inkar et-
mişlerdi. Aslında kendileri, daha önceki pey ğamberlere de do ğru dürüst
inanrmş değillerdi. Onlara da nice eziyetler etmi şlerdi. Hatta pey ğam-
berleri öldürecek kadar ileri girmi şlerdi. Hz. Musa, kendilerine mu'ci-
zelerle geldiği halde yine putatapmayı içlerinden söküp atam.am ışlar,
onun ardından buzağıya tapnuşlardı . Allah, kendisinden geleni dinleyip
buyruklarma s ımsıkı sarılacaklarma dair onlardan kesin söz ald ığı
halde onlar a ğızlariyle " İşittik" demişler, fakat davran ışlariyle "isyan
ettik" demişlerdi. Çünkü sözlerinden caynn ş, puta tapnu şlardı . Kuşku-
suz bu tür davran ış , imanla ba ğdaşmaz.

Bir de onlar, ahiretin, sadece kendilerine ait oldu ğunu, cennete


yalnı z kendilerinin gidece ğini söylüyorlardı . Bu da onların kuruntu-
sundan ba şka bir ş ey de ğildi. Âhirete öylesine inanan kimse, dünyaya,
altun buza ğı ya tapacak kadar ba ğlanır mı ? Cennete gidece ğine emin
olan kimse, ister ki ölsün de bir an önce cennetteki o yüce hayata kavu ş -
sun. Halbuki Yahudiler, ya. ş amağa çok düşkün insanlaı dı . Bin yıl dahi
yaşasalar, yine ölmek istemezlerdi. Çünkü yaptıklar ı çirkin işlerden
dolayı ahiretlerinder. endi şe içindeydiler.

Hamdi Yazır şöyle diyor: "Dar, hıgatte, etrafı çevrili, yaş amağa
elveri şli yer demektir. Dilimizde büyük konak, saray, şehir, memleket,
yurt ve vatan kelimelerinin anlamlar ını ta şır. Yerine göre bu masalar-
dan birini alır. İ çinde bulundu ğ umuz şu &deme de dâr-i dünya (dünya
evi), buna karşılık olarak ahirete de dar-i ahiret (ahiret evi) denilir.
Âhiret evi, ölümden sonra ebedi kalmacak yurttur. Binaenaleyh ahiret
yurdu, sırf bizimdir demek, öldükten sonra herkes ya mahv veya kah-
rolacak, sadece biz kalaca ğız, biz mes'ud olaca ğı z demek olur. Ölüm-
den sonra böyle ebedi bir saadet, yaln ız kendilerinin olduğuna cidden
Cüz' : 1, Sure: 2 91

kani bulunanların, zahmetler, elemler, kederlerle dolu olan şu üç be ş


günlük dünya hayat ına sarılmalarımn hiçbir manas ı yoktur. Hele dün-
yada vatandan, istiklalden mahri ım, zillet ve meskenete mahka ın bir
halde ya ş ayanlar için böyle bir temenni, zaruri olmak laz ım.gelir."'
İbn Abbas' ın tefsirine göre bu ayette Yahudilere deniyor ki: Siz
Allah'ın dostları , Allah'ı n o ğulları ve sevgilileri oldu ğunuzu zannedi-
yorsunuz, yalnız sizin cennet ehli oldu ğunuzu, sizden ba şkalarının ce-
fiennem ehli oldu ğunu söylüyorsunuz. Madem ki öyledir, o halde mü-
bgele ediniz, yani kim yalanc ı ise ona ölüm temenni
İşte bu ayet, onları yalancıya ölüm temenni etme ğe davet etmi ştir.
Nitekim hırıstiyanlar da Ali İ mran Suresinde mübüheleye davet edil-
mişlerdir. Hıııstiyanlar mübâheleye yana ş madıkları gibi Yahudiler de
yana şmadılar. Çünkü Hz. Muhammed(s.a.-v.)in, pey ğamher olduğunu
biliyorlardı . Ölüm temenni etseler, mahvoacaklann ı anhyorlard ı . Ab-
dullah ibn Abbas: "E ğer ölüm temenni etmi ş olsalardı , her birini derhal
yıldırım çarpardı ." demiştin. Taberi de ş öyle diyor: "E ğer Yahudiler,
ölüm temenni etmi ş olsalardı , derhal öliir ve ate şteki yerlerini görürler-
di Allah' ın Resuliyle mübüheleye çıkanlar, evlerine döndükle ı i zaman ne
çoluk çocuklarım, ne de mallarıni göremezlerdi, hepsi mahvolup gider-
di." 2

o
t—) LS;14.:1:; (j'.P 34:r 345;
, ti j )
—•

.9 0 ,,
( ,ı v) • (.5
o ,
ı ı

97— De ki : Allah' ın izniyle Kur' ân' ı , kendinden öncekini do ğrulaylcı


ve inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiği için
kim Cebrâil'e düş man olursa 98— (Evet) kim Allah'a, meleklerine, pey ğam-
berlerine, Cebrüil'e ve Mikaire düş man olursa bilsin ki Allah da inkar
edenlerin düş manıdır."
Tefsir:
97-98nei ayetlerin ini ş sebebi hakkında çe şitli rivaye ıler vardır.
Bu rivayetlerin anlat ıhşı farklı ise de hepsinin özü bindir:
1 Hak Dini Kur'an Dili, L 243-44
2 İbn Kesir, Tefsir, I. 127-128
92 Bakara Suresi

Yahudilerden bir grup, Hz Pey ğamber (s.a.v.)e gelmi şler, ondan


birtakım sorular sormu şlar. O da sorularını cevaplandırmış . Bu cevap-
ların doğruluğunu itiraf etmi şler, sonra kendisine kimin vahiy indirdi-
ğini sormuşlar. Hz. Pey ğamber, Cebrail'in vahiy getirdi ğini söyleyince:
"O deprem, felaket, şiddet, savaş ve ölüm getirir. Buhtunnas ır'ın öl-
dürülmesini önlemekle onun bizi mahvetmesine sebeb olmu ştur. O
bizim düş manımızdır. Ama Mikail bizim dostumuzdur. E ğer sana vahiy
getiren, Mikail olsayd ı , sana inanırdık." demişler. İşte bu miinasebetle
bu ayet inmiştir.
Yüce Allah, bu ayetlerde, Allah' ın izniyle peyğambere vahiy getir-
diği için Cebraire dü şman olanın, Allah'ın düşmanı olacağını, Allah'ın
da onlara dü şman olaca ğını bildirmektedir. Çünkü bütün melekler Al
lah'ın dostudûrlar. Allah' ın dostuna dü şman olan, Allah'a dü şman
olur.
Bu âyetlerden anla şılıyor ki Yahudilerin Cebrâil'e dü şmanlıklar',
onun Hz. Muhammed'e vahiy getirmesinden ileri gelmektedir. İlk defa
burada Hz. Muhammed(s.a.v.)e vahiy getiren mele ğin, Cel;rall oldu ğu
açıklanmıştır. Bundan önce Suara Suresinde bu melekten
emin (güvenilir ruh), Nahil Suresinde er-Ruttu'l-kudüs (kutsal ruh)
diye söz edilmi ştir.
Cibril, (cebra)(il) kelimelerinden olu ş an Cebrall'in bir ba şka telif-
fuzuclur. îl , eski Arapçada Allah anlamına gelir. Cebrail, Cebrullah (Al-
lah'ın kuvveti) demektir. Kelime, Cebrail'in, Yenilmez bir kuvvet ve
Allah katında büyük bir makam sahibi oldu ğunu ifade eder.
Çeşitli hadislerde Cebrail'in, Hz. Pey ğamber'e vahiy getiren melek
olduğu anlatılmaktadır. Hz. Peyğamber'e vahiy getirdi ği zaman bu
meleğin ruhaniyyeti, Allah'ın Resulünü öylesine istilâ ederdi ki Al-
lah'ın Resulünün takati kesilirdi.
»kal, ilk defa ve yaln ız burada zikredilmektedir. Mikal de Mikail
adının bir söylenişidir. tkrime'ye göre Cebr, Mik, israf: kul anlam ına
gelir. İl de Allah'tır. Cebrail, Mficall, İsrafil hep Allah' ın kulu demektir.'

İ Cip J-4. -J t:A; C.J GT -43 I 1:::S:;:r1 6-C13;


j ef.:C;; T.,C4:p VS -J- 1
0 i7; o 3 9 •••• ■1 O

st_Pr ft .9 e s' I j,.


1 tim Kesir, I, 130
Cüz> :1, Sure: 2 93

o -

.151-

99- Andolsun sana ap açık eıyetleri indirdik, onlar ı yoldan ç ıkm ışlar-
dan başkası inkar etmez. 100— Ne zaman bir ahit (andlaş ma) yapt ılarsa
onlardan bir grup o andi bozup atmadı mı ? Zaten onlar ın çoğu inanmaz-
lar. 101— Allah tarafı ndan kendilerine, yanlarında bulunan ı doğrulay ıcı
bir elçi gelince, kitap verilmi ş olanlardan bir grup, Allah' ın kitab ını
sanki bilmiyorlarmış gibi sırtlarının arkası na att ılar.

Tefsir:

99-101 nci ayetlerde Hz. Muhammed(s.a.v.)e indirilen ayetleri


ancak fasıklann inkâr edecekleri, bundan dolayı bunları inkar eden Ya-
hudilerin de do ğru yoldan ayr ılıp fasık oldukları belirtilmekte ve Yahu-
dilerin, daha önceki pey ğamberlere kar şı tutumları hatı rlatılmaktad ır:
Onlar ne zaman bir söz vermilerse onu yerine getirmemi şler, on-
lardan bir grup, verdikleri sözü arkalar ına atmışlar, çokları Allah'a
gere ği gibi inannıadıklarından andi bozmakta bir sak ınca görmemiş -
lerdir. Ne zaman peygamber onlara, yanlar ında bulunan kitab ı do ğru-
layıcı bir kitap getirmi şse onu kabul etmemi şler, ellerindeki kitab ın
hühnünce o pey ğambere uymalar ı gerekirken bilmezlikten gelip Allah' ın
kitabının hükümlerini arkalarına atmışlardır.

İşte ey Muhammed, onların bu tutumu yeni de ğildir. Onlar, öte-


den beri peyğamberlere böyle yapagelmi şlerdir. Şimdi sana da böyle
yapmaktadırlar. Senin getirdi ği'm kitap, ellerinde bulunan kitaba uygun
olduğiı, senin vasıflarını kendi kitaplarında gördükleri ve kitaplar ının
hükmüne göre sana uymalar ı gerekirken onlar senden yüz çeviriyorlar-
sa üzülme; bu, onlar ın eski huylarıdır. Onların çoğunluğu, senden önceki
peyğamberlere de böyle yapm ışlardı .

_
j
5•-
_l_z_;
(4.11-f t_., t;.J j:;51
9 Bakara Suresi

o 5 -
ıa Cı4 41-ı t.)
o .4 o.
LA J ,CkA c:;:"
•—• o ,
ı ‘si ol
9 o 9 o o 9 9 o „ ,
J.A.5- 4...~:4-; I k., Ii J (..)-"'""-•-

,5 o- o
L d:111 ı° ı T° ° • Y)

( ■ • r) 11.;&i°

SüleYman' ın hükümranlığı hakk ı nda onlar, şeytanları n uydur-


102 —

dukları sözlere uydular (Sülernan' ın büyü yaparak saltanatun kazan-


dığını söyleyen ş eytan ruhlu insanlara uyup, Silleyman' ın büyilcii ol-
duğuna inandılar). Oysa Süleyman, (büyü yaparak) küfre gitmemi şti.
Fakat o şeytanlar, kiifre gittiler : Insanlara büyü ve Babil'de Hâriıt ve
Wırut adlı melekler(den ilham alan iki kişiy)e indirileni öğretiyorlar.
Halbuki onlar : "Biz bir fitneyiz (bu bilgi, sizin bunu kötüye kullamp
kullanmayaca ğın ızın denenmesi için size ö ğretilmektedir. Sakın bunu
kötüye kullanıp büyü yaparak) küfre gitme(yin)!" demedikçe kimseye
bir şey öğretmiyorlardı . Fakat bunlar, onlardan, erkekle karı sının arası nı
açacak şeyler öğreniyorlardı . Ama onlar, Allah' ı n izni olmadan onunla hiç
kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni de ğil, zar r vereni a
ifğ reniyorlardı . Andolsun, onu sat( ıp onunla çıkar sa ğlay)anın, iihirette
bir nasibi olmadığı nı gayet iyi biliyorlardı . Vicdanlarını sanıkları şey ne
kötüdür, ke şke (bunu) bilselerdi! 103 Eğer onlar inanıp (Allah'ın aza- —

bından) korunmu ş olsalardı, elbette Allah katı ndan (verilecek) sevap, (ken-
dileri için) daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi!

Tefsir:

102-103 ncü âyetlerde Yahudilerin baz ı zayıf karakterleri anlat ıl-


maktadır. Ş öyle ki: Yahudiler verdikleri sözden caymak, Allah' ın kitabı-
nın hükümlerini tammamakla kalmam ışlar, aynı zamanda Süleyman' ın,-
hükümdarhğını büyü yoluyla elde etti ği hakkında şeytan ruhlu ki şilerin
söylediklerine inanarak Hz. Süleyman' ı büyücü sanmışlardır. Büyü kü-
für i şlerindendir. Oysa Hz. Süleyman küfür i şlememiştir. Yine Yahu-
diler, Babil'de Hârut ve Mârut adl ı iki melek hakkında söylenen riva-
yetlere de inanm ışlardır. Evet o iki melek sihir ö ğretiyorlardı ama ö ğre-
tirken bu bilginin, insanların smanmas ı için ö ğretildi ğini, kötüye kul-
lanıldığı takdirde bunun küfür oldu ğunu söylüyorlardı . Halbuki Yahu-
Ci.,)z) :I, Sure: 2

diler, ö ğrendikleri bilgiyi kötüye kullanıyorlar, kar ı ile kocasının arasını


açacak, insanlara zarar verecek ş eyler ö ğreniyorlardı . Elbette bu tür
davranışlar, insanları Allah'ın azübına sokar, rızasından yoksun bıı akır.
Onlar, böyle yapacaklanna peygamberin risaletine inamp günahlardan
sakmmış olsalardı , kurtulu ş a ererlerdi. Bilselerdi böyle yaparlard ı .

Eski Müfessirler Bübirde insanlara büyü ö ğreten iki melek hakk ın-
da çok acayip rivayetler - nakletmişlerdir. Bu rivayetlerin özeti şudur:
Güya melekler Allah'a: Adem o ğullanmn çok günah işlediklerini söy-
lemişler, Yüce Allah da onlara demi ş ki: "Ben onları, size vennedi ğim
birtakım illetlere mübtelâ kıldım. Eğer o illetleri size verseydim, 'siz
de onlar gibi yapardınız." Melekler: "Hâş â, seni tenzih ederiz." demi ş-
ler, Allah da içlerinden iki ki şi seçmelerini emretmi ş , melekler Hârut
ve Martıt'u seçmi şler. Allah Hârut ve Mürut'u insan o ğlunun şehvet-
lerine mübtelâ kılıp Babil'e indirmiş .
Bunlar güzel bir kadına rastlanu şlar, kadından küm almak istemi ş-
ler. Mecusi olan bu kad ın örce bunlan kendi dinine davet etmi ş, kabul
etmemişler. Sonra kadın bir put çıkarmış, demiş ki:
- Ya bu puta tapacaksınız, ya şu adamı öldüreceksiniz, ya da şu
şarabı içeceksiniz.
Aksi taktirde kendilerine teslim olmayaca ğını söylemiş . Onlar da
daha hafif diye son şılçkı kabul edip şarap içmi şler. Şarap içip sarho ş
olunca zinâ etmi şler ve orada bulunan bir insan kendilerini ihbar eder
düşüncesiyle onu da öldiirmü şler, puta da tapnu şlar. Allah da onları
ya dünya ya da ahiret azab ından birini seçmekte serbest b ırakmış .
Birincisini seçmişler. Bu yüzden Allah'ın emriyle ayaklar ından ba ş
aşağı asılmışlar. İşte Bübil'eleki insanlar bunlar ın yanına gelinrriş ,,bun-
lar da onlara büyü ö ğretirlermi ş . Fakat büyü ö ğretirken onları uyanr-
lar, kendilerinin bir fitne olduklarım„insanlann denenmesi için büyü.
*ettiklerini, bu bilgileri kötüye kullanman ın küfür olduğunu söyler-
lernaiş .° ,
Bu rivayetlerin zayıf ve garip oldu ğunu İbn-i Kesir söyledi ği gibi
Razi de bunların asil olmadığını çeşitli yollarla isbat etmi ştir.
Büyünün Arabeas ı sihir'dir. Sebebi gizli; ince, anla şılması güç bir
olaydır. İnceliğinden dolayı sabah vaktine de seher denmi ştir. Sihir,
hakkı bâtıl, batılı hak göstermek ve çıkar sa ğlamak kasdiyle yap ıldığın-
dan kötüdür; imans ızlığa, ahlüksızliğa dayanır.

1 İbn-i Kesfr I. 139-140; Muhammed chzet berveze, Et-Tefslru'l-badf§, VII % 217-218 •


96 Bakara Suresi

Büyü, tabiat üstü âlem ile ba ğ kurarak varl ıklar üzerinde etki
yapma amac ını ta şır. Bunun bir kıs ım tamâmen yalandır, bir kısım da
hakikatle hayâlin karışımıdır. Yani bir kısmı az çok bir gerçe ğe dayanır,
ama bu gerçe ğe pek çok yalan kar ıştırılmıştır.
Ayette şeytanlarm, insanlara büyüyü ve bir de Babirde Hârut ve
Marilt isimli iki meleğe indirileni ö ğrettikleri ifade ediliyor. Ayetin
bu kısmı üzerinde tefsirciler birçok fikirler beyan etmi şlerdir: Bir kısmı
burada mâ'yı nâfiye kabül ederek: "Babirde Hârüt ve Mârât ad ında iki
mele ğe bir şey indirilnıedi" diye ınânâ vermiştir ki, ayetin alt tarafı
bu mânây-a uygun de ğildir. Bu mânâyı verenlerin maksad ı, meleklerin,
insanlara büyü ö ğretmelerini kabül etmemektir. Hakikatte buna lii.zum
yoktur. Çünkü ayet, büyü ile meleklere indirileni ay ırmaktad ır: "Onlar,
insanlara büyüyü, bir de iki meleğe indirileni öğretiyorlar" diyor. Ş eytan-
lar, bu ikisini birbirine kar ıştırarak bir yığın hayalât, vafk, tılsım ortaya
atmışlardır. Demek ki, melekler, insanlara büyüyü de ğil, büyünün de
dayandığı temel bilgiyi vermişlerdir.
Her bilgi iyidir. Büyünün kendisi de bilgi olarak kötü de ğildir.
Allah, akıl sahibi insanların, her bakımdan bilgi sahibi olmalarını is-
temiş ve bu bilgilerini kötüye kullan ıp kullanmayacaklarım sınamak
dilemiştir. Bunun için semâvi kuvvetler olan melekleri görevlendirmi ş ,
melekler insanlara ilham ile bilgiler vermi şlerdir. Peygamberin d ışın-
daki insanlar, meleklerden ancak ilhâm ile bilgi alabilirler. Ayette ge-
çen iki melek, asl ında meleklerden ilham alma derecesine yükselen iki
melek ruhlu insandır. Bu mânâyı veren müfessirler oldu ğu gibi: "Mele-
keyn" kelimesinde lam' ı kesre ile "nıelikeyn" şeklinde okuyanlar da var-
dır. O zaman: "Bâbil'de iki kırala indirileni ö ğretiyorlardı" demek olur.
Hakikaten kırallık kurumunun kökünde de büyü vard ır. O takdirde
indirme, ilhânı etme anlamına gelir.' Hasılı diğer bilgiler oldu ğu gibi,
büyünün dayandığı temel bilgi de Bâbil'de iki melek ruhlu insana veya
iki kırala melekler tarafından ilhâm edilmiştir. Ama kötüye kullanıl-
mak üzere de ğil, sadece bilinmek ve şerrinden korunmak üzere ilham
edilmiştir. Çünkü Bâbilliler, büyü i şleriyle u ğraşıp duruyorlardı . İn-
sanları bunların şerrinden korumak için büyünün ne oldu ğu, hangi
sebepler zincirinin düzenlenmesinden meydana geldi ği iki insana ilham
edildi. Aslında insana ola ğanüstü gelen büyü, yaln ız erbâbmca bilinen,
başkalarına gizli kalan sebeplerin düzenlenmesinden has ıl olan bir olay=
dır. Herhangi bir olayın sebebi, bilinmezse, büyü gibi görünür. Ama
sebebi anla şıhnca olay, gariplikten ç ıkar. Mesela: bugün tabiat kuvvet-
1 Aliısi, Ruhu'l-Mectınf, I. 277-282.
Cüz': 1, Sure: 2 97

lerinden yararlamlarak yap ılawuçak, bin yıl önceki insanlar için büyük
bir büyüdür.
İş te basit olaylann dahi büyü gibi göründü ğü Mezopotamya in-
sanları arasında iki kişi, diğer insanların kavrayamayaca ğı birtakım
olayların kanunları n keşfetmişler ve bunu talebelerine ö ğretirken kö-
tüye kullanmamalar ını söylemişlerdi. Fakat Babilliler ve Babirde
esâretleri s ı rasında onlardan garip olaylar ı öğrenen Yahudiler, birçok
hurâfeleri de katarak bu bilgileri kötüye kulland ılar, büyü yaptılar.
Büyü, o zamanlar tabiat ilimleriyle kan şıkti. Bir filozof, aynı zamanda
hüyüeü idi. Dedi ğimiz gibi ö ğrenme merak ı , insanı her şeyi bilmeğe
sevk eder. Bugün müsbet ilimler de öyle de ğil midir? Elektrik bilgisi,
parlak bir ilimdir. Fakat o bilgiden yararlanarak herkesin ayak bast ığı
merdiven parmakl ıklarma gizli bir kablo ile elektrik verip insanlar ı
öldürmek büyüdür. Atom bilgisi yücedir. Atomu insanl ığın yararına
kullanmak güzeldin Fakat bir atom bombasiyle bir şehri, bir ülkeyi
öldürmek büyüdür. O halde, melek büyü ö ğretir mi, diye dü şünmeğe
bizum yoktur. Melek büyü ö ğretmiyor. O, birtakım kanunları ilham
ediyor. İ nsanların, bu bilgileri kötüye kullanmalar ı büyü oluyor.
İ mam Fahri Razi, büyüyü sekiz çe şide çıkarmaktadır:
.

1- Semavi kuvvetlerle yere 'ait kuvvetleri birbirine kar ıştırarak


yapılan Kildâni büyüsü. İbrahim Aleybisselam, bu tür büyü ile u ğraş an
milleti uyarmak için gönderilmişti. Kildaniler, yildızlara, büyük kuv-
vetler atfederek baz ı rakamların özelliklerinden ve t ılsımlardan yarar-
lanmak sûretiyle büyü yaparlar, y ıldızlardan yararlanmak için onlara
taparlardı . Bunlar büyüeillii ğiin ve kahinli ğin sırrını bilmekle ün yap-
mışlardı .
2- Evham ve güçlü ruh sahiplerinin büyüsü. Bunlar insan rü-
hunun temizlenmesiyle bazı güçler kazanaca ğına, kendi bedeninde ol-
duğu gibi, başka bedenler üzerinde de etki yapabilece ğine inanırlar.
Bunun için sırf başka varlıkları buyruk altına almak amaciyle u ılete
çekilir, çe şitli riyâzetler yaparlar.
3- 'Üçüncü ş ekil, yalnız yere ait ruhlardan, yani cinlerden yarar-
lamlarak yap ılan büyüdür. Yere ait ruhlarla münasebet kurmak, se-
mavi ruhlarla, yani meleklerle ili şki kurmaktan kolaydır. Hindistan'-
daki fakirizm bu son iki şekle girebilir.
4- Hayali hakikat göstermek, göz ba ğlamak şeklindeki büyü. Bu,
duyulan aldatmaktan ibaret bir büyüdür. T ıpkı gemide giden yolcunun,
kıyım'', hareket etti ğini görmesi gibi.
98 Bakara Suresi

5- Birtakım âktlerle yap ılan hünerler, el çabuklu ğu kabilinden


şeylerdir. Mesela: ku şu kesip, sakladığı başka bir kuş u uçurmak sure-
tiyle, kesti ği kuşu diriltip uçurmuş göstermek gibi. Fir'avn' ı n bilyücli-
lerinin de bu tür büyücüler oldu ğu sanılmaktadır. Bunlar, bat ılı ger-
çekmiş gibi göstermişlerdi. Rivâyete göre bunlar, özel siı'lrette yapt ır-
dıkları değ aeklerin ve iplerin içine cıva koymuşlar, hünerlerini göstere-
cekleri alanı da daha önceden alttan ate ş yakarak ısıtmışlardı . Bu ip-
leri ve de ğnekleri halkın gözü önünde topra ğın üzerine atmca, alttan
ateşin, üstten güne şin teLiriyle c ıva genişlemiş , bundan ötürü de ğ nekler
ve ipler kınuldadığından halk bunları hareket ediyor sanm ıştı .
6- Bazı ilâçlarla yap ılan büyü. Büyü yapılacak kimseye esrar, mor-
fin gibi şeyler içirmek sûretiyle aklı çelinir. Dışkılar, kadavra parçalar ı ,
kan ve cinsiyetle ilgili her çe şit nesne, biiyii.ciinün kullandığı ilaçlardan-
dır. Bunların bir özelli ği de dinen pis say ılan ş eyler olmasıdır. Mesela;
necis olan pisli ği, büyücü ilaç olarak kullan ır. Ayrıca büyülenecek kim-
senin vücudundan alınacak herhangi bir ş ey (saç teli, t ırnak v.s. gibi)
de büyü yapımında kullamln=.
7- Dinleyiciyi yaldızlı sözlerle kandırıp kendisinin cinlerle temas
kurdukuna, m.ânevi bir güce sahiboldu ğun.a inandı rarak ona istedi ğini
yaptırabilme kurnazlıkı da bir çe şit büyü demektir.
8- Söz götürüp getirerek insanlar ı birbirine düşürmek, böylece
kendi hesabı na çıkar sa ğlamak da büyü anlarm içindedir. Ama büyü
deyince akla gelen, ilk üç şekildir.

Mu'tezileye ve ehli sünnetten baz ı kişilere göre büyü, gerçek de ğil-


dir. Büyü diye bir ş ey yoktur. İnsan hiçbir surette, dokunmadan ba ş-
kasına etki yapamaz. Fakat Cumhura, yâni ehli sünnetin ço ğunluğ una
göre büyii vardır. Bazı kimseler riyazet, isimlerin ve rakamlar ın özellik-
leri, afsun, uzlet gibi yollara ba şvurarak ba şka varlıklar üzerinde etki
yapacak duruma gelebilirler. Cinlerin kötüleriyle temas kurup, onlar
vaSıtasiyle ola ğanüstü gibi görünen şeyler yapabilirler. Ancak bu ok-
ğanüstü işleri yapan, yine Allah'tır. Büyücü, büyüsüyle bir olayı n se-
beplerini bir do ğrultuda düzenlenme ğe sevk eder. O isimlere ve rakam-
lara, o özellikleri veren de Allah't ır. Böylece her i şin fiili Allah olur.'
Böyle oldu ğundan Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veri-
lemez. Bundan dolay ı Allah'a sığındıktan sonra art ık hiç bir şeyden
korkulmaz. Çünkü Allah ad ının anıldığı yere şeytan sokulamaz. Eûzü
besmele, mü'minin koruyucu silahıdır. "O, öyle Allah'tır ki, onun ismi
1 Mefatibui- Ğayb, I. 635-654, Dâru't-tıbâati'l•Aanire, sene 1307.
Cüz': 1, Sure: 2 94

anıldıktan sonra ne yerde, ne de gökte hiçbir şey zarar vermez." Bunu


böyle bilip, kafayı ve riıshu büyü vehmin.den sıyırmak lazımdır.
Cinlerin imansı zları olan şeytanları etki altına almak ve onlardan
yararlanmak için Bâbilliler, Mısırlılar, Hindliler, Yunanlılar ve daha
birçok milletler büyülere, t ılsımlara, afsunlara ba şvurhıuşlardır. Bu iş ,
bugün de modern bir şekle bürünerek devam etmektedir. ,
Islam'da Büyünün Hükmü:
Yukarıdaki ayette görüldü ğü gibi Kur'an büyü ile u ğraşmayı
für saymaktadır. Bu konuda mezheplerin görü şlerini Ebu'l-Muzaffer
Yahya ibn Muhammed ibn Hüberye, el-i şraf alâ Mezhebin-E ŞI:af adl ı
eserinin büyüye tahsis etti ği bölümünde toplamıştır:
Ebiı Hanife dışındaki Fakihler büyünün bir hakikati oldu ğu gö-
rüşündedirler. Ebu Hanife'ye göre büyü, tamamen aldatmadan ibaret ,
ı yoktur. İ m.ânı Ebu Hanife ve İ mam Mâlik'e tir.Hçbgekyan
göre büyü ö ğrenip yapan kimse kâfir olur. Ebu Hanife taraftarlar ından
bazılarına göre sırf kötülü ğünden korunmak için büyü ö ğrenmek kü-
für olmaz. Ama büyünün caiz oldu ğuna, ya da kendisine fayda sa ğla-
yaca ğına inaharak büyü ö ğrenen ve istedi ği herş eyi büyü yolu ile yapa-
bileceğine inanan kimse kâfir olur.
İmam Ş afirye göre büyü ö ğrenen, şayet Babil halkı gibi büyü ile
yedi yıldı za yakla şacağına ve o yıldızların, arzu etti ği herşeyi yapaca-
ğına inanıyorsa kafirdir. Ş ayet u ğra ştığı büyü böyle küfür gerektiren
ş eyler de ğilse kafir olmamakla beraber yine bunu haram bilmesi gerekir.
Küfrü gerektirmeyen büyüyü dahi mübah bilerek yapan kafir olur.
Büyünün Cezas ı :
İ mam Malik ve Ahmed'e göre büyü yapan öldürülür. İmam Ş afii
ve EVI Hanife'ye göre öldürülmez. Fakat büyüyü büyüsüyle bir insan ı
öldürmüşse Malik, Ş afii ve Ahmed'e göre kendisi de öldürülür. Ebu
Hanife'ye göre bu fiili tekerrür etmedikçe, ya da bizzat kendisi falan'
büyü ile öldürdü ğünü itiraf etmedikçe öldürülmez.
Büyücünün tevbesinin makbul olup olmadığı mes'elesine gelince
İ mam Malik, İmam-ı Azalır ve İmam Ahmed'den gelen me şhur rivayete
göre büyücünün tevbesi makbul de ğildir. İ mam Ş afii'ye ve İ mam Ah-
med'den gelen di ğer bir rivayete göre büyücünün tevbesi makbuldü ı .
Burada İmam Şafii ve İ mam Ahmed'in görü şleri tercihe ş ayan
görülmektedir. Çünkü. Allah teybe eden her günahkar' affedece ğini
Kur'an- ı Kerim'de va'd buyurmu ştur.
100 Bakara Suresi

Büyücüden büyüsünü çözmesi istenir mi? Buhari'nin nakline göre


Said İbnu el-Müseyyib bunun caiz oldu ğunu söylemi ştir. Kurtubi Vehb'
den şunu naklediyor: Yedi sedir yapra ğı alımı., bunlar iki taş arasında
dövülüp suya katılır. Üzerine Ayet-ül Kürsi okunup büyü yap ılan ki-
şiye üç yudum içirilir, gerisiyle de yıkanır. Böylece büyüsü çözülmüş
olur, Bu, özellikle ba ğlamp karısına varamayan erke ğe iyi gelirmiş .
İbn-i Kesir şu neticeye varıyor: Bana göre büyüyü gidermek için en
faydalı yol Allah'ın Resûlüne indirdi ği Muavvizât'ı okumaktır. Hadiste
de "Allah'a sığınan hiç kimse bu iki s ığınma duüsı gibi etkili bir duâ ile
Allah'a sığınamaz." buyurulmuştur. Kezâ ket-ül-Kürsi'yi de okumak
faydal ıdır. Çünkü Ayet-ii'l-Kürsi şeytanı koyar.'

İster küfür ister harâm kabul edilsin, büyü ile u ğra şan, bu işine de-
vam ederse bütün mezheplere göre öldürülür. Has ılı büyü bir tezvir
sanatıdır. Ancak kötü ruhlu ki şilerin uğraş aca ğı bir şeydir. Bununla
uğraş anlar dünyada da, âhirette de iflâh olmazlar. Çünkü Allah: "Bü-
yücii nereye varsa iflah olmaz."' diyor.
Büyünün nasıl islâmiyetle bir ilgisi yoksa, büyliciinün de din
adamlığı ile bir ilgisi yoktur. Bu, tâ eski medeniyetlerden kalma bir
mirastır. Düşünmek lazımdır ki İslam, böyle şeyleri yapanlara ı;ezâ-
ların en a ğırını vermekte, böylelerini ölüm cezâsma çarpt ırmaktadır.
Tekrar edelim: Harâm olan, bir şeyi bilmek de ğil, yapmaktır. Müslü-
man halkımızın, Allah'a ilticâ ederek bu gibi haram şeylerden kaçm-
malarmı tavsiye ederiz. İmam Ahmed ibn Hanbel, Pey ğamberimiz'den
şu hadisi rivayet etmektedir:

"Kim kâhine ya da müneccime gider de onun söylediklerini do ğru


kabul ederse, Muhammed'e indirileni inkâr etmi ş olur."'

t-4.-!.

104— Ey inananlar, "Râcinâ (bizi gözet) demeyin, uturna (bize bak)


deyin ve dinleyin. Kâfirler için ac ı bir azeip vardır."

1 Kesti. I. 147-148
2 Taha Süresi: 69
3 Müsned, II. 429; aynı meâlde bir hadis, Müslim, Selam Kitab ında da vardır. Baba tah-
rinırbkehaneti...
Cüz) : 1, Sure: 2 101

Tefsir:

104 ncü ayette geçen rci(intı kelimesi, "bize riayet et, bizi gözet"
demektir. Müslümanlar, Allah' ın Elçisine böyle hitabederlerdi. Yahudi-
ler ise müslümanların kullandıkları bu kelimeyi, ağızlannda e ğip bilke-
rek hakaret anlamına gelecek biçime sokuyorlardı : Kelimeyi hakaret ve
kabalı k anlamına gelen ruanet kökünden yapılmış rain sıfatına, yahut
"bizim çoban" anlammdaki rand kelimesine ya da ibranicede sövme
anlammdaki bir kelimeye benzeterek söylüyorlar ve müslümanlar ın
kullandıkları bu kelimeyi duydukları zaman birbirlerine i ş aret edip
kendi içlerindeki manayı ima ederek müslümanlarla alay ediyorlard ı.
Ayrıca onlar, es-seltı m kelimesini de ölüm anlamına gelen es-sclm şeklinde
telaffuz ediyorlard ı . Nitekim Nisa Suresinin 46 ne ı ayetinde, onlar ın,
kelimeleri yerlerinden de ğiştirip tahrif ettiklerine i ş aret edilmektedir.
Bir gün Evs kabilesinin lideri Sacd ibn Muâz, Yahudilerin, sözü böyle
gevelemekten maksatlar ını sezince onlara şöyle demişti: "Ey Allah'ın
düşmanları, Allah'ın lâneti üzerinize olsun. Nefsimi elinde bulunduran
Allah hakkı için bir daha içinizden birinin böyle bir şey söylediğini du-
yarsam boynunu vururum." Onlar da: `Siz de böyle söylemiyor musu-
nuz ?" demişlerdi. İşte yil'ee Allah, müslümanlara, bundan böyle ku şkuya
ve iştibaha fırsat verecek sözler söylememelerini, racinti yerine unpunii
yani "latfen bize bak", demelerini emretmektedir. Allah Elçisinin, ara-
larında bulunması, insanlar için büyük latuftur. Onun arac ılığı ile inen
bu ayetler, kıtuflarm en büyü ğüdür. Müslümanlar, bu latuflarm kadrini
bilip Allah'ın elçisine saygıh olmah, asla saygıya aykırı düşen bir kelime
kullanmamalıdırlar.

.y, ,. - t , .
..j.„A I LA
,... e
4.).42.:L>G.j
.... o• •

r <_,,
0 ii 0 0 o* 0

ftzlı , r A . 15:4

c C4J:LA °J-t
e F
A^J LA

(‘ • V)
102 Bakara Suresi

105- Kitap ehlinden olan kâfirler de, putatapanlar da size Rabbiniz-


den bir hayır indirilmesini istemezler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine
,

tahsis eder, Allah, büyük lütuf scthibidir. 106- Biz, daha iyisini veya ben-
zerini getirmedikçe bir âyeti(n hükmünü) yürürlükten kald ırmaz veya unut-
turmayız. Allah' ın, her şeye gücü yeter oldu ğunu bilmedin mi ? 107- Bil-
medin mi ki göklerin ve yerin ınülkü, (hilkümranhğl, yönetimi, mülkiyeti)
yalnız Allah ı ndır ? Sizin için Allah'tan baş ka ne bir dost, ne de bir yardımc ı
yoktur.

Tefsir:
105-107: Yüce Allah, 105 nci âyette kitap ehlinin ve putatapanlar ın,
rnü'minlere Rablerinden inen nimetleri çekemediklerini, inananlar aras ın-
da birlik ve sevgi bağının kurulmasını asl'a istemediklerini belirttikten son-
ra Yahudilerin ve mü şriklerin, müslümanlar ın kalblerine kuşku sokabil-
mek için hükmü yürürlükten kald ırılan bazı âyetleri ele alarak: "Mu-
hammed bir şeyi emrediyor, sonra onu yasakl ıyor. Bu;pey ğamberlerin
yapaca ğı bir iş de ğildir" tarzındaki sözlerini cevapland ırıyor. Benzerini
veya daha iyisini getirmedikçe hiçbir âyeti nesli veya insâ'etmeyece ğini
bildiriyor.
Nesli kelimesi, lûgatte gidermek, de ğiştirmek, bir yerden bir yere
nakletmek, bir yaz ıyı kopye etmek anlamlar ına gelir. Burada kullanı-
lan nesli, bir âyetin hükmünü ba şka bir âyetle ortadan kald ırmak de-
mektir. Bir âyetin hükmünü ortadan kald ıran âyete nüsih, hükmü or-
tadan kaldırılan âyete de mensiilı denir. islâmı n kuruluş safhasında
konulan bazı hiikümlerin, ş artların de ğişmesiyle kaldırılıp yerine ba şka
hilkümlerin konması pek tabiidir ve Allah' ın hikmetine uygundur. Ni-
tekim yüce Allah, hikmeti uyar ınca, insanların sosyal yönden geli şmesi,
ihtiyaçlarm ve şartların de ğiş mesiyle yeni pey ğamerler göndermek
suretiyle eski dinlerin baz ı hükümlerini neshetmi ştir. Islâmda da müs-
lümanların zayıf zamanlarında inen bazı âyetler, müslümanlar kuvvet
bulunca neshedilmi ş ve onları n yerine yeni hüküm bildiren âyetler gel-
miştir. Meselâ müslümanlar ın zayıf bulundukları Mekke devrinde
cihad emredilmemiş, Sizin dininiz size, benim dinim
:

banadır." âyeti gelmişti. Fakat müslümanlar kuvvet bulunca cihâd


emriyle bu âyetin hükmü neshedilnii ştir.

İnsâ, nesy kökünden al ınırsa unutturmak anlamına gelir ama nes'


kökünden alınırsa ertelemek demektir. Müfessirlerin ço ğu, insâ'yı , nesy
kökünden alıp âyete öyle mana vermi şlerdir. Buna göre Hz. Peygamber,
(s.a.v.) kendisine gelen baz ı âyetleri tebli ğ etmezden önce veya sonra
Cüz': 1, Sure: 2 103

unutmuştur. Buna dair baz ı hadisler naklederler. Hz. Pey ğamber(s.a.v.)


in bazı vahiyleri unutmuş olmas ı muhtemeldir. "Sana (Kur'ân'ı)
okutacağız ve sen unutmayacaks ı n. Ancak Allah' ı n dilediğini unuta-
bilirsin."' ayeti de bu ihtimali hat ıra getirebilir. Ş ayet Hz. peygaın-
ber(s.a.v.)in unutttu ğu bazı ayetler varsa bunlar Kur'a ıfın bütünlü-
ğ ünü bozacak ölçüde değildir. Pek az ayetlerdir ki Allah onlar ın yerine
yenilerini indirmiştir.
Zerkeşi'ye göre ise âyetteki insâ', nes' kökünden gelir ve erte-
lemek demektir. Yüce Allah buyurmu ştur ki: Biz bir âyetin benzerini
veya daha iyisini getirmedikçe hükmünü ortadan kald ırmayız veya onu
ertelemeyiz. Şimdi neshedilen ayetin hükmü, bir bakıma tam ortadan
kaldırılmamış , başka bir zamana ertelenmi ştir. O hükmü gerektiren şart-
lar doğunca tekrar o hüküm tatbik edilecektir. Ne zaman müslümanlar
zayıf düş-erse "Sizin dininiz size, benim dinim banad ı r" hükmü uygu-
lan ır.
"Nereye dönerseniz Allah' ın vechi (zâtı) oradadır"" ayeti,. "Yüzünü
Mescid-i Haram tarafı na çevir."' âyetiyle neshedilmiştir. Fakat birinci
ayetin hükmü tamamen ortadan kald ırılmış değil, tatbikini gerekli
kılan ş artların doğmasına ertelenmi ştir. Kıblenin bilinmediği şartlar
do ğunca "Nereye dönerseniz Allah' ın vechi oradadır." âyetinin hükmü
uyarınca herhangi bir tarafa dönülüp namaz k ılinabilir. Demek ki men-
sötı (hükmü yürürlükten kaldırılmış) ayetler, bir bak ıma münse'(erte-
lenmiş)dirler. Onların hükümleri, gerekli ş artlara ertelenmi ştir.
Mensula ayetlerin say ısını 200 e çıkarmalar oldu ğu gibi be şe indiı en-
ler ve Kur'an'da neshin olmad ığını, burada kasdedilen neshin, K ın'an'ın,
geçmiş kitapları ve Islamın, geçmiş dinleri neshetti ği manasına geldiğini
söyleyenler de vardır. Bunların delillerini burada serdetmek, sözü uza-
tır. Konu, tersir ve fıkıh usuliinün konusu oldu ğundan bu kadarlıkla
yetinmeyi uygun buluyoruz.

o •••, 11 o o

J
Jrj."
-;:- - -j
LrA
o.


o e9 d ." •• o
1 Slc '1"), S" j (t • A)
1 A'ltı Suresi: 6
2 Bakara Suresi: 115
3 Bakara Suresi: 144
104 Bakara Suresi

o • o o •• o, o • .0 ,,„ • },, ı
L -L Ly—.4 jt...4—N
- —
o ••• e s- • :1; - o o
t_J oLW " t .,•1 j ı • ıJ• J

‘-aıS;11 i i:,,zıt
: • N)
o o o .0 • o, • .31 `.=
oC.0 Oj 5—A
rj C
o r _olli ;• t—A j

108— Yoksa siz de pey ğamberinizi, daha önce Musa'ya sorulduğu


gibi (birtakım sorularla) sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim iman ı
küfürle d, ğiştirirse, şüphesiz (o), dümdüz yolu sap ıtmıştır. 109— Kitap
sahiplerinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra, s ırf içlerin-
deki k ıskançlıktan ötürü sizi iman ınızdan sonra küfre döndürmek isterler.
Allah, emrini getirinceye kadar affedin, ho ş görün, şüphesiz Allah her şeye
gücü yetendir. 110— Namaz ı k ılın, zekat ı verin ; kendiniz için yap ıp gön-
derdiğiniz her hayra, Allah'ın yanında bulursunuz, Allah yapt ıklarınızı
görür.

Tefsir:

108 nci âyetten anla şıhyor ki müslümanlardan baz ıları , Hz. Pey-
ğamber'den bazı şeyleri istemişler, hattâ içinde az ıcık ku şku bulunan
bazı sorular sormuşlardır. Bu âyet, fazla soru sorman ın mü'minlere
yakışmadığını, Allah'ın Elçisini rahatsız etti ğini belirtmektedir. Kur'-
ân-ı Kerim nazil olurken teferruâta dair sorular sormak, müslümanlar ın
aleyhine olur. Hac âyeti indi ği zaman bir adam: "Ya Resulâllah, her sene
mi hac yapaca ğı z?" diye sordu. Allah' ın Resulü cevap vermedi. Adam
bu soruyu birkaç defa tekrar edince Allah' ın Resulü: "Hayır, dedi evet
desem (her sene hacca gitmek) farz olur, farz olunca da yapamazs ınız.
Benim sizi serbest b ıraktığım hususlarda siz de beni (kendi halime) bıra-
kın! Sizden önce hele& olan milletler, çok soru sormaları ve pey ğamberlerine
karşı gelmeleri yüzünden hela olmu şlardır. Size bir şey emrettiğim zınaan
elinizden geldiği kadar onu yapın, size bir şeyi yasaklarsam onu b ırakın."
Bir kısım müfessirlere göre 108 nci âyetteki hitâp, Yahudilere yö-
neliktir. Çünkü onlar, Hz. Pey ğamber'den, gökten bir kitap indirmesini
istemişlerdir. Onların bu istekleri, Nisa Suresinde anlat ılmaktadır:
"Kitap ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar.
1 Müslim, Hacc, hah: 37, hadis: 412
Cuz': 1, Sure: 2 105

Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemi şler ; 'Allah'ı bize aç ıkça göster'
demi şlerdi..."'
Bir kısım müfessirlere göre de âyetteki hitap, putatapanlara yöne-
liktir. Onlar da Hz. Pey ğamber'den, gökten bir kitap indirmesini, yerden
ırmaklar fışkırtmasım, bahçeler meydana getirmesini .... istemi şlerdi.
Onların bu istekleri de Mekke'de inen ayetlerde anlat ılmaktadır.
Bu âyetteki kitabın, müslümanlara âidolması, muhtevaya daha
uygun düşmektedir. Demek ki müslümanlardan baz ıları , belki de Ya-
hudilerin te şvikiyle Allah' ın Resulünden bazı ş eyler istemişler, bu is-
tekleri içlerinde bir ku şku uyandığını ima etti ği için yüce Allah, o kimse-
leri kınamıştır.
109 ncu ayet, yine Yahudilerin kötü niyçtlerine kar şı müslüman-
ları uyarmaktadır. Onların bütün amaçları, müslümanları eski cahil
ve müşrik durumlarına döndürmek, onların arasındaki birli ği bozmak,
kuvvetlerini kırmak ve böylece onlara hakim olmak idi. Hz. Muhammed'
(s.a.v..)in peygamber oldu ğunu bilmediklerinden de ğil, kıskançlıklarından
dolayı böyle yapıyorlardı . Yahudilerin bu kıskançhklarına ve kötü ni-
yetlerine ra ğmen yüce Allah, müslümanlara yine ho şgörüyü, affı tavsiye
etmektedir. Bu ayetler, Yahudilerin, müslümanlar aras ında ne kadar
etkili olduklarını , müslümanları birbirine katmak için nas ıl desiselere
başvurduklarını gösterir. Ayetin sonu, Yahudilere büyük bir ihtard ır.
Zira Allah'ın güçlülüğünü hatırlatmaktadır. Bu, hilelere ba şvuranların
bir gün Allah'ın kudretiyle mahv ve peri ş an olacaklarına iş arettir.
110 ncu ayet ise müslümanlara üzerlerine dü şen görevleri yapmala-
rını telkin etmekte, yapt ıkları iyiliklerin zayi olmayaca ğını , Allah'ın
her şeyi gördüğünü, iyileri mükâfatlandıracağım bildirmekte, böylece
müslümanlara moral gücü vermektedir.

‘ 5,C...2:; "3- 1 '6.;_ıc, " ı".5" 6 ,. 5•1. . ı -.:::::>.:tı -1.):_>-°_,Cı c'ci:1 ıi:.ıı) --i
(I ‘ ■ ) .„_i
..„,Co ° '::::::s `.., ı " .'..<_:; 1:A°1, 11.;Cıe °J-;
' (Al'
; C. C.U.
- ,..
e-
3 3 • - I. 3 -, .0, •3 -3 3
4°e-.4-:-,
J
fi , • , , „ .. - .. o
:

o -. --
-
...X.,...P 0 .)..,:- 1 4...1,i- C.),:ı".›,....4 jjb J ..1, 4..+,>:- .3 rk....4 Ci-A J-J.
Jfi -- • , , , -- ft -.e -- o fi •-• , • •,, 15, o.- on, '-'-'--
ft-4.--11 k:..'11:1 j (‘ Y) t*J j..;_;.›.....! .), ., e-:+-:-I-P L.9 j--4- i 4-4. j
,;,
-. S.P '.1.4,,,":11 c.:...:),:i (.5",Q4..:iı c.,:seı -, . L5°).:;;, " Sp -, ı',.,_:,5ı ,:.____,Lo. ,1
2 Ayet: 153
106 Bakara Suresi:

3 ..., O ,..., , .... .3 , o , O3 .... ,


.,..ı0,1 ■ ^•? . ,:j.:1:51 -L1G -,:..1_1-£5.- ,......A:::..›,:,1 ,•„) ,_L:,.., ,..ft, j „1/4_,,
'"' " S" ‘.
, O9 ı p ı 55 O ı ii „. ı O o ı ... O
1.,_; Cs--
3 *- -. .. 3
-
:1:4 C.2:11 .. (....9_,
_,
..4.-:-.■._, _.<_,....) 41,1Li c -4.1 i j _!:-.

5 . i"°- ' •
, -....

111- "Yahudi yahut h ırıstiyan olandan başkas ı cennete girmeyecek"


dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki : "Doğru iseniz, delilinizi geti-
rin." 112- Hayır, kim i şini güza yaparak özünü Allah'a teslim ederse,
onun mükafat ı , Rabbinin yan ındadır. Onlara korku yoktur ve onlar iizül-
meyeceklerdir. 113- Yahudiler : "Hırıstiyanlar, bir temel üzerinde değil-
ler," dediler. Hıristiyanlar da : "'Yahudiler bir temel üzerinde değiller,"
dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar; Bilmeyenler de t ıpk ı onların de-
dikleri gibi demi şlerdt. Art ı k Allah, ayr ılığa düştükleri şey hakk ında
k ıyamet günü araları nda hüküm verecektir.

Tefsir:

111-113: Kitap ehlinden her biri, kendi yolunun en do ğru yol oldu-
ğ unu iddiâ ediyor, her biri cenneti yalnı z kendisine mahsus görüyordu.
Hz. Peygamber (s.a.v.) devrindeki Yahudiler, cennete Yahudilerden
başkasının girmeyece ğini, hıristiyanlar da cennete h ırıstiyanlaı dan baş-
kas ını n girmeyece ğini söylüyorlardı . Halbuki bunlar, kendi hayallerinden
ibaret gö ı ü şlerdi. Cennet, ne Yahudilerin, ne de h ırıstiyanların elinde
olan bir şey değildir. Cennet, Allah'ın elindedir. Mülk O'nundur. Allah,
cenneti diledi ği kuluna lâtfeder. O'nun lütfuna hiç kimse engel olamaz.
Allah, halisane kendisine teslim olan kimselere cenneti va'detmi ştir.
Bu teslimiyyet ise, yahudilik ve h ırıstiyanhktan çok daha geni ştir.
Bunun adı İslâmdır. Ve dünya kurulandan beri islâm ile vas ıflanan her-
kes cennete girer.
islam, sirkten tamamen uzak durarak kendini Allah'a teslim etmek
demektir. Bu vasfı taşıyana müslim denir. Fakat müslimi'n ikinci bil.
kemal vasfı vardır ki o da ihsan'dır. İhsan, güzel yapmak, güzel davran-
mak, iyilik etmek demektir. A.11ah' ı n Elçisi, ihsan'', iman ve islâm ın
üstünde bir kemal mertebes; olarak şöyle tanımlamıştır: " İhsan, Al-
lah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibadet etmendir. Zira sen O'nu görmüyor-
san da 0 seni görüyor."' Demek ki müslümanın ameli vasfı muhsin'dir.
özünü Allah'a teslim eden ki şi, güzel davramr, her ş eyi güzel yapar.

1 Buhâri, Tefsiru Surer 31 /2, İman, 37; Müslim, Iman, 57; Ebu Mvuel, Sunne: 16; Tir-
mizi, İman, 4; ibnlVigıce, Mukaddime 9; Ahmed ibn Ha-nbel, Musned, I, 27, 51, 53, 319: II. 107,
426, IV. 129. 164
Cuz': 1, Sure: 2 107

Görüyormu ş gibi Allah'a kulluk eder. İşte cennete girecekler, Yahudi-


ler veya hırıstiyanlar de ğil, her devirde özünü Allah'a verip güzel dav-
rananlardı r. Böyleleri, Rablerinin yanında mükafatlarm ı bulurlar,
korku görmezler, üzüntüye dûçar olmazlar.
Aslında hıristiyanlık, Yahudiliğin bir devamından ibaret bulundu ğu,
Hz. İ sa, Yahudiliği ıslah için gönderilmi ş bir Ibrâni oldu ğu halde Ya-
hudiler hırıstiyanh ğı tanımamışlar, hırıstiyanların bir esas üzerinde
dmadıklarım ileri sürmüşler ve hırıstiyanları n can dü şmanı olmuşlar-
dır. Hıristiyanlar da yahudilerin bir esas üzerinde olmad ıklar ını söyle-
mişlerdir. Asırlardan beri aralar ında ihtilaf sürüp -gelmi ştir. Halbuki
iki farka da ayn ı kitabı okumaktadırlar. Gerçi Yahudiler İncil'i okumaz-
lar ama hıristiyanlar Tevrat' ı okurlar, Tevrat' ı kendilerinin kutsal ki-
tabı kabul ederler. Aynı kitabı okudukları halde aralarında böylesine
ayrılığa düşmeleri, bu kitabı yanlış anlamalarmdan do ğmuştur.
O halde her iki fırkanın da iki kitab ı da do ğ rulayan, "aralar ındaki
davay hak ile çözümleyen bu yeni kitab ı tanıyıp İ slama gelmeleri
gerekir ki yeryüzünde ihtilaf kalmas ın. Islam, bu iki ucun orta nokta-
sıdır. Aşırı uçlardakiler, merkezde birle şirse ihtilaf kalmaz. İ slamda
ifrat yok, kıskançlık yoktur: "Böylece sizi orta bir ümmet yapttk ki in-
sanlara şahid olasın,ız, Peygamber de size ş (thid olsun...."'
111 nci ayetin şu münasebetle indi ği rivayet edilir: Nercan h ıris-
tiyan heyeti, Allah' ın Resulü ile konu şmak üzere Medine'ye geldi ği
zaman Yahudi bilginleri de meclise gelmi ş , konuş malara kat ılmışlardı .
Bir toplant ı esnasında Yahudilerden Râfi ibn Hureymile, hıristiyanlara:
"Siz bir esas üzerinde de ğilsiniz" deyip Isa'yı ve İncil'i inkar etmi ş .
Necranlılardan biri de Yahudilere: "Siz bir esas üzerinde de ğilsiniz"
deyip Hz. Musa'yı ve Tevrat' ı inkâr etmi ş . Bunun üzerine bu ayet
inmiş ?
Necran. hey'eti, Medine devrinin ortalar ında, belki de Hudeybiye
Andtlaşmasmdan sonra, yani peygamberimizin dünyan ın belli baş-
lı kırallarına, Arap Yarımadasındaki toplumlara mektuplar gönderip
onları İslama davet etti ği devirde gelmi şti. Halbuki yahudilerin hemen
tamamı, Hudeybiye Andla şmasından önce Medine'den ayr ılmışlardı .
Buna göre onların toplantılara `atıldıkları hakkındaki riv ayetler do ğru
görünmüyor. Bu ayet, Yahudilerle h ıristiyanlar hakkında ötedenberi
süregelen ihtilafa, iki tarafın birbirini inkâra varan a şırı tutumlarma

1 Bakara Suresi: 143


2 Ihn Kesti-, I. 155
108 Bakara Suresi

iş aret etmektedir. Kitap ehlinin karakterini anlatan ayetlerin deva-


mıdır. Bunu böyle zay ıf bir nüzul sebebine ba ğlamak do ğru de ğildir.

L
t:: J- °c;i -.— J-4 ." - 1°1;1 --P
-
o --o, o A
__43 CA c Lgi 3 :„S
) 4_4
DA,

j _J • 1--*
e
o) _rp I j "J,Iı W J I c ,11

114- Allah' ı n mescidlerinde, Allah' ın adını n anılmasına engel olan


ve onların harabolması na çalışandan daha zalim kim vardır? Bunların,
oralara korka korka girmeleri gerekir (ba şka türlü, girme ğe hakları yoktur).
Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük aziip vardır. 115- Doğ u
da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah' ın yüzü (zatı) oradadır.
Şüphesiz Alalh( ın rahmeti ve nimeti) geniştir. 0 (herşeyi) bilendir.

Tefsir:

114- Acaba Allah'ın mescidlerinde Allah' ın adının alınmasına engel


olan ve onların yıkılmasına çalış anlar kimlerdir ? Bu hususta tefsirlerde
muhtelif rivayetler nakledilir • Bir rivayete göre bunlar Babil'li Buhtunna-
sı r ve adamlarıdır. Buhtunnasır, Beyt-i Makdis'i tahrib etmi ş , hıristiyan.;
lar da ona yardım etmişlerdir. Bir rivayete göre de Beyt-i Makdis'i
tahribedenler Rumlard ır. Bir diğer rivayete göre Allah' ın meseidletini
tahribetme ğe çalış anlar, Hudeybiye günü, Hz. Peygamber (s.a.v.)in
Mescid-i Haram'a girmesine engel olan mü şriklerdir.
Önce Buhtunnas ır'a hırıstiyanların yardım etmiş olmaları iddiası
tamamen uydurmadır. Çünkü Buhtunnas ır, Hz. İ sa'nın do ğumundan
altı asır önce hüküm sürmü ş olan İran hükümdarıdır. Ayeti belli kim-
selere hamletmek do ğru değildir. Afet ınutlaktır. Buradaki mescidler,
mutlak olarak tüm mescidlere ş amildir. Her mescidden Allah'ın kullarını
menedenler, ayetin hükmüne girerler. Müfessir Hamdi Yaz ı'', bu konu-
da şöyle diyor:
Tarihlerin beyan ına göre Beyt-i Makdis (Kudüs), ilk defa Buhtun-
nasır tarafından feci' bir şekilde tahribedilmiş ve İsrail O ğulları dev-
letine son verilmişti. Sonra Fars Kral ı Erdeşiri Behmen (Kurus) tarafın-
Cuz': 1, Sure: 2 10§

dan onarılmış ve Yahudiler bunun zamanında mahalli bir hükümet kur-


muşlardır.

Yahudiler daha sonra Yunanlıların ve sonra da Romahlann ida-


resine geçtiler. Hz. Isa'dan k ırk yıl sonra Roma kayserlerinden Neron'un
halefi Ospasyano ş ve onun o ğlu Titos tarafındaıı Beyt-i Makdis, ikinci
defa tahribedildi. Titos, gerek yahudi, gerek h ıristiyan, tüm halk ı kat-
ledip zürriyet ıerini esir etti. Aslında Yahudilerin isy anlar ı , peygamber-
leri öldürmeleri yüzünden ba şlarına bu belalar musallat olmuştu. Daha
sonra kaçıp kurtulabilen İsrail O ğ ulları , toparlanma ğa ba şladılar. Ku-
düs biraz imar edildi. Nihayet hırıstiyanlığı kabul eden Bizans impara-
toru Kostantin'in annesi Eleni, Kudüs'e g(ldi, Hz. İ sa'nı n, üzerinde
asıldığı iddia edilen kabir üzerine bir kilise yapt ı fakat biraz tahribedil
miş bulunan Beyt-i Makdis heykelini de tamamen y ıktırı p buray ı
mezbele yapt ırdı .

İşte Hz. Ömer Kudüs'e gelince bu mezbeleyi temizletip oraya Mes-


cid-i A.ksa'yı yaptırdı .
Demek ki Yahudiler ta şkınlık yaparak devletlerinin gitmesine,
mâbetlerinin yıkılmasına sebebolmu şlar. Iranl ı ve Romalı müşrikler,
Allah adına yap ılan ma'bede saldı rıp Allah'ın mescidini yıkmışlar.
Hıristiyanlar da Süleyman ma'bedinin yerine bir zaman çöp dökmü şler.
Mekke müşrikleri de Allah'ın Resulüniin Mescid-i Haram'a girmesine
,

engel olmuşlardır. İşte kim olursa olsun, Allah'ın mescidlerinde Al-


lah'ın adının andmasına engel olanlar, onların yıkılmasına çalışanlar
en zalim insanlardir. Böyle yapanlar ın, o mescidlere korka korka gir-
mekten ba şka hakları yoktur. Kendilerinin san ıp, başkalarının, o mes-
cidlere girmelcrine engel olanlar, bir gün gelir ki kendileri o mescidlere
ancak korka korka, titreye girebilirler. Çünkü Allah o nimeti ellerinden
almış , inanan insanlara vermi ş olur. Nitekim öyle olmu ş , Kudüs Roma-
Mann elinden çıktığı gibi Mescid-i Haram da müşriklerin elinden çık-
mıştır. Kur'ân' ın bu mu'cizesi de tahakkuk etmi ştir. Böyle zalimler,
dünyada peri ş an olur, âhirette büyük azâba y ığrarlar.
115 nci ayette kıblenin çevrilece ğine işaret vardır. Hz. Peygamber
(s.a.v.), Medine'ye geldiklerinde 1,5 y ıl kadar Kudüs'e do ğ ru dönüp
namaz kıldı . Bunu gören' Yahudiler şımaı dılar, "Muhammed nereye
dönece ğini bilmiyordu, biz ona kıblesini öğrettik' ' dediler. Yüce Allah,
.

bu âyetle ibadette bir tarafa dönü şün, sembolik bir şey olduğunu, do-
kanun da,' bat ının da Allah'a ait bulundu ğunu, nereye dönülse Allah' ın
zatının orada haz ı r bulunaca ğını haber verip müslümanlara bir geni şlik
110 Bakara Suresi

getirmekte Yahudilere de şı marıp övünmeleri için bir sebeb olmad ığını


ihtar etmektedir.
Daha önceki dinlerde ibadet s ırf ma'bedde yap ılırken müslüman-
lar için bütün yer yüzü ma'bed k ılınmıştır. Âyetin sonunda Allah' ın
vâsi (geniş) ve alim (bilici) s ıfatlarının zikredilmesinde bir incelik, tüm
yeryüzünün ma'bed olu şuna bir i ş aret vardır. Yani Allah bir ma'bede
münhasır de ğildir. Tüm kainatı kuş atmıştır. Her yerde O'na ibadet
edilebilir. Nereye dönülse O'nun zat ı oradadır. O, her yerde yap ılan
ibadetten haberdar olur.
Bu ayetin hükmüne göre müslümanlar, kıbleyi bilemedikleri, ya
da kıble tarafına dönmenin saknı calı oldu ğu zamanlarda -mesela hayvan
veya araç üzerinde yolculuk' yaparken- yönelebildikleri tarafa do ğru
durup namazlarını kılabilirler. Korkulu hallerde de tehlikeli olmayan
yana yönelip namazlar ını kılarlar. Âyet müslümanlara böyle bir geni ş -
lik getirmektedir.

ı L911:. c La 3_1 I3 3
o a o el
Q-0;, ,) N 'O ‘J'Sj
y

- JC; (‘ V) ' C.)1-Ç-:--1

- ‘tir £5. ‘ ''':1:JT C.:.>,-;"C.:; °J- t s d:W .151


_:+:1:;;
*e "JC;
e; I (N N A) -431j.) 5,

116- "Allah, çocuk edindi", dediler. Haşa, O, yücedir. Göklerde ve


yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir. 117- (0),
göklerin ve yerin yarat ıcısıdır. Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece
"ol" der, o da hemen oluverir. 118-- Bilmeyenle ı dedi(ler)ki : "Allah,
bizimle konu ş malı, ya da bize bir ayet (mu'cize) gelmeli değil miydi ?"
Onlardan öncekiler de onların dedikleri gibi demi şlerdi. Kalbleri birbirine
benzedi. Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere ayetlerimizi ap aç ık gösterdik.
119- Doğrusu, biz seni gerçekle, müjdeleyici ve uyar ıcı olarak gönderdik.
Cehennem halk ından sen sorumlu değilsin.
Cüzi: 1, Sure: 2 111

Tefsir:

116— İlk iki ayette Allah'a çocuk isnadedenler lunanmaktad ır. Müş -
ı ikleı , melekleri Allah' ın kızları sanırlardı . Yahudiler, Uzery'i, h ırıstiyan-
lar da Isa'yı Allah' ın o ğlu kabul ederler.Bunlar ın hepsi şirktir. Gökler-
de ve yerde ne varsa hepsi Allah ındır, her ş ey O'na boyun e ğruiştir, her
şeyi O yaratmıştır. Gökleri ve yeri, kendi iradesiyle yoktan var etmi ş -
tir. Haş a 0, kimsenin babas ı de ğildir. Babalı k, o ğulluk yaratıklarm sı-
fatıdır. Allah, kainatı do ğ urmamıştır. Bazı felsefelerde ileri sürüldü ğü
gibi kâinat, tıpkı do ğ um. gibi Allah'tan do ğup çıkmamış , Allah parça-
lara bölünmek suretiyle kainat meydana gelmemi ştir. Öyle olsayd ı
kainatı oluşturan as ıl kaynak tükenir, yahut şu fani varlıklar gibi o
da yok olurdu. Ha ş a Allah, kendisi parçalanarak bu kainat ı meydana
getirmemi ş , O, iradesiyle kainat ı yoktan var etmi ştir. Hiçbir şey O'nun
o ğlu veya kızı de ğildir. O, o ğ ul, kız sahibi olmaktan münezzehtir. Bir
şeyi var etmek için do ğ urmaya lüzum yoktur. 0, bir şeyin olmasını
dileyince o ş ey d e rhal oluverir.

117 nci âyetteki feyekün ifadesinde çok ince bir hikmet vard ır:
Burada Allah bir şeyi dileyince o oluverir, deniyor, diledi de oldu den-
miyor. Gerçekten yaratmada dinamizm vard ır. Yaratma ezelde olmu ş ,
bitmiş de ğil, her an olmakta devam etmektedir. Kainatta her an yeni
şeyler yaratılmaktadır. Allah, her an bir ş andadır, yeni ş eyler yarat-
maktadır.

118 nci ayette ise gerek mü şrilderin, gerek yahudilerin, Hz. Pey-
ğamber'den tuhaf ve alaylı istekleri tahkir edilmektedir. Onlar: "Ya
Muhammed, e ğer sen pey ğambersen Allah bizimle konu şsun, ya da bize
bir mu'cize getir" demi şlerdi. Bunlardan önceki milletler de pey ğam-
berlerin.den böyle acaip ş eyler istemi şlerdi. Bütün inkareıların dü şün.-
celeri birbirine benzer. Dü şünen insanlar için şu Kur'an' ın 'ayetlerin-
den daha büyük ayet, daha büyük mu'cize olur mu? Bunlar dünyan ın
ve ahiretin mutlulu ğunu taşımakta, do ğruyu, e ğriyi göstermekte, kâi-
natm esrarı nı ihtiva etmektedir. Pey ğamberin görevi, insanlar ı irş addır.

119 nen ayet ise Hz. Pey ğamber'i teselli ederek: "Ey Muhammed
biz seni gerçekle, cennetle müjdeleyici ve cehennemle uyar ıcı olarak
gönderdik. Onlar yola gelmiyorlar, hakk ı inkâra devam ediyorlarsa sen
üzülme. Çünkü sen cehennem halk ının yaptıklarından sorumlu de ğil-
sin." demektedir.
112 Bakara Susesi

cri
5 ..
c j.› 4.s .1-ft3 C.).)

( 1 Y *) • .111 - • AL —9t • -A ,
9 9
c I I . .1.1 I
Ly
.9 o .9 o 1, o
AC• 1-• 41,..■
°") „r fib
-* •
I -
,o 9o 0 .4 o o , . 9 3,/ • r-
cs-, I .4.5. .1-P I JI " I j ..
j _
NI I
"
-,„

5 — 0. 5 o , z ,— o

( ) J r.% j Y ., J -LP 4s—A


120- Sen onların, kendi dinlerine uymad ıkça ne yahudiler, ne de hı-
rıstiyanlar senden razı olınazlar. "Asil doğru yol, Allah' ın yoludur," de.
Sana gelen ilimden sonra eğer onların keyiflerine uyarsan andolsun
ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne bir yardımc ı olmaz. 121- Kendilerine
verdiğimiz kitab ı gereğince okuyanlar var ya, işte onlar, ona inanırlar.
Onu inkâr edenler, ise ziyana uğrarlar. 122- Ey İsrail Oğulları , size
verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kam ış olduğ umu hatırlayın. 123-
Ve ş u günden sakının ki kimse kimsenin cezas ını çekmez, kimseden
fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat (aracılık, iltimas) fayda vermez,
bir taraftan yardım da görmezler.

Tefsir:
120 ne! ayette kendi dinlerine tabi olmad ıkça yahudilerin ve
lurıstiyanlarm, Hz. Pey ğamber'den raz ı olmayacakları belirtilmekte-
dir. Kıblenin, Mescid-i Aksâ'dan Mescid-i Haram'a çevrilmesi,
yahudilerin ho şuna gitmemi şti. Hatta tefsirlerin anlatt ığına göre
yahudiler, Hz. Peygamber'den, sürekli olarak Mescid-i Aksâ'y ı kıble
tanımakta devam etti ği takdirde kendilerinin de onun pey ğamberligine
inanacaklar ım söylemişler, bu ayet !laza olmu ştur.

Ayette millet kelimesi geçer. "Sen onları n milletlerine tabi olmadık-


ça onlar senden razı olmazlar" denilmektedir. Millet, lûgatte bir sözü
söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak anlam ında imlal köküyle il-
gili bir isimdir. Asıl manası gidilecek yoldur. Millet, topluluk ve top-
lumsal din manasına da gelir. Bir toplumun tabi oldu ğu yol, toplumsal
Cüz' : 1, Sui.e: 2 113

Bindir. Kur'an-ı Kerim'de millet, toplumsal din anlamına kullanılmış -


tır. Yüce Allah, bu iki ayette diyor ki:

Ey Muhammed, sen ne yapsan onlar sana inanmazlar. Tamamen


onların dinine tabi olmadıkça, senden raz ı olmazlar. Ama do ğru yol,
onların yolu de ğil, Allah'ın gösterdi ği yoldur. E ğer sana gelen bu ilim-
den sonra sen onların keyiflerine uyarsan, seni Allah'a kar şı koruyacak,
Allah'ın azabından kurtaracak bir dost ve yard ımcı bulamazsın. Sana
karşı çıkmakta direnenler, kibir ve k ıskançlıktan ötürü böyle yapmak-
tadırlar. Ama kendilerine verilen kitab ı layikiyle okuyup onun gerçek
mana= anlayşanlar, senin getirdi ğin hidayete inanırlar. Onu inkar
edenler ise ebedi husrana u ğrarlar.
121-123 ncü, ayetlerde yine hitap yahudilere çevrilmekte, Allah'
ın, kendilerine verdi ği nimetleri, bir zamanlar kendilerini di ğer mil-
letlere hakim kıldığım hatırlayıp Allah'a şükretmeleri, ve kimsenin,
başka bir kimse yerine ceza çekmeyece ği, ne fidye ne de iltimasm kabul
edilmeyece ği, hiç kimseden yardım da görülmeyece ği o korkunç kıyamet
gününden sakınıp taşkınlığı bırakmalar ı emredilmektedir.

($ ;,1 =
-Lf:Lf• -;
S.C.4-P ' J "JCi
3 t) ,5j. ewi
,<
j .ı) ıeI", •
L):4
5 !İ -* C -°• J+ L) °
*-4k-"Qi

'E...T T-M 1--CA °S4.1' ı "JC; (N Y .)

‘_:*1 .. °3-....ı , . "c7"..T° ,..,:. ,-.J ■ ,-.....5...,11 -,:,:.• 34".. C.ft,-- 1 °Li'3°)t -j
LA.,. *Ç: 4..;._..
-. , ..., „. . ,. ..„„ 90 , , A •.% , ,J1 P, ...- „... ı o ..- •••• 0 ,•••
jt•••••1 / L• (..L, d
, O J- 12... ej 3k,..Li A......... Li j_LS c.,-. j J ıi
..... -ero. A ,. 5 ı O , O. .... / , ,.

' - ..k : : ..4. il e:.:al j ,j J .• j,j.. ..1 «, k‘ " -./.....4.1:1 4.):::: .I


— ..)

( I Y V) fi ,:.:1-_,:j ft ,...:,j -C....3-1 ..‘41,..;* G t‘::-.• aj-.-;2.--; 1--::-ı-j ‘ ilj..- -.~. .¥ İ -j


.4 ıs .5 gş 7,7
‘,"!..' Cira 4....14)

5 .• • 5 .• • ,
(‘ VA ) ji L.JI ;t

114 Bakara Suresi

ıaw O 0 "1 0 ı o ı W .

.12 C
4.4

.•
_31 ° J - - o
• - e

124— Bir zaman Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle s ınamış, o da


onları tamamlay ınca : "Ben seni insanlara önder, yapacağım." demi şti.
"Soyumdan da (önderler yap ya Rabbi), " dedi. (Rabbi) : "Zalimlere
andim ermez (onlar için söz vermedim)" buyurdu. 125— Biz Beyt'i (Kâ'-
be'yi) insanlara, sevap kazanı lacak bir toplantı ve güven yeri yapt ık. Siz de
Ibrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kıhn). İb. a-
him ve Ismail'e : "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rülı tı ve secde edenler
için evi mi temizleyin!" diye emretmi ştik. 126— İbrahim demişti ki :"Rabbim,
bu şehri güvenli bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inanan-
ları çeşitli ürünlerle bedel" (Rabbi) buyurdu ki : " İnkâr edeni dahi az bir
süre geçindirir, sonra onu cehennem azâblna (girmeğe, mecbur ederim. Ne
kötü var ılacak yerdir orası !" 127— İbrahim, smairle beraber Ev'in temellerini
yükseltiyor : "Rabbimiz, bizden kabul buyur, ş üphesiz sen i şitensin, bilen-
sin." 128— "Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana
teslim olari bir ümmet ç ıkar ; bize ibadet yerlerimizi göster, tevbernizi kabul
et; zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen!" 129—
"Rabbimiz, onlara kendi içlerinden, senin ayetlerini kendilerine okuyacak,
onlara Kitap ve hikmeti ö ğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder, Her
zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yaln ız sensin, sen!"

Tefsir:

124 ncü ayette yüce Allah, İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan


ettiğini ve kendisine emredilen şeyleri yapmak, yasaklanan şeylerden
de kaçınmak suretiyle Ibrahim'in, bu kelimeleri tamamladığını , Allah' ın
buyruğunu tuttuğunu açıklamaktadır.

Ibrahim'e emredilen kelimeler üzerinde müfessirler çe şitli rivayet-


ler naklederler: Kimine göre bu emirler b ıyık kısaltmak, a ğzı burnu
temizlemek, misvak kullanmak, saçlar ı taramak, t ırnakları kesmek, edep
yerini traş etmek, sünnet olmak, koltuk alt ındaki kılları gidermek,
gaita ve idrar ı su ile yıkamaktır. Kimine göre İbrahim'in sınandığı
emirler: kavminden ayrılması , Nemrud'a kar şı gelmesi, ona kar şı gel-
mekten doğacak tehlikelere katlanmas ı , ate şe atılmaya sabretmesi,
daha sonra valanmdan hicret etmesi, konu ğu ağırlaması gibi emirlerdir.
Cüz' : 1, Sure: 2 " 115

Daha buna benzer çe şitli rivayetler vardır. Fakat bu görü şler,


tahminden ibaret şeylerdir. Taberi de, Hz. Pey ğamber'den, bu konuda
sağlam bir rivayetin gelmedi ğini söylemiştir. Allah' ın, İbrahim'i imti-
han etti ği kelimeler, ona verdi ği emirler ve yasaklard ır. Hz. İbrahim,
Allah'ın buyruklar ını tutmak, yasaklar ından kaçmak suretiyle bu im-
tihan' ba ş ardığı için Allah kendisini takdir edip insanlara lider yapaca-
ğını söylemiştir. Hz. İbrahim, zürriyetinin de lider olmas ını dilemiş ,
fakat Cenab ı Allah, bu sözüniin sadece salihlere Ş amil olduğunu, zalim-
ler için söz vermedi ğini bildirmiştir.
Burada özellikle Hz. Peygamber (s.a.v.) devrindeki Yahudilere
bir uyarı mevcuttur. Çünkü onlar, kendilerinin, bütün milletlerden üs-
tün olduklarını iddiâ ediyorlard ı . Bu as yetle onlara ihtar edilmektedir
ki: Evet İbrahim yolunda olanlara liderlik verilmi ştir: Ama onun yo-
lundan ayrılan, zulme sapan insanlar ın üstünlük ve liderlik taslama ğa
hakları yoktur.
Zürriyyeti (soyum) kelimesine, İbrahim soyundan gelen bütün mil-
letler dahildir. İ srail O ğulları , İbrahim soyundan geldi ği gibi Hicazh
veya Adnanl ı Araplar da buna dahildir. Çünkü onlar da İbrahim su-
yundan gelir. Allah, bir zaman İsrail O ğ ullarma lûtfetti ği imamet ve
risaleti, haktan saptiklar ı için onlardan al ıp yine İbrahim soyunun bir
başka koluna vermi ştir. Risalet ve imamet, Hz. Muhammed Aleyhis-
selâm'a geçmi ştir. Art ık bundan böyle ona tabi olanlar, onun yolunda
gidenler lider olacaklard ır. Zalimler, zulüm ve haksızlık yüzünden
liderli ği kaybetmişlerdir.
Bu ayet, zalimin imamete (devlet ba şkanlığına) ehil olmadığına
ve önce adil iken sonradan zulüm yapan imamm, hal'inin (yerinden
atılmasının) vacib olduğuna delildir.I.
125 nci ayette Cenaln. Allah, "Biz Beyt'i (Ka'be'yi), insanlar için,
ziyaret edilip sevap kazan ılacak, içinde güven bulunan bir yer yaptık"
diyor. Insanlar onu haccetmekle sevap kazamrlar, ve onun haremine
(sınırı içine) girmekle sald ırıdan kurtulur, güven içinde buluntular.
Bütün bunlar, Ibrahim'e latfumuz sayesinde olmu ştur. Çünkü Kâ'be'nin
yerini ona bulduran ve Ka'be'yi yapmas ını ona emreden biziz..0 halde
İ brahini nıakanum namazgâh edininiz. Orada namaz k ılınız, dua ediniz.
İbrahim IVIakamı , Hz. ibrahinı'in, Kâ'be'yi yaparken üzerine ç ık-
tığı taş tır diye tefsir olundu ğu gibi Harem'iıı tamamı , hacmn tamamı
diye de tefsir olunmu ştur. rivayetine göre Makam, Hz. İs-
1 Hak Dini, Kul'an Dili, I. 492
116 . Bakara Suresi

ma'ilin karısının, kayınpederi olan Hz, İbrahim'in ayakları altına koyup


başım yıkadıği taştır.' Bütün bu rivayetler, buras ının, çok önceden
Araplarca İbrahim Makama, olarak tan ındığını gösterir. Bugün bu ta ş ,
tunçlu ve camh altıgen veya sekizgen bir korunma içine al ınmıştır.
Bu mahfaza içindeki siyah ta şın üzerinde iki ayak izi vardı r. Bunların,
Hz. İbrahim'in ayak izleri oldu ğu söylenir. Fakat herhalde bu izler,
sonradan yapılmıştır. Çünkü kaynaklarda önceleri mevcudolan bu ayak
izlerinin, zamanla silindi ği zikredilir. Bu ayak izleri hakk ında Ebuta-
lib'in bir şi'ri nakledilir:
• ,3,1; 4;., ij

Kaya üzerinde İbrahim'in, ayakkab ısız, çıplak ayak izleri üzerin-


de ıslaklık (veya yosun) vard ır. 2
Islâmdan önce de Araplar, Kâ'be'nin Hz. İbrahim tarafından ya-
pıldığına ve hac ibadetinin ondan kald ığına inanırlardı. Gerçekten Kâ'be'-
yi ilk yapan, Hz. İbrahim Aleyhisselâm'dır. Kâ'be'nin, ilk defa melek-
ler tarafından, yahut Hz. Adem Aleyhisselâm taraf ından yapıldığına
dair rivayetler de vard ır. Fakat bu rivayetler gariptir ve itimada sayan
değildir. İbn Kesir de bu rivayetlere güvenilemeyece ğini söyler.' Gerek
tefsirini yapmakta oldu ğumuz bu ayet, gerek Hac suresinin "Bir zaman-
lar Ibrahim'e Beyt'in yerini açıklanuştık.." meâlindeki 26 nci ayeti, Kâ'-
be'nin, Hz. Ibrahim tarafından yapılmış olduğunu göstermektedir.
Tecrid-i Sarih mütercimi Prof. Kâmil . Miras da Kâ'be'nin ilk
defa İbrahim Aleyhisselâm tarafından yapılmış olduğ unu kabul ederek
şöyle diyor: "... İ bn Kesir'in dedi ği vechile Beyt-i Muazzam' ın âmir-i
inşası Allahü Zülcelâl, mübelli ği ve mühendisi Cibril, ilk bânisi İbra-
him Halil, muâvini de İ smail oldu ğ u, en sahih rivayet olarak kabul
edilmek icab eder." (Kastallâni). Maamafih, Beyt'in mahall-i mübâreki,
esasen meleklerin ve peygamberlerin tavaf ettikleri yer idi." 4
İmam Buhâri, Hz. İbrahim'in, karısı Hacer ve o ğlu İ smail'i Mek-
ke'ye getiri şini, İbn Abbas'tan gelen uzun bir metinle anlat ır. Ozeti
şudur:
Hz. İbrahim, karısı Sâre'nin hissi rekabeti sonunda di ğer karısı
Hâcer'le ondan do ğma o ğlu İsmail'i Filistinden alıp Mekke'nin. bulun-
duğu yere getirdi. Zemzem'in üstünde büyük bir a ğacın yanına bıraktı .

1 Ibn Kesti., I. 168-169


2 Aynı eser, I. 170
3 Aynı eser, L 173
4 Bkz. Tecrld-i Sarnh Tercemesi, VI. 17
Caz' : 1, Sure: 2 117

`0 gün henüz Mekke şehri kurulmamıştı . Hz. İbrahim, anne ile o ğluna
,

bir dağarcık hurma ile bir kırba su bırakıp geri döndü. Kendilerine üzül-
memelerini, Allah'ın emriyle kendilerini buraya b ıraktığı m söyledi.
Hacer, Allah'ın emriyle buraya b ırakıldığını ö ğrenince Allah'a güvendi.
Hz. İbrahim de onlardan ayr ıldıktan sonra bir tepe üzerine ç ıktı, bu
rada bıraktığı zürriyetinin bolluk içinde ya ş atılmasım, çeşitli ürünlerle
beslenmesini, insanları n buraya meyletmesini Allah'tan diledi.
Hacer, yanında bulunan su ve az ık tükenince su bulmak için ya-
kındaki Safa ile Merve tepeleri aras ında koştu. Safâ'ya ç ıkıp çevreye
bakındı, kimseyi göremedi; Merve'ye ç ıkıp çevreye bakt ı, kimseyi gö-
remedi. Bu iki tepe aras ında yedi defa gidip geldi. İşte hacda iki tepe
arasında yedi defa gidip gelmek ondan kalm ıştır. Merve'ye yedinci
çıkışında bir ses işitti. Bir mele ğin, aya ğının ökçesiyle veya kanadiyle
Zemzem'in yerini e ştiğini gördü. Meleğin eşmesiyle. su çıkıvermi şti.
Hacer, suyun akıp gitmemesi için etrafını tutarak havuz yapma ğa
başladı . Peygamberimiz: "Allah, Ismail'in annesine rahmet etsin, e ğer
havuz yapmasaydı, Zemzem, şimdi akar pu. olurdu" demi ştir. Hacer,
avucuyla kana kana su içti, çocu ğunu emzirdi. Melek ona korkmama-
larım, kaybolmayaca.klarmı , bu çocuğun, burada Allah' ın Evi'ni yapa-
cağını söyledi.
O sırada Beytullah'ın yeri yüksekçe idi. As ırlarca gelen sel sular ı,
sağmdaki s-olundaki eraziyi yalayarak buray ı tepeeik haline sokmu ştu.
Bu sırada Ciirhümlülerden bir cemaat, Keda da ğı yoluyla gelip Mek-
ke'nin alt tarafına konmuşlard ı . Susuz olan bu yerde Zemze ın'in ortaya
çıkması, -bunları çok sevindirmi şti. Suyun asıl sahibi Hz. Ilâcer'den
müsaade alıp buraya yerle ştiler. Di ğer Cürhümlüleri de buraya davet
ettiler. Onlar da gelip buraya yerle şmeğe başladılar.
Hz. İsmail büyümü ş , ana dili İbranice'den ba şka Araplardan
Arapçayı da öğrenmişti.. Zemzem'in as ıl sahibi olan Hz. Ismail'e herkes
saygı gösteriyordu. Evlenme ça ğına gelince onu Cürhümlülerden bir
kı zla evlendirdiler. Bundan sonra Hacer vefat etti.
Hz. İ brahim, zaman zaman gelir, Hacer'le o ğlunun durumlarını
sorardı . Bir daha geli şinde artık yeti şmiş olan oğlunun, Zemzem yanın-
daki bir a ğaç altında kendisi için ok yonttu ğunu gördü. Baba o ğul
birlikte ok yaptılar Sonra o ğluna:
— İsmail, yüce Allah bana şurada bir ev yapmam' emretti, bana
yardim eder misin? dedi ve eliyle o yüksek yere i şaret etti. İsmail de:
— Rabbin sana ne emrediyorsa yap, sana yard ım ederim, dedi.
118 Bakara Suresi

İş te böylece Hz. İbrahim, o ğluyla birlikte Kâ'be'yi yapma ğa baş -


ladı . İsmail ta ş getiriyor, İbrahim de yap ıyordu. Temel yükselince bu-
gün Makamı İbrahim diye bilinen ta şı koydular. İbrahim onun üstüne
çıktı . İ smail taş veriyor, Hz. Ibrahim de iskele olarak kulland ığı o taş
üstünden Kâ'be'nin duvarlar ını örüyordu. Duvarlar ı örerken şöyle
duâ ediyorlard ı : "Rabbimiz bizden kabul buyur, ş üphesiz sen i şitensin,
bilensin...."'
Hz. İ brahim, Kâ'beyi yapma ğa başladıktan sonra bir rivayete göre
Ebu Kubeys Da ğından getirdi ği Hacer-i Esved'i tavafa ba şlangıç işa-
reti olarak şimdi bulunduğu yere koyup üzerini örme ğe devam etti.
İbn Hanbel'in, Abdullah ibn A.bbas'tan rivayetine göre Hz. İbrahim
ve Ismail, Kâ'he'yi dokuz ar şın yüksekliğinde yaptılar, binanın üzerini
de açık bıraktılar. Ebu Cehm'in hadisinde de Hz. Ismail'in, koyun a ğı&
olan ve sonradan Hicr-i Ismail denilen yeri de Kâ'be'ye dahil ettiler
ki burası , Hatim'in içidir. 2
Yukarıda açıkladığımız gibi Hz. İbrahim, karısını ve çocu ğunu yer-
le ştirdiği bu yeni kurulacak olan belde halk ına Allah'tan bolluk ve be-
reket dilemi ştir. Gerçekten bu belde, o günden bugüne Allah' ın bolluk
ve bereketine mazhard ır. Bölgede hemen hiçbir ürün yeti şmediği halde
hiç daxlık çekilmez. İnsan, her arad ığın ı orada bulur. Milyonlarca hac ı
birden şehre dolar, ama ne ekmek s ıkıntısı çekilir, ne de su sıkıntısı .
Nasıl Hz. İ brahim, Mekke için duâ etmi şse Peygamberimiz de Me-
dine'ye dua etmi ştir. Hadis mecmualar ında bu konuda hadisler vard ır.
Müslim'in kaydetti ği hadis ş öyledir: "Medine'de ilk meyva ürünü elde
edildiği zaman halk onu Hz. Peygamber (s.a.v.)e getirirdi. Allah'ın Resulii
ıneyvay ı alır, şöyle dua ederdi : 'Allahım, meyvam ızı bereketli k ıl, şehri-
mizde bize bereket ver. Ölçe ğimize, batman ımı u bereket ihsan eyle. Allah ım
İbrahim senin kulun, dostun ve pey ğamberindir. Ben de senin kulun ve
peyğamberinim. O, Mekke için sana duâ etmi şti. Ben de sana Medine için
dua ediyorum. Onun Mekke için istediklerini ve bir misli de fazlas ını Me-
dine'ye vermeni niyaz ediyorum." Peygamberimiz böyle dua ettikten sonra
orada bulunan en küçük çocuğu çağırır, o ıneyvay• ona yedirirdi." 3
Peyğamberimizin bu duâs ı da Medine'yi bolluklara ğark etmiştir.
Bir şehre kendi nüfusundan hariç, birden bire bir milyondan fazla insan
dolunca nasıl bir karga ş alık ve sıkıntı olacağı , herkesçe bilinir. Bütün

1 Butıttri, bâb:"yeziffûne'n-neselânu fil-me şyi, IV. 172-175


2 Teerid-i Sarih, VI. 23
3 Müslim, Hacc, 473; bu metilde birçok hadis vard ır. Bkz, Fluhari, Medine, 12:, ibn Witee,
.Wime, 39; 'Tirmikı, Menfılph, 71; İbn Vanbel, I: 169,;
Cüz' : 1, Sure: 2 119

düzen alt üst olur. Halbuki hac aylar ında birden bire takriben iki mil-
yon insan Mekke'yi ve Medine'yi doldurun ama yine kimse aç ve susuz
kalmaz. Bu, Hz. İbrahim'in ve Hz. Pey ğam.ber'in duâlarm ın eseridir,
Allah'ın liitfudur. Yüce Allah, kendisine ve âhiret gününe inananlar ı,
dünyada bolluk içinde ya şataca ğım va'detmi ştir. Allah'ı inkar edenler
de ayetin ifade etti ği üzre yine dünyada ya şayacaklar, bu nimetlerden
de istifade edeceklerdir. Fakat sonunda onlar ın gidece ği yer ate ştir.
Mil'minin varaca ğı yer ise, diinyadakinden çok daha iyidir. Demek ki
kâfirin dünyada ya şaması , hikmetine aykırı de ğildir. Yine
kâfirin dünyada bolluk içinde ya ş aması da Allah'ın ondan razı olduğu
anlamına gelmez. Bu, Allah'ın hikmeti gere ğidir. Bu dünya hayat ı ,
bir sınavdır. Allah, insanlar"' e verdi ği nimetlerle sınamaktadır. Allah'ın
emirlerine uyanlar için âhirette daha bol nimetler verilir. Uymayanlara
da, dünyada verilmiş olan nimetler, âhirette azâba çevrilir.
126-129 neu ayetlerde, Hz. İbrahim'in, o ğlu Ismail ile birlikte
Kâ'beyi in şa ederken yaptıkları duâ zikredilmektedir. Kur'ân- ı Keri-
min üsliibu, tasvir üsliibudur. Yani Kur'an, olaylar ı canlandırarak,
sahnele ştirerek anlat ır. Bunu temin için fiillerin zaman kiplerini uygun
biçimde kullan ır. Mesela geçmi ş bir olayı anlatırken bu'âyette oldu ğu
gibi şimdiki zaman kipini, gelecekteki bir olayı anlatırken de geçmi ş
zaman kipini kullanır Çoğ u kez de zaman kipini tamamen kald ırın. Bir
de bakarsınız ki, geçmi ş olay, veya gelecek vak'a, gözümüzün önünde
cereyan eden bir sahne oluvermi ştir. Mesela: burada Kur'ân, İbrahim
Aleyhisselâm'ın, oğlu İsmail ile birlikte Kâ'be'yi yaptığım anlatmak-
tadın. Hâdise çok önceden olmu ştur. Fakat Kur'ân, bu geçmi ş olayı
"İ brahim Kâ'be'yi yaptı" şeklinde mazi fiille anlatmıyor, "firtıhim,
Ktebe'nin temellerini yükseltiyor" diye şimdiki zaman kipiyle başlıyor
ve hemen sözü, İbrahim'in ağzına koyuyor: "Rabbimiz, bizden kabul
buyur, çünkü sen i şitensin, bilensin.." Artık biz, İbrahim'in, o ğluyla
birlikte Kâ'be'yi yapmakta olduklar ını görüyor ve onların duâsmı işi-
tiyoruz. Olay eski değildir, gözümüzün önünde geçen taze bir olayd ır.

Kur'an, gelecekte vukubulaeak bir olay ı, cennette mü'minlerin,


cehennemde kâfirlerin hallerini anlat ırken de genellikle gelecek zaman
kipini de ğil, geçmiş veya şimdiki zaman kipini kullanır. Bu, da olayın
kesinlikle vukubnlaca ğını gösterdi ği gibi, aynı zhmanda olayı karşımıza
getirir. kdetâ cennettekilerin nimet içindeki sevinçlerini, cehennemdeki-
lerin azâb içinde kıvranışlarını görürüz. Kur'an, görülen manzaray ı,
zihni bir mânayı , ruhi bir hali old'uğu kadar insan karakterlerini, be şer
tal3iatlerini de canl ı bir tablo halinde gözle görülür şekle sokarak an-
120 Bakara Suresi

latır. Çizdi ği tablolara hayat verir. Bir de bakars ınız ki o mücerret


mana şekillenmiş , o insan karakteri cisimlenmi ş , o geçmiş olay canlan-
ınış . Canlandırdığı olaylara bir de konu şma katınca sahnenin bütün
unsurları tamamlanmış olur ve okuyucu, veya dinleyici, olay ın vuku-
bulduğu alana çekilir. Gördü ğü manzaralar kar şısında dinleyici, bunun
okunan bir söz veya anlatılan bir mesel oldu ğunu unutur da hareket
eden şahısların meydana getirdi ği olayları görür. Kur'ân' ın. anlatt ığı
kıssalar, onun ifade stilinde hayat ın hikayesi olmaktan çıkar da hayatın
kendisi olur. Kur'ân.' ın bütün anlatımında bu ta.sviri ifadeyi görürüz.
İşte bu ifade tarz ı nda zaman kipinin çok önemi vardır. Onun kullandığı
zamanları , genel ifade tarz ı içinde dü şünmek ve de ğ erlendirmek gerekir.
Hz. İ brahim, Allah'tan bu topluma bir pey ğamber göndermesini
niyaz etmektedir. Bu pey ğamber, tlâtem'ul-enbiya Hz. Muhammed
Aleyhisselâm'dır. Çünkü Hz. İbrahim, İ smail soyundan gelecek bu
topluma, kendi içlerinden bir peygamberin gönderilmesini istemi ştir.
Hz. İsmail soyundan, Hz. Muhammed'den başka bir peyğ amber gel-
memiştir. Demek ki Hz. İbrahim, Hz. Muhammed(s.a.v.)in pey ğamber
gönderilmesini istemi ştir. Peygamberimiz de Hz. İbrahim'in, duasiyle
kendisinin gönderildi ğini söylemiştin "Ben atam İbrahim'in &dist, İsa'
nın müjdesiyim. Ahnem, kendisinden bir nur ç ıkt ığını ve o nur ile Şam
saraylarının aydınlandığını görmüştür."'
Hz. İbrahim'in duas ı , işte 129 ucu âyetle bildirilen duâ'dır. Hz.
İsa'ıun müjdesi de Saf Suresinin 6 nc ı ayetinde: "....Ey İsrail Oğulları,
ben size Allah' ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat' ı dogrulayıcı ve ben-
den sonra gelecek, Ahmed ad ı nda bir peygamberi müjdeleyici olarak (gel-
dim) " meâlindeki müjdesidir. Annesi, Hz. Pey ğamber (s.a.v.)e hamile
kalınca ru'yası nda kendisinden bir nurun ç ıktığını görmüş , bu nur ile
Ş am saraylar ı kendisine görünmü ştür. Bu ru'ya, Şam bölgesinin tez
zamanda İslam nuriyle aydınlanıp müslümanların eline geçece ğine işa-
ret olmu ştur?

• e .... ,4 ı

ı t,11 • 1 .Sn ,sh ". ". 4 .01(.0• t::,° - •"14r


-* CA:11 C.;
. -J13. >"43 -ci ı:; .)
J
1 nın Hanbel, Musned, V. 262
1 tim Kesti., I. 184
Cüz' : 1, Sure: 2 121

"° ı , 5; -
c_t2.° ı
o 9 . o. >e, o ıı„ ı o .9 o9o ••••a A , 9
r ı ki , L5-4 •-kA
9
.1‘..n.; C. - JC; .•> ı

- ,..„1.;C,1" ı ı
— • -
o -o -
On') 5 43
ı

c . c4:ı
11 .15- (kr
ss ı o o o
--c31:5-- J-, _9 C 1_,
c;\ •-• e, o t? oh

130- Nefsini a şağı lık yapan (beyinsiz) den başka, kim İbrahim
dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (beğenip) seçmi ştik,
âhirette de o, iyiler dendir. 131- Rabbi ona : "Islam ol!" demişti, "A-lem-
lerin Rabbine teslim oldum." dedi. 132- İbrahim de bunu kendi oğullarına
vasiyyet etti, Yakub da : "O ğulları m, Allah, sizin için o dini seçti, bundan
dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz" (dedi). 133- Yoksa siz, Ya'-
kub'a ölüm (hali) geldiği zaman orada mı idiniz? 0 zaman (Ya'kub),
oğullarına : "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demi şti. "Senin
tavrın ve ataların İbrahim, İsmail ve işhak'ın tanrısı olan tek Tanrı'ya
kulluk ederiz, biz O'na teslim olanlar ız." dediler. 134- Onlar bir ümmet
idi, gelip geçti. Onları n kazandıkları kendilerine, sizin kazandık/annız
size aittir. Siz onların yaptıklarından sorulmazsınız.
135- "Yahudi veya h ıristiyan olun ki doğru yolu bulası nız" dediler.
De ki.: "Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinine (uyarız). 0, (Allah'a) ortak
ko şanlardan

Tefsir:

130-134: Yüce Allah bu âyetlerde, dünyada İbrahim'i seçip pey ğam-


ber kıldığnu, âhirette de onun makamın' yükseltciğini bildirmektedir. İb-
rahim, tevhid dinini kurmu ş , Allah'a teslim olmu ştur. Onmi dini, Al-
lah'a teslim olma dini olan İslam dinidir Kim onun dini olan tevhid-
den, Allah'a teslim olmaktan yüz çevirirse ke ırdisini alçaltmış olur.
122 Bakara Suresi

Yalnız İbrahim. de ğil, ondan önceki pey ğamberler de, onun soyun-
dan. gelen pey ğamberler de hep tevhidi, Allah'a teslim olmaktan, yaln ız
Allah'a kul olmaktan ibaret olan İ slami getirmişler, onu qiitlemişlerdir.
İbrahim, bunu o ğullarma tavsiye etti ği gibi torunu Ya'kub da o ğulları-
na müslüman olmalarını ve ancak müslüman, olarak can vermelerini
ö ğütlemiştir-.
Hz. Ya'kub, bütün ömrü boyunca İ slami tavsiye etmi ş , ölüm dö-
şeğinde bile Mısır'da yerle şmiş bulunan oğullarını başına toplarruş ,
Mısırlılara uyup sapacaklarından endişe etti ği için kendisinden sonra
islamdan ayrılmayacaklarına dair onlardan söz almıştır. Onlara:
diye sormuş . Onlar da:
— Benden sonra neye ibadet edeceksiniz ?diye
— Senin tanrına ve ataların İbrahim, İsmail ve İ shak'ın tanrısı
olan tek Allah'a ibadet edece ğiz, O'na teslim olaca ğız, demişler, atak-
rnun gerçekle ştirdiği tevhid dininden ayrılmayacaklanna söz vermi ş-
lerdir.
Hz. Ya'kub, Hz. İ shak'ın oğluduı . 133. ayette İbrahim ve İsmail
de Ya'kub'un babası gibi gösterilmiştir. Bu, dedeniııı ve ameanın baba
gibi insanın kökü olduğunu belirtmek içindir. Baz ı durnmlarda amcaya
da baba denir. Ya'kub'un o ğulları , Ya'kub'un dedesi İbrahim'i ve am-
cası ismail'i de onun babası saydılar ve kendilerinin sadece israil o ğul-
ları değil, İbrahim o ğulları olduklarını da ifade ettiler. Burada Tevrat' ın,
son peygamberi müjdeleyen ve tammlayan âyetlerinden baz ılarındaki
"sizin karde şleriniz aras ından gelecektir" cümlesinin bir aç ıklaması
vardır. Bugün ellerde bulunan Tevrat' ın beşinci sifri olan Tesniye'nin
18 nci babında Hz. Musa'nın, İ srail Ogullarına şöyle dedi ği anlatılıyor:
"Allahın Rab, senin için aranızdan, karde şlerinden benim gibi bir pey-
gamber çıkaracak; onu dinleyeceksin... Ve Rab bana dedi:.. Onlar için
karde şleri aras ından senin gibi bir peygamber çıkaraca ğım ve sözlerimi
onun a ğzına kcyaca ğım ve ona emredece ğim her şeyi onlara söyleyecek.
Ve vaki olacak ki benim ismimle söyleyece ği sözlerimi dinlemeyecek
olan adamdan ben arayaca ğım..."'
Tevrat'taki bu ayetler, Hz. Muhammed (s.a.v.)in pey ğamberliğine
açıkça tanıklık etmektedir. Çünkü Hz. Musa, İ srail %Alarma kendi
aralarından ve karde şleri aras ından kendisi gibi bir peygamber gelece-
ğini müjdeleinektedir. İsrail Oğullarmdan, Hz. Musa gibi bir peygamber
gelmemiştir. Gerçi Hz. İsa gelmişse de o, yeni bir din getirmemi ş , sadece
Musa dinini düzeltmeğe çalışmıştır. Hz. Musa'ya denk olarak gönderi-
,.
1 Kitabı Mukaddes, Tesviye, lıtib: 18, s. 195
Cüz' :1, Sur: 2 12 3

lecek olan bu peygamber, İ srail O ğ ulları= kendi aralarından de ğil,


karde şleri arasından çıkacağına; İ srail O ğulları= karde şleri de İ smail
soyundan gelen Kureyş kabilesi olduğuna göre bu peygamber Hz.
Muhammed Aleyhisselâm'dan başkası de ğildir.

Tefsirini yaprn.akta oldu ğumuz ayette i ş aret edildi ği üzre Hz. ib-
'rahim'in iki o ğlu vardı : Ismail ve İ shak. Ishak'tan Ya'kub (israil) ol-
muş , Ya'kub'un on iki o ğlundan da İ srail O ğullarm ı n on iki kolu türe-
miştir. Hz. ismall'den de Hicaz bölgesinde yerle şen Kureyş Kabilesi
- türemiştir. Demek ki Kurey ş Kabilesi ile israil O ğulları karde ştir.
Arapça ile Ibranice aras ındaki yakınlık da bunun bir delilidir.
I şte unvanı İ srail olan Hz.. Ya'kub'un o ğ ulları, amcaları Ismail'e
de baba diyerek Araplarla olan karde şliklerini belirtiyor ve tevhid di
ninden asla ayrılmayacaklarnu söylüyorlar.
134 ncü ayette yüce Allah, bu temiz insanlar ın güzel yolunu aç ık-
ladıktan sonra: "Onlar bir millet idi gelip geçti. Onların yaptıkları onlara,
sizin yapt ığı nı z sizedir. Siz onlar ın yaptıkları ndan sorulmazsınız." diyor.
Böylece kendisini düzeltmeyen bir milletin, atalariyle övünmekten bir
yarar sa ğlayamayaca ğma dikkati çekiyor. Demek istiyor ki:
Ey İsrail O ğ ulları , evet onlar böyle seçkin insanlard ır. Ama siz en-
ların yolundan ayrıldı gnuz halde onların yaptıklariyle iftihar edip ba ş --
ımzdır ama kamiletrüsnhyouz.Gerçinlast
onların yaptıklariyle siz üstünlük kazanamazsm ız. Onların ş erefi ken-
dilerine aittir. Siz onlar ın yaptıklarından soı umlu olmayacağinı z gibi
onlar da sizin yaptıklarmızdan sorumlu değillerdir. Asıl şeref, kuru dava
ile değil, onların yolunda gitmekle olur. Kabir ta şiyle öviinülmez.
Bu, ferd için böyle oldu ğu gibi toplum için de böyledir. Herkes
kendi yaptığına ba ğlıdır, onunla de ğer kazanır. Ahirette insanlar ara-
sında soy sop yoktur, burada oldu ğu gibi orada da öyle birbirlerinin
soyunu, atas ını sormazlar. Çünkü orada herkesin de ğeri ameliyle
atasiyle de ğil. Evet iyi atalar ının yolundan gidenler, muhakkak ki
onların ş erefinden istifade ederler. Fakat kendileri tamamen o yoldan
ayrıldikları halde sırf atalar ının iyiliklerine güvenerıler, bo ş hayale
kapılmış olurlar. Çünkü bunlar ın onlarla ma'nevi ba ğı , tamamen kop-
muştur.
135:Yahudi ve hırıstiyanlardan her biri, kendi yolunun en do ğru
yol olduğunu iddia edegelmi,lerdir. Yahudiler: "Yahudi olun ki do ğru
yolu bulasınız", hu ıstiyanlar da: "H ıristiyan olun ki do ğru yolu bulas ı-
nız" derle . Hayır, yahudilik de bozulmuştur, hıristiyanlık da. İkisi de
124 Bakara Sûresi

asıftemizli ğini kaybetmi ş , şirke bulanmıştır. Art ık turda= hiçbiri hida-


yet yolu de ğildir. Hidayet yolu, Hz. İbrahim'in gösterdi ği tevhid yolu-
dur. İbrahim, ş irke koş anlard an degildi. Onun dinindt zerrece s irk iz; y ı k-
tu. İşte o din, yeniden ve tam kemaliyle kurulmu ştur. ş eriatlerde fark-
lılık olsa bile bütün pey ğamberlerin getirdi ği din, islâm dinidir. Ancak
islâma uyanlar do ğru yolu bulurlar, selâmete erer, cennete girerler.

J_;-; 1 L, J ji I LA 9 .11L, Lw.w T


9 , 9 C ir ı i i r 3 .. f i3, .... .... .9 .0 .. ı ı .... 3 ,.. ı .... O , ..

L.9...,,3-4 4.9; .... ı-4 3 ..a- 1.-...4


-.. y ı . 9 ,,—,.,...g..._? .... jt .,,...., l i -
J.,....,..,... ı . ...,

- -t - . - , ....,- .9 •r,
jk..,.. I C.j.....4. ,.
■ c,....;:t...; y .......4.-_, ) C7,4 Jj_......±:JI 4.9 7., I 17„. .., <.9.H,. . . ..Gi
. 3 . , . 3 . 3 .5 o .. o 9o
ç,__._, T CA j..,,...,.., 11_:,:AT °C.), Ci (N Y-0
., r ,

"c, , ı....... ki ,.„..,..3 £4_:....•


.. .. ‘ ,
5 -- 7.-
c (.3 l:2_:, ' ' ,,,,A \,_; Ci, 1 *,) :1 -):; '') 19 4 1 °I. C_:°_ıbr - ..C;i:i 4_,
O „
ı
- -
C"-Aj .1« V) 4.0
J
'
.3 r^) -,:)35-ı.,1: 5 4:1 „Lul
ı 3 9

3 r ı ,0

o . CS 1.
j

, 3 3 r. 9 0 -o. 3 - -Ş
eli', I çeiP I

ı
•) 41 L. 4.u ı
t:. - ı:43
e• -•
(N t N) -1).,'.1..4.°_*-4

136- "Allah'a, bize indirilene, İbriihirde, İshak'a, Ya'kub'a ve


sıbt (torun)lara indirilene, Musa ve Isa'ya verilene ve (di ğer) peygamber-
lere Rableri tarafı ndan verilene inandık; onların hiçbirini diğeri nden
ayırdetıneyiz, biz Allah'a teslim olanlar ız." deyin. 137- Eğer (onlar da)
,sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmu ş olurlar; ama döner-
lerse mutlaka anlaşınazlı k içine dü şerler. Onlara karşı Allah sana yeter,
O, işitendir, bilendir. 138- Allah' ın boyası (ile beyan). Allah' ın boyasın-
dan daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz. 139-
Cüz' : 1, Sure: 2 125

Söyle (t nlara) "Allah bizim ve sizin Rabbiniz iken O'nun hakk ı nda bi-
zimle tart ışıyor musunuz? Bizim yapt ıklarım ız bize, sizin yapt ıklarınız
da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız." 140— "Yoksa siz,
İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve sıbt(torun)lar ın yahudi yahut hıris-
tiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" De ki : "Siz mi daha iyi bilirsiniz,
yoksa Allah m ı ?" Allah tarafı ndan bildiği bir şahitliği gizleyenden daha
zalim kim olabilir? Allah yapt ıklarınızdan gafil değildir 141— Onlar bir
ümmet idi, gelip geçti. Onlar ın kazand ıkları kendilerine, sizin katand ık-
ları nız size aittir. Siz onlar ın yaptıklarından sorulmazsınız.

Tefsir:

136 neı ayette müslümanlar ın nasıl iman etmeleri gerekti ği anlatı-


lıyor. Müslümanlar, Allah'a, kendi pey ğamberlerine ve ona indirilen
kitaba inandıkları gibi Hz. Ibrahim'e, Ismail'e, İ shak'a, Ya'kub'a,
Ya'kub o ğullarından türeyen yahudi kabilelerinin pey ğamberlerine, 1
ılı bütün peyğamberlere Rableri taraf ından ve- Musa'yveI,h
rilen vahiylere, kitaplara i ıaamrlar. Pey ğamberleri birbirinden ay ı rdet-
mezler. Kimine inanıp kimini inkar etmezler. Hepsini Allah'ın elçisi
kabul ederler. Peygamberler aras ı nda muhakkak ki derece fark ı vardır.
Bilgi ve ma'nevi derece bak ımından farkhd ırlaı . Kimi resuldür, kimi
nebidir. Resuller, nebilerden üstündür. Resullerden de kimi ötekinden
üstündür. Ilatemul-enbiya ise bütün pey ğamberlerin. en üstünüdür.
Fakat kendi aralar ında derece farkı olsa da peygamber olmalar ı dola-
rsiyle hepsi seçkin insanlard ır. Elçilik görevi bak ımından aralar ında
fark yoktur. Hepsi masumdur.
Yahudiler, sadece kendi pey ğamberlerini tanıyıp Hz. Isa'yı inkar
ederler. Hıristiyanlar da sadece Hz. Isa'y ı ve ondan önceki peygamber
leri tanır, Hz. Muhammed(s.a.v.)i inkar ederler. Halbuki müslümanlar,
peygamberler aras ında bir ay ırım yapmadan bütün pey ğamberlere
inamrlar ve yalnı z Allah'a teslim olurlar. O'ndan ba şkasına bağlanmaz-
lar.

Müslümanların peyğamberlere imanı bu şekilde özetlendikten. son-


ra 137 nci ayette Kitap ehli de böyle bir imana davetle: "E ğer onlar da
sizin gibi inanırlarsa do ğru yolu bulmuş olurlar. Ama yüz çevirirler,

1 Ayette geçen el-Esbât s ıbt'ın ço ğuludur. Sı1.4 Arapçada torun demektir. Ya'kub o ğul-
larından türeyen kabilelerden her birine s ıbt denir. Ya'kub o ğulları, Tekvin sifrinin 46 ncı babın
da açıklandığı üzre şunlardır:
Şimeon, Levi, Yehuda, Peretsin, issakar, Zebulun, Cad, A ş er, Beria, Yusuf ve
Benyamin.
126 liakara Suresi

ayrılık çıkarmağa, nifaka devam ederlerse onlar ın tuzaklar ına karşı


Allah sana yeter. O, herkesin ne yaptığını işitir, kalbinde neler dolaştı-
.

ğını bilir." buyuruluyor.


138: İşte fitri iman, Allah'a teslim olup pey ğamherler aras ı nda bir
ayırım yapmadan hepsine inanmaktır. Bu şekilde inanan kimse, Allah' ın
fıtri boyasiyle boyanm ıştır. Baksana bütün tabiat, Allah' ın bu do ğal
boyasiyle boyalıdır. Onun doğal boyası dururken yapma boyalarla
boyanma ğa ne gerek var ? Bu yapma boya, insana güzellik de ğil, çirkin-
lik verir. Gerçe ğe aykırı inançları ruha- doldur ınak, insan kafasını bu-
naltır, ruhu kirletir. 138 nci ayette Allah' ın boyasiyle, ezelden beri insan
ruhuna konan, do ğuştan gelen tevhid inancı kasdedilmektedir. Hıristi-
yanlar, çocuklarını sarımtırak bir suya batırarak vaftiz ederler. Bu boyal ı
su ile o çocuğu gerçek hırıstiyanhğa soktukları m ~dar.
İşte bu âyetle Cevab ı Hak onlara, imanın öyle boyalı suya sokmak-
la olmayaca ğını, imanın fıtrattan fıtrattan gelen iman ı sudan
imanla de ğiştirmenin do ğru olmadığını bildirmektedir. İ man kalb i şi-
dir. Sarı suya sokulmakla insanın kalbine iman girmez. Bunlar ş ekilden
ibaret şeylerdir. Bunların gerçek imanla alakas ı olamaz. Bundan. dolayı
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her çocuk, İslam yaratılışı üzerine doğar, sonra
onun annesi babası onu ya yahudi, ya h ırıstiyan veya mecusi yaparlar."'
demiştir.
139 nen ayette tekrar hitap, kitap ehline çevrilerek: "Söyle, ya
Muhammed, deniyor, Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken
ne diye bizimle Allah hakkında tartışıp duruyor, ayrılığa düşüyor-
sunuz ? Ne diye yalnız kendinizin cennete girece ğini iddia ediyor, cenneti
sadece kendinize özgü san ıyorsunuz? Sizin yapt ıklarınız size, bizim yap-
tıkları= bize aittir. . . Herkes kendi Yapt ığının kar şılığını alacaktır. Ama
şunu iyi biliniz ki biz Allah'tan ba şkasına tapmayız. Allah'a o ğul, kız
isnadetmeyiz. Biz bütün pey ğamberlere ve kendi pey ğamberimiz Hz.
Muhammed(s.a.v.)e inamr ız. Ama asla ona tanr ılık atfetineyiz, ona
tapmayız. Yalnız ve ancak Allah'a kulluk ederiz. Biz yarat ıklar' putla ş-
tırmayız."

140 ncı ayette ise yine yahudilerin ve h ırıstiyanlarm as ılsız idda-


larma temas edilmektedir. Yahudiler İbrahim, İ smail, İ shak, Ya'kub
ve sıbtlarm yahudi, hırı stiyanlar da bunların hırıstiyan olduklar ını
samyorlardı . Halbuki yahudilik ve hırıstiyanhk adları , bu pey ğamber-
lerden sonra ortaya ç ıkmış idi. O halde bunları yahudi veya hırıstiyan

Ceuâ'iz, 92; Ebu Dâvûd, Sunne, 17. Kader; 5; Muvatta', Cenâ'iz, 52


Cüz' : 1, Sure: 2 727

sanmak büyük hatad ır. Allah mı yarat ıklarını daha iyi bilir, yoksa bu
iddia sahipleri mi? Hem bunlar içinde gerçe ği bilen, Hz. Muhammed'in
hak pey ğamber oldu ğunu Tevrat'tan okuyup anlayan insanlar da vard ı
ama gerçe ğ i gizliyorlardı . Allah tarafı ndan kendisine verilen bir bilgiyi,
gördüğü ve bildiği bir şeyi gizleyen insandan daha zalim kim olabilir?
Allah, herkesin yaptığı nı bilir.
141 nei ayette insan ın gerçek de ğ rinin kendi amellerinden do ğ-
duğu, sadece atalar ın şerefiyle ,övünmenin bir yarar sa ğlamayacağı
hatırlatılarak: "Onlar bir ümmet idi, gelip geçti. Onları n yaptıkları kendi-
lerine, sizin yapt ıklarınız size aittir. Siz onlar ın yaptıklarından sorulmaz-
sı nız, onlar da sizin yaptıklarınızdan sorulmazlar" deniyor.
Siz ayrı bir nesilsiniz, ayrı bir milletsiniz. Zaman de ğişmiştir. Artık
zaman ilerlemiş , sizin ihtiyaçlarının karşılamak üzere yep yeni bir din
gönderilmiştir. Siz geriye ba ğlanıp kalmamah, mutlulu ğ unuz için bu
yeni dine uymalısınız. Aslında o pey ğamberler de sizi bu dine uyma ğa
sevk etmiştir. Çünkü bu son din, her ça ğın ihtiyaçlarına cevap vere-
cek bir mükemmelii ğe ve elastikiyete sahiptir.
İ slam dininin, bir taraftan de ğ iş mez hükümler, bir taraftan da
de ğişebilir hükümler ihtiva etmesi, onun k ıyamete kadar kah şını sa ğla
yacak sebeplerden biridir. Bu sayede be. ş eriyyetin hem terakkisi muha-
faza olunur, hem de insanlık bunalımlardan, yıkıcı devrimlerden koru-
nur. Ayrıca peygamberlerin yolunda yürümek isteyenlerin, geçmi şlerini
e ğrisiyle, do ğrusuyla körü körüne taklid ile u ğraşmayıp hak ve bat ılı
bizzat birbirinden ayırd ederek amel etmeleri gerekir. Çünkü "Siz on-
ların yaptıklarından sorulmazs ınız" buyurulmuştur.°

Caz) ; 2

.L. ° ° j -A C:ii - • 5 .ı-,-;-1"f


- fiJ
o e .9.,
C7 .4 c5:L4...ı c ı-) .)-- ;e:n Aı.1 j-ıı c 1-4....L9

'5 5 5'
c & c - I j..; -
— I J *si I 11 Z1-2.11 LA

)1. c.) I j _L j-P

1 Hamdi Yazır, Hak Dini, Kur'an Dili, I. 519


• •

128 Bakara Suresi

'‘&1 C.,4
j-fi .) :1
j _j_ffl
o, o .9 .... - 9 .9 o .9 5 o ot
G0 1j 3
- LA ^I
.•
o o ■<., .- o., 9 9 o.. 9 ..9o.
"... ti
,3->s,..)1 Ar i J:1 ,..L.11
.• •

I e t t) (-;t.) 441
O .5
4jjk.... 3

Ğ:J fr
w. 5", -; C.. • Ar T
,9 o ı

• Z4..; 4..sr...J
-* e-r- •
t.) T.z1 4 1.°_11

142- Insanlardan bazı beyinsizler : "Onları, üzerinde bulunduklar ı


k ıbleden çeviren nedir" ? diyecekler. De ki : "Do ğu da, batı da Allahındtr.
O, dilediğini doğru yola iletir." 143- Böylece sizi orta bir ümmet yapt ık
ki in sanlara ş ahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun. Biz, Pey ğamber'e
uyanı , ökçesi üzerinde geriye dönenden ay ıralını diye, senin eskiden yö-
neldiğin (Kâ'be'y)i k ıble yaptık. Bu, Allah' ın yol gösterdiği kimselerden
başkasına elbette ağır gelir. Allah, sizin inıanınız ı zayi edecek de ğildir.
Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametledir. 144- (Ey Muhammed),
biz senin yüzünün gö ğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber bekle-
di ğini) görüyoruz. (Merak etme) elbbette seni, ho şlanacağın bir kıbleye
döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram tarafı na çevir.
Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitâb verilenler, Bunun
Rableri tarafı ndan bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıkların-
dan habersiz değildir. 145- Sen kitâp verilenlere her türlü ayeti (mu'cizeyi,
delili) getirsen, yine onlar senin k ıblene uymazlar ; sen de onların k ıble-
sine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana ge-
len ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan o takdirde sen mutlaka
zalimlerden olursun.

Tefsir:

142 nci ayette baz ı düşüncesiz insanların, kıblenin çevrilmesinden


rahatsı z olup "Onları, bulunduklar ı kıblenen çeviren nedir?" diyecek-
leri bildirilmekte ve bu aldat ıcı sözlere kar şı müslümanlar uyarılıp do-
Cüz) : 2, Sure: 2 129

ğunun da, batının da Allah'a âid oldu ğu, Allah'ın, kullanın dilediği
yöne çevirebilece ği ve kullarmdan diledi ğini do ğru yola iletece ği hatır-
latılmaktadır.
Allah'ın Resulü (s.a.v.) Mekke'de iken Kâ'be'ye do ğru yönelip na-
maz kılardı . Mediııe'ye gelince Yahudilerin k ıblesi olan Kudüs'teki
Satıra'ya do ğru yönelerek namaz k ılmağa başladı . On altı-on yedi ay
kadar böyle namaz k ıldı . Bundan maksadı , Yahudileri İslâma ısındır-
mak, onların İ slâma yönelmelerini sa ğlamak idi. Fakat gönlü, Kâ'be'nin
kıble olmasını istiyordu. Çünkü yahudiler, İslâma ısınmak şöyle dursun,
bundan şımararak: "Muhammed ve ashab ı, kıblelerinin neresi oldu ğunu
bilmiyorlardı , biz onlara yol gösterdik" deme ğe ba şlamışlardı . Allah'ın
Resulü, kıble hususunda Allah'tan bir emir bekliyordu.
Nihayet Bedir Gazasından iki ay önce bu emir geldi. Kendisi ö ğle
rıamazının henüz iki rek'atini kıldırmıştı ki: "Biz senin yüzünün gö ğe
doğru çevrilip durduğunu, (gökten haber bekledi ğini) görüyoruz. (Merak
etme) Elbette seni ho şlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle)
Yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir, nerede olursanız yüzkrinizi o
yöne çevirin. Kendilerine kitap verilmi ş olanlar, bunun Rabları tarafın-
dan bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil de-
ğildir." âyeti indi. Allah'ın Resulü ve arkas ındaki cemaat, kıbleye do ğ-
ru döndüler. Kadınlar erkeklerin yerine erkekler de kad ınları n yerine
geçtiler.
Bu emrin, namaz d ışında, yahut ikindi veya sabah namazmda gel-
diğine dair rivayetler de vard ır. Fakat riv ayetlerin kuvvetlisi, ö ğle na-
mazında gelmiş olduğudur. Peyğamber(s.a.v.) Seleme O ğulları Mesci-
dinde öğle namazı= iki rek'atini kılmış iken Kâbe'ye dönme emri
gelmi ş , bundan dolayı O mescide mescidu'l-kıbleteyn (iki kıbleli mes-
cid) denmiştir. Ö ğle namazını , Allah'ın Resulü ile birlikte kılmış
olan bir adam, ikindi vakti ba şka bir toplumun mescidine gitmiş
ve ikindi namazı= rükil'unda bulunan cemaate: "Allah şahiddir ki
ben Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Kâ'be'ye do ğru namaz kıldım" de-
miş , oradakiler de Kâ'be'ye dönmü şlerdir. Kıblenin çevrilmesi hakkın-
daki emir, Kuba Mescidine ancak ertesi gün sabah namaz ında ula şmış ,
yüzleri Şam'a do ğru dönük olan bu cemaat, Kâ'be'ye dönmü şlerdir.'

Müslümanların, Kudüs'ten Kâ'be'ye yönelmeleri, yahudilerin can-


larını sıkmış , "Bunları bulundukları k ı bleden çeviren nedir?" demiş-

1 Balı:Iri, Şalât; Taberl, Câmicu'l-beyân II, 3-4; Iç ıırtubi, al-Câmic li-Alıkânırl-R.ur'ân


II, 147-150
130 Bakara Suresi

lerdir. Zaten Allah, bu çevrilme emrini verirken onlar ın böyle söyleye-


ceklerini haber vermi,tir: "insanlardan bazı .beyinsizler: 'Onları, üzerin-
de bulundukları kıbleden çeviren nedir?' diyecekler. De ki : "Doğu da, batı
da Allah'ındır. 0, dilediğini doğru yola iletir."'
Mes'ele şuraya buraya yönelmek de ğil, gönlij Allah'a yöneltmektir.
Doğu da, bat ı da Allah'a aittir. Daha önce gelmi ş olan bir 4ret, nereye
yönelinse Allah'ın Zatımn orada bulundu ğunu haber vermi ştir. Ku-
düs'e veya Kâ'be'ye yönelmek bir tevhid sembolü idi. Tevhid dininin
asıl temsilcisi Hz. İbrahim (A.) idi. Kâ'be'yi o yapm ıştı . Hz. İbrahim,
üç dinin babas ı sayılırdı . Yahudiliğin, hırıstiyanlığın ve müslüman-
lığı n kurucuları olan peygamberler, hep onun neslinden gelmi şlerdi.
O halde bu üç dinin atasının, Allah adı na yaptığı Ev'e yönelmek en do ğ-
ru bir hareket olacak ve Kâ'be bütün putlardan temizlenip tevhidin
odak noktası haline gelecekti. Art ık İslam güçleniyordu. Kıblenin Kâ'
be'ye çevrilmesi, bu i ş areti veriyordu. Yahudilik, gerçi semavi bir .dindi
ama şirke bulanmıştı . şirke bulanmış bir toplumun kı blesine yönet-
menin gere ği yoktu artık. Hele bu toplum, hiç yola gelmeyecek bir t op-
lum olursa. Oysa öteki toplum, şimdi müşrikti ama sonra tamamen
muvahhid olacaktı . 0 halde oraya yönelmek gerekliydi. Ve öyle bir din
kuruluyordu ki o dinin salikleri, kim eyi taklidetmeyecekler, kimseyi
kendilerine örnek almayacaklar, kendileri herkese örnek olacaklard ı .
Allah, kıbleyi çevirmekle art ık çok zinde bir tevhid iimmeti meydana
getirdiğini işaret ediyordu. Kı yamete kadar gelecek nesillerin mihrak ı ,
herkese imtisal nümunesi olacak bir ümmet. Bunu, yüce Allah aç ıkça
belirtiyor: "Böylece sizi orta bir ümmet yapt ık ki insanlara tanık olasınız,
peygamber de size tan ık olsun. Biz, Pey ğambere uyan ı , ökçesi üzerinde
geriye dönenden ay ıralım diye, eskiden yöneldi ğin Kâ'be'yi k ıble yaptık.
Bu, Allah' ın, yol gösterdiği kimselerden ba şkasına elbette ağır gelir. Al-
lah sizin imanınızı zayi edecek de ğildir. Şüphesiz Allah, insanlara şef-
katli, merhametlidir."2
Evet Allah, kıbleyi tevhidin asıl mümessili olan Hz. İbrahim'in
yaptığı Kâ'be'ye döndürmekle İslâm ümmetini orta bir ümmet yapm ış-
tır. Bütün insanlık dairesinin merkezinde bulunan orta bir ümmet,
diğer milletlere şahid olacak bir ümmet. 143 ncü âyette islâm ümmetinin,
diğer ümmetlere şâhid olan orta bir ümmet olaca ğı anlatılmaktadır.
143 Şfflaid, bir vak'ayı görüp bilen, bir olay hakk ında verilecek hük-

mün şöyle veya böyle olmasını etkileyen kimse demektir. 0 halde insan-
1 Bakara: 142
2 Bakara: 143
Cüz): 2, Sure: 2 131

hğın merkezinde bulunacak İ slam ümmeti, bütün insanlığın doğru veya


yanlış yolda gittiklerine şahid olacak, onların gözetleyieisi ve koruyucusu
bulunacaktır. Kendisini onlara uydurmayacak, onlar kendisini örnek
alarak hareketlerini ona göre düzenleyeceklerdir. Yüce Allah, İslam
ümmetinin başka milletleri taklidetmesine, onlar ın peşinden sürüklen-
mesine razı olmamış tır: "Herkesin yöneldi ği bir yönü vardır, siz hayır
işlerine koşun"' demiştir. Hayır i şleri, iyi hareketler tamamen İslam-
dadır. Eğer İslam toplumu, ortada duran şahid toplum olma vasfnu
yitirir, şunun bunun uydusu haline gelirse Allah onlara yard ımını keser,
başarılarını kısar. "Ey inananlar, yahudileri ve hırıstiyanları veliler edin-
?neyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları veli edinirse
o onlardandır. Allah talim toplumu doğru yola iletmez (ba ş arıya ulaştır-
maz)." 2 demi ştir.

Teknikte geri kalan İ slam toplumu, bugün her hususta bat ıya tak-
lideder duruma gelmiştir. Bu, sosyolojik bir kuraldn: Zay ıf toplumlar,
kendilerinden güçlü toplumlara kar şı bir hayranlık duyar ve onları
taklidederler. Böyledir ama neden islam milletleri bu zay ıf duruma dü ş-
müşlerdir ? Dinleri onlara: "Diişmanlarınıza karşı gücünüz yetti ğince
kuvvet haz ırlayın" dediği halde niçin onlar böyle uyu şmuşlardır ? Bunun
birçok nedenleri vardır. Bunların detayına girmeğe lüzum yok. Bununla
beraber İ slam toplumu, kendisinin üstün ümmet oldu ğunu; tahriften
korunmuş tek ilahi kitaba sahip bulunduğunu; şefkat, merhamet, ba ş-
kalarına yardım; konukseverlik; ihtiyac ı olduğu halde komşularuu
düşünmek; hattâ ba şkalarının yararını kendi yararından üstün tutmak
gibi yüksek meziyetler bak ımından kendisinin üstün olduğunu bilerek
silkinmeli, Allah'ın, kendisi için belirledi ği orta noktadaki yerini al-
malıdır. Yoksa batının her yaptığını keramet bilip onu taklide kalkarsa
bir gün farkına varmadan zaten insani meziyetlerini yitirme ğe yüz tutan
batı nın potasında eriyip varl ığının elden gitti ğini görür ama o zaman da
iş işten geçmi ş olur.
Ilim mü şterektir. Bunlar ı bulduğu her yerde almas ı müslümanın
görevidir ama as ıl mt,deniyetin kendisi olan ahlak ve törelerinden fera-
ğat etmemesi gerekir. Bilmek laz ımdır ki İ slam dünyası re kadar ken-
disini batıya benzetme ğe kalkıp onun sempatisini kazanma ğa çalışsa
boştur, çünkü onlar, tamamen kendilerinden olmad ıkça kimseden razı
olacağa benzemezler.

1 Bakara: 148
2 Mide: 51
132 Bakara Suresi

Cı halde batıya hayranlık yerine Allah ın iş aretledi ği üzre bi..tı y ı


kendimize hayran b ırakacak bir düzeye ç ıkmanın lâzı mdır.
Namazda kıbleye dönmek, namazın sıhhatinin ş artları ndan biridir.
Yalnız korku halinde veya hayvan üzerinde nafile namaz k ılarken du-
rum değişir. Birincisinde güven, hangi yönde ise k ıble orası, ikincisinde
hayvanın veya geminin yöneldi ği taraf kıbledir.
Mescid-i Haram tabiı i birkaç mânada kullanılmıştır: Yalnız Kâ'be
anlamına kullanıldığı gibi Mescid ve çevresi; Mekke, çevresindeki Ha-
rem'le birlikte Mekke anlamlar ında da kullanılmıştı r. Meselâ "Yüzünü
Mescid-i Haram'a çevir"1 âyetinde kasdedilen Kâ'be'dir. " şartı yücedir
O'nun ki, kulunu geceleyin Meseid-i Harcan'dan yiirüttü..." 2 âyetinde
Mescid-i Haram ile, Mekke kasdedilmi ştir. Çünkü yürütme Mekke ev-
lerinden birinden olmuş idi: "Benim bu mescidimde bir namaz k ılmak,
bundan başka mescidlerde bin namaz k ılmaktan hây ırlıdır. Yaln ız mes-
cid-i Haram hariç."' hadisinde kasdedilen, peygamber Mescidi ve çev-
residir. "Ey inananlar, muhakkak müş rikler necistir, bu y ıllarından sonra
artık Mescid-i Haram'a yaklaş masınlar."4 âyetinde Mescidi Haram'dan
maksat, Harem ile birlikte Mekke'dir.
Şair : Yarım manasına geldiği gibi yön mânasma da gelir. Yar ım
manasına geldiğini söyleyenlere göre kasdedilen, Kâcbe'nin yar ısıdır.
Buna göre Mescid d ışında namaz kılıp Kâ'benin tam yar ısına karşı
durmayan kimse, Kâ'be'den ba şka tarafa durup namaz Unus olur,
namazı boş a çıkar. Yön mânasma geldi ğini söyleyenlere göre şatrın,
burada yarım manasına gelmesi mümkün de ğildir Çünkü Mekke dışında
olan bir kimsenin Kâ'be'yi tam ortalamas ı inıkânsızdır. Bu, o kimse-
den, yap ılamayacak bir i şi istemek olur.
Rıbleye gelince: .T ıble, Kâ'be'nin kendisi midir, yoksa yönü müdür
meselesi, ihtilâf konusu olmu ştur. Ş afillere göre kıble, Kne'•nin kendi-
sidir, Hanefilere göre yönüdür. Malikilere göre Kâ'benin kar şısında
bulunan için kıble, Kâ'benin kendisidir, kar şısında bulunmayan için
yönüdür.
Şafiller ve Ha.nbeliler diyorlar ki: Kâ'be'nin kendisine çevrilmedik-
çe kıbleye dönme farz ı yerine gelmez. Kâ'be'yi gören, mutlaka Kâ'be'yi
kar şısına alacak, göremeyen ise Kâ'be 'yönüne dönecek ve Kâbe'yi
karşısına alma ğa çalışacaktır.
1 Bakara Suresi: 144
2 İ sra Suresi: 1
3 Dtırimis, Salar, 131; Nesâ'i, Mesâeid, 4; Ibn ljanbel, I, 184, II, 528.
4 Teybe Suresi: 28
Cüz) : 2, Sure: 2 133

Hane/11er ve Malikiler de Ka'be'yi görenin, onu kar şısına almasını ,


göremeyenin ise sadece yönüne dönmesini ileri sürmii şlerdir.
Safillerin. hüeceti, Kur'an, sünnet ve k ıyastır. :Ayetin zahirinden
anla şılan mana, Ka'benin cânibine dönmektir. Bir şeyin cânibi, ona
bitişik olan, hizas ında bulunan ş eydir. Hadise göre Hz. Pey ğamber (s.-
a.v.), Kabe'yi kar şısına alarak iki rek'at namaz k ılmış ve "Bu, labledir"
demiştir.° Kıyasa gelince: Peygamberimiz, Kabe'ye çok sayg ı gösterirdi.
Namaz dinin temellerindendir. Bunun sahip olmas ı için Ka'be'ye dö-
nülmesi, Ka'be'nin şerefini artım. Ka'be'nin kıbleliği bellidir. bundan
başka tarafın kıble olabilece ği ise şüphelidir. İhtiyata riayet için tam
Kâ'be'ye kar şı durmak gerekir.

Hanefilerin ve Malikilerin delilleri:


1) Mescid-i Haram' ın bulunduğu tarafa dönen, Mescid-i Haram'a
dönmüş olur. İ ster yüzü tam Ka'be'nin kar şısı na gelsin, ister gelmesin.
Eınxedilen, Mescid-i haram yönüne dönmektir.
2) Ebu Hüreyre (r.a.)den rivayet edilen hadise göre Hz. Peygamber
Aleyhisselâm: "Doğu ile batı, arası, kıbledir"2 demiştir.

3) Sahabilerin tatbikatı da bu görüşü destekler. Kaba halk ı, sabah


namazında iken onlara Ka'be'ye dönme haberi ula şmıştı . Namazda
bulunan Kuba'hlar ın arkaları Medine'ye, yüzleri Kudüs'e dönük idi.
onlara gelen birinin "Bu gece pey ğamber(s.a.v.)e indirilen Kuran'da
Ka'be'ye dönülmesi emredildi, o tarafa dönünilz!„ dedi ğini duyunca
hemen Kâbe yönüne döndüler. Ka'benin tam cihetini ara ştırmadan,
namazda iken tahmine göre hemen o yana döndüler. Hz. Pey ğamber,
onların bu hareketine bir şey demedi. Medine'de namaz k ılan
insanların namazın içinde iken tam Ka'beyi kar şılarına getirecek
biçimde ona yönelmeleri mümkün olmad ığı gibi alaca karanl ık bir
zamanda bu hiç olmaz.
4) Hz. Peyğamber devrinden beri insanlar mescid yapmaktad ırlar.
Mihrabı düzenlemek için mühendis getirmemi şlerdir. Oysa mihrab ın,
tam Ka'benin kar şısına düşebilmesi için ince geometrik hesaba ihtiyaç
vardır.
5) Ş ayet tam Ka'be'nin kendisine isabet farz olsayd ı, hendese
öğrenmenin farz olmas ı gerekirdi. Çünkü bu isabet, ancak ince hendesi
hesaplar ile tesbit edilebilir. Farz ın, tesbit edildi ği sebep de farzd ır.
1 Tefsiru A.yâti'l-atıkâm, I, 35
2 Tirnıizî, Mevalsit, 139; Nestı'li, Sly'am, 43; /bn Mâce, Ilsguner, 56; Muvatta', R ıble, 8
134 Bakara Suresi

Halbuki hendesi delilleri ö ğrenmek farz de ğildir. Demek ki Kâ'be'nin


tam kendisinin kar şısına durmak farz de ğildir, yönüne durmak farz-
dır.'
Görülüyor ki iki • araim da ihtilâf ı, aslında yarars ızdır, zahiridir.
Çünkü her iki taraf da Kâ'be kasdiyle kı bleye dönmenin fare oldu ğuna
inanmaktadn . Bu konuda ba şka bir ihtilâç daha vard ır ki o da Kâbe'nin
üstünde namaz kılmaınn caiz olup olmad ığı meselesidir.H anefilere göre
cihet, yerden tâ gö ğe kadardır. Bu bakımdan Kâbe' ılin üstünde de na-
maz kılınabilir, fakat Kâ'be'nin üstüne ç ıkmak, saygısızlık olduğundan
mekruhtur. Ba şkaları ise Ka'be üstüne ç ıkanııı, Ka'be'ye kar şı dura-
mayacağı düşüncesiyle bu namaz ı caiz görmemi şlerdir.
144-145nci ayetlerin manas ı açıktır, anlamı tefsire ihtiyaç yoktur.

o3 O -- t . 3. o 33 •
I LAT <._10 I I

03 -1 9 - 09 ••• o„ 9 9 0 9O .0.. "vı-

,9 O „ o 9,o - ,
I - o

j-,3 j«.>•,) J (:)..4 )skj


9 o s, 9 9 , • ••• •
S,„ ı, LA • ı J
;2-

1:1 t.:J; ),•
, — .+7
• A) j_p 4331 I

4_;1 ,

(‘ t ‘\) cA J

° 5 °Y t" '4° -

1:/1 *51
:1
e ..-
C, ,, e 7, o 9 o, o
'012
"'"'"

o 9 •
°

9
J j A-İt pLi ( J-A.54-114

°
e-
146— Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu(n gerçek oldu ğunu), oğul-
larını tanıdıkları gibi tanırlar ama yine de onlardan bir grup, bile bile ger-
çeği gizlerler. 147— Gerçek, Rabbinden gelendir, artık ku şkulananlardan
olma. 148— Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. O halde hayı r iş lerine ko-
ş un. Nerede olsanız Allah sizi bir araya getirir. şüphesiz Allah, her şeyi
1 Tefstru kati'l-alıkâm, I.
Cüz': 2, S ıı re: 2 135

yapabilir. 149— Nereden (yola) çı karsaıı yüzünü Mescid-i Haram'a do ğ-


ru çevir. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçektir. Allah yapt ıklarınızdan
habersiz değildir. 150— Nereden (yola) çı karsan yüzünü Mescid-i Harâm'a
doğru çevir. Nerede olsanız yüzünüzü o yana çevirin ki insanlardan (hiç
kimsenin) aleyhinizde (kullanabilece ği) bir Jetin olmasın. Yalnız haksı z-
lık edenler hariç (onlar haksız olarak sizin kar şınıza çıkar, sizinle tar-
tışırlar). Onlardan da korkmayın, benden korkun ve (o yana dönün ki)
size olan nimetimi tamamlayay ım, böylece do ğru yolu bulmu ş olasınız.
TE,fsir:
146ncı âyette, kitap ehlinin, Hz. Muhammed(s.a.v.)in pey ğamber-
liğini ve ona gelen kitabın hak oldu ğunu, kıblenin çevrilmesinin de Al-
lah'ın bir emri oldu ğunu, topluluk içerisinde o ğullarım gördükleri za-
man nasıl tanırlarsa öyle tan ıdıkları, bunun hak oldu ğunu o kadar
kesinlikle bildikleri, fakat bile bile hakkı gizledikleri anlatılmaktadır.
Bu, insanların alıştıkları ş eyden dönmelerinin kolay olmadığı ndan
ileri gelir. Herkesin yöneldi ği bir yönü vardır. Herkes bir yolu tutmu ş
gitmektedir. Müslümanlar, Hakk' ın gösterdi ği yoldan gitmeli, bu konu-
da insanların dedikodusuna ehemmiyet vermemeli, daima iyili ğe koş-
malı , hayır işlerinde yarış mandırlar. Allah, insanları n yaptıklarını bilir
ve tüm insanları bir araya topladığı gün, herkesin yapt ığını n kar şılığını
tastamam kendisine verir.
148-150 nci âyetler, dünyan ın neresinde bulunulursa bulunulsun
kıbleye yönelmek gerekti ğini bildirmektedh. Bunlar, k ıble konusundaki
yukarıda geçmi ş olan emirlerin pekiştirmesidir. Mânaları açıktır. Kıble,
dinin bir hükmüdür. İ slâm dini, Allah'ın en büyük nimetidir. K ıblenin
çevrilnı esiyle Allah, insanlara olan din nimetinin bir hükmünü daha
tamamlamaktadır. Böyle böyle dinin bütün hükümleri tamamlanm ış
olacak ki insanlar tam do ğru yolu bulmu ş olsunlar.

apt:.

50 0905 .
'S (N N)

——
(N T)

151— Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizle-


yen, size kitab ı , hikmeti ve size bilmediklerinizi ö ğreten bir Elçi gönderdik.
136 Bakara Suresi

152— öyleyse beni an ın ki ben de sizi anay ını ; bana şükredin, nankörlük
etmeyin.

Tefsir:

151-İnsanlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onlar ı manevi kirlerden


temizleyen, onlara kitap ve hikmeti ö ğreten Hz. Muhammed(s.a.v.)'in,
Elçi olarak gönderilmesi, Allah' ın insanlara en büyük hitfudur. Öyleyse
insanların, kendilerini en büyük nimete mazhar k ılan yüce Allah' ı an-
malara, O'nun büyüklü ğünü ve nimetini hat ırlamaları, O'na şükretmeleri,
O'nun nimetlerine kar şı nankörlük etmemeleri gerekir.
152-"Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim,.." ğikr, anmak, ş ân, şe-
ref, övmek, namaz k ılmak ve dil% etmek anlamlar ına gelir. Ço ğulu
Züldır ve eZkârdır. Ilâhiyatçılar, Kur'ân'da zikrin on yedi mânada
kullanıldığını tesbit etmi şlerdir. Silfiyye ıstılâhında zikir, Allah' ı belirli
cümleler veya kelimelerle anmak demektir. Allah' ı anmak, en büyük
ibadettir. Bu hususta pek çok âyet ve hadis vard ır. Zikri emreden
âyetlerden birkaçı :
"Ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerine yatarken Allah' ı zikredin."'
"Allah'ı çok zikredin ki felâha eresiniz." 2
"Rabbini çok zikret, halktan kesilerek O'na yönel." 3
"Ey mü'minle r, mallarınız ve çocuklar ınız, sizi Allah' ı anmfiktan
alıkeymas ın."4
"Kendi içinde ağlaya, sızlaya, korkarak fakat bağırıp çağırmadan
sabah akşam zikret ; gafillerden olma."'
"O erkekler ki onları ne ticaret, ne de alışveriş, Allah' ı zikretmekten
ve namaz k ılmaktan alı,koymaz:' 6
Zikir hakkında daha birçok âyet bulundu ğu gibi zikre te şvik eden
pek çok hadis de vard ır. Bunlardan birkaç ı na da iş arei edelim:
"Kulum beni zikret ► iği zaman beni nasıl sanıyorsa ben öyleyim, onun-
la beraberim. Kulum beni kendi içinde zikrederse ben de onu kendi nefsim-
de zikrederim. Beni cemaat içerisinde zikrederse ben de onu daha hayı rlı
1 Nisa Suresi: 103
2 Cumu'a Soresi: 10
3 Müzzemmil Suresi: 8
4 Milnafikun Suresi: 9
5 A'raf Suresi: 205
6 Nur Suresi: 37
Ğüz': 2, Sure: 2 137

bir cemâat içerisinde zikredeı im. Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir
kulaç yakla şırı m. O, bana yürüyerek gelirse ben ona ko ş6rak giderim."'
"Allah'a, zikredenle etmeyen, diri ile ölü gibidir." 2
"Her şeyin bir cilits ı vardı , kalblerin cilüsı da Allah'a, anmaktı r.
İnsanı Allah' ı n azabından en çok koruyacak şey, Allah' ı anmaktan baş -
kası değildir. (Allah yolunda cihad da mı değil? dediler) Hayı r, kesilinceye
kadar vuruşsa dahi buyurdu."3
"Bir topluluk oturup Allah' ı zikrederse melekler onları 'ku ş atır, rah-
met onları kaplar, üzeı lerine sekine (huzur, feyiz) iner ve Allah, onları
yaııındakilere anar."'
Zikir üçe ayrılır: Zikr - i celi veya fikr-i cehri, hafi veya Z'ıkr-i
sırri, Allah adını veya kelime-i teviıid vs. den birini dil
ile zikretmek, aç ık zikirdir. Nefesle yap ılan zikir bari yani gizli zikirdir.
Allah'ı kalben düşünmek suretiyle yap ılan zikir, kalbi zikirdir. Zikrin
en üstünü, Allah'tan ba şka her şeyi unutarak sadece Allah' ı düşün-
mektir ki bunun için sürekli bir çaba ve temrin gerekir. İnsan nef-
sini ı slâh edip kemale ula ştıran, zikirdir. Çünkü insan Allah' ı hatırla-
dıkça kötü dü şünceler onun kalbinde yer bulamaz. Peygamberimiz
buyurmu şlardır ki: "Şeytan, insan oğlunun kalbi üzerine ağz ını ve bur-
nunu kcyar, insan Allah'ı zikredince şeytan geri çekilin, unutunca
şeytan onun kalbini yutar." 5
Zikrin tasavvufta ald ığı derin manayı Erzurumlu İbrahim Hakkı
Hazretleri, Ma(rifetnâme'sinde anlat ır. Özeti aş ağıdadır:
"2ikrullah üç dereceye ayrılır: Kelimelerle yap ılan dilin zikri. Bun-
da huzur yoktur. Ama buna devam ede ede zikir kalbe i şler. Dil durur,
k.alb kendiliğinden Allah' ı anar. Nefesiyle gizlice Allah, Allah veya lailühe
illâllah diyen kimse, lisâni ve kalbi zikri beraber yapm ış olur. Bir an
gelir ki zikir, kalbden bütün vücuda yay ıhr, ruhu sarar: Bu da ruhun
ikridir.

"Z
. ikrullah ile gece gündüz u ğraş an kimsenin kalbinden hikmet
nurları parlar. Evvelâ şimşek gibi çakar, geçer. Sonra yine çakar, fakat
daha uzun kalır. Ve nihayet her tarafuu kaplayan nurlar, ledünni ilim
sırlarını basiret gözüne açar. Bu nurlar, zikir nurlar ıdır, sâflaşan ruhun
1 Müslim, Kıtabu'i%fikri va'd-du (5', 1.
2 Buhâri Dacavtıt, 67; Müslim, 'fikir, 12
3 Tirmifi, Dacavkt, 5
4 Müslim, 2ikir, 1, 11
5 Ubu Ydltı, Milsued; Beyhalp, şucabu'l-imtm; Var;lu'l-Iadir, II, 354
138 Bakara Suresi

akisleridir. Nurlar, camlar içerisinde parlayan inci gibi sâft ı r. Vücut,


safhğın son noktas ına ula şmıştır. Artık vücudu bu derece zikir kaplay ı p
ruh güne şi doğduktan sonra a şk ve mahabbe,t ate ş i, zikreden insanı n
varl ığını tamamen yakarak zikredilenden ba şka bir şey bırakmaz.
İşte fena fiili& (Allah ta yok olma) denen mertebe budur. Bu şekilde
zikreden zakiı in uzuvlarında ve mafsallarında bir çe şit a ğrı Nasıl olur.
Bu ağn, birazcı k yanma ile kalbinde de belirir. Fakat bunlar çok zevkli
ağnlardır. Sırri zikre ula ş an kimsenin, haline güvenerek zikri azaltmas ı
tehlikelidir. Zira kalb penceresi tedricen aç ıldığı gibi tedricen de kapa-
narak büsbütün karanlıkta kalır: "Benim zikrimden yüz çeviren kimseye
dar bir geçim vardır ve biz onu, k ıyamet gününde kör olarak hasrederiz."'
"Zikirle basireti aç ılan kimse, ledünni bilgilere vakıf olur. E ğer
cezbe gelmezse o bilgilerle u ğraşır, durur. Ama Allah'ın hıtfiyle cezbeye
kapılanlar, vandet denizinin dalgalanndan ibaret olan ledünni bilgileri
de bı rakarak deryada kaybolup giderler.
"Zikir, dilden kalbe, oradan s ırra geçer, bütün ruhu istilâ eder.
Bunun alâmeti; zâlçir sustu ğu zaman zikrullah' ın, iğne ucu gibi zâkirin
diline bannlmasıdır ve yüzünün tamamen dil kesilmesidir. Zikir ruhu
sardıktan sonra artık Allah adını dil ile söyleme ğe lüzum yoktur. Çün-
kü onun bütün ruhu, bütün varlığı O'nu anmakla dolmu ştur zaten.
"Irfan yolunda yürüyen kimse, üç konaktan geçer: Fena (alemi
cezbe `alemi, kabda alemi, Fena âleminde lâilâhe illallah kelimesine
devam eder. Cebe âleminde Allah Allah diye zikreder. Kabçla âleminde
Ha, Hû der. Çünkü lâilâhe illâllah, kalbleri açıcı , Allah ismi «Mi ruh-
ları açıcı , Hist ise sırları açıeldır."2
Elbette Allah' ı anmak en büyük ibadettir. Ancak Allah' ı anmak
işi gücü tamamen b ırakıp dünyayı terk etmeyi gerektirmez, Israr -nın
temel prensibi, ruh ile maddeyi, dünya ile âhireti beraber yilrütmektir.
Mü'min Allah'a karşı vazifelerini -yaptığı gibi dünyaya ait vazifelerini
de aksatmadan yapacaktır. Ancak dünya i şlerini yaparken Allah' ı daima
hatı rında tutacaktır. Allah' ı hatırlaması, dünya işlerinde de kendisine
şevk verecek, i şlerini başarı ile yürütmesini sa ğlayacak, onu daima saa-
det ve huzur içinde tutacakt ır.
"Bana şültı edin, nankörlük etmeyin." şükür, bir iyiliğe te ,,,,ekkür
etmek demektir. Yüce Allah' ın bize nimetıeri sonsuzdur.Nefes alırken
ciğenerimize oksijen girer, nefes verirken ci ğerlerimizde biriken zehirli
1 Ttılıâ Soresi: 124
2 Macrifetnâme, s. 336 ve devamı .
Cüz': 2, Sure: 2 139

gaz d ış arı atılır. Sadece bir nefes al ıp verme işleminde Allah' ın bize iki
nimeti vardır. Kanuni Sultan Süleyman' ın dediği gibi sadece sa ğlı k
nimeti, dünyaya de ğer bir devlettir. Bütün bunlardan ayr ı olarak Al-
lah tabiatı bizim hiz ınetimize vermi ştir. O'nun verdi ği bu nimetlere
teşekkür etmek de bizim görevimizdir. Allah'a ş ükür söz ve fiille olur.
Asıl şükür, Allah'ı anmak, O'na kulluk etmektir. Allah'a ibadet, O'nun
nimetlerine kar şı bir te şekkür ifadesidir. Şükür, nimetin artmas ı na,
şükrün kar şıtı olan nankörlük ise nimetin elden gitmesine sebebolur.
İnsan şükrettikçe Allah onun nimetini artı rır, onun gönlüne kanaat
ve huzur verir. Ama nankörlük eden, "Allah bana ne verdi ki, karn ının
doymuyor ki..." deyip de dilini "Allah'a şükür, hamdolsun Allah' ın
verdiklerine..." gibi sözlere alıştırmayan insan ın gönlü sıkıntı dan kur-
tulmaz, nimeti de elinden gider. Yüce Mevlâ buyurur: "Şükrederseniz,
(nimetimi) artııınm. Ama nankörlük giderseniz, muhakkak ki azab ını şid•
detlidir."'

° t)

• ° "s•
r
I I :5 I cj.. ..U - 1 ° °)
- e -
° 41,:. :31 C; 11_1 Ci

° v) j'.1_•f_4.91.° 1 °•
e - J "41

153- Ey insanlar, sabır ve namazla (Allah'tan) yardı m isteyin, mu-


hakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir. 154- Allah yolunda ,öldürülen-
lere, "ölüler" demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz farkı nda olmaz-
sını z. 155- Andolsun, sizi korku, açl ık, ınallar(ınız)dan canlar(ınız)dan
ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi bir şeyle deneriz. Sabredenleri müjdele :
156- Ki onlara bir belCı eriştiği zaman "Biz Allah içiniz ve biz O'na döne-
ceğiz" derler. 157- İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır
ve doğ ru yolu bulanlar da onlardır.

1 İ brahim Suresi: 7
140 Bakara Suresi

Tefsir:

153-157: Bedir ve Uhud'da verdikleri şehidlerden dolay ı mü'minleri


teselli için bu ayetlerin indi ği rivayet edilir. Ancak mü'minler, Bedir'de
birkaç şehide karşılı k büyük bir zafer kazmd ı klarından, çok sevinçli
dönmüşlerdi, neticeden üzgün de ğil, sevinçli idiler. Herhalde bu ayetler,
Bedir vak'asından önce müslümanlarla mü şrikler aras ında meydana ge-
len bazı çatışmalarda verdikleri kay ıplarden clı,layı müslümanları teselli
etmek için inmiştir. Müslümanlar ın daima denenmekte oldu ğunu, sab-
redenlerin büyük miikafata ereceklerini anlatmakta ve müslümanlara,
uğrad ıkları musibetler, belalaı , afetler kar şısında sabır ve namazla Al-
lah'tan yardım dile ırı.elerini emretmektedir. Gerçekten felaketler kar şı-
sında ibadet ile Allah'a iltica, insan ruhunu kuvvetlendirir, insan ın ma-
neviyatın.ı düzeltir, Allah'ın kaderine inancını artırır ve onu bunalım-
lardan kurtar ır.
154 ncü ayet, şehidlere ölü denemeyeee ğini, onların gerçekte diri
olduklarını anlatmaktad ır. Normal ölümle ölen kimseye "ölü" denir.
Allah yolunda hayatını feda eden ş ehid, Allah' ın katında yüce, bir
hayata nail olaca ğı gibi toplumu tarafından da daima rahmet ve tak-
dirle yad edilir. Hem toplumu içinde ebediyyen ya ş ar, hem de ğayb
âleminde gerçek hayata erer.
Ölüm, şu görünen bedene özgüdür. İnsanın asıl benliği bedeni de-
ğil, onun içinde gizli olan, ona hareket ve canl ılık veren ruhudur. Beden
kahptı r. Ruh onun hakikati, insan ın gerçe ğidir. Bedenin ash toprakta.
Topraktan süzüle süzüle g ı dalarla insana geçmi ş , insan vücudunda bir-
takım ameliyelerden geçip insan tohumu haline gelmi ş , tohum haline
gelirken de t ıpkı süt içine ya ğın karış ması, susam tanesinin zerrelerine
yağlı nüfuzu gibi insan tohumunun içine de ruh cevheri, canl ılık giydi-
rilmiştir. Ana karnında cenin haline gelen insandaki ruh da geli şmeğe
başlamıştır. Cenini insan şekline sokup şu dünyaya getiren, Allah' ın
izni ve iradesiyle onun içine üflenen ruhtur.
özü şu topraktan ç ıkan beden, zamanla de ğişikliğe uğrar, büyür,
gelişir, ihtiyarlar ve içindeki ruhu kaybedince de tekrar topra ğa dü şüp
çözülür, dağılır, adı olan toprağa karışır.
Ama deneylerden geçip olgunla şmak, ruhani bilgiler ve haller ka-
zanmak için beden içine konup bir süre bedende konuk gibi kalan ruh,
ölmez, yaşar. İşte insan öldü ğü zaman kabir sevab ı ve azab ı, ölen be-
denine de ğil, ölmeyen. ruhunadır. Çünkü beden ölünce genellikle top-
rakta çürür, Kaz ı bedenler de yakılır, kül olur. Bazıları havada parçala-
Cüz) : 2, Sure: 2 141

nıp dağılır, bazıları denizlerin derinliklerine at ılır. Ruhunu kaybeden


bedene bir daha ruh dönmez, ölen ki şi şu dünyada bir daha dirilmez.
Kuruyan a ğaca nasıl bir daha ya şlık gelmezse, ölen bedene de bir daha
canlılık gelmez.
Peki ama tefsirine çal ış tığımı z, şehidlerin ölmediğini ifade eden bu
ayet ile Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in: "Kabir ya cennet bahçelerinden bir
bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."ı meâlindeki hadis-
leri nasıl izah edilecektir?
Bu âyet ve hadis, insan bedeninin de ğil, ruhunun şu bedenden ay-
rıldıktan sonraki halini tasvir etmektedir. Kabir ile, insan ın ölümünden
sonraki hali kasdeclilmi ştir Çünkü her insan kabre girmez. Yak ıhp külü
şişelerde saklanan insanlar da vard ır. öldükten sonra aylarca, hattâ
yıllarca kabre konulmayan kimseler de vard ır. Binaenaleyh hadisteki
kabir kelimesiyle kasdedilen, insanın ölümünden sonraki halidir. I şte
insan öldükten sonra ruhu ya cennet gibi bir hayat içine girecek veya
yaptığı kötü işlerin tutsa ğı olacaktır. Ayet ve hadisin kasdı budur.
İ mam Fahreddin Razi şöyle diyor: "Kabir sevab ı ve azabı , ya bu
bedene veya bunun bir parças ına ulaşır. Birincisi (yani sevab ve azab ın
bedene ula ş ması iddiası) kuru bir inatç ıhktan başka bir şey de ğildir.
Çünkü bu bedenin çözülüp da ğıldığnu görüyoruz. Çürüyüp da ğılan bil
şeye nas ıl sevap ve azalım dokunduğu iddia edilir?
"Bedenin tümüne sevab ve azâb dokunmayaca ğma göre, Allah'ın
bedenin küçük parçalar ından bazılarına diriltip sevab ve azab ı onlara
dokundurdu ğunu söylemek gerekir. Bu caiz oldu ğuna göre neden "in-
san ruhtur" demek caiz olmas ın? Çünkü ruh çözülmez, da ğılmaz, acı
ve lezzet duyar." 2 "Kabir sevab ı ve azabı da kalıba de ğil, ruhadır." 3
ı yamet gününde de Allah, ruhu tekrar bedene döndürlir ki cismani "K
haller, rülıâni hallerle büle şsin (insan ke ınalini bulsun)." 4

Dünyada güzel amellerle bezenip safiyet kazanan insan ruhu, şu


bedenden ayrılınca cennet bahçeleri gibi bir ya ş am içine girecek, orada
iyi ruhlarla, pey ğamberler, sıddikleı , salihler ve şehitlerle beraber ta-
dına doyulmaz bir ruhani alemde bulunacakt ır. Fakat dünyada kötü
işlerle kirlenmi ş , bozulmuş olan insan ruhu da bedeninden ayr ıldıktan
sonra dünyadaki kötü i şlerinin gerçek niteli ğini görecek, azâba dönü şen

1 Tinnin, I,"-lytımet, 26
2 Mefâtibul- ğayb, II. 5'5
3 Mefâtibu'l- ğayb, II. 53
4 Mefâtilfl-ğayb, II. 55
142 Bakara Suresi

o amellerinin tutsa ğı olacak, çe şitli azâblar içerisinde kalacakt ır. İşte


Hz. Peygamber (s.a.v.), bu gerçe ğe iş aret için kabrin ya cennet bahçe-
lerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlar ından bir çukur oldu ğunu
söylemiştir.
Allah yolunda öldürülen kimseler, amellerin en güzelini i şlemiş-
lerdir. Onlar, Allah' ın en fazla sevdi ği işi yapmış , canlarını Allah
u ğruna feda etmi şlerdir. Yoluna can feda eden bu insanlar ı yüce Allah,
iyi kullarımn arasına katacak, ma'nevi derecelerin en yükseklerine ç ı -
karacak, cennet bahçelerinde ya ş atacak, huzurunda, ak ıl ve hayale gel-
meyecek nimetle ı e nail eyleyecektir.
İnsan dünyada ne kadar mutlu ya ş asa yine de acılardan, ızdı rap-
lardan uzak elamaz. Çünkü dünyan ın lezzeti yanında üzüntü ve kederi
de vardır. Asıl elemsiz, üzüntüsüz, tasas ız ya şam, o ruhsal ya şamdır.
Şehidler, bu ruhsal ya ş amın en yükse ğine ermişlerdir. O ebedi zevk içinde
ya ş ayan insanlara ölü demek do ğru de ğildir. Onlar, ölmenin arız olduğu
vücut elbisesini atmış , katıksız, sâf, ölümsüz hayata kavu şmuşlardır.
Ama basiretlei kapal ı olan dünyahlar, onlar ın o s af, ölümsüz hayat-
larının, ruhani zevk ve lezzetlerinin fark ında de ğillerdir.
Allah yolunda cihad, ibadetlerin en üstünüdür. Cihad eden müslü-
man, ya ş ehid olur, ya gazi. İkisi de yüksek rütbelerdir. Hele şehidlik
mertebesi, mertebelerin en yücesidi ı . Peyğamberlikten sonra en makbul
mertebe, şehidlik mertebesidir. Bundan dolay ı ashabı kirâm, şehid ol.
mak için can atarlard ı . Allah' ın kılıcı unvaniyle taltif edilmi ş bulunan
Halid ibn Velid, ömrü sava şlar içinde geçti ğ i halde yine şehid olamayıp
yata ğında öldüğü için üzüntü çekmiştir.
Mü'minler, ş ehid olmak için çarp ışırlar. Ş chidliği arzu ederek çar-
pış En insanlar yenilirler mi? Bu iman, en güçlü silahlar ı dahi yener.
Çünkü silahı kullanan da insandır.

`C-arbın afakını sarmışsa çelik zırhl ı duvar;


Benim iman dolu gö ğsüm gibi serhaddim var!"
İnsan nasıl olsa bir gün ölecektir. Süleyman Çelebi'nin dedi ği gibi:
"Her ne denlist yas& ise bir ki şi, Aibet ölmekdürür an ın işi."
Yüce Mevlâmız: "ölmekten, öldürülmekten kaçmak size fayda vermez.
Kaçsanız bile ancak az bir süre yasatılırsınız.."' buyuruyor. Şu fani
dünyada zilletle ya ş amak yerine Hak yolunda şehidolmayı tercih eden.

1 Alızisıb suresi: 16
Cüz': 2, Sure: 2 143

insanlar, ebedi diriliğe kavuşur, pey ğ amberlerle arkada ş olmak şerefine


ererler. -
Allah' ın Resulü (s.a.v.), şehidlerin derecesini söyle aç ı klıyor:
"Cennete giren hiç kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin dahi olsa
bir daha dünyaya dönmek istemez. Yaln ı z şehid müstesna. Çünkü o, gör-
düğü ikram karşısında dünyaya dönüp on kere öldürülmeyi arzu eder."'

Ebu Katade anlatıyor: "Allah' ın Resulü (s.a.v.), ashabı arasında


durdu. Allah yolunda cihadın ve Allah'a inanman ı n, amellerin en üstünü
olduğunu söyledi. Bir adam kalkt ı :
— Ya Resulâllah, dedi, Allah yolunda öldürülürsem giinahlar ım
affedilir mi? Allah' ın Resulü şöyle buyurdu:
-- Sab ır ve sebat Ederek sırf Allah r ızas ı için düş mana yönelir, ar-
kanı dönmezsen evet. Sonra Allah' ın Resulü sordu
— Nasıl demi ştin?
— Allah yolunda öldürülürsem günahlanm affedilir mi demi ştim.
— Evet, sab ı eder ; AllGh r ızası için düş mana yönelir, arkanı dön-
mezsen borç d ışındaki günahları n affedilir. Cebrail bana böyle söyledi." 2
Bedir Savaşında şehid düşen Hârise'nin, annesi gelip Allah' ın Re-
sulüne sordu:
— Ya Resultıllah, dedi, bana Harise'den bahş etmez misin? Bedir'de
öldürüldü. Eğer (o ğlum) cennette ise sabredeyim, de ğilse ağlayayım. Al-
lah'ı n Resulü buyurdu :
— Ey Harise'nin annesi, cennette birçok cennetler var. Senin oğlun
en yüksek Firdevs'e ula ştı ."j
Hz. Câbir anlat ıyor:
"Babam Abdullah ibn A mr, Uhud Sava şında öldürülünce, Allah'ın
Resulü (s.a.v.) bana :
Câbir, dedi, Allah'ı n babana ne söylediğini haber vereyim mi?
— Evet Ya Resulâllah, dedim. Dedi ki :
— Allah, herkese ancak perde arkas ı ndan konuş mu ş - iken senin
babana, karşı karşıya konu ştu ve dedi ki : (Ey Allah' ın kulu, dile benden
(ne dilersen) vereyim.) Baban : (Ya Rabbi, beni hayata döndür ki ikinci

1 Bubâri, Müslim (at-Tar ğib, II, 311)


2 Müslim, (at-Tarğib, II, 311)
3 Bubari, (at-Tar ğlb, II, 325)
144 Bakara Suresi

kez öldürüleyim dedi). Yüce Allah : (Onlar ın dünyaya dönmeyeceklerine


ezelde hükmettim, dedi. 0 halde ya Rabbi, arkamda kalanlara, benim bur-
daki du•umumu duyur, dedi Bunun üzerine Yüce Allah ş u âyeti indirdi :
Allah yolunda öldürülenleri ölü sanınayınız. Hay ır, onlar diridirler. Rab-
leri katı nda rız ıklanmaktadırlar. Allah'ın, kendilerine verdiği nimetlerden
sevinç duyn ıaktadırlar. Henüz kendilerine katılmarnış olanlara da korku
olmadığını n, onların da üzülmeyeceklerinin. ve Allah' ı n iyilik edenlerin
ecrini zoyi etmiyeceginin ınüjdelenmesini isterler.'
İ bni Abbas Hazretleri de bu meâlde bir Hadis anlat ır:
"Kardeşleriniz vutulunca Allah onlar ı n ruhları nı ye şil birer kuş
ş ekline koydu. Cennetin nehirlerine gelir, meyvalar ı ndan yer, Arş 'ı n göl-
gesi altındaki altı n kandillere kona•lar. Yedikkrinin, içtiklerinin ve isti-
rahatlerinin güzelliğini görünce : (Bizim sa ğ olup cennette r ız ıklandığı
m ızt karde şlerimize kim duyuracak ki onlar, cihaddan yüz çevirmesinle ı ,
savaş tan dönmesinler.) dediler. Yüce Allah : (Ben sizin yerinize duyura-
y ını ) dedi ve ş u ayeti indirdi : (Allah yolunda öldürülenleri ölüdürler san-
may ınız, hay ır onlar diridirler, Rableri indinde rız ıklanmaktadırlar..)"2
Mu'ta Ş avaşında ş ehid düşen Hz. Ca'ferTayyar için Allah' ın Re-
sulü şöyle dedi: "Ca'fer ibn EbiTalib'i, cennette uçan iki kanatlı bir me-
lek olarak gördüm. Orada dilediği yere uçuyordu. Kanatları nın ucu kana
bulanmıştı . Zeyd'in kar şısında bulunuyordu."'
" Şehid, evinin halk ından yetmi ş ki şiye şefaat edecektir." 4
"(Savaş ta) Öldürülenler üç türlüdür : Bir adam ki inanır, nefsiyle,
maliyle Allah yolunda cihadeder, dü ş manla karşılaşınca savaşır, nihayet
öldürülür. Bu, cennette, Allah' ın Ar ş 'ı altı nda göğsü sevinç ile dolan şe-
hiddir. Peygamberler, sadece peyğamberlik dolayısiyle bundan üstiindiii-
ler. Bir adam ki günahları ndan ve hatalarından dolayı nefsinden korkmak-
tadır ; caniyle, maliyle Allah yolunda cihadeder, düş manla karşılaşınca
savaşır, öldürülür. Bu şehidlik, onun günahlarını siler. Çünkü
günahları silicidir. (O adam), Cennetin hangi kap ısından isterse oradan
cennete sokulur. Çünkü cennetin sekiz kap ısı vardır, cehennemin de yedi
kapıs ı vadır, birbirinden üstündür: Ve bir adam ki münafıkt ır, caniyle
maliyle Gihadeder, diiş manla karşı laşı nca Allah yolunda savaşır, ödürü-
lür. Bu adam cehennemdedir. Çünkü k ılıç, ınünafikl ığı silmez."'

1 Tirmifi, İbni lIace, Hakim (at-Tar ğlb, II, 314)


2 Ebu Davud, Hakim (at-Tar ğib, II, 323
3 Taberani (at-Tar ğib, II, 314-315)
4 Ebu Davud, Ibn Iiibban (at-Tar ğib, II, 316)
5 Ahmed ibn Taberâni, İjnıi 1.1ibban, Beyhald (at-TarğIb, II, 316-17-
Cüz): 2, Sure: 2

Savaşta ön safta çaı pışmak efdaldir. Hz. Peygamber (s.a.v.), sa-


vaşta ön safta çarp ışanlara Rabbin gülümseyece ğini, Rabbin gülümse-
digi kimsenin de hesaba çekilmeyeLegini, cennetin en yüksek yerine
çıkacağın ı haber vermi ştir.'

d3.1 I s. r.
e' J- ı-43ı
-
o .-. fi •••—•
G I 5(0

158— Safa ile Merve, Allah' ın nişanlarındandır: Kim Ev'i (Kâ'be'yi)


hacceder, ya da ömre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah-
yoktur. Kim kendili ğinden bir iyilik yaparsa bilsin ki, Allah kar şı lığını
verir, yaptığı nı bili

Tefsir:

158— Safâ ile Merve, Kâ'be'nin yak ınında bulunan iki tepeciktir.
Bu iki tepe arasında dörtyüz metre civar ı nda bir mesafe vard ı r. Hac
ve ömre yapan kimse buralara da ziyaret edö ı .

Hac, belli zamanda yap ılan ibadetlerin ad ıdır. Yola gücü yeten,
ergin müslümanlara hac farzd ır., Ömre de hac gibi bir ibadettir. Ancak'
ömrenin belli bir zaman ı yoktur. Her zaman yap ıhbilir. Ömre, Kâ'be'yi
tavaf ile Safâ ile Merve aras ında sa'y'den ibaretti ı .

Allah için hac veya ömre yapan kimsenin, Safâ ile Merve'yi ziyaret
etmesinde bir günah yoktur. Çünkü buralara ziyaret de hacc ın. menasikin-
dendir (hac ibâdetlerindendir). Kim kendili ğinden bir iyilik yaparsa
muhakkakki Allah, onun yapt ığı iyiliği bilir ve o iyili ğin karşılığı n' verir.

Rivayete göre Cahiliyye devrinde Safâ ile Merve aras ında sa'yedilir-
di. Bu tepelerden biri üzerinde Esâf, di ğeri üzerinde naile ad ında iki
Arap putu vardı . Araplar bu putların yanında kurbanlarını keserlerdi.
I şte bu tarihi geçmi şinden dolayı müslümanlar, buralara ziyaret etmek-
te tereddüdettile ı . Bunun üzerine Safâ ile Merve'nin, lı accın menasi-
kilden olduğunu, buralara ziyaret etmekte bir sak ınca bulunmad ığını
bildiren bu âyet indi.

1 at-Tarğlb, II, 319


146 Bakara Suresi

Bu iki tepe aras ında sa'yin me şru olmasının hikmeti şöyle açıklanır:
Hz. İbrahim, karısı ile o ğlu İ smail'i Mekke'ye bırakıp gitmişti. Ismail'in
annesi Hacer, su bulmak için çocu ğunu Harem'in bulundu ğu yere ko
yup tepeden tepeye ko şmağa başladı . Bu sırada Allah'ın yardımı yetiş -
miş ve Zemzem Kuyusunun yerinden su fışkırmıştı . İşte onun hatı rası
için bu iki tepe aras ında koşmak, haccın ibadetleri aras ına konulmu ştur.
Bu ko şma, Allah'ın yardımını aramanı n ve bunaldıkları zaman Al-
lah'ın yardımının, insanlara yeti şeceğinin bir simgesidir.
Safa ile Merve aras ında koşmak, Maliki ve Ş afli mezheplerine göre
farz, Hanefi mezhebine göre vacibdir. Çünkü "Günah yoktur" ifadesi,
mendub bildirir. Ancak bu koşmanın, farz oldu ğunu bildiren hadisler
de mevcudoldu ğundan, Hanefiler, sa'yi vacib kabul etmi şlerdir.

5e
(„5-. k.431 -, ,:x.:.__.: I:. -,..),„,_-__,
-. -,..,iii ''1 ..
- ..,

,.C.--.;• C.>,
• ...
.- .
' ..31 - •‘j:,.. ı _r.°.
'jj
i
-..".el:J.
"'''. jaCIAire,.
' ft.::-.^..i:J. ... . . 3 1
'‘„4 I..:1 ....,.L..;_•.c 4.j.... . . '0L-_., t-,
. ,C:Ji
. . . ı . ci
rt
..‘!■12.3 jti 1.1.1j ; I;NZ O , 11-.I. C; '../ .1tiJl .: ( N ° )-) j5J,p 5k:0'

o
434ı " °!): pe'Jb-.;
s<4
'‘) Cjı-Z3Î
,9 .9 • } •••••
( \ ) ./.7..W.J A

159- indirdi'gimiz açık delilleri ve hidayeti -biz, Kitapta insanlara


açıkça belirttikten sonra- gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allah lânet
eder, hem bütün lanet edebilenler lânet eder. 160- Ancak teybe edip (durum-
larını) düzeltenler, (gerçe ği) açıklayanlaı başka. Onları bağışlarını. Çünkü
ben, tevbeyi çok kabul edenim, çok esirgeyenim. 161- Ama âyetlerimizi
inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar, işte Allah' ın, meleklerin ve tüm
insanların lâneti onları n üstünedir. 162- Ebediyen lanet içinde kal ırlar.
Ne kendilerinden azeip hafifleltilir, ne de onlara fırsat verilir.

Tefsiı :

159-162: 159 ncu ayetin, Tevrat'ta Hz. Pey ğamber'in vasıflarını


okudukları halde onu gizleyen Yahudiler hakk ında indi ği rivayet edilir.
Hz. Muz (r.a.) Yahudilere, Tevrat'ta Hz. Pey ğamber'in nas ıl anla-
Cüz': 2, Sure: 2 147

tıldığını sormu ş , onlar da Hz. pey ğamberin Tevrat'taki vas ıflarım


gizlemişler, söylememi şlerdir. Bunun üzerine bu ayet inmi ştir.
Yahudilerin, Hz. Pey ğamber'in gerçek peygamber oldu ğunu bil-
diklerine dair elimizde pek çok delil vard ır. Bu konuda tarih kitaplar ı
ittifak halindedir. islamdan önce uzun süre birbirleriyle kom şu olarak
yaş ayan Medineli Araplarla Yahudiler aras ında zaman zaman kavga-
lar çıkardı . Yahudiler yenilince derlerdi ki: "Bizim söyledilderimizi tas-
dik eden bir pey ğamberin gelme zamanı yaklaştı . Biz onunla birlik olup
sizi, Ad ve İrem toplumlarının öldürülmesi gibi öldüı ece ğiz." Ve son
zamanda gelecek pey ğamberin yüzü hürmetine Allah'a duâ ederler:
"Ya Rabbi, evsafını Tevrat'ta gördü ğümüz, âhir zamanda gönderile-
cek pey ğamberle bize yard ım eyle!" derlerdi. Fakat âhir zaman pey-
ğamberi gelince yahudiler beklediler ki o, kendileriyle birlik Olsun, onun
liderli ğinde Arapları yensinler, cihana hakim olsunlar,. Hz. Peygamber,
onlal ın dünya hakimiyeti davalarına hizmet etmedi ği, ırkçılığı yerip
bütün insanla." e şit ve karde ş ilan ettiği için bile bile ona dü şman ol-
dular.'
Şu ayet de onlar ın, Hz. Muhammed(s.a.v.)'in pey ğamberli ğini ga-
yet iyi bildiklerine tan ıktır: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu,
oğullarını bildikleri gibi bilirler ama yine de onlardan bir grup, bile bile
hakk ı gizlerleı ."2
Ayet yahudiler hakkında nazil olsa da manas ı umumidir, Allah'ın
dinini gizleyen bütün insanlara şamildir. Allah' ın indirdiğini gizlemek,
dünya menfaati için onu söylememek veya tahrif ederek söylemek,
inSamn ba şına lanet ya ğdırır. Allah'ın dinine dair bir şey bilen, onu
bilmeyenlere ö ğretmek, soranlara söylemek zorundad ır. Dilini e ğip bük-
meden, oldu ğu gibi, dosdoğru söylemelidir. Yüce Allah, bütün kitap
sahiplerinden bu hususta kesin söz alm ıştır: "Allah, bir zaman kendileri-
ne kitap verilenlerden (onu insanlara açiklayacaks ınız, onu gizlemeyecek-
siniz) diye kesin söz alm ıştı ."' Dünya menfaati kar şılığında Allah'ın söz-
lerini gizleyen veya de ğiştirenlerin u ğrayacakları sonucu da yüce Allah
şöyle açıklamaktadır: "Allah' ı n indirdiği kitabı gizleyip de onu az bir
paraya satanlar, karı nlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar. Allah, k ı-
yamet günü onlarla konu ş mayacak, onları temizlemeyecektir. Onlar için
acı bir azap vardı r."4
1 Bın Hişam Slratu'n-Nehl, I, 211; Taberi, C ıııi`u'l-Byiiıı, I, 410-412, Mısır, 1388/1968.
,

2 Bakara Suresi: 146


3 Ali İmran Suresi: 187
4 Bakara Suresi: 174 -
148 13akara Suresi

Hakkı gizlemek, risalet görevinin geçersiz kalmas ına yol açar.


Bu ise tüm insanlığın ınahvı demektir. Bundan dolay ı hakkı gizlemek,
Allah'ın ve bütün lanet edebileceklerin lânetine müstahak k ılacak
derecede a ğır bir günahtır. İnsan, ş ahsına münhasır bir günah i şleyip
teybe ederse Allah gafur ve rahimdir, onu affeder. Fakat Allah, hakk ı
gizleyenleri, indirdi ği dini ve hidayeti tahrif edenleri yaln ız kendi lâne-
tiyle değil, bütün canl ıların lânetiyle cezaland ırıyor.
Enes ibn Malik anlatıyor: "Allah' ın Resulü bir seferine giderken
Muâz ibn Cebel de kendisinin binek arkada şı idi. Allah' ın Resulü:
— Ey Muâz, dedi. Muâz :
— Buyur, ya Resulâllah, dedi. Allah' ın Resulü yine :
— Ey Muâz, dedi. Muâz :
— Buyur, ya Resulâllah, dedi. Allah' ın Resulü :
— Ey Muâz, dedi, Allah•tan ba şka tanrı olmadığına, Muhammedin
de Allah' ın kulu ve elçisi olduğuna ş ahidlik eden hiçbir kul yoktur ki Al-
lah onu cehenneme haram etmesin. Muâz :
— Ya Resulâllah, bunu insanlara haber vereyim mi ki sevinsinler?
dedi. Allah' ın Resulü :
— O zaman (buna) güvenir (ameli bırakır)lar, dedi.
Uzun zaman bu müjdeyi kimseye söylemeyen Muâz, nihayet ölece ği
sırada bildiği bir şeyi gizleyip de günahkar olmamak için bunu aç ıkla-
dı ."1
İşte onlar, bildikleri bir şeyi gizlemekten, duydukları bir peygamber
sözünü insanlara duyurmamaktan öyle korkarlard ı . Bundan dolay ı
Allah'ın Resulünden ne duymu şlarsa onu oldu ğu gibi kendilerinden son-
ra gelen nede aktarm ışlar ve onların bu dürüst davran ışı sayesinde
İ slam nuru bize kadar gelmi ştir.
Bildiğini ba şkalarına öğretmek, Allah' ın, insan üzerinde bulunan
bir hakkı oldu ğu içindir ki ilk İslam bilginleri, Kur'an ve din ilimlerini
ö ğretme karşılığında ücret almayı caiz görmemi şlerdir. Fakat sonradan
dünya işlerinin ço ğalması, hayat şartlarının değişmesi kar şısında bu
hüküm yumuşatılmış tır. Çünkü Kur'âm Kerim'in: "... Her toplumdan
bir zümrenin, (peygamberle beraber) sefere çık ıp dini öğrenmeleri
ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmaları gerekir"2 ayeti, toplum için-
de bir zümrenin din ilimlerinde ihtisas yapmas ını emretmektedir. Bu,
kifaye olarak farzd ır. Bu ihtisas ise onlar ı , geçimlerini sağlayacak bir
1 Müslim, Iman, hab: 10, hadis: 13
2 Teybe Soresi: 122
Cüz': 2, Sure: 2 149

iş yapmaktan ahkor. Bundan dolay ı topluma dinini 'ö ğletecek bu in-


sanların, 'fiini görevleri yapt ıran din adamları nın, geçimlerini sa ğlaya-
cak bir ücret almalar ı caiz, hatta zaruri görülmü ştür. Gaye,Kur'ân' ın
zayi olmasını önlemek, dini ilinalerin ö ğretimini sa ğlamaktır.
Herhangi bir olaya tLnık olup da- bir menfaat veya adam kay ırma
yüzünden olayı gizleyen veya yalancı ş ahidlik yapan kimse de ayetin
tehdidi altına girer.Kur'ân ı Keı im'e göre müslüman, hiçbir halde do ğ-
ruluktan ayrılmaz. Akrabasmın, annesinin babasının, hatta kendi nef-
sinin aleyhinde dahi olsa hakkı gizlemez, do ğruyu söylemekten kaç ın-
maz. İşte böyle bir toplumda haks ızlık olmaz, cinayetler işlenmez. Al-
lah'ın emirleri uygulanır. Yuvalara mutluluk, kalblere huzur dolar.
Bütün toplumu ilahi saadet kucaklar.
Teybe edip uslananlara kar şı yüce Allah, merhametlidir. Ama inkar
edenler ve inkar ile ölenler, ebedi lanet içinde kahrlar. Cehennem de
Allah'ın lânetinin toplandığı yerdir. İşte kafirler sürekli olarak lanet
içinde kalır, aza') çekerler. Amelle ı i, kendilerini hiç bırakınaz yaptık-
larının cezasını görürler.

(‘'r) T) °,ftı A_ C_ ı 4_ ı
j'Ş
ı •••• ı r 0 p • O O •

4.W (.13.; I

ı ; • 9. ... o
1,„...K • j Cej j J.S.'

(• •• t) ,git
. ı
- b°1_,": ı j31.43:1;
• ,ı 0.k.) -41 5(*)-1 .1.1) "Ğ;LII
,,, ı-£.3ı
-

(‘'‘'‘)
,„,
411
.9 .51
LtU c
,
I
4.• ee

e- J " • 1-
150 Bakara Suresi

-163— Tanrınız bir tek Tanrıdır, O'ndan başka tanrı yoktur. O, Rah-
mandır, Rallinıdir. 164— Şüphesiz göklerin ve yerin yarat ılışında, gece
ve gündüzün de ğişmesi nde, insanların faydas ı na olan şeyleri denizde
taşıy ıp giden gemilerde, Allah' ın gökten su indirip onunla ölmü ş olan
yeri dirilterek, üzerine her çeşit canlıy ı yaymas ında, rüzgarları ve yer ile
gök arası nda emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette dü-
şünen bir topluluk için (Allah'ın varhğına ve biili ğine) deliller vardır.
165— insanlardan kimi, Allah'tan başka eşler tutar, Allah'', sever gibi on-
ları severler. inananlar ise en çok Allah'', severler. Zulmedenler, azâb ı
gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a âid oldu ğunu ve Allah' ın aza-
bının çetin olduğunu anlayacaklarını ke şke bilselerdi. 166— İşte uyulanlar,
(kendilerine) uyanlardan uzak durdular ; azabı gördüler, aralarındaki
(bütün) bağlar kesildi. 167- Uyanlar şöyle dediler : "Ah ke şke bir daha
dünyaya gitmemiz mümkün olsayd ı da şimdi onların bizden uzak durduk-
ları gibi biz de onlardan uzak dursaydık!" Böylece Allah, onlara i şledik-
leri bütün fiilen hasretler (pişmanlık ve üzüntüler kayna ğı) olarak gös-
terir. Ve onlar, ateşten çıkamaz/ar.

Tefsir:

163-167 nei ayetler, gözümüzün önüne iki tablo çizmektedir.


Birinci tablo, Allah' ın birliğini ispat tablosudur. İlk iki ayette Allah' ın
birliği, Rahman ve Rahim oldu ğu hatırlatıldıktan sonra O'nun varl ı-
ğının ve birliğ inin delillerine dikkat çekilmektedir: Göklerin ve yerin
yaratılması, gece ve gündüzün de ğişmesi, Allah'ın koydu ğu kanunlar
sayesinde insanlara faydalı şeylerle dolu gemilerin deniz üstünde ak ıp
gitmesi, ya ğmurun ya ğması, ölü tabiatın yeniden canlılık kazanmas ı ,
yer yüzünde milyonlarca, hayvan ın yayılması , göklerle yer aras ında
O'nun emri uyarınca rüzgarlar ın esmesi... bütün bunlar dü şünen insanlar
için Allah'ın varlığının, birliğinin ve merhametinin i şaretleridir.

Ayet, açık alamet, inkar ı mümkün olmayan mu'cize demektir.


Kur'ân'ın cümleleri, Allah' ın varlığına, birli ğine, Kur'ân'ın, Allah'ın
kelâmı oldu ğuna delâlet eden ayetler oldu ğu gibi tabiat olaylar ı da
Allah'ın varlığına ve birli ğine delâlet eden âyetlerdir. Kur'ân'a göre
iki türlü ayet vard ır: Biri sözlü olan Kur'ân âyetleridir. Biri de herkesin
gözü önünde serili bulunan tabiat kitab ının âyetleri, yani tabiat olay-
larıdır. Aklını çalıştıran, iyi düşünen insanlar için bütün tabiat olaylar ı,
dillenip Allah'ın varlığını ve birliğini haykırır. Şu ye şillenen ağaçlar,
şu uçan kuşlar, şu yüzen balıklar, şu gece gündüz, şu kainattaki düzen,
kendilerini yaratan çok ak ıllı , Rahman ve Rahim, her şeye gücü yeten
Cüz': 2, Sure: 2 151

bir Tanrının varh ğını söyler. Bundan dolay ı Kur'ân, her vesile ile in-
sanın dikkatini tabiat âyetlerini okumaya, onlardaki incelikleri dü şün-
meğe davet eder. Onlar ı okuyan, derhal Allah' ın var olduğunu, bir
olduğunu, Rahman ve Rahim oldu ğunu onlar, her şeyin O'na boyun
e ğdiğini görür. Kendisi de bilinçli olarak O'nun emrine boyun e ğer,
O'na kulluk eder.

İkinci tablo, bu âyetlerden ibret almay ıp nefislerine esir olan,


Allah'tan ba şka tanrılar edinen inkâralarm, âhiretteki durumlar ını can-
landırmaktadır. Dünyada Allah'tan ba şka şeylere tanrı diye tapan,
onlardan meded umanlar, âhirette azâb ı görünce kuvvetin, mülkün yal-
nız Allah'a âid oldu ğunu anlarlar, tapt ıkları tanrılar kendilerine hiçbir
yarar sa ğlamaz. Orada uyanlarla uyulanlar aras ındaki bütün ba ğlar
kopar. O zaman tapanlar, tap ılanlara, düş man olurlar. Uyarılar, uy
dukları kimselere "Ke şke bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsayd ı da
sizin şimdi bizden uzak durdu ğunuz gibi biz de sizden uzak dur saydık"
derler ama ne çare, bütün yapt ıkları, kendilerine hasret ve üzüntü
kayna ğı olur. İ çleri yanar durur, bir, türlü ate şten çıkamazlar.

J:„ı:;iı
) ,

") j -CP

Sr C4 , CW
: A.G 11.45ji3 e(.Ş1 ■
,11:).Z >:j..11 O•jLi
° S, 11JC; -J-j_rt C. ')

v.)

v ■) -° oft • •, .< fi . t, s
° .."-fie-ı g-LP .> 'V

168- Ey insanlar, yer yüzünde bulunan helâl ve temiz şeylerden ye-


yin, şeytanın adımlarını izlemeyin ; çünkü o, sizin ap aç ık düşmantnızd ır.
169- 0 size daima kötülük ve çirkin i ş (yapmanın), Allah hakk ında bil-
mediğiniz şeyler söylemenizi emreder. 170- Onlara : "Allah'ın indirdiğine
uyun!" dense, "Hay ır, biz atalarımız ı üzerinde bulduğumuz (yol)a uya-
rız" derler. Peki ama ataları bir şey dü ş ünemeyen, do ğru yolu bulamayan
kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar)? 171- 0 inkâr eden-
ler(i Hakk'a çağıran) ı n durumu, t ıpkı bağırıp çağırmadan başka bir
152 Bakara Suresi

şey i şitmeyen (işitti ği sesin manasını anlamayan hayvanlar)a hayk ıran


kimsenin durumu gibidir. (Onlar), sağır, dilsiz ve köfdürler, onun için
lüş ünmezler.

Tefsir:

168-171 nci ayetlerde anlat ılanlar' şöyle özetleyebiliriz: Yüce


Allah, yeryüzünde bulunan' güzel ş eyleri insanlara helal kalmıştır. Esasen
bunları insanlar için yaratmıştır. Hakkı nda ilahi bir yasak gelmeyen her
şey mübahtır. Bazı insanlar, vehimlerine. dayanarak Allah' ın yarattığı
nimetleri haram sayarlar. Bu dü şünceler, şeytamn telkinleridir. Allah' ın
haram kalmad ığı şeyi kimse haram kılamaz. Mü'minler, insanların açık
düşmanı olan ş eytana uyarak Allah' ın nimetlerini haram kalmaya kalk-
mamalıdı rlar. Ş eytan daima insana kötülü ğü, aşırılığı enareder. İnsan
ları , bilmedenAllah'a iftira etme ğe sevk eder. "Allah şunu yasaklamıştır,
şu haramdır" demelerini ister ki onlar ı Hakkın yolundan çıkarıp evlıam
ve hurafeler yoluna soksun.
Çoğu insanlar, şeytanın yoluna, kendi vehinderine kap ılıp doğru
yoldan sapmış tır, artık onların ardından gelen nice nesiller de körü kö-
rüne onları taklid edip batıl yolda yürümüşlerdir. Bu insanlara gittik-
leri yolun yanlışlığt gösterilip hak yola davet edilseler, bir türlü körü
körüne saplandıkları taklid bataklığından çıkamazlar. Gittikleri
yolun yanlışlığı ispat edilse, onlar atalar ının gitti ği yolun do ğru
olduğuna in.amr, bir türlü ondan ayr ılmazlar. "Üstad böyle dedi, onun
dediği doğrudur" diye ısrar ederler. Bilmezler ki hatadan salim olan
yalnı z Allah'tır. Peyğamberler hariç, her insan hatâ edebilir. Peygamber-
den baş ka hiç kimseyi körü körüne taklid do ğru alamaz.
İşte kendilerine do ğru yol gösterildi ği halde yine e ğri yollara sa-
pan, batıl düşüncelere dolan kimseler, kendilerini toparlay ıp yola sok-
mağa u ğraşan çobanın sesini duyup, söyledi ği sözlerin manasını anla-
mayan hayvanlara benzerler. Pey ğamberler, onlar ın varisleri olan bil-
ginler, şu sapık insanları yola getirmek için kendilerine nice deliller. gös-
terirler, nice hikmetli konu şmalar yaparlar ama bunlar bir türlü söz
anlamazlar. Tıpkı çobanın sesini işitip sözlerinin manas ını anlamayan
hayvanlar gibi peygamberlerin ve bilginlerin sözlerini anlamay ıp düş-
tükleri sapıkhk içinde bocalar, dururlar.
Salih atalarm yolunda gitmek iyidir. Fakat onlar ın ilerledi ği gibi
ilerlemeğe devam etmek gerekir. Eskilerin gelmi ş olduğu noktada kal.
mak, bir adım dahi ileri gitmenaek, hatta onların vardığı fikri seviyeden
daha geride kalmak, islam ın ruhuna aykırıdır. Her nesil, kendi toplu-
Cüz': 2, Su re: 2 153

munu daha ileriye götürmekle yükümlüdür. Salih atalar ı takib edip


ilmen ve ahlaken ilerlemek laz ımdır. Ancak imandan ve ilimden yoksun
ataların yolunda gidilmez. İşte Kur'an bunu anlat ıyor.

s:I.Ji, e.. ,:_>ı,_.:..), c,... 11..ı:_s ıi:.:,...T -,.,:. J:J' ı 1-4',:i ı--,
, ,.....,.... , ...,..., -1 :,,-,-. ( %n„ ) -,.. 5i,. x::: 3, , .., :::«95....,:) ,, . ii., 5s.„:2..,.f -_,
-,. <,-,,,-, ,- k 'OL,1
-- F: .)
c .:C1A ;;;;,:J ..4, 'j:;,,1 •C.; ,2:.°_!! -.:,:i ", "rf..ı1I -_, "z::::_.,:il
J.).4_, 4,■,1 1 4 4..;',Cp "e32 sc .>CpSr:, 1C.J -i_.—.Ş. ‘;i2-:.;1' u-....i
13, ... . ı , %;

, ,,
(N vw) '' ,,
c:
172- Ey inananlar, size verdiğimiz r ız ıkları n iyilerinden yeyin,
Allah'a şükredin ; eğer O'na tapıyorsanız. 173- Allah size le ş„ kan, domuz
eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kılmıştır. Ama kim mecbur
kalırsa (başkası na) saldırmadan ve sınırı aşmadan (bunlardan) yemesinde
bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah, çok ba ğışlayandır, çok esirgeyendir.

Tefsir:
172 nci ayette yüce Allah, bizim için yaratt ığı güzel rızıklardan yeyip
kendisine şükretmemizi emrediyor. Müfessirlere göre "yeyiniz" emri,
ibaha ifade eder, " Şükrediniz" emri vücub ifade eder. Zira yeme içme
gibi sırf kulların yararına olan şeyleri emreden ayetler, birer vazife de-
ğil, hak bildirir. Ş ayet bunlar hak de ğil de vazife bildirecek olsalar,
bunları yapmamaktan ceza laz ımgelir ki insanın yararı için em-
redilen şey, bir noktada insan ın zararına bir sonuç do ğurur. Bu ise
çelişkidir. Bundan dolayı helal olan şeyleri yemek bir haktır. Fakat -
haramdan kaçınmak ve Allah'a şükretmek bir görevdir. Ancak insan ın,
ölmeyecek kadar yemesi farzd ır. Mümkün iken yemeyip açl ıktan ölen
kimse, intihar etmi ş olur, günaha girer. ibadet yapabilecek ölçüde güç
kazanmak için yemek mendub, tam doyacak kadar yemek mübah,
bundan fazla yemek ise haramd ır. İşte "yeyiniz" emri, mübah derece-
sine kadar olan yemeleri içine al ır.

173 neii ayette ise yenmesi yasak olan şeyler açıklanmıştır. Bu ayet-
te haram kılınan maddeleri izah edelim:

Meyte : kendi eceliyle ölen yahut bo ğazlanmadan öldürülmü ş bu-


lunan hayvandır. Buradaki meyteyi tahsis eden yani bunun bütün ölü-
154 Bakara Suresi

lere ş amil olmadığını , balık ve çekirge ölüsünün, haram olan meytenin


dışında kaldığını bildiren hadisler vardır. İ bn Mace, Hz. Pey ğamber'in:
"Size iki ölü ve iki kan helül /al ındı . İki ölü balık ve çekirge ölü,südür ;
iki kan da ciğer ve dalaktı r"' dediğini rivayet etmi ştir. Bulyari ve Müs-
lim'de ş öyle bir vak'a anlat ılır: Câbir ibn Abdullah demi ştir ki: "Al-
lah'ın Resulü bizi, bir Kurey ş kervan ı nı yakalamak için gönderdi. Ebu
Ubeydeyi bize kumandan yapt ı ve azık olarak da bir çuval hurma verdi,
başka bir şey bulamadı . Ebu Ubeyde her birimize günde bir tane hurma
verirdi. Biz onu ağz ımızda çocuklar gibi, ernerdik, üzerine de biraz su içer-
dik, o bize akşama kadar yeterdi. Değneklerimizle a ğaçtan yaprak döker,
su ile ıslatır, yerdik. Deniz sahiline vardık. Denizden kum tepesi gibi bir
şeyin bize y iikseltilip at ıldığını gördük. Yan ına gittik,' baktık ki Anber
denilen hayvan. Ebu Ubeyde :
(Müdür, ama ne yapalım biz Allah' ın Elçisinin elçileriyiz. Darda
kalm ış durumdasınız. Yeyin, dedi.
Biz üçyüz ki şi idik. Bir ay onu yedik, vücudumuz düzeldi. (Öyle iri
bir hayvandı ki) gözünün oyu ğundan testilerle yağ çıkarırdık. Her biri
öküz büyüklü ğünde parçalar keserdik. Ebu Ubeyde, içimizden ön üç ki şiyi,
bu hayvanın gözünün oyu ğ una oturttu (hepsi sadece bir göz oyu ğuna
sığdılar). Kaburgalarından bi. ini de alıp yere (yay gibi) dikti, yanım ızda
bulunan en büyük deveyi onun kaburgas ını n cdtından geçirdi (işte -böyle
acaip bir hayvandı bu). Etinden azı k olmak üzere past ırmalar yaptık.
Nihayet Medine'ye döndü ğümüzde durumu Allah' ın Resulüne arz ettik.
Allah' ın Resulü:
— O, Allah' ın sizin için ç ıkardığı bir rı z ık idi, yan ınızda onun etin-
den bize yedirece ğiniz bir şey yok mu? dedi.
Onun etinden bir parça da Allah'ın Resulüne gönderdik, yedi." 2
Ayrıca Hz. Pey ğamber'in, deniz hakkında: "Onun suyu temiz, ölüsü
helCıldir"3 dediği de rivayet edilmiştir.
Hanefiler ve Ş afiiler, âyetteki meyteyi, birinci hadise dayanarak
tahsis etmi şler, balık ve çekirge ölüsünü helal saymışlardır. Ancak
Hanefiler, deniz içinde ölüp su üstüne ç ıkan balığı haram, denizin çekil-
mesiyle karada kalmak suretiyle ölen bal ığı helal saymışlardır. Zira
önceki hadisi de tahsis eden bir hadis vard ır: Câbir ibn Abdullah'ın ri-

1 Aynı hadisi el-Hakim ve Beyhalşi de rivayet etmi şlerdir. Faydu'l-IÇ.adir, I, 200


2 Müslim, aş-Ş ayd, hah: 4, hadis: 17
3 Ehü bâviıd, Tahüret, 19; Tirmizî, Tahüret 52; Nesai, Tahüret, 46, Miy611 4; İbn Müce
Tahüret 38; Wırind, Vudfı', 53
Cüz': 2, Sure: 2 155

vayetinde Resulullah (s.a.v.): "Denizin d ışarı attığı veya çekilip karada


bıraktığı şeyi yeyin, ama içinde ölüp su üstüne ç ıkanı yemeyin."' demiş( ir.

Malildlere gelince "Size iki ölü ve iki kan helCıl k ılındı ..." hadisini
zayıf görmüşlerdir. Onlara göre Kur'ân' ın sünnetle tahsisi (yani genel
manasımn özelle ştirilmesi) ihtilaf konusudur ama Kur'an' ın zayıf ha-
disle tahsis edilemeyece ği. hususunda ittifak vard ır. İ kinci ve üçüncü
hadis ise sahihtir. İşte Malikiler ikinci ve üçüncü hadise dayanarak
Kur'ân'ın, meyte hakkındaki hükmünü tahsis etmi şler, balığın ölüsünü
helal, çekirgenin ölüsünü haram saym ışlardır. Onlara göre çekirge ölü-
sünün helal olduğu hakkıda bir hadis yoktur.
Kur'an' ın hiçbir suretle sünnet ile tahsis edilemeyece ği kanaatinde
olanlara göre de bal ık ölüsünü meyte hükmünden çıkaran hadis de ğil,
"Size deniz av ı ve yeme ği helal kılındı " ayetidir. Denizin avı , bir uzak
ile yakalanan hayvand ır; yeme ği ise su üstüne çıkan, ya da denizin çe-
kilmesiyle karada kalan ölmü ş balıklardır.

Ebu Hanife, meytenin haram oldu ğunu göz önünde tutarak annesi
boğazlanıp da kanundan ölü ç ıkan yavrunun da haram oldu ğuna hük-
metmiştir. Çünkü meyte haramdır. Fakat Ş afii ve Ahmed ibn Hanbel,
annesinin bo ğazlanmasiyle yavrunun da bo ğazlanmış sayılaca ğını ileri
sürerek bu yavruyu helal saym ışlardır. Malik ise uzuvları tamamlanmış ,
kılı bitmiş olduğu takdirde yavrunun yenilebilece ğini, aksi halde yeni-
lemeyece ğini ileri sürmüştür. Onların delili de Hz. Pey ğamber'in şu
sözüdür: "Zeköt ıı'l-cenini '-ekâtu ummih : Yavrunun bo ğazlanması , an-
nesinin boğazlanması dır."3

Bu hüküm, hayvanın bo ğazlanmasının, bütün vücuduna Ş amil


olduğunu, vücudun içinde bulunan yavrunun da bo ğazlanmış sayıla-
cağını gösterir. Fakat Ebu Hanife taraftarlar ı burdaki ifadmin te şbih
anlamına da gelece ğini, yani "Yavrunun kesilmesi, annesinin kesilmesi
gibidir, anne, yavrunun kesilmesiyle, kendisi kesilmi ş gibi olur" mana-
sım da taşıdığını söyleyerek itiraz etmi şlerse de hadisin söyleni ş tarzı
bu itirazı bertaraf etmektedir: Baz ı kimseler, Hz. Pey ğamber'den:
"Ya Resulâllah, biz deve kesiyoruz, s ığır, koyun kesiyoruz. Bazan bunlar ın
karnındqn yavru ç ık ıyor. Bunu atalım m ı , yoksa yiyelim mi?" şeklinde

Mcime, 35
2 Mâide Suresi: 96 -
3 Tirmiii, Şayd, 10; Eb6 Davûd, Adgii, 17; tim Mace, Zebâih 15; Darimi, AMA 17; Ilmi -
Hanbel, ITI, 31, 39, 45, 53; H€ıkim, İbn 1.1ibbân, Darekutui ve Taberâni de rivayet etmi şlerdir.
156 Bakara Suresi

soru_ sormu şlar, Hz. Peyğamber de: "isterseniz yeyin, çünkü yavrunun
kesilmesi, annesinin kesilmesidir." demiştin'
Meytenin etini yemek haram olmakla beraber boyac ıhkta kullan ı-
lıp kullanılamayaca ğı , derisinin tabak edilip edilemeyece ği sorunu da
ihtilâf konusu olmu ştur. Fakihleı in çoğunluğu, haram olan i şin, meyte-
den yararlanmak oldu ğuna dayanarak meyteden her türlü yararlanmay ı
haram kabul etmi şlerdir. Câbir, Ebu Hüı eyre ve Hz. Omer'den rivayet
edilen bir hadise göre Allah' ın Resulü, meytenin iç yağını toplamayı
yasaklam ış : "Allah yahudilere meytenin iç ya ğını haram kıldı , onlar da
onu satıp parasını yediler."z demiştir. Ya ğımn haram olmas ı , bunun
satunının da haram olmas ını gösterir. Fakat `Ata, meyte'nin iç ya ğının
boyacıhkta kullarulabilece ğine, bununla gemilerin ya ğlanıp boyana-
bilece ğine hükmetmiştir. Ona göre âyette yasak edilen şey, yararlan-
mak de ğil, yemektir. Ayr ıca Meymune'nin koyunu hakk ındaki hadis
de Yahudiler hakkındaki hadise -ayk ırıdır:
Hz. Peyğamber'in zevcesi Meymune'nin ifadesine göre Allah' ın
Resulünün hal:anılarından birinin koyunu ölmü ştü. Allah'ı n Resulü:
"Derisini alıp istifade etsenize" dedi. Aynı hadisi İbni Abbas da rivayet
etmiştir. Onun rivayetinde bu koyun, Meymune'nin cariyesine ait idi.
Abdullah ibn Abbas'ın rivayet etti ği diğer bir hadise göre de deri tabak
edilince temiz olur.'
,

Atâ'nı n vardığı bu hüküm, hem ayetin zahirine daha uygun ol-


ması hem de zamanımızdaki boyacılık sanayiinde önemi ve dünyada
ham maddenin gittikçe azalmas ı, deniz dibindeki yosmılardan, organik
kahntılardan istifadenin dahi git gide zaruret haline gelmesi kar şmnda
tercihe şayandır.'
Kan : Bu âyette kan, mutlak, yani vas ıfsız olarak zikredilmi ştir.
Encâm Suresinde "Ak ıtılm ış" kelimesiyle nitelendi ı ilmiştir. Böylece
mutlak kan de ğil, ancak akıtılmış kan haram olmaktad ır. Hz. Aişe:
"Eğer Allah, (akıtılmış kan) dememi ş olsaydı, insanlar damarlardaki
kanın ardına düşer(onu haram sayar)lard ı" demiştir. Hanefiler ve Sa-
fiiler: "Size iki ölü ve iki kan heltil k ıhndı : İki ölü balık ve çekirge ölüsü-
dür, iki kan da ciğer ve dalaktır" hadisiyle kanı tahsis etmi şlerdir, yani
dalak ve ci ğeri haram olan kandan ç ıkarmışlardır. Fakat Malikilere

1 Bakınız: Fay ■Ju'l-R.adir, III, 563


2 Müslim, MüsâlFât, bâb 13, hadis 71, 72, 73, q4; Bubl ıri, Enbiyâ 50, Buyüc, 103, 112;
Nesâ'i, Farc: 9; Dâriml, E şribe 9; Muvatta', Şıfatu'n-Nebiy, 36; Ibn klambel I, 25, 247, 293, 322,
III, 117
3 Müslim, Hayçl, bil]) 27, 11adis 102, 103, 104, 105
Cüz): 2, Sure: 2 157

göre bu hadiste kanı tahsis edecek bir şey yoktur. Çünkü ci ğer ve dalak
ne et, ne de kan sayılır. Burada Malikilere hak vermek gerekir. Zira
ci ğer ve dalakta kan fazla ise de bunlar yine et kategorisine girer.
Hınzir Domuz demektir. Zahiriyye mezhebi mensuplar ından bir
kısmı domuzun sadece etinin haram oldu ğunu, iç yağımn haram ol-
madığım söylemişlerdir. Çünkü Allah: " y. l 9 : domuz eti (size
haram kılındı)" demiştir. Ama cumhura (bilginlerin ço ğunluğuna)
göre iç ya ğı da ete dahildir, o da haramd ır.
Allah'tan başkas ı adına boğazlanana gelince : Bu da üzerine Allah' ın
adı değil de başka birinin adı amlarak kesilen veya Allah için de ğil de
bir put için, Allah'tan ba şka bir varlık için kesilen hayvandır. Acaba
hırıstiyanların, İ sa'nın adını anarak kestikleri hayvanlar yenilir mi,
yenilmez mi? Bu mesele ihtilaf konusu olmuştur. Ebu Hanife, Ebu
Yusuf, Muhammed, Mü ve Marık'e göre İ sa'nın adı amlarak kesilenler
de Allah'tan başkası adına kesilenler grubuna girer. Atâ, Mekhal, Ha-
san, Sa'bi ve Said ibn el-Müseyyib, Malikilerden E şheb ise bu hayvanın
haram olmadığına kanidirler. Ihtilaf nereden ç ıkmıştır ?
Maide Suresinin 5 nci âyetinde: "Kendilerine Kitap verilenlerin
Yeme ği size helül, sizin yeme ğiniz de onlara helâldir." denilmektedir. Bu
.

ayet, tefsirini yapma ğı çalıştığımız ayeti tahsis etmekte oldu ğ u gibi,


o ayet de bunu tahsis etmektedir. -0 zaman mana: "Allah'tan başkası nın
adı anılmadıkça kitap ehlinin yeme ği size helâldir" şeklinde olabilece ği
gibi: "Allah'tan başkasının adı aıularak kesilenler haramdı r, ancak kitap
ehlinin kestikleri hariç." ş eklinde de olabilir. İşte birinci görüşe sahib-
olanlar, Inrıstiyanlarm, İsa'nın adını anarak kestikleri hayvanlar ı ha-
ram saymışlar; ikinci görü şe sahibolanlar da İ sa'nın adını anarak kesmiş
olsalar dahi kitap sahiplerinin kestiklerini helal saym ışlardır. Burada
ikinci görü ş tercihe ş ayand ır. Çünkü ayet, Araplar ın putlar adına ve put-
ların üzerine kestikleri hayvanlar hakk ındadır, onları yasallamaktadır.
Kitap ehliyle, ilgili de ğildir. Zühri, h ıristiyan Arapları n kestiklerini ye-
mede bir sakınca olmadığını , Allah onların küfrilnü bildi ği halde kestik-
lerini helal kıldığını söylemiştir. 1 İ bni Abbas da kitap ehlinin kestiklerini
helal saymıştır.2
Birçok bilginler, ayette bu say ılan şeylerden yararlanmamn haram
kılındığun ileri sürerek bunlardan hiçbir suretle istifadeyi caiz görme-
mişlerdir. Fakat bundan önceki ay-etten ve bu ayetin sonundan anla şıl-
dığı üzre söz, yemek üzerinde cereyan etmektedir. Önceki ayette: "Size
verdiğimiz güzel r ız ıklardan yeyin" deniyor. Bu ayetin sonunda da: •
1 Bubâri, Zebâ'itı, 22
2 Buljârl, 2ebâ'ib 22; Ebû Dâvûd, Adâhi 13 .
158 Bakara Suresi

"Kim mecbur kal ırsa saldırmadan, haddi aşmadan bunlardan yemesinde


kendisine bir günah yoktur" deniliyor. Demek ki yasak olan, faydalanmak
de ğil, bunlar ın etini yemektir. Nitekim Meymune'nin ölmü ş koyunu hak-
kında Hz. Peyamber: (s.a.v.) "Derisinden istifade etsenize" demiştir.
"Ölüdür" de ıni şleı , demi ş ki: "Haram olan, meyteyi yemektir." 1 Ş ayet
yemekten ayrı olarak bunlardan her türlü istifadeyi yasaklayan hadisler
gelmiş olsayd ı o zaman bu âyetle de ğil, fakat o hadislerle bunlardan
istifade haram edilmi ş olurdu.
Ayet hasr ifade etmektedir. Yani bu say ılarda= dışı nda kalan
hayvaların helal oldu ğu anlaşılır. "De ki : Bana vahyolunanda, meyte,
akıtılm ış kan, domuz eti-ki pistir- ve f ısk ile Allah'tan başkası, adına ke
silmi ş olanlardan başkas ının, yiyecek kimse için haram oldu ğuna dair
bir şey bulam ıyo ı um." 2 ayeti de bu mânayı kuvvetlendirmektedir. Fa-
kat yırtıcı hayvanların, yırtıcı ku şlar ın, eşeklerin, katırların haram ol-
du ğunu bildiren hadisler vard ır. Buhâri ve Müslim'in rivayetine göre
Hz. Pey ğamber: "Az ı dişi olan yırtıcı hayvanları yemeyi yasc ıklam ıştır."3
Kez.: "Allah' ın Resulü, azı dişi olan yı rtıcı hayvanları ve t ırnaklı olan
y ırtıcı ku şları yemeyi yasaklam ıştır."4 Câbir'in rivayetine göre de Hz
Peyğamber, "Hayber günü ehli merkeplerin etleri ni yasaklamış , fakat
at etine müsaade etmi ştir."5
Ebu Hanife, Ş afii ve Ahmed ibn Hanbel, bu hadislere dayanarak.
bu hayvanların etini yemeyi haram saym ışlardır. İmam Malik'in de
kuvvetli görüşü budur. Fakat bunlar ın mekruh oldu ğu hakkında bir
görüşü de vardır.' Birtakım bilginler de bunları mekruh saynuşlardır.
Ebu Hanife ve Malik at etinin haram oldu ğuna; Ş afii, Ahmed-, Ebu Yu- •
suf ve Muhammed ise mübah olduğuna hükmetmişlerdir.
Bu hayvanlar ın haram olmadığını ileri sürenler, tefsiri sadedinde
olduğumuz âyete dayanmakta, bu ayette say ılanlarm dışında kalan
bütün hayvanlar ın helâl oldu ğuna hükmetmekte, bu hadisleri de, ayetin

1 Bultâri, Zelıat, 61; Müslim, Ilaytl, 100, 101, 2eba'ilt 30; EbtiDttvûd, Libas 38, 39; Nesâ'f,
Fare: 4, 5; Dürimi, Adâbl 20; Muvatta', Şayd 16; bn Hanbel, I, 262.
2 E/1%m Suresi: 145
3 BulAri, Zebâ'i1.1 28, 29; Müslim, Şayd, 12-15; Tirmili, Şayd, 11, At eime 6; Ebü Dttvfıd,
At'ime 25, 32; Nesâ'i, Buyfıe 79; Ibn Mâce, Şayd 13; Dûrimi, Adâhi, 18; Muv4-W, Şayd, 13, 14;
İbn Hanbel, I, 244, 289.
4 Müslim, Sayd 15, 16; Ebû Dâvûd, Ateime, 32; Tirmifi, Ş ayd, 9, 11; Nestt'1, Şayd 86; bn
Mûee, Şayd 13; Dârimi, Adabl 18; Ibrı Hanbel, I, 147, 244, 289, 302, IV, 89, 90, 127
5 Buhari, Mağâzi, 38, 2ebâ'ilı, 27, 28; Müslim, Şayd, 36, 37; Ebü Dâvûd, AtSme, 25, 33;
Attime, 5; Nestil, Şayd 65-71; Ibrı 1VIûee, 2ebil'ib 12, 14.
6 Bkz. Muvatta', Şayd, 10, 11, 12
Cüz': 2, Sure: 2 159

hükmüne aykırı düştü ğü için sahih görmemektedirler. Bu hayvanlar ı


haram sayanlar ise bu hadislere dayanmaktad ırlar. Onlara göre bu ha
disler âyetin muhtasar hükmünü izah etmektedir. Ayetler, Araplar ın
haram sayd ıkları bazı hayvanlara ili şkin hükmü bildirmektedir. Yoksa
haram olanların, sadece âyette say ılanlardan ibaret oldu ğu gibi bir an-
lam ta,şımamaktad ır. Malikiler ise bu hadislerin hürmet de ğil, kerahet
anlamı ta şıdığı kanaatindedirler. Yani bu hadislerde beyan edilen hay-
vanları yemek, onlara göre haram de ğil, mekruhtur. Belki de Maliki-
lerin bu görü şü, âyetlerin aç ık manası kar şısında daha isabetlidir. Bu ko-
nuda Mâide suresinin 2 nci ve En'âm suresinin 145 nci ve Nahil su-
resinin 115 nci âyetlerinin tefsirlerinde de bilgi verilecektir.
Darda kalmış kimse, âyette ve hadiste haram oldu ğu bildirilen
şeylerden yiyebilir. Fakat ya ş ayacak kadar mı yiyecektir, yoksa iyice
doyuncaya kadar m ı ? İmam Malik'e göre mecbur kalan, bunlardan do-
yuncaya kadar yiyebilir. Çünkü zaruret, haram ı ortadan kaldırır, nıeyte
de mübah olur. Zaruret ölçüsü de yiyecek bir ş eyin bulunmaması dır.
Başka yiyecek bulununca zaruret ortadan kalkar ve bu say ılan şeyler
yine haram olur.'
Bunların haram olmasındaki hikmet:
Ölmüş hayvan pistir. Çünkü kesilmeden ölen hayvan, vücudunun
yapısını tahribeden mikroplarm etkisiyle ölmü ştür. oldükten sonra da
o mikroplar hayvan ın hücrelerinde mevcuttur. Onu yiyen insan; bu
mikropları kendi vücuduna nakletmi ş olur, kendi eliyle kendisini teh-
likeye atar. Ayr ı ca le ş , i ğrenç bir şeydir.
Akıtılmış kan da hem pistir, hem de mikrop alm ıştır, zararhdır.
Ama kesilen hayvan ın damarında kalmış kan haram olmadığı gibi
insanların hayatını kurtarmak için insanlardan al ını p muhafaza edilen
ve insanlara verilen kan da haram de ğildir. Çünkü dinin gayesi insamn
sağlığı nı korumaktır. Bazı durumlarda kan vermek insan ın sağhğını
değil, hayatını kurtarır. Bu bakımdan Hak rızası ve insanların sıhhati
için kan verenler sevap i şlemiş olurlar.
Domuz etine gelince bu hem pistir, hem de domuz, insan vücuduna
zararlı olan bir şeridin aracısıdır. Bu şerit donauzda mayalamr, insanda
ürer. Ve' domuz etinin, insan ın tabiatında düşüklük meydana getirdiği,
insandan gayret duygusunu kald ırdığı söylenir. Yedi ği gıdalar, insanın
moral yap ısına tesir eder. Belki de bizim bilmedi ğimiz daha birçok
zararlarmdan ötürü Allah bunu yasaklam ıştır.
1 Bu görüşler için bakınız: Tefslru Ayilti'l-alıkâm, Mısır, 1373/1953
160 Bakara Suresi

Allah'tan başkası adına kesilmi ş olan hayvanın yasak edilmesindeki


hikmet de dinin temeli olan tevhid inanc ını korumak, bu inanca aykırı
her° davranıştan kaçmmaktır.

-• -
' Z J jj I L,. c',.) I
$
.\1_1 t. C. - _, t 1:43
o -4: o ı o, 59 9 9 9
5 - J F.:4:■ S" yi

oy°

ov ğ )

ı .
vi)

174- Allah' ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya
satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar.
Kıyamet günü Allah, ne onlarla konu ş acak ve ne de onları temizleyecektir .

Onlar için acı bir azâp vardır. 175- Onlar hidayet karşılığı nda sayklık,
mağrifet karşılığında azâp satı n almış lardır. Onlar ateşe karşı ne kadar
da dayanıkl ıdırlar(!) 176- (Onlara) böyle (azâp edilecek)dir, çünkü Allah
kitabı gerçekle indirmiştir. Kitapta ayrılıp düşenler, elbette derin bir an-
laş mazl ık içindedirler.
Tcfsir :
174 - 176: Mânaları açık olan bu âyetler, do ğruyu gizleyen, birkaç ku-
ruşluk cltinya menfaati için dinini satan kimselerin u ğrayaoaklar ı kötü so-
nucu tasvir etmektedir. İnsana dünya cazip gelir ama gayri me şru tarzda,
yalan ve haksı zlıkla, hakkı gizlemekle elde edilen dünya mal ı, aslında
cehennemin ta kendisidir. O haram şeyleri yiyenler, yemek yediklerini
sanırlar ama, içlerine cehennem ate şini indirdiklerinin farkında de ğil-
leı dir. Kıyamet gününde Allah, buyruklar ını tutanlara hitab edecek
iken bunlara konu şmaz, bunları temizlemez. Allah'ın temizlemediği
kimseler de aci azab ın içinde kahrlar. Şimdi bunlar, o âhiret azâbm ı na-
sıl düşünmeden dünyada böyle hakkı gizleme ğe kalkıyorlar?. Ate şe ne
kadar dayanıklı insanlar (!) ki hakkı gizleyerek kendilerini ate şe at-
makt adular.
Cüz': 2, Sure: 2 161

Allah, bu kitabı gerçek olarak indirmi ştir. Buna uyanlar birlik ve


beraberlik içinde ya şarlar. Ama buna kar şı çıkanlar, Allah'ın kelâmı
üzerinde bile bile ayr ıhğa düşenler, anla şmazl ık ve düşmanlık içinde
kahrlar.
Bu ayetler, Pey ğamberimizin vasıflannı gizleyen, Kur an' ın haram
kıldığı şeyleı in Tevrat'ta da haram k ıhnmış olduğunu inkar eden Yahu-
diler hakkında inmekle beraber manalar ı geneldir. Hakkı gizleyen her
insan, ayetin belirtti ği sonuca u ğrar. Kasden kitab ın üzerinde ihtilaf
etmekten kaçınmak lazımdır.
Var gücünü harcayarak yap ılan ilmi ictihadlardaki ihtilaf, kötü
niyetli olmamak şartiyle iyidir, hatta bir hadise göre ictihad dinde ko-
layhk ve geni şlik getirdi ği için rahmete vesiledir. Ancak bu ictihadlarla
amel edecek olanlar ın amacı , ihtilaf çıkarmak de ğil, ittifak yolunu
bulmaktır. Sırf ihtilaf çıkarmak amaciyle kitab ı kendi keyiflerince
manalandırmağa kalkanlar, toplumda ayrıhk do ğururlar, büyük azâba
müstahak olurlar. Her mü'minin, müslümanlar aras ındaki birliği boza-
cak, ayrılık do ğuracak davranışlardan sakınması lazımdır.

"J /3 4":.l ı c;1 ^_;.JI 47

"L4°,5 11 "JO:ı L;;T:, c


0. 3kUı "r iii;c V C9.5
-. 1 C,3:1;

Q: J J t-°Ç" ° - A ,k4-
* -ot—J 9° J j31 (.9

4 I jj Tc u —;fi &‘..› •

(I ı ,,„„
ı
177— Yüzlerinizi do ğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik de ğildir.
As ıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a âhiret gününe, ıneleklere,
Kitâba ve pey ğaınberlere inan& Allah rızası için yak ınlara, yetimlere,
yoksullara, yokla kalm ışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan
(köle ve esirler)e mal verdi ; namazı kıldı, zektıtı verdi. Andla şma yaptık
ları zaman andlaşmalarını yerine getirenler ; sık ıntı, hastalık ve sava ş
zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allah'ın azabından)
korunanlar da onlarda r.
162 Bakara Suresi

Tefsir:
- 177- Mânası açık olan bu âyet, kuvvetli rivayete göre, kıblenin çev-
rilmesini bahane edip müslümanlar ın kalblerine ku şku sokmağa, onların
aras ındaki birliği bozm a ğa çalış an Yahudiler hakkında inmiştir.Bu âyet
islâmın özünü açıklamaktadır: Yüzü sa ğa, sola çevirmek sembolik bir
harekettir, Allah'a itaatin simgesidir. Bu hareketin as ıl amacı , bütün
ruhiyle insanın, Allah'a inanmas ı, O'nun emirlerini tutması, elinden
geldi ğince Allah'ın yaratıklarına iyilik etmesi, sözünde durmas ıdır. Ver-
di ği sözü tutmadıktan, ba şkalarına zerre miktarı iyilikte bulunmadık-
tan, hakkı gizledikten, her türlü kötülü ğü işledikten sonra insan, yüzünü
sağa sola çevirmekle iyilik yapmış olmaz. Allah insanın dışına de ğil,
içine; görilnü şüne de ğil, yaptığı işlere ve o i şleri yaparken içinde
sakladığı niyyetine bakar.
Bakara Suresinin ilk âyetlerinde münaf ıklann durumlar ına temas
edilmiş , daha sonra ta buraya kadar Yahudilerin muhtelif karakterleri
ve davran ışları anlatılmıştır. Bütün bunlar, İslâmın ortaya ç ıkışı
sırasında Yahudilerin, İslâma ve müslümanlara kar şı ne yaman bir
dü şmanhk içine girdiklerini, • İslâmı yıkmak için ne kadar çaba harca-
dıklarını gösterir.
Şimdi burada yeni bir fas ıl başlamakta, İslam hukukunun bazı
hükümleri açıklanmaktadır:

j«i0P
‘..) 1 ..C11
..O o *fili 0 o °fil. o ı O ı e ." ı 0
j.j. '11 j j I

C.:>• Lj 4:.3 Ci '4".J

C j F

t:, -3 (1 v A)
‘.7

( 1 v i')

178— Ey inananlar, öldürmede kısas size farz k ılındı . (Binaenaleyh,


kaatilin de öldürülmesi gerekir). Hüre hür, köleye köle, kad ına kadın.
Ama kim (yani kaatil, müslüman) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman
(affedenin, örfe göre) uygun. olanı yapması, (uygun diyeti istemesi, -af-
fedilenin de) g üzeke onu öde ıne(si) gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir
Cüz) : 2, Surer 2 163

hafifletme ve ac ımadır. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun


için acı bir azap vardır. 179— Ey ak ıl sahipleri, kısasta sizin için hayat
vardır, böylece korunursunuz.

Tefsir :

178-179: l ışâş : Bir i şin mislini yapmak demektir. al-Katlâ ise


çoğuludur. Öldürülenler demektir. al-cafv : Lûgatte birkaç
mânaya gelir. Burada iki mânas ı uygundur: Vermek ve dü şürmek.

Ayetin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vard ır. Katâcle'den an-
latıldığına göre: Cahiliyye ça ğında kabileler, kendilerini birbirlerinden
üstün görürlerdi. Şayet kuvvetli olan kabilenin kölesi öldürülse, onun
yerine bir hür; kadın öldürülse, yerine bir erkek; hür bir erkek öldürül-
se yerine iki hür erkek öldürmek isterlerdi. Böylece o kabile; kölelerinin,
başkalarının hürlerine; kadınlarının, ba şkalarının erkeklerine; bir hür-
lerinin, ba şkalarının iki hürrüne denk oldu ğunu ileri sürmü ş, öv-ünmüş
olurdu. İşte Yüce Allah, bu 'ayeti indirerek ancak köle kar şılığında kö-
lenin, kadın karşılığında kadının k ısas edilebileceğini bildirdi ve insan-
ları böyle a şırılıklardan menetti. Daha sonra da Mâide Suresindeki:
"Onlara (İsrail o ğullarma) Tevrat'ta cana canın, göze gözün, buruna buı -
nun, kulağa kulağın ve yaralamaları n da birbirine karşı k ısas edileceğini
yazdık." meâlinde bulunan 45 nci ayeti indirdi. Buna benzer bir rivayeti
de tabiûndan bir topluluk, ş a`bi'den nakletmi ştir.

Süddi'den gelen rivayete göre de Araplardan, biri müslüman, öteki


muâhid iki kabile çarpış mış , hürleri, köleleri ve kadınları öldürmüşkr-
di. Peygamber (s.a.v.) bunlar aras ında: Hürre hür diyeti, köleye köle
diyeti, kadına kadın diyeti verilmek üzere sulh yapm ıştı. Böylece herkes
birbirinden hakkını almıştı .

Âyetin mânas ı : Ey inananlar öldürülenin kaatiline kısas yapmanız ;


ılındı. Kimse kimseye karşı haksızlık yapmasın, aşırı gitmesin. sizefark
Hür bir insan, hür bir insan ı öldürdüğü zaman yalnız o hiirrü öldürün,
köle, köleyi öldürdü ğü zaman da yalnız onu öldürün. Kad ına karşılık
da sadece kaatil kad ını öldürün. Hür yerine birçok hürler, köle yerine
hür; kad ın yerine erkek öldürmeyin. Her kim için karde şi tarafından
(yani maktulün velisi tarafından) kısastan bir şey, diyete bırakılmış
olursa art ık diyeti isteyen ki şi, işi yokuşa sürmeden güzelce hakk ın ı al-
sın, diyeti veren de i şi sürüncemede b ırakmadan borcunu ödesin. KI-
sastan vazgeçip, cezanın diyete indirilmesi, Rabbinizden size bir rah-
mettir. Halbuki sizden önce Yahudilerde diyet almak yasakt ı. Mak-
164 Bakara Suresi

tulün velileri yalnız kısas yapmak zorunda bırakılmışlardı. Size ise kısası
diyete indirme kolaylığı sağlandı . İmdi kim diyeti ald ıktan sonra kaatili
de öldürmeğe kalkaı sa onun için acı bir azap vard ır. Kim kendisine
çizdiğim yolu tecavüz eder de cahiliyye âdetine dönerse onun için ac ı
bir azap vardır.
Âyetin ba ş tarafı, k ısası genel prensip olarak farz k ılmakta, fakat
maktulün velisine kaatili affetme yetkisini de vermektedir. Bu husus,
ümmet için bir rahmettir. K ısastan maksat, toplumun huzurunun
teminidir. Çünkü haks ız yere iildürülenin kaatili de hayattan mahrum
edilmezse bu durum, maktulün yakınları arasında bir infiâle, kan da
vasının sürüp gitmesine ve iki taraf aras ında ardı arası kesilmez öldür
melerin cereyamna sebebolur. Ama kaatiI, ş eriatin bir emri olarak öl-
darülünce iki taraf da yat ışır, karde ş olarak ya şamaları nı sürdürür.
Kısasın yanında af yetkisinin de tanınması , Kur'an hükmüne her zaman
uygulanabilecek bir elastikiyyet vermi ştir.
Bilginler, bu ayetin manas ında ve bundan çıkarılan hilkünderde
bazı yönlerden ihtilafa dii şmüşlerdir: Köle kar şılığında hür öldürülebilir
mi? Zimmi karşılığında müslüman öldürülebilir mi? Hanefiler sorulara
olumlu, Şafüler ve Hanbeliler olumsuz cevap vermi şlerdir. Ihtilafın
sebebi, ayetin ba şının müstakil bir hüküm ifade edip etmemesidir.
Hanefilere göre 'ayetin ba şı ve sonu birbirinden ba ğımsızdır. Diğer-
lerine göre ba şı ve sonu birbirine ba ğlıdır. Hanefiler diyorlar ki: Allah,
'ayetin ba şiyle kaatilin öldürülmesini farz k ılmıştır. Bu hüküm, bütün
katillere ş amildir. Kaatil, ister hür olsun, ister köle olsun; ister kad ın
olsun, ister erkek olsun; ister müslüman, ister zimmi olsun de ğişmez.
Her kaatil öldürülür. "Hürre karşılık hür..." cümlesi ise, geçen hükmü,
teyid şeklinde açıklamakta ve baz ı kabilelerin tatbikat ını yasaklamak-
tadır. Onlar kölelerine kar şılık hür öldürmek istiyorlardı . Âyet onların
bu zulmünü önlemekte ve ancak kaatilin öldürülece ğini eınretmektedir.
Buna göre ayette köle öldürmü ş olan bir hiirriin, ölditralıneyece-
ğine dair bir delil olmad ığı gibi kadın öldüren erke ğin öklürülmeyece ğine
dair bir delil de yoktur. Âyetin ba şı, genel bir hüküm ifade eder. Hür
yerine hürrün öldürülmesinin zikredil ı:nesi, öteden beri uygulanan bir
zulmii iptal etmektedir. Zulmen öldürülen herkes: "Kim zuln ıen öldürü,-
lürse, onun velisine yetki veririz ama o da öldiirınede aşırı gitmesin."'
âyetinin kapsamına girer. Maktul müs1ü.man olsun, zimmi olsun,
hür olsun, köle olsun, kadın olsun, erkek olsun velisine k ısas talebetme

1 lira Suresi: 33
Cüz': 2, Sure: 2 165

yetkisi verilmiş tir. Mâide Suresinin 45 nci âyetinde de "cana can, göze
göz"ün k ısas edileceği beyan edilmektedir. Ehli kitap hakkındaki bu
-

hükmü nesheden, bir ayet inmemi ştir. "Kim size tecavüz ederse, onun size
tecavüz etti ği kadar siz de ona tecavüz ediniz !", 1 "Ceza verirseniz, size
edilen azap kadar ceza veriniz."2 âyetleri de kısası emretmektedir.
Sünnet de lusastaki bu genel hükmün, kölelere de tamil oldu ğunu
gösterir. Peygamber (s.a.v.), -müdümanlann kanlar ı= birbirine denk
olduğunu söylemiş , köle ile hür aras ında ayının yapmamıştır. Peygam-
ber (s.a.v.); "kölesini, öldüreni öldürürüz, onun burnunu, kulağını,
kesenin burnunu, kulv ğını keseriz ve onu i ğdiş edeni iğdiş ederiz" 3
buyurmuştur.

Malik -ler ve şafitler diyorlar ki: "öldürmekrde k ısas size farz !alın-
dı" cilmlesiyle ayetin manas ı tamamlanmıyor. Ancak "kadına karşılık
kadın.." sözüne varınca mana tamamlanmış oluyor. Allah, gerçi e şitliği
emretmiştir ama muteber e şitliğin ne olduğunu da: hürriin hiirre kö-
lenin, köleye; kad ının kadına eşit oldu ğunu buyurarak açıklamıştır.
Bu görüşe göre kadına karşılık erke ğin öldürülmemesi lazım gelir ama
kadını öldüren erke ğin öldürülece ği hakkında icma vardır. Fakat
köle, hürre e şit değildir. Bir köle için bir hür öldürülemeyece ğine göre
miisliim.an da zimmi karşılığında öltlürülemez. -Küfü'r alâmetlerinden
olan kölelik kusuru yüzünden köleye kar şı hür öldürülmediğine göre
yine küfür izleri ta şıyan zimmi karşılığında da müslüman öldürülmez.
Hz. Pey ğamber'in: "Wire karşılık bir- mü' ınin, yahut andi içerisinde
bulunan bir ahidli öldürülmez."4 hadisi, bunu kanıtlar.

Ayetin zahiri, kölenin, hür kar şılığında öldürülmeyece ğini ifade


eder ama manaya dikkat edersek anlar ız ki köle, köle kar şılığında öl-
dürülür. Köle, köle kar şılığında öldürüldü ğüne göre ondan, daha üstün
olan hür kar şılığında da öldürülmesi gerekir. Yani tam e şitini veya e şit-
likte kendinden üstün olan ı öldüren kimse öldürülür, fakat e şitlikte
kendinden aşağı olanı öldüren, öldürülmez. 'Ebu Hanife'nin, hürrün
tarafının (yani el ve aynklarmın), kölenin taraflanna e şit olmayıp üstün,
olduğu hakkındaki hükmü de bu görüşü destekler. Hürle kölenin taraf-
ları arasında kısas yapılmadığın.a göre canları arasında da kısas yapıl-
maz.

1 %kara Suresi: 194


2 Nabi Suresi: 126
3 Bulsiarrcilm 39, Cihâd, 17, DiyAt, 24, 31; Ebû Dâvûd, 11, 147;...
4 Ebu Dâvûd, Diyât 7; Tirmi2, Diyat, 17;...
.166 Bakara Suresi

Bu meselede Ebu Hanife'nin görü şünün daha isabetli olduğu or-


tadadır. Çünkü Safüler ve Malikiler bir yandan muteber e şitlik mese-
lesini ortaya atarken kad ın kar şılığında erke ğin öldürülece ği görü şle-
riyle bu prensiplerini bozmu şlardır. Sonra âyetin zahirinde de insanlar
arasında böyle ayırım yapılaca ğını gösteren bir husus yoktur. Kaatil
kim olursa olsun, birisini zulmen öldürümü şse kendisi de öldürülür.
Kanda köle kadın, müslüman ve zimmi hep birbirine e şittir. Müslüma-
nın malı nasıl haramsa zimmininki de haramd ır. Zimminin malını çAa-
nın da eli kesilir. Hz. Pey ğamber (s.a.v.), zimmiye kar şılık müslümandan
fidye almış ve: "Ben, zimmetine riâyet edenin hakk ı nı korurum." demiştir.
Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de zimmiye kar şılık müslüman öldürdükleri
rivayet edilmi ştir.

"Bir kâfir için bir mü'min ve andi içinde bir zimmi öldürülmez."
hadisine gelince bu, tevil edilebilir: Hz. Peygamber, cahiliyye ça ğında
öldürülmü ş bir kâfir yüzünden bir müslüman ın öldürülmeyece ğini,
ahidli bulunan kimsenin de andi içinde öldürülmeyece ğini, cahiliyye
çağının bütün kan davalar ı nın kaldırıldığını haber vermi ştir. Bu hadis,
o münasebetle söylenmi ştir.'

ketten anla şılıyor ki insanlar ın vasıflarındaki farklılık, kısasta


hükmü de ğiştirmedi ği gibi sayıdaki farkl ılık da hükmü değiştirmez.
Yani bir ş ahsı , birkaç ki şi beraberce öldürmü ş olsa, Zahiriyye mezhebi
hariç, bütün mezheplerin ittifakiyle o topluluk öldürülür.
Kısas hükmü, zulmen öldürülenler için uygulan ır. Şeriatın belirttiği
nedenlerden birisiyle öldürülmeyi hakketmi ş bir kimsenin veya müslü-
manlarla sava ş halinde bulunan bir harbinin kaatiline kısas yapılmaz.
Keza hatâ ile öldürmelerde de k ısas uygulanmayaca ğı gibi öldürmenin
kısası gerektirip gerektirmedi ği şüpheli olan durumlarda da kısas uy-
gulanmaz. Çünkü "Şüpheli durumlarda hadleri (cezalar ı) kaldırın."2
hadisi gere ğince had .kalkar. Kısas da hadlere dahildir. Bundan dolayı
çocukları karşılığında anne, baba ve kölesi kar şılığında sahibi öldürül-
mez, ta'zir edilir.

İşte bu esaslar dahilinde k ısası uygulamak, ümmete ve ümmetin


önderi olan imama farzd ır. Bu hüküm, ilk bakışta ağır bir ceza gibi
gelirse de a ğır değildir, Allah'ın adaletine uygundur. Çünkü kısas, nefsi
müdafaa gibi meşru bir sebep olmadan bir adam ı zulmen öldürenlere

1 Bu tefsirler için balumz: Tefsiru Ayati'l-ahkam, I, 47-53


2 Ibn 'Adi, al-Ka.mirde Ibnu's-Sem`fini d-2eyrde rivayet etmi şlerdir, Hasan hadistir.
Bkz. I, 227


Cüz': 2, Sure: 2 167

uygulawr. Birisinin ya ş ama hakkını yok yere, kabagücüne dayanarak


elinden alan kimseye, kendisinden daha giiçlanün var oldu ğunu bildirmek,
onun da elinden hayat hakkım almak lâzımdır. Birisini haksız yere öl-
dürdüğü takdirde kendisinin de öldürülece ğini bilen insan, kimseyi öl-
dürmeğe cesaret edemez. Böylece toplumda öldürme olaylar ı çok azalır.
Arada sırada gözü dönmü ş kaatiller çıkarsa onlar da Allah'ın kanunuy-
la,ortadan kaldırıhnca topluma tam bir huzur havası hakim olur. Sonra
zalimler öldürülünce mazIam olarak öldürülen kimsenin akrabalar ının
kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz. Hak yerini bulur. Devlet cezay ı
verdiği için, fertler öldürmek suretiyle ceza Verme ğe kalkmazlar.
Kan davalar ı , kavgalar ortadan kalkar. Belki birkaç y ılda bir kişi öl-
dürülür ama toplum ya ş ar. Yüce Allah, 179 ucu âyette bu cezan ın
hikmetini açıklamış , "ey ak ı/ sahipleri kısasta sizin için, hayat vardır,
korunmanız için bu hüküm size farz k ılındı" buyurmuştur.

(‘ A
■•■■ — 1 72,

o o, •—• e .1, • .... ••• • ,

(‘ AY) *

180— Birinize ölüm geldi ği zaman, eğer bil hayır (mal) bırakacaksa,
anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek, Allah'tan
korkanlar üzerine bir borçtur. 181 - Kim i şittikten sonra onu (vasiyyeti)
değiştirirse, günaht, onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah,
işitendir, bilendir. 182— Kim de vasiyyet edenin bir -hata veya günah iş-
lemesinden korkar da (tarafların aralarını) düzeltirse, ona günah yoktur.
Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

Tefsir:

180-182 nci âyetlerde, eceli yakla şan her müslümana, malından ana
babasına, akrabasma vasiyyetle bir şey bırakması ; bu vasiyyetin, her-
hangi bir tarafı kayırmadan, âdilâne bir biçimde yerine getirilmesi em-
redilmekte, vasiyyetiiı bir tarafı kayırdığı görüldüğünde, vasiyyetle ilgili
168 Bakara Suresi

kimselerin aras ını bulmağa çal ışmakta bir sakınca olmadığı belirtilmek-
tedir. Bu ayetlerde, henüz ana baban ın ve akrabanın terekeden miras
hakları belirtilmemiştir. Bu ayetler, miras hukukunun bir ba şlangıcıdır.
Bu âyetlerden vasiyyetin ne derece önemli oldu ğu anla şılmaktadır.
Buhari, Müslim, Tirmizt ve Ebu Davud'un rivayet ettikleri bir hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Hiçbir müslüman ın, vasiyyet edece ği bir şey var-
ken, vasiyyetini yazmadan iki gece (dahi) yatınası doğru değiklir."'
Taberi de Dahhak'in şu sözünü yazıyor: "Akrabas ı için bir şeyler
vasiyyet etmeden ölen ki şi, amelini günah ile kapatmıştır." Dahhak'a
göre: "Akrabas ı olmayan kişi, fakir müslümanlar için vasiyyet eder."
İmam şafii, yukarıdaki, hadisi izah ederken şöyle diyor: "Müslüman
,

için ihtiyatlı olan, vasiyyetinin yan ında yazılı bulunmasıdır. Kişi vasiy-
yetini sağlimda hemen yazmah ve yazd ığına şahid de tutraalıdır. Va-
siyyetine yap ılmasını istediği her şeyi yazmalıdır."
Son ayette vasiyyet eden kimsenin, bir taraf ı kayırmak suretiyle
haksızlı k etmesinin önlenmesi istenmektedir. Buna misal olarak müfes-
sirler şunu ileri sürerler:
Mesela dedenin, sağ olan evladından birinin o ğluna mal vasiyyet
edip diğerlerinin o ğullarına vasiyyet etmemesi haks ızlık-t ır. Yahut
kadının, kızlarından birisinin kocas ına mal vasiyyet etmesi haksızlık-
tır. Çünkü her iki halde de mal, torunun bahasma, yahut annesine gi-
decektir. Ayrıça bunlara mal vasiyyet etmek öteki çocuklar ı zarara
sokar. Bu gibi haksızhkların önlenmesi istenmektedir. Fakat dede,
babası ölmüş bulunan torununa vasiyyetle mal b ırakmandır. Çünkü dede
vasiyyet etmezse babası öldüğü için o çocuk miras da alamaz, peri şan
olur.
Bu ayet vasiyyeti geı ekli kıldığına göre insan, malını vakıf olarak
da vasiyyet edebilir. Müsned yazarlar ı , İbn Ömer'den şunu rivayet
ederler: "Ömer Hayber'de bir erazi ele geçirdi. Hz. Peyğamber(s.a.v)e
geldi, Ey Allah' ın Resulü, dedi, Hayber'de öyle bir erazi elde ettim ki
ondan daha güzeli şimdiye dek elime geçmemi şti. Onu ne yapmanız emre-
dersin bana? Allah'ın Resulü buyurdu ki : istersen aslını bakla ve tasad-
duk et. Ömer de onu, sat ılmamak, miras ve hibe olunmamak, geliri fakirlere,
akrabaya, kölelikten kurtulmak isteyenlere, Allah yolunda sava şanlara,
yolda kalm ışlara, konuklara harcanmak üzre tasadduk etti (vakfetti).
Ona bakan (miltevelli) ondan iyilikle yiyebilir, bir dostuna da yedirebiliy-
di, ancak onu kendine mal etmemek şartiyle."2
1 Müslim, Vasiyyet, Kal, 25, badts: 1; Fayd, V, 441. Hadis muttefekun aleyhtir.
2 et-Tile, II, 274; et-Tefsiru'l-b.adis, VII, 277
Cüz': 2, Sure: 2 169

Demek ki insan vakıf olarak da malını vasiyyet edebilir. Ancak


vasiyyetin, malın üçte birini geçmemesi ve varisleri zarara sokmamas ı ,
onları perişan etmemesi, varislerden bir taraf ı tercih, di ğer tarafı zarara
sokma amacına yönelik olmaması lazımdır.

Ayetteki 1,layr mal manasına gelir. Hz. Ali ve Hz. Ai şe'nin ifade-
delerine göre b ırakılacak az miktardaki maldan de ğil, çok maldan va-
siyyet edilir. Miras âyetleri gelmezden önce ki şinin, bıraktığı maldan
anne babasına ve akrabasma bir pay verilmesini vasiyyet etmesi, bu
âyetle faiz kılınnuş idi. Fakat Nisa Suresindeki miras âyetiyle anne
babamıa ve akrabanın mirastan alacaklar ı hisseler
Hz. Peygamber de: "Allah her hak sahibine hakk ını vermi ştir. Artık
veırise vasiyet olmaz."' dediği için bu ayetin akrabâya vasiyyet hükmü
neshedilmi ş, yani ortadan kaldırılmıştır. Fakat bazı bilginlere göre
miras âyetlerinin inmesiyle yak ı n akrabaya vasiyyet hükmü nesnedilmi ş
ise de mirastan pay ı olmayan uzak akrabaya vasiyyet hükmü farz
olarak baki kalmıştır.
Mesela erkek evlad ı , ana ve babas ı bulunduğu zaman ölünün kız
kaı deşlerine miras düşmez. Amcaları bulunan çoçuğa, dedesinden
miras kalmaz. Babas ı, yahut erkek evladı bulunan kiınsenin, amcasına,
halasına, dayısına teyzesine miras dü şmez. İşte bu gibi kimseleri zaru-
retten kurtarmak için bunlara bir miktar mal ı ti asiyyet etmek, bu
âyetle ,emredilmektedir.
Genel kanaate göre gerek miras âyetlerinin inmesi, gerek rivayet
edilen hadislerle vasiyyet mecburiyyeti kald ırdmıştır. Ancak vasiyyet
caizdir. Kişi miras düşmeyen akrabasma vasiyyet edebilece ği gibi baş-
kalarına da vasiyyet edebilir. Hatta kendine° korunmasnu gerekli gör-
düğü miras payı olan akrabas ı için de vasiyyet edip onun mirastan ala-
cağı paydan ayrı olarak vasiyyetle de ona bir şeyler bua.kabilir. Ancak
vasiyyet edece ği mal, bırakt ığı malın üçte birini geçmemelidir. Mal ı n
tamamını vasiyyet etmek do ğru de ğildir.
Sa`d ibn Ebi Vakkas, Mekke'de hastaland ığını , kendisini sorına ğa
gelen Allah'ın Resulüne: "Ya Resulâllah, malımın tamamını vasiyyet
edeyim mi?" diye sorduğum, Hz. Peyğamberin, malın tamam ını veya
yarısın ı vasiyyet etmesine raz ı olmayıp, ancak üçte birini vasiyyet ede-
bileceğini, zira geride başkaları na el açan fakir varisler b ırakma yerine
zengin varisler bırakmasımn, kendisi için daha iyi ve çoluk çocu ğuna

1 Ebu Dâveıcl, Vaşâyâ, 6, Buyilc, 88; TinuiM, Va şâyâ, 5; Nesâ'i, Va şâyâ, 5; 1bn Mace,
Vaşâyâ, 6; Diirimit, Va şâyâ, 28.
170 Baka a Suresi

y edirdi ği nafakan ın kendisi için sadaka olduğ unu bildirdi ğini naklet-
mi.ştir.°
Un Abbas da şöyle demi ştir: "Mal çocuklara, vasiyyet ana babaya
idi. Allah bundan istedi ğini nesnetti. Erke ğe, kadının iki misli, ebeveyne
altı da bir, kadına sekizde veya dörtte bir, kocaya da yar ı veya dörtte
bir pay verdi." 2

L:>1-.5_35-C_;_,
r.
ıZ.'i e-
... ... 5.
GJ-..^:- I <e 1..J 1
0
,r, ..- e e
, *, A.
h..., -"
,ft z;
i> -3,..^_i
-
.. ... .. -
J ..o_..... d_c- i
0
- e -.. -
1....iı 2 . . ,. . . _.,. (j1.5" • ..,
(.7.

e..._i_Ifı3 ,:)...4 c Cjt-<. .. -.A fi Cso


j 4y . J‘i '. ft
, t..9.4:. 12)..i -.(.7• j5i ' Lf.L
, •• . ....
....
o-3 0.1 o. 030,, Ifi ıı ..... , 3 3 ... o . ••• 3. ...• 3 ....., ı<o, ...9 ... oe,
,-.......-Ç.
,, L) 1 ,..>„...J ..,..,:.} 1 J.A.,,,,,a.; L,) 3 . a l ).A.,:-
-, .. .- .g...i 1.,.........4-
A
ı - I . ., . - . . .., . ...
4.5°.-‘3..P4 G > ,) -1"..;_,Ü ı 4J, "J ;:';'1 4s iiı -4;ı-, -... -_, ,_t,..,., 0,A0 ).„_..-1„,.;

.z• • • o .3 o t , 3, .... .3t


j I r?....j 431 j..ı j-,- I

•••• ıt

-..
(N A .1) -.4').,fi,„ki.2,5°..7„

183 - Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (günahlardan)


korunmanız için sizin üzerinize de oruç yaz ıldı ; 184— Say ılı günler olarak.
Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamad ıdı günler sayısınca başka
günlerde (oruç tutar). (ihtiyarl ıktan, ya da Şifa ümidi kalmamış hasta-
lıktan ötürü) oruca güç dayananları n fidye vermesi : bir yoksulu doyur ınası
lciz ınıdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tu-
tar)sa o, kendisi i'çin iyidir. Bilirseniz oruç tutman ız sizin için daha ha-
y ırlıdır. 185— Ramazan ay ı —ki insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruyu

1 Butıâri, Vaşâyâ, 2
2 Butiâıl, Vaşâyâ, 6
titiz': 2, Sure: 2

ve yanlışı birbirinden ayırdedip açı klay ı cı olarak Ku,'ân o ayda indiril-


miştir- içinizden kim o aya yetişir(ayı görür)se oruç tutsun. Kim hasta
olur, yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
oruç tutsun. Allah sizin için kolayl ık ister, güçlük istemez. Say ıy ı tamam-
lamanız ı, size do ğru yolu göSterdiğinden dolay ı Allah' ı tesbih etmenizi
(O'nun şairinin yüceliğini anmanızı) ister. Şükredesiniz diye (size bu ko
laylığı gösterir). 186- (Ey Muhammed), Kullarını sana benden sorar-
(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Duâ eden kimse, bana duâ
ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. 0 halde onlar da bana
karşılık versin(benim ça ğırıma uysun)lar, bana inansınlar ki doğru
yolu bulmu ş olalar.

Tefsir:
183-184: şıyâm kelimesinin dilimizde karşılığı oruçtur. Arapça
şavm ve şı yâm, ayni anlama gelir. Ş avm yani oruç, nefsi e ğilim duydu;
ğ u şeylerden geri tutmak, menetmektir. Dinde tam tamm ı , dini emirler-
le yükümlü bir insanın, tan yeri a ğarmasından güneşin batmasına kadar
olan zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsel ili şkiden, ibadet niyyetiy-
le geri durmas ıdır Söz söylemekten çekinm.ek de oruç anlam ı içine girer.
Bu tip ibadete susma orucu denir. Meryem Sureti, 26. âyette bu tip oru-
ca iş aret edilmiştir. Fakat bizim dinimizde tam susma orucu yoktur.
Yalnız Ramazanı n son on gününde yap ılması sünnet olan ictikeıf ibadeti,
buna yakındır. Konu şmak, orucu bozmaz, fakat oruçlu iken mil ınkiin
mertebe lüzumsuz sözler konu şmayıp sükat ile Allah'ı anmak, tefekküre
dalmak menduptur.
Oruç yaln ız müslümanlara de ğ il, daha önceki toplumlara da farz
kılınmıştır. Çünkü insan nefsini şelıvetlerden çekip dizginleyen, ruhu in-
celtip temizleyen en güzel ibadet oruçtur. Gerek Yahudiler, gerek hi-
r ıstiyanlar, Allah tarafından emrolunan bu en güzel ibadeti de, dinin
birçok hükümleri gibi de ğişikliğe uğratmışlardır. Yahudiler orucun gü-
nünü azaltmışlar, hıristiyanlar da şeklini değiş tirip onu perhiz haline
sokmuşlar ve gününü ço ğaltmışlardır. Bu yüzden oruç, İslâm dini ile
aslına çevrilmi ştir.

Milfessirler, " û I J., 1:,,C,T :sayı lı günler olarak" Cümlesini


şöyle açıklarlar: Oruç, önceleri her ay üç gün olmak üzere farz k ılınmış
idi. Daha önceki kitap ehlinin orucu da böyle idi. Mü' ıninler de ba şlı..n-
guçta nafile olarak böyle oruç tutarlard ı . Sonra bu şekilde farz kılındı .
Daha sonra Ramazan ay ında oruç tutma emredilmekle her ay üç gün
oruç tutma farz ı neshedildi. Bir kısım bilginlere göre de "Say ı lı günler
172 Bakara Suresi

olarak" ifadesiyle Ramazan Ay ı kasdedihniştir. Daha sonra gelen "Ra-


mazan ay ı-ki insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruyu ve yanl ışı birbirin,-
den ayırdedip açıklay ıcı olarak Kur'an o ayda indirilmiş tir- içinizden
kim o ay yeti şirse oruç tutsun...." âyeti, "eyyâmen ma`elüdat: sayılı
günler% beyan etmektedir.
Bu görü ş daha isabetlidir. Nitekim: "Kim hasta olur, yahut seferde
bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun" cüm-
lesi de bu görü şüp doğrulu ğunu gösterir. Çünkü bu ifade, "Say ılı gün-
ler"in, belirli bir ı amanda yani Ramazan Ay ında olduğuna delâlet eder.
" (.1.0 : Oruca güç dayananlarm fidye
vermesi: bir yoksulu doyurmas ı" cümlesi üzerinde de şu görüşler ileri
sürülmüştür.:
1) i:4„1.? fi'linden önce bir " y " gizlidir. a,, 9 i y " demektir.
Zira burada mukadder bir lâ olunca oruç yeme ğe izin vermenin hükmü
anlaşılır.
2) " " filinde bir şeyi güçlükle yapma anlam ı vardır. Iyi-
leş me ümidi kalmamış ihtiyarlar, hastalar gibi oruca güç dayananlara
fidye vermek suretiyle oruç tutmamaya izin verilmi ştir. Çocu ğuna zarar
geleceğinden korkan gebeleri ve emzikli kad ınları da fidye verecekler
arasına katanlar olmu ştur.
3) Üçüncü görü şe göre oruç, ba şlangıçta seçimli olarak farz kkl ınnaış
idi. Dileyen oruç tutar, dileyen de oruç tutma yerine fidye verirdi. Son-
ra bu âyet, 185 nci âyetle neshedildi. Bu hususta Seleme ibn el-Ekvacdan
bir hadis rivayet edilmi ştir.: " rtal. " âyeti
indiği zaman içimizden dileyen oruç tutar, dileyen fidye verirdi. On-
dan sonraki ( j4411 ) ayeti ininc,e ötekini neshetti."'
Fakat baz ı müfessirler, " ,j& " âyetinin
neshedilmiş olduğunu kabul etmiyor, bunun hilkmünün baki oldu ğunu
söylüyorlar. Bu konuda 1bn Abbas' ın şu sözünü naklediyorlar:
"Bu âyet neshedilmi ş değildir. Bu âyet, çok yaşlı erkek ve kadına,
çocuğundan korkan gebe ve emzikli kadına, iyileşme ümidi kalmamış
hastaya rulısattır."2
Ayetin, çok ya şh kimselere, iyile şme ümidi kalmamış hastalara ruh-
sat için indiğine dair Ibn Abbas'tan gelen ba şka bir rivayet daha vardır.
Bu görüşün daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır. Fakat emzikli ile gebe
kadınlar da hasta hükmündedir. Ivile ştiklerinde kaza etmek üzere on-
1 et-Tilc, II. 59
2 et-Ttic, IL 87
Cüz': 2, Sure: 2 17B

lar da ol-uçlarını yiyebilirler. Bu husus, 185 nci âvetin hilkmünden ç ı -


karılmaktadn.
Fidye, oruçlumm, ailesine yedirdi ği orta cins yemekten tam bir gün
fakiri doyurmasıdır. Ayette fidyeye izin verilmekle beraber oruç tut-
manın daha hay' ırh olacağı da belirtilmekteelir.

Orucun Faydaları :
Biz, ibadeti yarar ından dolayı de ğil, Allah emretti ği için yapar ız.
Fakat şu da muhakkak ki Allah, her zaman yarar ımıza olan şeyleri yap-
marn ızı emreder, zarar ımıza olan şeyleri yasaklar. Oruçta gerek ruhu-
muz, gerek bedenimiz için pek çok yararlar vard ır.

Oruç nefsin şehvetlerini kırar, önüne geçilmez ihth aslarnu, azg ın-
lıklarım dizginler. Oruç tutmadığı zaman insan, can ımı". çekti ğini yemek
ister, ama cruçlu bunu yapamaz. Harama bakmaya meyleden nefsi,
oruç bundan meneder, zin.an ın ve diğer yasak şeylerin sebeplerinden
uzakla ştı m; nefsin baya ğı iştahlarım kıraı . Bundan dolayı Peygambe-
rimiz Hazretleri, mucun, kötüliiklere - karşı bir kalkan olduğ unu söy-
lemiş' ve demiştir ki: " İçinizden kimin evlenme ğe gücü yeterse evlensin.
Çünkü evlenmek, gözü haramdan korur. Buna gücü yetmeyen oruç tutsun.
Çünkü oruç, onun şehvetini kırar."'
Oruç, vücuda sa ğlık getirir. Bir y ıl tıka basa yemeden dolay ı mide
yorulur. İşte oruç, midenin uzun süre dinlenmesine vesile olur.
'Ancak iftar vakti ölçüyü kaç ırıp mideyi şişirmemek ve terâvihi de mut-
laka kılmak lazımdır. Terâvih, ibadet yönünden orucun tamamlay ıcısı
olduğu gibi, dolan midenin, yemekleri kolayca sindirmesine de yardımcı
,

olu.•. Şişmanlık, insan sa ğlığına çok zararhdır. İşte iftarlar' ve sahurlar ı


ölçülü yemek şartiyle insan, oruç tutarak vücutta birikmi ş zararlı kilo-
,
ları , yiikleri atmış olur.

Oruç, insanın duygu ve dü şüncelerini inceltir. Insan ı şefkatli, mer-


hametli yapar. Oruç tutan insan, açl ığın ne demek olduğunu, sürekli
olarak açlık ve sefalet içinde kıvrananlar ı n ı zdn abin" anlar; onlara elin-
den geldiğince yardım etme ğe çalışır.

Oruç, insanı sabra, dayanıklı olmaya ahşt-ırır. Bugün iste ğiyle oruç
tutan kimse, bir gün sava ş , deprem veya ba ş ka felaketler gibi zor ş artlar'
kaışısında yiyecek bulamadığı zaman, daha önce kendisini aç kalmaya

1 Bubâri, Kitâbu' ş-Şavm, 9 ncu bab


2 Butıftri, Kitabli' ş-Şavin, 10 'cu lı âb
174 Bakara Suresi

alıştırdığı için dayanır. Ama hiç oı uç tutmayan insanlar, birkaç 'saat aç


kalınca açlı ktan öleceklerini zanneder, daha i şin başında ruhen çökerler.
Oruç ayı , bolluk ve bereket ay ıdır. En fakir ailenin dahi evinde ba-
karsını z Ramazan ay ında bir bolluk bereket vard ır. Allah oruç tutan o
insanlara ummadıklan yerden nz ıldar gönderir. Bunu her müslüman
ailesi bilir.
Oruç manevi duygulara güç verir. Ruh, şu ten kafesine bürününco
maddenin etkisi alfinda kalarak hayvansal duygulara esir olur. Biz
kendimizi açlığa ahştırırsak, maddi arzularımız zayıflar, ruhani hisle-
ri/raiz kuvvetlenir, gönül gözümüz aç ıhr ve gerçek benli ğimize açılan kalb
görümüzle nice mana âlemlerini mü şahede etme imkanını bulabiliriz.
İşte bu yüzdendir ki bütün veliler ve pey ğamberler riyazet yapm ışlar,
oruç tutarak yücelmi şlerdir. Peygamber Efendimiz, henüz kendisine
peyğamberlik gelmezden önce Hira Ma ğarasına çekilir, yemekten ke-
silir, riyazet yapar, derin tefekküre dalard ı . Peyamberimiz Hazret-
leri, orucu severlerdi.Medine'ye gelmezden önce her ay üç gün ve bir de
Aşürâ günü nafile olarak oruç tutmay ı tavsiye ederlerdi.' Nihayet Me-
dine'ye göç etmelerinden bir buçuk y ıl sonra Şa'ban ayının onunda
Ramazan orucu farz k ıhnmış tır.

Riya karışmadrğından dolayı Allah indinde en makbul ibadet oruç-


tur. Bir Kudsi Hadiste Cenab ı Allah: "Oruç benim içinidir, onu ben mü-
kâfatlandırırtın." buyurmuştur. 2

Makbul Oruç:
Oruç, sadece midenin bo ş kalması demek de ğildir. Bunun yanında
dilin dedikodudan, gıybetten; kula ğın kötü söz dinlemekten;- beynin
bo ş düşüncelerden kaçnamas ı ; hasılı bütün organların kötü işlerden sa-
kınması lazımdır ki oruç insan ruhundaki etkisini yaps ın. Yoksa sadece
aç kalmak, bir mana ifade etmez. Resuli Ekrem Efendimiz: "zür sözü
(yani yalan, gıybet, dedikodu gibi günah sözleri) ve bununla amel etmeyi
bırakmadı ktan sonra bir kimsenin yemesini, içmesini terk etmesine Al-
lah'ın bir ihtiyacı yoktur."' demiştir. Oruç ayında bu gibi kötü duygu-
ları içimizden çıkarıp atmal ıpz ki Allah'ın coşan rahmetine ve feyzine
dalalım. "Nice oruç tutan var ki, orucundan kendisine kalan; sadece açlık
ve susuzluktur.."4

1 BulArf, Müslim, Nesai (at-Tar ğIb, II, 120)


2 Butiri, Şavm, 9 ncu bâb
3 Buhâri, Şavm, 8 nci bâb
4 Beyh4i (at-Tar ğib, II, 148. Taberâni de aynı hadisi rivayet etmi ştir.
Cüz': 2, Sure: 2 175

Ramazanda şu üç şeyi yapmak müstehabd ır, yani makbuldiix:1


1) Sahura kalkmak, 2) Sahuru geç yemek, 3) Hava aç ık olduğ u zaman
güneş batınca hemen orucu açmak. Orucu açarken: "Allahumme leke
ş umtu ve bike âmentu ve`aleyke tevekkeltu ve`alâ rizk ıke efiartu : Allah' ım,
senin için oruç tuttum, sana inandı m, sana dayandı m, senin verdi ğin rı-
zıkla orucu açtım." demek sünnettir.
Oruç hakkında bazı Hadis meâileriyle konuyu bitirelim:
1—Yüce Allah buyurdu: "Adem o ğlunun bütün ameli kendisi için-
dir, yalnız oruç benim içindir; onu ben mükâfatlandırırım. Oruç (kötü
işlere karşı insanı koruyucu) bir kalkandı r. Biriniz oruç tuttuğu gün,
kötü söz (zinaya, günaha dair söz) söylemesin, bağırıp çağırmasın, Biri
kendisine söverse : Ben oruçluyum, ben oruçluyum desin. Muhammed'in
nefsi elinde bulunan Allah'a andolsun ki oruçlunun ağz ının kokusu, Al-
lah katında misk kokusundan daha ho ştur. Oruçlu için iki sevinç vardır :
Orucunu açtığı zaman orucunu açmasiyle sevinir ; Rabbine, kavu ştuğu
zaman da orucuyla sevinir."' Buljarrnin ba şka bir rivayetinde bu Kudsi
Hadiste şu ilâve vardır: "(Oruçlu), Benim için yemesini, içmesini ve
şehvetini b ırakır. Oruç benim içindir. Onu ben mükâfatlandırırım. Yap ı-
lan iyiliğe on kat sevap vardır."
2—"Ramazan girdiği zaman gök (yani cennet) kapıları açılır, cehen-
nem kap ıları kapatılır, şeytan zincire vurulur."2
3—"Cennette Reyyân ad ında bir kapı vardı r. Ondan yalnız oruç tu-
tanlar girer, başkaları giremez. ,Oruç tutanlar nerede?' diye çağtrıhr. Oruç-
lular kalkarlar, (kapıdan) içeri girerler. Onlar girince kapı kapanır, o
kapı dan onlardan başkası giremez."'
4— "Kim inanarak ve hak rızası için kalk ıp Kadir gecesi namaz k ı-
larsa geçmiş günahı affedilir, ve kim inanarak ve hak man için Rama-
zanda oruç tutarsa geçmiş günah', affedilir."4
185 nci âyetteki "Kim o aya yeti şirse oruç tutsun." cümlesine bazı
müfessirler: "Sizden kim, hilâli görürse" şeklinde açıklama yapmışlarsa
da çoğunluğa göre bu cümle: "Oruç ay ında mulim olan, orucu tutsun"
anlanundadır. Nitekim "Kim hasta olur, yahut seferde bulunursa tuta-
madığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun" cümlesi de bu ma-
nayı doğrulamaktadir.

1 Butıari, Şavm, 9 ucu bâb


2 Bubârt, Şavm, 5 nci bâb
3 BulAri, Şavm, 4 ncü bâb
4 Bubârt, Şavm, 6 na bâb
176 Bakara Suresi

Ayı görme meselesi üzerinde her y ıl münakaş alar sürüp gitmekte-


dir: Ramazan hilâli, görme ile mi, yoksa hesap ile mi tesbit edilmelidir?
diye. Hz. Pey ğamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:" 1,5
41 lj ;•.1 I jilaZ j J 5k4t l : Hilâli görmeden oruç tut-
may ınız, hilâli görmeden orucu bozmay ınız. Eğer hava bulutlu ise takdir
ediniz (ayı hesap ediniz). "Buhârrnin bir rivayetinde:" 115% j.>U
;.ı : Eğer hava bulutlu ise şa'ban't otuz güne tamamlayınız."
ş eklindedir. Bir rivayette de: "Hava bulutlu ise otuz gün oruç tutunuz."'
şeklindedir.
İbn Omer'den de şu hadis rivayet edilir: "insanlar ayı gözetlediler.
Ben Allah' ın Resulü(s.a.v.)e ay ı gördüğümü söyledim. Kendisi oruç
tuttu, insanlara da oruç tutmalarını emretti." Abdullah ibn Abbas'tan da
şöyle bir hadis rivayet edilir: "Bir bedevi, Peyğamber (s.a.v.)e geldi, ayı
gördüğünü söyledi. Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Allah'tan başka tanrı olmadığı-
ne, Muhammed'in de Allah' ı n Resul olduğuna ş ahitlik eder misin? dedi.
Bedevi, evet, dedi. Peygamber (s.a.v.), Ey Bildi, insanlara duyur, oruç
tutsunla, , dedi." 2
Bütün bu hadiLltrin. gayesi, Ramazan ın girişinin tesbitini anlat-
maktı r. Bu husus, gözetleme ile tesbit edilebilece ği gibi şaş maz astrno-
ıaı ik hesaplarla da tesbit edilebilir. İnce rasat aletleriyle de ay ı görmek
mümkündür. Bugün art ık güneşin ve ayın ne zaman tutulaca ğını sa-
n.iytsi saniyesine çok önceden tesbit imkan ı sa ğlayan hesaplarla Ra-
mazaıı hilâlinin do ğma zamanı gayet kolayca bilinebilir. Bir birlik sa ğ-
lamak üzere bütün İslam alemi, bir metod üzerinde birle şip aynı zaman-
da oruca ba şlamalı ve aynı zamanda bayram etmelidirler. Kimi oruç
tutarken kiminin yemesi, kimi bayram ederken kiminin oruç tutmas ı ,
müslümanlar aras ındaki birli ği bozmaktadır. Müslümanlar aras ında
akdedilecek bir kongrede bu mesele üzerinde bir anla şmaya varılması
çok temenni edilir.
Ramazan ay ı öyle mübarek bir ayd ır ki Kur'ân- ı Kerim
içinde ve Kadir Gecesinde inmege ba şlamıştır. Hz. Pey ğamber (s.a.v.),
peygamber olarak gönderilmezden önce Hira Ma ğarasma çekilir, orada
kendi bildiğince kainatın yarat ıcısı tek Allah'a kulluk ederdi. Mekke'de
Hanif denen baz ı kimseler de inzivaya çekilip bu tür ibadetlerde bulu-
nuilardı . İşte Hz. Muhammed (s.a.v.), Ramazan ayı nda böyle itikâfa
çekilmi ş iken kendisine Kur'ân' ın Mak Suresinin ilk be ş ayeti indi.
1 et-Tâc, II. 54
2 et-Tâc, II. 54
3 et-Tac, II. 56
Cüz) : 2, Sure: 2 177

Kur'ân'ın bu ayda inme ğe ba şlaması, bu ay ın feyiz ve bereketini göster- •


meğe kâfidir.

186 ncı âyette Allah' ı n, kullarma yakın olduğu, duâ edenin duls ını
kabul buyuraca ğı belirtilmektedir. Baz ı rivayetlere göre Ashabdan
biri: "Rabbimiz bize yak ın mıd ır? E ğer yakınsa O'na içimizden yalva-
ralım, uzaksa ba ğıralım." diye sormuş , bunun üzerine bu âyet inmi ştir.
Bu rivayet sa ğlam bir senede dayanmamaktad ır. Ayet, kendinden ön-
ceki âyetlerle ba ğlantılıdır. Kullara ümid a şılamakta, onları Rab Taâ-
lâya iltica etme ğe yöneltmektedir. Bu âyetin anlam ın pekiştiren hadis-
ler de vardır:

"Allah Diridir, Cömertir kendisine el açıp yalvaran kulunun ellerini


boş çevirmekten utan ır."1
"Hiçbir müslüman yoktur ki bir günah ve yak ınlaı la ilgiyi kesme is-
teği olmayan bir şeyi Allah'tan istesin de Allah ona ş u üç şeyden birini
vermesin : Ya okulun iste ğini yerine getirir ; yahut isteğini âhirete saklar;
ya da duasının dengi olan bir kötülüğü ondan sayar. Dediler ki : 0 halde
çok duâ edelim. Buyurdu ki : Allah da çok kabul eder." 2 "Kabul edilece-
ğine güvenerek Allah'a duâ ediniz ve biliniz ki Allah, gaflet içinde bulu-
nan bir kalbden gelen duâyı kabul etmez."'
"Mescidlerde ibadete çekilmi ş iken kad ınlara yaklaşmay ın" âyetinde
miifessirlerin nakline göre baz ı miislümaLlar, Ramazan ay ının tamam ı
veya birkaç gününde mescidde gece gündüz itikâfa girmeyi adarlar,
sonra geceleyin mescidden ç ıkıp eşleriyle münasebette bulunur, y ıkanır,
tekrar itikâflarm.a dönerlerdi. Bu âyet, itikâfta bu tür harekette bulun-
mayı n.ehyetti.
Bazı müfessirleı deri temas ını , öpmeyi ve sayılmay ı da cima' hiik-
, münde saymışlar, kimi de Hz. Aişe'den rivayet edilen: "Peygamber
(s.a.v.) nefsine sizden daha çok hakim iken yine de oruçlu oldu ğu halde
öper, sarılırdı."4 meâlindeki hadise dayanarak öpmeyi, sar ılmay ı mübah
göz mü şlerdir.
Bo ş alma korkusu yok ise öpme ve sar ılma, oruca mani de ğildir.
Ama nefsinden emin olmayan, bo şalma şüphesi olan kimse bunlardan
kaçınmalıdır. Nitekim Peygamberimiz, kar ısını öpüp öpmeyece ğini
soran birisine müsaade etmi ş, bir diğerini bundan menetmi ştir. Ciinkü

1 Ebû Dâvûd, Vitr, 23; Timi ". Da'avgit, 105; Ibn Mke, Durcâ'; 13
2 İbn Ha bel, III. 18,
3 Tirmizî, Dacavât, 66
4 et-Tile, II. 80
178 Bakara Suresi

bunlardan biri ya şh, diğeri genç idi. Yaşlının boşalma endi şesi az oldu ğ u
için onun öpmesine müsaade etmi ş , fakat genci öpmekten menetmi ştir.
Muhammed İ zzet Derveze, hadislerden yararlanarak oruç hakk ın-
daki hükümleri şöyle özetlemi ştir:
1- Hayız, nifas halinde bulunan kad ınlar, oruçlarm ı yer, ba şka
günlerde tutarlar.'
2- Gebe ve emzikli kad ınlar da oruçlarm ı yiyebilirler. Ancak bun-
ların yedikleri gün için fidye v erecekleri, yahut ba şka günlerde oruç-
lannı kaza edecekleri hususunda ihtilâf va ıdır. 2

3- Oruçların ı yeme ğe ruhsat velilenler, bunları kaza ederken ard


arda tutmak zorunda de ğillerdir. Aralı klı kaza edebilirler. 3
4- Oruç yemeyi mübah kılan hastalık ve seferin sun -mu belirleyen
bir hadis bulunamam ıştır. Müfessirlere göre hastal ık, kişiye zarar ve-
recek, ya da hastal ığın artmasına sebebolacak durumlar, oruç yeme ği
mübah kılar4. Seferin s ınırına gelince bu, mezheplere göre değişir.
Kimine göre gidilecek mesafe sekiz fersah, kimine göre on alt ı fersah,
kimine göre de yirmi dört fersaht ır. Fersah, takriben yaya olarak 1,5
saatlik yoldur.
5- Oruca dayanabilmek için gece sahura kalkmak sünnettir. Hz
Pey ğamber .a .v.) "Sahur yeme ği yeyinix, çünkü o, mübarek gidadir ."
demiştir.5
6- Yatsı namazından sonra teravih namaz ı kılmak sünmAtir. Bu-
nun kaç rek'at oldu ğu hakkında ihtilâf vardır. Seki. ile yirmi rek'at
arasında de ğişir.
7- Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. 6
8- istemeyerek kusmak orucu bozmaz. Kasden kusmak orucu bo-
zar, yalnız kaza etmeyi gerektirir. 7
9- Gündüzün ihtilâm olmak, yahut cünüp iken y ıkanmadan sabaha
girmek orucu bozmaz. 8

1 et-tâc, II, 88
2 et-tâc, II, 87
3 et-tâc, II. 88-89
4 ibn Ke§tr, Hazin, Tabresi
5 et-tâc, II. 67
6 et-tâc, II. 78
7 et-tâc, II. 78
8 et-tâc, II. 82
Cüz': 2, Sure: 2 179

10- Kan aldırmamn orucu bozup bozmad ığında ihtilâf vardır.'


Ancak Oruçluyu zayıf düşürecekse kan ald ırmak mekruthur. 2
11- Sürme çekmek orucu biozmaz 3
12- Ağıza buruna su verirken ihtiyaten ınübâlâğadan kaçınmak
lâzımdır4
13- Hiç, iftar etmeden üst üste oruç tutmak yasaklanm ıştır.'
14- Cima' orucu bozdu ğu gibi kasden yapana kazâ ve keffaret ge-
rekir. Keffaret ya iki ay üst üste oruç tutmak, ya bir köle azad etmek
ya da altmış fakiri doyurmakt ır 6
15- Hz. Pey ğamber (s.a.v.) Ramazan ve Kurban bayram ı günlerin-
de oruç tutmayı menetmiştir.7
16- Hz. Peygamber (s.a.v.), mü'minleri Allah'a yakla şmak için
Ramazan Ayı dışında nafile oruç tutmaya te şvik etmiştir: Receb, şa'-
han ve Muharrem aylar ında, yahut bu aylar ın bazı günlerinde, özellikle
Aşürâ gününde, Ş a'banın ortasında, Ramazandan sonra giren Şevval
ayının altı gününde, Zilhiccenin ilk dokuz gününde, her ay ın üç gününde,
bir rivayete göre her ay ın 13, 14 ve 15nei gii,;ılerinde oruç tutma ğa teşvik
etmiştir. Yıl boyunca oruç tutmaktan menetmi ştir: "Oruç da tut, iftar
da et. Çünkü bedenin, senin üzerinde hakk ı vardır, ailenin senin üzerinde
hakk ı vardır, gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır" buyurmuştur.8

e
o to t

0 ı

c 3 I

-
C. 1,;;,:°.,5

çr' °11

1 et-tâc, II. 82-83


2 et-tâc, II. 83
3 et-tâc, II. 83
4 et-tâc, II. 81
5 et-tâc, II. 79-80
6 et-tâc, IL 77
7 et-tâc, II. 97
8 et-tâc, II. 100-115
180 %kara Suresi

9e1 :.* 9 — - „

4 Co J1 ;,.,al
••• A
t!U Aa. Cr .13.A c..,":" • -
; ‘4.. . . ° ft 45.>.

187- Oruç gecesi, kadınlara yaklaş mak, size helâl !alındı . Onlar sizin
elbisenizdir, siz de onları n elbisesisiniz. Allah sizin kendinize yaz ık etmekte
olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Art ık şimdi onlara
yaklaşı n ve Allah' ın sizin için yaz(ıp takdir etmi ş ol)duğunu arayın;
şafağı n beyaz ipliği siyah iplikten ay ırdedilinceye kadar y eyi ıı , için ;
sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayan. Mescidlerde ibadete çekilmiş
iken kad ınlara yaklaşmay ın. Allah, insanlara âyetlerini böy le açıklar ki
korunup salansınlar.

Tefsir:

187- İlk zamanlarda oruçlu, ak şam iftar ettikten sonra uyuma-


mak ve yats ıyı kılmamak ş artiyle gece yeyip içebilirdi. Ama iftar-
dan sonra uyur, ya da yats ıyı kılarsa artık yeyip içemez, münâse-
bette bulunamazd ı . Müslümanlardan bir kısmı, yorgunluk dolay ısiyle
gece bir şey yemeden uyur, ertesi ak şama kadar aç kalır, periş an olurdu.
Öyle anlaşılıyor ki baz ı müslümanlar, zaman zaman uyuduktan sonra
yeme yasağı dışına çıkmışlar, yüce Allah onlara ac ıyarak bu ş artları
hafifletmiştir. Ayetin iniş sebebi hakkında şöyle bir olay anlatılır:

Ensârdan bir adam (Ebu Şırma veya Rays ibn S ırma), akş anıleyin
Hz. Peyğamber'in yanına gelir. Orucun hayli yıpratmış olduğu bu ada-
ma Hz. Pey ğamber, peri ş an durumunun sebebini sorar. Adam der ki:

— Ya Resulâllah, gündüzün ak ş ama kadar hurma toplad ım. Ak-


ş am karım bana yemek versin diye eve geldim, fakat o da yemek Yap-
makta gecikti. Öyle uyumu şum. Uyandırdılar, fakat artık bir şey ye-
mek haram olmu ştu.

Orada bulunan Ömer de aya ğa kalkıp:


— Ya Resulâllah, dedi, ben de buna benzer bir şeyden dolayı sana
özür dileyece ğim. Son yats ıyı kıldıktan sonra kar ıma yaklaştım.
Peyğamber:
— Yapmamalıydm ey Ömer, dedi.
Cüz': 2, Sure: 2 181

Başka adamlar da kalkıp buna benzer şeyler yaptıklarını itiraf et-


tiler. İşte bunun üzerine bu ayet indi'
Oruçla Ilgili Baz ı Önemli Meseleler :
Her Ramazan ayı geldiğinde oruçla ilgili birçok mesele sorulur.
Iğne yaptırmanın, denize girmenin orucu bozup bozmayaca ğı konusu,
her yıl tekrarlanan sorularm ba şında gelir. Hanefi fıkıh kitaplarını in-
celeyerek bu sorunlar ı açıklığa kavuşturmak istiyoruz.- Esas mesele-
lerimize geçmezden önce temel ilke olarak orucu nelerin bozdu ğunu,
nelerden kazâ ve nelerden keffaret laz ım geldiğini açıklayahm:
Bilindiği gibi orucu bozan şeyler yemek, içmek ve cinsel ili şkide
bulunmaktır. Bunlar tam tamına olmuş ise başlanan farz oruca kar şı
bir cinayet işlenmiştir. Bu cinayeti i şlemekten, yani ba şlanmış olan farz
orucu bozmaktan ötürü keffâret ve kazâ laz ımgelir. Oruç bozma cina-
yeti tam olmamış, bir eksiklik bulunmuş ise bundan ötürü de yaln ız
kazâ lazım gelir. Vücudun yararlanaca ğı ve zevk alaca ğı bir gıdayı kendi
isteğiyle yemek orucu bozar, hem kazâ, hem keffaret gerekir. Yenmesi
âdet olmayan, vücudun normal olarak tiksindi ği, hoşlanmadığı bir şeyi
yemek, mesela bir avuç tuzu birden, yahut olgunla şmamış bir ayvayı
yemek orucu bozar. Fakat vücut bunlardan tam lezzet almad ığından
bu tür oruç bozma, yaln ız kazayı gerektirir. Mideye veya genze kaçan
deniz suyu da böyledir. Bundan yaln ız kazâ laz ım gelir. Bu genel pren-
sibi böylece ortaya koyduktan sonra şimdi asıl konumuza gelelim:
Oruç, vücuda açılan normal menfezlerden giren g ıda, yahut gıda
anlammdaki şeylerle bozulur. Islam fıklunda vücutta iki bo şluk kabul
edilir: Biri dimağ, diğeri karmd ır. Dimağa açılan normal menfezler (aç ık-
lıklar, yollar), burun, kulak; mideye aç ılan normal menfezler de burun,
boğaz ve kalın barsaktır. Bu yollardan biriyle dima ğa, yahut karın boş-
luğuna (mideye) giden şeyler orucu bozar. Mesamat denilen k ılcal delik-
çikler, mide veya dima ğa açılan normal menfezler de ğildir. Bunlardan
vücuda giren şeyler orucu bozma2.. 2
Semsul-eimme es-Ser4si, Kitabul-MebsaNnda şöyle diyor:
"Göze sürme çekmek orucu bozmaz. Sürmenin tad ı boğazda his-
sedilse dahi sürme çekmesin oruca zarar ı yoktur. Hz. Peygamber (8.-
a.v.)in, oruçlu iken gözlerine sürme çekti ği rivayet edilir. Bo ğazda
hissedilen, sürmenin kendisi de ğil, eseridir. Bu, acı bir şeyi tadan kim-
1 Ibnu'l-cArabi, Atıkılmul-Tur'tın, I. 89; Mifatibu'l-ğayb, II. 131-132; Tefsfru lkyAti'14-
kgim, I. 77-78
2 Tabtavi, s. 361, Btılills, 1318
182 Bakara Suresi

senin, onun tesirini bo ğazında hissetmesi gibidir. Hatta göze çekilen sür-
me, batma (karın boşluğuna) gitse de yine orucu bozmaz. Çünkü orucun
bozulması için orucu bozan şeyin, normal yoldan karna gitmesi gerekir.
Normal olmayan yolla karna gitmekle oruç bozulmaz. Gözden karma
giden doğal bir yol yoktur. Sürme ancak mesâm (k ılcal damarlar) yo-
luyla karma gitmiş olur. Bu, suya giren kimsenin, suyun so ğıikluğunu
ciğerinde hissetmesine benzer. Bunlar orucu bozmaz. B ıyık yaVamak
da orucu bozmaz.
"Fakat suılt ve vücür (buruna ve a ğıza ilaç damlatmak) orucu
bozar. Çünkü biri dima ğa, diğeri karma gider. Bundan dolayr oruç
bozulur. Ancak bu suretle oruç bozma cinayeti, tam olmad ığından kef-
fareti gerektirmez.

"Kulağa damlatılan ilaç, dima ğa gidece ğindeiı orucu bozar. Çünkü


dimağ da vücuddaki iki bo şluktan biridir. D ış idrar yoluna ilaç dam-
latmak ise Ebu Hanife ve Muhammed'e göre orucu bozmaz. Bir riva-
yete göre Ebu Yusuf, ihlile (d ış idrar yoluna) ak ıtılan su ve ilacın, orucu
bozduğuna, hükmetmi ş , bir rivayete göre de bu konuda tevakkuf et-
miş (tereddüd göstermi ş)tir. Fetvâ, İmam Ebu Hanife ve İmam Mu-
hammed'in görüşü üzredir. Çünkü ihlile dökülen şeyin kârına gitmesi
tasavvur edilemez. Mesâneden karma aç ılan do ğal bir menfez yoktur."

Dış idrar yoluna akıtılan ilacın orucu bozmamas ı veya bozmas ı


konusundaki bu ihtilaf, ilac ın mesâneye varmas ı halinde mevcuttur.
E ğer ilaç, mesâneye varmaz, sadece d ış idrar yolunda kalırsa it.tifakla
orucu bozmaz.°
"Caift ve âmme: Damarlar ı karma ula ş an yaraya dimağa
ulaş an yaraya da anım° denir. Ebu Hanife'ye göre herhangi bir yaraya
sürülen kuru ilaç, orucu bozmaz. Ya ş ilaç ise, içeriye nüfuz edece ğinden
orucu bor,- ar. İ mam Ebu Yusuf ve İ mam Muhammed'e göre ister ya ş ,
ister kuru olsun, yaraya sürülen ilâçla oruç bozulmaz.

' İ mam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, orucun bozulmas ı için,


orucu bozan şeyin, normal yolla karma veya dima ğa gitmesini esas ka-
bul etmi şler, İ mamı A'zam ise gidi ş yolunu de ğil, vücuda giren şeyin
karma ula ş masını esas kabul etmiştir. Bundan dolayı Ebu Hanife'ye
göre hangi yolla olursa olsun orucu bozan şey, karma ula şınca oruç bo-
zulur. İki imam ise orucu bozan şeyin, ancak do ğal yolla karın veya di-
mağa ula şmasiyle orucun bozulaca ğına kanidirler. Do ğal olmayan

1 Mer411-Felakı , s. 362, Takttâvt kenar ında.


Cüz': 2, Sure: 2 183

bir yolla karı n veya dimağa giden oruç bozucu, orucu bezmaz.°
de, mayi hukne d ışında, bo ğazdan gayri bir yolla karma giden şeyin
orucu bozmad ığım söylemektedir2.

Serahsi ve diğer fakihlerin ifadesine göre Hanefi imamlarmm ço-


çoğunluğu, Ebu Hartife'nin görü şü olan vüsulü (giren şeyin karın veya
dimağa ulaşmasını) esas almışlardır. Yaş ilacın, içeriye nüfuz edece ği
düşüncesiyle Ebu Hanife, yaraya sürülen ya ş ilacın, orucu bozaca ğıııı
söylemi ştir. Aslında kuru ilaç da yaran ı!), rütubetiyıe ıslanır. Fakihlerin
de belirtti ği gibi Ebu Hanife'y e göre önemli olan, ilacın yaş veya kuru
olması değil, karın veya dima ğa ulaşıp ulaşmamasıdır. Yarasına her-
hangi bir ilaç süren kimse, e ğer ilacın karnına veya dima ğına gitti ğini
anlarsa orucu bozulur, aksi takdirde buzulmaz.

Şimdi biz, Imam]. A'zam'ın görüşünü esas alırsak, oruçlu kimse,


vücuduna i ğne ile zerk edilen ilac ın, midesine veya dima ğına gittigini
hissederse orucu bozulur, ilac ın mide veya dima ğına gitmedi ğine kanaat
getirirse orucu bozulmaz. T ıbben bilinmektedir ki adaleye zerk edilen
ilaç, kılcal damarlar yoluyla vücudu dola şır. Açık yaraya ilaç sürmekle,
iğne ile adaleye ilaç zerk etmek aras ında bir fark yoktur. Her iki halde
de kılcal damarlar vasıtasiyle ilaç, vücuda yayıhr, fakat midenin içine
delmaz.
Ebu Hanife'nin maksadı, ilacın, midenin içine gitmesidir. E ğer
ilaç, mideye veya dima ğa gitmiyorsa orucu bozmaz. Ilaç, damarlar ara-
cılığı ile zerre zerre vücudu dola şsa da gidip midede birikmez

Buna göre besleyici niteli ği olmayan, sadece mikrop öldürücü a şı


ve iğneler, basit ameliyatlar için yap ılan lokal anesteziler, vücuda g ıda
yönünden bir yarar sağlamaz, yalnız mikrop öldürür, yahut tedaviyi
kolayla ştırır. Öyleyse adaleye zerk edilen a şı veya antiseptik iğneler,
vücuda gıda olmadığmdan orucu bozmaz. Fakat damara yap ılan gıda
maddelerini muhtevi besleyici i ğneler, kuvvet ve vitamin i ğneleri oru-
cu bozar. Çünkü bunlar, tedavi yan ında vücuda gıda da sağlamaktadır,
vücudu beslemektedir. İşte İ mam A'zam' ın, ilacın karma ula şması
sözüyle anlatmak istedi ği, bu olsa gerektir. Yani vücudun beslenmesi
orucu bozar.

İ mam Ebu Yusuf ve İ mam Muhammed'in görüşünü esas ahrsak


hüküm ş udur: ancak normal yolla vücuda giren g ıda orucu bozar. A ğız,

1 el-ilebsüt, e. 3, s. 67-68, Mısır, 1324; el-Ihtiyiir, c. 1, s. 132


2 Şertddl-Islâm, I. 193.
184 Bakara Suresi

burun ve kalın barsak dışında adale ve damar yoluyla zerk edilen ilaç-
lar, iğneler orucu bozmaz.
Gerek İmam A'zam'ın, gerek iki imamm görüşlerinden hangisi
esas almsa i ğnenin, mutlaka orucu bozaca ğı söylenemez. Gerçi İmamı
A'zamın görüşünde iğne ile zerk edilen ilaç, mideye giderse orucu bo-
zar, fakat iki imamm görü şünde hiçbir suretle igne orucu bozmaz.
Hastalar için oruç tutmak zorunlu de ğildir. Oruç tutmay ı tercih
eden hastalarımız, iğnelerini iftardan sonra yapt ırmandırlar. Fakat
mecbur kaldıkları takdirde penisilin gibi antiseptik i ğneleri yaptırabi-
lirler. Bunun oruca bir zarar ı yoktur. Ancak kuvvet i ğnesi, besleyici
serum gibi iğneleri yaptıranlar, yine oruçlarma devam ederler, imameyn
kavline göre bunların oruçları bozulmaz. Fakat İmamı A'zam kavline
göre oruçlarmın bozulmas ı kuşkusu bulundu ğundan o gün oruçlarma
devam etmekle beraber Ramazandan sonra da ihtiyaten o günü kazâ
ederler.

Kan verme:
Kan aldırmak orucu bozmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ramazanda
kan aldırmıştır. Çünkü kan ald ırmak orucun rüknü olan yememe ve
içmemeye bir zarar vermez.' Eskiden kan ald ırma usulü çok ilkel idi.
Bugün bu iş modern usullerle yapılmaktadır. Herhangi bir hastan ın
kurtarıılması, yahut tahlil için kan vermek caizdir, orucu bozmaz. Fa-
kat zaruret olmadıkça oruçlu iken kan aldırmak mekruhtur.
Bir şeyin tadına bakma, bo ğaza toz duman kaçmas ı :
Oruçlu olan, boğazına sokmadan bir şeyin sadece diliyle tad ına
baksa orucu bozulmaz. Nas ıl abdest alırken a ğza su verip çıkarmak
oruca zarar vermiyorsa diliyle bir şeyi yoklamak da oruca zarar ver-
mez. Ancak zaruret olmad ıkça böyle yapmak da mekruhtur. Oruçlu-
nun, dış arıdan ağzına aldığı susam tanesi büyüklii ğiindeki bir şey,
çiğneyerek a ğzında dağılır ve tad ını boğazında hissetmezse orucu bo-
zulmaz.2
Boğazından midesine kaçan sinek de orucu bozmaz. Çünkü bunda
insanın bir kusuru ve iste ği yoktur. Bu, boğaza kaçan toz duman gibi-
dir. Bunlardan kaç ınmak mümkün de ğildir. İnsan konuşmak için a ğ-
zını açsa, boğa..ma toz, duman sinek kaçabilir? Ancak kendi iste ğiyle

1 el-Mebsüt, III. 57
2 Bter6101-Felfib, s. 363
3 el-Mebs6t, III. 98
Cüz': 2, Sure: 2 185

zevk aldığı dumanı içine çekmek orucu bozar. Bundan keffaret de ge-
rekir. Sigara içmek orucu bozar, keffâreti gerekli k ılar.'
Zorla yemek yedirilen veya bir ş ey içirilen kimsenin orucu bozulur,
fakat bu adama yaln ız kazâ lazım gelir.
Uyuyan kimsenin bo ğazına su dökülse Hanefi imamlarm ın ço ğun-
luğuna göre orucu bozulur. Fakat İmam Züfer'e ve İmam Şafirye göre
bozzulmaz. Çünkü bu kimse, unutarak orucunu yiyenden daha mazur-
dur. Unutarak yiyenin, hiç de ğilse yemede bir ihtiyar], iradesi vard ır.
Halbuki uykuda kendisine, bir şey yedirilen kimsenin hiç iradesi yoktur.
Bu konuda Hanefi İ mamı olan İ mam Züfer'in ve Ş afii'nin görü şü ter-
cihe ş ayandır.
Oruçlunun misvak kullanması da orucuna zarar vermez. Misvak
ağzı temizler. Ağza su vermek nasıl mekruh de ğilse, misvak kullanmak
da mekruh de ğil, bilakis sünnettir. Peygamberimiz (s.a.v.) oruçlu iken
de misvak kullanmıştır. Misvakin kuru ve yaş olmasında bir sakınca
bulunmadığı gibi, su ile ıslatılmasında da bir sakınca yoktur.' Buna
göre dişleri fırça ile temizlemek de caizdir. Ancak ihtiyaten macun kul-
lanmamandır.
Oruçlu abdestte a ğzına su verirken su bo ğazına kaçsa, oruçlu ol-
duğunu biliyorsa Hanefilere göre orucu bozulur. E ğer oruçlu oldu ğunu
hatırlamıyorsa orucu bozulmaz. Bu, unutarak su içen kimse gibi olur.
İmam Şafirye göre a ğzına su verirken kendi iste ği dışında midesine su
kaçması, hiçbir suretle orucu bozmaz. Ona göre bu adam, unutarak
yiyen kimseden daha mazurdur. İmam Mü Peyğ amberimizin: " Ümme-
timden hat4, ve, unutma ve zor kar şısında yaptıkları şeyler affedilmi ştir"
meâlindeki hadisi, delil getirmektedir. İbn Ebi Leylâ'ya göre abdesti
farz ise orucu bozulmaz, nafile ise bozulur.'
Sakız çiğnemek: Sakız çiğnemek orucu bozmamakla beraber mek-
ruhtur. Ancak sak ızın orucu bozmamas ı için ıslanmış, yumuşamış tabii
sakız olması gerekir. Bugünkü şekerli, naneli çikletleri çi ğnemek orucu
bozar. Sakızı çiğnerken da ğılan eczas ı mideye giderse orucu bozar. 4
ı maddeden armm ış , bitkiden elde edilmi ş , yumuşa- Hertülyabnc
tılmış, çiğn.erken hiçbir suretle da ğıhp kendisinden mideye bir şeyler
gitmeyen sakızı çiğnemek, orucu bozmaz. Fakat mekruhtur, yani oru
cun cevabını azaltır.
1 el-Ibtiyg'ır, oruç kısmı.
2 e1-Mehs14, III. 99
3 Ayni eser, III. 66-67
4 Aynı eser, III. 100; el-Ibtiytır, I. 134
186 Bakara Suresi

Y ıkanrnak denize girmek :

Burundan ve a ğızdan dimağa veya mideye su kaçırmamak şartiyle


yıkanmak orucu bozmaz. Y ıkan.an kimse, suyun so ğukluğunu ciğerind(
hissetmi§ olsa da orucuna zarar gelmez.' Yaln ız İmamı A'zam (r.a.),
serinlemek için suya girmeyi ve ya ş elbiseye "sarılmayı mekruh saym ış-
tır. İmama göre bunun oruç boz makla bir ilgisi yoktur. Ancak ISu ha-
reket, ibadetten usanma belirtisidir. Bundan dolay ı mekruhtur.
Fakat Ebu Yusuf'a göre y ıkanmak, yaş elbiseye sarılmak mekruh
değildir. Bu hareket usanç belirtisi de ğil, ibadete yardım etmektir..
Hz. Peygamber (s.a.v.), oruçlu iken susuzlu ğunu, yahut hararetini gi-
dermek için ba şına su dökmü ştür. İbn Ömer (r.a.) ise elbisesini ıslatıp
vücuduna sararm ış .
Demek ki denize veya nehire girip y ıkanmak orucu bozmaz. Ancak
burun veya bo ğazdan dima ğa, yahut mideye su kaçmamak şartiyle.
Kulağa su kaçması, oruca zarar vermez. Burundan ve a ğızdan genize ve-
ya mideye su kaçarsa oruç bozulur. Hele yüz erken yüzde doksan denecek
kadar büyük bir ihtimalle genze veya mideye su kaçar, böylece de oruç
bozulur. Talıtâvi, kulağa su kaçmasm ın, orucu bozup bozmayaca ğı
hakkında iki görüş olduğunu söylüyor. Fakat do ğru olan görüşe göre
kulağa su girmesi, orucu bozmaz. Ancak Tal ıtâvrnin dedi ği gibi ihti-
yaten gündüzün denize ve ırmağa girmekten kaç ınmak, suya girince de
su kaçmamas ı için kulağı suya doğru e ğmek lâz ımdır.2
İşte denize girenlerin, bunu göz önünde bulundurmalar ı, yüzme-
den, ba şlarını suya sokmadan durmalar ı gerekir. Ş ayet yüzerler, yahut
başlarını suya daldırırlarsa burun veya kulaklarmdan genizlerine veya
midelerine su kaçt ı mı oruçları bozulur. lbadetlerine yaz ık ederler.
Bu suretle bozulan oruç için yaln ız kazâ Umm gelir. Çünkü deriz
suyu, vücudun ho şlanaca ğı bir gıda de ğildir. Bilikis bu suyun boğ aza,
genze kaçmas ından vücut tiksinir, rahats ız olur. Bundan ötürü de-
niz suyunun mideye gitmesinden sadece kazâ lâz ım gelir.

1_4 I j..J-X:; r ı
s

JI"
.9 -
A °L):
• A J
RIS ^ l^ _J r_lâpd`I
( ı n A) -451,..1;;;
.

1 s. 361
2 Tabtâvi, s. 362
Cüz': 2, Sure: 2 187

188- Mallarınızt batıl (sebepler) ile yemeyin ; bile bile insanlar ı n


mallarından bir kısm ını günah bir biçimde yemeniz için onlar ı hakim-
ler(in önün)e atmayın.

Tefsir:

188 nci ayet, ba şlıca iki hüküm ta şımaktadır: malların batıl ile
yenilmesi ve hakimlerin önüne at ılmaması .
A- Batıl: Ortadan kalkan, bo ş a çıkan, ash olmayan anlam ınad ır.
Malı batıl ile yemek, iki ş ekilde olur: Biri, malı sahibinden zuliim, hır-
sıalık, gasp ve sair suretlerle almak; di ğeri kumar gibi ş eriatm yasak-
ladığı işler yaparak kazanmak suretiyledir. Bu tür yemelerin hepsi
batıl ile yemenin anlamı içine girer.
Yüce Allah, malları batıl ş ekilde yemevi defaatla yasaklamak-
tdır: "Ey inananlar, mallarınızı aranızda batı l (sebepler) ile yemeyin,
ancak rızanızla yaptığınız ticaret hariç.'”, "Yetimlerin mallarını zulüm
ile yiyenler, kar ınlarına sadece ateş doldurmaktadı rlar."2
Bu âyetlerle haram k ılınan iş , sadece yemek de ğildir, haks ız olarak
yapılan bütün tasarruflar haram k ılınmaktad ır. Maldan gözetilen as ıl
gaye yemek oldu ğu için yüce Allah "yemeyin" diyor. Malı nı harcayana
halk arasında "malını yedi" denir. Halbuki adam mal ın ı yalnı z yememiş ,
satmış , elbise almış , otelde yatmış , fuzuli yerlere vermi ş vs. ş ekilde kul-
lanmıştır. Ama bunların hepsi için "yedi" deyim: kullan ılır. İşte ayet-
teki "mallarının batıl ile yemeyin" tabiri de "mallar ının batıl şekilde
kullanmayın" demektir.
Fahru'd-din Raznıin tasnifine göre mallar madenlerden, bitL iler-
deii ve hayvanlardan olu şur. Bunların ya bizzat kendileri haramd ır
veya kendileri asl ında helal, fakat kazan ılmaları yönünden haram olur-
lar:
1) Hayatı, sıhhati ve akl ı gidermeyen madenler, bitkiler helaldiy.
Fakat zehir gibi hayat ı gideren veya sa ğl ığa zarar veren madenler ve
bitkiler haramd ır. Hayvanların da yenilmesi helal ve haram olanlar ı
vardır. Yenilen hayvanlar ın helal olmas ı için şeriate uygun biçimde
kesilmeleri veya avlanmalari gerekir.
2) Mallar, ya insan ın iste ğiyle veya iste ği dışında elde edilir. İn-
sanın iste ğiyle elde etti ği mal da ya bir başkasının elinden veya sahipsiz

1 Nisâ, suresi: 29
2 Nisâ, Suresi: 10
188 Bakara Suresi

bir yerden alınır Birinin elinden alınan mallar, ya adam ın rr,asiyle veya
zorla alın ır. Sahibin i n elinden almanlar ya bir kar şılık verilerek al ınır,
ticaret gibi. Veya kar şılıksız alını r, hibe, vasiyyet gibi. Zorla ahnanlar
da ya mülkiyet hakk ının düşmesinden ötürü al ınır, savaş ganimetleri
gibi. Yahut zcrla almay ı gerektiren bir durum has ıl olmasından ötürü
alınır: Zekât vermeyenden zorla zekat ın alınması, çoluk çocu ğunu bes-
lemeyen, onlara nafaka vermeyen kimseden zorla nafakan ın alınması gibi.

a) İmdi herhangi bir malikten ahnmayan mallar: madenler, mevât


arazi, da ğdaki odun, nehir sular ı helâldir. Ancak bunlar, mal ve can
dokunulmazlığı bulunan bir insana aidolmamak ş artiyle.
b) Hürmeti, yani mal ve can dokunulmazl ığı bulunmayan muha-
rib kafirlerden al ınan ganimet mallar ı müslümanlara helâldir. Fakat
müslümanların, bu malları eman ve ahid sahibi bulunan bir kâfirden
almamaları ve aldıkları ganimetin be şte birini çıkardıktan sonra hak
sahipleri aras ında adaletle payla ştırmaları lazımdır.
e) Zekât vermeyen veya üzerine geçindirmesi vacibolanlarm nafa-
kasını vermekten kaç ınan kimseden alınması gereken miktardaki mali,
zorla almak da helâldir.
d) Bir karşılık mukabilinde ve r ız a ile alınan mallar, icap ve kabul
ş artına uyulmak suretiyle helâldir.
e) Rı za ile fakat kar şılıksız alınan hibe, vasiyyet VE sadaka da he-
lâldir. Ancak ş artlara uyulmas ı, vasiyyetin varisi veya ba şkalarını za-
rara sokmamas ı 115.1md ır.
f) Miras gibi insanın iradesi dışında hasıl olan mallar da helâldir.
Yalnız miras bırakanın, bu malı helal yollarla kazanm ış olması ve bor-
cunun verilmesi, vasiyyetinin yerine getirilmesi, miras ır varisler ara-
sı nda adaletle bölü ştürülmesi, miras içinde bulunan zekât ve keffaretin
çıkarılıp verilmesi laz ımdır.

İşte bu altı maddede sayılan mallar helâldir, bunun dışında kalan-


lar haramdır. İnsan, paras ını içki gibi haram şeylere vermek suretiyle
helal malını haram yapıp yemiş olur.'

B-- "Malları hakimlerin önüne atmayın" ifadesi, iki anlama gelir:


1) Malın, başkasına aidolduğunu bildiğiniz halde kendinize mal etmek
için onu mahkemelere götürm3yin, davalara dü şmeyin. 2) Ba şkalarına
ait malı yiyebilmek için mallarm ızı hakimlere rüşvet vermeyin.

1 Meftıtâtıucl-ğayb, II. 207-209


Cüz': 2, Sure: 2 189

Ayetin sonunda bilerek kayd ı vardır. Yani haks ız olduğunuzu biı e


bile bu işi yapmayın. Kendi haksızlıgını, karşı tarafın haklılığını bil-
diği halde davayı lehine çevirebilmek için hakimlere dil dökmek, avu-
katlar tutmak, hele rü şvet vermek İ slam ile bağdaşmayan bir hareket-
tir.
Bazı insanlar dillidir, güzel konu şur, haksız oldukları halde kurnaz-
ca sözleriyle mahkemeyi lehlerine çevirebilirler. Para vererek tuttuklar ı
avukatlar da mahkemeyi e tkilerler. Baz ı insanlar da haklarını savunmak-
tan âcizdirler. Kendilerini savunacak bilgileri, avukat tutacak parala.1
olmadığından davayı kaybedebilirler. Bu durumda davay ı kazanan hak-
sız insan, asıl kaybeden.in kendisi olduğunu un.utmamal ıdır. Hz. Pey-
ğamber (s.a.v.) buyurmu ştur ki: "Bana gelip davalaşıyorsuntız. Biriniz
diğerinden daha güzel konuş up deıvasını daha güzel savunabilir. Ben de
onun söylediğine göre lehinde hüküm verebilirim. Her kime karde ş inin
hakk ından bir şey hükmetmi şsem bilsin ki onun için ate şten bir parça biç-
mişimdir. Onu almasın."'
Taberi, Katade'nin şu tefsirini naklediyor: "Ey insan o ğlu, bil ki
hakimin hükmü, sana haram olan bir şeyi helal klima?, batıl olanı hak
yapmaz. Hakim, gördü ğüne ve ş ahidlerin ş ahidli ğine göre hüküm verir.
Hakim de insandır, yamlabilir. Kim haks ız olduğ u halde lehine hüküm
verilirse bilsin ki o dava bitmemi ştir. Allah kıyamet gününde o iki da-
vacıyı toplayacak, haks ızın aleyhine, haklının lehine hüküm verecektir.
Haksızdan, lehine hükmedilen şeyi alıp haklıya verecektir." 2
Hakimlik, a ğır bir meslektir. Hakimlerin titiz davranmalar ı gere-
kir. Allah, Mil hakimi kıyamet gününde kendi gölgesi alt ında bulun-
duracaktır. Bununla beraber Mil hakimin dahi hesab ı güçtür. Hz.
Peyğamber, bir hadislerinde: "Kıyamet gününde Mil hakim ça ğırılır,
öyle çetin bir hesapla karşılaşır ki ke şke ömründe hiç iki ki şi arasında
hüküm vermemi ş olsaydı diye temenni eder." 3
Ebu Zerri Ğitari, Hz. Pey ğamber'den, kendisini bir yere âmil (ha-
kim ve vali) tayin etmesini ister. Hz. Pey ğamber, omuzuna vurarak
der ki: "Sen zay ıfs ın, (bu i şin üstesinden gelemezsin). Bu bir emanettir.
Kıyamet gününde (insana) utanç ve piş manlık getirir. Ancak hakkiyle
yapan, görevini hiyikiyle yerine getiren müstesna." 4

1 İbn Ijanbel, Musned, VI, 203, 290, 307.


2 Câmicul-beyân, II. 107
3 İbn Ijanbel, Musned, VI, 157; İbn Ijibbân; et-Tar ğib, III, 157
4 BulAri, Men4ibu'l-Ensâr, 8; Müslim, trnket, 16, 48; Nesâ'l, R.ud'at, 4; İbn Ijanbel,
351, 352
00 13akara Suresi

Bu sorumlulu ğundan dolayı imanı Ebu Hanife, halifenin ısrarına,


hatta i şkencesine ra ğmen ömrü boyunca kad ılığı kabul etmemi ştir.
Mahkemeye rüşvet girerse adalet mekanizmas ı bozulur. Rüşvet,
haksız iken hak sahibi olmak için hakime veya ilgili memura Mal ve
para vermektir. Bu surette, uzak 'Olan hüküm. kendisine yakla şır. Al-
lah'a ve ahirete inanan ki ş i, toplum düzeninin bozulmas ına sebebolan
böyle alçak bir harekete tevessül etmez. Peygamberimiz, rü şvet alana
da, verene de lanet etmi ştir.'
Rüşvet hakların yenmesine, işlerin sürüncemede kalmas ına sebeb-
olur. Bir kere bu hastal ık yayıldı mı artık rüşvetsiz iş yaptırılamaz ,

olur. Bu toplum Allah' ın cezasına müstahak bir hale gelir. Amr ibn
el-As'ın rivayet etti ği bir hadiste Hz. Peygamber: "Tefeciliğin ortaya
çıkt ığı bir toplum, k ıtlık ile cezalandırılır ; rüşvetin zuhur etti ği bir toplum
da korku ile (düş man saldırısı ile) eezalandırılır." demiştir?
Rüşvet, toplumun üzerine çöken bir kâbustur, toplumu korkunç
bir karanlığa bo ğar. Hakları yenen mazlümlarm ah" yerde kalmaz.
Allah'a ç ıkar ve azap haline dönüp zalimi yakar. Hz. Peygamber (s.a.v.)
Muaz ibn Cebel'i vali olarak Yemen'e gönderirken ona demi ştir ki:
"Mazliimun duüs ı ndan sakın. • Çünkü onun duâsiyle Allah aras ı nda
perde yoktur."'
Karakteri sa ğlam, kalbi iman dolu hakimler, yöneticiler davaya
bakarken kılı kırk yararlar. Yarat ıkları memnun etmek için Yaratan
kızdıracak davran ışlardan sakmırlar. Kimsenin hakkını bilerek veya
bilmeyerek çi ğnememek için çok titiz davran ırlar. Böyle adil kimse/er,
kıyametteki çetin hesaptan aln ı ak çıkınca Allah' ın büyük ikramına
mazhar olurlar. Fakat haktan sapanlar, "Allah' ı n azabı ş iddetlidir 1"
ilahi uyarıyı hatırlamalıdırlar.

o 5
C:JJ cs-- :L >
-
° c

J111_9_72_1 j 1 4:„. 1 9 ., I ig

A4 )

1 Bkz. Bubari, Abküln, 9; Ebû Dâvûd, Aktliye, 4; Ibn Mke, Abküm, 2; Ibn Hanbel, II,
164, 190, 194,. V, 279
2 Ibn Danbel, Musned, IV, 205
3 Bubüri, Zekât, 63; Müslim, Intân, 29; Ebil Dâvnd, Zekât, 5; Nesâ'i, Zekât, 1, 46; Tir-
ndhi, Bin., 68; Ibn Mâce, Zekât, 1: Muvatta', Da`vetu'l-Mazlûn ı, 1; /bn Manbel, I, 233.
Cüz': 2, Sure: 191

189- Sana doğan aylardan soruyorlar. De ki : "Onlar, insanlar ve


hac için vakit ölçüleridir." Evlere arkalarından girmek iyilik de ğildir.
iyilik, (Allah' ın yasaklarından kaçın ıp adibından) korunan'ın
dir. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan korkan ki başarıya erişesiniz.

Tefsir:

189— El-ehilleh : hilâlin çoğuludur. Yeni doğan aya hilâl denir. Ay,
ilk iki gecede hilâl adını al ır. Sonra büyür, kamer olur. Ebul-Haysem'in
ifadesine göre ay ı n sonundaki iki gecede de ay'a yine, hilâl denir.

Menfilıit : vakit anlamına gekn ıniUtın çoğuludur. Vakit herhangi


bir işin yapılacağı zamandır. Mikiıt, zaman anlam ına gelirse de bazan
mekân anlamı da verir. Hacca dış arıdan gelenlerin, ihrama girmek zo-
runda oldukları yerlere miküt denir.
Ayette iki şık vardır: Hilâl hakkındaki soruya cevap ve bir de Arap-
ların bir gelene ği hakkındaki hüküm.

1) Rivayete göre ensâr'dan Muâz ibn Cebel ve Sagebe ibn Ğanem,


gelip: "Ya Resulâllah, demi şler, neden ay önce ince bir ip gibi görünü-
yor da sonra büyüyor, içi doluyor, düzeliyor ve sonra tekrar eksil-
meğe başlıyor, giderek eski halini al ıyor? Güne ş gibi bir halde kalmı -
yor?" Başka bir rivayete göre de buna benzer bir soruyu yahudiler
sormuşlar, i şte bu sorulara cevap olarak âyetin birinci şıkkı inmiştir.°
Âyet, ayın bu görünüşünün, insanlar açısından hikmetini izah etmi ş ,
fakat bunun olu ş nedeninden söz etmemi ştir. Çünkü insanları ilk alâ-
kadar eden şey, ayın neden böyle olduğu değil, niçin böyle olduğudur.
Neden böyle olduğu meselesi, yaratıliş kanununa aittir ve soruyu soran
insanlar için bunun önemi ikinci derecede kahr. Demek ki ay ın böyle
görünmesi, insanların, vakitleri tayin etmeleri ve hac zaman ını bilme-
leri içindir. Gerçekten ay ın bu görüntüsünden günler, haftalar; aylar
hesaplanmış , namaz vakitleri, iddet süreleri ve daha ba şka birçok dini
ve dünyevi meseleler, ay ın görüntüsüne göre tesbit edilmi ştir. Ayın
böyle görünmesinin bir hikmeti, insanlar ın vakti ve hac zamanını he-
sabetmeleridir.

2) Cahiliyye halkı aras ında bir gelenek vard ı. ihrama girdikleri


zaman hiçbir gölgelik altında bulunmamağa özenirler, bir a ğacın altın-
da oturmaz, evlerine veya çad ırlarma girinezlerdi. Şayet zarfın bir ih-
tiyaçları için evlerine, yahut çad ırlarma girmek zorunda kahrlarsa ka-

1 Mut, Mefiltilmq- ğayb, IT, 141


192 Bakara Suresi

pıdan girmezler, evlerinin veya çad ırlarmın ardından açtıkları bir delik-
ten girerler, yahut bir merdiven kurup bacaya ç ıkar, oradan evin bah-
çesine inerler, bu yapt ıkları işi bir (iyilik) sayarlardı .' İşte âyetin ikinci
şıkkı da bu hareketin bir iyilik olmad ığını, dindarlığın böyle ş ekillerle,
ters yollardan eve girip ç ıkmakla de ğil, takvâ ile, gönülden Allah'a ba ğ-
lılık ile olaca ğını belirtmektedir. Nitekim Hadis-i Şerifte de: "Allah,
sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat sizin kalblerinize ve amel-
lerinize bakar."2 buyurulmu ştur.
Eve kapıdan veya bacadan girmenin, insan ruhu üzerinde ne etkisi
olabilir ki? İnsan ruhunu ar ıtıp Allah'a yakla ştıracak olan birr (iyilik),
böyle budalaca merasimler, yok yere nefse eziyet çektirmeler de ğil,
kalbe yerle ştirilen Allah sevgisidir, Hakk'a ba ğlıhktır

Ayetin, önce birinci şıkkının, sonra ikinci şıkkının indiği hakkında


rivay etler vardır. Fakat herhalde bu iki konu hakk ında Allah'ın Re-
sulüne muhtelif zamanlarda veya ayn ı zamanda sorular sorulmu ş ve
bunun üzerine inen âyet, iki meseleyi de birden cevapland ırmıştır. Aye-
tin tümünün birden indi ği kuvvetle muhtemeldir, çünkü âyetin lâfz ın-
da bir bütünlük ve âhenk birli ği vardır.

• 0 9 0
r
O9
..gb
990 ı
I j
9t ••••,11

, — e ,4 o 0. ı ı 9, 0 o O 9 .9 0 't
I • I

_
O 9 .9 9
1 CLJ (.9 1.° 1 ..X«° . P ° j'Jh


z_ `‘T)

• 1 Ci G oU4
.'

r) Sp
o
il..., 4°_,:lp c

1 Aynı eser, II, 144


2 Müslim ve IbnMâce rivayet etmi ştir, sahihtir. 11,277
Cüz': 2, Sure: 2 193

ı l_2_;z:;1, O '\ t) „..:2. "Lb ı -j1 1.1-o--1:Pf :, -L■A 1 1-.Z!7 1 , c;-<'-'tr-


-, ....:i ı ',.
4 b.;-....›- ı j :■_...L4._;:ıı jı ‹, ..x..f. L, ıi.£1.. ; , ,.:■,1,j,„+,„ " Li
(N o) --‘5,..i_:›,..'ı.°1 ',..„.>,5, -■., ı 5c)I

190- Sizinle sava ş anlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere
saldırmayın, çünkü Allah haks ız yere saldıranları sevmez. 191- Onları
nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi ç ıkardıkları yer(Mekke)den
siz de onları çıkarı n! Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.
Mescid-i Haram'da onlarla savaş mayın ki onlar da sizinle orada savaş-
masınlar. Fakat onlar sizinle savaşırlarsa hemen onları öldürün; kâfirlerin
cezası böyledir. 192- Eğer onlar (savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse Allah
bağışlayandır, esirgeyendir. 193- Onlarla savaşın ki fitne ortadan kalk-
sın, din yalnız Allah' ın (dini) olsun. Eğer onlar (sava ştan ve küfürden)
vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz. 194- Haram
ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size sald ınrsa,
onun size saldtrdığı kadar siz de ona saldıran; Allah'tan korkun, bilin ki
Allah (günahlardan) korunanlarla beraberdir. 195- (Mallarının) Allah
yolunda harcayan, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmay ın, iyilik
edin. Doğrusu Allah, iyilik edenleri sever.

Tefsir:
190-193: Bu âyetlerde, müslümanlara, kendileriyle sava ş anlara karşı
savaşmaları, fakat haks ız yere saidırmaktan kaç ınmaları emredilmekte-
dir. Müslümanlara saldırı olmadıkça müslümanlarm saldırmalarını İslam
kabul etmiyor Çünkü Allah, saldırganları sevmez. Ama müslümanlara
saldıranların saldırıların ı kırmak vicdanlara bask ıları kaldırmak
için saldırganlara kar şı her zaman ve her yerde sava şılır. Müslümanları
yerlerinden yurtlanndan ç ıkaranlara misliyle kar şılık verilir ki fitne
kalmasın, din yalnız Allah'a mahsus olsun, küfür ve ilhadın, putatap-
manın izleri silinsin. Fakat dü şmanlar müslümanlara saldırmaktan vaz-
geçerlerse müslümanlar da onlara sald ırmazlar. Çünkü haks ızlardan
başkasına düşmanlık edilmez.

Mescid-i Haram'da kan dökmek haramd ır. Bu yerde, düşmanlarm


saldırısına uğramadıkça onlarla sava şılmaz. Fakat müslümanlar, bu-
rada dahi sald ırıya uğradı kları takdirde bu saldırıya karşılık verip kâ-
firleri cezalandırırlar. Ama onlar saldırıdan vazgeçerlerse Allah, ba ğış -
layan, merhamet edendir. Allah çok ba ğışlayan, çok acıyan olduğuna
194 Bakara Suresi

göre müslümanlar ın da O'nun kullar ına merhamet etmeleri, onlar ın suç-


larını bağışlamaları gerekir.
Müfessirler, bu âyetlerin ini ş sebebi hakkında muhtelif rivayetler
kaydetmi şlerdir. Bu rivayetlerden baz ısına göre 'ayetler, Hudeybiye"de
inmiştir. Orada Hz. Peygamber sava ş mamay ı emretmi şti. Fakat dü şman
tarafından bir sald ırı girişimi olunca bu âyetler indi. Bir rivayete göre bu
âyetler, müslüm.anlardan birinin Haram ay ında bir kâfiri öldürmesi mü-
nasebetiyle inmi ştir. Bir rivayete göre de Hz. Pey ğamber(s.a.v.), Mekke'-
de müslümanlara, kâfirlerin eziyetlerine sabretmelerini, kar şılık ver-
memelerini emrederdi. Hicretten sonra müslümanlar, kâfirlere kar şı
sava şmak üzere Hz. Pey ğamber'den izin istediler. İşte onlara ilk sava ş
emrini vermek üzere bu âyetler indi.'
Birinci rivayet zay ıftır. Çünkü Hudeybiye olay ı, hicTetin altıncı
yılında olmu ş , ve Feth Suresinde anlat ılmıştır. Onun hakkında inmiş
olan âyetlerin buraya konmas ı hikmete uygun de ğildir.
İkinci rivayete gelince bu rivayet biraz sonra gelece ği ürze haram
ayında vukubulan sava şı anlatan ayetin tefsirinde de nakledilmi ştir.
Üçüncü rivayet daha çok tercihe uygundur. Bu âyetler, sald ırgan-
lara kar şı sava ş mak üzre müslümanlara ilk izni vermektedir. islamm
cihad prensiplerini içermektedir. islâm ın cihad prensiplerini şöyle özet-
leyebiliriz :
1) Saldırgan düş manlara kar şı savaşmak, müslümanlar üzerine
farzdır. Saldırmayanlarla sava şılmaz. •
2) Düşman teslim olma, barış veya andlaşma suretiyle sava ş a son
verirse müslümanlar ın da sava şı bırakmaları farz olur.
3) Hangi ş artlarda olursa olsun, dü şmanın saldırısına karşılık ver-
mek, müslümanlar ın hakkıdır. Ancak onların yaptığından fazlas ını
yapmak do ğru de ğildir.
4) Her hal-ü kârda sava ş a hazırlıkl ı ve uyanık bulunmak, bunun
için gerekli harcamalar ı yapmak farzdır.
5) Müslümanları dinlerinden döndürme ğe, onlara eziyet etme ğe
çalışmak, islâmın serbestçe anlat ılmasm.a engel olmak gibi durumlar,
savaşı gerektiren sebeplerdir. Vicdanlardan bask ının kalkması ve Al-
lah'ın dininin hakim olmas ı için bunları yapanlara kar şı savaşıhr.
Bu prensipler, 'çok adil prensiplerdir. Bütün bunlar gösterir ki
İslamda zorlama yoktur. İ slamda cihad, ba şkalarını zorla dine sokmak
1 et-Tefsiru'l-hadis VII, 294-295
Cüz': 2, Sure: 2 195

amacım taşımaz. Vicdanları hürriyete kavu şturmak, tevacüzü önlemek,


2.ulmü ve baskıyı ortadan kald ırmak için cihad yapılır. İ slam, haksız
yere saldırmayı menetmiş , vicdanlara baskı yapmayı yasaklamıştır.
Müfessirler, tabillerden birine atfen " : Sizinle sa-
vaşanlar" cümlesindeki " nin savaşabilen kimseleri kasdetti ğini
rivayet ederler. Kad ınlar, ihtiyarlar, çocuklar ve rahipler bu hükümden
müstesnadır. Onlara saldırılmaz. İbn Abbas' ın, bu istisnaya barış
isteyerek sava ştan vazgeçenleri de katt ığı rivayet edilir. Zaten ayet,
savaş amayan bütün insanlara ş amildir. Savaşmaktan âciz, yahut müs-
lümanlarla barış yapmak isteyen kimselerle sava şılmaz. Nisa Suresinin
90 ncı ayeti de bu hükmü destekliyor: "Ancak andlaş ma bulunan bir
topluma s ığınanlar, yahut ne sizinle ne de kendi toplumlariyle sava ş mak
(isternediklerin)den yürekleri s ıkı larak size gelenler hariç. Allah dileseydi
onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı . ,0 halde onlar,
sizden uzak dururlar, sizinle savaş mazlar ve sizinle barış içinde yaşamak
isterlerse Allah size, onlara saldırmak için bir yol vermemi ştir."
Bazı miifessirler, .193 ncü âyetteki "fitne" kelimesini şirk diye tefsir
etmi şler ve âyetten "ş irk kalk ıncaya kadar müş riklerle savaşılması"
gere ğini çıkarmışlardır. Ayet böyle bir anlam ta şı maz. Bir önceki ayette
savaştan el çekenlerle sava şılmayaca ğı açıklandığı na göre müşrik de
olsalar, sava ştan el çekip bar ış isteyenlere kar şı savaş a devam edilmez.
Yani düşmanlar müslüman oluncaya kadar sava ş sürdürülmez. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.v.), ilk önce kendileri müslümanlara sald ırmış bu-
lunan bazı müşriklerle bar ış yapmıştır. Biraz önce kaydetti ğimiz Nisa
Suresinin 90 ncı ayeti bunu belirtti ği gibi Teybe Suresinin 4 ncü ayeti
de buna delildir: "Ancak andlaş ma yaptığınız mü şriklerden, (ş artlara
,

uyan, andla şma ş artlarından) hiçbir şeyi size eksik b ırakmayan ve size
karşı hiç kimseye arka ç ıkmayanların andlaşmalartnı, kendilerine tanıdı-
ğınız süre sonuna kadar tamamlayan.." Aynı Surenin yedinci ayeti de bu
hükmü getirmi ştir: "Ancak Mescid-i Haram'da andlaşma yaptığınız
müşrikler hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst dav-
ranan..." Bilindiği üzre Hudeybiye andla şması da müslümanların düş-
manı olan Kurey ş müşrikleriyle yapılmıştır.
Ayetteki fitne kelimesi, müslümanlar aras ında bozgunculuk, vic-
danlar üzerinde bask ı yapmayı, insanların hürriyetini kısmayı kasdet-
mektedir. İşte Allah' ın dinine davet hususunda müslümanlara engel
olan, yani insanların hürriyetini kı sıtlayan insanlara kar şı savaşmak
farzdır. Yoksa zorla insanlar ı dine sokmak için sava şmak emredilmedi ği
gibi, böyle bir davran ış haksız saldırı kabul edilmiş ve 190 ncı ayetin,
196 Bakara Suresi'

ke2a "Dinde zorlama yoktur" meâlindeki 256 nc ı ayetin hükmiyle ya-


saklanmıştır.
Eefal suresinin • "Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah ı n olun-
caya kadar onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah, ne
yaptıklarını görmektedir."' Meâlindeki ayeti, Bedir vak'as ından sonra in-
miştir. Bundan sonra müslümanlarla mü şrikler aras ında hicretin altıncı
yıl ına kadar çok sava şlar olmuş , nihayet altıncı hicret yılında Hz. Pey-
gamber (s.a.v.), mü şriklerle barış yapmak suretiyle iki taraf aras ındaki
sava ş durumu sona ermi ştir. E ğer bu ayetler, mü şrikler müslüman olun-
caya kadar onlarla sava şmayı emretmi ş olsaydı, onlarla sava şın sür-
dürülmesi ve onlarla bar ış , yap ılmamas ı gerekirdi.
Kaldı ki fitne kelimesi, Kur'ân- ı Kerim'de birkaç yerde muhtelif
anlamlarda kullanılmıştır. Bunların hiçbiri açıkça şirk anlamına gel-
mez. Bürfıc Suresinin 10 ncu Ayetinde ve Nahl Suresinin 110 ncu âye-
tincle müslümanlara zorla dinlerinden döndürme ğe çalışmak anlamında
kullanılır Bakara Suresinin "Fitne, kutilden şiddetlidir"2 âyetindeki
fitne kelimesi de bu anlamdadır. Yani müslamanlan zorla dinlerinden
döndürme ğe çalışmak, adam öldürmekten daha kötüdür. demektir.
Müfessirler, buradaki ayetlerin, Tevbe Suresinde sava şı emreden
şu âyetlerle meshedilmi ş olduğunu söylerler: "Haram ayları çıkınca
(Allah'a) ortak koşanları nerede bulursaruz öldürün ; onları yakalayan,
hapsedin ve her gözetleme yerinde otur(up) onlar ı bekleyin. Eğer teybe eder-
ler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Al-
lah bağışlayan, esirgeyendir.." "Eğer teybe ederler, namazı k ılarlar ve
zektıtt verirlerse dinde sizin karde şlerinizdirler..."4 Bu ayetler, Hz. Pey-
ğamber'le andla şma yapıp sonradan sözlerinden dönenler hakk ındadır,
genel de ğildir."
"Allah'a ortak koşanlar nasıl sizinle topyekün sava şıyorlarsa siz de
onlarla topyekün savaşın..."5 ayeti de yine müslümanlara sald ırmış bu-
lunan müşriklere kar şı bir misilleme hareketi tayin etmektedir. Buna
karOık• "Allah sizi, din hakk ında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlartn ız-
dan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan
menetmez. Çünkü Allah, adalet yapanlar ı sever.."6 ayeti de müslüman-
1 Enfal Suresi: 39
2 Ayet: 119
3 Teybe Suresi: 5
4 Tevbe Suresi: 11
5 Teybe Suresi: 36
6 Milmtehine Suresi: 8
Cüz': 2, Sure: 2 197

larla barış içinde ya ş amak isteyen mü şriklere kar şı barış içinde yaş a-
mayı, onlara iyi davranmay ı tavsiye etmektedir.'
Nitekim Hz. Pey ğamberi'n şu hadisi de İslamda hiç kimsenin zor-
la dine sokulmayaca ğnu gösterir: "Hz. Peygamber (s.a.v) bir ordu veya
seriyye gönderdiği zaman başına geçirdiği kumandana ve yan ındaki müs-
lümanlara Allah'tan korkmaya tavsiye ettikten sonra kumandana şöyle
derdi : Allah'ın adiyle gaza), a çıkıntz, inkür edenlerle sava şınız,
gazâ ediniz, hiyanet etmeyiniz, ganimet mal ını çalmayınız, andi bozma-
yınız, kulak burun kesmeyiniz, çocuk öldürmeyiniz. Mü ş rik olan düşına-
tanla karşılaştığın zaman onları üç şeyden birine davet et, hangisini kabul
ederlerse sen de kabul et, onlardan elini çek : Onları İslama davet et. Kabul
ederlerse sen de onların müslümanl ıgını kabul et ve onlardan elini çek ve
onları , yurtlarını bırakıp göçmenlerin yurduna gitmeğe davet et, bunu yap-
tıkları takdirde göçmenlere uygulanan hükümlerin kendilerine de uygu-
lanacağını söyle. Bunu kabul etmezlerse müslüman bedeviler gibi, olacak-
lannı, Allah'ın mü'minlere uygulanan hükümlerinin kendilerine de uy-
gulanacağını, ancak müslümanlarla birlikte savaşa katılmadıkça ganiınet
alamayacakların ı söyle. Bunu kabul etmezlerse onlara cizye vermeyi teklif
et. Kabul ederlerse onlardan cizye al, başka bir şey yapma. Bunu da kabul
etmezlerse Allah'tan yard ım dile ve onlarla savaş . Bir kale halkını ku şat-
tıgın zaman onlar, kendilerine Allah ve Resulünün zimmetini (hayat
güvenliğini) tanımam isterlerse onlara bunu tanıma, fakat sen kendin ve
adamların adına onlara can güvenliği tanı . Çünkü senin ve adamlarının
verdiği garantiden cayman, Allah ve Resulünün garantisinden caymandan
daha hafif olur. Onlar senden Allah'ın hükmünü kendilerine uygulan ıanı
isterlerse bunu kabul etme, fakat kendi hükmünü uygula. Çünkü sen, Al-
lah'ın onlar hakkındaki hükmünü do ğru bir biçimde uygulay ıp uygula-
mayacağ'ını bilemezsin."'
194 ncü âyetteki bardm, ayına gelince: Haram ayı tabiri, ilk defa
bu ayette kullan ılmaktadır. Haram dokunulmas ı yasak, kutsal de-
mektir. Araplar, kentler aras ında serbestçe, güvenlik içinde gidip gele-
bilmek için dört ayı haram (dokunulmaz, kutsal) kabul etmi şlerdi.
Bunlardan üçü, ard arda gelen hac aylar ı idi: 2ilka<cle, 2illıicce, Muhar-
rem. Bu aylarda İrak'tan, Yemen'den, Ş am'dan, çe şitli bölgelerden in-
sanlar kentlere serbestçe gidip gelebilir; Arap kabileleri hac ibadetle-
rini güvenlik içinde yapabilirlerdi. Receb ay ı ise, özellikle Hicazhlar
arasında dini bir aydı. Şüphesiz bu dola şma serbestisinin, ekonomik

1 Ibu Mace, Cihad, 38; Diyat, 14; Siyer 47, Fe<J'ailu'l-ur'ân. 17; Muvatta', Cihad,
11; Ihn 1.1anhel, II. 524.
198 Bakara Suresi

bakımdan Araplara büyük yarar ı vardı . Bu aylarda ticaret canlan ıyor-


du. Dini ve ekonomik yararmdan ötürü Araplar, bu aylarda birbirlerine
saldırmazlar, kan dökmezlerdi. Kur'ân- ı Kerim de bu aylar ın haram ayı
olduklarını kabul etmi ş , fakat ba şkalarından bir saldırıya uğradıkları
takdirde müslümanlar ın bu aylarda dahi onlara kar şılık vermelerini
amretmi ş tir. Çünkü müslümanların, saldırıyı cevapsız, bırakmalar ı,
kendilerini zayıflatır, kâfirlere de cesaret verir.

Hz. Peygamber, ömre yapmak maksadiyle hicretin alt ıncı yılında


Mekke'ye do ğru hareket etti. Fakat mü şrikler, onun Mekke'ye girme-
sine engel oldular. Çetin münaka ş alardan sonra Hudeybiye Bar ış And-
laşması yapıldı . Bunun ş artlarından biri de müslümanların, bu sene
dönüp, gelecek sene ömreye gelmeleri idi. Olay, Haram aylar ından
2i'l - Ka`de'de olmuştu. Müşrikler, müslümanları geri çevirmekle övün-
düler. Yüce Allah da müslümanlar ı ertesi y ıl aynı Haram ayı içinde
Mekke'ye soktu. Onların bu ayda müslümanları Mekke'den menetme-
lerine ,mukabil, Allah da bu ayda onlar ın Mekke'ye girmelerini sa ğladı .
Ve o ayı bu ayla takas ettirdi. Ayette ayr ıca hangi zamanda olursa ol-
sun saldırıya cevap verilmesi emredilmi ş olmaktadır. Zaten Haram ay ın-
da savaşma yasa ğı, islâmda kaldırdmıştır. Saldırıya misliyle karşılık
verilmesi, umumun selâmeti ve Islâm ın şevketi için gereklidir.

195 ne! âyette müslümanlara, Allah yolunda mallar ını harcamalar ı,


cimrilik edip kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmamalar ı, iyilik et-
meleri, Allah' ın, iyilik edenleri sevdiği buyurulmaktadır

Savaşla ilgili âyetlefin ardından gelen bu âyet, sava ş masraflarını


karşılamak için müslümanları Allah için mal-para verme ğe te şvik etmek-
tedir. Çünkü, sava ş , paraya dayan ır. Mali destek olmadan sava şı sür-
dürmek mümkün de ğildir. Savaş masraflarm ın, müslümanlar tarafından
karşılanması gerekir. Şayet müslümanlar cimrilik eder, sava ş masrafları
nı karşılamazlarsa kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atm ış olurlar.
Çünkü kendilerinden güçlü ordulara, yenilip peri şan olurlar.

Ayetin sonunda Allah'ın, iyilik edenleri se<;di ği belirtilmek suretiyle


Allah yolunda mal-para harcamanm önemi vurgulan ıyor.

Buhâri'nin Huzeyfe'den nakletti ğine göre âyet sadaka hakkında


inmiştir. Müslümanların Istanbul'u ku ş attığı sırada bir müslüman,
düşman saflarına hücum edip düşmanın arasına dalmış , sonra çıkıp gel-
miş , herkes ona: "sublıânellâh! Kendisini tehlikeye att ı n" diye bağırmış,
Ebû Eyyllb (el-Ensaâri) onlara:
Cüz): 2, Sure:• 2 199

"— Siz, ayeti yanl ış yorumluyorsunuz. Bu ayet biz Ensâr hakk ında
inmiştir. Allah, dinini giiçlendirip, dinin yard ımcıları çoğahnca biz, ken-
di aramızda: "Keski art ık biz mallarımı zın başına dönsek de onlara bak-
sak!" dediydik de Allah bu ayeti indirdi." demi ş'.
Muhakkak ki Ebu Eyyûb el-Ensâri Hazretleri, İstanbul kuşatma-
sında bulunan müslümanlara cesaret vermek için ayeti o ş artlara uygun
olarak tefsir etmiştir. Evet ayet, müslümanlar ı infâka te şvik ediyor ama
bu infâkın savaş masraflarını karşılamak için yapılacak infak oldu ğu;
söz geliminden anlaşılıyor Çünkü sava ş önce cana, sonra mala dayan ır.
Canlarını Allah Yoluna fedâ etmeğe hazır alan müslümanlara, mallarını
da o uğurda harcamaktan çekinmemeleri buyurulmak suretiyle konu
bağlanıyor,

..,,a,....:zn ... Z. • , 1• ı
,:.) U Lu J. j I ..9«o•oj I j
ı ı ı ı
0 , ...
i; ı e ..1 1 ..« o/ J'. .0 , .5' .. 0 o/ .Z. i ı 0 _,
(.9.... ...›. icos,.../.., . .9 ..) I >41‘...,.•J j (S 4/...3 (....r.
... ‘ /. 1. oo • 0 0 oo.

1
O O 10;.xi.5 ."

A (S :b 4...t j j _ıı ....A ;....,....#


ı ı

J' ı* D .... t / ../ o. * '' t ,..


9 .::....
..:,...,:

e-
i
, ,
,..,J ,, ....4 °J■ ,:,.. ..,„_.÷..;„,t 1,...; c_.,...11 JI
• ı
I
I c.-> J1
.
r

I
•'?

e • o

or3

N•‘) I;_.:Cpi

196- Allah için hacca ve ömreyi tamamlayan. E ğer (düşman veya


hastalık gibi bir engelle) çevrilmiş olursanız (size) kolay olan kurbanı
.

(gönderin); kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.


İçinizden hasta olan veya başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan
ötürü traş olmak zorunda kalan) kimse, oruçtan, sadakadan veya kurban-
dan (biriyle) fidye (versin). Güvene kavu ştuğunuz zaman haç (zamanm)a
kadar ömre ile faydalanmak isteyen kimse, kolay ıma gelen kurbanı (keser).
Kurbanı bulamayan kimse, üç gün hacda, yedi gün de döndüğünüz zaman
(olmak üzre) tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram'da otur-
mayanlar içindir. Allah'tan korkun ve Allah' ın cezasının çetin olduğunu
bilin.

1. Ibıı Kelr
200 Bakara Suresi

Tefsir:

196 ncı ayet, birkaç hühüm içermektedir:


A— Hac : Lügatte bir şeyi kasdetmek, saygı gösterilecek bir yere
gitme ğe azmetmektir. şeriatte hac : özel zamanda, özel yerde birtak ım
özel işleri yapmaktır ki bu işlerin bir kısmı rükün, bir kısmı vacib, bir
kısmı hey'ettir. Rükün, yap ılmadan ihramdan ç ıkılamayacak olan fiil-
lerdir. Vâcib, terkinden ötürü kurban laz ım gelen işlerdir. Hey'et ise
terk edene kurban gerekmeyen güzel hareketlerdir.

Haccın rükünleri : Hanefilere göre ikidir: Arafat'ta durmak, Ka-


be'yi tavaf etmek. Di ğer üç mezhebe göre hacdır rükünleri dörttür:
Ihrama girmek, ziyaret tavafı yapmak, Safâ ile Merve arasında ko şmak,
Arafat'ta durmak.

Haccın vâcibleri :Milana veya daha önce ihrama girmek, Arafat-


taki vakfeyi güne ş batıncaya kadar sürdürmek, Müzd£life'de bir mik-
tar durmak, Safâ ile Merve aras ında koşmak, Mina'da ta şları atmak,
ziyaret tavafını bayramın bir, iki veya üçüncü gününde yapmak, vedâ
tavafmı yapmak, Tavafa Hacer-i Esved tarafından başlamak ve Kâ-
be'yi sola alarak sa ğa doğru yürümek, ta şları attıktan sonra kurban kes-
mek ve tıraş olmak...

Bunların dışında kalan hac filleri sünnettir.

B — (Ömre de lügatte ziyaret demektir. Şer'an: ıhram, tavaf,


sa'y, tra ş veya saçları kısaltmaktan ibaret olan özel bir Ka'be ziyanti-
dir. comre'nin ş artı : ihrama girmek; rükünleri: tavaf ve sa'yetmek;
vacibi: tra ş olmak veya saçlar ı kısaltmaktır. `Ömre de küçük bir hacdır.
Ancak hac belli zamanda yapılır, (ömre her zaman yap ılabilir. Hanefi-
lere ve Malikilere göre `ömre nafiledir, Ş afülere ve Hanbelilere göre
farzdır.

Hac zamanmda ömresiz olarak tek ba şına yapılan hacca ifrad haccı
denir. Hac zamanında ınikatta, `ömre yapmak niyyetiyle ihrama girerek
cömreyi yaptıktan sonra ihramdan ç ıkıp bir Mekkeli gibi kalmak, sonra
hac günlerinde yeniden ihrama girmek suretiyle yap ılan hac, ternettuc
haccıdır. Mikatta hem 'ömre hem de hac niyetiyle ihrama girip önce
cömreyi, sonra ihramdan ç ıkmadan haccx yapma ğa da kıran hattı denir.
Ebu Hanife'ye göre hacc ın efdali önce kıran, sonra ifrad, sonra temet-
tucdür. Fakat ş afil'ye göre efdal olan önce ifrâd, sonra temettuc, sonra
kıran haccıdır.
Cüz': 2, Sure: 2 201

C — "Hac ve ömreyi tamamlay ın" ifadesinin anlamı üzerinde


birkaç tefsir ileri sürülmü ştür: Bunlar ı tamamlamak, farz ıiıı, vacibini
eksiksiz, tam anlamiyle yerine getirmek; ba şka bir amaçla de ğil, sırf
bunları yapmak gayesiyle yola çıkmak; bunları yapmak için helal ve
temiz mal harcamak vs. Bir görü şe göre buradaki "tamaınlayın" sözü
yarım kalanı tamamlayan demek de ğil, "edâ edin" demektir.'
Bu ayet Hudeybiye olay ı üzerine inmi ştir. Müslümanlar, hicretin
altıncı yılında ömre yapmak maksadiyle yola ç ıkmışlar, fakat Hudeybi-
ye'de müşrikler tarafından engellenmi şlerdi. İşte ayet, onlara ba şladık-
ları hac ve ömreyi tamamlamalar ını emretmektedir. Bundan dolay ı
"tamaınlayın" sözünü kendi asıl manasında anlamak daha do ğrudur.
Nitekim bundan bir yıl sonra yap ılan ömreye cÖmretu'l-kada kaza-
ömresi) denmiştir.
Bi!ginlerden bir kısmına göre ayet, mutlak emir de ğildir. Hac ve
ömreyi mutlaka emretmiyor, fakat yar ıda kalan hac ve ömreyi tamam-
lamayı emrediyor. Çünkü ba şlanan nafile ibâdeti tamamlamak farzd ır.
Demek ki bu âyetle henüz hac, farz k ılınmamaktad ır. Bir kısım ulemâ
ise bunu mutlak emir kabul ediyor ve böylece `ömreyi de farz say ıyorlar2
Omrenin nafile oldu ğunu söyleyenlere göre hac bu âyetle de ğil:
"Ona gitmek için yola gücü yeten kimseye haccetmek, insanlar üzerinde
Allah'ın bir hakkıdır."' âyetiyle farz olmuştur. Haccı emreden ayetlerde
ömreden söz edilmemektedir. Islam ın esasların ı bildiren badislerde de
ömre adı geçmez. Yaln ız nitelik bildiren ayetlerde ömre de hacla bera-
ber zikredilmiştir. Mesela bu ayette, ve "Safâ ile Merve Allah' ın nişau,-
larındandır. Kim hacceder veya ömre yaparsa bunları tavaf etmesinde
kendisi için bir günah yoktur"4 ayetiude oldu ğu gibi. İşte bundan dolayı
İbn Mes'ıld, Câbir ibn Abdullah, Sa'bi ömrenin sünnet oldu ğuna kani
olmuşlar; Malik, Neha'i ve Ebu Hanife de bu görü şü benimsemişlerdir.
Taberi de bu görüştedir. İbn Abbas, Said ibn Cübeyr ve Atâ ise ömrenin
de hac gibi farz oldu ğu kanaatine varmışlar; Mü, Ahmed, Malikilerden
İbnu'l-Cehm de bu görü şü benimsemişlerdir. Kurralarda.n bir k ısmı
ömre kelimesini merfû okuyup müpteda yapm ışlarsa da Taberrye göre.
doğrusu mansubolmas ıdır. Çünkü mansubolmas ı, ömrenin farz oldu-
ğunu göstermez. 5

1 Bkz. Taberi, Camicul-beyâil, II, 209


2 Râzi, Meffitihul- ğayb, II, 152; Taberi, IL 208, 212
3 Ali imren Suresi: 97
4 Bakara Suresi: 158
5 Taberl, II. 211
202 Bakara Suresi -

Ömrenin farz oldu ğunu söyleyenler şu hadisleri delil gösterirler:


"Kimin yan ında kurbanı varsa ömre ile birlikte yaptığı hac için kurban
kessin." 1 "ömre, k ıyamete kadar ha can içine dahildir."2 "Hac ve ömre
iki farzd ır, hangisinden başlasdn zararı yok." 3
Fakat Taberi, ömrenin farz oldu ğunu gösteren hadislerin sened-
lerinde çürüklük görmektedir. Ayrıca ömrenin sünnet oldu ğunu bil-
diren hadisler de vardır. Câbir ibn Abdullah'ı n rivayetinde ömrenin
farz olup olmadığı hakkındaki bir soruya Hz. Peygamber: "Hayır, farz
değil ama ömre yaparsanız sizin için iyi olur" 4 demiştir. Ebu Sâlih el-
Hanefi de Hz. Peyamber'in: "Hac, cihaddır, ömre nafiledir." dedi ğini
rivayet etmi ştir.
Birinci görüş sahiplerine göre ömrenin vaciboldu ğunu söyleyen
hadisler sahih olsa bile bunlar, ba şlanmış olan ömreyi kasdetmektedir.
Çünkü ba şlanan nafile ibadeti tamamlamak farz olur. Ayetlerde ömre-
nin farziyyetini gösterir bir ifade yoktur. Hadislerde ise hem farz ol-
duğu, hem de nafile oldu ğu hakkında rivayetler vard ır. Şüpheli olan ifa-
delerle farz sabit olmaz. Demek ki ömrenin farziyyetinden söz eden ha-
disler, başlanan ömreyi kasdetmektedir.
D — "Eğer ihş tır edilmiş olursanız size kolay olan kurban ı gön-
derin." İhşetr, tutmak engellemek demektir. İh şdr'ın anlamı üzerinde
iki görüş ileri sürmüşlerdir: Birinci görü şe göre ihş ör hastalık, düşman
veya herhangi bir sebeple tutulmak, engellenmek; ikinci görü şe göre
itışlir, sadece düşman tarafından engellenmi ş olmaktır. Hanefilere göre
ihrama girdikten sonra Kâ'beye kavu şmasına engel olan herhangi bir
nedenle geri kalana mulışar denir. Ş afifiere göre yalnız düşman tarafın-
dan engellenmiş olan muk ş ardır. Her ne suretle olursa olsun gerek hac,
gerek ömre için ihrama girdikten sonra Kâbe'ye varmas ı engellenmiş
olan insan, ihramdan çıkabilmek için kesilmek üzere bir hedy -gönderir.

Hedy : hedye'nin ço ğuludur. Allah'a yakla şmak maksadiyle Al-


lah'ın evine hediyye edilen kurbanlar demektir. Kurban, deve, s ığır
ve davar cinsinden olur. En iyisi deve, ortas ı sığır, aş ağısı koyun ve
keçidir. Ş ahsın durumu hangisine müsaitse onu keser.

1 Bubüri, Hac 77, 104, Tefsiru Sure II, 35, Me ğâzi, 77; Müslim, Hac, 111, 113, 173, 190;
Ebû Dâvûd, Menâsik, 23, 24; TirmiZ1, Hac, 96; Nesâ'i, Menâsik, 50, 58; Muv4ta', Hac 42.
2 Müslim, Hac, 203; Ebû Davûd, Menâsik, 23, 24, 56; bn Mâce, Menâsik, 40, 84; Dürimi,
Menâsik, 34, 38.
3 Deylemi, Musnedu'l-Firdevs'te Câbir'den; I3âkim Zeyd ibn Sâbit'ten rivayet etmi şler-
dir. Fayçlu'l-Iadir, III, 407
4 Taberi, Camicu'l-beyiin, II, 212; Ilin Banbel, III, 357
5 Dm Mâce, Menâsik, 44; Taberi, Ii. 212
Cüz': 2, Sure: 2 203

E — "Kurban, mahilline var ıncaya kadar başlarınız ı tıraş etmeyin."


Ayetteki mahill kelimesi üzerinde ihtilaf vard ır. Ebu Hanife'ye göre bu
kelime mekan ismidir, Safiiye göre zaman ismidir. İşte bu anlay ıştan
ötürü ictihad farklar ı ortaya çıkmıştır. Hanefilere göre kurbanm kesil-
me yeri Harem bölgesidir. Abdullah ibn Mes'ûd, İbn Abbas, Atâ, Tavus,
Mücâhid, İbn Sirin, Seyri ve Malik de bu görü ştedirler. Buna göre en-
gellenmiş olan kimse, kolay ına gelen türden bir kurban alıp kesilmek
üzere Harem'e gönderir, kurban ı kesilince ihramdan ç ıkar. Fakat Sa-
fiiye göre insan ın engellenmiş olduğu yer, kurbanm kesilme yeridir.
Nerede engellenmi ş ise orada kurban ını kesip ihramdan çıkar. Çünkü
Hz. Peyğamber (s.a.v.) Hudeybiye'de engellenmi ş ve orada kurbanır ı
kesmiştir. Hudeybiye, Harem bölgesine dahil de ğildir. Ayetteki mahill
kelimesi, kurbamn kesilme zamanı anlammadır. "Kurban, kesilme
zamanı,na- erişmeden başınız ı tıraş etmeyin" demektir. Hanefilere göre
bu mütalaa, ayeti as ıl anlamı dışına çıkarmak olur. E ğer kurban, engel-
lenme yerinde kesilseydi, zaten mahalline eri şmiş demekti, artık "kur-
ban gideceği yere varıncaya kadar.." sözüne lüzum yoktu. Ayrıca "Sonra
bunlar Beyti Atik'e var ır."',' "Ey inananlar ihramlı iken av öldürmeyin.
Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan, öldürdüğü kadar oldu-
ğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedece ği, Kâ'be'ye varacak bir kurban
ödemesi gerekir.." 2 âyetleri de kurbanm varaca ğı yerin Kabe oldu ğunu,
orada kesilece ğini göstermektedir. Gerçi Hz. Pey ğamber, kurbanını
Hudeybiye'de kesmişti ama Hudeybiyenin bir tarafı hille, öbür tarafı
Harem idi. İşte Hz. Peyğamber, kurbanını, Hudeybiye'nin, Mekke'nin
aşağısma düşen Harem'e dahil kısmında kesmişti.

Ömre niyyetiyle ihrama girip de engellenmi ş olan, dilediği zaman


kurbanmı kesip ihramdan çıkabilir. Fakat hac için ihrama girip de en-
gellenmiş olan, Ebu Hanife, Malik ve Safiiye göre hemen kurbamaı kesip
ihramdan çıkabilir ama Süfyan-i Seyri, Ebu Yusuf ve Muhammed'e
göre bayram gününden önce kurban ı kesemez.
Birinci görüş elbette daha kuvvetlidir Çünkü önemli olan, hac ve-
ya ömreyi yapamamaktan ötürü bir kan ak ıtmaktır. Hacc ı yapamadık-
tan sonra gereksiz yere bayram gününe kadar ihram içinde kalmak,
muh şar insana zarard ır.

F — " İçinizden hasta olan veya başından bir rahatsızlığı bulunan


kimse, oruçtan, sadakadan veya kurbandan biriyle fidye (versin)."

1 Hac Suresi: 33
2 Maide Soresi: 95
204 Bakara Suresi

Bazıları bu ruhsatın, sadece mulışar(engellenmi ş olan)a mahsus


olduğunu söyle ıniştir. Âyet böyle bir sebeple inmi ş olsa dahi ister muh-
sar olsun., ister olmas ın ihramda bulunan herkese ş amildir: İhramh
olan kimse, hastalık, başından rahats ızlık dolayısiyle tıraş olmak, di-
kişli elbise giymek gibi ihramlıya yasak olan şeyleri yapabilir, koku
sürünebilir ama buna kar şılık fidye verir. Çünkü Hz. Peygamber, Hu-
deybiye'de ashabdan Ka'b ibn Ucre'nin ba şında bit türedi ğini görünce
tıraş olmasını , kesecek kurbanı da bulunmadığından ya üç gün oruç
tutmasını veya her fakire bir ölçek olmak üzere alt ı fakire yemek yedir-
mesini enıretmiştir'. 1 Başka varyantlarda bu miktar üç ölçek diye geç-
ti ğinden ya ğlı yemekten üç, hurma yeme ğinden altı ölçek olmas ı ge-
rekti ğine lıükmedilmiştir.

Demek ki ihramda iken ba şını tıraş etmek zorunda kalan kimse


ya üç gün oruç tutar, ya alt ı fakire birer kab yemek yedirir veya kurban
keser. Bu kurban, âyette nüsük kelimesiyle ifade edilmi ştir.

Nüsük : Posadan arıtmak için eritilmiş gümüş , maden vs.dir. Ruhu


günah kirinden arıtan ibadete de nüsük denmi ş , sonra insan ruhunu en
çok temizleyip insan ı Allah'a en fazla yakla ştıran kurban ibadetinin ad ı
olmuş tur. Önce de belirtti ğimiz gibi kurban ya deveden, ya s ığırdan
veya koyun ve keçiden olur.
G — "Güvene kavu ştuğunuz zaman hac (zaman ın)a kadar ömre ile
faydalanmak isteyen kimse kolaytna gelen bir kurban (keser)."
Âyetteki temettut kelimesi iki mânaya gelir: Biri ihramdan ç ıkıp
kadınlardan yararlanmak, di ğeri hac aylarında hac ile ömreyi cemet-
mektir. Demek ki bu ayette ihramdan ç ıkınca kadınlardan istifade et-
menin mübah oldu ğu anlatıldığı gibi hac ve ömrenin birlikte yap ıla-
bilece ği de anlatılmış olmaktadır. islamdan önce Araplar hac ile ömreyi
birlikte yapmayı kötü işlerden sayarlard ı . İslam onlarm bu yarg ılarım
reddetmektedir.
Âyetin bu kısmı üzerindeki ihtilaflar ı belirten Taberi ş öyle diyor:
"Yüce Allah buyuruyor ki: Ey inananlar, engellendi ğiniz zaman kolayı-
nıza gelen bir kurban kesin. Dü şmandan veya hastalıktan korkunuz
geçip de hac zaman ına kadar ömre ile yararlamrsan ız yine kolaymıza
gelen bir kurban kesmeniz gerekir.
" İbn Zübeyr, İbn Abbas ve Atâ'ya göre muhsar (engellenen insan),
hac zamanını geçirmiş olursa Mekke'ye gelir, ömre yap ıp ihramdan ç ıkar

1 Müslim, 1Pıc, 80-84


Cüz': 2, Sure: 2 205

ve böylece gelecek hac mevsimine kadar helal olmaktan (ihram ı çıkar-


maktan) yararlan ır Sonra ertesi y ıl hattını yapıp kurbanını keser.
" İbrahim ibn Alkame, Said ibn Katâde ve di ğerlerine göre muhsar,
ömre yapmadan kurban kesip ihramdan ç ıkmışsa ertesi yıl hac ayla-
rında ömre yaptıktan sonra henüz haecetmeden ihramdan ç ıktığı tak-
dirde bir kurban keser.
"Mücâhid, Nâfi ve bir toplulu ğa göre de bu hüküm, Mekke d ışın-
dan. gelenlere mahsustur. Böyle bir adam ömresini yap ıp ihramdan çı-
kar, hac zaman ına kadar ihrams ız kalır, hac zaman ında yine ihrama
girip hattını yapar."'
Ayetin aahirinden ve bu rivayetlerin özünden anl ıyoruz ki hacı,
ömre ile hacc ı beraber yapabilir. Ayni mevsimde önce ömreyi yap ıp
ihramdan ç ıkan kimse, ihramdan ç ıkışından dolayı arız olan eksikligi
telifi için veya Allah' ın verdi ği kolaylığa şükür için bir kurban keser.
Hac ile timrenin, hac mevsiminde beraber yap ıl ı p yapılamayaea ğı
hakkında ashaptan muhtelif rivayetler nakledilmi ştir. Rivayete göre
Hz. Ömer ve Hz.Osman bunu menederken Hz. Ali emredermi ş . Herhal-
de Hz. Ömer ve Hz. Osman' ın ömreyi hac zaman ında menetmesi, öm
renin o zaman caiz ohnamas ından ötürü de ğil, Beytullah'ın, yılın her
zamanında ziyaret edilmesi ve Mekke fukaras ının her mevsimde göze-
tilmesi gayesiyle yap ılmıştır. Hz. Ali ise bu işin kendi•htiyarımıza bı-
rakıldığını söylemiştir.2
H — "Kurban bulamayan kimse, üç gün hacda, yedi gün de dön-
düğünüz zaman oruç tutar. Bunlar tanı on gündür. (Bundan eksik veya
fazla' de ğildir)."

Parasızlığından veya hayvan bulamad ığından ötürü kurban ke-


semeyen kimse, hac esnasmda üç gün, ailesine döndükten sonra da yedi
gün olmak üzere tanı on gün oruç tutar. Hacda ihrama girdi ğinden iti-
baren bayram gününe kadar ne zaman isterse oruç tutabilir. Fakat
Zil-Hiece'nin yedinci, sekizinci ve dokuzuncu günlerinde tutmak müs"-
tehabdir. Döndükten sonra tutulacak oruç da eve döndiikten sonra
tutulur. Bir k ısmırı a göre hac i şleri bittikten sonra yolda, Malik'e göre
Mina'ya varır ca tutulabilir.
İ — "Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayanlar içindir..." Bu,
zarniri temettu'a i ş aret olabilece ği gibi oruç ve kurbana da i ş aret ola-

1 Taberi Camiu'l-beyin II, 243-245


2 Bkz. Tefsfru Ayai'l-abkiim, I, s. 102
206 Bakara Suresi

bilir. Ebu Hanife'ye göre temettu'a i ş arettir. Yani ancak ailesi Mes-
cid-i Haram'da oturmayanlar ömre ile hacc ı birle ştirebilirler. Mescid-i
Haram halkı temettu' ve k ıran hattı yapamaz. Yaparsa cinayet demi
gerekir ki bundan yiyemez. Ş afirye göre "bu" zamiri, oruç ve kurban
fidyesine i ş arettir. Yani ailesi Mescidi Haram'da oturmayanlar, oruç
ve kurban fidyesi verirler.Âilesi Mescid-i Haram'da oturanlar, temet-
,

tu` yap ıp ihramdan ç ıkmakta kendilerine oruç tutmak veya kurban kes-
mek gerekmez. Zira ömre yapan ta şralı, ömre için rnIkatta ihrama gi-
rer, sonra ihramdan ç ıkar, hac için yeniden ihrama girer ama bu kez
mikattan de ğil Harem'den ihrama girdi ğinden ölmesine göre haccmda
bir eksiklik olur. Bunu telifi için kurban keser. Fakat Mekke'li, ömre
için de hac için de Harem'de ihrama girer. Böyle bir eksiklik onun için
söz konusu olmadığından ona oruç ve kurban fidyesi gerekmez.' Hane-
filerin de delilleri varsa da fazla teferruâta girrne ğe lüzum yoktur.

Meseid-i Haram'da oturmayanlar kimlerdir? Evleri mikit d ışında


olan bütün ta şralılardır. Bunlara MM: denir. Mikatlarda ve mikatlar-
dan beride oturanlar Mescid-i Haram halk ıdırlar. Bunlar Mekke'ye
ihramsız olarak girip çıkarlar. Mekke'den çıkanlar da mikatı geçmedik-
çe yine ihrama girmeden Mekke'ye dönenler.

,..:1, ) 9ci
- .,.:Jı ',.): t...! ,?,-,: i ğ ,_•,:i- ‘ >. : ° . ,43._I" 4' .-„, ..*3 ı
_,..,'.1,,_
9 o - .• .... •- •
4.,,a.-1-it-ı ,...,-,-,:- ,:)...• 1.9-1-•tı2-; t-• _9 G .. . ,. . .1I J., J ı -L.e- 'T:, "c31.....:_i 51-_,
ula!
...• • ,11 1-.., (:),,..'-.. r :, (1.,:;i:d ,.. ;1I ",:;,..- '.), G I i'.37;2; ", ‘ ' aıı
ı-..5 Cı ° °<:,-, ., 'k.°.,, -.J ı j'_;,:::°:.; °,..)- i ''c.C.::,- ° .' ..C .:CP . ,:J 0 ah V)
.- ‘j e'« " G.7^'"?:

1"J
--,Iı -,°_,- .:n ".ı::,_p -41ı 11.;_ *ı"_ı L-_,Ci",:p *..,. "z°,.:11
-
- F
,51,. )

,. . - ., . _ . -, 9.. , .. ..—. 9 4 • ... o i --o 4,'


...• (:) I , C.7,4 I i A.L;2:j)
41 I i j_.a..;,_:-....1 j 4.,... lji I 47,i;li I L_,_,..- ,..)
..

41:k1 13-','.S..b°G ° .',:.‹.„,..C...".4 . 5.72,a-J I'S ei < `k 'k) "s' _,:j ij,';:.
- " t`:-
',J..9-';1-, °L.7-.4 „,......(_:jr,..,:.,:i ‘ T.,°. ;› '-i"._.;-,1 °il' `;.<:t1-_,:r °‘:...ç J:S...CS
. ... .,
e_...,„. j ( Y . • ) S5k>. °,..,:... ;,„,.:-TI • j j4C..5 C,, i C..;',.01 Li ı:,_;T t:;

1 Râzt, Metfâtibu'l- ğayb, II, 162


Cüz): 2, Sure: 2 207

,„ _
J 1"." J..9-4.-?.
5
11,:„..s ° e-4- ): J1 1-jj

r ",:ü ı 11,S °.* ı", (Y • Y) •


,
- ı% ° .". " 4. - ı "50,

197— Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihrama girerek) hattı


(kendisine) farz ederse bilsin ki, hacda kadına yaklaş mak, günaha sap-
mak, kavga etmek yoktur. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. (Yol
için) kendinize azık alın (da bir günaha dü şmekten korunun), çünkü
azığın en iyisi (günahlardan) korunmadır. Ey akıl sahipleri benden kor-
kun! 198— Rabbinizin lütuf ve keremini araman ızda sizin için bir günah
yoktur. Arafat(taki duruş)tan ayrılıp (Müzdelife'ye) akın edince Me ş'-
ar-i Haram'da Allah'ı anın, O'nun size gösterdiği biçimde O'nu anın.'
(Bilirsiniz ki) siz, O'nun yol göstermesinden önce sap ıklardan idiniz.
199— Sonra insanların akın akın döndüğü yerden siz de ak ın edin ve
Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.
200— Hac ibadetlerirıizi bitirince atalari,nızı andığınız gibi hattâ daha
kuvvetli bir an ışla Allah'ı anın. Insanlardan kimi "Rabbimiz, bize dün-
yada ver!" der ; onun âhirette bir payı yoktur. 201— Onlardan kimi de :
"Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver, bizi ate ş
azâbından koru!" der. 202— İşte onların kazandıklarından (alacaklar ı)
bir payları vardır. Allah, hesabı çabuk görendir. 203— Say ılı günlerde
Allah'', anın (tekbir alın). Kim hemen iki gün içinde (Mina'dan Mek-
ke'ye) dönerse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa korunduğu takdirde
ona da günah yoktur. Allah'tan korkun ve O'nun huzuruna toplanacağınızı
bilin.

Tefsir:
186 nci âyette hacc ın, belli aylarda yap ılacağı, hac yapmak isteye-
nin hac aylarında cinsel ili şkiden, günahtan, kavgadan sak ınması ge-
rekti ği belirtilmektedir. Hac aylar ının Şevvâl, Zilka'de Zilhicce oldu-
ğ u rivayet edilirse de bunlar ın, haram ayları olan Zilka'de, Zilhicce ve
Muharrem ayları olması daha uygundur. Çünkü bu aylar, eskiden beri
haccın güven içinde yapıldığı aylardır.

1 Yahut: O size nasıl güzel hidayet ettiyse, siz de onu öyle güzel bir biçimde an ın. Envtı-
ru't-Tenz11. I. 146
208 Bakara Suresi

Haccın amacı, ruhu dünya dü şüncelerinden temizleyip Allah'a


yönelmektir. Hem hacca gidip hem de oran ın aclabına yakışmayan kötü
işler yapmak, ba şkaların ı inctmek, gönül yıkmak dogru olamaz. Allah,
yapılan her iyili ği bilir. Yola giden yan ına az ık alır. Ahiret yolcusu olan
insanın, alaca ğı azık takvâd ır. Takvâ (yani günahlardan korunma),
azı klarm en iyisidir.
198— Câhiliyye ça ğında hac aylar ında üç ticaret pazar ı kurulurdu.
Birincisi Mekke dışındaki Ukâz'da kurulur, Zilka'de ay ında kurulan bu
pazar yirmi gün sürerdi. İkinci pazar Mecenne'de kurulur, on sekiz gün
sürerdi. "Üçüncü pazar Zul-Mecaz'da, kurulur, Arefe ve bayram gününe
kadar sürerdi. Mfislümanlar, hac aylar ında böyle ticaret yap ılmasını
günah sayd ılar. Buhari, Müslim ve Nasa'i, İbn Abbas'tan şunu nak-
lediyorlar: " İlk zamanlarda insanlar hac zaman ı , Mina'da, Arafat'ta
ve Suku'l-Mecaz'da alışveriş ederlerdi. Müslümanlar, ihram'da iken
alış veriş etmekten korktular. Yüce Allah: "Hac aylarında Rabbinizin
lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur" âyetini indir-

198-199 nen ayetlerde yüce Allah, hac farizasm ı yapmaya engel ol-
madıktan, hacc ın aclâbl dışına çıkmadıktan sonra hac aylar ında ticaret
yapmanın, ya da me şru biçimde çalışıp kazanman ın günah olmadığını
belirtmi ştir. Arafat'tan indikten sonra Müzdelife'de bulunan Me ş'ar-i
Haram'da Allah' ı zikretmelerini, Me ş 'ar-i Haram'dan da hep birlikte
.Allah'ı anarak. O'ndan ma ğfiret dileyerek inmelerini insanlara emret-
mektedir.
200-202: islamdan önce Araplar, hac ibadetlerini yapt ıktan sonra
Mina'da durup atalarının iyiliklerini atarlardı. İşte 200 ncü ayette müs-
lümanlara, hacc ı tamamladıktan sonra atalar ını andıkları gibi hattâ
ondan da fazla Allah' ı anmaları , O'na şükretmeleri emredilmektedir.
Ayette hacda bulunan baz ı yer adları geçer: `Arafat, Zilhiccenin
dokuzuncu günü hac ıların toplandığı ovadır. Hacıların burada ihramlı
bulunması , yani diki şli elbiselerinden soyunup iki havluya sar ılmış ol-
maları ş arttır. Bu mahşeri kalabalık, insana dünya tasalarm ı 'unut-
turur, sanki mah şer demini ya ş atır. Burada insanlar aras ında tam
e şitlik kurulur.
Mescar-i haram : Arafat'la Mina aras ında, iklüzdelife'de bulunan
bir yerdir. Hacılar Arafat ovas ından sonra Müzdelife'ye gelir, sabah
namazını buradaki Mes'ar-i 1.-larâm'da kılarlar.
1 Taberi, Cânıirul-beyan, I. 285
Cüz': 2, Sure: 2 209

İnsanlardan kimi dünyaya dü şkündür. Allah'tan sadece dünyal ık


ister. oyleleririn âhirette nasibi yoktur. Ama kimi de Allah'tan
dünya ve âhiret iyili ğini ister. Böyleleri, dünyan ın da âhiretin. de
:yiliğine ererler. Onlara kazand ıkları tastamam verilir. Allah kimsenin
amelini zayi etmez. Allah' ın hesabı çabuktur.

201-202 nci âyeter gösteriyor ki islâmda dünyadan el etek çekme


yoktur. Müslüman, dünyada da güzel ya ş amaya çalışır, âhirette de.
Dünyan ın da iyiliklerine, güzel nimetlerine ermek ister âhiretin de. 201
nci âyette belirtilen duâ, duâlar ın en. güzelidir.

203 ncü âyette, "Allah' ı belli günlerde zikredin", buyurulmaktadır.


Burada emredilen zikir, tekbirdir, O'nun büyüklü ğünü yâd etmektir.
Hacılar bayram günlerinde Mina'da şeytanı taşlarlar ve geceleri de
orada geçirirler. Bayram gecelerini Mina'da geçirmek sünnettir. Bu-
rada birinci gün küçük şeytana yedi ta ş , di ğ er günler üç ta şlama yerine
de yedişerden yirmi birer ta ş atılır. Acelesi olan iki gün ta ş atıp döner.
Acelesi olmayan bunu üç gün sürdürür. Hac ı, kendisine uygun olan ı
yapar. Hangisini yapsa bir sak ıncası yoktur.

ot t „ . , .9 ••••
4)-4 j

.

L5.^.- L..,_'; i
• .. -, ii --
.
.
ı , (Y. O çiş.„,:;....i ı ..0 ı j..A , 4,_r_i , _. ,
• ... .. --
LJ CA j_p 4..,,I

,
41, ‘ j.„.:_..J ı , ,::>,_,..°J ı ",!..ı...1°4 _, , 1.,,i
, . _3 u,_1;•°1 ,Li
., ..L.,.....,L
';`";_.:i ı >4:3-..k:;T -,11 3; '43 -j.,_;
.., ı-S ı -, (T • 0) 1-_,...,:;..51 ',...._,:_,"
s, ez
- cy.A (Y • '‘) 1°1 °.3 -.„4
,tcj-
(Y • v) "fij.9'3") e.;.;
,• •

204- İnsanlardan ,öylesi var ki, dünya hayatına dair sözü, senin
hoş una gider. Kalbinde olana (sözlerinin kalbden geldi ğine, sözüniin
özüne uyduğuna) Allah' ı şahit tutar. Oysa o, hasımların en yamanıdır.
205- Dönüp gitti mi (veya i ş başına geçti mi) yer yüzünde bozgunculuk
yapmaya, ekin ve nesli yok etme ğe çalışır; Allah da bozgunculuğu sevmez.
206- Ona : "Allah'tan kork!" dense, gururu, kendisini günaha sürükler.
Art ık ona cehennem yeti şir ; ne kötü bir yataktır o! 207- İnsanlardan
öylesi de var ki, kendisini Allah' ın rızasına -satan Allah da kullar(m)a
çok şefkatlidir.
210 Bakara Suresi

Tefstr:
204-207nci âyetlerde iki insan karakteri çizilmektedir: Biri riyakâr,
yalancı, kendini beğenmiş, kibirli, dıştan dost görünen, içi kin dolu
insan; diğeri 4 Allah'ın rızasmdan ba şka bir şey düş ünmeyen mü'
min, mütevazi insan.
204-206 ncı âyetlerin, Saldfli Almes ibn Şurayk hakkında nazil
olduğu rivayet edilir Bu adam, Zühre o ğullarmm andhs ı idi. Medine'ye
gelip Hz. Pey ğamber'in yanında oturdu, müslüman olduğunu, Allah'ın
Resulünü sevdi ğini söyledi, bu hususta yemin etti. Asl ında münafıktı,
bu sözleri içinden gelmiyor, a ğızdan söylüyordu: Içi kâfirdi. Sonra müs-
lümanlardan bir toplumun ekinlerinin yanı ndan geçerken ekinleri yakt ı
_ve hayvanları öldürdü. İşte "döndüğü zaman başlar, ekini ve nesli yok
etmeğe" ibaresi, buna i ş aret etmektedir'.
Bu tip insanlar her zaman mevcuttur. Kurnazca lâf ederler, söz-
lerini anayı") pullayarak insanları kandırırlar, fakat içleri fesat doludur.
Kimi de var ki bir araba dolusu laf eder, zerre kadar i ş baş aramaz.
Kimseyi de be ğenmez, kendinden üstün insan görmez. Kendisine yan-
lış yola gittiği, Allah'tan korkup kendini düzeltmesi hat ırlatılsa zoruna
gider. "Kendisine Allah'tan kork dense, gurur, kendisini ,günaha sürük-
ler." Bu sözün söylenmesine tahammül edemez, kaba sözlerle muha-
tabmm g'önlünü k ırar. İşte Islam, gerek bu ve gerek benzeri' ayet ve
hadislerle sözden çok özün önemli oldu ğunu beyan etmekte, öze uymayan
sözün bir de ğeri olmadığmı anlatmaktadır. Ş airin dediği gibi:
"Ayinesi iştir kişinin lafe bakılmaz; Ş ahsın görünür rütbe-i akl ı
eserinde."
Evet dünyada böyle içi kof, lafazan insanlar oldu ğu gibi bunim tam
karşıtı olan, yani Lafı- bırakıp iş yapan, yaptıklarını, iyiliklerini söylemek
istemeyen, hattâ gizleyen, yaln ız Allah'ın mama arzu eden insanlar
da vardır. Işte Yüce Allah, Kur'ân' ın mdâni, yani konular ı karşıtlı,
iki kutuplu anlatım prensibi uyarınca bu olgun insan karakterini de
şöyle çizmektedir:

_ satar. Al-
"insanlardan öylesi de var ki kendisini Allah'ın rızasına
lah da kullar(m)a çok şefkatlidir:"
1) İbn Abbas'tan gelen rivayete göre bu âyet, Şuliayb ibn Sinan,
`Ammâr ibn Yâsir, babas ı Yâsir, annesi Sümeyye, Bilâli I3abe şt, 1.1abbâb
ibn el-Erett ve Abis hakk ında nazil olmuştur. Müşrikler butlar ı tutup iş-

1 Taberi, II. 312


Cüz': 2, Sure: 2 211

kente etmi şlerdi. Bunlardan Şuhayb, Mekkelilere: "Ben ihtiyar bir ada-
mım, malım ve e şyam var. Benim, sizin veya dü şmanlarmızm yanında
olmam, size ne yarar, ne de zarar vermez. Ben bir söz söyledim, art ık
Ondan dönmek istemiyorum. Ben size mahm ı ve e şyamı vereyim, böy-
lece sizden dinimi satın alayım" demişti. Onlar da bu söze raz ı olmuş -
lardı . Bu anlaşma üzefine, Şuhayb, malını Mekkelilere verip Medine'ye
geldi. Medine'ye girerken rastlad ık"' Hz. Ebubekir, kendisine: "Al ış
veri şin kazançlı oldu" dedi ve bu âyeti okudu. Demek ö yolda iken bu
âyet inmişti.'
2) Hz. Omer'den gelen rivayete göre de âyet, iyili ği emreden,
kötülükten nehyederı bir adam hakkında inmiştir.
3) Bir rivayete göre de Hz. Pey ğamber'in hicreti s ırasında onun
yatağına girip yatan ve böylece çok büyük hir tehlikeye fütursuzca
gö ğüs geren Hz. Ali hakkında inmiştir.
Bu sebeplerin hepsi yak ıştırmadan ibarettir. Bu âyet, yukar ıdaki
âyetlerle bir bütün te şkil etmektedir. Kur'ân, o âyetlerle bozuk karak-
terli bir insan tipini çizmi şken bu âyetle de onun kar şısında bulunan
sağlam karakterli, Allah r ızası için nefsini feda etmekten çekinmeyen,
Hakkın rızasından başka bir düşüncesi olmayan insan tipini çizmek-
tedir. Her âyete mutlaka bir nüzul sebebi arama ğa gerek yoktur. İn-
sanlık yaratılalıdan beri bu iki tip insan vardır. Birinciler huzursuz-
luğun girdabında bocalar durur, ikinciler huzur ve saâdetin zirvesine
ulaşırlar. "Allah onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler va'detmiş-
dr."' Dünyaları cennet gibi olur, âhiretlerinde ise cennetin içindedirler.

1,14(..7 51 ", °Z:I 1.-s.


5
""j ( • A) '4:; c (*JC12°-.?....t11
O

1.,...ı.PLe • A
(„):

' Lk.A > e'4.;:f 1:f. * Z.) Y1,1


,

j, (Y N.) j3.A c J
o -0
4.■31";C:_. •_„ V. ""s- „I
• `) - • - e F -

(Y N N) -41 °•

1 Rtizt, Meftuibu'l- ğayb, II, 184-189; et-Tefsiru'l-badg, VII, 316-317; Hak Dini Kur'an
Dili, I, 731-734
2 Teybe Suresi: 72
212 nakara Suresi

208-Ey inananlar, hepiniz birlikte İslama (veya barış a) girin, şey-


tanın adımlarını izlemeyin, çünkü o size ap aç ık düşmandır. 209- Size
açık açık deliller geldikten sonra yine (hak yoldan) kayarsanız, bilin ki
Allah dâima üstündür, hikmet sahibidir. 210- Onlar, buluttan gölgeler
içinde Allah' ın ve meleklerin gelmesini ve i şin bitirilmesini mi bekliyor-
lar? Halbuki bütün işler tekrar Allah'a döndürülüp götürülecektir. 211-
İsrail Oğullarına sor; onlara nice açık ayetler verdik. Kim Allah' ın ken-
disine gelen nimetini de ğiştirirse bilsin ki• Allah'ın cezası çetindir!
Tefsir•
208-209: Birinci ayette bütün insanlar ın silm'e girmeleri emredil-
mektedir. Silm kelimesi, sin'in fethi ve kesri ile okunur. Kesriyle okun-
ması daha me şhurdur. Bar ış anlamına geldi ği gibi Allah'a itaat ve teslimi
yet manasındaki İslam anlamına da gelir. Müfessirlerin ço ğunluğuna gö-
re silm, burada İslâm anlammadır. Esasen İslam kelimesi içinde de bar ış
manası vardır. Çünkü Allah'a itaat edenler, birbirlerine kar şı gelmez,
kavga etmezler, bar ış içinde yaş arlar.
Bu ayetin nüzul sebebi hakk ında da çe şitli rivayetler vard ır. Bir
rivayete göre ayet, bir yandan Hz. Pey ğamber'e inanıp diğer yandan
yahudiliğin bazı hükümlerine ba ğlı kalan, kitap ehlinden müslüman
olmuş kimseler hakkında inmi ştir. Bir rivayete göre müslüman görü-
nüp içten kâfir olanlar hakk ında inmiştir. Bir ba şka rivayete göre de
müslüman oldukları halde dinin hükümlerine tam riayet etmeyen,
bu hususta gev şeklik gösteren kimseler hakk ında inmiştir.
Bıi son rivayet, ayetin ruhuna daha uygundur.' Çünkü ayet; yukar ı-
daki âyetlerle ili şkilidir. O ayetlerde mevcut iki insan tipi gösterildikten
sonra bu âyetle inanan insanlara seslenilmekte ve onlara tam mutli ıluğa
ermenin yolu gösterilmektedir. Yüce Allah bu iki ayette buyuruyor ki:
Ey inananlar, tüm olarak İ slâma girin, bar ış ve huzura kavu şun.
İnandıktan sonra şeytanın sözlerine kulak asarak sak ın dinin hükümle-
rinde, Allah' ın emirlerini yerine getirm.ekte gev şeklik göstermeyin. Şey-
tan gibi sizi yoldan çıkarmak isteyen insanların ardından gitmeyin. Çün-
kü şeytanın adımlarını izlerseniz, o sizin aran ıza fitne düşürür, sizi birbi-
rinize dü şman eder. 0 zaman gücünüz azal ır, güvensizlik içinde bocalayıp
durursunuz. "Size aç ık ayetler geldikten sonra (Allah'ın emirlerini tutmak-
ta) kusur ederseniz, bilin ki Allah, azizdir, hakimdir" 2. O, istedi ğini yaptır-
mağa güçlüdür, yenilmez güce sahiptir. Buyru ğuna karşı gelenleri ceza-
1 et-Tefsiru'l-badig VII, 318-319
2 Bakara Suresi: 209
Cüz) : 2, Sure: 2 213

landırır. Fakat ceza vermede aceleci de ğildir. Gücü, kaba kuvvet de ğil,
hikmete bağlıdır. Gücünü hikmetiyle kullanır O'nun gücü yıkıcı değil,
dihelticidir, cezas ı zulüm de ğil, yola getiricidir. O'nun cezas ı da yaratık-
larına rahmettir. Öyle ise O rahmeti bol padi ş ahm gösterdi ği yoldan
gidin: "Hep beraber Allah'ın ipine sardın ve ayrılmay ın." I "Allah'a ve
O'nun resulüne itaat edin, kavga etmeyin ; sonra başarısızlığa uğrarsınız,
gücünüz (elden) gider. Sabredin, çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir."2
210 ucu' ayet Allah' ın ve meleklerin, beyaz buluttan gölgeler ara-
sında gelip kendilerine do ğrudan do ğruya konuşmasını bekleyen kim-
selere karşı atar niteli ğinde bir sorudur. Böyle bir şey olduğu takdirde,
Allah'ın, ötedenberi sürüp giden âdeti uyar ınca bunu isteyen insanların
işlerinin bitirilece ği, mahvolup gidecekleri hakkında şiddetli bir uya
rıdır.
Allah, gelip gitmek gibi yaratıklara mahsus iş lerden münezzehtir.
Allah'ın bu âyetle muradi; bizim anlad ığımız manadaki gelip gitme
olamaz. Selef-i salihine göre bunun mahiyetini biz bilemeyiz. Bunun ge-
niş anlamını Allah'a havale ederiz. Fakat sonradan kelân ıcılar: Allah'ın
gelmesini, Allah'ın emrinin gelmesi, azab ının gelmesi vs. şekillerde
te'vil etmişlerdir. Bunlar da nihayet birer te'vilden ibarettir. Fahri
Razi' ılin kanaatine göre "Ey inananlar, tüm olarak İslama girin...•"
ayeti yahudiler hakkındadır. Bu ayet de yine onlar ın halini anlatmak-
tadır. Çünkü onlar, Allah' ın gelip gitmesini caiz görüyorlar ve O'nun,
Tur'da, bulutlardan oluşmuş gölgeler arasında Musa'ya göründii ğiinü
söylüyorlardı. Hz. Muhammed(s.a.v.)den de bunun gibi bir mu'eize
istemiş veya böyle bir şey istenmesini başkalarına telkin etmiş olabilir-
ler. İşte ayet, onlar ın bu durumuna temas ederek, Allah, bulutlardan
gölgeler arasında gelip görünmedikçe onlar ın inanmayacaklarmı belirt-
mektedir. Baksana onlar, Musa'ya da: "Allah'ı açıkça görmedikçe sana
inanmayız" 3 demişlerdi.
Eğer ayet, gerçekten yahudilerin halini anlatmakta ise o zaman
te'vile hiç hacet yoktur. Çünkü onlar ın muhal olan şeyi istediklerini,
böyle bir şey olmayaca ğına göre onların hiç inanmayacaklarmı belirt-
mektedir. Bu iste ğin, Kurey ş kâfirlerinden gelmi ş olması da muhtemel-
dir. Çünkü Kureyş kafirleri, muhtelif vesilelerle Allah' ı görmelerini,
meleklerin inmesini, kendilerine gökten hazineler aç ılmasın ı istemiş-
lerdir. Furkan Suresinin 21 nci, En(am Suresinin 8 nci, 1nd Suresinin

1 Âli İmran Suresi: 103


2 Enfâ1 Suresi: 46
3 Bakara Suresi: 55
214 Bakara Suresi

17 nci, İsra Suresinin 92 nci âyetleri, onlar ın bu tuhaf isteklerini anla-


tıp onları kmamaktadır. Kureyşin bu hareketiyle İsrail oğulları ata-
larmm, Hz. Musa'ya: "Allah'ı bize açıkça göster. " 1 "Allah'ı açıkça
görmedikçe sana inanmayız”2 demeleri aras ında bir ilişki kurulmuş ,
onların başına gelen azabm, böyle isteklerde bulunan bütün insanlar ın
da başına gelece ği hatırlatılmıştır.

Hasılı ayetin manası şudur: Böyle suçlular, ak ıl yoluyla sabit olan


delillere dayanarak Allah'a inanmazlar, uyar ılara kulak asmazlar da
Allah'ı açıkça görmek talebinde bulunurlar. Görmedi ğimiz şeye inan-
mayı2 derler. Be şerin Allah'ı görmesi de mümkün olmadığından onlar,
hiç imana yana şmazlar. Bunların basiretleri ba ğhdır. Bu istekleri o
dereceye varır ki sonunda ba şlarına azap iner ve i şleri bitirilir.
Allah'ın emri bir geldi mi art ık iş işten geçmi ş olur. Bu, dünya kurulal ı
beri hep böyle sürüp gitmektedir. Misal istiyorsan İsrail O ğullarma
bak,

211- Evet onlara ne kadar aç ık ayetler verilmi şti, fakat onlar yine
inanmadılar, "Ey Musa, Allah'', açıkça görmedikçe sana inanmaylz"
dediler. Bu küstahhklarmda direnince da ğlar başlarına kaldırıldı, millet-
leri dağıldı. Nice yıllar esaret içinde kald ılar, işkence hayatı yaşadılar,
belalara u ğradılar. Bütün bunlar, o inat ve küfürlerinin cezas ı idi. Ey
Muhammed, şimdi sana inanmamakta ısrar edenler, Allah' ı melekleri
görmek isteyenler, bu küfür ve inatlarmda direnenlerin sonuçlar ının
ne olaca ğını İsrail O ğullarından sorsunlar. Onlar ın başlarına gelenler,
bütün inanmayanlar için ibrettir. İşte 211 nci ayet bu gerçe ği beyan
ediyor.

,9
.51
— • 3
: :›r.°J
o
Cj-• J-.1. c

212 İnkâr edenlere, dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar, inanan-


-

larla alay ederler. Oysa (Allah'ın azabından) korunanlar kıyamet gününde


onlardan üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

2 Nisa Suresi: 153


1 Bakara Suresi: 55
Cüz': 2, Sure: 2

Tefsir:
212nci âyet, fakir müslünranlarla alay eden, "E ğer bunlar, Allah ada-
mı olsalardı Allah bunlara bol rızık verirdi" diyen Kurey ş veya yahudi
ileri gelenleri, yahut münafıklar hakkında inmiştir.° Geçici dünya mali
na güvenerek üstünlük taslayanlar her zaman vard ır. İnsanın de ğeri
dünya maliyle ölçülmez. Bir insanın, dünyada refah içinde ya ş aması,
mutlaka onun Allah kat ında makbul bir kimse olduğunu gösterhreye-
ceği gibi fakirlik ve s ıkı ntı içinde yaşaması da onun kötü olduğuna de-
lâlet etmez. iyilik takvâya ba ğlıdır. Takvâ sahibi olmayan kimseler için
zenginlik bir azaptır, çünkü o, mallarının hesabını vereceklerdir. Sabre-
den rtıü'ınin fakirler için de çektikleri s ıkıntılar, zaruretler bir s ınavdır,
bU sınavda muvaffak olduklar ı için ebedi nimetlere ereceklerdir. Ahiret-
te her şeyin iç yüzü ortaya ç ıkacaktır. O zaman kibirli zenginler, ser-
vetlerinin nasıl bir azap kesildi ğini, sabreden fakirler de s ıkıntılarmın
ne nimetlere dönü ştüğünü göreceklerdir! R ızkı veren de, alan da Al
lah'tır. .Allah, herkesin hakkında neyin hayırlı olduğunu bilir ve herkese
hakkında hayırlı olanı verir.

9 - ••• ııı 7,7; ı

4:7
454i kL.' c*CS
-
• 4-b-; T;
.11 .9 o o .5 ıı e
: 0.C.e!C* J j 0., ji c), ...d1
.31

ı
c<„ 4111 c 4...; 4.3

(r ı r)
>(`:-
213— İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, pey ğamberleri, müj-
deciler ve uyarıcılar olarak gönderdi, an,laş mazl ığa düştükleri konularda,
insanlar arasında hükmetsin diye o pey ğamberlerle beraber, içinde ger-
çekleri taşıyan kitap indirdi. Dysa kendilerine kitap verilmi ş olanlar,
kendilerine açık kan ıtlar geldikten sonra sırf aralarındaki k ıskançlıktan
ötürü o(kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerin6 Allah,
kendi izniyle insanlar ı, onların üzerinde ihtilaf ettikleri gerçeğe iletti.
Allah, dilediğini doğru yola iletir.
1 et-Teffsiru'l-hadM, VII. 321
216 Bakara Suresi

Tefsir:
İnsanlar, önceleri birbiriyle anla şan, huzur içinde yaşayan bir top-
lum idi. Brahmanizm ve Budizm eserleri, Homeros'un şiirleri, insan-
ların atalarının mutlu ya şantılarından söz eder. Sonradan yay ılan
tamah, kin ve hased duygular ı, insanları aulaşmazlığa diişürmüş ve
bunun üzerine Allah, insanları yola getirmek için pey ğanıberler gön
dermiştir'
213-Bundan önceki ayette, insanlar ın kibre kap ılıp yoldan saptıkları
anlatılnuştı Burada da küfürde ısrar eden kimselere hat ırlatılıyor ki:
Kibir ve küfür, dünya sevgisinden, kıskançlıktan ileri gelmektedir. Bu,
eskiden beri görülen bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalananlar, peri ş an
olmuşlar, cezalarm ı bulmuşlardır. Aynı yolu izleyip küfre giden bu
insanlar da öncekilerin âkibetine u ğrayacaklardır.
Peyğamberlerden önce insanlar ın bir tek ümmet olması hakkında
çeşitli tefsirler ileri sürülmü ştür:
1) Burada ümmet din anlammad ır. İnsanlar, önceleri hep ayn ı
dine bağlı olan bir toplum idiler. Bu din, Allah'a iman ve O'na teslim
olma esasına dayanan frtri (do ğal) din idi. Allah'ın varlığını ve birliğini
kabul etmek, do ğuştan insanda mevcut bir özelliktir. Nitekim Hadis-i
şe'rifte de: "Her çocuk, fıtrat (Allah'a teslim olma) esası üzerine doğar.
Sonra onun anası babası, onu ya yahudi, ya htrıstiyan veya mecusi ya-
par. Nasıl ki her hayvan yavrusunu, vücut organları tam olarak doğurur,
hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görür müsünüz?
(Fakat sonradan insanlar, onun kula ğını keser, burnunu yarar, ona baz ı
iş aretler vururlar. İşte insan da böyledir. Kusursuz, islam dinini, tev-
hidi kabule müsait bir durumda yarat ılmışken, sonradan ana babas ı
ona kendi damgalarını vururlar). Hadisi rivayet eden Ebu Hüreyre :
"Allah'ın, insanları yarattığı fitrat. Allah'ın dininde bir değişiklik yok-
tur, işte doğru din budur."2 ayetini okumu ştur."3
Bu Hadisi şerife göre çocuk, Allah' ın varlığını ve birliğini kabule
istidadı bir biçimde yaratılır. Insanda bulunan ak ıl, insanı bu inanca
götürür. İşte bu, özüyle islamdan ba şka bir şey olmadığından her in-
san, islam, yani Allah'a itaat ve kulluk yarat ıhşı üzerine dünyaya gelir.
Fakat sonradan aile ve çevre, çocu ğun bu saf yaratılışını de ğiştirir,
ona, benli ğine aykırı, tevhide
. muhalif inançlar a şılar. Insanlığın baş-
1 Tantfıvi Cevheri, el-Cevâhir ff Tefsirrl-Kur'ân, I, 190
2 Rum Suresi: 30
3 BuWiri, Cenâiz 92; Ebh Dtıvıld, Sunnet 17; Tirmia, {ader, 5; Muvatta', Cenâiz 52; Ibn
XIanbel, II, 233, Tecridi Sarih Tercemesi, IV, 674
Cüz': 2, Sure: 2 217

langıç tarihlerinde do ğuştan gelen bu istidat bozulmad ığı için insanlar,


akıllariyle Allah'ın varlığı esasına bağlı tabii din içinde bir tek ümmet
idiler. Sonradan dünya sevgisi, kin ve haset duygular ı, insanlar aras ın-
da anlaş mazlıklar çıkardı, düşmanlıklar meydana getirdi. Allanda on-
ları yola getirmek için zaman zaman pey ğamberler gönderdi.
Kur'âm Kerim'de bu anlay ışı destekleyen âyetler vard ır. Rum. Su-
resinin 53 ncü âyeti, birleyip O'na boyun e ğmenin, insanın ta-
biatinde mevcud olan do ğru din olduğunu, :Ali İmran Suresinin 67 nci
âyeti, Ibrahim'in ne yahudi, ne de h ıristiyan olmayıp Allah'ı birleyen
bir müslüman oldu ğunu haber vermektedir. Allah' ı bir bilip O'na bo-
yun e ğmenin adı, islâmdır. Bunun hukuk sistemi zaman zaman de ği-
şebilir, ama esas inanç bir oldu ğundan bütün peyğamberlerin telkin
ettiği inanç sisteminin adı islâm.dir, onun için bütün pey ğamberler
topluluğu ve onlara tabi olanlar bir tek ümmet olarak tavsif edilmi ştir.
Enbiya Suresinde pey ğamberlerden bir dizi anlat ıldıktan sonra: "İşte
bu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, öyleyse
bana kulluk edin."' buyurulmaktadır. Mü'minun Suresinin 52 nci âyeti
de aynıdır. İşte ba şlangıçta Hz. A.dem'in de telkin etti ği bu tabii din
üzerinde giden insanlar, sonradan anla şnıazlığa düşüp yoldan sapınca
Allah, peygamberler göndermi ştir. Nitekim: "İnsanlar bir tek ümmet-
ten başka bir şey değildi, sonradan ihtilâf ettiler..."2 âyeti de bunu ifade
etmektedir.
2) Müfessirlerden Ebu Müslim ve Kâçli (Abdu'l-Cebbâr' ın görü-
şüne göre akıl Allah'ın varlığını, O'na hizmetin zulmün kötü-
lüğünü anlayabilir. İşte insanların başlangıçtaki dini, böyle akıldan
çıkmış bir dindi, herhangi bir peyğamberin getirdiği şeriatten ahn-
mamıştı . Çünkü âyetteki en-nebiyyin kelimesi umum ve isti ğrak ifade
eder. Bacase (gönderdi) kelimesinin ba şındaki bâ da terâbli (sonralık)
manası taşır. "Sonradan Allah pey ğamberleri gönderdi" demektir. Bu
söz, peyğamberlerin, insanlarm bir tek ümmet oldu ğu çağdan sonra
gönderildiğini ifade eder. Demek ki o ça ğda insanların dini, herhangi
bir peyğamberin şeriatinden ahnm,am ıştı. İnsanlar, akıldan doğan bir
din üzerinde anla şmışlardı, sonradan çe şitli nedenlerle ayrılığa düş -
tüler.
"Peki, insanların evveli Adem ve Adem de pey ğamber de ğilmiydi?"
sorusuna K.âçli, ş öyle cevap veriyor: Muhtemeldir ki Adem, önceleri
evlâdiyle birlikte ak ıl dinine bağlı idi. Sonraları Allah onu kendi çocuk-

1 Ayet 92
2 Yunus Suresi: 19
218 Bakara Suresi

larma peygamber gönderdi. Kendisinin vefat ı üzerine şeriati ortadan


kalktı, insanlar tekrar akıl dinine döndüler.
3) Burada en-ntis (insanlar) kelimesiyle Hz. Musa'ya inanm ış olan
kitap ehli kasdedilmiştir. Çünkü bu ayet, "Ey inananlar tüm olarak
İslama girin"" âyetiyle ili şkilidir. Müfessirlerden ço ğ unun kanaatine-
göre o ayet, yahudiler hakk ında inmiştir. İşte "İnsanlar bir tek ümmet
idi" ayeti de Musa'ya inananlar ın, aslında bir tek din üzerinde birle ş-
miş bir toplum olduklarını , sonradan Izin ve hased yüzünden ayr ılığa
düştüklerini, bunun üzerine Musa'dan sonraki peygamberlerin gönderil-
diğini ve onlara kitaplar indirildi ğini anlatmaktadır.'
4) Dördüncü görü şe göre tek ümmet, tek cins veya s ınıf demektir.
Yani o insanlar hiçbir şeriat ve kanuna tabi de ğillerdi. Asıl olan ibaha
devrinde ya şıyorlardı . Peygamberler, sonradan gönderilmi ş , iman ve
küfür taksimi sonradan olmu ştur. 'O halde öncekiler, çocuklar gibi mü-
kellefiyetten uzak bir toplum idiler veya ayn ı kökten, ayn ı babadan
gelmeleri dolayısiyle bir tek millet idiler, aralar ında ırk, dil ayrılığı
yoktu. Bu anlamda "tek ümmet", ayni dine mensup toplum de ğil, aynı
cins veya sın ıf demektir. Bu görü ş , İ mam Maturidrye nisbet edilmi ş-
tir.2
Buna göre demek ki insanlar ba şlangıçta mutlak hürriyet içinde
yaşıyorlardı, hiçbir yasa ğa tabi de ğillerdi. Sosyolojinin tan ımladığı il-
kel durumda bulunuyorlard ı . Sayıları az, ve yer de geni ş , ürünleri bol
olduğundan aralarında bir anlaşmazlığa düşmüyorlardı . Babalarından
gördüğü kurallara göre hareket ediyorlard ı . Fakat insarlar ın sayıları
artıp, baş olma sevdası kalblerine yer edince aralar ında anla şmazlıklar,
kavgalar çıktı . Bunun ,üzerine Allah peygamberler gönderdi.

. Bu izah, âyette "ihtilâf ettiler" sözünün takdirine ve siyaka da uy-


gun düşebilir, fakat buna iki noktadan itiraz edilebilir: -Ümmet keli-
mesi, asıl sosyal anlamı dışına çıkarılmıştır. Çocukluk devri gibi de olsa
ilk insanların hiçbir ahkâm.a tabi olmad ıkları, hiçbir kanuna uymadık-
ları, akla uygun düşmemektedir. " Şu ağaca yaklaşmaytn" 3 ayeti, tek-
lifin Adem ile ba şladiğını gösterir. 4
5) Bir görüşe göre de ayet, insanlar ın bir tek ümmet olduklar ını
söylüyor ama küfür üzerinde mi, iman üzerinde mi birle şmiş bir ümmet

1 Wa'zi, Mefâtillu'l- ğayb, II, 203


2 Ebu Hayyân, el-BaVu'l-Muhlt, II, 134
3 Bakara Suresi: 35
4 Hamdi Yazir, Hak dini Kur'ân Dili, I, 746-748
Cüz': 2, Sure: 2 219',1

olduğundan söz etmiyor. Bu husus ancak delil ile bilinir. Elde delil ol-
madığına göre bu konuda kesin bir hüküm verilemez. -
'Daha ba şka teferruât kabilinden görü şler varsa da onlar ı sırala-
maktan sarfı nazar ediyoruz. Bu görü şlerin her birinin haklı yanları
vardır. Fakat biz Kur'âm Kerim'in ruhuna müracaat edersek ğörürüz
ki Kur'ân'ın kasdetti ğı , insanların fıtri din üzerinde bulunrüâlar ıdır.,
Hz. Adem hem peygamberdir, hem de insanl ık vasfmı kazanan toplu-
mun babasıdır. Ancak onun pey ğamber olarak gönderildi ği toplum,
kendi çocukları idi. Bunların yaş antıları basit, ihtiyaçlar ı az idi. Ilkel
insanlard ı . Ona vahyedilen şeriat de bir Allah'a iman esas ına dayalı ,
fakat ilkel toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak basit ak ıl kurallarından
ibaret idi: İnsanın fıtratında var olan tabii, tevhid dini idi. Fakat zaman-
la insanların sayıları ve ihtiyaçlar ı arttıkça kin ve hased duygular ı
belirme ğe başladı, anlaşmazlıklar çıktı . İnsanlar, babaların ın âsüde
yolundan saptılar, çe şitli kuvvetlere tanr ılık atfettiler, ayr ı ayrı millet-
ler do ğdu, ayrı ayrı inançlar meydana geldi. KavgaMr, niza'lar ba şladı .
İşte insanları rahat ve huzura kavu şturmak, yanlış yoldan çıkarıp Hak
yola sokmak için peygamberler gönderildi. O günden bugüne Hak ile
batılın mücadelesi sürüp gitti. İlk insanların uydukları kurallar, ister
tabii akıldan, selim düşiinceden çıksın, ister bir peygamberin vahyi
olsun, kainatın yaratıcısına iman ve O'na itaat esas ına dayalı idi. İşte
bu inanç sisteminin ad ı islarndır ve ilk insandan bu yana yegane Hak
yol, islâmdır.

... o 5,, o .9 9, •-• °


(:)' j-1 ,4 j

... .5 o o ,“ o
sl J-411 j c •
• e Ir - •
... 7.; -9
L» 4-; (9:-4 4.^..4 •
J J J J
51 J ;2'
9 e 9
LA J—S' ( - ( Y N t) ‘_- ı j_i• .11W

J-°,1 ,>-- °• ° ı
(Y c):4 C.4;

214- Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu ba şınıza gelmezden


önce cennete gireceğinizi mi sand ınız?,Onlara öyle yoksulluk ve s ıkıntı
dokunmu ştu, öyle sarsılm ışlardı ki, nihayet pey ğamber ve onunla birlikte
220 Bakara Suresi

inananlar : "Allah'ı n yardım ı ne zaman?" diyecek olmu şlardı. İyi bilin


ki Allah' ın yardı mı yak ındır. 215- Sana (Allah yolunda) ne harcaya-
.

caklaı m ı soruyorlar. De ki : "Verdiğiniz hay ır (mal), ana-baba, yakınlar,


öksüzler, yoksullar w yolda kalm ış (lar) içindir. Yaptığınız her hayra
muhakak Allah bilir."

Tefsir:

214 ncü ayetin anlam ı şudur: Ey Allah'a ve Resulüne inananlar,


sizden önceki pey ğamberlere ve resullere uyanlarm çektikleri s ıkıntı, güç-
lük ve belâlara uğrayıp onlar gibi çe şitli imtihanlardan geçmeden, on-
lar gibi düşmanlardan korku çekerek sars ılmadan ve "Allah' ın yardımı
nerede?" diyecek duruma gelmeden cennete girece ğinizi mi sand ınız ?

Taberrye göre bu ayet, Hendek sava şında, mü'minlerin çektikleri


zahmet ve s ıkıntılar üzerine inmi ştir.' Başka bir rivayete göre Uhud
Savaşında müslümanlar ın uğradıkları felaket üzerine inmi ştir. İbni
Abbas'a göre Allah' ın Resulü ve ashab ı Medine'ye geldiklerinde bu
güçten çok zarar gördüler. Çünkü müslümanlar, evlerini, barklar ını,
mallarını, müllderini kafirlerin ellerine b ırakarak göç etmi şlerdi. İşte
ayet, hicret yüzünden u ğradıkları sıkıntı ve zararlardan dolayı müslü-
manları teselli için inmiştir.2
Bu üçüncü rivayet, ayetin ruhuna daha uygundur. Çünkü Uhud
Olayı, Mi İmran Suresinde, Hendek Vak'as ı da .4.hzalı Suresinde
latılmaktadır. Bu âyetin buraya konmas ı, geçen ayetlerle ili şkili oldu-
ğunu gösterir. Bu ayet müminlere, Allah' ın rızasma ancak metanet ve
sabır göstermekle eri şilebilece ğini hatırlatmaktad ır. Allah, tarih boyunca
kendisine inananları böyle sıkıntılarla denemiş , imanlarını olgunlaş -
tnnuştır. Bu, Allah'ın bir kanurtudur. Sonunda sabredenler ba ş arıya
ve zafere ula şmışlardır. İşte ayni şeyler bunların başına da gelmektedir.
Bu imtihanları baş ardıkları takdirde zaferin yak ın olduğu, kendilerine
müjdelen mektedir.
215 nci ayet, sure içinde yeni bir te şrii konu açmaktad ır. İbni
Mes'ud'dan, bu ayetin zekat ayetiyle neshedildi ği rivayet edilirse de bu
rivayet isabetli de ğildir Çünkü zekât, bundan önce inen bir âyetle farz
kılınmıştır. Kur'an, müslümanlar ı, zeka-utan ayrı olarak sadakaya te ş-
vik etmiştir. Bu ayet, farz olan zekat ın yanında gönülden yap ılacak
harcamaların kimlere sarfedilece ğini belirtmektedir. Bütün mezhep

1 Taberf, Chnicıfl-beyan, II, 341


2 et-Tefsfru'l-lıadik VII. 325
Cüz) : 2e Sure: 2 221

imamları , yoksul ana babayı beslemenin, evlat üzerine farz oldu ğunu
söylemişler ve bu husustaki harcamay ı zeka saymamışlardır. Binaen-
al--yh zekât ayrıdır, böyle gönülden yap ılacak iyilikler de ayrıdır. Kur-
an, her vesile ile müslümanlar ı iyiliğe tevşik etmekte ve yap ılacak iyi-
liğin evvel emirde ana babaya, akrabaya, yetimlere, r ızkım kazan-
maktan jaciz yoksullara, yolda kalm ışlara yapılmasını öğütlemek-
tedir.°

.9,.... ..., 19 o ,9,,,, .. P .... .„9 , ,... .,o,, 9 .9„.... ..,....


C.) (.5....-.Ç. i ‘ ->s,....) 3 J-.. J-, 3 j c.1L.:‘-'AJI „,...›......-A_P
-
.. I
. -0.
1.`..
- _ı,_.,t, ıj.,_._;
f. „o
c.) ı ,. 9-. —- P - j
. .5.
C r.<:.) j....._
,q o.- A-
9-!e9 T.:-..
' .-..,i'+
-- - .5 o A o ...9....
< - 1') .... ... 9jb .... ,

--; 51 0 ': ; I 3 -k"-_,


çe. -
2 .40i ‘, ,,,_;S ,4::: i 'Lit:.......i °j5; ,,,,,,_; , J1::_ii (.,1;>.°J ı _,:t.,tiı ,,..):
,o ••• ı ı . O„ ıt O, ı O eı•
j I
J ı 1 -32.3 cW I
-L

o , ,-, O ı
, , o .9,„, !. '6; o .9 1
I 4, „) I a •
e Lj" e .jç
o.
dı.ı • 0

r lb
7.;9
jt-j 4...?L>shei j )1 Feri
o ;ot

ı
3 j (:), -k I ı,) )

9
(y Ay '"
j-A-P
ft 4.11 4■1 ° - * „9-?-*-
J-J - Lui

216— Gerçi hoş unuza gitmez ama, size sava ş yaz ıldı (farz kılındı).
Bazan ho ş unuza gitmeyen bir şey, hakk ınızda iyi olabilir ve ho ş unuza ,

giden bir şey de hakk ınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217-- Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar. De ki : "Onda
savaş , büyük bir günahtır. Fakat (insanları) Allah yolundan çevirmek,'
Allah'a ve Mescid-i Harama karşı nankörlük etmek halk ını ondan
(Mekke'den) sürüp çıkarmak, Allah yan ında daha büyük bir günahtır.
Fitne çıkarmak, (adam) öldürmekten daha büyük (bir günah)t ır." Onlar,
yapabilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle sava ş maya de-
vam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, i şte- onların

1 Tefsim kâti'l-alıkâm, I. 114


222 Baka a Suresi

bütün yaptıkları, dünyada da, âhirette de boşa çıkm ıştır ve onlar, âteş
halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 218— Onlar ki inandılar, göç ettiler,
Allah yolunda savaştılar ; işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah,
çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Tefsir:

216— Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke'de iken kendisine sava şma izni
verilmemişti Çünkü mü'minlerin durumu buna müsait de ğildi. Medi-
ne'ye hicret edince önce savunma sava şına izin verildi, sonra genel ola-
.
rak sava ş emredildi, en sonunda da cihad farz k ılındı. Islâm bilginleri-
nin kanaatine göre bir saldırıya uğramadıkları zaman, cihad müslüman-
lara kifayeten farzd ır. Yani içlerinden bir grup sava şmca di ğerlerinden
bu görev dü şer. Ama müslümanların yurduna saldırı olduğu zaman
cihad, bütün fertlere aynen farz olur.

Yukarıdaki âyette yüce Allah diyor ki: Sava ş sizin hoşunuza git-
mez, size güç gelir, fakat hazan giiciinüze giden bir şey sizin için hayırlı-
dır ve ho şunuza giden bir şey de sizin için kötüdür. Çünkü i şlerin iç
yüzünü Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Evet insan ne kadar bilgili olsa da onun bilgisi ancak duyularm


verilerine ba ğlıdır, duyulara çarpan olaylardan gelir. Yarg ısı da görü-
nüşlere göredir. Olaylar ın iyi veya kötü olduğu, bunlardan doğacak
yarar veya zararlar ı tecrübe ile bilir. Ço ğu kez bir olayı tecrübeye im-
kan olmaz. Te'crübeye kalk ıldığı zaman da iş işten geçmiş olur. Hasılı
insan, 'olayların dış yüzünü bilir. Halbuki Allah, her şeyi yaratan ken-
disi olduğundan her şeyin dışını da, içini de bilir. Bu bilgisi uyarınca
insanm yarar ına olan şeyleri emreder. zararma olan şeyleri yasaklar.
Onun emretti ği bir şey, zahiren ho ş görünmese de gerçekte ho ştur. Sa-
vaş da görünü şte hO ş değildir, çünkü insanın ölümüne sebebolabilir.
Ama birkaç ki şinin ölümüyle bir toplumun hürriyeti, şeref ve namusu
kurtarıhr. Ölenler de cennette ebedi dirili ğe eri şirler, peyğamberlere
arkadaş olmak şerefine ererler. Gerçekter cihad eden İslam milletleri
yükselm; şler, cihad] bırakınca dünya haritas ındaki yerleri küçülme ğe
başlamış , sonunda güzelim ülkeleri, yabanc ılar tarafından asırlarca sö-
mürülmüştür. Cihadı bırakmak, yalnız cepheye gitmemek de ğildir. Düş-
mana karşı kuvvet haz ırlamayı ihmal etmek, düşman atom yaparken
piyade tüfe ğiyle yetinmek de cihadı bırakmak demektir. Bugün Islâ-
mın iki büyük düş manı, iki emperyalist güç aya giderlerken, Islân ı mil-
Cüz': 2, Süre: 2 223

letleri bir uçak dahi yapmaktan âcizdirler. Demek ki cihad', yani dü ş -


mana karşı tehdi, bırakmış , uyuş muşlarchr.
Âyettrı çıkarılacak birinci hüküm, birinci ders Cihada devamd ır.
İkinci ders de, bazan ho şumuza gitmeyen ş eylerin, hakkımızda hayırlı
olduğuctur. Evet nice üzüldü ğümüz şeyler vardır ki sonunda bizim için
çok hayırlı olmuş ve nice sevdi ğimiz şeyler vardır ki bizim için, kötü
sonuç vermi ştir. O halde biz elimizden geldi ği, gücümüzün yetti ği ka-
dar yararl ı i şler yapma ğa, durunıumuzu düzeltme ğe, kötü sonuç do-
ğuracak işlerden kaçma ğa, tehlikelerden sak ınmağa çalışmalıyız. Fakat
Allah'tan, ba şurrza bir olay geldi ği, hoşumuza gitmeyen, bizi üzen bir
olayla kar şılaştığımız zaman da kendimizi üzüntü girdab ına atmak
yerine sabretmeli, i şin sonuna beklemeliyiz. Allah' ın takdiri ne şekilde
tecelli ederse etsin, mutlaka hakk ımızda hayırlıdır. Atalarımız. "İn-
sanın gücüne giden şey, hakkında hayırlıdır" demişlerdir. Bir babanm,
küçük çocu ğunu ,bazı şeylerden menetmesi, çocu ğun zoruna gitse de
onun yararınadır. Doktorun verdi ği ilaç, acı olsa da hastaya şifa ge-
tirir. Doktor, zulmünden de ğil, şefkatinden ötürü o ac ı ilacı hastaya
vermektedir. Hastan ın her arzu etti ğini vermek, onu ölüme sürükle-
yebilir. Şayet yüce Allah da sana istedi ğin bir şeyi vermiyorsa, seni
zengin etmiyor, fakir ya şatıyorsa, seni çocuksuz yapm ışsa veya çok sev-
diğin bir şeyi elinden almışsa üzülme, sabret; bu ho şuna gitmeyen i ş-
lerin içinde senin için kim bilir nice faydalar vard ır! Ya bu vesiyle ile
Allah sana ileride çok yararl ı şeyler verecek, yahut seni bu olaylarla
deneyip ruhunu olgunla ştıracak, manevi dereceni yükselteçektir.
Biz, Rabbimizin her an, her nefes bin türlü nimetiyle besleniyoruz.
Bir nefes al ış , vücuda oksijen götürür, nefes veri ş , vücutta biriken ze-
hirli gazı dışarı atar. Bir nefes alış verişte Allah'ın bize iki lâtfu, ıki
nimeti var. Bir vakit de O'ndan bir s ınavla kar şı karşıya kalırsak el-
bette sabretmemiz gerekir. Derler ki padi ş ahın biri, kendisine sunulan
bir elmayı ısırmış , elma zehir gibi acı imiş . Şaka olsun diye vezirine uzat-
mış elmayı :
— Hele şunu ye, demi ş .
Vezir, elmayı kıtır kıtır yemiş . Padiş ah:
— Yahu, demiş o zehir gibi ac ı idi, nasıl yedin onu?
— .Padiş ahım, demiş vezir, ben o elden o kadar tatl ı nimetler ye-
dim ki şimdi onun verdiği bu acıyı yememek mürüvvete yak ışmaz!
Sabredersek, ac ı olaylar tatlılaşır. Allah, olayları hikmetle örmü ş-
tür. Bazan hay ırlı sonuçları, görünüşte insanın hoşuna gitmeyen olay-
224 Bakara Suresi

lara ba ğlamıştır. Şerri hayır yapacak yine O'dur. "Allah, teybe edip güzel
iş yapanların kötülüklerini iyiliklere çevirir."' Meyvalar, güne şin karşı-
sında dura dura tathla şır. Hakk'ın rı zası karşısında duranlar da ruhen
olgunla şır, iki cihanın mutluluğuna ererler.
Bir tanıdığım, bana şu anlatmıştı : "Bir müesseseye çimento
,

ısmarlamıştı m Çimentolar geldi, fakat anla şmantızın tersine ş oför,


çimentc■ları sokağa yıktı. Halbuki içeriye ta şımaları gerekirdi. Can ım
sıkıldı. Öyle düşünürken karşıdan 8-10 amelenin geçti ğini gördüm.
Onlara:
— Size birkaç kuru ş versem bunları içeri ta şır mısınız? dedim.
— Elbet a ğabey, dediler, zaten sabahtan beri i ş bulamamıştık.
Onlar çimtntoları içeri taşıdılar, kendilerine yüz lira verdim ve
içimden de ferahlık duydum. Kendi kendime dedim ki: Bak bu ş oför şu
tersli ği yapmasayd ı, i ş bulamamış olar şu adamlar, bir ekmek paras ı
kazan amayacaklard ı . Demt k ki Allah, bu adamları aç bırakmantak için
ş oföre o davran ışı yaptırd ı.
Ertesi gün, çimentoyu gönderen. müessesenin adam ı geldi, kendisine
ş oförün çimentoları içeri ta şımadığmı, ben ayrıca amele tutup ta şıttığı-
mı söyledim. Adam da:
— Tamam ağabey, dedi, o parayı bizden kes, çünkü bizim şoför
olmadığı için çimentolar ı başka bir şoförle gönderdik, o da terslik etmi ş .
Ne verdiyesen onu •bizden kes.
Bakan işte ralıirde hoş görünmeyen, insanın gücüne giden bir şey,
sonunda ne tatlı bir neticeye ba ğlanmış , olaylar nas ıl Allah'ın hikmet
eliyle dokunmuştur!
Hakk'ın kazasına rıza, O'na tevekkül mü'minin en yüce vas ıf-
larından biridir ve gerçekten insan ı her bakımdan mutlu kılar. Allah,
kendisine tevekkül edenleri, daima huzur içinde ya şatır. Öyle insanlar
gelmiş ki şu dünyada Hakk' ın lıltfunu da kahrını da hoş karşılarm şlar,
her ikisinden de zevk almışlar, Allah'ı öylesine sevmişler "Liitfun da
hoş , kahrın da hoş" deme yüceliğine erişmişlerdir. Ne güzel söylüyor
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri:

Hak şefleri hayreyler Zannetme ki ğayreyler Arif anı seyreyler


Mevlii görelim neyler Ney lerse güzel eyler
Sen Hakka tevekkül kıl Tafviz et ve râhat bul Sabreyle ve razı ol
Nievltı görelim neyler Ney lerse , güzel , eyler

1 Furkau Suresi: 70
Cüz': 2, Sure: 2 225

Bir işi muradetme Oldiyse inâdetme Haktandır o reddetme


Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
Hak'tan blıcak işler Bo ştur ğam-ü te şvişler Ol hikmeti/ii işler
Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler
Hep işleri faiktir Birbirine lâyiktir Neylerse muvâfiktir
Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler
Hiç kimseye hor bakma incitme gönül yıkma Sen nefsine yan çıkma
Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler
Nâçâr kalacak yerde Nâgâh açar ol perde Derman eder ol derde
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
Her kftluna her anda Geh kahr-u geh ihsanda Her anda o bir şande
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
Geçmişle geri kalma Müstakbele hem dalma Hal iyle dahi olma
Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler

Vallâhi güzel etmi ş Billâhi güzel etmiş Tallahi güzel etmi ş


Mevlâ görelim netmi ş Neetmişse güzel etmi ş.

_ 217 nci ayet Haram ayında- sava şmanın caiz olup olmadığı hakkın-
daki bir soru üzerine inmi ştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), halasm ın oğlu
Abdullah ibn Cah ş'ı mulıacirlerden yedi-sekiz ki şilik.bir bölüğün ba-
şında yola çıkarmış , gönüllü olmayanı götürmemesini kendisine emret-
miş ve bir mektup vererek bu mektubu ancak iki gün sonra .eknmas ını
bildirmişti, İki gün sonra mektubu açan Abdullah, şöyle yazdı:1411u
gördü: "Mektubumu okuyunca Mekke ile Tâif aras ındaki Nahle'ye ka-
dar ilerle; buradan Kurey ş 'i gözetle ve bize onlardan haber getir".
Abdullah ile arkada şları Nahle'ye vardılar. Bu sırada Kureyşe ait bir
ticaret kervan ı oradan geçiyordu. Recebin birinci günü idi, fakat müslü-
manlar, Cumad'ı n son günü olduğunu samyorlardı . Eğer, o gün, onlara
bir ş ey yapmazlarsa ertesi gün Haram ay ı girer, hiçbir şey yapamazlar
diye düşündüler. Kurey şlilerin, kendilerine yaptıkları fenalıkları hatırla-
yinca dayanamay ıp kervana saldırdılar, kervanın başkanı Abdullah
el-Haçlrami'yi öldürüp iki ki şiyi de esir aldılar, bir adam da kaçt ı. Ker-
yanı sürüp Medine'ye getirdiler. Allah' ın Resulü: "Ben site haram aytıt-
da savaş maya emretmemi ştim" dedi ve ganimetten kendisine ayr ılan
almadı. Ashabı kiram tarafından da kınanan sava ş çılar, çok üzüldüler.
Recep ayı, savaşma= yasak oldu ğu haram ayların en saygıhsı idi.
Kureyş , olayın Recep ayının başında olduğunu iddiâ edip: "Muhammed
haram ayını helal saydı" diye aleyhte propaganda yapma ğa başladılar.
Savaş a katılan müslümanlar ise Cumad'ın sonunda savaştıklarm ı söy-
lediler. nihayet inen 217 ve 218 nci ayetler, Seriyye sava şçılarının, fit-
neye karşı baskınlarmı haklı çıkardı. Onların, Allah'a inanan, hicret
eden, Allah yolunda sava şan faziletli insanlar oldu ğunu, Allah'ın rahme-
226 Bakara Suresi

metini uman o insanlara karşı Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen oldu-


ğunu bildirdi
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) kabul etmeyip bekletti ği
ganimeti aldı ki islâmda alınan ilk ganimet budur. İki esir de, mü ş-
riklerin yakalayıp esir almış oldukları Sa'd ibn EM Vakkas ve Utbe
ibn Gazvân ile de ğiştirildi.'
217 nci ayeti, haram ayında savaşmanm haram olduğuna delil
sayarlar. Fakat neshedilip ed
ilmediği hakkında ihtilaf vardır. Atâ, bu
ayetin neshedilmedi ğini söyler ve bu hususta yemin edermi ş .
Diğer bilginlere göre ayet mensuhtur. Ancak nasibi üzerinde ihtilaf
vardır. Teybe, suresınin 5. veya 29. veya 36, âyetlerinin nasib oldu ğunu
söyleyenler yan ında peyğamber'in uygulamas ının ayeti neshetti ğini
söyleyenler de vard ır. Çünkü Allah'ın Resulü (s.a.v.), Huneyn'de Hevâ-
zin kabilesiyle, Taif'te akîf kabileiyle haram ay ında savaşmış , Ebu
Âmir'i de yine haram ay ında müşriklerle sava ş ması için Evtas'a
göndermişti.
İbnu'l-Arabi'ye göre bu ayet, mü şrikler;n, yukar ı da sözü edilen ha-
ram ayında vukubulmuş savaştan dolayı H7. Peygamber ve müslümanla-
rı şiddetle km amalarm ı reddetmektedir. Yüce Allah onlara diyor ki: Al-
lah yolundan menetmek, Allah' ı inkar etmek, halkını Mescidi Haram'dan
çıkarmak Allah katında daha büyük bir günahtır. Haram ayında fitne çı-
karmak yani küfre sap ıp ortalığı karıştırmak, adam öldürmekten daha
ağır bir suçtur. Siz bunlar ı yaptığınız için sizinle sava şmak gerekrni ştir.2
Buna göre ayet, haram ay ında sava şmayı yasaklamıyor, tersine
savaş , kaçınılmaz hale gelince o aylarda da sava şmanun günah olma-
yaca ğmı anlatmış oluyor. Zaten ayetin söz geliminden de bu anla şıl-
maktadır. Artık ayette bir nesh araman ın manası yoktur. Davet hür-
riyetini korumak, sald ırıyı püskürtmek, sald ırganlarla sava ş mak her
zaman ve şartta vacibdir.

''. j,t-.;5" e.."j ,..-t-. -1, °‘;-.; L ,1.-..,. J, ; )....a.:;:i C):P ■


4. Iji-1- ,..,...).

Çt-...4 -,,!, 1:-.; 110:::„...;:,


.., -1,........: ;2:; ‘:,_,,,
e _ 'i.. ...5.- 1. --1:1_4:-...:". I -.., ( ..)-.., 'c...--11:::-A _,

—Ğ:A3 .-k::>l: «;-T I 'e'..‹.3 'tuı
8 )1
e
',;_,-_,;, -,.,.
.. u,-,:cs 4 :;.;1:04.-1 j'i '‘..)j)j- *'?.

4 t3C:,.. .. 11 &.p ,..1.3.,..U......,.J j c -s.,...g-1 I j l.._; ..tIl j (Y N 'N ) -:)1.):.<-£.:-.7

1 Taberi, Camicu'l-beyan, II. 347-349; Ilmi Kaslı., I. 252-253 el-Mushafu'l-Mufesser, s.


43; Tefsfru Ayati'l-Al ıkam, I, 116-117
2 Ahkilmu'l-Kur'an, I, 147, M ısır 1387/1967
CÜz': 2, Sure: 2 227

o9 9 9 ,p ı
e-4-3
9 1ft 0 0

j9
... o o o • it
4.1J İ j ")-4) ...L...4'd
I
(.< *) çj.>. *P

219- Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki, : "O ikisi nde


büyük günah vardır. Insanlara bazı faydaları varsa da günahlart, fayda-
larından büyüktür." Ve sana Allah yolunda ne vereceklerini soruyorlar.
De ki : "Af (yani ihtiyaçlarınızdan fazlas ını veya heM1 ve güzel olan
şeyleri verin!)." Allah size âyetlerini böyle aç ıklıyor ki dü şünesiniz :
220- Dünya ve âhiret hakk ında (ki i şleri düşünesiniz). Ve sana öksüzler-
den soruyorlar. De ki : "Onların (durumlaruu) düzeltmek hay ırlıdır. Eğer
onlara karışır (onlarla bir arada ya ş ar)sanız, (onlar) sizin kardeşleriniz-
dir. Allah, bozanı düzeltenden ay ırır. Allah dileseydi sizi zora sokard ı . şüp-
hesiz Allah, daima üstün ve her şeyi yerli verince yapandır.

Tefstr:
219 ncu âyetin nüzul sebebi hakk ında çe şitli rivayetler vard ır:
1) Tirmzrnin kaydetti ği rivayete göre Hz. Ömer: "Allah' ım, hamr
hakkında bize şifa verici bir aç ıklama yap" diye duâ ederdi. Önce Ba-
kara Suresinde, tefsirini yapt ığımız bu âyet indi. Ömer yine duâ etti.
Sarhı. ş iker namaza yakla ş mayı yasaklayan, Nisa Suresindeki 43 rcü
âyet indi. Ömer yine hamr hakk ında şifa verici bir açıklama yapmasm ı
Allah'tan niyaz etti. Maide Sures;ndeki 91 nci âyet indi.'

2) Fahri Râzi de şu rivayeti kaydediyor: Hamr hakk ında dört


âyet inmiştir. Mekke'de: "Hurmanın ve üzümün meyvalar ından sarhoş-
luk ve güzel r ız ık elde ediyorsunuz." 2 âyeti indi. Müslümanlar içkiyi he-
MI olarak içiyorlard ı . Sonra Ömer, Muâz ve salıabeden bir topluluk:
"Ya resulâllah, bize şarap hakkında bir hüküm ver, çünkü o akl ı giderip
malı telef ediyor" dediler. Bakara Suresindeki: "Onlarda büyük günah
vardır, insanlara faydaları da varsa da, günahları, faydalarından büyük-
tür." âyeti indi. Bir topluluk b ıraktı, bir topluluk içme ğe devam etti.
Daha sonra Abdurrahman ibn Avf, bir grup insan ı davet etti. içtiler,
sarhoş oldular. İçlerinden biri namaz kıldırırken Kâfirun Suresini
v 9 ı n L. J.A J,KJIW : Ey kâfirler sizin tapt ığnuza ben de ta-
parım" şeklinde okudu. Bunun üzerine "Ey inananlar, sarhoş iken na-

1 Uff-miii, Tefsh, Mâide Suresi; Ahkimu'l-Kur'ân, I, 149


2 Nahl Suresi: 67
228 Bakara Suresi

mana yaklaşmay ın ki ne dediğinizi bilesiniz."' ayeti indi. Içenler azald ı .


En nihayet ensardan bir topluluk, bir ziyafette bulunuyorlard ı . Ara-
larında Mekke'den göçenlerden Sa`d ibn Ebi Vakkas da vard ı. Sarhoş
olunca Arap şiirleri okuyup övünme ğ . başladılar. Sa`d ibn EM. Vakkas
da, içinde ensara yergi olan bir şiir okudu. Ensardan biri, devenin çe-
nesiyle vurup Sa`dın başını yardı . Sa`d durumu, Allah' ın Resulüne
şikayete geldi. Ömer: "Allahım, ş arap hakkında bize Şifa verici bir aç ık-
lama yap" diye duâ etti. 0 s ırada: "Ey inananlar, hamr, meysir, dikili
taşlar, ezlâm, şeytan işi pisliktir. Bundan kaç ının ki felâh bulasin ız.
Şeytan, hamr ve meysir ile sizin aran ıza düş manlık ve öfke sokmak ve sizi
anmaktan ve namazdan menetmek istiyor. (Nasıl) vazgeçtiniz mi?" 2
ayeti indi. Ömer "Vazgeçtik!" dedi.'
Islam bilginlerinden bir k ısmı , tefsirini yapma ğa çahştığımız ayetin
haram bildirmedi ğini, bir kısmı ise haram bildirdiğini söylemişlerdir.
Zahir olan, birinci kısmın görüşüdür. Ayetin haram bildirdi ğini söyle-
yenlere göre Cenab ı Allah: "Hamr ve meysir'de büyük günah oldu ğunu"
söylemiştir. "Rabbim, fuhu şların açığını, gizlisini, günah', ve haks ız yere
saldırıyı haram kıldı"4 âyetiyle de günahı haram kılmıştır. Hamr ve
meysirde de günah mevcudoldu ğuna göre bunların da haram oldu ğu
anlaşılır. Demek ki bu ayetin ini şinden sonra yine içme ğe devam eden-
ler, 'ayeti te'vil ederek içmi şlerdir. Fakat Ibnu'l-Arabi'nin de i ş aret
ettiği gibi bu görüşün geçerli olabilmesi için günah ın haram olduğunu
bildiren ayetin, bu âyetten önce inmi ş olması gerekir. Halbuki bu husus
bilinmiyor. Bundan dolayı bu ayetin haram bildirdi ği söylenemez.

Âyette geçen i'Llrı (günah), içki içip sarho ş olduktan sonra görülen
sövmeler, kavgalar, öldürmelerdir. Menafic (yararlar) ise ticaret ve lez-
zet olabilir. Çünkü tâcirler içkiyi Ş am'dan hicaza getirip satarlar ve
büyük •para kazan ırlardı .
Ayette günah oldu ğu bildirilen hamr ve meysir'in ne oldu ğunu ve
bunlar hakk ında Islamın son hükmünü inceleyelim:
1— Hamr : Hmr maddesinden olup örtmek anlam ınadır. Baş ör-
tüsüne de bin:Lar denir. Aklı uyuşturup örttii ğii için ş araba hamr den-
miştir. 13:anırın ne olduğu hakkında müctehidler iki grupa ayr ılnuştır:
Malik, şâfii, Ahmed ibn. Hanbel, Hicazl ılara göre gerek üzüm, gerek

1 Nisa Suresi: 43
2 Maide Suresi: 90-91
3 Rtızt, Mefatil,lu'l- ğayb, II, 217
4 A'raf Suresi: 33
Cüz): 2, Sure: 2 229

başka maddelerin suyundan elde edilen alkollü içkiye hamr denir. Hur-
madan, arpadan, bu ğdaydan, hasılı her türlü üründen yap ılan sarho ş
edici içki, ljamrdır.

Irakhlara yani Ebu Hanife, ibrâhim Süfyân es-Sevri, İbn


Ebi -teylâ, Şerik ve İbn Şübrüme'ye. göre hamr yaln ız, üzüm suyundan
yapılan aklollü içkidir. Hurma, buğday gibi üzümden ba şka maddeler-
den yapılan alkollü içkiye hamr de ğil , nebi denir°

Hicazlılar, hangi maddeden yap ılırsa yapılsın sarho şluk veren her
içkinin hamr oldu ğu kanaatinde bulunduklarmdan dolay ı hamrı haram
eden âyetlerle alkollü içkilerin tümünün haram oldu ğuna hiikmetmişler-
dir. Bu içkinin azı da ço ğu da haramd ır. Bu hususta delilleri şudur:

Şaraba, aklı uyuşturduğu için hamr denmi ştir. Nebi2 de aklı uyuş-
tur'''. Çünkü ikisinde de sarho ş eden madde alkoldür. O halde dil bak ı-
mından nebizlere de hamr denmesi gerekir. Bu delil zay ıftır. Çünkü dil,
kıyas ile sabit olmaz. Şeriat bakımından delilleri de şöyledir:

Hz. Peygamber: " j1) ,}5", ( J.S" :Sarhoşluk veren


her şey lz,amrdır ve sarhoşluk veren her şey haramdlı ."2 Ebu Hüreyre de
Hz. Peygamber'den şu hadisi rivayet etmiştir: "
Hamr şu iki agaçtan yapılır : Hurmadan, üzünıden."3

Abdullah ibn Ömer de Hz. Peygamber'in şöyle dediğinirivayet


ediyor: " 1)- tızümden
yapılan bir şarap vardır, baldan yapılan bir şarap vardır, buğdaydan yapı-
lan bir şarap vardır, arpadan yapılan bir şarap vardır." Nu'man ibn Be şir
de buna benzer bir hadis rivayet etmi ştir: " c t.Jl j c c
‘3,5" j31 , ; j411 j Js JI j : Sıradan, kuru üzümden, hurma-
dan, buğdaydan, darıdan yapılan birer ş arap vardır. Ben sizi her sarho ş
edici şeyden menederim." 4

Buhâri de Enes'ten şu rivayeti çıkarmıştır: "


j 4IU :1•14 rı!1 „;,g
I 1..., Hamr bize ha-
ram /alındığı, zaman Meine'de pek az üzüm şarabı bulabilirdik. Genellikle

1 Nebil', aslında atmak, bırakmak, atılmış şey demektir. Bir kaba konulan hurma üzerine
biraz su d5külüp mayalanma ğa bırakıldığından dolayı bu türlü içkiye neblâ denmi ştir.
2 Bu4arl, Edeb, 80, .A.Vkâm, 22; Müslim, E şribe, bal) 't; Ebu Davhd, E şribe, 5; Tirmiât,
Eşribe 1; Nesâi, E şribe 53; İbn Mke, Eşribe 9; Darimil, E şribe 8
3 Müslim, E şribe bab: 4, hadis' 3, Tirmia, E şribe, 8
4 Ebu Dâvhd, Eşribe, Bab'al-hamru mimme hiye, c. 2, s. 293
230 Bakara Suresi

şarabımız kurmadan yap ılırdı ."' Hz. Aişe de şöyle diyor: "Allah' ın Re-
sulüne tib' (yani bal nebizi)nden soruldu. 'Sarhoşluk veren her içki ha-
ramdır' dedi:."2 Bütün bunlar, nebizlere de hamr dendi ğini gösterir.
Bunların azı da, ço ğu da haramdır. Çünkü Hz. Peygambeı (s.a.v.):"
41 e y SES, i 1. : Çoğu sarhoş eden şeyin az ı da haramdır."' buyur-
muştur.
İraklılar ise yalnız üzümden yapilan alkollü içkiye hamr dedikle-
rinden, hamr hakkındaki âyetlerle yaln ız üziiınden yapılan alkollü
içkilerin haram oldu ğuna kani'dirler. Ba şka maddelerden yap ılan iç-
kiler, nebiz oldu ğundan onlar, liamrı yasaklayan âyetlerin hükmü al-
tına girmez. Sünnette ise sarho ş edecek kadar nebiz içmek haramd ır,
fakat sarho ş etmeyecek kadar nebiz içilmesine müsaade edilmi ştir.
Onlara göre nebillerden haram olan, üçüncü kadehtir.

İraklıların delilleri şöyledir:


Dilde hamr, üzümclen yap ılan alkollü içkinin adıdır. Sünnete ge-
lince: Müslim'de birkaç hadis vard ır ki bunlar Hz. Pey ğamber'in, nebiz
içme ğe müsaade etti ğini söyler: Hz. Peygamber, çe şitli maddelerden
yapılan nebi2lerin karışımını -ki buna 1JaW denir- yasaklam ış, fakat
yalnız bir nebizi, başka bir nebi2e kar ıştırmadan içme ğe cevaz vermiş-
'tir. Çünkü nebizleri birbirine kar ıştırmak, sarho şluğu çabukla ştırır.
Ebu Said el-kıudri'nin rivayetinde Hz. Peygamber şöyle deıniştir:
"Sizden kim nebiz içerse yalnız zebib (kuru üzüm nebi z i) yahut yalnız
temr (hurma nebizi) içsin."4 Biına benzer birkaç hadis vard ır. Câbır ;bn
Abdullah el-Ensâri de Hz. Pey ğamber'in: "zebib ile temri, büsr ile temri
birbirine karıştırmayı yasakladı'sğım rivayet etmi ştir. 5 Daha birçok
rivâyet nebizleri birbirine kar ıştırmamak şartiyle içme ğe müsaade
etmektedir.
Ebu Katâde, babas ından Hz. Pey ğamberi'n şu hadisini rivayet
etmiştir: "Temr ile zebibi, zehv ile rutab'i birbirine kar ıştırıp içmeyin."
Nesâi, bu hadisi şöyle açıklıyor: "Bunları karıştırmaktaki kerahetin
sebebi şudur: Karıştırmak sarho şluğu çabukla ştırır. Henüz tadı de ğiş -
meden sarho şluk verir. Içen insan, sarho şluk vermediğini sanır ama müs-

1 Kitâbu'l-E şribe, bâb: al-Hamru


2 Buhüri, Vuçlü; 71, E şribe, 4; Müslim, E şribe 67, 68; Ebu Dâvud, E şribe, 5;
Eşribe, 2; İbn Mke, E şribe, 9, 10; Muva“a', E şribe 9; Dirimi, Eşribe 8; İbn Banbel, VI, 36...
3 Ebu Dürüd, E şribe 5; Nesâ'i, E şribe 25; İ bn Mke, Eşribe 10; Düriml, E şribe 8; İbn
Hanbel, II, 91, 167...; Tirmiii bu hadisin garib hadis oldu ğunu söylüyor. Bkz. E şribe, 3
4 Müslim, Eşribe 5, hadis: 22
5 Müslim, Eşribe 5, hadis 16. '
Cilz): 2, Sure: 2 231

kirdir. Cumhura göre bu kar ıştırmadaki nehiy, tenzih nehyidir. Zehv,


kızarıp sararma ğa başlayan, tatlılaş an hurma koru ğudur."'
TahâvVnin, Ebu Musa'dan ç ıkardığı şu hadis de nebizlerden yaln ız
sarho şluk veren miktar ın haram oldu ğunu gösterir: "Allah' ın Resulü,
beni ve Mutız'ı Yemen'e gönderirken kendisine :
— Ya Resulâllah dedik orada buğ daydan ve arpadan yaptıkları
iki içki vard ır. Birine mizr, ötekine bit( derler. Bunlardan içmeyelim mi?
Peygamber Aleyhisseleım buyurdu ki :
— İçin ama sarhoş olmay ın."2
Bu hadisin beweri Müslim ve Nesâ'ide de vard ır. Ancak sonları ,
Tahâvi'nin rivayetinden farkl ıdır:
"Ebu Musa anlatıyor : Allah'ı n Resulü (s.a.v.) beni Yemen'e gön-
derdi:
— Ya Resuldllah, dedim, orada çeş itli içkiler var. Neyi içip neyi
içmeyelim?
Nedir onlar, dedi.
— Bit( ve mizr dedim,
Bit( ve mizr nedir, dedi.
— Bit' bal nebizidir, mizr ise darı nebizidir. dedim. Resulullah
buyurdu ki :
— Sarhoşluk vereni içmeyin, her sarhoşluk vereni haram kıldım." 4
Müslimde, ise Hadisin sonu: "Insanı, sarhoş edip namazdan alakoyacak
her içki haramdır"4 şeklindedir.
Irakhlara göre Allah, hamr ı yasaklamas ındaki hikmeti ş öyle açık-
lamıştır: "Şeytan, şarap ve kumar ile sizin aranıza düş manlık ve öfke
sokmak ve sizi Allah' ı anmaktan ve namazdan menetmek istiyor."' Bu
ifade, alkollü içkilerden sadece sarho şluk veren miktarın haram olma-
sını gerektirir Çünkü ancak o ölçüde içilince -haram k ılmma illeti ortaya
çıkar. Fakat hamr ın, azının da, çoğunun da haram oldu ğu hususunda
icmâc vardır. Bu bakımdan üzümden elde edilen sarho ş edici içkilerin
azı da, çoğu da kesinlikle haramd ır, bunun haram olduğunu inkâr eden

1 Nas ıl% E şribe, Halitu'z-zehvi ve'r-Rt4ab.


2 Tefsiru ıkyâti'l-ablrâm, I, 122
3 Nesâ'i, E şribe, Tefsiru'l-bit'i
4 Eşribe, bal 7, Hadis 70
5 Maide Suresi: 91
232 Bakara Suresi

kâfir olur. Fakat öbür içkilerin bizzat kendilerinin haram ve necis ol-
duğu hususunda kesinlik yoktur. Bunlar ın ancak sarho ş eden miktarı
haramdır.
İraklılar, Hicazhlarm delil gösterdikleri hadislerin bir k ısmın ı
zayıf bulmuşlar, bir kısım hadislerde de nebize mecâzen h.amr dendi ğini
ileri sürmüşlerdir.°

Netice:
İki tarafın da-ileri sürdü ğü bazı hadislerden sonraki ça ğların dü-
şünce kokusu gelmektedir. Bunların, o düşüncelerin mahsulü olması
da muhtemeldir. Meselâ "Çoğu sarhoş eden şeyin arı da haramdır" ha-
disi, ikinci ve üçüncü asırların fıkıh kuralına benzemektedir. Nitekim
bu hadisi Tirmüi de garip bulmuştur. Ancak bu meselede Hicazhlarm
delilleri daha ağır basmaktadır. Çünkü Allah, sarho şluk verdiğinden
dolayı içkiyi yasaklamıştır. Bu, çe şitli âyetlerden anla şılmaktadır.
Sonra Sahabe, hanırm yasaklandığmı duyar duymaz diğer maddeler-
den yapılan sarhoş edici içkilerin de yasakland ığma kani olmuşlar ve
mevcut bütün içkilerini dökmüşlerdir. Enes ibn Malik şöyle diyor:
"Hamr haram edildi ği zaman ben, Ebu Talha'n ın evindeki bir toplulu ğa
hamr sunuyordum. Çünkü ben onlar ın en küçüğü idim. O gün onların
içtikleri hamr, büsr ve temr (kar ışımı) idi. Birinin, ş arap haram kılındı
diye, bağırdığını duy'duk. Medine sokaklar ında (şarap) aktı . Ebu Talha
bana dışarı çık da bunu dök dedi. Çıkıp döktüm..."2 Burada döküldüğü
ifade edilen içki, temr ve büsr kar ışımı nebizdir. Bunda alkol derecesi
fazladır.
Czümden yap ılan içkiler aynen necistir. Öbür maddelerden yap ı-
lan alkollü içkileri içmek de haramd ır. Fakat haram olan, bunlar ı iç-
mektir. Bu haraml ık, sarho ş etme Metinde bunların hamr ile ortak ol-
masmdan ileri gelir. İkisi de sarhoş eder. Arada bir fark vard ır. 'üzüm-
den yapılan içkilerin aynen kendileri necis sayılmıştır. Yalnız içmek
değil, kendileri de haramd ır. Onlar elbiseye dökülse elbise pis olur, y ı-
kanması gerekir. Fakat öbür maddelerden yap ılan içkilerin içilmesi
haram ise de bunlar ın necis oldu ğu iddia edilemez. İspirto, bira, özel-
likle artık bir ikram maddesi haline gelen kolonyan ın elbiseye dökülmesi
veya bedene sürülmesi namaza mani de ğildir.
Hamdi Yazır şöyle diyor: "Ebu Hanife Hazretleri, bu suretle ş a-
raptan başka sarhoşluk veren içkilerin aynı ve katresinin necis olmad ı-
1 Tefairu Aytıti'l-abkilm, I, 122
2 müslim, Eşribe, bal), 41


Cüz): 2, Sure: 2 233

ğına ve binaenaleyh sarho şluk derecesine varmaks ızın ve fasıklara ve


kâfirlere benzemek niyyeti ta şımaksızın kuvvet için az bir miktarda
içilmesinin caiz olabilece ğine kail olmuş ise de... üç mezheb ile beraber
Hanefi Mezhebinde de muhtar olan, hadisi Şerif gere ğince "Çoğu sarhoş
edenin, an da haramdı r". Fakat tedavi için alkol kullanmak, "Darda ka-
lan, haddi aşmadan, (başkasının hakkına) saldırmadan yiyebilir" ayeti
uyarınca zaruret dolay ısiyle caizdir."'

içki, toplumu felakete sürükleyen bir unsurdur. İnsanın karakterini


bozan Bunun için Yüce Allah onu haram k ılmıştır. Yalnız İ slamda de-
ğil, daha önceki ilahi dinlerde de içki kötü görülmü ştür. Tavrat'ta birkaç
yerde kendini ibadete, Allah'a adayanlara içki içmenin yasakland ığı
belirtiliyor. IVIesela israili düşman istilasından kurtaracak çocu ğa gebe
kalan kadana Rabbin mele ği ş öyle diyor: "Ve şimdi şarap ve içki içme
ve hiçbir murdar şeyi yeme". 2 İşte Tevrat'm bu âyetine göre de ş arap ,

ve içki murdardır!

2— Meysir:

Gerek bu ayette, gerek Mâide Suresinde hamrle beraber zikredi-


len meysir ise yüsr veya yes& kökünden gelir. Yüsr kolaylık manasma
geldiği gibi bölmek, parçalamak ınanasma da gelir. Meysir, parçalara
ayrılacak şey demektir. Bo ğazlanacak deveye de meysir denir. Deveyi
kesip parçalayana yetsir dendiği gibi kesilecek deve üzerinde kumar oy
nayanlara da yasir denir.

Allah'ın haram kaldığı meysir, oklarla oynanan piyangoya benzer


bir kumard ır. Benzerlik dolay ısiyle tavlaya ve di ğer kumar çe şitlerine
de , meysir denmiştir. Şimdi asıl meysirin, ne biçim bir oyun oldu ğunu
izah edelim:
Meysir, fakirlere ikram için oynanan bir kumar çe şidi idi. Ezlâm
ve aklâm denen on okla oynan ırdı. Bu oklann adları : fezz, tev'em, raktb,
hils, nâfis, müsbil, mucalla, merak, sefih ve vağd idi. Bu on oktan yedisine
pay verilmişti. Di ğer üçü boştu. Yedi okun payları da rakamları ora
nında idi. Fezzin bir payı, tev'emin iki payı, ...mucallamn yedi payı
vardı. Her okun üzerinde ad ını ve payını belirten i şaretler bulunurdu.

Kesilen deve 28 parçaya ayr ılırdı. Okları Rebâbe denilen bir tor-
han n içine koyup adil 13.;r kişinin önüne bırakırlardı . O adam da torbaya

1 Hak Dini, Kur'an Dili, I, 762-763


2 Kitabı Mukaddes, Hakimler, billı 13, ayet: 7
234 Bakara Suresi

karıştırıp oyuna katılanlardan birinin adına bir ok çekerdi. Kime fezz


çıkmışsa o, bir hisse alırdı ; kime tev'em çıkmışsa o iki hisse alırdı ; kime
mucallet çıkmışsa o da yedi hisse alırdı . Boş ok çıkanlar bir şey almaz,
devenin paras ını öderlerdi. Oyuna kat ılanlar, kazand ıkları payları ye-
mezler, fukaraya verirlerdi. Araplar bu oyunu bir nfeziyet bilirler ve
oyuna katılmayanlar' kı narlardı.
Bundan ayrı olarak muhatara dedikleri bir kumar da oynarlard ı .
Ortaya mallarını veya karılarını koyar, bunlar üzerine oynarlard ı . Kay-
beden, karısını veya malını kaybederdi. Acaba meysir, yalnız izah et-
tiğimiz özel oyunun ad ı mıdır, yoksa bütün kumarlar ın ortak ad ı mıdır?
Bu husus, ihtilaf konusudur. E ğer bütün kumar çe şitlerine meysir
deniyor idiyse Mâ'ide Suresinin 90 nc ı âyetiyle kumarm her çe şidi ya-
saklanmıştır. Ş ayet meysir, yalnız bu özel oyunun ad ı idiyse diğer ku-
,.
marlar da buna kıyasen haram kılınmış elur. Zira öteki kumarlara göre
iyi bir maksat için oynanan bu piyango türü, yasak edildikten sonra
zevk ve ş ahsi çıkar, oturdu ğu yerde para kazanmak için oynanan öteki
kumarlar elbette yasak olur. Bir para veya mal kar şılığında bahse gir-
mek de İslamda haram k ılınmıştır. Mekke devrinde, Rum Suresinin
baş tarafı inince Hz. Ebubekir, müşriklerden biriyle Rumların, İranlıları
yenece ği hakkında bahse girmiş ve ortaya bir mal koymu şlardı. Fakat
sonradan böyle menfaat kar şılığında bahse girmeler de haram k ıhrımış-
tır.
Haram olan oyun, bir menfaat kar şılığında oynanan oyundur.
Menfaat kar şılığı olmadan zevk için oynanan oyunlar kumar olmaz.
İmam Ş afirye göre "Santranç, ortaya bir para koymadan, kötü söz-
den, namazı unutmadan uzak oldukça haram de ğildir." Çünkü ha-
ram olan meysir, mal verip alma ğa sebebolan kumardır. Mal verme ve
alma olmayan oyun kumar olmaz. Atl ı ve yaya koşuları, ok atmalar,
silah talimleri, vücudu geliştiren sporlar ve bunlara konan mükâfatlar,
fıkıh kitaplarmda belirtilen şartlara göre helaldir.° Fakat bu sporlar
üzerine oynanan kumarlar haramd ır.
Para ve menfaat kar şılığında oynanan her türlü kumar haramd ır.
Çünkü kumar insanların, batıl yere birbirlerinin mallarını yemelerine,
bir tarafın emeksiz para kazanmas ına, diğer tarafın yok yere malını
kaybetmesine sebebolur. Böylece sonunda oynayanlarm içlerinde bir-
birlerine karşı kin ve nefret do ğar.
Islamın tanıdığı meşru kazanç yollarında mutlaka kar şılıklı fayda
vardır. Bir elbise yapt ırdığınız zaman terzi para kazan ır, elbise yaptıran
1 Mefâtillu'l-ğayb, II, 219-220; Tefsira ıkytıti'l-alkâm, I, 123,124
Cüz': 2, Süre: 2 235

müşteri de elbise sahibi olur. Toplum için de bir madde üretilmi ş olur.
Halbuki kumarda bir taraf sadece kazan ır, öteki tarafın hiçbir kazancı
yoktur. Ona sadece ziyan kal ır. Kumarda bir şey üretilmez, kalblerde
üreyen düşmanlık ve nefretten ba şka. Kumar nice aileleri y ıkmış , nice
ocakları söndürmüştiii. Içki ve kumar belas ını yasaklamakla İ slam,
toplumun üzerine çöken iki kabusu defetmi ştir.

219neu âyetteki "cafv" kelimesine gelince: (afv fazla demektir.


cs".-«" ayeti de fazla ileri gittiler anlammad ır. Af, kolaylık göster-
mek manasına da gelir. Zaten ihtiyaçtan fazlas ını vermekte bir kolayl ık
vardır. Yani yüce Allah: "Sıkıntıya düşmeden, kendi ihtiyac ının kar-
şıladıktan sonra fazlasını verin" diyor. İhtiyaçta ıı fazla malın, Allah
rızası için sarfedilmesini öğütlüyor.

Islam, mal yığmayı —ki buna kenz denir— ho ş 'görmez. Nefsinin,


çoluk çocuğunun ihtiyacmdan fazlas ını fakirlere vermeyi, Hak r ı zasına
harcamayı tavsiye eder. Ancak bütün yar ını yoğunu sarfedip ba şkasına
el açacak duruma dü şmek de do ğru de ğildir. Bu hususta birçok hadisi
Şerif mevcuttur. Pey ğamberimiz: "Yan ında bir mal bulunan kimse,
önce kendi nefsine harcasın, bakımı kendisine ait bulunan kimselere, ve
böyle böyle (derece derece akrabaya, sonra başkalarına) harcasın."' demiş tir.

Câbir ibn Abdullah' ın rivayetine göre bir adam Hz. Pey ğamber'e
yumurta büyüklü ğünde bir altın getirmiş : "Bunu sadaka (müslüman-
lara yardım) olarak al, vallahi bundan ba şka bir şeyim yok" demi ş .
Allah'ın Resulü almamış . Adam sa ğdan gelmiş , almasını rica etmiş ,
soldan gelmiş, almasını rica etmiş . Hz. Peyğamber kı zarak adamın elin-
den altını alıp sonra adama fırtlatmış : "Biriniz bütün varım yo ğunu
getirsin, sonra da otursun dilensin (öyle mi)? Sadaka ancak zenginlikten
verilir. Bunu al, bizim buna ihtiyacım ız yok" demi ş ."2

İ slam, ifratı ve tefriti yani gerek cömertlikte, gerek tutumlulukta


aşırı gitmeyi yasaklar. İnfak iyidir ama israf haramd ır. Tutumluluk iyi-
dir ama cimrilik haramdır. Allah, Kur'an]. Kerimde saç ıp savurmayı
yasakladığı gibi av-ucu sıkı sıkıya kapayıp para yığmayı da yasaklamış-
tır. İhtiyaçtan fazlas ını vermek, sosyal adaletin kendisidir. Ayet, ihti-
yaçtan fazla olan her şeyin verilmesini emretmiyor, tavsiye ediyor.
Mü'minleri böyle gönül zenginli ğine, cömertliğe, başkalarmı düşünmeğe
teşvik ediyor. Herkes ihtiyacından fazlas ını zorla de ğil, fakat gönül

1 Ebu Dâvâd, qtâk, 9; Nesa't, Buyur, 84; !bn Hanbel, III, 305; Fayçlu'l- IÇuctir, I, 426
2 Darimi, Zekât, Bibu'n-nehyi bi-cenal<1 mâtinde'r-racul, I, 390; Mefatibu'l-Crayb, II, 222
236 Bakara Suresi

hoşluğuyla verirse ülkede fakir kalmaz, bunal ımlar durulur. Gönüller-


den gönüllere sevgiden ba ğlar kurulur.

Baz ı bilginler, zekât âyetiyle bu âyetin bu hükmünün neshedil-


diğini sanmışlardır ama bu do ğru de ğildir. Zekât farzdır. Bu ise zekât-
tan ayrı olarak insanları nafile sadakaya te şvik etmektedir. Burada
neshedilecek bir şey yoktur. Bu infak sayesinde, Ha şr Suresinde de be-
yan edildiği üzre servetler, sadece zenginler aras ında dolaşan bir şey
olmaktan çıkıp toplumun ihtiyac ını karşılayacak, toplumun huzur ve
kalkınmasma hizmet edecektir.

220 nci âyette de yetimlerin durumu anlat ılmaktadır.

Yetim: Erginli ğe ermeden babas ı ölmüş olan çocuktur. Annesini


kaybeden çocuğa da yetim denir ama kelimenin asıl konumu, babasını
kaybeden çocuk içindir. Babas ın ı kaybeden çocuk, koruma ve yard ım-
dan; annesini kaybeden çocuk şefkatten mahrum kalır. Baba koruma
ve yardımın, anne şefkatin sembclüdür. Gerçi ikisinde de koruma ve şef-
kat vard ır ama babanın koruması anneden fazla, annenin şefkati de
babadan fazlad ır. Yetim bülû ğa erince dil bakımından kendisinden
yetimlik kalkar. Fakat kendisinde, mal ını kendi başına kullanacak ak ıl
olgunluğu görülünceye kadar o, dinen yetim hükmündedir.

İslâmdan önce insanlar, yetimlerin mallar ını yerler, onların mal-


larından yararlanmak için yetimle evlenme ya da onu o ğlu veya kızı
ile evlendirme yollarma ba şvururlardı . Nisa Suresinde: "Zulüm ile ye-
timlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş yemektedirler ve ç ılgın
bir ateşe gireceklerdir."' En'âm, Suresinde: "Yetimin mahna yakla ş-
mayın ; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malina) en güzel
biçimde (yaklaş abilirsiniz)...." 2 âyetleri inince müslümanlar, yetimlerin
mallarından el çektiler. Yemek şöyle dursun, onların mallarının, kendi
mallarına karışmamasına özen gösterdiler. Hattâ yetimin önünden
artan yeme ği dahi yemekten çekindiler. Evlerinde yetim bulunanlar,
onun yiyecek ve içece ğim ayırdılar, ona ayrı bir ev tahsis ettiler. Bu
durum, mallarını çalıştırmaktan âciz olan yetimlerin aleyhine oldu ğu
gibi yetim sahiplerine de güç gelen bir i şti. Hattâ Abdullah ibn Ravâhe,
Hz. Peyğamber'e:

"— Ya Resulâllah, dedi, hepimiz yetimleri oturtacak ayr ı bir eve,


yetimlere ayrı yiyecek ve çiçeek verecek kudrete sahip de ğiliz."

1 Ayet: 10
2 Ayet: 152
Cüz.: 2, Sure: 2

İşte bu yanlış anlamayı bertaraf edip meseleyi aç ıklığa kavuştur-


mak üzere yukar ıdaki ayet indi. Bu âyete göre önemli olan, yetimi
güzel yeti ştirmek, onun mal ını da kendi yararına, islâh edip geli ştirmek-
tir. Aleyhlerine olmamak ş artiyle yetimlerle beraber oturmak, onlar ın
mallarını kendi malına katıp beraber çal ıştırmakta bir sakınca yoktur.
Ancak elde edilen gelirden masraf ç ıktıktan sonra paylar ına dü şeni
onlara vermek veya onlar ın hesabına kaydetmek laz ımdır.
Yetimin velisi, yetimin faydas ı için onun mal ında ticaret yapabilir,
malını kendi malına karıştırıp ortakla şa çalıştırabilir, şirket kurabilit,
Yetimin faydas ı_ neyi gerektiriyorsa onu yapar. Fakat mal ı nda onun
zararma olacak tasarrufta bulunamaz. Onun mal ını kendi yarar ına kuh
lanamaz. "Onlar için ısleth daha hayırhdır" ifadesi, farz de ğil, nedb bil-
diriyor. Yani yetimin mal ında tasarruf yap ıp geliştirmek, yetimi evlen-
dirmek veliye farz de ğil, mendubdur.'
Ebubekr er-Razi'ye göre bu ayet, k ı z ise yetimi oğluna almak, er-
kek ise kızını vermek suretiyle onu kendi ailesine katma ğa cevaz ver-
mektedir. Yine bu ayet, yetimin yiyece ğini tahmin ettiği miktardaki
malını kendi malına karıştırıp beraber yeme ğe de cevaz vermektedir.
Buna göre yol arkada şı olan kimselerin de yiyecelderini birbirine kar ış-
tırı p beraber yemeleri de caizdir. Herkesin yiyece ği miktar aynı olma-
makla beraber arkada şlar kendi aralar ında anla şıp raz ı olduklarından
bunda bir sakınca yoktur. 2
Zayıfı himaye etmek, müslüman ın şiarıdır. Özellikle yetimi koru-
mak çok sevapt ır. Hz. Pey ğamber (s.a.v): "Yetime bakanla ben, cennette
şu ikisi gibiyiz" diyerek işaret parma ğiyle orta parma ğını göstermiş ,
yetime bakanın, cennette kendisiyle bu iki parmak gibi yan yana olaca-
ğını bildirmiştir.3
Yetime bakmak, onu himaye etmek, kimsesiz çocuklar ı koruyup
kollarnak çok sevap olan i şlerdenclir. Hz. Pey ğamber (s.a.v.): "Müs-
lümanların evlerinin en hayırlısı , içinde yetime iyilik edilen evdir. Ve müs-
lümanların evlerinin en şerlisi de içinde yetime kötülük edilen evdir." 4
demişledir. Ahmed ibn Hanbel'in rivayet etti ği bir hadis de şöyledir:
"Kim bir yetimin ba şını Allah rızası için okşarsa, elinin değdiği her kıl
1 Itüzl, Mefâtilru'l- Ğayb, II, 222-224; Ahkümu'l-1{ür'ân, I, 154-156; Tefsiru kyüti'l-ah-
küm, I, 126
2 Tefsira Iyüti'l-abküm, I, 126
3 Buhari, Talâls 25, Edeb 24; Müslim, Zühd 42; Ebü Dâvûd, Edeb 123; Tirmi'ii, Birr, 14;
Muvw4a.', Şiir 5; /bn 1.1anbel, II, 375, V, 333
4 ibn M'ace, Edeb, 6
238 Bakara Suresi

için kendisine sevap verilir. Ve kim, yan ında bulunan kız veya erkek bir
yerime iyilik ederse benimle o, cennette ş u iki parmak gibi (yan yana) olu-
ruz. (Hz. Pey ğamber, iş aret parma ğiyle orta parma ğını göstermi ştir)."'

ı ı 0 0 ı • 5 0 ıg o •
>e..P i J-J

o .9o, IS, o 9 5, o, 9 o

çh- • •
°- * 5

;,;2;,k), j e:,11

(YY -ı..) 1.): .9 „


A_; ı:fT
r- ı

1.4

221 Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, ev-


lenmeyin. (Allah'a ortak ko ş an kadın), hoş unuza gitse dahi, inanan bir
cariye, ortak koş an bir kadı ndan iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya
kadar, onlarla (kadınlarının) evlendirmeyin. (Allah'a ortak ko ş an hür
bir erkek) hoş unuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koş an bir adamdan
iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allah ise izniyle cennete (girme ğe)
ve mağfirete çağırıyor. insanlara dyetlerini (böyle) açıklıyor ki öğüt al-
sı nlar.

Tefsir:
221— Ayetin nüzul sebebi hakk ında iki rivayet vard ır. Bir rivayete
göre müslümanlardan biri (Mersed ibn Mersed), mü şriklerden güzel bir
kadınla evlenmek hususunda Allah' ın Resulünden izin istemi ş , onun
üzerine bu âyet inmi ştir. Diğer bir rivayete göre de ş air sahabi Abdul-
lah ibn Ravâhe'nin zenci bir cariyesi varm ış . Abdullah bu cariyeyi
dövmüş , sonra yaptığına piş man olup Hz. Peyğamber'e durumu arz
etmiş Hz. Peyğamber (s.a.v.), cariyenin halini sormu ş . Abdullah da
namaz kıldığını , oruç tuttu ğunu ve Allah Resulünün pey ğamberliğine
ş ahitlik etti ğini anlatmış . Hz. Peyğamber de bu cariyenin inanm ış bir
kadın olduğunu söylemiş . Abdullah, yaptığını telâfi için onu âzad edip
onunla evlenme ğe yemin etmiş ve öyle yapmış . Bazı kimseler, onun bu
hareketini k ınamışlar: "Cariyesiyle evlendi" demi şler. Bu olay üzerine
bu âyet inmi ştir.2

1 et-Terğib, III, 349


2 Taberi, II. 378-79
Cüz': 2, Sure: 2 239

Ayet, artık bundan böyle şirk koş an kadınlarla evlenmeyi yasak-


lamıştır. Inanmış bir cariye ile evlenmek, elbette Allah'a şirk koş an
soylu bır kadınla evlenmekten ye ğdir. Zira Allah'a inanan insan, ruhen
yücelmiştir. Allah'a şirk ko şan ise soylu da olsa ruhunu alçatmış , adile ş-
tirmiştir.
Acaba müş rik kimdir? Mü şrik, Allah'a ortak ko ş an, Allah'tan
başka tanr ıların varlığına inanan ve onlara tapan kimsedir. Kur'ân- ı
Kerim, mü şrik tabiri ile ilahi bir kitaba sabibolmayan putperestleri
kasdediyor. Bir k ısım ulemaya göre Uzeyr'e 4.11ah'm o ğlu diyen Yahu-
diler, Allah' ın üç varlı ktan meydana geldi ğini söyleyen h ıristiyanlar
da müşriktir. Zira yüce Allah: "Yahudiler, Uzeyr Allah' ın -oğludur' de-
diler. Hırıstiyanlar da, Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu, onların ağız-
lariyle geveledikleri sözleridir. (Sözlerini), önceden inkâr etmiş (olan
müşrik)/erin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da
(haktan bât ıla) çevriliyorlar?"' "Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler
elbette kâfir olmu şlardır. Oysa yalnız bir tek Tanrı vardı r, başka tanrı
yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkâr edenlere
acı bir azap dokunacaktır."2 buyurmu ştur. Bu ayetler, yahudi ve
hırıstiyanların da müşrik tabiri içine girdi ğini gösterir.
Bu görüş sahiplerine göre yahudi ve h ıristiyanlar da mü şrik ol-
dukları için bu ayet ile onlardan kız almak da yasaklanmıştır. Fakat:
44
Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu, hür kad ınlar
size helâldir" 3 ayeti yukarıdaki ayetin genel hükmünü tahsis etmi ş ,
yahudi ve hıristiyan mü şriklerin kızlariyle evlenmeye müsaade etmi ş -
tir.
Fakat bu görü ş , Kur'ân'ın zahirine aykırıdır. Çünkü Kur'ân, ki-
tap ehline mü şrik demiyor. Daima kitap ehliyle mü şrikleri ayırd
ediyor. Mesela: "Kitap ehlinden olan kâfirler de, mü şrikler de size
Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler." 4 " İnananlara en yaman
düşman olarak yahudileri ve (Allah'a) ortak ko şanları bulursun. İna-
nanlara sevgice en yakınları da, biz hırtstiyanlariz' diyenleri bulursun.
Çünkü onları n içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük tas-
-lamazlar."5 âyetlerinden, kitap ehlinin müşriklerden say ılmadıği anla-
şılmaktadır.

1 Teybe Suresi: 30
2 Maide Suresi: 73
3 Maide Suresi: 5
4 Bakara Suresi: 105
5 Maide Suresi: 82
240 Bakara Suresi

Hz. Peyğamber (s.a.v.) zaman ında hıristiyanlar aras ında üçleme


inancı hakimdi ve onlar, İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna inanıyorlardı .
Buna ra ğmen Kur'an bu hıristiyanlar' kafir kabul etmekle beraber
müşrik saymamıştır. Binaenaleyh kitap dilini müşriklerle bir tutmak
doğru de ğildir. Çünkü müş riklerle evlenmeyi yasaklayan ayet, müşrik
Arapalar hakk ındadır. Zira hicretin ilk yıllarında müslümanlarla mü şrik
Araplar aras ında akrabal ık ilişkileri, evlenmeler devam ediyordu. Hattâ
son nazil olan surelerden Teybe Suresindeki: "Ey inananlar, eğer imana
karşı küfrü seviyorlarsa babalarının ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin..." 1
âyetinin ifadesinden., bu münasebetlerin, ta hicretin son y ıllarına kadar
sürdü ğü anla şılmaktad ır. Mücadele Suresinin 22 nci âyetinden de ayn ı
mana sezilmektedir. Hudeybiye bar ışından sonra inen Mümtehine
Suresindeki: "Ey inananlar, mü'min kadınlar göç ederek size geldiği za-
man, onları imtihan edin. Allah onları n imanları nı daha iyi bilir. Eğer
onların (gerçekten) inanmış olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri
döndürmeyin. Ne bu ka-dınlar onlara helâldir ; ne de onlar bunlara helal
olurlar. Onları n (yani kâfir kbcalar ınm, bunlara) sarfettikleri (mehirleri)
onlara verin. Ücretlerini (yani mehirlerini) kendilerine verdiğiniz takdirde
bu (kadın)larla evlenmenizde sizin için bir günah yoktur. Kâfir kad ınların
ismetlerini (nikah, akrabal ık veya herhangi bir ba ğlarını) tutmay ın
(onlarla ilişkiyi kesin ve kâfirlere kat ılan kadınlara) harcadığınız (mehr)i
isteyin. Onlar da (size katılan kadınlarına) harcadıklarını istesinler.
Bu, Allah' ın hükmi,idür. Aran ızda (böyle) hükmediyor. Allah bilendir,
hikmet sahibidir." 2
Bu ayette bir k ısım kadınların, İ slama girmedikleri, müslüman
olan kocalariyle beraber Medine'ye gitmeyip Mekke'de kald ıkları ; kâfir
nikahı altında bulunan bir kısım müslüman kadınların da kocalarun
bırakı p Medine'ye gittikleri anlat ılıyor ve kafirlerden kaçan müslüman
kadınların, artık esl i kecalarma verilmemesi, çünkü bunlar ın, o kafir-
lere helal olmadığı, müslümanların da kâfir kadınları nikahlarmda tut-
mamaları emrediliyor.
Hz. Pey ğamber (s.a.v.)in k ızı Zeynep de uzun süre, bir mü şrik olan
kocası Ebill-As'ın yanında kalmıştı r. Ebill-As, Bedir Sava şında esir
düşünce Zeynep, kocas ını kurtarmak için gerdanl ığını fidye göndermiş-
tir. Sonra kocas ını bırakıp Medine'ye gelmi ş , fakat yine Ebti'l-As' ı kocası
sanmıştır. Ebill-İs, baş ka bir olayda yine esir edilip Medine'ye getiril-
miş ve Zeyneb'den, kendisini yan ına alıp himaye etmesini istemiştir.

1 Ayet: 23
2 Milmtehiue Suresi: 10
Cüz': 2, Snre: 2 241

Zeyneb de onu himayesine almıştır. Hz. Pey ğamber, Zeyneb'in hima-


yesini kabul etmiş , fakat ona, eski kocas ının yanına varmamas ını, zira
artık onun, kendisine haram oldu ğunu tenbih etmiştir. Bundan sonra
Ebül-As, Mekke'ye gitmiş , oradaki işlerini görüp Medine'ye dönmü ş,
iman etmiş ve böylece yeni bir nikâh kesilmeden e şi Zeynep, kendisine
helal olmuştur.'
Bütün bunlar gösteriyor ki âyetin kasd ı, miişrik Araplardır. Tabii
kitap ehli olmayan bütün mü şrikler de bu hükme dahildir. Kitâp ehli,
kâfir olmalarına ra ğmen mü şrik de ğillerdir. "Kitap ehlinin namuslu
kadınları,.... .size helaldir" âyeti, yahudi ve hıristiyan kad ınlarla ev-
lenmeyi helâl kılmaktadır. Bazı bilginlerin zannettikleri gibi âyette
nesih veya tahsis yoktur.
Ashabdan, kitap ehli olan kad ınlarla evlenenler olmuş , diğerleri
buna ses çıkarmamışlardır. Bu durum, kitap ohh b ır kadınla evlenme-
nin caiz olduğu hususunda ashab ın icmacı demektir. Ashabdan Huzeyfe
Hazretlerinin, bir Yahudi veya H ıristiyan kadınla evlendiği, Hz. Ömer'in
ona bu kadını bo ş amasını yazdığı, Huzeyfe'nin: "Bunu haram m ı sanı-
yorsun?" sorusu üzerine Hz. Ömer'in: "Hay ır ama yabanc ı kadınlarla
evlenmenin yaygınlaşıp müslüman kadınlara ra ğbet edilmeyece ğinden
korkuyorum" dediği rivayet edilir. Câbir de: "Biz kitap ehlinin kad ın-
lariyle evleniriz ama onlar bizim kad ınlarımızla evlenemezler" demi ştir.
Hz. Ömer'in de buna benzer bir sözü nakledilmi ştir.2

Maide Suresinin 5 nci âyeti, kitap ehli kad ınlarla evlenmeye mü-
saade etmiştir ama müslümanların, kitap ehli erkeklere kız vermeleri
hususunda bir açıklama yapmamıştır. Hz. Câbir'in, biraz önce kaydet-
tiğimiz sözü de müslüman kad ınların müslüman olmayan hiçbir kimse
ile evlenemeyece ğini gösterir. Buna göre müslüman bir k ız veya kadın,
müslüman olmayan bir erkekle hiçbir suretle evlenemez. Çünkü çocuk
babaya tabidir. Müslüman kad ın, kitap ehli bir erkekle evlendi ği tak-
dirde doğacak çocuklar, küfürle bulanm ış bir dine sokulmuş olurlar.
Hz. Ömer, toplumu bozar, müslüman kad ınlar ihmal edilip, ba şka ka-
dınlarla evlenme arzusu yayıhr endişesiyle kitap ehli kadınlarla evlen-
meyi dahi hoş kanılamamıştır. 3
Dinine bağlı, namuslu, güzel - huylu bir kadın en büyük mutluluk
kaynağıdır. Hz. Pey ğamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadın şu dört

1 Şiretu Ibn Hişâm, II, 296-299, 302-304; et-Tefdru'l hadg, VII, 336 _
2 İbn Kesir, I, 257; Râzi, 1VIefâtibu'1- Ğayb, II, 225-228; Taberl, II, 378
3 Bkz. Ibn Kedi., I, 257; Taberi, II. 378

3/4
242 Bakara Suresi

ş eyi nden ötürü alınır : Malından, soyundan, güzelliğinden ve dindarh-


ğından. Sen dindarınt seç, mutlu olursun."' ibn Ömer de Allah Resulü-
nün şu hadisini naklediyor: "Dünya bir geçimdir. Dünya geçiminin
en iyisi, salihe bir kadındır."2

.O
cs .› i_th j_ffl
o ı

*; ... o

5 - o 5
,C‘A ı çcS. ı C.)-4 CrAıi3G
5o
(Y Y Y) °

X:;1"
c'ç
,9
ii.4:
o e90 & O .."

; 5
(Y Yr) "c›.:,;3_1.°I c

222- Sana âdet görmeden soruyorlar. De ki : "O eziyettir." Adet ha-


linde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmay ın Te-
mizlendikleri zaman Allah' ın emrettiği yerden onlara yarın. Allah teybe
edenleri sever, temizlenenleri sever. 223- Kadınlarınız sizin tarlanızdır.
Tarlanı za nasıl dilerseniz öyle yar ın. Kendiniz için ileriye haz ırlık yap ın
ve mutlaka Allah'a kavu şacağınızı bilin. (Ey Muhammed) bunu inanlara
müjdele.
Tefsir:
222 ve 223 neü ayetlerde kad ınlarla ilişki durumu anlatılmaktadır.
Hay4 : kadının adet görmesidir. Adet süresi en az üç, en çok on
gündür. Bundan az veya çok süre akan kan, adet de ğil, hastalık eseri
sayılır. Hayz halinde kad ın oruç tutamaz, namaz k ılamaz, Kur'an
okuyamaz, Mushaf'ı tutamaz, münasebette bulunamaz. Orucu sonra
kaza eder, fakat namaz ı kaza etmez.
EM, eziyyet veren bir hastalik mânasma gelebilece ği gibi, insanı
tiksindiren pislik anlamına da gelir. Yani hayz, kad ına eziyet veren, sizi
de tiksindiren bir haldir. O halde bulunan kad ınla münasebetten ayrılın:
Yahudiler hayızdan çok sakınırlar, hayızlı kadınla yatmadıkları
gibi onunla beraber yemek yemez, onunla ayn ı odada dahi oturma ılardı .

1 Buhari, Nikâh 15; Müslim, Radae14; Ebû Davild, Nikah 2; Nesa'i, Nikâh 13; ibn. Mace,
Nikah, 6, Darimi, Nikah 4; Muvatta', Nikah 21; İbn Hanbel, II, 428
2 Müslim, Ra ılâ( , bal) 17, hadis: 64
2, Sure:• 2 243

Hıristiyanlar ise hayza hiç önem vermezler, hay ızlı kadınlarla müna-
sebette bulunurlardı. Araplar, özellikle Medineliler, bu hususta Yahudi-
lerin tesirinde kalmışlardı. Onlar da Yahudiler gibi yapıyorlardı . Bazı
sahabiler, Hz. Peyğamber'den bu konuda islâmın hükmünü sordular.
İşte âyet, bu münasebetle indi.'
Ayetteki "kadınlardan ayrılın" sözü, onlarla münasebette bulun-
mayın anlamınadır. Yoksa onlarla bütün ili şkileri kesin, demek de ğildir.
Hz. Peyğamber (s.a.v.) hay ır halinde bulunan han ımlariyle, cima dı-
şında bütün ilişkilerini sürdürmü ş ve âdet halindeki kad ınla ilişki ko-
nusunda sorulan bir soru üzerine: "Cima'dan başka her şeyi yap ın" de-
miştir.2 Hz. Aişe diyor ki: "Ben ve Pey ğamber, ikimiz de cüniip iken ayn ı
kabdan (su alıp) yıkanırdık. Ben Met halinde iken göbe ğimle diz kapağtm
arasını kapatmamı emreder ve o şekilde benimle münasebette bulunurdu.
İ'tikâfa girdiği zaman (ınescidinden) başını uzatırdı , Medi olduğum halde
onun başını y ıkardım." 3 "Ben (idetli iken su içti ğim kab ı Peyğamber
(s.a.v.)e uzatırdım, o da alır, benim ağzımı vurduğum yere ağzını koyup
su içerdi. ;Medi 'iken yediğim tikeyi, Pey ğamber (s.a.v.)e verirdim, o da
alır, benim ağzımı vurduğum yerden yerdi." 4, "Ben adedi iken Allah' ın
Resulü ile beraber aynı kaftan içinde yatardık. Eğer benden, kendisine bir
şey bulaşmış olursa yalnız o bulaşan yerini yıkardı . Şayet elbisesine bir
şey bulaşırsa yalnız orayı y ıkar ve o elbise içinde namaz kılardı."5
"Temizlendikleri zaman Allah' ın emrettiği yerde onlara yarın" cüm-
lesi üzerinde fakihler ihtilâf etmi şlerdir:
1) Ebu Hanife'ye göre birinci "yathurne”nin kökü, kendili ğinden
temizlenmek, yani hayz ın kesilmesi demektir. Ş eddeli olan "tetahharne"
ise, insanın çaba sarfederek kendini temizlemesidir. Fakat burada
"tetahharne" kelimesi de şeddesiz yathurne anlam ınadır. Binâenaleyh,
kadının, âdeti kesilince yıkanmadan dahi onunla münasebette bulun-
makta bir sakınca yoktur.
2) Malik, Zühri, el-Leys, Rabia, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'e göre
kan kesilince münasebette bulunabilmek için kadının yıGnması gerekir.
Bunlara göre de Ebû. Hanife görü şünüµ aksine, birinci "yathurne",
şeddeli olan "yattahharne" anlamınadır. "Su ile yıkanmadan, onlarla
1 tiberi, II. 380-391; Ilin Kesir, I. 358-360
2 Müslim, ljayçl, 3, Hadis 16; Ebu Dâvüd, Nikilli 46
3 Buliâri, ljayd, 6
4 Müslim, Ijay4, bn, 3, Hadis: 14
5 Elif' Hâvüd, Nikâh 46, Tahâret, 106; Nesli% Tahâret 178, Hayd 11; Darimi, Vudfl',
105; et-Tefsiru'l-hadik VII, 338-340; el-Cevâhir ft Tefshi'l-Iur'ân, I, 200-201
244 Bakara Suresi

temas etmeyin. Onlar su ile y ıkandıktan sonra onlarla temas edebi-


lirsiniz" demektir. Zira "y4urne"yi, "ya!tahharne" şeklinde oku-
yanlar da vard ır. Kaldı ki Allah, âyetin sonunda "Allah, teybe edenleri
sever, temizlenenleri sever" demiştin Bu da gösterir ki buradaki "yathur-
ne" su ile temizlenmek anlam ınadır.
3) Tâviis ve Mücâhid'e göre de kan kesildikten sonra kad ın, müna-
sebette bulunabilmek için y ıkanır ama, cünüplükten yıkanır gibi yı-
kanmasına lüzum yoktur. Sadece abdest almas ı kâfidir.°
"Kadınlannız sizin tarlanızdır. 0 halde tarlanıza nasıl dilerseniz
öyle yarın. Kendiniz için ileriye haz ırlık yap ın ve mutlaka Allah'a
kavuşacagtnızı bilin. (Ey Muhammed) bunu) inananlara miijdele."
223 numaralı bu âyetin niizul sebebi hakk ında muhtelif rivayetler
vardır:
Câbir'in rivayetine göre Yahudiler: "Kadmm arka taraf ından önüne
vardır da kadın gebe kahrsa çocuk şaşı olur" derlermi ş . Bunun üzerine
bu âyet inmiştir.2
Tirmizt ve 'bn Hanbel de şu rivayeti kaydediyorlar: Ömer (r.a.),
Peyğamber(s.a.v.)e geldi: "Mahvoldum" dedi. Peyğamber (s, a. v.):
"Seni mahveden nedir?" dedi. Ömer: "Bu gece göçümün yolunu de ğiş -
tirdim" dedi. Pey ğamber (s.a.v.) ona bir şey demedi. Nihayet Allah,
Resulüne bu âyeti indirdi. Buyurdu ki: Kad ına önden ve arkadan var
ama, dübürden ve hayızdan sakın?
İbn Ömer ve İbn Abbas'a dayand ırılan bir rivayete göre de Yahu-
diler, kadınların' yalnız bir yanı üzerine yatırıp münasebette bulunur-
larmış. Onların tesirinde kalan Mcdineliler de böyle yaparlarm ış . Fakat
kadınları istedikleri gibi öne, arkaya, yana, y'Lizü koyun yat ırıp müna-
sebette bulunan Mekkeliler, Medine'ye göç edip Ensar• kad ınlariyle
evlenince kendi memleketlerinde yapt ıklarını bu kadınlara da yapmak
istemişler. Ama Medineli bir kadın: "Bize ancak bir yandan var ılır"
deyip bu uygulamayı kabul etmemiş . Nihayet olay, Hz. Peyğamber'e
aksetmiş . Yüce Allah bu âyeti indirmi ş .4
Hadisçiler, âyettel "ennti şi'tum" ifadesini, çocu ğun üreyece ği
yer olan ferce sokulmak şartiyle istediğiniz biçimde kadınlarla müna-
sebette bulunun tarz ında tefsir ediyorlar. Müslim'de şu tefsir yer almış-

1 Tefsiru kütil-abkâm, I, 129-130


2 Müslim, Nikâh, bâb 19, Hadis: 118, Talâk, 7, 8, Tıb 50; Ebû Dâvûd, Niktıtı 45; TirmiM,
Tefsiru Sure II, 25; bn Mke, Tahliret, 122, Nikâtı 29; Dârimi, Vudû', 114
3 Tirmiii, Tefsiru Sure II, 27; İbn Ilanbel, I, 297
4 Ebû Dâvûd, Nikâtı, Bâb fî Câmici'll-nikiib; Abkamu'l-Iur'ân, I, 174
alz) : 2, Sure: 2 245

tır: "Yani adam dilerse yüzü koyun yat ırır, dilerse ba şka türlü yatırır.
Ancak tek yere, yani yaln ız ferce varmak şartiyle."'

Bütün bu rivayetler, bu mesele üzerinde baz ı olaylar olduğunu ve


bu konuda Hz. Pey ğamber'e soru soruldu ğ'unu, neticede bu ayetin in-
diğini gösterir.

" "g.t, :31 Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yarın."


cümlesinden, kadını arkadan kullanman ın caiz olduğu manası da
çıkarılmıştır. Kadını arkadan kullanmanın mubah olduğuna dair muh-
telif sahabe ve tabiür ıa dayandmlan sözler mevcudolduğu gibi bunun
tamamen haram, hatta küfür oldu ğunu anlatan rivayetler de vard ır.
İbn Ş a'ban, bu konuda "Citnâcu'n-nisvân ve Ahkeımu'l-KurYın" adlı
müstakil bir kitâp yazm ış , İbn Kesir de bu konudaki rivayetleri etrafl ı
olarak eserine derlemi ştir.2

İbnu Kesir özetle şöyle diyor:


"Ebu Hanife, Ş afii ve Ahmed ibn Hanbel'd en gelen sözlere göre
.

kadın ancak fercinden kullanılabilir. İmam Malik'ten ise kad ını arkadan
kullanmanın caiz olduğu rivayet edilmi ştir. Hakim, Dârekutni, Hatibi
Bağdâdi, İmam Malik'in, kadını dübüründen kullanmanın caiz olduğu
kanaatinde bulundu ğunu çe şitli yollarla rivayet etmi şlerdir. Fakat
senedlerde zayıfhk vardır."3 Nâfi' ibn Ömer'in: "Ayet kadınlara arka-
larından varmanın caiz olduğu hakkındadır" dediğini nakletmiş, fakat
başkaları, Nafi'i, bu rivayetinde yalanlam ışlardır. Şiadan Seyyid el-,

Murtaza da bunun caiz oldu ğuna kanidir. Seyyid Murtazâ, bu görü şü,
İmam Ca'fer ibn Muhammed es-Sad ık'tan rivayet etmiştir.4

Kadına arkadan varman ın haram oldu ğunu söyleyenler, şu hadis-


lere dayanırlar: "Kadınlara arkalarından varmayın. Allah hakkı söy-
lemekten utanmaz."5 "Erkek veya kad ına arkasından varan adama,
Allah bakmaz." 6

Tirmizi, birinci hadisin senedinde zayıflık gördüğü gibi ikinci ha-


dise de "garip" demiştin. Tirmizi, İbn Mâce, Dârimi ve İbn Hanbel'in
rivayet ettikleri "Kim hay ızh kadına varır, kadını dübüründen kullanır,

1 Müslim, Nikah, hab 19, Hadis: 119


2 Abkilmu'l-Kur'ân, I, 174
3 İbn Kesir, I, 265
4 Mai, MefatlInfl- Ğayb, II, 234
5 Tirmizi, Radâc, 12; Dârakutni, Mehr, Hadis: 160
6 Tirmiai, Rada' 12
246 Bakara Suresi

yahut kâhine başvurur(ondan istikbal sorar)sa kâfir olmu ştur."' şeklin-


deki hadisi de yine Tirmizi, sened bak ımından zayıf görmektedir: "Çün-
kü Peygamber (s.a.v.), adet halindeki kad ına varan ın, bir dinar keffaret
vermesini emretmi ştir. E ğer adetli kad ına varmak küfür olsayd ı, bu işe
keffaret konmazd ı ." diyor. 2
Görülüyor ki iki tarafın delillerinde de zarfl ık vardır. Fakat bu
işin haram, yahut harama yakın mekruh olmas ı gerekir. Çünkü ayet:
"Tarlantza istediğiniz şekilde (veya istedi ğiniz yerden) yarın" demekle
kadını tarlaya benzetiyor. Tarla nas ıl ürün verirse kad ın da çocuk üretir.
Demek kadına varmaktan maksat, s ırf şehveti tatmin deffil, neslin de-
vamıdır. Cenab ı Hak, kadın ve erke ğe şehvet duygusunu da e şlerin bir-
birine yakla şıp birleşmeleri ve böylece neslin devam etmesi için vermi ş-
tir. Yani kadın, şehveti tatmin vas ıtası de ğil, şehvet neslin vasıtasıdır.
Nesil de ancak belli yerden ürer. İşte yüce Allah, o belli yere hangi yan-
dan dilerseniz oradan yar ın diyor. Ba şka yoldan sadece ş ehveti tatmin
ise kadına eziyet oldu ğu gibi aynı zamanda israft ır, erkek tohumlar ının
boşa dökühnesidir. Eziyet de, israf da haramd ır. Kaldı ki bu iş , erkek
için iğrenç bir şeydir. Hayz halinde kadına yaklaşma yasa ğındaki illet
yani eziyet ve pislik bu işte daima vardır.
Mesele üzerindeki münaka şalar, bu i şin birçök kimse tarafından
yapıldığını gösterir. Nitekim İkrime'den gelen bir rivayet şöyledir: "Bir
adam, İbn Abbas'a gelip:
— Ben karma arkas ından varıyorum. Allah' ın, "Kadınlarınız
sizin tarlatuzdır. Tarlanıza dilediğiniz yerden yar ın" sözünden bunun,
bana helal olduğunu sanıyorum, dedi. İbn Abbas şöyle cevap verdi:
— Ey alçak, "Tarlanıza dilediğiniz yerden yarın" sözü: ayakta,
oturarak, önden veya arkadan ne biçimde isterseniz o biçimde kad ının
fercine yarın, başka yere tecavüz etmeyin demektir.
İbn Hanbel de kad ına arkasından varmanm, küçük lâtilik oldu ğu-
na dair bir hadis rivayet etmi ştir.'

•,..Ş T .41
-
41 e s (t. Y 4 ) .1r- tt...4_,,4 ' 4341

1 Tirmiii, Tahâret, 102; İbn Mâce, Tahâret, 122; Dârind, Vudn' 114; bil Manbel, II,
408, 476
2 Tirmilt, Tahâret 102
3 Müsned, II, 182, 210
Cüz>: 2, Sure: 2 247

• 9ı 9
,.j.‹.3 °
... ..g.
( " o )

224- Allah(ın adın)ı yemin (etti ğiniz i ş) lerinize (yani) iyilik etmenize,
(kötülüklerden) korunmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel
yapmay ın. Allah, i şitendir, bilendir. 225- Allah, sizi yapt ığınız kasıtsız
yeminlerizden sorumlu tutmaz; fakat kalblerinizin kazand ığı (bile bile
yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah ba ğışlayandır, halinıdir.

224- Urla birkaç nıanaya gelirse de hepsinin kayna ğmda men'


anlamı vardır. Yolun önüne konulan şeye car4 denmiş , sonra bu konulu
çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. (Ar4;1 önüne koymak, sunmak, curda
engel demektir. Yemin, sözü güçlendirmek için kullan ılan kelime veya
cifanledir. Burada iki mana ileri sürülür:

1) Allah'ın adını yeminlerinize arz etmeyin, ikide birde yemin edip


Allah'ın adın ı ortaya koymayın kı iyilik edesiniz, korunasımı ve insan-
lar arasını düzeltesiniz. Çok yemin ederseniz, iyilik edemez, koruna-
maz ve insanlar aras ını ıslah edemezsiniz. Bu i şleri yapmak, çok yemin
edip Allah'ın adını sözlerinize destek olmak için ortaya atmaktan uzak
durmanızla mümkündür.

• 2) Daha kuvvetli olan ikinci mana şudur: Allah' ın adım yemin


ettiğiniz şeylere yani iyilik etmenize, korunmanıza ve insanların arasını
düzeltmenize engel yapmay ın.

Nüzul sebebi hakkındaki rivayet de bu manay ı kuvvetlendirmek-


tedir. Baz ı kimseler, yakınlarını ziyaret etmeyeceklerine, yahut kimseye
yardım etmeyip insanların arasını bulmayacaklarma yemin eder, son-
ra da "Artık yemin ettim, yeminimi bozarsam Allah'tan korkar ım."
diyerek böyle güzel işleri yapmaktan kaçmırlardı. İşte Yüce Allah,
bu ayeti indirerek yeminlerin, iyilik yapma ğa engel olmasını ortadan
kaldırmıştır. Buyuruyor ki: Yeminlerinizi iyilik etmenize, insanlar ı
barıştırmağa engel tutmayın. Yeminlerinize aykırı da olsa iyilik yapın,
yemininiz için de keffaret verirsiniz'. Hz. Pey ğamber (s.a.v.) şöyle bu-
yurmuştur:

1 Razı, Meftıtib, II, 236; Ebu Ijayytuı, el-Babru'l-Mubit, II, 176
248 Bakara Suresi

"Kim bir şeye yemin eder de onun aksini daha hay ırlı görürse hayırlı
olanı yapsın, yeminine de kefafret versin."'
Bu hükmiyle İslam, iyiliğin önüne konulan bütün engelleri ortadan
kaldırmıştır.
225— Lâğv, boş, önemsiz sözdür. Yemin-i lâ ğv : sözü kuvvetlen-
dirme amacı taşımayan yemindir. Bu hususta ba şlıca iki tefsir vard ır:
1) Ebu Hanife'ye göre lâ ğv yemini, bir şeye, kanaatine göre yemin
etmek, sonra o şeyin, yemininin hilâfma oldu ğu anlaşılmaktır. Bu ye-
min, istikbale de ğil geçmişe ba ğlıdır. Yalan kasd ı olmadan yapılan
,

yemindir, buna keffaret gerekmez.


2) şafü'ye göre ise lâ ğv yemini, yemin kasd ı olmadan, söz arasında
geçen "Hayır vallahi, evet vallahi" gibi sözlerdir.
Ebu Hanife'nin görüşü, İ bn Abbas, Nehai, Zühri, Süleyman ibn
Yesâr, Katâde, Süddi ve Mekhill'e; ş afiinin görüş ü de Aişe, şa'bi ve
İkrime'ye dayanır. İki görüş arasmdaki fark şudur:
Ebu Hanife, mazide geçen olaylara, galip zanna göre yap ılıp son-
radan tersinin do ğru olduğu anlaşılan yeminlere keffareti gerekli gör-
müyor. Fakat söz aras ında "Hayır vallahi, evet vallahi" gibi yemin-
lere keffareti gerekli görüyor. Ona göre bunlar, sözü kuvvetlendirmek
için yapılmış yeminlerdir. Istikbale matuf olan bu sözler, yemin kasdiyle
söylenmeye dahi, bunların aksi yapıldığı zaman keffaret gerekir -. İmam
şafii ise mazi hakk ında yalan kasdı olmadan kanaate göre yap ılan ye-
minlere, bunların tersi ortaya çıktığı zaman keffareti lüzumlu görüyor,
fakat söz arasmda geçen "Hay ır vallahi, evet vallahi" gibi sözleri lâ ğv
yemini kabul etti ği için bunlara keffareti gerekli görmüyor?
İki görüşü birle ştirm.ek mümkündür: Yemin kasd ı olmadan sırf
alışkanlık dolayısiyle ağızdan çıkan bu sözler de, geçmi ş olay hakkın-
daki kanaate göre yap ılan yeminler de lâ ğvdir. Ayetin maksad ı, yemin
kasdiyle söylenmeyen, kimseye zararı olmayacak, alışkanlık dolayısiyle
söz aras ında söylenen yemin sözleridir "vallahi yahu, billâhi can ım"
gibi.
Kızgmhkla yemin etmeyi, " şu işi yapmazsam canım çıksın, gözüm ,

kör olsun" gibi kendi aleyhine bedduâ etmeyi, unutarak yemin etmeyi

1 Butıâri,Sums 15, 26, Eymiin 1, Keffirk, 10, Ablcâm, 5, 6, Tevbid 56; Müslim
Eymiin 4, 9, 10-13, 15-17; Ebu Dâvâxl, Eymün,-12, 14; Tirmi21, Nuâûr 5, 6; Nesül, Eymiln 15,
16, 43; Ibn Mâce, Keffârât 7, 8; Darimi, NUM. 9; Ibn IIanbel II, 185-
2 Mefatitu'l-Gayb, II, 237
Cüz': 2, Sure: 2 249

lağv yemini sayanlar olmu ştur ama bunlar yemin etmek amaciyle ya-
pılan yeminler olduğu için bunları lağv saymak doğru olmasa gerektir.
Allah, yeminin iki türlü olduğunu bildiriyor. Biri ka şıtsız, diğeri de kasıt-
lı olarak yapılan yeminlerdir. Kas ıtsız yeminlerden ötürü insanlar ı so-
rumlu tutmuyor. Kas ıth yemine gelince bu da iki çe şittir:
1. Kalbin kazandığı yani mali sath ve yalan yere yemin ki buna
yemin-i ğamüs denir. Ğaınfıs, daldıran demektir. Sahibini günaha dal-
dırdığı için yalan yere yemin etme ğe bu ad verilmi ştir. Bunun keffareti
yoktur. Sahibi teybe etmelidir. Teybe ile Allah' ın affına mazhar olmazsa
âhirette azâba düçar olur.
2. İ stikbale ma'tuf yeminler vard ır ki bunlara yemin-i müntakide
denir. "Vallâhi ş öyle yapaca ğım, şuraya gidece ğim..." gibi. Sonradan
yemin ettiği şeyin tersinin daha hayırh olduğu anla şıhrsa yemine kef-
faret vE rilip bozulur, yemin edilen şeyin aksi yapıhr.
Maide Suresinin 89 ucu ayeti, bu çe şit yeminlerin keffaretini aç ık-
lamaktadır. İnsan bir şeyi yapmağa veya yapmamağ a yemin eder de
sonra bunun aksinin daha iyi oldu ğunu görüp de yerninini boz arsa yemi-
nine verece ği keffaret: ya on fakiri ortalama bir yiyecekle doyurmak,
ya da giydirmek veya bir köle âzadetmektir. Bunlar ı yapmak müm-
kün olmadığı takdirde üç gün oruç tutmak Laz ımdır.
Ebu Dâvûd, şu hadisi rivayet etmektedir: "Adem o ğlunun, malik
olmadığı bir şeyi, yahut Allah'a isyan ı veya akraba ile münasebeti kesmeyi
adaması, yahut bunlar için yemin etmesi olmaz. Kim bir yemin eder de
onun aksini daha hayırlı görürse yeminini bıraksın, haydrı olanı yapsın.
,

Zira onu terk etmesi, yemininin keffaretidir."'


Müslim.de bulunan benzeri bir hadis de şöyledir:
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'a isyan için yapı lan adak yerine geti-
rilmez, kul, sahibolmad ıg'ı bir şeyi adayamaz." demiştir. Bu hadisin söyleni ş
sebebi şudur: Ensardan b;r kad ın, Adbâ adlı deve ile birlikte esir edil-
mişti. Bu deve, Beytulmale ait idi. Kad ın bir gece ba ğını çözüp, ken-
disini esir edenlere ait develerin yan ına vardı. Fakat hangi deveye yak
laşsa deve ba ğınyordu. Develerin arasında bulunan Adbâ'ya geldi,
uysal olan Adbâ'ya bindi ve sürdü. Adamlar durumu fark ettiler, kad ının
peşine düştüler. Kadın, Allah kendisini bu durumdan kurtard ığı takdir-
de Adbâ'yı kurban edece ğini söyledi. Deve kendisini kaç ırıp Medine'ye

1 Ebu Davud, Eyman, 12; Hadisin ba ş tarab Nes8.1 Eyman, 18 ve İbn Haubel II, 190,
212 de de vard ır.
250 Bakara Suresi

getirdi. Deveyi kesecekti, fakat halk: "Bu, Allah' ın Resulünün deve-


sidir" dediler. Hz. Pey ğamber'e durumu arz ettiler. Hz. Peygamber.
"Subhanellah dedi, ne kötü karşılık vermi ş . Allah kendisini kurtardığı
takdirde deveyi kesece ğini adamiş . Günah hususunda ve insanın sahibol-
madığı şey hususunda adak olmaz."i
Yemini alışkanlık haline getirmek, söz ba şına vallâhi, billâhi demek,
Allah'a karşı saygısızlık olduğu gibi toplum içinde insan ın ş ahsına karşı
da güvensizlik do ğurur Çünkü gerekli, gereksiz yemin eden ki şinin sö-
züne artık kimse inanmaz olur. Yalan yere yemin ise çok büyük bir
gün ahtır. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yalan yere yemin eden
kişinin, kıyamet günü Allah yüzüne bakmayaca ğını ve onu temizle-
meyece ğini, onun için acı bir azap bulundu ğunu haber vermi ştir.2
Doğru bir şey için dahi gereksiz yere yemin etmek, Allah' ın gaza-
bına sebebolur. Resuli Ekrem ş öyle buyurmuştur: "Dört insan vardır
ki Allah'', k ızdırır : Yemin eden sat ıcı, kendini beğenmi ş fakir, zina eden
ihtiyar, zalim imam (devlet başkam)." 3
Ticaret erbab ının bu hususta titiz davranmas ı, ikide birde Allah' ın
adını, dünyanın birkaç kuruşu için âlet etmemesi gerekir. Hz. Peygam-
ber (s.a.v.): "Satışta çok yemin etmekten sak ı nın, çünkü yemin, önce
sürümü artırır ama sonra kazancı mahveder," demiştir.4 Allah'ın Resulü,
başka bir hadislerinde de ticaret erbab ına şu öğütü veriyor:
"Yemin (belki) malı arttırır (müşteri çeker, sat ışı çoğaltır) ama
kazancı, bereketi yok eder." 5

s
I - ‘3 1-3 Y-!.
(Yrk) "Ja,ı ;,3 ı;Ci

t.- 2-

226— Kadınları hakk ında ilet edenler için, ancak dört ay bekleme
(hakkı) vardır. Eğer (o süre) içinde dönerlerse Allah bağışlayan, merha-

1 Müslim, Nelr, 3 ucu bal), 8 nci hadis.


2 Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâ'i, İbni Mke rivayet etmişlerdir. Et-Tarğ ib, II, 587
3 Nesıl'i, İbn Müslimde de benzeri vardır. Bkz. Et-Tarğib, II, 589
4 Müslim, 1V1üştıkat 133; Nesül, Buyilc, 5; Ibn Mâce, Ticârat, 30; Ebu Dâvild, Buyf ıc, 1,
6; Ibn Banbel, IV, 5....
5 Bubâri, Buyii<, 26; Müslim, MüskilFat, 131; Ebû Dâv ıld, Buytic, 6; Nesâ'i, Zektıt, 66
Cüz': 2, Sure: 2 251

met edendir. 227- Eğer boşamağa kesin karar verirlerse, ş üphesiz Allah
işitendir, bilendir.
Tefsir:
226- ila' lûgatte yemin demektir. Dinde ise erke ğin, herhangi bir se-
beple karısına yaklaşmamağa yemin etmesidir. Böyle yemin edene mali
denir. Eskiden beri Araplar bu şekilde yemin ederlerdi. Bu yemin, kad ın
için kötü bir bo şanma tarz ı idi. Böylece kad ın, kocasına haram sayılır,
ama ondan tam bo ş olmadığı için başka birisiyle de evlenemez, kocas ı
olduğu halde kocasız gibi yaşardı. Bu i ş çe şitli nedenlerle yap ılırdı :
Kadının çok çocuk yapmas ın ı önlemek, kadını sevmediği halde evinde
bırakıp hizmetçi gibi çalıştırmak, ona i şkence etmek gibi. İşte islâmiy-
yet, kadının çok aleyhinde olan bu durumu düzeltti.
İnsan kırgınlık dolayısiyle karısına yakla şmamağa yemin edebilir.
Yemin mu'teberdir, bu da bir yemind;r. Ancak erke ğin, bu yemini yıl-
larca uzat ıp kadını zarara sokma ğa, ona işkence etme ğe hakkı yoktur.
Yüce Allah, bu âyetleriyle buyuruyor ki kadmlarma yakla şmarn . ağa
yemin edenler, bu yeminlerini en fazla dört ay sürdürebilirler. Bu dört
ay içinde k anlarma dönmez de bo ş amağa karar verirlerse Allah onlar ın
sözlerini işiten, bilendir.
Evet erkek, ailenin reisi, kad ının âmiridir. Ama ona kötülük ede-
mez. Yemin ederek kar ısından bir süre ayrı kalabilir, bu müddet içinde
iyice düşünüp taşınır. Onunla yaşayabilece ğine kanaat getirirse yemini
bozup ona döner. E ğer yaşayamayaca ğını anlarsa artık bu muvakkat
ayrılığı dört aydan fazla uzat ıp kadını zarara sokamaz. Onu b ırakır,
o da gidip ba şının çaresine bakar, bir ba şkasiyle evlenir.
Det'ınn vasfı üzerinde İslam hukukçuları arasında anlayış farkı
vardır. Bir kısmına göre ancak k ızgınhkla ve kadına zarar vermek
amaciyle yapılan perhiz yemini i/â'd ır. Meselâ kadının sağhğma zarar
vermemek, çocu ğun sütünü bozmamak gibi iyi niyyetlerle yap ılan
perhiz yemini ila' olmaz. Çünkü Allah, kadını erke ğin kötü muâmele-
sinden kurtarmak için i/â'ya dört ay süre koymu ştur. Böyle bir zarar
söz konusu olmayınca kadını kurtarmak da söz konusu olmaz. 0 halde
iyi niyyetle yapılan perhiz yemini ila' olmaz ve o ye ıninin üzerinden
ne kadar zaman geçerse geçsin kad ın boş olmaz. Bu görüş , Hz. Ali'ye
dayanır.
Başkalarına göre de ne niyyetle yap ılırsa yapılsın, her türlü perhiz
yemini i/et'd ır ve bunun üzerinden dört ay geçince kad ın boş olur. Ebu
Hanife'ye göre en az dört ay süre ile kad ına yaklaşmamağ a yemin eden
252 Bakara Suresi

kimse, i/â' etmiş olur. Bundan az bir süre için yap ılan perhiz yemini
i/â'
Bir kısım ulemaya göre ihr, yalnıı münasebeti terke yemin etmek
değildir, kadını döveceğine, ona kötülük, dü şmanlık edece ğine yemin
etmek de îlâ'd ır Çünkü bu şekilde yapılan 2 arar, ondan luak durmakla
yapılan zarardan daha az de ğildir.

Malikilere göre adam, hiç yemin etmeden de öaürsüz olarak kar ı-


sına yakla şmaktan kaçını rsa, ila etmiş sayılır. Çünkü i/â'dan maksat
kötü mu'âmeledir. Erke ğin yeminsiz olarak perhiz etmesi de ilet' de-
mektir.

116' eden- kimse, kendisine tanınan süre dolmadan karısına dönmek


isterse hasta veya özürlü de ğilse onunla münasebette bulunur. Hasta
veya özürlü ise diliyle döndü ğünü söylemesi veya sadece kalben dönmü ş
olması kaTidir.°

Kadın, ı'lâ durumunda kocas ından, ya kendisine dönmesini, yahut


da kendisini bo şamasmı isteme hakkına sahiptir. Koca bunu kabul et-
mezse kadın hakime başvurur. Hakim, kadının kocasından, dört ay
dolmadan kadına dönmesini ister. Erkek bunu kabul etmezse hakim,
kadını ric`i talâk ile kocasından ayırır. Koca, üç hayız ve üç temizlik
süresi içinde karısına nikah kesmeden dönebilir.

İbn Kesir'e göre "Şayet boşamağa karar verirlerse..." ifadesi, yalnız


dört ay ğeçmekle kadının hemen bo ş olmayaca ğını, erke ğin, bu süre
sonunda ayrıca boş aması gerektiğini gösterir. Ama birçok sahabe ve
tabi'ûndan nakledilen sözlere göre dört ay geçer geçmez kadm, kendi-
liğinden- bo ş olur. Ebu Hanife de bu görü ştedir. Said ibn el-Müseyyib,
Ebubekr ibn Abdu'r-Rahman, Mekhül ve Rabi'a'ya göre bu dört ay
sonunda vukubulan otomatik talâk, ric`idir. Hz. Ali, İbn Abbas, İbn
Ömer, Zeyd ibn Sâbit, Câbir ibn Zeyd ,ve Ebu Hanife'den rivayet edi-
len söze göre bu talâk, bâ'in talâkt ır.

İki talâk aras ındaki fark: Ricci talâk, erke ğin, yeni bir nikâh
kesmeden ve mehr ödemeden kar ısına dönebilece ği talâktır. Bin talâk
ise karısına dönebilmek için erke ğin, yeni bir nikâh kesmek ve mehir
ödemek zorunda bulunduğu talâktır. Ayrıca bâ'in talâkta kad ının,
kocasına dönmeğe muvafakat etmesi de şarttır. Kadın isterse kocas ına
dönmeyip başka biriyle evlenebilir.

1 Tefstru Ayati'1-atık3m, I, 136


Cüz': 2, Sure: 2 253

Aralarında İmam Ş afii ve İmam Malik'in bulunduğu sonradan ge-


len bilginlerin çoğunluğunun kanaatine göre ise, dört ay geçmekle he-
m)n boş anma vukubulmaz. Erkek tutuklan ır, kendisinden, kar ısına
dönmesi istenir. Bunu yapmazsa bo ş amağa zorlanır. Nafi'in, Abdullah
ibn Omer'den nakletti ği bu görüşü, Buhari kaydetmi ştir. Ş afii'de en
az on sahabiden bu görü şün nakledildi ğini, Hz. Ali'nin de tu-
tuklayıp iki şeyden birini yapma ğa yani ya karısına dönme ğe veya onu
boş amağa mecbur etti ğini rivayet etmi ştir.'

Dört ay dolmadan kar ısı na dönenlerin, yeminleri için keffaret verip


vermeyecekleri meselesine gelince: Bu husus ihtilaf konusu olmakla
beraber kuvvetli görü şe göre bu da bir yemindir. Di ğer yeminleri bo-
zunca nasıl keffaret laz ımsa bunun için de keffaret laz ımdır Fakat
baz ı kimseler de ayetin sonunda "dönerlerse, Allah bağışlayan, ınerhanıet
edendir" ifadesinden, bu yeminden dönmenin ba ğışlandığını , buna kef-
faret gerekmeyece ği hükmünü çıkarmışlardır.2

9 .9 , 7...7

j •->L-J )1 .3 Li • .4_, JI,J2_,L.12i, 19


. .
(:) C. c)..4 .5
. - .„
o
ct,

+ JI - J- - 5Ö2J1- ( Y YA) -

o - t • c, o , o .-

ı J j->r...-J. - y j ı
Zi o Z; o• ... 5 ..- 5 o
°; *1 I c.r.ro 1 LA.-.4 I ,J1-T , L;

°T_P c 5 1-" ci c
ı .■ .9 O
-
j 99.2 5Ci0 OC)A 4.4,112 4.9 v ■olko.:oi 1
ı o

. jj J L.5-.4->" u-A

.$ $ o
acil .>3 tj.1 J J

-
1 Ibn Kesir, I, 268
2 et-Tefstrefbbaclig, III, 343-344
254 Bakara Suresi

° 3 9 9 9 , e
j (Yr.)

o— ,- t T 9 9, o 9 o
Cr. (j j",...
4,;" C.)- 11%
, . .9 9

• I i, J') J I . 1.1;

ı ' IjA
: G 0..J -

,
ı"".•• ı J (Y Yl)
o
j j j (.)

.
$
41fl :;#*...1;1; ';;J.

( r Y) S1

228— Bo şanmış kadınlar, üç kur' (üç adet veya üç temizlik süresi


bekleyip) kendilerini gözetlerler (hâmile olup olmad ıklarma bakarlar).
Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın, kendi rahiınlerinde
yarattığını gizlemeleri (yani karmlarında çocuk bulunduğunu saklamaları)
kendilerine helal olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse onları
geri almaya daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınlar üzerinde bu-
lunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardı r. Erkek-
lerin, kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece fazladır. Allah azizdir,
hakimdir. 229 Bo şama iki defadır. (Bundan sonra kad ını) ya iyilikle
-

tutmak, ya da güzelce sahvermek(Uz ım)dır. Onlara verdiklerinizden bir


ş ey geri almanız, size helal değildir. Yalnız, erkek ve kad ının, Allah' ın
sınırlarında duramayacakları ndan korkarsanız o zaman kadının (ayrıl- ,

mak için) verdiği fidyede (hakkından vazgeçmesinde) ikisine de bir gü-


nah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın bunları asmayın.
Kim(ler) Allah' ın sınırlarını aş arsa işte onlar zalimlerdir. 230 Erkek —

(üçüncü kez) boşarsa, artık o kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine
helal olmaz. O (vardığı adam) da bunu boşarsa, Allah'ın sını rları içinde
duracaklarına akılları kestiği takdirde, (eski karı kocanın) tekrar birbir- -

lerine dönmelerinde kendilerine bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın


sınırlarıdır. (Allah), bunları bilen bir toplum için açıkl ıyor. 231 Kadın- —
Cüz': 2, Sure: 2 255

ları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiler mi, ya onları iyilikle


tutun, ya da iyilikle b ı rakın; haklarına tecavüz edip zarar vermek için
onları (yanımı zda) tutmay ın. Kim . bunu yaparsa kendine yazık etmi ş
olur. Allah'ın âyetlerini eğlence yerine koy ınayın ; Allah'ın size olan
nimetini ve size ö ğüt vermek için indirdiği kitap ve hikmeti dü ş ünün,
Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, her şeyi bilir. 232— Kadınları -boşadı-
ğınız zaman bekleme sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce
anlaştıkları takdirde, (eski) kocalariyle evlenmelerine engel olmay ın. Bu,
içinizden Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu,
sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Tefsir:

228-232 nci âyetlerde yüce Allah, bo şanma= hükümlerini aç ıklıyor:


1— Boş anan kadın, gebe olup olmadığının anlaşılması için bir süre
bekleyecektir. Bu süreye `iddet denir. Burada beyan edilen `iddet,
âdet gören, gebe olmayan, nikâhtan sonra kocasiyle birle şmiş bulu-
nan kadınlara mahsustur. Nikâhlamp da henüz kocasiyle birle şme-
den bo ş anan kadınlar: "inanan kadınları nikühlay ıp da henüz ken-
dilerine dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet
hakk ınız yoktur." ı âyş-Ainin hükmü gere ğince iddet beklemezler. "Gebe
olan kadınların bekleme süresi, yüklerini b ırakıncaya kadardır."2 Küçük-
lük veya ya şlılık sebebiyle âdet görmeyen kadmlar.ise üç ay beklerler:
"(Yaşhlıklarından ötürü) âdetten kesilen kad ınlarınızın bekleme süresi
üç aydır. Henüz âdet görmeyenler de böyledir."'
Yukarıdaki âyette geçen kurüş kelimesi, bur'ün çoğuludur. Kur',
Arapçada iki z ıd anlamlı kelimelerdendir. Hem âdet, hem temizlik an-
lamına gelir. Ebu Hanife, bunu lıayz (âdet)_anlamında almış , Şafii de
tuhr (temizlik) anlamında kabul etmi ştiz. Ebû Hanife'ye göre bo ş anan
kadim, bo şaıımasun müteâkib üç âdet görmesini bekleyecektir. Ş âfii'ye
göre bulunduğu temizlik süresinden sonra iki temizlik süresi daha bek-
leyecektir.
(iddet beklemeniıı iki önemli hikmeti vard ır: Biri, kadının karnında
çocu ğu olup olmadığının anlaşılması, böylece çocuğun babasının belli
olması ; diğeri de bu süre içinde kar ı kocanın, iyice düşünüp bir anla ş-
ma zemini bulmalarına, aradaki kırgihlığı gidererek tekrar birbirlerine
dönmelerine imkân verilmesidir. Kar ı koca, herhangi bir sebeple kavga

1 Ahz3b Suresi: 49
2 Tal3k Suresi: 4
3 Talâk Suresi: 4
256 riakara Süresi

edebilir, anla ş mazlığa düşeb'lir. öfkeye kap ılıp boş anmağa kalkabilir-
ler. Ama bu arla ş mazhk, ço ğu kez bir tehevvürün, bir öfkenin eseridir.
Şimdi bunlar, birbirlerine yakla ş madan, aynı evde veya ba şka evlerde
bir süre ayrı yaş ayıp düşünürlerse, ço ğunlukla yaptıklarına pişman olur,
birbirlerini gerçekten sevdiklerini ve ayr ı ya ş ayamayacaklarını anlar
ve birbirlerine dönme ğe karar verebilirler. Nitekim Cenab ı Hak: "Bile-
mezsin, belki Allah, bundan sonra bir i ş yapar (bir anla şma imkanı ortaya
çıkarır)." 1 âyetiyle iddetin hikmetini aç ıklamıştı r. Öyle ya, insan bir
nimetin kadrini, bir süre ondan uzak kal ınca daha iyi anlar.

Kadın, iddeti içinde iken kccas ı isterse yeni bir nikâh kesmeden
ona dönebilir. Ancak iyi niyyetle dönmek ş artiyle. Yüce Allah: "Bu
arada, kocaları da barışınak isterlerse onları geri almağa daha çok hak
sahibidirler."2 cümlesiyle .bu iyi niyyetin, ıslah ve barış riyyetinin esas
olduğunu bildiriyor. Müfessir Kasimi, ıslah niyyetiyle olmadı kça iddeti
içinde, bo şadığı kadına dönmenin haram oldu ğunu söylemi ştir. Koca-
sının iyi niyyetinden emin olmayan kadı n da isterse kocas ının dönme
isteğine razı olmayabilir. "Kadınların üzerinde (erkeklerin) birtakı m
hakları olduğu gibi onların da (erkekler üzerinde) birtakım hakları var-
dı r" cüırdesinden bu mana anla şılıyor. Nasıl erke ğin, iddeti içinde ka-
rısına dönmeyip i şi bâ'in talâka çevirme hakk ı varsa, kocas ının iyi niy-
yetinden emin olmayan kad ının da aynı hakkı vardır. Bu anlayış , "Er
keklerin, kadınlar üzerindeki hakk ı bir derece fazladır." cürnlesine ayk ırı
düşmez. Çünkü bu ifade, genel olarak "aile hayat ında, aile reisli ği, nafaka
temini, kad ını himaye gibi hususlarda erke ğin bir üstünlük kazandığını
belirtir. Erke ğin, kadın üzerinde hakkı olduğu gibi, kadının da erkek
üzerinde hakk ı vardır. İkisi de kar şılıklı olarak birbirlerine iyilik etmekle
yükümlüdürler. İbn Abbas ş öyle demiş : "Nasıl ben, kadının benim için
süslenmesini istiyorsam, benim de kad ın için süslenmemi isterim. Çünkü
Allah (Kadınların üzerinde erkeklerin birtak ım hakları olduğu gibi, on-
ların da erkekler üzerinde birtakım hakları vardır) diyor." 2

Hasıh iddetin en önemli hikmeti, kar ı kocanın, bir süre evlilik


münasebetinden uzak kalıp salimen düşünmeleri ve birbirlerine dönme
zemini ve fırsatı bulmalarıdır. Bunun için yüce Allah, bo ş amanın olup
bittiye getirilmesini yasakl ıyor ve ayrı zamanlarda verilmek ş artiyle
talakı üçe çıkarıyor.

1 Tal5k Suresi: 1
2 Bakara: 228
3 İbn Kesin I, 371
Cüz): 2, Sure: 2 257

2– 229 nen ayette: "Bo şama iki defadır. (Bundan sonra) ya iyilikle
tutmak, ya da güzelce sahvermek (lazımdır)" buyuruluyor.
islamdan önce Araplar, kar ılarmı istedikleri kadar bo ş ar, belli bir
süre sonra tekrar ona döner, yine bo ş ar, yine döner, böylece 227 nci
'ayette açıklanan ila'da oldu ğu gibi bu yolla da kad ına i şkence ederler;
ne ona hürriyetini verirler, ne de ona e ş gözüyle bakarlard ı. İslam dev-
rinde Ensardan bir adam, kar ısına:
— Sana hiç yakla şmayacağım, ama sen benden çözülüp ayr ıla-
mayacaksm dedi.
Kad ın:
— Nasıl olur, dedi. Adam:
— Seni bo ş ayacağım, süren dolmağa yaklaşınca sana dönece ğim.
Yine boş ayaca ğım, süren sonuna yakla şmca tekrar dönece ğim, işi böyle
sürdürece ğim, dedi.
Kadın, bu durumu Allah'ın Resulüne arz etti. Yüce Allah 229 ncu
ayeti indirdi.'
İşte yüce Allah, kadının aleyhine i şleyen bu boş ama sistemini kal-
dırıyor ve erke ğe, ancak iki bo ş amada dönme hakkı tanıyor. Üçüncü
defa da bo ş arsa artık ona dönme hakkı vermiyor?
İslama göre kadın nasıl boş anır ?
Kütüb-i Sittede bulunan hadislerin de ifade etti ği üzre karısını bo-
ş amak isteyen kimse, kadın Metinden temizlendikten sonra onu bo ş ayıp
bekler, Kadın bir adet daha görüp temizlendikten sonra bir daha bo ş ar.
Yine bekler, kadın bir adet daha görüp temizlenir. E ğer adam bo ş amada
kararlı ise bir daha bo şar. Böylece kadınla bütün evlilik ba ğları kopmuş
olur. Kad ın ertesi Metini de gördükten sonra diledi ğine varabilir, dile-
diğiyle evlenebilir.

Bütün mezheplere göre adet halinde bulunan kad ını boşamak caiz
değildir. Adeti kesildikten sonra kocas ı , temas etmeden onu bo şayabilir.
Adetten sonra temas etmi ş ise bu temizlik içinde de bo ş amak caiz de ğil-
dir.'
Kur'ân'ın anlattığı tarzda bo ş ama halinde kad ın, kocasının evinden
ayrılırken iddet süresini de bitirmi ş olarak ayrılır. Kur'an şöyle diyor:

1 Tirnıi4 TalfflF, 16; Taberi, Câmicu'l-beyân, II. 456


2 İbn Kedi., I, 371
3 Kitftbu'l-Fılsh (a.151-MeMhibi'1-Arbaca, IV 311
258 Bakara Suresi

"Ey Peygamber, kadınları boşadığınız zaman iddetleri içinde (âdetten


temiz oldukları sırada) onları boşayın ve iddeti say ın (üç defa adet görüp
temizlenmelerini bekleyin). Rabbiniz Allah'tan korkun. (Bekleme süre-
leri dolmadan) onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de ç ıkmas ınlaı ;
ancak ap açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Bunlar,., Allah'ın sınır-
landır. Kim Allah' ın sınırlarını geçerse kendine yaz ık etmi ş olur. Bil-
mezsin belki Allah, bundan sonra bir i ş ortaya çıkarır (bu bekleme süresi
içinde, e şler arasında bir sevgi yarat ır, bir anla şma zemini hazırlar)."'
Gerek Bakara Suresi, 229 ncu ayetin, gerek talâk suresi, 1 nci
ayetin ifadesinden anla şılıyor ki bu üç talâk, ayr ı ayrı talaklard ır.
"marrateyn" ta'biri, bir şeyin iki kere yapılmasını gösterir. Nitekim
ş ari', otuz üç kere "sublıânellah", otuz üç kere "elb,amdulillech", otuz
üç kere "Allahuekber" denmesini emretmi ştir. Şimdi bir adam bir defa-
. da 33 adedini söyleyerek "otuz üç kere elbamdulillah" demekle bu emri
yerine getirmi ş olmaz. Mutlaka ayr ı ayrı otuz üç tane "el4a ındulillah"
demesi gerekir. İşte tıpkı bunun gibi, bir adam, bir sözle: "üç defa bo-
ş adım" demekle de kadın, üç defa boş anmış olmaz. Hz. Peyğamber'in
açıkladığma göre adet halinde iken kadın boş anmaz, ancak temizlik
halinde- boş anabilir. Hz. Ömer'in o ğlu Abdullah, hayz halinde bulunan
karısını, bir rivayete göre bir talâk ile, bir ba şka rivayete göre üç tarak
ile boş anuş . Hz. Ömer, bu durumu Hz. Pey ğamber(s.a.v.)den sormu ş .
Allah'ın Resulü buyurmuş ki: "Ona emret, kadına dönsün. Temizleninceye
kadar onunla münasebette bulunmasın. Kadın tekrar adet görsün, yine
temizlensin, bundan sonra dilerse onu yanında koysun, dilerse hiç temas
etmeden bo şasın. İşte Allah' ın, kadınları boşamak için emrettiği iddet
budur."2
Gelen sahih hadisler, üç -Lal:akın bir defada verilemeyece ğini gös-
terir. İbn Ömer'in, bir defada kar ısını üç talâk ile bo ş ayan bir adama:
"Bari bir kere, yahut iki kere bo şasayclın, çünkü Allah' ın Resulü, bana
böyle emretti. Eğer onu üç kere boşarsan, kadın, başka kocaya varmadıkça
sana haram olur ve sen, Allah'ın kamu bo şaman hususunda sana verdiği
emre ayk ırı giderek Allah'a eısi olursun'. dediği rivayet edilir.' Bu rivayet,
üç talakm, bir arada verilebilece ğini gösterirse de Nesa'rde bulunan
hadis, bu rivayeti cerhetmektedir:
"Bir adamın, karısını bir defada üç talâk ile boşadık, Allah' ın Re-
sülüne haber verildi. Allah'ın Resulü, kazarak ayağa kalktı , şöyle dedi :

1 Talâk Suresi: 1
2 Buhâri, Talâls, 1; Müslim, Talâls, 1; 1bn Mâee, Talâls .2; Nesâ'i, Tarak 1; Tirmizî, Talâls. 1.
3 BulAri, Talâls, 7; Müslim, Talâls 1.
Cüz) : 2, Sure: 2, 259

— Ben henüz aranızda iken Allah' ın kitabiyle mi oynan ıyor?


Bir adam ayağa kalktı :
— Ya Resulâllah, şu adamı öldüreyim mi? dedi."'
Tirmizi de Rükâne'nin şu rivayetini kaydediyor: "Yâ Resulâllah,
dedim, kar ımı kesin şekilde bo şadım. Ne niyyet ettin, dedi. Bir talaka
niyyet ettim, dedim. Vallahi mi, dedi. Vallahi, dedim. .Niyy etin ne ise
talâk odur, dgcli."2
Ancak Tirmizi, bu hadisin sadece bir senedle geldi ğini ve bu hadiste
ızdırap bulunduğunu söyler. bn Hanbel de bu hadisi sa ğlam görmemiş-
tir. İbn İshak'ın, Dâvûd ibn İkrime yoliyle İbn Abbas'tan rivayetine
göre "Rükâne, karısını üç talâk ile bo ş amıştı ama Medine halkı, üç ta-
lâka kesin talâk der". 3 Ahmed ibn Hanbel'in rivayetine göre kar ısını
üç talâx ile bo ş ayıp sonra çok pişman olan Abdu Yezid o ğlu Rükâne,
durumu Hz. Peyğamber'den sordu. Hz. Pey ğamber, Riikâne'den, ka-
rısmı nasıl boşadığmı 'sordu. Rükâne, üç talâk ile bo şadığını söyledi.
Hz. Peyğamber: "Bir mecliste mi?" diye sordu. Rükâne: "Evet" dedi. ,
Hz. Peyğamber• "Bu sadece bir bo ş amadır. istersen dön" dedi. Bu
rivayet eden İbn Abbas: "Talâk ın ancak her temizlikte bir tane"
olabilece ği görüşünde idi.4

Ebû Dâvird'un, İkrime yoliyle ibn Abbas'tan rivayet etti ği benzeri


bir hadiste ise karısını boş ayan, Rükânenin kendisi de ğil, babası Abdu
Yezicl'dir. Abdu Yezid, çocuklarının annesini boş ayıp başka bir kadınla
evlendi. Ald ığı kadın, Hz. Pey ğamber'e gelip Abdu Yezid'in, kendisine
bir yararı olmadığını söyleyerek ondan ayr ılmak istedi. Hz. Peyğamber
de Abdu Yezid'e, bu kad ını boş ayıp, Rükâne ve karde şlerinin annesi
olan(eski karısın)a dönmesini emretti. Abdu Yezid'in:

— Ya Resulâllah, ben onu üç talâk ile bo şadım, demesi üzerine


Hz. Peyğamber:
— Biliyorum, dedi ve "Ey peyğamber, kad ınları boş adığınız za-
man, onları iddetleri içinde ba ş ayın ve iddeti sayın"5 âyetini okudu.°

1 Nesül, Talals, Mb: e'&gelü'Au'l-meemilcatu vemâ fihi mine't-ta ğliş .


2 Tirmizf, Talüls, 2. Ebü Davild, Müslim ve İbn Hanbel de rivatey etmi şlerdir. et-Tile,
II, 310
3 Bkz. el-Cevziyye, Anâmu'l-MuvalsIs ıcin, III, 40-41
4 İbn Hanbel, I, 265
5 Talâk Suresi: 1
6 Ebü Dâvûd, Talâls, bâb neshi'l-murâca`a
260 Bakara Suresi

İbn Abbas'tan gelen çe şitli rivayetler, ta Hz. Ömer devrinin ilk


yıllarına kadar bir defada söylenen üç talak ın, bir talâk sayıld ığını be-
lirtmektedir: -4P ı.9.1ı1=J1
ili ;tl <:,
r+.1p
Allah'ın Resulü (s.a.v.) ve Ebubekir devrinde, iki y ıl da Ömer devrinde
üç talâk bir talâk sayılır& Ömer İbn el-Hattâb : Insanla' teenni ile ha-
reket etmeleri gereken bir i şte acele ettiler, işin çabucak olup bitmesini is-
tediler. Acaba, aleyhlerine olan bu işi kabul etsek mi' dedi ve aleyhlerine
olan bu işi kabul etti."' Müslim ve Ebu Davud'un rivayetinde: Ebir ş-
ş alıbâ, İbn Abbas'a sormuş : "Allah'ın Resulü (s.a.v.) ve Ebubekir dev-
rinde üç talâk, bir talâk de ğil miydi?" İbn Abbas: "Evet öyle idi, fakat
Ömer devrinde insanlar, talakın çabuk bitmesini çok istedikleri için
Ömer, onların aleyhine olarak bunu caiz gördü." 2

İbn Abbas'ın sözlerinden aç ıkça anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ve


Hz. Ebubekir devirlerinde ve Hz. Ömer'in halifeli ğinin ilk yıllarında,
bir ağızla söylenen üç talâk, bir talâk kabul ediliyordu. Ayetin beyan
etti ği şekilde bo ş ama tarz ına uyuluyordu. Hz. Ömer devrinin ileri
yıllarında İslam toplumu geni şleyip, toplumda sosyal problemlerin
yoğunluk kazanmas ı sonucu insanlar bo ş ama işinin bir an önce bitmesini
istediler. Üç ay bekleme ğe dayanamayan insanlar ın sayısı arttı . Bu işin
bir an önce bitmesi hususunda Hz. Ömer'e ba şvurdular. Fazla taleb
veya toplumsal bask ı yüzünden, o devir ve ş artlar için bir zaruret ha-
line gelen bu bo ş ama tarz ı kabul edilmi ş ve Hz. Ömer kabul etti ği için
artık ondan sonra te şekkül eden dört mezhepçe de ittifaken kabul edil-
miştir. Fakat İbn Abbas gibi bazı müctehidler itiraz etti ğine göre bu
meselede ashab ın icma'ı yoktur, hattâ ulema'n ın da icma'ı yoktur.
Aksine, bir a ğızda söylenen üç talak ın bir talâk oldu ğu hakkında Hz.
Ömer devrinin ilk yıllarına kadar ashab aras ında kadim bir icma ol-
muştur.

Üç talakın birden söylenmesinin geçerli olmayaca ğı hakkındaki


delilleri sıralayan İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye özetle der ki: Lian'da,
Nur Suresindeki 6 neı âyete göre adam ın dört defa do ğru söylediğine
dair Allah' ı ş ahid tutmas ı gerekir. Bir adam bir a ğızda "Dört defa Al-
lah'ı şahid tutarım ki ben doğru söyleyenlerdenim" dernekle dört ş ahidlik
yerine gelmi ş olmaz. Bu yemin, sadece bir yen ıindir. Hadiste namazm

1 Müslim, TaıâlF, bâb Talâki'S-gelâs, hadis: 15


2 Müslim, TalâıF, bâb ;alals.i' ."-gselâs, hadis: 17; EU]. Davild, Taltı/F, an ılan bâb,
Cüz': 2, Sure: 2 261

sonunda otuz üçer kere "subbeınelleth, elbamdu 'Mak, Allahu ekber" den-
mesi emredilmiştir. İnsan bir a ğızdd "otuz üç kere subbanelleth,..." de-
mekle bu emir yerine getirilmez, belirtilen sevaba erilmez. Ayr ı ayrı tam
otuz üç kere "subbânellah,...." demek gerekir. Nur Suresinin 58 nci
âyetinde hizmetçilerin ve bülü ğa ermemiş çocukların, üç kere izin al-
maları emredilmiştir. Hadiste de:' "Izin alma üç defad ır. Eğer izin veri-
lirse gir, yoksa geri dön" buyurulmu ştur. Bu e ınirlerin yerine gelmesi
için üç defa ayrı ayrı izin almak gerekir, bir kerede "Üç defa şöyle olsun"
demekle emir yerine getirilmez. İşte talâk hakkındaki emir de böyle-
dir.'
( (3hk1.11)) daki ( (.11) ist ğirak ifade eder. Ayetin takriri:
ZtJU Zı t;,.: Bütün bo şanmalar iki keredir, bir de üçüncü boşama vardtr."
demek olur. Böyle olunca me şru talâk, ancak ayr ı ayrı yapılan
talüktır. ( ) ancak ayr ı ayrı yapılmakla olur. Kitabın, sünnetin
ve dilin gere ği budur2
"Ashabm hepsi, Hz. Ömer devrinin ilk y ıllarına kadar bir lâfızla
söylenen üç talükm bir talâk oldu ğu kanaatinde idi. Bu görü şe itiraz
eden olmdmıştı. Bundan dolayı bazı ilim erbabı, bu meselenin, kadim
bir icma olduğunu söylemiştir. Ama bunun hilâfına bir icma olmamış,
günümüze kadar her as ırda bu görüşü benimseyen ve buna göre fetva
veren âlimler bulunmu ştur:
"Abdullah ibn Abbas bu görüşte olduğu gibi Zübeyr ibn el-Avvâm
ve Abdurrahman ibn Avf da böyle fetva vermi şlerdir. Hz. Alt ve İbn
Mes'ild'dan ise iki rivayet gelmektedir. Birine göre bir lüf ızdaki üç ta-
lükı kabul etmişler, diğerine göre etmemi şlerdir. Tâbiüdan İkrimc,
Tüvus, tübrut-tüblinden Muhammed ibn isbük, Hilüs ibn Amr, el-
Hâris el-Ukeyli, bunlardan sonra gelen nesilden Dâvüd ibn Ali ve ta-
raftarları, İbn Hazm ve başkaları, İmam Malik'in bir kısım talebesi,
Hanefilerden bazıları, İbn Hanbelin bazı talebeleri böyle fetva vermi ş-
lerdir. İmam Ahmed'e göre bir a ğızla yapılan üç talükm geçerli olma-
yacağı hakkındaki hadis do ğrudur, fakat hadisi rivayet edenin, hadisin
hilüfını benimsediğinden dolayı İmam, hadisin hilüfl olan görüşü kabul
etmiştir. Çünkü İbn Abbas'tan, bunun- hilâfma da rivayet vard ır.
"Hz. Ömer'in, bir a ğızla söylenen üç talük ı geçerli saymasma ge-
lince: Ömer devrinde, insanlar talük ı küçümser oldular, bunun bir anda
olup bitmesini isteyenler ço ğaldı. Resulullah devrinde insanlar, Allah'-
,

1 Bkz. Aclâmu'l-Muvakl", III. 42


2 Râzi, Mef6~1- Ğayb, II, 247-248
262 Bakara Suresi

tan korkar, talaktan çekinirlerdi. Fakat zaman geçtikçe takva azald ı,


insanlar Allah ve Resulünün verdi ği ruhsatı çiğneyerek i şin bir an önce
olup bitmesini isteme ğe ba şladılar. Hz. Ömer de onlar ı ma'nen cezalan-
dırmak için aleyhlerine olan bu isteklerini kabul etti ki bir defada talak
olup bitince başka biriyle evlenip bo ş anmadıkça karısını alamayaca ğını
görsün ve bunun ne zor bir ş ey olduğunu anlasınlar da talaktan çekin-
sinler. Kendi devri için bunu uygun gördü de fetvay ı böyle verdi. Bu,
zamanın ihtiyaçlarına göre fetvamn de ğişmesidir.
"Fakat bu tatbikat, zamanla kötü sonuçlar do ğurmuştur. Madem
ki üç talakın birden verilmesinin geçerli olmayaca ğı hakkı ndaki hadis
doğrudur, bunu nesheden bir hadis yoktur. O halde ümmete, bu hadi-
sin hükmünü almak, buna ayk ırı düşen bütün rivayetleri terk etmek
gerekir. Birisi, bir hadise aykırı davrandı diye hadisi terk edemeyiz. Zira
onun muhalif davranmasm ın, aslında tutarsız olan birçok sebepleri ola-
bilir. O insan masum de ğildir. Sahabe, insanların aceleciliğini görünce,
fesadı önlemek için talâk meselesindeki eski fetvay ı değiştirmiştir. Şimdi
meydana gelen mefsedeti önlemek için, bu konudaki fetvay ı yine eski
-haline, Resulullah ve Ebubekir devrindeki durumuna döndürmek la-
zımdır."'
Evet İ bnu'l-Kayyim el-Cevziyye'nin yukar ıdaki izahları, Kur'ân'ın
ruhuna uygundur. Çünkü Kur'ân' ın maksadı, mümkün olduğu kadar
ailenin yıkılmasına engel olmaktır. "Belki Allah, ondan sonra bir iş
ortaya çtkarır"2 âyetinin de belirtti ği üzre talâkta böyle tedrici bir yol
izlenmesi, enıxedilmiştir ki ş ayet bir tehevvür veya basit sebeplerle kan
koca, birbirlerine danhp ayr ılmağa kalkıgmışlarsa, meseleyi geni ş za-
man içinde salim kafa ile yeni ba ştan gözden geçirip tekrar ban şma ve
birbirilerine dönme arzu ve imkamm bulsunlar. Hz. Peygamber (s.a.v.)
in dediği üzre: "Allah indinde en sevilmeyen helâl, takikt ır."3 Zira kan
kocanın ayrılması, yalnız kendileri için de ğil, çocukları için de büyükbir
yıkımdır. Ancak bütün anla şma imkanları ortadan kalkınca talaka ba ş-
vurulur. Bu da zamanla anla şılır. Kişi, beraber yaşayamayacağmı sandığı
karısından bir iki ay ayrı kalınca onunla yaş aması gerektiğini anlar. Onun
için bir defada: "Seni üçten dokuza bo şadım" demekle iş bitmez. Kur'an,
kadının durumunu yüceltmi ştir. Hemen bir kızgmlıkla a ğızdan çıkan
bir sözle kadını boş anmış saymak, onun aleyhinedir. Yaln ız onun de ğil,
çoluk çocuğun ve kadının ailesinin de aleyhinedir. Bu, Kur'ân' ın ruhu-

1 İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, an ılan eser, III, 45-51 özet olarak ahnraıstır.


2 Talûk Suresi: 1
3 Ebû Dâvûd, Taliik, 2
Cüz> 2, Sure: 2 263

na tamamen aykırıdır. Nitekim Resulullah ve H7. Ebubekir devirlerin-


de böyle bir sözle üç talâk, geçerli sayilmam ıştır.

Hz. ikişe'nin rivayet etti ği bir hadis, bu hususta çok önemlidir,


Allah'ın Resulü (s.a.v.): " dyl j J1:Ç : i ğlakta ne talâk,
ne de köle âzâd etme olmaz.'" demi ştir. Eba Davisul, İmam Ş afü,
Ahmed ibn Hanbel, Kadi İsmail, iğlakı kı zgmhk diye tefsir etmi şlerdir.
iğlak, dilde kapamak, kilitlemek demektir. K ızgınlık da sahibine salim
düşünme kapısını kapatır. Bundan dolayı kızgınhğa i ğlak denmiştir.
Kişi kızınca aklı karışır, sarho ştan, bir işe zorlanan(mükreh)dan beter
duruma düşer. Istemediği şeyi söyler. Bundan dolay ı Abdullah ibn
Abbâs: "Bo şama, ancak bo şayanın gönülden niyyeti,yle olur" derniştir.2
şöyle diyor: Karısını bo ş amağa zorlananm, k ızgınlık içinde ola- Buhari
nın, sarhoşun, delinin, yamlamn ve unutan ın talakı geçerli de ğildir.
Çünkü Peyğamberimiz (s.a.v.): "Ameller, niyyetlere göredir" demi ştir.
Cenabı Hak da: "Rabbimiz, unutur, ya da yandırsak bizi cezalandır-
ma" buyurmuştur. 3
Kur'an, bir veya iki talâk ile bo ş anan kadının, evden çıkarilmayıp
bir süre beklemesini emretmekle kar ı kocan ın anlaşmalarma fırsat ver-
mek istemi ştir. Yüce Allah, karı kocanın aralarını bulmayı ailelerine

1 /bn Hanbel, Ebû Havüd, İbn Mace ve Hakim rivayet etmişlerdir, sahihtir.
Kadir, VI, 433
2 Buhari, Talâk
3 Bkz. %bari, Tarak, babu't-talak ril-ğlak.
Boşama kasdı olmadan yapılan yeminler: Burada bo şama üzerine yapılan yeminler hak-
kında biraz maliimat vermek gerekmektedir:
Yemin kasdı olmadan "hayır vallâhi, evet yallah" gibi ye ıninler lağv yemini olduğu gibi
"Üzerime talâk laz ım gelsin ki, karım benden bo ş olsun ki şu iş şöyledir" gibi yerninier de lağv
sayılır. Önemli olan niyyettir. Söz arasında böyle söyleyenin, asıl niyyeti karısını boşamak
sözünü isbat etmek olduğundan bu yeminlerle talâk olmaz.
Kasıtlı olarak yapılan bo şama yeminlerine gelince: Do ğru görüşe göre bunlarla da Ula
olmaz. Ancak bunlar yemin oldu ğu için keffaret verilir "Kar ım benden bo ş olsun ki şu işi yapa-
cağım veya yapmayacağım" diyen kimse yemin etmi ştir. Ama bu yem?nin gere ği yapılmaz,
keffareti verilir. Hz. Ali, Hz. Ali'nin kadısı Şurayh, Ibn Mes'ûd, Davud ibn Ali ve taraftarlar ına
göre talâk üzerine yemin hanide, bu tür yeminlerden ötürü hiçbir şey lazımgelmez. "Şunu ya-
parsam, karım bana haram olsun" gibi sözlere gelince Abdullah ibn Abbas'ın, Buharide nakle-
dilen görtişüne göre bu sözden hiçbir şey lazım gelmez. (Bkz. Talak, bâb lime t ıtharrimu ma elıal-
lelltihu lek...) Müslim'de ise Abdullah ibn Abbas'tan, bunun yemin oldu ğu, keffaretinin verile-
ceği rivayet edilir (Talak, 3).
Şarta bağlı sözlerin ise geçerli bo şama olacağı hakkında görüşler bulunduğu gibi bunların
geçerli olmadığı hakkında da görüşler vardır. Geçerli olsa bile bunlarla ancak bir talâk vukubulur.
Kocanın dönme hakkı vardır. Bu hususta (AcItımu'l-MuvalApcin'in 3 114. cilt, 69 78 nci -

sayfalarmda geni ş bilgi vardır).


264 Bakara Suresi

emretmektedir: "Eğer (kan kocanın) aralannın açılmasından endişe


duyarsanız, erkeğin âilesinden bir hakem ve kadının âilesinden bir hakem
gönderin. Bunlar arayı düzeltmek isterlerse, Allah onlar ın arasını bulur.
(Çünkü Allah), her şeyi bilendir, haber alandır."' "Ey' Peygamber, kadın-
ları boşadı:gut= zaman iddetleri içinde onları boşayın ve iddeti say ın.
Rabbiniz Allah'tan korkun (bekleme süreleri dolmadan) onları evlerin-
den çıkarmayın, kendileri de çıkmas ınlar. Ancak ap açık bir edepsizlik
yaparlarsa başka. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah' ın sınırlarını
geçerse kendine yaz ık etmi ş olur. Bilmezsin, belki Allah, bundan sonra
(yeni) bir iş ortaya çıkarır (bu bekleme süresi içinde e şler arasında bir
sevgi yaratır, bir anla şma zemini haz ırlar). Sürelerinin sonuna vardık-
larında ya onları güzelce (nikahınız altında) tutun, yahut (onlardan gü-
zellikle) ayr ılan. (Eşinize tekrar dönmek veya ondan ayr ılmak için)
içinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Ş ahitliği Allah için yap ın.
İşte Allah'a ve Son Güne inanan kimseye ö ğütlenen budur. Kim Allah'tan
korkarsa (Allah), ona bir çıkış (yolu) yaratır."2

Bu kadar aç ık beyanlardan sonra art ık Allah'ın sıkıca bağladığı


aile bağını, bir iki zayıf rivayete dayanarak gev şetmek do ğru olmaz.
Dediğimiz gibi mezhepler, bir defada üç talâk vermenin haram veya
mekruh olduğunu kabul etmekle beraber bu talak ı geçerli saymışlardır
ama bunlarm görü şünü kabul etmeyen bilginler de vard ır. Onların
-ictihadı, Kur'ân'ın ruhuna daha uygundur. Bu anlay ış, günümüze de
daha muvafık düşmektedir.

Zira halkımı z dindardır. Adam karısına kızıyor, öfkeye kap ılıp


hemen "Seni üçten dokuza bo şadım" deyiveriyor. Gerçi kanun bu sözü
kabul etmez ve o çifti be ş amaz. Ama adamın içi rahat etmez. Huzur-
suz olur, hocalara ba şvurur, kendisini huzura kavu şturacak bir fetva
arar. Kimi olmaz, art ık kadın tamamen bo ştur, der, kimi hile-i şer'iyye
tavsiyye eder: " Ş afii mezhebinde nikâh velisiz olmazm ış . Senin nikahın
zaten Şafiilerce muteber de ğildir. Bir Ş afii imamı bul, o sana nikah kıy-
sm" der.
Ne lüzuın var bunlara? Madem ki adam pi şman olmuştur. Ağzın-
dan çıkan söz ne olursa olsun, bir defada söylenmiş olduğuna göre bir
talaktır. iddeti içinde karısına dönebilir. Ayrı ayrı iki ayda, iki defa
talâk vukubulmuşsa, henüz iddeti içinde yine kar ısına dönebilir. Ada-
mın böyle kızg-mlıkla söylediği söze bakilmaz.

1 Nisa Suresi: 35
2 Taliik Suresi: 1-2
Cüz> 2, Sure: 2 265

Karısını bir kere b'o şamış olan, iddeti içinde ona dönebilir. Bu
dönüşünden sonra yine anla şmazlık olur, bir daha bo ş arsa yine döne-
bilir. Her boşamanın iddet süresi üç âdet süresidir. Bu süre içinde
karı koca anlaş abilirlerse ne alâ. Anla ş amazlarsa o zaman bir daha bo-
şar ki i şte ondan sonra ip tamamen kopar. Erkek, art ık karısına dö-
nemez. Mesele bu kadar geni ş ve açık iken bunu daraltmak do ğru de ğil-
dir. İslânım prensibi zorla ştırmak de ğil, kolaylaştırmaktır.
Bu yanlış anlama yüzünden İslâma birçok tenkidler yöneltilmi ş -
tir. islâmın, kadını kocanın elinde bir esir yapt ığı söylenmiştir. Halbuki
bu, İslâma iftirad ır. islâmın, kadına tanıdığı hak ve hürriyeti hiçbir
nizam tanımamıştı r. Bu üç talâk meselesi de yine onu, erke ğin sonsuzca
alıp boşama arzusundan, onun i şkencesinden kurtarmak içindir.

et-Tefsîru'l-hadîs müellifi Muhammed İzzet Derveze ş öyle diyor:


"Ömer'in, bir defada söylenen üç talülfi kabul etmesi, kesin olarak bo-
ş ama arzusunda olarilar hakk ındadır. Eğer koca, bir, defada söyledi ği
üç talâk ile, bir defa bo şamayı kasdettiğini söylerse bu talâk, bir ricci
talâk sayılır. Bununla beraber tefsirini yapt ığımız âyetin, Talük Sü-
resindeki âyetlerle birlikte ruhu ve anlam ı, bir defada ancak bir talükm
vukubulacağını gösterir. İbn Ömer'in, talükı hakkındaki hadis de bunu
teyideder."
3- "Ya iyilikle imsâk (tutmak), ya da güzelce tesri4 lüzl ındır."
İyilikle tutmak, ikinci bo ş amadan sonra ikinci dönü ştür. Tesrilı
ise üçüncü bo ş amadır. İki talâk verdikten sonra geriye iki şeyden birini
yapmak kalır: Ya güzelce karısiyle geçinmek veya onu serbest b ırak-
mak. kile, karşılıklı sevgi, şefkat ve saygı temeli üzerine kurulmu ştur.
Iki boşama ve birle şmeden sonra e şler birbirleriyle ya şayıp yaş ayama-
yacaklarmı anlarlar. Anla ş abileceklerse ne alâ. Anla ş amayacaklarsa
o zaman huzursuzlu ğu devam ettirmenin mânas ı yoktur. Erke ğin, ka-
dını nikühmda tutup ona i şkence etmesi do ğru olamaz. Onu artık bırak-
ması gerekir. Evet koca, Câhiliyye ça ğı araplarmm yaptığı gibi tekrar
tekrar alıp boş ayarak kad ına eziyet edemez. İkinci aynlıktan sonra
iddeti içinde kad ına dönmezse ve iddeti çıktıktan sonra da onu bo şa-
mazsa kadın, hakime müracaat edip hakk ını arar, kendisini kocas ından
ayırmasmı hakimden ister.
4- "Onlara' verdiklerinizden bir şeyi geri almanız, size heleil
Yaln ız erkek ve kad ının, Allah' ın sınırlarında durmayacaklarından kor-
karsanız, o zaman kadının (ayırılmak için) verdiği fidyede (hakkından
vazgeçmesinde) ikisine de bir günah yoktur. I şte bunlar Allah'ın sınır-
266 Bakara Suresi

larıdır. Sakın bunları aş may ın. Kimler, Allah' ın sınırlarını aşarsa işte
onlar zalimlerdir."
229 ncu ayetin bu k ısmı, erke ğin, boş arken kad ına daha önce ver-
miş olduğu mehr ve sair mal ve e şyayı geri almasını yasaklıyor. Zira ver-
diğini, kendisine hizmet etmi ş olan eşinden geri almas ı, "İyilikle tutmak,
yahut güzellikle sal ıvermek" prensibine aykırıdır.
"Onlara verdiklerinizin bir kısmını (onlardan) alıp götürmek için
onları sıkıştırmayın. Şayet açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla
iyi geçinin." 1 ayeti de kötü maksatla, verdi ğini geri almak için kadına
baskı yapmayı yasaklamaktadır. Ancak kadının edepsizce davran ışı,
kötü huyluluğu, serke şliği görüldü ğünde verilen mal geri al ınabilir.
"Yalnız erkek ve kad ının, Allah' ın sınırlarında durmayacaklarından
korkarsamz, o zaman kadının, (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de
bir günah yoktur." cümlesinin belirtti ği gibi kadın, kocasiyle Allah' ın
emretti ği tarzda geçinemeyece ğini anlar ve ondan kurtulmak ister,
kocası da boş amak için kendisinden mal talebederse kad ın, ald ığı mehri
veya fazladan mal ve para vererek kocas ından ayrılabilir. Buna fıkıhta
al-Hul` denir.
Bu hususta şöyle bir vak'a zikredilir: Sâbit ibn Kays' ın karısı bu-
lunan Übeyy o ğlu Abdullah kızı Cemile (veya IJabibe), kocas ının çirkin-
liğinden, başka bir rivayete göre kendisini dövdü ğünden dolayı, Hz.
Peyğ amber'den, kendisini kocas ından ayırmasınf ister. Kocas ı Sâbit
de bo ş amak için, kadına verdiği bahçenin geri verilmesini ş art ko şar.
Cemile, yalnız bahçeyi değil, daha fazlas ını da verme ğe hazır olduğunu
söyler. Hz. Peygamber (s.a.v.). Sâbit'e yaln ız bahçeyi alıp kadını ser-
best bırakmasm ı emreder. İşte İslamda ilk tlul< olayı budur?
:Ayetin açıkladığı üzre bul`, ancak e şlerin, Allah'ın emretti ği bi-
çimde güzel geçinemeyeceklerini iyice anlad ıkları zaman yap ılabilir.
Allah'ın belirttiği sınırlara uymamak: geçimsizlik, itaatsizlik, dövme,
hakir görme, ihmal, hastal ık, bunaklık, çirkinlik gibi hallerden ileri ge-
lir. Mecbur kalmadan böyle bir yola ba şvurmak günahtır. Hz. Peygam-
ber: (s•a.v.): "Hangi kadın zorunlu bir sebep olmadan kocasından,
kendisini boşamasını isterse ona cennet kokusu haramdır."3 demiştir.
Bir cemaate göre hulc, talâk değil, fesh'tir. E şler raz ı oldukları za-
man erkek yeni bir nikah ve mehirle kar ısına dönebilir. Bu nikah, yeni

1 Nisa Suresi: 19
2 Ibn Kedi.; Itazi, Mefâtib, II, 249
3 Ibn Mke, Talâk 21; Ebû Dav ıld, Talâk, bâb fi'l-hul`; Dârimi, Tali& 6
Cüz' 2, Sure: 2 267

bir akid sayıldığından, diğer nikahlarm bütün ş artlarını içinde taşır.


Fakat ço ğunluğa göre hulc fesh değil, talaktır Çünkü hulc, fesh olsayd ı,
hulccla kadının aldığı mehirden fazlas ını vermesi caiz olmazd ı.
Zemahşeri: "Erkek ve kad ının, Allah' ın sınırlarında durmayacak-
larından korkarsanız..." hitabının, devlet adamlarına ve hakimlere yö-
neldiğini söyler. Bu anlayış doğrudur. Nitekim Cemile de davas ını , Hz.
Peyğamber'e götürmü ştü. Elbette e şlerin kendi aralarında çözemedik-
leri meseleleri hakimin çözmesi gerekir.
Hu/cdan ayrı olarak, kad ın, nikah esnas ında boş ama yetkisinin
kendisine verilmesini şart ko şabilir. Koca bunu kabul ederse kad ın,
kendi kendisini bo şayabilir. Böyle kadına al-Mufavva4a (talakı eline
verilmiş kadın) denir. al-mufavvaçla, bu hakkm ı kullandığı zaman ta-
lalu, kesin talâk olur.
"İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim bunları çiğnerse öyleleri,
kendilerine yazık etmi ş olurlar."
5— "Erkek (üçüncü kez) boşarsa, artık kadın, başka bir kocaya var-
madan kendisine helal olmaz. 0 (vardığı adam) da bunu boşarsa, Allah'ın
sınırları içinde duracaklarına akılları kestiği takdirde, (eski karı-kocanın)
tekrar birbirlerine dönrnelerinde kendilerine bir günah yoktur. Işte bunlar,
Allah'ın sınırlarıdır. (Allah) bunları, bilen bir toplum için açıklıyor."'
Şimdi koca, karısmı bu iki talâktan sonra bir kez daha bo ş arsa
230 mu âyete göre ba şka bir kocaya varmadan eski kocasiyle evlenemez.
Yeni vardığı kocası da kendisini boş arsa o zaman tekrar eski kocasiyle
evlenebilir.
Bu nikahın mahiyeti de ihtilaf konusu Olmuştur. Said ibn el-Müsey-
yib'e göre sadece akid kâfidir. Kad ın, başka bir adama sadece nikah ı
kıyıldıktan sonra onunla zifaf olmadan bo ş ansa dahi birinci kocasına
helal olur. Diğer bilginlere göre sadece nikah k ıymak yetmez. -Mutlaka
cinsel ilişki şarttır.
Bu hususta delilleri şudur: "Rifda al-Kura4"nin karısı, Hz. Pey-
ğamber'e gelip demiş ki : "Ben Riflica'nin kar ısı idim, beni bo şadı . Abdur-
rahman ibn ez-Zübeyr'e vardım. Ama ondaki de t ıpkı çaput gibi." Hz.
Peygamber gülerek : "Yani tekrar Rifacaya varmak m ı istiyorsun? Ama
sen bunun, balagazından, bu da senin balcığazından tadmadıkça olmaz."
demi ş ."2
1 Bakara Suresi: 230
2 Buliari, Libûs 23, TalâlF, 7, 37; Diesn, Taltık 9; Ebii Dâvûd, Ta14, 49; Ibn. Mke,
Nikah 32; Muvatta', Nikâh, 17, 18; /bn Vanbel, I, 214, II, 25;...
268 Bakara. Suresi

Sırf eski kocas ına varabilmek amaciyle birisiyle evlenme ğe tahlîl


denir. Eski kocas ına helâl yapmak için kadınla evlenen erke ğe multallil,
bu işin kendisi için yapıldığı adama muhallelun leh denir. İmam Malik,
İmam Ahmed ve Servrye, zahir ehline ve ba şka birtakım bilginlere göre
,

bu maksad ile yap ılan nikâh batıldır. Böyle yapmakla kadın, ne birinci
kocasına, ne de ikinci kocasına helâl olmaz. İkinci erkek, tam arzu ile
ve devamlı karısı olması niyetiyle kadınla evlenecektir. Sonra herhangi
bir sebeple bo ş arsa o zaman kad ın birinci kocasına varabilir.
Dilimizde /Aile denen bu uygulama, Kur'ân' ın ruhuna aykırıdır.
Muvakkat nikâh caiz de ğildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) in, bu i şi yapan
(muhallil)e de, yaptıran (muhallelun leh)e de lânet etti ği rivayet edilir
Kadının ikinci evlenmesinin, bir ş aka, ya da eski kocas ına varmak
için şer'i bir hile olmayıp tam bir evlenme olduğunu, yukarıda kaydedilen
cuseyle hadisi de göstermektedir. İbn Abbas da muhallil hakk ında so-
rulan bir soruya, Hz. Peyğamber (s.a.v.) in, ş öyle dediğini rivayet et-
miştir: "Böyle şey olmaz. Ancak istek ile evlenme olur. Elden ele dola şacak
nikâh olmaz, Allah' ın kitabiyle eğlenilinez. Erkek, kad ının balcığazından
tadmadıkça nikah olmaz." 2
İbn Menzür ve İbn Ebi Şeybe, Hz. Ömer'in, kendisine bir muhal-
lil veya muhallelun leh getirilse onlar ı recmedece ğini söylemiş bulundu-
ğunu rivayet etnışilerdir. 3
İbnu'l - Kayyim Aclâmul-Muvakkıcin'de birkaç fas ılla bunun kö-
,

tülüklerini anlatmaktad ır.4 Kur'ân'ın ruhuna tamamen aykırı düştiiğiiı


halde nedense batan uygulanm ış olan bu hülle meselesi, birçok kimse-
lerin, İslama dil uzatmalarma sebeb olmaktad ır. Kabahat hâ ş â İslamda
değil, onu yanlış anlayanlardadır.
Hz. Ömer'in o ğlu Abdullah, bu tür bir maksad ile nikâhlanan hem
kadın hem de erke ğin, zâni olacaklar ına hükmetmiştir. Bir adam İbn
Ömer'e gelmi ş , karısını üç talâk ile bo ş ayan bir mü' ınin karde şinin ka-
rısını tekrar ona helâi k ılmak maksadiyle o bo şanmış kadın ile nikah-
lanan adamın durumunu sormu ş. İbn Ömer: "Nikah, ancak istekle
olur. Biz bu tür evlenmeyi, Resulullah devrinde sifült (zina) sayard ık"
demiştir.5
1 Bkz. Tiznnai, Nikah 28; Eba Davad, Nikah. 15; Nesa'i, Talak 13, Zinet 25; İbn Mke,
Nikâb 33; Darinıf, Nikâb 53; İbn Ijanbel, I, 83, 87, 88, 93, II, 322.
2 et-Tae, II, 313
3 .A.9.amu'1-muvakki'in. III. 62; 1289/1969; Tefsfru kyati'l-abkam, I, 147; et-Tefsiru'l-
badia, VII, 346-356
4 Bkz. C. 3. s. 63-64
5 İbn Kedi., ayetin tefsiri.
Cüz' 2, Sure: 2 269

Bu tür evlenmeyi baz ı imamlar mekruh, baz ıları da haram görmüş -


lerdir. Bunun ho ş bir şey olduğunu söyleyen yoktur. Yukar ıdan beri
saydığımız deliller, hülle nikahmın, islamın ruhuna ayk ırı olduğunu
açıkça gösterir. İ slami böyle yanlış anlamalardan tenzih etmek gerekir.
Kesin olarak boş anan kadın, Kur'ân'a göre ba şka biriyle evlenir. Ş ayet
o adam, herhangi bir sebeple kendisini bo şarsa o zaman eski kocasına
varabilir. Ama ben şununla bir nikah kıymak veya yanında. bir iki gün
kalmak suretiyle evleneyim de sonra eski kocama varay ım niyetiyle
evlenme olmaz.

6—233 ıı cü âyetin sonunda da kar ıkoca raz ı olup birbirlerine var-


mak istedikleri zaman, ailelerinin buna engel olmamalar ı emrediliyor.
Böylece aile, sağlam esaslara ba ğlanıyor.

7— "Kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini bitirdiler mi,


ya onları iyilikle tutun, ya da iyilikle b ırakın; (haklarına) tecavüz edip
zarar vermek için onları (yanmızda) tutmay ın. Kim bunu yaparsa kendine
yazık etmi ş olur. Allah'ın âyetlerini eğlence yerine koymay ın. Allahın size
olan nitemini ve size öğüt vermek için indirdiği kitap ve hikmeti dü şünün,
Allah'tan korkan ve bilin ki Allah her şeyi bilir."'
231 nci âyette geçen "ecel" süre demektir. Sürenin tamam ına da,
sonuna da denir. Burada sürenin sonu demektir. Yani kad ınlar, iddet
sürelerinin sonuna yakla ştıkları zaman ya onları güzellikte (evlerinizde)
tutun, ya da güzellikle salıverin. Onlara zarar verip haklar ını çiğnemek
için onları yanmızda tutmayın.

Bu âyet de islamdan önce hüküm süren bo ş ama tatbikatma ili ş -


kindir. Adam karısını boş ar, sonra iddetin dolmas ına bir iki gün kala
tekrar ona dönerdi. Böyle bo şayıp dönmek suretiyle aylar ı, yılları ka-
dına zehir ederdi. Allah, böyle kötü niyetli hareketleri yasakl ı yor. Oyun-
cak gibi kadını alıp boş amak, Allah' ın güzel geçinme, iyi niyetle hareket
etme hususundaki emirlerini ciddiye almamak, onlar ı e ğlence yerine
koymak demektir.

Yüce Allah 232 nci ayette de: "Kadınları boşadığınız zaman bek-
leme sürelerinin (sonuna) vardılar mı kendi aralarında güzelce anlaş-
tıkları takdirde, (eski) kocalariyle evlenmelerine engel olmay ın. Bu, içiniz-
den Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin
için daha iyi ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." buyurarak
boş andıktan sonra tekrar kocalar ına dönmek isteyen kad ınlara engel

1 Bakara Suresi: 231


270 Bakara Suresi

olmak için onlara bask ı yapılmamasını , onların bu arzularma kar şı


durulmamasm ı emrediyor. Demek ki bo ş anan kadın, iddeti dolunca
tekrar eski kocasına dönmek isterse dönebilir. Bu da gösteriyor ki say ısı
ne olursa ıasun, bir lâfizda söylenen talâk ile i ş bitmi ş olmuyor. İddet
süresi içinde e şlerin, birbirlerine dönme hakk ı vardır.
En kuvvetli rivayctlere göre âyet M"al ibn Yesr hakk ında na-
zil olmuştur. Eniştesi, Mackal'in k ız karde şini boş amıştı . Sonra adam,
tekrar kar ısına dönmek istedi. Fakat Maclal, k ız karde şinin ona dön-
mesine engel oldu. Bu münasebetle bu âyet indi.

İmam Sâfil, bu âyetten velisiz nikâh ın- sahih olmayaca ğı hükmünü


çıkarıyor. Ona göre e ğer velinin rızası olmadan kad ını n evlenme yetkisi
olsayd ı, velinin bu hususta bir rolü bulunmasayd ı, velileri, kadınlara
baskı yapmaktan menetmenin anlam ı kalmazdı. Fakat bu âyctten
böyle bir mana çıkmaz. Ayet, eskiden beri süregelen gelene ğe göre kız-
larına yahut velisi bulunduklar ı kadınlara bask ı yapan insanları bu
baskıdan menetmektedir. Yoksa rü şde eren kad ınların, kendi arzula-
riyle evlenme hürriyetlerini k ı sıtlamamaktadır. Bilâkis "evlenmelerin
mani olmay ın" kaydı ile kadınlara tam evlenme yetkisi vermektedir.'
İbn Abbas şöyle demiş : "Bu âyet, kar ısını bir, ya da iki boş ama
ile bo şayıp, kadını n bekleme süresi dolduktan sonra tekrar ona dön-
meyi isteyen adam hakk ında inmiş ve kadının velilerinin buna engel
olmalarını yasaklamıştır."

o Q 4 - •-• o 'o-
j

j.), '43 .3 C,f) rj-1.


C4:^:.,45,9
) J-14 .,(S. 343 "5-£51-,
Q .00. rj:.; (N4-i 7ı ‘..) ",!.),(;

y ci o "Z",0 A .o o . --- t ,
J L) I -.)! •
J3.)I c J *_A.k * * 5-* 3T CA * °

(''rr))
1 Tefsiru İbn Kesir, I, 280-282; Ibnu'l-Arabi, Al -.1(ânıu'1-Kur'ân, I, 199-200; Tefsiru Aya-
trl-Ahkihn, I, 148-150
Cüz' 2, Sure: 2 271

233- Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse


için- tam iki y ıl emzirirler,. Onların uygun biçimde yiyece ğini ve giyece-
ğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir
şeyle yükümlü tutulur. Ne anne çocu ğu yüzünden, ne de çocuk kendisine
âit bulunan baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da
aynı şeyi yapmas ı gerekir. Eğer (ana-baba), anlaşıp danışarak (çocuğu
memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklar ının
(süt annesi tutup) emzirtmek isterseniz, verece ğinizi güzelce verdikten
sonra, yine üzerinize bir günah yoktur (emzirtirsiniz). Allah'tan korkun
ve bilin ki Allah, yapt ığınız herşeyi görmektedir.

Tefsir:
223- Baz ı bilginlere göre bu âyet, bo ş anmış kadınlar hakkındadır.
Çünkü bo ş anmağa ilişkin âyetlerden hemen sonra gelmektedir. Yani bo-
şanmış olan anneler, çocuklar ını iki yıl emzirirler. Tam emzirme süresi
iki yıldır. Bu süre içinde çocu ğun babası , ya da babas ı yoksa onun varisi
de annenin nafakas ını ve giyimini temin eder. Emzirme süresi içinde
annenin geçiminin sa ğlanması emredildiğine göre âyetin bo şanmış
anneler hakk ında olduğu anlaşılıyor
Fakat ço ğunluğun kanaatine göre âyet, yaln ız boş anmış kadınlar
hakkında değil, bütün anneler hakk ındadır. Anne süt vermesi, çocu ğa
bakması dolayısiyle belki kocasına hizmette kusur eder de bu yüzden
kocası onu beslemekten kaçm ır diye yüce Allah, özellikle emzikli anne-
lerin beslenmelerini, giydirilmelerini em/etmi ş bulunmaktadır.
"Emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için" ifadesinden de anla-
şılacağı üzre iki yıl süt emzirmek vacib de ğildir. Tam emzirme süresi
iki yıldır. Çocuğunu tam emzirmek isteyen kimse, iki y ıl emzirir demektir.
Tam emzirme süresi iki yıl olduğuna göre islâmın tanıdığı "süt emmeden
doğan evlenme yasa ğı" da ancak bu iki y ıl içinde süt emen çocuklara
mahsustur. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Neseb yüzünden haram olanlar,
süt yüzünden de haram olur."' buyurmuştur.
İmam ş âfirye göre iki ya şına kadar bir kad ından süt emen çocuk
için bu haramlık sabit olur. Ondan sonra emen çocuk için haraml ık sa-
bit olmaz. Ebil Hanife'ye göre süt emme süresi otuz ayd ır. İki buçuk
.

yaşına kadar emen çocuklar için haraml ık sabit olur, ondan sonra emen-
ler için sabit olmaz.

1 Buldiri, şehadat, 7, Nikah, 20, 27, 117, I:111ms, 4; Müslim, Rada r hadis:, 1, 2, 9, 12; Ebü
Daviid, Nikah 6; İbn Mace, Nikah, 34; Darimi, Nikah, 48; Muvalla', Raçlâ c, 1, 2, 16; İbn
Ijanbel, 1, 275, 290, 329, IV, 4, 5, VI, 44, 51, 66
• •

272 Bakara Suresi

"Eğer (ana-baba), anlaşıp damşarak (çocuğu memeden) kesmek


isterlerse kendilerine günah yoktur." cümlesinin hükmüne göre ana baba,
danışıp anlaş mak suretiyle çocuklar ını, iki yıl dolmadan da sütten ke-
sebilirler. Mutlaka iki y ıl emzirmeleri farz de ğildir. Bundan önce de süt-
ten kesm.elerinde bir günah yoktur. Ancak ikisi, birbirine dan ış arak
çocuğun sağlığına bir zararı olmayaca ğma kanaat getirdikten sonra
bu işi yapabilirler.
Emzirme süresi içinde annenin nafaka ve giyimini temin- babaya
düşer. Fakat herkes gücü ölçüsünde, imkânlar ı oranında kadının ihti-
yaçlarını karşılar. Kimseye gücünün üstünde bir şey teklif edilmez. Ne
anne çocu ğu yüzünden zarara sokulur, ne de baba. Bo ş anmış anne, ço-
cuğunu emzirmek istedi ği halde babası onu çocuğundan ayırıp ızdıraba
sokamaı , yahut baba, annenin nafaka ve giyimini sa ğladığı halde anne,
çocuğunu emzirmekten kaç ınıp babayı müşkil durumda bırakamaz.
Ş ayet çocu ğun babası yoksa, onun veya çocu ğun varisi durumunda
olan kimse, annenin geçimini sa ğlar. Baba öldüğü zaman, çocu ğun
—malı varsa— vasisi, onun malmdan annesinin geçimini temin eder.
Malı yoksa, baban ın yahut çocu ğun varisi olan akraba, annenin geçimini
sağlar. E ğer varisler de bunu yapmazlar ve anneden ba şka çocuğu em-
zirecek kimse de bulunmazsa, çocuk ölüme terk edilmez, annesi, çocu ğu
emzirmeğe zorlanır.
Baba isterse çocu ğu, başka bir süt anne tutup emzirtebilir. Ancak
süt annenin ücretini eline teslim etmek lâz ımdır ki kadın, gönül hoşlu-
ğuyla çocuğa baksm, onu güzelce emzirsin.
Ayetin sonunda yüce Allah, korunmay ı, Allah'ın emirleri içinde
hareket etmeyi emretmektedir. Çünkü Cenab ı Hak, bütün yaptıkları-
mızı görmektedir.

r .1 ^0 ••••

.:5Li j J...4.J'. I :bu ) 1 Lı


.5. fi
4ıfl j I 4i —_9
••
# O e ,.„
tY 1 4 ) U
:'54
4 ..- - C • "-' • J-
k"— -j
„ .0 . o 'ş ."*. ,••••• :j, *

j
c
e-
(i
,•
ı , Iri,..k...p ı ,"_;
, c7 5.....ı, j
Cüz): 2, Sure: 2 273

-11 e

C. • -

C
' 1 I

(Yr °Y -4-,0 ı

234— İçinizden ölenlerin, geriye b ıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bek-


leyip) kendilerini gözetlerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için uygun
olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yapt ıklarının haber
alır. 235— Böyle (iddetini bekleyen) kadınlara evlenme isteğinizi üstü
kapalı biçimde bildirmenizde, yahut içinizde tutman ızda size bir günah
yoktur. (Çünkü) Allah, sizin onları anacağının bilmektedir. Sak ın (kapalı
evlenme teklifi s ırasında), iyi söz söylemeniz d ışında onlarla bir gizli
(buluşma)ya sözle şmeyin ve farz olan bekleme süresi sona ermeden nikah ba-
ğını bağlamağa kalkmaytn ve bilin ki Allah, içinizden geçeni bilir. O'ndan
sakınin ve yine bilin ki Allah, ba ğışlayandır, halimdir (ceza vermekte
aceleci de ğildir). "

Tefs'ir :
234-235 nci ayetler, kocas ı ölen kad ınlar hakkındadı r. Kocas ı ölen
kadın, dört ay on gün iddet bekleyecektir. Bu müdet içinde kad ının gebe
olup olmadığı anlaşılır. Ş ayet gebe ise: "Gebe olanların süreleri de yük-
lerini bırakmalarına kadardır"' âyetinin hükmü uyarınca do ğuruncaya
kadar bekler.
Gebe değilse dört ay on gün sonra, gebe ise do ğurduktan sonra
kadın, ahlâka uygun olmak ş artiyle istediği gibi hareket edtbilir, evlen-
mesi caiz olan diledi ği erkekle evlenebilir.
Acaba bu dört ay on gün içinde kad ın, süslenmeden ve koku sürün-
meden de uzak durup yas mı tutacaktır sorunu ihtilâf konusudur. Ule-
manın çoğunluğuna göre evet'kad ın, bu müddet içinde süslü elbise giy-
meyecek, koku sürünmeyecek, kocas ının evinden ayrılmayacaktır. Hz.
Peyğamber'in hanımı Hafsa, Hz. Peygamber (s.a.v.)in şöyle dediğini
nakletmiştir: "Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kadının, üç günden
fazla yas tutmas ı helül olmaz. Yalnız kocası için yas tutması hariç. Kadın,
kocası için dört ay on gün yas tutar ?"3
1 Tali& Suresi: 4 ,
2 Hadiste ihdâd kelimesi geçer. İhdâd: güzel koku sürünmekten ve süslenmekten uzak
durmak demektir. Biz bunu yas tutmak diye terceme ediyoruz.
3 Buhâri, Cenâ'iz, 31, ¥ayçl, 12, Talâk 36-49; Müslim, Ta/4, bâb 9, hadis: 58, 59, 62,
63-67;
2/4 Bakara Su esi

Fakat diğer birtakım bilginlere göre bu müddet, yas tutmak için


değil, evlenmemek için konulmuştur. Yas, ancak üç gündür. Üç gün
sonra kadın, koku sürünüp süslenebilir, evinden ç ıkabilir. Bu görü şü
ileri sürenler de Umeys kızı Esma'nın nakletti ği bir hadise dayan ırlar.
Esma', Ca'fer Tayyar'm kar ısıdır. Ca'fer, Mu'ta Sava şında şehid düş -
müştü. Onun şehadetinin üçüncü gününde Esma'n ın evine gelen Allah
Elçisi, ona: "Art ık bu günden sonra yas tutma" demiştir.'

Fakat pek çok hadis, birinci görü şüp daha kuvvetli oldu ğunu gös-
termektedir. Bunlardan sadece ikisini kaydedelim: Ümm-i Seleme, Hz.
Peyğamber(s.a.v.)in şu sözünü rivayet etmi ştir: "Kocası ölen kadın
(süs için) bitkiden ve topraktan yap ılmış boya ile boyalı elbise giymez,
mücevherat takmaz, k ına yakmaz, sürme çekmez." 2 Ümm-i Atiyye de şöy-
le diyor: "Biz, ölüye üç günden fazla yas tutmaktan menedilirdik. Ancak
kocaya dört ay on gün yas tutardtk. Bu süre içinde sürme çekmezdik, koku
sürünmezdik, boyal ı elbise giymezdik. Yalnız boyalı iplikle dokunmu ş
kumaştan elbise giyebilirdik. Birimiz âdetinden y ıkanıp temizlendi ği
zaman (kötü kokusunu gidermek için) küst ve azfar(buhurlar ın)dan
biraz sürünmesi için bize izin verilmi şti."'

Daha önce Arap toplumunda kocası ölen kadın, bir yıl yas tutar,
evinden ayrılmazdı. Kur'ân, bu süreyi dört ay on güne indirmi ştir.
Fakat bu müddet sonunda kad ının, mutlaka evden ç ıkıp gitmesi gerek-
mez. Ş ayet kadın, evinden ayrılmak istemezse, kocanın varisleri, tere-
keden, bir yıl süre ile kadının nafakasını karşılamak zorundadırlar.
Surenin 240 nc ı ayeti şöyle diyor: "İçinizden ölüp de geriye e şler bırakan
kimseler, e şlerinin, evden çıkarılmaks ızın, bir yıla kadar geçiınler' inin sağ-
lanmasını vasiyyet etsinler. Şayet kendileri ç ıkarlarsa, kendileri hakkında
uygun olana yapmalartnda' sizin için bir günah yoktur."

Gerçi 240 nc ı ayetin, bu âyetlerle ve kadana pay veren miras âyetiy-


le neshedildi ğini söyleyenler varsa da ayetin muhkem olup neshedil-
mediğini söyleyenler de vardır. Yukarıdaki iki ayet, dul kad ının, bek-
lemek zorunda oldu ğu müddeti tayin ediyor. 240 nc ı ayet ise evden
çıkmak istemeyen dul kadına, bir yıl süre ile evde kalma hakkının veril-
mesini ve bu süre içinde onun geçiminin sa ğlanmas ını emrediyor. İki
ayetin hükmü birbirine aykırı de ğil, birbirini tamamlar malı;yettediz.

1 'bn Ranbel, VI, 369


2 Ebû Dâvûd, Tala4 46; Nesâ'i, Taltik 64, 65; /bn. Hanbel, VI, 302
3 Buljari, Centı'iz 31, Ilay ğ 12; Müslim, Talak 9; Tirmiii, Taltik 18;' Ebû Dtıvild
43, 46;•-•
Cüz': 2, Sure: 2 275

Ancak bu bir yıl, yas tutma süresi de ğildir. Dört ay on günden fazla
yas tutmak haramd ır.
Bazı bilginlere göre kocası ölen kad ın gebe ise, çocu ğunu doğurun-
caya kadar kocas ının bıraktığı maldan nafakas ı temin edilir. 240 ncı
âyet buna delil olduğu gibi, Talâk Suresinin: : "(Bo ş adığınız) kadınları,
gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları
sık ıştır(ıp evden çıkmağa zorla)mak için kendilerine zarar vermeğe kalk ış-
may ın. Şayet gebe iseler yüklerini btrakmalarına kadar onları besleyin."'
âyeti de bo şanan kadının, değuruncaya kadar nafakas ının teminiri
emretmektedir.
Fakat bazıları na göre kadının miras hakkını belirten âyetler gel-
dikten sonra art ık kocası ölen kadının nafakası= temin edilmesi hak-
kındaki âyetin hükmü nesbedilmi ştir. Miras hakkı olmayan bo ş anmış
kadın ile, kalan maldan miras alacak olan kocas ı ölmüş kadın arasında
fark vard ır.2
Kocası ölen kadın, iddeti içinde evlenemez. Ancak iddet süresi için-
de âdâba uygun biçimde, kapal ı bir tarzda ona evlenme teklifi yapmak
câizdir. kette bu husus, tdriçi kelimesiyle ifade ediliyor. Tdriçl, üstü
kapalı biçimde anlatmak demektir. İddeti içinde bulunan kad ına veya
onun velisine, üstü kapah biçimde hitbe (evlenme teklifi) yap ılabilir.
Meselâ: "Inş allah, Allah bana iyi bir kad ın nasibeder", ya da: "Sen
güzelsin!" gibi sözlerle bu niyyet belirtilebilir. Yahut bu niyyet hiç
söylenmeden, içte ta şınabilir. Ama böyle bir kadınla gizli gizli k4nu ş-
mak, buluşmak, ya da gayri me şru bir şekilde birleşmek üzre sözle ş-
mek haramdır. Üstü kapalı tarzda evlenme teklifinden ba şka, edep
d ışı bir söz söylemek veya ona kar şı kötü bir niyet ta şımak yasaklan-
mıştır.

ft ft . P. . . .. ._
_^.,—.....;
9 -,!, - - - -- ... ., ,

ft ft .._
0 i ...kı ' i
„t_ -
. 3 LA .C....,_:JI
. 9...«
".■....•.,.. k 1
Z9
e_:..:2.'..00
9% ... ı
...j...C. E C,-Ai."-::-.* j C
ı
ı• ı ı Z9

-
ı
-cl:.
:ı...).. ,..i ‘..,..g.. 1.i.,;" j..A...; j I
9 • ı0 '''' 9

, % >•-• % , ,>-- •>•---


,:›..z......›...-1. I J..c. LA.>- 4 L:9 j-od L, tPC.::.... c oj ..tj )..,:-Z...1, I j_P j
-
o :. „ • _o • is■ .9 9 o .15 ı co
j 4.5 I jr:«9 (*) r
o efe
J I '4;41:4".:3 (54«3 F:.ha -79
1 Ayet: 6
2 et-Tefslru'l-Iftadle, VII, 362
276 Bakara Surdsi

0 3. , 0 2
L.3 .7., . o 4..4-P o
ı ı
°J.-1

9, , • ı - •
-(:) I
• e" -•

236- Henüz dokunmadan, ya da bir mehir kesmeden kad ınları bo-


ş arsantz, size bir günah yoktur. Onları faydalandırın (yani bir miktar
bir şey verin). Eli geniş olan, kendi gücü nisbetinde, eli dar olan da kendi
kaderince güzel bir şekilde faydalandırmalı (herkes gücü ölçüsünde bir
şey vermeli)dir. Bu, iyilik edenlerin üzerine bir borçtur. 237- Bir mehir
kestiğiniz takdirde henüz dokunmadan onlar ı boşamışsantz, kestiğinizin
yarısını (verin). Ancak kad ınlar vazgeçer, yahut nikâh bağı elinde bulu-
nan erkek vazgeçerse başka. (Erkekler), sizin affetmeniz, (müsamaha gös-
terip mehrin tümünü vermeniz) takvaya daha yakındır. Aranizda bir-
birinize iyilik etmeyi unutmay ın. Şüphesiz Allah, yapt ıklarının görür.

Tefsir:
236-237 nci âyetler, henüz dokunulmadan bo ş anan kadınlar hakkın-
dadır. Ş artlar gerektirdi ği takdirde birle şmeden kadın ı boş amak caizdir.
Ancak erke ğin, keyif için bunu yapmas ı günahtır. Çünkü "Allah indinde
en sevilmeyen hellil, bo şamadır." Ş ayet boşamayı zorunlu kılan bir durum
varsa nikâhtan sonra henüz dokunmadan kar ısını boş ayan erkek, kad ına
m.ütta vermek zorundad ır. Yani bir şeyler verip onun gönlünü almas ı
lâzımdır. Nikâhta e ğer mehir kesilmemi ş ise böyledir. Fakat nikâhta me-
hir belli edilmiş ise onun yarı s ı verilir. Ama kadın, isterse hakkından vaz-
geçebilir, yahut erkek, mehrin tamam ını verebilir. Buras ı, onlarin se-
çimlerine ve faziletlerine b ırakılmıştır. Tabii karşıdakinin lehine ba ğışta
bulunmak, başkalarma karşı liitufkâr davranmak takvaya daha yakm-
dır. Allah, kullarmın yaptıklarını' görmektedir. Yap ılan iyilik, zayi
olmaz.
236 ncı âyet, mehir kesilmemiş ve dokunulmadan bo ş anmış kadının,
237 nci âyet ise mehir kesilmi ş ve dokunulmadan bo ş anmış kadının
durumunu anlatmaktad ır. Dokunmadan bo ş ama halinde kadmın iddet
beklemesi gerekme i,

237 nci âyette: "Nikâh bağı elinde bulunan" kimsenin affetmesin-


den, yani mebri ba ğışlamasıncl an söz edilir. Acaba nikâh ba ğı elinde
bulunan kimdir? ibn Abbas, Hasan Basri, Tâvûs, Ata, Zeyd ibn Eslem
ve Rabra'ya göre bununla kasdedilen, kad ının velisidir. İmam Malik
Crız' :2, Sure: 2 277

bu görüşü benimsemi ştir. Hz. Ali, Şureyh, Said ibn el-Museyyib, Cubeyr
ibn Mut'im, Mücâhid ve Sevrrye göre bu deyimle kasdedilen, kocad ır.
Ebıl Hanife ve Ş afii de bu görüşü benimsemişlerdir. Bu görüş daha kuv-
v< tlidir. Zira nikah ba ğı , tam olarak kocanı n elindedir.Kadm ın velisi,
gti>rçi onu evlendirebilir ama bu tasarrufunun geçerli olabilmesi için

kadının, özellikle bülüğa ermiş kadının muvafakati ş arttır: "Kadınlara,


mehirlerini gönül hosluğuyla verin ; eğer (onlar), kendi istekleriyle o mehrin
bir kısmını size bağışlarlarsa onu da ifıfiyetle yeyin." 1 âyetinin ifadesiyle
mehri almak ve onu gönülden ba ğışlamak, kadının hakkıdır. Kadının
velisi, kadının hakkını alıp ba ğışlayamaz.

İ mdi bu tabirle, birincilerin dedikleri gibi veli kasdedilirse ayetin


manası : " Ş ayet kadınlar, yahut nikah ba ğı elinde bulunan kadının velisi
bağışlar, mehirden vazgeçerse, koca mehri vermeyebilir" demektir.
İkincilerin dedikleri gibi bu tabir ile kasdedilen koca ise ayetin manas ı :
" Ş ayet kadınlar, hakları olan yarı mehri almaktan vazgeçer, ya da nikâh
bağı elinde bulunan koca, kendi hakk ını bağışlayarak mehri tam öderse
bunu yapabilir" demek olur.
Ulema birinci ayetten, mehir belirtmeden nikah kesmenin caiz
olduğunu çıkarmışlardır. Mehir belirtilmeden nikahlanan kad ınlara,
dengi olan kadınların mehri (mehı -i misl) verilir:
Müt`a nedir, mehr nedir, bunlar kimlere verilir?
Müt`a, kadına yarar sa ğlayacak bir miktar e şya, para vs. dir. Mehr
ise evlenme mukabilinde kadına verilmesi gereken, mal, e şya yahut
paradır. Nikah kesilirken kad ına verilecek mehr (saç ı) yahut para belir-
tilir. Bu belirtilmese de nikah sahihtir, o kad ına dengi olan kadınların
mehri verilir.
Mehir belirtilmeden nikah ı kesilmiş , fakat henüz kendisine dokunul-
madan bo şanmış olan kadına mehir de ğil, mütca verilir. Nikahta mehir
belirtilmi ş ve dokunulmadan bo ş anmış kadı na da, 237 nci ayetin hük-
münce, belirtilmi ş olan mehrin yarısı verilir. Birle şmeden sonra bo ş an-
mış kadınlara gelince: Ş ayet nikah k ıyılırken mehir belirtilmi ş ise mehrin
tamamı ödenir. Nikâhta mehir belirtilmemi ş ise bunlara da dengi olan
kadınların mehri ödenir.

Boş anmış kadınlara verilecek mütca, bir atiyye de ğil, kadının erkek
üzerinde bulunan bir hakk ı, bir alaca ğıdır. Bu sürenin 241 nci ayeti,
bunu açıklamıştır: "Bo şanmıs kadınlara uygun bir geçim vermek, koru-

1 Nisa Suresi: 4
278 Bakara Suresi

nanlar üzerine bir borçtur." Bu âyetin hükmü geneldir. Bütün bo şanmış


kadınlara mütca vermeyi emretmektedir. Nitekim: "Ey peygamber!
eşlerine söyle : Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsan ız, gelin
size müt'a vereyim ve sizi güzellikle salay ım."' âyeti de genel olarak bo-
şanan kadınlara müt'a verilmesini gerekli k ılmaktad ı r. Said ibn Cübeyr,
Hasan Basri ve bir rivayete göre Safii, bu görü ştedir. Buna
göre dokunulmamış , mehir kesilmemi ş kadınlara yalnız müt'a, di ğerleri-
ne ise müt'a ile beraber mehir de verilecektir.
Başka bir görüşe göre müt'a, yaln ı z dokunmadan bo ş anmış kadın-
lara mahsustur.- Çünkü Cenab ı Hak, Ahzâb Suresinin 49 nen âyetinde
de "dokunulmadah bo şanan kadınlara müt(a verilmesini" emretmektedir.
Nitekim Buhârrnin rivayetine göre Hz. Pey ğamber (s.a.v.) dokunma
dan boşadığı Umeyne binti Surahbil'e müt'a vermi ştir?
Dokunulmadan önce bo ş anmış kadınlara müt'a verilmesini emreden
âyetin sonunda: "Bu, iyilik edenlerin üzerine bir hakt ır" dendiği için
bazı müslümanlar, "Dilersem ihsan ederim, dilersem etmem" demi şler
ve âyetin bir mecburiyet yiiklemedi ğini sanmışlardır. Bundan dolay ı
müt'anin, ödenmesi gerexli bir borç oldu ğunu bildiren 241 nci âyet in-
miştir.3
Mütcanin miktarı :

Müt'anin miktarı 'üzerindeki görüşlerde de bir birlik yoktur. Ayette


belirtildiği üzre herkes gücü nisbe t;nde bir şeyler verir. İbn Abbas'a
göre müt`anin en yükse ği bir hizmetçi, ortas ı varak (para), a ş ağısı el-
bisedir. 112. Peyğamber, dühulden önce kar ısın ı boş ayan bir sahabiye,
bir kalensüve (o zamanl ı, kadın başhğı) olsun, karısı na vermesini emret-
miştir.
Bir kısım bilginler de, ikinci âyetin hükmüne dayariarak müttanin,
mehrin yarısı olduğuna hükmetmi şlerdir. Bazı larına göre de müt'a üze-
rinde bir anlaş mazlık olursa müt'anin miktarını hakim tayin eder.
İmam Safiiye göre koca, belli bir miktar vermek hususunda zorlan-
maz Ancak müt'a denebilecek bir şey verir. Bunun en aza, içinde namaz
kılmanın caiz olaca ğı bir elbisedir. 4
Ebu Hanife ve Ahmed'e göre tam ,halvet yani kad ınla tam yaln ız
kalmak, onunla birle şmek hükmündedir. Kad ınla tam yaln ız kalmış

1 Ahzâb Suresi: 28
2 İbn Kesir, I, 287-288
3 Tefsfru Ayâtrbahkâm, I, 161
4 bu Kesir, I, 287
Cüz': 2, Sure: 2 279

olan kimse, ona dokunmamı ş olsa dahi, tam mehr verecektir. Halbuki
ayetin ifadesi açıktır. Âyet dokunmadan bo şama halinde yarı mehr
veribnesini emretmektedir. Dokunma, birle şmeden kinayed;r. Kald ı
ki Hz. Peygamber (s.a.v.), Şurahbil kızı Umeyne ile nikahlanm ış, fakat
zifafta kad ına elini uzatınca kadın hoşlanmartilş . Allah'ın Resulü de
Ebıl Useyd'e, kad ını donatmas ın ı, ona iki mavi elbise giydirrnesi ıı i
emretmi ştir. Demek ki Hz. Peygamber, halvet oldu ğu halde dokun-
mad ığı için kadına müt`a vermiştir. Bu da gösterir ki tam mehr, ancak
v-at' (birle şme) halinde şarttı r.
Dühulden önce boşanmış kadınlara iddet gezekmez.
Ahzâb Suresinin 49 ncu âyetinde de, dokunulmadan bo şanmış
kadınlara miit'a verilip b ırakılmaları , onlarmiddet beklemelerine gerek
olmadığı bildirilmektedir: "Ey inananlar, inanmış kadınları nilaihlayıp
da henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız
bir iddet hakkınız yoktur. Hemen müt'alar ını verin (biraz geçimlik verip
memnun edin) ve onları güzellikle serbest b ırakın."
Bunların iddet beklemelerine lüzum yoktur. Çünkü iddet, rahmin
berâetinin anlaşılması için emredilmi ştir. Dokunulmamış kadın için el-
bette böyle bir durum söz konusu olamaz.

1 j„,•j_.• j (.;12:JJ:tı ?Ur, ‘.f..P

238- Namaztart ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve sayg ı


ile Allah' ın huzuruna durun.
Tefsir:
238- Orta namaz ın hangi namaz olduğu hususunda gelen rivayet
ler ihtilâflıdır. Hz. Ali'ye, Hz. Ai şe'ye ve daha birçok sahâbiye dayanan
rivayetlere göre orta namaz, ikindi namaz ıdır. Hz. Ali ş öyle demiştir:
"Ahzab günü (yani Hendek Savaşında), Allahın Resulü (s.a.v.): 'Bizi
orta namaz olan ikindi namazından alakoydular. Allah evlerini ve kabir-
lerini ateşle doldursun' dedi ve ikindiyi, ak şamla yatsı arasında kıldı ."ı
Abdullah ibn Mes'iıd da Hz. Pey ğamber'in: "Orta namaz, ikindi
namazıdır" dediğini rivayet etmi ştir. 2 diz. Âişe de orta namaz ın, ikindi

1 BulAr4, Cihad, 98; Müslim, Mesacid, bâb: 35, hadis: 202, 205, 206; İbti Mâee, Şahit 6
2 Tirmiz4, Salât, bâb mâ eâ's fi şalâti'l-vus%â
280 Bakara Suresi

namazı olduğunu söylemiştir.' Buhârı'de de buna dair, İbn Ömer'den


gelen bir rivayet vard ır.
Zeyd ibn Sâbit'e dayanan rivayetlere göre orta namaz, ö ğle nama-
zı d ır.2 Zeyd diyor ki: "Allah' ın Resulü (s.a.v.), öğle namazını, günün
ortasında kılardı . Arkas ında ancak bir iki saf bulunurdu. İnsanlar istirahat
içinde veya ticaretle me şgul oldukları için namaza gelemezlerdi... Onun
üzerine bu ayet indi."'
İbn Abbas'tan gelen baz ı rivayetlere göre de bu namaz, sabah na-
mazıdır. Çünkü sabah namaz ından önce iki gece namaz ı olan akşam ve
yatsı namazları ; sonra da iki gündüz namaz ı olan öğle ve ikindi namaz-
ları vardır. Sabah namaz ı , bunların ortasında bulunmaktad ır. Sabah
namazı, en zor namazd ır. Bundan dolayı sabah namazı, orta namaz
olarak nitelendirilmi ştir.4 Orta namazın, akşam namazı olduğuna dair
rivayetler de vard ır.'
İlk bakışta günün orta vaktinde bulundu ğundan, öğle namazmın,
orta namaz olması hatıra geliyorsa da hadisçilerin ço ğu, bu namazın,
ikindi namaz ı olduğunda birle şmiştir. Zemah şerrye göre Hz. Pey ğam-
ber (s a v ), ikindi namaz ından sonra ashabiyle oturup sohpet ederdi.
Ashâb, onun çevresinde halkalan ıp va'zlarını dinlerdi. İşte bu önemin-
den dolayı, ikindi namazı üzerine ayrıca dikkat çekilmiştir. Çünkü onda
hazır bulunmak, insana hem namaz, hem de sohpet bak ımından fayda
sağ lamaktad ır.6
"Gönülden bağlılık ve sayg ı ile Allah' ın huzuruna durun!" emri
gere ğince namazda konu ş mamak lânınd ır. Çünkü konuşmak, saygıya
aykırıdır. Gelen hadislerden ö ğrendi ğimize göre islâmın başlangıcında
bir ihtiyaç anında namazda konu şulur imiş . Bu ayet ile konu ş mak
menedilmiştir. Zeyd ibn Erkam ş öyle diyor: "Peygamber (s.a.v.) dev-
rinde kişi, bir ihtiyacı olduğu zaman namazda konu şurdu. 'Gönülden
bağlılık ve sayg ı ile Allah' ın huzurüna durun' ayeti inince susmamı z bize
emredildi. Konu şmaktan menedildik." 7
Fakat bu hadis, baz ı ulemaya mü şkil gelmiştir. Zira Namazda
konuşmak, Mekke'de, Habe şistan'a hicretten sonra ve Medine'ye hic-
1 Taberi, II, 555-556
2 Tirmül, şahit, MI) railcâ'e fî şalâtil-vustâ
3 Tabert, II, 562
4 Taberi, II, 565
5 Taberi, II, 564
6 Bkz. et-Tefsinfl-hadig, VII, 367
7 Ebfı Dâvtid, Şalât, bâbu'n - nehyi cani'l -keltım frş-şalât; Nesâ'i, Sehv,
Cüz': 2, Sure: 2 281

retten önce menedilmişti Halbuki "Gönülden bağlılık ve sayg ı ile Allah' ın


huzuruna durun" ayeti, Medine'de nazil olmu ştur. Abdullah ibn Mes'ticl
ş öyle diyor:
"Biz Habe şistan'a hicretten önce Allah'ın Resulü namazda iken ona
selâm verirdik, selâm ımızt alırdı . Habeş istan'dan döndükten sonra namaz
k ılarken kendisine selâm verdim, selân ıımı almadı . Ben Resulullah' ın
böyle davranmasından kuşkulandı m. Fakat namazını bitirip selam verince
dedi ki : Yüce Allah, emrinde (yani dininde) dilediği yeniliği yapar. Artık
namazda konu ş ulmaması hükmünü getirdi.'" Bilindiği gibi İbn Mes'ıld,
Habe şistan'a göç eden ilk müslümanlardand ır. Demek ki namazda ko-
nuşmak, Mekke'de iken menolunmu ştur.2
Ancak bu iki hadis ş öyle te'lif edilebilir: Namazda konu ş mak,
Mekke'de Allah Elçisinin hadisiyle menolunmu ştur. Medine'de ise inen
bu âyetle bu yasak peki ştirilmi ştir.

O9o •"'
1 °J ". •
e •-•- _ . • J £—"" 4

(Y 1* j*
•• 5- *
e °
e
239- Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmi ş olarak
kıhn ; güvene kavu ştuğunuz zaman, bilmedi ğiniz şeyleri size öğrettiği şe-
kilde Allah' ı anın.

Tefsir:

239— Taberrnin anlattığı üzre sava ş , yırtıcı hayvan sald ırısı, sel
ve saire gibi erkâniyle namaz k ılmanın tehlikeli olacağı durumlarda
yürüyerek, ya da binek üzerinde nama2 k ılmak caizdir. Yüzün yöne-
lebildiği taraf kıbledir. Tabii bu durumda rükâ' ve secde, ima ile yani
baş eğmek suretiyle yap ılır. Ancak secde için ba ş , rükti'a e ğildiğinden
biraz daha fazla e ğilir. E ğer ima da mümkün olmazsa sadece iki tekbir
kâficlir. Bu durumda yüzün k ıbleden ba şka yöne çevrilmesi namaza mani
olmadığı gibi konuş mak da mani de ğildir.

Bu ş ekilde namazlar sadece iki rek'at k ılınır. Bir rek'at dahi k ıl-
mak yeterlidir. Görüldü ğü üzre bu namaz, Allah' ı hatırlamadan ibaret-
tir. Zira iki tekbir dahi kâfi görülmü ştür. Böyle tehlikeli anlarda namaz,

1 Buhâri, TevVid, 42; Nesâ'1, Sehv 20


2 İbn Kesir, I, 294-295
282 Bakara Suresi

müslüman! me şgul edip tehlikeye atmaz, onu sava ştan geri 'koymaz.
İslamda güçlük yoktur. Tabii bu şekilde namaz, gerçekten her an teh-
likenin gelebilece ği durumlarda kılınır.

Sava ş alanında fakat muharebenin olmad ığı zamanda, Kur'an'


Kerim, şöyle namaz kıhnacağmı ta'rif ediyor: "Yer yüzünde sefere -çık-
tığınız zaman inkar edenlerin size bir kötülük yap maları ndan korkarsanız,
namazı k ısaltmanızda size bir günah yoktur. Muhakkak ki kafirler, sizin
açık dü şmantruzdı r. (Ey Muhammed), sen de içlerinde bulunup onlara
namaz k ıldırdığın vakit, onlardan bir bölük, seninle beraber namaza dursun
ve silahlarını da yanlarına alsınlar. (Namazdakiler), secdeye vardıkların-
da arkanıza geçsinler, bu kez namaz k ılmayan öteki bölük gelsin, seninle
beraber namaz kılsınlor ; korunma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar."ı

Abdullah ibn Ömer, Hz. Pey ğamber'in, korku namaz ını ş öyle kıl-
dırdığmı anlatıyor: "Allah' ı n Resulü (s.a.v.), sava şları ndan birinde
korku namaz ı k ıldırdı . (Askerden) bir bölük, kendisiyle beraber namaza
durdu, bir bölük de düş manın karşısında (tetikte) bekledi. Kendisiyle
namaza beraber duranlar bir rek'at kılıp gittiler, bu kez ötekiler geldiler.
Resulullah, onlara da bir rek'at kıldırdı . Sonra her bölük, (bulunduklar ı
yerde) birer rek'at daha kıldılar."

Dedi ğimiz gibi bu şekilde namaz, korkunun ve tehlikenin fazla ol-


,

madığı zamanlarda k ılınır. Ve herkes, büyük hüsni zan beslenen bir


imamm arkas ında namaz kılmak isterse böyle yap ılır. Ş ayet her bölük
kendi bulunduğu yerde, ayr ı ayrı irnamlar arkas ında kılacak olursa buna
lüzum kalmaz. Bu, ancak veli oldu ğuna inanılan, büyük hüsni zan bes-
lenen muhterem bir zat arkas ında bütün cemaat namaz k ılma arzusunu
gösterdiği zaman uygulanacak bir yöntemdir. Ş ayet böyle namaz k ıl-
mak tehlikeli olursa, yukar ıda belirtildi ği üzre ima.' ile kılımı . Abdullah
ibn Ömer ş öyle diyor: "Korku fazla ise o zaman binek üzerinde ya da
yürüyerek namaz k ıl, rüldı ve sücudu başını eğmek suretiyle yap."Z

Buhari, "Kaleleri ku ş atma ve düş manla karşılaş ma durumunda


namaz" bab ında Evzâ'i'd.en naklen şöyle diyor: "Fetih haz ırlığı içinde
(inü'minler) namaz k ılamazlarsa herkes kendi ba şına ima ile k ı lar. imâ'
da yapamazlarsa sava ş sona erip güvene kavu şuncaya kadar namaz ı
ertelerler. Güvene kavu ştuklarında da iki rek'at kı larlar. Bu mümkün
de ğilse bir rek'at k ılıp iki sesde yaparlar. Bunu da yapamazlarsa yaln ız

1 Nisa' Suresi: 101-102


2 Müslim, Saliltu'l-Müsafil:in, bal,: 57, hadis 305-306
Cuz) : 2, Sure: 2 283

tekbir kafi gelmez, tam güvene kavu şuncaya kadar namaz ı ertelerler.
Mekhal de böyle demiştir. Tüster Kalesi ku ş atmasında bulunan Enes
(ibn Malik), sabah ışırken sava ş devam gitti ğinden namaz, kılamadık-
larını, ancak güne ş yükseldikten sonra kendilerine fetih nasib olup
namaz kılabildiklerini ve Eba Masa ile k ıldıkları o namaz ın, kendisi
için dünyadan ve dünya içinde bulunan her şeyden daha hayırlı oldu-
ğunu anlatmıştır."'
Buhari, bu görü şüne Hz. Peyğamber'in, ikindi namaz ını erteleyip
güne ş battıktan sonra k ıldığını delil gösterir. Ço ğunluk, Hendek Sava-
şı nda, henüz korku namaz ı hakkındaki emrin gelmediğini söyleyerek
Buharrnin görü şüne itiraz etmi şler, bu husustaki emirler geldikten
sonra, Nisa' Suresi 102 nci ayetin, emri ve bunu aç ıklayan hadislerin
tarifine göre namaz k ılınabilece ğini söylemi şlerdir.
fakat korku namaz ı hakkındaki emirlerin, Hendek Sava şından
sonra gelmiş olması, Buhari'nin, tehlikeli anlarda namaz ın trtelenebi-
lece ği hakk ındaki görü şüne aykırı düşmez. Zira bu hal, nadir bir durum-
dur. Tehlike çok fazla ise namaz ertelenebilir. Nitekim Hz. Ömer za-
manında fethedilen Tüster Kalesi ku ş atmasında sahabiler, sabah nama
z ırlı ertelemişlerdir. 2
Biz yine çoğunluğun görüşüne uymayı uygun görüyoruz: Tehlike
fazla de ğilse Nisa Suresi, 102 nci ayette tarif edildi ği şekilde namaz k ı-
lımr Tehlike fazla ise herkes kendi ba şına, yaya veya binek üzerinde ima
ile, iki veya bir rek'at rı arnaz'kılar. Bunu da yapmak tehlikeli ise yaln ız
iki tekbir alm'ak, iki defa "Allâhu ek ber, Allâhu ekber" demek kâfi gelir.
Maksat Allah'ı gönülden anmak, her i şte, her zaman O'nunla beraber
olduğunu unırtmamaktır. •

9..0; Z.■ "


4.":**.f t?" A J-i
5k3
-

-;:j■-12:::1* L. 1;i:T L; °111::::ıı

(Y .t Y) e 4_7C., Î ° — £..< (Y t
—— ç".
1 Butıki, Şalât, bâb aş- şalâtu iude ınunâhati'l-hu ştm...
2 ibtı Kesir, I, 295-296
284 Bakara Suresi

240- İçinizden ölüp geriye e şler bırakan(erkek)ler, eşlerinin, (ev-


lerinden) çıkarılmadan bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını va-
siyyet etsinler. Şayet kendileri ç ıkarlarsa, kendi haklarında uygun olana
yapmalartnda sizin için bir günah yoktur. Allah dâima üstündür, hikmet
sahibidir. 241 - Boşanmış kadınların uygun olan geçimlerini sağlamak,
(Allah'ın azabından) korunanlar üzerine bir borçtur. 242- Düş ünesiniz
diye Allah, size âyetlerini böyle aç ıklıyor.

Tefsir:
240 ncı ayetin, babas ı, karısı ve çocuklariyle Tairten Medine'ye
hicret edip orada vefat eden bir adam hakk ında indiği rivayet edilir.
Kadının mirastan alaca ğını belirten mirasayetleriyle neshedildi ğini
söyleyenler bulunduğ u gibi, muhkem oldu ğunu söyleyenler de var-
dır. İbnu'z-Zubeyr Hz. Osman'a (İçinizden ölüp geriye e şler bırakan-
lar...) âyetini ba şka bir ayet neshetti ği halde ne diye onu Mushafa -
yazıyorsun? deyince Hz. Osman: "Karde şimin, oğlu, ben hiçbir şeyi
yerinden de ğiştiremem." cevabm ı vermiştir.'
İ bni Abbas'a göre kocas ı ölmüş olan kadın, bir yıl evinde durur ve
kendisinin geçimi temin edilirdi Bunu miras âyetleri neshetmi ştir.
Ancak bu ayeti nesheden ayetler, rivayetlere göre de ğiş mektedir. Bir
rivayete göre bunu, daha önce tefsirini yapt ığımız 234 ncü ayet nes-
hetmiş , bir kısmına göre Nisa Suresinin 11 nci âyetindeki "Allah'tan
bir vasiyyet olarak.." sözü neshetmi ştir.

234 neü.ayet, dul kad ının, beklemek zorunda oldu ğu süreyi tayin
etmektedir. 240 ncı ayet ise evden ç ıkmak istemeyen dul kad ına, bir
yıl süre ile evde kalma hakk ının verilmesini ve geçiminin sa ğlanmasını
emretmektedir. Iki ayetin hükmü birbirine ayk ırı de ğil, birbirini
tamamlar niteliktedir. İkisi arasında aykırılık olmadığı için nesilı de
yoktur. Ancak bu bir y ıl, yas, tutma süresi- değildir. Dört ay on
günden fazla yas tutulmaz.
241 nci ayet, bo ş anan kadı nlara müt'a verilmesini, muttaki-
ler üzerine bir borç kılmaktadır. 236 ncı ayette herkesin, bo ş adığı
kadına kendi gücü ölçüsünde mütca vermesinin, iyilik edenler üzerine
bir borç oldu ğıgiu bildirdiği zaman bir adam: "Istersem iyilik ederim,
istersem etmem" demi ş, bunun üzerine yüce Allah, 241 nci ayeti_indi-
rerek müt'a vermenin, bütün muttakiler üzerine borç oldu ğunu bildir-
miştir.

1 Ibn KeBir, I. 296


Cüz): 2, Sure 2 285

236 ncı âyetten, baz ı müslümanlar, müt(an ın farz de ğil, bir ihsan
(iyilik) olduğunu anlamışlardı . İşte 241 nci âyet, bu durumu aç ıklığa
kavuşturmuştur.
242 nci âyet de Allah' ın âyetlerini böyle aç ıkladığını bildirmektedir.

}.17 .0 't oA o 0 9 „

ı .5 d 9
J11 JI c
(Y t Y') -C)11S.°_,b u.„LI",_lç
5'Al I"; (Y t "Lul W iJ
c Cot:::,

( T ") 4
9; 3 , 1
- ‘7''Ş.`
5 "4--
"!

243- Şu binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlar ından çıkanlar&


görmedin mi? Allah onlara "Ölün" demişti de sonra kendilerini diriltmişti.
Şüphesiz Allah, insanlara karşı ikram sahibidir. Ama insanların çoğu
şükretmezler. 244- Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, i şitendir,
bilendir. 245- Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir borç versin de Allah da
ona kat kat fazlasiyle (verdiğ ini) .ödesin! Allah (rızkı) kısar da, açar da.
Hep O'na döndürüleceksiniz.
Tefsir:
243 ncü âyet, sava ştan kaçman ın bir yarar sa ğlamayacağını , ak-
sine insan ı ölüme, ölümdcn de beter olan zillete dü şürece ğini anlat-
maktadır. 244 ncü âyet de müslümanlara, Allah yolunda cesaretle ci-
hadetrneyi emretmektedir. 245 nci âyet ise insanlar ı Allah yolunda
harcama ğa te şvik buyurmaktadır.
Abdullah ibn Mes'ild'un anlattığına göre son âyetteki te şviki du-
yan Ebisı'd-Dandah el-Ensâri:
— Ya Resulâllah, Allah bizden borç mu istiyor? dedi. Allah' ın
Resulü:
— Evet ey Ebû'd-Dandah diye cevap verdi.
— Elini ver, ya Resulallah, dedi. Allah' ın Resulü elini uzatt ı .
— Bahçemi Rabbime borç verdim, dedi. Allah' ın Resulü de:
Cennette ona, içinde alt ıyüz hurma bulunan bir bahçenin verilece ği-
286 Bakara Suresi

ni, karısının ve çocuklar ının da orada kendisiyle beraber bulunaca ğını


Ebü'd-Dandâh'a müjdeledi.°
243 ncü âyette anlat ılan olayın, hangi toplumun ba şına geldi ği
zikredilmemi ştir. Tefsirlerde bu olay, çe şitli milletlere ve bölgelere
mal edilir. ibn Abbastan gelen rivayete göre: isrâilo ğullarmın bulun-
duğu bir şehirde veba ç ıkmıştı . Şehir halk ı ölümden korkarak kentten
kaçtılar. Allah da' iki melek gönderdi, onların çıkardığı bir gürültü ile
bu adamlarm hepsi öldüler. Aradan çok zaman geçtikten sonra bir gün
bunların kemiklerinin yığıldığı vadiden, yine Israilo ğullarmın peyğam-
berlerinden biri geçti. Bu peygamberin ad ı Hezekiel idi. Hezekiel,
Allah'tan, bunlar ı diriltmesini niyaz etti. Allah da onun duâs ını kabul
buyurdu. Kemiklere bir araya toplanmalar ı için emir vermesini istedi.
Hezekiel'in emriyle her bedenin kemikleri, bir araya topland ılar Top-
lanan bu kemiklere et giydirildi. Sonra rüzgâra emretti, rüzgâr bu ceset-
lere soluk verdi.
Baş ka bir rivayete göre de peygamber Hezekiel, israilo ğullarından
bir grupu sava ş a te şvik etmiş , onlar korkmu şlar, isteksizlik göstermi ş-
ler, Allah da onlar ın üzerine ölüm göndermi ş . Sonra Hezekiel'in, yani
Zülkifl'in duâsiyle Allah onlar ı tekrar hayata kavu ştuirmuştur. 2
Kitab ı Mukaddes'in Hezekiel Sifri'nin 37 nci bâb ında Hezekiel'in
ağzından ş öyle deniyor:
"Beni vadinin ortas ına koydu; vadi kemiklerle dolu idi. Onlar ın
üzerinden her yandan beni geçirdi. Ve i şte ovanın yüzünde kemikler
pek çoktu ve-i şte çok kurumu şlardı . Ve bana dedi, Adem o ğlu, bu ke-
mikler dirilebilir mi? Ve ben:" Ya Rab Yehova, sen bilirsin, dedim. Ve
bana dedi: Bu kemikler üzerine pey ğamberlik et ve onlara de: Kuru
kemikler, Rabbin sözünü dinleyin; Rab Yehova bu kemiklere şöyle
diyor: İşte sizin içinize soluk sokaca ğım ve dirileceksiniz. Ve ü ı.erinize
adaleler koyaca ğım ve üzerinizde et bitirece ğim ve sizi deri ile kaplaya-
cağım ve içinize soluk koyaca ğım ve dirileceksiniz ve bileaeksiniz ki
ben Rabbim."'
Hezekielin, Rabbin emriyle pey ğamberlik etti ğini, bir gürültü
koptuğunu, kemiklerin kemiklere yakla şıp üzerine adaleler giydiril-
diğini ve üstten bunları deriler kaplad ığmı, nihayet yele de pey ğamber-
lik etmesiyle bu cesetlerin içine soluk doldu ğunu ve bunların clirilerek.

1 Ibn Kesir, I, 299


2 Ilin Kesir, I, 298; Taberi, Hâziu.
3 Kitabı Mukaddes, s. 825-826
Cüz': 2, Sure: 2 287

ayakları üzerine dikildiklerini ve büyük bir ordu oldu ğunu Kitabı Mu-
kaddes anlatır ve bunun, Allah'ın kudretinin bir delili olduğunu söyler.

Kur'ânı Kerim, müslümanları cihada te şvike başlarken bu kıs-


sayı anlatıyor ki müslümanlar korkakl ık göstermesinler. Ya ş atanın
da, öldürenin de Allah oldu ğunu bilsinler. Herhalde Medine devrinin
başlangıcında ilk cihad emri geldi ği sırada baz ı müslümanlar tereddüd
göstermi şlerdi. Nitekim Nisa Suresinin 77-78 nci âyetlerinden böyle
bir tereddüdün vukubuldu ğunu anlıyoruz: "... Kendilerine savaş yaz ı-
lınca hemen içlerinden bir grup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta
daha fazla korkmaya başladılar. Dediler ki : Rabbimiz, niçin bize savaş .

yazdın. Bizi yak ın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı ? De ki : Dünya
geçimi azd ır. Korunan için âhiret daha iyidir. Size kıl kadar haksızlık
edilmez. Nerede olsan ız, sağlam kaleler içinde de bulunsantz yine ölüm
sizi bulur."'

Bu kıssada anlatılan ölümün, meeâzi ölüm olmas ı da muhtemeldir.


Belki de İsrailoğullarından bir grup, çalış madan, cihaddan uzak dur-
dukları içiıi geri kalmışlar, düşmanlarının istilâsma uğrayıp zilllet içine
düşmüşlerdir. Bu, onlardan birçok kimselerin ölmesine, birçoklar ının
da ölümden de kötü bir hakaret içinde kalmas ına sebeb olmu ştur.
Yıllarca böyle esaret içinde kald ıktan sonra nihayet içlerinden ç ıkan
bir peyğamberin, bir kudsi kuvvet sahibi kurtar ı cının uyarılariyle
uyanmışlar, kölelik zineirini kırıp bağımsızlığa kavuşmak suretiyle
yeniden hayat bulmuşlardır. Bağımsızlık ve hürriyet, bir millet için
hayat, esaret ise ölüm demektir. Gerçekten y ılgınlık gösterenler, ölüm-
den korkanlar, millet olarak varl ıklarını sürdüremezler. Hürriyet için
ölmesini bilenlerdir ki ya şama ğa lâyiktirler.
İşte müslümanlara bu gerçe ği kavratmak için bu kıssa anlatılıyor.
Hürriyet içinde ya ş ayabilmek için tanla ba şla, yılmadan mücadele
etmenin gere ği hatı rlatılıyor.
Savaştan kaçmak en büyük günahlard an biridir. Veba hastal ığını n
çıktığı yerde bulunan kimsenin de, vebâdan kurtulmak için oradan kaç-
ması doğru de ğildir. Hastalığın çaresine, bulundu ğu yerde bakmas ı
gerekir. Zira veban ın çıktığı bölgede bulunan kimse, mikrobu almış ,
fakat henüz hastal ık kendisinde ba şlamamış olabilir. Çünkü mikrobun
bir kuluçka devresi vard ır. Kuluçka devresinden sonra hastal ık ortaya
çıkar. Veba bulunan yerden kaçan kimse, hastal ığı başka yerlere de
taşıyabilir. Nitekim Hz. Ömer Ş am'a giderken, Ş am'da Veba salgını
bulunduğunu öğrendi. Ş am'a girip girmemekte tereddüt etti. Arkada ş -
288 Bakara Suresi

lariyle müzakere ederken, bir i şi için o anda orada bulunmayan Abdur-


rahman ibn Avf ç ıkageldi ve meseleyi ö ğrenince şöyle dedi:
"Ben bu konuda bir şey biliyorum. Allah' ın Resulü(s.a.v.)in şöyle
dediğini işittim. "Bir yerde veba çekti ğini duyarsanız oraya gitmeyin ;
bir yerde vebâ çıkar da'siz de orada bulunursanız, ondan kaçmak için ora-
dan çıkmay ı rt." Hz. Ömer Allah'a hamdetti ve Ş am'a girmeyip geri
döndü.'
İslâm orduları komutanı Hâlid İbn el-Velid, ölüm dö şe ğinde yatar-
ken, şehid düşmeyip yata ğında ölmesine teessüf ederek ş öyle demiştir:
"O kadar sava şlarda bulundum ki vücudumdaki her organda bir m ızrak
veya kılıç yaras ı vardır. Buna ra ğmen yine develerin, yatt ıkları yerde
ölmesi gibi ben de yata ğımda ölüyorum!" 2

,
L 5... °?-I»
"J(J• J °Lpı:i".; 1.<£. ılı I
,i
ıjiC; °:›
C., ijiCi "JC:_«,us ı °e2?:—.:p °S-A
J "j...,.C;2_,•'.
_£p J• ° -1s.-^.7.• ı°J- J:; •• • ",
fis
° • 3.43 JO, (Y ")
ıj'_ı t;
ro.„ o...% o „ ft o.
"zkıı -- JC; aJı

L33)—J. '4:■fl G I .**)

"LiC; , (Y t v) ',Jıı G > A1::::-3.

olt i k::J1 t:J« 1


ı
e ".)-

Z, ••
_
‘ 5 2,-. .,J5k.:1: 'Lı T"j ftc.iT J
o O9• 0 •9 ı . .
Le:Li, (Y t A) z 1
yr..< ,- o s t, e
, t, 99 9 9,
• - ı Lı u
• .

1 Bubini, Tıb 30. Bu konuda Müslinı'de birkaç hadis vard ır: Mara, hadis: 92-94, 98, 100
2 İbn Kesir, I, 298
Cilz) : 2, Sure: 2 289

9 7.; 9 o o o o O ıı fi ş
,:i-A .5L (.9:,2,4 ‘.)■.

o J, o 0..ı. J,
ji G 4-4 .-A 1 4.:-4 J .2.:9 O L:, 4 —• J-P

_ ,i ı_,., ri,,,iı
. . ,..
I
„„

1:,..3 Zjil:b ')I


, „ T
,„
,,:..
.,i , li_JC;
) 51 ''')i;_,
,:ili ° •L.,-,..., °F ...111i1 '_;'5t,. °e-Ir J- • C;
" 5.CU i ;
(t `k) -k:f ):,.„,rt. , ....Lel.) ,3 *..tJ ''' j 2ZY ;t2.9 4:4—G
a
„ ,,,
°- ı".° P ** J.9 * * -T ı —91 j 11.57-ı.
r °i:üı
,!...L1.1. 1 4,IA a..s I j .39 1 .3 j 41 v .3 L,
3.-
. Zul i .!Jj
- ,.„1:1J (Y ° N) .".as ı
(Y o Y)"1—_.,,,°;_1.°1 Lıı. 1

246- Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin


mi? Peyğamberlerine : "Bize bir hükümdar gönder, (onun önderliğinde)
Allah yolunda savaşalım" demi şlerdi. "Ya size sava ş yaz ılınca savaş-
mazSanız ?" dedi. Dediler : "Bizler neden Allah yolunda sava ş mayahm
ki; oysa biz yurtlarım ızdan ve o ğulları m ız arasından çıkarılıp sürül-
dük?" Fakat kendilerine savaş yaz ılınca, içlerinden pek azı hâriç, yüz
çevirdiler. Allah zalimleri bilir. 247- Peyğamberleri onlara dedi ki :
"Allah, Talfıt'u size hükümdar gönderdi". Dediler ki : "O, bizim üzeri-
mize nas ıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarl ığa ondan daha layikız, ona
geniş mal da verilmemi ştir". Dedi : "Allah onu sizin üzerinize (hü-
kümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı". "Allah mülkünü
dilediğine verir. Allah(ın lûtfu) geniştir, bilendir". 248- Peyğamberleri
onlara dedi ki : "Onun hükümdarlığı nın alâmeti, Tâbât'un size gelmesi-
dir. Onun içinde, Rabbinizden bir ferahlık ve Masa ailesinin, Haran
ailesinin geriye bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Onu melekler taşı-
-

maktadır. Eğer inanlyorsanız bunda sizin için kesin bir alamet vard ır".
249- Talat, askerler(iy)le ayrılınca dedi ki : "Allah sizi bir ırmakla dene-
yecektir. Kim ondan içerse benden de ğildir. Ondan (kana kana) tadmayıp
sadece eliyle bir avuç alan bendendir". Içlerinden pek azı hâriç, hepsi on-
dan içtiler. Nihâyet Talat ve kendisiyle beraber inananlar, irmağı geçin-
ce : "Bugün Calisıt'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok" dediler. Al-
290 Bakara Suresi

lah'a kavuşacaklarına kanaat getirenler ise şöyle dedi : "Nice az bir topluluk
var ki Allah' ın ,izniyle çok toplulu ğa galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle
beraberdir". 250— (Tâlût'un askerleri) Calut ve askerlerine karşı çıktık-
larında şöyle dediler : "Rabbimiz, üzerimize sab ır dök! Ayaklar ımızı sağ-
lam tut ve o kâfir millete kar şı bize yardım et!" 251— Derken Allah' ın izniy-
le onları bozdular. Dâvâd Câlât'u öldürdü; Allah ona hiikümdarhk ve hik-
met verdi ve ona diledi ğini öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmiyle
diğerlerini savmasaydı, dünya bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere
karşı lâtuf sahibidir. 252— Bunlar, Allah'ın âyetleridir ; bunları sana
gerçek ile okuyoruz. (bunlarla sana gerçekleri aç ıklıyoruz). Elbette sen
gönderilen elçilerdensin.

Tefsir:
246-252 nei âyetler, evvel emirde müslümanlara cihad ın önemini
anlatmak için bir ibiet misali getirmektedir. Hz. Musâ'dan bir zaman son-
ra Yahudiler, davran ışlarını bozdular. Kimileri puta taptılar, kimileri çe-
şitli günahlara sapt ılar. Bu yüzden zayıfladılar, kendilerini çevreleyen
düşmanlarm hücumuna uğradılar. Daha sonra aralar ında çıkan bir pey-
gamberin ir ş adiyle uyand ılar, az olduklar ı halde çok olan dü şmanlarını
yendiler. Başlangıçta az bir ordu ile koca dü şmanla baş edemeyecek-
lerinden korkmuşlardı ama Allah'ın yardımiyle bunu ba ş ardılar.

Müslümanlar da ilk hicret y ıllarında az idiler. Kar şılarmda koca


bir küfür toplumu vard ı. Israilo ğullarmm durumu gibi müslümanlar
da her yandan küfürle sar ılmış idiler. İşte kendi durumlarına çok ben-
zeyen israilo ğullarımn durumunu anlatmak suretiyle yüce Allah, müs-
lümanlara ders veriyor ve zaferin, say ı ile değil, iman ve sebat ile, Al-
lah'm yardımiyle kazamlacağım belirtiyor. Allah'a inan ıp O'nun yo-
lunda cansiperane çarp ışanlar, kendilerinden kat kat üstün kuvvetleri
bozabilirler. Nitekim pey ğamberlerinin buyruklar ına itaat eden Israil-
oğulları da bunu yapmışlardı.
Kur'ân- ı Kerim'de böylece özetlenen bu k ıssa, Kitab ı Mukaddes'in
Birinci ve İkinci Samuel sifirlerinde tafsilâtiyle anlat ılır. Kur'ân' ın
özeti, ana çizgileriyle bu sifirde anlat ılanlara uymaktacl ır. Yalnız
ufak bazı farklar vard ır. Herhalde Kur'ân' ın anlatımı, kıssanın Hz.
Peyamber zamarımdaki Yahudilerin ve Araplar ın ağzında dolaş an
ş eklini yansıtmaktadır. Çünkü o zamanki Yahudiler, Kur'ân' ın anlat-
tığı bu tarza itira2, etmemi şlerdir. Hz. Musâ'dan sonraki tarihi sifirler
ile bugün elde mevcut sifirler aras ında da çelişkiler vardır. Nitekim
Tarihler ile Krallar sifirleri kar şılaştırılınca bu gerçek ortaya ç ıkar.
Cüz': 2, Sure: 2 291

Zaten bu sifirler, çe şitli ş ahıslar tarafından ve çe şitli zamanlarda yaz ı-


lan not ve risalelerin derlenmesinden ibaret oldu ğundan, muhtelif
şahıslar veya toplumlar elinde bulunan risaleler aras ında bazı farklarm
bulunması tabiidir. Demek Kur'ân' ın anlattığı tarz ı aynen uyan sifir,
bugün kaybolmuştur. Elde mevcut Kitab ı Mukaddes'in, bu konuda
söylediklerini özetliyoruz:

Yeşu'nun ölümünden sonra İsrailo ğulları, Rabbin gözünde kötü


olanı yaptılar, putlara tapt ılar. Allah da onlara düşmanlarını musallat
etti. Flistilerin (yani Filistinde oturan Amalika kavminin), Ken'anh-
ların, Hıttilerin, Amarilerin, Perizzilerin... sald ırılarına maruz kaldı-
lar. Mezopotamya Kral ı Kuşan-rişatayim bunları esir aldı. Ona sekiz
yıl kulluk ettiler. Ondan kurtulup Moab kral ına kul oldular. Ondan kur-
tulup Ken'ânhlara, sonra Midyenlilere yenildiler. Böyle çok belâlara
uğradılar. Her seferinde hakim unvaniyle biri ç ıkıp israiloğullarmı esa-
retten kurtar ıyordu.
İsrailoğullarımn yurdunu istila ettikleri zaman, onlar ın
dini kitaplarını ve dini emanetlerini içinde ta şıyan "Allah'ın Ahid San-
dığı"m ele geçirdiler. Tâb at denilen bu sand ık, israiloğullarmın ta eski
cedlerinden elden ele geçerek geliyordu. Flistilerin bir kolu A şdod'Iar,
bu sandığı, kendi tanrıları Dagon'un yanına götürdüler. Ama ertesi gün
Dagon'un, yüz üstü yere y ıkılmış ölduğanu gördüler. Do ğrulttularsa
da üç gece aynı şey oldu. Hattâ üçüncü gecenin sabahında Dagon'u,
elleri ve ba şı kesilmiş olarak eşikte buldular. Bundan sonra A şdodların
başına belâlar gelmeğe başladı . Bu sand ık yüzünden ba şlarına bela
geldiğini anladılar. Sandığı hangi kente götürdülerse oran ın halkı be-
lalara uğradı , vücutlarında urlar çıktı . Böylece onu, boyunduruk vu-
rulmamış , emzikli olan iki ine ğin çektiği bir arabaya koyup İsrailoğul-
ları yurduna gönderdiler. Sürücüsü olmayan araba, do ğru Beyt- Şames'e
gitti, Yeşu'un tarlas ına girip orada durdu.

İsrailo ğulları da bu yenik durumdan kurtulmak için pey ğamberleri


Samuel'den, kendilerine bir kral tayin etmesini istediler ve onun önder-
liğinde çarpışacaklarm ı söylediler. Peygamber Samuel de Saul (Ta-
lat)u onlara kral yapt ı. Talat, toplumun içinde en uzun boylu, yi ğit bir
gençti. Baz ı kimseler onu küçümseyip k.rallığa layik görmediler.' An-
laşılıyor ki peygamber Samuel, bu s ırada Tabut'un gelmesini, Saul'un
krallığına bir iş aret saydı. Sonunda Saul'un kumandas ı altında toplan-

1 İ slâmi kaynaklara göre Tâbût, Tâlût'un evine getirilmi şti. Peygamber Samuel de Tâ-
liit'un kralhğına delil olarak Tâbût'un, onun evine gelmi ş olmasını gösterdi.
.292 Bakara Suresi

dılar. Saul, düşmanı yenip öclerini alıncaya kadar yemek tadmamalarm ı


emretti. Ama kendi o ğlu da dahil, bir kısım insanlar yediler. Önceleri
az olan bu orduya, sonradan öteki Yahudi kabileleri de katildi.

Israil ordusu ile Flisti ordusu çarpıştı . Flisti kumandanlarınd an


Golyat (Cahit), İsrail ordusuna seslenerek dedi ki: "Niçin cenge dizil-
meğe çıktmız ? Ben Flisti de ğil miyim? Siz de Saul'un kulları de ğil
misiniz? Kendiniz için bir adam seçin de yanıma insin, eğer benimle
cenk edebilir ve beni vurursa o zaman size kul oluruz; fakat ben onu
yener ve onu vurursam, o 5 aman siz bize kul olursunuz.'.."

Israiloğullarmdan Davild adli bir genç ç ıktı. Attığı sapan taşiyle


Golyat'ı alnmm ortasmdan vurup öldürdü. Böylece israilo ğulları, sa-
vaşı kazandılar. Saul, Davud'u, önce ordusuna kumandan yapt ı. Sonra
ona gösterilen sevgiden ku şkulandı, tahumm onun eline geçmesinden
endişe etti. Onu binba şı yapıp yanından uzaklaştırdı. Onu öldürmeğe
çalıştı, fakat başaramadı. Çünkü Saul'un o ğlu Yonatan, Davud'u çok
seviyordu. Nihayet Saul'un ölümünden sonra onun yerine Davud kral
seçildi.'
Tefsir kitaplarında bu konuda birçok rivayetler vardır. Bu riva-
yetler arasındaki farklar, ravilerin, a ğızdan ağıza dolaşanlar' naklet-
melerinden ileri gelmi ştir. Belki israilo ğullarma dair hikayeler, Hz.
Peygamber devrindeki Araplar aras ında da söyleniyordu. Kur'âm
Kerim, herkesin bildi ği bir olayı, ana çizgileriyle özetleyerek müslüman-
lara ders vermek, Allah'a inanan, sab ır ve sebat gösteren insanların
zafere ulaşacaklarna bildirmek istiyor. Maksat hikaye anlatmak de ğil,
bilinen kıssa üzerinde zihinleri toplayarak mü'minlerin nas ıl başarıya
ulaşmış olduklarını belirtmek, müslümanlara ö ğüt vermektir: "Şüp-
hesiz bunda, sağduyu sahipleri için ibret vardır!"
248 nci ayette geçen sekhıe ve bakiyye.kelimeleri üzerinde bir hayli
söz söylenmiştir. Sekine hareketin zıddıdır. Isim yerinde kullanılan mas-
dardır. Insanı süldina ulaştıran şey demektir. Içindeki mukaddes eşya
ile Taba, İsrailoğullarma huzur ve sükiin veren bir şeydi Çünkü onun
içinde Musâ ve Harun ailesinden kalma mukaddes miras bulunuyordu.
Israiloğullarmın tarihi kutsal miras ı, onun içinde idi. İsrail okulları ,
mukaddes emanetleri elden çıkarmakla çok üzülfilii şlerdi. Onun gel-
mesiyle huzur ve sükana kavu ştular.

2 Bkz. Kitabı Mukaddes, Samuel I, bâb 1-31; Samuel II, b'âb: 1-24, s. 272-334
Cüz': 3; Sure: 2 293

e • s s 4
- 1!),—;
r O ı r O ıı
r! jr4 A,..fL•2_,,-.1
0 ‘
., .71 .0 .1 iı ... ' ; •••q. . .. , -.!:, .- o ,
'41 ;l:::;.3j 4 -m J....4 11
ı
C., J J. 0 1. 1 ! J1... I i
- ■ Lı, t ...A..k ...:.i 1

fi .11 O ı . ı , ı O ı O
j ...0 0, t r":". L A tire..J • .. • .--A .C.O..
-) .t>.•
‘j: 1 ... -•
, ,..... , ,... 5o ...r ... . . . .r. o ... 11 ••
1:.9 L:L:U1 LA
- ftA:Ui -.5, t, ı.,i3 :, C :,::4:.< '' ‘..i:A °1 .4...LA ..9 L'j-A 1 C7,4 o i.;•,A.."
.9 .9 ı D ı ıı
j.L ;L; I jj,...4T Ltr.J C!. (" j."_;„,
o T, - • •, ı •A, • ••• e a o O
% 1 s-
e

( Y ° "c*J;_kel:P.11 ';./b c Sr;

253— İşte o elçilerden kimini kiminden üstün k ıldık. Allah onlardan


kimiyle konu ştu, kimini de derecelerle yükseltti. Meryem o ğlu Isa'ya da
açık deliller verdik ve onu Ruh'ul-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Allah
dileseydi onların arkasından gelen milletler, kendilerine açık belgeler
gelmiş olduktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa
düştüler. Onlardan kimi inandı, kimi de inkar etti. Allah dileseydi, bir-
birlerini öldürmezlerdi. Ama Allah diledi ğini yapar. 254— Ey inananlar,
ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de iltimas ın olmadığı gün gelmeden
önce, size verdiğimiz r ızıktan (Allah için) harcayan., Kafirler, zalimlerin
ta kendileridir.

Tefsir:

253— Yüce Allah, peygamberlerin her birine ayr ı meziyetler ve mu'-


cizeler vermiş , bu meziyetler yönünden onlardan kimini kiminden üs-
tün yapmıştır. Mesela Adem Aleyhisselâm'a melekler sesde etmi ştir.
İbrahim Aleyhisselâm'ı ate ş yakmamıştır. Musa Aleyhisselam, Allah
ile konuşmak şerefine ermi ştir. Hz. Süleyman'a, insanlar, diller, ku şlar,
vahşi hayvanlar ve rüzgarlar boyun egdirilmi ştir. Peygamber olmalar ı
bakımından hepsi de çok yüce bir şerefi haizdir. Ancak her biri, bir
meziyette ve sdatta di ğerinden üstün kılınmıştır. Yoksa şeref bakımın-
dan onları birbirinden ayırdetmek do ğru de ğildir. _ Nitekim bu Surenin
285 nci âyetinde, mü'minlerin, pey ğamberleri birbirlerinden ay ırdet-
meyecekleri belirtilmiştir.

Bu ayette, di ğer peygamberler genel olarak zikredilmi ş, fakat iki


peygamber sarahaten andm ıştır. "Allah onlardan kimiyle konu ştu" cüm-
294 Bakara Suresi

∎lesiyle iş aret edilen pey ğamber, Musa Aleyhisselâmdır. Çünkü "Allah


Musa ile konu şmuştu"' âyetinin de bildirdi ği üzre Cenabı Allah, Hz.
Musâ'yı bu lâtfuna mazhar k ılmıştı . Hz. Isâ ise açık ismiyle andmıştır.
Tam bu ikisinin ortasında: "Onlardan kimini de derecelerle" yükseltti"
buyurulmuştur. Bu "Onlardan kimi" sözüyle işaret edilen pey ğamber,
müfessirlerin kanaatine göre Hz. Muhammed Aleyl ıisselâmdır Yüce .

Allah, iki yaş ayan dinin pey ğamberiı;ıi ismen zikrediyor ve bunlarm
ortasında da derecelerle yükseltilen zat ı anıyor. Onu bu iki peygamberin
bulunduğu çizginin ortas ına, peyğamberler dairesinin merkezine ko-
yuyor. Onun, kendi katındaki derecesini belirtmek için de ismini müp-
hem bırakıyor. Ondan bu şekilde söz edilmesi, onun derecesine daha
fazla büyükliik katıyor, sözü daha etkili yap ıyor. Bu tarz beyan, bazan
dilde daha etkili olur. Arap edebiyat ında bunun örnekleri çoktur. Meselâ
kendisinden en yüksek ş airin kim olduğ u sorulan "Hutay'a", Züheyr'i
ve Nabiğa'yı söylemiş, " İstesem üçüncüyü de söylerdim" sözüyle de
kendisini kasdetmi ştir. Bu ifade, " İstesem kendimi de söylerdim"
ifadesinden daha beliğdir.
Hz. Muhammed Aleyhisselâm, pey ğ amberlerin en üstünüdür. Çün-.
kü o, son peyğamberdir. Yüce Allah, Ahzâb Suresinin 40 nc ı âyetinde
onun, peygamberlerin sonuncusu oldu ğunu; Sebe' Suresinin 28 nei
âyetinde de onun, bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gön-
derilidğini haber vermiştir. Diğer peyğamberler bu niteli ği taşımazlar.
Hz, Peyğamber'in kendisi de peygamberler aras ındaki mevkiini şöyle
belirtmiştir.:
"Benimle, benden önce gelen pey ğamberlerin durumu, tıpk ı şu bina
yapan adamın durumu gibidir ki : bu adam bir bina yaptı, güzel yapt ı,
onu süsledi, tamamladı . Yaln ız kö şelerinden birinde bir kerpiçlik yer eksik
kaldı . Insanlar binanın çevresini dolaşmağa başladılar. Onu çok. beğendi-
ler ama "keşke şu kerpiç de yerinde olsaydı" dediler. İşte o kerpiç benim.
Ben pey ğamberlerin sonuncusuyum." 2
Evet o, bütün peyğamberlerin yüksek huy ve vas ıflarını kendisin-
de toplamıştır. Nasıl Kur'an, gelmi ş geçmiş bütün kitaplar ın özü ise,
o dd gelmiş geçmiş bütün peyğamberlerin özüdür. O, insan o ğlunun efen-
disidir. Kendisinin şöyle dedi ği rivâyet edilir:
"Ben k ıyamet günü, Adem_ o ğlunun efendisiyim. Kabri ilk aç ılan
(yani ilk diriltilen) ben olacağım. İlk şefaat eden ve şefaati kabul edilen
1 Nisâ Suresi: 164
2 BulArl, Menadglı 18; Müslim, Fadgril 22, 23; Tirmi'gi, Edeb 77, Mentıkıb I; Ibn Iianbel,
II, 137,....
Cüz': 3, Sure: 2 295

de benim."' "Ben, k ıyamet günü Adem o ğlunun en hayırlısıyım, ama


övünmem. Hamd bayrağı benim elimdedir, yine övünmem. 0 gün gerek
Adem, gerek ondan ba şka bütün peygamberler hep benim bayrağım altın-
dadırlar. İlk şefaat eden ve şefaati makbul olan benim, fakat yine övün-
mem." 2
Peyğamberimizin, diğer pey ğamberlerden üstünlüğünü belirten
bu hadisler, Kur'âm kerim'in baz ı âyetlerine uygundur. Ancak yine
Buhâri ve Müslim'de bulunan "Peyğamberleri birbirinden üstün tutma-
yın" hadisine aykırı görülmektedir. Ebu Hüreyre'nin rivayet etti ği bu
hadis, şöyle bir olay üzerine söylenmi ştir:
"Malını satmakta olan bir Yahudi, verilen fiyata raz ı olmayıp :
— Musa'yı bütün insanlardan üstün kılan (Tanrı) hakkı için olmaz,
demiş .
Ensârdan biri, Yahudinin bu sözüne k ızarak yüzüne bir tokat vurmu ş.
Yahudi, kendisini vuran ı Hz. Muhammed(s.a.v.)e şikâyet etmi ş . Allah'ın
Resulü, vuran adama niçin vurduğunu sormuş . 0 da Yahudi'nin söyledi ği
sözü nakletmi ş ve bunun için vurduğunu söylemi ş . Hz. Peyğamber kızm ış ,
yüzünde k ızg ınlığının işareti belirmiş, demiş ki :
— Allah'ın peyğamberlerini birbirinden üstün tutmayın. Çünkü
(yarın) Sur'a üflenir, göktekilerin ve yerdekilerin hepsi hele& olur, yalnız
Allah'ın dilediği kalır. Sonra tekrar Sur'a üflenir. Ben ilk dirilen olurum
(veya ilk dirilenlerin aras ında bulunurum), bir de bakarım ki Musa,
Arşı(n kenarından) tutmuş . Artık bilmem Tur'da bayılıp düşmesiyle
mi hesabı görülmüş (bundan dolayı mı artık kıyâmette b'ayılmamış),
yoksa o benden önce mi dirilmi ş . Ben, kimsenin Mana o ğlu Yunus'tan da-
ha üstün olduğunu söyleyemem."'

Ya yukarıdaki hadisler sa ğlam değildir veya onlara ayk ırı düşen


bu hadis, yoruma muhtaçt ır. Şöyle ki: Hz. Pey ğamber tevazuundan
ötürü böyle söylemi ştir, yahut asabiyyete kap ılarak üstünlük
iddia etmeyi önlemek maksadiyle böyle söylemi ş olabilir. Yani demek
istemiştir ki: Size düşen, söylenenlere inanmaktır. Sizin kendi aldmızla
falanı filândan üstün tutma ğa hakkınız yoktur. Kimin kimden üstün-
olduğunu Allah bilir. Siz, peygamberlerin hepsine inanmak ve sayg ı gös-
termekle yiikiirrıliisünüz. Onları birbirinden arrdetmeniz do ğru olmaz.4

1 Müslim, Imân, hadis: 327, 328, Fasiâ'il, 3; Tir' Tefsiru Sure IV; Ebn. Dâvfld, Sunne 13
2 Dm Mâce, Zühd 37; Dârîmi, Mukaddime, bâb mâ u ctlye'n-nebiyyu (s.a.v.)
3 Buknri, Enbiyâ 35; Müslim, Fa ğ â'il, hadis: 159
4 Bkz. Ibn Kesir, I, 304
' 296 Bakara Suresi

Evet bu peyğamberler, insanlara do ğru yolu göstermek için gön-


derilmiş, kendileri çeşitli mu'cizeler ve aç ık delillerle desteklenmi ştir.
Bununla beraber insanlar ın kimi inanmış , kimi sapıklıkta kalmıştır.
Herkes inansaydı ihtilaf olmazdı. Ama kimi imana ko ş arken kimi kü-
fürde ısrar edince ihtilaf ba ş göstermiş , inananlar ve inanmayanlar Mü-
cadele etmişler, savaşmışlardır. Ihtilaf olmasayd ı sürtüşme ve vuruşma
olmazdı . "Allah dileseydi ihtilaf olmazd ı ve insanlar, kendilerine açık
deliller geldikten sonra çarpışmazlardı." Fakat Allah, onların çarpış ma-
malarmı dilemedi. Onlara bir irade verdi, do ğrunun ve e ğrinin yolunu
gösterdi. Hür iradelerini hangi yönde kullanacaklar ını denemek ve onlar ı
yaptıklarından sorumlu tutmak istedi. Ama onlar ın hiç ihtilafa düşme-
Ilkelerini dilemiş olsaydı onları iyilik yoluna gitme ğe mecbur ederdi.
Onlar da hiç ihtilafa dü şmez, sürtüşmez, çarpışmazlardı . Fakat böyle
olmasını istemedi. Çünkü ihtilaf, bir bak ıma ilerleme ğe, kalkınmaya
yardım eder. Mücadele, insanları birbirinden üstün ve kuvvetli olma ğa
iter. Bu da sanayiin, filmin geli şmesine neden olur.

Demek ki ihtilafı dileyen de Allahtır. Küfür, iman, tâat ve isyan


hepsi Allah'ın yasasiyle yani O'nun kaza ve kaderiyle olmaktad ır. İn-
sanların ihtilaf' da bir ölçüde gerekli olduğu için Allah bunu da dilemi ş ,
fakat bunun ileri dereceye vard ırılmaması için peyğamberler göndererek
insanlara imanm, karde şliğin yolunu göstermi ştir. Peygamberler geldik-
ten sonra insanlardan kimi inanıp yola gelmiş, kimi de isyan edip yoldan
sapmıştır. Bu da Allah'ın hikmeti, ezeli kazas ı gere ğidir. Allah dilediğini
yapar.
İnsanların ihtilaf' doğaldır. Çünkü Allah, her şeyi çeşit çeşit yarat-
mış tır. Allah'ın "çe şitli yaratma" yasas ı uyarınca insanların kabiliyet-
leri de çe şit çeşittir. Allah, kudreti gere ği, çok çe şitli tiplerde yaratt ığı
insanlara muhtelif özellikler vermi ştir. Kabiliyetlerin ve özelliklerin
çeşitli olmasından zaruri olarak ihtilaf do ğar. İmam Fahreddin Rad
şöyle diyor:

"İnsanların ihtilaf', birbirleriyle vuru şmalarma sebeb olmu ştur.


Yani insanların dinde ihtilafa düşmeleri, onları vuruşmağa sevk eder,
Demek ki vuru şma, dinde ihtilaf yüzünden do ğar. Bir sebep olmadan
bir iş meydana gelmez. Her olayın bir sebebi vard ır. Sebep bulununca
olay meydana gelir. O halde her şey Allah'ın kaza ve kaderiyle olmak-
tadır. Çünkü bütün sebepler, Allah' ın, kulda yaratt ığı bir esas sebebe
dayanmaktadır. ' 1

1 Mefatibul- Ğayb, II, 305


Crız) : 3, Sure: 2 297

o,' o .9 o 0., -• 3.o , o, 5 9,


rj.; o.k,>. 1-; )1 j_ıe 4.31 4 1 41 I

4
.5 A1 c. '43
ı

...L, I J• -
A Lot 41; .)
e! ı r
j G ...5, C4; 41-4-1P

.* •5 j-?. j G 1

255- "Allah, ki O'ndan başka tanrı yoktur, daima diri ve yarat ık-
larını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz.
Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan O'nun
katında kim şefaat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir.
Onun ilminden, ancak kendisinin diledi ği kadarından başka 'bir şey havra-
yamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplam ıştır. Onları koru(yup
gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O, yücedir, uludur.."
Tefsir:
255— Bu ayet, içinde Allah'ın tahtı anlammdaki Kürsi kelimesi geç-
tiği için Ayetu'l Kürsi (Kürsü Ayeti) adiyle me şhurdur. ketül-Kürsrnin .
ında çe şitli hadisler vardır'. Bunlardan birkaçm ı kaydedelim: fazilethk
Ebıl Dâvûd Tirmizi ve İbn Hanbel'in, Yezid kiz ı Esınâ'dan rivayet
,

ettikleri bir hadise göre iki ayet var ki bunlar Allah' ın İsm-i Aczammı
(en büyük ismini) ihtiva etmektedirler: (Allah lailahe illa huve'l-bay-
yu'l-lcayyam) ve (E.L.M. Allahu lâilill ıe illa huve'l-bayyu'l-bayyllm.)i
Dârimi'nin rivayet etti ği bir hadise göre de Kur'ân'da en büyük
sure, İhiâs Suresi, en büyük ayet de Ayetii'l-Kürsi'dir. 2
ebeyy ibn Kâcb diyor ki: "Allah' ın Resulü bana, Allah' ın kitabın-
da hangi ayetin daha büyük olduğunu sordu. (Allah ve Resulü daha iyi
bilir) dedim. Ayn ı suali tekrar etti. (Allahu lailahe illa huve'l-bayyu'l-
Icayyrım)dur dedim. ( İlim sana mübarek olsun ey Ebirl-Münzir) dedi." 3
Hz. Ali ve Ebû emâme, Hz. Peyğamber'in şu hadisini rivayet et-
mişlerdir: "Kim her farz namaz ın arkasında Ayetü'l-Kürsryi. okursa,
artık onun cennete girmesine ölümden ba şka bir engel kalmaz."'
1 Ely0 Dâvad, Kitabu'a- Şalât, bâbu'd-ducâ, I. 343, 344
2 Dadal?, Façlâilug-X(ur'âtı, 14; İbn klanbel, V, 58
3 Ebti Dâvftd, Şalât, balo mâ câe fi katil-Kutsi
4 Fayı;lu'l-Radh., VI, 197; 'hit Kdir, I, 309
298 Bakara Suresi

Buhâri, Ebu Hüreyre'den şu hadisi rivayet ediyor: "Allah' ın (Re-


sulü (s.a.v.), beni Ramazan zekât ının üzerine vekil b ırakmıştı . (Geceleyin)
birinin gelip erzakı avuçladığını gördüm, hemen yakalad ım :
— "Seni Allah' ın Resulüne götüreceğim, dedim.
— "Muhtacım, çoluk çocu ğum var, ihtiyacım çok, dedi. Ben de onu
serbest bıraktım.
Sabahleyin Allah' ın Resulü bana :
— "Ey Ebu Hüreyre, geceleyin esirin ne yapt ı ? dedi.
— "Ya Resulallah, dedim, çoluk çocuk sahibi oldu ğundan, ihtiyaç
içinde bulunduğundan yakındı . Ben de ac ıy ıp serbest bıraktım.
— "O sana yalan söyledi, yine gelecek, dedi.
Allah'ın Resulünün "yine gelecek" demesinden ötürü onun tekrar
geleceğini anlayarak (gece) bekledim. Hakikaten geldi, erzak ı avuçladı.
Yakaladım :
— "Seni Allah' ın Resulü(s.a.v.)e götüreceğim, dedim.
— "Beni b ırak, muhtacım, çoluk çocu ğum var, bir daha gelmem, dedi.
Ben de acıyıp bıraktım. Sabahleyin Allah' ın Resulü bana :
— "Ey Ebu Hüreyre, esirin ne yaptı, dedi.
— "Ya Resulâllah, dedim, çoluk çocuk sahibi oldu ğundan, ihtiyaç
içinde bulunduğundan yakındı . Ben de acıyıp serbest bıraktım.
— "Yalan söyledi, yine gelecek, dedi. Üçüncü gece de gözetledim.
Hakikaten geldi, erzak ı avuçladı, hemen yakaladım :
— "Bu üçüncü defad ır geliyorsun. Gelmeyeceğini sanıyorsun ama
yine geliyorsun. Seni mutlaka Allah' ın Resulü(s.a.v.)e götürece ğim,
dedim.
-- "Beni b ırak, Allah'ın seni faydalandıracağı birkaç kelime öğre-
teyim (sana) dedi.
— "Nedir onlar, dedim. Dedi ki :
— "Yatağına gittiğin zaman Ayetü'l-Kürsiyi : Allahu lâilâhe LIM
huve'l-bayyu'l-bayyam'u sonuna kadar oku. Allah tarafı ndan üzerinde
bir koruyucu bulunur. Sabah 'oluncaya kadar sana şeytan yaklaşmaz.
- "Böyle deyince ben de onu serbest b ıraktım. Sabahleyin Allah' ın
Resulü bana :
— "Gece esirin ne yaptı , dedi.
— "Ya Resukillah, dedim, Allah' ın beni yararlandıracağı birkaç
kelime öğreteceğini sandı (onları bana söyledi), ben de onu serbest bı,ralc-
Cüz):' 3; Sure: 2 299

— "Nedir onlar, dedi.


— "Yatağına gittiğin zaman A-yetü'l-Kürsi'yi ba şından sonuna
kadar oku, Allah tarafından üzerinde bir koruyucu bulunur, sabah olun-
caya kadar sana şeytan yaklaş maz' dedi. Ben de serbest b ıraktım.
— "Doğru söylemi ş ama o yalancıdır. Üç, günden beri seninle konu-
şaııın kim olduğunu biliyor musun ey Ebu Hüreyre? dedi.
— "Hayır, dedim.
— "O şeytandır, dedi."'
k etül-Kürsi'de Allah' ın isim ve sıfatları en güzel bir tarzda and-
makta, yüce Allah, insan ın kavramas ına mümkün olan ölçüde yakla ş-
tırılarak anlatılmaktadır.
Allâh ismi, yüce Tanrı'nın özel adıdır. O'ndan başka hiçbir varl ığa
Allah denmez. İnsanlar Allah'ı bırakıp kendilerine birtakım mabutlar
edinmişler ama onlara tanr ı demişlerdir. Allah dendiği zaman yalnız
kâinatm tek yarat ıcısını anlamışlardır. Tasavvuf erbab ına göre Allah
adının her harfi dahi O'nu gösterir: Allah ( â ) ın başından elifi (I) kal-
dırsak lillâh ( â ) kalır. „.; 453 (göklerdekilefin ve
yerdekilerin hepsi Allah' ındır). Lâmlardan birini kald ırsak lehu ( )
kalır. 41 (Göklerdekilerin ve yerdekilerin hep-
si O'nundur). İkinci lâmı da kaldırsak hû ( ) kalır. Hû da Allah'ı
iş aret eden zamirdir. VI &J '1,53,11 â1 ii, (o öyle Allahtır ki O'ndan
başka tann yoktur).
O, el-Uayy, el-layyüm'dur. İbn Abbâs: "Allah' ın en büyük isimleri
el-Uayy, el-.Kayyâm'dur" demiştir. Hz. Peyğamber'in, Bedir Sava şın-
da secdeye kapanıp hep "ya JIayy, yâ .Kayytım" demesi de bu isimlerin
yüceliğini belirtme ğe kâfidir. Evet Allah Liayy'dir, yani diridir. Öyle
bazı filozoflarm sandığı gibi kâinata ilk hareketi verip geri çekilmi ş ,
cansız, pasif bir varlık de ğil; yaratıcılığı her an devam eden, her anda
bir iş yapıp vücuda getiren, akıllı, bilgili, faal bir varlıktır..Kayyttı
. n'dur
yani kendi kendisiyle vard ır, varlığı başka şeylere bağlı değildir. Diğer
varhkların varlığı hep O'na bağlıdır. O'nun varlığı gereklidir. Bütün,
varlıklar' etkileyen, vücuda getiren ve yöneten hep O'dur. .1ayyisım keli-
mesinin Arapça mübalâ ğa kipi oluğunu söyleyenler bulunduğu gibi bu
kelimenin ibrâniceden yahut Süryaniceden geldi ğini söyleyenler de var-
dır. Dalthâk'e göre el-Kayyisım : Varlığı hiç değişmeden devam eden de-
mektir. Bazılarma göre .layytım, Süryanicede uyumayan demektir2

1 Buhar?, Kitiibu'l-Vektıle, 10, Bed'u'l-Ijalk, 11, FOliilu'l-ur'tın, 10


2 Mefat4u'1- Ğayb, II, 310
300 Bakara Suresi

"O'nu ne gaflet basar, ne uyku". Hiçbir şey O'nu gaflete dü şürüp


yönetiminden alıkoymaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur,
O'nun yönetimindedir. O öyle bir saltanat ve ihti şam sahibidir ki ken-
disinin izin verdiğinden başka kimin haddine düşmüş ki O'nun huzurun-
da şefaat etme ğe kalkışsın!
Şefaat, birini kurtarmak, ya da birine yarar sa ğlamak maksadiyle
bir büyü ğün nezdinde aracı olmak demektir. Padi şahlarm yakınları,
kendi adamları hakkında padiş ah katmda şefaat ederler. Allah da bütün
kâinatın padişahıdır. Ama O'nun katmda, kendisinin izin verdi ğinden
başka hiç kimse şefaat etme ğe cür'et edemez. Ancak Allah kime izin
verirse o şefaat edebilir. Onlar da ancak Allah' ın razı olduğuna, şefaat
edilmesini ho ş karşılayaca ğı kimseye şefaat edebilirler. O'nun istemedi-
gine kimse şefaat edemez.
Burada mü şriklerin, tannlarmı, kendileriyle Allah aras ında- şefaatçi
kabul etmelerine tariz vard ır. O tanrı dedikleri düzme şeyler ne oluyor
ki Allah katmda şefkat edcbilsinler ? Allah kimlere izin verirse ancak on-
lar şefaat edebilirler. Allah, ancak seçkin kullarma, pey ğamberlerine ve
velilerine şefaat izni verecektir. En büyük şefaat ruhsat ı da Hz. Mu-
hammed Aleyhisselâm'a verilmi ştir. Onur} şefaati, en büyük ve en yay-
gın şefaat olacaktır.
Allah, bütün varlıklann önlerinde ve arkalarmda, geçmi şlerinde ve
geleceklerinde ne varsa, ne olmu ş ve olacaksa hepsini bilir. Fakat onlar,
O'nun bilgisinden hiçbir şey kavrayamaziar. O, gizli bilgisine, ğayb
ilmine onları muttali kılmaz. "0, ğaybi bilendir. Ğaybini kimseye göster-
mez. Me ğer razı olduğu bir peygamber olsun."' âyetinin de ifade etti ği
üzre yalnız baz ı kullannı seçer, onlara ğayb ilminden bazı bilgiler gös-
terir.
"O nun kürsüsü, gökleri ve yeri kaplam ıştır. 0 nun hilkümranlığı
ve ilmi her şeyi kuş atmıştır. Emri, küinatın her zerresinde geçerlidir.
Kürsi, aslında bir araya toplanmak anlamına gelir. Sandalyenin tahta-
ları bir araya topland ığından, üzerine oturulacak sandalyeye, koltu ğa
da kürsi denir. Burada kürsi, taht anlam ınadır. Hasan Basri'ye göre
kürsi, cArş ın aynıdır. Baz ı âyetlerde cAr ş denen şeye burada kiirsi
denmiştir. Bu kelime üzerinde birkaç görü ş ileri sürülmüştür:
1) Kürsi, gökleri ve yeri kaplayan büyük bir cisinulir. Ar şm altın-
da, yedinci gö ğün üstündedir. İbn Abbas'ın: "Kürsi, iki ayağın konul-
duğu yerdir" dediği rivayet edilir. Fakat İbn Abbas, iki ayak sözüyle
1 Cintı. Suresi: 26
Cüz': 3, Sure: 2 301

Allah'ın aya-kları olduğunu kasdetmi ş olamaz. Çünkü Allah, uzuv sahibi


clmaktan münezzehtir. Ya bu rivayet do ğru de ğildir, ya da İbn Abbas,
Ruh i A`zam'ın veya Allah'a yakın diğer bir mele ğin, kürsiye ayaklarını
-

koyduğunu kasdetmi ştir.


2) Kürsrden maksat, maddi bir cisim de ğil* mülk, kudret ve sal-
tanattır. Tanrilık ancak kudret ile olur. Melikin oturdu ğu yere kürsi
dendiği gibi hazan bizzat kendisine de kürsi denir.
3) Kürsi kelimesiyle Allah'ın ilmi kasdedilmiştir. Çünkü ilim,
âlimin dayand ığı şeydir. Kendisine itimadedilen âlimlere kürsiler denir.
İtimadedilen ilme de kürsi denmi ştir. Burada° kürsi, Allah' ın ilmini
gösterir.
4) Klirsi kelimesi, burada Allah' ın büyüklüğünü ve gücünü an-
latmak için kullanılmıştır, mecazi bir anlam ta şır. Yüce Allah, ke'ndi
büyüklüğünü, insanların alıştıkları vasıflarla anlatmıştır. İnsanlar
kırallarım böyle nitelerler. İşte Allah da kendi büyüklü ğünü, onların
anlayışlarına yakla ştırmak için onların alıştıkları sözlerle tavsif etmi ştir.
Bunun örnekleri çoktur. Meselâ Kâ'be'yi kendi evi olarak nitelemi ştir.
İnsanlar kırallarının evi etrafında nasıl dönerlerse ayn ı şekilde kunat ın
padiş ahının evi etrafında da öyle dönmelerini emretmi ştir. Hacer-i
Esved'i yer yüzünde Allah' ın sağ eli saymış , insanların, kırallarının
öptükleri gibi onu da öpüleeek bir şey yapm ıştır. Tıpkı bunun gibi
kıyamette meleklerin dizilece ğini, mizanın konulaca ğını söylemiştir.
Bunlar, Allah' ın büyüklüğünü, insan kavramas ına ve anlamasına yak-
laştırmak için kullanılan meeâzi anlam ta şırlar. Rahman'ın Arş a otur-
ması, meleklerin, Rahman' ın tahtı etrafında dönmesi, kürsinin gökleri
ve yeri kaplamas ı hep ıneeâzi ifadelerdir. Onun kudretinin büyüklü ğünü
kavratmak için kullanılmış sözlerdir. Bunlar ı maddi mârtada anlamak
doğru değildir.
İmam Fahreddin Râzi, bunun güzel bir yorum oldu ğunu kabul
etmekle beraber birinci görü şün daha çok güvenilir oldu ğ unu, zira delil-
siz olarak zahir mânayı terk etmenin caiz olmad ığını söyler.'
Evet Allah'm bir taht üzerinde oturdu ğunu düşünmek hatâd ır.
Ayetten anla şıldığına göre Allah' ın kürsisi, bütün gökleri, yeri, yani
tüm maddi cisimleri kaplayan şeydir. Bu bize Allah' ın ilim ve kudretinin
her ş eyi sardığını anlatır. Bütün kâinat eisimkri bu kürsi içinde kald ığı
için onun üzerinde hükmeden ilim ve saltanat sahibinin, eisimli ğin üze-
rinde bir varl ık olduğunu anlarız. Hadislere göre gökler ve yerler birbiri-
1 Mefâtibu'l- Ğayb, II, 313
302 Bakara Suresi

ne eklense yine kiirsinin geni şliği karşısında, çölün içine dü şen bir halka
gibi kalırdı . Taberi şu hadisi naklediyor: "Kürsi içinde yedi gök, bir kal-
kan içine atılmış yedi dirhem gibi kal ır." Ebu 2er de Hz. Peyğamber'in
şu sözünü nakletmiştir: "Arş içinde kürsi, yer yüzünde bir çölün içine at ıl-
mış demir bir halka (yüzük) kadard ır."'
Kürsi, her şeyi böylesine kaplayan bir şey olduğuna göre onun,
her ş eyi içine alan mutlak mekân oldu ğ unu da düşünebiliriz. Bunun üs-
tünde zaman vard ır. Arş da kürsiyi içine alm ıştır. Akıllar ve ruhlar
âlernini içeren, Allah'a yak ın meleklerle çevrilmiş bulunan Arş , mekân
üstüdür. "Rahman Arşın üstüne oturdu"2 âyetinin söylediği üzre Allah,
Arşın içinde de ğil, üstündedir. Allah'ın, Arşın üzerinde olmas ı, mekân-
siz bir keyfiyettir. "Ey Rabbimiz, sen rahmet ve ilimce her şeyi ku şattın."3
âyeti gere ğince Allah'ın kuş atması, ilim ve rahmetiyle kuş atmasını ifade
eder. O'nun kürsisi, bu rahmetinin, bizim kâinat ı mıza tecelli etti ği yer-
dir. Allah'ın kürsisi olmas ı, Allah'ın düşündüğümüz tarzda onun üze-
rinde oturmas ını gerektirmez. Hâ ş â Allah cisim değildir. Bu ifade, Allah'
ın kâinatı yönetmekte oldu ğunu, küinatın mutlak hakimi oldu ğunu belir-
tir. işte gökler ve yer ne kadar a şikârsa Allah onlardan daha a şikârdır.
Bunları kuşatan kürsi ve onun ötesi ne kadar gizli ise Allah ondan dahi
gizlidir.4 O, çok yücedir, çok uludur,

o „ o ,

3 ,4
) 11 e .ls • ".01 -01 - °( ı
0 3 0.
••• ••• 0 0 3
ja.) 1 „; At.) j y. t t..123

5 ,-.■ıı L-4.73
1, :;2- 5-
(../..,..l.)-1 i •
- !;11 -d I L-_JC..._1!1;i1 - • _. e e- , .;?_,
Q,
' 4'.›. e

■c
.. ),,,

-

s■ 31.
,.:>C ..fi. L ı-j ı _ il"..:Jı- L):
• A ".4.:; .P'_.,- .> ..°;.'., ',....>„,.. ı:b.ii
C, cs.f.."sı ı °?-1- (Y. C 'fi

(su - JC.; c I

, - .
43.) Ci It j "JC-# c
-7.- "
1 %ıl Kesir, I, 309
2 Tâhâ Suresi: 5
3 Ğâfir Suresi: 7
4 Bkz. Hamdi Yazır, Hak Diui Kur'an Dili, I, 859
Cüz': 3, Süre: 2 303

oG oo,
4.... Jt- ...J. Lg..." t
4 .ı t

256- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli ol-


muştur. Kim rdSgilt(şeytan) ı inkâr edip Allah'a inanırsa muhakkak ki
o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir. 257-
Allah, inananların dostudur. Onları karanhklardan aydınlı& çıkarır.
Kâfirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlığa çıkarır.
onlar ateş halkıchr, orada ebedi kalacaklardır. 258- Allah kendisine hü-
kümdarlık verdi diye (şımararak) Rabbi hakk ında İbrahim'le tartışanı
görmedin mi? İbrahim : "Benim Rabbim O'dur ki ya şatır, öldürür". de-
mişti. "Ben de ya şatır, öldürürüm." dedi. İbrahim; "Allah, güneş i doğu-
dan batıya getirir, sen de onu batıdan getir!" deyince inkâr eden o adam
şaşırıp kaldı . Allah, zalim toplumu do ğru yola iletmez.
Tefsir:
256-İkdih, bir kimseyi ho şlanmad ığı bir şeye zorlamak, tehdid ile ona
bir şeyi yaptırma'ğa kalkışmaktır. Din, ba şka konularda dahi haks ız zor-
lamaları yasaklamıştır. Hele dinin kendisinde aslâ zorlama olmaz. Din
insanların hür vicdanlariyle seçip ba ğlanacakları bir şeydir. Zor ile ya-
pılan dini işte sevap olmaz. Gönül r ızasiyle yap ılmayan ibadete ibadet
denmez. Zira "ameller, niyetlere göre karşılık alır". Zorla insanı imana
sokmak mümkün de ğildir. Baskı ve tehdid sonucunda gösterilen iman,
gerçek iman olamaz. Islâmda cihad, insanlar ı zorla dine sokmak için
değil, vicdanlar üzerindeki baskıyı kaldırmak, insanlar ı serbestçe karar
verme hürriyetine kavu şturmak için farz k ılmnuştır. Hiç kimse dine
girmek için zorlanmaz. Ancak din tebli ğ edilir. E ğer zorlama olsayd ı,
Anak insanları herhangi bir inanca zorlard ı ve insanlar da art ık onun
dışına çıkamazlardı . Böyle olunca da sevap ve cezan ın anlamı kalmazdı .
Halbuki Cenabı Hak kimseyi imana zorlamamıştır. "Rabbin dileseydi,
yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Şimdi sen mi mü'min olmalar ı
için insanları zorlayacaksın?"' diyor yüce Mevlâ. Ayrıca Kâfirtsın Sure-
sinde Hz. Pey ğamber'e: "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi
emredilmiştir. İ slâmın prensibi budur: Do ğru ve e ğri yollar ap açık in-
sanların gözleri önüne serilmi ştir. Do ğruyu veya e ğriyi seçmek, insan-
ların hür vicdanlarına bırakılmıştır.
İzah ına çalıştığımız ayetin ini ş sebebi hakkında çe şitli rivayetler
vardır: Bir rivayete göre İslâmdan önce çocu ğu yaşamayan ensâr kad ın-
ı Yunus Suresi:
304 Bakara Suresi

ları, çocuğu olduğu takdirde onu yahudiler aras ında yeti ştirip yahudi
yapacaklarını adar idiler. Çünkü yahudileri, din bak ımından kendi-
lerinden üstün görürlerdi. Böylece baz ı ensâr çocuklar ı, yahudiler ara-
sında büyümü ş ve yahudi olmuşlardı— İslam gelip de yahudilerden
Nadir oğulları, yurtlarınd an sürülünce ensarl ılar: "Biz çocuklar ımızın
onlarla' beraber gitmesine müsaade etmeyiz" dediler ve çocuklar ını müs-
lüman olmağa zorlamak istediler Bunun üzerine bu ayet indi.'
Bir rivayete göre de ayet, yine ensar ın bir kolu olan Salim ibn Avf
Oğullarından el-Hu ş ayn hakkında inmiştir. Bu zat ın iki oğlu vardı .
Bunlar Ş am'dan Medine'ye kuru üzüm getiren iki tüccarm telkiniyle
hıristiyan olmu şlardı . Bu çocuklar da o tüccarla beraber Ş am'a gitmek
isteyince babalar ı, bunları zorla İslama sokmak istedi ve. Allah' ın Re-
sulünden, arkadan adam gönderip bunlar ı İslama döndürmesini rica
etti, bu ayet indi. 2
İşte bu iniş sebeplerine dayanarak baz ı' müfessirler bu ayetin, an-
cak kitap ehlinden olan kimselerin müslüman olma ğa zorlanmayacak-
ları görüşünü ileri sürmü şlerdir. Baz ılarına göre de âyet önce bütün
insanlara ş amil olmak üzre inmiş , sonra kıtal ayetiyle mü şrikler ile olan
ilişkisi neshedilmiş ve hükmü, yalnız kitap ehline ili şkin olmak üzre
baki kalmıştır. Kitap ehli kendi dinlerinde kalmakta serbesttir. Ama
müşrikler, ya İslami veya ölümü seçmek zorundad ırlar. Zira onlar hak-
kında: "Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah' ın oluncaya kadar
onlarla savaş"' buyurulmaktad ır. Bir kı smına göre de "Dinde zorlama
yoktur" ayeti, "Fitne kalmay ıncaya.... kadar onlarla savaş," ayetinden
sonra inmiştir. Arap Yar ımadasındaki müşrikler tamamen müslüman
olduktan sonra "dinde zorlama yoktur" ayeti inmiş ve bundan böyle
hiç kimsenin zorla dine sokulmayaca ğı açıklanmıştır. Fakat bu ayet
ininceye kadar Arap mü şriklerine din hürriyeti tamnmam ıştı . Zira Hz.
Peygamber: "Allah'tan başka tanrı yoktur demelerine kadar onlarla savaş-
mam emredildi. Bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını benden-
korumu ş olurlar. Ancak Islamın hakk ını yerine getirerek söylemeleri gerekir.
Hesapları da Allah'a aittir demiştir."4 Bu hadisin hükmü, "dinde zorlama

1 Ebû Dâvûd, Cihâd, hah fil-esir yukrahu Nesii, İbn Ebî Hâtim ve İbn Hib-
bin da rivayet etmi şlerdir; İ bn Kesir, I, 310; Ibnu'l- (Arabi, Alikam, I, 333; el-Bahru'l-mukit,
II, 281
2 İbn Kesir, I, 310, 311
3 Enfal Suresi: 39
4 Buhari, Iman, 17, Zekât 1, Cihad 95; Tirmiai, Iman, 1,2, Tefsiru Sure LXXXVIII;
Nesât, Zekât 3, /man 15, Cihad, 1, Tahrim 1; İ bn Mke, Mukaddime 9, Fiten 1; Darimi,
Siyer 10; İbn Haubel; I, 11, 78, II, 314
Cüz': 3, Sure: 2 305

yoktur" âyetinin hükmüne ayk ırıdır. Demek ki "Laikrahe...." âyeti,


daha sonra inerek ikrah ı kaldırmıştır.
Fakat bu görü şün doğru olabilmesi için (lâ âyetinin, Arap-
ların müslüman olmasından sonra inmi ş olduğunun ispat edilmesi ge-
rekir. Halbuki bu, ispat edilemez. :Ayetin, "Fitne kalmayıncaya ka-
dar onlarla savaş " âyetinden sonra veya ona yak ın bir zamanda indiği
görüş ü daha kuvvetlidir. Kald ı ki Hz. Peyğamber, ne Arap müşriklerini,
ne de bir ba şkasını, zorla İslâma sokmamıştır. İman gönül, işidir zorla
olmaz. Nitekim Hz. Ömer, hir ıstiyan kölesi Esbak'a birkaç defa
iman teklif etmiş , köle kabul etmedikçe Hz. Ömer: "Dinde zorlama yok-
tur, ama müslüman olsan, müslümanlar ın bazı işlerinde senden istifade
ederiz" demi ştin' Ahmed ibn Hanbel'in rivayet etti ği bir hadise göre
Hz. Peyğamber (s.a.v.) "bir adama müslüman ol, dedi. (Adam) kendimi
isteksiz görüyorum, dedi. (Hz. Pey ğamber), isteksiz de olsan müslüman
ol, dedi." 2 Hadisten anla şıldığı üzre Hz. Peyğamber, adamı zorlamamış ,
sadece müslüman olmas ını tavsiye etmi ştir. Onun isteksizli ğinin son-
radan tam huzura dönü şece ğini bildiği için isteksiz de olsa inanmasın
söylemiştir. Burda zorlama yoktur. 3
Tefsirini yaptığımız âyet ile Enfal Suresinin 39 ncu âyeti, birbirini
tamamlar mabiyettedir. Mü şriklerle sava ş , fitnenin ortadan kalkmas ı
için evareclilmi ştir. Demek ki cihad ın gayesi, vicdanlardan bask ıyı
ka/dırmaktır. "Dinde zorlama yoktur" âyetiyle "Fitne... kalmay ıncaya
kadar onlarla savaş" âyeti arasında bir aykırılık yoktur. Arabistan
müşriklerine din hürriyeti tanmmam ıştı. Çünkü onlar İslâmın en büyük
düşmanı idiler. Şirk onları islâmla savaşmağa, İslâmın serbestçe tebli-
ğine engel olma ğa yöneltiyordu. Onun için Hz. Pey ğamber, bu fitne
kaynağını kurutmak istemi ştir. Evet islâmda ikralı yoktur, fakat ik-
rahm olmaması, .fitnenin bulunmamas ı ş artma bağlı d ır. Fitne yoksa
dinde ikrah da yoktur. Fitne varsa, din o fitnenin kald ırılmasını emret-
mektedir.
Bundan dolayıdır ki cihad ilür ederken dü şmana ya hak dini ka-
bul etmesi veya yenilgiyi kabullenerek kendi dininde kalıp İslam tabii-
yetinde vergi vermesi teklif edilir. Dü şman bunlardan birini kabul

1 Buhâri, Iman 17, Zekât, 1, Cihâd 95; Tirmiil, Itufm 1, 2, Tefsiru Sure LXXXVIII;
Nesâ't, Zekât, 3, İman 15; Cihâd, 1, Tabrim 1; İbn Mâce, Mukaddime 9, Fiten 1; HârimI, Siyer
10; /bn Hanbel I, 11, 78, II, 314
2 İbn Hanbel, III, 109, 181
3 İbn Kedi', 1, 311
4 İbn Keslr, I, 311
306 Bakara Süresi

ederse barış andlaşması yapılır. Bunları kabul etmez de sava şla


mailâb edilirse yine dinini de ğiştirme ğe zorlanmaz, adalet dairesinde
konulan vergiyi verme ğe ve düzene uyma ğa mecbur edilir.

Demek ki cihad, din de ğiştirtmek için bir zorlama arac ı de ğil, hak
dinin yüksekliğini filen ispat vasıtasıdır. Cihadın hikmeti, insanlar ı
ikrahtan korumak, ikrah kabul etmeyen dini hakim k ılmak suretiyle
Allah'ın kelimelerini yiiceltmektir. Yani hakk ın serbestçe kabulüne en-
gel olmak isteyen ve bu hususta cebir kullanan hak dü şmanlarının def'i,
hak yoldan engellerin kald ırılması için cihad yap ılır. İşte kelime-
tullâh budur.-

Yalnız burada bir hususa daha dikkati çekmek gerekir. Gerçi İs-
lânida
_ zorlama yoktur. Ba şka bir din mensubu zorla İslâm dinine so-
kulmaz ama İslâmı kabul eden veya İslam tabiiyetinde ya şayan kim-
senin,
. islam nizamma uymas ı mecburidir. Meselâ müslüman bir kim-
senin içki içmesine veya zina etmesine engel olunur. Çünkü bu fiiller,
düzeni bozar. Her hukuk sistemi, kendisine tabi vatanda şları, kanun-
larma uymağa mecbur etti ği gibi İslam hukuk sistemi de kendi tabbii-
yetinde ya şayanları, prensiplerine uyma ğa, getirdiği düzene göre ya-
ş ama& mecbur eder.

"Kim tâğâtu tanımaz ve Allah'a inan ırsa kopmayan sağlam bir kulpa
yapışmıştır..."

Tâğât, tuğyândan mübâlâ ğa kipinde bir cins ismidir. Çok azg ın,
azman, azıtkan demektir. Allah'a kar şı azan, ba şkalarını da azd ıran
herşey tâğuttur. As ıl azdırıcı, şeytan olmakla beraber, kendisini tanr ı
yerine koyan, insanlar ı yanhş yollara sevk eden kötü ki şiler ve kendı-
lerine tapmılan putlar da tâ ğâtun anlamı içine girer.' İşte o tâ ğütu in-
kâr edip Allah'a inanan kimse, kopmayan sa ğlam kulpa yap ışmış olur.
Mücâhid'e göre sa ğlam kulp imandır. Süddiye göre İslâmd ır. Enes ibn
Malik'e göre Kur'ând ır. Bunlar e ş anlaınh görüşlerdir. Kays ibn Ubâd
şu olayı anlatıyor:

"Mescidde idim, yüzünde hu şu izi bulunan bir adam geldi, k ı saca


iki rek'at namaz k ıldı. Herkes "bu adam cennet ehlidir" dedi. Sonra
adam çıktı , ben de ard ından çıktım. Evine girdi, ben de ard ından gir-

1 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 870


Cüz': 3, Sure: 2 307

dim. Kendisiyle konu ştum. Mescidde namaz kılarken halkın kendisi


hakkındaki kanaatlerini kendisine anlatt ım. Dedi k*:

— Subhânellah, kimsenin bilmedi ği bir şeyi söylemesi doğru de ğil-


dir. Sana sebebini söyleyeyim: Ben Allah' ın Resulü (s.a.v.) devrinde
ş öyle bir ruya gördüm: Kendimi ye şil bir bahçe içinde gördüm (bahçe-
nin geni şli ğini, çayır çimenle dolu oldu ğunu, ye şilliğini de anlatmıştır),
ortasında dibi yerde, üstü gökte olan demirden bir direk vard ı . Pire-
ğin üstünde (tutunacak) bir kulp bulunuyordu. Bana "ona ç ık" dendi.
"Çıkamam" dedim. Bir hizmetçi geldi, arkadan elbisem ı kaldırdı , "çık"
dedi. Çıktım, kulpu tuttum, "kulpa yap ış" dedi. Kulp elimde iken uyan
dini. Allah'ın Resulü(s.a.v.)e gelip ru'yayı anlattım. Buyurdu ki:
— O bahçe islâm bahçesidir, direk de Islâm dire ğidir. Kulp da
(el-curvetu'l-vugka: sa ğlam tutunacak şeydir). Sen ölünceye kadar Is-
lâm üzerinde kalacaks ın. -
"Hadisi anlatan Kays ibn Ubâd, i şte o adam Abdullah ibn Selam-
dır, demiştir."2
258 nci ayette dünya saltanatma güvenerek tanr ılık davasına kal-
kış an kıral ile Hz. İbrahim aras ındaki tart ışma anlatılmaktadır. İbra-
him onu Hakk'a kulluğa davet etmi ş , o da kendisinden ba şka tanrı gör-
memiştir. İbrahim, tanrı olmak için diriltme ve öldürme kudretine sa-
hibolmak gerekti ğini hatırlatarak işte "Benim Rabbim diriltir ve öl-
dürür" demi ş . 0 da hemen mugalataya sap ıp "Ben de ya şatır ve öldürü-
rüm", dilediğimi sağ bırakır, dilediğimi de katlederim demi ş . Bu defa
İ brahim "Benim Rabbim, güne şi doğudan (batıya) getirir. Sen de eğer
tanrı isen onu batıdan doğuya getir" demiş . O inkârcı kıral, bu delil karşı-
sında söz bulamamış , şaşırıp kalmıştır.

Servet ve mevki kar şısında böyle gurura kapılan, kendilerini tanrı


yerine koyan insanlar her zaman vard ır. Tefsircilere göre bu adam,
Babil Kıralı Nemrud idi. Fakat bu olay, Tevrat' ın Tekvin sifrinde yok-
tur. Herhalde bu vakayı anlatan Tevrat parças ı, Hz. Peygamber dev-
rinde vardı veya Yahudiler aras ında bu vak'a biliniyordu.

Tefsirlerde bu konuda çok teferruât vard ır. Bunlardan sarfı nazar


ediyoruz. Kur'ân' ın gayesi, mevkiine, servetine, mülk ve saltanatma
güvenip' kendisini tanrılaştıran Nemrudlarla, Allah'tan ba şka kuvvet,
otorite ve mülk sahibi görmeyen olgun insanlar ı, bu iki zıd karakter

1 Müslim, Faılailu's- şabilbe, bâb 33; Bulıüri, Tâclıir, 23, Menürpbu'l-ensür 19; bn 1;lanbel,
V, 452
308 Bakara Suresi

arası ndaki mücadeleyi karakterize etmek suretiyle insanlara ders ver-


mektir. Bu konuda teferruâta girmek, Kur'ân ın gayesine aykırıdır.

,^ -" ,
j j_P j1->- u-Rı j ..9 j_P .7 A (.5 •:t!i l.s °J i
.• 11 , • 3 -4; 1.24
eLP 41 &ULA Li L L-42 i-A .L14-t 4.1)1 L9J I U
01
• 't ıf O ı O. ı •_ ı, ı :7;
j ı

J .1Ljr A-j - ı
, 17, , 1e
. t.• e." cı b L:31-.1•Ç e 1.1.2.-1J1

°L;_ç -sp
• • • ,
- JC;
JL; 61-3 -j -:(jı-_;
c>:
z
- sp • ,
":12J1
.ş -
4*..) rLpi .
(y.ı •)

259— Yahut ş u kimse gibisini (görmedin mi) ki duvarları, çatılan


üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ISSLZ bir kasabaya uğramıştı : "Allah, bunu
böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz
sene öldürüp sonra diriltti, "Ne kadar kaldı n?" dedi. "Bir gün; ya da bir
günün birazı kadar kaldım" dedi. (Allah): "Hayır dedi, yüz y ıl kaldın,
yiyecek ve içece ğine bak, bozulmam ış ; eşeğine bak, seni insanlar için (kud-
retimize) bir işaret kılalım diye bunları böyle yapt ık. Kemiklere bak, nas ıl
onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona
açıkça belli olunca: "Biliyorum, Allah her şeye kadirdir!" dedi. 260— İb-
rahim de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin?" demişti. (Allah):
"İnanmadın mı ?" dedi. İbrahim : "Hayır. (inandım), fakat kalbim kuv-
vet bulsun diye (görmek istiyorum)" dedi. "O halde kuşlardan diirdünü
tut, onları kendine çek (iyice incele) sonra (kesip) her dağın başı na onlar
dan birer parça koy, sonra onları kendine çağır, koşarak sana gelecekler.
Bil ki Allah, daima galip ve hikmet sahibidir." dedi.
Cüz': 3, Sure: 2 309

Tefsir:
259 ncu âyet, muhakkak ki o zamanki yahudiler aras ında anlatı-
lan bir olaya iş aret etmektedir. Daha önceki âyette kendisini tanr ı ye-
rine koyan zalim bir kıral tipi temsil edilmişti. Burada da Allah'ın kud-
retini görünce derhal hakk ı kabul eden mü'min bir kişi canlandırılmak-
tadır.
Bu adam, yıkılmış , harab olmu ş bir şehrin yanından geçerken ümit-
sizliğe düşer: kendine "Acaba Allah bunlar ı nasıl diriltir?" der.
Allah'ın yaratmasından şüphe etti ğinden değil, fakat büyük umutsuz-
luk ve esef içinde bulundu ğundan, şaşkınlık içine düştüğünden dolayı
böyle söyler, düşünür ve uykuya dalar. Uykuda iken Allah onun ru-
hunu alır, yüz yıl böyle kalır. Sonra tekrar onu diriltir. Adam, uyuyup
biraz sonra uyand ığım sanır. Kendisine gizliden bir ses "Ne kadar kal-
dın?" diye sorar. O da bir gün, ya da günün birkaç saati kadar bir süre
böyle kaldığını söyler. Kendisine, yüz yıl o şekilde kaldığı, yiyecek ve
içeceğinin bozulmadığı, fakat merkebinin da ğılmış kemik haline gel-
diği, Allah'ın kudretini göstermek ve insanlara bir ibret b ırakmak
için merkebinin, onun gözleri önünde diriltilece ği söylenir. Allah'ın ira-
desiyle kemikler bir araya gelip birbirine eklenir, eklenen kemikler
üzerine et giydirilir, içine ruh iiflenir ve merkep dirilip kalkar. Allah' ın
bu yüce kudretini gören adam: "Biliyorum, Allah her şeyi yapabilir"
der.
I3u adam kimdir ? Bunun, o sözü söyledi ği zaman mü'min mi,
kâfir mi olduğu hakkında tefsirler çe şitli rivayetler ileri sürmü şlerdir.
Fakat âyetin muhtevas ından, bunun mü'min bir insan oldu ğunu anlı-
yoruz. Müfessirlerden ço ğunun kanaatine göre bu adam, İsrailoğulları
peyğ amberlerinden biridir. Nâciye ibn Kâb, Süleyman ibn Büreyde,
Katâde, Rabi, Süddi, Dahhâk ve İbn Abbas'tan gelen rivayetlere
göre bu adam Uzeyr'dir. Di ğerlerine göre Hilkiya o ğlu Yeremyâ'd ı r.
İbn İshak'a göre bu adam Hıdır'dır Çünkü Hıdır, İmran oğlu Hârun'un
torunlarından olan Hilkiya o ğlu irmiya'dır.°
Kitab- ı Mukaddes'te anlat ıldığına göre Fars Kral ı Nebukadretsar
(Buhtunnasr) Kudüs'ü ya ğmalamış , yahudileri esir alıp götürınüştür.
Hem Yeremya, hem de Hezekiel, Kudüs'ün tahrib edili şini görmüş ,
Babil'e götürülmüşlerdir.
243 ıı cü âyetin tefsir3.nde de Hezekiel hakk ında benzeri bir olayı
arz etmi ş bulunuyoruz. önemli olan, bu adamın ya da gördü ğü yıkık

1 Taberi, III, 28-29 .


310 Bakara Suresi

kasabanın ismi de ğildir. Çünkü verilen isimlerin, mutlaka Kur'an'-


ın anlattığı zat veya yer oldu ğu hakkmda kesin bir bilgiye sahip de ğiliz.
Kur'an, 258 ve 259 nen avetlerinde iki ş ahsi karakterize etmektedir.
Birinci ayette Allah'a inanmayan, kendisini tanr ılaştıran, gördü ğü de-
liller karşısında ş aşırıp kaldığı halde yine kibir ve inad ında direnen bir
kafir; ikinci ayette virane bir ülkeyi görünce bunun dirilece ği hakkında
umutsuzluğa . .üşen, fakat Allah' ın diriltici kudretini görünce de bütün
hulüsiyle Allah'a yönelen, O'nun kudretini kabul edip O'na teslim olan
mü'min bir kimse tasvir edilmektedir. Teferruât, Kur'ân ın amacına ay-
kırıdır.

Ibn. Abbas'tan nakledilen rivayete göre bu k ıssanın kahraman ı


Uzeyr'dir. Buhtunnasr Yahudileri ma ğlab edip ülkelerini yağ malamış ,
halkın çoğunu esir alıp Babil'e götürmü ş idi. Bunlar aras ında İsrail
oğulları bilginlerinden Uzeyr de vard ı . Bir gün Uzeyr, e şe ğine binip
anılan kasabaya geldi, şehirde dola ştı, kimseyi göremeyince "Allah
bunları nasıl diriltir?" diye umutsuzluğunu ifade etti. Bir a ğacın altın-
da oturdu, üzüm, incir yedi, şıra içti, uyuyakald ı . Allah onu uykuda iken
yüz yıl öldürdü. Fakat ne insanlar, ne yırtıcı hayvanlar, ne de ku şlar,
onun öldüğünün farkında de ğillerdi. Sonra Allah onu diriltti ve Uzeyr
gözleri önünde merkebinin nas ıl diriltildiğini görünce Allah'ın kudreti
karşısında secdeye kapan ıp "Allah her şeye kadirdir" dedi. Daha sonra
Uzeyr şehre girdi, şehirde kimse onu tan ıyamadı. Çünkü yüzyıl önce
Uzeyr'in esir edilip öldürüldüğü söyleniyordu. Yüzyıl sonra çıkagelen
Uzeyr, Tevrat' ı onlara ezberinden yazd ırdı . Sonra bir yerde gömülü
bulunan Tevrat' ı çıkarıp Uzeyr'in yazd ırdığiyle karşılaştırdılar, bir
harfin bile de ğişik olmadığını gördüler.'
Bunun, Tevrat'a sa ğlamlık kazandırmak için Yahudilerce uydurul-
muş bir hikaye oldu ğu açıktır, üzerinde durma ğa de ğmez.
260 ncı ayette de Hz. İbrahim'in dü şüncesi ve ona gösterilen mu-
cize- anlatılıyor. Taberrnin belirtti ğine göre İbrahim Aleybisselarn, yolda
yürürken, ölmüş , yırtı cı hayvanlar ve ku şlar tarafından parçalanmış ,
kemikleri ortaya ç ıkmış bir hayvan görmü ş . Onu bu halde görünce durup
düşünme ğe başlamış : "Ya Rabbi, biliyorum sen bu hayvan ın vücudunu
yırtıcı hayvanların ve kuşların kursa ğından toplayıp bir araya getire-
cek ve bunu dirilteceksin. Ama bu işi nas ıl yapacaks ın, bana göster!"
,

diye yalvarmış . Allah'ın kudretinden şüphe etti ğin den dolayı de ğil,
kalbindeki inancı daha da güç kazans ın diye böyle söylemi ş . Çünkü

2 Râzî, Mefatill, II, 486


Cüz': 3, Sure: 2 311

bilmek, gözle görmek gibi de ğildir. Gözle görmek, daha kesin bilgi ve-
rir. Yüce Allah da ona dört ku ş alıp bunları kendine çekmesini, yani
kendi yanında bulundurup yarat ılışlarını iyice incelemesini, sonra kesip
her da ğın başına bunlardan birer parça koymas ını emretmi ş .
Ayetteki (fe şurhunne) kelimesi, çlamme ile de kesre ile de
okunabilir. Fakat damme ile okunması meşhurdur. pamme ile okun-
duğunda "Onları yanına al, kendine meylettir" demek olur. Kesre ile
okunduğunda "Onları kes" anlamına gelir. Ancak İbn Abbas'tan gelen
rivayetlere göre çlamme ile de, kesre ile de okunsa ayn ı anlamı verir.
Kelime, N abatçadan gelir, "kes, da ğıt" demektir. Zaten "meylettir"
manası da verilse yine siyaktan "onlar ı kendine meylettir, yan ına al,
ineele, -sonra kes" anlam ı ortaya çıkmaktadır. Demek ki herhalde keli-
mede kes anlam ı vardır.'
Hz. İbrahim Aleyhisselâm'ın, bu emri yerine getirdi ği açıkça zik-
redilmemiştir. Ama siyaktan böyle yapt ığı anlaşılıyor. Allah'ın buyruğu
uyarınca dört kuş -rivayete göre tâvus, güvercin, karga, horoz- alm ış,
bunları inceledikten sonra kesmi ş ve bunların her parçasını bir da ğın
başına koymuş, sonra bunları kendisine ça ğırmıştır. Dağılan parçaları
bir araya toplan ıp Allah'ın kudretiyle yeniden can bulan ku şlar, ko-
ş arak Hz. Ibrahim'e gelmi şlerdir.
Bu ve bundan önceki âyet, her şeyi sebeplere ba ğlayan yüce Yara-
tıcının, istediği zaman bilinen sebepler koymadan da e şyayı yarataca-
ğını, O'nun "Ol!" dediği her şeyin derhal olaca ğını anlatmaktadır. Her
iki olay da birer mu'cizedir. 259 ncu âyette öldükten sonra dirilmeyi
görmek isteyen insana, bu olay hem kendi ş ahsında, hem de hayvanın-
da gösterilmiştir. 260 ncı âyette ise öldürüp diriltme olay ı, dört kuşta
yapılmıştır.
Allah, sevdiklerinin dileklerini yerine getirir. Bir kul, Allah a şkı
ile, O'na kullukla o derece yak ınlık kazanır ki Allah, diriltme sıfatını
bir an için onda tecelli ettirir. Yüce Mevlâ, Mulıyi (diriltici) sıfatiyle
peygamberi Ibrahim'e tecelli etmi ş ve kesilip parçalanan ku şlar Allah-'
ın Diriltici sıfatına mazhar olan Ibrahim'in ça ğırısiyle can bulmuşlar-
dır. Görünüşte onları çağıran İbrahim ise de gerçekte Allah't ır Çünkü
Allah'ın tecellisi kar şısında İbrahim'in be şeri varlığı ortadan silinmi ştir.
İşte Hz. Pey ğamber (s.a.v.) bu yüce mertebeye ş öyle iş aret buyurmu ş-
lardır: "Allah buyurdu : Benim bir velime dü şmanlık yapana karşı savaş
açarım. Kulum, kendisine farz kald ığım ibadetlerle yaklaştığı kadar hiçbir

1 Taberi, Camicu'l-bey'ân, III, 52-53


312 Bakara Suresi

şeyle bana yaklaşamaz. Kulum, nafile ibadetlerle de bana yaklaş mağa


devam eder, o kadar ki ben onu severim. Ben onu sevince de onun i şittiği
kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğii ayağı olurum..."1
Mutasavvıflara göre Hz. İbrahim'in yoklayıp kestiği bu dört şey,
nefistir. Nefsi kesmedikçe kalb can bulmaz. Nefsini mücâhedelerle bo-
ğazlamayan, kalbini Allah ile diriltemez. 2

.
Lzı re, '-°'
.9 5 9 , y, .9 o .9 99 5 . o ,
SAÇ C002..) acil j_5 j...A • J
00

o '1- * -,..):A"ı (Y -Ç ) 5£1, ı


• ". LA I 3.;-.- T 3 .•3-$51534
e-t Zfi j
j„,..; k Y Y)\ ; :I:P j G --J-,
e •
0. , • o 5 o ıe .9 •
4311 3 c .5 I

3.° L (r‘r)
, •
*-° ' • A*.' J,. J u:" ı:J ■ , ,;£3-
5 9
pr,j2:.0
° I

'‘w . L;..ŞJ.z. "Sp .


• -J ı- -ÖI (Y t)
O q- o 0 ,
A .4 -.00,- ..»fra-~12.; .00 04.0 -' _A )1.

a C;1. 4
-7. 4"")•
0 15 ;4;
J L4-; Y I A { ,5 4.15_.01

5 5 .9
43; ,:J ı" ",;J ı '43

1 Bubâri, RilsIF 38; İbn Ilanbel, VI, 256


2 1.-u şeyri, Letâifug-i şâra, I, 215, Kahire.
Cüz': 3, Sure: 2 313

' 3 4:1,1 - . °- a- jC 4 C * 1 C4-_,C„o __


-.41 • (Y 'k 'k) ft °

° 0•
e L)—,A
• 9. e ,ot.
ı ° - c.) :J:J
1 9 9 1 • Z7
:,, Luı ı .
o • 911
,..., •te.
411 j G 0, t--.:•.%: —J2:51-., j

(" A ) 1:P A IT '‘,3A


261 Mallarını Allah yolunda harcayanları n durumu, her başağında
-

yüz dâne olmak üzere yedi ba şak veren bir dâne'nin durumu gibidir. Allah
dilediğine kat kat verir, Allah( ın geniştir, (0) bilendir. 262 Mal- -

larını Allah yolunda verip de ardından başka kakmayan ve eziyet etmeyen-


lerin, Rableri katında mükâfatları vardır, onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir. 263 Güzel bir söz (söylemek) ve affetmek, pe şinden
-

eziyet gelen sadakadan iyidir. Allah zengindir, halimdir. 264 Ey inanan- -

lar, insanlara gösteriş için Malını verip Allah'a ve âhiret gününe inanma-
yan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalar ınızı boş a çıkar-
may ın. Öylesinin durumu, 'üzerinde biraz toprak bulunan ş u kayaya
benzer ki ; ş iddetli bir sağnak indi de (üstündeki topra ğı silip süpürerek)
onu sert bir taş halinde bıraktı . (Böyleleri), kazandıklarından bir şey elde
edemezler. Allah, kâfir kavmi do ğru yola iletmez. 265 Allah' ın rızasını -

kazanmak ve ruhlarındaki(ima)n ı kökle ştirmek için malları nı harcayan-


ların durumu da bir tepe üzerindeki ş u bahçeye benzer ki bol ya ğmur de-
ğinCe ürününü iki kat verdi. Ya ğmur değmeseydi bile çisinti olurdu. Allah
yaptıklarının bilir.
266 "Biriniz ister Ini ki kendisinin, alt ından ı rmaklar akan, içinde
-

her çeşit meyvas ı bulunan, hurmalardan ve üzümlerden oluş mu ş bir bah-


çesi olsun ; (fakat) kendi üstüne tam ihtiyarl ık çökmü ş (bakıma muhtaç)
aciz ve küçük çocuklar ı da var iken, birden ateşli bir kasırga gelsin de bah-
çeyi yaktp kül etsin? Allah, dü ş ünesiniz diye size âyetlerini böyle açıklı-
yor. 267 Ey inananlar, kazandıklarınız ı n ve yerden sizin için ç ıkardı-
-

ğım ız nimetlerin iyilerinden (Allah için) verin, kendiniz (utandığınızdan,


iğrendiğinizden dolayı) göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka
vermeyin. Bilin ki Allah, zengindir, halimdir. 268 Şeytan sizi fakirlikle -

korkutur (fakir dü şeee ğinizi söyleyerek sizi sadaka vermekten geri b ı-


rakmağa çalışır) ve size çirkin şeyleri yapmay ı eınreder. Allah ise size
314 Bakara Suresi

mağfiret ve lütuf va'dediyor. Şüphesiz Allah( ın lûtfu) geniştir, (0) bilen-


dir."
Tefsir:
Bu ayetler, Allah yolunda infak etmenin de ğerini anlatmak-
tadır. 261 nei ayette mallar ını Allah yolunda harcayanlar bir çiftçiye
benzetilmektedir ki onun yere att ığı her dâne, her birinde yüz dâne bu-
lunan yedi başak bitirmiştir. Böylece çiftçi, bire yedi yüz alm ıştır. İşte
mallarını Hak yolunda harcayanlar, onu kaybetmezler, tersine bir ver-
mişlerse yedi yüz alırlar. Allah'ın hazinesi boldur, O diledi ğine bunun
kat kat fazlas ını da verir.
Ayet, evvel emird.e yap ılan iyiliklere kat kat ecir verilece ğini 13e-
lirtmekle beraber, teknik geli şmeler sayesinde toprak veriminin art ırıla-
bileceğine de işaret etmiş bulunmaktadır. Çünkü attığı bir dânenin,
her birinde yüz dâne bulunan yedi ba şak bitirdiği bir çiftçiden söz et-
mekte ve Allah' ın dilediğine kata kat fazlas ını da verece ğini bildirmek-
tedir. Demek ki topraktan bire yüz de ğil, bire yedi yüz hatta daha
fazla verim almak mümkündür. Yüce Allah, çiftçilere böyle üstün, bir
verim almayı hedef göstermi ş bulunmaktadır.
262-263: Malı Allah yolunda harcamak iyidir, fakat verdi ğinin ar-
dından başa kakmamak lazımdır. İşte Allah için harcayıp da ardından
baş a kakmayan, dille veya elle eziyet etmeyenlerin, Allah kat ında
mükafatlan büyük olacakt ır. Onlar ne korku görecekler, ne de üzün-
tüye uğrayacaklard ır.
264-265: Baş a kakmak, yard ım ettiği kimselere eziyet etmek, sada-
kalan bo ş a çıkardığı gibi gösteri ş için sadaka verm e k de Allah indinde bir
de ğer taşımaz. Verdiklerinin ard ından ba ş a kakan, ya da Allah'a ve âhi-
rete inanmad ıkları halde gösteriş için sadaka veren kimselerin verdik-
leri şeyler, sert kayalar üzerinde bulunan az bir topra ğa benzetilmi ştir.
Ufacık bir yağmur yağınca toprağı filer, süpürür, cascavlak ta ş ortaya
çıkar ki artık onun üzerinde ne ot biter, ne ekin olur. Mallar ını inanarak
ve Hakk'ın rızasını kazanmak için verenlerin sadakalar ı da bir Bayır
üzerindeki güzel, verimli topra ğa_ benzer. Bu toprak ya ğmur görünce
bol bol meyva verir, bol ya ğmur görmeyip ufak bir ya ğmur çisintisi
de olsa yine ürün verir. İşte o mü'minlerin sadakaları da her hal ve
kârda ürün verecek, sahibine dünya ve âhirette büyük mükâfatlar sa ğ-
layacaktır.
266- İ çinde, ş arıl ş arıl suların aktığı güzel bir hurma ve üzüm bahçe-
sine malik bulunan., çoluk çocuk -sahibi bir insan, hiç ister mi ki birden
Cüz': 3, Sure: 2 315

bire her şeyi kasıp kavuran bir rüzgâr ç ıksın da ürününü yaks ın, bahçesi-
ni mahvetsin, kurutsun, çoluk çocu ğ unu peri ş an bir duruma soksun ?
Elbette kimse böyle bir duruma dü ş mek istemez. İşte sadakalarm ar-
dından baş a kakmak ve eziyet etmek de amellerin meydana getirdi ği
manevi bahçeleri mahvçden dondurucu bir kas ırgadır. Bu hareket,
o güzelim amelleri yakar, kül eder. Hz. Ömer (r.a.): "Biriniz ister mi ki
kendisinin, altı ndan ırmaklar akan, içinde her çeş it meyvas ı bulunan,
hurmalardan ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun da..." ayeti hakkın-
da demiştir ki: "Bu ayet, güzel amel yap ıp da en çok amele muhtaç bulun-
duğu ömrünün son demlerinde kötü amele sapan kimsenin durumunu
sembolik olarak anlatmaktadı,r."'

267— Sadakalar, sevilen, be ğenilen ş eylerden verilmelidir. Zaten at ı-


lacak olan i ğrenç, işe yaramaz şeylerden sadaka olmaz. Nisa Suresinin
92 nci ayetinde de yüce Allah: "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe
iyiliğe eremezsiniz" buyurmaktadır. Evet, makbul olan sadaka, insa-
nın kendi yediği ve giydiği şeylerden verilen sadakad ır. Yoksa kendi-
sinin iğrendiği, çöp sepetine ataca ğı şeyi fakire vermek, makbul bir
sadaka olmaz.

268- Sadaka mal ı eksiltmez, bereketlendirir. Çünkü sadaka, mal ın


ma'nevi pisliklerini temizler, onu helal, temiz yapar. Şeytan insana,
sadaka verince mal ının azalaca ğın ı telkin ederek onu korkutur, iyilik
etmekten geri koyma ğa çalışır. Oysa Allah, sadaka ile mal ın aı almayıp
artaca ğın ı, üsteiik sadaka verenc ma ğfiretini lfitfedreegini va'detmek-
tedir. O halde insan, şeytan ın i ğvasına de ğil, Hakk'm va'dine kulak
asmalı, şeytamn izinde de ğil, Hakk'ın yolunda yürümelidir.

3 ı ı oı 0 «0 3

• (..r°
4 A.
0

(y .k ,k) .

269- Allah, dilediğine hikmeti verir. Kime hikmet verilirse ona çok
hayır verilmiştir. Ancak öz ak ıl sahipleri düş ünüp ibret alı rlar.

Tefsir:

269 nen ayette, hikmetin önemi helirtilmi ştir. Hikmet : hkm kö-
künden gelir. Hükm, hükâmetj ve ilikam manalariyle ilgili olarak

1 Taberi, Câmicu'l-beyan, III, 75, Mısır 1388/1968


316 Bakara Suresi

masdar ve isim olabilir. Her iki halde de özünde bozuklu ğa engel


olmak, iyiliği, düzeni getirmek anlam ı vardır ki'hüküm ve hükümet bu
kökten gelmiştir. Bozuklu ğun kaldırılıp iyiliğin sağlandığı, düzenin
korunduğu her yerde bir hikmet vard ır. Bundan dolayı hikmet denince
mutlaka bir sebep ve sonuç hatıra gelir. Yani hikmet, neticenin sebebe
bağlanması , iki şey arasmda bir ilginin kurulmas ı, sebep ile sonuç
arasındaki münasebetin bilinmesi demektir. Bir i şi başka bir işe bağ-
lama ğa, yani bir yaı gıya varmağa hüküm dendiği gibi doğru olan her-
hangi bir yargıya da hikmet denir. Demek ki bilgiye dayanan amel,
yararlı bir sonuç veren bilgi hikmettir. İslam bilginleri, hikmeti çe şitli
biçimlerde tanımlamışlardır. Birkaçına iş aret ede ıim:
1) Hikmet sözde ve i şte isabettir, 2) Hikmet ilim ve ameldir, 3)
Hikmet, ilim ve fıkıhtır, 4) Hikmet, e şyanın manalarım bilmek, anla-
ınaktı r, 5) Hikmet, icad demektir. E şya arasında hüküraran olan sebep
ve sonuç zincirlerini bilip e şyayı sebeplerle birbirine ba ğlayarak sonuç-
lar, sonuçları da sebep yapıp başka sonuçlar meydana getirmek, yani
kainatı düzen içinde yaratmak demektir ki bu anlamda hikmet Allah' ın
bilgisi ve i şidir. 6) Hikmet, e şyayı tam gerekti ği yere koymak, her şeyi
yerli yerince yapmaktır. 7) Ve nihayet Fahri Raziye göre hikmet, Al-
lah'ın ahlakiyle ahlaklanmak demektir.
Bütün bu tammlardan ve hikmet hakk ındaki hadislerin muhte-
vasından anlıyoruz ki hikmet, derin ve yararl ı bilgidir. Bu bilgi, ancak
düşüncenin ürünü olaca ğmdan yüce Allah: "Ancak öz ak ıl sahipleri
düşünüp ibret alır" demiştir. Kur'ân' ın kasdetti ği hikmet, bir yığın
felsefi nazariyat de ğildir. Asırlarca insanların kafalar ını boş yere uğraş-
tırmış durmuş olan bu tür nazariyattan kaçn ımayı, Resuli .Ekrem
(s.a.v.) Efendimiz bize tavsiye etmi şlerdir: "Yararlı bilgi isteyin, yarar-
sız bilgiden Allah'a s ığının."'
İslam bilginleri, hikmeti tanımlarken mutlaka "amelle birlikte bu-
lunan ilim", yani işe dönüşecek bilgi düşülicesinde ısrar etmi şlerdir.
Bunun gayesi, nazariyatta kalacak yarars ız bilgiden kaçmdırmakt ır.
Kur'an! Kerim'de ilm ve hik ınete çok de ğer verilmi ştir. filmden
bahseden ayet say ısı 750 ye varır. Kur'an, âlimi görür; cahili kör kabul
eder. 2 "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak öz ak ıl sahipleri düşü-
nüp ibret ahr".3 "Ancak bilgin kullar ı, Allah'a gereğince saygı gösterir"4
der.
1 bn Mace; Beyhalsi, Şdabu'l-Inıan; Fayçlu'l-Iç.adir, IV. 108
2 Fatır Suresi, 19-21 nci âyetlere bak ıruz. .
3 Zlimer Suresi: 9
4 Fatır Suresi: 28
Cüz): 3, Sure: 2 317

Fakat Kur'ân' ın istedi ği ilim, bo ş nazariyyat de ğil, insanın iç dün-


yasını aydınlatan din bilgisi ve dış dünyasını aydınlatan müsbet ilimdir.
Yüce Allah: "Biz onlara ayetlerimizi aftikta (dış dünyada) ve kendi iç-
lerinde göstereceğiz"' diyor. idakta gösterilen ayetler, tabiat varl ıklar,
ve bunların tabi olduğu kanunlar, enfüste gösterilen ayetler, insan ru-
hunun derin, aş amaları ve bunlara konulan ilâhi nu4ard ı r. İşte her iki
dünyada Allah'ın kanunların' anlamak, bilgi ve hikmete ba ğlıdır. Kur'-
ân, tabiat kanunlarma "Sunnetullah : Allah' ın &idi" adını verir ve dik-
katinıi2i hep bu olaylara çeker:

"ü stlerinde kanatlarını açıp kapayarak Uçan- kuşları görmüyorlar


mı ? Onları Rahman'dan başka kimse tutmuyor." 2, "Develere bakm ıyor-
lar mı nasıl yaratıldt? Göğe bakm ıyorlar mı nasıl yükseltildi? Dağlara
bakmıyorlar mı nasıl dikildi? Yere bakm ıyorlar mı nasıl yay ılıp döşen-
di?"'
Kur'an, enfüsü ve afak ı yani iç tecrübeyi ve tabiat varl ıldarım bil-
ginin iki temel kayna ğı saymıştır. Güneşi, ayı, gölgenin uzamasını,
gecenin ve gündüzün de ğişmesini, insan renklerinin ve dillerinin' çe şit-
lenmesini, hasılı insan duyusuna çarpan bütün do ğa claylarım Allah'ın -
varlığının ve kudretinin âyetleri (i ş aretleri) görür. Müslümanların görevi,
bu âyetleri derince dü şünüp incelemek, bunların yanından körü körüne
geçmemektir: "Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki onların yanından
(hiç düşünmeden) yüz çevirerek geçerler." 4
Niçin Kur'ân, insanın gözünü tabiat olaylarına çeviriyor? Çünkü
Allah'ın kanunları, her-ân bu olaylarda tecelli etmektedir. Bu kanunlar ı
keşfedenler; Allah' ın kudretini daha iyi anlay ıp O'na gere ğiyle saygı
gösterecekieri gibi tabiata da hâkim olurlar, tabiatm büyük, hatta
yıkıcı güçlerini kendilerine boyun e ğdirir, hizmetlerinde kullan ırlar.
Çünkü Allah, denizleri, da ğları, güneşi, ayı, hayvanları, hasıh her şeyi,
bütün doğayı insanın emrine vermiş, meleki güçler insana boyun e ğ-
miştir. Ancak insanın aklım çalıştırması, tabiatm esrarım bilmesi
lâzım.dır ki tabiata hakim olabilsin. Zira tabiata hakim olmak bilgi i şi-
dir. Bilgili olan, güçlü olur. İşte insanlığın yararına dönüşecek, fi'le ç ı-
kacak müsbet ilim, imanla beraber olursa Kur'an dilinde hikmet adını alır.
Kur'ân ın hikmet dediği müsbet ilim, ruhsuz, maneviyats ız bilgi değil,
Yaratanını görerek yaratıklarım incelenıeğe iten ve inceledikçe insan ın

1 Fussilet Suresi: 53
2 Mülk Suresi: 19
3 Ğgleiye Suresi: 17-20
4 Yusuf Suresi: 105
318 Bakara Suresi

Yaratana kar şı sevgi ve saygısını kamçılayan bilgidir. Bu bilgi insan ı


maddeye kullu ğa değil, maddenin yarat ıcısı Allah'a saygıya; 'iman
sızlığa de ğil, imana götürür. Bundan dolayı Allah'ın Resulü: "Hikmetin
başı Allah korkusudur"' buyurmuşlardır.
İsıâm Peyğamber:, kesin olarak k ıskanmayı yasaklamışken yalnız
ilimde ve hayırda imrenme anlamında kıskanmayı hoş görmüştür:
"Yaln ız iki ki ş iye hased (gıpta) edilebilir : Bir adam ki Allah kendisine
hikmet vermi ştir, o adam bu hikmet gereğince hareket ediyor ve bunu ba ş-
kalarına da öğretiyor ve bir adam ki Allah kendisine mal vermi ştir, o da
o malı Hak yolunda harcamaya koyulmu ştur."2
İslâmda hikmetin yeri o kadar yücedir ki " İlim öğrenmek her ınüs-
lümana farzd ır. İlim öğrenen kiş iye her şey, hattâ denizdeki bal ıklar
bile istiğfar eder."'
İnsan, yer yüzünde Allah' ın halifesidir. O halde Allah' ı n Baktın
ve 'Alim sıfatlarından yararlanmaya, bilgi ve hikmet sahibi olmaya
çalış malıdır. Kur'ân istiyor ki insan, bilgi sahibi olsun, tabiat ı incele-
sin, ondaki ince sanat ı görsün de Yaratan'a daha içten ba ğlansın, O'na
daha gönülden kulluk etsin.
E ğer müslümanlar, birtakım kuru nazariyata dalmay ıp Kur'ân'm
yönelttiği doğrultuda gitme ğe devam etselerdi, hiç şüphesiz Avrupa'-
nın bugünkü düzeyine, Avrupahlardan çok önce varabilirlerdi. Çünkü
başlangıçtaki inkiş af böyle idi. Maamafih, İslâmın ilk feyzinden ilham
alan müslümanlar, ilk be ş altı asır, ilme büyük hizmetler etmi şler, bu-
günkü Avrupa medeniyetinin temelini atm ışlardır.

daı i ‘) L! ..) ..k..; • _.4


<-,, 4-. ; j ..k.; j 4...g..;2-; • -A
(..ı, _:_i_.;:j I CA 3
- . ›.-
, ... . .-, 9 • 9 o
L: :j ...i,42 .fi I j ,j.._:;
, (Y V .) jt:4::11 . * ,:,-.4 '..C.71.-~ l:1;ıii I:, c >4.....
' :i:fit...±
.. -- - - -
o •
e - ›- J- - ı, -11 Ltei_$3..) Lfiıi...a.›...ı J J (5-14
v 1,-. o • o •
4» 4.7-A j

‘,..; ...t..ıo

1 Hakim, Tirmui ve !bn Lâl, İbn Mes'ud'dmi rivayet etmi şlerdir, sahihtir. Faydu'l-Kadir,
574
2 Müslim, şalâtu'l-musâfirin, bâb, 47, hadis: 267
3 bn Abdi'l-Barr, Enes'ten rivayet etmi ştir, sahihtir. IV. 268
Cüz): 3, Sure: 2 319

> o

A j r J Q...4 I
•••
t .9 • o. 5„ ,

° A-7--""1
. 4.w
Ç
(Y v T)
-
O .P "' o O • O •••

j—reL,..11 ci
ft
° -f•‘- ‘. ft ft- İ .*;
çe4
P iı
ı o
L,' -U I (‘" v 4W c..) C.)—•
o Oı O > •
C SCG
-
f‘„
j t-J
Ç4-
°9
(Y v t ) ° .4_°L

270- (Allah için) Yapt ığınız her harcamaya, yahut adadığını,z her
adağı Allah bilir. Zalimlerin yardı mc ısı yoktur. 271- Sadakaları açıktan
verirseniz ne güzel! E ğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için
daha iyidir, ve sizin günahlaı ınızdan bir kısmını kapatır. Allah, yaptık-
larıntz ı duyar. 272- (Ey Muhammed), onları yola getirmek sana düş mez.
Allah dilediğini yola getirin. Verdiğiniz her hayır (sadaka), kendiniz için-
dir. Yaln ız Allah' ın rızasınt kazanmak maksadiyle verirseniz, verdi ğiniz
her hayır, size tastamam verilir ve hiç hakk ınız yenmez. 273- (Sadakaları-
nızı) şu fakirlere (verin ki), Allah yolunda kapan ıp kalm ışlardır. Yeryü-
zünde gezip dola şamazlar. Bilmeyen, utangaçltkParından dolayı onları
zengin sanır. Ordan simalarından (yüzlerinden) tanırsın. Yüzsüzlük edip
insanlardan istemezlr. Yaptığınız kay ıtları muhakkak ki Allah bilir.
274- Mallarını gece gündüz gizli ve aç ık, Allah yolunda verenlerin mükâfat ı
Rableri yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
Tefsir:
270 nci âyette yüce Allah, verilen sadakalar ı, yerine getirilen adak-
ları bildiğini, zalimlerin bir yard ı mcılar ı olmad ığını, 271 nci âyette de
açıkça sadaka vermenin iyi olmakla beraber gizlice sadaka vermenin
çok daha iyi olduğunu, Allah'ın, böyle sadaka veren kimselerin kötü-
lüklerini örtece ğini, günahların bağışlayaca ğmı, zira O'nun, kullarm ı n
yaptığı herşeyi bildiğini buyurmaktadır.
Bu âyet, sadakay ı hiç kimse bilmeden sırf Allah rızâs ı için gizlice
yoksullara vermenin, aç ıkça vermekten daha iyi oldu ğunu gösterir.
Çünkü bu şekilde sadaka, hem gösteri şten uzak kal ır, hem de yoksul,
herkesin içinde utand ırılmaz, onuru kırılmaz. Ancak başkaları nı da
320 Bakara Suresi

sadaka vermeye te şvik gibi toplum yarar ına bir amaç ta şı yorsa o zaman
açıkça sadaka vermek daha efdal olur. Peygamber (s.a.v.)
kendi gölgesinden ba şka hölgenin olmadığı kıyâmet gününde gölgesi
altına alaca ğı yedi kişiden birinin de: "Sağ elinin verdiğinden sol elinin
habeı i olmayacak derecede gizli sadaka veren adam" olduğunu bildirmi ş-
lerdir.' Şu hadis de gizlice sadaka vermenin önemini belirtmektedir:
"Allah Dünyay ı yaratınca Dünya sallanmağa başladı . Allah dağları
yaratıp Dünyanı n üstüne koydu. Dünya istikrar buldu. Melekler da ğları n
gücüne hayret edip sordular :
— Ya Rabbi, dediler, senin dağlardan daha güçlü bir yaratığın
var m ı ?
Evet, demir, dedi.
— Ya Rabbi, demirden daha güçlü bir yaratığı n var mı , dediler.
Evet, ate ş , dedi.
Ya Rabbi, ate şten daha güçlü bir yaratığın var mı, dediler.
-- Evet, su, dedi.
Ya Rabbi, sudan daha güçlü bir yaratığı n var mı , dediler.
Evet, rüzgâr, dedi.
Ya Rabbi, senin rüzgârdan daha güçlü bir yaratığın var mı dediler.
— Evet, sağ eliyle verdiği sadakayı sol elinden gizleyen Adem o ğlu
(riizgârdan da güçlüdür) buyurdu:".2
nci âyette "Onları doğru yola iletmek sana düşmez. Allah dile-
diğini doğ ru yola iletir. Sizin yapt ığınız iyilikler kendiniz içindir. Allah
rızâsı için verdiğiniz sadakalar size ödenir. Verdiğiniz herşeyi tastamanz
Allah kat ı nda bulursunuz" buyurulmaktadır.

Sadaka ile ilgili bu âyetin ba şı ve sonu Allah'ın kulları araunda


hiç ayının yapmadan, mü'min, kâfir, müslüman, gayri müslim, iyi kötü,
her yoksula yard ım etmek gerekti ğini anlatıyor. Çünkü onları doğru
yola iletmek Allah'a ait bir şeydir. Herkes inanc ından dolayı Allah'a
karşı sorumludur. Yard ım ederken insan ın inancını ara ştırmak, kendi
inanç ve dü şüncesinde olmayan yoksula yard ım etmemek do ğru değil-
dir. İbn. Abbâs'ı n rivayetiııe göre Peygamber (s.a.v.), önce yaln ız müslü-
man yoksullara sadaka verilmesini emredermi ş , bu âyet inince herkese

1 Bubtiri, Edeb, 36; Zektı t, 16; Rilf4, 24; kludûd, 19; Tirmizî, Zühd, 53; Nes5'1,
Ca.çlti', 2
2 Kit5bu't-tefsir, 96
Cüz': 3, Sure: 2 321

sadaka verilmesini em ı etmiştir:' Ebu liüreyre de Peygamber(s.a.v.)in


şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Bir adam : 'Ben bu gece sadaka vereceğim" dedi, sadakastny gece-
celeyin götürdü, bir fühi şenin avucuna koydu. Sabahleyin insanlar :
— Sen fâhi şeye sadaka ve ı iyorsun, dediler.
— Allah ım, fâhi şeye (sadaka) verdiğim için sana hamdolsun, bu
gece de sadaka vereceğim, dedi.
Götürüp bir zenginin avucuna koydu (gece oldu ğu için verdiği ş ah-
sın kim olduğunu bilmiyordu). Sabahleyin insanlar :
— Sen zengine sadaka veriyorsun, dediler.
— Allah ım, zengine (sadaka) verdiğim için sana hamdolsun, bu gece
yine sadaka vereceğim, dedi.
Bu kez de sadakas ını götürüp bir hırstun avucuna koydu. Yine in-
sanlar :
— Sen geceleyin h ırsıza sadaka veriyorsun, demeğe başladılar.
— Allahım, fâhi şeye de, zengine de, h ırsıza da verdiğim saddkadan
dolayı sana hamdolsun, dedi.
Ona gizliden gelinip şöyle denildi :
— Senin sadakan kabul edildi. Sadaka verdiğin kimselere gelince :
belki fahi şe uslanır, fuhuştan vazgeçer, zengin ibret al ır da o da Allah'ın
verdiğinden verir ve belki h ırsız da hırsızlığından teybe eder." 2
273 ncü ây et de sadaka verilmesi gereken gerçek yoksullar ı belirle-
mektedir. Sadakalar o yoksullara verilmelidir ki Allah yolunda ku şatıl-
mışlardır. Bir tarafa gidip çal ış acak durumda de ğillerdir, hallerini de
kimseye belli edemezler, utan ırlar, kimseden bir şey isteyemezler. Bil-
meyen, onları görünümlerinden zengin sanı r. Oysa gerçekten yoksul-
durlar. İşte öyle yoksullar ı bulup sadaka vermek gerekir. Peygamber
(s.a.v.): "As ıl fakir, ortaltklarda dolaşıp dilenen, kendisine bir iki hurma,
veya lokma veya bir ekmek parças ı verilen kimse de ğil, kendisine yetecek
kadar rız ık bulamayan, hali bilinmediğ i için sadaka da verilmeyen, kimse-
den de bir şey isteyemeyen fakirdir:" 3 buyurmuştur.
İslâmda zaruret olmad ıkça dilenmek hoş görülmez. Peygamber
(s .a .v.): "Yan ında kendisine yetecek kadar geçimi bulunan kimse dilenir-

1 İbn Kesir, I. 243 (Muhtasarmdan)


2 Buhâri; Müslim, Zekât, 78; Nesâ'i, Zekât, 47, İbn Hanbel, II. 322, 350
3 Müslim, Zekât, hâb: 34, hadis: 101, Nesal, Zekât, 76; Muvatta', ştfatu'n-Neblyy, 7;
İbn Hanbel, I. 384, 446....
322 Bakara Süresi

se dilenmesi, k ıyamet gününde gelip yüzünü t ırmalar buyurmuştur. "Ya


Resulallah, kendisine yetecek geçim nedir ?" diye sormu şlar, "Beş dirhem
veya bunun karşılığı altın" demi ştir.'"
274 ncü ayet de Allah yolunda mallar ını gece gündüz, gizli ve aç ık
harcayanlarm, Allah kat ında büyük mükâfatlara ereceklerini korku ve
üzüntü görmeyeceklerini müjdeliyor.
.7.7 P P., ".■ P .9 .P o
»1 ..9jLjo tj L'!„ C5,.»
P12:7,
1. :11 12 ,
o , P o .... r ... %. r ,0 , Z ,L ı 5 •
2"
''';:1;.),,ı4
• $C.` ,..7.4j b. j/ r .).›. , ,...,.■:3 •CW j›. ı , 1:,..)11 j..,..„.
.. .)CG ğ •.,:A ., dW
...
-',. ,ı '4,),_,.- 1", ,..A:c...c. ',ıl; u. ".4.-_::;t:i ;..;:j .‘•)-..

C) 3:Ü41 jj-.>%:4,-J ( V \1° )) 1.4-JC>.- '" i ° 'A je:J1 ftc..X.,•4:4431 - ' ...1,...(_3,1:9
e-
Ci..,:k5 *)) ( Y ") .
o. - :% P P --
,,...i. I j 'Uç j_S -L..„,_,..,
„,--
o 9
3.,:»1 3 ,:,ı:;',.\:,,i ı 4. ,,_,,
' F34.3" -'0'"
.., S'j11'
i- "ir
-.,- "Z.5Call l i'..,.Cil -_, -
C>,_3l::2.11 {1.14.-.p
-
9 1.;.-.:„.T
.3 ''• >:-: "
' - ' ‘. :CP ''.-->-S -_, * :- -..X....P 05 5 :r -I
- r-
• e'-'.
_......'_ ',1... -1,'..)ı ı - L.,-
• .. -_, c,. ı J''''
4,.$7,2 . - ...) J -,cuı J".. 4.!; ı 9.:AT
' : - -.......kiı "ı4Z:iı:f.
‘4_1,_,,,, j.w ,:,.., f°,:,,,. ıi_;....... ,..... ., o .)t_i(TvA)
z. u ıi_ı_._..7 , , .,
&Li.„.3_,.
.... ,
, . , , • ... ... • 5/ , O , f 5 ,..., o P,„,,,,. o .9 .o P o
-J ,-.0.112..> "V i-4...Lâ:P ... ,..-31 ,..9-A I Q- 4 J ..) -^->:-..' 4 • - ..1 3
I.,_; ..l.da.; 4.) 1 i L e j.....-:-.4 ,.. I .0. .)-1.2-..-i ö .j......-P i .5 ,)3..5" u ._I i(YvN)
., - ._ ,
P Or , , , 0 r 0)03 e o

L•j-? j
„ t Z: °'
0. A j CA j-; f i
275- Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarpmış olduğu kimsenin kalkt ığı
gibi kalkarlar. Bu, onların : "Alışveriş de faiz gibidir" demelerinden ötürü-
dür. Oysa Allah alışveriş i helal, faizi haram 'almıştır. Kime Rabbinden
bir öğüt gelir de (c ö ğüte uyarak faizden) vazgeçerse geçmi şte olan kendi-
sinindir ve iş i de Allah'a kalm ıştır (Allah onu affeder). Kim tekrar (faize)
dönerse onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 276- Allah, faizi
mahveder, sadakaları artırır. Allah, (haramda ısrar eden) hiçbir günah-
kar kâfiri sevmez. 277- Onlar ki, inandılar, güzel işler yaptılar, namazı
1 El:ıl"' Dav6d, Zekât, 34 Tirma, Zektıt, 22; iba Mâce, Zekât, 26; İbn
I. 388, 441
Cüz': 3, Sure: 2 323

kadılar, zekâtı verdiler ; işte onları,n mükeıfatlart, Rableri yanındadır.


Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. 278- Ey inananlar, Al-
lah'tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden (henüz almmarp) geri kalan
k ısmı bırakın (almayın). 279- Eğer böyle yapmazsanız o takdirde Allah
ve Resulilyle sava şa girdiğinizi bilin. Teybe ederseniz, ana sermayeniz
sitindir. Ne haks ızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız. 280- Eğer
(borçlu) darlık içinde ise, bir kolayl ık' a çıkı ncaya kadar beklemek (lâzım-
d ır). (Verdi ğiniz borcu, eli darda olan bc.rçluya) sadaka olarak bağışla-
manız ise sizin için daha iyidir, eğer bilirseniz. 281- şu günden sakının
ki o gün (hepiniz) Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese, kazand ığı ,
tastamam verilecek ve onlara hiç haksızlık edilmeyecektir.

Tefsir•

275-280 nei ayetlerde riba yasaklamyor ve ribâdan vazgeçmeyer ı-


lerin, Allah ve Resulii, ile sava ş a girmi ş olacakları belirtiliyor.

Ribâ, bagatte artmak demektir. " .ül


âyetinde ` 6 ,:..)" büyüdü, yükseldi anlammad ır. -
ayetinde de " sayıca daha çok demektir. Seriatte ribâ: Bir mucava-
za (karşılıklı değiştirme) akdinde ivazs ız (karşılıksız) kalan herhangi
bir fazladır ki, bugün faiz denen ziyadenin ad ıdır. Mucavaza akdinin
esası ; mal ile malı, terazi veya ölçü ile de ğiştirmek demek olan bey`
(satış)dır. Satış, hazan kazanç anlam ına gelir. Fakat kazanç, ancak
iki akdin ürünü olduğundan ivazsız olamaz. On kuruş a alı nan bir şey,
on bir kuruş a satıldığı zaman bir kuruş kâr edilir. Bu kâr, alış -veri şin
karşdaştırdmasından hasıl olur. Halbuki ribâ, yalnız bir akdin ürünü-
dür. Bir akidde cins ve miktar ı aynı olan iki mal, birbiriyle de ğiştiril-
diği zaman bir tarafın alacağı karşılıksız fazlalık ribadır.

Ribâ iki kısma ayrılır: 1) Nesre ribas ı, 2) Fac,11 ribas ı .

1) Nesi'e ribası : Nesre bir şeyi bir süreye ertelemek, veresiye ver-
mek demektir. Bir mal ı, kendi cinsinden bir mal ile, bedelini bir süre
sonra almak üzre de ğiştirmekten do ğan fazlahk, nesi'e ribas ıdır. Mesela
kışın birine bir ölçek buğday verip yaz ın onun yerine iki ölçek bu ğday
almak gibi. Buradaki fazlalık, bedelin veresiye olmas ından doğmuştur.
Bu fazlalıği veren kimse, tamamen kar şılıksız vermiştir. Bunun karşılığı
yoktur.
324 Bakara Suresi

2) Fadl ribas ı : Aynı cins ve miktardaki malların peşin olarak bir-


biriyle değiştirilmesinden alman fazlal ıktır. Bir ölçek buğdayı peşin
olarak birbuçuk ölçek bu ğday ile de ğiştirmek; on gram altunu pe şin
olarak on bir gram altunla de ğiştirmek; bir batman bal ı iki batman
balla değiştirmek gibi.
Ayet nazil olduğu zaman Araplar aras ında nesre ribas ı yaygındı,
başkasmı bilmezlerdi. Birine bir süre için borç verirler, süre dolunca:
"Borcunu öde veya art ır" derlerdi. Borçlu, borcunu ödeyemezse art ı-
rırlardı. Bu artış sayıda oldu ğu gibi nitelikte de olurdu. Mesela verilen
bir deve, zaman ında ödenmezse iki deveye ç ıkarılırdı . Yahut bir ya şın-
daki deve, zamanında ödenmezse süre art ırılınca yerine iki ya şında bir
deve alınırdı .'
Ayrıca belli bir va'de ile borç verirler, her ay bir miktar fazlal ık
aldıktan sonra süre sonunda esas borcun kendisini tahsil ederlerdi. Ş a-
yet borçlu, süresi içinde borcunu ödeyemezse süreyi uzat ır, faizi de ar-
tırırlardı. Böylece va'de yenilendikçe borcun miktar ı artar, faiz yüzde
yüzü geçer, ana paran ın birkaç mislini bulurdu. Ana paraya re'sü'l-
mal, fazlasına da ribâ derlerdi. Faizin kat kat büyümesinden ötürü
hazan borçlu, bütün malını kaybetme durumuna düşerdi.' İşte

° Z...ıi:Pl:İ .4 11(.41

"Ey inananlar, ribâyt kat kat yemeyin" 2 âyetiyle evvel emirde bu insaf-
sı z uygulama yasaklanraıştır. 3
Va'de yenilendikçe eklenen ribâ, yaln ız kapital üzerinden hesap-
landığı gibi hazan biriken faizler de hesaba kat ılarak fazlal ık yekün
üzerinden tahakkuk ettirilirdi. Bu i şlem, bugün basit ve bile şik faiz
dediğimiz sistemden ba şka bir şey de ğildir.4
NesVe ribası denen faizle borç verme, Allah' ın kitabı, Resülün sün-
neti ve müslümanlarm icmaiyle kesin olarak haramd ır. Bundan vazgeç-
meyenler, 279 ucu ayetin aç ıkladığı veçhile bizzat Allah ve resulüyle
savaşa girmiş olurlar ki böylelerinin sonucu husrandan ba şka bir şey
olamaz.
Ribayı yasaklayan âyetleri yukar ıda gördük. Şimdi ribâ hakkında
gelen birkaç hadis üzerinde dural ım:

1 el-Fıkh Calâ'l-mdtthibil-arbaca, II, 246


2 AM İmran Suresi: 130
3 Mai, Mefiltibu'l- ğayb, II, 529; Tefslru Ayki'l-atıklim, I, 161
4 Hak Dini Kur'ân I, 952-53
Cüz': 3, Sure: 2 325

Ubâde ibn es-Sâmit yoluyla gelen bir hadiste alt ı şeyin birbiriyle
değiştirilınesinde bir tarafın alacağı fazlahğın haram oldu ğu belirtil-
miştir: "

,t -$ ."

A- "ti .3 4 ;km=4.-;2J° f",;i-Li' ri L.:-/ff-iJI.J


„ , •
, • „• :o" r ;-,
J aLa
— e

191t : .1; 10..c

1-.5 : Altun altunla, gümü ş gümüşle,


buğ day buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile, tuz tuz ile birbirine tam
denk, eşit ve pe şin olarak satılır. Bu sınıflar birbirinden farkli olursa alış
veriş peşin olduğu takdirde dilediğiniz gibi satın."' Aynı meâlde bir hadis,
Ebu Said el-Hudri'den ve Ebu Hüreyre'den de rivayet edilmektedir:
"Hurma hurma ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, tuz tuz ile misli mis-
line ve peşin olarak değiştirilebilir. Bundan fazla veren veya isteyen riba
yapmış olur. Ancak cinsler değişik olursa fazlalık ribıl olınaz."2
Muhtelif hadislerin ifadesine göre bu say ılan malların kaliteleri
değişik de olsa yine aynı cinsten şeylerin birbiriyle de ğiştirilmesinde
almacak fazlalık ribâ'dır. Ebu Hiireyre'nin rivayetine göre Hz. Pey-
ğamber'in, Hayber'e vali tayin etti ği bir adam, Hz. Peyğamber'e Cenib
hurması getirmişti. Hz. Peyğamber, Hayber hurmalarmın hepsinin böy-
le güzel mi olduğunu sordu. Adam: "Hayır, ya Resulâllah, dedi, biz
iki ölçek hurma verip bu hurmadan bir ölçek al ıyoruz" dedi. Hz. Pey-
ğamber: "Böyle yapma, dedi, kendi hurman ı para ile sat, sonra o para
ile Cenib hurması al."' Bir başka rivayete göre de iki ölçek dü şük kali-
teli hurma verip bir ölçek Berniy hurmas ı alan ve bunu Hz. Peyğamber'e
hediye getiren Bilâl'e Hz. Peygamber. "Bu, aynen ribâd ır, bunu yap-
ma, eğer iyi hurma almak istiyorsan, kendi hurmanı sat, o para ile iyi
hurma satın al" dedi.
Buna benzer birkaç hadis, aynı cinsten iki mal arasında kalite far-
kı da olsa bunların birbiriyle değiştirilmesinde fazlalığın ribâ olduğunu
söylüyor. Fakat Abdullah ibn Abbas, peşin olunca aynı cinsten iki malın
mübadelesinde fazlalığın riba olmayacağı kanaatindedir. Ona göre
ribâ, ancak veresiye de ğiştirmelerde olur. Ebu Sâlih şöyle diyor: "Ebu

1 Müslim, MüstılFrıt, btıb: 15; Tirmifi, Buyü`, 23


2 Müslim, Mü'sliVit, bilb: 15
3 Müslim, MiisalAt, b51): 17
326 Bakara Süresi

Said el-Hudri'nin, Dinar dinarla, dirhem dirhemle ancak misli misline


de ğiştirilebilir. Fazla alan veya veren ribâ yapar, dedi ğini işittim. Ken-
disine, İbni Abbas'ın, aksi kanaatte olduğunu söyledim. Bana dedi ki:
(İbni Abbas'ı gördüm, bu söyledi ğini Allah'ın Resuliinden mi işittin,
yoksa Allah' ın kitabında mı gördün)? dedim (Allah' ın Resulürdtn
işitmedim, Allah'ın kitabında da görmedim. Ancak bana Vsâtue ibn
Zeyd, Peygamber (s.a.v.) in "Ribâ ancak nesrededir (va'de ile verilen
şeylerdedir)" buyurdu ğunu söyledi, dedi. " 2 Darinarnin rivayetine göre
de "Usame ibn Zeyd, İbn Abbas'a, Hz. Pey ğamber'in: "Ribâ, ancak
borçtadır" dediğini anlatmıştır.2
,

İşte rsâme'nin nakletti ği bu hadise dayanan Abdullah ibn Abbas,


aynı cinsten iki şeyin pe şin de ğiştirilmesinde al ınacak fazlamn riba
olmayacağı görüşünü benimsemi ştir. Gerçi onun sonradan bu fikrinden
vazgeçti ği de rivayet edilir ama bu zayıf bir ihtimaldir. İbni Abbas'ın
delili şudur: ' A : Allah bey'i helâl 'aldı" cümlesi,
para olan dirhemi dirhem kar şılığında satmayı da içine alır. Çünkü bu
da bir satıştır. « : Ribay ı haram kıldı" sözü, bu satışı ya-
saklamaz-. Çünkü ribâ, ziyadeden ibarettir. Her ziyade haram de ğildir.
"Allah ribayı haram kıldı" sözü, araplar aras ında uygulanan nesre
ribasını yani faizle ödünç para vermeyi haram k ılmaktadır. Demek ki
façll ribası helâldir. Hadisin bu ribay ı yasakladığı söylenemez. Çünkü
o zaman Kur'ân' ın, haber-i vâhidle tahsis edilmi ş olması gerekir ki bu
caiz de ğildir.'
Bir şeyi kendi cinsiyle de ğiştirmek, yaygın bir işlem de ğildir. An-
, cak birinde ötekine göre kalite fark ı veya daha fazla yarar bulundu ğu
takdirde de ğiştirme işlemi yapılır ki o zaman da İbni Abbas'ın daha isa-
betli bir görüş benimsediği anlaşıhr. Kur'ân' ın gayesi, faizle borç ver-
menin, tefeciliğin önüne geçmektir. Kalite fark ından dolayı aynı cinsten
şeylerin de ğiştirilmesinde fazlal ık olmas ı tabiidir. Mesela on gram külçe
altunla on gram i şlenmiş yiizük aynı cins ve miktardadır ama bunların
de ğerleri ayn ı de ğildir. I şlenmiş yüzükte kuyumeurıun eme ği vard ır.
Buna, ra ğmen bu alışveri şe hile karışma ihtimali bulunduğundan
dört mezhep de ayn ı cins şeylerin de ğiştirilmesinde fazlal ık!, haram olan
ribâ saym ıştır. Baz ı kimseler, bir cins bu ğdayın, daha dü şük kalitedeki
buğdayın iki üç misline denk oldu ğunu söyleyip kar şıdakini aldatabi-
1 Müslim, Müsâküt, 18
2 Dkimi, Büyü' 42
3 Râzi, Mef8t111, II, 530
Cuz': 3, Sure: 2 327

lirler. Kalite farkı olmakla beraber, birinin, ötekinin ne kadarma denk


olduğunu herkesin ve her zaman kestirmesi mümkün olamaz. Bundan do-
layı insanlar aldatılabilirler. Bu tür aldanmalar ın önüne geçmek için ay-
ıu cins ve miktardaki şeylerin birbiriyle de ğiştirilmesinde fazlal ık haram
sayılmıştır. Bu de ğiştirme pe şin de olsa, veresiye de olsa durum ayn ıdır.
On gram altunun, on iki gram altunla pe şin veya veresiye de ğiştirilmesi
haram kabul edilmiştir. De ğiştirilecek şeylerden birinin i şlenmiş, diğe-
rinin işlenmemiş olması da meseleyi de ğiştirmez. Yüz gram i şlenmiş ,
nakışlı bir yüzüğün, yüz on gram i şlenmemiş altun ile pe şin veya vere-
siye satılması faiz sayılmaktadır. Bunlar de ğiştirildiği takdirde para olan
altun ile, satın alınacak altun ayn ı miktrada ve ayn ı mecliste alınıp
verilecektir ki be:1M olsun.
Fakat cinsler de ğişik_ olursa iki şeyi pe şin olmak kaydiyle fazla
ile değiştirmek helâldir, biri veresiye olursa haram olur. Bir kile bu ğday
karşılığında pe şin olarak iki kile arpa al ınabilir. Ama bir kile buğday
verip bir ay veya bir y ıl sonra iki kile arpa almak haram olmaktad ır.
Abdurrahman ibn Ebî Bekre'nin, babas ından anlattığına göre Hz.
Peyğamber (s.a.v.), kendilerine, gümü şü altunla, altunu gümü şle di-
ledikleri gibi satın alabileceklerini, ancak bu ali şverişine peşin olması
gerektiğini söylemi ştir.' Beri ibn ifadesine göre medine'de ve-
resiye olarak altun kar şılığı para satılır, hac mevsimi girince veresiye
verilen paranın kar şılığı olan altun aluurnuş . Allah'ın Resulü Medine'ye
geldiklerinde: "Bu al ışveriş peşin olursa bir sakınca yoktur, veresiye
olursa ribadır" demi ş . 2

Hz. Ömer de altunun para ile ancak pe şin olarak de ğiştirilece ğine
kani'dir. Malik ibn Evs, Hz. Omer'iu huzurunda paras ını bozdurmak
istemiş . Orada bulunanlardan Talha ibn Ubeydullah: " Şimdi altununu
ver, param sonra gel al" demi ş . Hz. Ömer: "Hayır ya şimdi parasını
ver, veya altunu iade et. Çünkü Pey ğamber (s.a.v.), paran ın altunla,
buğdayın buğday ile, arpan ın arpa ile, hurmanın hurma ile ancak pe şin
değiştirilebilece ğini, veresiye olursa ribâ olaca ğım söyledi" demiştir.3
ığı rivayete göre Hz. Peygamber, pe şin Dirm'nbOedal
alişveri şte dirhem yerine dinar, dinar yerine dirhem al ınmasına müsa-
ade etmiş ,4 Buharrnin rivayetine göre de altunu veresiye olarak para
ile satınaktan men etmi ştir.'
1 Müslim, Müstılsüt, bâb: 17
2 Müslim, Müs4üt,.bâb: 16
3 Müslim, Müsalgit, hâb: 15; Tirmikl, Büyü', 24
4 Dtirimi, Büyü', 43
5 Bubâri, Buyü` 80; Müslim, Mils4rit, hadis: 87 Nesâi, Büyü( 49;...
328 Bakara Suresi

Acaba ribâ, yalnız hadiste sayılan altı şeyin değiştirilmesinde mi


olur, yoksa di ğer mallara da Ş amil midir? Kıyası kabul etmeyenlere gün
ribâ yalnız hadiste belirtilen alt ı cinse mahsustur, di ğer mallarda riba
olmaz. Öteki mezheplere göre ribâ, hadiste say ılanlara kıyas edilebile-
cek bütün mallarda cereyan eder. Ribân ın yasaklanmasına sebeklan
Metin bulunduğu her şeyde ribâ olabilir. Ancak ribâ'n ın tahrim illeti
üzerinde mezheplerin görü şleri de ğişiktir:
Hanefilere göre ribâ'nın tahrim illeti: dirhem ve dinarlarda vezn
(tartı), diğer şeylerde keyl (ölçü) ve cins birli ğidir. Ölçü ile satılan her
şey buğday ve arpaya, tart ı ile satılan her şey altın ve gümüşe kıyas
edilir Bunların ayni cins ve miktarda olanlar ı, birbiriyle fazlas ına de ğiş-
tirilemez. Ölçü ve tart ı ile satılmayan, 'sayı veya metre ile satılan şey-
lerde ribâ cereyan etmez.
ş affilere göre ribâ'nm tahrim illeti: dört şeyde gı dahk ve cins bir-
liği, altun ve gümüşte paralık vasfıd ır. ş afiller, yiyecek veya paral ık
vasfı bulunan şeyleri, hadiste zikredilen alt ı maddeye kıyas edip bunlar
arasında ribayı haram saymışlardır.
Malikilere göre illet: g ıda veya gıdayı iyileştiren, ş ey olmaktır.
Buğday gıda, tuz ise gıdayı iyileştiren şeydir. Abdul-Melik ibn Mâci-
şun'a göre de illet faydad ır. Kendisinden yararlanılan her şeyde ribâ
işlemi cereyan eder.
Günümüzdeki dalgal ı para sistemlerinde ribân ın durumu:
Hadiste beyan edildiği üzre cins ve miktar ı aynı olan şeyleri
değiştirmede fazlalık ribâdır. Altun, gümüş ve hadiste gösterilen
öteki maddeler, de ğerini koruyan şeylerdir. Faraza on y ıl önce bir
• gram altun ne kadar iş görürse bugün de o kadar i ş görür. Gerçi o
zaman altunun gram ı düşük idi ama karşılığı olan para kıymetli idi.
On yıl önce fiyatı 15 lira olan,bir gram altunun al ış gücü ne ise bugün
fiyatı 2000 lira olan bir gram altunun al ış gücü de odur. Bundan dolay ı
altun veya gümü ş , yahut bunlardan yap ılmış para borç vermi ş olan kim-
se, bir süre sonra yine ancak verdi ğinin mislini alabilir. Bundan fazla-
sını alması haramdır.
Fakat bugün uygulanan dalgalı para sistemleri, yıldan yıla, hattâ
aydan aya de ğer kaybma uğramaktad ır. Bir yıl önceki yüz lira ile, bir
yıl sonraki yüz liran ın alış gücü aynı değildir. Bu paralar, mutlaka sa-
tın alma gücünden % 5,—% 50,60 oran ında değer kaybma uğramaktadır.
Binaenaleyh, bu paralar ı borç verenin, verdi ği borcun, borç verdi ği
andaki değerini karşılayacak oranda bir fazlal ık alması haram olmasa
Cüz': 3, Sure: 2 329

gerektir. Çünkü bunlar altun ve gümü ş olmadığı için hadiste zikredilen


altı şeyin hükmüne girip girmedikleri hususunda ne de olsa bir şüphe
vardır. Ödünç veren, böyle bir fazlal ık almazsa zarara u ğramış olur.

Faraza bir yıl önce bin lira borç veren adam, bir y ıl sonra yine
bin lira alırsa-paranın yılda yüzde on veya daha fazla de ğer kay-
bına uğradığın ı düşünürsek en az 100 lira zarar etmi ş olur. Çün-
kü bin lira, bir yıl 'sonra 900 lira de ğerine düşmüş tür. O halde
bu adamı ziyana sokmamak için paran ın yılda uğradığı değer kay-
bını vermek lazımdır. Bu bir fazlalık de ğil, adamın kendi paras ıdı r.
İslam kimsenin zarara u ğramasını istemez. Evet altun ve gümü ş ,
yahut hadiste say ılan maddelerin ödünç verilmesinde fazlal ık ha-
ramdır, faizdir. Fakat de ğer kayb ına uğrayan paraların ödünç veril-
mesinde paranın değer kaybı kadar bir fazlalık, haram faiz hükmüne
girmez, yahut borcun, altun veya gümü ş ğibi değerini koruyan mad-
deler üzerinden verilip al ınması uygun olur. Mesela borç olarak al-
tun verilir ve alınan altun aynen ödenir. Böylece borç veren de
zarardan korunmu ş olur.

Faizi yasaklayan ayet geldi ği zaman Araplar aras ında uygula-


nan, yüzde yüzü geçen fil:Palaz ı da göz önünde tutarsak Kur'ân' ın
gayesi daha iyi anla şılır. Kur'ân, bu tür ribâlardan tahsil edilmemi ş
olanlarm art ık bırakılmasını emretmi ştir.

Fertlere, özellikle fakir kimselere verilen borçlardan bu de ğer


kaybını dahi almak doğru de ğildir. Çünkü Kur'an, müteakip ayette eli
darda olanın borcunun ertelenmesini veya tamamen tasadduk edil-
mesini emretmektedir. Fakat tamamen zenginlerin kar gayesiyle kur-
dukları bankalara yatırılan paranın, değer kaybını almak haram olmasa
gerektir Çünkü o şirketler muhtaç de ğildir ki onlara borç verilsin. On-
lar da zaten bu paray ı borç olarak almıyorlar. Onların gayesi, mevduatı
toplayıp yatırım yapmak, yüksek oranlarda karlar sa ğlamaktır. 0 halde
onların kazanmasına katkısı olanlar da. hiç de ğilse paralarının değer-
kaybını almalıdırlar. Kur'ân' ın gayesi, oturdu ğu yerde fakirlere borç
verip yüksek faizler almak suretiyle onlar ın sırtından zengin olmayı
önlemektir. Fukaranm cebinden, bedelsiz ç ıkan bu paralar, onun göz
yaşıdır. Alanı iflah etmez. Has ılı fertlere verilen borçtan faiz almak
haramdır.
Takside satış : İkinci husus da taksitle sat ış meselesidir. Bunun
da faiz olup olmadığı çok sorulur. Pe şin olarak yüz liraya sat ılacak
bir mal, veresiye yüz on liraya sat ılabilir. Bu fazlalık haram de ğildir.
330 Bakara Suresi

İ mam Fahr-i Râzi'llin tefsirinde aynen şu cümle mevcuttur: " Şimdi


on lira değerinde olan bir kuma ş], bir ay va'de ile on bir liraya satmak
caizdir."i
Satıştaki pe şin veresiye farkına gelince e ğer alınan verilen iki bedel
aynı cinsten de ğil iseler, bunlar bir akidde birbirleriyle kar şılaştırdd ık-
ları, birbirleriyle ölçüldükleri zaman aralar ında fazlalık farkına imkân
yoktur. Fazlalik bunları bir, akidde de ğiştirmede de ğil, akdin -dışında
kalan üçüncü bir ölçü ile sabit olur. Bundan dolay ı yalnız bir satış akdi,
hiçbir zaman kazanç ifade etmez. Sat ışta kazanç, bir şey üzerine birkaç
akdin yap ılması sonucudur. Tüccar, böyle çe şitli akitlerle u ğraş an kim-
sedir. Meselâ 50 lira, şu anda ve şu akidde bir kilo bu ğdaya tam kar-
şılık olabildiği gibi başka bir gün ve ba şka bir akidde on kilo veya yarım
kilo buğdaya da karşılık olabilir. Ve lira ile bu ğday arasında cinsle-
rinin ve yararlar ı= farkhl ığından dolayı iki taraf her zaman için hakiki
_ bir mübadele yapabilir. Hiçbiri bir kayba u ğramaz. Bu akid, taraflar-
dan birine bir kâr temin ederse o kâr yaln ız bu akidden de ğil, bununla
daha önce yap ılmış olan bir akdin kar şılaştırdmasından meydana gelmi ş-
tir. On kilo unu 500 liraya satan adam, belki bunu 250 liraya alm ıştır. Bu
nun tersine on kiloyu 200 liraya satan da bunu 400 liraya alm ış olabilir.
I şte kâr, iki akdin kar şılaştırdmasmdan anlaşılır. Ticari iş lemlerde kâr
ve zarar hep böyledir. Bu akidlerin yal= kendileri dü şünüldüğü zaman
ne kâr ne de zarar olmaz. Binaenaleyh bir şeyi pe şin ayrı, veresiye ayrı
bir fiyatla satmak faiz değildir. Faiz, cins ve miktarlar ı aynı olan şeyleri
değiştirmede olur. Un veya kuma ş ile parayı değiştirmek, ne suretle
olursa olsun bir satıştır. Ama un unla gerek pe şin ve gerek veresiye de-
ğiştirildi ğinde fazlalık ribâdır. Taksitle sat ışlardaki fazlalığı ribâ kabul
etmek do ğru de ğildir.
275 nci âyetten anla şılıyor ki Câhiliyye ça ğının, tefecilikle başka-
sının sırtından geçinmeyi Met edinen insanlar ı, faizle borç vermeyi
bir ticaret i şlemi saymakta idiler. Ayet, ribâ ve ah ş -verişin ayrı şeyler
olduğuna dikkati çekmektedir. Çünkü ah şverişteki kazanç bir çabanm,
vakit ve mal harcaman ın ürünüdür. Halbuki oturdu ğu yerde parayı
faize vermekte bir çaba yoktur. Bir taraf oturdu ğu yerde hiç emek sar-
fetmeden para kazan ır, öteki ziyan eder. Bu, insanlar aras ında sevgi
yerine dü şmanlık, huzur yerine anar şi meydana getirir.
Bugün de faiz sistemi çok yayg ın bir hal almıştır. Öyle ki faizsiz
ekonomi olmayacağı kanaati hakim olmaya başlamıştır. Hz. Peygamber
bu duruma: '"İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki herkes ribâ yiyecekler,
1 Meftıtibu'l- ğayb, II, 534
Cüz': 3, Sure: 2 331

yemiyene de faizin tozu bula şacakttr"' hadisiyle iş aret buyurmu ştur.


Buharide de ayn ı meâlde bir hadis Ebû Hüreyre'den rivayet edilir:
"Insanlara öyle bir zaman gelecek ki ki şi aldığı malın helâlden mi, haram-
dan mı geldiğine aldırmayacaktır."2
Faizciler, faizin mal ı artıracağını sanırlar. Oysa Allah böyle insan-
ları iflah etmez. Faizle artan mal ın bereketini kald ırır: Yüce Allah
Rum Suresinin 39. âyetinde:
„ — .

Jli Ai l (j pJ j_ f

A NA. `1
• 51 % ..0 j j .! J.> j A

Insanların malları içinde artması için verdiğiniz faiz (mal ı), Allah kat ın-
da artmaz. Ama Allah' ın rızasını isteyerek verdiğiniz Işte (sevap-
larmı ve mallarını) kat kat artıranlar on(u veren)lerdir." Hz, Peygamber
(s.a.v.) de: "Ribâ çok da olsa sonu azalmaya rılahkümdur" demiştir.3
Yukarıya yazdığımız Rum Serisinin. 39. ayeti Mekke'de inmi ştir.
Bu âyetle henüz Mekke devrinde dahi islam ın ribâ hakkındaki görüşü
belirlenmiş , riba kötülenmi ş, sadaka övülmüştür. Ribâ hakkında atı-
lan ilk adım budur. İkinci aş amada, Mi İ mran Suresinin 130 11 CU üye-
tiyle kat kat faiz yenmesi yasaklanm ıştır. Ve nihayet Veda Hace ı Sıra-
larında indiği rivayet edilen.4 tefsirini yapmakta olduğ umuz âyetlerle
faiz tamamen haram k ılınmıştır. İleri toplumlarda faiz i şlemi cereyan
etmez. Demek ki Hz. Muhammed Aleyhisselân ı'm 23 senelik peyğam-
berlik hayatının sonlarında islam toplumu bu tekâmül seviyesine gel-
diğinden faiz tamamen yasaklanm ış ve Hz. Peygamber Veda hutbe-
sinde: "...Câhiliyye faizi yasakt ır. Ayağımın altına aldığım ilk ribâ kendi
fcıizimiz, Abdulmuttalip o ğlu Abbas'ın faizidir. Onun bütün faizi kald ırtl-
m ıştır.."6 sözleriyle faizin tamamen yasakland ığını duyurmuştur.
İslamdan önceki ilahi dinlerde de faiz haram k ıhnmıştı. Bugünkü
Tevrat'ın, Çıkış Kitabının 22 nci bab 25 nei âyetinde faiz yasaklanmak-
tadır. Buna ra ğmen İsrail oğullaiı bu yasa ğı çiğneyip faize dadanmış lar,
dünyaya da faizcili ği yaymışlard ır. Bu yüzden Kur'ân onlar ı faizcilik-
le nitelemektedir: "Menedildikleri halde faiz almaları ndan ve haksız
yere insanların mallarını yemelerinden ötürü..."6
1 !bn Mâee, Tieârât 58; Nesâ'i, Buyâc 2
2 Bûhârî, Buyü, bâb kavlillâh yâ eyyuhâlleMne âmenü lâ te'kuhfr-ribâ
3 tim Hanbel, I, 395, 434 •

4 Hz. ömer'den rivayet edildi ğine göre son nazil olan ayet, ribâ âyetidir. İbn Mke, Ti-
eârât, 58
5 Müslim, klace, hadis: 147; Ebâ Dâvtid, Buyâ` 5; ibn .Mâce MenLik 76;...
6 Nisa Suresi: 161
332 Bakara Surest

Daha sonra bu i şlem, Araplar aras ında yayıldığı gibi günümüzde


de bu illet bütün toplumları sarmıştır. Bütün insanlığı, aynı inanç sis-
temi içinde birle ştirip karde ş yapma gayesi güden Islam, bu i şlemi
tamamen yasaklamakla insanlar ı birbirine düşman edecek, toplumda
huzursuzluklara sebebolacak bir kötülü ğü ortadan kald ırmak istemiştir.

* C.)I • 4 "tA 41 1 >,.g..31 jjk,4 1 £11 tf f. 1


- t!.»
fi •
3-4 L
:

"Ey inananlar, Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden (henüz


alınmayı ) geri kalan kısmı bırakın (almayın)." âyetiyle de eskiden ve-
rilmiş olan borçlar ı n kalan faizleri tamamen kald ırılmıştır. Ancak esas
borç, sahibine ödenecektir.

Bu ayetin ini ş sebebi hakkmda birkaç rivayet varsa da hepsi ay-


nı noktada toplan ır: Abdul-Muttalib o ğlu Abbas ile Mugire o ğullarından
biri arkada ş idiler. Bunlar Cahiliyye devrinde Sakiflilere faizle borç
vermişlerdi. Islam geldi ğinde bunların büyük miktarda faiz alacak-
ları vardı . Yüce Allah " Faizden geri kalanı, bırakın" âyetini indir-
mekle bu faiz alacaklar ı kaldırıldı. Bir başka rivayete göre de Sakîf-
li ibn Umeyr oğulları , Muğire oğullarmdan faiz ahrlard ı. İ slam
geldiğinde Amr o ğullarmın, Muğire o ğulları üzerinde çok miktarda
faiz alacakları vardı . Bunlar, fethinden sonra Mekke'ye vali olan At-
tâb ibn Esid'e gelip Mu ğire o ğulları üzerindeki faiz alacaklar ını tahsil
etmesini istediler. Attâb da durumu Allah' ın Resulüne yazdı. 278 nci
ayet bu münasebetle ind=. Bundan böyle ancak ana paralar ını alabile-
cekleri, faizi b ırakmadıkları takdirde Allah ve Resulüyle sava şa gire-
ceklerini bilmeleri duyuruldu.'

Insanları faizden sakmdıran çok hadis vard ır. Hz. Peyğamber


(s.a.v.) faiz yiyene, yedirene, bunu yazana ve ş ahidlerine lânet etmi ş-
tir? Semure ibn Cundeb'in rivayet etti ği bir hadiste de Peyğamber
(s.a.v.) şöyle buyurmu ştur: "Bu gece r ıy'yamda iki adam gördüm, bana
geldiler, beni Arz- ı Mukaddes' götürdüler. Yürüdük, kandan bir nehrin
kenarına geldik. Nehrin içinde bir adam duruyordu, ortasında da önünde
taş bulunan bir adam bulunuyordu. Nehrin içindeki adam çıkmak için ke-
nara geldi, çıkmak isteyince elinde ta ş bulunan adam taşla ağzına vurup onu
eski yerine döndürdü. Her çıkmak isteyince o adam ta şla vurup eski yerine

1 Taberl, III. 106-107


2 Bubârl, Buyfi c bâb Mûkil er-Ribâ; Müslim, Milsükrit, hah: 19; Tirmizf, Buyilc 2
Cüz) : 3, Sure: 2 333

döndürüyardu. Bu kimdir? dedim 0 nehirde gördüğün adam, ribâ yiyen-


dir dedi."'
Faizin yasaklaninas ındaki hikmeti müfessirler ş öyle açıklıyorlar:
1- Faiz, insanın malını karşılıksız almaktır. Mal canın yongasıdır,
Hadisi şerifte belirtildi ği üzre insanın malı da canı gibi dokunulmazd ır.
O halde insanın malını karşılıksız almak haramd ır. Söyle denilebilir:
Eğer kapital, sahibinin elinde uzun süre kalsayd ı , adamın onunla tica-
ret yap ıp kazanç sa ğlaması mümkündü. Bu paray ı uzun müddet bo ı ç-
lunun eline verince borçlu bunu çalıştırıp kaz anç sa ğlayabilir. O halde
borçlu neden para sahibine sa ğladığı yarara kar şılık bir fazlalık ver-
mesin? Bu dü şünce do ğru de ğildir. Borçlunun o para ile ticaret yap ıp
kazanç sa ğlamas ı kesin de ğ il, itibari bir şeydir. Kazanç sa ğlayabilir
de sağlayamaz da. Böyle şüpheli bir şeye kar şılık kesin olan bir şeyi
vermek borçluya zarar açar.
2- Faiz, insanları, oturduklar ı yerde zahmetsiz para kazanma ğa
alıştım, çalışıp çabalamadan alakor. Çünkü birkaç kuru şu olan, faizle
parasını artırma imkanını bulunsa geçimini temin için bu kolay yol ıı
seçer, zahmetli olan ticaret, sanat külfetine katlanmaz. Bu da üretim,
çalışma kabiliyeti olan birçok kimseleri atalete sevk eder. Sermaye
sahipleri, paralarma çabalar ını da katarak çal ışırlarsa topluma daha
yararlı olurlar. Dünyanın yararı, ticaret ve sanatla u ğraşmaktadır.
Dünya bununla imar edilir. Ticaret kurumlar ı açmak, atölyeler, fabri-
kalar kurmak suretiyle birçok kimseye i ş imkanı sağlanır, beldeler
mamur olur.
3- Faiz, insanları birbirlerine kar şılıksız yardım etmekten alakor.
Artık kimse kimseye Allah rızası için güzel borç vermez olur. Borç-
lular, faizle ald ıkları borcun gittikçe büyüdü ğ ünü, korkunç miktarlara
vardığını görünce borcu verenlere dü şmanlık besierler, fırsat bulunsa
ne borcu, ne de faizini vermek istemezler. Bu durum, toplum ahlaki=
bozulmasına yol açar.
4- Faiz, zenginlere fakirlerden daha çok kazanma imkan ı sa ğlar.
Çünkü genellikle borç veren zengin, borç alan fakirdir. Faiz, zenginin,
zaten zay ıf, mii şkil durumda bulunan fakirden kar şı lıksız para almas ı,
onun sı rtından daha çok zengin olmas ı demektir ki kuvvetlinin zay ıfi
böylesine ezmesi, Allah'ın rahmetine aykırıdır.
5- Bunlar, faizin yasaklanmas ı için hatıra gelen baz ı sebepler ola-
bilir. Ama yasa ğın sebebi, yaln ız bunlarClan ibaret de ğildir. Çünkü biz,
1 Bubâri, Buy'd, bâb âkil er-Ribâ
334 Bakara Soresi

dini tekliflerin bütün hikmeti( rini bilemeyiz. Belki daha bilmedi ğimiz
nice zararlar ından ötürü Allah faizi yasaklamıştır.°

Faizin kalkması ferdin işi değil, toplumun i şidir. Her muâmelesi


faizle i şleyen bir toplumda ya şayan fert de ister istemez faize bula şır.
Onun korunmak için bankala ı a yatı rdık.' paradan banka yüzde elli,
yüzde yüz kazan ırken kendisinin aldığı yüzde beşlik faiz, aslında para-
sını n süre içinde uğradığı de ğer kaybını bile karşılamaz. Zarurete bi-
naen o da paras ının faizini alır, ama içi tutmuyor, takvas ı müsaade
etmiyorsa faiz olarak ald ıklarını fukaraya, hay ır kurumlarına verir.
3. , •••
-La.; C.) 1 .> b JI
0.4 /, 111 0,

« (j.) e..5•j

280- "Eğer borçlu darlık içinde ise bir kolayl ığa plancaya kadar
beklemek löz ımdı r. Eğer bilirseniz, sadaka olarak bağıslamanız sizin için
daha hayırlıdır."
Müslüman fedâkârd ır, güzel borç vererek müslüman karde şlerinin
dertlerine deva olur. Verdi ği borcun mükâfatını berçludan de ğil, Al-
lah'tan bekler. Borcundan faiz almad ığı gibi vadesinde ödeyemeyen fa-
kire, eli gen; şe çıkıncaya kadar süre tan ır, icraya verip Ona yata ğan
yorganım sattırmaz. Ş ayet hiç ödeyemeyecek durumda ise borcunu
bağışlar, sadaka sayar. Ahmed ibn Hanbel'in, Süleyman ibn Burey-
de'den rivayet etti ği bir hadiste Hz. Pey ğamber: verdi ği borcu, güç
durumda bulunan borçlunun geni şliğe kavuşmasına kadar erteleyen
kimseye Allah'ın, va'desinden önceki her gün için borcun bir misli,
va'desi dolduktan sonraki her gün için de borcun iki misli sadaka sevab ı
verece ğini bildirmiştir.2 Es'ad ibn Zürâre'nin rivayet etti ği bir hadiste
de Hz. Pey ğamber:
. 9 7; .9 • • Z; ••• •
k
J
ıl; ( .1."W • LUL, C.) 1
Kim ki Allah' ın, kendisini, gölgesi altında gölgelendirmesini isterse
eli darda olan borçluya mühlet versin, ya da borcunu tamamen kaldır-
sın"3 demiştir. Darlık içinde bulunan borçluya borcunu erteleyen veya
tamamen bağışlayan kimseyi Allah'ın, kıyamet gününde gölgelendir-
ece ğine, teybe edinceye kadar onun i şlediği giinahlarclan geçece ğine
dair muhtelif hadisler vard ır.

1 Rtlei, Mefâtibu'l- ğayb, II, 531


2 Ibn Hanbel, Musned, V, 360
3 Ibn Mâce sadaldit, 14; Ibn Kesti., I, 331
Cüz': 3, Sure: 2 335

-*5

ı i o t. ..9 o o

:Şu günden sakının ki o gün (hepiniz) Allah'a döndürüleceksiniz, sonra


herkese kazandığı tastamam verilecek ve onlara hiç haks ızlı k edilmeye-
cektir."
BuharVnin, İbn Abbas'tan aldığı rivayete göre bu ayet son nazil olan
ayettir.° Ayet, önceki ayetlerle ba ğlantılıdır. Hz. Omer'den de riba
ayetinin, son nazil olan ayet oldu ğ u rivayet edilmi ştir. Demek ki faizin
hükmünü bildiren bu ayetler topluca inmi ştir. İbn Abbas şöyle demiş -
tir: "Bu ayet Resule inen son ayettir. Allah' ın Resulü, haccederken
kendisine Kelâle ayeti olan ayeti indi, Arafat'ia dururken
ay eti indi. Sonra da « 1.
. 4,9 ayeti indi. Cebrail Aleyhisselâm: Ey Muhammed,
bunu Bakaran ın ikiyüz sekseninei âyetinin ba şına koy, dedi. Allah' ın
Resulü bundan sonra seksen bir gün ya ş adı ." Yirmi bir gün, yedi gün,
üç saat ya ş adığı da rivayet edilir 2

A 111 C4._. I k:
-
t. - .t , . ot - 3 99 01
ke.br L L,r, j ir) 1—) • 1..ffl

o le 9 o o .5, o

(5. .111 j J L9 I - JI
9o o o
( 5 :L11"
4. Ci .)
ı

- 7: 9 o -1 9 O•Ç ı ..rlı O
1 t ilm.""4,

.9 0
^JJCT

cie,-::1.r) C; Ci
e
ı
3 .9 .9 o o r .9 .9 r 9 ı ı o
jı,.kyt, G Lo 4 t

*e; j _; ,& 4-1:,2 °). T


,
C+
, 9
j
,
_,‘; )C ° ı j3.., C; °,3 '11° -;j ° ;
1 Bulıûri, Buyd, bâb Mûkil er-Ribâ
2 Râzi, Meatibu'l- ğayb, II, 545
336 Bakara Sures

r s 1." 9.,..x. ol .- czi9


...:
. . . .:z........; :"..1
9 ıg 9 A/o ..-.... -- o ....e o 9/.... o"

1A A Z; , A ,,..- o . ... O ..... ,... 1, ,... ... . fi Z, 0 fi O ı ,..


Ci. ,,,,i k; L; 1 .".1_,_.4_'; c) I ., c ...t 2.„_,t Y ., L.....;I:) jt,02-.! - ı ., ,,_*.z-pt_? L....;
fi , 9 fi 9 fi Ol: fi ı ,ı ,,, i 9 ...T.1 , o9
(Y AYY d:W I - çç. j

Ci jfi-;;;-A °L-;CÇ
*3 •
o • 9 A o z 9
' 43..:1.; Ci C

(Y A rY

282- Ey inananlar, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdi-


ğiniz zaman onu yaz ın. Aranızda bir yazı cı (onu) adâletle yazsın. Yazıcı,
Allah' ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaç ınmasın, yazs ın ; borç-
lu olan da yazdırsın, Rabbi (olan) Allah'tan korksurı, borcundan hiçbir
şeyi eksik etmesin, (hepsini tastamam yazd ırsın). Eğer borçlu olan kimse
aklı ermez, yahut zt.y ıf, ya da kendisi yazd ıramayacak durumda ise velisi
onu adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki ki şiyi de şahit tutun. Eğer iki
erkek yoksa raz ı olduğ unuz şahitlerden bir erkek, iki kadın (ş ahitlik etsin).
Ta ki kad ı nlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın. Şahitler, (ş a-
hitlik için) çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun,
çok olsun onu süresinc kadar yazmtıktan üşenmeyin. Bu, Allah kat ında
daha adaletli, ş ahitlik için daha sağlam, ş üpheye dü ş memeniz için daha
elverişlidir. Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz pe şin ticaret olursa
onu yazmaman ızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Al ışveriş yaptı-
ğınız zaman da şahit tutun. Yaz ıcıya da, Şahide de aslâ zarar verilmesin.
Eğer (bir zarar) yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun,
Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilir. 283- Ve e ğer seferde olur da ya-
zacak birini bulamazsanız alı nan rehinler (yeter). Birbirinize güvenir-
seniz, kendisine güvenilen kimse emaneti (borcunu) ödesin, Rabbi (olan)
Allah'tan korksun. Şahitliği (gördüğünüz şeyi) gizle ıneyin, onu gizleyenin
kalbi giinahkârdı r. Allah yapt ıklarınızı bilir.

Tefsir:
282- İbn Kesir'in rivayetine göre "Kur'ân' ın, Arş a en yakın ayeti,
deyn (bore)ayetidir". Yani en son inen ayet budur.' Bu ayetler, Faizin ve
alışveriş in durumunu bildiren âyetlerle bir bütün te şkil etmektedir.

I, 334
Cüz': 3, Sure: 2

Yukarıdaki âyetlerde faiz yasaklamp darda kalanlara kar şılıksız borç


vermenin fazileti anlat ıldıktan sonra bu âyetlerde de borç al ıp verirken
nasıl hareket edilece ği izah edilmektedir. Demek ki gerek faiz, gerek
borç hakkındaki bu âyetler, hep bir arada veya birbirine çok yak ın za-
manlarda inmi ş ve iniş sırasına göre suredeki yerlerine konmu ştur.

Borç âyetinin içerdi ği talimat ş öyle sıralanabilir:

1- Mü'minler, belli bir süre için borç alıp verdiklerinde bunu bir
senede yazacaklard ır. Senedi yazd ırmak, özellikle borcu alan kimsenin
görevidir. Çünkü o mükelleftir.

2- Senedi yazan, her şeyi doğru biçimde yazmal ı, yazmayı bilen


kimse yazmaktan kaçmm.amalıdır. Insanlara yard ım etmek her müslü-
manın vazifesidir.

3- Borçlu da borcunu do ğru yazd ırmalı, eksik beyanda bulun-


mamalıdır. Şayet borçlu akl ı ermez, zayıf, yazamayacak durumda ise
senedi velisi yazdırmandır.

4- Yazılan borç senedine gerek borçlunun, gerek borç verenin gü-


vendiği iki erkek, bu olmadığı takdirde bir erkek iki kadın tanıklık ede-
cektir. Bir erkek yerine iki kad ın ın tanıklık etmesi, kadının erkekten
aş ağı telâkki edilmesinden de ğildir. Islam, kadını erkekle e şit y-apmış-t ır.
Ancak yarat ılış itibariyle kadın erkekten daha hassast ır. Olaylardan
daha çok etkilenir. Çocuklarla u ğraşmak, yemek pişirmek, ev fişlerini
yapmak gibi bir yığın meş guliyet onun zihnini yorar. Bu hassasiyet
ve nıeş guliyet, ona do ğrudan kendisini ilgilendirmeyen i şleri unut-
turur. İşte kadının bu unutma ihtimalinclen dolay ı yüce Allah, bir er-
kek şahit yerine iki kad ın şahit emretmekte ve bu erarinin hikmetini de
"taki biri şaştrıp unuttuğu zaman diğeri hattrlatstn" sözüyle açıklamak-
tadır.

Alış veriş , ticaret vs. işleri, kadından ziyade erke ğin işidir. Kadın-
ların asıl görevi çocuk yeti ştirmek, ev i şlerini yürütmektir. İşte asil
erkeklerin görevi olan alış veri ş, borçlanma vb. gibi hususlarda ş ahitlik
etmek de erke ğin görevidir. Ama erkek olmazsa bu görevi kad ınlar da
yapar. Ancak kadın, burada asil görevi d ışında bir vazife yüklenmek-
tedir. Erke ğe ait olan bir vazifeyi bir tek, kad ına yüklemek, onun için
ağır bir yük olur. Bunun için bu vazife iki kad ına yüklenmektedir. Bir
erkek yerine iki kadının tanıklık etmesi, erkeklerin tan ıklık yapabile-
cekleri meselelerdedir. Do ğum, süt emzirme gibi hususlarda bir kadının
tanıklığı bile kâfidir.
338 Bakara Suresi

Bazı tabillere atfedilen sözlere göre kad ınlar, had, ceza ve k ısas
gibi konularda tanıklık edemezler, ancak mal, akid, nikâh, köle azadi,
doğum, süt emzirme, bekâret, dulluk vs. gibi davalarda tan ıklık edebi-
lirler. Fakat bu görü şe mesned olabilecek bir hadis veya sal ı abi sözü
yoktur. Ibnul-Rayyim el-Cevziyye, bu meseleyi etrafl ı olarak incelemi ş,
Kur'an ve hadisin naslarma göre kad ının da her hususta tan ıklık ede-
bileceği sonucuna varmıştır.i

A.yetteki "sizin erkeklerinizden iki şahit" ifadesinden Malik, şafii


ve Ahmed ibn Hanbcl, ş ahitlerin müslüman olmaları gerekti ği anlamını
çıkarmışlardı r. Hanefilere göre kafirlerin de birbirlerine şahitlik etmeleii
caizdir. Bazı müfessirler: "Ey inananlar, birinize ölüm gelince vasiyet
sırasında içinizden iki adil ki şi, aranızda şahitlik etsin. Ya da yer yüzünde
yolculuk ederken ba şınıza ölüm musibeti gelmi şse, sizden olmayan iki ki şi
(şahitlik etsin). Ku şkulanırsanız, namazdan sonra onları tutar(yemin
ettirir)siniz : "Akraba da olsa yeminimizi hiçbir paraya satmayacağtz,
Allah'ın (üzerimizde bir borç olarak bulunan) şahitliğini gizlemeyece-
ğiz, yoksa biz, elbette günahkarlardan oluruz." diye Allah'a yemin eder-
ler."2 ayetin dayanarak müslüman olmayanlar ın da müslümanlara
ş ahitlik etmesini caiz görmü şlerdir. Müslümana ancak müslüman ın şa-
bitlik edebilece ğini söyleyenlere göre Bakara Suresindeki Borç ayetiyle,
Mâide Suresinde bulunan bu ayet neshedilmi ştir. Bir kısmına göre de
Mâide Suresindeki âyet, seferdeki zaruret durumuna aittir. Orada belki
müslüman ş ahit bulunmayabilir. Onun için müslüman olmayamn şa-
hitliğine izin verilmiştir. İbnu'l-Kayyim ise ayetin neshedildi ğini kabul
etmemektedir ki onun görü şü daha doğrudur. Ayetin neshedilmesi için
bir sebep yoktur. Çünkü ayet, gerçekten seferdeki durumdan söz et-
mektedir. Orada müslüman bulunmaymca gayri müslimin şahitlik et-
mesi tabiidir.
5- Müslümanlar şahitlikten kaçınmamah, ş ahitlik için çağaıldık-
larında gitmelidirler. Bu çağırıya gitmek, bütün müslümanlar ın üzerine
kifaye olarak farzd ır. Hiç kimse gitmezse bütün müslümanlar günahkar
olurlar.

6- Ne yazana, ne de ş ahide asla zarar verilemez. Şahitliğe gelmeyen,


zorla götürülemeyece ği gibi yazmak isteıneyene de zorla yazd ırılamaz.
Yahut yazana ve ş ahide baskı yapılıp yanhş yazm ağa, yalan şahitlik
etmeğe sevk edilemez. Böyle hareketler günaht ır, Allah'a isyandır.

1 Acidmu'l-Muvr~in, II, 76 ve devam ı.


2 Maide Suresi: 106
Cüz': 3, Sure: 2 339

7 Alınan borcu yazdırmak ve iki şahit tutmak, kalblere herhangi


bir kuşku girmemesi için en sa ğlam yol olduğu gibi Allah katında da en
Mil bir davramştır Fakat hemen alınıp verilen pe şin ahşverişlerde senet
yazmağa gerek yoktur. Bununla beraber pe şin ahşverişlerde dahi şahit
bulundurmak lâzı mdır.

8-- Taraflardan biri yolda veya yola ç ıkmak üzre olur da borcu
yazdıracak birini bulamazsa senet garantisi yerine geçmek üzere borçlu,
borç verene bir rehin verir. Rehin yaln ız seferde de ğil, hazarda da veri-
lebilir. Fakat seferde yazma i şi güç olduğundan borcun teminatı ola-
rak rehin vermek daha lüzumlu hale gelir. Yoksa bu âyetten, hazarda
rehin verilmez anlam ı çıkmaz. Nitekim Hz. Pey ğaınber (s.a.v.), Medi-
ne'de yani hazarda kendi z ırhını âilesinin geçimi için otuz yasak arpaya
bir Yahudiye rehin vermi ş idi.'
9— Taraflar birbirine güvenir de yazma ğa veya rehin almağa 1ü-
zum görmezlerse güvenilen ki şi, arkada şının güvenini kötüye kullan-
mamah, aldığı borcu eksiksiz ödemelidir. Yahut rehni alan, borcun öden-
mesi halinde rehni sahibine geri vermelidir.
Borcu yazdırmak hususunda müfessirler birkaç görü ş ileri sürmüş-
lerdir: Bir görü şe göre "Onu yazın", "İki şahit tutun" emirleri vücub ifa-
de eder. Bu emirlerle borcu yazd ırmak farz k ılmmış , "Birbirinize güve-
nirseniz, güvenilen kimse emaneti ödesin" sözüyle bu farz neshedilip emir-
ler nedbe çevrilmi ştir. Bu görüş zayıf bir görü ştür. Çünkü ikinci âyetin,
birinciden sonra geldi ğine dair bir kesinlik yoktur. Bunlar birlikte inen
ve aynı konuyu anlatan âyetlerdir. Cumhurun kanaatine göre "Onu
yazın", "İki şahit tutun" emirleri nedb ifade eder. Bundan dolay ı borcu
yazmak ve ş ahit bulundurmak menduptur. Çünkü sahabe, tabiun ve
İslam ülkelerinin fakihleri, borcun yaz ılması ve ş ahit bulundurmak hu-
susunda titiz davranmanu şlardır. Onların aralarındaki ahşverişler, borç
işlemleri, genellikle yazısız ve ş ahitsiz geçerdi. İçlerinden hiçbirinin bu
tutuma itiraz etmemi ş olması da âyetteki emirlefin nedb ifade etti ğini
gösterir.
Yapılan akidler, verilen borçlar unutulmas ın, herkesin mal ı korun-
sun diye yüce Allah, borcun yaz ılmasını hoş görmüştür. Zira olabilir ki
güvenilen kişiler hilekâr çıkar, ald ığı borcu inkâr ederler. Yahut verilen
miktar unutulur. Yüz lira borç verir de 150 lira verdi ğini sanır. 200 lira
borç alır da 150 lira ald ığını sanabilir. Yahut borçlu veya borç veren
ölür. Arada yaz ılı bir vesika yoksa böyle hallerde taraflardan biri ziyana

1 Ibtı Kesir, I, 337


340 13akara Suresi

uğrar, hattâ bu durum sonradan k ırgınhklara yol açar. Ama her şey
yazılıp şahitlerin de huzurunda i şlem yapılırsa i ş sağlam olur, kimsenin
gönlünde şüphe de k almaz.
"Onu yazın" emri, âkidlerin senedi bizzat yazmalarm ı gerektirmez.
Nitekim "Aranızdan bir yazıcı (onu) adületle yazs ın" ifadesi, senedi âdil
bir kâtibin yazaca ğım açıklıyor. Acaba Mil kâtip bu senedi yazma ğa
dinen mecbur mudur? Bir k ısım bilginlere göre yazmas ı farzı kifayedir.
Bir kısmma göre yazması talebedildiği takdirde yazmas ı farzı ayindir.
Fakat do ğru olan görüşe göre bu bir irşad emridir. Kâtib-i adl, ücretini
almadan yazmaktan imtina edebilir.
10- Müslümanlar gördüklerini, duyduklar ını gizlemez, yalan be-
yanda bulunmazlar. Her hal-ü karda Allah'tan korkarlar. Şahitliği
gizleyenin kalbi günaha batmış olur. Allah her yap ılanı bilir ve insan-
lara yaptıkları hareketlere göre kar şılık verir.

j ci C.; '
013.

90.w.j .„ o .9 o .
90 o
•1.4

, J C 9§okH 0

(( At) 5;.■11 . 4.:;.4

284- Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah' ındır. İçlerinizdekini


açıklasaruz da gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker ; dilediğini
bağışlar, dilediğine azeib eder. Allah her şeye kaadirdir.
Tefsir:
284- Birbiri ard ından gelen bu âyetler birbirini tamamlamaktad ır.
âyetin manas ı genel olmakla beraber, konu şâhidlik ve ş âhidliği gizleme
konusu olduğundan ilk önce şahidliği gizleyeni tehdid etmektedir.
İbn Abbâs ve İkrime'den gelen çe şitli rivayetlere göre âyet, ş ahidliği
gizleme hakkında inmiştir. ı Yüce Allah, bu âyetle diyor ki: Ey ş âhidler,
şâhidliği gizlemeyin, bildiğimizi doğru söyleyin. Bildiğiniz gerçe ği insan-
lardan gizleseniz dahi Allah'tan gizleyemezsiniz, çünkü Allah her şeyi
bilir. 0 halde Allah'ın cezasından korkun da hakkı gizlemeyin. E ğer
hakkı gizleme düşüncesini ortaya kor veya bunu içinizde ta şı rsanız
Allah sizi hesaba çeker, sonra diledi ğini affeder, dile ğini cezalandı rır.
Allah her şeyi yapabilir. 2
1 Taberf, Câmi cu'l-beytın, III, 142-143
2 Ayın eser.
Cüz': 3, Sure: 2 341

Bazı rivayetlere göre ayet, kalbe gelen bütün dü şüncelerden ötürü


insanın hesaba çekilece ğini belirtmektedir. Bundan dolayı bu ayet
nazil olduğu zaman ta şıdığı hüküm, ashaba çok ağır gelmişti: "Ya
Resullillah, dediler, eğer kalbimize gelen dü şüncelerden ötürü cezalandin-
lacaksak mahvolduk!" Bunun üzerine yüce Allah : "Allah, hiçbir ki şiye
gücünün üstünde bir şey teklif etmez" etyetini indirdp
Kalbe gelen düşüncelerden ötürü insan ın hesaba çekilece ğini bil-
diren bu ayetin hükmün.ün yürürlükte olup olmad ığı hakkında ihtilaf
vardır. İbn 1VIes'ûd, Ebû Hüreyre, Hasan, şa'bi, İbn Sirin, Said ibn
Cübeyr, Katâde, Atâ el-Horasani ve Mukatil'e göre bu ayet, daha son-
ra inen: "Allah hiçbir kişiye gücünün üstünde bir şey teklif etmez" ayetiyle
reshedilmiştir. ibn Kesti- de Buhâri ve Müslim'de bulunan rivayetlere
dayanarak bu ayetin, kendinden sonraki âyetlerle neshedildi ği kanaa-
tindedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) in: "Allah, benim için ümmetimin kalblerin-
den geçen şeylerden geçti. Bu dü şünceleri yapmadıkları , ya da söylemedik-
leri takdirde bunları affetti." 2 "Yüce Allah şöyle buyurdu : Kulum bir
iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa o niyetini kendisi için bir iyilik
yazanın ; eğer onu yaparsa ona on katından. yediyüz kat ına kadar iyilik
yazarım. Ama bir kötülük yapmak ister de yapmazsa ona kötülük yazmam.
Şayet yaparsa ona sadece bir kötülük yazarım." 3 mealindeki hadisler de
bu ayetin neshedildiğini gösterir.
İbn Ömer, Ebu Süleyman ed-D ımaş1F.i, kadî Ebû Ycalâ ve İbn
Abbas'm benimsediği ve Taberrnin de tercih etti ği ikinci görüşe göre
ayetin hükmü mensup _ değildir. Allah'ın muhasebe etmesi, azaba çek-
mesi anlamına gelmez. Muhâsebe edip af da eder, azab da eder. Buhari,
Müslim ve İbn Hanbel, Safvân ibn Muhriz'den şu hadisi rivayet eder-
ler: "Bir adam İbn Omer'e : "Allah'ın Resulü(s.a.v.)den necva (gizli
konuşma) hakkında ne işittin?" diye sordu. İbn Ömer dedi ki : Onun şöyle
dediğini işittim "Mü'min, k ıyamet günü yüce Rabbine yakla ştınbr.
0 kadar ki Rabbi, onun üzerine affin ı koyar, onun yapm ış olduğu günah-
ları ona söyler :"—Bunlan bilmiyor musun' (hatırlamıyor musun) ?" der.
Kul :"— Biliyorum ya Rabbi" diye cevap verir. (Allah) "—Onları dünyada
senin üzerinde gizledim, (senin içini kimseye fa ş etmedim), bugün de se-
nin için onları bağışlıyorum" der ve yapm ış olduğu iyiliklerinin sayfas ı
1 Aynı eser.
2 Buljüri, </t1c 6, TalülF 11, Eymân 15; Müslim, Iman 201, 202; Ebû Dâvûd, TalülF, 15;
Talâl,c 8; İbn Mke, TalâlF 14, 16; İbn, XIanbel, II, 398,...
3 Müslim, İman, 204; Tirmiâi, Tefsiru Sure: 6; D3rind, 1144, 70; İbn Ijanbel, I, 227, 310,.
342 Bakara Suresi

ona verilir. Kafir ve münafıklara da herkesin gözleri önünde : "Bunlar


Allah'a karşı yalan söyleyen kimselerdirl' diye bağ'ınlır"1
Ali İbn Ebi Talha da İbn Abbas'm şöyle dedi ğini rivayet etmi ştir:
"Bu ayet neshedilmemiştir. Fakat Yüce Allah, mahliikat ı topladığı
zaman onlara: "— içinizde gizlemi ş olduğunuz, meleklerimin dahi mut-
tali' olmad ığı şeyleri size haber verece ğim," der, mü'minlere dünyada
içlerinden ne geçmişse söyler ve onları bu düşüncelerden affeder. İşte
"Allah sizi onunla hesaba çeker" sözü bunu gösteriyor. Şirk ve şüphe
ehline de içlerinde gizlemi ş oldukları yalanlamayı haber verir. I şte
"dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder" sözü de bunu gösteriyor. On-
lardan -dilediğini ba ğışlar, dilediğini cezalandırır."2
insanın kalbine çe şitli düşünceler gelebilir. Bu do ğal bir şeydir.
içinden geçen bütün düşüncelerden insanın sorumlu tutulmas ı, ona
gücünün üstünde teklif yükletilmesi demektir. Halbuki Allah, insana
gücünün üstünde teklif yüklemeyece ğini, bu surenin son âyetinde
açıklamıştır. O halde insan, hangi dü şüncesinden ötürü sorumlu tutulur ?
Müfessirler bu soruya çe şitli cevaplar vermi şlerdir ama Kur'ân'm muh-
tevâsından anlaşılan şudur:
İnsan, istemeyerek aklına gelen düşünce ve vesveselerden
kesinlikle yapmağa karar verdi ği kötü düşüncelerden sorumlu olur.
Bu husus: " 4.! ';'[12..;-t cUr : Yan ılarak
yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalblerinizin bile bile yapt ığında
(günah vardır)." 3, "Allah sizi, yapt ığınız kas ıtsız yeminlerinizden so-
rumlu tutmaz, fakat kalblerinizin kazand ığı (bile bile yaptığınız) yemin-
lerden sorumlu tutar."4 âyetlerinden de anla şılmaktadır.
Insanı sorumluluğa düşüren, kesinlikle yapma ğa karar verdi ği,
geldiği zaman içinden söküp atma ğa çalışmadığı kötü düşüncelerdir.
Böyle düşünceler kalbde kald ıkça insan ruhunu karartır. İnsan, ruhunu
temizlemekle yükümlüdür İbadetten gaye de ruhu kötü dü şüncelerden
arıtmaktır. Ancak temizlenen ruh Allah'a yak ınlık kazanır

Müfessirlerden baz ılarına göre kalbde kalan dü şünceleri fi'len i şleme-


dikçe insan sorumlu olmaz. Yapmad ığı sürece insan ın, düşüncelerinden

1 Müslim, Teybe, hadis 52. Hadis di ğer mecmualarda da vard ır ve muhtelif rivayetleri
bulunmaktadır.
2 Elyn-Ferae Cemâlu'd-din cAbdu'r-Rahman ibn el-Çevzi, Ztıdu'l-Mesir ficilmi't-
tefsir, I, 342-343
3 Ahzâb Suresi: 5
4 Bakara Suresi: 225
Cüz': 3, Sure: 2 343

sorumlu olmayaca ğı hakkında hadisler de vard ır. Fakat bu hadislerin


amacı, insanın içine gelen kötü dü şünceleri atmaya te şviktir, kasdedilen,
henüz yapma ğa kesin karar vermedi ği düşüncelerdir. Yoksa bunlar, kalb
amellı rine sorumluluk gelmeyece ği anlamını taşımaz. Zira Allah, dıştan
çok insanın içine bakar. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah, sizin suretlerinize
ve mallarınıza bakmaz; fakat kalblerinize ve amellerinize bakar."' demiştin
İ mam Fahru'd-din Razi diyor ki: "En çok sorumluluk, kalb amel-
lerine gelir. Küfür ve iman kalb i şidir. İnsan, kalbinde taşıdığı küfürden
dolayı en büyük cezaya çarptırıhr. Yapılan ibadetler, e ğer niyete, içteki
düşüncelere bağlı değilse onlara mükâfat veya ceza verilmez. Uyuyan
kinıse, yaptığı hareketlerden sorumlu olmad ığı gibi, ikrah ile inkar da
insanı sorumluluğa- düşürmez."2

Diğer bir görüşe göre Allah, kalbdeki dü şüncelerden dolayı insanı


sorumlu tutar, cezaland ırır ama kalbi düşüncelere verilecek ceza uhrevi'
değil, diinyevidir. Allah, dünyada içine gam ve keder vermek suretiyle
o adamı cezalandırır.
Yukarıda İbn Abbas'ın sözüne dayalı olan diğer bir görüşe göre de
Allah'ın muhasebesi başka, muahezesi ba şkadır. Allah, her hesaba çek-
ti ğini cezalandırmaz. Hesaba çektiklerinden kimin; affeder, kimini
cezaland ınr. Bu âyette "yulıtısibkum bihilleıh" deniyor, "yutılliZ"kum
denmiyor. İşte Allah, bu hesaba çekti ği kullarmdan kimini
affeder, kimini cezaland ırır.3

Hasılı insan, kalbine gelen dü şüncelerle mücadele edip onları at-


maya çalışmalıdır. Bu çabasından ötürü de ayr ıca sevap alır. Bul:Lal-1'de
bulunan bir hadise göre "Bir kimse bir kötülük yapmak ister de onu yap-
mazsa (yani bu düşüncesini uygulamaz, içinden atarsa) ona bir iyilik
yapm ış gibi sevap yaz ıhr"4 İnsan kalbine gelen vesveseleri sürmeğe çalış-
ma2,sa o düşünceler kalbi istilâ edip sonunda insan ı kötü işlere sürükler.
Vücudu hareket ettiren ruhtur, dü şüncedir. Bundan dolayıdı r ki Resu-
1-i Ekrem (s.a.v.): "Dikkat edin, kalbde bir et parçası vardır ki o düzeldi
mi bütün vücut düzelir, o bozuldu mu bütün vücut bozulur. Dikkat edin,
o kalbdir!'" buyurulmu ştur.

1 Müslim, Birr, 32; İbn Mke, Zühd, 9; İbn Banbel, II, 285,539
2 Mefatilıu'l-ğayb, II, 560-562
3 Aynı yer.
4 Buhki, Ri k âk, 31
5 Bulıki, İman, 39; Müslim, Müstıhüt 107; İbn Mke, Fiten 14; Dkimi, Buytic, 1
344 Bakara Suresi

, 3 o .3 o , o o , 3 o. 3 3 7;
A3..1.
(..),,«;.- ...A-J 4...,J I J I
,
4j j .-4-; j j A j 411 _I

",,..1° 3 I "i IJCS c °:.

C43 c (Y") "frf.:Ie l


1 ° C.) I 1-..;âiL-1 -12 c LS i CA L 1:p
O

j t:43:P C;L:..) 01:11. 1


9•
P L) G A.J C:3 -31:1, c
-•
.1_11
-
J-P C; ti G C; 1:::-A>:,:jr C:.P
(V") , .; CS.JI (b

285— Resul, Rabbinden kendisine indirilene inand ı, mü'minler de.


Hepsi Allah'a, meleklerine, kitablarına ve peyğamberlerine inandı : "O'nun
elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız" (dediler). Ve dediler ki : " İşit-
tik, itaat ettik! Rabbimiz! bizi ba ğışlamanı dileriz! Dönüş (ümüz) sanadır!
286— Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazan-
dığı iyilik kendi yarar ına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbimiz, unu-
tur, ya da yanıhrsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmedi ği
şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi ba ğışla, bize acı ! Sen bizim mevlam ız (sa-
hibimiz, efendirai2)sinl Kâfir topluma karşı bize yardım eyle!

Tefsir:
285-286 ncı âyetle Bakara Suresi son bulmaktad ır. İçinde birçok
hükümler belirtildikten sonra Resulün ve mü'minlerin, Allah'tan
gelenlere inandıkları ifade edilmek suretiyle sure, gayet mütenâsib bir
sonuca ba ğlanmakta ve mü'minlerin duâsiyle bitirilmektedir. İbn
Mes'fid, bu iki âyet hakk ında Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in şöyle dediğini
nakletmi ştir: "Kim geceleyin, Bakara Suresinin sonundaki bu iki âyeti
okursa bunlar ona yetişir (onu gecenin şerrinden, kötülüklerinden korur.
Yahut bunlar gece ibadeti olarak ona kâfi gelir)"i İmam Müslim, Sahi-
binde, Abdullah ibn Abbas'tan şunu naklediyor: "Cebrail Aleyhisselam,
Peyğamber(s.a.v.)in yanında otururken üst tarafından kapı gıcırtısına
1 Müslim, Saltı tu'l müsffirin, hadis, 256. Hadisi Butiâri, Ebit Dâvud, İbn Mâee, Tirmiii ve
-

Nesn de rivayet etmi şlerdir. Faydu'l-Ctıdir, VI, 197


Cüz): 3, Sure: 2 345

benzer bir ses işitti, başını kaldırdı . 'BUgün gökten öyle bir kap ı açıldı ki
bundan önce hiç böylesi açılmam ıştı (işte bu ses onun sesidir)' dedi. 0
açılan kapıdan bir melek indi: ,Bugün öyle bir melek indi ki, bundan önce
hiç inmemi şti. Selam verdi ve şöyle dedi : Senden önce hiçbir pey ğambere
verilmeyip yaln ız sana verilen iki nuru müjdeliyorum : Fâtiha ile Bakara
Suresinin sonları . Onlardan okuduğun her harf için mutlaka sana (sevap)
verilecektir."'
Dahhâk ş öyle demi ş : "Cebrail, Peyğamber(s.a.v.)e geldi, dedi ki :
`Ya Muhammed, rabbenâ ltitu'âgZ"na in nesinâ ev al ıta'na de.' Allah'ın
Resulü söyledi. Cebrâil `(Allah, dedi ğini) yaptı ' dedi. Yine Cebrâil Hz.
Peyğamber'e : 'Rabbena velâ tahmil caleyna ışran kemâ lıamelteh ıl
ldine min lcablinâ' de, dedi. Allah'ın Resulü söyledi. Cebrâil (Allah
dediğini) yaptı, dedi. Ve yine Cebrâil Rabbenâ velâ tulı ammitnâ mâ lci-
takate lenâ bih' de, dedi. Allah'ın Resulü söyledi. Cebriif,l (s.a.v.) `(Allah,
dediğini) yaptı' dedi. Sonra `Va`fu `cuma, va ğ`fir lenâ, varlıamnâ, ente
mevlâneı fanşurnâ calâ'l-icavmi'l-kâfirin de,' dedi. Allah'ı n Resulü söyledi.
Cebrâil `(Allah, dediğini) yaptı,' dedi."'
Ebu Hüreyre yoluyla gelen rivayete göre: "... iklerinizdekini aç ık-
lasanız da gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker.. âyeti, müslü-
manlara ağır geldi, Hz. Peyğamber(s.a.v.)e gelip diz çöktüler :
— Sana inen bu ayetin hükmünü yerine getirme ğe gücümüz yetmez.
Namaz, oruç, cihad, sadaka işlerini yapabiliriz ama bu ayetin hükmünü
yerine getiremeyiz, dediler. Allah' ın Resulü
Sizden önceki iki kitap ehlinin dedikleri gibi, i şittik, isyan ettik
mi demek istiyorsunuz? i şittik, itaat ettik, bizi bağışla, dönüş sanadır
desenize, dedi.
Fakat okudukları zaman dilleri acizleşince yüce Allah, bunun ard ın-
dan âmene'r-restı lü âyetlerini indirdi."'
Bu rivayetten, 284 ncü ayetin neshedildi ği anlamı çıkarılmış sa da
önce söylediğimiz gibi orada neshedilecek bir şey yoktur. Ahâd haberiyle
ayet neshedilemez. O ayetin n2.aksad ı , içte kötü düşünceler ta şınmasım
önlemek, gayri ihtiyâri kalbe gelen dü şüncelerin sürüp at ılmasmı sağ-

1 Müslim, Şaltıtu'l-müsöfirhı, hadis 254


2 Teber?, Ciimicu'l-beyön, III, 160. Taberi'de benzeri bir söz, Ibn Abbas'tan da rivayet
edilmiştir.
3 Müslim, İman, hadis: 199; aynı halisi Ahmed ibn Hanbel ve Ibn klibbön da rivayet
etmişlerdir. Z'iidu'l-Mesir, I, 345
346 Bakara Suresi

lamaktır. Fakat mü'minler, demek ki o âyetten, kalbe gelen her dü şün-


ceden sorumlu tutulacaklarm ı sanmışlar, Cenabı Hak da Bakara Sure-
sinın son âyetiyle onlara güçlerinin üstünde hiçbir şey teklif etmedi ğini,
bildirmiş , unutma ve yan ılma sonucunda yapt ıkları işlerden ötürü Al-
lah'tan af dilemelerini ö ğretmiştir.
Hz. Peyğamber (s.a.v.) efendimiz: "Allah, yan ılarak, unutarak
yaptıkları veya zorla kendilerine yapt ırılan şeyleri ümmetimden afetti"'
buyurmuştur. Yüce Allah, birçok yerde dinde güçlük olmad ığını, güç-
lerinin yetmediği şeyleri insanlara teklif etmeyece ğini, zaruret hallerinde
haram olan şeylerin dahi yap ılabilece ğini bildirmiştir.
Yüce Allah bütün zorluklar ı İslâmdan kaldırmış ve onu, kıyamete
dek uygulanabilecek kolay, ar ı bir din kılmıştır. Ayetteki ışr kelimesi,
önceki dinlerde bulunan zor hükümlerdir. O zorluklar, o a ğır yükler
islâmdan kaldırılm ıştı r. İşte Hz. Muhammed, insanlar üzerindeki bu
ağır yükleri kald ırmak, kolay dini yerle ştirmek için gönderilmi ştir. Bu
husus, A'raf Süresinin 157 nci âyetinden aç ıkça anlaşılmaktad ır: "On-
lar ki yanlarındaki Tevrât ve Incil' de yaz ık buldukları 0 Elçiye, o ümid
Peyğambere uyarlar. 0 peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, onları
kötülükten meneder ; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kı lar,
üzerlerindeki ağırlıkları , sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona
inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla bera-
ber indirilen nura uyanlar, iş te felâha erenler onlardır."

1 İ bn Mâce, TaWF, 16; ....


AL- İ İMRÂN SURES İ

32 noi âyetinde "İnırCın ailesi"nden söz edildi ği için bu adı almıştır.


Enfal Suresinden sonra nazil olmu ştur. 200 âyettir. Bu surede üç bölüm
vard ır: 1) Hz. Pey ğamber (s.a.v.) in kitap ehliyle münâzaras ı, 2) Yahu-
hudilerin davranışları, 3) Müslümanlarla mü şrikler arasında geçen sa-
vaş .
Müfessirler ve tarihçiler, birinci bölümde anlat ılan münazâranın,
Necran hırıstiyanlarından gelen bir hey'etle Hz. Pey ğamber(s.a.v.) ara-
sında geçmiş olduğunu söylerler. Fakat hey'etin geli ş tarihi üzerinde ke-
sin bir açıklama yapmazlar. İbn Sa'd Tabaka't ında, Ebil Yusuf da Kitâ-
bu'l-Harâc' ında Hz. Peyğamber'in, Necran h ırıstiyanlarına, bir güvence
verdiğini yazmaktad ırlar. E ğer bu rivayet do ğru ise bu hey'etin, Mek-
ke'nin fethinden bir yıl sonra gelmiş olması lâmmdır. Bilindiği iizre
Hicretin dokuzuncu yılı, elçiler yılı dır. O sene çe şitli bölgelerden elçiler
gelip Hz. Peyğamber'le görüşmüş , ondan güvence alm ışlar, andlaşma
yapmışlardır.
İbn Hiş am ise bu hey'etin geli şini, Bedir Sava şından sonraki olay-
lar aras ında zikreder, fakat tarih vermez. Tefsirler, bu surenin, Enfal
Suresinden sonra indi ğini söylediklerine göre, surenin tamam ı olmasa
bile büyük bir kısnumn, Uhud Savaşından önce inmi ş olduğu anla şıl-
maktad ır. Baş tarafından seksen küsur âyetinin nüzulüne sebep olan
vak'a, şöyle anlatılmaktadır:
Necran hırıstiyanlarından altmış kişilik bir hey'et geldi. Fâhir el-
biseler giymi ş olan hey'et üyeleri, ikindi namaz ından sonra Hz. Pey-
ğamber'in yanına girdiler. Hz. Peyğamber bunları mescidinde konuk-
ladı, mescidde do ğuya doğru dönüp hıristiyan usulünce namaz klima-
larma müsaade etti. Aralar ında on dört ki şi reis mevkiinde idi. Bu
on dört ki şi arasında da üç kişi çok önemli kişilerdi: Emirleri Abdul-
Mesih, seyyid ve danışmanları el-Eyhem, papasları Ebîı Hâris.
Bunlar birkaç gün Hz. Pey ğamber'in yanında kalıp Hz. İsa hakkın-
da Peyğamber (s.a.v.) ile tart ıştılar. Aralar ında bir inanç birli ği de yok-
tu Kimi "İsa Allah'tır", kimi "Allah'ın oğludur", kimi de "O, üçün
üçüncüsüdür" diyordu. Allah'ın Resulü (s.a.v.), bunlarla tart ışıp ileri
348 Al-i imrkı Suresi

sürdükleri delilleri çürüttükten sonra müslüman olmalar ını teklif etti.


Müslümanh ğı kabul etmediler, tart ışmalarını sürdürüp:
— Ya Muhammed, sen onun, Allah' ın kelimesi ve O'ndan bir ruh
olduğunu söylemiyor musun? dediler.
— Evet, dedi.
— İşte bu bize yeter, dediler. Yüce Allah da Ali İ mran Suresinin
ba şından seksen küsur âyet indirdi.
İnatlarında direnince Allah'ın Resulü onları mübâheleye davet
etti:
— Geliniz toplan alım, kim yalan söylüyorsa ona Allah'tan lânet
dileyelim, dedi.
Ertesi güne kadar mühlet istediler ve kendi aralar ında konuşup:
"Biliyorsunuz ki Muhammed peyğamberdir. Bir peyğamberle lânetle ş-
meye giren toplumu Allah' ın kırıp geçirdiğini de biliyorsunuz: E ğer kendi
dininizde kalacaksamz adama veda edin, onunla lânetle şmeye girmeyin"
dediler. Ve ertesi gün gelip dediler ki:
— Biz seninle lânetle şmeyece ğiz, seni kendi dininle ba şbaş a bira-
kacağız, biz de kendi dinimizde kalaca ğız. Biz dönüyoruz. Sen asha-
bından bir adam gönder, malları mız hakkında ihtilâf etti ğimiz husus-
larda aramızda hükmetsin. Çünkü siz, bizce güvenilir ki şılersiniz Biz
sizden memnunuz.
Allah'ın Resulü de Ebu Ubeyde ibn el-Cerrah' ı, onlara hakim ola-
rak gönderdi.'
Sure : 3

Il • 341
4-

"4-ip "J"..;:; (Y) ->J1 ).› •"r ı „


ı y '434( 0);:1l
;-1
'<:) ı -(.*A.;;J...£1 -J:f..(1 .(r)
,
ry .1:11

1 Taberi, Câmicu'l-beyan, III, 161-163; Râzi, Meatihul- ğayb, II, 584-585; et-Tefsirul,
hadis, VIII, 73-74; tbn Hi şâm, Siretu'u-nebi, I, 657, Mısır
Cüz': 3, Sure: 3 349

- 4:1 -L;A:;5" *JSel • .)) cS 5'.› (o) g:\:-11

(`k) _> ';41

Rahman ve Rahim Allah' ın Adiyle

1— Elif lam nzim, 2- Allah ki, O'ndan başka tanrı yoktur, daima diri
ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. 3- Sana Kitabı hak ile ve kendinden
öncekini doğrulayıcı olarak indirdi, Tevrat ve ıncil'i de indirdi : 4- Bun-
dan önce, insanlara yol gösterici olarak. Furkan(do ğruyu ve eğriyi bir-
birinden ayırdeden kitab) ı da indirdi. Muhakkak ki Allah' ın âyetkrini
inkâr edenler için çetin bir azâb vardır. Allah, daima üstündür ve öc
alandır! 5- Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
6- Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'dan baş ka tanrı
yoktur. O, azizdir, hikmet sahibidir.
Tefsir:
Bu Sure de Bakara Suresi gibi hurrıf-i mukatta`a (müstakil harf-
lerle) başlamaktadır. Bu harflerin gerçek anlam ını Allah bilir. Bunların,
okunmakta olan valiye dikkati çekmek için uyar ı niteliği taşıdığını söy-
leyenler vardır.
1-- Daha önce de söyledi ğimiz gibi Surenin başı ndan itibaren seksen
küsur ayetin, Necran'dan gelen H ıristiyan hey'etiyle Hz. Pey ğamber
(s.a.v.)in görü şmeleri sırasında ir diği rivayet edilir.' Belki bu ayetlerin
hepsi bir anda inmemiş , fakat bir ay süren müzakereler esnas ında ara-
inmiştir.
2 nci ayette Allah' ın daima diri, yarat ıklarını yönetici olduğu
hatırlatılmaktadır. ketu'l-Kürsrnin tefsirinde söyledi ğimiz gibi Ebü
Davüd, Tirmizt ve ibn Hanbel'in rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Pey-
ğamber (s.a.v.), ism-i A`zam (Allah'ın en büyük adı)ın "Allahu lailahe
illa huve'l-bayyul'-kayyrim" olduğunu ifade etmi şlerdir.
3-4 mü ayetlerde kullarmı irş âd için yüce Allah' ı n Hz. Muhammed'e
bu gerçek olan, kendinden önceki kitaplar ı doğrulayan kitab ı indirdi ği
bildiriyor. Nitekim O, insanlar ı doğru yola iletmek için Musa'ya Tevrat' ı
Meryem o ğlu Isa'ya İncil'i indirmişti. İşte Tevrat ve incil'i kim indir-
mişse hakkı batıldan ayıran bu Kur'ân' ı da O indirmiş tir. O'nun indir-
diği kitapları kabul etmek gerekir. Allah' ın ayetlerin inkar edenler,
çetin bir azâba u ğrarlar. Çünkü Allah yenilmez, daima galiptir. buyru-

1 Tabed, Câmicu'l-beyan, III. 163


350 Al-i ımrân Suresi

ğuna karşı gelen, emrini dinlemeyen kimselerden öcünü alır. O, herkesin


ne yaptığını bilir. Gökte ve yerde O'ndan gizli kalan hiçbir şey yoktur.
Hırıstiyanlarla olan müzâkereye bir giri ş niteli ği taşıyan bu âyet-
lerde her iki dinin kutsal kitabını gönderen Allah'ın, Kur'ân' ı da gönder-
diği, üç dinin kayna ğının aynı olduğu belirtiliyor. Dördüncü âyette ge-
çen Furbön kelimesi, Kur'ân' ın bir sıfatıdır. Üçüncü âyette Hz. Muham-
med'e indirilen kitâp, burada tavsif ediliyor, onun hakk ı bâtıldan ayıran
bir kitap oldu ğu belirtiliyor.
5-6: be şinci âyette Allah'a hiçbir şeyin gizli kalmayaca ğı vurgu-
landıktan sonra altıncı âyette, yüce Allah'ın, "siz" diye hitâbetti ği in-
sanları ve bütün canlıları , anne rahmin de diledi ği gibi şekillendirip yarat-
tığı ifade ediliyor. Burada dolay ısiyle Hz. İsa'nın ana karnında Allah'ın
emir ve fermaniyle şekiDendirilip yarat ıldığına iş aret vardır Çünkü ko-
nu, onun üzerinde dola şmaktadır. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddiâ
edenlere Yüce Allah diyor ki "Sizi rahhulerde diledi ği gibi şekillendirip
yaratan O'dur. Sizi nas ıl annelerinizin karn ında şekillendirmiş , yarat-
mışsa Isa'yı da öyle yaratmıştır. O da annesinden do ğmuştur. O da sizin
gibi Allah'ın yaratığıdır, kuludur."

Z 9
T 54.:,° -
.7' (S J-
o o 9 A. . ı , .5ı fie. ı o,, t .54
( ...4,»-L9 LA Li 1 j (h

c ,e t.:` -00‘;:ı r", 5 C.•


Zrı O 0, • i
ıı r „ OG ı , ı
I 1,..) j FLOCJ I j3 ,t.W 4,1/ j L.;
(V)
- • •
'1‘) 3 'T c „
P e•
Q-

‘Lı

7— "Kitab ı sana 0 indirdi. Onun bazı tıyetleri muhkemdir, (açık an-


lamlıdır), bunlar kitabın anasıdır. Diğerleri de birbirine müteşabih (çe-
şitli anlamlar ta şıyan)dı •. Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak,
kendilerine göre yorumlamak için onun müte ş abih tıyetlerinin ardına
düşerler. Oysa onun te'vilini Allah'tan başka kimse bilmez. ılimde ileri
gidenler, "Ona inandık, hepsi Rabbimiz kat ı ndandır" derler. Akl-t selim
sahiplerinden başkası düşünüp anlamaz."
Tefsir:
7— Mubkem, manası açık, herkesçe anla şılabilen âyetlerdir. Müte şetbi
ise kök itibariyle benzer demek ise de burada manas ı insanların tama-
mına veya birço ğuna kapalı olan âyetlerdir.
Cüz': 3, Sure: 3 351

Muhkem ve miite şübih âyetler hakkında seleften birçok sözler ri-


vayet edilmi ştir. Ali ibn Ebi Talha, İbni Abbas'ın ş öyle dediğini nak-
letmiş tir: "Muhkem âyetler, Kur'ân- ı Kerim'in nâsihi, helâli, haram ı,
hudüd ve ahkâmı , emredilip yapılan hükümleridir." Ba şka rivayetler
de muhkemin, kitab ın esası olan bütün emir ve yasaklar ı olduğunu an-
latmaktadır. Müte ş âbih hakkındaki görüşler de ş öyledir: 1) mensuh
âyetlerdir, 2) kıyametin kopması vs. gibi bilginlerin bilemeyece ği ây et-
lerdir. 3) Elif Mm minı. gibi Inırüf-i mukagca'dır. 4) Manası birbirine
benzer âyetlerdir. 5) Sözleri tekerrür eden lâf ızlardır. 6) Birkaç mânaya
gelebilen âyetlerdir. 7) K ıssalar ve darb- ı mesellerden söz eden âyetler-
dir.°
Fakat müte ş âbih hakkında en doğru görü ş , ibn_ Kesir'in dediği
gibi manası kapalı olan âyetlerdir. Mü'minler, kitab ın bütün âyetlerine -
inamrlar. Kalblerinde hastal ık bulunanlar ise manas ı kapalı olan, her-
kes tarafından kolayca anla şılamayan, mutlaka tefsir ve beyana ihtiyaç
duyulan âyetlerin ard ına düşer, onları istedikleri biçimde yorumlamak
suretiyle karışıklık çıkarmak, İslâmın safvetini bozmak isterler. Oysa
onların gerçek yorumunu ancak Allah bilir.
Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Resulü (s.a.v.), huvellezi enzele caleyke'l-
kitabe âyetini okudu, buyurdu ki : Kur'ân' ın müte şâbihinin ardına
düşenleri görürseniz bilin ki Allah' ın, kitabında kasdettiği (karışıhk çıkar-
mak isteyen) kimseler onlardır. Onlardan kaçının."2
Bilginlerden çoğu, « ,&I 4.1j; J» cümlesinde lâfza-i celâl
üzerinde durman ın gere ğine hükmetmi şler, böylece müte ş âbihin te'vilini
Allah'tan ba şka kimsenin bilemeyece ği kanaatine varmışlardır. Bu
görüşe göre lâfza-i celâlden sonraki vâv, iptidâiyyedir. 0 zaman mana
şöyle olur: "Onun te'vilini Allah'tan başka kimse bilmez; ilimde disih
olanlar, ona inandık, hepsi Rabbimiz kat ındandır, derler."
Bir kısım bilginlere göre de lâfza-i celâlden sonraki vâv, ât ıfadır. 0
zaman mana şöyle olur: "Onun te'vilini, ancak Allah ve ilimde râsih olan-
lar bilir." İbn Abbas' ın, "ben onun te'vilini bilenlerdenim" dedi ği riva-
yet edilir
Râğıb, Müfredat' ında müte ş âbihi üç kısma ayırmıştır: "Bir kıs-
mının manasını yalnız Allah bilir. Kıyametin kopması, Dâbbe'nin çık-
ması ve benzeri şeyler böyledir. Bir kısmını insan bilebilir. Garib lâfız-
lar, kapalı hükümler gibi. Bir kısmı da bu ikisi aras ında bulunmaktad ır.

1 ndul-Mesir, I, 351
2 Ruhtiri, Tefsiru Sisireti Ali'cimrtın. Hadis diğer hadis rceemualarinda da geçer.
352 o İmran Suresi

Bunları, ileri gitmiş bilginlerin ancak bir kısmi bilir, hepsi bilemez. İş -
te Peygamber (s.a.v.) in, 'Ali (r.a.) ve İbn Abbas için: "Allah ım, onu
dinde bilgili yap, ona te'vili öğret!" sözüyle i ş aret edilen te'vi!,
müte ş abihin bu kısmının te'vilidir."'

Şüphesiz Ra ğıb'ı n bu fikri daha isabetlidir. Allah' ın zatı ve sıfat-


larının mahiyeti bilinemez. Bundan dolay ı Allah'ı n Resulü (s.a.v.):
"(Rabbim), sen kendini övdü ğün gibisin, ben sana bir övgü bulamam"
demiştir?
Müteş abih ayetler konusunda İslam bilginleri, ba şlıca iki yol tut-
muşlardır. Birincisi selefin yoludur. Selefe göre milte ş abililere inanmal ı,
fakat onların gerçek bilgisini Allah'a havale etmelidir. İmam Malik:
"Rahman Ar şa istivii etti"' ayetinde Rahman' ın Arşa istivasından so-
ran bir adama: " İstiva bilinmektedir, fakat nas ıllığı bilinemez. Bundan
sormak bd'attir. Seni kötü bir adam san ıyorum; bunu benim yan ım-
dan çıkarı n." 4 demiştir. Daha sonra gelen bilginlere göre d ış anlamına
yormak mümkün olmayan kelimeyi, Allah' ın zatına yakışır bir mana
ile açıklamak laz ımdır. Bu görü ş, i ınamu'l-Harameyn ile sonra gelen
bilginlerden bir grupa nisbet edilir.

Surenin ba şında iş aret etti ğimiz gibi konumuzun esasını te şkil eden
ayet, hırıstiyarlar hakk ında nazil olmu ştur. Necran'dan gelen h ıristiyan
heyeti, uzun süre Medine'de kalıp Hz. Peyğamberle Allah'ın birli ği
üzerinde çe şitli miinakaş alar yapmışlardı . İşte Ali İmran Suresinin
seksen küsur ayeti onlar hakkında indi. Bu ayet, hırıstiyanların, kitabın
esası olan açık 'ayı -ileri bırakı p müte ş âbihlerin pe şine takild ıklarından
ötürü tevhide ayk ırı inançlara sapmış bulundukları na i ş aret etmek-
tedir. Her kitab ın, herkesçe anla şılmayan bazı müte ş ab;hleri vard ır.
Elbet Allah kelâmı mn esrarı bulunacaktır. Müte ş abih ayetler, Allah
kel:alnının esrarıdır. Müslümanların görevi, selefin yapt ığı gibi kitabın
temeli olan muhkem, manas ı açık âyetlere uymak, müte ş abihe de inanıp
onları muhkenılerin ışığı altında izah etme ğe çalış mak ve gerçek mana-
smı Allah'a havale etmektir.

İbn Kesir ş öyle diyor: "Bir k ısı m bilginlere göre te'vil, iki manaya
gelir. Birinci manada te'vil, bir ş eyin hakikati demektir. E ğer ayette

1 el-Mufredut, s. 225
2 Müslim, Şalât 222; Ebu' Davud, Ş alât, 148, Vitr 5; 1.Nesâ'i, 1(tyâmu'l-ley1 51; Tirmui,
Da'ava, 75, 112; İbn 11113ce„ D`3,3.
3 Tâhâ Suresi: 5
4 itkün, II, 6
Cüz': 3, Sure: 3 353

geçen te'vil kelimesi bu manada alınırsa lâfza-i celâl üzerinde durmak


gerekir. Çünkü işlerin hakikatini ancak Allah bilir. İkinci manada te'vil,
tefsir ve açıklama demektir. "nebbi'nâ üyeti, "Bize onun açık-
lamasını yap" demektir. Ayetteki te'vil'den bu mana kasdedilirse
"ve'r-rasiguıe üzerinde d.ıkrmak gerekir Çünkü âlimler, müte-
şâbihlerin tam hakikatini kavrayamazlarsa da kendilerine hitabedilen
sözün manasını saçıMayabilirler."'

O, ı O ıı O., /0, ı ti;


L;_J .> I 1;:,
(A)

(‘‘) 4-.u+ c r

8— "(O ilimde râsih olanlar derler ki) "Rabbimiz, bizi do ğru yola
ilettikten sonra kalblerimizi eğriltme, bize kat ından bir rahmet ver, şüphesiz
sen çok bağış yapansın! 9— Rdbbimiz, sen mutlaka insanlar ı, asla şüphe
olmayan bir günde toplayacaksın!" Allah sözünden dönmez.

Tefsir:
8-9 ucu âyetlerde ilimde rasilj, yani - son derece ileri gitmi ş
alanların, Allah'a ba ğlılıklarını gösteren duaları yer almaktad ır.
Ümm-i Seleme'nin anlattığına göre Hz. Pey ğamber (s.a.v.)"
. c<1.?.› y31211 : Ey kalbleri istediği gibi çeviren (Allahım),
kalbimi dinin üzerinde tut!" 2 diye duâ eder, sonra "Rabbenâ lâtuziğ
lculübena bdde iz-hedeytenâ ve heb ler ıa min-ledunke ralımeh, inneke
ente'l-vehhab" âyetini okurdu. 3

o >, 9,. , 1 o_şt -.7,1 .-_, oe.:..4...:11 ...." 0_,4-1 ofe. 9 4::: ... . .....;
0 ,....)..3 ....,...)...:5 „., ;:),..131 r.,,.. )
..- .) °,..,,--p *j_i- -
JT ,-,1" --05- 1 .) jt:.....31'.51:i "j, °Ç,...A,
-.
"" ",!...1}:(.1'1 ":, 1.;:.x:..':, ,Cul -,_.
5 . . 5' ." ... ı •''' C. ...• ...- ... • .... , Z: ı ■••• 4 O , ., .

* .:1)..; LJ. , .'W çeft, :ILT Li 1..:...*A..1__.; 1.,..,..1..5 (...4:1—:_ Q:A Ly......ul
- (>1_,:ts°_,,ft.7 -_, -C i‘ -. ,..:,. -_,,
): 1_,,.s , °Jft_i ( İ 1) L.,G...- ,,Dı '..b _t :. ',c u ı
:-: - ,...*.k:u
••• • ı O Aı
:L)T Ga) " t:41.1° I

1 Tefsir, I, 347
2 Ibn Mâce, Ddâ, 2; Timizl, Ddavât, 90
3 Taberi, Câmicu'l-beyan, III, 187; ibn Kesir, Tefalr, 348; Tirnaia, Ddavât, 90
354 Al-i imrân Suresi

• iı .D ıı ı ı , T .

j 41 ; J.;Ca-; :Z_Li C:24:::11


• , - -
ı c 41:4 ;2....Z). j;.1fi c

(‘ t) j_Ca.,.1 °Erj:
10— "Inkar edenler var ya, ne malları, ne de çocukları onlara, Allah'a
karşı hiçbir fayda sağlamaz. Onlar, ateşin yak ıtıdırlar. 11— Fir'avn aile-
sinin ve onlardan öncekilerin durumu gibi. Onlar da ayetlerimizi yalan
ladılar, Allah da onları günahlariyle yakaladı.. (malları ve çocuklar ı,
onlara bir yarar sağlamadı). Allah •ıncezası çetindir. 12— Inkar edenlere
söyle : "Yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz. Oras ı ne kötü bir
döşektir!" 13— (Bedir'de) karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir ibret
vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu, öteki de inkara (idi ki)
bunlar(müslümanlar) ı açıkça, gözleriyle kendilerinin iki kat ı görüyorlardı .
Allah, dilediğini yardımiyle destekler. Elbette gözleri olanlar için bunda,
bir ibret vardır.
Tefsir:
10-13 ncü âyetlerin nüzul sebebi hakk ında birkaç rivayet nakledil-
miştir: İbni ishak'm rivayet etti ği bir görüşe göre âyetler Kaynuka Ya-
hudileri hakkında inmiştir.Bedir Sava şından sonra Hz. Pey ğamber(s.a.v.)
Yahudileri Kaynuka Çar şısında toplayıp, Kureyş'in başına gelenlerin,
bir gün kendi başlarına da gelmezden önce müslüman olmalar ını söyledi.
Yahudiler dediler ki: "Ya Muhammed, sen a'ldan ıyorsun. Sen sava ş-
mamut bilmeyen toy bir Kureyş toplumuyla dövüştün. E ğer bizimle
sava şırsan bizim ne yaman sava şçılar olduğumuzu, ömründe bizim gibi-
sini hiç görmedi ğini anlarsın !" dediler. Onların bu sözleri üzerine :
"Inkar edenlere de ki : Yeniteceksiniz, ve cehenneme sürüleceksiniz...."
âyetleri
Diğer bir rivayete göre Medine Yahudileri, Bedir olay ından sonra
nerdeyse müslüman olacak.Mra ı : "Bu, kitabımızda gördüğümüz, san-
cağı geri çevrilmeyecek olan peygamberdir." dediler. Bir k ısmı da:
"Hele acele etmeyin, bekleyin bir vak'as ını daha görün" dediler. Uhud
Savaşı olunca şüpheye düştüler: "Bu, o de ğil" dediler ve Hz. Pey ğamber'-
le aralarındaki andla şmayı bozdular. Katkı ibn el-E şref altmış kişi ile
Mekke'ye gitti, "Söz birli ği edelim" dedi. İşte bu âyetler, onlar hakk ında
indi. İbn Abbas'a ve Dahhak'a nisbet edilen üçüncü bir görü şe göre bu
âyetler, Bedir vak'as ından önce, Kureyş müşrikleri hakkında inmiş -
1 Cffinicu'l-beytin, III, 192
2 Zâdu'l'-biestr, I, 356
Cüz' : 3, Sure : 3 355

tir.' Diğer bir görü şe göre de ayetler belli bir, toplulu ğu değil, bütün U-
firleri, bütün inkare ılan kasdetmektedir. Belli bir toplum hakk ında in-
diğine dair bir delil yoktur? Tüm inkâr edenlere hitabedilmektedir.

Bu son görüş doğru olmakla beraber ayetlerin Yahudiler hakk ında


indiği rivayeti daha kuvetlidir. Fakat sebebin hususiyeti, genel manay ı
tahsis etmez. Ayet, bütün inkarc ılara hitabetmektedir. Bütün- inkar-
cılar, Kur'ân'la sava ş a giren tüm kafirler yenilme ğe mahkamdur.

13 ncü ayette kar şılaşmalanna işaret edilen iki toplumdan biri,


Allah Elçisi kumandas ındaki İslam ordusu, diğeri de müşrik Kureyş
ordusudur. Yüce Allah, Bedir Sava şında müsliimanlann gözüne kafir-
leri az göstermi ş, kafirlerin gözüne de müslümanlar ı çok göstermi ştir
ki ezdi buyru ğu yerine gelsin, Hak bat ılı ezsin. Abdullah ibn
şöyle diyor:
"Biz ilk önce müşriklere baktığımız zaman onlar ı bizden kat kat
fazla görmü ştük. Fakat sava ş başladığı zaman onlara bakt ık, onları da
bizim kadar gördük, bizden bir kişi dahi fazla 'gelmediler gözümüze."
Ondan gelen bir rivayete göre İbu Mes'ud şöyle devam etmi ş : "Yan ım-
daki adama 'Acaba şunlar yetmi ş kişi var mı' diye sordum; 'Yüz ki şi
kadar var herhalde' dedi. Sonra onlardan bir adam ı esir aldık, ne kadar
olduklarını sorduk. Bin kişi olduklarını söyledi." Bir ba şka rivayete
göre müşrikler de müslümanlardan kaç ki şi olduklarını sormuşlar. Müs-
lümanlar, üçyüz on üç ki şi olduklarını söyleyince müşrik(esir)ler hayret
etmişler: "Biz sizi, bizden kat kat fazla görüyorduk!" demi şler


I I j â J i' -« •
.L.)1
.-
0 .,-,12.."..4«.1.

91 o 9 9 ı o 9
O j G C.:.; rı C::>,:31 J

(N O ,_,T.21)
14— Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altun ve gümü şten,
salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük,
insanlara süslü (cazib) gösterildi. Bunlar, sadece dünya' hayatının geçi-
midir. Asil var ılacak güzel yer, Allah' ın yanındadır.

1 Zklul-mesir, I, 356
2 Zaclu'l-meslr, I, 358; Taberl, III, 195
356 Al-i İmran Suresi

Tefsir:
14 neii ayette geçen sehevât kelimesi, şehvetin çoğuludur. Şehvet, nefsin
arzu ettiği ş eye atılışıdır ki Türkçede buna gönül çekmek denir. Rana-
IcanNr' ın çoğuludur. el-Mulsantara, kantarlanmış demektir. Kantar-
larm kantarlanmas ı , paranın yığın yığın artması anlamını ta şımakta-
dır. Kantar, çe şitli milletlere göre de ğişen bir- ölçüdür. Bir zamanlar
Afrika'da ye Endülüs'te sekiz bin miskal, sonra yüz r ıtl Jir kartar ka-
bul edilirmiş .° Hazreti Pey ğamber(s.a.v.)den kantar ın bin ikiyüz okya,
on iki bin okya, on iki okya, bin ikiyüz dinar oldu ğuna dair rivayetler
vardır.2 Ayette kantar kelimesi, belli bir say ı ifade etmeyip çok miktar-
da anlamına gelir. Araplar kantar' ı çokluk ifade eden bir kelime olarak
kullanırlardı. el-Haylu'l-musevveme : otlağa salınmış atlar, yahut i ş a-
retlenmiş veya çok güzel atlar anlamına gelir.
Yüce Allah bu ayette insanın tabiatinde bulunan tutkuya i şaret
etmektedir. İnsan kadına, evlada, çok miktarda altun ve gümü şe, sal-
ma atlara, davarlara, ekinlere, has ılı tüm dünya varl ığına düşkündür.
Bunlardan ne miktar elde etse daha fazlas ına sahib olmak ister. İnsanın
bu tutkusu dizginlenmezse gözü' doymaz bir varl ık olur, -çıkar. Peyğam-
berimiz (s.a.v.), bir hadislerinde: "İnsan oğlunun bir vadi dolu mali alsa
ikincisini ister: İki vadi dolusu malı olsa; üçüncüsünü ister. İnsan oğ-
lunun karın bosluğunu ancak toprak doyurur. Allah teybe edenin' tevbesini
kabul eder."3 demiştir.
Çalışıp kazanmak güzel bir şeydir. Helal malından yemek, güzel
giyinmek de iyidir. A'raf Suresinin 32 nci ayetinde süsün ve güzel şey-
lerin mü'minlere yasak k ılınmadığı açıklanmakta, 31 nci ayetinde de:
"Mescidlere giderken süsünüzü 1«k ın (elbiselerinizi giyin), yeyin, için,
fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez" buyurulmaktad ır. Demek
ki Kur'ân' ın gayesi, insanı dünyadan el etek çekme ğe sevk etmek de ğil,
fakat dünya mal ına düşkünlük göstermeyi önlemektir. Çünkü dünya
tutkusu, insan ruhunu karart ır, kendinden başkasını düşünmez hale
sokar. Fani ş eylere ihtiras, onları n sevgisini kalbe sokmak doğru değil-
dir. Çünkü mal, mülk, kadm, evlat, hep şu geçici dünyanın birkaç gün-
lük geçiminden ibarettir. O halde aza kanaat edip gönülden dünya h ır-
sıni çıkarmalı, ruhu Allah sevgisi ile doldurmal ıdır Çünkü insana mut-
luluk getirecek tek şey, Allah sevgisidir. En güzel mükafat, Allah' ın

1 Hak Dini Kur'an Dili, II, 1051


2 Zadul-medr, I, 859'
3 Bubari, Müslim, Tirmizî, Ahmed ibn Hanbel ve Bezzar rivayet etmi şlerdir. Faydu'l-
K.adir, V, 327
Cüz': 3, Sure: 3 357

yanındadır. Allah'ın yanında olan âhiret nimetleri geçici de ğil, süreklidir.


Yüce Allah bu gerçe ği anlatmak için diyor ki:

,.,.. .
4_, j -.Ay 1 .j. °-;i:;r - ).:„
Ğ1 .* j:<..1- ° ,_.. j_:,..>,,.,
°- ;:,.‹):,4_;1 1- °j';
r- • .
e- 0, Z; ı
C.. jj 1 j 1.1. . . 1 .7. ..,t_11.,:. jt_4...; ' 1 I L4.::-._>,; 4:):.. (s,:.>,._7 ‘'.'..,1..:,_,.-
:y.ı..1.5-,« ( ‘ ° ) ..
-.(. .> CA,5ti> LJ
.„'
k400....)
«....
.... . >41.W 4 LO ..,..).../4 'jil.„) 1 :;..,L.,...›... '.:, I'3:):+.11: 4
*...
.,

( ‘ 'O j d::JI ,..• 1"..:Cp C:,..;


, -_, 1::,:,.;_;' t:::.3 °
_.;1°_Ci t':::..T 12; ı t:;.':,-, "");_11_;i:
, .., 0
5 .. 0 „
Ci jrA,:‘,Z....i. 0 i &Ii. /.2..;,..11 -3 L'jı..:_;C:g5i -_, (:)..; .t...ail 3 <:,,, ---itr:
- -„ ..... -
5 5* , .0 5 Z; ı
4:sı ••••
4lj
ı r
v),
1' ..) ı (NA) -ft› ı °ı,.Jı:; _1.31
ı":.- -1- 7-- J-
. c ı zkıi
o * 5 Ni)
°

0 ı
.4.3j C>. ce, (N N) -' 5(5 Ci .Z4
.1.5) °Lfi c Q-- - -(.5-- •

0, c
, , .
(Y') .... •
c 5k-J
15— De ki : "Bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi? Allah'tan
korkanlar için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, ebedi kalacak.:
ı ' cennetler, tertemiz e şler ve Allah' ın rızası vardır.” Allah kulları gö-lar
rür : 16— "Rabbimiz, biz inand ık, bizim günahlar ımızı bağışla, bizi ateş
azabından koru" diyenleri. 17— Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda
gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları
ve seherlerde istiğfar edenleri (Allahtan ba ğışlanmalarını dileyenleri
Allah, görmektedir). 18— Kendisinden başka tanrı olmadığına Allah şa-
hidlik etmi ştir. Melekler ve ilim sahibleri de adaletle şahittir ki O'ndan baş-
ka tanrı yoktur. (0), azizdir, haki ındir. 19— Allah katında din, isliimdır.
Kitap verilmi ş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki
kıskançlıktan ötürü ayrılıp düştüler. Kim Allah' ın ayetlerini inkar eder-
358 Al-i imrân Suresi

se bilsin ki Allah, hesab ı çabuk görendir. 20— Seninle tartışmaya girişir-


lerse de ki : "Ben de özümü Allah'a teslim ettim ; bana uyanlar da." Kendi-
lerine kitap verilenlere ve ümmile ı e de ki : "Siz de İslam oldunuz mu?"
Eğer Islam olurlarsa doğru yolu bulmu şlardır. Yok e ğer dönerlerse sana
düşen, sadece duyurmakt ır. Allah kulları(n yaptıklarını) görmektedir.

Tefsir:
15-17 nci ayetlerde Rablefinden korkan, geceleri ibadet edip O'n-
dan ma ğfiret dileyen mü'minlerin erecekleri nimetler ve Allah ka-
tmda kazandıkları dereceler anlat ılmaktadır.

18-19 ucu ayetlerde Allah'tan ba şka tanr ı olmadığını herkesin


bildiği, Allah katında makbul dinin ancak İslam (yalnız Allah'a kul-
luk) olduğu, kitap ehlinin, sırf çekememezlikleri yüzünden ayr ılığa düş-
tükleri, bildiriliyor ve Allah' ın âyetlerini inkar edenler uyar ılıyor.
20 nci ayette de Hz. Muhammed(s.a.v.)e, kendisiyle tart ışmaya
girenlere, kendisinin Allah'a teslim oldu ğunu söylemesi, kendisinin
görevinin sadece tebli ğ olduğu buyuruluyor.
20 nci ayette geçen el-ummiyyin (ümmiler) kelimesi kitap sahibi
olmayan kimseler demektir. Bununla mü şrik Araplar kasdedilmektedir.
Manası açık olan bu ayetlerin nüzül sebebi hakk ındaki baz ı rivayetler
sağlam değildir, onlara güvenilemez. As ıl sebep, Hz. Pey ğamber'in,
Necran Hıristiyan hey'etiyle münazaras ıdır. Bu münazara esnas ında
hırıstiyanların sarfettikleri tevhide ayk ırı sözlerine âyetlerle cevap ve-
rilmektedir:
Allah'ın birliğine bizzat kendisi ş ahid olduğu gibi melekler, bütün
ruhani: varlıklar ve adaletli, insafh ilim sahipleri de şahiddir. Allah'ın,
birliğine şahidlik etmesi, gö..lerimizin önüne serdi ği yaratıklar" aracıh-
ğiyle olduğu gibi, gönderdiği kitaplar vasıtasiyle de olmaktad ır. Bütün
kâinat varlıklar', O'nun birli ğini hayk;rmaktad ır. Bütün melekler,
O'nun birli ğini söylemektedir. Bütün peyğamberlere Allah' ın bir ol-
duğu vahyedilmiştir. Bilgi sahipleri de bunu söylemi şlerdir. Gerçek
bilgi, insanı tek Allah'a inanmağa, O'nu her türlü eksik s ıfatlardan ten-
zih etme ğe götürür.
Tevhid inancına dayanan İslam dini, insan fitrat ına en uygun din
olduğu için Allah'ın seçtiği, razı olduğu tek dindir. Allah, bütün pey-
ğamberlere bu tevhid dinini göndermi ştir Kitap ehli aras ında görülen
ihtilaflar, dinin kendisinden de ğil, onların düşüncelerinden do ğmuştur.
Gelen yeni gerçe ği de kı skançlıklar' yüzünden kabul etmeyip Allah' ın
Cüz': 3, Sure: 2 359

Resulüyle tartışmaya girmişlerdir. Elbette hakk ı inkâr edenleri Allah,


besaba çekecektir. O'nun hesab ı çabuktur. O, bir anda milyarlarm he-
sabını görür.
Allah'ın birliği, insanın Allah'ın oğlu veya O'nun parças ı olamaya-
cağı gayet açık iken yine kitap ehli, Allah'ın Elçisiyle tartış maya gir-
miş, İsa'nın, Allah'ın oğlu, yahut üçün üçüncüsü gibi ak ıl almaz şeyleri
isbat etme ğe kalki şmışlardır. Yüce Allah Resulüne demi ştir ki:
Eğer kitap ehli olan Necranl ılar, İsa hakkında seninle tartışırlarsa
onlara şöyle de: Ben ve bana uyanlar, bütün özümüzle Allah' ı birleyip
O'na teslim olur, kulluk ederiz. Hem kitap ehline, hem de şu ümmi
müşriklere bu gerçekler kar şısında Allah'a teslim olup olmadıklarını
sor. Eğer Allah'ın birliğini kabul etmezlerse sana düşen, sadece durır-
maktır Sen vazifeni yapmışsındır. Gerisi Allah'a kalmıştır. Allah, kul-
larının ne yaptığını görmektedir.
Din, Allah tarafından, peygamberler vas ıtasiyle gönderilen emir ve
yasaklar nizamul ır. Insanı Allah'a itaate götürür. İslam ise silm, se-
lâmet kökünden gelir. Selâmete girmek, teslim olmak, itaat etmek an-
laralarınadır. Mutlak manasiyle alınırsa din ve İslam aynı şeyi ifade
eder. İkisi de itaat edip selâmete ermek anlam ını taşır.

o
Jc—:^ - JI j .1.11 Lı I
o .1' o ı. t .0 ı 0 oı
Ffib
. jj A

‘3• ° ° -1 3

(Y Y) °• " CA j

21- Allah' ın ayetlerini inkâr edenler, haks ız yere pey ğamberleri


dürenkr, , insanlar aras ından adâleti emredenleri öldürenler (yok mu),
onlar ı acı bir azâb ile müjdele! 22- İşte onlar ın yapt ıklar ı, dünyada da
altirette de bo şa çıkm ıştır ve-onlar ın hiçbir yard ımcıları da yoktur."
Tefsir:
21-22nci ayetlerde belirtilen pey ğamberleri ve adâleti emredenleri öl-
düren insanlar yahudilerdir. Herhalde Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in, • hırısti-
yanlarla münakaşalarmda onlar da taraf olmu şlar ki bu ayetler, onlara
cevap mahiyetinde inmi ştir. Yahudiler, Hz. Pey ğamber'i inkârda de-
vam ettikleri halde Allah' ı birleyen insanlar olduklar ını iddia ediyor-
lardı. Kur'an, Allah'a inanmanm, O'nun peygamberlerin° de inanmay ı
360 Al-i imrân Suresi

,gerektirdi ğini bildirmektedir. Pey ğamberlerden birini kabul edip diğer7


ın bir kısmını kabul edip di ğerlerini.lerinkatm,ydplr
inkâr etmek tevhid inancına sığmaz.
Yahudiler, yalnız -Hz. Muhammed(s.a.v.)i inkar etmekle de kal-
mannşlar, Hz. Musa'dan sonra gelip geçmiş nice peyğamberleri, nice
din büyülderini öldürmü şlenli. Bakara Suresinin 91 nci âyetinde onların
bu davranışlarına temas edilmi ştir: "Onlara : 'Allah'ı n indirdiğine ina-
nın' denilse, 'Bize indirilen inanınz' derler, ötesini kabul etmezler. Hal-
buki o, kendi yanlarında bulunanı doğ'rulayrcı bir gerçektir. De ki : 'Ger-
çekten inanıyor idiyseniz neden daha önce pey ğamberleri öldürüyordunuz?"

Taberi, Ebu Ubeyde ibn el-Cerrah' ın şöyle dediğini naklediyor:


"— Ya Resulüllah, k ıyamet gününde azab ı en şiddetli olan kimdir?
diye sordum. Allah' ın Resulü : •
Bir peyğamberi öldüren, ya da kötülüğü emredip iyilikten neh-
yeden kimsedir, dedi. Ve : 'Allah' ın ayetlerini inkür edenler, haksız yere
peyğamberleri öldürenler ayetini, onların hiçbir yardımc ıları da yok-
tur' lasmına kadar okudu. Sonra buyurdu ki :
"— Ey Ebü Ubeyde, Israil o ğulları gündüzün başından bir saat için-
de k ırk üç peyğamber öldürdüler. İsrail oğülifırının ibâdet edenlerinden'
yüz on iki adam kalkt ı, onlara iyiliği emredip onları ,kötülükten men etti.
0 günün sonuna doğru hepsi öldürüldü."'
Peyğ airmberimizden rivayet edilen bu sözü, bugün elde mevcut Ki-
tabı Mukaddes de do ğrulamaktadır. Kırallar bölümünün 17-18 nci
bablarında Kral Ahab ile.kansı İzabel'in yaptığı kötülükler anlat ılır:
"Ve Obadya Rabdan çok korkard ı . Ve vaki oldu ki İzabel, peyğamber-
leri öldürdüğü zaman Obadya, yüz peygamber ald ı ve onları ellişer
ellişer mağarada sakladı ve onları ekmek ve su ile besledi."

Matta İncilinin 14 ncü babmda da Kral Hirodes'in emriyle Pey


ğamber Zekeriya'ıun o ğlu peyğamber Yahya'nın başının kesildiği an-
latılır. Birinci MM-t asrında yaşamış Yahudi tarihçisi Yosifus, Kral
Hirodes'in, Yahudi alimlerinden birço ğıum öldürdüğünü yazm ıştır?
Demek ki Yahudi krallan, kendilerini uyaran birçok peygamberi,
birçok ıslahatçı din bilginini öldürmüşler, akıl ve hayalin al ııiayacağı
cinayetler i şlemişlerdir. Böyle iken' yine muvahhid olduklarını, Allah

1 Teber?, Camicul-beyan, M, 216; Ib ıall-Cevd, Zadu'l-Mestr, I, 365; İbn Kesîr, Tefstr,


I, 355
2 et-Tefairu'l-badq, VIII, 87
Cüz': 3, Sure: 3 361

adına hareket ettiklerini de söylemekten geri durmam ışlardır. Hz. Pey-


ğamber'in karşısında yer alan Yah ısı diler de, t ıpkı ataları gibi Allah'ın
Resulünün en yaman dü ş manı oldukları halde yine Atlar ı birlediklerini,
Allah'ın halis kulları olduklarını iddiâ ediyorlard ı . Allah'a inanan, onun
kullarını , onun pey ğamberlerini, Allah'ın dinini düzeltme ğe me. 'mur
edilen din bilginlerini nas ıl öldürür? İmanı n insana kazand ıraca ğı en
büyük vasıf, merhâmettir. Merhameti olmayan ın imanı da olmaz.
Içini dünya h ırsı kaplamış olanın imanı, gerçek iman de ğildir. Allah'a
inanan kimse, O'nun göndermi ş olduğu kitabın, işine gelen kısmını alıp
işine gelmeyen kısmını red ve inkar etmez. Kitab ın tamamına, Allah'ın
bütün peyğamberlerine, bütün kitaplarma inamr. Elçiye itaat, elçiyi
gönderene itaat demektir. Allah' ı n gönderdiği en son elçiyi inkar eden,
hatta ona en yaman dü şman kesilen kimseler, nas ıl muvahhid olduk-
larını iddia edebilirler?

• t,
p - 03 09
° °
e-A J F
0
,t_J ı ci3 ; (tv)
^

t) Cj ^JL7jL5 °

o .4, "er ,O r O ı ;Zi t


L4 j j Aı.ffl P J...J

23- Baksana Kitâbdan kendilerine bir pay verilmi ş olanlar, arala-


rında hüküm vermesi için Allah' ın kitabına çağırthyorlar da sonra onlar-
dan bir topluluk, yüz çevirerek dönüyorlar. 24- Bu hareketleri, onların
"Bize ate ş, sayılı birkaç günden başka dokunmayacak" demelerinden ileri
gelmektedir. Uydurduklar ı şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır, 25- Peki,
ya kendilerini, hiç ş üphe olmayan bir gün için topladığımız ve herkesin
kazandığı, kendisine tastamam verilip hiç kimseye haks ızlık edilmedi ği
zaman (durumları) nasıl (olacak)?

Tefsir:
23-25: Bu üç ayetin, yahudiler hakk ında indiği rivayet edilmektedir.
Yahudiler, Allah' ın birliğini kabul ediyor, fakat Hz. 1VIuhammed(s.a.-
v.)in peyğamberliğini kabuk yanaşmıyor, onun pey ğamberliğine karşı
362 imrân Suresi

çıkıyorlard ı . Onun peyğamber olmadığı- hakkında da k endilerince delil-


ler ileri sürüyor, münaka şa ediyorlardı . Hatta İsrail O ğullarmdan ba ş -
ka bir milletten pey ğamber ç ıkmayacağını iddiâ etmişlerdi. Hz. Mu-
hammed (s.a.v.), kendi vasfm ın Tevrat'ta bulundu ğunu, bu konuda
Tevrât'ı n hükmüne uyınalarmı söyledi ama onlar inkârda ısrar ettiler.
İşte - yüce Allah, bu âyetlerle onlar ın tutumunu kmamaktad ır.

Taberi, 25. âyetin nüzul sebebi olarak İbn Abbas'tan şu rivayeti


nakletmektedir: "Allah' ın Resulü (s.a.v.), Yahudi hahamlarmdan
Midras'ın evine gitmişti. Orada Yahudilerden bir topluluk oturuyordu.
Allah'ın Resulü, onları Islâma davet etti. Onlardan Amr adl ı biri:
"— Senin dinin nedir ya Muhammed, dedi. Hz. Peygamber,
İbrahim dininde olduğunu söyledi. Onlar, İbrahim'in Yahudi oldu ğunu
iddiâ ettiler. Allah' ın Resulü:
"— Öyleyse Tevrat' ı getirin bakalım" dedi. Onlar 1Zabul etmediler.
İşte bunun üzerine: "Baksana kendilerine Kitab'dan bir pay verilenler.."
âyeti indi."'
Diğer bir rivayete göre 25 nci âyet, bir zina olay ı üzerine inmi ştir.
Yahudilerden soylu biri zina etmi ş , bu konuda hüküm vermesi için da-
vayı Hz. Peyğamber'e getirmi şler. Hz. Pey ğamber de Tevrat' ın hükınüne
uygun olarak zina edenlerin reemedilmesini emretmi ş . Yahudiler bunu
kabul etmemi şler.Hz. Pey ğamber de onları Tevrat'ın hükmüne uymaya
davet etmi ş , onlar kabul etmemi şler. Bu tarzda bir rivayet, Maide Su-
resindeki 43 neü âyet için de nakledilir.
Birinci rivâyet, âyetin siyak ına daha uygun dü şmektedir. Çünkü
bu konudaki rivayetler daha çoktur. Taberi'nin nakletti ği başka bir
rivayet de b ınıu destekler mahiyettedir: Allah' ı n Resulü (s.a.v.), Yahu-
dileri İslama davet etti, Yahudiler: "Biz hidâyete senden daha lâyik ı z,
Allah İsrail O ğullarmdan ba şka bir toplumdan peygamber gönderme-
miştir" dediler. Allah' ın Resulü (s.a.v.): "Tevrat' ı çıkarın, benim pey-
gamber olduğum orada yaz ılıdır" dedi. Bu teklifi kabul etmecliler. 2

21-22 ve 26-27 nci âyetler de birinci ilesonuncu rivayetin do ğrulu-


ğunu destekler niteliktedir. Konu, Yahudilerin, Hz. Muhammed(s.a.v.)
in peyğamberli ğini kabul etmemeleri, kendilerini Xllah' ın üstün kulları
saymaları , bu yüzden ba ş kaldırıp fısk-u fileura dalmalar ı konusudur.
Onlar kendilerini Allah' ın has kulları gördüklerinden dolayı , kendilerine

1 Taberi, Cfunicu'l-beyâu, III, 217-218


2 Z,âclu'l-mesir, I, 366-367
Cüz': 3, Sure: 3 363

birkaç gün dışında azabedilmeyece ğini ileri sürüyorlard ı . Onların bu


iddiasına, Bakara Suresinin 80 nci âyetinde de yer verilmektedir. Diyor-
lardı ki "Biz buzağıya tapmış olduğumuz kırk gün için kırk gün a7ab
çekece ğiz, sonra kurtulaca ğız."

Bunlar, kendi uydurduklar ı şeylerdi. Bu uydurmalar ı, onları din-


leri konusunda yanıltm ış , yanlış yollara sürüklemi şti. Yüce Allah, bu
iddiaları ndan ötürü 25 nci ayette onlar ı tehdid ederek, kopmas ında asla
şüphe olmayan kıyamet gününe topland ıkları, herkesin kazand ığı ken-
disine verildiği- zaman hallerinin nice olaca ğını sormakta ve pey ğamberini
teselli için de ona ş öyle demektedir:

r

9 o .... 15
0 1.2.j). ( *1..1,1 (.33:.; CA
, 9 9 o , 4 9 -
‘:.>„o V A n.

.. .9 9 o —• o
•• • '‘)
- c

Cr.° 'ks->c
` :11 ° . 3- - 11 e.I J
J -4-
o 9 „9p
(1. V) (...ıito.,>. • (j • - j ,• - .
j-->e

-26- De ki : "Allah ım, (ey) mülkün sahibi, sen dilediğine mülkü ve-
rirsin, dilediğinden mülkü al ırsın ; dilediğini yükseltirsin, dilediğini al-
çaltırsın. Hayır senin elindedir. şüphesiz sen, her şeye kadirsin!" 27-
"Geceyi gündüze sokars ın, gündüzü geceye sokars ın ; öliiden diri çıkarır-
sın, diriden ölü çıkanrsın, dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın!"

Tefsir:
26-27 nci âyetlorin manas ı açıktır. Yalnız "Ölüden diri çıkarırsın,
diriden ölü çıkarırsın" kısmı üzerinde müfessirlerin aç ıklamaları şöyledir:
"Taneden ekin, ekinden tane; çekirdekten hurma, kurmadan çekirdek;
kafirden mü'min, mü'minden kafir; yurnurtadan tavuk, tavuktan yu-
murta; meniden insan, insandan meni ç ıkarırsm..."'
o - 5o
Ci■-,...A3.1 .) .j .3 , • 9

.9 o • ı. o ... Or 0,0, O,

(5 45i) :43fl j ...O

(T A ) aci l'Lz ı
1 ibn. Kesir, III, 356; Câmicu'l-beyttn, 224-225
364 hurân Suresi

28- Mü'minler, inananlaıı bırakıp Wirleri dost edinmesin. Kim


böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek
tehlikeden) korunmanız başka. (Şerlerinden korunmak için dost gözüke=
bilirsiniz). Allah, sizi kendisin(in emirlerine kar şı gelmek)den sakındırır.
(Sakıp hükümlerine aykırı davranarak, dü şmanların ı dost tutarak
O'nun gazabına uğramaym. Çünkü) dönüş O'nadır.

Tefsir:
28 nei âyetin iniş sebebi hakkında dört iivayet vard ır:
1- Bir rivayete göre müslümanlardan baz ıları Yahudilerle dost
idiler. Uyanık müslümanlar, bunları uyard ılarsa da bunlar, dinlemediler.
Bu âyet inerek müslümanlar ın, müslüman olmayanlarla s ıkı fıkı dost
olmalarını yasakladı .
2- Buna yakın bir rivayete göre de bu âyet Abdullah ibn Ubeyy
ve adamları hakkında inmi ştir.' Yabudilerle sıkı dostluk kuran bu adam-
lar, müslümanların sırlarını Yahudilere ta şıyorlar, Yahudilerin, Pey-
ğamber(s.a.v.)e kar şı zafer kazanmalar ını istiyorlard ı . Bu âyet bu mü-
nasebetle indi.
3- Bir diğer rivayete göre de Ubâde ibn es-Sân ıit'in Yahudiler
arasında dostları vardı . Hendek Sava şı sırasında Ubâde: "Ya Resulâl-
lah, Yahudiler içinde be şyüz adamım var, onların da benimle beraber
düşmana karşı savaşmalarını istiyorum" dedi. Bu âyGt indi.
4- Dördüncü bir rivayete göre de Mekke'nin fethi için sefer haz ır-
lıkları yapılırken ashabdan Hâtib ibn Ebi Belteca, yazdığı bir mektupla
Hz. Peyğamber'in sefer haz ırhklarmı Kureyşe bildirmeğe te şebbüs ev.
mişti. Bunun üzerine bu âyet indi.'
Bu son rivayet, âyetin siyak ına uymaz. Çünkü bu son rivayet,
Mümtehine Suresinin birinci âyeti münasebetiyle anlat ılmaktadır.
Bu âyet, Yahudilerin de zaman zaman kat ıldığı Necran h ıristiyan-
lariyle Hz. Pey ğamber arasında geçen uzun münaka şalar üzerine inen
âyetlerdendir. Yüce Allah, yukarıda kitap ehli. olan Yahudilerin küfür-
leriııi, pey ğamberlere saldırılarını açıkladıktan sonra müslümanlara,
böyle toplumlara karşı ihtiyath bulunmalarını, bunlara sır vermemeleri
ni emretmektedir. Bu âyet, müslümanlar ın, müslüman olmayan top-
lumlarla ilişkikri konusunda iki prensip getirmektedir:
1- Müslüman olmayanlarla ilişki kurarken daima ihtiyath olmak,
-onlara fazla güvenmemek, yaln ız müslümanları gerçek dost bilmek,
1 Zadul-mesir, I, 371
Cüz': 3, Sure: 3 365

2- Şartların gerektirdi'ği hallerde şerlerinden korunmak için on-


larla iyi geçinmek, fakat onlar ı baş tacı etmemek. •

Müfessirlere göre bu ayet, müslümanlar ın, kafirlerle dost olmalar ı nı


yasakladığı gibi müslümanların kâfirlerle pakt kurmalar ım da yasak-
lamıştır. Müslümanların, kafirlere s ır vermeleri caiz de ğildir.

Bu konuda Tevbe, Mücadele ve Mümtehine surelerinde bulunan


şu âyetleri de göz önünde bulundurmak gerekir:
1- "Ey inananlar, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babctlarınızt
ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onlar ı veli tanı: sa işte zâ-
limler onlardır." (Tevbe: 23)
2- "Allah'a ve ahiı et gününe inanan bir milletin ; babaları , oğulları,
kardeşleri; yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resulüne düş man olanlarla
dostluk ettiğini görmezsin...." (Mücadele: 22)
. 3- "Ey inananlar, benim de düşmanım, sizin de dü ş manınız olan
kimseleri dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçe ği inkâr ettikleri, Rabbiniz
Allah'a inandıg'ınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkar-
dıkları halde siz onlara sevgi (belirtecek mektup) ulaştırıyorsunuz..."
(Mümtehine: 1)
Nisa ve Maide Surelerinde bulunan a ş ağıdaki âyetlerden de miina-
fıklarla bazı mü'minlerin; kafirlerle, özellikle kitap ehli ile s ı kı dostlukla-
rını s-(irdürdükleri anla şılmaktadır:
1- "Münafıklara, acı bir azâbın, kendilerinin olacağını müjdele.
Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar. Onları n yanında şeref
mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allah'a aittir." (Nisa': 138-139)
2- "Ey inananlar, mü'minleri bırakıp ketfirteri dost tutmay ın. Al-
lah'a, aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?" (Nisa':
144)
3- "Ey inananlar, Yahudileri ve hırıstiyantarı dost edinmeyin.
Onlar, birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost tutarsa o, &dar-
dandır. Şüphesiz Allah, zâlim toplumu do ğru yola iletmez." (Mâide: 51)
Bu ayetlerin, müslümanlar ın o zamanki stratejik durumlariyle
yakın ilişkisi vardır. Müslümanlar, .o zaman gayri müslimlerle, özellikle
Kureyş müşrikleriyle sava ş halinde Miler. Islam ın karşısında bir tutum
alan Yahudiler de islamın yıkılması için fırsat kolluyorlardı. Bundan
dolayı kuvvetli durumda bulunduklarını hissettikleri zaman Hz. Pey-
ğamber'le yapt ıkları andlaşmayı derhal bozup müşrikleri destekliyor-
366 Al i
- İmran Suresi

'ardı . Şimdi müslümanların, böyle kimselerle s ıkı fıkı dost olmaları ,


askeri suların, bunların eline geçmesine sebeb olurdu. İşte böyle aleyh-
lerine bir sonuç do ğuracak durumlarda inkarc ılar toplumu ile dost
olmaları yasaklanmıştır.
Muhammed Re şid Rıza da ayetlerin, Hz. Pey ğamber'in ya ş adığı
ş artlarla yak ın ilişkisi olduğuna temas ederek özetle ş öyle diyor: "Bu
ayetler, müslümanlar ı, başka toplumlarla kendi yararlar ına olacak and-
laş malar yapmaktan menetmedi ği gibi sava ş halinde bulunmad ıkları
toplumlarla ili şki kurmaktan da menetmez. Hz. Peygamber (s.a.v.),
Kureyş 'le yaptığı Hudeybiye Andlaşmasına göre Mekke bölgesinde otu-
ran Huza`a ve Bekr O ğulları adlı iki kabilenin, istedikleri tarafı tut-
maları ş artı m kabul etmi şti. Biribirine dü şman olan bu iki kabi1eden
Bekr Oğulları Kureyş tarafını tutunca Huza`a kabilesi de müslüman-
ların tarafını tuttu. Andla şnıanın bütün hükümleri, taraflardan biri ya-
nında yer alan bu kabileler için de geçerli idi. Şimdi Peyğamberimizin,
aslında miişrik olan Huza‘a kabilesiyle ittifak yapmas ı, müslümanların,
müslüman olmayan toplumlarla, kendi yararlar ına andlaş malar, itti-
faklar yapabileceklerini gösterir."'
Ayrıca Hz. Peyğamber (s.a.v.) Medine'ye geldiklerinde Yahudilerle
yazılı bir andla ş ma yapmıştı . Bu andla şmaya göre Yahudiler kendi din-
lerinde serbest olacaklar, Fvs ve Hazrec kabileleriyle yapm ış oldukları
andlaşmalar yürürlükte kalacak, müslümanlara bir sald ırı halinde Yahu-
diler, müslümanlar ın yanında yer alacak, müslümanlara kar şı düşmanca
bir tutum izlemedikleri takdirde de müslümanlar, bir sald ırıya uğrayan
Yahudilere yardım edeceklerdi.
Hz. Peyğamber (s.a.v.) in bu andla şmalarmdan ve ayetlerin ruhun-
dan anlıyoruz ki müslüman yöneticiler, müslüman olmayan toplumlar-
la, iyi ilişkiler kurabilirler. Ancak böyle bir ili şki kurarken iki hususa
dikkat etmeleri gerekir:
1- İlişki kuracakları .toplumlarm esas niyetlerine bakmak, müslü-
manlara kar şı kötü niyet taşımayan kimselerle ittifak yapmak,

2- Ittifak yaptıkları gayri müslimlere kar şı daima ihtiyatlı bulun-


mak, bütün sırlarını onlara açmamak, onlara fazla güvenmemek, uyan ık
bulunmak.
Şunu da iyi bilmek Umudu ki ittifaklar, kar şılıklı menfaatlere da-
yanı r. Tefsirini yapmakta oldu ğumuz ayet, "kâfirlerle andla şma yap-

1 et-Tefslru'l-bad Şs, VIII, 96;


Cüz': 3, Sure: 3 367

mayı n" demiyor, "müslümanları bırakıp onları dost tutmay ın" diyor.
Andlaş ma yapıp iyi geçinmek ba şka şey, dost tutmak ba şka ş eydir.
Mümtehine Suresinin sekizinci âyetinde bu husus, açıkça belirtilmek-
tedir: "Allah, sizi, din hakk ında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men-
etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever."

:Ayetteki: " ;1.;ı;' (:)1 Wyl : Ancak onlardan korunman ı z baş-


ka..." cümlesi üzerinde çok durulmu ştur. Bu cümleden takiyye hükmü
çıkarılmaktadır. Talsiyye, birinin kötülüğünden korunmak için as ıl
inancını gizlemek anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre tehlikeli olan .

,her durumda takiyye caizdir. Zayıf durumda bulundukları bazı ülke-


lerde veya zamanlarda müslümanlar takiyye ile hareket edebilirler.
'Kafirlere kar şı takiyye ile hareket edilebilece ği gibi müslümanlar bir-
birlerine kar şı da talsiyyeyi uygulayabilirler. Buhari, Ebud-Derda'n ın
şu sözünü naklediyor: "Biz, birtak ım insanların yüzlerine karşı güleriz,
fakat kalblerimiz onlara lanet eder." İbn Abbas'a göre takiyye ancak
dille olur. İnsan ancak tehlikeli durumlarda dilini sak ınır, ama imanının
gere ğini yapmaktan geri durmaz. "İnandıktan sonra Allah'ı inkâr eden,
kalbi imana tam anlamiyle kanm ış iken inkara zorlanan değil, küfre
göğüs açan (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah'tan bir gazab iner ve
onlar için büyük bir azâb vardı r"' ayeti de bu görüşü teyidetmektedir.

Taberi ve Hazin ise talciyyenin, ancak haramın helal, helalin haram


sayılması, bir müslümanın kanının akıtılması, ya da malnun helal gö-
rülmesi gibi konular ın dışında caiz olabilece ğini söylemişlerdir. Yani
Kafirleri kendine dost etmek gibi hususlarda takiyye olmaz.

Fakat ayetin muhtevas ı, müslümanların birbirlerine kar şı davranış -


ları değil, kafirlere kar şı davranışları üzerindedir. Böyle iken bundan,
'müslümanların, birbirlerine kar şı takiyye ile hareket gidebilecekleri an-
lamını çıkarmak, uzak bir te'vildir. Bu ayette yüce Allah, müslüman-
\ lara ihtiyatlı bulunmalarını, zaman ve ş artların icabına göre islamın
ve müslümanların yaı arma uygun tarzda hareket etmelerini emret-
mektedir.

Daha sonra yüce Allah, mü'minleri, buyru ğuna aykırı bir davranış
ve dü şünce içine girmekten sak ındırmak için içlerinden geçen bütün
düşüncelerini, gizli ve a şikar bütün yapt ıklarını bildiğini hatırlatarak
diyor ki:

1 Nahl Suresi: 106


368 Âl-i İmrâri Suresi

„..1 o ..-- 9o 9.. o "" o9 9,o o


4--1-R-? ■ -5 j C.)1 I.;
e - -
° i.j_ .3
(„P"4.) "T ı t:. j
o 9 O •• o , o- o, 0
, ıA
• 4■ 41.5),P LA çj .....1İ.. ama_, Per
J--, y

I •5 J—; G Ç9
c:1— * L..—Lfr
o 9
c:) I ii (r •) ı --*
'2.:9 ):; -) .1'J.1 c 43JI ) ;_ç
O ı 0, ı 9 0 O 9 555 5 .5.5

O 5 ,ıı

Ci ğc;_; (r Y,-; okW J.; .3

ı°
29- De ki : "Göğiislerinizde' olanı, gizleseniz de, aç ığa vursanız da
Allah onu bilir ; göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir.
30- 0 gün her nefis, yapt ığı her hayrı hazı r bulacaktır; işlediği her kötü-
lüğ ü de. İster ki o kötülükle kendisi aras ında uzak bir mesafe bulunsun.
Allah sizi . kendisin(in emirlerine kar şı gelmek)den sak ındırıyor.' Allah
kullarına şefkatlidir." 31- De ki : "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun
ki Allah da sizi sensin ve günahlar ınız ı bağışlasın. Allah, bağışlayan,
esirgeyendir." 32- De ki : "Allah'a ve Peyğambe‘ r'e itâat edin!" Eğer
dönerlerse muhakkak ki Allah, Wirleri sevmez.
Tefsir:

29-30 ncu ayetlerde Allah' ın her şeyi bildiği, iıısan' ın içinde sak-
ladığı diiş iincelere dahi vak ıf olduğu. hiçbirş eyin O'ndan gizli kalma-
dığı ve kişinin, yaptığı herşeyi bir gün kar şısında bulaca ğı, dünyada
severek yapt ığı kötü şeylerin azap şeklindeki korkunç hakikatlerin-
den kaçma ğ a çalışaca ğı, ama onlardan kurtulamayaca ğı anlatılıyor ve
kullarına ş efkatli Allah, onlar ı kendisinden çekinip kötüliiklerden
sakındırıyor.

31-32 nci âyetlerin, Neerar ı 'dan gelen hey'etin veya ba şka kimselerin
"Biz Allah' ı çok seviyoruz" demeleri üzerine nazil oldu ğu rivayet. Allah' ı
sevmek, O'nun emirlerini tutmakla olur ` . Kuru sözle olmaz. O'nun emir-
lerini insanlara duyuran da Hz. Muhammed(s.a.v.)dir. O halde Resulün
getirdiklerini, kabul etmek, onun yolundan gitmek lâz ımd ır. Çünkü
Resul, Allah' ın insanlara elçisidir. Elçiye itaat, elçiyi gönderene itaat
demektir.
Cüz': 3, Sure: 3 369 •

-J T -L1 T t "r"..; "Li:12:4145,1


— • ,-1 •

(r t Yı .Cp
e::

33- Allah, Adem'i, Nuh'u, Ibrahim âilesini ve imrtin âilesini seçip


âlemlere üstün !aldı. 34- (Bunlar), birbirinden türeyen nesil(ler)dir. Allah,
işitendir, bilendir.
Tefsiri

33 ncü ayet, tabiattaki ışfıfiiya işaret etmektedir./ Ştıffl, bir şeyi yaban-
cı maddelerden ayıklamak, saf ve temiz yapmak demektir. Müfessirler,
ıştıfâyı : " : Onlar ı yaratıklarının en sâfı kıldı" veya:
" Li.s.,JI 1—LO : Onları kötü sıfatlardan
temizledi, güzel huylarla bezedi"' şeklinde iki türlü tefsir etmi şlerdir.
Bunların ikisi de birbirine bağlıdır.

Yüce Allah, alemi bir tekâmül kanununa göre yaratm ıştır. Insanı
vücuda getirmek için önce anorganik maddeleri yaratm ış , bunları süze
süze, bitkileri vücuda getirmi ş , bitkileri de olgunla ştıra, olgunlaştıra can-
lı ları yaratmış , canlıları da geliştire geliştire Âdem'i ortaya ç ıkarmıştır.

Adem'ir, neslinden de pey ğamberleri siizerek meydana getirmi ştir.


Peyğamberler, umum insanların özü, süzülmü şüdür Peyğamberler,
maddi ve ruhi olgunluğun doruğunda bulunan kimselerdir. Nuh soyu,
İbrahim ve. İmrân soyları hep birbirinden süzüle süzüle gelmi ştir. Bü-
tün peygamberler önce Adem'den, sonra Nuh'tan türemi ştir. Nuh zür-
riyetinden Hz. İbrahim gelmiş , onun zürriyetinden de Hz. Muhammed
(s.a.v.) yaratılmıştır. H2. Muhammed (s.a.v.) bütün pey ğamberler züm-
resinin özü, hulâsas ıdır.

c• .••• 2= • •'!.. .••• •••• ••• ■:,


‘!• 3 L:J a c...3C; 9;1

A • j:;£::i
o . ...„:„; 1 ;o? ., , •
J (-41 <-,)

1 111efâtib, II, 652


370 Al-i imrân Suresi

.1-J C A ' •:tw-P 5 1 3Ij L; I j 1.5

35- İ mreın'ın karısı demi şti ki : "Rabbim, karnımda olanı tam hür
olarak sana adadım, benden kabul buyur; şüphesiz sen i şitensin, bilensin."
36- Onu doğurunca - Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle
dedi : "Rabbim onu k ız doğurdum, erkek kız gibi değildir. Ona Meryem
adını verdim. Onu ve soyunu, kovulmu ş şeytanın şerrinden sana umar'',
yorum."

Tefsir:

35-36: Burada zikredilen Imrân, Matan (Taberi'ye göre Ya şhem) o ğ-


lu İmran'd ır, Musa'nın babası Imrân de ğildir. Imrân' ın karı sı, Fokuz'un
kızı ve Hz. Meryem'in annesi olan Hanna'd ır.° Hanna'nm kız karde şi-bir
rivayete göre Meryem'in k ız karde şi- İyş â', Hz. Zekeriyyâ'mn kar ısı
ve Hz. Yahya'nın annesi imi ş . Bir Hadis-i şerifte Hz. Yahya ile Hz.
İsâ'nm, teyze o ğulları oldukları bildirilmiştir?

İbni İshak'ın rivayetine göre Hanna'nin uzun zaman çocu ğu ol-


mamış . Bir gün bir ku şun, yavruların beslediğini görünce içinde çocuk
sahibi olma arzusu uyanm ış . Allah'a niyaz edip kendisine bir çocuk
hitfetmesini dilemi ş , çocuğu olduğu takdirde onu Beytu'l-Makdis'e
vermeyi adamış . Nihayet Meryem'e hâmile kalm ış , hâmileliğ-i esna-
sında kocası İmran ölmüş .

Multarrer, âzâdedilmiş demektir. Hanna, burada çocu ğunu her tür-


lü dünya ilişkilerinden, dünyaya kulluktan çözüp Allah'a kul olma ğa
vakfedece ğini adamış ve ismini de Meryem koymu ş ve çocuğunu şey-
tamn şerrinden korumas ını Allah'tan dilemiştir.
Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Doğan her çocuğa, doğarken şeytan dürter (başka
rivayetlerde dokunur). şeytanın bu dürtmesinden ötürü çocuk ağlayarak
dünyaya gelir. Ancak Meryem'e ve o ğluna şeytan dürtmemi ş tir." Hadisi
rivayet eden Ebu Hüreyre : 'Onu ve soyunu, kovulmu ş şeytanın şerrinden
sana ısmarlıyorum' âyetini okuyunuz" demi ştir.3

1 'bn Kask, Tefsir, I, 359; Ib ım'beevzi, Züdu'l-mestr, I, 376


2 Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1094
3 Müslim, Feğail, bâb 40, hadis, 146, 147; ibn 1,Ianbel, II, 233
Cüz': 3, Sure: 3 371

j
o
o „

1.1 ı., s- j_;- S« • L

j_f4 ciu .:C/6 Li T Ju A.3) 1:1:.up


°
eJ"'
(vv) -4341,2 sıı ..C.
, :p

37- Rabbi, onu güzel bir sekilde kabul buyurdu, onu güzel bir bitki
gibi yetistirdi ve Zekeriyya da onun bak ım ını üzerine aldı . Zekeriyya,
onun yanına, mihraba her girdiginde yanında bir rızık bulurdu. "Ey
Meryem, bu sana nereden?" derdi. "Bu, Allah katından" derdi. Zira
Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
Tefsir:
37— Meryem, henüz annesinin karn ında iken babasını kaybetmi ş,
yetim doğmuştu. Annesi onu hahamlara götürdü. Hadis-i şerife göre
Meryem'in eni ştesi, bir rivayete göre de teyzesinin kocas ı olan Zekeriy-
ya, Meryem'in bakımını üzerine almak istedi. Fakat hahamlar toplulu-
ğu, buna itiraz ettiler. Meryem'i yan ına almak isteyen yirmi dokuz ki şi
arasında kur'a çekildi: Herkes okunu nehre att ı . Okların hepsi suyun
dibine battı, yalnız Zekeriyya'ıun oku batmadı . Böylece Meryem'in
bakımı, Zekeriyya'ya kaldı .
Meryem biraz büyüyünce Hz. Zekeriyya, annesinin va'di yerine
gelsin diye Beytu'l-Makdis'teki mihraba koydu. Mihrab yüksek yer
demektir. Meclislerin en mu'tenâ yerine mihrab denir. Demek ki Hz.
Meryem, ma'bedde özel ve yüksek bir odaya konmu ştur.
Hz. Meryem, burada ibadet ile me şgul iken kendisine mana'dan
rızıklar gelmiştir. Hz. Zekeriyya, onun yanına odaya girdi ğinde yanında
rızıklar görmüş , bunun nereden geldiğini sormuş , o da bunun Allah ta-
rafından geldiğini söylemiştir. Bu âyet-i Kerime, evliyâ'n ın kerametinin
hak olduğunu gösterir. Zira bir peygamber olmayan Hz. Meryem'e
Allah tarafında rızıklarm gelmesi, salih ki şilerin böyle ilâhi lâtuflara
nail olacaklarma delildir. Peygamber olmayan iyi ki şilerin nail olduk
ları bu olağan üstü hâdiselere kerâmet denir. Peyğamberlerden zuhur
eden olağan üstü olaylar da muccizedir.
Hz. Zekeriyya, Meryem'de zuhur eden bu ola ğan üstü hâdiseyi,
zamansız olarak ona taze meyva verilmi ş olduğunu görünce ihtiyarlam ış
olmasına 'rağmen, kendisinin de bir çocuğu olması arzusu içine düştü-
günden Allah'a niyaZ etmiş :
37.2 imrân Suresi

• .0
l*A ‘ffi 'J C, CP ı,f„U
, •

' Ct:‹jSCI,e 1 (rA)

19

- JC; ,ı34

"JC; ej"-_,..>.1 -JC9* (t.) '‘.}:.°_,*;

c'IS":> ı ", 4 T J:.; "z:30

* 1 -J (t N) J * Î

L3Ciİ:ol j
: ı
; —3 (t Y)
e -
o o ••• ş o
■ , ,o„„•-• ş , .9 0
4_, .4~,4),L4 ı

. (t t)

38- Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etmi şti : "Rabbim, demi şti, bana
katı ndan temiz bir nesil ver. Sen duây ı işitensin." 39- Zekeriyyâ, ma'bedde
durmuş, namaz k ılarken melekler ona : "Allah, sana Allah'tan bir keli-
meyi dogrulay ıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak
Yahya'y ı müjdeler." diye ünlediler. 40- Dedi ki : "Rabbim, bana ihtiyarlık
gelip çatmış , karım da k ısır iken benim nasıl oğlum olur?", "Öyle (ama)
Allah, dilediğini yapar," dedi. 41- "Rabbim, o halde bana (oğlum olaca-
ğına dair) bir alamet ver" dedi. (Allah) buyurdu ki : "Senin alânıetin, üç
gün insanlarla, işaretten başka türlü konuşmamandır : Rabbini çok an,
akşam sabah (O'nu) tesbih et." 42- Melekler demi şti ki : "Ey Meryem,
Allah se ıii seçti, temizledi ve seni dünyalar ın kadınlarına üstün kıldı ."
43- "Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et, (O'nuia huzurunda) eğilen-
lerle beraber eğil." 44- Bunlar, sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin ha-
berleriııdendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini (oklarim)
atarlarken sen onların yanında degildin ; çekiştikleri zaman da sen yan-
larında değildin.
Cüz': 3, Süre: 3 373

Tefsir:
38-41 nci ayetlerde, ihtiyarlık çağında, Hz. Zekeriyya'ya, Allah'tan
bir kelimeyi doğrulayacak, seyyid, ha.ştir ve sâlihlerden bir pey ğamber
olacak bir o ğlu dünyaya gelece ğinin müjdelendiği, oğlu olacağına alamet
olarak da, üç gün insanlarla sadece i ş aret ile konuşabilece ği ve sabah
akşam Allah'ı tesbih etmesi emredildi ği bildiriliyor.
Allah'tan kelime : Ibn Abbas, Hasan, Mücâhid, Katâde, Süddi ve
Mukatil'e göre Hz. Isa Aleyhisselâm'd ır. Çünkü o, "kün : ol" kelimesiyle
oluvernıiştir. Ebu Ubeyde'ye göre "Allah'tan kelime" Allah'ın kitabı
ve gönderdiği âyetlerdir. Fakat birinci görü ş daha do ğrudur. Seyyid :
değerli, şerefli, efendi, hatt ın., günahlardan korunan, hikmet sahibi,
bilgin manalarına gelir. Ha şür ise kadınlara kar şı şehvet duygularmdan
arınmış, tertemiz insan demektir. I şte Zekeriyyâ'nm o ğlu Yaby‘i, do-
ğumu, sırf kün kelimesinin harika bir tecellisi olan Hz. Isa'y ı doğrula-
yan, Allah katında de ğerli, şehvet duygularından arınmış, temiz, nezill
bir efendi, salih bir peygamber olacakt ır. Hz. Yahya'nın, Hz. Isa'dan
altı ay, bir rivayete göre de üç ay önce do ğduğu ve Hz. Isa'nın ortadan
çexilmesinden alt ı ay önce şekle" edildiği rivayet edilir.
42-43 ncü. ayetlerde Meryem'in, o zamanki dünya kad ınları
arasından seçilip onlardan üstün kılındığı ve kendisine Rabbinin hu-
zurunda rüldi ve sesde etmesinin emredildi ği anlatılmaktadır. Müslim'in
rivayet etti ği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Dünya kadınlarının en iyisi İmran kızı Meryem ile 1,Iuveylid k ızı
.13adice dir."' Tirmizi de şu hadisi rivayet etmektedir: "Sana şu dünya
kadınları kafi : `İmran kızı Meryem, Huveylid k ızı 1,1, adice, Muhammed
kızı Fettıma, ve Fircavn'ın karısı c."İsiye." 2
44 ncü ayette de Meryem'in do ğumu, Zekeriyya'nın onun bakımını
üzerine alması ve Hz. Yahya'nın doğumu hakkında bu anlatılanların,
ğayb haberleri oldu ğu, bunların, Hz. Muhammed'e vahiy suretiyle
bildirildiği anlatılmaktadır. Şüphesiz bu haberler, hınstiyanlann İncil-
lerinde zikrediliyor ve halk arasında da söyleniyordu. Fakat rivayetler
birbirini tutmazdı. Bu incilleri okumam ış olan Hz.' Muhammed
(s.a.v.) için bunlar ğayb idi, bilinmeyen şeylerdi. Yüce Allah bu
ayetlerde, birbirini tutmaz çe şitli rivayetler halinde gelen haber-
lerin esasını anlatmak suretiyle üzerinde çok ayr ılığa düşülen konu-
ları aydınlı:O. kavuşturmuştur. Hz. Muhammed Aleyhisselam' ın, bun-

1 Müslim, Feçlail, bâb 12, hadis 69


2 Tirmial, Menalsb, 62, hadis 3878

•• 5

374 ImrAn Suresi

ları Kur'ânın beyaniyle böyle güzel anlatmas ı, onun peyğamberliğinin


en büyük delilidir.

ı ğ:zı
, 9 e .9 .0 •
37.4
( •AJI
• -1 I A-4...A

t5
".423
9
(") - 5.■_;;;;15.1.)
c 0 e ... .9 .9/ ro
J L4 -L") (r0
fi,:.:1 or..!,-) CA "
ı•
9 e .9
4■4.1.9L9.. ( tv )

• ,
j•
e-""---• 9 .9 • • • e 9 .„„,!0 o
:1211 ,;(j■ ,-;-,
e, ST L•j:JJ L; I
I • ••
bul e 30 ' C) • 1:3
) .tie.;
o ,, o .91., o,
(. J-1- 1,r4 Ij j..1. •■•• I j
0,9 09 " •
• j«) .„4- LA ;

*eil_„<"3 a(„_::11 1:.• ( t N)

j5 -rjel e .e5--<fi J e9 --<9


(Lie 4 ' 0);..X-;PC1 ) 'IL) ı °.
, •
Jol -,0
-
45- Melekler demi şti ki : "Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir
kelime ile miijdeliyor : Ad ı Meryem o ğlu Isa Mesilı'dir ; dünyada da,
âhirette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yak ın olanlardand ır." 47- "Beşikte
ve yeti şkinlikte insanlarla konu şacak ve iyilerden olacakt ır." 46- Dedi ki :
"Rabbim, bana bir be şer dokun ınamışken benim nas ıl çocuğum olur?",
"Allah, böylece diledi ğini yapar, dedi, bir şeyin olmasını) istedi mi ,ol'
der, o da oluveri ı ." 48- "Ona kitâb ı, hikmeti, Tevrat' ı ve ınciri öğretecek."
49- "Onu İsrâiloğullarına (şöyle diyen) bir elçi yapacak : 'Ben size Rabbi-
nizden bir mu'cize getirdim :. ben çamurdan ku ş şeklinde bir şey yapar,
ona üflerim, Allah' ın izniyle hemen ku ş oluverir ; körü ve alacal ıy ı iyile ş-
tiririm ; Allah' ın izniyle ölüleri diriltirim ; evlerinizde ne yeyip ne birik-
Cüz': 3, Sure: 3 375

tirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanıcı, iseniz elbette bunda sizin için
bir ibret vardır.' 50- (Ben), benden önce gelen Tevrat' ı doğrulayıcı olarak
size haram kılınan bazı. şeyleri size hela yapay ım diye gönderildim. Size
Rabbinizden bir mu'cize getirdim, o halde Allah'tan korkun, bana itaat
edin.' 51- 'Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin,
doğru yol budur!"

Tefsir:
45 nci ayette ve Nisâ Suresinin de 171 nci âyetinde Hz. Isa, Allah'-
tan bir kelime diye tavsif edilir. Kelime, kelâmdan geneldir. Kelâm
yalnız kulağa hitabeden sözdür. Kelime ise gerek kulak, gerek göz,
gerek ba şka duyular aracılığı ile içte duygular, manalar uyand ıran her
şeydir. A ğızdan çıkan veya kitaba yazilan sözler birer kelime oldu ğu
gibi insanın ruhunda ibretler uyand ıran tabiat olayları da birer keli-
medir, fakat bunlar sözsüz kelimelerdir. Gözlerimizin önünde cereyan
eden tabiat olaylar ı : doğumlar, çiçeklerin açmas ı, ağaçların yeşilliklere
bürünmesi, kuşlarm uçmas ı, her şeyin belli kanunlara göre ve düzenle
işlemesi, büyük bir kudret, akıl ve bilgi sahibi bir yaratıcının varlığını
haykıran, ruhta derin duygular uyand ıran birer kelimedir. Hz. Isa'nm
doğumu ise olağamn üstünde bir hadisedir. Bu fevkalade hadise, herkes
için Allah'm kudretini ifade eden sözsüz bir konu şmadır. İşte doğumu-
nun uyandırd ığı ibretten dolayı Hz. Isa, Allah'ın kelimesi olarak nite-
lendirilmiştir. Yani zuhura geli şi, varlığı başlı başma bir sözdür, insan-
lara ibret veren ilahi bir konu şmadır, bir âyettir. Kur'an'da sözlü ve
sözsüz ayetlerin anlamı üzerinde daha geni ş bilgi edinmek için "Kur'-
an'da Allah ve İnsan" adlı terceme eserimize bakılabilir. -
İlk defa burada Hz. İsa, Mesih sıfatiyle anılmaktadır. Müfessirler
Mesih kelimesi üzerinde birkaç mana vermi şlerdir. Aya ğmm altı düm-
düz olduğu, hiç çukurluk bulunmadığı için Hz. İsa'ya Mesih denmiş ;
yahut çok seyahat etti ğinden, ya da elini sürdü ğü her hastayı şifaya
kavuşturduğundan, yahut kendisi bereketle meshedildi ğinden, yahut
mesbedilmek suretiyle kirlerden ar ı tıldığı için, ya da annesinden ya ğ
sürülmüş olarak doğduğu için Mesih denmi ştir. Tabii bu faraziyeler,
kelimenin Arapça kabul edilmesine göredir. Fakat mesih kelimesinin
ibranice mesih yahut mesiya kelimesiaden geldi ği görüşü daha dogru
görünmektedir. Peygamber Samuel, Allah' ın emriyle kıral yaptığı
Saul(Talut)un ba şına yağ döküp meshetmi ş : "Kendi miras ı üzerine reis
olarak Rab seni meshetti" demi ştir.' O günden sonra İsrail kırallarına,

1 Bakınız: Kitab ı Mukaddes, Samuel I, bilb 9-10., 15-16


376 Al-i İmran Suresi

kırallığa geçirildiklerinde yağ sürmek adet olmu ş ve kırallara vücuduna


yağ sürülmüş anlamına mesih unvanı verilmiştir. Yahudiler, Hz. Isa'ya
da alay yoluyla Mesih demi şlerdi. 1 Fakat bu kelime burada, Allah ta-
rafından seçilmiş, tertemiz bir insan manas ında kullanılmıştır.
46-51 inci ayetlerde Hz.. Isa'n ın doğumu olayına, vasıflarına,
mu'cizelerine ve ö ğretilerinin özüne iş aret edilmektedir.
Hz. İsa gelmi ş, İsrail oğullarına Allah'm emirlerini tebli ğ etmi ş .
Peyğamberliğinin delili olarak mu'cizeler göstermi ştir. Fakat ona inanan
pek az olmuş . İsrail c ğulları onu inkar etmi şlerdir.

• ••• •••• J, ı ,
4"»1"-J Jei

"J„.,-
",31 , JD
" 1£,T (ot)
(o t)",:y (o r) e4i ■ 64
52- İsâ, onlardan inkarı sexince : "Allah'a gitmek için kimler bana
yardımcı olacak?" dedi. Havartler : "Biz, Allah (yolun)un yardımala-
rıym ; Allah'a inandık, şahid ol, biz müsliimanlarıx" dediler. 53- "Rabbi-
mix, senin indirdiğine inandık, peyğambere uyduk, bizi şahidlerle beraber
yaz!" 54- Mekr ettiler (isa'yı ortadan kaldırmak için tedbir dü şündüler,
tuzak kurdular) Allah da onların mekirlerine karşılık verdi (tedbirlerini
boşa çıkardı). Çünkü Allah, mekredenlerin (tedbir edenlerin) en iyisidir.

Tefsir:
52-53 : İsrail oğullannın kendisini inkâr ettiklerini anlayan Hz.
İsa, kendisine Allah yolunda yardımcılar aradı. Kendisine inanmış
olan havariler, ona yard ım edeceklerini va'dettiler. İsrail'oğulları ise,
Isa'yı ortadan kald ırmak için çareler ar ıyorlar, tuzaklar kuruyorlard ı .
Nihayet onu çarmıha gererek öldürme ğe karar verdiler.
54 ncü ay( t, onların bu tedbirlerine i şaret etmektedir. Mekr, bir
şeyi yapmayı plânlamak, tedbir dü şünmek demektir. Genellikle yap ı-
lacak kötü şeyler gizli tutulduğundan mekr, kötü i ş düzenleme, tuzak
kurma anlamnada kullan ılır. Fakat mekr mutlaka kötü tedbir dü şünmek
demek de ğildir. İyi tedbir düşünmeğe de el-mekru'l-liasen denir. Bu ba-
kımdan Allah, mâkirlerin en iyisidir şeklinde tavsl' edilmektedir. Yani

2 et-Tefskul-hadis, VIII, 106


Cûz': 3, Sure: 3 377

Allah, tedbir dü şünenlerin en hayırlısıdı r. Zira O'nun tedbirinin sonucu,


daima yarat ıklarm hayrınadır. İşin iç yüzünü bilmeyenler, O'nun ted-
birini bazan şer sanırlar ama şer sandıkları, aslında kendileri için hay ır-
lıdır.
Şimdi yüce Allah, burada diyor ki: Onlar Isa'y ı öldürmek için ted-
bir düşündüler, tuzak kurdular. Allah da onu kurtarmay ı tedbir etti.
Çünkü en güzel tedbir eden, her şeyi yerli yerince en güzel düzenleyen
O'dur.

j (93 ... .1.3


3 L;I; j 9.4÷P Cı Z) I
‘. ei O. >
11;i:t j:pc,
•••• 1 o .31 Sıo •••• e 9,9 • "«: , o ‘ o t

F>*-1":1:- "-" Ç93 1 4-4 "':A""


.:p.st,- •
0..x
>"-
tr,: : cei (o o)

(") C fj_,:-V1 -) C;;4.,11 tl-LP


I I:2.11 ".)
'3L

co A)

55- Allah demi şti ki : "Ey Isa, ben seni vefat ettireceğim, bana yüksel-
teceğim, seni inkar edenlerden temizleyece ğim ve sana uyanları, ta kıyamet
gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana
olacaktır. Aynl ığ'a düştüğünüz şeyler hakk ında aranızda ben hükmedece-
ğim." 56- "Inkar edenlere gelince, onlara dünyada da, âhirette de şiddetli
bir şekilde azâb edeceğim, onların yardımcıları da olmayacaktır." 57-
Inamp iyi işler yapanlara da (Allah) mükafatlarınt tam olarak verecektir.
Allah zalimleri sevmez. 58- İşte bu sana okuduğumuz (olaylar), ayetlerden
ve hikmetli zikir(Kur'ân)dand ır.
Tefsir:
55-Teveffi lagatte esas itibariyle bir say ının tanı olması, bir işi tam
yapmak anlannnadır. Sonradan ölüm manas ında kullanılmıştır. 55 nci
ayette geçer teveffi kelimesi üzerindeki görüşleri üç noktada toplayabiliriz :
1) Teveffi ölüm manasmadır. 2) Teveffi uyku manasınadır. 3) Teveffi,
lp.bz (tamamen alıp kaldırmak) manas ınadır. Bu görüşleri açalım:
378 ımrân Suresi

1) Ali ibn Ebi Talha'n ın, ibn Abbas'tan nakletti ği bir görüşe göre
"inni muteveffike, inni mumituke : yani ben seni öldürece ğim" demektir.
Muhammed ibn İshak, meçhul bir şahıs yoluyla Vehb ibn Münebbih'ten,
Allah Isa'yı yük seltece ği zaman üç saat, ya da üç gün öldürmü ş , sonra
diriltip yükseltmi ştir. Bir kısım tefsircilere göre de tevefil ölüm -anla-
mınadır, fakat âyette takdim ve te'hir vard ır. Mütevefface ile reıficuke'yi
birbirine ba ğlayan vâv tertib ifade etmez, cern' ifade eder. Ayetin tak-
diri: "inni râficuke ileyye ve mateveffike ya`ni ba (cle zâlik : Ben seni bana
yükseltece ğim, daha sonra öldüreceğim" şeklindedir.°

Fakat bu görü ş , tutarlı bir görüş olmaktan uzakt ır. Çünkü edebi
bir sözde, yapılan işler bir sıra ile anlatılır, gelişigüzel söylenmez. 1VIese-
lâ "Sabahleyin kalkaca ğım ve çar şıya gidece ğim ve elbisemi giyece ğim."
denmez. "Sabahleyin kalkaca ğım, elbisemi giyece ğim ve çarşıya gide-
ceğim." denir. E ğer takdim ve te'hiri gerektiren edebi, ince bir nükte
olursa o zaman takdim ve te'hir yap ılabilir. Burada takdim ve te'hiri
gerektiren bir şey yoktur.

2) Teveffinin, uyku manas ı nda kullanıldığını söyleyenlere göre - ki


ço ğunluk bu görü ştedir— âyetin takdiri: " (51 d-1,i ,:31»"
şeklindeclir. Yani "seni uyatacağım" demektir.
3) Tevveffinin kab.7<, manas ında kullanılmış olduğ unu söyleyenler
de âyete şöyle bir mana takdir ederler: " j .j. ‘!..1..,l;
: Ben seni ruhun ve cesedinlen yerden al ıp bana kaldıra-
cağım."
Müfessirlerden ço ğunun kanaatine göre H. Isâ, ruhu ve cesediyle
birlikte göğe yükseltilmiştir. Bir kısım müfessirlere göre gö ğe yükselti-
len, İsa'nın cismi de ğil ruhudur. Burada "seni bana yükselteceğim" hi-
,

tabı ile kasdedilen, Hz. İsa'nın ruhudur. Çünkü ruh, insan ın hakikatidir.
Cesed, emanet elbise gibidir. Artar, eksilir. De ğişmeyen insan ın ruhudut. 2
Bu görüş , âyetin ruhuna daha uygundur. Zira:

1) Kur'ânı Kerim, Allah'ın kanununda de ğişiklik bulunmadığını


söylüyor. İsa'nın, cismiyle birlikte göğ e yükseltilmesi, Allah'ın arzdan
çıkan maddelerin tekrar arta dönecekleri hakk ındaki kesin kanununa
aykırıdır. Madde, madde olarak ve tabiatinde bir de ğişiklik olmadan,
harici tesirler bulunmadan yukar ı kalkmaz. Hiçbir be şere böyle bir şey
olmamıştir.

1 İlmi Kestr, Tefsir, I. 366


2 Tersiru'l-Menk, III, 316-317
Cüz': 3, Sure: 3 379

2) Gök ile kasdedilen maddi gök ise bu y ıldızlardan ibarettir. Yani


Isa, şu yıldızlardan birine mi ç ıkarılmıştı r? E ğer kasdedilen ma'nevi
gök ise oraya cesed gitmez, ruh gider. Çünkü oras ı maddi de ğildir.
3) Kur'an' Kerim, İsa'nın göğe yükseltildiğini söyleniyor, Allah'a
yükseltildiğini söylüyor. Allah'a yük seimek ba şka şey, göğe yükselmek
başka şeydir. Allah'a yükselmck, O'nun kat ında yüksek derece kazanmak
anlamına gelir. Idris Aleyhisselâm hakk ında da: "Biz onu, yüce bir dere-
ceye yükselttik."' buyurulniuştur.
Yüce Allah, Hz. Isa'yı mütecavizlerin elinden kurtarmak suretiyle
onu ma'nevi derecçlere nail eylemi ş , ş amm yüceltmiştir. Nitekim "ta ,

kıyamet gününe kadar sana uyanları, inkâr edenlere üstün yapacağım"


âyetinden bu mana anla şılmaktadır. Gerçekten Isa'n ın ümmeti. daima
onu inkar eden yahudilere hakim olagelmi ştir. Bû da onun Allah nezdin-
deki ş amnın yüceliğini gösterir.
Müfessirlerin, "... seni vefat ettireceğinı, bana yükselteceğim..." âyetini
genellikle İsa'nın göğe çıktığı şeklinde tefsir etmelerinin ba şlıca iki amili
vardır:
Bunların eıi öne ınlisi, hıristiyanlar ve yahudiler hakk ındaki ayet-
lerin izah]. için İslama yeni girmi ş olan yahudi ve hıristiyan alimlerine
başvurmaları ve onların söylediklerini tam hakikat kabul edip naklet-
melendir. Di ğer âmil de Isa'nın göğe çıktığı ve ahir zamanda yere
inip Deccal'i öldürece ği haçı kıracağı ve İslam ş eriati ile amel edece ği
,

hakkında anlatılan bazı hadislerdir.


Şimdi hınstiyanlarm temel inanc ı olan Isa'nın çarmıha gerilmesi
hakkındaki düşüncelerini özetleyelim: Adem yasak meyvay ı yiyerek
Allah'a asi olunca onun bu günah", soyunda devam edegeldi. Adem
soyundan gelenler, hem kendi günablanndan, hem babalar ı Adem'in
günahmdan ötürü cezaya müstahak oldular. Adalet ve merhamet sahibi
Allah için, Adem ve soyunda zuhur eden bu günah yüzünden bir prob-
lem ortaya çıktı : Şimdi Adem o ğullannı cezalandırsa rahmetine ayk ırı
olacak, rahim olmayacak; cezaland ırmasa adâletine ayk ırı dü şecek,
adil olmayacak. I şte Adem'in isyanından bu yana hep rahmet ve adalet
sıfatlarını bağdaştı rmayı düşündü, düşündü, ancak bizim sene hesab ı-
mızla bin dokuz yüz oniki sene sonra bu rahmet ve adalet s ıfatlanm bağ-
daştırmanın yolunu buldu:
Kendi nefsi olan oğlunu çocuk ş eklinde bir kad ının karnına koya-
cak, tam bir insan olarak dünyaya gelecek, insanlar gibi yeyip içecek,
1 Meyrem Suresi: 57
380 Al-i İmran Suresi

ya ş ayaCak ve sonunda dü şmanlarının zulmüne uğrayarak as ılacak,


böylece kendi nefsi olan o ğlunu feda ederek insanl ığı ezdi günahmdan
kurtaracaktı . Öyle yaptı . İşte İsa'nın asılması, Allah'ın o ğlunun, insan-
ları ezeli günahtan kurtarmak için kendini fedâ et ımesidir.°
Bu inancın, mantığa sığar tarafı yoktur. Ve bu itikad, putperestlik-
ten hırıstiyanli ğa geçmiş bir itikadd ır. Zira Hinduizmde de insanl ığın
ezeli günahından ve bunun kaldırılması için babasız dünyaya gelen
Kri şna'nın, kendisini feda etti ğinden, asılırken ba şında altından bir tac
bulunduğundan söz edilir Kri şna, elleri ayakları denilerek (yani çivi-
lenerek) asılmıştı r. Hıristiyanlara göre de İsa asilırken ba şında diken-
den bir tac vard ı . Eski uzak doğu, dinlerinin birço ğunda elleri ayakları
çivilenerak as ılmak suretiyle insanl ığı ezeli günahtan kurtaran bir din
büyüğünden söz edilir ve bu adam, Allah' ın insan şeklinde bir görüntüsü
kabul edilir. 2
Allah, adalet ve rahmet s ıfatlarmı bağdaştırabilmek için e ğer 1912
sene düşünmü ş de ancak bu kadar uzun müddet geçtikten sonra bir çare
bulabihniş se demek ki uzun bir müddet âciz kalm ış , bir işin nasıl çözü-
leceğini bilememiştir. Ha ş a Allah'a hiçbir an cahillik veya âcizlik ariz
olamaz.
Allah, insanların günahın ı affetmek için çocuk şekline büriinüp ka-
dının karnına girmez. Bunlar acz belirtileridir. Ve insan şekline de girse
Allah'ın ayn ı olan bu insanın öldürülmemesi icabeder. Hem Allah,
insanları affetmek istedikten sonra ne diye böyle çareler dü şünsün;
affediverir, yapt ığından sorumlu de ğildir, dilediğini yapar. Kaldı ki
Adem'in günaluıldan, zürriyetinin sorumlu tutulmas ı da Allah'ın ada-
letine aykırıdır. Babanın suçundan o ğlu neden sorumlu olsun? Çocu ğun
kabahati nedir? İslama göre herkes kendi günahmdan sorumludur.
Günah ferdidir. Baban ın işlediği suçtan oğlu sorumlu olmaz. Hiçbir
günahkar, diğerinin günahını çekmez. Herkes kendi günah ını yüklenir,
ondan hesaba çekilir.
Gerçekte Hz. İsa, çarıııııha gerilmemi ş, öldiirülmemiştir. Bu hususta
bugünkü hırıstiyanlarca kabul edilen dört İncil'in ifadesi birbirini tut-
madığı gibi Barnaba İncilinde de Hz. İsa'nın asılmad ığı, ona benzetilen
birinin asıld ığı kaydedilmektedir.
Nisa Suresinin 157-159 nen âyetleri Hz. İsa'n ın öldürührıediğini,
asılmadığını , ancak birinin ona bemetildi ğini söylemektedir.

1 Bakınız: M. Reşid Ibda, Tefsir, VI, 24-25


2 Bakınız Telef/. el-Meniir VI. 32-33
Cüz': 3, Sure: 3 381

Muhammed Re şid Rıza, bu konuda özetle şöyle diyor: Isa'yı öl-


dürecek askerler onu tamm ıyorlardı . İsa'nın havarilerinden, Isa'ya çok
benzeyen Yehuza, önce İsa'nın sakland ığı yeri para kar şılığında asker-
lere haber verdi. Sonra bu yapt ığına piş man oldu. Vicdan azab ından kur-
tulmak için kendisini İsa diye tamtıp asıldı . Hıristiyan kaynaklarında
Isa'yı haber veren Yehuza'nm, İsa'nın asılmasından sonra bir daha
görünmeyip intihar etti ği rivayet edilir. Kendisini İsa diye tan ıtıp
askerlere teslim olmas ı da bir çe şit intihardır.

,Demek ki ayetin dedi ği gibi Allah, isaya ikram edip onu düşman-
ların ın elinden kurtarmış ve İsa, gizlice ba şka bir ülkeye gidip normal
hayatını yaş adıktan sonra vefat etmi ş , vefatından sonra da ruhu, Allah
katında yüce derecelere yükselmi ştir.

Müfessirlerden bir k ısmı, Hz. Peyğamber(s.a.v.)in, Mi'rac'da Hz.


İsa ve Hz. Yahya'y ı ikinci gökte görmü ş olmasını , İsa'nın ruhuyla ve
cismiyle gö ğ e çıktığına delil gösterirler. E ğer Hz. Pey ğamber'in, Mi'rac'-
da gökte görmesi, Hz. İsa'nın, cismiyle gö ğe çıktığına delil ise Hz. Yah-
ya'nın ve diğer peyğamberlerin de cismen gö ğe çıktığına delildir. Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.v.) öteki pey ğamberleri de çe şitli göklerde görmü ş
idi. Oysa hiç kimse, ba şka bir peygamberin, ruhu ve cismiyle birlikte
göğe çıktığını ileri sürmemi ştir. Zaten bütün peYğamberlerin ruhlar ı
yücelere, inelekat alemine yükselirler. Muhakkak ki Hz. Pey ğamber'in
ruhu, en yüce melek ılt âleminde, en yüksek göktedir.

« .. j..,; 4.! ,:1ı.4 Il yI tz.(.11 Jr.1 j : Kitap ehlinden hiç kimse


yoktur ki ölümünden önce ona inanacak olmas ın"' ayetinde mevtih keli-
mesindeki zamir, kitap ehli olan her insana raci'dir. Bir k ısım müfessir-
ler, bu zamiri Hz. Isa'ya götürürler. Onlara göre, Hz. İsa'nın gökten
yere inip öldükten sonra kitap ehli olanlar ın hepsi ona inanacakt ır.
Bu görüş kabul edilse, kitap ehlinden olan her insan ın, ta Hz. İsa'nın
inece ği zamana kadar ya ş aması gerekir ki o, yere insin, ya ş asin,
ölsün de, bu da ona inansın,. Bu mümkün de ğildir. « ,...4:z5.11 J»
da ehl, nefy yerinde nekredir, umum ifade eder. Yani kitap ehlinden
herkes, ölece ği zaman İsa hakkindaki gerçe ği görüp ona doğru bir bi-
çimde inanır demektir. Gözlerden perdenin kalkt ığı can çekişmesi ha-
linde Yahudi, Isa'n ın, Allah'ın doğru bir peygamberi oldu ğ unu anlar,
hıristiyan da onun, Allah'ın oğlu olmayıp kulu ve resulü olduğ unu gö-
rüp ona, do ğru bir şekilde inanır. :Ayetin manas ı budur. 2

1 Nisa Suresi: 159


2 Tefsiru'l-Men5r, VI, 20-21
382 Ai-i Imrân Suresi

Ahir zamanda Hz. İ sa'nın ineee ğine dair hadisler:


Hz. Isa'nı n inip Deccal'i öldürece ği, Islam ümmeti arasında adaletle
hükmedece ği hakkında birkaç hadis rivayet edilmi ştir. Bunlar ın çoğu
Ebu Hüreyre'den nakledilir Baz ılarmı zikredelim:
Buliari, Müslim, ve Tir ınizi'de Ebu Hüreyre'den muhtelif yollarla
şu hadis rivayet edilir: "Nefsim, elinde bulunan Allah'a andasun ki
Meryem o ğlu İsa'nın aranıza adil bir hakem olarak ineceği zaman yaklaş-
maktadır. 0 zaman haç!, kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kald ıracak,
mal o kadar bollaşacak ki onu kabul eden kimse bulunmayacak." Bu hadisin
çeşitli rivayetlerinde fazlal ık ve eksiklik vard ır.' Aynı anlamda bir hadis,
İbn Mâce ve İbn. Hanbel'de de mevcuttur. 2 Buharrdeki rivayette şu
fazlalık vardır: "Sonra Ebu Hüreyre: "Kitap ehlinden hiç kimse yoktur
ki ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de 0, onların
aleyhine şeihid olacaktır."3: âyetini okuyun demi ştir."4
Ebu Davud'da bulunan bir hadiste "Meryem oğlu İsa" kıyantetin
on alâmetinden biri olarak say ılmakla beraber gökten inmesinden söz
edilmez Tirmizrnin rivayet etti ği iki hadisten birinde Hz. Isa'n ın,
Şam'da Ak Minare yak ınına inece ği, ikincisinde de Deccal'i Ludd ka-
pısında öldürece ği ifade edilmektedir. 6
Müslim'in rivayet etti ği bir hadiste Rumlar Şam'da A'mak'a, yahut
Dabik'a7 inmeden kıyametin kopmayaca ğı anlatılır. Rumlar bu bölgeye
gelinCe Medine'den çıkacak bir Islam ordusu gelip bunlarla sava ş acak.
Bu ordunun üçte biri bozulacak, üçte biri şehid düşecek, üçte birine de
fetih nasib olacakt ır. Rumları yenen bu askerler, Istanbul'u fethedecek-
ler. Orada zeytin a ğaçlarına kılıçlarını asmış vaziyette ganimetleri bö-
lüştürürlerken şeytan: "Mesih, sizin yerinize evlerinize sahib oldu" diye
bağıracak. Bunlar Şam'a gelecekler, sava şmak için kılıçlarım düzeltir-
'erken namaz kılacaklar. Meryem o ğlu Isa, inip onlara imam olacak,
Allah'ın düşmanı (Deccal) onu görünce, tuzun suda erimesi gibi erime ğe
başlayacak. Allah onu İsa'nın eliyle öldürecek. Isa, mızrağmın ucundaki
Deccalin kanını müslüman askerlerine gösterecek.'

1 Müslim, İman, bâb, 71, hadis: 242


2 Ibn Mke, Fiten, bn. 33; 1bn Hanbel, II, 240-272;...
3 Nisa Suresi: 159
4 Bed'ul-halk, bâb nuzul Isâ'bn Meryem
5 Kit'âbu'l-melâhim, bâb Emârâti's-sicah
6 Fiten, bâb, 59 ve 62
7 Bunlar, Halep yak ınında bulunan yerlerdir.
8 Kitâb 52, bâb 9, hadis: 34
Cü : 3, Sure: 3 383

Müslim'in rivayet etti ği, Deccal'den bahseden bir hadiste de Mer-


yem oğlu İsa'nın gelece ği, Allah'ın, onu Deccal'den koruyaca ğı, Allah'ın
vahyiyle Tur'a çıkaraca ğı, sonra Ye'cuc ve Me'euc'un zuhur
edip Taberiyye Gölüne do ğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuş atı-
lacağı, sonra Isa ve adamlar ının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin
bollaş aca ğı, nihayet kıyametin kopaca ğı anlatılmaktadır.°
Lafızları , birbirinden hayli de ği şiklikler gösteren bu hadislerin,
manalarında da bir birlik yoktur. Çünkü birinde İsa zuhur edince çok
bolluk olaca ğı, Deccal'i öldürece ği belirtilirken ötekinde İsa ve adam-
larının, Ye'cuc ve Me'cuc taraf ından kuş atılacağı, bir süre çok darl ık
çekecekleri söylenmektedir. Gerçi bunlar ın hepsinde de Isa'n ın inece ği
ifade edilmi ştir ama iniş safbalaıı, birbirinden farklı anlatılmaktadır.
İsa'nın ineceğine inanmak, itikadi bir mest ledir. İtikad, şek üzerine
kurulmaz, yakin üzerine kurulur. İsa'nın gö ğe çıktığına ve âhir zamanda
inece ğine dair yakın (kesin bilgi) ifade edecek bir haber yoktur. Bu ko-
nudaki rivayetlerin hepsi, ahad haberlerinden ibarettir. Kald ı ki Isa'nın
ineceği hakkında anlatılanlar, Ehli Beyt'ten Mehdi ad ında adil bir
imamın gelece ğine dair anlatılan rivayetlere çok benzerlik gösterir ki
Mehdi hakkındaki rivayetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivayetler
mütevatir olmad ığı gibi meşhur bile de ğildir. Hadisçiler indinde sahihin
altında bir derece olan hasen hadis kabul edilmi şlerdir.. Kesinlik ifade
etmeyen bu hadislerle itikad sabit olamaz.
Kur'âm Kerim'de İsa'n ın öleceği açıkça ifade edildi ğine göre onun
öldüğüne inanmak gerekir. Ancak İ sa, hırıstiyanları n zannettikleri gibi
öldürülmemi ş , asılmamış, Allah onu Yahudilerin şerlerinden kurtar- .

mıştır. Yahudiler, Isa'ya benzettikleri birini İsa diye asmışlardır. Hz.


İsa da onların gözlerinden kaybolup emin -bir yere gitmi ş ve orada nor-
mal bir şekilde vefat etmi ş , ruhu da göklere yükselmi ştir.
Isa'nın ineceğine ve Islam şeriatiyle amel edece ğine dair hadisler
eğer do ğru ise ş öyle te'vil edilebilir: Bir peygamberin dini ya şadıkça
kendisi ma'nen yaş amaktadır. Isa'nın fikriyatım, Yahudiler öldüre;
memişlerdir. Bilâkis onun tebli ğleri yayılmış, Yahadili ğe hakim olmu ş-
tur. Onun ruhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen olmasa bile ma'nen
Hz. Muhammed'in fikriyatını benimseyecek, onları uygulayacaktır.
Nitekim XX nci Asrıı' son yarısında Avrupa'da Islamın sesi yava ş yavaş
duyulmağa başlamıştır. Afrika'da İslâmiyet sür'atle yayılmaktadır.
islamın anlaşılmasma engel olan, onun hüviyetini de ğiştirerek, tahrif

1 Kitâb 52, b5b 20, hadis: 110


384 İmran Suresi

ederek Avrupa'ya anlatan misyonerler, yeni yeti şen tarafsız bilim adam-
larının çabalariyle yava ş yavaş bu tutumlarmdaıı vazgeçmek zorunda
kalmışlard ır. İslam, oldu ğu gibi anlatıldığı takdirde Avrupa'da ve dün-
yanın her tarafında hakim duruma geçece ğinde şiiphe yoktur.
Kur'ânı Kerim'de Ali İ mran Suresinin 55 nci âyetiyle Mide Su-
resinin 117 nci âyetinde İsa'nın vefat ettirildi ği açıklanmıştır. Mâide
Suresinin 117 nci âyetinde belirtildi ği üzre Hz. İsa, insanları, Allah'tan
ayrı olarak kendisini ve anas ını iki tanrı tanımaya davet etmemi ş ol-
du ğ unu yüce Allah'a söylemi ş ve şöyle devam etmi ştir: "
j5 1,1i G r.f.3
Ben onların içinde olduğ um sürece atılan kolladım, fakat sen beni vefat
ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen her şeyi görensin."
Görülüyor ki âyetlere göre Hz. İsa'nın vefat ı kesindir. Bu sahih
âyetleri, âhâd haberlerine dayanarak te'vil etmek yerine bu hadisleri
te'vil etmek dah. do ğrudur. E ğer bu hadisler, rivayet edildikleri şekil-
de Hz. Pey ğamber tarafından söylenmiş ise bunlardan şu mana anla şı-
labilir : İsa'nın ruhu yani ümmeti mahvolmad ı, daha yaş ayacakt ır.
Fakat kıyametten önce bu ruh yani İsa ümmeti, islâmiyete dönecektir. .

Bu hadislerden, h ırıstiyanlarm, bir gün müslüman olacaklar ı sezile-


bilir. Tabii bu, hadislerin yüzde yüz Hz. Pey ğamber tarafından söy -

lermiş olması halinde böyledir. Me ıhurn Hamdi Yaz ır da takriben bu


manaya gelmekte, ş öyle demektedir:
"... Her pey ğamberin ruhani eceli, ümmetinin ecelidir. Ruhani ecel-
leri tamam olmu ş nice peygamberler var ki Kur'an'da zikredilmemi ş -
lerdir. Allahın. seçkin pey ğamberleri içine giren büyük pey ğamberkrin,
derecelerine göre ruhani semada bekalar ı devam etmektedir ki bunlar
da İbrahim âilesidir. İmran ailesi de bunlardand ır. İsa'nın. cesedi Al-
lah'a kaldırılmış , fakat Isa'n ın ruhu da kabzedilmemi ş , yani ümmetinin
eceli gelmemiş , İ srailo ğullarının sui kasdı , hilesı ile h ıristiyanlık mahvol-
mamış ; yaş amış ve İsa'nın ruhu, Musa maiyetinde ya ş amıştır. Bunun
için mahvoldu zannedilen bir avuç tabi'leri, bu ruhtan istifade ederek
k ısa bir zamanda Yahudilerin üstünde bir hayata kavu şmuşlarchr. Ve
nihayet Hz. Muhammed'in gelmesiyle hepsi, Muhammed'in ruhunun
emri altına geçmi ştir. Artık bundan sonra İsa da di ğer peygamberler .

gibi Muhammed'in ruhu maiyetindedir. Bir gün gelecek, ümmet-i Mu-


hammed'in darald ığı bir devirde Allah' ın garip bir kelimesi olan Isa'n ın
ruhu ortaya ç ıkacak, Muhammed'in ruhu maiyetinde hizmet edecek ve
fakat kıyametten evvel vefat eyleyecektir...
ı Hak Dini, Kur'an Dili, II, 1112-1114
Cüz': 3, Sure: 3 885

Muhammed Abduh da bu konuda ş öyle "... Bu te'vile göre


Isa'nın zamanı, insanların, Islam şeriatinin ruhuna ba ğlanacakları,
şekilleri bırakıp içleri ıslah için Islam şeriatinin özüyle amel edecekleri
zamandır."'

.S1 O

St.:A

sci
- (o ,k)
1,
(.1t3
J31' C.7.4 A .k..*
*

';:..<31: " 1: '1°.C; °J.3..s3

CA -.34 işcb ('n)


; °c) eg (` I

59- Allah yantnda İsa'nın durumu, iidem'in durumu gibidir : Onu


topraktan yarattı:, sonra "Ol!" dedi, artık olur. 60 - (Bu), Rabbinden gelen
gerçektir. Öyle ise ku şkulananlardan olma. 61- Kim sana gelen ilimden
sonra seninle tartış maya kalkarsa de ki : "Gelin oğullarımıo ve oğullarınızı,
kadınları m ızı ve kadınlarının, kendimizi ve kendinizi çağırahm, sonra
gönülden lânetle duâ gidelim, de yalancıların:üstüne Allah'ın kınetini dile-
yelimi" 62- İşte (Isa hakkındaki)gerçek kıssa budur. Allah'tan başka tanrı
yoktur. Allah, elbette aziz (mutlak galip) ve hikmet sahibidir. 63- Eğer
dönerlerse muhakkak ki Allah, bozguncular ı bilir.
Tefsir:
59-63: Allah, nasıl kclem'i annesiz babas ı z yaratmışsa elbette İsayı
babasız olarak yaratabilir. İsa Allah'ın oğlu değil, O'nun bir yaratı ğ' ı-
dır. Isa hakkında gerçek söz, i ş te Allah'tan gelen bu sözdür. Bunda asla
şüphe yoktur.
Yüce Allah, Isa hakkında bu anlat ılanlara inanmayıp yine onun,
Allahın oğlu veya Allah' ı meydana getiren üç esastan biri gibi şeyler
iddia ederek tart ışmağa kalkış anları miibeıhekye davet etın.ektedir.
Mübâhele, lânetle şmek anlamına gelir.
2, Tefsinfl-Menar, III, 317
386 İmran Suresi

Önce de söyledi ğimiz gibi Surenin başından buraya kadar olan


ayetler, Necran'dan gelen h ıristiyan hey'etiyle Hz. Muhammed Aley-
hisselâm aras ında geçen uzun münaka şalar münasebetiyle inmi ştir.
Hıristiyan hey'eti içinden kimi "İsa Allah'tır", kimi " İsa, Allah'ın oğ-
ludur", kimi " İsa, üçten biridir" diyordu. Allah'ın Resulü, onları gerçe ği
kabule, islam elmağa davet etti. Onlar: "Peki babası kimdir ya Mu-
hammed?" dediler. Resulullah sustu, yüce Allah Ali İmran Suresinin
başmdan seksen küsur ayet indirdi. Bu rivayeti nakleden İbn İshak,
açıklamasına devam ederek şöyle diyor:

"Allah'ın Resulü, onları , hakkı kabul etmedikleri takdirde mülâa-


neye (kar şılıklı lanet etme ğe) davet edince h ıristiyan hey'eti kendi ara-
larında konuştular:
"— Muhammed'in, pey ğamber oldu ğunda şüphe yoktur. E ğer biz
onunla Iânetleşme ğe girersek, bir peygamberin lanet okudu ğu kavim
mahvolur." dediler. Ertesi gün Hz. Pey ğamber(s.a.v.)e gelip:
"— Ya Muhammed, biz sana lanet etmeyiz. Sen kendi dininde
kal, biz de kendi dinimizde kalalım. Yalnız bize, raz ı olduğun birini gön-
der de ayrılığa düştüğümüz konularda aramızda hüküm versin." dediler.
Hz. Peyğamber de Ebu Ubeyde'yi gönderdi. Hz. Ömer diyor ki:
"— Ben, gitmeyi çok istiyordum. Ö ğle namazına erken geldim,
Peyğamber namaz ı kıldırıp selam verdikten sonra beni görsün diye ileri
doğru uzand ım. Fakat bana hiç bakmad ı . Etrafa göz Bezdirdi; Ebu Ubey-
de'yi gördü:
"— Kalk ey Ebu Ubeyde, git, ihtilaf ettikleri konularda aralarında
hüküm ver", dedi. Ve orada: "Ebu Ubeyde, bu ümmetin eminidir (güve-
nilir kişisidir)" buyurmuştu.°

-
j..^
, - ••• ı o 9...
‹,

.- ,!3 43A
t es
11.3_,.;' 2:I 5:;; Ci c 41 .ı.ı.3
j -,) ( 3 (t) C;
. s o
CA-J

1 Ibn Ilişam, I, 657


Cüz': 3, Sure: 3 387

o... - -..ft, 0.,....a


-F5 G '' ;,:t. P _..tj °j‘-,< -J' \‘,....i ::...›,...›-Cp- . .9.7 3...4. e-:-; CP. e; ° )
.).-. .. ....... ...„, ... ıtt o
F*•
.-

- ,..)1:< ° :ŞJ ", CjI-J.:4-_; 1-j ° I - )l--. C,. (") -45;,.:1:A.SS


l!,,,..' .4.-.J. 'e: ibl- ..;

u.„C;i1 --LJ- 1 ' (51, ek v) ",..,,S j,:l.,:11.1 -,..,.., -4:>C5' CA:, %1„...1°—.,)_,. ti:L›.
'1 -_, c 11.;:.T "ci A1 -_, ‘5.:.",..:JI 1-£4b ", 3,4 -cj: if..0 - ...),17_, ı,.
(. A);:,,,,.....,.,. °I..1) ,.,. . .1 --,
64— De ki : "Ey kitâb ehli, bizim ve sizin aran ızda eş it olan bir keli-
meye gelin : Yaln ız Allah'a tapalım ve O'na hiçbir şeyi ortak ko şmayahm ;
biribirimizi Allah'tan başka Tanrılar edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse:
"Şâhid olun, biz müslümanlarız" deyin. 65— Ey kitâb ehli, neden ibrâhim
hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indi-
rildi. Düş ünmüyor musunuz? 66— Haydi (diyelim) siz biraz bilginiz olan
şey hakk ında tartıştınız ; ama hiç bilginiz olmayan şey hakk ında neden
tartış tyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. 67— İbrahim ne Yahudi,
ne de hırıstiyandı ; dosdoğru bir müslümandı . Müş riklerden de değildi.
68- Doğrusu insanların, Ibrahim'e en yakı n olanı , ona uyanlar, bu pey-
ğamber ve mü'minlerdir. Allah da mü'minlerin dostudur.
Tefsir:
64-68: İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Necran hey'eti Medine'de
iken Yahudi hahamlar ı da toplant ıya katıldılar ve Hz. Peyğamber'in
huzurunda hırıstiyanlarla tart ıştılar. Yahudiler: " İbrahim Yahudidir"
diyor, hıristiyanlar da: " İbrahim hırıstiyandır" diyorlard ı . Yüce
.
Allah, bu âyetleri indirerek İbrahim'in ne Yahudi ne de h ıristiyan olma
yı p, dosdo ğru bir müslüman olduğunu bildirdi. Çünkü Yahudilik, Tev-
rat'ın inişinden sonra, hıristiyanlık da İncil'in inişinden sonra ortaya
çıkmış dinlerdi. O halde bunlardan çok önce gelen İbrahim Yahudi ve
ve hıristiyan olamazdı.' İbrahim'in dini, tek Allah'a teslim olma, O'ndan
ba şka tapılan bir varlık tanımama esasına dayalı tevhid dini olan İslam
dini idi. Bu bak ımdan kâinatın Tanrısını millileştiren Yahudiler de,
Allah'a o ğul isnadeden, O'nu üç esastan meydana gelmi ş bir varlık kabul
eden hıristiyanlar da İbrahim'den fikren çok uzak dü şmüşlerdi. Ona
yakın olanlar, kendisine uyanlar, onun getirdi ği tevhid dinini tazeleyen
bu peyğamber ve tevhide inanan mü'minlerdi.

1 Tabert, III, 305; İbu Kesti., I, 372


388 imrtin Soresi

İbn Mes'udun rivayetinde Hz. Pey ğamber: "Her peygamberin,


peyğamberlerden velileri vardır. Benim verim de atam ve yüce Rabbimin
Dostudur." demiş , sonra: "Doğrusu insanların, Ibrahim'e en yakın olanı,
ona uyanlar, bu peygamber ve mü'minlerdir.." âyetini okumuştur'

o t o . o • ..

, o o .9 9 o' ■rl s
('k'k) 1 )11

"S_A- C,„ (v.) °


-(1_24; °e .:..; zu ı "c*.) J-A -'
o
jt

- J • °I ı ğı °‘-.1_, s'I;CL,C1, (Y))

j j u _P
ot , z.., J9..9.„ O t , o AZ t is o ..
.-k-4...11 4.5..1. -Y I k."
.o O .9„.. eO 501 t o. sft O
I L.• J,_»- .1 4.3 1 c5 -t—Ab
o 9
°J)_; c•
)
o . ...ot , S. ,„ .. o
j .> 4■11 j c s-L...t.?. Cj_* • 4 -•• (v r) :c.

(v t.) ^ ...3;ı_se.i>I

69- Kitüb ehlinden bir grup istedi ki sizi sapt ırsınlar. Oysa sadece
kendilerini saptırıyorlar, fakat farkında değiller. 70- Ey kitab ehli, (ger-
çe ği) gördüğünüz halde niçin Allah' ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?
71- Ey kitâb ehli, niçin hakk ı bâtıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizli-
yorsunuz? 72- Kitüb ehlinden bir grup dedi ki : " İnananlara indirilmiş
olana, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin ; belki (size bakarak
onlar da) dönerler," 73- "Sizin dininize uymayandan ba şkasına inanma-
yin" (dediler). De ki ; : "Hidâyet, Allah' ın hidâyetidir. Birine, size veri-
lenin misli veriliyor veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirir-
ler diye mi (böyle davranıyorsunuz) ?" De ki : "Lütuf Allah' ın elinde-
dir, onu dilediğine verir. Allah'(ın lûtfu) geniştir, (O her şeyi) bilendir.
74- Rahmetini dilediği« has /alar. Allah, büyük lütuf ve kerem sahibi-
dir."
1 Tirmizî, Tefsfr, Siire: III, hadis: 2995; Ilin ganbel, I, 401, 430
Cüz': 3, Sure: 3 389

69-74 ncü ayetler, Yahudilerin, müslümanlığı yok etmek, müslü-


manları kuşkuya düşürüp dinlefinden döndürmek için ba şvurdukları
hile ve tuz aklara ve son derece ırkçı olup kendi ırklarından olmayan
bir peyganibere asla 'ina nmad ı klarma iş aret etmektedir. Müfessirlerin
anlattıklarma göre Yahudiler, kendi aralar ında konuşup şu karara
vard ılar: Sabahleyin inanacaklar, hattâ gidip müslümanlarla birlikte
s.bah namazun kılacaklaı , fakat ak şam olunca yine, kendi dinlerine
döneceklerdi. Böylece baz ı bilgisiz müslümanların içine kuşku düşürmüş
olacaklarda. Onlar da: "Baksana Bunlar kitap elli, bizden bilgili insan-
lar. Müslüman olmuş iken döndürkr. Demek ki müslümanl ıkta eksiklik
ve kusur buldular ki döndüler" diyecelderdi. İşte onlar, müslümanların
içine böyle kuşku düşürüp bazı zayıf ve bilgisiz kimseleri dinden dön-
dürmek için böyle bir şeytanlık düşünmüşlerdi.
Ve yine bunlar, Yahudi olmayanlara asla s ır vermemelerini, âhir
zaman peyğamberinin vasıflarına dair Tevrat'ta gördüklerini kimseye
söylememelerini, aksi takdirde hem bu sözlerinin, Allah huzurunda
aleyhlerine delil olaca ğını, hem de birçok kimseyi müslümanh ğa sevk
edeceğini birbirlerine tenbih ederlerdi.'
Bütün bu rivayetler ve ayetlerin bizzat kendileri, Yahudilerin, Hz.
Muhammed(s.a.v.)in pey ğamber olduğunu bildiklerini, ancak hased
yüzünden İslama girmediklerini gösterir. Onlar, ümmiler içinden ç ıkan
bir araba pey ğamberlik gelmesini hazmedememi şlerdi, onu çekemiyor-
lardı . Bu yüzden onun amans ız düşmanı kesilmişlerdi. Halbuki lütuf
onların elinde de ğil, Allahı'n elindeydi. Allah kullarnıdan dilediğini
seçer, onu lütfuna mazhar k ılıp peyğamber yapar. O'nun lûtfuna kimse
engel olamaz.

S • e•—, • e

• „ • • „. ,•
ı C:, -L, z, I
T' ci 11.1C.; °
(v0) -4)1_4:1Z '1:_t• "L>.k:S,eiı J5,1 "z);_k;_i!.
(\i'0 -L»; , 31
• ft J s i • r

4:4-"J.
1 Taberi, III, 311; Ihn Kedi., I, 373; et-Tefdru'l-b.adle, VIII, 113-114
390 A.1-i İmran Suresi

-11,w 3 3

41 )
SI
(v v) rT "3 - c'

75- Kitâb ehlinden öylesi vardır ki ona yüklerle emanet b ıraksan onu
sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki ona bir dinar versen, devamlı ola-
rak başına dikilmedikçe onu sana ödemez. Onlar : "timmilere kar şı bize bir
sorumluluk yoktur" dedikleri için böyle yap ıyorlar ve Allah'a karşı bile
bile yalan söylüyorlar. 76- Hayır, kim sözünü yerine getirir ve (günahlar-
dan) korunursa, ş üphesiz Allah da korunanları sever. 77- Fakat Allah'a
verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya işte onların,
âhirette bir payı yoktur ; Allah k ıyamet günü onlarla konuşmayacak, on-
lara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için ac ı bir azâb var-
dır.

Tefsir:
75-77: Bu ayetler de yine, Yahudilerin hiyanet ve pintiliklerini anlat
makta ve mü'minlerin onlara aldanmamalar ın ı ö ğütlemektedir. Yahudi-
lerin veya daha geni ş mânasiyle kitap ehlinin hepsi bir de ğildir tabii. İ ç-
lerinde öyle güvenilir kimseler vardir ki kantarlarca mal emanet etseniz,
emaneti size geri verir, hiç hiyanet etmez. Bunlar annl ıktad ır. Ama
öylesi cre vardı r ki bir dinar dahi verseniz, sürekli olarak ba şına dikilip
istemedikçe onu size iade etmez. Yahudilerin, Yahudi olmayanlardan
aldıkları borç ve emaneti iade etmek istememelerinin bir sebebi de Ya-
hudi olmayan kimselerin mallarını yemekten ötürü kendilerine bir so-
rumluluk gelmeyece ğine inanmalarıd ır. Onlar: "Allah bize, şu ümmi-
lerin mallarını helâl kılmıştır" derler. Bugün elde mevcut Tevrat'ta
bulunan bir hükme göre Yahudi, ancak Yahudi kom şusuna, kendi din-
daşına karşı dürüst davranmakla yükümlüdür. Yahudi olmayamn mal ı-
nı çalması, ona kar şı yalan söylemesi,. bir yahudi için günah say ıl-
amaktacl ır.

'Bu inanç, tamamen kendi uydurmalar ıdır. Allah; hiçbir kuluna


karşı haksızlık edilmesini kimseye helâl ve me şru' kılmamıştır. Haksız-
Ula alınan bütün mallar haramd ır. Kimse, kimsenin mal ını gasbede-
mez. Yahudilerin bu sözleri, Allah'a iftirad ır.

Kitâb ehlinin, "Vmmilerin mallarını yemek, bize günah de ğildir"


şeklindeki sözlerini duyunca Hz. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: "Allah'ın
düşmanları yalan söylemi şler. Câhiliyye devrine ait her şey ş u iki ayağı m-
Cûi'; 3, Surz: 3 391

altındadır. Yaln ız emanet hâriç. Çünkü iyiye de, kötüye de emaneti geri
verilir."
Bir adam Abdullah ibn Abbas'a şöyle sormuş : "Biz, gazâda zim-
milerin mali olan tavuk, koyun ele geçiriyoruz. Bunun bize bir günah'
yoktur diyoruz." İbn Abbas şu cevabı vermiş : "Bu söz, tıpkı ‘1..Imml-
lerin malını yemek bize günah de ğildir' diyen kitâb ehlinin sözüne ben-
ziyor. Zimmiler, cizyelerini verdikten sonra mallar ı size helâl de ğildir.
Ancak kendi gönül rızalariyle verdikleri hariç." ı
Son âyetin tefsiri üzerinde müfessirler baz ı 'hadisler de zikretrai ş-
lerdir. Bunlardan üçünü kaydedelim: "Allah'ın Resulü şöyle buyurdu :
Üç ki şi vardır ki Allah, k ıyamet günü onlarla konuşmaz, onların yüzüne
bakmaz, onları temizlemez. Onlar için ar ı bir azâb vardır. Allah'ın Resulü
bunu üç defa okudu. Hadisi rivayet eden Muâz : Ya Resulöllah, bu ziyana
uğrayıp mahvolanlar, kimlerdir? diye sordu. Allah'ın Resulü: Müsbil
(elbisesini yerden sürüye sürüye yürüyüp kibreden, çal ım satan), yalan
yeminle tica(etinde sürüm yapma ğa çalışan ve verdiklerini başa kakan
kimselerdir, dedi."'
"Kim birinin mal ını ele geçirmek için yalan yere yemin ederse Al-
lah'a kavuştu& zaman Allah kendisine k ızgın olur."3, "Üç ki şi vardır ki ,
Allah, k ıyamet gününde onlarla konuş maz, onlara bakmaz, onları temizle-
mez : çölde yan ında bulunan fazla suyu yolcuya vermeyen, ikindiden son-
ra malını satmak için yalan yere yemin eden, dünya için devlet ba şkanına
biat de başkan ona mal verince ona verdiği sözde duran, mal vermeyince
verdiği sözü tutmayan kimse." 4

..A .13,ıı -jp e‘5-A


gul ı :JLÇ t_. (vb)


o r.
fts° 4,xıı •

1 İbn Kesir, I, 374; Taberi, III, 318-19


2 Müslim, İman, 46;, hadis: 171; İbn Kesir, I, 375
3 Müslim, İman, Mb: 46; İbn Kesir, I, 375
4 Müslim, İman, bâb 246 hadis, 173 Ebû Dâvûd, Buyfıc, 6 da benzeri hadisler vardır.
Ayrıca hadisi İbn Kesir, I 376 da zikretmistir.
392 imrân Suresi

•••, ı O ı

k .24 Lra, CLÇJI j



..7;‘ •• r; ı et, •-•

t
•■

t C:J- T j ı S
N ie s .} o, • - eş

ki‘ I I

78-- "Onlardan bir grup var ki (kitaptan olmayan bir, şeyi) siz kitap-
tan sanas ınız diye dillerini kitapla e ğip büker(uydurduklart sözleri vahiy-
iniş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur, onlar ı kita-
bın sözlerine benzetme ğe çalışır)lar : "O, Allah kat ındandtr" derler. Oysa
o, Allah kat ından değildir. Bile bile Allah'a kar şı yalan söylerler. 79--
Hiçbir insana yak4m,az ki Allah ona kitap, hüküm (hikmet) ve peyğam-
berlik versin de sonra o, (kalksın) insanlara : "Allah'', b ırak ıp bana kullar
olun" desin. "O ğretti ğiniz ve okuduğunuz kitap gere ğince Rabba hâlis
kullar olun" der. 80-; Ve size : "melekleri ve peyğamberleri tanr ılar edinin"
diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra size inkar ı, emreder mi
hiç.?
Tefsir:
78 ne! ayette geçen yelv ü' ne fi'li, leyy kökünden gelir. Leyy kelimesi,
bir şeyi eğmek, bükmek demektir. Kitap ile dili e ğmek, onun sözlerini
başka anlama gelecek şekilde telâffuz etmek, onu as ıl manası dışında
yorumlayıp tahr;f .etmek demektir. Bu ayet, Yahudilerin, kitab ın söz-
lerini kasden yanlış telâffuz ederek, ya da kitapta olmayan sözleri ki-
tâba sokup kitaptaki bazı kelimeleri çıkarmak suretiyle tahrif ettikleri-
ne işaret etmektedir. Nisâ' Suresinin 46 nc ı âyetinde de Yahudilerin bu
kasıtlı davranışları anlatılır: "Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri
yerlerinden de ğiştiriyorlar : ve isyan ettik', 'Dinle, dinlemez olas ı'
ve dillerini e ğip : 'reıcinet' diyorlar. E ğer onlar : itiiat ettik', 'Dinle
ve bize bak' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha do ğru olurdu.
Fakat Allah, inkarlar ından dolay ı onlar ı lânetlemi ştir, pek am hariç,
inanmazlar."
Bu ayetten Yahudilerin, kasden sözleri yanl ış telâffuz ederek, yer-
lerini de ğiştirerek dili eğip bükmek suretiyle tahrif yapt ıkları anlaşil-,
maktadır. Müfessirlerin nakline göre Yahudiler: "
yerine: " " demişlerdi. Birincisi normal bir duâdır, "Kötü söz
iştimeyesin" demektir. İkincisi " İşitmeyesice" anlam ına gelir ki haka-
ret sayılır. Yine Arapçada birinin yard ımını taleb için söylenen " U .);,.;1"
kelimesi yerine ibrânicede bir sövme kelimesi alan “râcinâ"
Cüz': 3, Sure: 3 393

kelimesini kullanmışlardı . Hz. Peyğamber'e selam verdikleri zaman


kasden, selam kelimesinin Umm gizleyerek "es-şdmu caleykum" derler-
di. San), ölüm demektir. Böylece, selam verirken "Ölüm sana" diyorlar
ve Hz. Peyğamber'in, bunu fark etmed ∎ğini zannediyorlard ı i.

Ayrıca İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Yahudilerden bir grup,


bir kitap yazdılar, orada Hz. Muhammed(s.a.v.)in vasfını bildiren
âyetleri de ğiştirdiler ve kendi yazd ıklarını, Hz. Muhammed(s.a.v.)in
tavsif edildiği ilahi kitaba karıştırdılar, "Bu, Allah kat ındandır" dediler?

Gerek tefsirini yapt ığımız 78. ayetten, gerek Bakara suresinin


'79, 80. ve Nisa suresinin 46. âyetlerinden yahudilerin, baz ı sözleri
geveleyip tahrif ettikleri anla şılmaktadır.

Yahudiler, kitaptan olmayan sözleri kitaba sokuyor, kitab ın söz-


lerini, dillerini e ğip bükerek ba şka manalara yoruyorlard ı ki müslüman-
lar, o uydurmalan, Allah' ın kitabından saıtsınlar. Kendi basit ve
batıl düşüncelerini Allah'ın sözü gibi gösterme ğe çalışıyor, taassupla-
rmdan dolayı dinin ruhundan ve manasmdan uzakla şıyor, fakat dine
hizmet ettiklerini samyorlard ı . Böylece taassuplar ı, onları hakka düş-
manlığa, Allah'a karşı yalan söyleme ğe sürüyordu. Bu yanlış anlayış-
lanmn açık örneklerinden biri de il7. İsa'nı n Allah'a saygı için "baba"
demiş olmasını da ele alıp sapıklığa düşmü ş olmalarıdır.

Hz. İsa, Allah'a "baba" demi şse bu, Allah'ın kainatın sahibi ol-
duğunu anlatmak için kulland ığı mecâzi bir sözdür. Fakat ona inan'an-
lar, bu sözü hakiki manas ında anlayıp İsa'yı "Allah'ın oğlu" sanmışlar
ve sapıtmışlardır.

Yahudiler Uzeyr'i, h ıristiyanlar da İsa'yı Allah'ın oğlu sanarak


onları peyğaınberlikten, haş a tanrıhk mertebesine çıkarmış, onlara
tapmışlardır. Halbuki hiçbir peyğamber Allah'a ortak ko şmayı emret-
mez. Hak peygamberlerin hepsi insanlar ı Allah'ı birlemeğe, bütün
yaratıkları bırakıp yalnız Allah'a tapmağa davet etmişlerdir. Hiç
peygamber kula kul olmay ı emreder mi? E ğer ederse ona pey ğamber
denilir mi?

1 Buhari, Edeb 35, 38, Cihad, 98; Müslim, Selam 10, 11, 13; Tirmill, Siyer, 40, Istratın
12, 13; Earimi, Isti'aan 7; Ibn Manbel, II, 114,
2 Mefılhu'l-ğayb, VIII, 107, tahran baskısı .
394 Al-i İmrân Suresi

Müfessirler, 79 nen âyetin şu münasebetle indiğini rivayet ederler:


Gûya Yahudilerden Ebû Râfi< el-kurazi ve h ınstiyanlardan Neeran
hey'etinin ba şkanı , Hz. Peyğamber'e: "Yani sana tapmam ızı , seni Rab
edinmemhi mi istiyorsun?" demi ş de bunun üzerine bu ayet inmiş .'
Bu rivayet zayıftır. Ayetler, bütünüyle yahudi ve h ırıstiyanları n pey-
gamberler hakk ındaki inançlar ın ı eleştirmektedir. Allah'ın o ğlu di-
ye kabul edilen Uzeyı'in veya İsa'nın kendilerini Allah' ın oğlu olarak
tanıtmadıklarını , toplumların! kendilerine tapma ğa ça ğırmad ıklarmı,
esasen peygamber olduklar ı için asla böyle bir şey yapamayaeaklanm
Allah'tan ba şka birine tapma ğa çağıramayacaklar ı n ı beyan etmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), daima kendisinin bir insan oldu ğunu söy-
lemiş , hiç kimsenin, Allah'tan ba şkasına tapmas ına veya birini tajı aeak
derecede kutsallaştırmasma müsaade etmemi ştir. İnsanlar yalnız Al-
lah'ın kuludur. Peygamberimiz, bir insanın, diğer bir insana "kölem"
diye hitâbetmesini dahi ho ş görmemiştir. Buyurmuştur ki: "Hiçbiriniz,
(elinin altında bulunanlara) 'kulum' demesin. Çünkü hepiniz Allah' ın
kullarısınız. Fakat uşağını desin. Köle de sahibine 'Rabbim' demesin,
fakat, 'Efendim' desin." 2

79 neu âyetteki "rabbünr kelimesine gelince: Bu konuda -birkaç


görüş ileri sürülmüştür: Sibeveyh'e göre "rabbânr, .Rabba mensup
demektir. Rabbı bilen, O'na itaat eden anlam ına gelir. Nitekim Tanr ı'yı
bilmeğe, O'na itâate yönelen kimseye "Ilethi adam" denir. Kelimedeki
elif nun fazlal ığı, bu niteliğin çoklu ğunu gösterir. Nas ıl saçı çok olana
şa<râni, sakalı uzun olana libyöni denirse Rabbi çok bilen, O'na çok
itâat edene de "rabbânr denir.

Müberrid'e göre "er-rabböniyyrtn" ilim sahibi olanlardır. Tekili


rabbanidir. Rabbani, ilme sahib olup rıikmeti öğreten ve onlar ı ı slah
edendir. Elif nûn, miibala ğa içindir. Reyyrin, (a!şeın, şeb`ân, curycln gibi.
Sonra buna nisbet ya'si ekknmi ştir.

İbn Zeyd'e göre "rabbânr, insanları terbiye edendir. Rabbâniler,


iiınmetin valileridir. Ebu'Ubeyde'nin kanaatine göre bu kelime, Arapça
de ğil, ya Ibrânice veya Süryanieedir. Kelime ister Arapça olsun, ister
ibranice veya Süryanice olsun, rabbani, bildi ğiyle amel eden, hayrı
öğreten insan demektir'

1 Taberi, Câmiu'l-beyân, III, 325


2 Müslim, e1-Elf4 mine'l-edeb, bâb: 3, hadis: 14
3 Mefâtibu'l- ğayb, II, 734
Cüz': 3, Sure: 3 395

L.JuS

• ft-°_,:"..; 1" -
ı
- -
ı
o9e o o!
4.! C A 3 _J

°° °S1 -Jc;
Ç4- -)j
(A C;- 1 11.4ğ-t, - Jı3

:1 '43 :3
• ••
,JA ci

(Ar) 4__sı 3
81 Allah, peyğamberlerden şöyle söz alm ıştı : "Bakın, size kitap ve
-

hikmet verdim, imdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir peygamber gel-


diğinde ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu
kabul ettiniz n° ıi? Ve bu hususta ağı r andimi üzerinize aldı nız m ı ?" demişti.
"Kabul ettik" dediler. "O halde tanık olun, ben de sizinle beraber tan ık o-
lanlardanım" dedi. 82 Art ık kim bundan sonra dönerse iş te onlar fasıklar-
-

dır. 83 Allah' ın dininden başkasını m ı arıyorlar? Oysa göklerde ve


-

yerde olanların hepsi ister istemez O'na teslim olmu ştur ve O'na döndü-
rülüp götürüleceklerdir.
Tefsir:
81 nci âyetten anla şılıyor ki risalet görevinin gere ği olarak her
peyğamber kendinden sonra gelecek peygamberi tasdik eder, onu müj-
deler. Müfessirlere göre burada peygamberler zikredilmi ş , fakat onların
kendileri de ğil, ümmetleri kasdedilmi ştir. Yani Allah, pey ğamberleri ar-
acılığı ile onlara tabi olan ümmetlerinden, daha sonra gelecek kitap ve
peygamberi kabul ve tasdik etmeleri hakk ında söz almıştır.' Bir görü şe
göre de Allah, her pey ğamberden, âhir zamanda gelecek son pey ğam-
berine inanmalarma dair söz alm ıştı r. Hz. Ali ile İbn Abbâs ş öyle de-
mi şler:
"Allah, gönderdi ği her peygamberden, Muhammed geldi ği zaman
sağ oldukları takdirde mutlaka ona inamp ona yard ım edeceklerine dair
söz aldığı gibi ayrıca onlara, ümmetlerinden Muhammed:e yeti ştikleri
takdirde ona inan ıp yardım etmeleri hakk ında söz- almalar ı nı emretmiş-
tir." 2 Baz ı hadislerde Hz. Peygamberin "Eğer Musa ve İsa sağ olsalardı .
bana uymaktan başka bir şey yaprızazlardı ." dediği rivayet edilir,'
1 Elin Kesti., I, 378
2 Aynı
3 Aynı
396 *AM imrân Suresi

Peygamberler, tevhidi yerle ştirme davasmın erleridir. Onlar, bir-


birini kıskanıp inkar eden de ğil, birbirini tamamlayan, birbirini do ğrula-
yan insanlardır. Heps-: aynı padi şahın elçileri olduğu için sözleri birbirini
tutar. Onlar, ayn ı zineirin birbirini tamamlayan halkalarıdır, onlarda
ayrılık olmaz. Gerçek peyğamberli ğin gere ği budur. İşte Allah'ın dini,
o elçilerin getirdi ği tevhid dinidir. Bundan ayrılanlar yoldan sapmış-
lardır.
E ğer aynı devirde iki pey ğamber gelmi şse bunlar birbirlerinin yar-
dımcılarıdır. Hz. Musa ile Hz. Hârûn gibi. Bir pey ğamber gönderildik-
ten sonra ayn ı kavme bir zaman sonra henüz o pey ğamber hayatta iken
başka bir peyğamber daha gönderilirse önceki, sonrakini tasdik eder.
Ş ayet sonrakinin getirdiklerinde, öncekinin getirdiklerinin bir k ısmını
nesheden hükümler bulunursa birincisi, ikincisinin getirdiklerini kabul
eder. Bu, tıpkı şuna benzer: Bir padi ş ahtan bir elçi gönderilir, sonra
ardından başka bir elçi daha gönderilirse birinci elçi, ikincisinin söy-
lediklerini dok'rulayıp ona yardım eder. Ama kendi elçili ği de devam
eder. Çünkü ikincisi, birincisinin görevini tamamlamak için gönderil-
miştir.'
Müfessirler 83 ncü ayetteki tavan ve kerhen (ister istemez) tabiri
üzerinde bir hayli yorum yapm ışlardır. İ ster istemez teslim olman ın ne
demek olduğunu anlatm ışlardır. Kanaatimize göre bu bir üslûb ta ı zı-
dır. Kasdedilen dini anlamdaki islam (teslim olma) de ğil, Allah'ın kud-
retinin önüne geçilemez oldu ğunu, her şeyin muhakkak O'na boyun
e ğdiğini anlatan bir ifadedir. Nitekim: "Sonra duman halinde bulunan
göğe yöneldi, ona ve yere : ' İsteyerek veya istemeyerek (buyruğuma uyun,
varlığa) gelin' dedi. 'İsteyerek geldik' dediler." 2 âyeti de. Allah'ın kudret
ve iradesinin behemehal geçerli oldu ğunu belirten bir ifade tarz ıdır.
Bundan kelâmi manalar çıkarmağa hiç gerek yoktur. Muhammed İz-
zet Derveze de bu görü ştedir. 3

(41:p - J3::;fti CA; zu ı., •J'.;

(5'J1 (-3} C,. ", S°1 -, (j.?- ı, •


,0 • e „.
y

(At) '43

1 Muhammed Re şid Rıdâ, Tefsfr, III, 352


2 russilet Suresi: 11
3 Bkz. et-Tefsfru'l-hadis: VIII, 123

Cüz': 3, Sure: 3 397

(.5 kit-.0.5 41 ) 1 i-A

5j: " 15 ‘)1 I 4.-; 1-C 1


j_ıe JIÎ (") LJ ■ ”ji:J1 4.5 C.
j .C
$ A-_::+
'
( Av) Q—Aı _ <JA °

4.W1 j.,>4.1,40 L, j—J. G

3.> ı- °. ı ° ı ı .1 ıı
- ı (“)"
ı' 4-
.

.9 ı ı

1.'3;j:Y ( ) 4 J1

u-••■; °;TI );J4 .‘:;£ 9 s. 5İt■


. 11-k. 3
• • C. *5 ı.. k. .

84- De ki : 'Allah'a bize indirilene, Ibrahim'e Ismail'e, İshak'a


Ya'kub'a, ve esbâta (torunlara) indirilene ; Musa'ya, Isa'ya ve peyğam-
berlere Rableri tarafindan verilene inandık ; onlardan hiçbiri arasında bir
ayırım yapmay ız, biz O'na teslim olanlarız. 85 Kim İslarrıdan başka bir
din ararsa (bilsin ki) ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden
olacaktır. 86- İman ettikten, Resulün hak oldu ğunu gördükten ve kendi-
lerine açık kan ıtlar geldikten sonra inkâr eden bir topluma Allah nasıl
yol gösterir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez. 87- İşte onların
cezası : Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir?
88—Onun içinden ebedi kalacaklardır. Onlardan azâb hafifletilmeyecek ve
onlara asla fı rsat verilmeyecektir. 89- Ancak ondan sonra teybe edip asla-
nanlar başka. Çünkü Allah ; çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 90- Onlar
ki inandıktan sonra inkâr ettiler, sonra inkârlan arttı , onların tevbeleri
kabul edilmeyecektir. Onlar sapıklann ta kendileridir. 91- Onlar ki inkâr
ettiler ve kafir olarak öldüler; onların her biri, (azâptan kurtulmak için)
dünya dolusu altı n fidye yerse hiçbirinden kabul edilmeyecektir. Onlar
için acı bir aza!) vardır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

Tefdr:

84-85 nci ayetlerde peygamber(s.a.v.)e hiçbir ay ırım yapmadan


bütün peygamberlere inand ığını ve yalnız Allah'a teslim oldu ğunu
398 ImrânSuresi

söylemesi emrediliyor ve islâmdan ba şka bir dinin makbul olmadığı


vurgulanıyor.
el- Esbât : SıN' ı n çoğuludur. S ıbt torun demektir. Yakub o ğulların-
dan türemi ş olan kollara, kabilelere el - esbât denir. Ya'kub o ğullarından
on iki kol türemiştir. Bu kollar içinden pey ğamberler gelmi ştir. Ya'kub'un
unvânı isrâil olduğundan bu kollara İsrailo ğulları denir. Bizim pey-
ğanberimizin mensub oldu ğu Kureyş kabilesi de Ya'kub'un amcas ı
olan Hz. Is ınairden türemi ştir.

Biz müslümanlar, Hz. Muhammed(s.a.v.)e indirilene inanmakla


mükellef olduğumuz gibi Ibrahim'e, Ismail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve
Ya'kub o ğulları ndan gelen pey ğamberlere indirilene, Musa'ya, ve Isa'-
ya verilen kitaplara, has ılı bütün hak peyğamberlere Rableri tarafından
verilen her şeye inanmaklada yükümlüyüz. Biz peygamberler aras ında
bir ayırım yapmayı z. Çünkü peygamberlerin, hepsi Allah' ın elçileridir.
Biz O'nun elçilerine uyar, onlar ın söylediklerini do ğrulayıp Allah'a
teslim oluruz.
Bütün pey ğamberler, Allah'a teslim olmay ı ö ğütlemişlerdir. Din-
lerin özü budur. Bu anlamiyle bütün hak dinler, islâmd ır. Allah'a tes-
lim olmaya aykırı düşecek bir din, makbul de ğildir. Allah'a ortak tan ı-
mak, O'na çocuk isnadetmek, islâma (Allah'a teslim olmaya) ayk ırıdır.
Bu bak ı mdan İslâmdan ba ş ka bir din arayan, böyle bir dine giren kim-
senin davran ışı merduddur, o kimse âhirette büyük kayba u ğrar, hus-
!anda kal ır. Hz. Peygamber: "Bizim bu yolumuzun d ışında bir iş yapa-
nın yaptığı, iş reddedilir."' demiştir. 2

' 86-89 ncu ayetlerin ini ş sebebi hakkında birkaç rivayet nakledi-
lir. Bir rivayete göre Ensar'dan bir adam müslüman olmu ştu. Sonra
dinden döndü, şirke katıldı . Daha sonra yapt ığına pişman oldu. Adam-
larını gönderip, tekrar teybe ederse tevbesinin kabul edilip edilmeyece-
ğini sordurdu. 86-89 ncu ayetler bu münasebetle indi. Bunun üzerine
adam iyi bir müslüman oldu.' Mücâhid'den nakledilen bir rivayete göre
de müslüman olup ırtidad eden adam el-Hâris ibn Suveyd'dir. Onun
küfre dönmesi üzerine: " İmir/ ettikten sonra inkâr eden bir topluma
Allah nasıl yol gösterir Allah çok esirgeyen, çok ba ğışlayandı r" âyet-
leri indi. Bu âyetleri, kavminden birisi Hâris'e okuyunca Hâris:

1 Müslim, İ bn Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etmi şlerdir. Fayd, VI, 182; Müslim, Akdiye,
Mili: 8, hadis 18
2 Ibn Kesti., I, 379
3 Bu hadisi Nesli, Hakim, Ibn Hiblıfin rivayet etmişlerdir.
Cüz': 3, Sure: 3 399

— Vallahi sen do ğrusun, Allah' ın Resulü senden do ğrudur, Allah


ise bu üçün en do ğrusudur, deyip tekrar İslama döndü, bu kez iyi bir
müslüman oldu.'

Bir rivayete göre bu ayetler, Hz. Pey ğamber'es inanmış iken sonra
irtidâd eden, Kurey ş 'e katılan, daha sonra baz ı ları inkarında direnen,
kimileri de teybe eden bir Arap toplulu ğu hakkında inmiştiı .2 Bir kı-
sım müfessirlere göre de ayetler, Hz. Pey ğamber'in vasıfları n ı bildikleri
için daha önce ona inanm ış iken sonra o kendilerine gelince inanmayan
yahudiler hakk ında n azil olmu ştur.

Öyle anla şılıyor ki baz ı kişiler müslüman olmuş iken sonradan din-
den dönmüşlerdir. Bunların davranışı , hem Hz. Pey ğamber'e, hem de
mü'minlere a ğı r gelmiştir. Bu irt idad olayında belki de yahudilerin de
.

parma ğı vardır. İşte ayetler bu davran ış içine girenler hakk ında inmiş -
tir.

Allah ğafurdur, rahimdir. İnsan ne kadar günahkâr da olsa teybe


edince Allah onu affeder. Dinden dönen bile 89 nen ayetin aç ıklamasına
göre teybe etti ği takdirde Allah' ın af ve merhametine mazhar olur.
Ancak Allah şirk içinde kalmayı affetmez. 90 ncı ayet bunu bildirmek-
tedir. Inanmış iken inkar eden, inkarcla ısrar ede ede küfrü katmerle şen
kimse, ölünceye dek küfürde kal ır da can çeki şirken gözünden perde
kalkıp âhiretteki yerini görünce teybe ederse enun tevbesi makbul de-
ğildir. Bu ayet, mürteddin ölüm an ındaki tevbesinin makbul olmad ığım
bildirmektedir. Yoksa henüz hayat ında iken şirkinden, günah ından
dönüp, uslananın tevbesi makbuldür. Nitekim bir önceki ayet bunu
açıklamıştır. 90 nei ayetin, ölüm anı ndaki mürteddin tevbesinin mak
bul olmadığını belirttiğine bir delil de Nisa Suresinin 18 nci âyetidir.
Orada şöyle buyurulmaktad ır: "Kötülükler yap ıp yapıp da nihayet biri-
ne ölüm gelip çattnca 'Ben ş imdi teybe ettim' diyenlere ve kafir olarak ölen-
lere teybe yoktur (öylelerinin tevbesi makbul de ğildir). Onlara acı bir azâb
vardır." Ayrı ca 91 nci ayet de, bir önceki ayetin tefsiri mahiyetindedir.
Zira 91 nci ayette inkar edip kafir olarak ölen kimseler, yer dolusu kadar
fidye verseler, fidyelerinin kabul edilmeyece ğini, onların acı bir azâb
içinde kalacaklar ını bildirmektedir. Demek ki tevbesi makbul olmayan,
yaptıkları hiçbir iyiliğin kabul edilmediği kimseler, dünyada iken teybe
edenler de ğil, küfürde ısrar edip kâfir olarak ölenlerdir. Öylelerinin dün-
yada yaptıkları iyilikler, kendilerini azabdan kurtarmayacakt ır. Belki

1 'bn Kesti., I, 380


2 et-Tefstran-badis, MIII, 124
400 Imrân Stiresi

iyilikleri, azabların ı n hafifletilmesine sebeb olur ama kendilerini cehen-


nemden kurtarmaz.

İslamda İman, her şeyin ba şında gelir. İman olmadıktan sonra


amelin âhirette de ğeriı yoktur. Baz ı kimseler, kâfir olan kimselerin yap-
tıkları iyiliklerin , hizmetlerinin kendilerine yarar ı d okunup clok unma-
yacapm sorarlar. Derler ki: "Bald ırı çıplak bir çoban, inand ığı için cen-
nete girer de dünyay ı ışığa boğan, insani-L 0
. bu kadar hizmeti dokunan
falan veya filan mucid ve kâ şif cehenneme mi girer?" Allah'a ve pey,
ğamberlere inanan kimseler, önünde sonunda cennete girerler. Bize mi-
sal verilen muCidlerin ve ka şiflerin ço ğu, Allah'a inanan kimselerdir.
Ancak hırı stiyan veya yahudi'dirler. Kitap ehlinden Allah'a ve â.hirete
do ğru dürüst inamp, Islam dinine girmese bile Pey ğamberimizin pey-
ğamberli ğim kabul eden kimseler de Kur'ân'- ı Kerim'in beyamna göre
cennete gidebilirler. Çünkü Bakara Suresinin 62 ne' âyetinde: "Allah'a,
tihirete inanıp iyi i ş yapan yahudi, hırıstiyan ve sclbiilerin korku ve üzün-
tüye uğramayacakları" belirtilmektedir. Âli İmran Suresinin 113 ncü
âyetinde de: "Kitap ehlinin hepsinin bir olmadığı, onlar içinde gece saat-
lerinde Allah'ın Cıyetlerini okuyup secde edenlerin bulundu ğu" beyan edil-
mektedir. Binaenaleyh dünyan ın neresinde ve hangi millete mensub
olursa olsun, Allah'a şirksiz, gereği gibi inanır, âhireti kabul eder, pey-
ğamberlere inamr, bizim pey ğamberimizi de inkar etmezse o kimse yap-
tığı hizmetlerinin karşılığın ı görür.

Fakat Allah' ı inkar eden, maddenin ötesinde hiçbir şey kabul et-
meyen maddeci kafirler, ne icadederlerse etsinler, ne kadar iyilik yapar-
larsa yaps ınlar yaptı klar ının kar şılığını ancak dünyada görebilirler.
ASirette bu hareketleri, kendilerini azaptan kurtarmaZ. Çünkü orada
iman aran ır.

Kaldı ki yapılan katlar, her zaman insanl ığın hayrına da değildir.


Bir atom bombas ı büyük bir çaban ın ve zekanın ürünüdür ama, şeytani
bir zeka= ürünüdür. Bir anda milyonlarca insan ı mahvedecek, şehir-
leri yıkıp tarümar edecek bir silaht ır. Yani adam daha fazla insan öl-
dürmek için bu korkunç silah ı yapmıştır. Elbette katlar iyiye kullan ılır-
sa insanlığın hayrı nadır ama, kötüye kullan ıhrsa insanlığın mahvına
sebeb olmaktad ır. Peki milyonlarca insanı bir anda öldüren silah kul-
lamldiğı zaman bunu yapan, sorumlu olmaz m ı acaba? İşin bir de bu
yanı vardır. Binaenaleyh dünya i şlerini âhiretle kar ıştırm,amak laz ım-
dır. Orada madde de ğil, ruh geçerlidir. Orada istenen imand ı r.
Cüz': 3, Sure: 3 401

Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Resulüne : 'Ya resulallair, Cahiliyye


devrinde (Abdullah İ bn Ced(an misafiri ağırlar, tutsağı tutsaklıktan kurta-
rır, akrabayı ziyaret eder, kom ş uya iyilik ederdi' dedim, onu övdüm, bun-
ların kendisine faydas ı olur mu?' dedim. Allah' ın Resulü (s.a.v.): 'Hayır,
dedi, o hiçbir gün : Allahım, ceza gününde beni ba ğışla, demedi' buyurdu."'
Enes ibn Malik de Hz. Peyğamber'in şöyle buyurduğunu naldetmiştir:
"Kıyamet gününde ate ş halkından olan adama denilir ki : Baksana, dünya
dolusu malın olsaydı (şu azâptan kurtulmak için) o malını fidye verir
miydin?', 'Evet' der. Allah buyurur ki : Ben (dünyada) senden, bundan
daha kolay bir şey i.sterniştim : Henüz babanın belinde iken bana hiçbir
şeyi ortak ko şmaman hakk ında senden söz alm ıştım. Sen ise döndün,
bana ortak koşmaktan başka bir şeyi kabul etmedin' ." 2

Caz': 4

L,-;U...L ;. LA (..) (.9:3• 1.)-3

("Y .& 4-) - ı .°-. ° •

92— Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça asla iyiliğe ere-


mezsiniz. Ne harcarsan ız mutlaka Allah onu bilir.
Tefsir:
92 ni ayetin ibaresi açıktır. Burada müslümanlara hitabedilmekte-
dir. Ayetin nüzul sebebi hakk ında bir rivayete rastlanmam ıştır. Bu ayet,
müteakip ayetlerin çizdi ği tabloya bir giri ş niteliği taşımaktadır.
Birr : İhsan, geniş hayır, çok hayır demektir. Birr ile hayır arasmda
şöyle bir fark belirtilmi ştir. Birr : Hayra ula şan ve kasden yap ılan fay-
da, hayı r ise yarnlarak da olsa yap ılmış olan mutlak faydad ır. Birr'in
zı ddı hayrın zıdd ı da şer'dir. Maamafih birr,hins kar şı lığı olarak
da kullanılır.
Bu ayet, sadakan ın güzel şeylerden verilmesi gerekti ğine, nefsin
tiksineceği şeyleri sadaka vermenin ho ş olmadığına işaret etmektedir.
Bakara suresi 267 ayet de ayn ı nitelikte olmakla beraber buradaki ifade
daha kuvvetlidir. Her i şi güzel yapmayı bildiren Kur'an prensiplerine
de uygun düşmektedir. MüfessirJerin nakline göre bu ayet indi ği zamad
Allah Resulünün ashab ından bazılarmı çok etkilemişti. Ansar'ın en
zengini olan Ebu Talha'nm, Mescidin karşısında Beyrabit denen bir bah-
1 bu Manbel, VIi120
2 BulAri, Rikâk, 49; Müslim, Sifitu'l-murıafilFin, bil): 10, hadis: 51-53; 'bn Manbel, III,
218
402 İmrân Suresi

çesi vardı ki burası, kendisinin en çok sevdi ği malı idi. Allah'ın Resulü
(s.a.v.) buraya girer, güzel suyundan içerdi. Yukandaki ayet nazil olun-
ca Ebu Talha Allah'ın Resuliine geldi: "Yüce Allah kitab ında sevdikler-
n;zden infak etmedikçe iyili ğe nail olarnazs ınız.” buyurmaktad ır. Be-
nim en sevdi ğim mal, Beyrabledn. Onu Allah için sadaka yapıyorum.
İyiliğini ve ürününü Allah'tan bekliyorum. Ya Resülüllah nas ıl istersen
onu öyle yap, istedi ğim ver" dedi. Allah'ın Resulü buyurdu ki: "Maşaal-
lah, işte kazançlı mal budur, kazançlı mal budur. Dediğini işittim. Ben
bunu, senin, akrabaların arasında taksim etmeni uygun görüyorum."
Ebu Talha o mal ı akrabası ve ameasmın oğulları arasında bölüştürdü.'
Hz. Ömer: "Ya Resulâllah, dedi. Benim mal ımın en iyisi Hayber'-
deki hissemdir. Ne buyuru ı sun, onu ne yapayım" Allah'ın Resulü buyur-
du ki: "Asl ını tut, meyvesini- sadaka yap" 2
Abdullah İbn Ömer de bu ayet inince en sevdi ği-şey olan Rum ca-
riyesini Allah için âzâd etmi ş ve: "E ğer bundan daha çok sevdi ğim birşey
olsaydı, onu tasadduk eder, bununla evlenirdim." demi ştir.3

:;I r,C.:12! ı cj_.5"


° :d ı_
göl J., J ı - j'i; '...1",°;.".11 -d;:,'..; J:..:;
- •
o.
-
4-~j2-
* -;

( 90') 1A,91:3C1
o o
C3. (") e-A L!,,y_33

(") ■..ç A 431:ç t: 4; J :J - 4,

93- Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in kendisine haram /aldığı şey-


ler dışında, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helâldi. De ki : "Doğru ise-
niz, Tevrat' ı getirip okuyan." 94- Art ık bundan sonra da kim Allah'a
yalan uydurup iftira ederse, işte onlar zalimlerdir. 95- Deki : "Allah
doğru söyledi, öyle ise dosdoğru Allah'ı birleyici olarak Ibrahim dinine
uyun. O, puta tapanlardan değildi."
Tefsir:
93 pcü ayette geçen İsrail kelimesi, Hz. Ya'kub'un unvan ıdır.
Tevrât'ın Tekv'in Sifrinin 32 nci bühluda Ya'kub'a İsrail ad ının yedi-
1 Bul-Jüri, Zektit, 44; Müslim, Zekât, bâb 14, Hadis 42
2 Bubürl, Şurıl 19, Vaştiya 28, Eyman 33; Müslim, Va şiyyet 5; Tirrni4 Ahlstim 36; bn
Mace, Şadaktit 4; Nesal, İhlas, 3
3 İbni Kaat; I. 381
Cüz': 4, Sure: 3 403

diği belirtilmektedir. Bu ayetlerde Hz. Ya'kub'un, kendi kendisine ha-


ram kıldığı şeyler d ışında bütün yiyeceklerin israilo ğullarına helal ol-
duğu belirtilmektedir. Bunun aksini iddiâ edenlerin, Tevrat' ı getirip
okumaları buyurulmakta ve Allah'a yalan uyduranlar, zalim yani hak-
'siz insanlar olarak nitelendirilmektedir. Tevrat, Hz. Ya'kub'dan çok
sonra inmiştir. Tevrat'ta haram alan her şeyin Ya'kub zaman ında ha-
ram olma ı gerekmez. İbrahim ise Allah'ı birleyen bir kimse olarak tav-
sif edilmekte, Allah'a ortak ko ş anlardan olmadığı açkılanmaktadır.

Ayetlerin. iniş sebebi hakkında çeşitli rivayetler nakledilmi ştir.


Bu rivayetlere göre yahudiler, Hz. Pey ğamber'den çe şitli sorular sor-
muşlar, bunlara do ğru cevap verdi ği takdirde kendisine tabi olacak-
larma söz vermi şlerdi. Bu sorulardan biri de atalar ı İsrail'in, en çok
sevdiği yeme ğin ıı e olduğu idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de İsrail'in, en
çok deve etini sevdi ğini, ancak yakaland ığı bir hastalıktan -bir rivayete
göre siyatik hastalığından- kurtuldu ğu takdirde Allah için deve eti ye-
meyece ğini adadığını, hastalıktan şifa bulunca da art ık deve etini kendi-
sine haram etti ğini söyledi. Yahudiler, deve etinin Ya'kub'un adamasiyle
haram olmayıp ta İbrahim dininde haram k ılındığını, Ya'kub ve çocuk-
larının da İbrahim dinine uyduklar ını söyleyerek Hz. Pey ğamber'e
itiraz ettiler. Zaten her fırsatta niü'rninleri ku şkuya düşürmek için
Allah'ın Resulüne itiraz etmek isterlerdi. Nitekim Mescid-i Aksa'nm
Ka'be'den daha önc ı yapılmış olup Ka'be'den daha şerefli olduğunu
söyleyerek kıblenin. Ka'be yönüne çevrilmesine de itiraz ediyorlard ı.
İşte bu son iddiaları Inkkında da a şağıdaki ayetler inmi ştir:

'rCi:;. GT 4.3 ( 9 '‘) 2j,1:- C.11


4:3,1 1L12--°,1 1 r u_,C11 t.-1" rvLS
(/) -411

96- Doğrusu insanlara (ma'bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke'de


olandır. Jilemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur.
97- Onda açık açık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Ona giren, güvene
erer. Yoluna gücü yeten herkesin, o Ev'e (gidip) haccetmesi, insanlar üze-
rinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah, bütün âlem-
lerden zengindir.
404 Al-i İmrün Suresi

Tefsir:
96-97: Me şhur rivayete göre Bekke, Mekke'nin bir di ğer telâffuzu-
dur. Başka bir rivayete göre de Kâ'be ve çevresine Bekke, bundan öte-
sine Mekke denir. Birinci görü ş daha do ğrudur. Burada Ev ile kasde-
dilen herhangi bir ev de ğil, ma'beddir. Hadislerde belirtildi ğine göre
ibadet için ilk yap ılan ma'bed, Kâ'be'clir.

Buhâri ve Müslinfin rivayet etti ği bir hadiste Ebu Zer


Allah'ın Elçisinden, ilk defa hangi mescidin yap ılmış olduğunu sormuş ,
o da önce Kâ'be'nin, sonra da Mescid-i Aksâ'n ın yapıldığını söylemiş-
dr.' Hz. Ali ise bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: "Evler, Kâ'be'den
önce yap ılmıştır. Fakat Allah'a ibadet maksadiyle ilk yap ılan ev, Kâ'-
be'dir." İbn Kesir, Kâ'be'yi Adem'in yapt ığına dair rivayeti zayıf gör-
mektedir? Do ğrusu da Kâ'be'yi ilk defa Hz. İbrahim Aleyhisselânı'm
yapmış olduğudur. ketten anlaşılan, insanlar için ilk yap ılan Ma'bed'in,
Kâ'be olduğudur.
Kâ'be, yapıldığından bu yana insanlar ın saygı gösterdiği bir ma'bed
olmuştur. Cahiliyye devrinde de insanlar, Kâ'be'nin içinde bulundu ğu
Harem bölgesinde vuruşmazlar, kan dökmezlerdi. Harem bölgesine gi-
ren, güven içinde olurdu. Adam birini öldürüp Harem bölgesine girse,
orada kimse kendisine dokunmaz, öldürülenin o ğlu veya akrabas ı Ha-
rem'de kaatile rastlasa, oradan ç ıkıncaya kadar ona bir şey yapmazdı.
Kureyş Suresinde: "Kendilerini açlıktan yedirip doyuran ve korkudan
güvene kavu şturan, bu Ev'in sahibi Allah'a ibadet etsinler" âyeti, bu gü-
vene i ş aret etmektedir.
Gücü yeten kimsenin Kâbe'yi ziyaret etmesi farzd ır. Gücün yet-
mesi, yola gidip gelme ğe sağlığın elverişli, gidip gelmek için yetecek
kadar para ve yol güvenli ği olması şeklinde izah edilir Bu ş artları haiz
olan kimseye, örnürde bir defa hacca gitmek farzd ır. Ebu Hüreyre (r.a.)
şu hadisi rivayet etmi ştir: "Allah'ın Elçisi (s.a.v.) bize hitap edip : 'Ey
insanlar, Allah size hava farz k ıldı, haccediniz' dedi. Bir adam : 'Her sene
mi ya Resulâllah' diye sordu. Allah' ın Elçisi cevap vermedi. Adam, soru-
sunu üç defa tekrarlayınca Allah'ın Elçisi : 'Evet, desem, farz olur, yapa-
mazs ınız' dedi ve ilâve etti : "Benim sizi serbest b ıraktığım hususlarda siz
de beni serbest bırakınız. Sizden âncekiler, çok sormalar ı ve peygamber-
lerine aykırı davranmaları yüzünden helâk oldular. Size bir şey enzretti-

1 Bubari, Enbiya, 10, 40; Müslim, Mesâcid, bâb, 5, hadis: 1, 2; Nesa'1, Mesâcid, 3; Ibn
Mke, Mesâcid 7; Ibn Ijanbel, V, 150,...
2 İbn Kesir, I. 383
Cilz': 4, Sure: 3 405

ğim zaman gücürıiiz yetti ği kadar onu yapınız. Sizi bir şeyden men
ettiğim zaman da onu b ırakınız."'
Hac, ş artlarını haiz olan kadın erkek her müslüman a farzd ır, an-
cak çocu ğa farz de ğildir. Hac, gidip gelme ğe gücü yeten kimseye farz
olur. Hastaya, tutuklu olana hac farz de ğildir. Gidip gelme esnasında
kendisinin ve geride bıraktığı çocuklarının rızkı mevcud olmayan kim-
seye de hac farz olmaz. Ba şka birisi, kendisine gidip gelme masrafın'
yerse, onu kabul etmek zorunda de ğildir. Hattâ kendi çocu ğu dahi yol
masrafmı yerse, Malik ve Ebu Hanife'ye göre bunu kabul etmek gerek-
mez, ş afirye göre kabul etmek gerekir. Çünkü insan ın çocuğu, kendi-Si-
nin bir parças ıd ır. Onun vermesinde minnet olmaz?

ıP ,
4.3.J 4' 1 j ""1 sj-;
°J)ı.; C. "Sp
• ,ı L4 o•I e.:_; ı j j-P L4._; ()..1 41.11

ii I (`‘ `‘) j.it;4-)

.9 .9 0, ı
( • •) -Lx.
• '1' ,„*,t,c ° cj-IJI
09 ı , .O9
-
,... ..r o .4„..o ....,...
•F
.. , o .> ol o . .. .1.... ı > .3.,..,... o ......„ ....
AL i ‘.....JLJ 1 ,5■,,,,WP (.4 :Z> .1-$ 1 j J4.-....,
j J.j 4„..4, 5 j
... ..- .. f' ..
..... o! , ,... ... „ ... > o ....... , D ı D ı O „ ., ..0, .9 ,
£.-4-:-....~• -10- 1 ./..40 (3 I (...5 ...1-4 .._A-i
! 4» LJ 44.Z."-i • A j C 4-3 j-,A)
5F- - -* e- . . , `7
.r,
41.;....;
‘.)-.,"-; )1 i-
5 ... ,p
.
(3.T 41 1.)-2 .71 1j:
_,• 1 o .4.11 I+, 1 I., (N •

)1 .., 111.4.4...>:. ot.‘11


, ... , • ,_ ,l‘ • Y),,(:)_,...4,..L.,_• ,,"_; I J y ı
j-,,,.. ı I j......4-:-P I ..,
3, ! o .9 o J' o --11, ..- Z., , ,
- , • „.• F
$_.0...1 1) 9.1 ..k. °I. ,:: • '° I °;-<-.:1:P
-
° c/1 ■ ' ;(„4.„*.
° .1
-
ı " °. t - ı '' -

.r.,-.. -. ..). _. ;_ 0.;.. 999 -. • ,


-
[ --
o 3..o.>,,,
I
,- .- , - j ...

L ......ı .....) j C, 1.1 I. j..,- A.:...4...."...L., Jj-A-3 ,....p.::..J.


r-..::,,,.....;
. Ii
A -P

. H - 1.".:(S"
4.£ T °,..'g" '411',,., C.4..•,... ° 'S- -.WL:; j. t:31. - c.•. 0'°''
,,,..12->■ "A
- - - r-

98- De ki : "Ey Kitâb ehli, Allah yapt ıklarının görüp dururken ne-
den Allah' ın âyetlerini inkar ediyorsunuz?" 99- De ki : "Ey Kitâb ehli,

1 Müslim, ljace, bâb: 73, hadis: 412; ayn ı hadisi Ahmed ilın Hanbel de rivayet etmi ştir.
2 Akıkilmu'l-lur'ân, I. 288-290
406 Al-i İmran Soresi

gerçeği gör(üp bildiğiniz halde, niçin Allah' ın yolunu eğri göstermeğe


yeltenerek inananları Allah yolundan çevirme ğe çalıgyorsunuz? Allah
yaptıklannızdan habersiz değildir." 100- Ey inananlar, Kitab verilenler-
den herhangibir gruba uyarsanız imanınızdan sonra (onlar) sizi döndürüp
kâfir yaparlar. 101- Size Allah'ın âyetleri okunmakta ve O'nun elçisi de
aranızda iken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah'a sarılır-sa muhakkak ki
o, doğru yola iletilmiştir. 102- Ey inananlar, Allah'tan, O'na yar aştı-
biçimde korkan ve ancak müslümanlar olarak ölün. 103- Ve toplu,a Al-
lah'ın ipine yapışın, ayrılmayın ; Allah'ın size olan nimetini hatırlayın :
Hani siz birbirimize düşman idiniz, (Allah) kalblerinizi birleştirdi. O'nun
nimetiyle karde şler haline geldiniz. Siz ate şten bir çukurun kenarında
bulunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı,. Allah size âyetlerini böyle
açıklıyor ki yola gelesiniz.

Tefsir:
98-99 ucu ayetlerde hitap, kitap ehlinedir. Bile bile Allah' ın ayet-
lerini inkar etmeleri, Hak yolunda yürümek isteyenleri ş aşırtmağa çalış-
maları, inkar tarz ında sorıdarak bu tutumlar ı kmanmaktadır. Gerçekten
kitap ehli, Allah' ın Elçisine gelen ayetlerin, ilahi vahy oldu ğunu bil:-
yor, Hz. Muhammed(s.a.v.)in gerçek pey ğamber olduğunu da gayet
iyi anlıyor, fakat gurur ve menfaat yüzünden inkarda ısrar ediyor,
Hak yolu eğri gösterme ğe, inananları şaşırtma ğa çalışıyorlardı.

100-103 ncü ayetlerde de hitap, müminlere yöneltilmekte ve kitap


ehlinden bir grupun sözlerine uydukları takdirde, onları n, kendilerini
yine küfre döndürecekleri hat ırlatılmaktadır. Allah'ın ayetleri okunup
dururken, Allah' ın Elçisi de aralarında bulunurken mü'rninler nas ıl
inkâr ederler? Allah'a sar ılan, dosdo ğru yolu, bulmuş olur. Allah'tan
gereği ş ekilde korkmak, O'nun yolu ve buyruklar ı dışına çıkmaktan sa-
kınmak lazımdır. Yüce Allah' ın, gökten yere sark ıttığı ipe, yani Allah' ın
dinine sarılanlar, birleşirler. Daha önce birbirine dü ş man olalı şu Medine =,
toplumu, birbirlerine karşı ate ş püskürürdü, içleri birbirine kar şı, kin
ve nefret dolu olan bu insanları, Allah'ın dini birleştirdi. Bunlar, nef-
ret ate şiyle dolu bil yarın kenarında idiler, düş manlık ate şi içine düşüp
mahvolacakları bir sırada Allah, hidayetini latredip onlar ı helâktan
kurtardı . Şimdi hidayete gelip karde şlik içine girdikten sonra tekrar o
düşmanlı k dı virlerine dönmeleri, yakışık al ır mı hiç?
Allah Ekisinin Medine'ye teşriflerinden önce burada Evs ve Hazrec
diye iki Arap kabilesi otururdu. Cahiliyye devrinde bunlar aras ında şid-
detli düşmanlık vardı . Zaman zaman bunlar kavga ederler, sava şırlar-
Cüz': 4, Sure: 3 407 -

dı . İki kabile aras ında geçen son sava ş da Buceıs harbi idi. Medine'ye_
İslam gelince iki kabile birbiriyle dost ve karde ş oldular.

Onların bu karde şçe yaş ayışları , aslında ikisini de istemeyen Ya-


hudileri son derece k ıskandnıyordu. Yahudilerden Kaya o ğlu şas, bir
gün Evslilerle Hazreçlilerin birlikte konu şup sohpet ettiklerini gördü,
çok canı sıkıldı : "Bunlar böylesine dost olduklar ı sürece bizim burada
yerle şmernize imkan kalmaz" diyerek bir Yahudi çocu ğunu onların
arasına gönderdi ve onlara Bac& harbini, bu harbde Evs'in Hazreç
kabilesini yendiğini hatırlatmasın tenbih etti. Yahudi çocuğu, aralarına
sokulup Buceıs konusunu ortaya at ınca o günlerin düşmanlıkları gönül-
lerde uyanmağa başladı. Evs ve Hazreç mensupları birbirlerine laf at-
mağa başladılar ve: " İsterseniz o günü tekrar edelim, haydi IJarra'ya
gidelim!" dediler. Buceıs harbi klarra meydanında geçtiği için oraya gi-
dip vuruşmak istediler, silahlar ını alma ğa başladılar. Tam bu sırada
Allah'ın Elçisi, durumdan haberdar olup geldi, Onlar ı yatıştırmağa
çalıştı : "Ben sizin aranızda iken cahiliyye dtevas ını mı güdüyorsıınuz?"
dedi ve yukarıdaki ayetleri okudu.
İki kabile mensupları da yaptıklarına pişman oldular, barıştılar,
birbirlerine sar ıldılar.°

......, .... j. e ,..... 3 1 ...,


...,..,...,_, p co..c, " ," I
ift...
4:4 o .„,....„.... ....„.....„....,
1 ...., ......
L;...
o .0-,>...f..):.°1". -d..1£1,51-, ,_-_.(::_i) ,
,. ;.-r. -z),°-_,.......,-_, ,...i,,..._1.1_,.
, ,, ,... ., , .,...,, , , , .„,.., , .... ...„........ z , ....
ıb s.t....-L. ...k-IP....ı. (:),..4 1-AJL:-.".:. I i 1 .,_8 j _;2..; (:): ...J.,_3 LS I ..., ..J j. 3
• -
4 - ...- e.
-- " - • °1
,,,,..-.:,--; r...,-:. (N * e) '''' ,c:—1:?:.P ",_,I-Lp "'<-4e.1 -,:u0 't" -", 5,-..,L.L.J
.,...„.. ..., .., ,,.., ....,,. , ... .,, -„,.., c .ı,a ; . ,j -;..j o ,-; -j ,00_,...,.), iıi
) ' (1° J- ., -'4' 1 (..7., 4- 3I
( ‘ • 'O -..),'.)::.<:; g' *g lem I 1_,5313,:i C °'..‹..;L£ ı
.....
-.A.„..
° -"J
o, _ o} , ..4 t o .1..o l , ,,'" ,q.
Lt=i s,..1ta L 453 ..,;(-.4.° ; "t:......42.......-ı. ı C.y......-XJ1 (.... I

.tW Gj L ;:.31-
›s ı 4:-CP t.lei-1:::::; d» I j t:-. :i T -,,,,CL; (N • v) "c)"..ı.JC.

c .,:) (° 1 Li C.; L:J(..,...::-31 1:, 8 4 ., (N • ^) ,:)....,..k 1:A:11, 1-:-Y-1; '-k, -J


) .9> ..").14tT
1 tim Kesir, I. 389; Hüseyin Heykel, Hz. Muhammed Mustafa, Ömer R ıza Doğrul terce-
mesi, s. 232, İstanbul, 1948
408 Âi-i İmran Suresi

104- İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden


bir topluluk olsun ; işte onlar kurtuluşa eı enlerdir. 105- Kendilerine açık
deliller geldikten sonra ayrılığa düş üp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte
onlar, (evet) onlar için (kıyamet günü) büyük bir azâp vardır. 106- 0
gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler karartr. Yüzleri kararanlara : "Inan-
ınanızdan sonra inkâr mı ettiniz? 0 halde inkâr etmenize karşılık uzak
tadın!" (denilecektir). 107- Yüzleri a ğaranlar ise Allah'ı n rahmeti için-
dedirler. Orada ebedi kalacaklardır. 108- İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir.
Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah, âlemlere zulmetmek istemez.
109- Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah' ındır. Bütün i şler, Allah'a
döndürülür.
Tefdr:
104-109 ucu ayetler, dinin en önemli prensi"plerini içine alm ıştır.
Birinci ayette üç prensip vard ır: 1) iyiliğe, doğruluğa, güzel ve yararlı
olan şeylere ça ğırmak, 2) Toplumun yararına, insanların iyiliğine olan
şeyleri em.retmek, 3) Toplumun zararma olan şeylerden menetmek,
mü'minleıin görevidir.
Bunlar her devirde ve her toplumda uygulanmas ı gerekli olan,
toplumu bozulmaktan koruyan prensiplerdir. Ayette geçen "ümmet"
kelimesiyle belli bir grup kasdedilmektedir. Yüce Allah, ümmet içinde
iyiliği emredip kötülükten meneden bir grupun kurulmas ını ve ye.
tiştirilmesini emretmektedir. İyiliği emir, kötülükten men, farz-ı
kifayedir. ümmet içinde bir topluluk, bunu yerine getirirse di ğer fert-
lerden bu farz düşer. Fakat hiç kimse yapmazsa bütün toplum fertleri
günaha girmiş olur.

Daima insanlara güzel yolu göstermek, kötülüklere kar şı otları


uyarmak, müslümanların, özellikle din bilginlerinin vazifesidir. Ancak
bunun, tatlı bir üslûpla yapıılması, gönül kırmaktan, fitne ç ıkarmaktan
sakınılması da Kur'ân'ın " prensiplerindendir. Kur'an: "(Kötülü ğü) en
güzel olan şeyle say, o zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bu-
lunan kimse, sanki s ıcak bir dost oluvermi ştir."'
Kur'ân'ın amacı, insanların kusurlarmı herkese yaymak, insanlar
arasında düşmanlık var etmek de ğil, toplumu kusurlardan, hatalardan
arıtmaktır.

İyiliği emir, kötülükten men, en önemli farzlardan biridir. Pey-


gamberimiz bu konuda şöyle buyurmuşlardır: "Sizden kim bir kötülük
1 Fussilet Suresi: 34
Cüz': 4, Sure: 3 409

görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle onun kötülü ğünü
söylesin, buna da gücü yetmezse kalbiyle onu kötü görsün. Bu da iman ın
en zay ıf clurumudur."' Bu konuda diğer bir hadis de ş öyledir: "IVefsimi
elinde tutan Allah'a andolsun ki siz, ya iyiliği emredip kötülükten meneder-
siniz, ya da Allah, kendi kat ından sizin üzerinize bir azâp gönderir. 0
zaman duâ edersiniz, fakat duânız kabul edilmez." 2
Daha sonra gelen iki âyette, k ıyamet gününde baz ı yüzlerin a ğa-
racağı, bazı yüzlerin kararaca ğı, yüzleri a ğaranların, Allah'ın rahmeti
içinde yani cennette olup orada ebedi kalacaklar ı , yüzleri kararanların
da azâba çarptınlacaklan belirtilmektedir. "Siz inandıktan sonra inkar
mı ettiniz?" şeklindeki tekdir hitab ı ndan bu ikinci zümrenin, inkâra
sapan kimseler oldu ğunu anlıyoruz. Bunlar ın kim olduğu hakkında üç
görüş ileri sürülmüştür: Hasan Basn'ye göre yüzleri kararanlar: "mü-
nafıklardır". Mücahid'e göre bunlar "mürtedlerdir". Zeccâc'a göre bun-
lar "kitâb ehlidir."3 Bu âyetlerin ibaresini belli bir zümreye hasretmek
doğru olmasa gerektir. Ayetlerin mânas ı geneldir. Insanlığın başlangı-
cından kıyamete kadar tüm insanlar, ba şhca iki grupta toplan ır. Allah'a
inanan ve O'nun buyruklarma gönülden ba ğlananlar, âhirette yüzleri
ağaran zümredir. Bu zümre, Allah' ın rahmeti olan cennette ebedi kala-
caklardır. Yüzün a ğarması, sevinci belirten mecâzi bir ifadedir. Allah'a
inanmayan, ya da inand ıktan sonra inkâra sapanlar da yüzü kararacak
zümreyi oluşturur. Yüzün kararmas ı da tasayı ifade den ınecâzi bir ifa-
dedir. Bu adamların dünyada yapt ıkları, kendilerini tasaya sokacak,
tasadan yüzleri kararacak, azâp içinde kalacaklard ır.
Yüce Allah, bu âyetlerle insanlar ın, yaptıklarından sorumlu ol-
duklahnı bildirmekte, küfürden, fitne ve tefrikadan sak ındırmaktadır.

o e 99os jı e 5 .5
(3),... L:7 "..>-
o, 0

0-4T
-•-• e3J 414
- C.)-P
(
t t '
‘'))«.%. 35J.°1
A° A C ° 3+3
F
.)C.ı°.;Sri °(:) c ;•
;25i. 5:,.5'.:ts ı 4:43,:p (N ‘)

1 Müslim, Iman, Idtb 20, hadis: 78; Tirnd'ii, Fiten, 11; Nesh'i, İman, 17
2 Ebh Dâvûd, Melahim, 16; Tirmial, Fiten, 9; ilin klanbel, V. 388,...
3 Abkiimul-Etir'ân, L 294
410 Al-i İmran Suresi

ft -
1 JL, j
o o
9 9.0 „o, 1o Z; 9 o 1o
Li c!„,141
, ""f-
0 ı
j4.42,.P 4 .5 43.7.1
" ,•

Y)

110- Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz.


İyiliğ i emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah'a inan ırsınız. Eğer Ki-
tap ehli inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inanan-
lar da var ama çokları yoldan çıkm ışlardır. 111 Size eziyetten ba şka bir
zarar veremezkr. Sizinle sava şsalar bile, size arkalarını dönüp kaçarlar, -

sonra onlara yardım da edilmez. 112- Nerede olsalar, onlara alçaklı k


(damgası) vurulmuştur (ezilme ğe mahkilındurlar). Meğer ki Allah'ın
andine ve (inanan) insanların andine sığınmış olsunlar. Allah'ın gazabı-
na uğradı lar ve üzerleri ne miskinlik damgas ı vuruldu (yoksulluk için-
de ezildiler). Böyle oldu, çünkü onlar Allah' ın ayetlerini inkar ediyorlar,
haksız yere pey ğamberleri öldürüyorlardı ve onlar isyan etmi şlerdi, haddi
aşıyorlardı .
Tefsir:
110-112: Bu âyetlerde mü'minlerin, dünyaya gelmi ş en hayırlı top-
lum oldukları müjdelenmektedir. Hay ırlı oluşlarımn temel vasfı da Al-
lah'a inanmaları , iyiliğe emir, kötülükten menet ıneleridir. Allah'a inanan,
iyiliği emir ve kötülükten meneden toplum, en güzel ahlâk ı kendinde
toplamış hayırlı bir toplumdur. E ğer Kitap ehli de İslama, Hz. Muham-
med(s.a.v.)in pey ğamberli ğine inanmış olsalardı, kendileri için hayırlı
olurdu. Gerçi onlar içinde Abdullah ibn Selâm v, benzerleri gibi gerçe ği
kabul edenler var ama çoklar ı yoldan çıkmış insanla ı dır.

Fakat onların yoldan çıkmaları, müslümanlara fazla bir zarar - ver-


mez. Müslümanlar birlik olup asıl iman ve iyili ği emir, kötülükten men
özelliklerini koruduklar ı sürece Kitap ehlinin kendilerine verebilece ği
zarar, dil ile incitn ıekten, rahats ı z etmekten öteye geçmez. Onlar, dedi-
kodulariyle, ertab ğı katmak suretiyle müslümanlar ı rahats ı z edebilir-
ler. Fakat müslümanlarla sava şa girseler geri dönüp kaçarlar, o zaman
kendilerine yard ım da edilmez.
Her yerde onlara zillet ve yenilgi damgas ı vurulmuştur. Ancak
Allah'ın yada mü'minlerin andini ald ıkları takdirde güven içinde ya ş a-
yabilirler. Bunun d ışında yenilirler. Çünkü haks ızlık yapmaktad ırlar.
Cüz': 4, Sure: 3 411

Haksızlar, Allah'ın gazabına uğrarlar. Onlar haks ızlıkta o derece ileri


gitmişlerdir ki pey ğamberlerini dahi öldürmü şlerdir. İsyanları ve sal-
dırgarilıkları, kendilerini bu zilletc mahküm etmi ştir.
111 nci âyet, evvel emirde Hz. Pey ğamber(s.a.v.)e kar şı türlü entrika
çeviren yahudileri kasdetmektedir. Bu âyetlerin, yahudilerden Abdul-
lah ibn Sclâm gibi bazı kimselerin müslüman olmaları üzerine yahudi
hahandarmın: "Muhammed'e inananlar, bizim en kötülerimizdir, ba ş -
kası değildir" dedikleri için indiği rivayet edilir. Ba şka rivayetlere göre
de yahudiler, kendilerini di ğer insanlardan üstün gördükleri için bu
âyetler inmi ştir. Bu ikinci rivayet, âyetlerin ruhuna daha uygundur.
Yüce Allah, üstünlük iddia edenlere, üstünlü ğün ancak iman ve iman ı n
gere ği olan i şleri yapmakla kazarulaca ğını bildirmekteclir.
Hz. 111uhammed(s.a.v.)in pey ğamberli ğine inananlar, gerçekten,
en güzel vasıflarla bezenmi şlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.), üstün ah-
lâkı tamamlamak için gönderilmi ştir. Onun ümmeti, üstün ahlükın tem-
silcileri olmuştur. Onlarda a şırılık yok, itidal vard ır. Allah kat ında en
büyük mükâfata erecek olanlar da Hz. Muhammed(s.a.v.)in ümmetidir.
Kendisi bir hadislerincle şöyle buyurmu şlardır:
"tımmetimden yetmi ş bin ki şi, hesapsız (scrgusuz) cennete girecek-
tir." 0 böyle söyleyince ashabdan <Ukkaşe ibn Mıthşın : "Ya Resulallah,
dua et, Allah beni de onlardan yapsın" demi ş , Allah' ın Resulü : "Alla-
hım, bunu da onlardan yap" diye dua etmi ştir. Sonra Ensardan bir adam,
kendisine de ayn ı şekilde duâ etmesini Allah' ın Resulünden istemi ş , Al-
lah'ın Resulü : "6u konutla (Ukka şe seni geçti (bu hakkı o aldı)!" demiştir.°

, ,,
L, i ",*_) J° °‘..•):A G

o o 5 5 o Li; „

T ;İ,3 ı
O O r


4« ")

,9 9 o, ı.o , o o, iı 5 o
pj ,ICJ,.
(‘ t) 9 9
5 -0 9 e
I (N 1 o) ;A L .1:p c:71-9
-""
O 0 1. O 5 o o. o 9 o ı 0 9 0 9 ı

.W
d'. • A A 1,31 ‘5/_, •
J 1
e- e. O

Gt
1 Müslim, İ man, bâb 94, hadis: 367, 369; Buhâri, Rikük 21; 50, Bed'ul-hak, 8, Libas, 18;
Itlyümet, 12, 16; /bn Mâce, Zühd, 34; İbn ljanbe.1, IV. 16,...

412 Al-! İmran Suresi


C; I ıf«t Ct:-: t::°J .ı11 •is -0 i t:.
• 33 • .. jı o ,o • o .3 3 o •••• , ,• o ...
c L. ;t.; ı ..›.9

V ) -c) )1 ;cs ° •
113- Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayak-
ta durup Allah'ın tiyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk var-
dır. 114 - Onla• Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötü-
lükten menederler ; hay ır işlerine koşuşurlar. İşte onlar iyilerdendir.
115- Yapt ıkları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, (gü-
nahlardan) korunanları bilmektedir. 116- O inkâr edenler (yok mu), ne
malları , ne de evlatları onlara, Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Onlar ateş halladır ; onlar orada ebedi kalacaklard ı r. 117- Bu dünya ha-
yatında harcadıklarının durumu, tıpk ı (şu) dondurucu rüzgâra benzer
(ki) kendi kendilerine zulmeden bir toplulu ğun ekinine vurdu da onu mah-
vetti. Allah onlara zulmet ınedi ; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyor-
lardı .

Tefsir:
Yukarıdaki ayetlerde Kitap ehlinden ço ğunun yoldan çıktığı, çe-
şitli entrikalarla müslümanları rahatsız etmeğe çalıştıkları bildiridikten
sonra 113-115 nci ayetlerde de Kitap ehlinin hepsinin bir olmad ığı, bun-
lar içinde geceleri kalk ıp Allah'ın âyetlerini okuyan, secde eden, Allah'a
ve âhirete inanan, iyili ği emredip kötüliikten mereden, hay ır işlerine
koşan kimselerin bulunduğu belirtilmekte ve Allah'tan korkan bu in-
sanların, iyiliklerinin karşılığını bulacakları, kimsenin yaptığı işin
zayi olmayaca ğı ifade edilmektedir.

Müfessirler, bu ayetlerin de Yahudilerden baz ılarının müslüman


ohnalarmdan dolayı onları kınayan Yahudi hahamlarının davranışı
üzerine inmi ş olduğunu söylüyorlar. Diğer bir rivayete göre de bu ayet-
ler, Necran'dan k ırk, Habe şistan'dan otuz ve Rumlardan da sekiz ki şi-
nin gelip müslüman olması üzerine inmiştir.

Fakat bu ayetler, daha önceki ayetlerin devam ıdır. Bunların ayrı


ayrı olaylar üzerine inmiş olması gerekmez. Müslümanların vasıflarun
belirten ayetlerden sonra Kitap ehlinin genel karakteri ve onlar içinde
inanmış kişilerin karakteri belirtilmektedir. Baz ı toplumlarda iyilerin
oranı ço ğunlukta, baz ı toplumlarda da kötükrin oran ı çoğunluktadır.
Bazı toplumlarda kötüler çok olsa da iyi insanlar da bulunur. Yuka-
Cüz': 4, Su e: 3 413

ndaki âyetler, bir toplumun genel karakterini, bunlar da o toplumun


içinde bulunan mümtaz insanlar ı tasvir etmektedir.

116_11.7 nci âyetler de mallar ının çokluğuyla, askeri güçleriyle övü-


nen Yahudilere kar şı bir uyandır. Onların ne malları, ne de evlâtlan,
maddi güçleri, kendilerini Allah' ın azabından kurtaramaz. inanmamış
insanların dünya hayatında harcadıkları şey, bo ş a gider, o harcama-
larından umdukları sonucu alamazlar.

. ,.,„ , • .- - ,„ ,
`',_.<
5 ....;j5.5 ,..,:. 4..;02_, Ii ,.t....._:..,. ),I ..,.:,,•.1- . ,...,...x11 ILC, .,

• ,
L)•-• .1.1_;,—JI c, ,ı.., -Li e--- " • P CA I _9 J ‘ IC.,:.- . - ;J5..ri°-).. -'1
*e-fi--
;iz i., .0 5,....-, ı z.....:: , 0 ... .5 ı 0,,,... t O .İ° } 9 9, .o . 9.. ı O i ı 0.t ı
C:J y. Y İ Ç,T>.-J l.....L ı .l..! G ..)...-3
...
• I ..le j ..., .40 .„‘....4->j LA _, çd...›, 1,,_.41

-J "4:;L,..):; ,•/_,' e '::;- 1 Cz (N NA) -cil_L:2,°,_- ; "1::::5°- ''.) I


t" - .... , 0ir...„.. .,. ..,
(:::,41- I.,J13 `'' 5 3 ıı -, 4 -4:.LY ul:',:__Il-J c. j:•-,*3-7 i
- • „. 5.-+ j-;->=-.
F
I .95-... , ...,..4
5 °J.5_i ‘ ..6.:,'""_:'11 -,..„,,, j.....Cr°1 i-':(..
-
1."..),:p 1.;,.:p 1J°..c,... ı , ı _,
e' - -
° ..,:, .,,,,-j Gc..)1 (N N 'N*) )12431
-. ‘.*1.1.,
-
1:r• -.i.k11 ';cjI c° ..._
° k.>
o . , ..• ,, , 5 -' ...- ,5 .., ,̀-= ..- cı ,...<o 5 o i , o 5 o 5 ,
J I ..,
,
G t...g._, ■ ,..,_>. .74,..! 4,......../4
. ....ALS (....1 1 ...9 A 3-....-; ;■ ....,.....,-3-
....
, T. o o 5 . 3 o ... o5 .- 5 .... - ..9 i; .... ı .31 O
C.P.,.J J'cW (:)1 C 1,'Zı .'.Hİ m .1.,_S- -.5- j,-,,.z-ı I jı:L; j Ii J.,...4.3
- e-
( 1 Y') '5.12—,...):c4 rtJ,-İ.-e..st-?,

118- Ey inananlar, kendinizıden başkasını kendinize dost edinmeyin ;


onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size s ıkıntı verecek şeyleri isterler.
Onların a;' ?-,ızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri (kin)
ise daha büyüktür. Düş ünürseniz, biz ,size âyetleri aç ıkladık. 119- işte
siz öyle kimselersiniz ki onlar ı seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler.
Kitabın hepsine inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık"
derler. Kendi başlarına kaldıklarında size karşı öfkeden parmaklarını ısı-
rırlar. De ki : "Ofkenizden ölün!" Şüphesiz Allah, gö ğüslerin özünü bilir.
120- Size bir iyilik dokunsa (bu), onları tasalandırır ; size bir kötülük
dokunsa, ondan ötürü sevinirler. Eğer sabreder, korunursanız onların
hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz Allah, pnların yaptıklarını ku-
şatmıştı r (onların tuzaklar ını , hilelerini sizden sayar, onlar ın yaptığı
her şeyi bilir).
414 Al-i itnrân Suresi

Tefsir:

118-120 nci âyetlerle müslümanlar uyarılmakta, dıştan dost görünen,


fakat içleri kin ve nefret dolu ki şilere sırların ı açmamaları, işlerinin iç-
yüzüne o yüzleri dost, özleri dü şman kimseleri vakıf etmemeleri emredil-
mektedir. Çünkü onlar, dost görünseler bilgi aldatmad ır, müslümanların
iyiliğini istenaezler, müslümanları sevmezler. Halbuki müslümanlar temiz
yürekli insanlardı r, içleri dışları birdir. Kendilerine inen Kitabın tümüne
inandıldarı gibi Allah'tan gelen bütün kitaplara da inan ırlar. İçleri fe-
sattan arınmıştır. Herkesin iyiliğini isterler. Kendilerine dost görünene
iyi zan beslerler. Vicdanlar ı temiz olduğu için herkesi kendileri gibi
temiz sanır, dostluk gösterme bazan her şeylerini anlatırlar.
İşte herkese her şeyi anlatmak, hele toplumun güvenli ğini ilgilen-
diren sırları, samimiyyetleri iyice belli olmayan ki şilere açıklamak doğ-
ru değildir. Çünkü dost görünüp dü ş man olan kimseler vardır. Bunlar,
müslümanların ilerlemesini, zafere ula şmasını istemez, tersine felâkete
uğramasını ister, onların yenik düşmesinden , sevinç duyarlar. O halde
şüpheli kinıselerle konu şurken ihtiyath konu şmalı, dost seçerken de
dikkatli davranmal ıdır. Müslümanlar dikkatli ve ihtiyath davrand ıkça
müslüman olmayanların, yahut münafıldarın tuza ğı, onlara zarar ver-
mez.
Bu ayetlerde s ıkı fıkı dost tutulmas ı yasaklanan kimselerin yahu-
diler veya münafıklar olduğu hakkında rivayetler vard ır.
sizden başkalarından" kelimesi, bunların yahudiler olduğu kanaatini
kuvvetlendirmektedir. Maamafih mün af ıklar d a kelimenin kapsamı içine
girebilir. Çünkü onlar da ırk ve din itibariyle müslümanlardan görün-
seler bile gönülden müslümanlara ba ğlı olmadıklarından onlardan sayıl-
mazlar.
Müslümanların dostu, ancak müslümanlardır. Yüce -Allah, Nisa
Suresinin 144 ncü âyetinde: "Ey inananlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri
dost edinınpyin!" buyurduğu gibi, Mâide Suresinin 51 nci âyetinde de:
"Ey inananlar, Yahudileri ve h ırıstiyanlaıı dost edinmeyin. Onlar bir-
birlerinin dostudurlar..." buyurmaktadır. Samimi olmayanlar) s ıkı dost
tutmak, özellikle askeri bakımdan müslümanların gücünü zayıflatabilir.
Bu bakımdan yüce Allah, bu hususu birkaç yerde hat ırlatmakta, samimi
olmayanların sıkı fıkı dost tutulmasmı ve onlara müslümanların bütün
sava ş güçlerinin açıklanmasını yasaklamaktadır.
Bivayete göre Hz. Omer'e Hire'li bir genci sa ğlık vermişler: "zeki-
dir, kâtiptir, onu katip olarak istihdam et" demi şler. "Müslümanlar-
Cüz': 4, Sure: 3 415

dan başkasını kendime sıkı dost mu edineyim ?" diye cevap vermi ş .
İbni Kesir şöyle diyor: "Bu haberde, zimmileri müslümanlar ın gizli
ve önemli işlerinde kâtip olarak kullanman ın caiz olmadığına delil var-
dır. Zira bu takdirde müslümanların sırrı, müslümanlarla sava ş halinde
bulunan düşman.larm eline geçer."'
Şüphesiz devlet güvenliğini ilgilendiren iş lerde samimi müslüman
olmayandan ba şkasını istihdam etmek do ğru değildir. Ama ilimde ve
sanatta herkesten istifade edilmelidir ve İslam tarihinde böyle yap ılmış-
tır. Peygamberimiz, hikmeti, mü' ıninin yitiği saymış ve nerede bulu-
nursa alınmasını emretmi ştir. Bundan dolayı müslümanlar, ilim ve tek-
nik adamlarından istifade etmi şler, din dışında kalan fenlerde, bilim dal-
larında gayri müslim bilginlerden yararlanm ışlardır. Bağdad'da ve diğer
islâm ülkelerinde kurulan felsefi ve teknik okullara gerekti ğinde gayri
müslim öğretmenler atanm ış , gayri müslim bilginlere de itibar gösteril-
miş , eserler terceme ettirilmi ştir İlimde tefrik yap ılmaz. Hikmet ve tek-
nik herkesten ö ğrenilebilir. Fakat İslam dini, yalnız müslümanlarclan
öğrenilmelidir. Devlet güvenli ğini ilgilendiren işlerde de ancak müslü-
manlar kullanılmalıdır.

J C:_L'u --ı_ p ı-.2-„. -‘:„.. . ._ A°3:. ° ı V:,:;..; `,.,.. L İ:iıi ° 7


I ... ı ı
-
H.-. *ci— i * fi .,.°.:,_.., ,:) C. .z—_;Ls ti, `',....„.":„..:Jb ı
. ,4 - .L. .,
(N Y 0
°3-
G ''
..ı: ; ı -,
- 'asil -,3
F - s' .—: -4
- -
° L13 , ( ‘ Y Y) ,)-:,..,:i'.. ‘5S;..7.....19 a l J. ; 4 ' ,>-:—,..i --_, 1 ',.,
o , , o .9 o ... .. .9 99
,W I c I 4:u I e..5"
e."
• °° T I (‘
OY t) -,.•j‘i • :c_fsIck ° 1 " . A T z.1.(„),—..1)
0, o , Z; .9 o o
• .«
5 r.:Lte j I

CA (‘ a ) J. t....eS T
o. 5 ı, ıl
tı. j Y... 1 431

ISJİ i (‘ ")

Lr'. 43( 1 V V)

1 'bn Kestr, Tefstr, I. -398 .


416 Al-i imrân Suresi

o A Z; o 3 , 9o ••• o o o e 9 o, o, e, ,
'1*1 • `—• C
* ..•••• . „
I )3 LA j ci 411 ( Y A) '.(..)1..1.,t:1;
o
o va .N J-4.P 4.111 c

121- Hani sen erkenden ailenden ayrılm ıştın, (Uhud'da) mü'minleri


savaş üslerine yerleştiriyordun. Allah da (söylediklerini) iş itmekte, bilmek-
te idi. 122- Sizden iki tak ım, korkup bozulmaya yüz tutmu ştu. Halbuki
Allah, onların dostu idi. Inananlar, Allah'a dayansınlar. 123- (Allah
mü'minlere yardım eder). Nitekim Allah size Bedir'de de yard ım etmi şti.
Siz o zaman zay ıf idiniz. 0 halde Allah'tan korkun ki ş ükredesiniz. 124- 0
zaman sen mü'minlere : "Rabbinizin, size indirilmi ş üç bin melek ile yar-
dım etmesi size yetmez mi?" diyordun. 125- "Evet, sabreder, (Allah'tan)
korkarsanız ; onlar hemen ş u dakikada da üzerinize gelseler, Rabbiniz
size, ni ş anlı beş bin melekle yard ım eder.." 126- Allah, bunu s ırf size müj-
de olsun ve kalbleriniz bununla yatışsın diye yapt ı . Yard ım, yaln ız aziz
ve hikmet sahibi Allah kat ındandır. 127- Inkar edenlerden bir kısm ını
kessin veya peri şan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye (size yar-
dı m eder). 128- Sana o işten hiçbir şey düşmez. (Sen sadece uyarıcısın),
Allah ya tevbelerini kabul edip onlar ı affeder, ya da zalim olduklar ından
dolayı onlara azâb eder (ne isterse onu yapar. Sana bir şey Lazım gelmez).
129- Göklerde ve yerde olanları n hepsi Allahındır. (0), dilediğini bağışlar,
dilediğine azâbeder. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir!

Tefsir:
121-129ncu ayetler, Uhud Sava şına iş aret etmektedir. Uhud Sava şı ,
hicretin üçüncü yılında, Şevval ayında ve Bedir Sava şından takriben on-
beş ay sonra vukubulmuştur. Müşrikler, Bedir'de a ğır zayiat vermi şler,
ileri gelen liderlerini kaybetmi şlerdi. Fakat as ıl müslümanların vurmak
istedikleri kervan, yolunu de ğiştirerek kurtulmu ş , Mekke'ye varm ıştı .
İşte Ebu Süfyan, bu kervan malını, Bedir'in intikam ını almak için as-
ker ve silah toplamaya harcamay ı uygun buldu. Kureyşliler bununla
asker ve silah toplad ılar ve üç bin ki şilik bir ordu ile Medine üzerine
yürüdüler.
Kureyş ordusu, Medine civarındaki Uhud Dağı yakınına kondu.
Allah'ın Resulü, düş man ordusunun Medine üstüne geldi ğini görünce
arkada şlariyie konu ştu, şehri içinden savunmak ya da ş ehir dışı na çı-
kıp düşmanla dış arıda çarpış mak konusunda ashab ının fikirlerini sordu.
Cüz': 4, Sure: 3 . 41/

Abdullah ibn Vbeyy ve bazı insanlar, şehrin içinde kalmay ı uygun gör-
düler : "Biz ne kadar şehir içinde savaşmışsak yenmişiz, ne zaman şehir
dışına çıkmışsak yenilmişiz. Ş ehir içinde kalalım, duvarları kendimize
siper edip şehri savunahm. E ğer düşman bize saldırı rsa kadı nlannuz
da evlerin bacalarından düşmana ok ve ta ş atarlar.." dediler. Fakat as-
habın bir kısmı da, özellikle Bedir Sava şında bulunamayanlar, şehir
dışına çıkmayı , düşmandan korkmayıp üstüne yürümeyi ileri sürdüler:
"Ya Resulâllah, bizi düşmanımıza çıkar, bizim kendilerinden korktu-
ğumuzu sanmasmlar" dediler.
sTarihlerin kayd ına göre Allah'ın Resulü şehir içinde kalma taraf-
tarıydı, fakat bu ısrar üzerine z ırhını giyip çıktı . Yüzünde biraz ho şnut-
suzluk vardı . Dış arı çıkma fikrini ileri sürenler, onun bu halini görünce,
ona gönülden istemediği bir şeyi teklif ettiklerini anlad ılar: "Ya Re-
sulâllah, istersen şehir içinde kalahm" dediler. Allah' ın Resulü: "Bir
peyğa ınber, zırhını giydikten sonra artık savaşmadan çıkarmaz" dedi
ve bin k i şiden oluş an ordusuyla yürüdü.
Fakat münafiklann büyü ğü Abdullah ibn "Übeyy: "Onlara uydu,
bizim sözümüzü dinlemedi. Ben sava ş olacağını sanmıyorum. Sava ş için
çıkmadım" diyerek taraftar ı olan üçyüz ki şi ile geri döndü. Az daha
Hârise O ğullariyle Seleme Oğulları da bunların tesirinde kalıp geri çeki-
leceklerdi. Fakat Allah, samimi olan bu insanlar ın kalbini sağlam tut-
tu da bunlar ona kap ılmadılar, geri dönmediler.
Muhammed İzzet Derveze'ye göre âyetlerde münafiklarm önce
yola çıkıp sonra yoldan geri döndüklerine dair bir i şaret yoktur. Hattâ
daha sonra gelecek âyetler münafiklarm, sözlerine uyulmad ığı , savaş
olmayacağı gerekçesiyle Medine'den hiç ç ıkmadıklarına delâlet etmek-
tedir.'
Allah'ın Resulü, kendine tabi olan 700 ki şi ile birlikte yoluna de- °
vam etti, Uhud'un yamacma vard ı. 0 gün Cumartesi günüydü. Cuma
veya Çarş amba günü olduğunu söyleyenler de vard ır. Askerin sırtını
dağa vermek suretiyle ordusunu sava ş düzenine soktu. Abdullah ibn
Cübeyr'in kumandası na verdiği elli kişilik okçu kuvvetini de dü şmanm
sızma ihtimali bulunan Da ğ'ın geçidine yerle ştirdi: "Oklarınızla bizi
savunun, nrkaııiızdan gelmelerine engel olun. Biz yensek de, yenilsek
de kat'iyyen yerinizden ayr ılmaym!" dedi.
Düşman, müslümanların beş katından fazla olmasına rağmen, ilk
anda müslümanlar dü şmanı bozguna uğrattılar. Ama müslüman okçu-
1 et-Tefslru'l-Vadis, VIII. 154
418 imrân Suresi

lar, düşmanm bozulduğunu görünce yerlerinde duramad ılar, kuman-


danın bütün ısrarına rağmen savaş alanına indiler. Okçuları gözetleyen
bir düşman kolu, çoğunun gidip ancak birkaç ki şinin kald ığını görünce
derhal oradan hücuma geçti, o birkaç ki şiyi de kıhçtan geçirip müslü-
manlara arkadan sald ırdı. Böylece müslümanlar iki kuvvet aras ında
kaldılar, birden bire şaşırdılar. Allah Elçisinin çevresinden da ğıldılar.
Düşman toparlandı, hücumunu sıklaştırdı . Allah'ın Resulü üzerine ta ş
ve ok ya ğdırmaya ba şladılar. Allah'ın Resulüne isabet eden bir ta ş,
azı dişinin önündeki di şi kırdı . Atılan ok ve ta şlarla Allah Elçisi, duda-
ğından, alnından ve yana ğından yaralandı. Yüzünden akan kanı siler-
ken: "Kendilerini Rablerine ça ğıran peyğamberlerinin yüzünü kana
bulayan bir kavim nasıl iflah olur?" diyordu. Maamafih yine onlara
lanet etmedi, hidayete gelmeleri için duâ etti.
Biri: "Muhammed öldürüldü!" diye ba ğırdı. Bu ses, müslümanların
moralini iyice bozdu. Fakat bir sahabi Allah' ın Resulünü sa ğ görünce
" İşte Allah'ın Resulü burada!" diye ba ğırmağa başladı .
Allah'ın Resulü (s.a.v.), yüzünden, ba şından yaralan ıp bir çukura
düşmesine rağmen yiğitlik ve metanetini hiç kaybetmedi, bu halde
bile müslümanları, çevresinde toplan ıp savaşmaya te şvik etti. Müslü-
manlar onun çevresinde toplan ıp dağa doğru çekildiler. Ebu Süfyan,
savaştan sonra: "Muhammed aran ızda mı ?" diye seslendi. Hz. Pey-
ğamber'in emri üzerine kendisine cevap verilmedi. Ebu Süfyan birkaç
kez böyle ba ğırdıktan sonra: "Ebu Kuhafe aran ızda mı ?", "Ömer ara-
nızda mı ?" diye seslendi. Yine cevap alamaymca: "Bunlar ölmü ş . Bun-
ların ölmesi bizim için yeter" dedi. Fakat kendini tutamayan Hz. Ömer:
"Yalan söylüyorsun ey Allah' ın düşmanı, onlar sağdır, seni iizecek ka-
dar insan sağ burada!" dedi. Ebu Süfyan:
— Yüce! Hübel, yücel Hübel! diye putunu övünce, müslümanlar
da Hz. Peyğamber'in emriyle:
— Allah daha yüce ve büyüktür dediler.
Ebu Süfyan:
— Bizim Uzzannz var, sizin Uzza'n ız yok, dedi. Müslümanlar:
— Bizim Mevlamız var, sizin Mevlân ız yok, dediler.
Müslümanlar, yetmiş şehit vermi şlerdi. Allah Elçisinin kahraman
amcası Hz. Hamza da şehidler arasında idi. Fakat müşrikler de hayli ölü

vermiş , birçokları da yaralanmıştı . Müslümanlar a ğır zayiat vermekle
beraber, dü şman da savaştan kesin bir sonuç alamamış ve savaşı kesip
dönmek lüzumunu hissetmiş ve dönmüştü.
Cüz': 4, Sure:- 3 419

Allah'ın Resulü, düşmanı n tekrar geri dönüp sald ıraca ğı haberini


alınca kendisi ve arkada şları yaralı olmalarına ra ğmen dü şmanı takibe-
karar verdi. Fakat dü şmanın konakladığı yere vard ıklarında düşmanın
gitmiş olduğunu gördüler.

Bu sava ştan alınacak en önemli ders, Allah'ın Resulane kayıtsız


ve şartsız itaatin gereklili ğidir. Eğer okçular, Allah Resulüniin sözlerine
ta'm itaat edip yerlerini terk etmeselerdi, kesin zafer müslümanlar ındı.
Fakat Allah Elçisine muhalefet, sava şı müslümanların aleyhine çevirdi.
Demek ki sava şta kumandana itaat gerekir. Hele kumandan Allah' ın
vahyiyle desteklenmi ş bir peygamber olur veya Peygamberin yolunda
giden akıllı, sâlih bir mümin olursa ona itaat de müslümanlar ı zafere
götürür.

İşte İslam tarihindeki zaferlerin s ırrı, kumandana itaat, dönmek


için de ğil, şehid olmak için çarp ışma azmidir.
Müfessirlerin nakline göre 124-125 nci ayetlerde va'dedilen üç
bin ve be ş bin melekle yardım hadisesi,Bedir'de olmu ştur. Ayetlerin
ruhundan anladığımıza göre, bu ayetler, Re şulullah, askerlerini savaş
düzenin sokarken onlara moral vermek için söyledi ği sözleri naklet-
mektedir. Allah' ın Resulü, ashabm ı yerlerine yerle ştirirken onlara sab-
retmelerini, Allah' ın yardımının kendileriyle beraber oldu ğunu, Bedir'de
nasıl üç-be ş bin melekle kendilerine yardım edildiyse burada, bu daki-
kada da sab ı r ve sebat ettikleri takdirde yine ma'nevi güçlerle, melek-
lerle kendilerine yard ım edilece ğini va'detmiştir. Nitekim öyle 'de ol-
muştur. E ğer ilahi güçler, dü şmanlann kalblerine korku salmasalard ı ,
düşman Medine'ye girer ve ınüslümanlan tamamen imha ederdi. Fakat
Allah'ın yardımı ve ma'nevi güçlerle deste ği sayesinde müslümanlar
toparlandılar, müşrikler de sonunda geri dönmek zorunda kald ılar

ZLPL,:2-• bt-R-4., J ı -J
ı T ". .151
5.4.p> ı'Jı
-

"'
o Y' .) ° L‘s

-P L .°
4 ") "j1 ;:jil
- "‘ZU1 (‘ N)
9 o ı. , 9 o şo. o o ... t ,
1 9 -ıd 47A (,..; I
oo ıo
rio . 9 9 o 'Z ;
.ı ..„„Jı ‘fi J:3 ı (rfr) I
j G , j
420 Inırân Suresi
• .• 11 o --e r r / o .1 0
j ‘Lı.a.,". 1.; 1 irt,. Pt.3 1 .5 1 â,J1 I Y' t)
, •
ı
.•1.; .• , ,• ... o o ,
$1331 4 1 41; ji
o 11 .1t .1 n o o 11 4 ,-9 0.

j I "J j_P I j .),..2_! j

- • -• • - • - e o 1/1 r O Oı Oir ı
„L4,..; 'S, I j r 4.-+J ;;J:i1;4-4

Or'N) -• 1-.3ı ) ° -1 ° ;
130- Ey inananlar, kat kat faiz yemeyin, Allah'tan korkun ki, kurtu-
luşa eresiniz, 131- Kâfirler için haz ırlanm ış ate şten sabr ım! 132- Al-
lah'a ve Peyğamber'e itaat edin ki size de merhamet edilsin. 133- Rabbi-
nizden bir ba ğt şlanmaya ve geni şliği göklerle yer aras ı kadar olan, koru-
nanlar için haz ırlanm ış cennete ko ş un! 134- O(koruna)nlar ki bollukta
ve darhkta Allah için harcarlar, öfke(lerin)i yutkunurlar, insanlar ı affe-
derler. Allah da güzel day ı:artanlar ı sever. 135- Ve onlar ki . bir kötülük yap-
tıklar ı, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah' ı hatırlayarak hemen
günahlannın bağışlanmasını dilerler. Günahlan da Allah'tan ba şka kim
bagışlayabilir ? Ve onlar, yapt ıklar ında bile bile ısrar etmezler. 136- İşte
onlar ın mükâfat ı, Rableri taraf ından bag ışlanma ve altlar ından ırmaklar
akan, ebedi kalacaklar ı cennetlerdir. Çal ışanların ücreti ne güzeldir!

Tefsir:
130-136 ncı âyetlerde faizin kat kat yenilmesi yasaklanm.akta,
kâfirler için hazırlanmış bulunan cehennem ateşinden korkulması : Al-
lah'a ve O'nun Elçisine itaat etmek suretiyle korunanlar için haz ır-
lanmış bulunan cennete ko şulması emredilmekte ve korunanlarm yas ıf-
ları anlatılmaktadır:
Müttakiler yani korunanlar bir günah i şledikleri zaman derhal
Allah'ı hatırlayıp günahlaıından teybe ve istiğfar ederler, bile bile kötü
işlerde ısrar etmezler. Böylelerinin mükâfat ı, ebedi kahnaeak olan cen-
netlerdir. Çalışanlarm, güzel i ş yapanların ücreti ne güzeldir!
ifadesi gayet aç ık olan bu âyetler hakk ında müfessirler bir nüzul
sebebi zikretmezler. Ancak 135 mi âyet için şöyle bir nüzul sebebi an-
latılır:
Hurma satan bir müslümana bir kad ın gelmiş, hurma almak istemiş.
Adam da içeıide daha iyisi oldu ğunu söyleyip kadını içeri almış . Içeride
kadınla yalnız kalınca kadına sarılmış, onu öpmüş . Kadın: "Allah'tan
kork!" demiş. Bunun üzerine adam kad ını bırakmış, fakat içine bir kor-
Cüz': 4, Sure: 3 421

ku düşmüş . Nereye varaca ğını, ne yapaca ğını bilememiş . Hz. Peygamber


(s.a.v.)e gelip günahını itiraf etmiş ve bu ayet inmiş .

Bu ayetler, bir bütün te şkil etmektedir. Hepsinin bir arada inmiş


olması kuvvetle muhtemeldir. S ırf bu ayetin, böyle bir hadise üzerine
müstakil inmesi düşüncesi zayıf bir ihtimaldir. 130-136 ne ı ayetler,
yukarısından ve a ş ağısından ayrı, müstakil bir konuyu anlatmaktadır.
.

Çünkü bunlardan_ önceki ve sonraki ayetler, Uhud Sava şı hakkındadır.


Halbuki bunlar faizden ve müttakilerin vas ıflarmdan söz eder. Konusu
ayrı olmakla beraber vahyin hikmeti, bu ayetlerin buraya konmas ım
gerektirmi ştir.

Bakara Suresinde faizi yasaklayan 275-281 nci ayetlerin, son inen


Kur'an 'ayetleri oldu ğu rivayet edilir. Orada faizin tümü yasaklanm ıştır.
Buradaki 130 ncu ayette ise kat kat faiz yemek haram k ılmm.aktadır.
Demek ki bu âyet, Bakara Suresindeki 275-281 nci âyetlerden önce in-
miştir. Bundan önce de, faiz hakk ında, Rum Suresindeki 39 ncu ayet
inmiştir: "insanların malları içinde artması için verdiğiniz faiz (mali),
Allah katında artmaz. Ama Allah' ın yüzünü (O'nun rızasını) isteyerek
verdiğiniz zekeıt(a gelince); İşte (onu verenler, sevaplarm ı ve mallarını)
kat kat artırırlar." İşte Rum Suresindeki bu ayet, riban ın haram olma-
sma doğru atılmış ilk ad ımdır. İlk defa bu ayette, faizin, malı &Itır-
mayıp tersine bereketi giderece ği belirtilmiş, ikinci merhalede yukarı-
daki âyetlerle kat kat faiz al ınması yasaklanmış, en sonunda da faizin
tamamı haram kılınmıştır. Böylece insanların son derece alışık olduk-
ları bir olay yasaklanırken, teşri hikmeti olan tedric esasına riayet edil-
miştir.

130-131 nci ayetlerde kat kat faiz yemeyi b ırakmak suretiyle ka-
firler için hazırlanmış bulunan ate şten sakuulması emredildikten sonra
132-133 ncü ayetlerde de Allah'a ve Resule itaat etmek suretiyle Al-
lah'ın rahmetine eri şmeğe çalışmak ve müttakiler için haz ırlanmış olan
cennete ko şmak emredilmekte, daha sonra da müttakilerin vas ıfları
sayılmaktadır:

Müttak,iler, bollukta ve darlıkta mallarını Allah yolunda harcarlar,


öfkelerine hakim olurlar, insanlar ı affederler. Bir günah i şledikleri, ya
da nefislerine yazık ettikleri zaman hemen Allah' ı anar, günahlarma
teybe ederler, bile bile kötülükte ısrar etmezler.

Müttakilerin yapacağı işlerin başında Allah için mal harcama ve


öfkeye hakim olma vardır. ofkeye hakim olmak, büyük bir meziyettir.
422 Al-i İmran Suresi

Peygamberimiz (s.a.v.): "As ıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil,


kızdığı zaman bfkesine hakim olan kimsedir." demiştir°
Öfkeye hakimiyyet konusunda birçok hadisi Şerif vardır. Ahmed
ibn Hanbel'in rivayet etti ği bir hadise göre bir adam Hz. Pey ğamber-
den, kolay belIeyece ği bir öğüt söylemesini istemiş . Hz. Pey ğamber
(s.a.v.) de ona: "kızma!" demi ş . Adam birkaç kez daha ö ğüt istemi ş ,
Peygamberimiz her defas ında: "Kızma!" demiş .
Öfkesini y-utkunan kimseler için büyük mükâfatlar vaYedilmi ştir.
Bir hadislerinde Allahın Resulü şöyle buyurmuştur: "Bir kimse öfke-
sinin gereğini yapmaya kaadir iken onu yutkunur, yenerse Allah, k ıyamet
günü o adamı herkesin önünde çağırır, onu dilediği hurlyi almakta serbest
bırakır."2
Kızgınlığın geçmesi için Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Allah'a s ığınmayı ,
oturmayı, uzanmayı, ve abdest almay ı. tavsiye etmiştir.:
Muâz ibn Cebel ş öyle diyor: "İki ki şi Allah'ın Resulünün yan ında
kavga edip birbirine sövmeğe başladılar. Birinin yüzünde k ızg ınlık belirdi.
Hz. Peyğamber (s.a.v.) şöyle dedi : Ben bir kelime biliyorum, e ğer şû adam
bunu söylerse öfkesi geçer. 0 kelime : aza billâhi mine şşeyteıniracim'dir."3

Ebu Zer (r.a.), bir gün havuzunun ba şında su içerken, bir adam
onu kızdıracak bir şey yaptı : ş aka için Ebu 2err'in ba şındaki saçların
tellerini sayma ğa kalktı . Ebü Zer ayakta idi, hemen cturdu, sonra -
uzandı. "Niçin oturdun, sonra da uzandm?" dediler. Dedi ki: "Allahın
Resulü (s.a.v.) bize şöyle buyurmu ştu : Biriniz ayakta iken k ızarsa otur-
sun, k ızg ınlığı giderse ne Gitmezse uzans ın."4

_ Urve ibn Muhammed es-Sa'dl, bir adam ın kendisine söylediği bir


söze kızınca kalkıp abdest almış , dönüp bir daha abdest almış ve babas ı
yoluyla dedesi Atiyye'den duyduğu bir hadisi anlatmıştır. Allahın Resu-
.

lü o hadiste ş öyle buyurmaktad ır: "Gazab şeytandandır, şeytan da ateş-


ten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz k ızdığı zaman
abdest alsın."5

Öfke, insan ı çok kötü durumlara dü şürür, insana istemedi ği işleri


yaptırır. Hattâ basan yuvalar söndürür. Birçok cinayetler, öfke yüzün-

1 Buljürl, Edeb 76, 102; Müslim, Birr, 107, 108; Ebu Drivüd, Edeb, 3
2 Ebü Dâvûd, Edeb, 4
3 TirmiE, Dacrıvilt, 52
4 Ebu Dâvûd, Edeb 4; Feyçlu'l-Kadir, I. 407
5 Ebü Dâvüd, Edeb, 4
Cüz': 4, Sure: 3 423

den işlenir. Öfkeye kapılan insan, ço ğu kez derin pişmanlık içine düşer.
Atalarımız: "Öfkeyle kalkan, zararla oturur" demi şlerdir. Bundan do.
layı Kur'ân, Allah'tan korkan mü'minlerin, öfkelerine hakim olduklarını
belirtmekte, Allah ın Resulü de öfkeye kap ılmamayı tenbih etmektedir.
İnsanları affetmek, en büyük meziyyettir, büyüklerin i şidir. Al-
lah'ın Resulü hiçbir zaman nefsi için öfkesine kap ılmanuş, intikam al-
mam ıştır. Ancak Allah'ın yasaklarnun çiğnenmesine de müsaade et-
memiştir.
Insanın nefsini ilgilendiren konularda öfkesine hakim olmak, Al-
lah'ın emridir, fakat kamuyu ilgilendiren meselelerde adaletin bozul-
masına göz yummamak lâz ımdır. Çünkü böyle konularda müsamaha,
toplum düzeninin bozulmasına yol açar, önüne geçilmez kötülükler
ortaya çıkarır. İslâmda nefis için kızmak iyi bir şey değildir, fakat Allah
için kızmak güzeldir. Mücâbedeler, sava şlar, hep Allah için kızmanın
gere ğidir. Nefsin iste ği reddedilir ama Allah'ın isteği yerine getirilir.
Nefis için öc alınmaz, fakat Allah' ın dininin yücelmesi için gerekli olan
ne ise o yap ılır. Allah için sevme, Allah için kızma mü'minlerin pren-
sibidir.
Daha sonraki âyetlerde nefis bir öfkeye kap ılıp aşırıhğa düştüğü
zaman yapılacak işi belirlemektedir. Mü'min, dü ştüğü hatâyı işlemeğe
devam etmez,'hatâsm ı anladığı zaman derhal ondan döner, günahın-
dan Levbe eder. Allah da teybe edenleri affeder.

j.k.';‘, J ,,,,t:."-,U, ''' ı t..,:, 1-.1:* ( ı rv) 7.5,;,:ı:91. °1 ';;;Cp "(:)CS ,..;..:T
9
21; lifje,„:; -'- l',,ğ.:7 - 0 r A) ;5LL
... ıi, ''zi,...p°:.
. ,
., ....-....,.. , , 0„,,,,,,,,,,
Liti cji ..,.....4.-: c).) (, ) ,‘. .,...4 ,-Ar.....> JI , c.,),,-1,..G Y 1
.....
(J -o C:sh
-
-,S):::.1, t:4i i (.. 1:.; 're:'s.ı -d.,l:L; ",
>,i..r_.. - -''tği2i -re.,:.7:31 ,..,_,,..
' .4
09
'1....›.'..:S1 >45.•1 --j- c -$.1"...t:r_' :....‹.:,.. "..1.;..Z :, 1 .1..::« AT "(:),.. ,I51 "41 - -1::,.-1-_,
F --
".. ,kt:S.:1. 1 -,:>..-.:::.:! , 1,,X_A
ft T - y. -C1I '4341 „,..„21 _, (N t •) c,‘._1. C:WI
0 0
L):.... - 5 1 ....--.1:A:J
- t:1- --, -:C:.:_,..
• .11 1 )50.C3 1. O ÷
ğ ,---,- r1 0 *‘)
(‘ t Y) ".., 1,,l'ç,',411 -r."1:.:?, ) `'.S.::.. I j'.. ı:A4
424 İmran Suresi

137- Sizden önce de (Allah'ın yasala ştırdığı) nice olaylar gelip geçti.
Yeryüzünde dola şın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün.
138- Bu (Kur'an), insanlara bir açıklama, (Allah'tan) korkanlara yol
gösterme ve öğüttür. 139- Gevşemeyin, üzülmeyin, e ğer (gerçekten) inanı-
yorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz! 140- Eğer size (Uhud'da) bir
yara dokunduysa, o topluluğa da (Bedir'de) benzeri bir yara dokunmuştu.
0 günler... (evet) onları biz, insanlar arasında çevirip duruyoruz (kah
bir kavme, kah ötekine gaalibiyyet veriyoruz; bazan bir topluma iyi
veya kötü günler gösteriyoruz. bazan ötekine). Allah inananları ortaya
çıkarsın, sizden şehidleı edinsin diye (zamanı kâh lehinize, kah aleyhinize
çevirmektedir). Allah, zalimleri sevmez. 141- Ve inananları (günahlar-
dan) temizlesin ve ketfirleri mahvetsin diye (böyle, günleri insanlar aras ın-
da çevirmektedir). 142- Yoksa siz, Allah, içinizden cihâd edenleri (sına-
yıp) bilmeden, sabredenleri (sınayıp) bilmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?
refsir:
137-142 nci ayetlerde de Uhud Sava şına işaret edilmekte ve müslü-
manlara şöyle denilmektedir: Sizden önceki milletler aras ında da bunun
örnekleri geçmiştir. Yeryüzünde dola. şm, ara ştırın, yalanlayıcılarm nasıl
bir sonuca uğradıklarını görün. 137 nci âyetteki bu ifade, insanlar ı ara ş-
tırmaya, özellikle tarihi ve arkeolojik ara ştırmalar yapmaya yönelt-
mektedir. Demek ki tarihi, arkeolojik ve benzeri ilmi ara ştırmalar yap-
mak, bu ayetin hükmün göre en az ından mendu'bdur. Bu tür ara ştır-
malar göstermektedir ki inkarc ılar, peyğamberlerine karşı gelenler, on-
ların getirdiklerini yalanlayanlar, sonunda peri ş an olmuşlar, yenik dü ş-
müşler, hak galip gelmiştir. O halde ey müslümanlar, siz de Uhud'daki
durumunUzdan ötürü üzülmeyin, gev şemeyin, sabredin, metin olun,
gerçekten inananlar iseniz siz üstün geleceksiniz.
Eğer Uhud'da siz, bir yara aldm ızsa bundan önce de Bedir'de
düşmanlannız benzeri bir yara alm ıştı. Ama onlar sizinle sava şmak
için azmettiler, çah ştılar, sebat ettiler, neticede çal ışmalarının ve sebat-
larının karşılığını aldılar. Allah, onları sevdiğinden dolayı onlara zafer
vermiş değildi, fakat onlar çal ışmalarının semeresini almış oldular. Siz
ise peyğamberinizin buradaki emirlerini dinlemediniz. Pey ğamberin
sözünü dinlememek, insanlar ı yenilgiye götürür. Maamafih bu felaket,
sizin denenmeniz içindi. Yüce Allah, kimlerin, a ğır ş artlar alt ında tanla
başla dinini savunup bu uğurda can verebileceklerini ortaya ç ıkarmak,
kimlerin imanlarmm zay ıf ve çürük oldu ğunu belli etmek için sizi böyle
bir sınavdan geçirdi. Hep siz galip gelseydiniz, belki nas ıl olsa Allah bize
Cüz': 3, Sure: 3 425

galibiyyet verecektir deyip çal ışmayı bırakırdımz. Böylece anladın ız ki


imanla beraber çal ışmak da lâz ımdır. Kim çalışırsa o davas ında ba ş arı-
ya ulaşır. Bu, Allah'ın bir kanunudıır: iki kuvvet çarpışır, bu kuvvet-
lerin çarpışmasından zayıflar arklamr, iman ve irâde gücüne, üstün
ruh yapısına sahib olanlar seçilir. Böylece toplumlar ileriye gider, iyi-
ler seçilir. E ğer küfür kuvvetine hiç güç veril ınese, iman kuvveti de
kemale erişemez, çünkü ancak rakib kuvvet onun güçlenmesine sebeb
olur. Insanları ileriye iten, aralarındaki rekabettir. İşte müslümanlar
bu savaşla anlamışlardır ki karşılarında bir kuvvet vard ır. Kendileri
imanca üstündürler ama, bu üstünlüklerini sürdürebilmek için kuman-
danın emrini dinlemek, savaşın gereklerine uymak ve daima çal ışmak
lâzımdır.

Bu savaş , bir denemedir. Müslümanlar üzülmesinler, inand ıkları


ve imanlarmın gereklerini yerine getirdikleri takdirde daima kendileri
üstün geleceklerdir. Nitekim öyle olmu ş , bu savaş Islam tarihinde bir
dönüm noktası teşkil etmiş , bundan sonra art ık müslümanlar hep üs-
tün gelmişlerdir.

Kureyş ordu s u savaş alanmdan ayrıldıktan sonra müslümanlar ın


kökünü kesmediklerinden ötürü pi şman olmuş , geri dönüp tekrar sal-
dırmayı düş ünmüşlerdi Allah'ın Resulü bunu bildigi için müslümanlar ı,
onlara kar şı çıkmaya te şvik etti. Müslümanlar, yaralı, üzgün ve bitkin
olmalarına ra ğmen düşmanın ardına düştüler. Hamretu'l-Esed denen
yere geldiklerinde Kurey şin gitmiş olduğunu gördüler. Bu hareketleri,
Resul ve ashabımn kahramanlığını gösterme ğe kâfidir. İşte bütün müs-
lümanların böyle yiğit olmaları gerekir. Aş ağıdaki âyetler, bu anlat ı-
lanlar' do ğrulamaktadır:

.1, er e o .0..„ .4 J,
(..) I I J
Tr. r.; 9 o e.
4.4-0.0_, -)İ CA -J (‘ r) I j

, • ,
-o „T
c

-. •.)est:.", (N !O "cy....if ı5.lı


„ , o,
J3A c'); I
426 İmrân Suresi

dpıı eG • -_, Li ( t °) -(../ J- 5-


9 o .9 9
C43 LkA •Co:9

C;$1"..x:s
;ft,C71:.1
) (N t

A)

143- Andolsun ki, siz ölümle kar şılaş madan önce onu arzuluyordu-
nuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz. 144- Muhammed,
sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, veya
öldürülürse siz, ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi
üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah, ş ükredenleri
mükâfatlandıracaktır. 145- Allah' ın izni olmadan hiçbir kişi ölemez.
(Ölüm), belirli bir süreye göre yazılm ıştır. Kim dünya sevab ını (menfaa-
tini) isterse, kendisine ondan veririz ; kim âhiret sevab ınt isterse, kendisine
ondan veririz, ş ükredenleri mükâfatland ıracağız. 146- Nice peygamber
var ki, kendileriyle beraber birçok erenler çarpıştılar; Allah yolunda baş -
larına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun e ğmediler.
Allah, sabredenleri sever. 147- Sadece şöyle diyorlardı, : "Rabbimiz, bizim
günahları m ız ı ve i şimizde ta şk ınlığtm ız ı bağtşla, ayakları m ız/ (yolunda)
sağlam tut, kâfir topluma karşı bize yardım eyle!" 148- Allah da onlara
hem dünya karşılığını , hem de âhiret karşılığı nın en güzelini verdi. Çünkü
Allah, güzel davrananlaıı, sever.

Tefsir:

143 ncü âyette, mü'minlerin, sava ştan önce ölüm, yani şehadet
istedikleri belirtilmektedir. İşte bu sava şta o arzuları yerine gelmi ş , is-
tedikleri şehadete birçoklar ı kavuş muştur. Bu sava şta Ensârdan yetmi ş,
muhâcirlerden de 5-13 kişi arasında şehid verilmiştir. Arkadaşlarının
birbiri ardınca şehid düşmesi, müslümanların moralini kırmış , onları
beklenmedik bir hal kar şısında bırakmış ki yüce Allah: "İşte ölümü
gördünüz ama hayret içinde bakıp duruyorsunuz!" diyerek böyle sars ıl-
malar ını kmamaktadır.
Cüz': 4, Sure: 3 427

144-145 Kâfirlerin: "Muhammed öldürüldü" diye ba ğırmaları ve bu


haberin müslümanlar aras ında da yayılması, müslümanların savaş
azmini çok k ırmış , onları ş aşkına çevirmi şti. İşte yüce Allah bu duruma
işaretle diyor ki: Muhammed, insanlar aras ından seçilmi ş bir elçidir.
Gerçi elçidir ama yine insand ır. Her insana ölüm nas ıl mukadder ise
Muhammed'e de mukadderdir. Şimdi Muhammed ölür veya öldürülür-
se siz yine şirkr mi döneceksiniz? Geri dönen kimse, Allah'a de ğil, ken-
disine, toplumuna zarar verir. Allah sab ır ve sebat edenleri sever. Her
insanın, her canın Allah katında belli bir ömrü vard ır. O süre dolmadan
ölmez. Dünyayı isteyenlere Allah dünyalık âhireti isteyenlere
Allah âhireti verir. Herkese arzu etti ğini verecek olan yaln ız Allah'tır.
Allah şükredenleri mükâfatland ırır.
146-148: Geçmi ş peygamberlerin yanında birçok ribbiler (Allah' ı bi-
len, Allah'a ibadet eden, Allah yolunda cihâd eden insanlar) sava ştılar,
Allah yolunda uğradıkları belMardan yılınadı lar, başlarına gelen olaylara
sabrettiler, Allah'tan sebat istediler. Allah da onlara dünyan ın da âhi-
retin de en güzel ödülünü verdi. Çünkü Allah, güzel davranmalar ı sever.
Hz. Peygamber (s.a.v.), vefat etti ği zaman insanlar şaşkına dön-
müşlerdi. Hz. Ömer ne yapaca ğını ş aşırımş • "Kim Muhammed öldü
derse onu öldürürüm.." demi şti. Fakat serin kanhl ığını kaybetmeyen
Hz. Ebubekir: "Kim Muhammed'e tap ıyorsa bilsin ki Muhammed öl-
müştür, kim Allah'a tap ıyorsa Allah difidir, ölmez!" demiş ve 144 ncü
âyeti okumuştur. Ayet, ashâb üzerinde öylesine etkili olmu ştur ki her-
kes sanki âyeti daha önce hiç duy ınadıklarım, o anda nazil oldu ğ unu
samnışlardır.° Böylece ortal ık yatışmış ve ashâb, önce Hz. örner'in
biat etmesiyle Ebubekir'e Mat etmi şlerdir.
145 nci âyette, Allah' ın takdir etti ği ecel gelmeden hiçbir canl ının
ölmeyeceffl aç ıklanmaktadır. Allah'ın izni olmadan hiçbir can ölmez.
Savaşta ölen de yine Allah' ın takdiriyle ölür. Her can için Allah bir süre
tesbit etmi ştir. Bu süre (ecel) ne ileri, ne de geri gitmez. Her insan ın
ancak bir eceli vardır. Her ne suretle olursa olsun ölen ki şi, mutlaka
kendi eceliyle ölür. Baz ı kimseler ecel-i müsenımâ, ecel-i kazâ diye iki
ecel düşünürler. "Zavallı, eceli yetmeden kazâya u ğradı " derler. Bil-
mezler ki v ıikua gelen ıııe ise ömür, ecel odur. O kimsenin Allah kat ı nda
belirlenen vakti, i şte o ya ş adığından ibarettir.? Allah' ın takdir etti ği
ecel dışında bir ecel düşünmek, eceli ikiye ayırmak, faraziyeden ba şka
bir şey değildir.
1 Dın Kesir, I. 409
2 Hak Dini Kur'iin Dili, II. 1195-96

428 Al-i İmrân Suresi

• e eS oWl

r o

.) 11 (.
.7„

O r
... 9 1; , 3 9 r o ke e. or o9 • , 9 „. .9 ... o
. . li f t I.
(j...."...9. ... ...,.. eJ LA 411 L,
J •..,-
Lİıi....v .1.4
.......
ı
. fi , .5 9 o. 9 .... • .... 9 ... 9 .., ıı ...• ı • ••••••• r / ■ rı
A.÷; jerr•■•>Cr.;
...
O ....x_p j atı l A,..5...9 -1.4, -1.4.3 j l ‘ o ) -ciLWI l. L (s-j2:
° -_A
ı ı -- -
. o 5 .... , - ....z.,,,, . . 5.. -.,....... ...• o ."..o, ,..... ,... , Z.... o.
(....r..A Ç,...7.
. «....4 P j ..)«.•• Y I ....(j ico,,,,,,G )1,......., j £..,,,,,A-~9 I .)...1 ,..."•• 4 ...4...; 3».
I ••
o 5„..0. ı t, 0to , t i .." . ." o.
ı O -9,00. ı . t J'. i.
ı O 9.„.„, , ı ı l. ı O ı
F>'-'-'' -, !
L2'-' 4" -L..)--» U- 4 ,4-)"•
1 "- '4 4 1) 9-:-'"--' L F )
... /..) L ""‘••••=3
t4 , .•
i •••
o, „,,, , o....9. , ‘,..* , , • 9 o. , o , ,... , z; 9,,. ‘ ...... .4,7to, 5 . 9 • ....
..4.,..1
A j C ....A."..l.......3
. ........c. -9 .1' ,-,
0 ...,..› . yı ...l., .-,
.)... Q
-A
--- • .- I
• .9 • 9 o, ı
>I o y) 3_ , J9 z 4431
• ." ı• e ." o o
1-j.,*- J:

• j
e •
l, LA
F
v 1. j_p
--*
' II J (Nor) -L5 °-;
4-54_ \e_.!
o o, 0, , o9
ej ."„
I 4.0 4L2..A149- j 4_43 Clo 4 tmt-- • :( • T
- .0. 4 .9 • 0 ...o.
j•i2 J ZLLt, C>C3
• u. 3; AULJ

.0 9 9 o 0. . .9„ .0, t. •

.,„°„."Tı C. • 2.a•fT
••• ı ı .” ." • J' • • o ..11 ...
:1«1 j_e c LA
- - - e
o
izıı -
• L' -A" " .AJI
ı
j
0 ,... 9.9. •
e": 9 , •9
.5„,„ .9
.1,0411 .11 c .3 e

`'" 1°A
j . "7 ". .15 ı 0.0
of•,
j L.7-■;; ' 4,1:32°.::«i
;. ft '..;J:;:::.1.
c ı 00Y -zul;‘..)
r:-
Cüz': 4, Sure: 3 429

149— Ey inananlar, eğer inkar edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza


(küfre) çevirirler, o zaman büsbütün kaybedersiniz. 150— Hayir, mevlâ-
tuz Allaht ır. (O'na itaat edin), yardımcıların en iyisi O'dur. 151- Allah ın,
haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak ko ştuklanndan
dolayı, inkâr edenlerin kalblerine korku salacağız; gidecekleri yer de ce-
hennemdir! Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! 152- Kendi izniyle onlar ı
öldürdüğünüz sürece Allah, size (yardım) va'dini doğruladı : Nihayet siz
korktunuz, Allah size sevdiginiz(gâlibiyyet)i gösterdikten sonra (verilen)
emir hakk ında çekişip isyan ettiniz : Kiminiz dünyay ı istiyordu, kiminiz
âhireti istiyordu. Sonra Allah, sizi denemek için onlardan geri çevirdi
(yenilgiye u ğrattı . Buna rağmen) sizi bağışladı . Allah, mü'minlere kar şı
çok latufkardır. 153— Peygamber, arkanı zdan sizi çağırırken siz boyuna
(düşmandan) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakm ıyordunuz. Bundan
dolayı Allah, size gam üstüne gam verdi ki ne elinizden gidene, ne de ba-
şınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yapt ıklarının duymaktadır. 154
ından (Allah), size bir güven, bir uyku indirdi ki-Sonra üznt üard
bir kısm ının bürüyordu, bir takım ı da kendi canları nı n kayg ısına düş müştü.
Allah'a karşı cahiliyye zann ı gibi haksız bir zanda bulunuyorlar : "(Hani)
bu işten biz -e bir şey var m ı ?" diyorlardı . De ki : "Bütün i ş , Allah'a ait-
tir." Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki :
"Bu işten bize bir fayda olsaydı, burada öldürülmezdik." De ki : "Evle ı
nizde dahi olsaydınız, yine üzerine öldürülme(si) yaz ılmış olanlar, mut-
laka (vurulup) yatacakları yerleri boylardı . Allah, gağiislerinizd ekini de-
nemek, kalblerinizdekini aç ığa çıkarmak için(dir ki) bunları başınıza ge-
tirdi. Allah, göğüslerin içinde olanı bilir. 155— İki topluluğun karşılaş -
tığı gün, içinizden yüz çevirip gidenleri, yapt ıkları -bazı işlerden dolayı
şeytan, (yoldan) kaydırmak istemi şti. Ama yine de Allah, onlar ı affetti.
Şüphesiz Allah, çok ba ğışlayandır, halimdir!

Tefsir:

149-155: Yüce Allah, mü'minleri, kâfirlere ve münafiklara itaatten


kaçındırıyor. Çünkü onlara itaat, dünyada ve âhirette zillet getirir. "On-
lara itaat ederseniz onlar sizi geriye döndürürter, perişan olursunuz" diyor,
sonra kendisine itaati, yalnız O'na güvenmeyi ve yaln ız O'ndan yard ım
isteme ği emrederek: "Mevlânız Allah't ır, O, yardım edenlerin en iyisidi ı !"
buyuruyor. Daha sonra da Allah'a ortak ko şanlarm kalblerine korku
salacağını bildirmekle miişriklerin, mü'minlerden çekineeeklerini, dün-
yada ba ş arıya ulaşamayacaklar ı gibi âhirette de cehennem ate şine tut-
sak olacaklarını belirtiyı r.
430 Al-i iınrân Suresi

Yüce Allah, kendisinden korkan, kendisinin dostu olanlar ı diğer


insanlara kar şı heybetli gösterir. Özellikle Pey ğamberimizde bu heybet
çok belirgindi. Allah'ın Resulü ş öyle buyurmuştur: "Bana beş şey verildi
ki bunlar, benden önceki peygamberlerin hiçbirine verilmemi şti. Bana
heybet verilmek suretiyle yard ım edildi. Heybetim, bir ayl ık yoldan hisse-
dilir. Yer yüzü bana mescid k ılındı. Ganimet malları bana helal sayıldı .
Ve bana şefaat (etme yetkisi) verildi. Benden önceki peygamberler sadece
kendi milletlerine gönderilirlerdi. Ben ise bütün insanlara gönderildim."'
Gerçekten Ebu Süfyan' ın ordusu müslümanlara galip gelmi ş , hat-
tâ onları tamamen mahvetmek için Medine'yi tamamen ele geçirme im-
kân ve fırsatına sahip olmuş iken çekip gitmeleri, Allah' ı n, onların yü-
reklerine korku salmas ının bir sonucudur.
Sonra yüce Allah, mü'rninlere yard ım va'dini do ğruladığmı hatır-
latarak diyor ki: "Allah size va'dini do ğruladı . Çünkü sabah erken savaş
başladığında Allah'ın yardımı ve izniyle siz onlara üstün gelmi ş idiniz.
Ama sonradan verilen emri dinlemediniz, münaka ş a ettiniz. Biz size
sevdiğinizi elde edece ğiniz yolu göstermiş iken siz Resulümüzün emrine
karşı geldiniz, yerlerinizi korumakta tereddüd gösterdiniz, bir k ı smınız
yerinden ayr ıldı, bir kısmınız yerinde kald ı . İşte bu yüzden ba şınıza o
yenilgi gelmiş oldu.
Müslümanların bozulmasına sebep, 152 nci âyetin ifade etti ği gibi
okçuların, Allah Resulünün emrini dinlemeyip yerlerini terk etmeleri-
dir. Kumandanları, kendilerine her ne kadar Allah Resulünün emrini
hatı rlatmış , bulundukları yeri terk etmemelerini istemi şse de onu dinle-
memişler, ancak on‘k.i şi yerinde kalmış , kalanlar da üzerlerine sald ıran
düşman kuvveti tarafından kılıçtan geçirilmişlerdi.
:Ayetin belirttiği üzre yerlerinden ayrılanlar, kumandanla müna-
kaşa etmişler, ganimet toplamak için a ş ağı inmişlerdir. İşte ne olmuşsa
lresulün ve kumandanm emrine ayk ırı olarak dünyayı istemeleri yü-
zünden olmuştur. Dünya iste ğinin-peşine düşünce sava şın akışı aleyh-
lerine dönmüş , Allah'ın Resulü dahi yaralanmış , hattâ ölüm tehlikesi
geçirmiştir. Böylece müslümanlar, neye u ğradıklarını bilememişler,
can kaygusuyla dağa doğru çekilmeğe başlamışlar, kimi yalnız Allah
Resulünü savunmaya gayret göstermi ş , kimi, Medine'ye kaçmak istemi ş ,
bazıları da yalnız canımı); kaygısına düşerek da ğa kaçnuştır. Müslüman-
lardan bir bölümü "Sava ştan vazgeçelim" demi ş , bir bölümü bir kenara
çekilip oturmuş , Ebu Süfyan'dan eman dilemeyi dü şünmüş . Fakat

1 Bulıtal, Teyernmüm 1, şalât, 56; Müslim, Mesâcid, 3; Nesâi, Ğusl, 26


Cilz': 4, Sure: 3 431

bazı sahâbiler de: "Allah Resulünden sonra ya ş amak neye yarar?"


diyerek sava ş alan ına atılmış , şehid düşünceye dek çarp ışmışlardır.
Allah'ın Resulü de bu hengâmede metanet ve cesaretin e şsiz ör- .

neğini vermi ş , dağılip kaçaıaları kendi çevresinde toplanma ğa davet


ederek: "Ey Allah ın kılları, bana geliniz!" demiştir. Yüce Allah, ma'nevi
güçlerle Elçisini korumu ştur. Sa'd ibn Ebi Vakkas şöyle demiştir:
"Uhud günü, Hz. Peygamber (s.a.v.) in sa ğı nda ve solunda Beyaz elbi-
seli iki adam gördüm. Onlar ı daha önce hiç görmedi ğini: gibi daha sonra
da görmedim. Bunlar Allah' ın Resulünü savunuyorlar, onun yan ında
şiddetle çarp ışıyod ardı".°
Yüce Allah, müslümanlar ın üzerine, uğradı kları üzüntüden sonra
bir sükünet indirmiştir. Bu süldınet ile rahat etmi şler, hatta tatl ı bir
uykuya dalabilecek derecede huzura ermi şlerdir. Çünkü böyle korkulu
anda uyuklama, güven delilidir. Şiddetli korkuya kap ılan insanı uyku
tutmaz. Uykusuzluk sürdükçe de peri şanlık artar. Böyle bir halde uyu-
yabilen kimse korkuyu unutmu ş , güvene kavuşmuştur. Bu uyku, nor-
mal bir uyku değil, Rahman' ın rahmetinden kaynaklanan bir güven
duygusunun eseri idi.
Milslümanlardan bir bölümü böyle huzura kavu şmuş iken diğer bir
bölümü de canlarını!' kaygısına düşmüş , Allah'ın takdir ve hikmetini
anlamayarak kötü zanlara, cahiliyye dü şüncelerim kap ılmış , içlerinde
Allah hakkında imana aykırı zanlar uyanma ğa başlamiştı . Hattâ kendi
sözleri dinlenmiş olsayd ı bu duruma dü şmeyecekleri ni söyleyenler ol-
,

muştU.
Yüce Allah, her i şin, Allah'ın elinde olduğunu, yalnız O'na itaat
edilece ğini, ölen kimsenin ancak takdir F dilmiş eceliyle öldü ğünü, eceli
gelen kimsenin, evinden çıkmasa dahi ölümden kurtulamayacag ını, her
insanın ölümü nerede mukadderse oraya gidece ğini, Allahın, gönüller-
den geçen her şeyi bildiğini hatnlatınaktadır.

Bu olayların bir hikmeti de mü'minlerin denenmesidir. Çünkü


insanların gerçek yönleri, güç olaylar kar şısında ortaya ç ıkar. Uhud
Savaşındaki olaylarla müslümanlar imtihan edilmi ş , birçok kimselerin
iç yüzü ortaya çıkarılmış , kimin doğru, kimin iki yüzlü olduğu belli
olmuş ve inananlar ın yürekleri kötü düşüncelerden temizlenmiştir.
Mü'minler içinde ilk dehşet karşı sında sarsılnuş olanlar bulunsa bile
sonradan bunlar kendilerini toparlanu şlar, gerçek imana aykırı düşün-

1 %II Kedi., I. 415


432 İmran Soresi

celerden armmışlar, dinlerine ve pey ğam.berlerine ihlas ile ba ğlanmış -


lardır.
154 neü ayetin, durumlarını ve sözlerini anlatt ığı grubun, yani
kötü zanna kap ılıp: "Bizim sözümüz dinlenseydi burada öldürülmezdik"
diyen kimselerin, münafıklar olduğunu ı ivayet ederler. Fakat ayetlerin
ruhundan anlad ığımıza göre bunlar münafıklar de ğil, samimi mü'min-
lerden bir gruptur. Çünkü münafıklar sava ş a katılmamış idiler. Demek
ki sava şın dehşe,tinden sarsılan bazı mü'minlerin, içlerinde böyle dü-
şünceler belirmi ştir. Böyle sı kıntılı, korkulu durumlarda insan ın klbine,
normal zamanlarda gelmeyen dü şünceler gelebilir, deh şetli anlarda
insan, normal zamanda söyleyemeyece ği ş eyleri söyleyebilir, Bu
inıansızhk de ğil, o deh şetli anın uyandırdığı kuşkudur. Allah bunları
affeder inş aallah, nitekim bu türlü dü şüncelere kap ılan bazı sahabileri
de affetmi ştir.
Bu ayetler hep Uhud Sava şı hakkındad ır. Hikaye olmak için de ğil,
sadece ö ğüt vermek, ibret olmak için sava şır bazı durumları nı anlat-
maktadır. Ayetin nakletti ği "Sözümüz dinlenseydi burada öldürülmezdik"
sözünü münafıklar da kendilerini hakl ı çıkarmak için söylemi ş olabilir-
ler. Fakat sava şı n içindeki bir durum tasvir edildi ğinch n, bu sö leri sa-
va şa katılan mü'minlerden bir grupun söylemi ş olması daha kuvvetli
bir ihtimaldir.
155 nci ayette anlat ıldığı üzre baz ı mü'minleı , can kaygısıyla sa-
vaştan el çekmiş ler, bu günah ile şeytan onların ayakları nı kaydırmak
istemiş , fakat hatalar ının farkına varıp af dlleyen bu mü'minleri Allah
affetmiş tir. Çünkü Allah affedicidir, halimdir.

j_JC.; 11):;şf
0, j
° 4 ;, °)"*4TI *
- -

o 9, e , , ..1„.
...(3 2.13 4.0 I I LA

31.— o o
j L j

ı'.,'. o ...4.. 11 o
,t"..kı l- • ,. i, _A„;...1
*'', ...,•.„. ., I ‘,."u l j...);_,.. Li
19 O , o

°
Cüz' : 4, Sure: 3 433

156- Ey inananlar, siz inkâr edenler ve yer yüzünde sefere, ya da sa-


vaşa çıkan kardeşleri için : "Eğer bizim yan ımızda olsalardı ölmezlerdi ve
vurulmazlardı." diyenler gibi olmayın. Allah, onların bu sözlerini, kalb-
lerine (onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koyar. Ya şatan da, öldüren
de Allah'tır. Allah, yaptıklartnızı görmektedir. 157- Eğer Allah yolunda
öldürülür, ya da ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, onların top-
ladıldart(dünyalıklan)ndan (çok) daha iyidir. 158- ölür veya öldürülür-
seniz, elbette Allah( ın huzurun)a çıkarılacaksınız.

Tefsir:

-156-158 nci ayetlerde yüce Allah, m.ü'minlere, inanmayan insanlar


gibi yanlış itikada sapmamalar ını, yanlış düşüncelere kapılmamalarmı
emretmektedir. Burada kasa edilen inkarc ılar, münafıklardır. Müfes-
sirlerden bir k ısmı da "kafirler" tabiriyle münafıklarm ba şı Abdullah
ibn Übeyy'in kasdedildiğini ileri sürmüşlerdir.

Münafıklar, çe şitli bahanelerle sava ştan çekilmi şler, Allah'ın Resu-


lüyle sava ş a katılmış olan akraba ve tan ıdıklarından ölenler; duydukça:
"Eğer bizim yan ımızda olsalardı vurulmazlardı" .demi şlerdi. Bu tür söz-
ler, onlara hiçbir yarar sa ğlama.5, sadece yüreklerindeki derdi art ım.
Çünkü Allah'ın kaderini inkar, her i şi insanın kendi kusuruna yüklemek,
insanı bunahma sokar. Oysa her şey, Allah'ın takdirine bağlıdır. Ecel
gelmedikçe insan ölmez. Sava şta ölen, eceli sona erdi ği için ölür. Ecel
gelmemi ş insanı Cenabı Hak, kurşunlar arasından kurtarıp yaşatır.
Allah'ın kaderine böyle inanan teselli bulur.

Kaldı ki Allah yelunda öldürülen veya ölenlere Allah, rahmetini


va'detmiştir. Şehidler, Allah'ın ma ğfiret ve rahmetine nail olacaklar-
dır. Bu ise dünyada kal ıp dünya nimetleri yığmaktan çok daha iyidir.
Zira insan ne kadar ya ş asa, ne kadar servet sahibi olsa bir gün hepsini
bırakıp gidecektir. Dünya mal ı geçicidir. Halbuki Allah' ın rahmeti ve
nimeti süreklidir. Bu gerçekleri anlatan yüce Allah, sonunda da ölen
waya öldürülen herkesin yüce Allah' ın huzuruna götürülece ğini, dünya-
da yaptığı hayır ve şer ameline göre mükâfat veya ceza görece ğini hatır-
latmaktachr.

Bu ayetler de daha önceki ayetler gibi mü' ıninlere sabrı, Allah'ın


rızasını aramayı, O'nun hükmüne teslimiyeti, Allah' ın verece ği nimetleri
dünya nimetlerine tercih etmeyi telkin etmektedir.
434 Al-i İmran Suresi

*3
.J
G, • ı 09 O O ı 0 09 O ı 9 O O ı O 4-
j
4:o - J:p
• °,3 1 (N o 'k)
5Ci '41 fi °
..1.11 ; e_ .e.

159— Allah ın rahmeti sebebiyledir ki sen onlara yumuşak davrandın.


Eğer kaba, katı yürekli olsayd ın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse
onlar(m kusurlarm)dan geç, onlar için mağrifet dile. (Yapacağın) iş(ler)
hakk ında onlara danış , bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan ; çünkü
Allah, kendine dayan ıp güvenenleri sever. 160— Eğer Allah size yardım
ederse, artık sizi yenecek (kuvvet) yoktur. Ve e ğer sizi yüzüstü b ırakırsa,
O'ndan sanra artık size yardım edecek kim var? mü'minler Allah'a
dayansınlar.
Tefsir:
159 ncu ayet, Hz.'Peyğamber (s.a.v.) in yüksek ahlak ım, onun kaba
davranışlardan uzak bulundu ğunu, her zaman merhamttli, şefkatli,
yumuş ak huylu olduğunu göstermektedir. Bu yüksek ahlak, onun pey-
ğamberliğinin gere ği, liderliğinin sırrıdır. Eğer kendisine kaba davranan-
lara, kusur işleyenlere kar şı o da kaba davransayd ı, çevresinden da ğılıp
giderlerdi. Onun belirgin niteliklerinden biri de yumu şak huylu, yufka
yürekli oluşudur. Ahined ibn Hanbel'in rivayet etti ği bir hadise göre
Peygamberimiz, Ebu emâme el-Bahilrnin elinden tutmu ş : "Ey Ebu
V ınâme, benim kalbimin şefkat duydu ğu kimse, mü'minlerdendir." 2 de-
miştir.
Bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v.) e, müslümanlarla isti şare etmesini,
bir şeye karar verince de Allah'a dayamp azimle sonuca gitmesini em-
retmektedir. Bu emir, islam idare düzenini belirlemektedir. Islam idare
düzeni, istiş are (danışma) esasına dayalıdır. Ayet Medine'de inmiştir.
Fakat bu âyetten önce Mekke'de inen: "Rablerinin çağırısına gelirler,
namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma, (konuşma) iledir..."2 meâlin-
deki ayet de müslümanlar ın danışma ile hareket edeceklerini bildirmi ştir.

1 !bn Kedi., I. 420


2 Şura Suresi: 38
Cuz': 4, Sure: 3 435

Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabiyle isti ş are buyururdu. Bunun ör-


nekleri çoktur. Bedir günü, dü şman kervanmin üzerine yürüyüp yürü-
meme konusunu onlara danışmış , onlar da : "Ya Resulâllah, eğer bize
denizi göstersen seninle beraber denizi geçeriz. Bizi Birku'l- Ğimad'a' yü-
rüt sen seninle beraber geliriz. Biz sana, Musa'nın kavminin ona söyledi ği
gibi : "Sen git, Rabbinle beraber savaşın, biz burada oturuyoruz!" demeyiz.
Biz* de] iz ki : Yürü, biz de seninle beraberiz. Senin önünde, sa ğInda ve
solunda savaşarak yürürüz."
Yine Bedir'de karargâh için seçtiği yerin uygun olup olmad ığını ashei-
biyle istişare etmiş, el-Habbâb ibn el-Murdir :

— Ya Resalüllah, burası Allah' ın indirdiği yer midir? Eğer öyle
ise bundan ne bir adım ileriye ne de geriye gidebiliriz. Yoksa bu bir görü ş,
bir harb stratejisi midir? diye sormuş, Allah' ın Resulü (s.a.v.)
— Hayir bu bir görüştür demişti. Habbab şöyle cevap vermi şti :
— Ya Resulâllah, burası uygun bir yer değildir. Bizi düşmana en
yakın suyun yan ına götür, gerideki kuyuları örtelim, bizim yan ımızda
da bir havuz yapalım, oraya su dolduralım. Böylece dü şman sudan istifade
edemesin. Allah' ın Resulü :
— Sen güzel bir görüşe işaret ettin, demiş ve öyle yapn ıtştı.2
Uhud Savaşında Medine'de kalıp şehri içinden savunmak, ya da
dış arı çıkıp düşmanla sava şmak konusunda da isti şare etmiş , ashabm
çoğunluğu, şehir dışma çıkmayı uygun görünce o da şehir d ışma çıkmaya
karar vermi şti. Hendek Savaşında da Allah'ın Resulü, birle şik Arap
ordularının birliğini bozmak için Gatafan Kabilesinin kumandanlar ı
olan Uyeyne ibn H ışn ile Hâris ibn Avf'a, savaştan vazgeçip gittikleri
takdirde Medine meyvalar ının üçte birini vermeyi va'detmi ş , hatta bu
konuda bir sözle şme de yazılmıştı. Bu durumu ashab ından Sa'd ibn
Muâz ile, Sa'd ibn Ubade'ye açt ı , onlarla konuyu isti şare etti. Dediler
ki:
— Ya Resulâllah, bu, senin bizden yapmam ız', istediğin bir şey
midir? yoksa Allah' ın sana emrettiği bir şey midir? Eğer Allah sana
emrettiyse mutlaka yapacağız. Yoksa bizi korumak için mi böyle yap ıyor-
sun?
— Hayır, sizi düşünerek böyle yapmak istedim. Araplar ın saldtrısını
kırmak istedim, Mut-iz şöyle dedi :
1 Birku'l- Ğiıngid, Mekke yöresinde, deniz kıyısında bir yerdir. Yemende' bir şehir olduğu
da söylenir. Mucemu'l-Buldan, I. 589
1 Teldibu Sireti ıbn Hiş ton, I. 146, Beyrut, 1972
436 As 1-i imrân Suresi-

- Ya Resuleıllah, Biz de bunlar da puta taparken biz bunlara bir tek


hurma vermezdik. Ancak ikram olarak, ya da satmak suretiyle verdi ğimiz
başka. Şimdi Allah bize İslam lâtfetmi ş , bizi seninle ve islâm ile güçlen-
dirmiş olduktan sonra mı mallarımızt onlara vereceğiz? Onlara kıhçtan
başka vereceğimiz bir şey yoktur. Resulullah :
— Sen bilirsin Muâz, dedi ve Mutız, yaz ılmış olan andlaşmayı alıp
yırttı.'
Bu istişaremn örnekleri çoktur. Ilz. Pey ğamber (s.a.v.) önemli
konularda ashabiyle isti şare buyururdu. Ahmed ibn Hanbel'in kaydet-
ti ği bir hadiste Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Hz. ,bubekir ve Hz. Ömer için:
"Siz bir danış mada fikir birliğine varırsanı,z ben-size ayk ırı hareket' et-
mem." demiştir2
İbn Murdeveyh'in, Hz. Ali'den rivayet etti ği bir hadise göre Allah'ın
Resulü (s.a.v) e azmin ne demek oldu ğu sorulmuş , ş öyle cevap vermiştir:
"(Azm), görüş sahipleriyle istişare etmek ve onların görüşlerine uymakt ır."3
Ebu Hüreyre'nin rivayetinde de Pey ğamber (s.a.v.): "Müsteşar, mute-
mendir."4 Yani güvenilir insandır. Kendisine dan ışılan bir şeyde doğru
bildiğini söylemeli, kötü yolu göstermemelidir. Allahın Resulü, ba şka
bir hadislerinde de: "Bir müslüman karde şiniz birinize bir şey danıştığı
zaman ona (bildiği doğru p:du) göstersin."5 buyurm.uştur:
Bu iki hadiste insanlar ın, önemli işlerini birbirlerine dan ış arak
yapmaları ö ğütlenmekte ve dam şılan kimse(müste ş ar)nin i ş aret edece-
ği hususun doğru ve sağlam olması telkin edilmektedir.
Müste ş 'ar, bir yol gösterirken, bir fikir verirken bilerek söylemeli
ve mutlaka bildiği doğru yolu göstermelidir. Aksi halde büyük vebal
altına girer. Ebu Hüreyre yoluyla gelen bir hadiste Allah' ın Resulü
(s.a.v.) ş öyle buyurmuştur: "Kim bilmeden fetva verirse, yap ılan işin
günahl, o fetva veren gider." 6 Di ğer bir rivayette de şu fazlalık vardır:
"Kim müslüman karde şine, bile bile jqınhş yol gösterirse ona hiyanet et-
miş olur."
Kendisine bir şey sorulan kimsenin, bildi ğini söylemesi gerekir.
Bildiğini söylemeyen. kişileri Peygamberimiz şiddetle uyarmıştır. Şöyle
1 Ayni eser, L 200-201
2 Musned, IV. 227
3 İbn Kesti., I. 420
4 Ebu Dâvüd, Edeb, 114; Tirmili, Zühd, 39, Edeb, 57; İbn Mâee, Edeb, 37
5 İbn Mâce, Edeb 37 -
6 Ebu Daviid, 'Ihn, 8
Cilz': 4, Sure: 3 437

buyurmuştur: "Kişiye bildiği bir şey sorulduğu zaman onu gizlerse Allah,
kıyamet günü o kimseyi yularla bağlar."'
Tabiidir ki istişare, nass olmayan konulara mahsustur. Tabillere
ve onların tabillerine atfedilen sözlere göre Allah ın Resulü (s.a.v.),
vahiy olmayan ve dini esaslarla ilgili bulunmayan konularda isti şare
ederdi. Fakat vahye dayal ı dini esaslarda Hz. Peygamber (s.a.v.) is-
tiş are etmemiştir. Çünkü "Nass olan yerde ictihad yap ılamaz". Dini
esaslar, Hz. Pey ğamber'in kendi be şeri görüşüyle de ğil, Allah'ın vahiy
ve ilhamiyle kurulmuştur. Burada isti ş arenin yeri yoktur.
Ancak şu var ki Kur'ânı Kerim'de siyasete, idareye, cihada, eko-
nomi, kaza (yargı) ve sosyal konulara ili şkin ayetlerin çoğu, genel pren-
sipler niteliğ-indeclir. Bu konularda detaylara girilmemi ştir. Detaylar ı
belirlenmiş hükümler çok azdır. Bu hükümlerin kurallar halinde düzen-
lenmesi ve infazı, müslümanların yaş adıkları ve yaşayacakları şartların
gereklerine b ırakılmıştır. İşte müslümanlar, Kur'ân' ın koyduğu bu genel
prensipler ve ve anahatlar çerçevesinde isti şare ve ictihad ile meselelere
çözüm ararlar. Bu yöntem islam ın her devre uymas ını, her devrin so-
runlarına çözüm getirmesini, dolayısiyle onun ebedi ya şamasını sa ğlar.
İstiş are geneldir. Her ça ğda istişareye uygun insanlarla isti şare
edilir. İstiş are edilecek kişPerin vasıflaıı vard ır. İbn Kesir'in, İbn Ab-
bas'tan yaptığı bir rivayette "Emirde (işinde) onlara danış ."2 âyetinde
istişare edilmesi kasdedilen insanlar, Hz. Ebubekir ile Hz. Ome,r'dir.
Bu görüş , ayetin ruhuna aykırıdır. İstişare edilebilecek herkesle isti ş are
edilir İstişare yapılacak konular değişiktir. Her konuyu, o konuda bil-
gi, tecrübe ve ihtisas sahibi insanlarla isti şare etmek gerekir. Ekonomik
bir konuyu ekonomistlerle, sava şa ait bir konuyu sava ş tecrübesi olan,
savaş konularında yetişmiş askeri şahsiyetlerle, siyasi konular ı diplomat
ve hukukçularla, has ılı her konuyu, o konuda yetişmiş elemanlarla is-
tişare etmek laz ımdır.
İmam Şafii, "Emirde (işinde) onlara daim" âyetindeki emir kipi-
nin nedb (mendubluk) ifade etti ğini söylemişse de ayetin zahir an-
lammdan bunun gereklik ifade etti ği anlaşılmaktadır. Fakat nass olan
yerde ictihad caiz değildir. Vahiy gelen konularda peygamberin, asha-
biyle istişaresi caiz olmaz.
Acaba na şş bulunmayan her konuda pey ğamber ashabiyle isti şare
edebilir mi? Bu konuda bilgi'inler iki kuma ayrılnuştır. Bir kısım bilgin-
]. Ebu Dtıvıld, <Dm, Bâbu ker3hiyyeti mencrl-cilin.
2 Ali İmran Suresi: 159
438 İmrân Suresi

lere göre "Emirde onlara danış" âyeti, savaş gibi dünya işlerine mah-
sus konulara aittir. Din i şlerinde peygamberin isti ş are etmesi caiz de-
ğildir. Bir kısım bilginlere göre de "Lıı : Bütün i şler Allah'a
aittir"' âyetindeki emir (i ş) savaş a mahsus olmadığı gibi "Al
âyetindekifi'l-e ınri (işte) de sava şa mahsus de ğildir. Her iş bunun kap-
samı içine girer. Nitekim Allah ın Resulü (s.a.v.) vahyi gözetlerdi. Vahiy
gelmeyen konularda re'y ve ictihad ile ame] ederdi. Ba şlangıçta bu icti-
hadda hatâ da olabilir. Fakat hatâ olursa vahiyle düzeltilirdi. Peygam-
berin ictihadm ın diğer içtihadlardan farkı, onur ictihadında vu-
kubulacak herhangi bir hatân ın, gelecek vabiyle düzeltilmesidir.
" ,1 h h 0 : Ey ak ıl sahipleri ibret altntz"2 âyetiyle itibar ve
kıyas emredilmiş tir. Allahın Resulü (s.a.v.) de bu âyet ile ictibada
ıne'murdur. İctihad ise görüşme danışma ve tartışma ile güç bulaca ğın-
dan peygamber (s.a.v.), vahiy olmayan her konuda isti şare etmekle
emredilıniştir. Bazı bilginlerin görüşü budur.

Fakat çoğunluğun kanaati şudur: Allah'ın Resulüne teveih buyu-


rulan bu emir, iimmetine istişare etmelerini ö ğretmek, onları buna te ş -
vik içindir. Yoksa Allah ve Resulü, isti ş areden müstağnidir (buna ih-
tiyaçları yoktur). Kendisinin buna ihtiyac ı olmadığı hakkında hadis de
vardır. Ümmeti isti ş are ile hareket etsin diye kendisine böyle emir ve-
rilmiştir.
160 ncı âyette de Allahın yardım ettiğini kimsenin yenemeyece ği;
şan etti ğine de kimsenin yard ım edemeyeceği belirtilerek O'nuperi
inananlara, Allah'a dayanmalar ı buyurulmaktadır,

o ıt o , 9, o . o 5 , 9 ,, o t. •
Lı—J t...•1 • C,. ,

- -

9 • 3 o9 ..- o ....

" 3
5

.)
ı 34ı °L;c3 o
oy. L .4.-r.
,

::1: 3
Fiş J " kj ı: "T e 4
• P j- j.•••••,)

1 Ali İmran Suresi: 154


2 Haşr Suresi: 2
Cilı': 4, -Sure: 3 439

3 3 3 ‘«
°• 1 '.cs °. İ
(ru)

161- Bir peygamberin, ğanimet mahnı gizlemesi (emanete hiyanet


etmesi), asla (doğru) olamaz. Kim emanete hiyanet eder, a ştrırsa kıyamet
günü, aşıt dığını boynuna yüklenip getirir. Sonra herkese kazand ığı,
tastamam verilir, hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. 162- Hiç Allah'ın rıza-,
sına uyan kimse ; Allah' ın hışmına uğrayan, yeri de cehennem olan adam
gibi olur mu? Ne kötü sonuçtur orası ! 163- 0(insa)n/ar, Allah katında
derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir. 164- Andolsun
ki, Allah mü'minlere büyük latufia bulundu : Zira daha önce aç ık bir
sapıkhk içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine
Allah' ın eiyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitap
ve hikmeti ö ğreten bir elçi gönderdi.

Tefsir:
161 nci âyet, hiçbir peygamberin hiyanet etmeyece ğini, devlet
mahnı zimmetine geçirmeyece ğini belirtmektedir. Hiçbir peygamber,
kamu mal ını zimmetine geçirmeyece ğine göre Hz. Muhammed Aleyhis-
selâro hiç geçirmez. Çünkü o, peygamberlerin, en yücesidir.

Ayetin iniş sebebi hakkında İbn Abbas'a dayanan rivayete göre


Bedir günü bir kuma ş kaybolmuş . Bazıları : "Herhalde Allahın Resulü
almıştır" demişler. Onların bu sözleri üzerine yüce Allah, bu âYeti in-
dirmiş . Diğer bir rivayete göre de münaf ıklar Allah'ın Resulünü bir
Mah aldı diye itham etmi şler, bu âyet

Bu rivayetler de ğişik olsa da özü birdir. Demek ki baz ı eimr,i


kişiler, Allah'ın Resulünün, ganimet mallar ından bir şeyi aldığnıı san-
mış ve bunun dedikodusunu yapmışlar ki bu âyet inmiş .

Peygamber, insanların en doğrusudur. Onun gözünde dünya mal ı-


nın, bir tüy kadar de ğeri yoktur. E ğer o, dünya malma de ğer verşeydi
mal yığar, geriye servet b ırakırdı . Halbuki kendisi geriye miras dahi
bırakmamıştır. Hâ ş â onun hiyanet etmesi, ganimet mallar ından birini
alıp kendine saklamas ı , yahut kendisine inen bir âyeti ümmetinden
gizlemesi olur Şey, değildir.

idareeiler dürüSt olmalıdırlar. Yalnız kendisini doyurmayı düşü-


nenler, islâmın istediği idarecilik <' rasfından yoksundurlar. Herhangi
bir kamu malını zimmetine geçiren kimse, kıyamet gününde o girdi ği
440 imrân Suresi

şeyle gelecektir. Ahmed ibn Hanbel'in rivayet etti ği bir hadiste Pey-
ğamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bizim i şimizi yönetmek için tayin edilen kimse, evi yoksa ev als ın,
karısı yoksa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi als ın, bineği yoksa binek
alsın, bundan başka (devlet malından) bir şey alan kinise, hiyanet etmi ş
olur."'
Bu hadisi şerifte bir yönetici için zaruri olan şeylerin, devlet büt-
çesinden sağlanmasma müsaade edilmi ş , bunun ötesini almak hiyanet
sarhanştır. Evi olmayan insan rahat edemez, kar ısı olmayanın düzenli
yaş aması zordur. idarecinin i şlerini görecek bir hizmetçiye, kendisini
istediği yere götürecek bir bine ğe ihtiyacı vardır. Bunlar normal ya şa-
mak için gerekli olan şeylerdir. Bunun ötesi zaruri de ğildir. Zaruri ol-
mayan şeyleri devlet malından alan kimse, hiyanet etmi ş olur. Ahmed
ibn Hanbel'in nakletti ği bir hadisi şerifte valilere, tahsildarlara verilen
hediyeler dahi hırsızlık sayılmıştır.2
Tirmizrnin rivayetinde, Allah' ın Resulü (s.a.v.) Muâz ibn Cebel'i,
Yemen'e gönderirken ona ş öyle demiştir: "Benim iznini olmadan hiçbir,

şey alnıa, çünkü bu hırsızhkt ır. Devlet malını aşıran kimse, k ıyamet günü
o aşırclığını getirir.'"
Ahmed ibn Hanbel'in ı ivpyet ettiği bir hadis de şöyledir: "Kimi
vergi toplama& tayin edersek topladığı vergilerin azını, çoğunu getirsin.
Sonra kendisine (tarafımızdan) verileni alır, verilmeyenden vazgeçer." 4
Buhâri ve ibn Mâce de şu hadisi nakletmişlerdir: "Hz. Peygamber
(s.a.v.) in yükünün ba şında Kerkere adında bir adam bulunurdu. Bu
adam öldü. Peyğamber (s.a.v.):40 ateştedir' dedi. Gidip adama baktılar,
yanında çalmış olduğu bir elbise veya aba buldular."5
Başhca hadis mecmualarmda rivayet edilen şu hadis de çok dikkat
çekicidir: Ebu Hüreyre anlat ıyor: "Biz Allah' ın Resulü ile birlikte Hay-
ber'e gittik. Allah bize fetih nasib etti, Orada ne altın, ne de para alamadık.
Yaln ız ev e şyası, yiyecek ve elbise ganimeti elimize geçti. Sonra vadiye do ğru
yürüdük. Allah' ın Resulünün, kendisine Cüzagi'dan bir adamın hediye
ettiği, Dabib oğullarından Zeyd oğlu Rifde adl ı bir kölesi vardı. Vadiye
indiğimizde Allah Resulünün kölesi, yükünü çözme ğe başladı. 0 sırada
atılan bir ok, ölümüne sebeb oldu.
1 İbn Hanbel, N. 229
2 Musned, V. 424
3 Tirmiii, A ham, 8
4 Müslim., İmam, 30; /bn Hanbel, IV. 92; Ebu Davad, /mare 10
5 Buhari, Cihad, 190; /bn Mace, Cihad, 34
Ctitz': 4, Sure: 3 441

— Ya Resulâllah, şehidlik ona kutlu olsun, dedik. Allah' ı n Resulü


buyurdu ki :
— Hayır, Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a andolsun ki Hay-
ber günü aldığı, ganimetlere katmadığı gömlek, kendisine cay ır cayır yanan
bir ateş oldu!
Allah Resulünün bu sözü üzerine bir adam bir veya--iki nalin ba ğı
getirdi :
— Ya Resulâllah, bunları Hayber'de almıştım, dedi. Allah' ın Resulü
(s.a.v.):

- Ate şten bir bağ veya iki bağdır, dedi."'


Ebu Hüreyre Hazretleri şu hadisi rivayet etmi ştir: "Bir gün Al-
lah'ın Resulü aramızda kalkt ı , ğulardan (kamu malını zimmete geçirmek-
ten, aşırmaktan) söz etti, bunun çok günah bir şey olduğunu anlattı ve şöyle
dedi : `Birinizin k ıyamet günü, s ı rtında bağıran bir deve olduğu halde gel-
mesini görmeyeyim!' 0 zaman :
— Ya Resulâllah, bana yardı m et, beni kurtar der, fakat ben de :
— Senin için yapabileceğim bir şey yoktur, ben sana bunu tebli ğ
etmiştim, derim.
- Birinizi k ıyamet günü, boynunda ki şneyen bir at taşıyarak gelmesini
görmeyeyim! 0 zaman
— Ya Resulâllah, bana yardım et, beni kurtar, der, ben de :
— Senin için yapabileceğim bir şey yoktur, ben sana tebliğ etmiştim,
derim.
Birinizin, .k ıyamet günü, boynunda bağıran bir koyun olduğu halde
gelmesini görmeyeyim. 0 zaman :
— Ya Resulâllah, bana yardım et, beni kurtar der, ben de :
— Senin için yapabileceğim bir şey yoktur, ben sana tebliğ etmiştim,
derim.
Birinizin k ıyamet günü, boynunda feryad eden bir insan ta şıyarak
gelmesini görmeyeyim. 0 zaman :
— Ya Resulâllah, bana yardım et, beni kurtar, der, ben de :
— Senin için yapabileCeğim bir şey yoktur, ben .sana tebliğ etmiştim,
derim.

1 Bubfiri, Eyman, 33, Mağtist, 38; Müslim, İman, 183; EVI Dtıvild, Cihad, 133; Nesâ'i,
Eymtm, 38

442 İmrân Suresi

Birinizin k ıyamet günü, boynunda ta şıdığı elbisenin altında soluyarak


gelmesini görmeyeyim! 0 zaman :
— Ya Resuldllah, bana yardım et, beni kurtar der, ben de :
— Senin için yapabileceğini bir şey yoktur, ben sana tebliğ etmi ştim,
derim.
Birinizin k ıyamet günü boynunda alt ın ve gümü ş taşıyarak gelmesini
görmeyeyim ; O zaman :
— Ya Resulallah, bana yardım et, beni kurtar der, ben de :
— Senin için yapabileceğim bir şey yoktur, ben sana tebliğ etmi ştim,
derim."'

162 ve 163 ncü ayetler, ğulill (çalma, kamu mal ını zimmete geçir-
me) hakkındaki âyetlerle ili şkilidir. Bunlar da çal ıp aşıran kimseyi
uyarmakta; Allah' ın rızasından ayrılmayana da ma'nevi dereceler,
uhrevi cennetler va'detmektedir.
164 ncü ayet ise Allah'ın mü'minlere olan lütfunu hat ırlatmaktadır.
Evet Yüce Allah, onlara kendi aralar ından kendilerine Allah' ın ayet-
!erini okuyan, kendilerini temizleyen, daha önce ap aç ık bir sapıklı k
içinde bulunduklar ı halde şimdi kendilerine Kitap ve hikmeti, ilim ve
irfanı öğreten bir elçi göndermekle büyük lütufta bulunmu ştur.

ı t. 090, 0,0 o 9re Z,


C„,Lt t \ I le-)
LS • --
j, 'roı 0 o O fi j 9..
.1 ;ki J.D I . ...A L I

4t ı i(,) ci_dı (,,°)


ıi°:1C,[i• '; 43 j_23C; (rr\)
* 11J JC;
°-1°_„:i J- ' t 4j) ı 111;C;
• , 0, 9, ,a9 3 O ı O 9 0 oP
?k_t_
o ,-:.r
*çg

°J"; ç ı .,ft_i_:.ft; LA C;;_pıiı :1 ▪ ° ft Si;


- --
A) -.L5.x.7.9.?C,o ft ft..< J! °L..,:p

1 Müslim, im'üret, bülı 6, hadis: 24


Cüz': 4, Sure: 3 443

165— Başınıza bir bela gelince —siz onun iki kat ını (Bedir'de) onların
başlarına getirmiş olduğunuz halde yine— "Bu nereden ba şı m ıza geldi?"
dediniz. De ki : "O (belâ), kendinizdendir." Şüphesiz All4, her şeye kaa-
dirdir. 166- İki topluluğun karşılaştığı gün, sizin başınıza gelen, ancak
Allah'ın izniyle olmu ştur ki (0), inananları bilsin (deneyip ortaya ç ıkar-
sın). 167- Ve iki yüzlülük yapanlar ı bilsin (ortaya ç ıkarsın). Onlara :
"Allah yolunda savaşın, ya da savunun" dendiği halde : "Eğer savaş (ola-
cağını) bilseydik, sizinle gelirdik." dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre
yak ın idiler. Ağızlariyle, kalblerinde olmayan', söylüyorlar. Halbuki Al-
lah, içlerinde sakladıkları şeyi çok iyi bilmektedir. 168- (Sava ştan geri
.

kalip) oturarak, kardeşleri için "Bizim sözümüzü tutsalard ı, öldürülmez-


lerdi" diyenlere söyle : "Eğer doğru iseniz, o halde ölümü kendinizden
savınız!"

Tefslr:

165-168: Yüce Allah bu âyetlerde buyuruyor ki: Ey mü'minler,


e ğer siz Uhud'da yetmi ş şehid verdinizse Bedirde bunun iki kat ına nail
olmuş idiniz. Yetmiş kişiyi öldürmüş , yetmiş kişiyi de esir almış idiniz.
Uhuddaki durumu görünce "Bu neden ba şmuza geldi?" dediniz. Bu sizin
kendi hatânız yüzünden oldu. Çünkü Allah' ın Resulü, size yerin'zden
ayrılmaınanızı tenbih etmi şti. Fakat okçularm ı z, onun emrini dinle-
meyip yerlerinden ayr ıldılar. İşte o emre aykırı hareketinizden dolayı
bu iş ba şınıza geldi. Ama müslüman ve kâfir ordusunun kar şılaştığı
gün başınıza gelen bu olay, yine de Allah' ın takdiriyle olmuştur. Onun
izni olmadan hiçbir şey vukubulmaz. Allah' ı n dilemediği şey olmaz.
Allah'ın dilemesi iki türlüdür. Biri cebri olan ilâhi iradedir, bu ira-
deyi hiçbir sebep ve şart geçmez. Yani bu irade bir sebebe ba ğlı değil-
dir. Bu, Allah' ın Cebbâr ismi şerifinin eseridir. "Bu iradenin ortaya ç ı-
kardığı kul filleri zorunludur, kul bunun önüne geçemez ve bundan
sorumlu de ğildir. Allah'ın diğer bir iradesi de sebep ve ş arta ba ğlı olup
kulun iradesiyle birlikte cereyan eder. Bu irade, Kulun i şine izin verme,
onun işini yürütme, fi'li yapmas ı için kula güç verme anlam ınadır. Bu
i şlerde sorumluluk kula aittir. Çünkü kul bir i şi yapmayı isteyince Al-
lah da onun o işi yapmasına izin ve güç verir. Bunda istek kuldan ol
duğu için sorumlu olan kuldur.
İşte Uhud'da müslümanların uğradıkları güçlükler de Allah'ın
izniyle olmuştur. Burada Allah' ın izni, O'nun rızası demek de ğildir.
Allah dileseydi, müslümanların, kusurları yüzünden kâfirlerin onlara
galip gelmelerine izin vermez, her ş eye ra ğmen yine müslümanlar ı üs-
444 İmran Suresi

tün getirirdi. Fakat Allah ezelde bir yasa koymu ştur. Çal ışanı , tedbir
alanı baş arıya ula ştıraca ğmı takdir etmi ştir. Kâinatta bu yasa hakim-
dir. Allah'ın yasasında değişiklik olmaz. Baz ı müslümanlar, burada ted-
biri bırakıp küçük menfaatleri dü ş ündüklerinden başlarına bu bozgun
geldi. Savaşın yasası , ölümü göze alarak vargücüyle çarp ışmaktır. Böy-
le çarpış mayan insanların baş arıya ula şması zordur. Allah' ın genel
yasası budur. Ama Allah için güç olan bir şey yoktur. Allah dilese kâ-
firleri her şeye ra ğmen ba ş arıya ula ştırmaz. Fakat böyle olmas ında yine
O'nun hikmetleri vard ır.
Böylece Allah, sabır ve sebat eden mü'minler ile ikiyüzlülük yapan
insanları birbirinden ayırıp herkese belli etmek için bu olaya müsaade
etmiş tir. 0 ikiyüzlü insanlara Allah yolunda sava şmaları, Savunmala-
rı söylendi ği zartran "Biz sava ş olacağını bilsek sizinle beraber geliriz,
ama sava ş olmayacak" diyerek sava şa katılmaktan geri durmu şlardı . O
gün onlar, imandan çok küfre yak ın idiler. Kalblerinde olmayanı ağız-
lariyle söylüyorlardı Çünkü onlar, sava ş olacağını pekâlâ biliyorlardı ,
ama sava ş tan kaçmak için bu sözü bahane ettiler. Allah onlar ın içlerin-
de gizlediklerini bilir. Sava şa katılmayıp kadınlar gibi oturan iki yüzlü..
ler, sava şıp da şehid düşen karde şleri için:
"Bizim sözümüzü, dinleselerdi öldürülmezlerdi." dediler. Ey Mu-
hammed, onlara söyle: "Eğer doğru iseniz, kendi nefsinizden ölümü sa-
annız bakalım." Eğer savaştan çekinip oturmak, insan ı ölümden kur-
tarıyorsa sizin öl ınemeniz gerekir. Acaba siz ölümden kurtulacak m ı-
sınız ? Gayet sa ğlam saraylarda da olsan ız, yine bir gün ölüm sizi ya-
kalayacakt ı r. Ölüm, insan için mukadder oldu ğuna göre şerefle ölmek,
birkaç gün a ş ağılık içinde yaşamaktan iyidir. İslam için savaşıp ölenler,
asla ölmezler. O şehidler ebedi şerefe ve sonsuz dirili ğe ermiş olurlar.

O o 9 19 - o 90 91 •

J (rk 40 9J'
o • • o • 9 0, o , • 9 o ..••••

r- , o 9 • „ o •1 o • o Z; 0,
J

..21/4..~ ?• k

(‘ y N)

169 - Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma.; hayır, (onlar) diri-


dirler, Rableri katında rızıklanmaktadırlar. 170- Allah'ın, keremiyle
Cüz': 4, Sure: 3 445

kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarından henüz (şehid olup)


kendilerine yeti şemeyenlere de korku olmad ığı , onların da üzüntüye uğra-
mayacakları müjdesiyle sevinmektedirler. 171 - Allah' ın nimeti ve keremiyle
ve Allah' ın, mü'minlerin ecrini zayi etmeyece ği ınüjdesiyle

Tefsir•

169-171: Yüce Allah, bu âyetlerle şehidlerin hallerini aç ıklamakta,


onlar bu dünyada öldürülmü ş iseler de bu dünyan ın manas ı, ruhu olan
sonsuzluk yurdunda diri olduklar ı ve her türlü nimetlerle beslendikleri
haber verilmektedir.

Bu ayetlerin, Uhud şehidleri hakkInda indi ğine dair rivayetler


bulundu ğu gibi Bi'ri Manne şehidleri hakkında nazil oldu ğuna dair
rivayetler de vard ır.

Allah'ın Resulü (s.a.v.), ashab ından kırk kişiyi, Need halkın ı İs-
lama davet için gönderdi. Asl ında kendisi göndermek istemiyordu, fa-
kat huzuruna gelip sözlerini dinleyen, İslama girmediği halde ona meyil
duyan Ebu Amir'in, Necd tarafına bir hey'et göndermesini istemesi ve
onları koruyaca ğına söz vermesi üzerine bu k ırk kişiyi gönderdi. Brın-
larm ba şında el-Munzir ibn Amr var idi. Bi'ri Maiâne'ye indiler. Buras ı
Süleym Kabilesi ile Amir ibn et-Tufeyl'in topraklar ı arasında bir yer
idi. Buraya konunca Haram ibn Malhan ile, Hz. Peygamber (s.a.v.) in
mektubunu Amir ibn Tufeyl'e gönderdiler. Bu Allah dü şmanı, mektuba
hiç bakmadan, onu getiren sahabinin üzerine at ılıp onu öldürdü. Diğer-
lerini de öldürmek için Amir O ğ allariyle Sfieym o ğullarm ı ça ğırdı. Âmir
o ğulları onun çağn ısma uymadılar, fakat Süleym o ğulları onun ça ğırısı-
na uyup Bi'ı i Manne'de bulunan müslülharıları kuş attılar, onlar da sa-
rıld ıklarını görünce kılıçlarını alıp son fertleri ölünceye kadar çarp ıştı-
lar ve şehid oldular.' İşte orada öldürülen sahâbiler hakk ında bu ayet-
lerin nazil oldu ğu rivayet edilir.

Fakat ayetlerin manas ı geneldir, bütün ş ehidleri içine alır. Belli


bir vak'a üzerine inmi ş olsa bile bunlar ı belirli ş ahıslara tahsis etmek
doğru olmaz. Bu ayetler, Allah yolunda öldürülen bütün şehidlerin,
âhiretteki hallerini tasvir etmektedir. şehidlerin makam ı çok yüksektir.

Müslim'in rivayet etti ği bir hadisi şerife göre ashab ı kiramdan Mes-
ruk diyor ki: "Biz Allah' ı n Resulüne bu âyetten sorduk, ş öyle buyurdu :

1 %Il Kesir, I. 425


446 Al-i İmran Suresi

— Allah, o şehidlerin ruhlarını ye ş il ku şların içine koymu ştur.


Onları n Arsa asılı kandilleri vardır. Cennette diledikleri gibi dolaşı r, son-
ra o kandillere gelir(konar)lar. Rableri onlara görünür :
— Bir şey istiyor musunuz? der.
Ne isteyeli ın ya Rabbi, dilediğimiz gibi dola şıyoruz, derler.
Yüce Allah üç defa böyle sorar, bakarlar ki sürekli olarak kendilerine
bir istekleri olup olmadığı soruluyor. Derler ki :
Ya Rabbi ruhlarım ız ın, cesetlerimize döndürülmesini istiyoruz
ki senin yolunda bir kez daha öldürülelim. Yüce Allah bakar ki bir dilek-
kri yok, öyle b ırakılıhrlar (onları hallerine terk eder)."'
Yine Müslim'de bulunan ba şka, bir hadis de şöyledir: "ölen hiçbir
nefis yoktur ki e ğer onun, Allah indinde bir hayrı (derecesi) varsa tekrar
dünyaya dönmek istesin. Dünya ve içinde bulunan her şey kendisinin de
olsa yine dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid müstesnadır. Çünkü o,
şehidliğin faziletini görünce tekrar dünyaya dönüp bir kez daha öldürül-
meyi arzu eder." 2
Abdullah ibn Amr ibn Harâm el-Ansâri, Uhud şehidlerindendir .

O ğlu Câbir ş öyle diyor: "Babam öldürüldüğü zaman ağlamaya başladım,


yüzündeki örtüyü aç ıp açıp ağlıyordum. Resulullah'ın ashabı beni bırak-
mak istemiyorlar, fakat Resulullah bana engel olmuyordu. Sonra buyurdu
ki : A ğlasan da, ağlamasan da fark etmez. 0 (baban) kaldırılıp defn olunun-
caya kadar melekler kanatlariyle ona gölge yapıyorlardt."3
İbn Abbas da şu hadisi rivayet etmi ştir: "Kardeşleriniz Uhud'da
vurulunca Allah, onların ruhlarını ye ş il ku şların içine (şekline) koydu.
Cennetin ırmaklarına gelir, meyvalarından yer, A rşın gölgesindeki altun
kandillere gelir konarlar. Yediklerinin ve içtiklerinin güzelliğini görün-
ce : 'Keşke karde şlerimiz, Allah' ın bize ne yapt ığını (ne ikramlarda bu-
lunduğunu) bilseler de savaştan dönmeseler!' dediler. Yüce Allah : 'Ben
sizin bu arzunuzu onlara duyururum' buyurdu ve bu âyetleri indirdi."4
Bu hadis, birkaç muhaddis tarafından rivayet edilmi ştir. Câbh
ibn Abdullah şöyle demiştir:
"Bir gün Allah' ın Resulü (s.a.v.) bana baktı :
— Ciibir, dedi, neden seni üzgün görüyorum?

1 Müslim, Imâret, bâb 33, hadis: 121


2 Müslim, Imâret, hah 29, hadis: 108
3 Bubâıl, Cmı â'iz, 34, Cihad, 2; Müslim, Façlâil, hah 26, hadis: 129, 130
4 EU Dâvfid, Cihâd, lıAlı fi
Cüz': 4, Sure: 3 447

— Ya Res ıdallah, dedim, babam şehid oldu, geriye borç ve çoluk ço-
cuk b ıraktı .
— Fakat bilir misin Allah başkalariyle ancak perde arkasından ko-
nuş muş iken babanla karşı karşıya konu ştu, ona `(Kulum.), dile, vereyim'
dedi. Baban : 'Ya Rabbi, beni dünyaya döndürmeni dilerim ki senin u ğ-
runda ikinci kez öldiirilleyim.' dedi. Yüce Rab buyurdu ki : 'Ölenlerin bir
daha dünyaya dönmeyeceklerini söylemi ştim.' Baban : 'Öyle ise Rabbim,
bizim arkam ızdan onlara (duramumuzu) haber ver' dedi. Yüce Allah :
"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma ; hayır onlar diridirler, Rableri
katında rız ıklanmaktadı rlar..." âyetlerini indirdi."'

° - It. ° • J _.9 ı • :1;:ı- ı

J' • .9- -9
o .9 o o o o 5,ı, ... 0 rv 5
,...;,,L11 '5,31 rff-J
16- -
11-;..1.1;e1 (N yr) j'_1129* c

j
ç'‘
v t)

172- 0(mii'mi)nle ı ki kendilerine yara aldıktan sonra yine Allah'ın


ve Resulün çağırısı na uydular ; onlardan iyilik edenler ve (sirkten, günah-
lardan kaçıp Allah'ın azâb ından) korunanlar için pek büyük ecir vard ır.
173- Onlar ki halk kendilerine :" (Düşmanmı z olan) insanlar size karşı
ordu toplamışlar, onlardan korkun!" deyince, bu söz, onların imanını ar-
tırdı ve : "Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir" dediler. 174- Bundan do-
layı Allah'tan bir nimet ve bollukla geri döndüler, kendilerine hiçbir kö-
tülük dokunmad ı . Ve Allah' ı n rızüs ına uydular. Allah, büyük kerem sa-
hibidir.
Tefsir:
172-174 neü âyetler de, sava şta yaralanmış olmalarına, uğradıkları
meş akkatlere rağmen yine Allah ve Resulünün ça ğrısına uyarak yeni
bir savaşa çıkan, "İnsanlar sizinle sava şmak için toplandı" gibi söz-
lerden korkmayıp, bilâkis Allah'a güvenleri artan, gönülden Allah'a
tevekkül eden, böylece Allah' ı n nimetine ve rızâsma nail olan yi ğit
mü'minlerin durumunu tasvir etmektedir.

1 Tirmifi, Tefsiru Sure 3; İbu Mâce, Mukaddime, 13


448 Al-i imrân Suresi

Bu.âyetler, hemen Uhud Sava şını müteâkib cereyan eden bir olay ı
anlatmaktadır. Ş öyle ki:
Müşrikler, Uhud'da kazand ıkları zaferden ülkelerine dönerlerken
yolda pişman oldular. Neden müslümanların kökünü kesip Medine'yi
ele geçirmedik diye dü şündüler ve geri dönme ğe karar verdiler. Allah' ın
Resulü, onların bu kararmdan haberdar olunca müslümanlar ı , onları
takib etme ğe çağı rdı . Yalnız Uhud Savaşında bulunmuş olanların ken-
disiyle beraber gelmesine müsaade etti. Uhud'da bulunmayan yaln ız
bir ki şi bu takibde Resulullah' ın ordusuna katıldı ki bu da genç Câbir
ibn Abdullah idi. Babas ı Abdullah, Uhud'a giderken onu yedi k ızının
üzerine koruyucu olarak koymu ş :
— O ğlum, ikimiz de sava ş a gidip bu kızları yalnız bırakmanuz
do ğru olmaz. Ben Allah' ın Resulü ile birlikte cihada gitme konusunda
seni kendime tercih edemem. Sen bu k ız karde şlerinin yanında kal, de-
miş , Cabir de bu yüzden Uhud Sava şına katılamamıştı .
Câbir bu durumu Resulullah'a anlat ınca, Resulullah, onun da ken-
dilerine katılmasına müsaade etmişti.
Daha bir gün önce Uhud Sava şında çe şitli yaralar alan yetmi ş
sahabi, Allah'ın Resulü ile birlikte düşmana kar şı sava ş a gidiyorlardı .
Içlerinde öyle yaral ılar vard ı ki yola gitme ğe güçleri olmad ığından nö-
betle şe birbirlerini-sırtlar ında ta şıyorlardı . Allah Resulü de birçok yara-
lar almıştı . Yüzü yaralanm ış , alın yarılmış , azı dişinin önündeki dişi
kırılmış , alt duda ğı yaralanmış , sa ğ omuzu incinmiş , iki dizi de yaralan-
mıştı . İşte bu halde iken dü şmanı takibe koyuldular.
Medine'ye üç mil mesafede bulunan Hamrâu'l-Esed'e geldiler.
Uhud Sava şı, Cumartesi günü olmu ştu, ertesi gün yani Pazar günü Al-
lah'ın ResuIü düş manı takibe ç ıkıp buraya geldi. Burada üç gün kald ı .
O sırada henüz mü şrik olan Huzda kabilesinden Ma'bed, Resulul-
lah ve ashab ını n ba şına gelenlere üzülmü ş , Allah' ın Resulü riamrâu'l-
Esed'e vardığı zaman Ma'bed de müslümanlar ı ikinci bir sald ırıdan ko-
rumak için, Ravhâ'da konaklayan ve tekrar sald ırı için geri dönme ğe
hazırlanan Ebu Süfyan' ın yanına gitmişti. Ebu Süfyan:
— Arkanda ne var, ne kadar kuvvet var Ma'bed, diye sordu. Ma'-
bed:
— Muhammed ve adamları , o kadar büyük bir kuvvetle seni ta-
kibediyorlar ki o derece büyük bir toplulu ğu öihrümde görmedim, hepsi
de size kar şı ate ş püskürüyorlar. Uhud'a kat ılmayanlar da yapt ıklarına
eüz' : 4, Sure: 3 449

pişman olmuşlar, hep toplanm ış , sizin üstünüze yürüyorlar, dedi:


Ebu Stifyan bu sözden ku şkuland ı :
— Doğru mu söylüyorsun, dedi, Ma'bed de:
— Istersen git, atlar ın almlarmı görürsün, dedi.
Bunun üzerine ikinci bir sald ırıdan çekinen Ebu Süfyan, o adan
geçen bir kervamn adamlar ına şöyle dedi:
— Mulı ammed'e rastlarsamz, ona söyleyiniz, biz gidip kendilerinin
köklerini kesece ğiz.
Hamra'ul'-Esed'e gelen kervandaki adamlar, Ebu Süfyan'm sö-
zünü Hz. Pey ğamber'e söylediler. Allah' ın Resulü ve ashab ı bu sa den
hiç korkmadı , sarsılmadı , bilâk's imanları daha da güçlendi. "Ijasbn-
nallâhu ve : Allah bize yeter, 0 ne güzel vekildir" dedileı .
İşte 173 ncü âyet, onların bu imandan fışkı •an sözlerini nakletmektedir.
Allah'a böylesine inanan, O'na böylesine dayananlar, Allah' ın ni.
met ve keremini görürler, zafere ula şır, Allah'ın rızâsma ererler. şüp-
hesiz Allah, kendisine dayanıp, buyruğunca gidenleri ziyana u ğratmaz.
O'nun lütuf ve keremi büyüktür.'
Hz. Peygamber (s.a.v.), güç i şler karşısmda "klasbunallahu ve ı:n. -
ıne'l-vekil" veya "1.-lasbiyallahu ve nictne'l-vekil" demeyi tavsiye, etmiş= ,

tir.2

. j_i ı:; -9Li


, 9 1
ı • .
C...3 3
I 4.4..L.; ( " c) °4.«,) I
0 oc.„1 ,

ova) " ':7,1- ,:p •F'4.-J


-
o9
,c»1 I j4_f_,_
il - o
?. c:3 oo ft
j ft o

° • ° "J d° 5* '".;I:S". - Ovv)''


o9 of o , o 9

D ıı
4—,LP
090,A
L...J
" • ı 19 .1) VA)
450 Al-i imrân Süresi

fi :12L3
,134 L, I J eli '.1*".) ° °• -41i 5 •
1fi t , , 5,
" ./ P I 4.0).0.4 ..)
h.s.""ji-L
•••
.0 9 o o r„ T 311_ • °
imıA C.r/ 4
ft
da,%
t
Fib 1...1 I 1/4.7.1
. .
f..AC ..4.31 ...r.,Z _4; lı 9
c
o
J.2:,
o o

(‘ A • ' ,ı3A u_o;;;T I û (J:4:J 1 434

175- 0 şeytan sizi kendi dostlanndan korkutuyor. E ğer inanmış ise-


niz, onlardan korkmay ın, benden korkan! 176- İnkâra koşanlar, seni
iizınesin, onlar Allah'a hiçbir zarar-veremezler. . Allah, onlara ülzirette hiç-
bir nasip koymamak istiyor. Onlar için büyük bir anip vardır. 177- iman
karşılığında inkün satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar
için acı bir azâp vardır. 178- Inkelr edenler, sanmasınlar ki, kendilerine
mühlet vermemiz, kendileri için hay ırlıdır? Biz onlara mühlet veriyoruz
ki günahı at tırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azâp vardır. 179- Allah,
mü'minleri (şu) üzerinde bulunduğunuz halde b ırakacak değildir, temizi
pisten ayıracaktır ve Allah sizi (ğaybe) vakıf k ılacak değildir. Fakat Al-
lah, elçilerinden dilediğini seçei (onu ğaybe vakıf kılar). O halde Allah'a
ve onun elçilerine inanın; eğer inanır ve (günahlardan) korunursantz,
sizin için büyük bir mükâfat vard ır. 180- Allah'ın, kereminden kendilerine
verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hay ırlı sanmannlar. Hayır,
o, kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, k ıyamet günü boyunla-
rına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allahındır (bütün mülk O'na
aittir ve O'na kalacakt ır). Allah, yapt ıklarının haber alandır.

Tefsir:
175-176 ncı âyetlerde şeytanm, mü'minleri kendi dostlar ı olan kâ-
firlerden korkuttu ğu; yahut şeytanm, kendisine dost gördüğü, imanı za
yıf insanları korkuttuğu; şeytamn vesvesesine aldan ıp da Allah'ın düş-
manlarmdan korkmanm, mü'minlere yara şmayacağı beyan edilmekte
ve Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a, inkâra ko ş anlarm tutumlanna üzül-
memesi öğütlenmektedir. tzüline ğe gerek yoktur, çünkü Allah' ın izni
olmadıkça onlar mü'miniere hiçbir zarar veremezkr. 0 kimselerin âhiret-
te de bir nasibi yoktur, orada büyük azâba dûçar olacaklard ır.
177-178: iman ı verip küfrü alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremez-
ler. Allah'ın, dünyada kâfirlere verdi ği servet ve maddi kuvvet, asl ında
Cüz'• 4, Sure: 3 .151

bir inıtiharıdan başka bir şey de ğildir. Bu, onlar iyi insanlar olduklar ı
için kendilerine verilmi ş , onların hayrına olan bir şey değildir. Çünkü ca-
zip nimet gibi görünen o dünyal ıklar, kişiye Rabbini unutturuyor, onu
günahlara, isyanlara dald ınyorsa azâbm ta kendisi olacakt ır. Allah bu
clihıyalıklarla insanları imtihan etmektedir. Servet ve nimet içinde kendi-
sine itaat edip etmediklerini denemektedir. Nimetlere sahip iken Allah'a
kulluk eden kazanır. Ama şu geçici dünya nimetlefini, ebedi kendisinin
kalacakm ış samp da gurura kapılan, Allah'ı unutan, günahlara ve inkâra
dalan kimse, azâbm içine dü şer; kendi gelece ğini mahveder. İşte kâfir-
ler bu dünya nimetlerine aldan ıp günahlara dalarlar, böylece o nimetler
âbirette karşılarına birer azap olarak ç ıkar.

179- Yüce Allah, mü'rninleri denemeden b ırakmaz. Çe şitli olay-


larla onları imtihan eder ki temiz olanlar, kötü insanlardan ayr ılıp belli
olsun.

Allah herkesi gizli bilgisine vakıf kılmaz. Ancak peygamberlerin.-


den bazılarmı, sevip beğendiği elçilerini ğaybına rnuttali kılar. Allah'a
ve O'nun peyğamberlerine inanan insanlar, büyük mükâfata nail olur-
lar.

180- Allah'ın verdiği nimetlere cimrilik edip onları sıkı sıkı tutarlar,
servetlerinin hayrını görme2ler. Yar ın kıyamet gününde o sıkı sıkı tut-
tukları şeyler, boyunlarına dolanır, kendileri için cehennem azâ.b ı olur.
Zekât ve sadakas ı verilmeyen mal, kul için âhiret azâb ı olacaktır. Bun-
da şüphe yoktur. Düşünmek lâw ımdır ki şu mülkler kimindir ? Kime kal-
mıştır ? Her fani bunlara bir zaman ba ğlanır ama sonunda bırakıp gi-
der. Gök.lefin ve yerin miras ı Allah'ındır. 1Vlülkün gerçek sahibi O'dur.
İnsanların "malım" di.). e cimrilik ettikleri şeyler, aslında kendi malları
değildir. Bütün mülk Allah'ındır. Allah mülkü diledi ğine emanet olarak
verir. Allah'ın bu emanetini kendinin sanıp Allah'ın kullarma vermekten,
yoksullan doyurmaktan kaçmanlar, yar ın aldandıklarmı anlayacaklar-
dır ama iş işten geçmiş olacaktır. Hiç kimse mülkünü âhirete götüre-
mez. Kefenln cebi yoktur. Ahirete götürülen, cinıxilik edilip saklarlar'
değil, Allah için barcanandır.

" " cümlesi ra.,1»cl j.„12; : ömürlerini uzatınz" manasma


gelir. Onıürlerinin uzatılması, onlara mühlet ve fırsat verilmesi anlamını
taşır. Bazı müfess;slere göre bu âyet, " 1_,L; z r». y J14 4.! Lel
(4: Onlar öyle mi sanıyorlar ki kendilerine verdiğimiz mal ve
oğullar ile, kendilerinin iyiliklerine' koşuyoruz? Hayır, (bu verdiğimiz
452 Al-i imrân Suresi

dünya nimetleri onlar için bir imtihand ır fakat onlar) farkında değil-
ler."ı âyetiyle aynı anlama gelir.
Allah'ın verdiğine cimrilik etmek do ğru değildir. Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle_ buyurmuştur: "Her kime Allah mal verir de o kimse mal ının
zekatını vermezse, k ıyamet gününde onun mal ı, gözlerinin üstünde birer
siyah nokta bulunan çok zehirli bir y ılan şekline sokulur ve öylece sahibinin
boynuna dolanır. Bu y ılan ağziyle adam ın çenesini iki tarafından yakalar :
`Ben senin (dünyada çck sevdi ğin) malınım, ben senin hazinenim!' der.
Resulullah bu hadisini söyledikten sonra (Allah ın, keremiyle kendilerine
verdiği şeylere cimrilik edenler, onu kendileri için hay ırlı sanmasınlar.
Hayır, o, kendileri için şerlidir. Cimı-ilik ettikleri şeyler, k ıyamet günü
boyunlarına dolandırılacaktır) âyetini okumu ştur."z
Abdullah ibn Mes'ud'un rivayet etti ği benzeri bir hadis de şöyle-
dir: "Hangi kul, malının zektit ı,n1 vermezse mal ı çok zehirli erkek bir y ı-
lan şekline sokulur ve adam ın ardına düşer, adam ondan kaçar, fakat
malı onu takib eder : 'Ben senin hazinenim' der. Sonra Abdullah, delil
olarak (Cimrilik ettikleri şeyler, k ıyamet günü onların boyunlarına dolan-
dırıhr) âyetini okumu ştur."3
Birçok sahabi tarafından rivayet edilen buna benzer hadisler, he-
men bütün hadis mecmualar ında yer almıştır. Bunların sıhhatinde şüp-
he yoktur. Bu hadislerin sözlerinde ufak tefek de ğişiklik varsa da hep-
. . . .
sının özü birdir ki o da şudur: Zekâtı verilmeyen mal, kı yamet gününde
yılan olup sahibinin boynuna dolan ır. Öyleyse insan, mal ını kendisi
için yılan değil, cennet bahçesi yapmal ıdır. Bu da Allah'ın verdi ğini,
Allah yolunda harcamaktan kaçmmamakla oluı . Allah'ın verdiğini
Allah yolunda harcayan insan, sevgili Pey ğamberimizin de bir hadis-
lerinde belirttikleri üzre g ıpta edilecek insand ır. Ne mutlu öyle insan-
lara!

j 1 "J.°,3 6.c;:s
, • .9 9e
li_JCi; C.
r ı O O'

ğc:45.-C; (NA ‘) 4;. ;.>, 31


ı j'_1(3
J
£111 ;7 "I AT) '5(k,

1 Suresi: 55-56
2 Bullâri, Zekât, 3, Tefsfru Sure 3; Nesât, Zekât, bâbu mâniq zekâti mâlih.
3 İbn Kestr, T. 433
Cüz': 4, Sure: 3 453

.9 1.7 •• .• •• .• • ••
J • ;
0 ... .... 0 ı . . .9-
''' J-- -
_.• Lç. . ..LIL
.... i ul.:,..,.—JL,
... .. ..... ... j _• ..3 • ,..„: ...) •j?
• A ''ıci" -9 C;..> '1:;11
. e..C-$ •J'"
ç,_ - $1-.$.-
..Croi '..4,' .5,1:5 °(..) G 0 Ar) '<,...:....
■, <,...-. . . (r. j..
_ • ft-• .' c. ) I • fift. ft ..5....:_t..3 - 1.1
; t-,„„,$ r..
_,,.....'1.°1 ,,,c;_..s;:iı ", 1.,5 -, c.,ı-J:,'::k., 1'3 ı:, -,,..11°_,) °&... '}',....; z..;:&
( ı nt)

181— Allah : "Allah fakirdir, biz zenginiz." diyenlerin sözünü i şitti.


Onların dediklerini ve haks ız yere pey ğamberleri öldürmelerini yazacağız
ve : "Yang ın azeibını tadın!" diyeceğiz. 182— "Bu, sizin ellerinizin yap ıp
öne sürdüğünün karşılığıdtr." Allah, kullara aslâ zulmedici değ ildir.
183- Onlar : "Allah, bize and verdi ki, bize ate şin yiyeceği bir kurban ge-
tirmedikçe hiçbir pey ğ ambere inanmayalı m." dediler. De ki : "Size, benden
önce açık deliller ve bu dediğinizi de getiren peyğamberler gelmişti. Eğer
doğru iseniz, niçin onları öldürdünüz?" 184— Eğer seni yalanladılarsa,
senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren
peyğamberler de yalanlanmıştı .

Tefsir:
181-184: Müfessirlerin rivayetine göre: "Kimdir o adam ki Allah'a
güzel bir borç versin de; Allah da ona kat kat fazlasiyle ödesin!"i âyeti indi-
ği zaman Yahudiler: "Ey Muhammed, herhalde Rabbin fakirle şti ki kul-
larmdan borç istiyor!" demi şler, yüce Allah da 181 nci âyeti indirmi ş .

İbn İshak'm, İbn Abbas'a dayanan ve genellikle müfessirlerin nak-


lettikleri rivayetine göre Allah' ın Resulü (s.a.v.), Hz. Ebubekir(r.a.)i
İslâma davet etmek üzere bir yahudi toplumuna göndermi şti. Hz. Ebu-
bekir, Yahudilere İslâmı açıkladı, zekât meselesini izah ederken Allah
için borç vermeyi anlatt ı. Allah için borç verme söz konusu olunca
Yahudilerden biri- İbn Ishak'm rivayetine göre Finhas- Allah ile alay
eder tarzda konu ştu: "Demek Allah fakir ki bizden borç istiyor. Biz
O'na yalvarnnyoruz, O bize yalvarıyor. Biz O'na muhtaç de ğiliz. Eğer
O zengin olsayd ı, arkada şmızm zannetti ği gibi bizden borç istemezdi.
i faizden menediyor ama kendisi bize faiz veriyor. E ğer zengin ol-
saydı bize faiz vermezdi." dedi. Bu söz üzerine kendisini tutamayan Hz.
Ebubekir, bu Yahudiye bir tokat vurdu?

1 Bakara Suresi: 245


İbn Kesti., I. 433-34; et-Tefsfrul-badis, VIII. 193
454 Al-i Imrân Suresi

Başka bir rivayete göre de Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Hz. Ebubekir
(r.a.)i, müslümanlarm müttefiki olan yahudilerden, yap ılacak bir
savaş için borç isteme ğe göndermiş , Hz. Ebubekir, Allah için borç ver-
menin faziletini anlatm ış , bu sırada bir yahudi, onunla alay eder tarzda
konu şmuştur. Bu ildnci rivayet gerçe ğe daha uygun görünmektedir.
Çünkü Hz. Pey ğamber (s.a.v.), Medine'ye geldiklerinde yahudilerle
bir ittifak andla şması imzalamıştı . Bu andlaş maya göre bu ittifaka
giren yahudiler müslümanlara kar şı bir savaş vukuunda, müslü-
manların savaş masraflarına katılacak, mal ve para yard ımı yapacak-
lardı. Kendilerine bir sald ırı vukuunda da müslümanlar onlara yard ım
edeceklerdi.° İşte bu ittifak gere ği olarak Hz. Ebubekir, sava ş yardımı
isteyince yahudiler Allah' ın âyetleriyle alay etmi ş : "Demek Allah
fakir ki bizden borç istiyor" demi şler, bu olay üzerine yukarıdaki âyet-
ler inmiştir.
Ayetler, Hz. Peyğamber(s.a.v.)i teselli etmekte, Yahudilerin, daha
önceki peyğamberlere de kar şı geldiklerini, bu hareketlerinden dolay ı
hesaba çekileceklerini belirtmektedir.
Yahudiler, inannıamak için: "Allah bize, herhangi bir peygamber
bize ate şin yiyece ği bir kurban getirmedikçe ona inanmamay ı tavsiye
etti." demi şlerdir. Halbuki onlara, daha birçok mu'cizeler yan ında ate-
şin yakıp kül ettiği kurban ı getiren peygamberler de gelmi şti, fakat on-
lara da inanmam ışlardı . Bu talep, inanmamak için onlar ın ortaya at-
tıkları bir bahaneden ba şka bir şey değildi.
Tevrat'ın Birinci Krallar Sifrinde Yahudilerin, birçok pey ğanıberi
öldürdükleri anlatılmaktadır. 183 ncü âyette i şaret edilen kurban ola-
yı da yine bu sifirde yer almıştır ki özeti şöyledir:
israiloğullan arasında puta tapma yayg ınlaşmıştı . Putlara tap-
maya ça ğı ran., dörtyüzden fazla insan vard ı . Krallar, özellikle kral
Ahab ve karısı İzabel, insanları puta tapmaya te şvik ediyordu. Allah'ın
peyğamberi İlya ile Ba'l (put) pey ğamberleri aras ında bir tartış ma oldu.
Gerçek peya ınber İlya, Ba'l peyğamberlerine meydan okuyup: "Bir
boğa siz alıp boğazlaym, parçalay ın, odunların üstüne koyun, ate ş yak-
mayın. Tanrınız Ba'l'den ate ş isteyin. Bir boğa da ben alı p kesece ğim,
odunların üstüne koyup altına ate ş yakmayaca ğım. Allah'tan ate ş iste-
yeceğini. Han gimizin kurbanını , gökten ate ş gelip yakarsa o hakl ıdır,
onun Allah' ı İsrailin rabbidir." dedi. İki taraf da hayvan be ğazlayıp
odunların üstüne koydular. BaTin pey ğamberleri ne kadar yalvard ılar- •

1 Telüilm Sirati tim Hi şâm, I. 129


Cüz': 4, Sure: 3 455

sa da onların kurbanma ate ş inmedi. Fakat ilya'nın kurbanma "Rabbin


ate şi düştü ve yakılan ve odunları ve taşları ve toprağı yeyip bitirdi ve
bendekte olan suyu yalad ı ."1
İşte Kur'ânı Kerim'in işaret etti ği olay, bizzat bugünkü Tevratta
da anlatılmıştır. Bütün bu gerçekler kar şı sında yine Yahudi krallar., yola
gelmemi şler, peyğamberleri yalanlamışlar, öldürmüşlerdir.
Bu olay, burada Hz. Peyğamber'i teselli için anlatılmaktadır.
Cenabı Allah ona şöyle buyuruyor: Ey Muhammed, bu Yahudiler,
yalnız seni değil, senden önceki peyğamberleri de yalanlanuşlar, hattâ
onlar içinde mu'cizeler getirmiş olan nice peyğamberleri öldürmüşler-
dir. Ey Muhammed, seni yalanlad ılarsa buna üzülme, senden önceki
peygamberler de yalanlanm ıştı . Senin vazifen, hakkı duyurmak ve hak-
kın duyurulmas ı hususunda sabır ve sebat etmektir!

c J 11 :CAC.J31 -
.1 4.)5.,;_1:;£3 A °) fteS—":4 \
. 1 1 CA
9 • .. . .,
1
° ‹....e..,:r> °‘..+ *,-.4 ,,,,...4.<31 11-7 il .... (.. ) .131 (:.' ,: ı3 45.."...o.......1....! j ,,..,...j!,,j I j

., ... . .5..To o. ...... ,t . ••• . , t, ı


J li 1_,...4_:,.. ; i ıii_:-.4.3 C..) ı . ., c ı i._...0 ‘s .5 1 i i.) j.....» 1
.... , . . , .. . ,,..•••• „ı t

, ...
(ıi -t.»
,..,
Cr A j ,

. ,

sfizo o ...
'51 r

185- Her cân ölümü tada(aktır. Kıyamet günü ecirleriniz, size eksik-
siz verilecektir. Kim ki hemen ate şin elinden kurtarılı r da cennete sokulur-
sa, işte o, kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten ba şka bir şey
değildir. 186- Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz ; sizden
önce kendilerine kitap verilenlerden ve putatapanlardctn, çok incitici (söz-
ler) duyacaksınız. Ama sabreder, (günahlardan) korunursanız ; işte bun-
lar, yapmağa değer işlerdendir.

Tefsir:
185-186: Yüce Allah, bu âyetleriyle her canl ının ölümü tadaca ğını
haber vermektedir. Ölmeyen diri, yaln ı z kendisidir. İnsanlar, cinler... hep
öleceklerdir. Her canl ı öldükten sonra yüce Allah, kıyameti baş-iatacak,

1 Kitabı Mukaddes, Birinci Kirpik; bâb: 18, sayfa 361


456 Al-i imrân Suresi

yeni bir dünya kurulacak ve kurulan yeni dünyada mükellef canl ılar,
bu dünyada yaptıkları işlerin karşılığını göreceklerdir. Orada cennet
ve cehennem vard ır. Cehennem insanlar ı kapmak isteyen bir canl ı gibi
tasvir edilmi ştir. Gerçekten de insan yarat ılış itibariyle şehvete, dünya
zevklerine düşkündür. Bunların içyüzü, âhiretteki hakikati ise cehen-
neındir. İşte kim cehennemin elinden kurtar ıhp cennete sokulursa o
kimse gerçek kurtuluş a ermi ş olur. Asil nimet odur. Dünyadaki geçici
mal, trıiilk değil. Dünya hayatı , aldatıcı bir geçim, bir zevkten ba şka
bir şey değildir. İnsan, gelip geçti ği yol ile de ğil, varıp kalaca ğı ebedi
yurdu ile övünmelidir. Allah'ın Resulü (s.a.v.): "Cennette bir kamçı
kadar yer, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha iyidir, ister-
seniz : (Kim ate şin elinden kurtarılır da cennete sokulursa, işte o kurtuluşa
ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten ba şka bir şey değildir) âyetini
-

okuyunuz."' buyurınuştur. Dünyayı âhiretle mukayese ederken Resulul-


lah Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Vallahi âhiret karşısında dünya,
birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. İmdi baks ın, parmağı
denizden kendisine ne getirir ? ("Ahiret nimetleri kar şısında dünya nimet-
leri, denize sokulan bir parma ğın, denizden alaca ğı su miktarı kadar
azdır, de ğersizdir)."2
Dünya, bir imtihan evidir. Zaten Mülk Suresinde ifade buyuruldu ğu
üzre Yüce Allah, hayatı ve ölümü insanları sınamak için yaratmıştır.
İnsanların, malları ve canları konusunda imtihan edilecekleri, bazı ayet-
lerde açıklanmıştır. Gerektiği zaman malını veya canın ı Allah yolunda
feda etmeyen, imtihan" ba şarmış olmaz. Allah'ın hükmünün hakim
olması için inananların daima cihad etmeleri, bu u ğurda mallarını ve
canlarını feda etmekten çekinmemeleri gerekir. Allah' ın dininin yayıl-
ması için yapılan mücadelede müslümanlar hem putatapan, maddi dün-
yadan başka hiçbir şey kabul etmeyen maddeci dinsizlerden, hem de
kitap ehlinden birçok incitici sözler, olumsuz, k ırıcı propagandalar i şi.
tecekler, birçok i şkenceler de göreceklerdir. Ama mü'minler, sabrettik-
teri, günahlardan korunduklar ı, Allah'ın buyruldarma uydukları tak-
dirde önünde sonunda zafere ula şacaklardır. Bu ulvi dava, sab ır ister;
fedakarl ık ister, hattâ kurban ister. Her şeyi göze alıp hak davayı tanla
başla savunanlar zafere ula şırlar. Bunlar, yapılması gereken önemli
işlerdir.
Yüce Allah, bu ayetlerle müslümanlar ı dünyadan el etek çekme ğe
değil, cihad ederken ba şa gelen olaylara katlanma ğa, iradelerini gevşet-
1 Buhar!, Cihad, 73; Tirmiii, 17, 25, Tefsiru Sure III. bilb: 4
2 Müslim, Kitilbu'l-cenne, hali, 14, hadis; 55; Fayçlu'l-Kadir, VI. 359
Cüz': 4, Sure: 3 457

memeğe, daima tahammül gösterme ğe, sabretme ğe sevk etmektedir.


Çünkü irade ve sab ır, her güçlüğü yenebilecek iki önemli unsurdur.

"Her nefis ölümü tadacaktır." âyetini M. Hamdi Yazı r şöyle tefsir


etmiştir:

Nefis, zât ve ruh manalar ına geldiğinden dolayı baz ı zâtlar, _bu
âyetten, ruhun bakas ını anlamışlardır. Çünkü tadmak, bir hayat ese-
ridir. Ve tadma anında tadan kimsenin, baki (mevcut, canl ı) olduğunu
ifâde eder. Aksi takdirde tadma dü şünülemez. Öyle ise mana: "Her
nefis, bedeninin ölümünü tadacakt ır" demek olur. Bu da nefsin beden-
den ayrı olduğunu ve bedenin ölümüyle nefsin ölmeyece ğini anlatır.
ölüm, bedensel hayata özgü olup bedenden ayr ılmış ruhlarm ölmeyece-
ğini söylemişler, âhiret meselesini de ruhun ölmezli ğine dayalı ruhsal
bir hayat olarak düşünmüşlerdir.

Diğer taraftan baz ı müfessir ve ilimler, bu tür te'vilin zorlama


olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre "Lâikatu'l-mevt : ölümü tada-
caktır" demek, ölecektir demektir. Tadan kimsenin ölece ği açıktır.
Gerçi nefis ve ruhun, büsbütün yok olmayıp bir süre kalabilece ği, başka
delillerle sabit ise de genellikle bütün ruhlarm ölmez oldu ğu ne aklen,
ne de naklen sabit değildir. Ancak "Her nefis, ölümü tadacaktır" hükmü
de genel anlamı üzerinde kalmaz. Bu hükmün istisnalar ı vardır. Çünkü:
"(Birinci defa) Sur'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar korkudan düşüp
bayıldılar, ancak Allah'ın diledikleri hariç."1 âyetinde, yüce Allah'ın
dilediği kimseler, bu genel hükümden istisna edilmi şlerdir. Bundan
dolayı göğe ve yere ait melekler ile nefisler arasmda ölmez olanlar
bulunabilecektir. İşte İslam ilimlerinden bazılarmm görüşü budur.2

İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Kitibu'r-rib adl ı eserinde ruhun öl-


mezliğini aklı ve nakli kamtlarla ispata çalışmaktadır. Biz de " İnsan
ve ötesi" adli eserimizde ruhun ölmezli ğini ispata çal ışmıştık. Konu-
nun özeti şudur: Ruh yarat ım ışthr, evveli vard ır ama sonu yoktur.
Ruha ölümsüzlük verilmiştir. Beden içinde olgunla şan ruh, bedenden
ayrıldıktan sonra varlığını korur, dünyada yaptığı işlere göre ya gü-
zel yerlerde bulunur veya bir süre azâp çeker. K ıyamet gününde
ruhlar tekrar bedenlere sokulup ho şrolunurlar. Ayet ve hadiselerden
anladığımız budur. Gerçe ği Allah bilir.

1 Ziimer Suresi: 63
2 Hak Dini KurVın Dili, IL 1244-1245
458 imrân Suresi

)1,
J-^--41 F J "
-
N C..M

.7. .C11 0") e

5° (:)1 t_.,._,

AA)

ANY„,...cs "J":P '43J L):,;;T 34:5.-C1-A

187- Allah, kendilerine kitap verilenlerden : "Onu mutlaka insanlara


açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz" diye söz alm ıştı . Fakat onlar, verdik-
leri sözü arkalarına attılar ve karşılığında birkaç para aldılar. Ne kötü
şey satın alıyorlar (onlar)! 188- O ettiklerine sevinen, yapmad ıkları şe)4erle
övülmeyi sevenlerin, aztibdan 'kurtulacaklar ını sanma. Onlar için acı bir
azetb vardır. 189- Göklerin ve yerin mülkü Allah' ındır. Allah, herşeye
kaadirdir.

Tefsir:

187-189: Bir dini, bir kitab ı kabul eden kimseler, onun içindekilere
uymayı teahhüd etmi şlerdir. Cenab ı Hak, gönderdi ği bütün kitapları
açıklamayı, o dinin saliklerine emretmi ştir. Bu âyetlerde, Yüce Allah' ı n,
kitap ehlinc]en, insanlara gerçe ği açıklamaları , Hakk'ı n gönderdiği emir-
lerden hiçbirini gizlememeleri konusunda söz ald ığı , bu hususta Allah'a
kesin söz vermelerine ra ğmen, dünya menfaati kar şı sında sözlerini unu-
tup hakkı gizledikleri ifade edilmekte ve yapmad ıkları şeyleri yapm ış
gibi gösterip kendilerinin övülmesini isteyenlerin, ac ı azâbdan kurtuia-
mayâcakları, mülkün gerçek sahibi olan Allah' ın, herşeye kaadir ol-
duğu açıklanmaktad ır.

188 nci âyetin tefsiri münasebetiyle Buhâri, iki rivayet sevk eder.
Birincisi ş öyledir: Allah'ın Resulü (s.a.v.), gazâya ç ıktığı zaman müna-
fıklar sava ş a çıkma2lar ve bu fiillerinden dolay ı da sevinirlerdi. Allah'ın
Resulü savaştan döndü ğü zaman da gelip özür dilerler, sava ş a katıl-
madıkları halde savaş a katılmışlar gibi itibar görmelerini, övülmelerini
isterlerdi. İşte 188 nci âyet bu münasebetle inmi ştir.

Brıhârrnin sevk etti ği diğer rivayet de ş öyledir: Mervan, kap ıcısı


Râfi'i, İbn Abbas'a gönderir:
Cüz': 4, Sure: 3 459

— Ey Rafi`, Abbas'a git, sor, e ğer kendisine verilen şeyleile


sevinen ve yapmad ığı bir işle övülmek isteyen herkes azâba u ğrayacak-
sa, hepimiz azâba dûçar olaca ğız demektir.
İbn Abbas şöyle cevap verir:
— Bu âyetten size ne. Pey ğambtr (s.a.v.), Yahudileri ça ğırdı,
onlara bir şey sordu. Yahudiler, sorulan şeyi gizlediler, ba şka bir şey
söylediler. Böylece Allah Resulünün sordu ğu soruya do ğru cevap ver-
mişler gibi Allah Resulünün, kendilerini övmesini, takdir etmesini iste-
diler. Hakikati gizleme marifetlerine de sevindiler. Sonra İbn Abbas,
186-187 nci âyetleri okudu.'
Bu rivayetlerin hangisinin daha do ğru olduğunu Allah bilir. Ayet-
ler, Yahudilerden söz etmekle beraber manalar ı geneldir. Bunları belli
bir olayın çerçevesine hasretmek do ğru olmaz. Her devirde hakk ı gizle-
yen, yapmadığı işi yapanlar gibi övülmek isteyen insanlar vard ır. İşte
Rur'ânı Kerim, bu tür nifak hareketlerini k ınamakta, böyle davranan-
ların, azâba uğrayacaklarm ı belirtmektedir. Herkesin bildi ğini söyle-
mesi, gerçe ği gizlememesi, Allah'a iman ın bir belirtisidir. Allah' ın Re-
sulü (s.a.v.). bu konuda ş öyle buyuimu ştur: "Bildiği bir iliınden sorulup
da onu gizleyen kimse, k ıyamet günün- de ateşten bir yularla bağlanır."2
Yapmadığı işlerle övünen, yalan ile dünya toplamak isteyen kimsenin,
dünyası bile dar olur. Görünü şte varhldı da olsa malı onun ruhunu sı-
kar. l3uhâri ve Müslim'de bulunan bir hadisi Şerif ş öyledir: "Dünya
malını çoğaltmak için yalan bir davada bulunan kimsenin malını Allah
azaltır."3

J ci

I^y9x9^^ .14 ..C9 • - N.X..Jt_,ı ı "

O ■■•■ . o 9
Ij j J
(N 'N ) L51 -4...JI-Lp :i24 . t:A 1--;.5-J:j

e • A CA 5 41, -***ı- * * j..›:-.X)-7 * :A


,

T ° .)- 1 <3L.c3k3 ..„ 2; '■ Y)


1 Buhari, Tefair, Suretu Mi İmran
2 Ebu Davud, Timi* Nesâ'i, İbn Mace ve İbn' Hanbel rivayet etmi şlerdir. Feydu'l-Ka-
dir, VI, 146
3 Bkz. Müslim, İman, bal): 47, hadis: 176
460 imrân Suresi

oJ
° >'.
"> C.1 7'-ı:j L.AT.:i
j_p CJT;ly (N 'vi") C.:;;;",
(N 1 31" °- C' •7.->c«.
°' ■
J.

190- Göklerin ve yerin yarat ılışında, gecenin ve gündüzün gidip geli-


şinde elbette akli selim sahipleri için ibret verici deliller vard ır. 191- Onlar
ayakta, oturarak ve yanlar ı üzerine yatarken Allah'a anarlar, gökletin
ve yerin yarat ılışı üzerinde dü şünürler : "Rabbimiz (derler), bunu bo ş
yeis yaratmad ın, sen yücesin, bizi ate ş aztıbından korur 192- "Rabbimiz,
sen birini ate şe soktun mu onu peri şan etmi şsindir, zalimlerin yard ımc ıları
yoktur!" 193- "Rabbimiz, biz, ‘Rabbinize inan ın' diye imana ça ğıran bir
davetçi i şittik, hemen inand ık. Rabbimiz, bizim günahlanm ızı bağışla,
kötülüklerimizi ört, iyilerle beraber can ımızı al!" 194- "Rabbimiz bize,
elçilerine va'detti ğini ver, k ıyamet gününde bizi yüzüstü b ırak ıp rezil etme.
Zira sen verdi ğin sözden caymazs ın!"
Tefsin
190-194 ncü "ayetler, insanlar ı, göklerin ve yerin yaratılışmı düşün-
meğe, kâinattaki yüksek sanat ı anlamağa dav'et etmektedir. Göklerin ve
yerin yaratıbşını , -zerreden küreye yarat ıhştaki ince düzeni, bu yüce
ilim ve hikmet eserlerini dü şünen insan, bunların kendili ğinden olama-
yacağını, kendili ğinden bu ince düzenin, bu tabiat yasalar ının kurula-
mayacağını anlar, bunları yaratan yüce varl ığa bağlanır, bunların boş
yere yaratılmadığun anlayıp O'na iltica eder. O'ndan gelen davetçiye
uyar, günahlannın bağışlanmasmı diler.
Derin ve an düşünce, mutlaka insanı kudreti sonsuz olan Yarat ıcı-
ya teslimiyyete götürür. Bi şr ibn el-klâris el-klâfi şöyle demiş : "İnsan-
lar, Allah'ın büyüklü ğünü düşünseler, O'na isyan etmezlerdi." Temiz
tefekkür, başlı başına bir ibadettir. Allah'ın Resulü (s.a.v.) in ilk ibadeti,
tefekkür şeklinde başlamıştı . el-Hasan el-Basri: "Bir saat dü şünmek,
bir gece nafile namaz kılmaktan hayırlıdır." demiştir.

Bu âyetler, islâmda ibadetin özünü de ortaya koymu ş bulunmak-


tadır. İbadette önemli olan, huzur ve tefekkürdür. Huzursuz binlerce
rek'at namaz kılmaktansa huzur ile birkaç rek'at k ılmak daha iyidir.
Abdullah ibn Abbas şöyle demiştir: "Tefekkür içinde kılınan iki rek'at
namaz, gafil kalb ile bütün gece namaz k ılmaktan iyidir."
Caz': 4, Sure: 3 461

el-Hasan el-Basri ş öyle demiş : "Ey Adem oğlu karnının üçte bi-
riyle ye, üçte biriyle iç, üçte birini de dü şiinıneye ayır."'
Bu âyetler, Allah'a ibadette bir güçlük olmad ığını, her durumda
insanın O'nu düşünüp ibadet edebilece ğini gösterir. 191 nci ayet, ayak-
ta, oturarak ve yan üstü yatarak Allah' ın zikredilebilece ğini belirtmek-
tedir. Ashabdan İmran ibn Husayn, kendisinde nâsur (basur) illeti
bulunduğunu söyler. Allahı n Resulü (s.a.v.) ona: "Ayakta namaz kıl,
bunu yapaınazsan oturarak kıl, bunu da yapaırıazsan yan üstü yatarak
kıl."2 buyurmuştur. Ebu Dâvud'un rivayetine göre Hz. Pey ğamber
(s.a.v.), ya şlandığı zaman bir dire ğin yanında durmu ş ve o dire ğe da- ,

yanarak namaz ın ı kılmıştır3


Yukarıdaki ayetler, Kur'ân' ın düşünceye davet eden en etkili ayet-
lerindendir. Buhâri'de bu ayetin tefsirinde İbn Abbas'ın şu sözü nakle-
dilin "Bir gece Resulullah' ın zevcesi olan teyzem tmnıü Seleme'nin
yanında idim. Allah'ın Resulü bir saat kadar ailesiyle konu ştu, soriı a
uyudu. Gecenin son üçte biri olunca kalkt ı , göğe baktı "Göklerin ve yerin
yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip geli şinde elbette akli sell ın sahip-
leri için ibret verici deliller vardır" (mealindeki 190 ncı) ayeti okudu.
Sonra kalktı , abdest aldı , dişlerini misvalde temizledi, on bir rek'at
namaz kıldı . Daha sonra Bilâl ezan okudu. Allah' ın Resulü (s.a.v.) iki
rek'at namaz kll ıp çıktı , sabah namaz ını kıldırdı ."4
Abdullah ibn Ömer (r.a.), Hz. Aişe (r.a.) ya, Hz. Pey ğamber (s.a.v.)
den gördüğü en acâib (en be ğenilir) şeyin ne olduğunu sordu. Hz. Aişe
bu soru üzerine a ğlayarak ş öyle dedi: "Onun bütün i şleri acaipti. Benim
nöbetirrı de yanıma geldi, beraberce yata ğa girdik, cildini cildime dokun-
durdu, sonra:
— "Aişe, bana müsaade et, Rabbime ibadet edeyim, dedi. Dedim ki:
Vallahi senin yanında olmak isterim, senin Allah'a kulluk edip
yaklaşmanı isterim.
Kalktı, evdeki kırbayı aldı, üzerine biraz su döktükten sonra na-
enaza ba şladı . Namazda sakalı ıslanıncaya kadar a ğladı . Secdeye var-
dı, ağladı , göz yaşlariyle yer ıslandı . Sonra yan tarafına dayandı , ağladı.
Yanına Bilâl geldi, sabah namaz ı olduğunu bildirdi "Ya Resulallah,
namaz vaktidir" dedi. Bilâl Allah' ın Resulünün a ğlad ığını görünce:
1 İbn Kestr, Tefstr, İ . 438
2 134kt, Taksi.; 19; Tirmiii, Mevâkft, 157; İbn Mâce, İlame, 139; Ebu Dtıvild, Şalât,
bâb ft şalâtil-kfiScl.
3 Ebu Davud şalât, bâbu'r-racul ya<teruidu ş-şalâti.
4 Bullart, Tefsir, Âli İmran Suresi„
462 tınrân Suresi

— Ya Resulallah, neden a ğlıyorsun, Allah senin geçmi ş ve gelecek


günahlaı Int affetmi ştir? dedi. Allah'ın Resulü :

— Ey Bileti, neden a ğlamayayım, dedi bu, gece bana : "Göklerin ve


yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip geli şinde elbette akli selim
sahipleri için ibret verici deliller vardır " Cıyetleri indi. Bu tıyetleri
okuyup da bunlar üzerinde düş ünmeyene yaz ıklar olsun!"'

or.<
9 ı .a, o 9 t, o9

j_ACp y (.41
-

e
Ci ° " •°
.4—ıı.—) -,75 I °j 4— .5

9. 3 O o O t o 5s
J Ii I I
o, • .5, -..-, • ..9„tt , - • • ft 0.- -
4.5 - j

3 o9 1 "" - o ..9
J.ııı e 5.. ct. 1"..?

— ,

.3"51L..1 °İ Li • „I. , -

(' .tv)
• -• 0„ • -
Jı-JL>:- jLg...j -Y I
o
( 'N A) j 1:4 j -> Lt

195- Rableri onlara karşılık verdi : "Ben, sizden kad ın erkek, hiçbir
çahşanın işini zayi etmeyece ğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler,
yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldü-
rülenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onlan, altlarından ır-
maklar akan cenrretlere sokacağım. (Yaptıklarma) Allah kat ı ndan bir kar-
şılık olarak (bu nimetleri verece ğim),. Karşılıklann en güzeli, Allah kat ın-
dadır. 196- İnkiir edenlerin, öyle şehirlerde gezip dolaş ması seni aldatmasın.
197- Bu, az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennemdir. Ne kötü bir

5 Bu hadisi İbn Murdeveyh, <Atâ'dan; `Abd ibn IIumeyd tefsirinde Cafer ibn <Avrden,
Ibn Ebi Ratim ve 'bn 1-1ibban, cimrtın ibn Musa'dan rivayet etmişlerdir. /bn Kesir, Tefsir, I.
440-441
Cüz': 4, Sure: 3 463

yataktır orası : 198- Fakat Rablerinden korkanlar için altlarından ır-


ından ağır-
maklar akan cennetler var. Orada ebedi kalacaklar. Allah taraf
lanacaklardı r. Allah yantnda bulunanlar ise iyiler için daha hayırlıdır.

Tefsir:
195 nci ayetin, mü'minlerin annelerinden "Ummii Seleme'nin: "Ya
Resulallah, yüce Allah Kur'an'da hep erkeklerin hicretini övüyor, ka-
d ınların hicreti hakk ında hiçbir şey söylemiyor" demesi üzerine indi ği
rivayet edilir'. Birçok ayetlerde oldu ğu gibi Yüce Allah, bu ayette de
kadınların, erkeklerle her yönden e şit olduğunu, hiçbir einsin diğer cinse
bir üstünlüğü bulunmad ığını bildirmi ştir. Islamdan ba şka biçbir dinde
kadın erkek e şitliği, bu derece açıklıkla ortaya konmamıştır. Kadın er-
kek, birbirinin tamamlayıeısı, bir bütünün parçalarıdır. Biri olmayın-
ca diğeri de olmaz. Baz ı yönlerden Allah birine üstünlük vermi şse baz ı
yönlerden de di ğerine üstünlük vermi ştir. Erkek yönetimde, sevk ve
idarede, maddi güçte bir parça üstünse kad ın da anne olmakta, ev ida-
resinde, şefkat ve merhamette, duyarl ılıkta üstündür. Birlaenalyelı bun-
lardan birini diğerinden üstün saymak do ğru de ğildir Çünkü her birinin
kendine has özellik ve meziyyetleri vard ır. Allah'a kulhık ve insanlik
bakımından ise hiçbiri di ğerine üstün de ğildir. Allah huzurunda kad ın
da, erkek de insanlık yönünden birdir. Hangisi Allah' ın buyruklann ı
daha çok tutarsa Allah kat ında o üstündür.

• Her insan, bu dünyada Allah r ızası için yaptığı güzel işlerin karşı-
lığını Allah'tan alacak, altlanndan ı rmaklar akan cennetlere konacakt ır.
Şüphesiz, karşılıklann en güzeli, mükafatlann en iyisi, Allah' ın yanın-
dadır.
Yüce Allah, 196-198 nci ayetlerde diyor ki: Şu inkâr edenlerin, bir
süre için nimet içinde bulunmalar ı, refah içinde ya şamaları seni aldat-
masın. Onların bu hali geçicidir, bir deneme devresi içindir. :Görünü şte
nimet olan o servetler, gerçekte onlar için azapt ır. çünkü azâba dünü-
şeceklerdir. Onlar, kap ıldıklan aldatıcı hayatın mahiyyetine, cehenne-
me ko şmaktad ırlar. Varacakları yer cehennemdir.

Fakat Rablerinden korkarak günahlardan sakmanlar, dünya ha-


yatına aldanmayanlar için, altlarmdan ırmaklar akan cennetler vard ır.
Orada ebedi kalacaklard ır. Bu, Allah'ın ağırlamasıd ır. Elbette iyiler için
Allah katında olan ebedi nimetler, şu geçici dünya nimetlerinden daha
iyidir.

1 İhn Kesfr, Tefsir, I. 440-441


464 İmran Suresi

o .9 O
JJ C., 'Aya
• ,
J:f."` z.)1,

ci_, ") ° ;3 ı "J • °.,'T C. -J °e


„ 4»;-, 1 ;J F4J
„ o O .1 o ,
_ı-
e-0:$ j I -4J
e
t

k".512)1; ;J:J cj (t ct)


,•

199- Kitap ehlinden öyleleri var ki Allah'a inanırlar, size indirilene


de kendilerine indirilene de inanı,rlar, Allah'a saygı gösterirler, Allah'ın
ayetlerini birkaç paraya satmazlar. Onların mükafat ı da Rableri katın-
dadır. Şüphesiz Allah, hesab ı çabuk görendir. 200- Ey inananlar, sabredin,
sabırda direnip (düşmanlarınızal üstün gelin, savaş için hazırhkh, uyanık
bulunun ve Allah'tan korkun ki ba şarıya eresiniz!

Tefsir:
199-200: Kitap ehlinin hepsi bir de ğildir. Içlerinde insafl ıları var-
dır. Kimin ağzından çıkarsa çıksın gerçe ği kabul eden, taassuptan uzak
insanlar bulunur. Allah'a gere ği gibi inanan bu insanlar, hem kendi-
lerint indirilene, hem de müslümanlara indirilen vahiylere inan ırlar,
Allah'tan korkarlar, gerçe ği gizlemezler, Allah'ın âyetlerini dünya men-
faati karşılığında satmazlar.
Kitap ehli içinde böyle taassuptan uzak, gerçe ği duyunca kabul
eden insanlar, Kur'ân ı Kerimin birkaç âyetinde övülmektedir. 199
numaralı yukarıdaki âyetten ba şka aş ağıdaki ,âyetler de insan ı kitap
ehlini övmektedir:
"Şüphesiz iman eden(müslüman)lar, yahudiler, hırıstiyanlar ve
ve Sabiller, bunlardan kim ki Allah'a ve eıhiret gününe inanır, iyi bir iş
yaparsa elbette onlara Rableri katı nda mükafat vardır ; onlara korku yok-
tur ve onlar üzülmeyeceklerdir."'
"Kendilerine verdiğimiz Kitab ı gereğince okuyanlar var ya, işte onlar
ona (o Kur'ân'a) inan ıdar."2
" ... Kitap verilenler, bunun, Rableri tarafı ndan bir gerçek olduğunu

1 Bakara Suresi: 62
2 Bakara Suresi: 121
3 Bakara Suresi: 144
Cüz': 4, Sure: 3 465

"Resul' e indirilen(Kur'ân)t dinledikleri zaman, tantdtklart gerçek-


ten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştı 'g'ı nı görürsün. Derler ki : "Rabbimiz,
inandık, bizi şahitlerle beraber yaz!'"
"Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli arasında gece saatleri içinde ayak-
ta durup Allah'ın âyetlerini okuyarak- secdeye kapanan bir topluluk da
vardır. Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inantrlar, iyiliğ i emreder, kötülük-
ten menederler ; hayır işlerine koşarlar. İşte onlar iyilerdendir."2
"Musa'nın kavminden bir topluluk da var ki gerçe ğe götürürler ve
onunla adâlet yaparlar."'
"De ki : Siz ister ona inan ı n, ister inanmayın. O, daha önce ken-
dilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne
secdeye kapan ırlar. `Rabbimizin şetnı yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü
mutlaka yerine getirilmiştir!' derler. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar
ve (Kur'ân' ı dinlemek), onların derin saygısını artırır."4

"Bu(Kur'an)dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, buna inan ır-


lar. Onlara (Kur'an) okunduğu zaman : 'Ona inandık, o, Rabbimizden
(gelen) gerçektir. Zaten biz, ondan önce de müslümanlar idik.' derler. İşte
onlara, sabretmelerinden ötürü müldifatlart iki kere verilir; onlar kötülüğü
iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz r ızıktan (hayır yoluna) harcar-
lar."'
Hadiste sabit olmu ştur ki Müslümanlardan bir kısmı Habeşistan'a
hicret ettikleri zaman Ca'fer ibn Ebî Talib, Neca şi Ashame ve Patrik-
lerinin huzurunda Meryem Suresinin ba ş tarafın ı okuduğu ,zaman Ne-
caşi ve yan ındakiler, sakalları ı slanıncaya kadar a ğlamışlardı .' Bu Ha-
beş Kralı vefat etti ği zaman Hz. Peygamber (s.a.v.), bir mu'cize olarak
onun öldüğünü ashabına haber vermi ş ve: "Habeşistan'da bir kardeşiniz
öldü, ona namaz kılınız!" demiş , namazgâhta ashab ını iki saf yaparak
Neca şi'ye namaz kıldırmıştır.7

Hafız Ebubekr ibn Murdeveyh'in, klammad ibn Seleme-Sabit-Enes


ibn 1VIalik'ten nakline göre Neca şl vefat etti ği zaman Allah'ın Resulü

1 Ali İmran Suresi: 113-114


2 Mâide Suresi: 83
3 A'râf Suresi: 159
4 İsra Soresi:. 107-109
5 Kasas Suresi: 52-54
6 Müslim, Cenâiz, bil) 21, hadis 62-67; Tirmili, Cenâiz, 48; Nesâi, Cenâiz,
57; bn Mke, Cenâiz, 33
7 Aynı eserler.
466 İmran Suresi

(s.a.v.): "Kardeşinize istiğfar ediniz" deyince baz ıları ; "Habeşistan'da


ölen bh kâfir için mağfiret dilememizi mi emrediyor?" demişler, bunun
üzerine: "Kitap ehlinden öyleleri var ki Allah'a inanırlar; size indirilene
de, kendilerine indirilene de inanırlar, Allah'a saygı gösterirler, Allah'ın
âyetler;ini birkaç paraya satmazlar. Onları n mükâfat ı da Rableri katında-
dır. Şüphesiz Allah, hesab ı çabuk görendir." (mealindeki Ali İmran,
199.) ayet inmiştir. 1
Yukarıdaki ayetlerden ve bu hadisten anl ıyoruz ki Hıristiyanlar
içinde Hz. Peyğamber(s.a.v.)in pey ğamberliğini inkâr etmeyen, Al-
lah'ın da bir olduğunu itiraf eden tevhid inancına sahip insanlar da cen-
nete gideceklerdir. Ama tevhide ayk ırı olan teslise inan ıp M. Muhammed
Aleyhisselâma da dü şmanlık besleyen kimseleri, Kur'ânı Kerim kâfir
kabul ediyor. "Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmu şlardır"2
buyuruyor. Kifirlerin yeri ise cehennemdir. Allah'm birli ğine inanan ve
O'na kendi dini uyarınca ibadet eden bir ilahi din mensubu, K. Kerime
göre mü'mindir ve her mü'min, Allah katında mükafatmı alacaktır.

Yüce Allah, aldatıcı yaşayışa kapılan inkarcılarm akibetin;., mü'-


minlerin varacaklar' güzel sonucu belirttikten, kitap ehli içinde taas-
suptan uzak ki şilerin de ecir ve mükâfata nail olacaklar ını ifade buyur-
duktan sonra müslümanlara, Hak yolunda sab ır ve sebatı öğütleyerek:
"Ey inananlar, sabredin, sabırda (düşmanlarmızla) yar ışın, direnip on-
lara üstün gelin, savaş için hazırlıklı ve uyan ık bulunun, s ınırları kollay ın,
nöbet bekleyin ve Allah'tan korkun ki ba şarıya eresiniz!" buyurmaktadır.
Düşmana üstün gelmenin s ırrı , sabır, sebat, elden geldi ği kadar sava ş
araçları hazırlamak ve her zaman uyan ık bulunmaktır. Sava ş a daima
hazırlıklı bulunanlar, gafil avlanmaz, ba ş arıya ulaşı rlar.
Sabır : Nefsi kendisinde olan ho şlanmadığı şeylere katland ırmak-
tır. Mu şdbere ise onu gerek kendisinde, gerek kendi d ışında bulunan
zorluklara katland ırmaktır. Hastahk, nefsin kendisinde bulunan bir
zorluktur. Nefsin hastal ığa katlanması sabırdır. Cihad ise nefsin dışında
olan bir zorluktur. Nefsin ona katlanmas ı ise mu şabere'dir.
RilıCif da nefsi güzel niyyete, güzel i ş yapmağa yöneltmektir. Gü-
zel işlerin en iyisi de Allah yolunda at ba ğlamak, Allah yolunda sava ş -
mak ve nefsi namazlara ba ğlamaktır. Allah'ın Resulü (s.a.v.), cihad için
at beslemenin ve Allah yolunda cihad ın faziletine dair çok hadisi Şerif
irad buyurduğu gibi bizzat nefis ile ma'nevi sava şın da ribât olduğunu

1 Ibıl Kesti., I. 443


2 1VI'U'ide Suresi: 73
Cüz': 4, Sure: 3 467

belirtmi ştir: "Size, yap ıldığı zaman Allah' ın hatüları sileceği, dereceleri
yükseltece ği bir amel (iş) söyleyeyim mi? dedi. Söyle, dediler, ya Resulâl-
lah. Zorluklar karşısında (soğukta, hastal ıkta ve di ğer güç zamanlarda)
güzelce abdest almak, mescidlere çok gitmek, namazdan namaz ı gözetmek.
İşte bu, ribâtır."'
el-Murübata : savaş için at haz ırlamak ve daima sava ş a hazırlıklı
bulunmaktır. Rübitü emri, daima düş mana karşı uyanık ve hazırlıklı
bulunan, anlamınadır.
Yurdu beklemek, sınırda nöbet tutmak büyük sevapt ır. İbn Kes?",
bu konuda birçok hadis nakletmi ştir. Bunlardan baz ıları şöyledir:
"Herkes ölünce ameli kapan ır. Allah yolunda murüb ıt (sınırda düş-
manı bekleyerek) ölen kimsenin ameli, ta Tay amete kadar sürekli artar
ve o kimse kabir fitnesinden (azâbından) güvende olur."?
"Allah yolunda bir gece nöbet beklemek, gecesi namazla, ğündüzü
oruçla geçen bin günden hayırlıdır."'
"Bir savaşta Allah'ın Resulü (s.a.v.), gece olunca :
— Bu gece bizi kim bekler, ona duâ edeyim de o da onun bereketini
görsün dedi. Ensar'dan bir adam kalktı :
— Ya Resulallah, ben, dedi. Allah' ın Resulü ona çok duâ etti. Bir
başka Ensarlı geldi
— Ben de beklemek istiyorum, ya Resulâllah, dedi. Allah' ın Resulü
(s.a .v.) ona da duâ etti. Sonra şöyle buyurdu : Allah yolunda uykusuz
kalan bir göze, cehennem ateşi haram kılınmıştır."4

1 Müslim, Tahâret, bâh, 14, hadis: 41


2 Ebu Davud, TirMi21, Ilükim ve Ahmed ibu Hanbel rivayet etmi şlerdir. Faydu'l-IÇadir,
V. 34
3 Taberâni, Hakim, ve Beyhaki rivayet etmi şlerdir. Eaydu'l-ladir, III. 379
4 İbn Kesir, I. 445; et-Tar ğib, II. 250-51
4\>>

c(P N/SA.' SURES İ

Büyük bir k ısmı kadın haklarından söz etti ği için "Nisâ' (kadınlar)
Suresi" adiyle anılmış olan bu sure, hicretin 3-5 nci y ılları arasında ve
Mümtehine Suresinden sonra inmi ştir. 176 âyettir.

Yetimler, yetim hakim, evlenme ve kar ı-kocanın birbirlerine karşı


vazifeleri, kad ın hakları, zayıfların hukuku, cünüplük ve sarho şluğun
hükümleri, buyruk sahiplerine itaat, Kur'an ve sünneti'', düzenin teme-
li olduğu, açıklık olmayan hususlarda ilim sahiplerinin ictihad yapa-
cakları, düşmana karşı hazırlıklı bulunma, zalimlere kar şı savaş, müs-
lümanların birlik ve beraberli ği, müslümanlarla gayri müslimler ara-
sında vukubulacak sava ş, andlaşma gibi siyasi ilişkiler, adam öldürme-
nin hükümleri, hakimlerin göz önünde bulunduracaklan prensipler, su-
renin başhca konularıdır.
Surede münafıklara hücum edilmekte, pey ğamber gönderilmesin-
deki hikmet ve bütün peyğamberlere inanmanm gereklili ği anlatılmak-
ta, Hz. Isa'nın gerçek niteli ği ortaya konmakta, Yahudi ve h ıristiyan-
larm, Hz. İsa hakkındaki yanlış düşünceleri düzeltilmekte ve bütün in-
sanlar, hakkı kabule davet edilmektedir.
Surenin içine, Hz. Peygamber (s.a.v.) in hayat ına dair bazı bölüm-
ler ile öfflit ve telkinler de girmi ştir. Konuların bir bölümünün daha
önce, bir bölümünün de daha sonra nazil oldu ğu anla şılmaktadır. Bir-
biriyle zaman ve konu bak ımından bağlantılı bölümler bulunduğu gibi
bağımsız konular da vard ır. fiıyetlerden bir kısmı, daha önce, bir kısım
da daha sonra inmiş , fakat çe şitli tarihlerde inen bölümler, bu sure için-
de bir araya getirilmiştir. Baz ı rivayetlere göre bu sure, Medine'de inen
surelerin altıncısı , bazılarına göre de sekizincisidir. En sonundaki Kelâle
ayeti, mirasla ilgilidir. Bu ayetin, daha önceki mirasla ilgili ayetler
arasına konması uygun clurdu. Konu bak ımından bu ayetin sona kon-
ması uygun düşmemektedir. Bu, ancak bir sebeple izah edilebilir: Su-
renin bütün âyetleri toplan ıp sıraya konduktan sonra bu ayet inmiş
olduğu için en sona konmu ştur. Buhari'llin tesbit etti ği bir rivayete göre
Kur'an-1 Kerim'de inen son ayet, bu surenin sonundaki Kelâle ayeti-
dir.°
1 Bubari, Tefsfrul-Kur'tın, btıb Yesteftılnek...
470 Nisâ' Suresi

.J 11 e J ,
4sşı

C C
.5 e ;

° -<•Cp..-°;'51 . ■
(N)

Rahman ve Rahim Allah' ın adiyle. 1— Ey insanlar, sizi bir tek nefis-


ten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kad ınlar
üreten Rabbinizden korkun ; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak) tan sakının. Şüphesiz Allah,
sizin üzerinizde gözetleyicidir.

Tefsir:

1— Bu sure, kısaca insan hayatının başlangıcma ve insanların bir


tek nefisten türedi ğine, o nefsin e şinin de kendisinden yarat ıldığma
dikkati çeken bu âyetle ba şlamaktadır.

Bu ayet, Kur'ânı Kerim'in bir mu'cizesidir. Cenab ı Hak: ey insan-


lar, sizi bir tek nefisten yaratan ve eşini de yine o nefisten yaratıp iki-
sinden birçok erkekler ve hadınlar var eden Rabbinizden sakınınız!..
buyurmakt ad ır.

Nefis kelimesi, ruh ve insan ın kendisi anlamına gelir. Burada kas-


dedilen nefsin Hz. Âdem Aleyhisselâm oldu ğunda bilginlerin ittifak ı
vardır..Bu âyete göre yüce Allah, bütün insanlar ı, erkekleri ve kad ınları
bir tek nefisten, yani Hz. Âdem'den yaratm ıştır. Bütün, insanlar, bil-
kuvve Adem'de mevcut idi. E şi de onun vücudunda idi. Sonra ondan
ayrı bir vücut olarak yarat ılan eşiyle o ilk insanın birleşiminden, doğ um
yoluyla erkekler ve kad ınlar yaratıldı .

Âyetteki nefis kelimesi, asl ında canlı anlamına gelir. Nefes de


canlılık belirtisi olan soluk al ıp verme ğ e denir. Genellikle müfessirler,
buradaki nefis kelimesiyle Hz. Âdem'in kasdedildi ğine kani olmuşlar
ve bu tefsire delil olarak da Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in şu hadisini
göstermişlerdir: j c c.;i1...4- 51,11 ,:ı l; I,ş .L.34
.L.JR; 4:55bI j a 3 ,51:4 oyoİ L.:J1
Kadınlar hakkında hayır tavsiye ediniz. Çünkü kad ın, eğri kaburga
Cüz': 4, Sure: 4 471

kemiğinden yaratılmıştı: . Kaburga kemiğinin en eğrisi, baş tarafı dır. Onu


doğrultmağa çalıştı-san !ararsın, hali üzre bıralcırsan öyle eğri kalır.
Kadınlar hakkında hayır tavsiye edin (Onlara karşı iyi davranm)." 2
Bu hadisten, Hz. Adem'in kar ısı Havva'nın, :Adem'in kaburga
kemiğinden yaratıldığı manası anlaşılmıştır. Oysa bu, kadınların has-
sas ruhi durumunu belirten mecâzi bir ifadeclir. Abdu'r-Raüf el-Mu-
nâvi de bu manayı anlamış ve Havvâ'mn, kdem'in kaburga kemi ğinden
yaratıldığı görüşünü kile 'söylenir' kelimesiyle kaydederek bunun zay ıf-
lığnu belirtmi ştir.2 Ebu Müslim de Hz. Havvâ 'nın kaburga kemiğinden
yaratıldığı görüşünü kabul etmemiştir.' Müttefekun-akyh olan bu ha-
diste, Havvâ ile fikdem'den söz edilmemi ş , ancak kadının dıl<dan (yani
eğri bir şeyden) yarat ıld ığını söyleyerek Resuli Ekrem Efendimiz, kad ın
ruhunun çok hassas oldu ğunu, ufak bir sertlikten knılacağını, onu hoş
tutmak geekti ğini anlatmıştır.
Ş ayet Hz. Peygamber (s.a.v.) gerçekten Hz. Havvâ'mn, Hz. Adem'-
in kaburga kemi ğinden yaratılmış olduğunu söylemi ş olsa bile bunun
ilmi bir anlamı vardır. Bunu izah etme ğe çalışacağız.
Bizim kanaatimize göre âyetteki nefis, Hz. İdem'i değil, insanın
aslı olan ilk canlıyı kasdetmektedir. Yüce Allah buyuruyor ki: Sizi
bir tek canl ıdan yaratan ve ondan e şini var eden, ikisinden de birçok
erkekler ve kad ınlar yaratan Rabbinizden korkun.
Birçok âyetlerde insan yarat ılışmın bazı aşamalardan, evrim
saflıalarmdan geçirildiği belirtilmiştir. Nuh Suresinin 12-13 ncü âyet-
'elinde: "Size ne oluyor ki Allah için sayg ı (göstermek) istemiyorsu-
nuz? Oysa _O, sizi çe şitli aşamalar halinde yarattı !" buyurulmaktadır.
Demek ki insan, hemen birden bire ortaya ç ıkmış bir varlık de ğil, uzun
bir tekâmül sonucu süzüle, süzüle yarat ılmış en mütekâmil varl ıktır.
İşte yüce Allah, bu âyeti kerimede, kâinatm özü olan bu varl ığın yara-
tılışm ın ilk aş amalarından birine, ilk üreme safhasma i şaret buyurmak-
tadır.
Bilindi ği üzre canlılar, üreme yoluyla çoğalır. Biyolojiye göre üre-
me, e şeysiz ve e şeyli olmak üzre ikiye ayrılır. ilkel üreme tarzı olan
eşeysiz (yani cinsiyete dayanmayan) üremede yavru, iki canlmm birle ş-
mesinden de ğil, bir tek- canlının, kendi kendine bölünmesinden, yahut
tomurcuklanmasmdan meydana gelir. Birçok su yosunlar ı, bakteriler, .

1 Buhar?, Nikkih, 79, 80; Feyçlu'l-$adir, L 503


2 Yeyçlu'l-I,Cadlr, I. 503
3 Tefstru Ayati'l-Algdin ı, IL 18
472 Nisâ' Suresi

kamçılı tek hücreli hayvanlar, bölünerek ürerler. Biraz daha ileri saf-
hada tomurcuklanma ile üreyen canl ılar vardır. Bu üremede batan yav-
ru, anneden ayrılmaz, onunla birlikte koloni te şkil eder, hazan da anne-
den ayrılıp kendi kendine ya ş ar. Tatlı su hidrası, polip, mercan bu tip
üreme ile ço ğalan canhlard ır.
Zayıf canlıların meydana geldi ği bu tür üreme, hayat şartları kolay
olan denizlerde, su kenarlarında görülür. Karada ya ş ayabilmek için kara
ş artlarına dayanıklı varlıklar gerektir. Bu canlıların meydana gelmesi
de ancak iki canlının cinsel hücrelerinin birle şmesine bağlı kıhnmıştır.
Bu tür iiremeye de e şeyli yani cinsel üreme denir. Demek ki hayat önce
eşeysiz olarak denizlerde, su kenarlar ında görülen basit canklarla ba ş
lanuş , sonra karaya geçmi ştir.
Yüce Allah, Enbiya suresinin 30 ucu âyetinde buna şöyle işaret
ediyor: "inkeır edenler görmediler mi ki göklerle yer birbirine yapışık
idi, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık."
İşte tefsirine çal ıştığımız bu âyetten anladığımıza göre insanı oluş-
turmak üzre yarat ılan bir tür canl ı, önce e şeysiz üreme (kendi kendine
çoğalma) ile, ba şka varhklara veya hayvanlara hiç de ğişmeden kendi
istikametinde tekâmül edip e şeyli üreme a şamasına gelmiş , sonra da ilk
defa kendisinden üremi ş olan dişisiyle birle şerek, birçok insanlar ve ka-
dınlar yaratılmış olabilir.
Bu sözümüzle biz, bütün canl ıların, bir tek hücreden tekâmül edip
çeşitli hayvanların bu suretle meydana geldi ğini, insanın da herhangi
bir hayvandan veya maymundan türedi ğini söylemek istemiyoruz.
Mevcut canlıların hepsi tekâmül geçirmi ş olabilir. Fakat hiçbirinin, di-
ğerinden evrimle şerek bugünkü biçimine geldi ği kanısında değiliz.
Yüce Allah, her canlı türünü meydana getirmek üzere çe şitli hüc-
reler yaratm ış olabilir. Mevcut canlıların her biri, kendilerinin meydana
gelmesi için yarat ılan ayrı ayrı ana hücrelerden, kendi köklerinden
evrimleşerek bugünkü şekline getirilmiş olabilir.
İnsanın da basit, kendi kendine üreyen bir ilk kökten, bir ilk can-
Man yaratıldığını düşünebiliriz. İnsanın aslı olan bu canlı, -git gide
tekâmül edip önce şu, sonra bu hayvana, ondan sonra da insana çevril-
meden,- do ğrudan do ğruya gittikçe tekâmül eden insan modeli canl ı-
lardan geçe geçe, ak ıl ve yeteneklerini kazanan ve Adem ad ını alan in-
san şekline gelebilir. Duyular ını ve aklını kazandığı zaman Adem adını
alan bu en mütekâmil, kâinatm özü insan ın, kendisi gibi mütekâmil
insan düzeyine ula şmış olan e şiyle çiftle şmesinden birçok erkekler ve
kadınlar yarat ılıp dünyaya yayılmıştır.
Cüz': 4, Sure: 4 473

"Nefsi vâhide ile Adem'in kas'dedildi ğine dair bir na şş yoktur. Mü-
fessirlerden baz ılarma göre bu tür hitaplar Mekke halk ına, yahut Ku-
reyş Kabilesine yöneliktir. 0 zaman nefsi vallide ile kasdedilen, Mekke
halkının atası Adnan olur. E ğer en-ntıs tabiriyle bütün Araplar kasde-
dilini§ ise o zaman nefsi vâhide, bütün Araplar ın atası Yacrub veya
Kabtan olur. E ğer en-niis ile bütün insanlık kasdedilmi ş ise o takdirde
bu ayette"), herkes kendi inanc ına göre insanlığın atasını anlar. Bütün
insanlığın Adem'den geldiğine inananlar, nefsi vâhide ile Adem'in kas-
dedildiğini Milletlerin ayrı ayrı atalardan geldiğine inananlar
da nefsi vâhideyi kendi inançlarına göre yorumlarlar.
"Bakara Suresinin baş tarafının tefsirinde Adenı'den önce yeryüz-
ünde insan cinsinden fesat ç ıkaran, kan döken birtakı m yarat ıklar'n
bulunduğunu söyleyen Muhammed Abduh, nefs-i vâhideyi, Adem diye
tefsir edenlerin, ayetin na şşına de ğil, insanlığın atasmın Adem olduğu
hakkındaki önyargılarma dayand ıklarmı söyler ve şöyle devam eder:

"Adem'in, bütün insanl ığın babası olduğuna dair Kur'an'da kesin


bir nas yoktur. Ilmi ara ştırmacılar, insanların, çeşitli babalardan türe-
diklefini ileri sürerler. E ğer araştırıelların dedikleri gibi insanlar, çe şitli
köklerden türemiş lerse bu, Kur'ân'a ayk ırı değildir. Kur'an, bu konuda
söylediklerini, öyle genel ve şümullü söylemiştir ki ne Yahudiler ona
itiraz edebilmi şler, ne de ara ştırıcılar onun, kendi bulgular ına aykırı
düştüğünü söyleyebilmişlerdir.
"Nefis kelimesi, insan ı oluşturan, seçkin varl ık yapan mahiyet(in-
sanın hakikati)dir. Bu hakikat ister ehli kitab ın dediği gibi Adem ile
başlasm, şiilerin ve süfilerin dedi ği gibi sonradan inkıraz eden ba şka
Ademlerle başlası n, yahut ara ştırı cslarm dedi ği gibi çe şitli köklerden
türesin fark etmez. Insan ın yaratılışmdan söz eden bütün ayetler, bü-
tün insanların bir tek nefisten geldi ğini söyler. Bu tek nefis, insan ın
hakikatidir. İnsanlar, bununla insan olmu şlardır. İnsanlar, Âdem Aley-
hisselâm'dan da gelseler, kendilerinden önceki canl ılardan da türemi ş
olsalar, onları insan yapan, bu tek hakikattir. Hepsi bu ortak hakikat
ile insan olmuşlardır. Bundan dolayı karde ştirler.„'
Insanı -canlı kılan nefis üzerinde çok ihtilaf vard ır: Baz ılarına göre
nefis, bedenin a'raz ındandır, (belirtilerindendir), ba ğımsız bir varlığı
yoktur. 0, hayat ın kendisidir. Cumhura göre nefis cevherdir. Baz ıları-
na göre nefis maddedir, bazılarına göre de maddeden ayr ıdır. Bir görüşe
göre nefis bedenin bir parças ıdır. Diğer bir görüşe göre bedenden ayr ı
olan nefis, bedenin içine konulmu ştur. Ruhun nefis veya nefisten ba şka
bir şey olduğu hakkında da ihtilaf vardır. Bazılarına göre bu konuda
kesin bir şey söylenemez.

1 Muhammed Re şid Ruja, Tefdru'l-Kurin, IV. 326-327


474 Nisâ Suresi

Bütün bu görü şler, İslâm kelâmcı, felsefeci ve mutasavv ıflarmın


görüşleridir. Hiçbiri diğerini görüşünden dolayı tekfir etmemi ştir.
E ş'ari mütekellimlerinden Kad ı Ebubekr el-Bâkillâni'ye göre ruh, &sl ııı
belirtilerinden bir belirtidir (arazd ır), hayat ı n kendisidir. Bâkıllâni ve
taraftarları , bu görüşlerine ra ğmen ehli sünnet i ınamlarmdan sayıhrlar.
Âyeti kerimelerin özünden anlad ığımıza göre insan ın yaratılışı ,
birtakım evrelerden geçirilmi ştir. İnsanın bir tekâmül geçirdi ği düşünce-
si, İslâm filozofları tarafı ndan işlenmiş bir konudur. Bu hususta daha
geniş bilgi için "Kur'ân'ı Kerim'e O, e Evrim Teorisi" adlı makale ınize
bakılabilirl
Kur'ânı Kerim, yaratılışın esaslarına işaret eder, teferrüât ı araştırı-
eıların incelemelerine b ırakır. Onun yarat ılış hakk ında söyledikleri,
bilime uygun düşmektedir. Kur'ân ı Kerim'de ispath ilme aykırı düşen
hiçtir âyet yoktur.
İnsanın yarat ıhşı hakkında bugün ortaya at ılan görüş ler de sonuç-
ta bir teoridir. İnsanın mutlaka şöyle veya böyle bir tekâmülden geçip
bu hale geldi ğini kesin biçimde söylemek mümkün de ğildir. Çünkü is-
pat' mümkün -olamaz. İspatı mümkün olmayan da pozitif ilim olamaz.
Demek ki bu söylenenler bir tahn ıindir. Ancak âyetlerin ruhundan in-
sanın bir tekâmül geçirdi ğini anlıyoruz. Fakat bu tekâraülün a şamala-
rını , yolunu bilmekten âciziz. Gerçe ği ancak Allah'ın ilmine havale ederiz.
1 nci âyet insan ın kökenine iş aret ederek "Sizi bir tek canl ı varlıktan
yaratan ve ondan eşini var eden, ikisinden de birçok erkekler ve kad ınlar
yaratan Rabbinizden korkan!" buyurmaktadır. Demek ki bu ilk a şamada
insanın eşi, müstakil yaratılmamış , insanın kendisinden yarat ılmıştır.
O halde insanın ilk çoğalması , cinsel olmayan ço ğalmadır.
Hadisi şerifte e ğer "kadın" tabiriyle kasdedilen, Hz. Havvâ ise,
Havvâ'nm Adem'den yarat ılması , insan ın kökenindeki bu e şeysiz ço-
ğalmaya iş aret olabilir. Böylece yüce Kur'ân'm i şareti, filmin ışığı al-
tında ne güzel çözümlenmektedir!
Bu âyeti kerime'de, önemli, bir gerçek daha vard ır. Ş öyle ki: Çok
hücreli canlılar ve bunlar aras ında insanlar, birle şme yoluyla ürerler.
Birle şmede erkek, di şiye sperma hayvanc ığı verir. Bu hayvancık, dişi-
deki yumurta)i aşılar, zigot, embrio olu şur ve cenin meydana gelir,
insan olur.
Sperma hayvanc ığı, başı ve kuyruğu olan, mikroskobik, canh bir
cisimciktir. Bu cisimciğin yumurta şeklindeki baş kısmının ortasında

1 Ku'rkm Kerime Göre Evrim teorisi, ıltıhiyat Fakültesi Dergisi, C. XX. s. 127-146
Cilz': 4, Sure: 4 475

çekirdek bulunur. Çekirde ği, protoplasm sarm ıştır. Çekirde ğin içinde,
birbiri içine geçmiş kromozom iplikleri mevcuttur. Her birinin özel bir
şekli bulunan bu ipliklerin sayısı , cinslere göre de ğişir ve her cinste
sabit miktardad ır. Mesela insan sipermasında 23 tane kromozom vard ır.
Bu sayı değişince, canhnm biçimi ve yap ısı da değişir.
Sperma ana hücresinin çekirde ğinde 23 çift kromozom bulunur.
Yani spermadakinin iki kat ı . Kadının yumurtası da aynen sperma gibi-
dir, ancak spermanm ba şı ve kuyruğu varken yumurtan ın kuyruğu
yoktur.
Erkek tohumunun ana hücresindeki kromozom çiftlerinin her biri,
ba şka bir biçimdedir. Kad ın yumurtasınm ana hücresi de aynı durum-
dadır. Erkek tohumunun ana hücresiyle kad ın yumurtası= ana hücresi
arasında bir fark vard ır. Erkeğin ana hücresindeki kromozom iplikleri-
nin son çifti birbirinden farkl ıdır. Bu kromozomlardan, biri uzun çomak
gibi, diğeri kısadır. Bunlardan uzunu x, kısayı y ile gösterelim. Kad ın
yumurtasının ana hücresindeki kromozomolar ın son çifti, birbirinin ay-
nıdır, ikisi de uzundur.
Cinsel birle şmede erkek, takriben 500 milyon sperma hayvanc ığı çı -
karır. Bunların yarısı uzun, yarısı kısa kromozom ta şır. İşte döllenme
esnasında e ğer yumurtayı kısa ip taşıyan sperma (y) a şılarsa yavru
erkek, uzun tip ta şıyan sperma a şılarsa yavru kız olur. Demek ki ço-
cuğun oğlan veya kız olması , anneye ba ğlı değil, tamamen babaya ba ğ-
lıdır. Erkek cinsi de, kadın cinsi de bir tek nefisten, yani erkekten gel-
mektedir. Kız veya erkek çocuk do ğurmak, kad ının elinde olan bir şey
değildir, erke ğin de elinde de ğildir. Bu, takdiri ilâhiye ait bir şeydir.
'Öyle ise kız çocuk doğurduğu için karısın ı kınayan, onu azarlayan-
lar, tamamen haks ız hareket etmektedirler. Çünkü yavrunun cinsiri
belirleyen unsur, karılarmdan de ğil, kendilerinden çıkmıştır. Bu da
Allah'ın .hikmetidir, O'nun kudreti ve takdiridir.
"Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve rahimlerden
(akrabalık hakkına karşı gelmekten) sakıntn." cümlesinde yüce Mevlâ,
Allah'a itaati, akrabal ık hakkına saygıyı emrediyor. İnsanlar aras ında
adettir: "Allah hakkı için rica ederim," "akrabal ık hakkı için rica edi-
yorum" denilir. İnsanlar, bu ikisini anarak birbirlerinden istekte bulu-
nurlar. Bu, tür sözler, Allah'a ve akrabal ığa saygmm ehemmiyetini belir-
tir. Şimdi Cenabı Hak diyor ki: Adlarına birbirinize and verip dilekte
bulunduğunuz Allah'a saygı gösteriniz, akrabal ık haklarını çiğnemek-
ten sak_mını z, bunlara hürmette kusur etmeyiniz. Allah'a itaat ediniz,
O'nun buyruklarını tutunuz, akraba ile de ilgiyi kesmeyiniz.

476 Nisâ' Soresi

ra,bm'in çoğuludur.' Ratım, kadının çocuk yata ğıdır.


Fakat akrabalığa da denir. şıla-i rabim, akrabayı ziyaret; kat`-i rabim
ise akraba ile ilgiyi kesmektir. Burada Arbam hakk ına riayet emredil-
mekle, kadınlara karşı şefkatle davramlmas ı, aile hukukuna riayet edi-
lip aralarında rahim ba ğı bulunan insanların, birbirlerine kar şı sevgi ve
şefkatle hareket etmeleri, akraba ile ilgiyi kesmemeleri emredilmektedir.
Bu ayetin iniş sebebi hakkında bir olay nakledilmemi ştir. Başın-
dan sonuna dek insan haklarına ili şkin hükümler ihtiva eden Nisâ Su-
resinin erke ğin, kadının, çeşitli ırklara mensup insanlar ın ortak niteliği
olan en-nas (insanlar) tabiriyle ba şlaması, insanların bir tek kökten gel-
diğinin belirtilmesi ve akrabal ık hakkına saygmın eınredilmesi, bütün
insanların aynı kökten gelmi ş , aynı ana-babadan türemi ş karde şler
olduğuna dikkati çekmek içindir. Bu âyet, ırk, dil, bölge farkı gözetme-
den bütün insanlığa hitabeden islamın cihan şümul, toplayıcı, birleş-
tiriei ezeli hitaplarından, yaygın prensiplerinden, derin hikmetlerinden
biridir.

°e5 ° "t "J 1 5e4' :1(J


• (ıi j ia.. • „ 3. il • s ..•
° 5..1,, cı, C.
ı ıe o `..11 •
I jj I (..)C1
-1,:r1 c. °J-T
°r)<3 °(*i c (.5.4.31.$ ,L,A11
• ı s •
(0 U".;= ft, O iwt.S•j 1~4.4

2— Yetimlere mallar ını verin, ternizi pis olanla değiştirmeyin, malla-


rının onların mallarına katarak (helal, temiz mal ınızı kirletip) yemey in ;
çünkü bu, büyük bir günaht ır. 3— Şayet yetim (kızlarla evlendi ğiniz tak-
dirde onlar hakk ında adeileti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız,
size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alı n. 0(kadı)nlar
arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın ; yahut
sahib olduğunuz ceiriyelerle yetinin. Cevr (ve haks ı zlık) etmemeniz için
en uygun olan budur. 4— Kadınlara mehirlerini, bir hak olarak verin ; eğer
kendi istekleriyle o mehrin bir k ısmını size bağışlarlarsa onu da C ıfiyetle
yeyin!
Cüz': 4, Sure: 4 477

Tefsir:
2— el- Yetâmâ, yetim'in çoğuludur. Yetim, tek kalma andamındaki
yetem'den gelir. Babas ı ölmüş kimseye, babas ından ayrı, tek kaldığı
için yetim dendiği gibi kocası ölmüş kadına da yetime denir. Bu, keli-
menin dil anlamı dır. Bu anlamda kaç ya şında olursa olsun, babas ı öl-
müş insana yetim denebilir. Fakat örfen yetim, babas ı ölmüş çocuğa
verilen addır. Erginliğe eren çocu ğa yetim denmez. Hz. Ali "Bulü ğa
erdikten sonra yetimlik kalkar" buyurmu ştur. Demek ki örfen babalar ı
ölmüş erkek ve kız çocuklara ço ğul olarak yetâmâ ve eytam dendiği gibi
kocasız kalmış kadınlara dahi dil bakımından yerime denir. Çünkü bun-
ların hepsi himaye ve şefkate muhtaçnr.,
Bu ayette Cevab ı Hak, yetimlere mallar ının geri verilmesini em-
rediyor. Baz ı müfessirlerin nakline göre: erginli ğe ermiş bir yetime,
amcası malını vermemiş, yetim de amcasını Hz. Peyğ amber(s.a.v.)e
şikayet etmi ş , bu ayet inmi ştir.°
Bu rivayet do ğru olabilir. Fakat ayetin ini ş sebebi olarak yalnız
bu olayı göstermek uygun de ğildir. Çünkü bu ayet, belli bir olaya s ığ-
mayacak kadar geni ş anlamlıdır. Her devirde, vesayetleri alt ında bulu-
nan yetimlerin mallarını hile ile yiyen, kendi yararlannda kullanan,
onların değerli mallarını, aynı cinsten fakat dü şük kaliteli mallaı la de-
ğiştiren insanlar çoktur. İşte ayeti kerirne, bu tür davran ışları yasak-
lamaktadı r.
Ayetteki lıabU ve ayyib'den maksat, haram ve helal oland ı r. Yani
helal malınızı bırakıp onların, size haram dan mallarını yemeyiniz, de-
mektir. Ba_ ı müfessirlere göre 4abg ve tayyib'den maksat, kötü ve iyi
olandır. Süddi ş öyle demiş : Bazı insanlar, yetimin şişman olan koyununu
alır, yerine zayıf koyun verirler " İşte koyunun yerine koyun" derlerdi.
Yahut yetimin de ğerli olan paras ını alır, yerine de ğersiz para verirler,
"O da dirhem, bu da dirhem" der)erdi. 2
İmam Ebu Hanife'ye göre bu ayet, yetimin malmm kendisine ve-
rilmesini emretmi ş , yetimin temyiz yetene ğine erişmesi ş art ko şulma-
mıştır. Ancak 6 ncı ayette nikah ça ğına varıncaya kadar yetimin de-
nenmesi, rüşde erdiği anlaşıhrsa malının verilmesi emredildi ğinden ma-
lının kendisine verilmesi için yetimde rü şd aranır. E ğer yetim, erginli ğe
erdiği halde henüz rü şde (yani temyiz yetene ğine) ermemi şse yirmi be ş
yaşına varıncaya kadar beklenir. Yirmi be ş yaşına bastığı halde rüşdüne
1 et-Tefdru'l-b.actil, IX. 8
2 Taberl, IV. 229; Ibn Kedi., I. 449
478 Nısâ' Suresi

ermemi şse artık beklenmez, rü şde ersin ermesin mal ı kendisine verilir.
Çünkü "Yetimlere mallar ını veriniz" emri mutlaktır.
Tabii, âyttteki veriniz tabiriyle bizzat mal ı kendisine vermek ka-
bul edilirse bu yorum do ğru olabilir. Fakat âyetin as ıl kasdı, yetimin
malının kendisine verilmesi de ğil, zimmete geçirilmemesi, onun yararına
korunması , işletilmesi, geli ştirilmesidir. Burada yetim ile yaln ı z biliiiğa
ermemiş babasız çocuk de ğil, akli yeteneklerini kazan ıp kendisini idare
edecek düzeye gelmemiş , babasız, zayıf insan, kasdedilmi ştir. Yani ye-
tim'in lûgat mânası burada daha kuvvetlidir. Vermek tabiri de onun
malını korumak, zimmete geçirmemek anlammad ır. Yoksa mahnı, mu=
hafaza edemeyecek durumda bulunan bir çocu ğa vermek ona biL'r yarar
sağlamaz. Halbuki bu emrin amac ı, yetimin yarar ıdır. Nitekim 6 ncı
ayette kendisini idare edemeyecek durumda olan yetimlere mallar ının
verilmeyip onlar lehine korunmas ı emir buyurulmaktad ır.

Velisi, yetimin mal ını muhafaza eder, batt ı onun yararına işletir,
geliştirir. Yetimin, kendi mal ın ı koruyacak, iyi istikamette kullanacak
duruma geldi ğini anlayınca malını ona teslim eder. Âyetin amac ı , ye-
tim haklarının korunmasıdır.
3 numaralı ayet, yetim kızlara kar şı adaletli davranamama endi-
şesi oldu ğu takdirde yetim olmayan kad ınlarla evlenmeyi ö ğütlemek-
tedir. Ayetin anlamı şudur: "Yetim, k ızlarla evlendiginiz zaman onlara
karşı adâletli davranamayacagınızdan korkarsanız onlarla evlenmeyiniz,
size helâl olan başka kadınlarla evleniniz."
Bu âyetin iniş sebebi hakkında bir olay zibredilmemi ştir. Ancak
âyetin tefsiri konusunda Buhâ ı i ve Müslim, Hz. Âişe'ırin bir yorumunu
naklederler: "Urve ibnu'z-Zubeyr Hz. Âi şe (r.a.) den ,Yetimler hakk ında
adâleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanı , ' âvetinden sordu. Hz.
.Aişe Şöyle cevap verdi: K ızkarde şimin oğlu, bu o yetim kı zdır ki veli-
sinin yanında olur, malını onun mal ına katar. Güzelli ği ve malı adamın
hoşuna gider. Bu veli, adâletli biçimde di ğer kad ınlara verilen mehr'i
ona vermeden onunla evlenmeye kalkar. İşte böyleleri, en yüksek mehir-
'erini vermedikçe yetim k ızlarla evlenmekten menedilmi şler ve ba şka
kad ınlarla evlenmeleri emıredilmiştir."'

Hz. lise şöyle devam ediyor: " İnsanlar bu âyetten sonra (Hz.
Peyğamber'den) fetva sordular. Yüce Allah:, Senden kadınlar hakkında
fetva istiyorlar. De ki : Allah, size onlar hakk ında hükmünü açıklıyor :

1 Bulıari, Tefstr, Suretu'n-NisiV.


Cüz': 4, Sure: 4 479

Kendilerine yaz ılm ış o/an(miras haklar ın)ı vermeyip kendileriyle evlen


mek istedi ğiniz yetim kad ınlar ve zavallı çocuklar hakkında ve yetimlere
karşı adaleti yerine getirmeniz hakk ında Kitâbda size okunan ayetler,
Allah' ın hükmünü aç ıklamaktadır.""2 Hz. Aişe, sırf malı için yetimlerle
evlenmenin yasak kıl ındığını açıklamşıtır. 3
Bazı insanlar, vasisi bulundukları yetimin mallarını ele geçirmek,
malın ba şkasına geçmesini önlemek için onlarla evlenirler ama asl ı nda
onlardan ho şlanmazlar. Evlendikten sonra da o zavall ılara hayat ı zin-
dan ederler.
Demek ki mallarına konmak için yetim k ızlarla evlenmek yasakt ır.
Yetim kızlarla evlenince onların haklarına riayet edilemeyece ği endi şesi
varsa onlarla evlenmek do ğru de ğildir. Fakat -onların hakkım tam yerine
getirece ğinden emin olan kimsenin, böyle k ızlarla evlenmesinde bir sa-
kınca yoktur. Ayetin amac ı , yetim kızlara zulmü önlemektir.

Vesayeti altında bulunan yetim k ız veya kadınlarla evlenmek,


adalet yönünden sak ıncalı ise, vesayeti altında bulunmayan kad ınlarla
evlenmek laz ımdır. Evlenme fi'li genellikle mendubdur. Fakat harama
düşme tehlikesi varsa o zaman evlenmek farz olur. Ama normal halde
evlenmek mendubdur.

Çok kad ınla evlenme sorunu:


Bu ayette iki, üç, dört kad ın almaya müsaade edilmi ştir. Ayetin
maksadı kaç kad ın alınacağını belirtmek de ğil, yetimlere zulmü önle-
mek için ba şka kadınlarla evlenme yolunu göstermektir. Buradaki
"evleniniZ" emri, vücub de ğil, ibalia ifade eder. Yani bu erarin hükmü,
farz de ğil, mübaht ır. Ayet, mutlaka 2, 3, 4 kad ın almayı emret ın;yor.
Ancak zaruret halinde buna müsaade ediyor. Bu müsaadeyi de kad ın-
lar aras ında adalet etme şartına bağlıyor. Son bölümünde ise: "Eğer
adalet yapamamaktan korkarsanız bir tane ahnıx" buyuruyor.

Müfessirlerin ço ğunluğuna göre " " kı smındaki


te'ala kelimesi, cevr anlamındaki cavrden gelir. Mana: "Cev r ve zulüm
etmemeniz için en uygun olan bir tane almanzzd ır" şeklinde olur. Tabii-
lere atfedilen bir tefsire göre tecisılû kelimesi, fakirlik anlam ındaki <ayl
kökünden gelir. O takdirde mana: "Fakirlik çekmemeniz için en uygun
olan bir tane almanızdı r." şekline girer. Teybe Suresinin 28 nci Ayetinde

1 Nisa Suresi: 127


2 Bubilri, Tefsir, Nisa Suresi.
3 Aynı.
480 Nisâ' Suresi

kullanılan <ayle kelimesi, bu anlam ı güçlendirmektedir. Zeyd ibn Eslem,


Süfyan ibn Uyeyne ve İmam Ş âfii de bu mânâyı tercih etmi şlerdir'

Ayeti kerime, yetimlerin ve kad ınların haklarını korumayı hedef


almıştır. Daha önce de söyledi ğimiz gibi amaç, bir erke ğin alaca ğı kadın
sayısmı belirlemekten çok, al ınacak kadınlar arasında adâleti sağlamak-
tır. Fakat müfessirlerin büyük bir k ısmı , bu ayetin, bir erke ğin alabile-
ce ği kadın sayısın ı belirlediği ve ancak dört kad ınla evlenme ğe izin ver-
diği kana atindedir. Onlara göre bir erkek en çok dört kad ınla evlenebilir.
Islâmdan ve bu ayetin inişinden önce erkek, istedi ği kadar kad ınla ev-
lenebilircli. Baz ı kimselerin 5, 10, 15 kar ısı vard ı . Bundan dolayı Hz.
Peyğamber de bu ayetin ini şinden önce 15 kadınla evlenmiş , bunlardan
on üçüyle zifaf olmuş ve yanında 11 kadın bir arada nikah ı altında bu-
-
lunmuştur. Vefatı sırasında ise nikâbl altında yalnız dokuz kad ın var-

Ahmed ibn Hanbel, Ebu Dâvild ve İmam Ş âfirnin rivayet ettik-
leri hadislere göre Pey ğamber (s.a.v.), dörtte!' fazla kad ınla evli
bulunan sahabilerine, bu ayet indikten sonra kad ınlar aras ında dördünü
seçip diğerlerini bo ş amalarm ı emretmi ş ,3 fakat Ahzâb Suresinin 50 nci
âyetinde beyan buyuruldu ğu üzre yalnız kendisine, evlendi ği bütün ka-
dınları nikahı altında tutma müsaadesi verilmi ştir.

Ayetin, evlenilecek kad ın sayı sı nın belirleme amac ını taşımadı-


ğın ı , yalnız yetimlere zulmü önleme hedefini güddü ğünü ileri sürenler
ise, bir erkeğin, dörtten fazla kad ınla da evlenebilece ği kanaaitni ileri
sürmüşlerdir. Şraya ve Kur'ân ın yalnız zahirini esas alan Zâhiriyye
mezhebine göre mekıâ, rubâca kelimeleri; gneyn,"elâ.4" ve er-
bac kelimelerinden maduldur. Bunlar ın toplamı dokuz eder. Buna göre
insan, dokuz kadını nikahı altında bulundurabilir. Hz. Peyğamber
(s.a.v.) in, dörtten fazla kad ınla evli olan sahâbilcrine, dörtten fazlas ını
boşamalarını emretti ği hakkındaki rivayetler, onlara göre zay ıftır.
Onlar, dörtten fazla kad ınla evli bulunman ın, yalnız Hz. Pey ğamber'e
mahsus olduğuna dair bir delil olmadığmı söylemişlerdir.
Fakat onların bu delillerine ra ğmen dört Halife devrinden bu yana
dörtten fazla kad ınla evli bulunan bir müslüman olmaınıştır. Bu uygu-
lama, sia ve Zâhiriyye'nin görüşlerini çiirütebilir. Kald ı ki Ahzâb Su-
resinin 50 nci âyetinde "Bu, mü'minlere de ğil yalnız sana mahsustur"

1 ibn Kesir, Tefstr, T. 451


2 ibn Kedi., I. 450
4 Aynı
Cüz': 4, Sure: 4 481

cümlesi, bu müsaadenin, yaln ız Hz. Peyğamber(s.a.v.)e Mahsus oldu-


ğunu göstermektedir.
Bazı kimseler, islamın dört kadınla evlenmeye cevaz vermesini
eleştirirler. Önce şunu belirtmek laz ımdır ki İslam geldiği zaman, bir
erkek istediği kadar kadınla evlenme hakkına sahipti.
Çok kad ınla evlenme âdeti, eski toplumlar ın birço ğunda geçerli
idi. Eski Hindular, sı nırsız kadınla evlenmeyi mübah gördükleri gibi
bugün bile bazı Brehmenler aras ı nda çok kadınla evlenme âdeti vard ır.
Lidyalılar, Babilliler, eski Iran ve Hz. Musa'n ın vefatından önce ve son-
raki Yahudilerde erkeğin, evlenmesi sınırlı değildi.
Kitab ı Mukaddese göre Hz. İbrahim'in iki karısı vardı. İshak' ın
büyük o ğlu Esav da birkaç kad ınla evli idi. Takvin Kitab ının 28 nci ba-
bında aynen ş öyle deniyor: "Esav Ismail'e gitti ve Ibrahim o ğlu Ismail'in
kızı Nebayotu'un kızkarde şi Mahalat' ı kanları üzerine karı olarak aldı .'
Hz. Ya'kub'un birkaç kar ısı vardı2 Ya'kub, iki k ı zkarde şi birlikte
almıştı : "O gece Ya'kub kalk ıp iki karısı nı ve iki cariyesini ve onbir
çocuğ unu aldı , Yabbok geçidini geçti."3
Elkana'nın iki karısı vardı, birinin ad ı Hanna, öbürünün Peninna
idi4. Davud, Hebron'dan geldikten sonra Yeru ş alim'den yine cariyeler
ve kanlar ald ı ve yine Davud'a o ğullar ve kızlar do ğdular5 . I. Samuel
Kitabını n 42-45 nci cümlelerinde de Davud'un birkaç kar ısı olduğu
teyid edilmektedir.
Kitabı Mukadd.es'te çok kad ın almanın hükmü söyledi': "E ğer
kendisine ba şka bir kadın alırsa, evvelkinin nafakas ını , esvabım ve ka-
rılık hakkını eksiltrneyeeektli." 6
Talmud, erke ğin evlenece ği bütün kaçbnlannın ihtiyaçlarını göre-
cek derecede güçlü olmas ı şartını getirdi ise de kadın sayısını sımrla-
madı . Gerçi Yahudi hahamlar ı, dört kadından fazla alınmamasını öğüt-
lüyorlardı ama pek dinleyen yoktu.
Avrupa ile Bat ı Asya'nın çe şitli yönlerinde ya şayan Trakyalılar,
Medyahlar, Plailarda pek fahi ş derecede çok kad ınla evlenmeye alışkın
idiler. Kadının, bir eşya gibi sm;ras kald ığı, hibe olundu ğu, vasiyetle
birine devredilebildiği Atina'da da erkek, diledi ği kadar kadınla evlene-
bilirdi. Hz. İsa, evlenme, ra ğbetini biraz k ırmaya davet ettiyse de ev-
lenmeyi yasaklamadı . Hınstiyanlığın esasında çok kadınla evlenmenin
1 Tekvin, hah: 28, cümle: 8-9
2 Tekvin, bab: 31, cümle: 17
3 Tekvin, bal,: 32, cümle: 22
4 I. Samuel, bab: 1, cümle: 1
5 II. Samuel, bal): 5, cümle: 13
6 Çıkışı bal) : 21, cümle: 10
482 Suresi

haram olduğuna dair kesin bil hüküm yoktur. Çok kadınla evlenmek,
Jüstinien kanunu ile yasaklanm ıştır.

Çok kadınla evlenmenin yasak oldu ğu Batı ülkelerinde, vaktiyle


papaslar dahi yakın zamanlara kadar Morganatik denilen bir çe şit ni-
kah ile evlenmede bir sakınca görmemişlerdi. Hı rıstiyanlarm azizlerinden
Saint Augustin kanunları , çok kad ınla evlenmeyi mübah kılan toplum-
lar içinde bunu yapmakta bir sak ınca görmemi ştir.: İngiliz tarihçisi Hal-
lam, Almanya'da, Protestanl ığın kurucularının., ta Onaltmc ı asra kadar
ilk kadının kısır olması gibi belirli sebeplerle çok kad ınla evlenmeyi
mübah kıldıklarını anlatıyor'.

İşte islam geldiği zaman mevcut toplumların birçoğunda uygu-


lanan çok kadınla evlenmeyi smırlayarak dörde indirmi ştir. Fakat dört
kadınla evlenmeyi de emretmemiş ancak topluma iyice yerle şmiş olan
bu uygulamayı kısmış , şarta ba ğlamıştır. Kadınlar arasında adalet
yapmama endişesi bulununca bir tane almayı emretmiştir. Böylece
İslam, çok kadınla evlenmeyi zorla ştırmıştır.
Kadınlar arasında her bakımdan adâleti yerine getirmek kolay bir
şey değildir. Adalet yapılamayınca da bir kadınla evlenme zarureti
ortaya çıkmaktâchr. Demek ki islam, dört kad ınla evlenmeye te şvik
etmiyor, sınırsı z evlenmeyi s ınırlayarak en çok dörde müsaade ediyor,
fakat bazı hallerde toplumun sı lâmeti için birden fazla kad ınla evlenme
kapısını da tamamen kapatm ıyor, biraz açık tutuyor. Zira baz ı du-
rumla,rda birden fazla kad ınla evlenmek zaruri olabilir.

Kadın kısır, hastal ıklı olduğu zaman kocası onu boşayıp kapıya
atma yerine şefkatle muhafaza eder, fakat kendisinin dünyada devam ı
olacak bir çocuğa sahib olabilmek, yahut zaruri ihtiyaçlar ını karşıla-
mak için başka bir ludınla evlenir. Çocuk sahibi olmak, her insan ın
en büyük arzusudur. Çünkü çocuk, insan ın en büyük deste ği, mutluluk
kayna ğı, vefatmdan sonra kendisinin hayattaki uzant ısıdı r..Kadm kı-
sırsa erkek, çocuk sahibi olmak için ya o zavall ı, günahsız kadını boş a-
yacak, yahut da çocuksuz kalmaya k atlamp bedbaht olacakt ır. Hal-
buki kı sırhğını bilen bir kad ın, kendisini ihmal etmeyece ğine, yüz üstü
bırakmayaca ğma inandığı erke ğinin evlenip çocuk sahibi olmasına razı
olur. Hem yuva yıkılmaz, hem de erkek mes'ud olur. İki kadın da Al-
lah'ın emrine raz ı olup karde ş karde ş geçinirler.

1 Ahdrıltıztz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap, Çeviren: Mehmet, Akif, Sadele ştiren: Sü-
leyman Ate ş, Ankara, 1974, s. 164-166
Cüz': 4, Sure: 4 483

Hastalık hali de böyledir. Öyle hastal ıklar vard ır ki o durumda cin-


sel ilişki sakıncal ıdır. Şimdi bu durumda erkek, bedeni ihtiyac ını nasıl
karşılayacaktır. Bunu kar şılamak için hasta karısını boş ayip yüz üstü'
mü bıraksın?
Bütün dünyada sava ş a gidenler, erkeklerdir. Baz ı durumlarda,
özellikle sava şa girmiş ülkelerde kadınları n sayısı al tar, erkeklerden faz-
la olur. Her kad ın; bir erkekle evlenmeyi arzu eder. Erkek sayısı, kadın
sayısından az olursa o zaman her kad ına bir erkek dü şmez. Böyle hal-
lerde ş artlarını yeilne getirebilecek erkeklere birden fazla kad ın alma
hakkı taıiınırsa bütün kad ınlar koca bulma ş ansına kevuşurlar. I şte
bu ve benzeri sebepler, birden fazla kad ınla evlenmeyi gerekli kılar:
Ama bunlar zaruri hallerdir, zorlay ıcı sebep yokken fazla evlenme ğe.
kalkmak, müslüman toplumlarda ho ş karşılanmamıştır. Nitekim asır-
larca İslam hukukuna göre yönetilen Osmanl ı İmparatorlu ğunda, bir-
den fazla kad ınla evli olanları n sayısı çok aı dı . Hattâ toplum onlar ı
kmanuştır.
Bu çok evlenme müsaadesi yüzünden Islâma dil uzatanlar arasmda
şöyle bir herze söyleyenler de vard ır: "Erke ğe birden fazla kad ın alma
müsaadesi veriliyor da neden kad ına birden fazla erkek alma müsaadesi ,

verilmiyor?" Bu sözü söyleyenler, herhalde tabiat kanunlar ın iyi dü-


şünmeden konuşuyorlar
Bir dişi, ancak bir erkekten gebe kal ır. Ve yüklendiği yavruyu do-
kuz ay sonra do ğurur. Halbuki bir erkek, sadece bir birle şmede 4-5 yüz
milyon sperma yani insan tohumu çıkarır. Bunlardan yalnız bir tanesi
kadm yumurtasın ı aşılar. Kadın aşılandıktan sonra art ık doğuruncaya
kadar başka bir tohum alamaz. Yani bir kad ı n, ancak bir tek erkekten
yılda bir döl alabilir, halbuki bir erkek, gücü varsa bir saat içinde
birkaç kad ın' aşılayabilir.
Kadın, birden fazla erkekle eyleme çocu ğun babası belli olmaya-
cağı gibi nesil de bozulur. Fakat ayn ı erkek, ne kadar kad ınla birle şse
çocukların babası bellidir, nesil de bozulmaz. Bu, di ğer canlılar için de
böyledir. O halde Allah' ın, gerektiğinde birçok kadına çocuk verme
kabiliyyeti lüftetti ği bir varlığı , sadece bir kad ına hasretmek, Allah' ın
yaratma yasas ına da ayk ırıdır. Demek ki İslâmm teaddüdi zeveât ı (çok
evlenme müsaadesi), kâinattaki y,arat ıhş yasalarına uygundur. Bunun
aksi zorlamad ır, tabiat yasas ına aykırı dır.

Dediğimiz gibi birden fazla evlilik, zaruret halinde ba şvurulacak


bir yoldur. Zorlayıcı - sebep olmadan bunu uygulamak, İslâmın emri
484 Nisâ' Suresi

de ğildir. Kadınlar arasında 'adalet yap ılamayacaksa bir kad ınla yetin-
mek gerektir ve şarttır. Özellikle geçim ş artlarının son derece a ğırlaştığı
şu çağda, birden fazla kadın almaya kalkmak, aile saâdetini bozar, k ıs-
kançlık, huzursuzluk kayna ğı olur.
İ slami bu yüzden ta'n eden baz ı mahfillerde, ashnda gizli gizli
birçok kad ınla yasak a şklar ya ş andığı , herkesin malâmudur. İşte
İslam, böyle gayri me şru ilişkileri kabul etmez. İslama, göre insan, ya
tek kadınla ya ş ayacak, yahut tek kad ınla doymuyorsa nikah ile ba şka
kadın alacaktı r. Gayri me şru' birle şme, gizli dostluklar zinad ır, haram-
dır. Bunlar, toplum abi:akını bozar, insanları birbirine düşman eder,
nesli bozar, insanları dejenere eder.
Ayetin son bölümü olan "Yahut elinizin alt ında bulunanlar..." cüm-
. lesine gelince bu, o zaman yürürlükte olan bir âdeti ikrard ır, yeni bir
hüküm de ğildir. O zaman kölelik ve câriyelik yürürlükte idi. Sahibinin,
çariyesi ile cinsel ilişki kurması me şru idi. Bu adet, toplumda böyle
yerle şmiş idi. Kur'an, bu yerle şik âdeti hali üzre b ıraktı . Çünkü bu,
cariyelerin de yarar ına idi. Zira onlar ın da birle ş me ihtiyacı vardı . Hal-
buki onlar, maliklerinden ba şkalariyle birle şme hakkına sahip de ğil-
lerdi. Ancak sahipleriyle birle şebilirlerdi. Bu hak da onlar ın elinden
alınsa onlara zulinn olurdu. Şayet cariye, efendisinden hamile kal ıp
çocuk doğurursa ümmi veled (çocuk anas ı) olur, artık satılamaz ve efen-
disinin ölümüyle birlikte hürriyetine kavu şur. Bu, köle ve cariyeli ğin
kaldırılması yolunda atılmış bir adımdı r. Çünkü cariye de zevce say ıl-
nuştır: "İçinizden inanm ış, hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen
kimse, ellerinizin alt ında bulunan inanmış câriyelerinizden alsın."'
4 ncif ayet de evlenen erkekle'rin, üzerinde anla ştıkları mehri karı-
larma vermelerini emretmektedir. Bu ayetin hükmüne göre, evlenen
her kadının, kocasından alaca ğı, mehr denen bir mebla ğ vard ır. Bunu
vermek, kocanın üzerine farzd ır. Ş ayet kad ın, gönül rızasiyle bu olaca-
ğından vazgeçerse o zaman koca, mehir vermeyebilir. Bu ayet de kad ın
hakların ı koruyan âyetlerden biridir.

e (.9 " e
I 'J J-9 ° ıt, • ı

-) e ‘'.) .

1 Nistı' Suresi: 25
Ctiz': 4, Sure: 4 485

o ıO
, O
, o , o1 o o o ,
4..) I bi j 1.91 y_oi j G 1."-^-9
o
(*..)LS- c
1. o . 1 o , . 9 o -1e L oj9..<
J

5—Allah' ın, sizin için geçim kayna ğı yaptığı mallartnızı aklı ermeyen-
lere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz
söyleyin. 6— Nikâh çağına varıncaya kadar yetimleri deneyin, eğer onlarda
bir olgunluk görürseniz, hemen mallarını kendilerine verin. Büyüsünler
diye alakoyup israf ile tez elden onların mallarınt yemeye kalkmay ın.
Zengin olan çekinin ; yoksul olan da (malın muhâfazas ı için gösterdi ği
çaba ve ihtiyac ına) uygun şekilde yesin. Onlara mallarını geri verdiğiniz
zaman da yanlarında şahid bulundurun. Hesapçı olarak da Allah yeter.

Tefsir:
5 nci ayette hayat ın kıvann (dire ği, temeli) olan mal ın, sefildere,
yani iyiyi kötüyü ayırdetme yetene ğinden yoksun bulunan kıt akıllı,
zayıf görüşlü kimselerin tasarrufuna verilmemesi, öyle kimselerin yal-
n ız yeme, içme, giyme gibi zaruri ihtiyaçlar ının karşılanması, onlara
karşı güzel davranilmas ı, iyi işlem yapılması emrediliyor.
Ayetin gelişinden anla şılıyor ki buradaki siifehâ' (aklı kıt kişiler),
velisinin akrabası olan yetimlerdir. Çünkü konu yukar ıdan beri yetim
konusudur. Bu ayetler, bütün, olarak yetimlerin hukukunu anlatan bir
bölüm oluşturmaktad ır.
Burada hitab edilenlerip kimler oldu ğu sorunu ihtilâfh ise de ye-
timlerin velilerine hitâb edildi ği, siifehâ ile de yetimlerin kasdedildi ği,
rüşde (olgunluğa) ermeden verilmemesi e ınredilen mallar da velilerin mal-
ları değil, yetimlerin kendi malları olduğu görüşü meşhurdur. Fakat
İbn Abbas ve İbn Mes'Cı d'a atfedilen bir görü şe göre de hitâb, yalnız
yetim velilerine de ğil, bütün akıllı hisanlaradır. Süfehâ'dan maksat
da kadınlar ve çocuklard ır.1
Ayetin hiikmüne göre malını kullanamayacak derecede ak ıl gü-
cünden yoksun kimselere haer konur (tasarruf yetkisi elinden al ınır),
velileri, bunların zaruri ihtiyaçlar ını, bunlara ait mallardan kar şılar.
Ayrıca bunlara güzel söz söylemek, ö ğüt vermek, iyi davranmak da
"ayetin emirleri arasmdad ır. Ayette geçen macriif kelinıesi, münkerin
1 Taberi, IV. 245
486 Nisâ' Suresi

zıddıdır. Münker, nefsin çirkin gördü ğü şeydir. Ruhun hoşlandığı şey


de macruftur. Velinin, yetime: "Mal ını muhafaza ediyorum, rü şdüne
erdiğin zaman malını sana -verece ğim" ş eklinde söz söylemesi, güzel
sözdür.°

6 ncı âyette ise yüce Allah, yetimlerin, nikâh ça ğına varıncaya


kadar denenmelerini, bu çağda akli seçim gücüne erdikleri takdirde
mallarının kendilerine verilmesini, erginli ğe ererler de malları elimizden
gider düşüncesiyle bir an önce onlar ın mallarını yemeğe kalkmamalarmı,
israf etnıemelerini; zengin ki şinin, himayesinde bulundurdu ğu yetimin
malına hiç dokunmamas ını, fakir kişinin ise temiz niyetle, aşırı git-
meden, israf etmeden, bakt ığı yetimin malından bir miktar yiyebilece-
ğini; yetimlerin mallarının şahidler huzurunda onlara teslim edilmesini
emretmekte ve en güzel hesapçının Allah olduğuna, Allah'ın herşeyi,
görüp hesab etti ğine dikkati çekmektedir.
Nikâh çağına ermek, erginliğe ermek demektir. Erginli ğe ermek de
cinsel yeteneklere kavu şmaktır.
Bu âyeti kerime, erginlik ça ğına varıncaya kadar yetimlerin denen-
mesiııi, erginliğe erdiklerinde rüşde yani iyiyi kötüyü seçme gücüne
kavu§muşlaı-sa mallarının kendilerine verilmesini emretti ğine göre ye-
timin, kendi malında tasarruf hakkına sahib olması için yalnız erginliğe
ermesi yetmez, temyiz gücünü de kazan ım§ olması lâzımdır. Gaye,
yetimlerin haklarını korumak, onların mallarının telef olmasm ı önle-
mektir. Yak ınları olan velilerinin himayesindeki yetimlerin mallar ı,
velilerinin mallariyle karışık bulunabilir. Veli, kendi ekinleri hayvan-
ları ve ürünleriyle kar ışık bulunan yetimin hayvan ve ürünlerini kendi
tarafına geçirebilir, onun hakk ına tecavüz edebilir. İşte yetim mahnm
tecavüzden korunması için yüce Allah, bu âyetleri

Ayetin belirttiği rüşd (olgunluk) ya şı konusunda çe şitli görüşler


vardır. İbn Abbas ve Said ibn Cübeyr'e atfedilen bir görü şe göre dinini
ve malını koruyacak düzeye gelmi ş olan kimse, rü şde ermiştir Bazı-
larına göre fuh şiyattan ve israftan kaç ınan da rüşde ermi ş sayılır. Bu
görüşler güzel olmakla beraber kesinlik belirtmez. Rü şd yaşının Kur'ân
ve Sünnette aç ıkça belirtilmemiş olması, bunun müslüman müctehid ve
yöneticilerinin takdirine b ırakıldığını gösterir.
İbn Mâce'nin, Hz. As işe (r.a.) yoliyle rivayet etti ği bir hadise göre
Allah'ın Resulü (s:a.v) şöyle buyurmuştur: "üç kişiden kalem kaldırıl-

1 Tefsfru Aytıtil-alAtım, II. 29-30


4, Sure: 4 487

ıntştır : (şu üç kişinin işlediği hatâ yaz ıl ınaz): Uyuyan kimse uyan ıncaya
kadar, küçük büyüyünceye kadar, deli ak ıllaruncaya yahut Şifa buluncaya
kadar."'

Bu hadisin, ba şka varyantlar ına göre Hz. Peygamber (s.a.v.)


çocuk ihtilam oluncaya kadar hatalar ının yazılmayacağım söylemiştir.
ihtilam olmak, erginliğe ermek demektir ki bu da ş ahıstan ş ahsa de ği-
şebilir. Fakat genellikle 15 ya ş , erginlik ya şı kabul edilir. Nitekim Ebu
Davud Süneninin Uudrıd Kitabında Hz. Peyğamber(s.a.v.)in, 14 ya-
şındaki bir çocu ğa savaşa katılma izni vermedi ği, fakat 15 yaşına basmca
izin verdiği anlatılır.
Genellikle müctehidler, rü şd yaşını, 17-18 yaş olarak kabul etmiş-
lerdir. Imam A'zam'a göre rü şd yaşı, onsekizdir. Bu ya şa vardığı halde
rüşdüne eremeyen yetim mabciir olur. Velisi veya tayin edilen vasisi
ona bakar, malını da muhafaza eder, onun ad ına malını işletir.
İmamı A'zam'a göre onsekiz ya şına geldiği halde rüşde ermeyen
yetimin malı, yirmibe ş yaşına girinceye kadar bekletilir. Yirmibe ş ya-
şına kadar da rü şdüne ermezse art ık rüşde ersin, ermesin mal ı bekletil-
mez, kendisine teslim edilir. 2
kyetin hükmüne göre yetimin kendisini ve mal ını muhafaza eden
veli, zengin ise yetimin mal ına hiç dokunmaz. Fakir ise korumasma kar-
şılık yetimin malından bir miktar yiyebilir. Bu, ona bakmasmm ücreti
kabul edilir. Buharrnin rivayetinde Hz. Ai şe, fakir velinin, yetimin
malmdan ona harcadığı mal kadar bir şey yiyebileceğini söylemiştir.3
Ayeti kerime, fakir velinin, himaye etti ği yetimin malından örfe
göre bir miktar yemesine müsaade etmekle beraber bu müsaadeyi iyi-
likle, temiz niyetle, haddi a şmamak, israf etmemek şartiyle koşullan-
dırmıştır. Ihtiyac ı olmayan zenginim yetim mal ından yemesi ise tama-
men yasaklanmi ştır.
Fakir veliye verilen, müsaade, onun güç durumda, mai şet sıkıntısı
içinde bulunmasmdan ötürüdür. Müsaade edildi diye israf edercesine
yetimin malını harcamak haramdır.
Yetimin malını yiyen fakir velinin, eli geni şe çıktığı zaman bunu
iade edip etmeyece ği konusunda iki görü ş vardır: Birine göre velinin
himaye ettiği yetimin malından yediğini geri vermesi gerekmez. Ashab-
dan biri Hz. Peyğamber(s.a.v.)e sormu ş
1 Ibn Mke, Ta151F, 15; Ebu Dâvûd, 1Judfid, 17, 22, Talf ı F, 11 ,

2 Tefstru ıtyatil-alıktım, II. 31


3,Bubtır4, Vaştıya, 23
488 Nisâ' Suresi

— Ya Resulâllah, hiçbir şeyim yok, yaln ız yan ımda malı olan bir
yetim var. Hz. Peygamber (s.a.v.) • şöyle buyurmu ş :
— Israf etmeden, kendine mal etmeden, kendi mal ını saklayıp onun
malını yememek şartiyle yetiminin mal ından yiyebilirsin."'
İkinci görüşe göre yetimin mal ından yiyen fakir veli, geni şe çıktığ)
zaman yediğini iâde eder. Çünkü bu müsaade, kendisine ihtiyac ınd an
dolap verilmi şti. iht ■Tacı kalmaymca' yediğini iâde etmelidir. Said ibn
Cübeyr, Mücâhid ve Ebâ'l-âliye bu görü ştedir. Hz. Ömer(r.a.)in ş öyle
dediği rivayet edilir: "Ben kendimi yetimin velisi yerine koydum. Zen-
gin olursam onun malma el sürmem, muhtaç olursam ödünç al ır, genişe
çikinca öderim." 2

Taberi'ye göre en do ğru görüş , bu ikinci görü ştür. Yüce Allah za-
ruret halinde fakir insana, ödünç olarak yetimin mal ından alabilece ğini
söylemiştin. Yetimin malmdan öyle hesaps ız, kitapsız yemek caiz de ğil-
dir. Yetimin bak ımma bir ücret takdir edilecekse e zaman veli ile yetime
bakan herhangi bir kimse aras ında fark kalmaz. Alaca ğı ücret, yetimin
bakımı için gerekli olan, yetime harcanan ücrettir. Bunun d ışında kendi
geçimi için yetimin malından harcayamaz. Harcarsa o, borçtur ödemesi
gerekir'

7; .31 ş. o e :5 -
G 9 J.; Ij -L11,3_11

t::::°J °J—j‘ 1 1 1,937Â1 l ';-"LT 1-kı (v)


O O O5 ı 5. •A
.0 .. ı en. •
(A)

J.>
". °
-


ı (.) T.k, ı
G TJC; e:4_; "i2j.> °

0 .)

1 Nesâ'i, Vaşâyâ, 11; bn Mke, Vaşâya, 9; Ibn Ilanbel, II. 186, 216
2 tim Kedr, I. 453-454
3 Candcul-beyan, TV. 260-261
Cüz': 4, Sure: 4 489

7- Ana babanın ve akrabânın (geriye) bıraktıklarından erkeklere pay


vardır; ana babanın ve akrabanın (geriye) bıraktıklarından kadınlara
da pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan (hem erke ğe, hem de kadı-
na) bir hisse ayrılmıştır. 8- (Miras dü şmeyen) akrabalar, yetimler, yoksul-
lar da (miras) taksim(in)de haz ır bulunursa bir şeyler vererek onları da
ondan rızıklandınn (gönüllerini hoş edin) ve onlara güzel söz söyleyin.
9- Kendileri, geriye zay ıf çocuklar bıraktıklaı takdirde (halleri nice olur)
diye korkanlar, (öksüzlerin hakkına dokunmaktan) çekinsinler. Allah'-
tan kol ksunlar ve doğru söz söylesinler. 10- Zulm ile yetimlerin mallar ı nı
yiyenler, kar ınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar ve çılgın bir ateşe
gireceklerdir!

Tefsir:

7-8 ııci ayetlerde babanın, ananın veya akraba= b ıraktığı mirastan


kadınların da erkekler gibi hakları bulunduğu belirtilmekte, miras tak-
sim edilirken orada bulunup da miras hakk ı olmayan akrabaya, yetim-
lere ve yoksullara da mirastan bir şey verilip sevindirilmeleri ve onlara
güzel söz söylenmesi, güzel davran ılması emredilmektedir.

9-10: insan, geride b ırakaca ğı zayıf çoluk çocuğunu düşünür,


onların periş an duruma dü şmesini istemez. İşte yüce Allah, 9 ve 10 ncu
ayetler ile mü'minlere, ba şkalarına uygulayacaklar ı işlemi iyice düşün-
melerini, kendileri nasıl geride b ırakacakları çoluk çocuklarını düşünü-
yorlarsa ba şkalarının da geride b ırakacakları çoluk çocuklarını düşün-
melerini, kimsenin çoluk çocuğunu perişan duruma clüşürmemelefini,
yetimleri'', haklar ını yememelerini, yetimlerin mallarını yiyen kimse-
lerin, aslında ate ş yediklerini, zira yedikleri o mal ın âhirette karmla-
rında ate ş olacağını beyan buyurmaktadır.

7 numaralı ayetin, bir kad ının şikayeti üzerine indi ği riyayet edi-
lir. Bu kadının ölen kocası, geriye üç yetim k ı z bırakmıştı. Amcası oğul-
ları, adamın malını tamamen aldılar, bu kadına ve üç yetim kıza hiçbir
şey bırakmadılar. Kadın, durumu Allah'ın Resulüne şikayet etti. Al-
lah'ın Resulü, onlara adam gönderdi. Varisler, mal ın kendilerine âid
olduğunu söylediler. Çünkü ölen kişinin, erkek o ğulları yoktu. Arap
'Metine göre geri kalan mirasa, yaln ız ölenin erkek akrabas ı -Varis olur-
du. İşte bu ayet bu olay üzerine indi. Bu ayet inince Allah' ın Resulü
(s.a.v.) onlara haber gönderip Allah' ın, kad ınlara da pay ayırdığını
bildirdi. Daha sonra da akrabadan herkesin ne miktar pay alaca ğını
bildiren miras âyetleri indi.
490 Nisâ' Suresi

10 ucu â.yetin, Gatafân kabilesinden, karde şinin yetim kalan oğ-


luna zulm eden, onun malını yiyen bir adam hakkında indi ği rivayet
edilir. Fakat âyetlefin manas ı birbirine ba ğl ıdır. Bunların aynı anda
inmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Anlat ılan iki olay ise, yetim-
ler hakkındaki bu âyttlerin inişine tekaddüm eden olaylar olabilir, hat-
tâ bunların, bu âyetlerin inmesine zemin haz ırlayan olaylardan oldu ğu
söylenebilir.
Câhiliyye Devrinde miras, ölenin yaln ı z erkek akrabâsma kal ırdı.
Kadı nları n miras hakkı olmadığı gibi savaşa iştirak edemeyecek ya ştaki
küçük çocukların dahi miras hakları yoktu. Bu âyetler, kad ınları da
erkekler gibi mirasa ortak yapm ış, çocuklarla büyükler aras ında fark
görmemiş , daha sonra inen âyetler ise herkesin mirastan alaca ğı payı
belli etmi ştir. Hanefiler, 7 nci âyet hükmünce 'iev ıi'l-arham'm da vâris
olduğunu söylemi şlerdir. 'evû'l-arlıâm, ana tarafından akrabâ olan
dayılar, teyzeler... dir, Bunlar da âyette belirtilen erkek ve kad ınlar
kapsam ına girer.'

Akraba içinde kendilerine miras dü şmeyecek olanlar vard ır. İşte


miras taksim edilirken, orada bulunan, fakat miras pay ı olmayan ya-
kınlara, yetimlere ve yoksullara da bir şeyler verip onların gönülleri ho ş
edilmelidir. Miras payı bulunmayan akrabâya, yetimlere ve yoksullara
bir ş eyler verilmesini emreden sekizinci âyetin neshedildi ğine dair ri-
vayetler olduğu gibi bu âyetin neshedilmeyip muhkem olduğ una dair
rivayetler de vard ır.2 Kanaatimize göre ikinci rivayet daha do ğrudur.
Çünkü âyetin ruhundan anla şılan şudur ki kasdedilen akrabâ, miras
hakkı bulunmayan akrabâ ile yetimler, yoksullard ır. Böyle olduğuna
göre bu âyetin, miras âyetiyle neshedilmesi, söz konusu olamaz. Zira
miras âyeti, miras payı olan akralı ânna alaca ğı hisseyi izah etmektedir.

Mücâhid, bu âyetin hükmü gere ğince vârislerin, fakirlere bir şey


yedirmelerinin vâcib oldu ğunu söylemiştir. İbn Sirin de Ubeyde'nin
vasiyyeti üzerine bir koç kestirip bu âyette bildirilen ki şilere yedirdi ğini
ve "Bu âyet olmasayd ı bu, benim malım olurdu' dedi ğini anlatmıştır.3.
Ali ibn Ebî Talha, 9 ncu âyetin, can verme halinde bulunup vâris-
leri için zararl ı vasiyyet yapan kimse hakk ında olduğunu söylemişti'.
Ölmek üzere olan insan, vârislerine zararl ı vasiyyet yaparsa yanında
bulunanlar, onu ikaz edip vasiyyeti düzeltme ğe çalışır, o adamı,

1 Tefstra Ayâti'l ahkâm, II. 37


2 Tabert, IV. 264; İbn Keşfi., I. 454-455
3 İbn Kesti., I. 455
Cüz': 4, Sure: 4 491

çoluk çocuğunun durumunu dü şünmeğ e yöneltebilirler. Hatta, bu on-


ların görevidir de. Dahhâk şöyle diyor: "Hastan ın yamndakiler, ona
mal= tamamını vasiyyet etmesini siçylememeli; çocukkr ını düşün-
naesini, borcunu harc ım yazınasını ve malı= beşte birini de miras
düşmeyen akrabâsma vasiyyet edip di ğer kısmını vârislerine b ırakmasm ı
telkin etmelidirler."'
Yetim mal ına, yetim hakkına dokunmak büyük günaht ır. Allah'ın
Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yedi hele& edici şeyden kaç ınınız.
'Onlar nedir ya Resulallah?' diyenlere şöyle buyurmu ştur : Allah'a ortak
koşmak, büyü yapmak, haks ız yere Allah' ın haram kıldığı bir cam öldür-
mek, yetim mal ı yemek, faiz yemek, sava ştan kaçmak, mü'min, bir şeyden
habersiz namuslu kadınlara iftira etmek!"2
ibn Cerir ve Un Ebi Hâtim, Ebu Said el-Hudri'den, Hz. Pey ğamber
(s.a.v.)111. ş u hadisini çıkarmışlard ır: "Peyğamber (s.a .v.) Mirâc'a götü-
rüldüğ ü geceyi bana anlattı, buyurdu ki : Bakt ım, dudakları , deve
dudaklanna benzeyen bir topluluğun yanındaytm. Ba şları nda bulunan
biri, bunları n dudaklarını tutuyor, ağızlarına ateş ten bir taş parçası ko-
yuyor, ağızları ndan atılan bu taş, aşağılanndan çık ıyor. Bunları n bir
bağırıp, bir inleyişi var ki (çok acı)! Cebrail'e bunları n kim olduğ unu sor-
dum, 'Bunlar, yetimlerin mallarını zulüm ile yiyenlerdir' dedi."'

Bazı rivayetlere göre bu âyet, mü' ıninlere çok a ğır ve zor gelmi şti.
Yetimlerin mallarının, kendi mallarına karışmasından çok çekin,diler.
Yüce Allah bunun üzerine: "... Ve sana yetimlerden soruyorlar. De ki :
'Onların(durumlarını) düzeltmek hay ırlıdır. Eğer onlara karışır (onlarla
bir arada yaşar) sanı,z onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozan düzelten-
den ayırır..."4 âyetini indirdi. Bundan sonra yemeklerini yetimlerin
yemeklerine karıştırdılar, beraber yeyip içtiler.s
Yetim, en büyük koruyucusu olan babas ını kaybetmi ş , kendisini
yönetmekten âciz çocuktur. Yüce Allah, merhametinden dolay ı yetim-
ler hakkında Nisâ Suresinin başından itibaren dokuz âyet
Ayrıca Kurânı Kerim'in çe şitli yerlerinde yetimlere güzel bakmay ı,
onların haklarına asla dokunmamay ı emretmi ştir:
"... Öksüzlere karşı adâleti yerine getirmeniz hakk ında size okunan
ayetler, Allah'ın hükmünü aç ıklamaktadır."6
1 Taberi, IV. 271
2 BulAri, Vaşayil, 23, Tıb 48; Müslim, İman, 144; Ebû Dâvûd, Vaşûyâ 10;..
3 Taberi, IV. 273; bn Kesfr, I. 456
4 Bakara Suresi: 220
5 Ibn Kesir, L 456-57; Tefsiru :Ayüti'1-4kam, II. 41
6 Nisâ' Suresi: 127
492 Nisâ' Suresi

"Yetimin mal ına yaklaş mayın ; yalnız erginlik çağına eriş ineeye ka-
dar (onun malına) en güzel biçimde (yakla ş abilirsiniz)!..."'
"Sak ın öksüzü ezme!" 2 meâlindeki âyetler, yetim haklar ını korumayı ,
yetime kar şı şefkatli; merhametli davranmay ı emreden âyetlerden baz ı-
landı r.

o 51/o4 to, ,„..• .


I J-LA J-3 ...0 -.3 .3 j y
s -
.LY2C4 :9 °s.k-_,-3 • Li
4;:ıS:j °0--L>-1;

o „ ss
J c•J ı_<
r ı

54- L3,2
,c• o 5 o , .5, 5 -,?•• 5. .5
4-4 b k--i ‘'. ı l.„( C.) L9 c,.—.;:i
1 ı 4,4 4.3.) j
o „... o o 99
I G i 1
; Lik. ı. ...LA-J
• tJ• -A o,

c o sçj 3 o 3 o
e-t Ij
5L:A:2_; (‘ "c.)Cs "e.aıı .) ı c .t3J "c7..
e c)5_<",..
°‘7
. ,A t:Z_
‘, 9.0; o

o .5 . 9
(J: "-”" " (: ,4_13 j
o o I
% ;i3 -5Cç 4) (*J ...90 , J:,

.5 .5 .5 O ... 55 )1 5 ,5 0-- O. ıL• .5 o 1 --


<1"i
— °• ı j ı • ı AJ
o o . o9

•••

.5 i ı.- ..5 ..- o ... rO „--


--0,

.4.■JI _, G 411 , ,- 4..-.,f,


.... .., C ..> 1.42_,o ...,_.:-P ,; ı .5 i
%...".
I Ler) (...54,i.. -
•--- 0
s o - -
c& J:2-! -.O ,13.A Y 1:›..
(-)

1 En'am Suresi: 152, Isrâ Suresi: 34


2 bulıâ Suresi: 9
Cüz': 4, Sure: 4 493

9o 9
'j l-.4.:T °

Lra_otJ ( ı r) i>.431
Ao oft 9 9
(‘ ) L-A as
° 4.3 j jl..; 4.L> zj

11- Allah size, çocuklar ınız(ı n alacağı miras) hakk ında, erkek ka-
dının payının iki kat ın', tavsiye eder. (Çocuklar) ikiden fazla kad ın ise-
ler, (ölenin) geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız
bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur. ölenin çocuğ u var& , geriye bıraktığı
(malı)ndan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer
çocuğ u yok da ana babası 'ona vâris oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer
kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdiı , (Bu hükümler, ölenin)
yapacağı vasiyyetten, ya da borcundan sonradır. Babalannız ve o ğulla-
rınızdan, hangisinin fayda bak ımından size daha yakın olduğunu bilmez-
siniz. Bunlar, Allah' ın koydu ğu farz/ar(haklar)d ır. Şüphesiz Allah,
bilendir, hikmet sahibidir. 12- Eğer çocukları yoksa, e şlerinizin yapa-
cakları vasiyyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları(mirasları)n ın yarısı
sizindir. Çocukları varsa, bıraktıkları nın dörtte biri sizindir. Sizin de
çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyyet ve borçtan sonra b ıraktığınızın
dörtte biri onlarındır; çocuğunuz varsa, bıraktığınz,z ın sekizde biri onla-
rındır. Eğer (ölen) erkek veya kad ını n mirasçısı, evlâdı ve ana babası
olmay ıp (başka yakınları var ise o zaman) bir erkek veya bir k ız
kardeş i varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte bire
ortaktırlar. (Bu taksim), zarar verici olmayan vasiyyet ve borçtan sonra,
(uygulanı r). Bunlar, Allah'tan (size) vasiyyettir. Allah, bilendir, halim-
dir. 13- Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Elçisine itâat eder-
se Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi kalı r-
lar. İşte büyük kurtulu ş budur. 14- Kim de Allah'a ve O'nun Elçisine
karşı gelir, O'nun sınırlarını aş arsa, Allah onu, ebedi kalacağı ateşe sokar.
Onun için alçaltıcı bir aza]) vardır.
Tefsir:
11-12 nci âyetler, islâm ın miras hukukuna düzenlemekte, ölen
kişinin mirasından vârislerine dü şecek payı belirlemektedir.
A --- <Die'nin çocuklar ının miras hakkı : ".
1) olenin erkek ve kiz çocuklar ı varsa erkek çocuk, k ız çocu ğun
iki katı miras alır. Mirasın tamam ı , kızlara bir, erkeklere iki hisse ol-
mak üzere bölü ştürülür.
494 Suresi

2) Ölen kişi, geriye yalnız bir kız bırakmış , erkek çocuk b ırakma-
mış ise, mirasın yarısını bu kız alır. Eğer geriye ikiden fazla k ı z çocuğu
bırakmış , hiç erkek çocuk b ı rakmamışsa bu kızlar, mirasın üçte ikisini
aralarında e şit biçimde bölü ştürürler.

Ayette, ölenin bir kızı veya ikiden fazla k ızı olması durumu izah
edilmi ş , fakat yaln ız iki k ızı olması hakkında bir şey söylenmemiştir.
Erkek karde şleri bulunmayan iki kızın vârislik durumu üzerinde ihti-
laf vardır. İbn Abbâs, bu iki kı zı bir kız hükmüne katarak her ikisine
mirasın yarısını vermiştir. Ona göre yüce Allah: "(Çocuklar) ikiden fazla
kadın iseler, geriye bıraktığının üçte ikisi onlarındır.." buyurarak ikiden
fazla olduklar ı zaman kızlara üçte iki vermi ştir. Şimdi biz, k ızlar iki
olduğu zaman onlara da üçte iki veremeyiz.
Fakat müctehidlerin ço ğunluğuna göre iki kız da ikiden fazla k ız-
lar gibi üçte ikiyi alırlar. Bu görü ş , birkaç yönden daha isabetli kabul
edilmektedir: Evvela bu hükümde k ızlar, iki bacının durumu ile karşı-
laştırılmıştı r. Ölen ki şinin iki kız karde şi varsa: "Eğer (ölenin) iki k ız-
kardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır..."' âyetine göre bu iki
kı zkarde ş , üçte ikiyi alırlar. İnsanın iki kızı, kendisine iki kızkarde şin-
den daha yak ınd ır. Yüce Allah, iki k ızkarde şe üçte ikiyi verdi ğine göre
iki kı za da üçte ikinin verilmesi laz ımdır.
Saniyen: Kız, erkek karde şiyle beraber üçte bir al ır. Kı zkarde şiyle
beraber de bunu almas ı ve her ikisine üçte ikinin verilmesi do ğru olur.

Sâlisen: İbn Mes'fıd'dan, Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in, varis olan k ız,


oğul kızı ve kızkarde şten: o ğul kızına altıda bir, kıza yarı verdiği,Söy-
lece k ız ve o ğul kızma birlikte üçte ikiyi hükmetti ği rivayet edilmiştir.
O halde iki k ıza üçte iki vermesi gayet do ğaldır. Kald ı ki: "41.3
3; : (Çocuklar) ikiden fazla kad ın iseler..." cümlesinin, "
J ; tâI iki ve ikinin üstünde kad ın iseler" şeklinde manaland ırılması
da câizdir. Nitekim " ,3 Onlar ın boyunlar ının üstüne
vurun" 2 cümlesi de: " 14:4"); li 31:Al : Boyunlar ını ve boyunlar ının
üstünü vurun" alnamındadır. Demek ki:
a) Ölen kişi, geriye erkek—kız, birkaç çocuk b ırakırsa erkekler,
kadınların iki katı miras alırlar.
b) Ölen, iki veya daha fazla k ız bırakı r, erkek çocuk bı rakmazsa,
kı zlar, mirasın üçte ikisini al ırlar.

1 Nisâ Suresi: 176


2 Enfâl Suresi: 12
Cüz': 4, Sure: 4 495

e) Ölen, yalnız bir kız bırakır, erkek bırakmazsa bu kız, mirasın


yarısını alır. Sünnette açıklanan bir dördüncü hal de vard ır ki o da
şudur:

d) Ölen,. geriye bir kız ile, bir de oğlunun kızını bırakmış olursa
kızına malın yarısı, oğlunun kızına da altıda biri düş er ki oğul kızı ile
kendi kızı, malın üçte ikisini almış olurlar.

e) Ölenin oğlu ölmüş olur da oğlunun oğulları bulunursa bunlar,


babalarının yerine geçerler. Ne var ki bunlarla beraber, ölenin kendi
o ğlu da vâris olursa bu torunlara miras dü şmez, bütün mal o ğula kalır.
Vârisler aras ında bir üst tabakanm, bir alt derecedeki mirasç ıları
mirastan mahrum k ılmasına harb
E ğer ölenin birinci derecedeki çocu ğu erkek ise, kendinden a şağısını ,
yani ölenin torununu mirastan dü şürür. Fakat birinci derecedeki çocuk
kız ise, kız kendisine düşen miras payını aldıktan sonra geri kalan, o ğlu-
nun çocu ğuna (yani torununa) dü şer. O ğlunun çocu ğu erkek ise geri
kalanın tamam ını alır, oğlunun çocuğu kı z ise, ölenin kızına yarı verilir,
üçte ikiyi tamamlamak için torununa da alt ıda bir verilir. Çünkü bunlar,
rütbeleri de ğişik iki kız kabul edilirler. K ız olmaları dolayısiyle üçte ikiye
katılırlar. Dereceleri de ğişik olduğundan dolayı da payları de ğişik olur.
Biri mirasm yarısını , öteki altıda birini alır.

E ğer üst dereceki çocuklar, iki k ız iseler, bunlar üçte iki alırlar. Bu
durumda alt derecedeki çocuk k ız ise kendisine bir şey düşmez. Me ğer
ki kendisinin karşısında (yani kendi derecesinde) veya daha alt derecede
bir erkek bulunsun. O zaman bu kız, o erkekle beraber bâkiyi (kalan
mirası) alır. İki erke ğe, bir kıza olmak üzere miras bölüştürülür.'

Buhârfnin, İbn Abbas'tan rivayet etti ği hadiste oğul kızı ile kızkar-
deşin durumu izah edilir. Orada İbn Mes'ıld, Hz. Peygamber(s.a.v.)in
hükmünce kıza yarı, oğul kızına altıda bir verilece ğini, geri kalan ın da
kızkarde şe düşece ğini belirtmiştir.2 Bu hadise göre dede4inin sa ğlığında
babası ölmüş bulunan oğul kı zına, kendisini mirastan mahrum edecek
oğul (yani k ızın amcası) yoksa bu kı z, dedesine vâris olur. O ğulun o ğlu
da buna kıyas edilir Nitekim Zeyd ibn Sâbit'in rivayet etti ği bir hadiste
liu husus, açıkça belirtilmi ştir: "Oğullarin çocuğu, insanın kendi çocuğu
Iıiikmündedir. Kendilerinin üstünde bir oğul yoksa, bunların erkekleri,
adamın kendi erkek çocukla? ı gibi, k ızları da kız çocukları gibidir. Onlar

1 Tefsfru kâti'l-abıktun, II 44:-45


2 Butıart, Ferâiz, bâbu mirggi ibneti ibn ma`a ibnetin.
496 "Nisâ' Suresi

gibi dedelerine veıris olurlar, onlar gibi mirastan mahrum olurlar. Oğulun
çocuğ u, oğul ile birlikte vâris olamaz."'
Buharl' ırin rivayet etti ği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.), 11(fuâz' ı,
bir kavme ö ğretmen ve emir olarak göndermi şti. Muâz, or‘ada, vefat
edip geriye bir k ı z ile bir kızkarde ş bırakan kimsenin k ızına mirası n
yarısını vermi şti.2 Bu olay, Hz. Peygamber(s.a.v.)in hayat ında oldu-
ğuna göre demek ki Muâz, bu hükmiinde Allah Resulünün hükmüne
dayanmıştır.
Sünen sahipleri, Allah Resulünün, geriye yaln ız oğul çocu ğu brrakan
kimsenin bu torununa alt ıda bir hisse verdi ğini rivayet ederler. Hz. Ebu-
bekir, o ğul oğlunun mirasından nenesine altıda bir vermi ş , bu kez çocu-
ğun başka nenesi de gelip Hz. Ön ıer'den hak istemi ş , Hz. Ömer: "E ğer
ikiniz birle şirseniz altıda bir ikinize dü şer, aranızda bölüşürsünüz. Yal-
nı z biriniz olursa alt ıda bir, ona. dü şer" demi ştir. 3
ljacb:
Ferâiz ilminde hacb denen bir şey vard ır. IJacb, daha yak ın akraba-
nın, daha uzak olanları mirastan dü şürmesi veya onlar ın miras hakkını
azaltmasıdır. 1.1acb-i noksân ve hacb-i hirmân olmak üzere iki türlü lıacb
vardır. Habc-i noksân, varislerden birinin veya birkaç ı= miras hakkını
azaltmak, hacb-i lıirman ise mirastan tamamen mahrum b ırakmaktır.
noksâna misal: Karı kocanın, birbirinden alaca ğı miras du-
rumudur. Koca, kar ısından yar ı alaca ğı yerde çocu ğun bulunması, koca-
nın hakkını yandan dörtte bire dü şürür. Kad ın, kocasından dörtte bir
alaca ğı yerde çocu ğun bulunmas ı, kadının hakkını dörtte birden sekizde
bire düşürür. Kezâ çocuk, dedesinin ve nenesinin miras hakk ını azaltır.
Vefat eden evlâd ından, babas ı üçte iki, annesi üçte bir alacak iken, ölenin
çocu ğu bulunması halinde dede ve nene, alt ı da birer hisse al ırlar. edenin
karde şleri de annenin hakkını, üçte birden, alt ıda bire dü şürürler. Baba
varsa kendileri varis olamazlar. Buna ra ğmen annenin miras hakkını
d.üşürürle ı .
1.1acb-i hirmâna misal de ölenin babas ı, dedesi veya çocuklar ı bu-
lunmas ı halinde anne bir karde şlerinin mirastan mahrum olmalar ı dır.
Çünkü ölenin babas ı, dedesi, yahut çocu ğu varsa anne bir karde şlerim
hiçbir ş ey düş mez. Keza anne baba bir, yahut baba bir karde şlerin miras
hakkı da, baba ile, anne ile, o ğul 've o ğulun o ğlu ile düşer.
1 Bubâıl, Ferâiz, bâbu mîrâisi ibnı'l-ıbn
2 BulAri, Ferâiz, babu miragi'l-bentu
3 TirmiZ1, Ferâiz, 10
Cüz': 4, Sure: 4 497

B- Anne babanın miras hakları :


1) Ölen kişinin anne babası ve çocukları varsa, anne ve baban ın
her birine alt ıda bir düşer. edenin anne babasiyle birlikte yaln ız bir kızı
varsa kıza yarı, anne babanın her birine de alt ıda bir düşer. Ayrıca baba,
asabelik dolayısiyle mirasın kalan kısmını da alır.

2) E ğer ölenin çocuklar ı ve karde şleri yoksa, mirasın üçte biri an-
nesine, geri kalan üçte ikisi de babas ına düşer. Böylece baban ın hissesi,
anneninkinin iki katı olur.
3) Ölenin anne babasiyle birlikte karde şleri de varsa, annesine alt ı-
da bir düşer. Ölenin karde şleri, annesinin üçte bir hissesini altıda bire
düşürürler. Ayette: "Eger kardeşleri varsa, annesinin payı altıda birdir"
buyurulmuştur. Demek ki annesinin hissesini üçte birden, alt ıda bire
düşüren, yaln ız bir tek karde ş değil, karde şlerdir. Ölenin yalnız bir kar-
deşi varsa, annesi yine üçte bir al ır. Baba ile birlikte karde şler varis
olamazlar. Yalnız annenin hakkını 1 /3 den 1 /6 ya dü şürürler. Fakat
Abdullah ibn Abbâs, karde şler, anneden eksilttikleri 1 /6 hisseyi (1 /3
1
= 2 x dır) alırlar demi ştir. Karde şler 1 /6 alınca Karde şleriyle

birlikte vâris olan babas ı ise, kalanm üçte ikisini ahr. Şöyle:
Ö. Anne karde şler baba
— 6 /6
1 /6 1 /6 + 4 /6
Fakat bu görü ş şâ2,dn. Cumhura göre baba ile birlikte karde şler vâris
olamazlar.
4) Kadın öliir, geriye kocasiyle birlikte babas ını, annesini bırakma
annesine üçte bir dü şer, Kocas ı mirasın yarısını alır. Geri kalanı da, ba-
bası alır ki kalan altıda birdir. Bu takdirde, anne, baban ın iki katı kadar
miras almış olur. Bu ise Ferâiz kural ına aykırıdır.
a) Bunu düzeltmek için sahâbenin ço ğunluğu, koca, hakkını aldık-
an sonra geri kalmam üçte birini anne3 e vermi şlerdir ki bu, biitün mi l ın
altıda birine tekabül eder. Baba ise bütün mal ın üçte birini al ır. İbn
1VIes'iid, Zeyd ibn Sâbit, yedi fakih ve dört imam bu görü ştedir. Fakat
Abdullah ibn Abbâs buna muhâlefet etmi ş , anneye, malın tamamının
üçte biri dü şer, demiştir.
b) Ölen kişi, geriye bir kad ın ile anne babasını bırakmış ise, karısı,
hissesini aldıktar sonra annesine, geri kalan ın üçte biri dü şer. Bu da tıpkı
.

bir öncekine benzer.'


1 Tefstru Ayttti'l•abküm, II. 46-47
498 Nisâ' Suresi

c) Üçüncü görü şü göre de yalnız koca öldüğü zaman, kocan ı n anne-


si bütün malın üçte birini al ır. Mesele onikiden gelir. Kar ısı dörtte birini
alır ki üçtür. Annesi üçte birini al ı r ki dörttür. Geriye kalan be ş hisse de
babanın hakkı dır. Fakat anne baba, kad ını n kocasiyle birlikte vârs
oldukları zaman, anne, babadan fazla almamak için geri kalan ın üçte
,

birini alır. O zaman mesele alt ıdan gelir, Kocaya yar ı olan üç, anneye
kalanın üçte biri olan bir, babaya da geri kalan iki dü şer.

C— Karı-kocanın miras hakları :


1) Ölen kadını n çocuğu yoksa kocas ı, kadın ın bırakt ığı malın yan-
mi alır. E ğer kadının çocuğu varsa, kocas ı mirasın dörtte birini al ır.
2) Ölen erke ğin çocuğu yoksa karısı na, bıraktığı malı n dörtte biri
düşer. Kad ınlar birden fazla iseler, dörtte bire veya sekizde bire ortak
olurlar. E ğer ölenin çocu ğu varsa karısına sekizde bir dü şer. Çocu ğun bir
veya daha fazla, erkek veya k ız olması, karısının hissesini de ğiştirmez.

D— Kelâle'nin miras ı :
Ayette son olarak Kelâle'nin mirâsı anlatılmaktadır. Kelâle zay ıf
ve âciz kimseye denir. Daha sonra bu kelime, akrabâ yönünden zay ıf
kimseye denmi ştir. İnsanın çocuğu, annesi ve babas ı en yakın kimseleri-
dir. İşte bunlardan mahrum olarak ölen kimseye keletle demniştir.
edenin annesi, babası ve çocuklar ı yok, anne bir kız ve erkek kar-
de şi varsa, bunların her birine miras ın altıda biri düşer. Eğer anne bir
erkek ve kız karde şler birden fazla ise, bunlar, miras ın üçte birini kendi
aralarında bölüştürürler.

Bu âyette kasdedilen erkek ve k ız karde ş , anne bir erkek ve k ızkar-


de ş tir. Baba anne bir veya baba bir karde şler de ğildir. Bu hususa, Sa'd
ibn EM. Vakkas kırâeti tanık olduğu gibi Nisâ Suresinin son âyeti de
tamktır Çünkü bu surenin sonundaki âyette keltile'ye vâris olan bir kız-
karde şe, mirasın yarısı , iki kızkarde şe üçte ikisi verilmi ş ; erkek ve
kızkarde şler bir arada bulunursa mirasm tamam ı ; erke ğe, kadı nın iki
katı olmak üzere bölü ştürülmüştür. Halbuki buradaki karde şlere altıda
bir, üçte bir verildi ğine göre ilk bak ışta iki âyet aras ında bir ayk ı rılık
göze çarpmaktad ır. O halde burada kasdedilen, surenin sonunda kasde-
dilen karde şlerden farklıdır. Burada yalnız anne bir erkek ve k ız karde ş -
ler kasdedilmi ştir. Müfessirler de bunu böyle izah etmi şlerdir. Ayrıca
burada karde şlere verilen altıda bir, üçte bir hisse, asl ında annenin his-
sesidir. Bu da gösterir ki burada kasdedilen karde şler, anne tarafından
karde şlerdir.
Cüz': 4, Sure: 4 499

a. Anne bir karde ş , yahut anne bir kı z karde ş yalnız bulunabilir.


Bu takdirde mirasm alt ıda birini alır.

b. E ğer anne bir erkek ve k ız karde ş birden fazla iseler, miras ın üçte
birine ortak olurlar. Üçte biri, k ız erkek aralar ında e şit şekilde bölü ştü-
rürler.

e. Ölenin çocu ğu veya babası varsa bunlar, anne bir karde şlerini
mirastan düşürürler.

Burada kelâle, erkek de olabilir, kad ın da. Her ikisi için de bu hü-
kümler geçerlidir. Çünkü ev ( il) ile atfedilen kad ın, erkekle ayn ı hükme
tabi kılınmıştır Kadın da çocuksuz ve anababas ız ölürse onun anne bir
erkek veya k ız karde şi, mirasın altıda birini; karde şler birden fazla iseler
üçte birini al ırlar.

Tirmizi'de bulunan bir hadisi şerife göre asabesi, yani baba taraf ın-
dan akrabas ı olmayan ki şiye dayı sı vâris olur. Hz. Pey ğamber (s.a.v.)
ş öyle huyurmuştur: "Mevlds ı olmayanın mevkin, Allah ve Resulüdür.
Vârisi olmayanın vârisi, dayısıdır."' Bu hadisin birinci şıkkına göre
vârisi ohnayan ın mirası Beytül-rnale, yani devlet bütçesine aittir. Borcu
varsa o da Beytu'l-mal'den ödenir. İkinci şıkkma göre de asabeden vâ-
risi olmayanın mirası, dayısına düşer.

E- Ölenin miras ının bu şekilde taksimi, borcunun ödenmesinden


ve vasiyyetinin yerine getirilmesinden sonrad ır.

Ancak borcun ve vasiyyetin, vârislere zararl ı olmaması lazımdır.


Ölenin normal borcu ne kadar olursa olsun, verilecektir. Borcun, vâris-
leri zarara sokan ı , ölüm hastalığında adamın, sevdiği bir yakınına veya
dostuna fazla miras b ırakmak için yalan yere ona borçlu oldu ğunu söy-
lemesidir. İmam Mâlik ve Ebu Hanife'ye göre hayat ı boyunca söyleme-
yip can verirken ikrar edilen bu borç, bât ıldır. Ölüm hastalığında bulu-
nan kiş inin, mücerred ikrariyle sabit olan borç, irse takdim edilmez. Bu,
vârislerin iznine bağlıdır. ş âfii'ye göre bu ikrar sahihtir. 2

Vasiyyete gelince: Vasiyyet, mal ın üçte birini geçerse vârislere za-


rarlı olur. Kezâ vârislerden birine yap ılacak vasiyyet de di ğer vârisleri
zarara sokar. Bundan dolay ı miras hakkı bulunanlara vasiyyet yap ıla-
maz. Hz. Pey ğamber (s.a.v.): "Allah, her hak sahibinin hakkını vermi ştir.

1 Tirmizî, Feraiz, 12
2 Bkz. Akkâmul-Kur'an, I. 351; Hak Dini Kur'an Dili, II. 1311
500 Nisa' Sures;

Artık varise vasiyyet olmaz."' Binaenaleyh vârislere vasiyyet yap ı-


lamayaca ğı gibi yapılacak vasiyyet mal ın üçte birini de geçmemelidir.
Veda' haccında, ölüm derecesinde hasta olan -Sa'd ibn EM Vakkas
kendisini sormağa gelen Hz. Peyğamber (s.a.v.) ile ş öyle konuşur:
"— Ya Resultıllah, ben malı olan bir adamım, bir tek laz ımdan başka
vârisim de yoktur. Mahmut üçte ikisini vasiyyet etsem ne dersin?
"— Hay ır.
"— Yar ısını sadaka olarak vereyim mi?
"— Hay ır.
"— Ya üçte birini?
"— (içte biri olabilir ama o bile çoktur. Senin, geriye zengin vârisler
bırakman, insanlardan dilenen fakir kiş iler bırakmandan hayırhdır ."2

Bakara Suresinin, anababaya ve akrabaya vasiyyeti emreden 180


nci ayeti, buradaki miras âyetleriyle neshedilmi ştir Çünkü bu âyetlerle
anne babanın ve akraban ın miras haklar ı belirlenmiştir. Hz.Pey ğamber
(s.a.v.) de biraz önce yazd ığımız hadisleriyle, mirastan pay ı belli olan ak-
rabaya vasiyyet yap ılamayaca ğım bildirmiştir. Abdullah ibn Abbas' ın
şöyle dedi ği rivayet edilir: "Mal çocu ğa, vasiyyet ana babaya ve akraba-
ya ait idi. Allah, bunlardan istedi ğini neshetti, erke ğe, kadının iki katı
-pay verdi." 3

Mal sahiplerinin, kızlarını , yahut varislerinden baz ılarını mirastan


mahrum edecek biçimde vasiyyet yapmalar ı da do ğru de ğildir. Çünkü
bu, varislere zararl ı vasiyyet olur. Ayet ise vasiyyetin zararl ı olmama-
sına dikkati çekiyor.
Vârise yapılacak vasiyyetin sahih olup olmayaca ğı ihtilaf konusu-
dur. Do ğru olan görüşe göre varise yapılan vasiyyet sahih de ğildir. Çün-
kü töhmet sebebidir. Şafii, yeni görüşünde bu ikrarın sahih olaca ğını
söylemiştir. Şurası muhakkak ki baz ı varislerin payını azaltmak için bile
bile böyle vasiyyet yapmak : icma ile haram sayılmıştır.4

11 nci ayet, babalar ve o ğullar için gösterilen bu taksimin uygunlu-


ğunu belirtmek üzere "Babalarm m ı, oğulların mı size daha yararlı ol-
duğunu siz bilemezsiniz, Allah bilir. Bu, Allah' ın ilim ve hikmetine göre

1 Buhild, Vaşâyâ, 6; Ebil Dâvûd, Va şâyü, 6; Tinnui, Buyû< 88; Nesil% Va şilyil, 5; %ıl
Mâce, Vaşilyil 6; Darimi, Vaşâyû, 28; Ibn Ilanbel, IV. 186...
2 Müslim, Vaşiyyet. bâb: 1, hadis: 5
3 Taberi, IV. 276
4 Ibn Kes?", I. 461
Cüz': 4, Sure: 4 501

yaptığı bir taksimdir. O, hikmet sahibidir, her şeyi yerli yerince yapar."
cürnlesiyle sona ermektedir. 12 nci âyet ise vârislere zarar vermekten
kaçmmaya dikkati çekmekte ve Allah' ın her şeyi bildiğin, insanların
ta şıdıkları niyyetlerden haberdar oldu ğuna iş aret etmektedir. 13 ve 14
ncü âyetlerde de, izah edilen bu miras hukukunun, Allah' ın çizdiği sınır-
lar oldu ğu beli...tilmekte, Allah'a ve Elçisine itaat edip O'nun belirledi ği
sınırlar içinde duranlar ı, yüce Allah' ın, ebedi kalınacak cennetlere so-
kaca ğı, en büyük kurtuluşun bu olduğu; Allah'a ve Elçisine isyan edip
Allah'ın koyduğu sınırları aş anları da yüce Allah'ın, ebedi kalmacak
ateşe sokac4ı, orada kendileri için alçaltıcı bir azâp bulunduğu ihtâr
edilmektedir!
Bu âyetlerin, iniş sebebi olarak birkaç olay anlat ılı r. Bunlardan biri,
Câbir'in anlatt ığı şu olaydır:
Sa'd ibn er-Rabi'in kar ısı , Allah'ın Resulü (s.a.v.) e geldi:
"— Ya Resulallah, dedi, bu iki kız, Sa'd ibn er-Rabrin kızlarıdır.
Babaları, seninle birlikte Uhud'da savaşırken şehid oldu. Amcaları da bun-
ların mallarını aldı , bunlara hiçbir şey bırakmadı . Mal olmadan bunlar
evlenemezler. Çünkü mal ı olmayan k ızı kimse almaz. Allah' ın Resulü
(s.a.v.):
— Bekle, Allah bu hususta bir hüküm verecek, dedi.
Bunun üzerine miras âyeti indi. Allah' ın Resulü (s.a .v.) kızların
amcalarına haber gönderip şöyle emir verdi :
— Sa'd'ın iki k ızına üçte iki ver, k ızların annesine sekizde bir ver,
geri kalanı da senindir."'
Câbir'in anlatt ığı diğer bir olay da ş öyledir:
"Allah'ın Resulü (s.a.v.) ve Ebubekir, Seleme O ğulları yurdunda
yürüyorlarch. Beni sormaya geldiler. Ben de o kadar hasta idim ki aklım
başımda yoktu. Allah' ın Resulü su istedi, o su ile abdest aldı , sonra üzeri-
me su serpti. Ben ay ıldım –Ya Resulâllah, dedim, mal ım hakk ında ne
yapmam', emredersin?. İşte o zaman : (Allah size, çocuklar ınızın mirası
hakk ında, erkeğe, kadını n alacağı payın iki kat ına tavsiye eder
âyeti indi."2
Birinci olay, bu âyetin ini ş sebebi olmasına daha müsaittir. Câ-
bir'in anlatt ığı ikinci olay, bu surenin son âyetin.in ini ş sebebi olabilir.
Zira Câbir'in kızları yok, kız kardeşleri vardı . Câhir kelâle olarak vefat
1 'bn Mke, Ferâiz, 2; Tirmiâi, Ferâiz, 3; Ebu Dâvüd, Ferâiz, 4; bn Kesir, L 457
2 Buhari, Tersir, Nisâ' Suresi; Müslim, Ferâiz, bâb 2, hadis: 5; tim Mâce, Ferâiz, 5
502 Nisâ' Suresi

etmiştir. Fakat Buhâri, âyetin ini ş sebebi olarak ikinci hadisi kaydet-
mi ş , ibn Kesir de Buhari'ye uyarak ikinci hadisi yazd ıktan sonra birinci
rivayetin, ayetin ini ş sebebi bakımından uygun olduğunu söylemiştir.°

iniş sebebi olarak Umm-u Kuha olay ı da zikredilir. Şair Hassan'ın


karde şi ölmüş , geriye karısı emm-u Kuha ile be ş kız bırakmış idi. Er-
kek varisler mal ı almaya geldiler. Umm-u Kuha, kendisine hiçbir şey
bırakmak istemeyen varisleri, Allah' ın Resulüne şikayet etti. Yüce
Allah: "ikiden fazla kadın iseler, ölenin geriye bıraktı 'g'ının üçte ikisi on-
larındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirasm) yarısı onundur..."
ayetini indirdi. Umm-u Kuha hakk ı nda da: "Sizin de çocu ğunuz yoksa
yapacağınız vasiyyet ve borçtan sonra b ıraktığunun dörtte biri onların-
dır ; Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlanndır..." buyurdu?
Şurasına da iş aret etmek gerekir ki Kur'an âyetlerini tek sebebe
bağlamak do ğru de ğildir. Bunlar raviletin tesbit ve zapt ettikleri sebep-
lerdir. Fakat bunlar ın yanında zaptedilemeyen daha birçok hadiseler
muhakkak ki vardır. İşte ayetin inişinden önce bu anlat ılanlara benzer
birçok olaylar vukubulmu ş olabilir. Zaten o zaman mevcut miras hu-
kuku, sosyal yapıda sı zlanmalara sebep olacak nitelikte idi. Çünkü
Cahiliyye devrinde kızlara ve çocuklara, kad ınlara miras verilmiyordu.
Miras ancak savaşma gücünde olan erkeklerin hakk ı idi. Mirasın başka
bir intikal şekli de cand yolu idi. Adam bir arkadaşiyle: "Kanım senin
kanındır, şerefim senin şerefindir. Sen bana varis olursun, ben sana va-
ris olurum. Sen benim şerefimi kollarsm, ben de senin şerefini kolları m"
şeklinde ahit yapt ı mı öldüğü zaman ahit yapt ığı arkada şı ona varis
olurdu.'
Ayrıca Araplarda evlatl ık edinme vard ı . Evlatlık da tıpkı evlat
gibi miras alırdı .
İşte bu miras intikal hukuku, toplumda s ızlanmalara, haks ızlıklara
sebep oluyordu. Bu zulüm hukukunu de ğiştirmek üzere miras âyetleri
indi. Demek ki ayetlerin as ıl iniş sebebi, çe şitli toplumlarda uygulanan
adaletsiz miras sistemi idi.
Kadınları ve çocukları da milasa ortak yapan bu feraiz ayetleri
indiği zaman, baz ı insanların çok zoruna gitmi şti. Dediler ki: "Kad ına
dörtte bir, sekizde bir; k ıza yarı veriliyor. Küçük çocuklara miras ay-
rıhyor. Bunlarm hiçbiri dii,şmanla şavaş amaz, ganimet toplayamaz.
1 Ibn Kesir, I. 457
2 Tabert, IV. 275
3 Rââ, MefâtIVu'l-ğayb, III. 224
Ciiz': 4, Sure: 4 503

Sesinizi•çıkarmaym, bu konudan hiç söz açmay ın. Allah'ın Resulii(s.a.v.)


belki bunu unutur, ya da kendisine söyleriz, bunu de ğiştirir. Hz.
Peyğamber(s.a.v.) e dediler ki:
" — Ya Resulâllah, kı za babas ının bıraktığı malı n yarısmı mı ve-
relim? Oysa kız, ata binemez, dü şmanla savaş amaz. Çocuğa miras
mı verelim? Miras çoçu ğun işine yaramaz ki?"'
Tabii e ğer ayetlerin, baz ı sahabilerin zoruna gitti ği hakkı ndaki bu
İ
rıvayet do ğru ise, Arap miras hukııkunu esash biçimde de ğiştiren
İ slâm sisteminin, onlarda ilk anda uyand ırdığı bir şaşkınlık olabilir.
Sonunda hepsi Allah'ın hükmün raz ı olmuş , gönülleri bu hükümlerin
tatbikiyle huzur bulmu ştur.

F — Ferâiz ilmi-
" Z4I <.5• "U. Allah'tan bir farize olarak" cümlesindeki fariza,
Allah'ın farz kıldığı hak, ayırdığı pay demektir. Bunun ço ğulu olan
ferâiz kelimesi, İslam hukukunun miras dalını anlatan önemli bir bili-
min adıdır. Hz. Peyğamber (s.a.v.) kendi devirlerinde olu şan bu ilme
çok önem vermiş , bunu iyi öğrenmeyi insanlara tavsiye etmi ştir.: "Kur'-
ân'ı ve ferâizi öğrenin ve insanlara da öğretin. Çünkü (bir gün) benim ru-
hum kabzedilecektir (alınacaktır)." demi ştir.2 Abdullah ibn Amr ibn el-
İs'ın rivayetinde de Allah' ın Resulü ş öyle buyurmuştur: üçtür,
bundan ötesi fazladır : Muhkem ayet, yürürlükte olan sünnet, adaletli
ferüiz." 3 Abdullah ibn Mesud'un da: "Bir insan ferâizi, hacc ı ve talâkı
bilmedikten sonra onun, göçebe çöl halk ıyla ne fark ı kalır?" dediği
rivayet edilir 4
Ayetlerde belirtilen miras hükümleri, müslümanlar aras ında ge-
çerlidir. Müslümanlar ile kâfirler aras ında miras yoktur. Hz. Peyğamber
(s.a.v.) "Müslüman kâfire, kâfir müslümana vâris olmaz." demiştir.5
ılrisini (kendisine miras b ırakacak akrabâs ım) öldüren kişiye de Kezâm
miras düşmez. Peygamberimiz (s.a.v.): "(marisini öldüren) kaatil, vâris
olmaz." buyurmuştur.6
Rad (öldürme), gerek kasden, gerek hata ile olsun, ki şiyi mirastan
mahrum eder. İmam Malik'e göre hatâ ile öldürme, mirasa engel de ğildir.'
1 Taberi, IV. 275; /1m Kesir, I. 458; Tefsiru Ayati'l-abküm, II. 43
2 Tirmia, Ferâiz, 2
3 Ebii Dâvûd, Ferâiz, 1
4 Ibnu'l-cArabi, Alikiimu'l-Iur'ân, I. 331
5 Bubüri, Ferüiz, Mıhı' lâyerilu'l-muslimul-el-kilfire; Müslim, Ferâiz, 1; Tirmizî, Fer'aiz, 15
6 Tirmizî, Ferâiz, 17; 1bn Mâce, Ferâiz, 8; Diyilt, 14; »kimi, Ferâiz, 41
Ferâiz, 17
504 Nisâ' Soresi

Zina çocu ğuna miras dü şmez. Tirmizi şu hadisi rivayet ediyor:


"Hangi erkek, hür veya cariye bir kadınla zina ederse, doğan çocuk, zina
çocuğudur, kendisi varis olmaz, kendisine de vetris olunmaz."'
Karı siyle mülâcane 2 edip çocuğunun, ba şkasına âid olduğunu söy-
leyen kişiye o çocuk varis olamaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle çocu ğu
annesine katmış , onu anne tarafına mirasçı kılmış , annesinin nisbet
ettiği babaya varis kalmam ıştır.
Kur'an Kerim, bu âyetlerle mirastan mahrum b ırakılan kadınlara
ve çocuklara miras hakk ı tanıdığı gibi mirastan alacaklar ı pay belli ol-
mayan anne, baba ve akraba= miras paylar ını da ayrı ayrı belirlemiş-
tir.
İslamda erke ğe, kadın ın iki katı miras verilmesini tenkid edenler
çoktur. Fakat iyi dü şününce bunun, derin hikmete uygun oldu ğu anla-
şılır. Burada aile hayat ının sonucu olarak ortaya ç ıkan miras hukuku
izah edilmektedir. Aile hayat ında geçim yükü, genellikle erke ğin üze-
rindedir. Erkek, hem kendisini, hem de kar ısını olmak üzere en az iki
kişiyi beslemek zorundad ır. Bunun yanında küçük çocuklarını, anne-
sini, babasını geçindirmek de erke ğe düşer. Birkaç ki şinin bakımı, er-
ke ğin omuzlarına biner. Oysa kad ın kocas ını beslemez, kocas ı tarafın-
dan geçimi sa ğlanır. Kadına kocası, oğlu, babası veya karde şleri tarafın-
dan bakılır. Bazı kadınlar, bizzat çal ışarak geçimlerini sa ğlasalar da
henüz bütün kad ınlar bu durumda de ğildir. Bundan as ırlar önce kendi
geçimini sağlayan kadın hemen hiç yok gibiydi. Ayetlerin indiği şartları
düşünmek gerekir. Hatta bugün bile toplumda fazla bir şey de ğişmiş
de ğildir. Genellikle kadına başkaları tarafından bakılır. Kadın himaye
görür, erkek ise ba şkalarına bakar, karısını, lı âmisi olmayan hemşire-
sini, annesini, nenesini himaye eder.
İşte hem kendisine, hem karısına, çoluk çocu ğuna, gerekti ğinde
annesine, babas ına, bakmak, onlar ın da geçimlerini sağlamak zorunda
bulunan erke ğin, icabında yine kendisinin himaye edece ği kız karde şin-
den bir kat fazla miras almas ı, adaletsizlik de ğil, adaletin ta kendisidir.
Çünkü erkek bil kadını getirip bakacak, k ız ise bir ba şka erkek tarafın-
dan götürülüp bak ılacaktır.
Ayette dikkat edilecek önemli bir husus da vard ır ki o da erkek gibi,
kadına da borç ve vasiyet hakk ının tanınmış olmasıdır. Ölen erkek
1 Tirmizî, Ferâiz, 21
2 Mültıcane: Bir erke ğin, karısına zina isnad etmesi ve karı kocanın hakim huzurunda
kendilerinin doğru söylediklerine yemin edip yalanc ıya lânet dilemeleridir ki Nur Suresinde
izah edilecektir.
Cüz': 4, Sure: 4 505

olsun, kadın olsun, borcu verilip vasiyeti yerine getirildikten sonra geri
kalan miras ı taksim edilir. Bu, kad ına bütün medeni ve sosyal haklar ın
tanınması demektir. Kadın mülk sahibi olur, miras b ırakır, miras alır,
vasiyyet eder, vasiyyeti yerine getirilir, borç al ıp verebilir. Demek ki
Kur'an, kadına her türlü mülkiyet ve mülkünde tasarruf hakk ı tan ımış ,
ona tam hür bir ki şilik kazand ırmıştır. Bu, kadın hakları bakımından
çok büyük bir geli şmedir. Çünkü kadın ın mülkiyet hakkı, değil o günkü
toplumlarda, medeni kabul edilen Bat ı toplumunda bile ancak ondo-
kuzuncu asrın sonlariyle yirminci as ır başlarında tanıamaya başlamış-
tır. Kur'an indi ği zaman kadın, birçok sosyal haklarından yoksun ya şı-
yor, bir e şya gibi kabul ediliyordu. İşte Kur'an onun elinden tutup in-
sani bakımdan onu erkekle e şit yapmış , toplumun tan ıyabileceği en ileri
hakları tanımış , onu saygıdeğer bir insan yapmıştır.

5(:.p 4;:Ç.
1 o „ ..„ 0 >4:21 ,şks

zr, ... . zr, o ." 9,, 3 O *


A li Li I
-
e
C4...; Cji° 1-_J j °) 51.CUI J1- a*I
•••• O ••• 3 , o "74 ı , o , .9
C.) I I j..,0 -P L:4 L>r_.1.,,0 L,L.;* 4*..)

L .P ( r0 s' ‘..■>•; " Jits


9 •• 9 Ama. •• ,• • 9 --, •-•„ o ... 3 9 .• 5 3, ...., ,..• •• ..0. :`,,' ii

4/ L , .,
:ji;L:. ‘t>j•—) t-h Lf.?..7-3
0
u. -A k:).,-.1._,-:-!. e.. „4-"4-':4-'. ..,--)1

z,..ji.1 c_...,,_rj ( ■ v) ,...._..,,.. ■e__.C.p •wı c.)ıS j


.9o5 ••• o ••• so o 9„ -- ..• ••• o o ..• •-
' ‘..y .:Ui 4 4,...--P
.....• ...• .• •• ••• ., .- F: ..
0• ••• 3 o 39 •••
L;_l JI-3 ‘:>,,..1°1 e_A-..t.:,- t ;;;:>. I-S1 u'..C.›- c C.',C:.?..;-il . -:_)_;-1--..-,L).
°
17..c.. . .s.l. -,!..b.:3 .1. •:),,....„ • .• .... .... J'. .., , ••• . . Z, , .r:', •••• , „ 'r 10 5 0 jı
4 LA.) rgb 3 (..) j...) J...4■!. (.7.. .....Li I 3 (,, 1 k...
. .4.3
... -3

AY\4__(1- 1,1":.Cp
15- Kadınlarınızdan fuhu ş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin ;
eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm (alıp) götürünceye, ya da
Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun (dışarı çıkarmaym).
16- İçinizden iki ki şi fuhuş yaparsa, onlara eziyet edin; eğer teybe eder,
uslanırlarsa artık onlar(a eziyet)den vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri çok
kabul edendir, çok esirgeyendir. 17 Allah'a göre şu kimselerin tevbesi -

makbuldür ki ceıhillikle bir kötülük yap ıp hemen ardından teybe ederler.


506 Nistı' Suresi

İşte Allah, onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
18- Yoksa kötülükler yap ıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca : "Ben
ş imdi teybe ettim" diyenler ve kâfir olarak ölenlere teybe yoktur (öylelerinin
tevbesi makbul de ğildir). Onlar için acı bir azab hazırlamışızdır!

Tefsir:
Fahiş e: pek çirkin, a şırı derecede edepsizlik demektir. Burada
fahi şe, zina anlammad ı r.
15 nci ayette fuh ş a saparak zina suçu i şleyen ve bu suçu i şledikleri,
dört ş ahit tarafından da görülmüş bulunan kadınların, evlerde hapse-
dilmeleri, ölünceye, yahut Allah kendilerine bir yol gösttrineeye kadar
evlerde tutulup d ışarı çıkarılmamaları emrediliyor.
16 ncı ayette de fuhu ş yapan erkeklere eziyet edilmesi, teybe edip
uslandı kları takdirde onların bağışlanması emir buyurularak yüce Al-
lah'ın, tevbeleri çok kabul eden, kullarm ı çok esirgeyen oldu ğu hat ır-
latılmak suretiyle insanlara da şefkat ve merhamet1e i şlem yapılması
tavsiye ediliyor.
Daha sonraki iki ayet ise hangi tevbenin makbul olaca ğını anlatı-
yor. Günahtan dönme, günah i şlememe ğe kesin karar verme anlam ını
ta şı yan tevbenin, bilinçli olarak yap ılması, içtenlikle kötülüklerden
Allah'a dönülmesi ö ğütlenmek üzere şöyle buyuruluyor: Allah, şu kim-
selerin tevbelerini kabul eder ki câhillikle bir günah i şler, hemen ardından
teybe edip günahtan dönerler. Günah i şleyip, işleyip de ölüm gelip çat-
tıktan, ya şama ümidi hiç kalmadıktan, gözlerden perdeler kalk ıp ahiret
halleri göründükten sonra "Teybe ettim" diyenlerin, ya da hayatlar ının
sonuna kadar inkâr içinde olanların tevbeleri makbul de ğildir.

Bu ayetlerin ini ş sebebi hakkında bir rivayet yoktur. 15-16 nc ı


ayetler, İslamda zina hakkındaki hükümlerin ilk a ş amasını belirlemek-
tedir. Islamın ilk zamanlarında zina eden kad ınlar, evlerde hapsedilir,
erkekler ise azarlama, k ınama, ayakkabı ile dövme cezası ile cezaland ırı-
hrdı. Miifessirlere göre zina eden kad ınlar için evlerde hapis, erkekler
için azarlama, kınama cezas ını emreden bu ayetlerin hükmü, daha son-
ra inen Nur Suresinin: "Zina eden kadın ve zina eden erke ğin her bi-
rine yüz de ğnek vurun . . ."' meâlindeki âyetiyle neshedilmi ş, zina
eden bekâr erkek ve kad ına yüz de ğnek vurma, evlilere de ta şlanarak
öldürme cezas ı getirilmiştir.2

1 Nur Suresi: 2
2 Ibu Kesir, I. 462
Cüz': 4, Sure: 4 507

Ubâde ibn es-Sâmit, Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in şöyle buyurduğunu


anlatır: "Allah'ın, kadınlara yol göstereceği konusundaki hükmü benden
ahnız. Allah, (zina eden) kadınlara şöyle yol gösterdi : Evli evli ile, bekâr
bekâr ile zinâ ederse, zina eden evliye yüz de ğnek vurulur ve ta şla recınedi-
lir. Zina eden bekâra da yüz değnek vurulur, sonra bir yıl sürgün edilir."'
Bu hadiste zina eden evliye, yüz de ğnek vurulup sonra recmedile-
ce ği ifade buyurulmuş ise de tatbikatta Hz. Pey ğamber (s.a.v.) zina
eden evli kişiyi dövmemiş, sadece recmetmi ştir. Hz. Pey ğamber(s.a.v.)
in bu uygulaması, yukarıdaki sözüne tercih edilmi ştir. Cumhur, zina
eden evliniıa, dövülmeden recmedilece ğine hüküm vermi ştir?
İkinci ayette eziyet edilmesi emredilen iki ki şinin iki erkek mi,
yoksa birbiriyle zinâ eden erkek kad ın Mi olduğu hakkında görüş ayrı-
hğı vardır. İkrime, Atâ', el-Hasan ve Abdullah ibn Kesir'e göre bu ayet,
birbiriyle zina eden erkek ve kad ın hakkındadır. Süddi'ye göre evlen-
meden önce genç erkeklerin i şledikleri fiil hakkındadır. 1Vlücâhid'e göre
bu ayet, livâta eden iki erkek hakk ındadır. 3
Tefsiru katil-Ahkam'da, ikinci ayette bildirilen iki ki şinin, bir-
biriyle zinâ eden erkek ve kad ı n olduğu hakkındaki görüşün daha isa-
betli olduğu ileri sürülüyor. Zira Allah, burada iki hüküm bildirmi ştir,
Biri hapis, di ğeri eziyet. Hapis, eziyetten daha a ğır bir cezadır. Hapis
cezası evliler için, eziyet de bekarlar içindir. Sonra Nur Suresindeki ayet-
le bu ayetlerin hükmü neshedilincE burada evliye verilen hapis cezas ına
karşılık, orada bunun daha a ğırı olan recm cezas ı ; burada eziyet cezas ına
karşılık da orada bunun daha a ğırı olan yüz de ğnek cezas ı getirilmiştir.
Bundan dolayı burada a ğır ceza olan hapsin, zina eden evliye; hafif ceza
olan eziyetin de zinâ eden bekâra verilece ğine hiikmediyoruz.4
Görüldüğü gibi bu iki ayetin delâlet etti ği kişiler hakkında çe şitli
görüşler mevcuttur. Fakat d ış manadan anlad ığımı za göre bu ayetler,
islamın ilk zamanlarında fuhuş yapan kadınlara ve erkeklerE, uygulana-
cak ce2 ayı tesbit etmiştir. Bunlar, fuh şun, Islamdaki ilk cezas ını cluş-
turmaktadır. Zina cezas ı, iki aş amada tamamlanm ıştır. İlk aş amada
zaten evde duran kad ınlarm, hayat boyu evde tutulmalar ı ; çalıwak
hem kendilerini, hem de ailelerini geçindirmek zorunda bulunan erkek-
lerin de eziyet (azarlama, k ınama ve ayakkab ı ile dövme) ile cezalan-

1 Müslim, Dudiid, hâb: 4, hadis: 12-13; Buhârl, Tefsir, Nisâ Suresi; Ebu Dâvûd, 1:ludud,
23; Tirmiii, Dudud, 8; Dm lece, ljudûd, 7
2 Teber", IV. 294
3 Mileallid, Tefstr, s. 149
4 Tefs'iru Ayki'l-abkam, II. 56
508 Nisâ' Suresi

dırılmaları emredilmiş , fakat bunun son şekil olmadığı, bu konuda ileride


Allah'ın bir yol gösterece ği, kesin bir hüküm bildirece ği de belirtilmişti'.
İkinci aş amada gelen yüz de ğnek ve recm cezas ı, bu ayetlerin hükmünü
neshetmekten çok tadil etmi ş , tamamlamıştır. Nur Suresindeki had
ayetiyle, bu ayetlerle emredilen hapis ve eziyet cezalar ı, celd ve recme
değiştirilmiş , fakat bu a ğır cezalar-1n verilmesi için zina suçunun dört
ş ahit ile tesbiti hükmü de ğiştirilmemiş , olduğu gibi bırakılmıştır.

" : Onlara karşı içinizden dört şahit


getirin . . ." cümlesi, zinânın, dört şahit tarafından tesbit edilmesini
gerekli k ılmıştır. Zina fi'li, dört ş ahit tarafından gözle ve aç ık açık
görülecektir ki bu ceza uygulans ın. "içinizden" kelimesinden, şahit-
lerin müslüman olmalar ı gere ği anlaşılmaktadır. Çünkü gerçek müs
lüman, görmedi ği şeyi söylemez Zina suçunun, tahmin veya akıl yü-
rütme ile de ğil, bizzat görülerek tesbiti icabeder. Çünkü zina a ğı r bir
suçtur, cezas ı da çok a ğırdır. Bu suç sabit olunca bir aile yıkılacak, kişi-
lerin namusları töhmet altında kalacak, kad ının ve erke ğin istikbali sö-
necek, hayatları malıvolacaktır. Böyle insanların istikballerini söndiiie-
cek, aileleri yıkacak bir iddiân ın yalnız tahmin veya bir ki şinin tanıklı-
ğına dayanmas ı doğru değildir. Ancak dört ş ahit tarafından görüldüğü
zaman zina faillerin.e, Kur'an" Kerim'in gösterdi ği ceza uygulanır ki bu
da cidden pek güçtür. Me ğer ki şahsın kendisi itiraf etsin. Bundan dolay ı
İslamda zina cezas ı , pek nadir uygulanm ıştır.

Ancak Nur Suresinde açıkland ığı üzre karısını zina ile suçlayıp dört
ş ahit bulamayan kimse, hâkimin karariyle kar ısından boşanır. Fakat
kad ın suçunu itiraf etmedikten sonra kendisine zina cezas ı verilmez. Hz.
Peygamber (s.a.v.), zina ettiklerini itiraf eden baz ı kişilere dahi acıyarak
"belki yanılıyorsunuz, belki ne söyledi ğinizin farkında de ğilsiniz .."
deyip recm cezas ını uygulamak istememiş, fakat o ki şilerin kendi ısrarı
üı erin onları recmettirmi ştir. Bunda Islamın toplumu kurtarmak için
verdiği ceza yanında af ve ho şgörüsünü de anlamak mümkündür. Bura-
da bir olayı anlatmakta yarar vard ır:

Eslem kabilesinden Mâiz isimli bir adam zina eder ve Resulullah' ın


huzuruna gelip suçunu itiraf ile "Ya Resfflallah, zina ettim, beni
temizle" der. Allah' ın Resulü yüzünü o tarafa çevirir. Fakat Mâiz, yine
karşısına geçip zina etti ğini, kendisini temizlemesini ister. Resulullah,
tam dört kere yüzünü o tarafa çevirir ve Mâiz, her defas ında onun karşı-
sına geçip bu suçtan kurtar ılmasını diler. Resulullah bakar ki 3/faiz git-
miyor, cezalandırılmakta israr ediyor, bu kez:
Ciiz': 4, Sure: 4 509

"— Sen deli misin, der. Mâiz deli olmad ığım söyleyince, Allah'ın
Resulü:
"— Sarhoş falan olmasın, der. Sarho ş olmadığı da anlaşılınca Allah-
in Resulü bu zâtı gönderip recmettirir."'
Bu olaya benzer bir ba şka olay da şöyledir:
Bir kadın, Hz. Peyğamber(s.a.v.)e gelip "Beni temizle!" der, zinâ
etti ğini itiraf eder. Allah' ın Resulü ona da: "Dön, teybe ve isti ğfar et!"
der. Fakat kad ın dönmez, zinâ'dan gebe kald ığını söyler. Allah' ın Re-
sulü.
"— Öyle ise karnındaki çocuğu doğurmalısın!" der. Kadın do ğumu-
mı yaptıktan sonra yine gelir, recmedilerek günahtan temizlenmesini
ister. Fakat Allah' ın Resulü (s.a.v.):
"— Seni recmedip yavruyu süt annesiz b ırakamayız" der. Kad ın
gider, çocu ğunu emzirir, sütten kestikten sonra yine gelir:

"— Ya Resulâllah, çocu ğu sütten kestim, art ık yemek yiyor" der.


Bunun üzerine Allah' ın Resulü (s.a.v.) bu kadını recmettirir, bunun için
Allah'tan ma ğfiret diler ve şöyle der: "Bu kad ın öyle bir teybe etti ki, bu-
nun tevbesi, Medine gibi yetmi ş şehir halkına taksim edilse, hepsine
yeter."2
Hemen bütün hadis mecmualarında anlatılan bu olaylar, Resu-
lullah'm şefkat ve merhametini, islâm ın hoş görüsünü anlatma ğa yeter.
Kur'ânı Kerim'de neshi kabul etmeyen Ebu Müslim El-Isfahâni'ye
göre " Kadınlartnızdan fuhu ş yapanlara. . ."
:

âyeti ile sahhakalar (sevici kadınlar); " : İçiniz-


den fuhu ş yapan iki ki şi. . ." âyeti ile de livâta eden erkekler kasdedil-
miştir. Zira " " kadınları gösteren ",11"nin ço ğuludur.
ise, erke ği gösteren ",5:ıll "nin tesniyesidir. Ona göre bu yorum en do ğru
yorumdur. Zira:

1) Bu suretle hiçbir âyet neshedilmez, her âyetin hükmü bâ.ki ka-


lır.

1 Müslim, Iludıld, bâb: 5, hadis: 16-22


2 Müslim, kludıld, bâb: 5, hadis: 22-24
3 Sevicilik, iki kadının birbiriyle cinsel tatmin aramas ına denir. Biri fail, di ğeri mef'ul
durumunda bulunur. Bir çe şit sapıklık ve hastalık olan bu fil eskiden beri çe şitli toplumlarda
bazı kadınlar arasında vardır. Bazı toplumlarda bu harekete a ğır cezalar verilmi ştir. Sevicilik
erkekler aras ındaki homoseksüelliğe benzer. Buna kadın homoseksüelliği de denir. Bkz. Prof
Dr. Rasim Adasal, Ruh Hastal ıkları ve Cinsel bozukluklar, III. 615-617, Ankara, 1954
510 Nisa' Suresi

2) Eğer her iki âyette de zina kasdedilmi ş olsaydı , zinâ eden erkek
ve kadının hükmü, bir ayet içinde zikredilirdi. Nitekim "
" âyetinde aynı suçu işleyen erkek ve kad ının hükmü bildi-
rilmi ştir. İki ayette de kas ıt zina olsaydı, burada da böyle olur, bunlar
aynı ayet içinde zikredilir ve ayn ı şeyden söz eden ayetler tekerrür et-
mezdi.
3) " <5.9,11 i " âyetinin zinâ hakk ında olduğunu söyle-
yenler, ". . . :4)1 j tel : Yahut Allah onlar ın yararına bir
yol gösterinceye kadar" cümlesindeki gösterilecek yolu, recm ve celd
(taşla öldürme ve yüz de ğnek vurma) diye tefsir ediyorlar. Bu
do ğru de ğildir. Çünkü yüce Allah, burada kadınların lehine, yararına bir
yol gösterece ğini bildiriyor. Halbuki recm, celd ve sürgün kad ınların
lehine de ğil, aleyhinedir. Bunlar kad ınlar için çok a ğır bir cezadır. Bun-
dan dolayı biz, buradaki fuh şu, kadınlar aras ı ndaki seviciliğe yorarak
ayeti, "Allah, onların şehvetlerini nikâh ile tatmin yolunu gösterecektir"
şeklinde tefsir ediyoruz. Allah' ın onlara nikâh nasib etmesi, onlar ın le-
hine olan bir yoldur.'

Ebu Müs'imrin bu izahlar ı gerçi akla uygundur, fakat önceki mü-


fessirlerden hiçbiri, birinci ayet ile sevicili ğin kasdedildi ğini söyleme-
miştir. Sevici kadınlar hakkında hadislerde de bir hüküm yoktur. Yaln ız
Mücahid, ikinci ayetin, livâta eden erkekler hakk ında olduğunu söyle-
miştir. Bu bakımdan bu ayet ile livatanın kasdedilmiş olması muhte-
meldir. Fakat birinci ayetin sevici kad ınlar hakkında indiğine dair bir
delil yoktur. Siyaktan da bunun zinâ eden kad ınlar hakkında oldu ğu
anlaşılıyor.

Eziyet: Islamı n ilk zamanları nda fuhu ş yapan erkeklere uygulanan


eziyete gelince, bu konuda da hayli görü ş ayrılıklar' vardır. Bilginlerin
bir kısmına göre bu eziyet, sadece dil ile yap ılan azarlama, k ınamadır.

Bir kısmına göre de hem dil ile hem de el ile yap ılır. İbn Abbas
şöyle demiş : Erkek fuhu ş yapınca kınama., ayakkab ı ile dövülürdü.
Mücâhid, " : Onlara eziyet ediniz"i söverek eziyet ediniz şeklinde
açıklamıştır.2 Taberrye göre yüce Allah, bu ayette eziyetin türünü be-
lirtmemiştir. Hz. Peyğamber (s.a.v.) den de şöyle veya böyle yap ıldığına
dair bir şey nakledilmemiştir. Binaenaleyh bu eziyetin hem dil, hem el ile,
hem de her ikisiyle olması , yahut bunlardan sadece biriyle olmas ı caiz-

1 RazI, Mefatihu'l- ğayb, III. 245-246


2 Mileahid, Tefsir, tahkit: Abdu'r-Rahudin at-Tahir, Davha, Katar, s. 149
Caz': 4, Su e: 4 511

dir. Bunlardan hangisinin toplum için yararl ı olup olmadığını bilmek


de önemli de ğildir. Çünkü art ık bu hüküm neshedilmi ştir.
Livâta edenlerin mel'iln olduklar ına dair hadisler vard ır. "Lrıt
kavminin yapt ığını yapan kimsele ı i görürseniz, faili de, mef'ulü de öldü-
rünüz"' meâlindeki hadisler ise pek sa ğlam de ğildir. Tirmizi, bu hadisin
senedine güvenilemeyece ğini belirtmi ştir. Tirmizi şöyle diyor: "Ilim
erbabı, livâta yapanın cezas ı konusunda ihtilaf etmi ştir. Baz ılarına göre
evli olsun, bekâr olsun livâta yapan kimse recmedilir Bu, Malik, Safii,
Ahmed ve İshakın görüşüdür. Tâbiundan baz ı fakihlere göre de fiyata=
cezası, zinânın cezasının aynıdır. Bu da Hasan Basri, İbrahim en-Nebaci,
Atâ ibn EM Rabah'ın görüşüdür."2
Son iki ayette cehaletle günah i şleyip sonra hemen teybe eden-
lerin tevbelerinin kabul edilece ği belirtiliyor. Burada cehaletle gü-
nah işlemek tabiri üzerinde biraz durmak gerekir. Cehaletle günah
işlemek, birşeyin günah olduğunu bilmeden onu yapmak anlamında de-
ğildir. Cehalet kelimesi, Arapça sadece basit bilgisizlik anlam ını taşımaz .
Cehalet, duyulann, şehvetin akıl gücünü örtmesi, kabaran şehvet duy-
gularının dürtüsüyle hareket etmek demektir. Cahiliyye devrinde bu
kelime, ilmin de ğil, hilmin karşıtıdır.
"Cehl, en ufak bir k ı zgınlık an ında iradesini kaybedip parlayan,
kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kap ılıp sonucu düşünmeden hemen körü
körüne atılan delikanlı, ate şli, sabırsız kişinin sorumsuz davran ışıdır.
Bu, duygularına hırslarma hakim clamayan a şırı bir insanın davranışı -
dır. Bu insan, doğruyu yanlışı düşünme ölçüsünü kaybedip kendisini
öfkenin peşine kaptırmıştır." 3
Kur'an): Kelim'e göre Allah'a isyan eden herkes cahil say ılır. Çünkü
yaptığı işin sonucunu, sonunda kendisine neler getirece ğini hesaplama-
dan yapar. Sâf akl ına uymaz, kabaran ş ehvet duygularının, basit düşün-
celerinin alumma kap ılır. İşte bu duygulara kap ılarak hareket etmek
cehalettiı . Bizim halkımız arasında da cahil kelimesi, bu mânaya yak ın
bir anlamda kullanılır. Cahil deyince duyulanna kap ılarak hareket eden
genç delikanlı kasdedilir. "O cahildir, kusuruna bakma" sözü, o deli-
kanlının kusuruna bakma, dü şünmeden böyle yapmıştır anlamına gelir.
Günah i şleyenler, basit hislerine, şehvet duygularına kapılarak ha-
reket ettiklerinden Kur'an'da onlara cahil denmiştir. Mesela Yusuf

1 Tirmizi, kludad, 24
2 Tirmizî, Ebu< Isa Muhammed ibn Savra, Sutyen, M ısır baskısı, IV. 58
3 Dr. Toshihiko IZUTSU, Kur'an'da Allah ve Insan, S. Ate ş çevirisi, s. 193, Ankara, 1975
512 Nisa' Suresi

Aleyhisselâm, günah i şlediği takdirde câhillerden olaca ğını söylüyor:


" : O kadınlara meyk derim ve dihillerden
olurum."' Kendisini kuyuya atarak günah i şlemiş olan karde şlerinin
durumunu da cehaletle niteliyor: " j Jl;
(Yusuf) dedi : Sizler cahil iken Yusuf'a ve karde şlerine yaptığınız
(ın kötülüğün)ii bildiniz mi ?"2

Bütün bunlar, buradaki cehaletle günah i şlemek sözüylc neyin kas-


dedildiğini ortaya koyar. Ayetin kasd ı, günah i şleyen kimsenin, yapt ığı
işin günah oldu ğunu bilmeyerek yapması de ğil, neticesini dü şünmeden,
nefsani duygularına kapılarak Allah'ın yasakladığı bir şeyi, yasak oldu-
ğunu bile bile yapmas ı du. İşte böyle kimseler, teybe ettikleri takdirde
tevbeleri kabul edilir.

Bir işin günah olduğunu bilmeden onu işlemek hatâdı r. Hatâ ile
yapılan günahlar affedilmi ştir.

Basit duygularına, şehvetlerine kap ılarak her nas ılsa günah i şlemiş
olan kimseler, bu yaptıkları işlerden pişman olur, bir daha- yapmamaya
karar vererek Allah'tan af dilerlerse şüphesiz Allah, tevbeleri kabul
edendir, merhametlidir, onlar ı affeder. Hayat ın hangi ça ğında olursa
olsun, yapılan teybe makbuldür.

Fakat hayat ın ın sonuna dek günahta ısrar edip de ölüm haline gel-
miş olan kişi, henüz hayattan ümid kesmeden teybe etmi şse onun tev-
hesinin kabul edilip edilmeyece ğini Allah bilir. Hadislerin ifadesine göre
hayattan ümid kesmeden önce küfürden dönenlerin iman ı makbuldür.
Ama ye's haline girdikten, yani ya şama ümidi kalmayıp gözlerden mane-
vi perde kalkt ı ktan sonra artık tevbenin ve inanmanın yararı olmaz.
Teybe için inand ıktan sonra iyi bir i ş yapabilecek kadar bir zaman bu-
lunmalıdır.

"— (Tarafımdan onlara) de ki : Ey nefislerine kar şı aşırı giden kul-


larım, Allah' ın rahmetinden ümit kesmeyiniz!" 3 ayeti gere ğince fasık
mü'minin son nefesindeki tevbesi de makbul olabilir. Resulullah (s.a.v.):
`5,;,? ii L Zı : Allah, canı boğazına gelmemi ş olan kulun
tevbesini kabul ede ı ."4 buyurmuştur. Yani henüz ruh, beden içinde,
kişinin yaşama ümidi var iken yapılan teybe makbuldür.

1 Yusuf Suresi: 33
2 Yusuf Suresi: 89
3 Zilmer Suresi: 53
4 Tirmiâf, Dacavat, 99; Ibn Mâce, Zühd, 30; Muva4;a', Uuelfid, 2; /bn Vanbel, II. 132,...
Cüz': 4, Sure: 4 srs

44
Sonra yakından teybe ederler.""cümlesindeki
J; „:" :

"yakından" kelimesi, ölümden önce, hayatta iken teybe etmeyi kasde-


diyor. " : yak ın" günah i şlediği an ile, ölüm mele ği görününceye
kadar olan zamand ır. İşte bu arada teybe edenlerin tevbesi

Abdullah ibn Abbas ş öyle demi ş : "Yüce Allah: (Yoksa kötülükler


yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca : 'Ben şimdi t eybe ettim' diyen-
lere ve kâfir olarak ölenlere teybe yoktur.) 2 âyetinden sonra: (Allah, ken-
disine ortak koş ulmasını bağışlamaz, bunun dışındaki her günahı dilediği-
ne bagışlar)3 ây etini indirmek suı etiyle kâfir olarak ölene ma ğfireti ha-
ram kılmış , tevhid (iman) ehlini de me şietine (dilemesine) b ırakmış,
onları ümitsizlikten kurtarm ıştır.4

"Fakat hışmı mızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda


sağlama& ."5 âyeti kerimesi, azâb ı gördükten sonra inanmamn bir
faydası olmadığını haber vermektedir. Fakat azâb ı görmeden önce
inanmış olanın imanı makbuldür. Demek ki imana engel olan, yaban '
ölümün yaklaşması değil, ölüm halinde perdelerin kalkarak ki şinin dün-
yadan sonraki yerini görmesidir. 6

TA JD:ç jfij r °4;1. "(j: j1:11


000o ••• Z; 99 .9 0 9 99 A o
1.4 C.) I C. ‘74.2."—J j

9 9 e o Ao o Z; A 9 ı
lje LJ CO•

9(:) Vs- I 4.i '‘,53 ı -S4:,, ti_j1;,,°.„<":7 °)"'t
T,122:u
-
''',..,.',. ı",,ı°,ı - *rfi.:::,:;1-", cy; "".)C.C. c°,-; -J1--ı°_,ze_j );:;°;:) 1
.•
O ••••
..9 .' ••• if 9
° ğ 9 •• 5 . 9O 0.... 1 ••• .9 O fi 5 O 0. -••• •••••• ....
( Y . )t,.■ ,■■,4 \c.J i
_ I;L:.fr■J 4-ii ..t..,:- 1_1 1°_,,.. 4_:-.. 1,..L.,.. L. 5.0
o • oşx o
(;) I I 4--;;:l-e- . 1;

1 Talıeri, IV. 300


2 Nisâ' Suresi: 18
3 Nisâ' Suresi: 48
4 Taberi, IV. 300
5 Gâfir Suresi: 85
6 Itâzi, Mefatffiu'l- ğayb, III. 253
514 Nisa' Suresi

19- Ey inananlar, kadınları miras yoluyla zorla almanız size helal değil-
dir. Onlara verdiklerinizin bir kısmını (onlardan) alıp götürmek için onla-
rı sıkıştırmayın. Şayet açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla iyi
geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki sizin ho şlanmadığınız bir
şeye Allah çok hay ır koymu ş olabilir. 20- Bir eşin yerine başka bir eş
almak istediğiniz zaman onlardan birine yüklerle mal vermi ş olsanız dahi
verdiğinizden hiçbir şey geri almayın. Iftira ederek ve açık günaha girerek
verdiğinizi alacak mısınız? 23- Nasıl alırsınız ki, birbirinize geçmi ş
(içli dışlı olmuş) idiniz ve onlar, sizden sağlam söz almışlardı .

Tefsir:

19-24: Manaları açık olan bu âyetlerle getirilen hükümler şunlardır:


1) Akrabasnun, ölenin karısına zorla vâris olmaları ; kadınlara veri-
len mehri geri almak, ya da onların mallarına sahip olmak için onların
evlere kapatıhp baskı altında tutulmalar ı haramdır. Ş ayet kadınlar açık-
ça bir fuhu ş yapmış, zina etmiş iseler, o zaman verilen mehir geri alma-
bilir. Kecası, mehı ini almak için bul ( isteyebilir'. Namuslu kald ıkları
sürece kadınlarla iyi geçinmek laz ımdır. Çünkü kişinin, karısıyla iyi
geçinmekte yarar vard ır. içinden gelmese de bunu yapmal ıdır. Çünkü
insanın zoruna giden birçok şey var ki sonucu kendisinin hayr ına olur.
2) Karısından mutlaka ayrılmaya karar veren ki şi, ne kadar fazla
olursa olsun, verdi ği mehri yalanla, iftira ile geri almaya kalkmamal ı-
dır. Zira karısiyle az çok beraber ya ş amışlar, kadın herşeyini kocasına
vermiştir. Bu kadar iç içe birlikte ya ş amış iken, bu kadar beraberli ğin
hatırı varken kadına verilen mehri geri almak do ğru de ğildir.
3) Kişinin üvey annesiyle evlenmesi haramd ır. Eskiden yapılmış
olanlar affedilmi ştir. Bundan sonra böyle bir şey yapılmamandır.
İbn Abbas, ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Araplar aras ında biri öl-
düğü zaman velilerinin, adamın malı üzerinde haklar ı olduğu gibi karısı
üzerinde de haklar ı vardı. İçlerinden biri, dilerse ölenin kar ısiyle evlenir,
yahut kadını başkasiyle evlendirip mehir alır, ya da hiç evlendirmez,
evde alıkordu. Mirasçılarm, bu kad ın üzerinde, kadının kendi ailesinden
daha çok hakkı vardı . İşte birinci âyet bu uygulamay ı ortadan kald ı r-
mak için inmiştir."2
'bn Kestr'deki rivayete göre bu i şi, ölenin oğlu yapardı . Adam
ölünce başka kadından doğmuş o ğlu, üvey annesinin üzerine elbisesini
1 Taberi, IV. 310-311
2 Bubari, Tefsir, Nisa' Suresi; Ebû Davad, Nikah, 23
Cüz': 4, Sure: 4 515

atar: "Malma vâris oldu ğum gibi karısına da vâris oldum" derdi. Böyleçe
üvey annesi, kendisine kal ır, dilerse mehir vermeden —babasmm verdi ği
mehirle— onunla evlenir, dilerse kad ını başka biriyle evlendirip mehir
alırdı . İşte Yüce Allah, bu ayeti indirerek: "Ey inananlar, (akrabam=
kadınlar(m)a, onlar istemediği halde vâris olmanız size helal değildir"
buyurdu. Bu tefsire göre vâris olunan şey, kadının kendisidir. Yani
ayet, kad ını, tıpkı e şya gibi miras meta' ı olmaktan kurtarnu ştır.
Diğer bir tefsire göre ayetin manas ı, "Kadınlar istemedi ği halde
onları evlenmekten al ıkoyarak mallar ına vâris olmanız size helal de ğil-
dir" şeklindedir.
Karılarınd.an hoşlanmayan baz ı kimseler de onlardan ayr ılmak is-
terlerse verdikleri mehri geri almak için geçimsizlik yapar, mehri geri
vermeleri için karılarmı sıkıştırırlar, onların diledikleriyle evlenmelerin
de engel olur, ölünceye kadar evde tutarlar d ı. Ama kendileri de onlara
kocalık etmezlerdi.

Birinci ayet ile bu tür davran ışlar da yasaklanmakta: "Verdi ğimizi


geri almak için onlara engel olup evde tutman ız, evlenmelerini engelle-
meniz helal de ğildir. E ğer onlar apaç ık bir fuhuş (edepsizlik, zina) yap-
mış olurlarsa o zaman onlar ayr ılmaya neden oldu ğu için bulc istemekte
mazur say ıhrsınız. Bunun dışında onlarla güzel geçininiz." buyurul-
maktadır. Hasılı bu ayet ile, kadının aleyhine olan, onun hareketlerini
kısıtlayan kaba davranışlar yasaklanmıştır.

Ailenin mutluluğu, çocukların huzuru, iyi yeti şmeleri, karı kocanın


güzel geçinmelerine ba ğlıdır. Bundan dolayı Kur'an' Kerim, güzel ge-
çirmeyi emı etmiştir. Allah'ın Resulü (s.a.v.) de bu konuda ş öyle buyur-
muştur: "Ey insanlar, sizin kadınlarınız üzerinde haklann ız vardır, on-
ların da sizin üzerinizde haklan vardır. Onların, sizin yatağınıza başkasını
almamalan ve iffetlerini korumaları, sizin onlar üzerindeki haklarınızdan-
dır. Eğer bunları yaparlarsa onları yataklarında yalnız b ırakmanıza ve
hafifçe dövmenize Allah izin vermi ştir. Eğer vazgeçerlerse onların geçim-
lerini ve giyimlerini sağlamak sizin görevinizdir. Kad ınlara hayır tavsiye
ediniz. Çünkü onlar sizin yan ınızda tutsak gibidirler. Kendi kendilerine
bir şey yapamazla ı . Siz onları, Allah'ın emanetiyle (Allah adına güvence
vererek) aldınız ve Allah' ın sözleriyle onların ırzlarını helal kıldınız."'
Ayetteki açık fahi şe deyimine iki anlam verilmi ştir: Biri, kadının
kocasına ve kocasının ailesine kar şı başkaldırması, huysuzluk etmesi,

1 Tehaibu Sireti İbn Hişam, II. 139; Taberi, IV. 311


516 Nisâ' Suresi'

diğeri de zina etmesidir. Şayet kadın, buysuzluk, edepsizlik veya zina


ederse ona verilen mehir geri al ınabilir ve bul` edilir
Bazı insanlar, hoşlanmadıkla_ ı kardarma verdikleri mehri geri al-
mak için yalan söyler, onlara iftira ederlerdi. İşte ikinci ve üçüncü ayet-
lerde kadına verilen mehrin, ne kadar çok olursa olsun, kantar kantar
da olsa —zina durumu hariç— geri al ınması haram kılınmıştı r. Çünkü bu
iki insan, uzun süre beraber ya ş amış , içli dışlı olmuştur. Nikah bağıyla
birbirlerine ba ğlanmışlardır. En mahrem şeyleri birbirine helal olan bu
iki arkada şın, beraber kald ıkları günlerin hatııını saymaları
Ayetteki ifila kelimesi, kad ınla yalnız kalmaktan veya cinsel ili şkiden
kinayedir.
Kadına verilen malın geri alınması, onu bir anda yoklu ğa düşürmek
demektir. Ayrılmak, zarwet halini alabilir. Ama kad ını periş an dü şür-
mek olmaz. Nikah - ile himaye t,dece ğini söz verdi ği kadın ı, ayrılırken
perişan etmesi, soyup so ğana çevirmesi, hiçbir şey vermeden onu dışarı
atması elbette do ğru de ğildir. İşte Kur'an, bunu yasaklam ıştır.
1Viehrin yüksek olması makbul de ğildir:
Hz. Peygamber (s.a.v.), evlenmenin kolayla ştırılmasmı istemiş ,
bunun için mehrin, kolay ödenebilir ölçüde olmas ını öğütlemiştir:
"Kadının istenmesinin kolay, mehrinin kolay, rahminin do ğurucu olması ,
kadının uğurundandır."'
Hz. Ömer bir gün konu şma yaparken: "Kad ınların mehrini ne çok
artırdınız! Peygamber ve ashab ının devrinde mehir, dörtyüz dirhemi
geçmezdi. E ğer fazla mehir vermek, Allah indinde bir takva ve üstünlük
olsaydı siz mehir konusunda onlar ı geçemezdiniz; Ben iyi biliyorum ki
(Resulullah devrinde) bir erkek, dörtyüz dirhemden fazla mehir ver-
memiştir." demi şti.
Böyle deyip minberden inen halifeye, Kurey şli bir kadın: "Al-
lah'ı n ( I j : Onlara kantarlarca, yüklerle mehir vermiş olsa-
nız da verdiğinizden hiçbir şeyi geri almay ınız.) dediğini işitmedin
mi?" diyerek itiraz etti. Kad ının bu sözü üzerine Hz. Ömer, tekrar
minbere çıkıp: "Ey insanlar, ben kad ınlara dörtyüz dirhemden fazla
mehir vermemenizi söylemiştim. Artık dileyen, dilediği kadar mehir
verebilir." dedi. 2
Bu rivayet e ğer do ğru ise bir kad ının cesaretini ve halifenin de o
kadar cemaat içerisinde bir kad ından dahi olsa hakikati duyunca der-
]. Hadisi lbn Hanbel, Hakim ve Beyhaki, Hz. ` İişe'den rivayet etmi şlerdir. Fayçlu'l•
Kadir, II. 543
2 Ilin Kesir, I. 467
Cüz': 4, Sure: 4 517

hal kabul edip hatas ından dönmekten•çekinmedi ğini gösterir ki her iki
hareket de İslam karakterine yak ışır, olgun davram ştır.

Islamın kadına sağladığı hakları daha iyi anlamak için, isiamdan


önceki dinlerde kad ının yerini düşünmek gerekir.

Tevrat'ta "E ğer bir adam ölürse ve onun o ğlu yoksa o zaman
mirasını onun kızına geçireeeksiniz."' deniyor. Bu ifadeden, ölenin
o ğlu varsa kızına miras diişmeyece ği anlaşılır.

Yine Tevrat'ta kad ının adak adamas ı bile babasının veya kocası-
nın iznine bağlıdır.2.

:L:AL. *-CiC. 5)1,1 ,5-C—:,11 ",:).... ° :.<52;C; T ""."..".<: C.' I,S..°:::;S1


a ° -.1,
- ,._,
. —. ,....,
, .>v5 Y- ) 5L,,,,, "55
4_,„ i c T:...,1:4 :, °Z-_-,.,_:-C1 c31.5-
-• A.; 1
.. -
.s - - ...0 4
.. ..-- - - . ..o _41.7.: - ..; . ,o...‹.....,1-
.o j_.;:.-.1 ...., .e...‹..9 .o.:it-.._:
.- -_, ..o‹.1.1.3. 1... 4.1.
k...J1-:.- _, ç,-5...7 4 t..,,*- j e_ 5.... ..F.
.e., ,,..:ii....
, ..„:.-1...., or,...‹,.....„;,:şt . . -,.. l9 ...,9.‹..5:7 tı
,t..::,,
....9 t ...., . o . ..99 .9 .. c....„ ....„ 6:951
.3 -"U I ..
o9... 99 • 5; ..g .9 /.11 ıı ı O .,,...< ı ..4 ı 5 .”. ı ..
_j_.....5- j cj 5U1 5.-.... "1..) j j ,L 4:..+Ly,..• I J :LPI,,,;)I cfr.,.
_......;
... - - -
o. o

o .9 o 9. o .9 .9 .• o . or..9.<oıc. 5
• _J)

I j.j5k} 5(it,
411

Cüz': 5 • "c.., -; (Yr) %;.)


Q:4
09 7.7
ir 1^3 rol j L. -,•• I j p 4:0
O "o,* o o 05,0 ,,o •••O o
Cjl,■ "42....>%■A I
o 9 o ••• ,••9 • • ..9 9.. •• 1: 5 O

CJ-I I 4.5-AJ-3 L9
(Y ) (..)C5- (:)I c 4.02.)
'. • -.21i1 .1.".J • • " .0

22- Geçmişte olanlar hariç, (bundan böyle) babalarınızın evlendiği


kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu, edepsizliktir, (Allah'ın) hışm(ı)dır ve
iğrenç bir yoldur. 23- Size (şunlarla evlenmeyin) haram 'alındı : Anala-

1 Sayılar, bab: 22, elimle: 8


2 Sayılar, bab: 30, cümle: 2-8, 13
518 Suresi

rınız, kıdarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, karde ş kızları,


kızkardeş k ızları, sizi emziren analarınız, süt bacılaı ınız, karılannızın
anaları, zifafa girdiğiniz karılannızdan olup evlerinizde bulunan üvey
kızların= -eğer onlarla henüz zifafa girmemişseniz, (kızlarını almaktan
- ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen o ğullannızın
kanları ve iki k ızkardeşi bir arada almanız. Ancak geçmi şte olanlar hariç.
şüphesiz Allah, çok ba ğışlayan, çok merhamet edendir. 24- (Sava şta esir
olarak) ellerinize geçen(câriye)ler müstesna, evli kadınlar(la evlenmeniz)
de (haramdır. İşte bunlar) size Allah' ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan
ötesini, iffetli ya şamak, zina etmemek şartiyle mallannula istemeniz
(mehirlerini verip alman ı z), size helal !alındı. 0 halde onlardan ne kadar
yararlandınızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini bir hak olarak verin.
Hakk ın (mehrin) kesiminden sonra karşılıkh anlaşma(k suretiyle kesilen-
den az veya çok vermeniz )de üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah,
(herşeyi) bilendir, yerli yerince yapandır.

Tefsir:
22-24 mü, âyetle rde, nikâh edilmesi haram k ılınan kadınlar açıklan-
maktadır. İlk olarak babanın karısiyle evlenmek haram kılınmıştır. Câ-
hiliyye clevrinde üvey annesiyle evlenenler vard ı. Müfessirlerin, 19 ncu
âyet münasebetiyle anlatt ıkları üzre adam ölünce, ba şka bir kadından
doğmuş olan oğlu, üvey annesinin üzerine elbisesini atarak "Makina
varis olduğum gibi karısına da vâris oldum" der ve böylece üvey an-
nesiyle evlenebilirdi.
Ensâr'ın sâlihlerinden olan Ebu Kays ibnu'l-Eslet vefat edince,
oğlu Kays, babasının karısiyle evlenmek istedi. Kadın: "Ben seni o ğlum
sayıyorum. Sen kavminin iyilerindensin. Ben bu durumu gidip Allah' ın
Resulüne soracağım" dedi ve gelip Allah'ın Resulünden sordu:

— Ya ResulâIlah, Ebu Kays öldü, o ğlu Kays benimle evlenmek


istiyor. Halbuki o, kavminin iyilerindendir. Ben onu kendi o ğlum sayı -
yorum. Bu konuda ne dersin? Allah' ın Resulü kadına:
— Evine dön, dedi, bunun üzerine: "Geçmi şte olanlar hariç, (bun-
dan böyle) babalannızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin..." âyeti indi.'
O zaman Araplar aras ında bu tür uygulamalar vard ı. Fakat babaya
saygıyı yok eden, kadını miras olunacak bir e şya düzeyine indiren bu
hareketler, toplum içinde s ızlanmalara neden oluyordu. O zamanki
toplum dahi bu uygulamayı hoş görmemişti. Babanın karısını nikâhla-

1 Ibu Sesi; I. 468


Cüz': 5, Sure: 4 519

maya el-makt (gazab), bu nikalıtan do ğacak çocuğa da el-maktt (gazaba


uğramış, gazab ürünü) derlerdi'
Bera ibn Âzib ve Kurre ibn iyas el-Muzenrnin anlatt ıklarma göre
Hz. Peygamber (s.a.v.), üvey annesiyle evlenen bir adam ın öldürül-
mesini emretmiştir. Berâ ibn Âzib şöyle diyor: "Dayım (el-Haris ibn
Amr) yan ıma geldi. Peyğamber (s.a.v.) kendisine bir sancak vermi şti.
(Yani onu bir asker toplulu ğunun başı yapmıştı).
— Ne yapmak istiyorsun? dedim.
"Allah'ın Resulü (s.a.v.) beni, babasının ölümünden sonra kar ısiy-
le evlenen bir adama gönderdi, onun boynunu vurmam ı emretti, de-
di."2
Müfessirlerin baz ılarına göre bu ayet, babalar ın cinsel ilişki kurduğu
bütün kadınlarla evlenmeyi, o ğullarına haram kıhruştır. Hattâ bazı-
larma göre baban ın sadece şehvetle bakt ığı kadın dahi oğluna haram
olıır.3
Bundan sonraki iki ayette haram k ılınan kadınların kimi neseb,
kimi süt, kimi de nikah sebebiyle haram kılınmıştır. Neseb dolayısiyle
haram kılmanlar yedidir:
A — Neseb nedeniyle haram olan kad ınlar :
" Size şunlar haram kılındı" :
1- " Anneleriniz." Kendi anneleriniz, baban ızın ve an-
:

nenizin anneleri, onların anneleri, ne kadar yukar ıya varırsa varsın


,

bütün nineleriniz size haram k ılınnuştır.


2- " : Kızlarınız". Gerek kendi evladm ı z, gerek oğlunuzun
veya kızın ızın kızları, torunları ne kadar a ş ağı inerse insin, sizin zürri-
yetinizden gelen bütün k ızlar size haramd ır.
3- Bilginlerin çoğunluğu, gayri me şru yoldan (zina'dan) olan kız-
ların da diğer kızlar gibi babas ına haram olduğıma hükmetmişlerdir.
Çünkü "kızlarnuz" sözü geneldir. Ne yoldan olursa olsun, insan ın sul-
bünden gelen bütün k ızlara şamildir. Ebu Hanife, Malik ve Ahmed ibn
Hanbel bu görü ştedir.4
3- "..<;1_,4 3 Kızkardeşleriniz." Anne baba. ir, anne bir yahut
baba bir bütün kı zkardeşleriniz. Anne veya baba taraf ından neseb
1 Tefstru Ayütil-abkam, II. 66
2 İbn Mâce, Mudild, 35; Timi*" Iludnd, 29; Ibn ljanbel, I. 430,...
3 Ibn Kedr, I. 468
4 Ibn Kedi., L 469
520 Nisâ' Suresi

ortaklığı olmayan kız haram de ğildir. Kızkarde şin kızkarde şi, eğer
erke ğin kızkarde şi değilse haram olmaz. Meselâ Ahmed'in baba bir k ı z
kardeşinin, ba şka bir adamdan olan anne bir kızkardeşi, Ahmed'e he-
lâldir.
4- " : Halalarınız". Babalarınızın, dedelerinizin kızkarde ş-
leri olan bütün halalarm ız.
5- "ylr J : Teyzeleriniz". Annelerinizin ve ninelerinizin kızkar-
deşleri olan büyiik, küçük bütün teyzeleriniz.
6- " 1 ,...514 J: Kardeşinizin k ızları", torunları, bütün ye ğenleriniz.
7- " : Kızkardeşinizin k ızları", bu yoldan olan bütün
yeğenleriniz.
İşte bu âyette buraya kadar say ılan kadınlar, neseb nedeniyle
harâm olan kadmlardır. Bir de süt nedeniyle Earam olan kad ınlar
vardır.
B — Süt nedeniyle haram olan kad ınlar :
1- " rSZ 0.5.314.1 : Sizi emzirmiş olan süt anneleriniz" ve
nineleriniz. Süt anne, ki şiyi emziren kadın, yahut bu kadmın nesep
veya süt anneleri, nineleridir. Bunlar ın hepsi emene haramd ır.
2- "Z&L.:, 11 0.1_,;-1 J : Süt k ızkardeşleriniz". Süt emzirenlere anne,
beraber emenlere karde ş denilmesi, nesep hükümlerinin bunlarda da ge-
çerli olduğunu gösterir. Süt anneler, süt karde şler bulununca süt baba-
lar, süt kızlar, süt halalar, süt teyzeler, süt karde ş kızları da var demek-
tir. Buna göre süt yüzünden haram olanlar ın da kıyas yoluyla yedi ol-
duğu, fakat Kur'ân ı Kerim'de yalnız ikisinin anılmasiyle yetinildiği
anlaşılır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): "Doğum dolay ısiyle haram
olanlar, emzirme ile de haram olur." buyurmuşturi
Yani süt emziren kad ın, emen çocuğun annesi durumuna, kadının
kocası da babası durumuna geçer. Kad ın o çocuğa haram oldu ğu gibi
oğulları , kı zları, erkek ve kız karde şleri, ataları, amcaları, teyzeleri,
oğul ve kız torunları ve dayıları da haram olur. Ayın kadından emen
erkekler ve kızlar-İster emzirenin kendi çocuklariyle emsin, ister ba ş-
kalarının çocuklariyle o kad ından emmi ş bulunsun- birbirlerine haram
olurlar.
Böylece neseb ile yedi, buna kıyasen süt ile de yedi olmak üzere
buraya kadar âyette ondört mahrem say ılmış olur.
1 Bubtıri, Nikih, 20, 27; Müslim, Raçlâc, bâb 1, hadis: 2; Elti Dâvûd, Nik8h, 6; Ibn Mke,
Nikâh, 34; DArimi, Nikâh, 48; ıbu, Ijaubel, I. 275
Ciiz': 5, Sure: 4 521

Kur'an Kerim'de emzirmenin miktar ı belirtilmemiştir. Mutlak


söylendiğine göre bir kere emmek dahi süt hükmünü geçerli k ılar. Said
ibnu'l-Müseyyib, Urve ibnu'z-Zubeyr, Ebu Hanife ve Malik bu görü ş -
tedirler. Fakat İmam Ş afiiye göre haram olmak için en az be ş kere em-
mek laz ımdır. Ş afil, bu hükmünü şu hadislere dayandırıyor:

"Bi; kere, iki kere emmek haram kamaz."' "Ummu'l-Fadl anlat ıyor:
Peyğamber (s.a.v.) benim evimde iken bir köylü içeri girdi :

"Ey Allah' ın peygamberi, dedi, benim bir kar ım vardı, üzerine bir
kadın daha aldım. İlk karım, yeni kar ı mı bir veya iki kere emzirdi ğini
sanıyor. Allah' ın peygamberi :

"Bir yahut iki kere emmek, haram kamaz, dedi". 2


Hz. Aişe de şöyle demiştir: "Kur'ân'da indirilen tiyete göre bilinen
on emme haram k ılardı . Sonra bunlar, beş bilinen emmeye de ğiştirildi.
Allah'ın Resulü (s.a.v.) vefat ettiği zaman Kur'ân'da bu beş bilinen emme
okunurdu." 3

İşte İmam Şafii, bu hadislere dayanarak bir iki kere emmenin ha-
ram kılmayaca ğını, özellikle son hadise dayanarak da en az be ş kere
emmenin, süt hükmünü geçerli kılaca ğını söylemiştir.

Fakat son hadisin doğruluğunu kabul edersek, Hz. Pey ğamber


vefatından sonra Kur'an' Kerim'in de ğiştirilmiş olduğu so-
runu ortaya ç ıkar. Zira burada "Kur'an'da ancak on kere emmenin
haram kılacağı hakkında ayet vard ı . Sonra bu neshedilip be ş kere em-
menin haram kılaca ğına dair ayet indirildi. Hz. Pey ğamber (s.a.v.)
vefat etti ği sırada be ş kere emmenin haram kılaca ğı hakkındaki ayet,
Kur'an'da okunurdu" deniyor. Şimdi Kur'an'da ne on kere, ne de be ş
kere emmenin haram k ılacağı na dair bir ayet bulunmad ığına göre de-
mek ki bu ayetlerin lâfz ı ortadan kald ırılm ıştı'. Hz. Peyğamber':n
vefatı ndan sonra bir ayetin lafz ını veya hükmünü ortadan kald ırmak,
kimsenin haddi de ğildir. Eğer bu do ğru olsa, Hz. Peyğamber'den sonra
Kur'ân'ın değişikliğe uğrad ığı ortaya çıkar. O halde bu rivayet kabul
edilebilir nitelikte de ğildir. İmam Malik, bu hadise göre amel edileme-

1 Müslim, Radâ, bâb 5, hadis: 17; Rada, 3; Nesâ'i, Niküh, 51; İbn Mke, Ni-
Vitt, 35; Dürimt, Nikâh, 49
2 Müslim, Radü`, bab 5, hadis: 18; Nesâ'i, Nikah, 51,; Dârimi, Niküh, 49; İbn Ilanbel,
VI. 239,
3 Müslim, bâb 6, hadis: 24-25; Ebu' Dâvûd, Nikâh, 10; Tirxnizî, Radâ`, 3; Muvatta',
Rada`, 18
522 Nisâ' Suresi

yece ğini söyleııı iştir.° İmam Ebu Hanife de tahrim âyetinin, haberi
vâhid ile tahsis edilemeyece ğini ileri sürmüştür.2
Bu iddia, Kur'an' Kerim'in korunaca ğını ifade eden' âyete ayk ırı-
dır. Ha ş a Kur'ânı de ğiştirildiği anlamı na gelen böyle ahad
haberlerini kabul edemeyiz. O halde Safirnin bu delili tutars ızdır. Ebu
Hanife'nin dedi ği gibi bir kere emmek dahi haram k ılar. Nitekim bir kere
emmek ile de haraml ığın cereyan edece ğine dair hadis vard ır. Said
ibniı'l-Museyyib, iki yaş içerisinde bir katre dahi emmenin, süt hükmü-
nü geçerli k ılacağım söylemi ştir.4
Leben-i Fahl (fahl sütü) haram k ılar m ı ?
Bunu anlamak için şöyle bir örnek verelim: Adam ın evlendiği iki
kadın da doğurur. Bu kadınlardan biri bir kızı, diğeri de bir o ğlanı
emzirirse bu k ız ile oğlan, aynı babanın sütünü emmiş olurlar. İşte bu
süte leben-i fahl denir.
Leben-i fahlin haram k ıhp kılmadığında görüş ayrılığı vard ır. Bir
kısım bilginlere göre ayn ı erke ğin, ayrı ayrı kadınlarından emen kızla
oğlan, birbiriyle süt karde ş olup evlenmeleri haramd ır. Buhari ve Müs-
lim'in rivayet ettikleri hadisten de bu anla şılıyor:
"Örtünme ayeti indikten sonra Ebu'l-Kuays' ın kardeşi Eflalı, Hz.
.iiişe'nin yanına girmek için izin istedi. Ebu'l-Kuays, A sişe'nin süt babası
idi. ilişe : (Vallahi, dedi, Allah' ın Resulü (s.a.v.) den sormadan Eflah'ın
yanıma gelmesine izin vermem. Çünkü beni emziren, Ebu'l-Kuays de ğil,
karısıdır.) dedi. Ai şe diyor ki : "Allah'ın Resulü (s.a.v.) gelince :
— Ya Resulâllah, dedim, Ebu'l-Kuays' ın kardeşi ENI; geldi, içeri
girmek için izin istedi. Senden müsaade almadıkça izin vermeyi uygun
bulmadım. Peygamber (s.a.v.):
"O senin anıcandır, yanına girebilir, dedi."5
Tirmizi, şu hadisi de çıkarmıştır: " İbn Abbas'a, iki cariyesi olup
cariyelerinden biri bir k ızı, diğeri bir oğlanı emzirmiş olan adamın du-
rumu soruldu. Bu o ğlanın, bu kızla evlenmesi helal midir denildi. İbn
Abbas: 'Hayır, aşı birdir' dedi." 6
1 Muvatta', II. 45
2 Tefslru Ayâti'l-alılıânı, II. 66, Mısır, 1349
3 Hier Suresi: 9
4 Muvatta', II. 43
5 Buhâri, Nikah, 22:, Müslim, Rac.lâc, hâb: 2, hadis: 5,6; Ebü Dâv ıld, Nikah, 7; Tirnaiil,
Raılâ', 2; Nesâ'i, Nikah, 52; bu Mke, Nikah, 38
6 Tirraül, Radtıc, 2
Cila': 5, Sure: 4 523,

Kütübi sitte sahipleri aras ında yalnız kendisinin çıkarmış olduğu


bu hadis hakkında Tirmig şöyle diyor: "Bu hadis, sahib, hasen hadis-
tir. Peyğamber(s.a.v.)in ashab ından ve başkalarından ilim sahipleri,
buna göre hareket etmi ş , leben-i fabl' ı emenlerin, birbirleriyle evlen-
melerini mekruh görmü şlerdir. Fakat yine ilim sahiplerinden baz ıları
da leben-i fahl emenlerin evlenmelerine izin vermi şlerdir."'

Süt emme ya şı :

"Sizi emziren anneleriniz" âyetinden, büyük ya şta süt emmenin de


haram kılacağı hükmü anlaiıhrsa da "Anneler, çocuklarını tam iki y ıl
emzirirler"2 ayeti, süt emme süresinin ancak iki yıl olduğunu açıklamış-
tır. İki yaşından sonra süt emmek, süt haramb ğı getirmez. Ümm-i
Seleme(r.a.)nin rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.)in şöyle buyurdu ğu
anlatılır: "Sütten haram kılan, çocuk henüz sütten kesilmeden önce meme-
den verilip çocuğun barsaklarını besleyendir." 3

Bu ayet ve hadisin hükmü gere ğince ashabı kiramdan ve tabiun-


dan ilim sahipleri, iki yaşından sonra süt emmenin, hiçbir şeyi haram
kılmayacağın ı söylemişlerdir.4 Ayrı ca son hadise göre çocuk ancak
memeden emince süt hükmü geçerli olur.
Ebu Huzeyfe'nin kar ısı Sehle'nin, bülü ğa ermemiş mevlaları (hiz-
metçileri) Sâlim'in, her zaman evlerinde kendileriyle beraber bulundu-
ğunu, Ebu Huzeyfe'nin de bunu k ıskandığını anlatıp, durumu Peyğam-
ber(s.a.v.)den sormas ı üzerine Peyğanıber(s.a.v.)in: "Onu emzir, sana
haram olur, ınahrem olur, Ebu Huzeyfe'nin de k ıskançlığı gider"
dediği birkaç yolla rivayet edilmektedir. 5 Bu hadise göre büyük ya şta
emmenin de haram k ılacağı kanaati uyan ırsa da Hz. Pey ğamberin
hanı mları, bu müsaadenin, yaln ız Ebu Huzeyfe'nin kar ısı Sehle'ye
verilmiş özel bir müsaade oldu ğunu söylemişlerdir.6.

C — Nikah nedeniyle haram olan kadınlar :

1– "r<;1–; cş tf-T Kadınlarınızın anneleri", zifaf olsun olmas ın,


nikahladığınız bütün kadınlarmızm anneleri (kayınvalideleriniz) size
haramdır.

1 Aynı
2 Bakara Suresi: 233
3 Tirmi2i, Rad3`, 5; Nestı'i de aynı hadisi rivayet etmi ştir.
4 Tirmizî, Raçjâc, 5; iduvatta', II. 43
5 Müslim, Rac13', hal) 7, hadis, 26-30
6 Müslim, Radac, hah, 7, hadis: 31
524 Nisa' Suresi

2— " t;1.4-z j3. 11 Birleştiğiniz ka-


dınlarınızdan olup (genellikle sizin evlerinizde terbiyeniz alt ında) bu-
lunan üvey k ıdarbuz". E ğer nikahladığın ız halde henüz anneleriyle
birle şmemişseniz kızlarını almanızda üzerinize bir günah yoktur.

Ayetin açık anlamı, üvey k ızın, kocaya haram olmas ı için iki ş artı
gerekli kılıyor: 1) üvey k ızın, üvey babas ının evinde bulunması, 2)
üvey baban ın, kızın annesiyle birle şmesi.

Müctehidler, birinci ş artı gerekli görmemi şlerdir. Üvey kızlar, ge-


nellikle anneleriyle birlikte üvey babalar ının yanında bulundukları için
ayeti kerime: "Evlerinizde bulunan üvey kulann ız" diyor. Üvey kızın
mutlaka evde bulunmas ı şart de ğildir. Evde olmasa da üvey k ız, ha-
ramdır. Ancak ikinci ş art, yani kızın annesiyle sadece nikah de ğil, bir-
leşmiş olmak gereklidir. Birle şmeden annesinden ayrılan adam, kızıyla
evlenebilir. Malik ve Ebu Hanife'ye göre sadece dokunmak, öpmek dahi
birleşme sayılır. Ata ve Abdul-Melik ise şehvetle bakmayı dahi yeterli
görmüşlerdir. Safil ve Taberi ise dülnil ile cinsel birle şmenin kasdedil-
di ğini söylemişlerdir.'

3— Sulblerinizden bizzat ve dolay ısiyle


.111 r S.SL,1 (P>k.- j
gelen oğullarınızın balileleri (eşleri) olan gelinleriniz" ki bütün torunlarııı
eşlerini kapsar. "Sulblerinizden gelen o ğullar" kaydiyle evlatl ıklar bu
hükümden çıkarılmıştır. Onların e şleriyle evlenmekte bir sak ınca yoktur.
Evlada babasının, dedesinin karısını almak nasıl haram ise, babaya da
evi:adının, torunlarının karılarını almak öyle haramd ır.

4— " )1,5" c .C.; L. ')I1 I r.. ZJI j : İki k ız-


,

kardeşi bir arada almanız, (biri erkek farz edildi ği zaman diğeriyle
evlenmesi caiz olmayan iki kad ını, mesela bir kızla halasını veya teyzesini
birlikte almanız) haramdır." Hz. Peyğamber (s.a.v,) şöyle buyurmuştur:
"Bir kadın, halasının, teyzesinin, karde şi kızının, k ızkardeşi k ızının üze-
rine (onlar ayın adamın nikahı altında iken) nikâh edilemez." 2
İki kı zkarde şi birden nikahlamak bâtıldır. Nikahın sahih olması
için birinin boşanmış olması ve boşananın iddetini tamamlamas ı la
zımdır. Safiiye göre yalnız boş anmış olması yeter. İddetini tamamla-
mış olması şart de ğildir.3

1 Tefsiru kati'l-ahkam, II. 70


2 Buhari, Nikah, 27; Müslim, Nikah, bal) 4, hadis: 33-40; Ebû Davild, Nikah, 12; TirmiM,
Nikah, 31; Nesâ'i, Nikah, 47, 48; Ibu Mke, Nikah, 31; Dariml, Nikah, 8; İbn I-janbel, I. 78
3 Tefsiru kati'l-ahkam, Il. 72
t
Cüz': 5, Sure: 4 525

"Geçmi şte yap ılmış olanlar müstesna"dır. Geçmişte yapılanlardan


dolayı sorumluluk yoktur. "Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok merhamet
edendir."
Müslüman olmazdan önce iki k ı zkarde ş ile evlenmiş olanlar vard ı .
Bunlar müslüman olduktan sonra birini seçip di ğerini boşamaları, Hz.
Peygamber tarafından kendilerine emredilmi ştir. Ahmed ibn Hanbel,
ed-Deyle ıninin şu sözünü kaydetmiştir: "Müslüman oldu ğum
zaman nikahını altında iki kızkarde ş vardı . Peyğanıber (s.a.v.), ikisin-
den birini bo ş amamı emretti."'
islamdan, önce Araplar aras ında anne, k ız, kızkarde ş , hala, teyze, kar-
de ş kızı , bacı kızı ve öz oğulun karısiyle evlenme Metinin bulunduğuna
dair bir rivayet yoktur. Yalnız babanın vefatından sonra nadiren üvey an-
ne ile evlenme ve iki kızkarde şi birlikte alma adeti vard ı . Nitekim bu iki
hususu meneden âyetlerden sonra " : geçmi şte olanlar hariç."
cümlesi, bu Metlerin eskiden var oldu ğunu gösterir. Süt anne ve süt
bacılığın da eskiden beri var oldu ğu anlaşılıyor. Bunlar İslamda da kabul
edilmiştir. Eskiden evlatlık karısiyle evlenmek de yasakt ı ki Islam binin
kaldırmış, evlâthk hakkındaki eski telâkkileri geçersiz k ılmıştır. Insanın
oğlu, ancak kendi sulbünden gelen çocu ğudur.
5- "r,.;t.c1 c...(1.1. y1 J : Mülkünüz olan cifıriyeler hariç,
bütün evli hür kadınlarla niklilılanmanız da haram kılınmıştır." Gerek
müslümanların, gerek zimmilerin, gerek harbilerin nikah ı altında bulu-
nan bütün kad ınlarla evlenmek haramd ır. Ancak sava şta f sir l düşeı el
hürriyetini yitirip cariye olarak al ı nanlarla -daha önce evli de olsalar-
evlenmek haram de ğildir.

Ihsan, lagatte menetmek demektir. Sahibini yaralanmaktan ko-


rudu ğu için. zırha dırcı başine (koruyucu z ırh) denir. İçindekileri k oru-
duğundan kaleye 1.u.ş n denmiştir. Ayetteki el-mulışanât lıışn kökünden
doğan ilışCından ismi meralün müennes ço ğuludur. Namusu zarardan
korunduğu için evli erke ğe el-mulış an, kadına da el-mulışane denir. Ih-
san terimi, Kur'an'da dört anlamda kullan ılır: hürriyet, iffet, islam ve
evlilik. Burada evlilik anlam ınadı r. el-mukşanat, evli kadınlar demektir.

Müslümanlarla evlenmesi helal olan kad ınların dini konusunda bu-


rada bir şey söylenmiyor. Ancak bu ayetten sonra gelen 25 nci ayet,
bu kadınların mü'min olmaları gerekti ğini bildiriyor. Bakara Suresinin
220 noi ayeti, müşrik kadınlarla evlenmeyi haram k ılmış , Wide Sure-

1 Ibli Kesir, I. 472


526 Nisâ' Suresi

sinin 5 nei ayeti ise Kitap ehli olan kad ınlarla evlenmeye müsaade et-
miştir.

" : Mülkünüz alt ında bulunanlar(la birleşmenin ha-


ram de ğildir)." cümlesi,' esir alınıp cariye yapılan kadınlarla —esaretten
önce evli dahi olsalar— birle şmeyi mubah kılmıştır. Ebu Said el-Hud-
rrnin rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Huneyn. günü, (Tâif ya-
kınında bir yer olan) Evtas'a bir tabur gönderdi. Bunlar, dü ş manla kar-
şılaşıp çarpıştılar, düşmana üstün geldiler, bazı kadınları esir aldılar.
Bu kadınlar, müşriklerle evli oldukları için Alah Resulünün ashab ın-
dan bazıları, bunlarla birle şmekte tereddüd ettiler. Yüce Allah: "(Sava ş-
ta esir olarak) ellerinize geçen (cariye)ler müstesna, evli kad ınlar(la evlen-
meniz) de (haram kıhndı)..." âyetini indirdi. Yani iddetleri dolunca on-
lar size helaldir, buyurdu.'

Hadisin sonunda belirtildiği üzre esir alınan kad ınlarla birle şebilmek
için kadınların iddetlerinden ç ıkmış olmaları, gebe olmamalar ı ş arttır.
Gebe kad ınlarla birle şmek yasaklanmıştı r. Sonra her insan ancak kendi
eariyesi ile birle şebilir. Başkalarının eariyesiyle birle şmek zina olur.

Müslümanlar, Hayber'de ald ıkları esir kadınlarla birle şmek isteyin-


ce Allah' ın Elçisi, birinin şöyle ba ğırmasını emretmi şti: "Kim Allah'a
ve âhiret gününe inanıyorsa rahminde çocuk bulunan esir kadınla yat-
masın.' , 2
Aynı meâlde bir hadis de Buhâri'de mevcuttur. Ancak Hayber
yerine Huneyn günü söylendi ği anlatılan bu hadiste Allah' ın Resulü
(s.a.v.) ş öyle buyurmu ştur: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimseye,
kendi suyunu ba şkasının ekinine dökmesi (yani başkası tarafından gebe
kalan kadın ile yatmas ı) helal olmaz. Allah'a ve ahitet gününe inanan bir
insana, rahmi tamamen boş olmayan esir kadınlarla yatması helal olmaz.
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir insana, taksim edilmemiş ganimet
malını satması helal olmaz."'
Buharideki bir hadise göre esir kad ın, bir adet görünce, gebe kad ın
da doğurunca kendisiyle birle ş mek câiz olur.4 Demek ki esir kad ın, bir
âdet görünce gebe olmad ığı anlaşılır. Hul< edilen kadının da iddet sü-
resi, bir adet görmedir.'
1 Müslim, Ra(lâc, bab 9, hadis: 33-35; Ebû Dâvûd, Nikâb, 45
2 Dârimi, Talâl, 36
3 Ebu Dâvûd, Nikah, 45
4 Ebu Dâvûd, Nikâh, 45; Buhâri, Buyûc, 111
5 et-Tersiru'bbadis, IX. 51
Gir': 5, Sure: 4 527

« r..119..tı I yi„tA (,) ,& I y lz.S”


Bunlar size, Allah' ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşa-
mak, zina etmemek şartiyle mallarınula istemeniz size helal k ılınm ıştır."
Yukarıda sayılan kadı nların haram kılınması , Allah'ın bir yazısı-
dır. Bunlar, bizzat Allah tarafından size böyle yaz ılmış , haram kılın-
mıştır. Bunların dışında kalan kad ınlar, size helal kılınmıştır ki iffeti-
nizi koruyarak, sifahtan kaç ınarak mallann ızla mehirlerini verip kad ın-
larla evlenesiniz.
Mulısmin, ibsan kökünden ismi faildir. Evli kimseye mulısan veya
mulısın denir. Burada evlenerek namusunuzu k oruyasm ız anlamın ı
ta şır. musafilıin ise sefb kökünden ismi faildir. Seli>, kan ve su gibi sıvı -
ları akıtmak demektir. Müsetfelta ve siFılı da sırf suyunu bo ş altmak,
yani evlilikteki amac ın tersine, nesil üremesi, insanl ığın çoğalması için
değil, sadece şehvet tatmini için cinsel birle şme ile insan tohumu olan
suyu bo ş a akıtmaktır. Evlenmenin as ıl amacı, üremedir. Şehvet tatmini,
onun bir dalıdır. Yüce Allah, insanlar ın çoğalması, neslin devamı için
kadınla erke ği birbirine çekecek şehvet duygusu vermi ştir. Temel amaç,
bu duygu değildir. Bu duygu, ülemenin bir arac ıdır. İşte yüce Allah,
ayette bu amaca dikkati çekerek yaln ız şehvetinizi doyurmak mak-
sadiyle suyunuzu bo ş a akıtmak için de ğil, namus ve iffetinizi koruya-
rak mallarmızla mehirlerini verip evlenesiniz diye yukar ıda sarlanlarm
dışında kalan bütün kad ınları, Allah size helal k ılmıştır, buyuruyor.
Mat'a nikahı :
c j_,> 1 cyt.... 4.; f n a wl Ii»
« 1,-J1 ili ,Cı' I G La,,?.,.aıı
"O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa ona karşılık ücretlerini, on-
ların bir hakkı olarak verin. Hak kesildikten sonra birbirinizle karşılıklı
anlaşarak kesilen miktm ı azaltıp çoğaltmanızda üzerinize bir günah yok-
tur. Şüphesiz Allah, her yapt ığ-mut bilen, her şeyi yerli yerince yapand ıı ."
Ayetin bu bölümünde geçen istimtac (yararlanma) kar şılığında
verilecek ücretin, nikah kar şılığı verilen mehir mi, yoksa kad ından belli
bir süre yararlanma kar şılığı verilecek bir ücret mi oldu ğu üzerinde
görüş ayrılığı vardı r.
Cumhura yani ehli sünnet müctehidlerinin ve müfessirlerinin ço-
ğunluğuna göre buradaki ücret, nikal ıta kadınlara verilmesi gerekli
olan mehirdir. Mehir, nikah ile kad ı ndan yararlanmanm kar şılığıdır.
Bunun belli bir miktarı Vardır. Fakat kadınla erkek, aralarında anla-
ş arak mehri diledikleri şekilde ayarlayabilir, azalt ıp çoğaltabilirler. İs-
528 Nisâ' Suresi

timtae ise nikâhtan ve mehrini verdikten sonra erkeklere helal olan bir-
leş meden kinâyedir.
Bazı bilginlere göre -ki özellikle şiea alimleri bu görüşü benimse-
miştir- bu cümle, mütea nikâhma delâlet eder. Mütea nikah ı , bir er-
ke ğin, belli bir ücret kar şıl ığında bir kad ınla belli bir siire için evleri-
mesidir. Bu süre bitince nikah akdi bozulur. Kad ın erkek, aralarında
anla şırlarsa yeni bir iicretle süreyi uzatabilirler. Islâmdan önce Araplar
aras ında bu tip evlenmeler vard ı . Ayet bu evlenmeyi mübah kılmak-
tadır.
Ayetteki bu cümlenin, mütea nikah ını kasdetti ği konusunda baz ı
sahabil ı re, özellikle Abdullah ibn Abbas'a atfedilen rivayetler vard ır.
Übeyy ibn Kâ'b, Abdullah ibn Abbas ve Abdullah ibn
" " cümlesini, " JI " ilavesiyle Ii"
JI şeklinde ckuduldarı rivayet edilir.' Mücâ-
Ind'e göre bu ayet, mütea nikah ı hakk ı nda inmiştir.2

Müt'a nikahı hakk ındaki hadisler :


Hadis mecmualar ı nda mütea nikahı= önce mübah olup sonra
neshedildi ğine dair hadisler çoktur. Önce bu nikah ın mübah olduğuna
dair hadisleri görelim:
1) Ashabdan Abdullah şöyle diyor: "Biz Allah' ın Resulü (s.a.v.)
ile birlikte savaşa giderdik. Yan ım ızda karılarım ız yoktu. 'Bo şalıp rahat-
lamayalım m ı ?' dedik. Önce bizi bundan inen etti. Sonra bir elbise karşılı-
ğı nda belli bir süre için kadın nikah etmemize müsaade buyurdu. (Bu sözü
anlatan) Abdullah, daha sonra : "Ey inananlar, Allah'ı n size kel& k ıldığt
güzel ve temiz şeyle ı i haram etmeyin, s ını rı aş may ın. Çünkü Allah, s ınırı
aşanlart sevmez." 3 âyetini okudu." 4 Müslim'in, Nikah itab ınm üçüncü
babındaki hadis de ayn ı anlamdad ır. Ancak orada: "Biz Resulullah ile
birlikte savaşırdık" cümlesi yoktur. Bunun yerine "Biz gençlik..." kaydı
vardır.
2) Cabir ibn Abdullah ve Seleme ibn el-Ekva` şöyle diyorlar: "Biz-
ler orduda idik. Resulullah (s.a.v.)in çağıncısı şöyle bağırdı : Allah'ın
Resulü (s.a.v.) kadınlarla müt`a yapınanıza izin verdi. Müt`a yap ınız." 5
Müslim'de bu anlamda bir hadis daha var.
1 nın Kesti., I. 474; Tabresl, Meenae cu'l-beyün, III. 32, Tahran, 1395
2 Ibn Kesir, I. 474; Tefsku Mueâhid, s. 152
3 Mâide Suresi: 87
4 Müslim, Nikâh, büb 3, hadis: 11.
5 Buhari, Niküh, Nikühu'l-muharrem; Müslim, Nikâh, hah 3, hadis 13.
Cüz': 5, Sure: 4 529

3) Atâ ş öyle diyor: "(Ashabdan) Câbir ibn Abdullah, ömre için


(Mekke'ye) gelmişti. Evine (ziyarete) geldik. Orada bulunanlar kendisine
birçok şeyler sordular. Sonra rnütcadan söz ettiler. Câbir : 'Evet biz, Allah'ın
Resulü (s.a.v.) in, Ebubekir ve Ömer'in devrinde müt`a yapt ık, dedi."'
1Vtüslim'in, .Nikâlıu'l-müt`a bâb ındaki 15 nci hadiste de Câbir şöyle
diyor: "Biz, Allah' ın Resulü(s.a.v.)in ve Ebubekir'in devrinde bir avuç
hurma ve un vererek birkaç gün müt`a yapardık. Nihayet Ömer, cAmr ibn
Hureys hakk ında miWay ı yasakladı ."
4) Müslim'in, Mütca bâb ındaki 17 nci hadiste de Ebu Nadra'n ın
şöyle dediği anlatılmaktadır: "Ben Câbir ibn Abdullah'ın yanında idim:
Biri geldi, ıbn Abbas ile ibnu'z-Zübeyr'in hac ve kad ın mütcası hakk ında

görüş ayrılığına düştüklerini söyledi. Câbir şöyle dedi : Biz Resulullah
(s.a.v.) zamanında her iki müt`a y ı da yaptık. Sonra Ömer bizi ikisinden
de menetti. Biz de bir daha ikisine de dönmedik." 2
5) Seleme ibnu'l-Ekvat, Allah' ın Resulü(s.a.v.)in şöyle buyurdu-
ğunu anlatıyor: "Hangi erkek ve kad ın, aralarında anlaşı rlarsa üç gece
beraber kalırlar. Bundan sonra süreyi artı rmak isterlerse artırırlar, ayrıl-
mak isterlerse ayr ılırlar." Seleme ibnu'l-Ekvac, bu hadisi anlatt ıktan
sonra şöyle devam ediyor: "Artık bilmiyorum bu, yaln ız bizim için özel
bir izin mi idi, yoksa bütün insanlara verilen bir ruhsat mı idi?"'
6) Ebu Zerri Ğ-ifârt de şöyle demiş ; müt`a, yani kadınlar müt`-
ası ile hac mütcası yalnız bize mahsustur." 4
IVIüt'anın, önceleri mübah iken sonra menedildiğini bildiren hadisler :
Bu konudaki hadisler de genellikle Sebre el-Cuhenl taraf ından ri-
vayet edilmiştir. Mekke'nin fethinde Allah' ın Resulü (s.a.v.) ile beraber
bulunan Sebre şöyle diyor: "Orada onbeş gün kaldık. Resulullah (s.a.v.),
kadınlarla müt`a yapmamıza izin verdi. Ben, yak ınlarımdan biri ile
(ba şka rivayetlere göre amcam o ğlu ile) birlikte çıktık. Ben ondan (genç-
tim), güzeldim. 0 biraz çirkindi. ikimizin de birer h ırkası vardı. Ama
benim h ırkam eski, amcam oğlununki taptaze idi. Mekke'nin a şağısına,
ya da yukarısına vardığımızda servi gibi bir kadına rastladık.
— Birimizin seninle müt`a yapmas ına ne dersin? dedik.
— Bana ne vereceksiniz? dedi.
1 Müslim, Nikah, hah 3, hadis, 15
2 Aynı meâlde bir hadis, İbn Hanbel, Müsned, s. 52 de de vard ır.
3 BulAri, Nikah, Nikahu'l-mubarrem.
4 Müslim, Hac, hah 23, hadis: 162
530 Nisâ' Suresi

"Hırkalarımızı serdik. Kadın iki erkeğe de bakmaya başladı . Arka-


daşım. kadının göz ucuyla beni süzdü ğünü görünce :
— Onun h ırkası eski, benimki taze, dedi. Kad ın iki üç kere :
"Bunun h ırkası fena değil, dedi. Ben o kad ınla müt(a yaptım. Al-
lah'ın Resulü (s.a.v.) mütcayr haram kıhncaya dek ondan ayrılmadım."'
Müslim'in aynı babınm 19 ncu hadisinde ve NesâTnin hadisinde
bu kadının yanında üç gün kald ığını söyleyen Sebre, İbn lVfâce'nin hadi-
sinde yaln ız bir gece kaldığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: "Onunla
evlendim, o gece yan ında kaldım. Ertesi sabah Resulullah (s.a.v.) in yanına
geldim. Kendileri Rükn ile Bâb (Haceı i Esved ile Kâbe kapısı arasında)
durmuş şöyle diyordu : Ey insanlar, ben size mütca için izin vermi ştim.
İyi biliniz ki Allah onu, k ıyamet gününe kadar haram kıldı . Kimin yan ın-
da böyle bir kadın varsa onu serbest bıraksı n. Onlara verdiklerinizden hiç-
bir şeyi geri almayınız!" 2
Buhari'deki rivayette mütcan ın, Hayber günü yasakland ığı ,' Müs-
lim'deki rivayette Mekke'nin Fethinde nehyedildi ği; Müslim'in başka
bir rivayetin.de Huneyn sava şının bir kolu olan Evtas Sava şında neh-
yedildiği4 ; İbn Mâce ve Ebü Davad Sünenlerindeki hadiste ise Veda`
Haccmda nehyedildi ğis bildirilmektedir.
Görülüyor ki mütcanın, Resulullah ve Ebubekir devrinde, Hz.
Ömer devrinin de bir k ısmında mübah olup uygulandığını bildiren ha-
disler yanında; Hayber Sava şında, yahut Mekke'nin Fethinde veya
Evtas'ta, ya da Veda hacc ında yasakland ığını söyleyen rivayetler de
vardır. Bu ı ivayetler çeli şik olduğu için muhaddisler bunlar ı te'lif et-
mek üzere mütcan ın birkaç kez yasaklan ıp serbest b ırakıldığını söyle-
mişlerdir. İmam Nevevi'ye göre mütca hakk ındaki yasaklama ve ser-
best bırakma iki defa olmu ştur: "Hayber'den önce helâldi, Hayber'de
haram kılındı. Mekke'nin Fethinde mübah kılındı Evtas da Mekke'-
nin Fethini müteâkip olmuştur. Bundan üç gün sonra da ebediyyen
haram kıhnmıştır."6
Bu rivayetler gösteriyor ki Hz. Peygamber (s.a.v.) şartlar gerek-
tirdiği zaman mütcaya müsaade etmi ş , ama normal ş artlarda onu kesin
yasaklamasa da pek ho ş görmemiştir. Ancak Hz. Ömer (r.a.) devrinde
1 Müslim, Nikâb, büh 3, hadis: 19-20; Dürimi, Nikâh, 16
2 !bn Mke, Nikah, 44
3 BulArl, Nikâb, Nikühul-muharrem
4 Müslim, Nikah, hah 3, hadis: 18
5 Ilmi Mke, Nildib, 44; Ebü Dâvûd, Niktibu'l-mütca.
6 Müslim, II. 1022, dip not: 1
Cüz':5, Sure:4 531

toplum büyüyiip zenginle şince artık müt'a, çe şitli kimseler tarafından


hiç gerek yokken istismar edilme ğe ba şlanmış ve toplumda birçok
sorunlar ortaya ç ıkarmaya ba şladığı içir. Hz. Ömer ve onu destekleyen
sahâbilerin ictihadiyle yasaklanm ıştı r. Çünkü Hz. Ömer, islâmı n ruhu-
nu biliyordu. Zorlayıcı gerekler yokken bunun uygulanmas ı , toplumun
bozulmas ına yol açabilirdi. Bundan dolayı men'ini, İslâmm ruhuna
daha uygun bulmuştur. Hattâ bizzat onun, halife seçildi ği gün yaptığı
konuşmada şöyle dediği rivayet edilir:
"Resulullah (s.a.v.), bize üç defa müt<a yapmaya izin verdi, sonra
bunu haram kıldı. Yallahi evli bir kimsenin mütca yaptığını bilsem, onu
ta şla recmederim. Ya da o adam, Resulullah' ın, mütcayı haram kıldık-
tan sonra tekrar helâl k ıldığına dair bana dört ş ahit getirir."'
Yukarıda da i şaret etti ğimiz gibi müt'anın haram olmadığına dair
rivayetler daha çok Câbir ile özellikle Abdullah ihn Abbas'a ve Saha-
beden bir grupa dayan ır.2 İbn Abbas'ın, müt<anın her zaman caiz ol-
duğu hakkındaki görüş ünden döndifgane dair rivayetler varsa da 3
ğildir. Müt<aya şiddetle karşı olanlar, bunlarpekgüviytd
görüşlerine mesned bulmak' için İbn Abbas'ı da görüşünden dönmüş
görmek istemişlerdir. Ancak onun, müt<ay ı , zaruri hallerde mübah gör-
düğü hakkındaki rivayet, akla daha uygun gelmektedir. Zaten Pey-
gamberimiz de zaruri hallerde buna izin vermi şti. Buhârt'nin kaydetti ği
rivayete göre Abdullah ibn Abbâs, miit'a nikâh ından soran bir kişiye,
müt`a yapması için izin vermiş , hizmetçisi ona: "Bu, şiddetli hallerde
ve kadınların az olduğu durumlardadır (de ğil mi ?)" deyince İbn
Abbâs: "Evet" cevab ını vermi ştir.4
Su olay da ilginçtir: (Abdullah) ibnu'z-Zubeyr, Mekke'de aya ğa
kalkıp mütcaya , fetva veren bir adama yani ibn Abbas'a ta'rizen şöyle
dedi:
— Allah, bazı insanların gözlerini kör etti ği gibi kalblerini de kör
etmiştir. Müt<anın caiz oldu ğuna fetva veriyorlar. Orada bulunan adam
(İ bn Abbâs) ayağa kalktı :
— Sen, kaba, ilimden anlamaz bir adamsm. Ömrüme andolsun
ki İmâmu'l-mutt4in (Allah' ın Resulii s.a.v.) devrinde müt(a yap ılır-
dı, dedi. İbnu'z-Zubeyr:

1 İbn Mke, Nikah, 44 Bu hadis biraz zay ıf görülmektedir. Çünkü senedinde la be'se bih
diye nitelendirilen bir zât vard ır.
2 İbn Kesir, I. 474
3 Bkz. TirrniR, Nikah, 29; III. 430
4 Buhari, Nikah, Nikalıu'l-mulıarrem
532 Nisâ' Suresi

— Öyle ise sen dene, vallahi mütea yaparsan seni kendi ta şlarınla
recmederim, dedi."'
Mütea nikâhnun durumunu soran Ammâr ibn Yâsir'e İbn Abbâ9'ın:
"O sadece mütead ır (bir yararlanmad ır) ne zinâdır, ne rıikâhtır, ne ta-
lâktır, ne de tevârüstür" dedi ği rivayet edilir.
Müteaya müsaade edi şi, halk arasında eleştiriye uğraymca İbn
Abbas'ın: "Ben herhalde buna müsaade etmedim. Ancak çaresiz ka-
lana ölü eti yemek nas ıl helâl ise, zaruret içinde olana mütea da öyle
helâldir, dedim." diye kendisini savundu ğu da gelen rivayetler arasın-
dadır. Keza İbn Abbâs'm şöyle dediği de rivayet edilir: "Mütea, islâ-
mili ilk k amanlarmda idi. Adam bir şehre gelir, orayı bilmezdi. Orada
kalacağı müddet için bir kad ınla evlenirdi ki kad ın eşyasını korusun,
işlerini görsün. (Ancak e şleri, yahut mülkii olan cüriyeleri ile ilişkilerinden
dolayti kınanmazlar)2 âyeti ininceye kadar böyle sürdü. Art ık bu iki
kadından başkası haramdır." 3
Kanaatimize göre bu rivayetler, İbn Abbas'ın, miitea hakk ındaki
görüşünden döndüğü kanaatine destek olmak üzere ortaya at ılmıştır.'
Onun, görüşünden döndüğüne dair kesin delil yoktur. Yaln ız kendisi
değil, Câbir ibn eAbdullah, Übeyy ibn Kâeb, eAbdullâh ibn Meseüd gibi
bazı sahâbiler ve Mücâhid gibi baz ı tâbiller de müteamm mübah oldu ğu
kanaatini korumuşlar ve müteanın, Ömer'in ictihadiyle yasaklan-
dığmı söylemişlerdir. Nitekim Hz. Ömer'in: "Allah' ın Resulü devrinde
iki mütea helâl idi. Ben bunları menediyor ve yapanlar ı cezalandırıyo-
rum. Bunlar nikâh müteasiyle hac müteas ıdır." dediği rivayet edildiği
gibi, müteanın, Hayber'de haram kılındığı meâlindeki hadisin râvisi
olan Hz.. Ali'nin de: "Ömer müteay ı menetmeseydi, şaki olandan başka
hiç kimse zinâ etmezdi." dedi ği de rivayet edilir." •
Bu birbiriyle çelişen rivayetlerde şüphesiz, islâmın başında ortaya
çıkan hizipleşmelerin parmağı vardır. Durum ne olursa olsun, ehli sün-
net bilginlerinin çoğunluğu, önceleri helâl olan müteanın, sonra haram
kılmdığı görüşünde birleşirler. Dediğimiz gibi bazı sahâbileı ve tâbfiler
bu görüşü. kabul etmemi ş, müteanın mübah olduğunu söyleyegelmi ş-
lerdir.
"Ücretlerini veriniz" cümlesindeki ücretle, nikâhm bir gere ği olan
Mehir kasdedilmiş olabilece ği gibi, geçici olarak yararlanman ın yani
1 Müslim, Nikah, bâb 3, hadis: 27
2 Mil'udrum Suresi: 6
3 Nikilb, 29
4 Râ'zi, Mefâtibul- ğayb, III. 287
Cüz': 5, Sure: 4 533

mütca nikâhmın gere ği olan ücret de kasdedilmi ş olabilir. Ancak Kur'ânı


Kerim'de nikâhtan söz eden âyetlerde ücret kelimesi mehr anlam ında
kullanılmaktadır. Burada da bu anlamda olmas ı daha kuvvetlidir. Fakat
müt<ayı kabul edenler bu âyetteki ücreti, mütca ücreti olarak tefsir
ederler.
Ehli sünnet bilginleri mütcayı haram saymakla beraber mütca
yapana zinâ cezas ı uygulamazZar. Zira bunun gerçekten zinâ olup ol-
madığında onlara göre de şüphe vard ır. Şüphe ise cezay ı kaldırır. Çün-
kü Hz. Peygamber (s.a.v.): "Gücünüz yetti ği kadar müslümanlardan
cezaları kaldırınız. Eğer bir müslümana bir çı kar yol bulur sanız onu
serbest bırakınız. Çünkü imam ın (devlet ba şkanının, yöneticinin) affet-
mede yan ılması , ceza vermede yan ılmasından daha iyidir." buyurmuştur.°
ğu kadar cezadan kaçmmay ı emretti ği gibi:Buhadis,müknol
"Şüpheler karşısında cezeıları kaldırınız!" 2 meâlindeki hadis de İslâm
hukukunun temel kurallarmdandır.

Şicânın görüşü:
Miit'ayı helâl sayan şi`a uleması, görüşlerini şöyle savunurlar:
1—"Aralarında Übeyy ibn Kâ`b, Abdullah ibn Abbâs ve Abdullah
ibn Mest'ı d'un bulunduğu sahâbilerden bir cemaat âyeti 4 4 4.!
cAi/C-; şeklinde okumuş , Sagebrnin tefsirinde
naklettiğine göre Habib ibn Sâbit, İbn Abbâs'm kendisine verdi ği
Übeyy mushafında âyetin 4.■ li" şeklinde yazılı
olduğunu görmüştür. Said ibn Cübeyr de âyeti ja:-1 11" ilâvesiyle
okumuştur.
2— Hz. Ali'nin, "Ömer müt<ayı menetmeseydi, şaki'den ba şkası
zina etmezdi" dedi ğini el-Hakem ibn Uyeyne rivayet etmi ştir.
3— Câbir (r.a.) Resullulah, Ebubekir ve Ömer devrinde mütca yap-
tıklarını söylemiştir.

4- Ayetteki istimtâ( kelimesiyle faydalanma ve cimâc kasdedilmi ş


olamaz. Çünkü böyle olsa, kad ından faydalanmayan kimsenin hiç me-
hir vermemesi gerekir. Halbuki dühulden önce kar ısını boşayan, yarı
mehir vermekle yükümlüdür. E ğer buradaki istimtâc ile sürekli nikâh
kasdedilmiş olsa, o zaman âyetin hükmün göre yaln ız akid yapmakla
bütün mehri ödemek gerekir. Çünkü "Onlaı a ücretlerini veriniz" buyu-

1 Tirmiâl, 1Judüd, 2; Ebâ Dâvûd, Şalât, 114; ljakim ve BeyhalA de bu hadisi rivayet et-
mişlerdir. Paydu'l-Iadir, I. 226-227
2 rayçlu'l-IÇ.adir, I. 227
534 Soresi

rulmuştur. Oysa daimi nikâbta yalnu akid yapmakla mehrin tamam ını
vermek gerekmez. Dühul şarttır. Ancak müt`a nikahmda mücerred
akidle ücretin tamam ını vermek vâcib olur.
5- Ayrıca Hz. Ömer'in "Resulullah devrinde hac ve kad ın mütcası
vardı . Ben bunları menediyorum ve bunları yapan cezaland ırıyorum."
sözü de mütcanm, Resulullah devrinde helal oldu ğunu gösterir.'

6- Ayette mal ile ibti ğâ ve faydalandıktan sonra kad ınların üc-


retlerinin verilmesi emrediliyor. Yani ayette mücerred mal ile ibti ğâ,
birle şnieyi caiz kılıyor. Halbuki daimi nikâhta yalnız mal ile ibtiğâ bir-
leşmeyi caiz kılmaz. Veli ve ş ahitler de lazımdır. Yaln ız mal verince
birleş menin helal olması, ancak mütca. nikahındadır.

7— Eğer bu âyet ile daimi nikâh kasdedilmi ş olsa, aynı surede ni-
kah hükraiinün başka yerlerde tekrar edilmi ş olması lazımgelir. Çünkü
surenin ba ş tarafında 3-4 ncü ayetlerle as ıl nikah izah edilmi ştir. Burada
aynı şeyin tekrarına lüzum yoktur. Ama bu ayeti mütcaya hamledersek
o zaman ayet yeni bir hüküm getirmi ş olur, tekrar olmaz.

8—Miitca nikalunm caiz oldu ğunda bütün ümmet ittifak etmi ştir.
Ihtilaf, bunun neshedilip edilmedi ğindedir. E ğer bu hüküm neshedilmi ş
ise, nesheden ya tevatüren veya had yoluyla bilinir. Tevatüren bilin-
miş olsayd ı Ali ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Abbas ve İmran ibn el-
1.1aşin gibi sahabilerin, Muhammed dininden tevâtüren sabit olmu ş
bir hükmü inkar etmi ş olmaları gerekirdi ve bu da onlar ın küfrünü ge-
rektirir di ki bu, bat ıldır. Bu neshin ahad haberiyle sabit olmas ı da ba-
tıldır. Çünkü icma ile mübah oldu ğu sabit olan bir hükmü, ahad baheri
nesbedemez. Zira icma` kesinlik ifade eder. Halbuki ahad haberi kesin
değil, zannidir, şüphelidir.

9) Rivayetlerin ço ğunluğu, Hz. Pey ğamber (s.a.v.) in mütcay ı ve


evcil mı rkep etini yemeyi Haybe ı günü nehyetti ğini söylüyor. Yine
rivayetlerin ço ğuna göre Hz. Peyğamber (s.a.v.), mütcay ı, Mekke'nin
Fethinde, veya Vedâ haccmda serbest b ırakmıştır. Mekke'nin. Fethi
ve Vedâ' haccı, Hayber'den çok sonra olmu ştur. Demek ki mütcan ın,
Hayber günü neshedildi ği yolundaki haberler, do ğru değildir. Aksi
takdirde nasihin, mensuhtan önce vukubulmas ı gerekir. Nesih ve he-
lal Umarım, birkaç kez vukubulduğu yolundaki haberler de zay ıftır.
Mu'teber kişiler, böyle bir şey söylememişlerdir. Bunu söyleyenler, bu
rivayetler arasındaki çelişkileri giderme ğe çalış anlardır.

1 Tabresi, III 32
Cüz': 5, Sure: 4 535

şicanın delillerini böylece s ı ralayan Rad, şu cevabı veriyor:


1) Müttamn, önceleri mübah oldu ğunu inkar etmiyoruz. Ancak biz
bunun neshedildiğini söylüyoruz. Bu ayet, mütcarun me şru' olduğuna
delil olsa bile bizim sözümüz çürümüş olmaz. Çünkü neshedilmi ştir.
Tutalım ki Übeyy ve Abdullah ibn Abbas kıraetleri do ğrudur. Fakat
bunlar, ancak müttan ın başlangıçta me şru' olduğunu gösterir. Buna za-
ten itirazı= yok. Mütca me şru idi, fakat neshedilmi ştir. Kaldı ki bu
rivayetler alAd haberidir. :A.had haberiyle Kur'an sabit olmaz.

2) Mütcayı nesheden hüküm, ya tevatüren veya 'al ıad haberiyle


bilinir. Tevatüren bilinmi ş olsa, ashabdan baz ılarının tevatür yoluyla
bilinen bir şeyi inkar etmiş olmaları gerekir, şeklindeki delile karşılık
da deri ki: Bu sahabiler, neshi i şitmiş , sonra unutmu ş olabilirler. Son-
ra Hz. Ömer (r.a.) bunu büyük bir topluluk içinde hat ırlatınca onlar da
hatırlamış ve onun doğru söylediğini anlayıp onu kabul etmi şlerdir.

3) Hz. Ömer'in: "Mütca, Pey ğamber (s.a.v.) zamanında mübah


idi, ben onu yasaklıyorum" meâlindeki sözüne gelince: E ğer Ömer,
bu sözüyle Peygamberin mübah k ıldığı bir şeyi kendisinin yasakladığını
kasdetmişse hem kendisinin, hem de bu sözünden dolayı onunla sava ş-
mayanlarm tekfiri gerekir. Dolayısiyle Emiru'l-mü' ıninin (İmam "-
nin de tekfiri gerekir. Bunlar ın hepsi batıldır. O halde söylenecek tek
şey kalıyor. Hz. Ömer'in kasd ı şu idi: "Müt<a, Hz. Pey ğamber (s.a.v.)
zamanında mübah idi; fakat ben Resulullah(s.a.v.)in bunu neshetti-
ğini bildiğim için menediyorum."'
şicaya karşı delillerini böyle belirttikten sonra Razi, ayetin son
cümlesinin anlamı üzerinde şöyle diyor:
Ayetin, nikahın hükmünü beyan etti ğini söyleyenlere göre e ğer
mehir, belli bir miktar takdir edilmi ş ise, anlaşma ile o takdir edillenin
tamamını vermek, ya da düşürmekte bir günah yoktur. Buna göre
et-tertuili karşılıklı olarak mehir üzerinde anla şmadır. Fakat ayetin mütca
hakkında olduğunu söyleyenlere göre anlam ı şudur:
Mütcanın süresi dolunca art ık erkeğin, kadın üzerinde bir hakk ı
kalmaz. Eğer erkek, kadmm yanında daha fazla kalmak ister de "Sen
süreye birkaç gün ilave et, ben de ücretini art ırayım" derse kadın ser-
besttir. Dilerse bu teklifi kabul eder, dilerse reddeder. İşte "Haktan sonra
karşıhkh anlaşmaluzda sizin üzerinize bir günah yoktur" cümlesi bunu
ifade ediyor. Yani önce kesti ğiniz ücret ve süreden sonra aran ızda an-

1 Ithi, Meftitthu'l- ğayb, III. 289-290


536 Nisa' Suresi

laşmanızda üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen,
yerli yerine yapan, en güzel hüküm verendir."'

°,31 °F
efe O ./1 r e j. O
05
3,1.1 „.4 ,..<%„; •-

io o o o -„ •-•1, fi.. ,
1.-9 _;6.ıo.J • ,O ; t-,• .I.U1
• c•i- •
• o - - o 9 9 o n oı 9 ır• 9 ft ., Z <•"?
j J-16-1 ı./. C.)..fthii-,;• I c )..› jj 1 47
• 4-A-»
•••
, • ..- •-' 9. o . , -
ı u ı 1".•>
o
t3) T o
o .91 o Ao 9; o,
6 1.4 • • • .4....£/ti Z—!«. CıLı
• •-•
J, i , ef
.‹..., 9,11 o, ı .9 o .... 061 ,j o .9<..o.4 ....
„....2:, ;:j
a 1 , ......- . o . ..t .• it --...
41 ...9 4 -J ......"- l i .
—N-.., ‘)", L'''.'
, -51 c.g... .. , , o ..s.. .-, .. •fi, il ,
ii ,, fi . .1, (y o ) d ,..../ O .., ., .
(... t"...4 ."....'Lfr. . -, •J
(.7.•+::j " I .J4«.., ‘ e*..«: .) ) yas
o „...... ıg ı , .9 , , .. o ..9‹::,, .-,....” . 1,.., ı o .9„.. o ... O r. 1 ,;ti
<,:-......›,_,- <,:-...L.P• 41 i C . .4-..0. ..,......İ " e-X-k,-:—.
... (..54 („„ı: ....0 l
-.4..) 9, Z.::.• ...zr »,.. , .., 3, ..., o :,_<._::c. ....,., ..,.., .,..ŞT .9.„,....,_?.
., izi i ,.., (
)
: -A-
‘...A..ı2-
- ;*o.ji,.! ST 'zut ..ı,.._,..' (Yvfl,,.. ı.̀. .-... ı .1.....,.:2 z)1 ,:t,:..5..iı

25- İ çinizden, inanm ış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen


kimse, elleriniz alt ında bulunan inanmış genç k ızlannızdan (eâriyeleriniz-
den) alsın. Allah sizin iman ınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensi-
niz (inanmış olarak hepiniz birsiniz. Hepiniz ayn ı kökten gelmektesiniz.
İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli ya şama-
ları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamalar ı şartiyle sâhiplerinin iz-
niyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini) de güzelce verin. Eğer ev-
lendikten sonra bir fuhu ş yaparlarsa onlara, hür kadı nlara yapılan işken-
cenin yarısı(nı uygulamanız) gerekir. Bu, (eâriye ile evlenme), içinizden
sık ıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha
iyidir. Allah, bağışlayan, esirgeyendir. 26- Allah size (helâl ve haram
olanı) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollar ına iletmek ve günahla-
rınızı bağışlamak istiyor. Allah, bilendir, hikmet sahibidir. 27- Allah,
1 Aynı eser, 290-291
Cüz': 5, Sure: 4 537

sizin tevbenizi, kabul etmek istiyor ; şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük
bir saptklığu düşmenizi istiyorlar. 28— Allah sizden (a ğır teklifleri) hafif-
letmek istiyor. Çünkü insan zay ıf yaraulnuşttr.
Tefsir:
25 nci ayette, hür kad ınlarla evlenmeğe malca gücü yetmeyen ve-
ya hangi şekilde olursa olsun imkân bulamayan kimsenin, mü'min cari-
yelerle evlenehilece ği bildiriliyor. Çünkü insanda en büyük meziyet
imandu. Mü'min, cariyeler de imanda öteki mü'minlerin. saf ındadır. Top-
lumdaki mevkileri ne olursa olsun bütün insanlar, ayn ı atalardan türe-
mişlerdir. Dolayısiyle bütün insanlar asl ında karde ştirler.
Cariyelerle evlenmek isteyenler, sahiplerinden izin al ıp onların
mehirleıini de güzelce vermeli, nikah altına giren cariyeler de iffetlerini
koıumalıdular. Evlendikleri halde fuhu ş yaparlarsa onlara, hür kad ın-
lara uygulanan cezan ın yarısı uygulanmalıdır. Çünkü cariye, hürriyeti
elinde olmayan zavall ı kadındır. Onun namusunu korumas ı, hür ka-
dınlar kadar kolay de ğildir.
Cariye ile evlenme müsaadesi, nefsinir, kendisini günaha
lemeisinden korkanlar içindir. Be şeri ihtiyacmm karşılanmamasından
dolayı sıkıntıya, günaha dü şmekten korkan kimseler, hür kadınlarla
evlenme imkanı bulamadıkları takdirde cariye ile evlenebilirler. Fakat
cariye, al ınıp satılan ve çeşitli kimselerin elinde dola şa dolaşa iffet duy-
gusunu yitirme ihtimali bulunan bir kad ın olduğundan, onunla kuru-
lacak yuva pek sağlam olmayabilir ve cariye ile evlenen kimseler, top-
lumda kınanabilirler. Bundan dolayı imkan buluncaya kadar sabredip
hür kadınlarla evlenmek, elbette daha hay ırlıdır.
26-28 nci ayetler ise 25 nci ayetin anlam ını pekiştirmekte, Allah' ın,
bu hükümleri koymakla mü'minleri, daha önceki inanmış toplumların
gelenek ve yasalarına iletmek, e ğri büğrü yollardan korumak, günahlan ın
bağışlamak, özellikle kadınlara karşı nefsini tutma gücü zayıf insanların
işlerini kolayla ştırmak, yölderini hafifletmek istedi ğini belirtmektedir.

Könu bakımından önceki âyetlere ba ğlı olan bu ayetler de herhalde


onlarla beraber veya onlar ın ardından inmiştir.
311 İnanmış fetat'lartntzdart..." cümlesindeki el-fete-
yât kelimesi, el-fetat'm çoğuludur. Feta, genç delikanlı, yiğit cömert
erkek anlamına gelir. Bunun di şili olan feda ise genç güzel, cömert k ız
demektir. el-feteyett da fetât'm ço ğuludur. Ezilen köle ve cariye tabaka-
sının kuılmaması için Kur'an' Kerim'in baz ı ayetlerinde köle'ye deli-
538 Nisa' Suresi

kanlı, cariyeye de genç kız denmiştir. Bu ayette de cariyeler, aynen mü-


minlerin kendi kızları gibi bir sıfatla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.),
bu zavallılarm onurlarını korumak, itibarlarmı yiikseltmek için ş öyle
buyurmuştur: "Hiçbiriniz kölem, câriyem demesin, köle de (efendisine)
rabbim demesin. Sahip olan delikanl ım, genç k ızım desin; kendisine sahib
olunan (köle ve cariye) de : efendim, hanımım, desin. Çünkü hepiniz
memliiksünüz (hepinizin sahibi vard ır). Rab (sahib) yüce Allah't ır."'
Ayette, evlenen câriyelere, zina halinde hür kad ınlara verilecek
cezânm yarısı kadar ceza verilece ği belirtildiğine göre demek ki bu ayet-
ler, hür kadınların zina cezas ını belirten, Nör Suresinin ikinci 'ayetin-
den sonra inmi ştir. Çünkü hür kad ınların cezasına işaret etmektedir.
Zina cezası hakkında ilk olarak Nisâ Suresinin 1S-18 nci âyetleri
inmiş , bu ayetlerle zina eden kad ınlara hapis, erkeklere eziyet cezas ı
getirilmiş, ikinci aşamada inen Nur Suresinin ikinci ayetiyle zina eden
erkek ve kadınlara yüz de ğnek vurma cezas ı getirilmiş , daha sonra inen
bu âyetle de zina eden evli cariyelere, hür kad ınlara verilen cezan ın
yarısı emredilmiştir.

25 nci âyetin ta şıdığı hükme göre mü'minlerin evlenecekleri hür


veya cariye kad ınların, mü'min olmaları gerekir. Fakat Wide Suresi-
nin 5 nci âyeti ile, kitâp sahibi olan kad ınlarla evlenmeğe müsaade edil-
mişti'.

",541m1 (:).&_r„,5;1:4: Sahiplerinin izniyle onları nikâh ediniz!" cüriıle-


sinde, malikinden ba şkası, cariye ile evlenmek istedi ği takdirde mali-
kinden izin alması hükmü getiriliyor. Burada ehil kelimesini cariyenin
mâliki veya velisi diye tefsir etmi şlerdir. Genellikle müfessirlerin ka-
naatine göre cariyenin velisi, sahibidir. Cariye, malikinin izni olmadan
bir başkasiyle evlenemez. Baz ı fakihlere göre ise buradaki ehil ile kas ıt,
evlendirme yetkisi olan velidir. Cariyenin babas ı, dedesi, karde şi, vb.
de kendisini evlendirebilir.

Müfessirler, bu âyetten, evlenen cariyenin üzerinde malikinin, miii-


kiyet hakkının devam etti ği, mâlikinden izinsiz olarak cariyenin ev-
lenemeyece ği, evlendiği takdirde bu işlemin batıl olduğu hükmünü
çıkarmışlard ır. Yine müfessirlere göre cariyelerin çocuklar ı, hür kadın-
larmkinin aksine annelerine tabidir. Onlardan do ğan çocuklar da, an-
neleri gibi malikin mülkü olurlar.

1 Bubari, cı tlF, 17; Müslim, Elf4, Bab: 3, hadis: 13, 15; Ebh Davhd, Adal ı, 75; İbn Han-
bel, II. 316, 423....
Cüz': 5, Sure: 4 539

Fakat bu konuda sa ğlam ve kesinlik belirten bir hadis yoktur. Bu


görüş, savaşların ve fütılhatın yoğun olduğu ilk ça ğlarda müslümanlar
arasında kölelerin ve cariyelerin ço ğalması sonucu ve İslâmdan önceki
uygulamaların da etkisiyle İslam hukukuna girmiştir. Yoksa câriyenin,
hür bir erkekten do ğan çocuğunun, köle veya cariye say ılmayı, islamın
prensiplerine uygun de ğildir. Zira genel olarak çocuk anneye de ğil,
babaya tabidir. Ahzâb Suresinin be şinci âyetinde: "Onları babalarına
nisbet ederek çağırın!" buyurulmaktadıt. Bu âyet, çocu ğun babaya tabi
olduğunu gösterir. Kur'ân' ın bu temel hükmü varken câriyenin çocu-
ğunu bundan istisna etmek do ğru olmaz.
Kaldı ki İslâmda hürriyet esast ır. İnsanlar, annelerinden köle de ğil,
hür doğarlar. Nitekim câriyenin, mâlikinden do ğurduğu çocuk da ba-
basına nisbet edilerek hür olur. Hattâ nı âlikinden doğan çocuklar, an-
nelerini de derhal bir çe şit hürriyete kavu ştururlar. Çünkü çocuk do-
ğurmuş cariyeyi mâliki satamaz, ba şkasına hibe edemez. Efendisi öl-
diikten sonra da bu câriye tam hür olur. Bu kad ına veled denir.
Efendisinden çocuk do ğuran câriyenin hür olacağına dair bir hadis de
zikredilir . 1
Câriyenin, nikâh akdi ve mehir ile evlendi ği, hür bir erkekten do-
ğan çocuğunun durumu, sadece mülkiyet akdiyle efendisinden do ğur-
duğu çocuğun durumundan daha a şağı olmamak gerekir.
"Onlara mehirlerini veriniz" cümlesiyle câriyeye de hür kad ınlar
gibi mehir verilmesi hükmünü getirmi ştir. Mehir câı iyenin hakkı dır.
Müfessirlerden bir k ısmı verilen mehrin, câriyenin efendisinin hakk ı ,
bir kısmı da câriyenin kendi hakkı olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik,
mehrin, câriyenin kendi hakk ı olduğu kanısındadır. Onun bu görüşü
tercihe şayandır.
c5•.,..4.: iffetli ya şamaları, zina etmemeleri
ve gizli dostlar da tutmamaları şartiyler cümlesi, " J.,..‹.;11" veya
„:".;;F j" cümlesini nitelemektedir. Birinci takdirde " nin
mânası, zinadan uzak, iffetli, namuslu kad ınlar olarak onlarla evleniniz
demektir. İkinci takdirde manas ı : Onları zina etmek için zorlayarak de-
ğil, namuslu bir şekilde kendileriyle ya ş amak için nikâh ediniz, demektir.

" .>14.4-1" Erkek veya kad ın arkada ş anlamına gelen " " in.
çoğuludur. Câhiliyye çağında zinâ, açık ve kapalı olmak üzre iki kısı m
idi. Kadının gizlice bir dost tutup onunla sevi şmesi ve zina etmesine
"ittilsı4i ',Iadeli: dost tutma" denirdi. Para kar şılığında herkesle

1 İbıt Mke, <itk: 2; »kimi, Buyit<, 37


540 Nistı' Suresi

zinâ etme şeline de sifah veya bi ğa denirdi. Bu tür aç ı k zina


bilhassa câriyeler aras ında cereyan ederken, dost tutma şeklindeki ı inâ
ise daha çok hür kadınlar arasında görülürdü. Baz ı kimseler, cariyelerini
para kazanmak için zinaya zorlarlar, kerhanecilik yaparlard ı . "Namuslu
kalmak isteyen canyelerinizi fuh şa zorlamayın"' âyetinde bu uygulamaya
işaret vardır.

Araplar, aç ıkça zinâ etmeyi kınarlar, fakat gizli dost tutmay ı


hoşgörü ile kar şilarlardı . Yüce Allah: "Fuhuşların açığına da kapalısına
da yaklaşmay ınıx." 2, "De ki : Rabbim, fuhu şların açığını da kapalısını
da haram kıldı."3 ayetleriyle her türlü zinayı yasakladı.4
« ‘,11,11 : Eğer
ınlara yapılan
evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kad
işkencenin yar ısını uygulama= gerekir."
" " kelimesi, hem hemzeniıı zammiyle mechul olarak, hem
de fethiyle laz ım fili olarak okunmuştur. İkisi de aynı anlamı verir.
Burada ibşün kelimesiyle Islam kasdedilmiş olduğunu söyleyenler
varsa da genellikle bununla evlilik kasdedildiği görüşü kuvvetlidir.
Çünkü ayetin sözgelimi bu anlamı gerektirir. Konu, evlenme üzerinde
geçmektedir.
Cariyeler evli iken zinâ ederlerse onlara elli de ğnek vurulur. Cari-
yeye evli kadının yarısı kadar zina cezasmm verilmesi, onun namusunu
korumak için batan âciz kalmas ından, güçsüzlü ğiinden ötürüdür. Hür
kadın, toplumdaki mevkii gere ği kendisini kolayca koruyabilir. Ama
cariye her zaman kendisini koruyamaz. Yüce Allah, o zay ıf insanlara
acıdığından dolayı cezalarını da yarıya indirmiştir.

Bu ayete göre evli cariye zinâ ederse ona, hür kad ın ın cezasının ya-
rısı olarak elli de ğnek vurulur. Fakat evli olmayan cariye zinâ etti ği
zaman onun hakkında ayetlerde bir ceza belirtilmemi ştir. Bu hususta
müfessirler aras ında görü ş ayrılıklar' vardır:
1) Bazılarına göre evli olmayan cariye zina ederse, belli bir cezas ı
yoktur. Yalnız eğitip yola getirmek için dövülür.
2) Bazılarına göre evli olsun bekâr olsun, zina eden her cariyenin
cezası elli değnektir.

1 Nur Suresi: 33
2 En'tim Suresi: 151
3 A'raf Suresi: 33
4 Rad, Mefiltihu'l-ğayb, III. 297
Cila': 5, Sure: 4 541

3) Bazılarına göre de bekâr câriyeye, Kitap ve sünnetin genel


hükmü göz önünde tutularak yüz de ğnek vurulur, evli cariyeye ise, aç ık
hüküm belirtildiğinden elli de ğnek vurulur.

Bu görüşlerin en isabetlisi, İbni Abbas'a dayanan birinci görü ş-


tür. Üçüncü görü ş ise en aykırı sıdır. Çünkü Şeriatin genel kuralına ay-
kırıdır. Şeriat, zina eden evli kadina bekârdan daha a ğı r bir ceza ver-
mişken, bunun tam tersine evli cariyeye bekâr caliyenin yar ısı kadar
ceza verildiğini söylemek büyük hatadır. Do ğrusu odur ki bekar cariye
için konulmuş belli bir ceza yoktur. Ancak o, te'diben dövülür. Tabii
öldürmek için değil, sadece e ğitmek için bir miktar dövülür. Ba şka tür-
lü yola getirmek mümkünse o şekilde yapılabilir. Ille dövınek de ş art
de ğildir. Çünkü şeriat belli bir ceza koymam ıştır. Hz. Ali ş öyle diyor:
"Zina eden bir cariyeyi dövmemi Hz. Pey ğamber (s.a.v.) bana emir
buyurdu. Baktı m ki cariye henüz yeni erginli ğe ermiş . Döversem ölecek.
Dövınedim, durumu Allah'ın Resulüne arz ettim.

— İyi etmi şsin dedi, bırak büyiısiin."'


Kur'an, namuslu, iffetli, te ıbiyeli ve hür kadınlarla evlenmeyi em-
reder. Ancak zaruret halinde cariye ile evlenmeye izin verir. Bu âyetten
anlaşıldığına göre cariye ile evlenmek üç ş aita bağlıdır:
1) Hür kadınla evlenme imkan ının bulunmaması,
2) Evlenmediği takdirde zinaya veya s ıkıntıya düşme tehlikesinin
bulunması,

3) Câriyenin inanm ış olması .


Fakat Ebu Hanife'ye göre bunlar şart de ğildir. Tek şart, adamın
nikahı altında hür kad ın bulunmamasıdır. Eğer nikahı altında hür ka-
dm,varsa, o kimsenin cariye ile evlenmesi caiz de ğildir. Nikahı altında
hür kadın bulunmayan kimse, hür ile evlenmeye gücü yetsin yetmesin,
cariye ile evlenebilir 2
Cariye ile evlenmenin ho ş görülmemesi, onun hor görüldü ğünden
değil, çeşitli kimselerin elinde kald ığından dolayı namusunu koruya-
mama ihtimali bulunmas ından ötürüdür. Ayr ıca cariye, evlendikten
sonra da efendisinin mülkü olarak kal ır. Efendisi onu istediği gibi hiz-
metlerinde kullan ır. Hattâ ba şkasına satabilir, hibe edebilir. Bu ise
kocamn, karısı üzerinde tam hak sahibi olamamas ı demektir ki aile

1 Müslim, ljudıld, lı fib: 6, hadis: 34; Ibr ı Kesir, Tefsir, I. 475-478


2 Râzi, Mefkihu'l-kayb, III. 292
542 Nisâ' Suresi

ismetine uygun bir şey de ğildir. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a.): "Câriye
ile evlenen hür bir erkek, vücudunun yar ısını köle yapmış olur." demi ş-
tir.°

. ı ;_,13 _°1:;.S1 11.:,:.,1"" ): :151


. ıı 0 f ıı ı . O ."« ' r,
° -<:,..):;ı:r1 j_<-J 4. ı
O ı ı. O
P j (Y 't) _j_1(., 5CJI

(r .) 41 ı -Sc Tjü 4J:4j


o ii", oS. , =--" o.51
J t.) injj; LA J ., L_5
- -
o ...* o ..a o 0 si -
kı AZ LA 1 j_:-c.-:-; ')/ j ( r 0 t.c,.:3- 5k,-*.ı.... ...‹.1.p:- .L; j
.... .... .. , .
.. ,.., 5 o. , , . ., - „
,5.L,...,_:JJ, -, 1_,....:2r5"« I I:: 'fiL„.A..„.„:2_;
- J 1—_, Ii c _42_,L, j...c- ...,.i.."...)

ı"_- ı
(r Y)
09 09 9 o -5/.9 . o•c o . .
jj Y I j

"J:p 'c.)1
29— Ey inananlar, mallarınızı , aranızda bâtılla (doğru olmayan
yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi r ızânızla yaptığınız ticaret olursa
başka. Ve nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size kar şı çok merha-
metlidir. 30- Kim dü şmanlık ve zulüm ile bunu yaparsa (bilsin ki) onu,
cehenneme sokacağız. Bu da Allah'a kolayd ır. 31- Eğer size yasaklanan
büyük günahlardan kaçtnırsanız, sizin küçük günahlar ınızı örteriz, ve
sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız. 32- Allah'ın, sizi birbirinizden üstün
k ıldtğı şeyleri arzu etmeyin. Erkeklere de kazand ıklaıından bir pay var,
kadınlara da kazandıklarından bir pay var. Allah'tan, O'nun lisatfienu is-
teyin.' şüphesiz Allah, her şeyi bilendir. 33- Ana babanın ve akrabânın
bıraktıklarından her birine viirisler !aldık. Yeminlerinizin ba ğladığı kim-
selere hisselerini verin. Allah, herşeyi görmektedir.
Tefsir:
29-31nci âyetlerin ini ş sebebi hakkında bir rivayet yoktur. 32 nci
fiyetin, Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in temiz zevcelerinden emmü Seleme'-
1 Tefsiru'l-Kasimi, V. 1200, M ısır, 1377-1957
Cüz': 5, Sure: 4 543.

nin, Allah'ın Elçisine: "Erkekler gazâ eder, kad ınlar etmez; kadınlara
erkeklerin payının yarısı kadar miras verilmi ştir" şeklinde bir soru sor-
ması üzerine indiği rivayet edilir Fakat Ümmü Seleme'nin bu tarz
sorusu, Ali İmran Suresinin 195 nci ve Ahzâb Suresinin 35 nci âyetinin
iniş sebebi olarak da zikredilir. Bu ayetin, böyle bir soru üzerine inmi ş
olması , çok zayıf bir ihtimaldir.
Bu ayetler, hukuki bir bütün olu şturmaktad ır. Yüce Allah buyuru-
yor ki: " C)! YI jı,y 1,15i;
Mallarının aranızda doğru olmayan yollarla, haksız bir şekilde
:

yemeyiniz. Ancak kar şılıklı rıztt ile yapt ığınız ticaretle yiyebilirsiniz." Faiz,
kumar, rüşvet, gasb, çalma, hiyanet gibi hile yollarmm hepsi bât ıldır. Bu
tür yollarla para kazanmak haramd ır. Yalnız kişinin çalış ması, karşılıklı
rızâya dayanan ticaret, hibe veya miras yoluyla elde etti ği mal helâl-
dir. Ticaretin me şru'luğu, karşılıklı rızâya ba ğlıdır. Aldatma bulunan
ve aldatmanın farkına varıldığı zaman taraflardan birinin raz ı olmaya-
cağı ticaret me şru' de ğildir. Hz. Peyğember (s.a.v.), çar şıda bir yiyecek
yığınının yanından geçerken elini kümenin alt ına daldırmış , altının ıs-
lak olduğunu görünce neden böyle oldu ğunu sormuş, satıcı da yağmur
isabet etti diye cevap vermi ş , Allah'ın Resulü: "Ne diye ya ş kısmı üste
koymad ın ki herkes görsün? Aldatan kimse bizden de ğildir!" demiştir.°
Güvenilir, do ğru tâcirin, kıyamet gününde şehidlerle beraber bu-
lunaca ğım2 söyleyen Hz. Peyğember (s.a.v.), yalan ın, insanı cehenneme
sürükleyece ğini.3 Allah'ın nasib etti ği ruh güzel, helâl yoldan aramay ı4,
başkasının satışına engel elmamay ıs, hayvanların sütlerini memelerinde
bekletip satmamay1 6, gereksiz yere ticarete arac ı ve komisyoncularm
girmemesini emretmiş7, vurgunculu ğu kesinlikle yasaklamıştı/ 8 .
" 1)1::;i; Nefislerinizi öldürmeyiniz!" cümlesinde üç mana
muhtemeldir. Birinciye göre Allah' ın haram kı ldığı fiilen işleyerek,
mallarının haks ız yere yiyerek kendizi öldürmeyiniz, toplumunuzu mah-
vetmeyiniz demektir. Bu yoruma göre "öldürmeyiniz" sözü, mecazidir.
İ kinci mânaya göre sizden olan, kendi karde şleriniz bulunan mü'min-

1 Müslim, iman, bâb: 43, hadis: 164; Tirmizi, Buync, 74; Ibu Mâee, Tieârat, 36
2 bn' Mâce, Ticarât, 1
3 ibn Mâce, Mukaddime,
4 Ilin Mâce, Tieârât, 2
5 Müslim, Buyûc, bâb: 4
6 Müslim, Buyil', bâb: 4
7 Müslim, Nikilh, 51; Ibn Mâce, Tieârat, 15
8 Ibn Mke, Tieârât, 6, 16
544 Nisâ' Soresi

leri, birbirinizi öldürmeyiniz demektir. 'Üçüncü mar:aya göre kendinizi


öldürmeyiniz, canm ıza kıyıp intihar etmeyiniz demektir. İkinci ve üçün-
cü mana, as.yete daha uygun dü şmektedir.

Başkasını haksız yere öldürmek haram oldu ğu gibi insanın kendi


canına kıyması da haramdır. Dünyada birçok insanlar, çe şitli nedenlerle:
ticarette iflas etti ğinden, aile ,geçimsizli ğinden, yaptığı hatalardan bu-
nalıma düşüp kurtuluş çaresini intiharda bulacaklarm ı sanır ve can-
larına kıyarlar.' Oysa intihar, çare de ğildir. E ğer bu dünyadan sonra
bir hayat elm.asayelı intihar belki çare olabilirdi. Ama maddi vücudun
ölmesi, herşeyin bitmesi de ğildir. Ruh ölmez. Ruh, vücuttan ayr ıldık-
tan sonra, insanın dünyada yapt ığı hareketlere uygun bir ya şantı içine
girer. Ölüm, ruhun yeni bir hayata ba şlamasıdır. O hayat süreklidir.
Canına kıyan kimse, ruhunu Allah' ın azabına atm ış olur, ahiretini mah-
veder. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim kendini dağdan
atıp öldürürse o cehennem ateşinde ebedi olarak yuvarlanır, durur. Kim
zehir içip kendisini öldürürse cehennem ate şi içinde elindeki zehiri sürekli
olarak içer, durur. Kim kendisini bir demir parçasiyle öldürürse cehennem
ateşi içinde sürekli olarak o demir parçasını karnına sokar!"'

Başka bir hadisi Şerif de şöyledir: "Sizden önceki insanlar arasında,


vücudunda yarası bulunan bir adam vardı . Yaranın ağrısına dayanama-
dı , sızlandı, bir bıçak alıp elini kesti. Akan kan durmad ı ve adam öldü.
Yüce Allah : kulum can ını benden önce aldı, ona cenneti haram !aldım,
dedi."2
Buhari ve Müslim'de bulunan bir hadise göre Hayber'de (Müs-
lim'in rivayetine göre Huneyn'de) Allah' ın Resulü ile birlikte kahra-
manca çarp ış an bir sahabi, ald ığı yaranın acısına dayanamam ış , kılı-
cinin sapını yere dayayıp göğsüyle kıheın üzerine abanarak intihar et-
miş ve Allah'ın Resulü, onun cehenneme gitti ğini söylemiş : "Ancak
müslüman kimse cennete girer. Allah, bu dini fâcir bir kimse ile de güç-
lendirir" diye de ilave etmiştir.3
Bu ayetten, insan ın, bile bile kendisini tehlikeye atmasm ın haram
olduğu da anlaşılır. Çünkü insan ın bile bile kendisini tehlikeye atmas ı ,
canına kıyması demektir. Bu ise haramd ır. Hz. Pey ğamber'M, bir sa-
va ş a kumandan olarak gönderdi ği Amr ibnul-As, bir gece ihtilam ol-

1 Buhâri, Tıb, bâbu surbi's-sem ın, hadis: 721; Müslim, Imam bâb: 47, hadis: 175
2 Buhâri, Enbiyâ, Babil mâ -ııkirec an beni israil, hadis: 720; Müslim, Iman, bâb: 47, ha-
dis: 180
3 Buhâri, Mağazi, Balın Ğ azveti klayber, hadis: 1451; Müslim, İman, bâb: 47, hadis: 178
Cüz': 5, Sure: 4 545

muş , hava so ğuk olduğu için yıkanamamış , teyemmüm edip askere na-
maz kıldırmış , döndüğünde de durumu Allah' ın Resulüne arz etmi ş ,
Allah Resulünün:
— Ey Artı r, sen cünüp iken ashabma namaz m ı kıldırdm? sorusu
üı erine:

— Evet ya Resulâllah, so ğuk bir gecede ihtilâm oldum, y ıkamrsam


ölürüm diye kerktum. Yüce Allah' ın: "Nefislerinizi öldürmeyiniz. Şüp-
hesiz Allah, size kar şı çok merhametlidir" sözünü hatırladım, teyemmüm
ettim, deyince Allah' ın Resulü gülmüş , bir şey dememiştir.'
Adam öldürmek, intihar etmek büyük bir günaht ır. Yüce Allah,
30 ucu âyette: "Kim bunu zulüm ve dü şmanlık ile yaparsa onu cehenneme
sokanz" buyurmakta ve öylelerini cehenneme sokmar ın, Allah için
çck kolay oldu ğunu duyurmaktadır.
31 nci âyette de: "Size yasaklananların büyüklerinden uzak durur-
sanız, kötülüklerinizi, yani küçük günahlar ınızı örterim, sizi bağışlarım ve
güzel bir girilecek yere sokarım" buyuruyor. kerim (güzel giri-
lecek yer) cennet diye fesir edilir Yukar ıdaki âyette, haksız yere ba ş-
kalarını n mallarını yiyen, kendisini veya ba şkalarını öldüren kimselerin
ate şe sokulacakları bildirildiğine göre bunlardan kaçmanlarm da cennete
sokulm al a mu], ifade edilmesi, Kur' ân' ın kavram karşıtlığı üslübuna uy-
gun düş mektedir. Fakat burada mi!c11,,ıal-i kerinı'den, güzel hayat mâ-
nâsınf anlamak da mümkündür. Yani Allah' ın yasaklad ığı bu kötü ha-
reketlerden kaç ınan kimseler, dünyada da güzel bir ya ş am içine girerler,
demek olur.
Kitâb, sünnet ve sahâbenin icma ına göre günahların büyük ve kü-
çüğü vardı r. Bn âyeti kerime bunu ifade etti ği gibi: "Güzel davrananlar,
günahın büyüklerinden ve çirkin i şlerden kaçınırlar, yalnız lemem (baz ı
küçük kusurlar) işleyebilirler. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir...."2
âyeti de günah ın büyüğü ve küçüğü olduğunu bildirmiştir. Kur'anı
Kerim'de günah olan şeyler yasaklanmakla beraber bunlar, belli bir
sayı ile smuland ırılmami ştır. Bir hadisi şerifte; "Allah'a ortak koş manın,
anababaya isyan etmenin," günahların en büyü ğ ü olduğunu söyleyen
Hz. Peygamber (s.a.v.), ayakta iken oturmu ş ve üç defa: "Yalan sözden
sakınınız!" demiştir. 3 Diğer bir hadis de ş öyledir: "Şu yedi /teli&
edici şeyden sak ınınız. Nedir onlar ya Resullâllah, sorusu üzerine Allah'-
1 ibn Haubel, Musned, IV. 203; Tefsiru'l-Kasimi, V 1204
2 Necm Suresi: 32
3 Buhari, Sehadiit, bâbu mü kîle fi sehâdetrz-zûr, hadis: 1291; Müslim, İman, bâb: 38,
hadis: 143
546 Suresi

ın Resulü şöyle buyurdu : Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, haks ız


yere Allah' ın yasakladığı cana kıymak, faiz yemek, yetim mal ı yemek,
savaş günü geri dönüp kaçmak, bir şeyden habersiz masum, inanm ış ka-
dınlara zina suçu atmak.'"
Büyük günahlar aras ında başka fillerin sayıldığı başka hadisler de
vardır. Bu hadislerin amac ı, büyük günahların sayısını belirtmek de-
ğildir. Bu hadislerde durumun gere ğine göre, Allah'ın Resulü, toplumu
etkileyen büyük günahlar' saym ıştır. Büyük günahlar bunlardan iba.
rettir, bunlardan ba şka büyük günah yoktur, diye bir şey şöylememiştir.
Nitekim Abdullah ibn Abbas, yetmi şe yakın büyük günah olduğunu,
ancak teybe ile büyük günah kalmayaca ğını, ısrar edilince de küçük
günahın büyük günaha dönüşece ğini, Allah'a isyan olan her şeyin büyük
günah olduğunu söylemiştir.2 Büyük günah hakkında birçok tanım-
lar varsa da: "I şleyen kimsenin, Kitâb ve sünnette, şiddetle tehdid edil-
diği her fil, büyük günahtır" şeklindeki tan ım, bu konuda en uygun ta-
nım olarak kabul edilir
İşte Allah'ın kesinlikle yasakladığı büyük günah.lardan kaç ınan
kimselerin, yüce. Allah küçük hatâlarmı, kusurlarını bağışlar ve onları
dünyada ve ahirette güzel bir ya ş am içine sokar.
32 nci ayette: "Allah'ın, kiminize ötekinden daha fazla verdi ği,
kiminizi di ğerinden üstün k ıldığı şetleri temenni etmeyiniz" buyuruluyor.
İnsanlar, kendi ellerinde bulunana raz ı olmalı , başkasının malma, mev-
kiine veya nimetine göz dikmemelidirler. Buradaki temenni göz dikmek
anlamındaki haseddir, kıskançlıktır. Ba şkasının malına, nimetine,
mevkiine göz diken, kendi mutluluğunu yitirir. Allah, herkese kazand ı-
ğının karşılığını verir. Şuna buna hased etmenin, ne insan ın kendisine,
ne de topluma yarar ı olur. Ba şkasmm nimetini çekememe, onu kıskan-
ma yerine o nimeti ona veren Allah'tan istemek Mz ımdır. Yüce Allah'ın
hazinesi boldur, dilerse ona da verir.
Tirmizi ve ibn Miirdeveyh, Resullullah'ın şöyle buyurduğunu riva-
yet etmi şlerdir: "Allah'ın lâtfundan (tükenmez hazinesinden) isteyiniz.
Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetlerin en üstünü, genişliğe çık-
mayı gözetlemektir." 4 Bu hadiste bolluğu ummak, gözetlemek yani
ümid etmek ibadet sayilmıştır.
1 Buliâri, Vaşâyâ, bâbu 1Favlillâbi tectilâ: innelleZne ye'kulfie emvâlelyetüm3
hadis: 1325; Müslim, İman, bâb: 38, hadis: 145
2 Ibn Kesti., I. 486
3 Ayni eser, I. 487
4 Tirmiz— i. Dacavat, 116
Cüz': 5, Sure: 4 547

Abdullah ibn Abbas, 32 nci ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "Kim-


se: 'Falana verilen mal, nimet, güzel kad ın keşke bana verilseydi' de-
mesin. Çünkü bu, haseddir. Fakat: 'Allah ım. ona verdiğin gibi bana da
ver' desin."
Dünyada insanlara verilenler, ezdi taksimin sonucudur. Yüce Al-
lah, "Dünya hayatında onların geçimlikle ı ini, aralarında biz taksim et-
tik"' buyurmuştur. Allah'ın taksimini kimse de ğiştiremez. Kıskançlık,
Allah'ın taksimine engel olamaz, sadece sahibini mutsuz ve bedbaht
eder.
O halde dünyada malı az, mevkii dü şük, durumu başkasından aş ağı
olan, durumunu düzeltmek için elinden geleni yapmal ı ; ama do ğruluk-
tan, helal ve me şru yoldan ayrılmamalı ; başkasına karşı içinde hased
beslememelidir. Çünkü hased, Allah' ın ezeldeki taksimini be ğenmemek
anlamına gelir. Allah, herkese hakk ında hayırlı olanı verir. Belki de ba ş-
kasını kıskandığı mal, nimet; kendi elinde olsa kendisi için zararl ı olacak,
dünyasını bozacak, mutluluğunu y ıkacak, âhiretini, berbad edecektir.
Işlerin içyüzünü biz bilmeyiz, Allah bilir. Allah, bizim için ne hay ırlı
ise onu vermi ştir. Allah'tan daima hay ırlısını istemek laz ımdır. Bundan
dolayı insan daima: "Ya Rabbi, dinim, dünyam ve âhiretim için bana
hayırlı olanı ver" şeklinde duâ etmelidir.
33 ncü ayette geçen mevali kelimesi, mevki'mn'ço ğuludur. Kölesini
âzâd eden kimseye mevlâ dendiği gibi 'aza(' edilmi ş köleye de mevlâ de-
nir. Asabeye (baba tarafından akraba olanlara) da mevlan ın çoğulu
olarak medili denir. Burada uygun olan mâna budur.
Bu ayette, ana baban ın ve akraba= bıraktığı miras için mevlâ-
lar yani vârisler yarat ıldığı haber verilmektedir. Bu ayetin hükmün,e
göre miras ı, ölünün akrabas ı alır, başkaları alamaz. İbn Abbas,
Hz. Peygamber (s.a.v.)in: "Ferâiz (miras haklarını) sahiplerine veriniz.
Artan olursa onu da erkek akrabaya veriniz." dediğini rivayet etmiştir?
: Yeminlerinizin ba ğladıgı kimselere gelince" cüm-
lesi, ş art anlamı taşıyan müptedâ, " r R3 sjlU Onlara da paylaıını
:

veriniz" cümlesi de haberdir.


<Med ba ğlamak, güçlendirmek, sa ğlamlaştırmak anlamına gelir.
Ahdi bağladı, kuvvetlendirdi demektir. el-Eymân ise el-eymin'in çoğu-
ludur. El-yemin sa ğ el anlamına geldiği gibi kasem, yani yemin anlamına

1 Zuhruf Suresi: 32
2 Buhari, Feriliz, babu mir3si'l-yeled mitt-ebihi ve ummilli; Müslim, Feraiz, hadis: 2
548 Nisâ' Suresi

da gelir. Akid yaparken insanlar, birbirlerinin sa ğ ellerini tutup to-


kalaştıklarmdan bunlara "Sa ğ ellerinizin ba ğladığı kimseler" denmi ştir.
Fakat burada el-eymân' ın yemin anlamına gelmesi daha do ğru ve
uygundur. Çünkü, akid, nakz ın (andi bozmanın) zıddıdır." I J.,£;i:.;
lıb4S,-j; w Z.) lcis I : Pekiştirdikten sonra yeminleri bazmay ın."' "g- 1,13,
: Yemin ettiginiz zaman yeminlerinizi bozman ızdan do-
layı sizi cezttland ırır..."2 ayetlerinde geçen el-eymân kelimesi, kasem
(yemin) anlamınadır.
Burada yeminlerle akid yap ılanların, kimler olduğu üzerinde birkaç
görü ş vardır :
1) Bu cümle ile kasdedilen, halifler(kendileriyle dostluk, karde şlik
andi yapılmış bulunanlar)d ır. Câhiliyye devrinde insanlar aras ında ant
laşma vardı. Bir adam biriyle dostluk kurmak isterse: "kan ım senin
kanındır. Sen bana varis ol, ben sana varis olay ım, Sen benim hakkımı
ara, ben senin hakkını arayayım" diye sözle şirdi. Birbirlerine böyle
söyleyip yeminle birbirine ahid yapanlar birbirlerine varis olur, biri
öldüğü zaman halifi (antl ısı) malınm altıda birini alırdı . İşte bu 'ayet
daha önce bu tür ahid yap ılmış olanlara, miras paylarının verilmesini
emretmiş, sonra inen miras as yetiyle bu hüküm ortadan kald ırılmıştır.
Islam, kötülük üzerine yap ılmış antla şmaları kaldırmış , ama iyi ant-
laşmalarm yerine getirilmesini emretmi ştir. Islam ın başlangıcında, daha
önce yapılmış antla şmalarla tevarüs kabul edilmi ş , fakat Ancak Rahim
sahiplerinin birbirlerine varis olaca ğını bildiren Enfal Suresi, 75 nci
âyetle bu tür miras al ıp verme neshedilmi ştir.
2) Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldi ği zaman ensâr ile mu-
hâcirleri birbirlerine karde ş yapmıştı . Muhacir, Ensarl ıya, bu karde şlik
sebebiyle varis olurdu. "Ana babanın ve akrabanın bıraktıkları için
vârisler yarattık" ayeti inince karde şlik yoluyla kurulan miras alışverişi
ortadan kaldırıldı . Fakat "Yeminlerinizin ba ğladığı kimselere de nasip-
lerini veriniz" cümlesiyle böyle karde şlerin birbirlerine yard ım yapmaları,
iyilik etmeleri, ö ğiit vermeleri • hükmü getirildi, miras kald ırıldı . Ahd
ile yapılmış karde şlik için sadece vasiyyet edilebilir, onlara belli bir mi-
ras payı yoktur.

3) Bu cümle, evlâtlıklar hakkındadır. Daha önce evlatl ıklar, ken-


dilerini evlat ed,inenlere varis olurdu. Bu ayet ile onlar ın mirastan pay-
larının verilmesi emredildi. Fakat daha sonra inen âyetlerle miras sadece

1 Nahl Suresi: 91
2 Mâide Suresi: 89
Cüz': 5, Sure: 4 549

asabeye ve rahim akrabalar ına bı rakıldı, evlatlıklara da vasiyyet yo-


luyla pay verildi.

4) Eba. Ali el-Cubbarye göre " 1 " cümlesi,


" " üzerine atfedilmi ştir. O zaman mana şöyle olur:
Ana babanın, akrabamn ve yeminlerinizin bağladığı kimselerin geri-
ye bıraktığı mallar için vârisler yaratt ık. Mirası, antlıya değil, valis
olan mevlalara veriniz. Cubbarnin bu tevili çok uz ak bir yorumdur.

5) Ebu Müslim Isfahani'ye göre" Yeminle-


rinizin bağladığı kimseler" cümlesiyle kasdedilen, karı kacadır.
" 44-T cı-<:11 Leac. : Farz olan bekleme süresi dol-
madan nikâh bağını bağlamaya kalkmaytn"' â yetinde olduğu gibi nikâha
da akid denir. Yüce Allah, bu âyetle önce ana babanm ve akraban ın
mirasını alacak olanlara i şaret ettikten sonra nikah akdiyle birbirlerine
ba ğlanan karı kocan ın da miras durumuna i ş aret etmi ş , bunlara da
mirastan pay verilmesini emretmi ştir.2
Bu görüşlerden ikinci ve üçüncüsü, pek tutarl ı değildir. Çünkü Hz.
peygamber (s.a.v.) Muhacirlerle Ensâr aras ında tek tek karde şlik kurduğu
zaman, bu karde şler aras ında miras ahşverişinin bulunduğu hakkındaki
rivayet sa ğlam de ğildir. Öyle olsa bile, bu ayetten önce iner, Enfal Su-
resinin 75 nci ayeti ile Ahzâb Suresinin 6 nc ı âyeti miras ab şverişinin '
Rahim Sahipleri arasında geçerli olduğunu bildirmiş ve karde şlik akdiyle
miras alışverişi lağvedilmiştir. Dördüncü görü şde dil bakımından tutarlı
bir yorum de ğildir.

Geriye birinci görüşle beşinci görüş yani vela ve zeveiyyet akidleri


kalıyor. "<il.c..1 cümlesinin, islamdan önce velli (dost-
luk) akdi yapan kimselere paylarının verilmesini emretti ği, daha sona
bu hükmün miras âyetiyle neshedildi ği görüş ü, kuvvetli bir görüş ol-
makla beraber Ebu Müslim'in dedi ği gibi bu cümlenin, nikâh akdiyle
birbirine ba ğlammş olanlara mirastan pay verilmesini emretti ği ve aye-
tin muhkem olduğu görüşü de sahâbilerin nakline dayannuyorsa da tu-
tadı ve akla uygun bir görü ştür.
Ayette, önce ana baban ın ve akraban ın bıraktığı mirası alacak asabe
ve rahim yakınlarına işaret edilmi ş , sonra nikah akdiyle birbirine ba ğla-
nan karı kocanın, birbirlerinin mirasmda paylar ı olduğu belirtilmiştir.
Bu suretle ayet, kendinden önceki ayette belirtildi ği ibre erkek ve kad ın-

1 Bakara Suresi: 235


2 Tefsfru'l-Kasimi,V. 12 11-1217
550 Nis5' Suresi

ların, kazandıklarından payları olduğu anlamını pekiştirmiştir. Erkek ve


kadın, her fert kazand ığından nasib alaca ğı gibi, erkek de kad ın da e şine
vâris olarak payı n ı alacaktır.
Hanefiler, mevlirl-muvâlât denilen antlıya, belli bir pay ayrıldığını
bildiren bu cümlenin, neshedilmedi ği görüşündedirler. "Rahim Akra-
balarının birbirine vâris olması daha uygundur"' meâlindeki âyet, bu cüm-
lenin hükmünü neshetmez, ancak tefsir eder. Çünkü o âyet, Rahim sa-
hiplerinin, mirasta mevlal-muviilât'tan daha ileri oldu ğunu bildirir.
Bu tıpkı oğul bulunduğu zaman mirasa karde şten daha ileri olmas ı gi-
bidir. O ğul, karde şi miras sahibi olmaktan ç ıkarmaz. Ancak miras ı ken-
disi alır. Ama oğul bulunmazsa miras k a ı deşe düşer. Rahim sahipleri de
bulunursa miras onlara dü şer. Ama Ralim Sahipleri bulunmadığı 2 a-
man mirası mevlâ'l-muvâlât alır.
Mâlik, Seyri, Evzâ'i ve Sâfii'ye göre Asabe ve Rahim sahiplerinden
yakını olmayanın mirası devlete aittir, mevlii'l-muvetlâta düşmez. Mâ-
likiler ve Sâfiller, Hanefilerin ictihad ına karşı ş öyle diyorlar:
Bu âyette, antl ının vâris olaca ğına dair bir delil yoktur. Çünkü böyle
bir delâlet üç şeye ba ğlıdır: 1) " r,.5.;Lej lÂC JJI, " cümlesiyle mut-
laka anthlarm kasdedilmesi, 2) bu cümlede geçen nasib kelimesiyle
mirasın kasdedilmiş olması, 3) Bu cümlenin muhkem olmas ı,
" " cümlesine müfessirlerin birkaç mânâ ver-
diği ortadadır. Buradaki mevsfıl'ü antlılar olarak te'vil edenler de bu
hükmün neshedildi ğini söylemişler, nasib kelimesini de mirastan ba şka
anlamlara yormuşlardır. Cubbâ'inin yorumunda oldu ğu gibi âyetten,
mevlirl-muvalât' ın varis kil ınmayacağı hükümünü çıkaranlar da vard ır.
Hadiste de İslâmın, Câhiliyye devrinde yap ılmış dostluk andmı
kabul etti ği, ancak islâmda anthlık bulunmadığı bildirilmektedir. O
halde İslâmda antla şma yoluyla tevârüs yoktur. Sahabe ve tâbhin,
nâsih ve mensûhu bizden iyi bilirler. Onlar, bu cümlenin, Enfâl Sure-
sinin 75 nci âyetiyle neshedildi ğini söylemişlerdir.2
Biz, yukarıda dediğimiz gibi Ebu Müslim'in görüşünü daha isabetli
buluyoruz.

j-P j_p jb...)J1


.9 o .0 4," o ı
üLz. i t; CJ L ›1 l,0.1 G c ° (..)- 4"

1 Enftıl Suresi: 75
2 Tefstru tıyâti'l-ahkâm, II. 94-95
Cüz': 5, Sure: 4 551

z ." ı r 5 ••••
),>1 ; 5kiı , 4.» ı
o... 9• o 5 .5, o .
c Zt-A
(1" -‘:) l:S 411 ı c 5• IP I -;e»,jı. ı
.tıCt
‘ 11.UJ
' D. 11 C
„ 9o 9• • o ••• • o
41 Ğ.) 1 4 1,-- .tuı ı I Cy I ç I 4:„.A

(r o)

34- Allah, baz ı kimseleri diğerlerinden üstün kıldığı ve erkekler,


mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler,
kadı nlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar olup
Allah'ın kendilerini korumas ına karşılık (Allah'ın verdiği başarı ile)
gizliyi korurlar (kocalanna asla ihanet etmezler). Dikkafahlık, şirretlik
etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklanndan ayrılın ve
(bunlarla yola gelmerlerse) dönün! Eğer size itâat ederlerse artık onların
aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah, yilcedir, büyüktür! 35—
Eğer (karı-kocanın) aralannın açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin
âilesinden bir hakem ve kad ının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar,
arayı düzeltmek isterlerse Allah onlar ın arasını bulur. Çünkü Allah,
(herşeyi) bilendir, haber alandır.
Tefsir :
34-35 nci ayetler, aile hayat ının mutlulukla devamı için gerekli
tedbirleri getirmektedir. .Kavvam, Ictyâm' dan mübalağa ismidir. Yönetici,
kollayıcı, âmir demektir. Yüce Allah buyuruyor ki: Erkekler, kad ınların
üzerinde yönetici, koruyup kollay ıcı, ailenin âmiridirler. Erkeklerin,
kadınlar üzerinde yönetici olmaları , biri yaratılıştan gelmiş , diğeri de
sonradan kazanılmış iki sebebe .ba ğlidır:
Önce Allah, yaratılıştan bazı kimseleri, diğer bazılarından birtakım
özelliklerle üstün kılmıştır. Vücut yapılan bakımından erkekler, kadın-
lardan daha dayan ıklı, akıl yönünden daha üstündürler. Kad ınların
yapamayacakları güç işleri erkekler yapabilirler. Bundan dolay ı cihad,
erkeklere farz k ılmdığı gibi, devlet başkanlığı, imamhk, ezan, hutbe,
i'tikaf had ve kısas şâhitliği, mirasta daha fazla almak, asabelik hakk ı,
evlendirme, bo şama, ric'at (karısına geri dönme) velilik gibi hususlar
erkeklere verilmi ştir.
552 Nistı' Suresi

Erkek bazı yönlerden üstün olmakla beraber kad ına böbürlenmeye,


ona baskı yapmaya hakkı yoktur. Çünkü kadınla erkek, bir vücudun
organları gibi birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Nitekim yüce Allah' ın,
"Allah erkekleri kad ınlara üstün kıldı" demeyip "Bazı kimseleri, diğer
bazılarından üstün kıldı" demesinde bu noktaya i ş aret vard ır. Vücutta
baş ne kadar de ğerli ise kalb de o kadar de ğerlidir. Erkek ba ş durumunda
ise kad ın da kalb durumundadır. Bunlardan birinin daha çok yarar
taşıması , daha üstün yarat ılması, diğerinin de ğerini azaltmaz.

Ayeti kerime, erkek cinsinin, kad ın cinsine üstünlü ğüııü ifade eder.
Tek tek her erke ğin, her kadından üstün olduğu anlamını taşımaz. Nice
kadınlar vard ır ki bilgide, iş görmede, beden gücünde çok erkeklerden
üstündür. Fakat tüm cins olarak erkek cinsinin, kad ın cinsinden üstün
yaratıldığı bir gerçektir. Tabiatta genellikle bütün canl ıların erkekleri,
dişilerinden daha tam, daha üstün yarat ılmıştır. Mesela horoz, tavuktan;
koç, koyundan; erkek aslan, di şisinden daha güzel ve daha güçlüdür.
Erke ğin yüzünde bıyık ve sakal bitmesi de kad ına göre bir mükemme-
liyet sayılır. Nitekim erkekte köselik bir kusur kabul edilmi ştir. İşte
çalışmaya daha dayan ıklı, tedbir ve idarede daha üstün olan erkek,
kadını himaye etmekle yükümlü tutulmu ştur.

Şunu da unutmamak laz ımd ır ki kadınların da erkeklerden üstün


oldukları meziyetler vard ır. Çocuk yeti ştirmede, merhamet ve şefkatte,
duyarhhkta kad ın, erkekten üstündür. "Allah baz ı, kimseleri, diğerin-
den üstün k ılmıştır" cümlesinde buna da i şaret vard ır. Allah, hikmeti
gere ği, aileyi idare etsin, çal ışıp çoluk çocuğunu geçindirsin, toplumunu
düşmandan korusun diye erke ği, vücut kuvvetinde daha üstün yarat-
mış ; çocuklarını emzirsin, güzel yeti ştirsin, şefkatiyle aileyi huzur ve
sukan ile doldursun diye kad ına da duyarhlıkta üstünlük vermi ş , anne
olma imkanını bahşetmiştir.

Yönetici olmalarının ikinci sebebi de erkeklerin, çal ışıp kaz anma-


ları, malleriyle kadınların mehirlerini vermeleri, geçimlerini sa ğlamaları-
dır. Kadının geçimini temin etmek, erke ğin üzerine farzd ır. Kendilerini
himaye edip geçimlerini sa ğlamalarma kar şılık kadınların da kocaların.a
itâat etmeleri gerekir. İşte iyi kadınlar, kocalarına itâat ederler, Allah' ın
kendilerini korumas ı, muvvaffak kılmasiyle, Allah'ın verdiği koruma
yetene ğiyle kocalarının ardından hem kendi 'namus/ar ı:al, hem de onlar ın
bütün haklarını korurlar. Karı-koca aras ında gizli kalmas ı gereken şey-
leri hıfzeder, kocalarının sırlarını yaymazlar. Has ılı üzerlerine dü şen
görevleri yapar, onlara hiyanet etmezler.
Cüz': 5, Sure: 4 553

Kocalarınm meşru emirlerine itaat etmek, kad ınlar üzerine farzd ır.
Allah'ın Resülü (s.a.v.): "Eğer bir insanın diğer bir insana secde etmesini
buyuracak olsaydım, kocas ına secde etmesini kadına eınrederdim." ı buyur-
muştur.
Kocasına itaat eden kad ınları öven Allah Resulü şöyle demiştir:
"Kadınların erı hayırlısı ş u kadındır ki kendisine bakt ığın zaman seni
sevindirir, kendisine bir şey emretsen sözünü tutar, bir yere gitsen g ıya-
bında kendi namusunu ve senin mal ını korur." Saliha kadını bu şekilde
niteleyen Allah'ın Resulü, daha sonra: "Allah, bazı kimseleri diğerlerinden
üstün kıldığı ve erkekler, mallarından harcayıp kadınların geçimini sağ-
ladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler..." âyetini oku-
muştur.2
Ba ş ka bir hadislerinde de Hz. Pey ğamber (s.a.v.) şöyle buyurmu ş -
tur: "Kadın beş vakit namazını küm-, bir ay orucunu tutar, namusunu
korur ve kocas ına da itaat ederse ona: Hangi kapıdan dilersen oradan cen-
nete gir'! denilir."3
Kocasının meşru emirlerine kar şı gelen kadınlar ise şiddetle uyarıl-
mışlardır. Allah'ın Resulü, onlar hakkında ş öyle buyuruyor: "Adam,
karısını yatağına davet ettiği zaman kadın gitmez de kocas ı ona kızgın
olarak yatarsa, ta sabah oluncaya kadar o kadı na melekler lanet eder."4
Kocasına itâat eden sâliha kad ınlar yanında kocasının sözünü din-
lemeyen, devaml ı dırdırıyla evde huzur diye bir şey bırakmayan kad ın-
lar da vard ır. İşte ayetin ikinci şıkkında yüce Allah, böyle huysuzluk eden
kadınları da eğitip yola getirmenin metodunu göstermektedir: önce
onlara, tatlı dille öğüt vermeli, "Allah'tan kork, kocana itâat etmek, •

senin üzerine farzd ır. Bana isyan edince Allah' ın cezasına uğrarsın. .."
gibi sözler söylemeli, hattâ baz ı hediyelerle de gönlünü al ıp yola getir-
meğe çalışmalıdır. Böyle yola gelmezse kad ından ayrı yatmak etkili
olabilir. Çünkü kocasını seven kad ın, onun ayrı yatmasma dayanamaz.
Çok zoruna gider. Hatas ım anlayıp dönebilir. Baz ı anlı:dere göre ayrı
yatakta yatarak de ğil, fakat ayn ı yatakta arkas ını dönerek yatmak
birleşmeden de imtina etmek gerekir. Fakat kad ın, bununla da yola
gelmez, huysuzlu ğuna devam ederse, son çare olarak fazla ileri gitmeden
hafifçe dövülebilir. Dövme, ba şvurulacak son usland ırma metodudur.

1 TirmiZ1, Nikah, 10
2 Taberi, V. 60; Paydu'l-Kadir, III. 482; Tefsirdl-Kasimi, V. 1219. Ibu Mace'de de ayni
~ilde bir hadis vardır: Nikah, 5
3 ibn Hanbel, Musned, I. 191
4 Buhari, Bed'ul-halk, 7, bâbu ila kale ehadukum âmin...; Müslim, Nikah, b. 41, h. 2142
554 Nisa' Suresi

Başka e ğitim yolları denenmeden bu yola gidilmez. Döverken de aşırı


lı ktan sakınmak, kamçı ve de ğnek ile de ğil, bükülmüş mendille veya elle
vurmak, yüze göze vurmaktan sak ınmak, vücudun hep belli yerine de ğil,
ayrı aynı yerlerine vurmak gerekti ğini müfessiller izah etmişlerdir.
İbn Abbas ve Atâ, misvak ile dövülebilir, demi şlerdir.'
İmam Ş afii dövmenin mübâh, fakat dövmemenin efdal oldu ğunu
söylemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Vedâ Hacc ında şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz, onlar ı Allah'ın ema-
neti diye aldınız. Allah' ın sözü uyarınca ırzlarını kendinize heltil icad ı-
nız. Onların, sizin yatağınıza,istemediğinix bir kimseyi yat ırmamaları, si-
zin onlar üzerindeki haklarınızdandır. Eğer böyle bir şey yaparlarsa ha-
fifçe onları dövünüz. Sizin de onlar ın geçimlerini ve giyimlerini sağlama-
nız, onların sizin üzerinizdeki haklar ındandır.”2

Dövmek, sert bir metottur. Fakat bazan buna mecbur kalmabilir.


Ayet, insan tabiat ına uygun yolları göstermiştir. Kadını eğitmek, yola
getirmek için önce yumu şak metodlar kullanılı r. Genellikle insanlar gü-
zellikteA, iyilikten, yumuşaklıktan hoşlanırlar. Ama iy-ilikten anlamayan,
adeta dayağı bir ihtiyaç gibi hisseden kad ınlar da vardır. Öylelerini yola
getirmenin çaresi, dayak olmaktad ır. Sertlikten anlayana sert meto-
dun kullanılması normaldir.
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanm hakkı kötekdir !
Ancak karısını dövmek zorunda kalan kimse, islanun çizdi ği sınır
dışına çıkmamalı, nefsinin kızglıalığına kapılıp bütün gücüyle zavallmın
neresine isabet ederse etsin, hiç ald ırmadan vurmamah, öfkesine hakim
olup sadece tedib için hareket etmeli, nefsini tatmin için alabildi ğine
vurmaktan kaçmmalıdır.
Müfessir Hamdi Yazır ş öyle diyor: "Zamanımızda Kur'ân'm, i şbu
(dövünüz) emrini kötü tefsir ederek dillerine dolamak isteyen baz ı Av-
rupalılar görüyoruz. Fakat ne garip tesadüftür ki biz ayetin tefsiriyle
meşgul olduğumuz sırada bir Frans ız mahkemesinin, kocas ı tarafından
dövülmüş olan bir Fransız karısının açtığı da'vaya karşı 'Ilırçuılık edip
kocasını tehevvüre getiren (öfkelendiren) bir kad ının yediği dayaktan
dolayı boş anma davası açmasma hakk ı olmadığına' hükmetti ğini gaze-
teler ilan ediyordu." 3
1 Câmıcu'l-beyan, V, 68
2 Müslim, Hac, b. 19,h. 147
3 Hak Dini Kur'an bili,Il. 1351
Cüz': 5, Sure: 4 555

Dediğimiz gibi dayak, islamın te şvik ettiği bir metod de ğil, fakat
çaresiz kalmd ığında son ümid olarak ba şvurulacak bir usuldür. Ba şka
ıslah metodu varken hemen daya ğa ba şvurmak, hiçbir suretle do ğru de-
ğildir. Allah'ın kullarma acımak lazımdır. Kadın insanın kölesi de ğil,
hayat arkada şı, en yakın dostudur. Onu bir oyuncak gibi kullanmak,
canı sıkilınca nefsini tatmin, öfkesini gidermek için ikide birde ona
dayak atmak, sonra da onu sevme ğe kalkmak islamın sevgi, şefkat
anlayışına aykırıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Daha
ne zamana dek, biriniz karısını cdriyeyi döver gibi dövecek, belki günün
sonunda da onunla birleşip yatacaktır ?"1

Ayetin iniş sebebine gelince, İbn Mürdeveyhin, HA. Ali'den. ıı akline,


TaberPnin ve İbn Ebî Hâtim'in mürsel olarak zikrettikleri bir habere göre
ensardan birisi, karısına şiddetle bir tokat vurmu ş , kadının babası ,
kızını Allah'ın Resulüne getirmiş, "Ya Resulallah, bunun kocası ensardan
falan adamdır. Kızım dövdü, tokadm izi hala yüzünde duruyor" demi ş .
Allahın Resulü de kad ına kısas yapmasını (kendisinin de kocasına vur-
masmı) emretmi ş , sonra da "Hele sabret, bakay ım" demi ş . "Erkekler.
kadınlar üzerinde yöneticidirler" ayeti inmiş . Bunun üzerine Hz. Pey-
gamber (s.a.v.): "Biz bir şey istedik. Allah ba şka bir şey istedi. Allah'ın
istediği daha hayırlıdır" deyip kısas emrini kaldırmıştır.2

Ayetin inişine tekaddüm eden zamanlarda toplumda buna benzer


olaylar muhakkak ki olmuştur. Ama münhasıran bu olayı, âyetin tek
iniş sebebi göstermek uygun de ğildir. Çünkü bu ayet de, aile hukukunu
düzenleyen yukarıdaki âyetlere ba ğlıdır. Böyle münferid bir olaya
hitâb etmekten daha geni ş anlandıdır. Aile birlik ve dirliği konusunda
genel prensipler getirir.

Kur'ân'ın amacı , toplumun çekirde ği olan aileyi sa ğlamlaştırmak,


yuvanın bozulmasını, ailenin dağılmasım önlemektir. Aile içinde anlaş -
mazlıklar olabilir. Önce ö ğüt, sonra ayrı yatmak, daha sonra hafifçe döv-
mek de işi düzeltmez, anla şmazlık büyür, yuvayı bozacak derecede teh-
likeli boyutlara ulaşırsa 35 nci ayetin hükmü gere ğince karı-kocanın
arasını bulmak üzre erkek ve kad ının ailelerinden birer hakem (arabu-
lucu) tayin edilir. Hakemler, arayı düzeltme ğe çalışırlarsa Allanda karı
kocanın arasını bulur. Çünkü Allah, her şeyi bilir, her yapılandan O'nun
haberi olur.

1 Müslim, Cennet, b. 13, h. 49; Buharl, Nikah, 93; İbn Mace, Nikah, 51; İbn 13anbel, IV.
17; Dariml, Nikah, 34
2 İbn Kesir, I. 491; Mefatihu'l- ğayb, III. 316; Tefslru'l-Kasiml, V. 1218; Taberi, V. 58
556 Suresi

Hakemleri kar ı kocanın kendileri tayin edebilece ği gibi, erkek ve


kadının yakınları , komşuları yahut hakim de tayin edebilir. Bu, mü'-
minlere farzd ır.
Normal olarak hakemler, kar ı kocanın ailelerinden seçilir. Çünkü
aile içindekiler, onlar ın hallerini daha iyi biliıler. Fakat gerekti ğinde
aileden olmayan kimseler de hakem tayin edilebilir. Hakemler, geçim-
sizlik nedenini ve bunun giderilmesi çaresini ara ştırırlar. Genellikle ule-
ma, hakemlerin hem birle ştirme, hem de ayırmaya karar verme yetkisine
sahip oldukları görüşündedirler. Fakat Katâde, Zeyd ibn Eslem, ibn
Hanbel, Ebu Sevr ve Dav ıld gibi bilginler hakemlerin, ancak birle ştir-
meye karar verebileceklerini, arr ına yetkisine sahip bulunmadıklarını
söylemişlerdir. 1 Bu görüş , ayetin ruhuna daha uygun dü şmektedir.
Çünkü ayette, arabulmak için hakem gönderilmesi emredilmektedir.
O halde hakemlerin görevi aray ı büsbütün bozup karı hocayı ayırmak
de ğil, aralarını bulup onları birle ştirmektir.
Muhaddis el-Hakim Ebû Abdillah ibnu'l-Beyyic, 35 nci ayette müs-
lümanlardan iki zümre aras ında çıkan anlaşmazlığın çözümü için her iki
taraftan birer hakem (arabulucu) gönderilmesine i ş aret bulunduğunu
söylemiştir. Ayette fırka ve fitneden endi şe eden herkesin iki hakem
göndermesine delâlet vard ır. Nitekim Emiru'l-mü'minin Hz. Mi, Hani-
eileı le arasında çıkan ayrılığın çözümü için hakem tayin edilmesini bu
âyetten istidlal etmi ştir. Demek ki müslümanlar arasında fitne çıktığın-
da sorunun çözümü için hakem tayin etmek uygun olur. 2

Ju - ı'j .);:;_pl",
C.3°/-2*-1
j-,- Lit • Ji
(r`)Li_'>;:i S1 °
9 9 r9< •
1 ı :AC.7T C. °L,
;rx-, -Us I c
o .9 o ... .ft
° .1 °1. J 41J j-^ A e Nejl ;Ct re:S; jr ■ (*) re::0 r■r!.

1 ilın. Kedi., I. 493


2 Tefstru'l-Kasimi, V. 1226
Cüz': 5, Surer 4 557

z% 5 •-• o
A)L •J L - JI • <
„ ı
j j r
S; -JCAJLA -.C)fl (vi) ,t_ç 9 c 4u ı
— o ., o
(
.> • .0 C••= ?.
5 ,o

:LA ° C). 4 1
1 i NO—P j 111 (t N)
(tT)tb .S°ı " fi- 1 -J
4.1.-"
r 'f
36- Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak ko ş may ın, ana babaya,
akrabâya, öksüzlere, yoksullara, (nesep yahut evce) yak ı n kom ş uya (ne-
sep yahut evce) uzak kom şuya, yanında bulunan arkadaşa (yahut zeYceye)
yolcuya, elinizin alt ında bulunanlara iyilik edin. Allah, kurumla, böbür-
lenen insanları sevmez. 37- Bunlar öyle insanlardır ki, cimrilik ederler ve
insanlara da cimriliğ i emrederler. Allah'ın bol hazinesinden kendilerine
verdiğini gizlerler. (Biz de) o nankörlere alçaltıct bir azâb hazırlamışızdı r
(o azâb, o gururlu ve cimri insanlar ın burnunu yere sürtecektir). 38-
Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için verirler, ne Allah'a, ne de âhi-
ret gününe inanmazlar. Kimin arkadaşı şeytan olursa, (onun) arkadaşı
çok kötüdür! 39- Onlara ne olurdu sanki Allah'a ve âhiret gününe
inânsalardı ve Allah' ın kendilerine verdiği t ız ıktan Allah yoluna harca-
salardı !? Allah, onları biliyordu. 40- Allah, zerre kadar haksızlık etmez,
zerre miktarı bir iyilik olsa, onu kat kat yapar ve kendi kat ından büyük
ntükâfat verir. 41- Her ümmetten bir şâhit, seni de bunlara şâhit getirdi-
ğimiz zaman (halleri) nice olur? 42- İnkâr edip Allah' ın Elçisine karşı
gelenler, o gün yerin dibine geçirilmeyi isterler ve Allah'tan hiçbir söz bizle.
yemezler.
Tefsir :
36-42: Tc fsirler, bu ayetler hakk ında bir iniş sebebi Livayet etmezler .

Yukarıdaki ayetlerde aile hukuku izah edildikten sonra bu ayetlerde de


bütün olarak önce kainat ın yaratı cısı Allah'a kulluk emredilmektedir.
Allah'ın Resulü (s.a.v.) Muâz ibn r.ebel'e sordu:
— Ey Muâz, Allah' ın kulları iiFerindeki hakk ı nedir? Kulların Allah
üzerindeki hakk ı nedir? Biliyor musun?
— Allah ve Resulü daha iyi -bilir, diyen 21/11tâz'a Resullah şöyle cevap
verdi:
558 Nisâ' Suresi

—Allah' ın kolları üzerindeki hakk ı, O'na ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi


O'na ortak koş mamalartdır. Kulların da Allah üzerindeki hakk ı, kendisine
ortak koşmayana azeıp etmemektir.'
Yüce Allah, kendisine kulluktan sonra ana babaya, yoksullara, kom-
şulara yolda kalmışlara ve hizmetçilere iyili ği emretmekte, cimrili ğe kar-
şı kullanın uyarmakta, nankörlerin ve inkârc ılarm Çetin bir azâba u ğra-
yacaklarım belirtmek suretiyle cimrili ğin, nankörlük ve küfür ahlâk ı
olduğuna işaret buyunnaktadır.

Daha sonra da mallar ını Allah rızâsı için de ğil de gösteriş için har-
yıp Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlann, şeytanm arkada şı olduk-
larına belirtmektedir. Bunlar Allah'a inamp Allah' ın verdiği rızıklardan
Allah için harcam ış olsalardı kendilerine bir ziyan mı olurdu sanki?
Allah, kimseye zerre kadar zulmetme z. Yap ılan her iyiliğin kat kat
karşılığını verir. Çünkü O'nun hazinesi tükenmez. Peygamberlerin,
ümmetlerine ş ahit olaca ğı kıyamet gününde Hz. Muhammed (s.a.v.)
de bu ümmete ş ahid olacaktır. Kimin Hak yolunda gitti ğine, kimin ha-
reketlerinin Allah' ın emirlerine uyup kimin ayk ırı düştüğüne tanıklık
edecektir. Peygamberler, do ğru hareketin, üstün ahlâkm nirengi nokta-
ları , Hak yolunun işaretleridir. Yol onlara göre do ğrultulur. Bütün pey-
gamberler böyle nirengi noktalar ı olduğu gibi Hz. Muahmmed (s.a.v).
de bu peygamberlerin tam merkezinde bulunmaktad ır. Onun ümmeti,
bütün ümmetlerin vasat ı (tam ortas ı) durumundad ır. Herkese ölmek
ümmettir. Vmmetlerin her ferdinin amelleri, hatt ı hareketleri, peygam-
berlerinkiyle ölçülür. E ğer peygamberlerin getirdiklerine uyuyorsa mak-
bul, uymuyorsa merduddur. Her peygamber, ümmetini amellerinden
tanıyacağı gibi Hz. Muhammed Aleyhisselâm da kendi ümmetini amel-
lerinden tanıyacak, kendi getirdiklerine uygun hareket edenlerin, kendi
ümmeti olduğuna tanıklık edecektir. Ya o gün, amelleri, Allah Elçisinin
getirdiklerine uymayanların durumu ne olur ?

O gün, dünyada böbürlenmi ş , hakkı inkâr etmiş , cimrilik yapmış


olanlar, isterler ki yerin dibine geçerek amelleriyle birlikte kaybolup git-
sinler. Kendilerini rezil edecek günahlar' ortaya ç ıkmaktansa yok olma-
yı ye ğlerler. Ama Allah'tan hiçbir şeyi gizleyemezler. Her şey ap açık
ortaya çıkar.
Birinci âyette geçen el-diri U' l-kurbdnın, evi yakın komşu, yahut
nesep veya din birli ği bulunan kom şu; el-cdri'l-eunub, evi uzak, ya da

1 BulAri, Cihâcl, b. 46, h. 1371; Müslim, İmam b. 10, h. 48, 49


Cüz': 5, Sure: 4 559

nesepçe yabanc ı olan komşudur. Eş- şatıibi;bi'l-cenb de arkadaş veya yol


arkadaşı olarak tefsir edilmi ştir. Bazılarına göre eş- şülıibi bi'l-cenb ile
zevce kasdedilmi ştir.
Ayette Allah'a ibadetten sonra ana babaya iyilik etmenin emredil-
mesi, ana baba hakk ının büyüklüğünü göstermektedir. Bu konuda ba şka
ayetler de vard ır. -
Kişinin ilk karşılaştığı, ilk terbiye ald ığı kimseler anne babas ı dır.
Önce onlara iyi davranmas ı gerekir. Sonra bütün akrabasma, müslim
veya gayri müslim komşularına, arkadaşlarına, eşine iyilik etmesi ge-
rekir. İslamda herkese iyilik etmek gerekir. Özellikle kom şuya karşı iyi
davranmak laz ımdır. Allah'ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki ko ınşuyu
kom ş uya mirasçı yapacak sandım."'
"Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa kom ş usuna eziyet etme-
sin."2
"Kom ş usu, belasından emin olmayan kimse, cennete giremez."'
"Vallahi Allah'a inanmamıştır. Vallahi Allah'a inanmamıştır.
Vallahi Allah'a inanmamıştır.
—Kim Ya resulallah, denildi.
—Kom ş usu, belasından emin olmayan kimse, buyurdu." 4
"Kom şular üç kısımdır. Bir kom şunun bir hakkı, bir kom ş unun iki
hakk ı, bir kom şunun da üç hakkı vardır. Birincisi müşrik kom ş udur.
Bunun yaln ız kom şuluk hakk ı vardır. İkincisi müslüman kom şudur.
Bunun İslam hakk ı ve kom şuluk hakk ı vardır. Üçüncüsü müslüman
ve akraba olan komşudur. Bunun kom ş uluk hakk ı, İslam hakk ı ve akrabalık
hakk ı vardır."'
"Bir adam, ya Resulallah, dedi, benim akrabam var, ben.onları ziyaret
ediyorum, onlar beni ziyaret etmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, on-
lar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara halim davranıyorum, onlar bana
cahil (öfkeli, kaba) davranıyorlar. Allah'ın Resulü buyurdu ki:
—Eğer dediğin gibi ise sen onlara .sıcak kül yedirir gibi olursun.
(Sana yaptıkları kötülükten ötürü onlar s ıcak kül yiyenin çekti ği işkence

1 Buh6r1„ Edeb, b. 28, h. 2325; Müslim, Birr, h. 141


2 BulArl, Rikak, b. 23, h. 2132; Müslim, Iman, h. 75
3 Müslim, İman, b. 18, h. 73
4 Buhüri„ Edeb, b. 49, h. 2326
5 Ilın Kesir, Tefstr, I. 495. Hadis Bezzâr'dan nakledilmi ştir.
560 Nisâ' Suresi

gibi bir i şkenceye maruz kal ırlar). Sen böyle kald ığın sürece Allah, onlara
karşı sana yardım eder."i
Elinin altında çalış an hizmetçilere, i ş çilere güzel davranmak,
Kur'ân'ın emridir. Ebu Zerri'l- Ğifâri (r.a.) ' ş öyle diyor:
"Benimle karde şlerimden bir adam arasında bir hâdisb oldu. Bu ada-
m ın annesi yabancı idi. Kendisini annesinden ötürü k ınadım, ona hakaret
ettim. Beni Pey ğamber(s.a.v.)e şikâyet etti, Pey ğamber (s.a.v.) ile karşı -
laştığımda bana:
—"Ey Ebu ker, sen, içinde câhiliyet bulunan bir adams ın!" dedi.
Dedim:
Ya Resukillah, Kim adamlara söverse onla ı da onun babasına anası na
söverler. (O bana sövdü, ben de onun anas ına hakaret ettim). Buyurdu
ki :
—Ey Ebu Zer, sen içinde câhiliyyet ahlaki bulunan bir adams ın. On-
lar sizin kardeşlerinizdiı . Allah onları sizin elle ı inizin altına vermiştir.
Yediklerinizden onlara da yediriniz. Giydiklerinizden onlara da giydiriniz.
Onlara ağıt işler teklif etmeyiniz. E ğer ederseniz onlara yardım ediniz!" 2
Hz. Peyğamber (s.a.v.) ölüm hastal ığında dahi hizmetçilere, zay ıf-
lara iyilik edilmesini tavsiye etmi ş : "Namaza dikkat ediniz! Namaza
dikkat ediniz! Elinizin alt ında bulunanlar hususunda Allah'tan korkunuz!"
buyurmuştur. 3
İbni Mâce ve İ mam Ahmed ibn Hanbel'in rivayet ettikleri bir hadise
göre kiş inin kendi nefsinc, çocu ğuna, karısına ve hizmetçisine yedirdik-
leri, kendisi için sadaka olur. 4
Allah' ın Resülü (s.a.v.), hizmetçi yemek getirdi ği zaman onu sof-
raya oturtup beraber yemek yemeyi tavsiye etmi ş , sofrada oturtmaya-
caksa, yeme ğin sıcaklığını ve tad ını hissetmi ş olan hizmetçinin yemek
te gözü kalmamas ı için hiç de ğilse ona bir iki lokma vermeyi em-
retmi ştir. 5 Resulullah' ın bir ö ğütleri de şudur:
"Üç ş ey var ki kimde bulunsa Allah onu korur ve cennetin,e sokar:
Zay ıfa acı mak, anaya babaya şefkat, merhamet, el alt ı nda bulunanlara iyi-
lik." 6
1 Müslim, Birr, b. 6, h. 22; ibn Hanbel, Musned, II. 300
2 Müslim, Eymân, b. 10, lı. 38; Butıâri, İman, b. 22, h. 28
3 Ebu Iptıvüd, Edeb, 124; İbn Mâee, Vasâyâ, 1
4 bn Haubel, Musned, IV. 131
5 BulAri, Atrime, b. 55, 11. 1252; Müslim, Eymân, b. 10, h. 42
6 Tirmi'ZI, Kıyâmet,, 48
Cüz': 5, Sure: 4 561

Toplumun özellikle zayıf, ezilen insanlarına iyilik etme ği ş efkat ve


merhaınet göstermeyi buyuran daha pek çok halisi Şerif vardır.
36 ncı âyetin. sonunda Allah' ın, kibirli, övüngen insanlar ı sevmediği
belirtilmektedir. Ululuk ve büyüklük Allah'a mahsustur. Kula kulluk
yara şır. Kulun herşeyi Allah'indır. Varlığı da O'nundur. Kendisine aid
olmayan bir şeyden dolayı övünmesi elbette do ğru olamaz. Hz. Pey ğanı-
ber (s.a.v.) "Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan kimse cehenneme
girmez; kalbinde hardal tanesi kibir bulunan kimse de cennete girmez!" bu-
yurmuştur.' Resulullah'ın bu sözü üzerine bir adam:
"—Ya Resulallah, demiş, elbisemin ve ayakkab ımın güzel olmas ını
severim. (Acaba bu kibir midir ?). Allah'ın Resulü güzel giyinmenin kibir
olmadığını belirtmek üzre şöyle buyurmu ş :
"—Allah güzelli ği sever. (Güzel giyinmek kibir de ğildir). Kibir hakka
aldırtş etmemek, insanları küçük görmektir." 2
37 nci âyette cimrilik edip insanlara da cimrili ği emredenler, Allah'm
verdiği nimetleri gizleyip var iken yoktur diyen, zengin iken kendi-
lerini fakir gösterip Allah yolunda vermekten kaçmanlar k ınanmakta ve
naııkörlere, alçalt ıcı bir âzabın hazırlandığı bildirilmektedir. Bu âyetin
ifadesinden şu anlam sezilmektedir. Cimrilik Allah' ın nimetini inkâr de-
mektir. Allah' ın nimetini inkâr edenler ise alçaltıcı bir azâba u ğrayacak-
lardır.
38 nci âyette de mallar ını Hakkın rızası için de ğil de insanlara gös-
teriş için harcayanlarm, şeytanın arkadaşı oldukları bildirilmektedir.
Şeytan ise çok kötü bir arkada ştır. Insanı hep kötü yola sürükler, so-
nunda da cehenneme sokar.

39-40 ncı âyetlerde mallar ını Allah rızası için harcayanların, verdik-
lerinin kat kat fazlasını alacakları, çünkü Allah'm kimseye haks ızlık
etmeyece ği, katından da mükâfatlar ihsan buyuraca ğı belirtilmektedir.
Ebu Said el-Hudrinin rivayet etti ği uzun şefaat hadisinde Allah' ın Re-
sulü şöyle diyor:
Yüce Allah buyurur: Dönünüz, kimin kalbinde - hardal tanesi
kadar bir iman varsa onu ateşten çıkarınız. Birçok insan ı çıkarırlar. Son-
ra Ebu Said: İsterseniz (Allah zerre kadar zulmetmez) ayetini okuyunuz'
demiştir."3

1 Müslim, İman, b. 39, h. 148


2 Tirmul, Birr, 61; Ebü Dâvûd, Libâs, kibir !Abi.
3 Buldiri, Tevbid, b. 24, h. 21; Müslim, İman, h. 302
5g2 Nisa' Suresi

1Vlüfessirlere göre herkes dünyada yapt ığı iyiliğin, âhirette yararm ı


görür. Müşrik dahi iyilik yapmış olsa, iyiliğinin yarannı görür. Çünkü
müşrikin yaptığı iyilik yüzünden azab ı hafifletilir.\ Gerçi müşrik ebedi
azâbda kalacaktır ama iyiliği, azabmın hafiflemesine sebeb olur. İsi
müşrik ile, iyilik eden mü şrikin azab derecesi bir olmaz. Hz. Peygamber
(s.a.v.)in amcas ı Ebu Talib, kendisini düşmanlanna karşı koruyup
ona yardım ettiği için Allah'm Resulü, onun ate şin çok hafif bir tabaka-
smda olduğunu, eğer kendisi olmasayd ı fonun, cehennemin en alt taba-
kasında bulunaca ğını söylemiştir.°
41 nci ayette, peygamberlerin ümmetlerine şahit olarak getirile-
cekleri gün, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'm da ümmetine ş ahit olarak
getirilece ği bildirilmekte" ve onun yolunda gitmeyenler, o güne kar şı
uyarılmaktadır.
şehid, burada amellerin ölçülece ği, yapılan işlerin doğruluğuna
tanıkl ık edecek önder demektir. Her ümmetin yapt ığı işler, peyğam-
berlerinin i şleriyle karşılaştırılır. Insanların yaptıkları işlerin, kendi
getirdiklerine uyup uymad ığına her peygamber tan ıklık eder. Getirdik-
leri uyarınca hareket edenleri kabul, etmeyenleri reddeder. Nas ıl diğer
ümmetlerin işleri, kendi peyğamberlerinin i şleriyle karşıla ştınlacaksa
bu ümmetin bireylerinin 'yapt ıkları işler de son peyğamber Hz. Muham-
med(s.a.v.)in yaptığı işlerle karşda ştınlacaktır. Yaptığı işler, peygam-
berin getirdiklerine uymadığı için peygamberi tarafından tanınmayan,
Hak yolunda oldu ğuna tanıklık edilmeyen kimsenin durumu ne olur
acaba? Bunu iyi dü şünmeli insan ! _
Bu ayet, bu müthi ş tabloyu çizmektedir. Hz. Pey ğamber (s.a.v.)
bu ayeti dinlediği zaman a ğlamıştır. Abdullah ibn Mes'ild ş öyle diyor:
"Allah'ın Resulü (s.a.v.), bana Kur'an okumann emretti.
— Ya Resulallah, Kur'an sana indirilmiş iken ben sana Kur'an mi
okuyay ım? dedim.
—Evet, ben onu başkasından dinlemek istiyorum, dedi.
Nisa, Suresini okudum. "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz, seni de
bunlara şahid olarak getirdiğ imiz zaman nas ıl olur (halleri düşünmüyorlar
mı )?' âyetine geldiğinde başımı kaldırdım, gözlerinden ya şlar aktığını
gördüm."2
42 nci ayette de inkar edip Resule kar şı gelenlerin uğrayacakları fecî .
şaret edilmektedir. O gün inkarcılar ve asiler dünyada yapt ıkları- sonucai
1 Bubari, Men31Fibu'l-entiar, 40; Müslim, İman, b. 90, h. 357
2 Butniri, Tefstr, Suretun-nis3', h. 1990; Müslim, Musafirin, b. 40, h. 247-249
Cüz': 5, Sure: 4 563

nı gizlemek isterler ama mümkün de ğildir. Çünkü orada deriler konu şma-
ya çıkar, eller ayaklar yapt ıklarına tanıklık eder.

9 O 9o ı. 9 ı o •••••

o
'S1
ı ı

CG ; 11-4.2_,`"--;
o O 55, r ••"' r .ı ı O ı O r e.
rkr,.. I j....g.ı.O cirC. j I L5.4, jr.4
4"): 4
, r o
TA-- 1 LO İ -
° I 123C.;:_11
O
e- 4° "" 94.
(t r)

43— Ey inananlar, şarhoşken namaza yaklaşmayın ki ne dediğinizi


bilesiniz. Yoldan geçip gitme d ışında, cünüpken de y ıkanıncaya kadar
(namaza ve namaz kılınan yerlere yakla şmayın). Eğer hasta, yahut
yolculukta iseniz, yahut biriniz tuvaletten 2 -elmişse, yahut da kadınlara
dokunmu şsanız (bu durumlarda) su bulamadığınız takdirde temiz toprağa
teyemmüm edin: (Topra ğı) yüzlerinize •>e ellerinize sürün. Şüphesiz Allah,
çok affeden, çok ba ğışlayandır.

Tefsir :

43— Bu âyeti kerimede sarho ş iken ya da cünüp iken namaz kılmak


menedilmiş ; hastalara, yolculara, tuvalete ç ıkmakla abdesti bozulmuş
olanlara, yahut kad ınlara dokunmakla y ıkanması gereken kimselere, su
bulamadıkları takdirde teyemmüm etmeleri, temiz topra ğa elleriyle
dokunup yüzlerine ve ellerine sürmeleri emredilmi ştir.

Ayetin birinci şıkkı , içki yasağına doğru atılmış ikinci adımı oluş-
turur. Bakara Suresinin 219 ncu âyeti, içki yasa ğında ilk aş ama idi.
Orada içki ve kumarm zararlar ının, yararlarından çok oldu ğu belirtil-
miş , fakat bunlar hakk ında kesin bir hüküm verilmemi şti Burada ise
\ içki içmek, kısıtlanmış bulunmaktad ır. Bu âyet indikten sonra, Allah
Elçisinin ça ğırıcısı, namaza ba şlarken: "Sarho ş olan, namaza yakla ş-
masın!" diye ba ğuırdı .° Bundan böyle müslümanlar, art ık namaz
vaktinde içki içmez oldular. Nihayet Mâide Suresinin 90 nc ı âyetiyle
içki ve kumar, kesinlikle haram k ılındı .

1 Ebû Dâvûd, E şribe, 1


564 Nis3' Suresi

Henüz içkinin yasak edilmedi ği sırada Abdu'r-Rah ınân, ibn Avf,


bir ziyafet vermi şti. Davetliler yeyip içtiler.. Bas ılan sarho ş oldu.
Akşam namazının vakti girince bir ı ivayete göre Hz. Ali'yi, di ğer bir
rivayete göre de Abclur-Rahmân ibn Avf' ı imamlığa geçirdiler. İmam,
Kâfirun Suresini: j J;
:Ey kafirler, ben sizin taptığınıza tapmam, biz sizin taptığınıza taparı z"
şeklinde, yalnış olmak okudu. Bu olay üzerine: "Ey inananlar, sarhoş
iken namaza yakla şmaym ki ne dedi ğinizi bilesiniz..." ayeti indi.'
Ibadet huzur ile olur. Ki şi ne dediğini. bilmek için sarho ş iken na-
maza yaklaş mak menedilmiştir. Kişinin ağzından çıkanı, gönlünden
hissetmesi, ne dedi ğini bilmesi ibadette çok önemlidir. Ne dedi ğini bi-
lemeyecek kadar gaflet ve uyku sarho şluğu içinde bulunan kimsenin de
o halde namaza durmas ı doğru de ğildir. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Biriniz namaz k ılarken esnerse uykusu gelinceye kadar uyusun,
zira biriniz esneye esneye namaz k ılarsa bilmez, belki istiğfaı ederken kendi
kendine söver". 2 I.juZY : Namaza ve namaz k ılınacak yere yaklaş-
ınayınız" anlamınadır." : "Cünüp iken de namaza ve namaz
kılınacak yere yaklaşmayınız." sy lo yl : Ancak mescidin içinden
geçip gidebilirsiniz" demektir.
Birçok imamlar,' bu âyetten, cünüp olarak mescidde oturman ın
haram olup yaln ız içinden geçip gitmenin caiz oldu ğu hükmünü çıkar-
nuşlardır.
Hz. peygamber(s.a.v.)in ve baz ı sahabilerin evlerinin kap ısı Mes-
cide açılıyordu. Dış arıdan su getirmek için Mescidin içinden geçmek
zorunluğu vardı . Yüce Allah, böyle zaruret hallerinde cünüp iken Mes
cidin içinden geçilmesine müsaade etmi ştir. Fakat Mescidin içinde otur-
mak caiz de ğildir. Adet ve lohusa olanlar da cünüp gibidirler.
Namazdan önce abdest alma emri, ini şi hayli sonra olan Mâide
Suresinde bulunmakla beraber abdest almak, Mekke devrinden beri
namazın temellerinden biridir. Abdest ayeti gelm.ezden önce de namaz
kılmak için abdest alınırdı . İmam Ahmed ibn Hanbel'in Müsnedindeki
bir hadise göre Cebrail Meyhisselâm, Hz. Pey ğamber(s.a.v.)e ilk vahyi
getirdiği zaman ona abdest almay ı ve namaz kı lmayı da öğretmiştir. 3
ılmak için abdest alındığı muhakkaktır.Mekdvrinamz
Yalnı z bu hüküm, Cebrail'in ii ğretisine, yahut da Allah Elçisinin icti-

1 Ebü Dâv0d, Esribe, 1; TirmiM, Tefsir, b. 5, Suretu'n-nisâ'; Ibn Kesir, I. 500


2 Bulihri, Vudh: 53 bilbu'l-Vudü'i mine'n-nevm; Müslim, Musg ıfirin, b 31, h. 222.
3 Musned, IV. 161
Cüz': 5, Sure: 4 565

hadına dayalı idi. Sonradan inen âyet ile abdest almak, farz k ıhnmış ve
ayrıntıslyla izah edilmiştir.

Aynı şey, gusiil için de söylenebilir. Ebu Davad ve Tirmizrni ıl,


übeyy İbn Kâcb'den rivayet ettikleri hadise göre islam ın başında Hz.
Peyğamber (s.a.v.), meni geldi ği zaman yıkanmayı tavsiye etmi ş, daha
sonra da bunu enıretmi ştir.' Bu Rivayetler, guslün, Mekke clevrinde,
Hz. Peygamber (s.a.v.) taraf ından konulmuş dini hüküm olduğunu
gösterir. Onun tarafından konulan bu hüküm, sonradan inen ayeti°
Kur'an hükmü haline gelmi ştir.

Cüniiplük, hıza' (şehvetle bo ş alma) ile olur. Bo şalm'a da birle şme,


ihtilâm ya da şehvetin taşmasiyle meydana gelir. Ihtilânıda meni gel-
mişse yıkanmak farzdır. Fakat düşünde ihtilâm oldu ğunu` gördüğü halde
elbisesinde veya herhangi bir yerinde meni izi bulamayan kimsenin yı-
kanması gerekmez. Bunun tersine, elbisesinde ya şhk bulup da ihtilâm
olduğunu hatırlamayan kimsenin yıkanması icabeder.
Teyemmüm, dilde kascletmek, aramak anlam ına gelir. " h " Ara-
yını z, demektir. Bu ayette teyemmüm, herhangi bir nedenle su bulunma-
ması halinde büyük veya küçük abdestsizlikten temizlenmek için topra-
ğa sürünme işlemine denmiştir. Teyemmüm, sembolik bir temizlenmedir.
Namaza, namaz k ılmacak yere ve namaz vakitlerine saygnım ifadesidir.
?; tr' JI .ww1 j.t. j1
Burada hasta, yolcu olanın, tuvalete gidenin, ya da kad ınlara dokunup
da su bulamayanm temiz topra ğa teyemmüm etmesi emredilmektedir.
Ayete göre cinsel birle şmede bulunmak, ihtilâm olmak, ya da şehvetle
boşalmak suretiyle cünüp olup da y ıkanamayan kim senin teyemmüm
etmesi gerekir. Abdesti olmayan kimse de su bulamad ığı takdirde te-
yemmüm eder.
Teyemmüm etmek isteyen, avucunun içiyle topra ğa vurur, avuç-
ların birbirine vurup silkeler ve yüzüne sürer. Tekrar topra ğa vurup
her avucunun içini diğ er koluna, dirseklerine kadar sürer.

Ayette geçen şacid kelimesi, üste çıkan anlamına geldiği için yerin
üstünde bulunup, yer cinsinden olan her şeye teyemmüm edilebilir.
Sürülecek şeyin mutlaka toprak olmas ı ş art de ğildir. Temiz topra ğa,
taşa, kayaya, çak ıla, tuğlaya, vb. şeylere teyemmüm edilebilir.

Abdesti bozan şey, teyemmümü de bozar. Ayr ıca suyu görmekle de


teyemmüm bozulur.

1 Ebü Davûd, Tahâret, bak, fil-iğtisâl.


566 ' Nisâ' Suresi

Suyun kullamlamayacak durumda olmas ı da suyun bulunmamas ı


demektir. Meselâ kuyu bulunup, suyu çekecek bir alet bulunmamas ı,
ya da kuyudan veya çe şmeden suyu almanın tehlikeli olması, yahut suyu
kullanmanın vücut sa ğlığına zararlı olınası gibi haller, teyemmümü caiz
kilar.
İslâmda, sağlığa zararlı bir şeyin yapılması istenmez Yüce Allah:
"Nefislerinizi öldür ıneyiniz'", "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye at-
mayınız"2 buyurmuştur. Bir seferde ba şından yaralanan bir sahâbi,
ihtilâm olmuş ve arkada şlarına yaralı olduğunu, bu durumda teyemmüm
etmesinin caiz olup olmad ığını sormuş , arkada şları ise: "Suyu kullanma-
ya gücün yeterken teyemmüm etmen caiz de ğil" demişler. 0 da yıkannuş
ve bu yüzden ölmü ş . Durumu haber alan Allah' ın_Resulü "Allah onları
kahretsin, onu öldürdüler. Bilmiyor idilerse sormaları gerekmez miydi?
Acz ve şaşkınlıga
' düşen, sora sora kurtulur."3 buyurmuştur.
Bu rivâyet, İslamdaki kolaylığı, sağlığa zararlı şeylerden kaçm-
manm önemini belirtir. Nitekim so ğuk bir gecede ihtilâm olan Amr
Ibnu'l-As teyemmüm edip ya da abdest al ıp arkadaşlarına namaz kıl-
dırmış, bu ruhsatı da "Nefislerinizi öldürmeyiniz"i âyetinden çıkarmış-
tır.4
Ğet4, örten, gizleyen çukur anlam ına gelir. Ihtiyacı için giden kimse,
kendisini insanlardan gizleyen bir çukura, ya da siper olacak bir şeyin
arkasına gittiği için helâya ğttif denmiştir. Ğetirten gelmek, tuvalete ç ık-
maktan kinayedir.

Mülâmese kelimesine gelince, bir kısım müfessirlere göre mülâmese,


cinsel birleşme anlamına gelir. Kur'ân, birçok yerde cinsel birle şmeden
temlis diye söz etmi ştir. Aslında temas dokunmak anlamına gelir. Mü-
lâmese de kadının etine dokunmak demektir. Bunlara göre kad ının vü-
cudunun herhangi bir yerine eliyle dokunmuş olan erke ğin abdesti
bozulur. İbn Mes'ild, el ile kadının vücuduna dokunmaktan, ya da onu
öpmekten abdestin bozulaca ğını söylemiştir. Fakat yine İbn Mes'ud'un,
karısını öptükten sonra abdest almadan namaz k ıldığı da rivayet edilir.
Eğer bu iki rivayet de do ğru ise, İbn Mes'ud'un, kadın vücuduna dokun-
duktan sonra abdestin bozulaca ğı hakkındaki sözü, kadına dokununca
abdest almanın müstehab oldu ğu anlamına gelir.

1 Nisa Suresi: 29
2 Bakara Suresi: 195
3 Ebû Dâvûd, Tabliret, b. 25, b'âb firl-meeruti yeteyemmem
4 Ebil Dâvad, Taharet, bâb: icâ bilfel-eunub el-barde..
Cüz': 5, Sure: 4 567

İmam Ş âfirye göre kadının eline veya herhangi bir yerine dokun-
makla abdest bozulur. Fakat Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in, karısını öptük-
ten sonra abdest almadan namaz k ıldığı hakkında sahih rivayetler var-
dır.' Bu hadisler, s ırf dokunmakla abdestin bozulmayaca ğını, burada-
ki mülâmesenin, cinsel birle şmeden kinaye oldu ğunu gösterir.

ı .11`
.9 .9.
- I ( t t ) 061.

(t _t <3.1"..‘.̀.;1_,
zu1_,. -Li's, °.fr—;
o ıı ı O f ,>
4-^,ı9 li-A L),, 0 .) ~.
- -

ı o ""g• o 9o ı o ı
LP.1 j j -

° t -iC::„2.."1 -, (_:_...-_,, ı,ii_; ° ft • °,3 -_, ‘ p:_or . J. ::..2.,


o---°-'''
c'c.<3 9 Firj e } e— ..
' xtj 'ej.4...W
, -, - (.1f. t , ° .4.3 T.,..".:_›.
- . - ı..<3 1.iF,
1,,:ift IT ",. Jir
_ Ct.,..'1 ı-_, ( t ') LI.„ '')I_ı "z),ft's.,:.°1_!. 5G ° A, _°1-<.,
VI' _I J:3 • °C.j. "<"-- tl TL" ft (_•, 35 ". •••■,... ı ft. T -,....,G.S.3
,.;......, •-,
... ‹.
.«4
e« ,I,.,4
,9 ... ı 0., 0 /0 ı
...4.-A

.. 0 ..0 ... ,...


j..9
..
.!

... W 9 .. ı. $f
..,-..-A
..
9 1,
-.

Ot .
tı:u99.J ,.....5 rg.—:-$W3 I Lth i I z I j_t• uı ..5 J...* ub j—e.-3 4.?.......
... •
$ - — - 1.1 •.-- .$ $ - .;-, -
J—a-k? 1. Z•5 (tv)V.,4,-,L4 List ',°:1. - .)C.ÇJ C .J4.-,...A. Ve>c:.01

-c; :ur Lkı ı ( tA) ı -£1 Gis

_,.,_„ . . ....„. ..... , , -F .-


...,•,
...4-) j-5- j 4 k.> .45...11 , .alt ci-P Z) j j..:.1.9 L.ILf . " ..;Jü' ı (vt)
,../.
• u.‹.`.3r
.. -,..,.. 1,),. :, ,;:;. . . ıl_.;Iİ - ),......öl"---J) -J; e'e3-1 (o.) 'E,::. 'VJ)
_o r, -. • ...
.yr_ib ıl_,.;.-3- -,. .,....p, --,..)1.3_,...-0",.;, 5.3,_k•Lizit , .::,...;,• :..J1,:; .C.ı.j.:.:A3_!,
G sg j ' " (.." :,kir ,:,),İ.csıt (o ‘) .:3,-. .,bft.:::..T -",......:öt -‘,....d..C.5:t
1 Ebu Dfivûd, Tahâret, nüne'l-k,uble;- Nestı'l, TaUret, 121-bâb
miues1-15,uble.
568 Nistı' Suresi

ı /
CJ-4 r4-1 (iİ k e Y) ı 4_1 •_1_i ,d • -"J-)
- j_p u...C:ii - .)1.f_.--:>.-_! c• -I (o 1') Ti,:._?-_; „....-e:Si - ,1_.,.°1..,. 7•51 T.' 1-.J °_rı_L°1
,..,1-_:_<_ff - ,% ı-J°_, ı -JT 1-:.:C..,.T
-
. °-ı-Ji-i c 4..1°.,.:,:i °.... 5.,:ııı '.):;,.C:T1-_..
.-
9
A., U"- 7 ° .- çr''' ° ' °. .I- (0 t) -\,,..1.-_p -1<°_,C'. °r'''ı-_:,°;_1"
- ! -:C...°_<_,:jf
... .,
oo
)T
t ı ı . ıfı 0. , ı O .
I
:1 /4•••1 I J ( t.) j 4L.-P L

- -9 s e
eitz c t° 21:1.

T. p -;.■31".J,. jiL.,3 ° T _,..


e ft 9 o
• .L.:~» ,:...,C,,,..ii,,iii ı ...LF,- , .. ıi.:—..T ,...,.....r.1T_ _, (* 'k) -1,...C.,-
.. , ., ....... , 0 , . .- ,,
c T-k-_,-T ı.. r...__;
,
c) ...t.i ı.„,:. jı......, 'bel ı..._:.._,.._7 ‘:j.A _Çi.....,....7
-
,. C.4l..:._,-

(av) 1.İ.1; •5k..ı; °..


' '_u_°k'; -.., 3'1*..)-4
.- ' 3:_'. " 1- °.- 1- I: ;

44- Baksana şu kendilerine kitapdan bir pay verilenlere: Sapıkliğı


satın alıyorlar, istiyorlar ki siz de yolu sapıtasınız.. 45- Allah, sizin dü ş-
manlarınız ı daha iyi bilir. Dost olarak Allah yeter, yardımcı olarak da
Allah yeter. 46- Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri yerlerinden tahrif
ediyoı lde ğiştiriyor)/ar: "İşittik ve isyan ettik", "Dinle, dinlemez olas ı"
ve dillerini eğip bükerek "raina" diyorlar. Eğer onlar, "İşittik ve itâat et-
tik", "Dinle ve bize bak" deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha
doğru olurdu. Fakat Allah, inkarlarından dolayı onları lânetlemiştir,
pek azı hariç, inanmazlar, 47- Ey kitâb veriknler, biz baz ı yüzleri silip
arkalarına döndürmeden, ya da Cumartesi adamlarını (Cumartesine saygı
göstermeyen isanlar ı) lânetlediğimiz gibi onları da lânetlemeden önce,
yanınızdakini doğrulapcı olarak indirdiğimiz Kitaba inan ın. Allah' ın
emri, daima yapılmıştır (Ondan kurtulmanız mümkün de ğildir). 48-
Allah, kendisine ortak ko şulmasını bağışlama; bundan başkasını dile-
diğine bağışlar. Allah'a ortak koşan da gerçekten büyük bir günah işle-
miştir. 49- Şu kendilerini temize ç ıkaranları görmedin mi? Hay ır, ancak
Allah dilediğini temize ç ıkarır, onlara kıl kadar zulmedilmez. 50- Bak,
nasıl Allah'a yalan uyduruym lar? Apaç ık bir günah olarak bu (Onlara)
yeter. 51- Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana
onlar), cibt ve tağut'a inanıyorlar ve inkar edenler için: "Bunlar, inanan-
lardan daha doğru yoldadır" diyorlar. 52- İşte onlar, Allah'ın lânetkdiği
Cüz': 5, Sute: 4 569

insanlardır. Allah, kimi lânetlerse artık onun için hiçbir yardımcı bula-
mazstn. 53- Yoksa onlar ın mülkten bir pay ı m ı var? Öyle olsaydı, insan-
lara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi. 54- Yoksa Allah' ın, lâtfundan
insanlara verdiğ i (vahiyler) yüzünden onlar ı k ıskanıyorlar mı ? Oysa
biz, İbrahim soyuna da kitap ve hikmet vermi ş ve onlara büyük bir
mülk bağışlamıştık. 55- Onlardan kimi ona inandı, kimi de ondan yüz
çevirdi. Öylesine de ç ılgın alevli cehennem yetti. 56- 0 âyetlerimizi inkâr
edenleri, yakında bir ateşe sokacağız, (öyle ki) derileri piştikçe azab ı tad-
sınlar diye onlara başka deriler vereceğiz. Şüphesiz Allah, daima üstün ve
hikmet sahibidir. 57- İnanzp iyi i şler yapanları da altlarından, ırmak-
lar akan cennetlere sokacağız. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Orada
kendilerine tertemiz e şler de vardır ve onları (hiç güne ş sızmayan) eşsiz
bir gölgeye sokacağız.

Tefslr:
44-46 ncı ayetlerde Yüce Allah, Yahudilerin kötü davran ışlarını
anlatıyor. 47 nci ayette de onları, Hz. Muhammed(s.a.v.)e indirdi ği
kitaba inanmaya davet ediyor. Bu davete uyma-dıkları takdirde yüz-
lerinin silinip arkaya çevrilece ğini, Allah'ın buyruklarına karşı gelmi ş
olan diğer toplumlar gibi kendilerinin de lânete u ğrayacaklarm ı bildiri-
yor. 48-55 nci ayetlerde Allah' ın, kendisine şirk ko şma dışında herşeyi
dilerse affedece ğini bildirdikten sonra Yahudilerin, kendilerini överek
temize çıkardıklarını, böylece Allah'a iftira ettiklerini, dü şmanlıMaıı
yüzünden müşriklerin tuttuğu şirk yolunun, müslümanların gitti ği
iman ve tevhid yolundan daha do ğru olduğunu söyleyerek Allah' ın
lânetini hak ettiklerini, cimri ve k ıskanç olduklarını , Allah'ın lütuf
ve keremiyle insanlara verdi ği nimeti, Hz. Muhammed(s.a.v.)e indirdi ği
kitap ve hikmeti çekemedikleri için inkara sapt ıklarını , içlerinde iman
eden baz ı insaflı insanlar bulunmakla beraber birço ğunun inkarda
direnip insanları da inanmaktan cayd ırma ğa çalıştıklarını, imandan
dönen kimselere de cehennemin yetece ğini belirttikten sonra kafirlerle
mü'minlerin ahiretteki durumlar ını tasvir ediyor.

Bu ayetlerin ini ş sebebi hakk ında çe şitli rivayetler anlat ılır. İlk
üç ayet hakkında aniatılan iniş sebebi şöyledir: Yahudiler, Hz. Pey-
gamber ve müslümanlarla alay etmek için •nlardan duyduklar ı sözleri
bozarak söylüyorlar, Allah'ın Resulüne: " İşittik, fakat isyan ettik,
sana inanmayız", "Dinle, dinlemez olası" diyorlar, Bakara Suresinde
anlatıldığı üzre müslümanların, saygı için söyledikleri "reıcina : bizi
gözet, halimize bak" sözünü de uzatarak "râcînei" şeklinde telaffuz edi-
570 Nistı' Suresi

yorlardı . Bu suretle kelimeyi sövme anlam ındaki ru'anet kökünden


getiriyor, ya da ibranicedeki bir sövme söZcü ğüne benzetiyorlard ı .
Ya da Arapçada "bizim çoban" anlam ını kasdedlyorlardı . Her üç halde
de kelime, hakaret anlanim ı kazanıyordu.

"yl:511 4..3 I. j;j1: Kendilerine kitaptan bir pay verildi" cümlesinde


Yahudilerin, kitabın tamam ına de ğil, ancak bir bölümüne sahib olduk-
larına iş aret vard ır. Bu da onların, kitaplarının bir kısmını kaybettik-
lerini, asırlarca şifahi nakille gelen Tevrat'm bir kısmının zamanla kay-
bolduğunu gösterir. Bu ifade, ayn ı zamanda onların, Tevrat'm bütün
hükümlerini de ğil de ancak bazı hükümlerini uyguladıkları anlamın ı
da taşır.
46 ncı ayette, Yahudilerin, kelimeleri tahrif ettikleri ifade edili-
yor. Tahrif, bir şeyi bozmak, de ğiştirmek anlammadır. Razi, Yahudi-
lerin üç türlü tahrifinden söz eder:
1) Yahudiler, Kitaplarmdaki bir kelimeyi, ba şka kelime ile de ğiş-
tirirlerdi. Tevrat'ta rebca (ortaboylu) kelimesini de ğiştirip yerine uzun
boylu Adem kelimesini koymuşlar, recm hükmünü de had ile de ğiştir-
mişlerdir.
2) Tahrif, sözün içine bat ıl kuşkular atmak ve bozuk yorumlarla,
birtakım kelime oyuıllanyla sözü asıl anlamı dışına çıkarmakla da olur.
Bu tür tahrifi, İslam milletleri içinde türeyen çe şitli mezhepler de yapa-
gelmişlerdir.
3) Yahudiler, Hz. Pey ğamber(s.a.v.)in yan ına gelir, birtak ım so-
rular sorarlar, yan ından çıktıklarında da ondan duydukları sözleri kas-
den bozar, yanlış manalara çekerlerdi.'
46 ncı ayette kasdedilen tahrif, Yahudilerin, kelimeleri de ğiştir-
melerinden çok, duydukları sözleri yanlış anlamlara çekmek suretiyle
yaptıkları tahriftir. Mide Suresindeki 13 ncü ayet de onlar ın, bizzat
kelimeleri değiştirerek yapt ıkları tahrifi gösterir. Demek ki Yahudiler,
her iki tahrifi de yapmışlardır.
Hindli Bilgin, eş-Şeyh Rahmetullah, hharu'l-klakk adl ı eserinde
Kitabı Mukaddesteki kelime ve anlam tahriflerine, katma ve ç ıkar-
inalara yüz misal vermi ştir. Bunlardan bir tanesine bakal ım:
Tevrat'taki katmalardan biri de Tekvin Sifrinin, 36 ac ı babındaki
31 nci ayettir. Bu ayette: " İsrailo ğulları üzerine bir kral kırallık etmeden
önce Edom diyarmda k ırallık eden kırallar şunlardır..." deniyor. Bu ayet,

1 Mefliti4u'1- ğayb, III. 338


Cüz': 5, Sure: 4 571

Hz. Musa tarafından söylenmektedir. Halbuki bunun, Hz. Musa'n ın


sözü olması mümkün de ğildir. Çünkü Hz. Musa zaman ında Edom'da
İsrail oğullarmdan bir kıral olmamıştır. İsrail o ğallarmdan ilk kral,
Musa'dan üç as ır sonra gelmiş olan Saul'dur.
Tevrat niüfesşirlerinden Adam Clark da: "32-39 nen ayetlerin,
Tevrat'ın doğru bir nüshasma ha şiye olarak yaz ıldığı-mı, sonra onu is-
tihsah eden birinin, bunları Tevrat metninden sanıp Tevrat'a soktu ğunu
kesinliğe yakın bir biçimde kuvvetle zannediyorum" diyor.
Daha bunun gibi örnekler çoktur. Tevrat müfessirleri, Tevrat' ı
yazan Azra'n ın, Tevrat'a baz ı şeyler katt ığmı, bazı ibarele ı i ilave ede-
nin kim olduğunu bilmediklerini, ancak bunları Musa'nın yazmadığı nı
açıklaımşlardır. Bâbil'e ait sözlerin çokluğu da Tevrat' ın, İsrail Oğul-
larının Babil esaretinden sonra yaz ılmış olduğunu gösterir.'
Tevrat'm zaman içinde çok tahrifata u ğradığı muhakkaktn. Fakat
46 ncı ayette kaydedilen tahrif, kitaplar ının esasmı tahriften çok, ma-
nasmı talıriftir. Onlar, yanlış te'villerle Tevrat' ın birçok hükümlerini
uygulanmaktan ç ıkarmışlard ır. Bugünkü Tevrat'ta recm mevcuttur.
Fakat Yahudiler bu hükmü te'vil edip had ile de ğiştirmişlerdir. Zamanla
bazı yerleri değişikliğe uğrasa da yine Tevra't ın bir kısmı muhafaza edil-
miştir. Tevrat'm tamamının değiştiği ,iddia edilemez. Kur'ân ı Kerim,
"Kendilerine kitaptan bir pay verilenler" sözüyle Tevrat'm tamamının
değil, fakat bir kısmının mevcut oldu ğunu ifade etmektedir. İşte o mu-
hafaza edilen kısmm da bazı yerlerini Yahudiler yanl ış yorumlarla boz-
muş, anlamı dışına çıkarmışlardır. Nitekim Yahudilerden biri, Tevrat' ı
Hz. Peyğamber'e okumak istemiş , recm ayetinin üzerine elini kapatarak
okumuş , orada bulunan Abdullah ibn, Selam, "Elini kaldı r" demiş ,
okuyan kişi elini kaldırmea recm ayeti görünmü ştür.2 Zaten Tevrat
kısmen olsun muhafaza edilmemi ş olsa: "De ki : Doğru iseniz Tevrat' ı
getirin, okuyun!'" 3 ayetinin anlam ı kalmaz,
"(Tarafımdan onlara) De ki : Ey nefislerine kar şı aşırı giden kullarım,
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah, bütün günahlar ı bağışlar.
Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."4 ayeti indiği zaman bir ada-
met:
— Ey Allah'ın peygamberi, Allah'a ortak ko şmak da affedilir mi?
dediği, Allah'ın Resulünün cevap vermedi ği, adam sorusunu tekrar-
1 Tefsitru'l-ur'tıni'l-bakim, V. 141
2 Tefsiru'l-X<üsiml, V. 1276-1277
S Ali imratı Suresi: 93
4 Zünıer Suresi: 53
572 Nistı' Suresi

layınca "Allah, kendisine ortak ko şulmasını bağışlamaz, bundan başka-


sını dilediğine bağışlar..." âyetinin indiği rivayet edilirse de° bu rivayet
kesin değildir. Ayetlerin söz gelimi, Yahudiler üzerinde oldu ğuna göre
48 nci ayetin de onların davranışlarıyla ilgili olması daha uygundur.
Bilindiği gibi Medine'de üç Yahudi kabilesi vard ı . Kaynuka, Na-
dir ve Kurayza o ğulları . Kaynuka o ğullar ı; Hicretin ikinci y ılında,
Nadir o ğulları üçüncü yılında Medine'den ç ıkarılmış , Kurayza o ğulları
da beşinci Hicret yılında ihanetle ı i yüzünden tenkil edilmi şlerdi. Bu
husus, Enfal ve Ha şr Surelerinin tefsirinde anlat ılacaktır. Medine'den
çıkarılan Nadir oğulları , Hayber'e yerle ştiler. Hayber Yahudilerinin
lideri oldular. Bunlar ın liderlerinden 1.-luyey ibn Afitab ve Kacb ibn
Eşref ba şkanlığında bir Yahudi hey'eti, müş rikleri, müslümanlara kar şı
kışkırtmak üzere Mekke'ye gitti. Mü şrikler, Kitap ve ilim sahibi olduk-
larını kabul ettikleri Yahudilere, Muhammed'in mi, yoksa kendilerinin
mi doğru yolda olduklarını sordular. Yahudiler, müslümanlara kar şı
duydukları kin ve nefret yüzünden mü şrik Kureyşlilerin yolunun, Mu-
hammed'in yolundan daha do ğru olduğunu söylediler. Hattâ Kurey ş
müş riklerinin gönlünü hoş etmek için puta sayg ı gösterdiler ve putun
önünde Kureyşlilerle Hz. Muhammed(s.a.v.)e kar şı savaştıkları tak-
dirde kendilerine yardım edecekleri hususunda ittifak yapt ılar.2
İş te 48 nci ayet, hiçbir suretle ş irk yolunun, iman yolundan üstün
olamayaca ğını, çünkü Allah' ın, şirki affetmeyece ğini bildirerek Yahu-
dilerin yanıltıcı sözlerini reddetmekte, 50-51 nci ayetler ise, onlar ın Al-
lah'a iftira ettiklerini aç ıklamaktadır.
51 nci ayette geçen cibt ve !Cıgat kelimeleri, yak ın anlamhdır. Cibt,
puta, kahine, büyüye, büyücüye, hay ırsız şeye Allah'tan ba şka tapı•
lan her şeye denir. Teığal ise kahine, şeytana, sap ıklığa önder olan kim-
seye, puta, Allah'tan ba şka tapılan şeylere denir. Cibt ile 13uyey ibn
Alvıtab'ın, t ciğüt ile de Ketcb ibnu'l-E şref'in kasdedildi ği de rivayet edi-
lir.' Hasılı Allah yolundan saptı •an, insanları şaşırtan herşey cibt ve
tağât anlamı içine girer.
47 nci ayette geçen tams kelimesi, bir şeyin izlerini silmek, gider-
mek anlamına gelir. Yüzlerin tams edilmesi, k ılığından çıkıp yüz dene-
cek hallerinin kalmaması demektir. Müfessirlerden bir k ısmı, bu kelime
ile, Yahudilerin yüzlerinin meshedilip deve tabanı, hayvan tırnağı şek-
line, ya da maymun surat ına sokulaca ğma delâlet eder, demi şlerdir.
1 Taberi, V. 125; Ibn Kesir, I. 511
2 et-Terslru'l-hadis, IX. 92-93
3 Taberi, V. 132-133
Cüz': 5, Sure: 4 573

Kanaatirnize göre bu ifade, inanmayan Yahudilerin, bir gün yurt-


ların', evlerini barklarm ı bırakıp giderken, üzüntüden yüzlerinin peri-
ş an olaca ğına, hasretle gözlerinin arkada kalaca ğına, dönüp dönüp ge-
ride bıraktıkları Yurtlarına bakacakla ı ma iş arettir. Râzi de bu noktaya
iş aret ederek Abdu'r-Rahman ilin Zey,:!.'in şu tefsirini yazmıştır: "Bu
tehdid, Yahudilerin ba şına gelmi ştir. Kurayza ve Nadir o ğulları , yurt-
larııidan sürülüp Ş am yardundan Erihâ ve Ezreât'a giderlerken, Allah
yüzlerini arkaya döndürmü ş . Yurtlarına bakakalnuşlardır."'

48 nci âyet, Cenab ı Hakk'ın, kullarma bol rahmetini, af ve ma ğfi-


retinin geni şliğini hatırlatıyor. Bu konuda birçok hadisi Şerif vard ır.
Bunlardan hanların' kaydedelim:

"Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm var ki Allah onu affetmez. Bir zu-
lüm var ki Allah onu affeder. Bir zulüm de var ki Allah, onun mutlaka
hesabını sorar. Allah'ı n affetmedi ği zulüm şirktir. Çünkü O, ",,Sirk, büyük
zulümdür'". buyurmu ştur. Allah'ın affedeceği zulüm, kullann kendi ne-
fislerine zulmüdür. Rableri ile kendileri arasındaki işlerde yaptıkları
hatalardır. Allah'ın hiç bırakmayıp mutlaka besap soracağı zulüm ise
,

kullann, birbirlerine karşı haksızlıklandır. Allah, bunların hesabını so-


rar ve yapılan haksızlıkları cezalandırır."3
Ebuzer diyor ki, Allah' ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Lâilühe illüllah (Allah'tan ba şka tanrı yoktur) deyip bu ikrar ile ,

ölen hiçbir kul yoktur ki cennete girmesin!

— Ya Resulallah, dedim, zina ve h ırsızlık etse de mi?


Zinâ ve h ırsızlık etse de, dedi.
— Zinâ ve h ırsızlık etse de mi? dedim.
— Zinâ ve h ırsızlık etse de, dedi.
Zina ve h ırsızlık etse de mi? dedim,
— Zinâ ve h ırsızlık etse de, dedi, (üç defa). Dördüncüsünde de :
— Ebuzerr'in burnu toprağa sürülse de (yani Ebuzer ho şlanmasa
da böyledir)4, dedi.

1 Mefütibu'l-gayb, III. 341,


2 Lokman Suresi: 31
3 el-Bezzâr, Müsnedinde zikretmi ştir. Ibn KeUr, I. 508; Tefsiru'l-I(üsimi, V. 1291
4 Ebuzer, Allah'a isyandan son derece nefret etti ği için Hz. Peygamber (s.a.v.)in bu müj-
desini âdeta garipsemi ş, onun için sorusunu üç defa tekrar etmi ş ve Resulullah da "Ebuzer hoş-
lanmasa da bu böyledir" cevabını vermiştir.
574 Nisâ' Suresi

Ebuzer dışarı çıkt ı, ,entarisini sürüyerek : 'Ebuzer'in burnu toprağa


sürülse de diyordu. Ebuzer bu hadisi anlatırken hep, Ebuzerin' burnu
rağmına' derdi."'
Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri bu hadisin bir ba şka varyan-
tına göre de konu şma, Allah'm Resulü ile Hz. Cebrail arasmda geçer.
Cebrail, Allah'ın Resulüne, ümmetinden Allah'a şirk koşmayarak ölen
kimsenin cennete girece ğini müjdeler. Hz. Peygamber, zinâ ve h ırsızlık
etse de Allah'a şirk ko şmayan kimse cennete girer mi diye sorar. Cebrail,
zinâ ve hırsızlık etse de, Allah'a şirk koşmayan kimsenin cennete gire-
ce ğini söyler. 2
Ebuzerr'in rivayet etti ği bir hadis de ş öyledir: "Yüce Allah buyu-
ruyor ki : Ey kutum, sen bana kulluk etmedin ama benden umdun, istedin.
Ben de sende olanları bağışladım. Ey,lculum, dünya kadar günghla gelsen,
bana şirk ko ş mamt şsan, ben de seni dünya kadar mağfiretle karşılarım." 3
Abdullah ibn Ömer de şöyle demiş : "Biz Pey ğamber(s.a.v.)in saha-
adam öldürenin, yetim mali yiyenin, yalanc ı şahitlik yapanın,
akrabayı ziyaret etmeyenin, cehenneme gidece ğinden şüphe etmezdik. Fa
kat (Allah, kendisine ortak ko ş ulmasını bağışlamaz, bundan başkasını
dilediğine bağışlar) âyeti inince (artık bu günahları işleyeniıı, mutlaka
cehenneme gidece ği hakkındaki) tanıklıktan vazgeçtik. Bu - ayet, ş irk
olmadıkça büyük giinah sahibinin, Allah' ın dilemesine bağlı bulunduğunu,
Allah dilerse onu affedece ğini, dilerse ona azâbedeceğ ini beyan buyurmu ş-
tur."4
Bütün bu rivayetler, Allah' ın af ve ma ğfiretinin geni şliğinı belirt-
mektedir. Yüce Allah, kaadiri Mutlakt ır. Dilerse kulunu affeder, cliler-
s ona azâb eder. Özellikle Allah ile kul aras ındaki işleri daha çok af-
feder. Fakat yukar ıdaki hadiste belirtildi ği üzre kul hakkına tecavüz
edenler, cezalar ını çekerler. Şurasını da belirtmek lâz'ımdır ki Allah,
hiçbir şeyden sorumlu de ğildir. Dilerse kulunun bütün günahlar ın' ba-
ğışlar. Ku] hakk ına tecavüz etmi ş bir kulunu affetmek isterse, haklar ına
tecavüz edilenleri nimet verip memnun eder de haklar ın ı helâl ettirir
ve o knlunu affeder.
Ancak O'nun rahmetinin geni şliği yanında azâbı da çetindir. Bun-
dan dolayı Allah'ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmemeli, fakat

1 Buhari, Libâs, b. 24-bâbu"S'-'giyâbi'l-bay(j; Müslim, İman, b. 40, h. 154


2 Müslim, imân, b. 40, h. 153
3 %ıl 13anbel, Musned, V. 154; Tefsirdbl“simi, V. 1292-1293
4 Taberi, V. 129
5, Snre: 4 575

rahmetine güvenip de günahlara da dalmamal ıdır. İnsan için uygun olan,


takva, yani günahlardan sakıııma yoludur. Allah, takva sahiplerine ebe-
,
di mutluluk ve en büyük mükâfatı vadetmiştir.

Yahudilerin, kötü davran ışları yüzünden lânete u ğrayışlarını, cim-


riliklerini, kiminin inandığını, kiminin yoldan saptığını, Hak yolundan
sapanlarm, cehenuem ate şine girece ğini, derileri kavruldukça azab ı
tadmaları için yeni derilerle de ğiştirilece ğini, bu çetir azab ın böyle sü-
rüp gidece ğini, inanıp iyi işler yapanların da içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokulaca ğmı, kendilerine verilen tertemiz e şlerle birlikte
cennetin gölgeleri alt ında ebedi kalacaklarını bildiren 52-57 nci ayetlerin
anlamı açıktır. Bunlar üzerinde tefsire ihtiyaç yoktur.

I ,
c÷f_A-ı ıs, ••••
1.;.>-"J -;»1') ı
OLei 01 ı j«.., r e ••••

e".

58- Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hük-


mettiğiniz zaman adedetle hükmetmenizi emreder. Allah size böylece ne güzel
öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, i şiten, görendir.

Tefsir:
58 nci ayeti kerimede emânetlerin ehline verilmesi, insanlar ara-
sında adâletle hükmedilmesi buyurulmaktad ır. Ayetin, Mekke'nin fethi
gününde indiği rivayet edilir Fetihten sonra Allah' ın Resulü, bineği
üzerinde Kâ'be'yi tavaf ettikten sonra içeriye girmek istedi. Ka'be'nin
anahtarı , atadan dededen Osman ibn Talha'ya intikal etmi şti. Osman,
Hudeybiye Barışından sonra müslüman olanlardand ı. Allah'ın Resulü
Osman'dan anahtarı istedi. Osman, anahtar ı verece ği sırada Hz. Pey-
ğamber'in amcas ı Abbas, bundan böyle anahtarm kendisine verilmesini
ve uhdesinde bulunan Silayet (hac ılara su verme) hakkı yanında Si-
dânet (Ka'be bekçili ği) hakkının da kendisine verilmesini istedi. Osman
ise bu haktan yoksun kalmamak için uzattığı anahtarı geri çekti. Aynı
şey iki kere oldu. Allah'ın Resulü üçüncü kez isteyince Osman: "Al-
lah'ın emaneti olarak veriyorum" dedi. Allah' ın Resulü içeri girdi,
Kâ'be'yi putlardan temizledi ve ç ıktı . Osman ibn Talhayı ça ğırdı :
576 Nisâ' Suresi

"Osman, işte anahtarın, bugün vefa ve iyilik günüdür!" dedi. Sonra yu-
karıdaki ayet indi.'
Hz. Ömer ise: "Ben Allah Elçisinin, bu ayeti daha önce okudu ğunu
işitmiştim" demiştir. Şu'be, Hz. Ömer'in bu sözünden, ayetin Ka'be'nin
içinde indiğine hükmetmiş ise de Hz. Öme ı'in bu sözünden, ayetin o
anda de ğil, daha önceleı i indiği anlaşılmaktadır. Çünkü ayetin kendin-
den önceki âyetle s ıkı ilişkisi vardır. Belki ikisi bir arada inmi ştir.
Ayetin iniş sebebi böyle bir olay olsa bile, anlam ı belli bir vak'aya,
münhasır de ğildir. Bu ayet, islamın esas prensiplerinden ikisini koy-
maktadı r. Bunlardan biri emanet, diğeri ackilettir.
EmânP,t, insanı n gikenilir olması, kendisine herhangibir şeyin kor-
kusuzca teslim edilip tekrar geri al ınabilmesi demektir. Saklanmak üze-
re bir kimsenin yanına verilen şeye de emânet denir ki ayetteki emanet
bu anlamdad ır.
Emanet çok çe ş itlidir. Genel olarak emanet, korunmak ve saklan-
mak üzere birinin yanına geçici olarak b ırakılan e şya.dır. Allah'ın, in-
sana verdi ği vücut ve vücut organlar ı da birer emanet say ılır. Her i şin
başında bulunan ki şiye, yaptığı, yönetti ği iş emânettir. Baba ve anneye
çocukları emanettir, yöneticilere yönettikleri insanlar, i ş gal ettikleri
mevki'ler emânettir. Bunlar ı n hepsi, uhdelerinde bulundurduklar ı ema-
neti koruyup kollamakla' yükünllüdürler.
Bazı müfessirler, bu ayetin, özellikle ümera (yöneticiler), hakimler
hakkında oldu ğunu söylemişlerdir.2 Her i şin başına ehlini, erbabın ı
getirmek icabeder. Ayetin ini şine sebeb olan olayda Allah' ın Resulü-
nün Kabe'nin anahtarm ı akrabas ına de ğil, babadan atadan bu i şin sahib
ve erbabı olan zata verdi ği görülmektedir.
-Allah'ın Resulü bu konuda ş öyle buyurmuştur: "Müslümanların
bir işine bakan kimse, o i şi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına
verirse Allah'a, Resulüne ve mü'minlere hiyanet eder."' Hz. Ömer de
"Müslümanların başında bulunan kişi, dostluk veya akrabalık hatırına
bir adamı bir iş in başına getirirse Allah'a, Resulüne ve müslümanlara
hiyanet etmi ş olur" demiştir.4
O halde yöneticilerin, her i şin başına en uygun ki şiyi bulup getirme-
leri, dostluk, akrabal ık, soyluluk ve ırk ayırımı yapmamaları gerekir. İki
1 İbn Kedi., I. 515
2 tim Kes1r, I. 516
3 Tefslru'l-RAsimi, V. 1334 (Ilakim'den).
4 Tefslru'l-Rsimi, V. 1334
Cüz:' 5, Sure: 4 577

kişi, Allah'ın Elçisine gelip kendilerini emir tayin etmesini rica ettiler.
Allah'ın Elçisi: "Biz, i ş imizi isteyene ve mevki dü şkününe vermeyiz" bu-
yurdu.' Kendisinden valilik isteyen Ebuzerr'e de ş öyle dedi: "Ebuzer,
sen zapfs ın, o mevki bir emânettir. Sonu da k ıyamet gününde bir perişan-
lık ve pi ş manlıktır. Yaln ız hak ederek alan ve üzerine dü şeni de yerine
getiren müstesnâdır."2
Kıyametin ne zaman kopaca ğını soran birine Allah' ın Elçisi:
"Emanet zayi oldu ğu zaman k ıyâmeti gözetle" demiş , "Emanet nasıl zayi
olur?" sorusuna karşılık olarak da: " İş , ehli olmayanların eline geçerse
kıyameti gözetle!" buyurmuştur. 3
İşleri ehline vermek, ayetin buyru ğu olduğu gibi, insanın, uhdesine
bırakılan herhangi bir şeyi sahibine vermek de yine ayetin buyru ğudur.
Allah'ın Elçisi ş öyle buyurmu ştur: "Sana emanet bırakan kimseye emâ
neti öde, sana hiyanet edene (hakkın ı inkar edip vermeyen) sen hiyanet
etme." 4
Bir başka hadiste de Allah' ın Elçisi (s.a.v.): "Mutlaka hakları sahip-
lerine ödeyeceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun, (kendisini toslayan) boy-
nuzlu koyuna k ısas yapacak (o da ona tos vurup hakk ını almış olacak)-
tır."' buyurmuştur.6
Abdullah ib ış Mes'ıld (r.a.) de ş öyle demiş : " Şehidlik her günah'
örter, yalnız emanet hariç. Adam Allah yolunda öldürülmü ş olsa bile
kıyamet günü getirilir 'Emaneti öde' denilir. 'Nereden ödeyeyim, dünya
geçti?' der. Üzerindeki emânet, kendisine, cehennemin dibinde gösteri-
lir. Oraya iner, omuzuna al ı r, fakat emanet omuzundan iner (emanet
bir insan gibi insanm omuzundan iniyor). Adam sürekli olarak onun
peşinden aş a ğı iner!"7
Müslüman hiyanet etmez, hakk ı gizlemez. Çünkü hakk ı gizlemek,
emânete hiyanet etmek, münafikl ık alametidir. 8 Allah Elçisinin tanı
mına göre "Müslüman, insanların, dilinden ve elinden zarar görmedikleri,
1 Buhari, Alıkam, bâbu mâ yukrehu. mine'l-I ıırşıc
2 Müslim, Imaret, h. 16
3 Buhari, Ilm, hah: 2
4 Tirmiai, Buyac 38; Darimi, Buyfıc, 57; Ibn Hanbel, Musned, III. 414
5 Bu hadis, kıyamet gününde hayvanların da diriltileceğine delildir. Nitekim ayette:
"Vahşi hayvanlar haşredildigi zaman" (Tekvir: 5) buyurulmu ştur. Fakat onların haşrinden, ce-
za ve sevap görmeleri gerekmez. Boynuzsuzun boynuzluya k ısas yapması, teklif kısası de ğildir,
mukabele kısasıdır. Çünkü onlara teklif yoktur. Dr. M. Fuâd Abdulbaki, Müslim, IV. 1997 de
dip not: (2).
6 Müslim, Birr, b. 15, 11. 60; Tirmiai, Kıyamet, 2; İbn 1.1anbel, II. 235
7 Ibrı Kesir, I. 515
8 Bulıari, Iman, 24
578 Nisa' Suresi

mümin de insanların, canları ve malları konusunda kendisinden emin


oldukları ki şidir.'", "Emâneti olmayanın imanı da yoktur."2, "Dört
şey vardır ki bunların tamamı bir insanda toplanırsa o adam tam münafık
olur. Fakat bunlardan bir huy kendisinde bulunan kişide bunu bırakın-
caya dek nifaktan bir hal vardır : Konuştuğu zaman yalan söylemek, and-
laşma yapıp ardından saldırmak, söz verip caymak, biriyle dcivala ştığ't
zaman _haktan sapmak." 3
Aldığı emaneti ödemek isteyen ki şiye Allah, ödeme kolayl ığı
verir. Allah' ın Elçisi şöyle buyurmuştur: "Kim insanların mallarını alır
da sonra ödemek isterse Allah onu, onun yerine öder. Kim de yok etmek
niyetiyle alırsa Allah o kimseyi yok eder." 4
Emanet herkese kar şı gözetilir, herkesten al ınan emanet sahibine
geri verilir. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sana emanet verenin emanetini
öde, sana hiyanet edene (senin emânetini inkar edene) sen hiyanet etme
(verdiği emâneti iade et)" 5 buyurmuştur.
Süyüti şöyle diyor: "Bu ayet, gerek emanet, gerek borç, her ne
suretle olursa olsun ahnm ış bir şeyi geri vermenin farz oldu ğunu gös-
terir. Âyetin genel anlammdan Mâlikiler şu hükmü çıkarmışlardır:
İslam yurduna giren bir harbi (müslümanlarla sava ş durumunda bu-
lunan küfür diyarı vatanda şı), bir emanet yerse sonra ölse veya öldürül-
se, onun verdi ği emaneti ailesine vermek gerekir. Bir müslüman, dâr-i
harbde (müslümanlar ın andla şma ile ba ğlı bulunmadıklar ı küfür yur-
dunda) oranın vatanda şından borç alsa da sonra oradan ç ıksa aldığı
borcu ödemek zorundadır. Dâri harb vatanda şı, esir bir müslümana bir
şeyi emanet etmi ş olsa, o esirin kendisine verilen emanete hiyanet et-
mesi (onu inkar etmesi) caiz de ğildir. Çünkü Allah'ın Resulü verilen
emaneti ödemeyi emretmi ştir."6
etin ikinci buyruğ a olan adalet, mülkün temelidir. Öneminden
dolayı Allah'ın Resulü: "Bir günlük adâleti, k ırk y ıllık ibâtlete bedel'"
saymış , "Allah, zulmetmeyen hakimle beraberdir. Zulmederse Allah onu
nefsinin eline b ırakır." buyurmuştur8

1 Nesâ'i, iman, 8, baba


2 Ibn Hanbel, III. 135,...
3 Müslim, İman, b. 25, h. 1 D6
4 Buhart, istikraz, 2, babu :men ehai"e
5 Ebil Davad, Buyia< 79; Tirmilî, Buyil`, 38
6 Tefslru'l-XCasimi, V. 133
7 "Bir tek günlük ibadet, altmış yill ık ibadetten üstündür" anlamında bir hadisi Deyleml,
Ebu Hüreyre'den rivayet etmi ştir (Ke şfu'l-ljzfa, II. 58.) Bizim kaydetti ğimiz ş ekil, ibu Ke-
sirde mevcuttur (I. 516)
8 Tirmiii, Atıkam, 4; 1bn Mace, Abkam, 2; Ilın Kesir, I. 516
Cüz': 5, Sure: 4 579

Adalet de emanet gibi bütün insanlara kar şı gözetilmesi gerekli


bir davramştır. Bu hususta iyi, kötü, müslüman, kâfir ay ırımı yapıl-
maz. Allah'ın kulları arasında eşit biçimde adalet uygulanır. Yüce Allah
ş öyle buyurmuştur: "Ey inananlar, Allah için adâletle şâhitlik edenler
olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adâletten sapt ırmasın.
Âdil davranan, takvâya yakışan budur."' Ayetin, "Bir topluluğa karşı
duyduğunuz kin, sizi adâletten sapt ırmasın" cümlesi, dost, dü şman her-
kese karşı adâletle hareket etmeyi buyurmaktad ır. Yüce Allah: "Eğer
(sana gelen Yahudiler) arasında hüküm verirsen, adâletle hüküm ver!" 2
de, kendisine müracaat eden bütün insanlar aras ında adâletle âyetil
hükmetmesini Elçisine emretmi ştin. Demek ki dini dü şünce farkı gö-
zetmeden, insanlar aras ında akraba, ırk, soy, mevki ayırımı yapmadan
e şit biçimde adâleti uygulamak gerekir. Şayet uygulamada insanlar
arasında herhangi bir ayırım yapılırsa adalet kalmaz ve o ülkede saadet
olmaz. Huzursuzluk yayıhr, peri şanlık ve çöküntü ba şlar. O toplumun
ömrü uzun sürmez.
Allah'ın Elçisi şöyle buyurmu ştur: "Kıyamet gününde Allah' ın en
çok sevdi ği ve Kendisinin meclisin en yak ın insan, Mil imam (devlet
ba şkam)chr. 0 gün Allah' ın en çok k ızdığı ve Kendisinin meclisine en
uzak insan da zâlim imCım(devlet ba şkanı, lider)dir." 3
Hz. Ali şöyle demiş : "İmanam, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmesi,
emaneti ödemesi, üzerine borçtur. Imam böyle yap ınca insanların da
onu dinlemeleri, ona itâat etmeleri, ça ğırdığı zaman ona gitmeleri, üzer-
lerine borçtur." 4

, -Lut 1.1:1;1 C4,"ı


ı 4
2° °(,) e5 ‹:;,:A
••••
ı
ool o
r ı
(o ,■-) )- • - T

59- Ey inananlar, Allah'a itâat edin, Resule ve sizden olan emir


sahibine itâat edin. Eğer herhangibir şeyde anlaşamazlığa düşerseniz
1 1Vittide 'Suresi: 8
2 Müjde Suresi: 42
3 Tirmi î, Atılrâm, 4
4 Taberl, V. 145
580 Nistı' Suresi

—Allah ve Resulüne gerçekten (inanlyorsann)— onu Allah'a ve Resulüne


götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bak ımından da daha güzeldir.
Tefsir:
59 ucu ayetin, Allah Elçisinin, bir birli ğin başına kumandan yap
tığı Abdullah ibn 1Julafe hakkında indiği, yahut Halid ibn Velid kuman-
dasmda sava şa giden birlikteki mücâhidlerden Ammar' ın, müslüman ol-
mak isteyen bir düşman erine kumandandan izinsiz teminat verdi ği, bu
yüzden Hâlid'le aralar ında tart ışma çıktığı ve döndükten sonra Hâlid'-
le Ammar'ın, Hz. Peyğamber'in huzurunda tart ıştıkları, Allah Elçisinin
de Ammar'm verdi ği garantiyi tan ıdığı, fakat bir daha kumandandan
izinsiz böyle bir şey yapmamasını söylediği, bu olay üzerine bu ayetin
indiği rivayet edilir.
• Bu ayetin, bu olaylarla pek ilgisi gözükmemektedir İkinci rivayet,
kanaatimizce sa ğlam değildir. Çünkü bir düşman askerinin, geceleyin
gizlice müslüman askerlerinin yan ına gelip Arrı mar'ı sorması ve Am-
mar'ın da gece ona emân (can güvenli ği garantisi) vermesi, ma'kul de-
ğildir. Kaldı ki rivayetin sonunda Hz. Peyğamber'in: "Ammar'a söven,
Allah'a sövraüş olur, Ammar'a buğzeden, Allah'a buğzetmiş olur. Am-
mâr'a lanet eden, Allah'a lanet etmi ş olur"' demesi, ihtimalden uzak
görünüyor. Bunda şiilik kokusu açıktır.
Bu ayet, kendinden önceki ayetle yakından ilişkilidir. Yüce Al-
lah, bundan önceki ayette yöneticilere, emanetleri ehline vermeyi, ada-
letle hiikmetmeyi emrettikten sonra bu ayette de yönetilenlere, Allah' ın
buyruğunca giden adil yöneticilere itâat etmeyi emretmektedir. Hz.
Ali: "Allah'ın indirdiğiyle hükmetmek, emaneti ödemek imamın üzerine
borçtur. Böyle yapan imama itâat de halk üzerine borçtur." demi ştir.
tilü'l-emr : buyruk sahibi, sözü geçerli olan ki şi demektir. Bunun,
devlet ba şkanı, valiler ve daha genel anlamiyle yöneticiler, kumandan-
lar olduğu, ayetin sözgeliminden anla şılmaktadır. Fakat ibn Abbâs'a
dayanan bir görü şe göre buyruk sahipleri, din bilginleridir. "Onlar,
kendilerine gelen haberi, Resule ve aralarındaki emir sahiplerine götür-
selerdi, içlerinden işin içyüzünü araşttrıp çtkaranlar onun ne olduğunu
bilirlerdi."2 ayetinden alimlerin de ülü'l-emr olduğu anla şılmaktadır.
Fahr-i Razi'ye göre buyruk sahipleri, hall ve cakd sahipleri olan ulemâ
çoğunluğudur. 3 Gerek ulema, gerek ümera, toplumu yöneten insanlar,

1 Taberf, V. 148
2 Nisâ' Suresi: 83
3 Mefatitfl- ğayb, III. 358
Cüz': 5, Sure: 4 581

ülü'l-emirdir. Herhalde âyette kasdedilen Minder, Hz. Pey ğaraber'in


görevlendirdi ği, onun vekili olan buyruk sahibi bilgili kişilerdir. İbn
Kesir de ukmâ olsun, ümerâ olsun, bütün buyruk sahiplerinin, ülü'l-emr
olduğunu söylüyor.

Ayette itâat edilmesi gereken buyruk sahibi, "sizden olan" kaydiyle


nitelendirilmektedir. Demek ki herkese de ğil, fakat müslümanlardan
olan buyruk sahibine itâat farzd ır. Gayri müslim buyruk sahibine itâat,
müslümanlara farz olmad ığı gibi ona karşı koymaya kudretleri varken
itâat etmeleri câiz de de ğildir. Bu, İslam ülkesinde böyledir. Fakat
müslüman olmayan bir çevrede mü'minlerin, devlete isyan etmeleri
gerekmez. Hamdi Yaz ır şöyle diyor: " İtâat etmenin farz olmamasm-
dan, isyan etmenin farz olmas ı gerekmez. İtâat mecburiyetinde bulun-
mamakla isyan mecburiyetinde bulunmak arasmda fark vard ır. Isyan
hakkı başka, isyan görevi başkadır. Binaenaleyh buradan gayri mü'min
bir• muhitte bulunan mü'minlerin şuna buna kar şı isyankâr bir ihti-
lâlei vaziyetinde telâkki edilmemeleri ve belki mü'min,lerin her nerede
bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'a ve Elçisine kar şı masiyetten ictinâb
ve aynı zamanda kendilerinden olan ülül-erare itâat etmeleri, tâgüt-
lara boyun e ğmemeleri lüzumunu anlamak laz ımgelir."'

Her müslüman, yöneticinin isyana sürükkmeyen, yasaya ayk ırı


olmayan emirlerine uyınalda yükümlüdür. Fakat isyana sürükleyen emre
itâat edilmez. Allah' ın Resulü: "Allah'a isyan hususunda âmire itâat
olmaz." buyurmuştur.2 Şu olay, bu konuda güzel bir örnektir:

"Allah' ın Resulü (s.a.v.), savaş, için gönderdiği birliğin başına Ab-


dullah ibn Huzafe'yi kumandan yapt ı . Kumandana itâat etmelerini de
mücâhidlere tenbih etti. Yolda kumandan, bir olay yüzünden askerlere k ız-
dı ve : "Peygamber (s.a.v.) bana itâat etmenizi emretmedi mi?' dedi. 'Evet'
dediler. 'Öyleyse odun toplay ıp ateş yak ın' dedi. Odun toplayıp ateş yaktı-
lar: girin!' diye emretti. Askerler birbirine baktılar, ateşe girip gir-
memekte tereddüd ettiler ve birbirlerine dediler ki : 'Biz, ate şten kurtulmak
için Allah'ın Resulüne tabi olduk. Şimdi kendimizi ate şe mi atalim?'
Derken •ateş de söndü ve kumandan ın öfkesi yat ıştı. Döndüklerinde bu
olay Allah'ın Resulüne anlatilınca buyurdu ki : 'Eğer ateşe girselerdi fiir
daha ondan çıkamazlardı . haat, ancak iyi şeylerde olur."'3 Bir ba şka ha-
diste de Hz. Peygamber (s.a.v.) ş öyle buyurmuştur: "Müslüman gerek

1 Hak Dini Kur'an Dili, II. 1375


2 nın Hanbel, IV. 426
3 Bebari, Abkim, 4; Miialim, Imaret, b. 8
582 Nisa' Suresi

sevdiği, gerek sevmediği her hususta müslüman kumandana itâatle yüküm-


lüdür. Ancak günah bir şey emredilmedikçe itâat eder. Günah iş lemesi em-
redilirse o emir dinlenmez ve ona itâat olmaz."'
Allah ve Resulünün yolundan ayr ılmayan yöneticiye itâat farzd ır.
Allah'ın Elçisi: "Üzerinize, siyah kuru üzüm gibi (simsiyah saçlı) Habeş£
(zenci) bir köle de geçirilmiş olsa onun emrini dinleyiniz, ona itâat ediniz."
buyurmuştur.2 Müslim'in rivayetinde: "Üzerinize (etrafı) kesik siyah
bir köle de emir olsa sizi Allah' ın kitabiyle yönetti ği takdirde ona itâat
ediniz."' şeklinde olan bu hadisin anlam ı, en adi bir köle de olsa, Al-
lah'm kitabiyle hükmeden emir° itâatin gerekli oldu ğudur. Başka bir
hadis de şöyledir: "Bana itâat eden, Allah'a itâat etmiştir. Bana isyan
eden, Allah'a isyan etmi ştir. Endrime itâat eden, bana itâat etmiştir.
Endrime isyan eden, bana isyan etmi ştir."4
Allah'a isyan eden, zâlim emirlere itâat edilmez. Nitekim Hz. Ebu-
bekir: "Ben, Allah'a ve Resulüne itâat edersem bana itâat ediniz. Ben
Allah'a ve Resulüne isyan edersem sizin bana itâat etmeniz gerekmez."'
sözüyle bu gerçe ği gayet güzel açıklamıştır. "O aşırıların emrine uymay ın.
Onlar ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, düzeltmezler." 6 âyetinde de
bu husus açıktır.
Yüce Allah, kendisine, Elçisine ve müslümanlardan olan ülü'l-
emre itâati emrettikten sonra ihtilafa dü şülen konuların Allah'a ve El-
çisine götürülmesini, yani Kitap ve Sünnet hükümlerine göre çözül-
mesini buyurmaktadn. Kitap ve sünsnette açıkça beyan edilen hükümler
muhkemdir, tevil götürmez, aynen uygulan ır. Bunlarda de ğişiklik ol-
maz. Kitap ve sünnette hakk ında bir hüküm bulunmayan meseleler de
kitap ve sünnetteki ilkelerin ışığı altında ve onların amacı doğrultusun-
da kıyas ve ictihad yoluyla çözüme kavu şturulur.
Zahiriyye, bu ayetten, ihtilafl ı sorunların mutlaka kitap ve sünnete
götürülmesi gerekti ğini, bundan dolayı kıyasla amel etmenin caiz el-
madığını sanmışlarsa da açıktır ki kitap ve sünnette aç ıklanmamış olan
hususların, ihtilaf halinde kitap ve sünnete götürülmesi için, olaylar ın,
sebeplerini ve illetlerini dü şünerek birbirleriyle kar şılaştırılmasmdan
başka bir yol yoktur. Kıyastan maksad da zaten budur. F ıkıh ve hikmet
1 Bubari, Atıkam, 4; Müslim. Imaret, b. 8; Ebû Davûd, Cihad, 87; el-isticâb, III. 890
2 Buhari, Al;ıkam, 4
3 Müslim, Imaret, b. 8, h. 36
4 Müslim, imaret, b. 8, h. 32; Buhari, Ahkam, 1
5 Tehilbu Streti Ibn Hişam, II. 160-161
6 şuara Soresi: 151-152
Cüz': 5, Sure: 4 583

de budur. Demek ki İslamda dört çe şit hüküm vardır. Kitapta açıkla-


nan hükümler, sünnette açıklanan hükümler, ülü'l-emrin ittifakiyle
üzerinde birle şilen hükümler ve sahih k ıyasla çıkarılan hükümler. Bu
dördüncü yolla ihtilaf azalt ılabilirse de görüşler tamamen birle ştirile-
mez. Bunda ihtilaf edildi ği zaman da ülül-emrin şitrasma (birlikte ko-
nuşup karar vermelerine) ve nihayet imamm emrine ba şvurulur ki bu
da: "Allah'a itâat ediniz Resule ve sizden olan ülü'l-emre itaat ediniz."
,

emri uyarınca Allah'ın buyruğuna başvurmadır.'


Yeni çıkan olayları İslâmla ştırmak, bunlar hakk ında İslama hük-
münü belirtmek için bunlar ı Allah'ın Kitabına ve Resulünün sünnetine
götürmek şarttır. Yeni olayları Allah'ın kitabına ve Resulünün sünne-
tine gatürmenin tek yolu da, bunları kitap ve sünnetteki benzeri olay-
larla karşılaştırmaktır. İşte Kıyas, olayları Kur'an ve hadisteki olay-
larla karşılaştırma metodudur.
Kıy-as ve ictihad, bizzat Kitâb ve sünnet ile sabittir. Yüce Allah,
"Ey sezgi sahipleri ibret ahn!"2 buyurmuştur. ibret, bir olaya bak ıp,
benzerlerini anlamak, benzerlerini onunla kar şılaştırmaktır ki kıyas
budur. Hz. Peyğamber (s.a.v.) de Ye ınendeki Cened Bölgesine vali
tayin ettiği Muâz'a ne ile hüküm verece ğini sormuş , Muâz cevab ında
Allah'ın Kitabı ile, Allah'ın Kitabında bulunmayan hususlarda Resu-
bütün sünneti ile, onda da bulunmayan hususlarda kendi ictihadiyle
hüküm verece ğini söyleyince Allah'ın Resulü Muâz'm gö ğsüne dokun.-
muş :."Allah, Resulünün Elçisini, Allah Resulünün raz ı olacağı bir işe
muvaffak k ılan Allah'a hamdolsun" demiştir.3

, o .• 99
I (..) ..4._ı L,11 J.; e.J
9 o. • O O il i
1.j21f 4..) 4").)
• , ,, - , ft ı o", o . .••• „ 1, o
4.5 " II Jc Ii J-4->%-!. .,40
i$ J
. .1:43
( 3) dili J I (3 I I .z1 ('‘')
to ... o o
S I 4.iLr<«i (.% ‘) - d.1.:,«P (5 .44y VL-ZiLLS. 1 I
9 •
, - • - 3 • ,9 •

1 Hamdi Yazır, Hak Dini ICur'tm Dili, II. 1379


2 Haşr Suresi: 2
3 el-Istfillı, III. 1403-4
584 Nis5' Suresi

('‘ Y) '\tı °(*)


... •-• ••" ..-
0 .9 t O , 9. ... O .9 0t . ... 0 .9 0" 0 o" ..• . 0 .9 , .9 .,, . ... 9„ i
. ‘...3 e_.4....1 j...0 i e-4-12f .., e.4.:....P ,..".,: , j_..P . - U çh.....4...4. i ı...4 j1-4 41
,
o -• o' .9 o
° (-Ir) .., _•••
•••
IL.12.......1 9 •••
't
O ... 0
oj ...,_..„) (:,'.. 4
..• .• 9, c. 9 , 9 c, -•
t .......L.m ..> 1 LA —
t , , c..
..,... .
o .9 ze, -. o , ,
F:t.;

c..
;1;fl i —4;c...:—...ut.3
' .t .3L,- ...İL; I 19_,...1.1; .1 4..; I _1 j c ' I (3 .5 1...)
r." • . 0 "o ••
5Ci ('‘ t)
• , r Zr, 9 o ..9 • t :F•/0, 9 ro 9o .9
‘..; Ij
-

t,' • ı
C. "Ç t-.) • A ı 9•-) "ı,)!Ji. °
9 .9 r O9W - o 19 r; 9 9
ALı j-ı LA I j-19t9 c
09
*• A AC:C.3V r.:5 J.
-

se
°(.:r" A) v)
'45.A
N) ‘-•
(V ) 413 °* - **Ji

60- şunları görmüyor musun, kendilerinin, sana indirilene ve sen-


den önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da hakem olarak tağata (o
azgın şeytana) başvurmak istiyorlar? Oysa kendilerine, onu inkar etmeleri
emredilmişti. Şeytan da onları iyice saptırmak istiyor. 61- Onlara : "Al-
lah'ın indirdiğine ve Peyğambere gelin!" denince, ikiyüzlülerin senden
büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. 62- Ya nas ıl, elleriyle yaptıkları
(kötülükler) yüzünden ba şlarına bir felaket gelince, hemen sana geldiler
de : "Biz sadece iyilik etmek ve uzla ştırmak istedik" diye Allah'a yemin
ediyorlar? 63- Allah onların kalblerinde olanı biliyor. Onlara aldırma,
onlara öğüt ver ve onların içlerine işleyecek güzel söz söyle! 64- Biz hiçbir
peygamberi, Allah' ın izniyle itaat edilmekten ba şka bir amaçla gönder-
medik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan
günahlarını bağışlamasını isteseler ve (Allah'ın) Elçi(si) de onların bağış
lanmasını dileseydi elbette Allah'a, affedici, merhametli bulurlard ı. 65-
Hayır, Rabbin hakk ı için onlar aralarında çıkan çeki şmeli işlerde seni
hakem yap ıp, sonra da senin verdiğin hükme kar şı içlerinde bir burukluk
Cüz': 5, Sure: 4 585

duy ınadan (senin hiikmüne) tam anlamiyle teslim olmad ıkça inanmış
olmazlar. 65- Eğer onlara : "Kendinizi öldürün, ya da yurtlarınızdan
çıkın!" diye yazm ış olsaydık, içlerinden pek az ı hariç, bunu yapmazlarclı .
Ama kendilerine öğütleneni yapsalardı, elbette kendileri için daha iyi ve
daha sağlam olurdu. 67- 0 zaman elbette kendilerine kat ımızdan büyük
mükâfat verirdik. 68- Ve onları elbette doğru bir yola iletirdik. 69- Kim
Allah'a ve Elçi(sin)e itâat ederse işte onlar, Allah'ın nimet verdiği peygam-
berler, sıddikler, şehidler ve setlihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaş -
tır! 70- Bu nimet Allah'tand ır. Bilen olarak Allah yeter!

Tefsir:

Bu âyetlerde Allah' ın Elçisine ve daha önce gelip geçmi ş peyğam-


berlere indirilenlere inand ıklarını iddiâ edip de aralarındaki dâvalarda
Allah'ın Elçisini de ğil de tâğâtu hakem yapmak isteyenler kmanm.ak-
tadır. Tâğât, azgınlığa çağıran, insanın yolunu ş aşırtan insanlar veya
putlar gibi şeylerdir.

60-65 nci âyetlerin ini ş sebebi hakkında birkaç rivayet vard ır.
Bunlardan birine göre bir yahudi ile bir miinâf ık arasında vukubulan
bir dâvay ı çözmek için yahudi, adâletten ayr ılmayacağını bildiği Pey-
ğamber'e gitmeyi, münâfık ise rü şvetle dâvây ı kendi lehine çevirmek
amaciyle bir kâhine gitmeyi teklif etmi ş . Nihayet Cüheyne kabilesinden
bir kâhine gitmi şler, bu âyetler inmiş .'

İkinci rivayete göre bu âyetler, kendilerini müslüman gösteren mü-


nafık birkaç yahudi hakkında inmiştir. Nadir Oğullarından bazı Yahu-
diler, Kurayza O ğullarmın aııtlı sı olan Hazreclilerle bir k ısas olayın-
da anlaşmazhğa düşmüşler, sorunun çözümü için. Allah' ın Elçisine de-
ğil de Ebıl Bereze el-Eslemi 2 adlı bir kâhine gitmek istemi şler.3

Ü çüncü rivayete göre 65 nci âyet, Zubeyr ibn el-Avvâm ile ensâr-
dan bir adam aras ındaki su ihtilâti üzerine inmi ştir. Allah'ın Elçisi
Zübeyr'e: "Zübeyr, önce sen Sula, sonra suyu kom şuna bırak." diye hü-
küm vermiş, Zübeyr'in hasun ise Allah'ın Elçisine: "0 senin halanın oğlu
diye mi böyle hüküm veriyorsun?" demiş . Bunun üzerine Allah'ın El-
çisi, Zübeyr'e, suyu duvar, ya da aya ğınm aşıkları düzeyine kadar
tutmasını , sonra bırakmamı' emretmiş . Daha önce Cnsârhya şefkatle

1 Taberi, V. 153
2 Ebıl Bereze el-Esleml, bu olaydan sonra müslüman olmu ş , yedi kere gazâya katılmış
ve H. 65 yılında Horasan'da ölmü ştür.
3 Taberi; tim Kesir, L 519
586 Nisâ' Suresi

hükmetmişken, bu kez Zübeyr'in tam hakk ını vermiştir. Zübeyr: "65


nci âyetin bu münasebetle indiğini sanıyorum" demiştir.'
İbn Kesir'in, cidden galip diye niteledi ği dördüncü bir rivayete
göre de iki ki şi bir dava için Allah'ın Elçisine gitmi şler. Sonra bunlar-
dan aleyhine hüküm verilen adam, Allah Elçisinin hükmüne raz ı olma-
Mış , kendilerini Ömer'e göndermesini istemi ş . Allah'ın Elçisi de onları
Ömer'e göndermi ş . Ömer bu adamın, Allah'ın Elçisinin verdi ği hükme
razı olmayıp kendisine geldiğini öğrenince: "Bir dakika içerinden bir
şey alayım" deyip içeri girmiş , kılımı getirip adam ın kellesini uçurmu ş .
Bunun üzerine 65 nci ayet inmi ş .
Bu rivayetler arasmda ayetlerin sözgelimine en uygun ini ş sebebi,
ikinci rivayettir. Çünkü "Hem sana indirilene, hem de senden önce in-
dirilene inandıklarını sananlar" tabiri, bu kimselerin kitap ekili olduk-
'

larını : "Allah' ın indirdiğine ve Resule gelin, dendi ğinde münafıklat ın


(hasımlarını) senden çevirdiklerini götürsün" cümlesi de bunlar ın ikiyüz-
lü kimseler olduklarını gösterir. Demek ki bu hareketi yapanlar, inanm ış
gibi görünen bazı yahudilerdir. Bunlar ın mutlaka müslüman olmalar ı
da gerekmez. Kendi dinlerinde kaldıkları halde müslümanlara ho ş gö-
rünmek için Hz. Muhammed(s.a.v.)e gelen vahiylerin hak oldu ğuna inan-
dıklarını söyleyen kimseler de olabilirler.
Demek ki Hz. Peyğamber'in peyğamberliğine inandıklarını söyle-
yen bazı yahudiler, kendi aralar ında, ya da müslümanlarla kendi ara-
larında çıkan davaları , çözmek için kâhinlere, hahamlara ba şvurmak
istemişler, ortada bir peygamber varken ondan ba şkasını hakem yap-
manın imanla bağda şmayaca ğını bildiren bu ayetler inmiştir.

Bu ayetler, bir bütün oluşturmaktad ır. Hepsinin beraber veya bir-


biri ardınca indiği anlaşılmaktadır. Çünkü aralarında konu birliği var-
dır. Buhari'nin rivayet etti ği, Zübeyr ile ensarlı arasındaki su anla ş -
mazlığı olayı doğrudur, fakat 65 nci ayetin mutlaka bu olay üzerine indi-
ğ ine dair bir kesinlik yoktur. Zübeyr: "Bu ayetin, bu olay üzerine indi-
ğini sanıyorum." demiştir. Belki de ayet, daha önce inmi ştir. Ensarlmm,
Hz. Pey ğamber'in hükmüne rıza göstermemesi üzerine ayet kendisine
okunarak Allah' ın buyruğu hatırlatılmış olabilir.
İbn Kesir, bu ayetlerin anlamının, bu rivayetlerden daha yayg ın
olduğunu ifade ile: "Bu ayetler, Allah' ın Elçisine ve geçmi ş peygamber-
lere inandığını iddiâ eden, fakat Allah' ın kitabı ve Elçisinin sünnetinden

1 Butıârt, Tefsir; Taberl, V. 158


Cüz': 5, Sure: 4 587

başka yollara ba şvuran kimseler hakkı ndadır. Batıla sapanları kınamak-


tadır. Kitap ve sünnet d ışına çıkmak, batıla sapmaktır. Tâğât, batıl-
dır."' diyor.

65 nci ayet, Resulün hükmüne uymayan insan ın mü'min olamaya-


cağını bildirmektedir. "Allah Elçisinin emrine ayk ırı davrananlar, ken-
dilerine bir belanın çarpması ndan, yahut onlara acı bir azeıbın uğramasın-
dan sakınsınlar!"2 ayeti_ de Resulün, emrine ayk ırı gitmenin, insanı bela-
lara, sıkıntılara sokaca ğını haber vermi ştir. Bütün bu ayetler, Allah' ın,
ya da Elçisinin buyruklarmdan birini şüphe ile veya kasden reddeden
kimsenin islamdan çıkaca ğını gösterir3

Önceki ayetlerde Peygamberden, ba şkasının hükmüne başvurmak


isteyenler kmand ıktan sonra 64 ncü ayette Peygamberin, itâat için
gönderildiği, zira onun Allah ad ına hüküm verdiği belirilmektedir.
Nefislerine yaz ık edenler, Allah' ın Elçisine geldikleri zaman onun hu-
zurunda Allah'tan ma ğfiret dilemelidirler. Onlar ma ğfiret dileyince Re-
sul de onlar için Allah'tan af dire ı se Allah, onun yüzü hürme Line onlar ı
bağışlar. İnsanlar, aralarındaki davalarmda yalnız Allah'ın Elçisini ha-
kem yapıp ona içtenlikle teslim olmadıkça inanmış elmazlaı . Çünkü
onun hükmü, Allah'ın hükmüdüı , mutlak adâlettir. Onun hükmünde
haksızlık olmaz.

'bn KeSir, şu hikayeyi anlatıyor: Utbî diyor ki: Pey ğamber(s.a.v.)


in kabrinin yanında oturuyordum, bir a'rabi (köylü arap) geldi:

— Esselâmu aleyke ya Resulallah, dedi, Allah' ın: "Eğer onlar,


kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan, günahlarını ba-
g'ışlamasını isteseler ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette
Allah'ı affedici, merhametli bulurlardı !" buyurduğunu duydum da sana
geldim. Günahlanm için mağfiret diliyorum, senin de bana, Rabbimin
katında şefaatçi olmam niyaz ediyorum, dedi ve Resulü ıa yüceliğini nite-
leyen bir şiir okudu, gitti.
O sırada bizi bir uyku bast ı . Rü'yamda Allah'ın Resulü(s.a.v.)i
gördüm.:
"— Ey Utbi, dedi, o a'rabiye yeti ş, Allah'ın onu bağışladığını ken-
disine müjdele."4

1 Tefsfr, I. 519
2 Nur Suresi: 63
3 MefâtIüu'b'ğ'ayb, III. 366-367
4 Ibn Kes4r, I. 520
588 Nisa' Suresi

Müfessirlerin anlatt ığına göre "Eğer onlara : 'Kendinizi öldürün, ya


da yard arınızdan çıkın!' diye yazm ış olsaydık, içlerinden pek az ı hariç,
bunu yapmazlardı..." ayeti indiği zaman bir adam: "E ğer Allah bize em-
retse elbette yapar ız.." dedi. Onun bu sözü, Allah'ın Elçisine ula şınca:
"Ümmetim içinde öyle yi ğitler var ki yüreklerindeki iman, yalç ın dağlar-
dan daha sağlamdır." buyurdu.'
70 nci ayet hakkında da müfessirler şunu anlatıyorlar: Ensardan bir
,

sahabi, Allah'ın ElçiSine geldi, üzgün duruyordu. Peygamber (s.a.v.)


ona, neden üzüldii ğiinü sordu. O sahabi şöyle dedi:
— Ey Allah'ın peygamberi, düşünüyorum ki biz bu dünyada sabah
akş am senin yanına geliyor, yüzüne bak ıyoruz, yanında oturuyoruz.
Ama yarın (âhirette) sen, peygamberlerin yan ına çıkarilacaksm, biz
sana ula ş amayız, seni göremeyiz. İşte buna üzülüyorum.
O sırada Cebrail, Allah ve Resulüne itâat edenlerin, pey ğamberler,
sı ddikler, şehidler ve salihlerle arkada ş Olaca ğını bildiren 70 nci ayeti
getirdi?
Birisi Allah'ın Elçisine:
— Ya Resulallah, bir toplulu ğu sevdiği halde onlara katılamayan
adam hakk ında ne dersin? diye sormu ş , Allah'ın Elçisi de:
— Kişi sevdiği ile beraberdir, demiştir.3
Hz. Enes: "Müslümanlar bu hadise sevindikleri kadar hiçbir şeye
sevinmediler. derni ştir.4

Demek ki gönülde hangi sevgi varsa bedenden ayr ılan ruh, onunla
beraber olur. Bir hadiste ş öyle buyuruluyor: "Cennet ehli, kendilerinin
üstündeki odalarda oturanlara, sizin doğu ve batı ufkunda gözden uzakla şıp
giden inci gibi y ıldıza baktığınız gibi bakacaklardır. Aralarında bu kadar
geniş derece farkı olacaktır. Dediler ki :
"— Ey Allah' ın Elçisi, o odalar, peyğamberlerin menzilleridir, onlar-
dan başkası onlara erişebilir mi?' Buyurdu ki :
"— Hay ır, nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki Allah'a
inanan, peyğamberleri tasdik eden adamlar da (oralara) eri şirler)." 5

1 Taberi, V. 161; tim Kask, I. 522


2 Ibn Sesir, I. 522
3 Müslim, Birr, b. 50, h. 165; BulAri, Edeb, 96; Tirmig, Ddavat, 97;...
4 Ibn Kesir, I. 523
5 Müslim, Cennet, b. 3, h. 11; Buldiri, Bed'u'l-halk, 8
Cüz': 5, Sure: 4 589

.9:. ı o 5.5 5,—


J:...11 I
o S, o , o ı .9, O ı .9 . 4.
nJ ı la c •
, k LA:-,0—?" I J I)

o o
0
,;
_s- -I l k
1'-
ı '„;;;:_p
0

;Jt:Ç ı .:;

•-
j

sf_ıi
o .9 . o

43,A J-;1•4. C)-A


Ij LA Iv t) 1,12..p
.fSı°
o,
1:-.3 t_<," ...1%,"1 Ci'zir °•
- -
(v.)(.„.42

J ""). .1.1Î .,31 ,•

(") ti.-x•-•¥; C.AT -̀;c ı c ;.)C12.-5.1 -41°,-1 I j'_1_71:ri


71- Ey inananlar, (uyanık bulunup) korunma tedbirlerinizi alın,
bölük bölük, ya da hep birlikte sava şa gidin. 72- İçinizden bir k ısm ı var ki
pek ağır davranır. Eğer size bir felaket erişirse : "Allah bana lâtfetti de
onlarla beraber bulunmadım" der. 73-- Eğer Allah'tan size bir nimet eri-
şirse, sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmu ş gibi : "Keşke ben de onlar-
la beraber olsaydım da büyük bir başarı kazansaydım!" der. 74- Dünya
hayatını âhiret hayâtı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar.
Kim Allah yolunda sava şır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakın-
da büyük bir müldıfat vereceğiz. 75- Size ne oldu ki Allah yolunda_ ve :
"Rabbimiz, bizi ş u halkı zulmeden şehirden çıkar, bize katından bir dost
ver, bize kat ından bir yardımc ı ver!' diyen zay ıf erkek, kad ın ve çocuklar
uğrunda savaşmıyorsunuz? 76 Inananlar, Allah _yolunda savaşırlar,
-

inkar edenler de tâğât (şeytan) yolunda savaşırlar. 0 halde şeytanın dost-


lariyle savaşın, çünkü şeytanın hilesi zay ıft ır.
Tefsir:
Müslümanları sava ş a te şvik eden 71 nci ayet, bir sava ş taktiği
getirmekte ve askeri örgütün esaslarm ı göstermektedir. ketteki "ko-
590 Stıresi

runmanızı alın." ifadesi, silâh ve öteki sava ş araçlarına işarettir. Çünkü


insan ancak böylelikle düşmanı n saldırısından korunabilir. Dü şmanın
durumunu ara ş atı rmak, gafil avlanmamak, sava ş için daima uyanık
ve hazırlıklı bulunmak da "korunmanın alın" sözünün kapsamına girer.
Yüce Allah, burada inananlar ı savaş a te şvik edip onlara, düş mana fır-
sat vermemeyi ö ğütlemektedir. Ayetin hükmü uyar ınca her zaman düş
karşı yeterince asker gücü bulundurmak laz ımdır. Çünkü âyette-man
bölük bölük ve topluca sava ş a çıkılması emredilmektedir. Bu da ancak
yeterli asker bulundurmakla olur.
Ayet, askeri örgütün esaslar ını da göstermektedir. Sübât kelimesi,
ayrı ayrı topluluklar demektir ki bölük, tabur ve alaylar ı kapsamına
alır. Cemi`an kelimesi de hep beraber demektir ki topyekün sava şı gös-
terir. Böylece ayet, ordunun bölük, tabur, alay, kolordu ve ordu gibi
birliklerden olu ş aca ğına, düşmana kar şı birkaç birlik ya da topyekün
ordu millet ile çıkılaca ğma iş aret etmi ş bulunmaktad ır.
72-73 ncü ayetler, münafıklarm ve zay ıf yarat ılışlı bazı müslüman-
ların sava ş hakk ındaki tutumunu ele ştirmektedir. Yürekten inanmam ış
insanlar korkakt ır. Kendisi sava ş istemediği gibi samimi müslümanla-
rı da sava ştan geri koymaya çalışır. Müslümanların' ba şına üzücü bir
durum gelirse sava ş a katılmad ığı için sevinir: "Allah bana lutfetti de on-
larla beraber bulunmadım" der. E ğer Müslümanlar, sava ştan galip çıkar,
ganimet elde etmi ş olursa bu kez de sanki kendisi onlardan de ğilmiş ,
onlarla, arw• ı nda hiçbir dostluk yokmuş gibi sırf ganimet için: "Keşke
ben de onlarla beraber olsaydım da bir başarı elde etseydim, bir ganimet
alabilseydim!" der. Bütün dü şüncesi dünya menfaatidir. Menfaat için
hareket eder. Allah' ın sevap veya cezas ını düşünmez Müslümanların
zaferinden sevinç duyaca ğı yerde onları kı skanır.

74 ncü ayet, dünyayı verip âhireti satın almak isteyenlerin, Allah


yolunda çarpış maların' emretmekte, Allah yolunda çarp ış anları n şehid-
de olsalar, galip de gelseler her iki halde de büyük mükâfatlara girecek-
lerini belirtmektedir.

75 nci âyette sözü edilen zavall ı erkekler, kadı nlar ve çocuklar,


Mekke'de müslüman olduklar ından dolayı müşriklerin ço ğunluğu ara-
sında ezilen, işkencelere u ğrayan müslümanlardır. Müslümanlar, Al-
lah'tan kurtulu ş dileyen bu zavallı insanları, müşriklerin elinden kur-
tarmak için sava şa te şvik edilmektedir. O zaman, Mekke'de mahsur
kalan müslümanlar ı kurtarmak için sava ş mak, müslümanların üzerine
farz ise, bugün, de her zaman da farzd ır. Kâfir çoğunluk arasında zulme
Cüz': 5, Sure: 4 591

uğrayan müslümanlar ı kurtarmak, bütün dünya müslümanlarm ın üze-


rine farzd ır.

76 ncı âyette inananların Allah yolunda, inanmayanlar ın da şeytan


yolunda sava ş acakları belirtildikten sonra mü'minlere, şeytamn dost-
lariyle savaş maları , onlardan korkmamalar ı emredilmekte ve şeytanın
tuza ğının öyle sanıldığı gibi kuvvetli de ğil, zayıf olduğu bildirilmekte-
dir.
Seytanm tuzağı zayıftır, çünkü insanlar ın gönlüne hep dünya tut-
kusu a şılar. Onun yolunda sava ş anlar, dünya menfaati veya onur için
sava şırlar. fikhireti dü şünmezler, ona inanmazlar. Sava ş ciddileşip işin
ucunda ölüm de görününce içi ya şama hırsı dolu insan, ölmek istemez,
daha çok ya şamak için kaçar, saklarim Ölümü görünce art ık onuru veya
dünya menfaatini unutur. Onun sava ş dayanağı 2ayıftır. Ama Allah'a
ve âhiret gününe inanan mü'min, ölümden korkmaz. As ıl hayatın âhi-
rette olduğunu, en büyük mükâfât ın cennette şehidlere verilece ğini ke-
sinlikle bildiği için gerektiğinde ölmekten aslâ çekinmez. Hattâ şehid
olmayı gönülden ister. Bunun için kahramanca çarp ışır. Bu iman kar-
şısında imansız tutunamaz elbet. Böylece imans ız, ölmek istemedi ği
için, sonunda ölür; imanl ı da şehit olmak istediği için çoğunlukla yaşar.
Mü'minin gönlündeki şehâdet arzusu, âhireti ve Allah' ın r ızâsını kazan-
ma ideâli, ona güç verir, onu dünyada da, âhirette de ba ş arıya ulaştırır.

o- t .0
j ı JJS' IIJJ
-j) 0?«—
1":1 5J ıl;:ff 1..;;T, -6;1.431'
°J-İ
„ „,:".ı:J ı°
"j ı c
, o ...! i t, o

J-'' 4J- 3.- 1 -u'


.oSe9 o o o, J, Jleıo€,... o . 9 9.

• J, 9 ... 0...... .. o9o 9 ı Z, ı 9


4 :»1 4.4..P • .0 * Lib 1 ii.,..2../ OL:4..44. ■,..
., t•J 1 i 4 i. . .1.,..i....4
ı .3. -
o 9 o 9., 0 O 9 9.. ,4 ..ı % ... O 9 O 9 O
,....r, 4 J.Ç.' J*, 4 'Li 4L......P 4:,..r4 .......,:CA iiii.91..! 4.•■■••=ıM -....W2j. .) 1 ı i
.

( V A ) tb ...4.C.". ...(.)
. 14:9249
.......
.. ..«LI
. j>(....‹..)
... 51 r -,-..;13t .'sly..› JCi- 4 .C.■.+1 -C:...p
592 Nisâ' Suresi

ci_ J I L. j Lifi•
L):
°•
L):
A

(N"■ ) j * -1 e.'

77— Kendilerine : "Ellerinizi (savaştan) çekin, namaz ı k ılın, zekâtt


verin!" denilenleri görmedin mi? Kendilerine sava ş yaz ılınca hemen iç-
lerinden bir gurup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi hattâ dahafazla
korkmaya başladılar: "Rabbimiz, niçin bize savaş' yazdın? Bizi yak ın
bir süreye kadar ertelesen (bir süre bize sava şı emretmesen) olmaz m ıydı ?"
dediler. De ki : "Dünya geçimi azd ır, korunan için âhiret daha iyidir.
Size kil kadar haks ızlık edilmez." 78— Nerede olsanız, sağlam kaleler için-
de de bulunsanız yine ölüm sizi bulur. Onlara bir iyilik eri ş irse : "Bu,
Allah tarafındandır." derler. Onlara bir kötülük erişirse : "Bu, senin yü-
zündendir." derler. De ki : "Hepsi Allah tarafı ndandır." Bu topluma ne
oluyor ki hemen hiç söz anlam ıyorlar? 79— Sana gelen her iyilik Allah'-
tanchr, sana gelen her kötülük de kendi (işlediğin günah yüzü)ndendir.
Seni insanlara elçi gönderdik. (Buna) Allah'ın tanıklığı yeterlidir.

Tefsir:
Müfessirler, 77 nci ayet hakkmda ş öyle diyorlar: Mekke'de Allah
Elçisinin sahabilerinden baz ıları, kendilerine yap ılan zulüm ve eziyet-
lere karşı koymak için izin istemi şler, o da onlara :"Henüz savaşmak için
emir almadım" diyerek sabretmelerini ö ğütlemiştir. Hieretten sonra
cihad farz k ılmmea bazı müslümanlara sava ş ağır gelmiş , korkaklık gös-
termişler, bu ayet bunlar hakk ında inmiştir.

Başka rivayetlere göre bu korkakl ığı gösterenler, ilk müslümanlar


de ğil, münafıklardır. Bu ayetlerin, münâfıklar ile baz ı zayıf yaratılış -
lı kimselerin tutumlarını tasvir etti ği muhakkaktır. Yukarıdaki ayetler-
de, onların sava ş karşısındaki durumu tasvir edilmi şti. Burada da onla-
rın ve onların olumsuz propa ğandalarına kanan baz ı zayıf müslümanların
tutumu anlat ılmaktadır. Nitekim Muhammed Suresinin 20 nei âyetinde
de yüreklerinde ku şku olanların korkaklıklarına iş aret edilmektedir:
"Hükmü aç ık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, yüreklerin
de hastalık olanların, sana, ölümden bayılıp düşen kimsenin bakt ığı gibi
baktıklarını görürsün.."
Mekke'de sava ş mayı istedikleri halde Medine'de sava ş farz kılı-
nmea ilk müslümanlardan baz ılarmm korkakl ık ettiklerine dair olan
rivayet do ğru görüamemektedir. Çünkü bu ayetlerin kesin olmamakla
beraber Uhud Sava şından sonra inmiş olması kuvvetle niuhtemeldir.
Cila': 5, Sure: 4 593

Oysa ilk müslümanlar Bedre cesaretle. gittikleri gibi, ondan önce de


birçok seriyyelere gönderilmi şler ve hiç çekinmeden gittikleri yerde kah-
ramanca sava şmışlardır. Muhammed Cemâlu'd-din, el-Rsimi de bu
âyetlerin, münafıklar hakkında inmiş olduğunu birkaç delil ile ispat
etmektedir.
78 nci âyet, sava ştan kaçmakla ölümden kurtulrnannı, mümkün
olmadığını , va'desi yeten kimsenin nerede olsa ölece ğini belirtmektedir.
Savaş a giden, eceli gelmedikçe ölmez. Sava ştan kaçan da eceli gelmi şse
ölümden kurtulamaz. İnsan talıkim edilmiş beton binalara, demirden
yapılmış, kurşunla kaynatılmış köşklere de konsa yine ölüm onu orada
yak alar.
Yüreklerinde ku şku hastalığı bulunan kimseler, bol r ızık, bereket,
zafer gibi sevindirici bir şey elde ettiklerinde bunu Allah'tan bilmi şler,
e ğer ba şlarına kıtlık, yenilgi veya benzeri bir üzücü olay gelmi şse bunu
Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ın, yüzünden bilmişler: "Bu senin tedbir-
sizliğin, uğursuzluğun, yüzünden dinimizden ayrılıp senin yoluna uy-
duğumuzdan ötürü ba şımıza geldi!" demi şlerdi. Oysa iyi kötü her şeyi
yaratan Allah't ır. Bunlar, düşüncesizliklerinden, söz anlamamalarmdan
dolayı böyle konuşmaktadırlar.

Bilmiyorlar ki bu dünya, bir sınav dünyasıdır. Cenabı Hak, çe şitli


olaylarla insanlar ı denemekte, ruhlarını böylece pişirip olgunlaştırmak-
tadır. Ba şlarına gelen iyiliği Allah'tan bilip kötülü ğü başkasma yük.le-
rnek cehalettir, Allah'a imans ızlık iş aretidir. Allah dilemedikçe hiçbir şey
vukubulmaz.

Hem hiç peyğamberde uğursuzluk olur mu? E ğer uğursuzluk varsa


kendilerindedir. Başlar ına kötülük gelmi şse bunun sebebi, kendi günah-
lar], söz dinlememeleridir. İşte 79 ncu âyet, bu gerçe ği belirterek: "Ba-
şına gelen iyilik Allah' ın lâtfundandır. Başına gelen kötülük de kendi nef-
sinden, yani kendi günah ından, hatândan ötürüdür." buyurmakı adır.
Gerçi herşeyi yaratan Allah't ır. Ama ba21 işlerin yarat ılmasında insanın
iradesinin etkisi vard ır. İnsan iyiliği isterse Allah iyiliği yaratır, kötü-
lüğü isterse Allah kötülü ğü yaratır. Fakat insan, kötülü ğü istediği
için sorumlu olur.
Bütün olaylar, Allah tarafındandır, hepsi Allah'tandır. Fakat insan
iradesine bağlı işlerin vukuunda insan ın arzusunun,, çabas ının veya
kusurunun etkisi vard ır. Bundan dolayı bazı kötü işler, insan ın kendin-

1 Tefsfru'l-Irtsiml, V. 1400
594 Nis8' Suresi

den, kendi arzusundan, aczinden veya kusurundand ır. İnsan bilerek


veya bilmeyerek bir şeyin olmasmı ister, çok arzu eder. Fakat i şin iç-
yüzünü bilmedi ği için istedi ği şeyin, kendi hakkında gerçekten hayırlı
olup olmadığını bilemez. İnsanın istedi ğini Allah yaratır. Ama hazan
insanm çok arzu etti ği şey, kendisi hakkında kötü sonuçlar do ğurur.
Bunun sebebi, insanın kendisidir Çünkü kendisi onu arzu etmi ştir. İş-
te Cella)» Allah, bu gerçe ği anlatmak için 79 ncu ayette: "Başına gelen
iyilik Allah' ın lâtfundandır, başına gelen kötülük de kendindendir, kendi
hatân, günahın yüzündendir." buyurmuştur.
Şu dünyada sürekli s ınavdan geçirilmekte olan insan, yapt ığı gü-
nahlardan ötürü dünyada da cezaland ırılır. Nitekim yüce Allah: "Ba-
şınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yapt ığı (işler) yüzünden-
dir. (Allah, i şlediklerinizin) birçoğunu da affeder.'", "İnsanların elleriyle
kazandıkları (günahlar) yüzünden karada ve denizde fesat ç ıktı . Belki
dönerler diye, (Allah, böylece) onlara, yaptıklarının bir kısmını taddırı-
yor."2 buyurmuştur. Bu ayetler de gösteriyor ki insanlar ın ba şlarına gelen
birçok olaylar yapt ıkları hatalarm, günahlar ın bir cezasıdır. Ama Al-
lah, insanların kusurlarından birço ğunu affetmektedir. Katade'nin mür-
sel olarak rivayet etti ği bir hadiste: "Kişinin ayağını yolun t ırmalaması,
ayağının sür çmesi, damarım,' seğirmesi, hep kendi günah ı yüzündendir.
Allah'ın affettiği (günahlar) ise daha çoktur."3 buyurulmuştur.
Ebu Musal-Eş 'arVnin torunu Bubi, vaktiyle çok asade bir hayat
yaşarken, sonradan ikbali idbara dönmüş, Kafe'de kendi evine hapsedil-
miş . Onu bu halde gören bir ihtiyar:
"— Ey Bilâl, demiş , sen bizim yanımızdan geçerken yol temiz ol-
duğ u halde burnunu tutup geçerdin. Şimdi bu haldesin ha! ?"
Bilâl, babası Ebu Bürde'nin, kendi babas ı Ebu Müsâ'l-E ş'ari'den
duyduğu şu hadisi anlatarak cevap vermi ş : "Allah' ın Resulü şöyle bu-
yurdu : Kula eriş en bir musibet, büyük küçük bir felaket hep kendi günah".
yüzündendir. Allah' ın affettikleri de daha çoktur." 4 Buharı*. ve Müslim'in
rivayet ettikleri hadis de yukar ıdaki hadisleri teyid etmektedir: "Nef-
simi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki mü'mine eri şen hiçbir tasa,
üzüntü, s ık ıntı, hattâ vücuduna batan hiç bir diken yoktur ki Allah, onunla
o kimsenin günahların'. affetmesin.'", "Müslümana erişen hiçbir yorgun-
1 Şura Suresi: 30
2 Rum Suresi: 41
3 Ilin Kesir, I. 528
4 TirmiM, Tefsir, 44
5 Müslim, Birr, b. 14, h. 45-52
Cüz': 5, Sure: 4 595

luk, ağ* rı , tasa, üzüntü, eziyet, keder ve aya ğına batan bir diken yoktur ki
Allah, onun sebebiyle müslüman ın günahlarından bir kısmını affetrnis
olmasın!'"
Dünyada birçok i şler vardır ki ba şlangı çta insanın soruna gider
.ıı
ama sonu, kendisi için hay ırlı olur. Kulun ba şına gelen s ıkıntılardan bır-
çoğu da onun aleyhine de ğil, lehinedir. Ya dünyada, ya da âhirette.
Seyyi'e, genel olarak insanın hoşuna gitmeyen üzücü şeylere denir.
Birçok zahmet ve me şakkatler, sonunda sevinç do ğurur. Nitekim müs-
lümanların, başlangıçta çektikleri s ıkıntılar, sonunda zaferler, bolluklar,
bereketler do ğurmuştur. Onlar dünyan ın en ileri ve müreffeh toplumu
olmuşlardır. " İnsan çekti ği sıkıntı kadar yücelir" demi şler.
78-79 ncu âyetler üzerinde bir hayli kelâm tart ışmaları yapılmıştır.
Kur'ân'ın amacı, bu tartışmaların dışı ndadır. Kur'ân'm burada ne de-
mek istediği gayet açıktır: Herşeyi yaratan Allah't ır. Fakat birçok kötü-
lükler, insanın kendi günahı yüzünden meydana gelir. Bunlar, Allah'tan
kula bir uyarıdır.

".,:w tio- ı
(A
9 o 9• ...
"- 2 - 941 J 'JJ).12:; ,
O O O •• • • • • • •
(A s) 43JL, - - 4..Ü I- J; - e.. 4

L:, J° ;:ff •° ' °1° -c.):"


• °
J' e- • ı
0 3 • e oe 9 •••• .9 4
r4-:••••• d., 1 d) ı o,
o 9 e 9 e —

r
.Ctı l j.... cj °J.,;03 (Ar) ,11-.,i -. I" 0 2°_,5 .,11' "-° -.:3*
-, , , , '-'-' -4_:-.:,_-
5 . _, -,
"1;'<':: ",.i'l Lu ı 5.,..? ‘5,_ i_A3_.t
, 1 „1:..,, , ,!_ı_....J..; ı 'SI
(At) 1/4,_,°_:; '..c,;.:1, 1.. L, ''..C.;:. ı '.w", 4. ıl,:,i:s . -ciLiir 0:,,°L;
1 Buliârl, Tıbbi, 1.
596 Nistı' Suresi

O 0
j 4- 1 • Z-.C. • 4

O 19 0 9 ı • 9...ıı o. O
( }4L5*.
s
(A °) L3_5'
0 1.9-

80— Kim Resule itâat ederse Allah'a itâat etmi ş olur. Kim de yüz
çevirirse (çevirsin), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. 81— "Peki"
derler, ama yanından çıkınca içlerinden birtakı m geceleyin, (senin) söy- .

lemiş olduğunun tersini kurar. Allah, onların geceleyin dü şünüp kurduk-


larını yazmaktadtr. Sen onlara aldırma, Allah'a dayan. (Sana) vekil ola-,
rak Allah yeter. 82— Kur'ân't düşünmüyorlar mı ? Eğer (e) Allah'tan baş-
kası tarafindan (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bu-
Juı lardı . 83— Onlara, güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar.
Halbuki onu Peyğambere ve aralarında buyruk sahiplerine götürselerdi,
içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin
neyi gösterdi ğini) bilirlerdi. Eğer size Allah' ın lâtfu ve rahmeti olmasayd ı,
pek azınız hariç, şeytana uyardınız. 84— (Ey Muhammed), Allah yolunda
savaş ; sen yalnız kendinden sorumlusun! Inananları da (savaş a) teşvik
et. Umulur ki Allah, kâfirlerin gücünü karar. Allah'ın gücü şiddetli ve
cezası daha çetindir. 85— Kim güzel bir (işe) aracılık ederse, onun da o
işten bir payı olur. Kim kötü bir (işe) aracıhk ederse onun da o işten bir
payı olur. Allah, herşeyi gözetip kar şılığını verendir.

Tefsir:
80 nci ayette Resule yani Allah'm Elçisine itâat edenin, Allah'a
itâat etmi ş olacağı belirtilmelZtedir. Çünkü Elçi, Allah'tan ald ığmı
insanlara duyurmaktad ır. Emirleri, vahiy veya ilhama dayanmaktad ır.
"O, havadan konuşmaz. Söyledikleri, kendisine vahyedilmektedir. El- "1

çiye itâat, onu gönderene itâattir. Ondan yüz çeviren de, günahm ken-
ı
disi yüklenir. Elçinin görevi, sadece duyurmad ır, o insanların başına
dikilmiş bir bekçi de ğildir.
81 nci âyette yüce Allah, yine baz ı münafıkların durumunu anlat-
maktadır. Bunlar, Allah'ın Elçisinin. kar şısında "Buyru ğun ba ş üstüne"
diyor, itâat eder görünüyorlar, fakat onun huzurundan ayr ıldıktan
sonra ondan duyduklarını değiştiriyorlar, geceleyin kendi aralar ında
Resulün söylediklerinin tersine şeyler kuruyorlard ı . Onlar, bu yapt ık-
larını kimsenin bilmeyece ğini sar_ıyorlardı . Çünkü yürekten inanmam ış-

1 Necm Suresi: 3-4


Cüz': 5, Sure: 4 597

lard ı . Eğer yürekten inansala ı d ı, içlerinden geçen her şeyi Allah'ın bil-
diğini ve kötü dü şüncelerini, gerekti ğinde Elçisine de bildirece ğini dü-
şünür, böyle kötü şeyleri içlerinden geçirmezlerdi. Allah, onları n neler
düşünüp neler kurdu ğunu, kendi yöntemiyle yaz ıp tesbit etmektedir ve
bu füllerinden ötürü onlar ı hesaba çekecektir: Yüce Allah, onlar ın ge-
celeyin gizli planlar kurduklar ını Elçisine haber verdikten sonra onlar ın
yaptıklarına aldırmayıp Allah'a güvenmesini, Allah'ın kendisine yeter
olduğunu bildirmektedir.
82 nci ayet, Kur'an Kerimi iyice dü şünüp ondaki hikınetleri an-
lamayan kimseleri kmamaktadır. Kur'ân'ı derin derin düşünüp incele-
yenler anlarlar ki onda birbirini tutmayan, gerçeklere ters dü şen hiçbir'
söz yoktur. Ba ştan sona bütün söyledikleri birbirine uygun, birbirini
destekler niteliktedir. Frans ız bilginlerinden Paris T ıb Akademisi Cer-
rahi Klinigi Başkanı Dr. Maurice Bucaille (Moris Bukay), Kur'an?' ba ş-
tan sona incelemi ş , kıssalariyle, kainattan bahseden ayetleriyle, bütün
hükümleriyle Kur'ân' ın tamamen iline uygun oldu ğunu, onda gerçek-
lere aykırı düşen bir şey bulunmadığını söylemiştir. Onun bu konuda
Cezayir'de 1978 yılının Eylül ayında akdedilen Onikinci Islam Dü şün-
cesi Kongresinde verdi ği "Mukaddes Kitaplar ve Ilim" adl ı konferansı
cidden ilginçtir. Bu ilim adamı, "Kur'ân'ın indiği tarihte yetişen bir in-
sanın, bu ilmi gerçekleri bilmesine imkün yoktur. Bunlar, ancak Allah' ın
sözüdür". Büyük ölçüde insan elinin kar ıştığı Tevrat ve İncil'de birbirini
tutmaz, gerçeklere ayk ırı şeyler çoktur. Ama Kur'ân'da onların içerdiği
hataların hiçbiri yoktur. çünkü Kur'ân'a insan eli karışmamıştır. O,
Allah'ın kelâm ıdır." diyordu. E ğer Kur'an, Allah'tan ba şkasının sözü
olsaydı, ancak o zamanki insanın bilebileceği ş eyleri ihtiva eder ve za-
manla bu bilgiler eskir, geçersiz kal ırdı . Birçoğunun da yanlış olduğu
ortaya çıkardı. Insanların geceleyin herkesten uzak, kendi aralar ında
gizlice düş ünüp kurdukları şeyleri haber veremezdi. Ama Kur'an, hem
insanların gizli gizli yaptıkları işleri haber vermekte ve bu sözleri ger-
çeğe uygun düşmekte, hem de kainat ın yaratılışı, insanın ve canhlarm
ortaya çıkışı , tabiat yasaları hakkında söyledikleri, hiçbir zaman eski-
memekte, ilmin verilerine tamamen uygun dü şmektedir. Bunun tek izah]
vardır: O da Kur'ân' ın Allah'ın vahyi, Allah'ın kelâmı oluşudur.

83 ncü ayet, duyduklar ı bir haberi anlayıp dinlemeden hemen ya-


yanlar hakkındadır. Bunlar sava ştaki müslümanların iyi veya kötü du-
rumu hakkında bir haber alır almaz hemen onu yayarlar. Halbuki böyle
durumlarda duyulan haberi önce, Pey ğambere ve buyruk sahibi ki şi-
lere iletmeleri gerekir. Peygamber veya buyruk sahipleri, gelen haberi
598 Nisa' Süresi

gözden geçirirler, do ğru olup olmadığım kontrol ederler. E ğer yayıl-


,

masmda sak ınca yoksa yayarlar, yay ılmasmda sakınca görürlerse bunu
kimseye söylemezler. Haberin yay ılması, hazan müslümanlar ın moral
bozukluğuna sebeb olur. Kötü propaganda, özellikle sava şta olumsuz
etkiler yapar. Duydukları haberi hemen yayanlar, baz ı müslümanların
zayıflamasına, düş manın da ınoralman güçlenmesine sebebolur. Demek
ki duyulan haber, önce müslümanlar ın yetki ve buyruk sahiplerine
götürülmelidir. Onlar, haberin gerçek niteli ği hakkında karar verirler.
istin14 : Kazılan kuyudan ilk suyu çıkarmaya denir. Çözümü is-
tenen bir meseleyi derinlemesine inceleyerek bir hükme varma ğa da
istinbâ t denmiş tir. Duyulan bir haberi ara ştırmadan yaymak, günaht ır.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her duyduğunu söylemesi, ki şiye günah olarak
yeter!"' buyurnı u ştu- r.

84 ncü ayette yüce Allah, Resulüne, yaln ız kendi nefsinden snrumlu


olduğunu, tek ba şına da olsa Allah yolunda sava şmasını ve mü'minleri
de savaş a teşvik etmesini emretmekte: "Umulur ki Allah, kâfirlerin bas-
/anını, şiddetini k ırar. Allah'ın baskılı ve cezas ı daha çetindir!" buyur-
m aktadır.
85 nci ayet, iyi bir i şe şefâet edenin, ondan bir pay alaca ğını, kötü
bir işe ş efaat edenin de ondan bir pay alaca ğım bildirmektedir. Şefaat,
şefe kökündendir. şef, yaln ız kalan şeye yardım etmek, ihtiyacı olanın
yanına gidip o yalnızı çift yapmak yani ona yard ımcı, destek olmaktır.
Burada genellike bir işin yapılmasına yardı mcı olmak anlamınadır.

Bu ayet de daha önceki sava ş ayetleriyle ilgilidir. Bundan önceki


ayette Resule, tek ba şına da olsa Allah yolunda savaşması emrediliyor.
Burada da mü' ıniııler, Allah yolunda sava ş a yard ımcı olmaya, Resulün
yanında bulunmaya te şvik edilmektedir. Yüce Allah buyuruyor ki:
"Ey Muhammed, kim sana ve ashabma kat ılarak Allah yolunda sava ş a
yardımcı olursa bu güzel i şten sevabını alır. Kim de sava ştan geri kal-
makla, ya da küfür ehline kat ı lmakla küfre yardımcı olursa o da bu kö-
tüliikten ceza görür."

Mücahid, buradaki şefâatin, insanlar ın birbirlerine arac ı olmaları


anlamına geldiğini söylemiştir. Aracılık etmek de bir i şin yapılmasına
yardımcı olmak demektir. Kim iyi bir işe aracılık eder, yardımcı olursa
o yapılan iyi iş ten kendisi de pay alir. Kim de kötü bir i şe aracı olursa,
o da o kötü işten bir pay alır.

1 Müslim, MulFaddime, h. 5
Caz': 5, Sure: 4 599

İyi bir iş için başkasına yardımcı olmak sevaptır. Zemahşeri şöyle


diyor: "Güzel şefaat, müslümanın hakkına riâyet edilen, ondan bir kö-
tülüğü sayan, ona hayır getiren, s ırf Allah rızksı için yapılan, rüşvet
ahnmayan şefkattir. Şefkat, ancak caiz olan şeylerde olur. Allah' ın
koyduğu cezaların kaldırılması için şefkat olmayaca ğı gibi başkasının
hakkına zarar verecek şeylerde de şefkat olmaz. Kötü şefkat ise bunun
tersine olan şeylerdir. Yani haks ız, günah olan i şlere aracılık yapmak,
rüşvet abliaktır. Mesrük, birisine arac ılık etmişti. Aracılık yaptığı adam,
kendisine bir ckriye hediye etti. Mesruk k ızdı, câriyeyi reddetti ve:
"Yüreğinde olanı bilseydim, senin işinin olması için bir kelime dahi
söylemezdim. Art ık bundan sonra senin i şin hakkında hiçbir şey konuş-
mam." dedi."'

Güzel i şlere şefkat etmeyi öven Allah' ın Elçisi, bir menfaat için
aracı olmaya karşı da insanları şiddetle uyarmıştır: "Kim bir müslü-
inan kardeşine şefkat eder de şefkat ettiği kimse, kendisine bu yüzden bir
hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günah kaplar ından birine
gelmi ş olur."'
Allah'ın Elçisi (s.a.v.), huzuruna bir ihtiyaç sahibi geldi ği zaman
yanında oturanlara: ",Şefkat ediniz, sevab al ırsınız. Allah, pey ğamberinin
dilinden, dilediği hükmü verir." derdi,'
İbn Abbas'ın anlattığına göre Muğis adında siyah bir köle ile evli
olan Berire, kocasına gitmek istemiyor, kocas ı ise kadının çevresinde
dönüp ağlıyor, yaşları sakahndan akıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.)
Berire'ye:
— Ona dönsen iyi olur, dedi. Berire :
— Ya Resultıllah, bu bir emir mi? diye sordu. Hz. Peygamber:
— Hayır, sadece şefkat ediyorum, dedi. Berire :
— Benim ona ihtiyac ım yok, dedi." 4
Resulullah'ın, birçok hadislerinde buyurdu ğu gibi müslüman kar-
deşine yardım eden, onun bir ihtiyac ını karşılayan kimseye Allah yar-
dım eder. Fakat bu yard ım, başkasının hakkına zarar verir, haks ı zhğa
sebebolur, adâletsizli ğe yol açarsa iyi yardım değil, kötü şefkattir,
günahtır.

1 el-Keşşâf' an halsti'iVit-Tenzil ve f I. 377, Bulak, 1318


2 Ebti Davad, Buyac, b. 82
3 13uhari, Zekât, b. 21
4 Buhar", Tula, b. 16
600 Nistı' Sures

•••••', ••• • .5 ==
4 1..4 .3 jj 1 I I .5 I j
-• e
4 ;-A3 ı s/ 'acı ı•

.1,,o I L> j 4 4.-i Jı
(A v) tib 433 ►

86— Bir selam ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle
selam verin, yahut verilen selam ı aynen iâde edin. Şüphesiz Allah, herşeyi
hesaplayandır. 87— Allah ki O'ndan başka tanrı yoktur. Sizi mutlaka k ı-
yamet gününde bir araya toplayacakttr. Bunda şüphe yoktur. Allah'tan
daha doğru sözlü kim olabilir?
Tefslr:
86 ıleı ayette, talı iyye'ye daha güzeliyle kar şılık verilmesi emredil-
mektedir. Talıiyye, birine hayat dilemek, sa ğlık temelini. etmektir. İs-
lâmdan önce Araplar kar şılaştıkları zaman: "1.-1-ayyâkellah : Allah sana
ömür versin" şeklinde selâmla şırlardı . İslam gelince bunu de ğiştirdi ve
asıl bu sözün adı olan tabiyye, bundan böyle selâmın adı oluverdi.
Selam, insanların birbirlerini sevmelerinin ilk ad ımıdır. Herkese
selam vermek, verilen selam ı en güzeliyle almak Islam ın emridir. Çünkü
selam, birçok kırgmhkları giderir. Selam sözünden yüreklere sevgi s ı-
zar.
Savaş durumuyla ilgili olan ayetler aras ına selam ayetinin konması,
islamın asıl amacının barış olduğunu gösterir. Yüce Allah, dü şman dahi
olsa her selam verenin selânum almayı, barış isteyenle barış kurmayı,
dostluk isteyene ondan daha güzel bir dostluk kelimesiyle kar şılık ver-
meyi emretmi ştir. Tefs'irlerde anlat ıldığma göre müslümanlardan biri,
kendisine selam veren kimseyi, mal ını almak için "Sen müslüman de-
ğilsin" diyerek öldürmüş , bunun üzerine "Dünya malı için, size selam
veren kimseye, sen müslüman de ğilsin, demeyiniz" mealindeki 94 ncü ayet
inmiştir.
İşte bu ayette de sava şta da olsa selam vererek dostluk gösteren
kimseye düşmanlık edilmemesi, ona, onun selâm ından daha güzel bir
selam ile mukabele edilmesi buyurulmaktadır.
Selam, insanların birbirleriyle dostluk kurmalarma, tam şmalarına
vesile olur. Hasan Basrrye göre selam vermek nâfile, selam ı almak farz-
dır. Verilen selam ı, ondan daha güzel bir sözle veya ayn ı kelimeleri°
almak Allah'm buyru ğudur.
Cliz': 5, Sure: 4 601

Kur'ânı Kerim, selam sözlerini belirlemi ştir. Buna göre müslüman-


lar, "Selâmun caleykum : barış , huzur, eSenlik sizin üzerinize olsun"
veya laml ı olarak "es-selamı caleykum" şeklinde selam vereceklerdir.
Her iki şekilde de selam verilebilir ama Razrnin de dedi ği gibi lamsız
olarak "Selâmun caleykum" demek daha efdaldir. Çünkü meleklerin,
mü'minlere selamı, "Selâmun (aleykurrı"' ş eklindedir. Kur'an' Kerim'de
cennet ehlinin birbirlerine selam ı da lamsız olarak anlat ılır:
"r)L. : Onla■ ın orada tahiyyeleri, selâm'dır."2 Yüce Allah'ın,
kullarnı,a selamı da yine lânısız clarak anlat ılmıştır:" y )k- _, v.,; (
:Çok merhametli Rabden sözlü olarak selam."' İbrahim Aleyhrsselam,
babasına ; " : Selüm sana, senin için RabVme
istiğfar edeceğim."4 derken söyledi ği selam sözü lamsızdır. Ayetlerde
selam sözü, ço ğunlukla lamsız geçtiğindan dolayı müfessirler, 'anı -
m olarak "selâmun caleykun ı" şeklinde selam vermenin daha efdal ol-
duğunu söylemişlerdir.5
Karşılaşılan herkese selam verilir. Yolda kar şılaşıp selâmlaştıktan
sonra araya bir engel girip tekrar kar şılaşıldığın.da yine selam vermek
sünnettir.
Müslüman ın, kitap ehline selam vermeyip onlar ın selamını alaca-
ğma dair bazı hadisler varsa da bunlar ın, Hz. Peyğamber'e ve müslüman-
lara karşı kötü niyyetle hareket eden, selam kelimesini geveleyip ölüm
anlamına gelen sem/ şekline sokarak söyleyen o zamanki yahudiler hak-
kında olduğu, bu hadislerin söyleni ş şartlarından anla şılmaktadır. Al-
lah'ın Resulü şöyle buyurmuştur:
"Yahudiler size selam verdi ği zaman içlerinden biri : es-sâmu caleyk
(ölüm sana) derse, siz de ve caleyk (sana da) deyiniz." 6
Hz. Aişe diyor ki: "Yahudilerden bir topluluk, Allah' ın Elçisinin
yanına geldiler, 'Es-sâmucaleyk' dediler. Ne dediklerini anladım, 'ölüm
site, lanet sizin üzerinize olsun' dedim. Allah' ın Elçisi : 'Aişe, dedi, Allah
her işte yumu şak huyluluğu, merhameti sever.' Ya Resulüllah, ne dedik-
lerini duymadın mı ?' dedim. Ben de onlara 'Ve `aleykum : size de dedim
ya' buyurdu."'

1 Nahl Suresi: 32, Zümer Suresi: 73


2 Yunus Suresi: 10, Ibrahlm Suresi: 23, Akzab Suresi: 44
3 Ytıshı Suresi: 58
4 Meyrem Suresi: 47
5 Rılzi, Meffıtlhu'l-ğayb, III. 410
6 Bublıri, Isti'aân, hah keyfe yuraddn' ara esselfun, Müslim, Selam, b. 4, h. 8
7 Butıari, Istrifin, aynı lıfılı : Müslim, Selam, b. 4, h. 10
602 Nisa' Suresi

Bu rivayetlerden anla şılıyor ki Allah' ın Elçisi, içi kin dolu, kendi-


lerinden olmayanlara ölüm dileyen kimselere önce selam vermemeyi,
onlar verince' "size de" diyerek selam ı iade etmeyi buyurmu ştur. Bu,
o içi kin ve düşmanlık dolu insanlar hakkındadir. Yoksa hangi dinden
olursa olsun Allah' ın kullanna selam vermeyi menetmemi ştir. Çünkü
ayetin lâfz ı mutlaktır, geneldir. Herkesin selaırum daha güzeliyle almayı
emretmektedir. Yüce Allah, burada müslüman olana selam verin, ol-
mayana selam vermeyin demiyor. Herkese kar şı en iyi biçimde i şlem
yapmayı emrediyor.
Abdullah ibn Abbâs: "Mecû'si de olsa, Allah' ın bir yaratığı size
selam verince, onun selam ını alınız." demiştir. 1 Ş a'bi, kendisine selam
veren bir hırıstiyana: "Ve aleykumusselam ve rahmetullah" diye cevap
vermiş . Hınstiyana Allah' ın rahmeti dilenir mi diyenlere: "Zaten Al-
lah'm rahmetinde ya ş amıyor mu?" denıiş .2 Allah'ın Resulü, Yahudiler-
le müslümanların karışık oturdukları bir topluma selam vermi ştir.'
Yalnız müfessirler, müslüman olmayanlara selâmun caleykum ye-
rine "Encamellâhu şabaltak : Allah sana nimeti bol sabahlar versin!"
yahut: "Şabbabte bi'l-ttayr : hayırlı sabahlar" şeklinde selam vermeyi
daha uygun buluyorlar.
Allah'ın Resulü, selam konusunda şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki inanmad ıkça cen-
nete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe inanm ış olmazs ınız. Yapt ığınız
zaman birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi size? Birbirinize selam
vermeyi yayg ın hale getiriniz."4
"Hangi amel daha hayırlıdır?" sorusuna Allah'ın Resulü şöyle bu-
yurmuştur: "Yemek yedirirsin ve tan ıdığına, tanımadığına selam verir-
sin ."5
"Biriniz müslüman karde şine rastladığında ona selam versin. İkisi
arasına bir ağaç, duvar, ya da taş girince tekrar karşılaştığında ona se-
lam versin."'
"Binek üzerinde olan yürüyene, yürüyen oturana, azl ık çokluğa,
küçük büyü ğe selam versin." 7
1 Taberi, V. 189
2 Razı, Meffitibu'l-ğayb, III. 411
3 Tirmizi, isti"ian, 13
4 Müslim, Iman, b. 22, h. 99; Ebû Davûd, Selam, 1; Tirmial, Isrti'In, 43
5 Buhari, Iman, 6, Isti'Z'an, 9; Müslim, İ man, 63; Ebû bay-3d, Edeb, 131;..
6 Ebû bâvûd, Edeb, 135
7 Bulgari, İsti'İSn, 5; Ebû Davûd, Selam, 4; Tirmig, Istrzan, 14
Cüz': 5, Sure: 4 603

"Enes söyle demi ş Peygamber (s.a.v.) bana, 'Oğlum evine gitti ğin
zaman selam ver, sana ve ev halk ına bereket olur' buyurdu."'
Allah'ın Resulü, çecuklara ve kad ınlara da selam verirdi? Yürüyen
cemaatten sadece birisinin selam vermesi, oturanlardan da sadece birisi-
nin alması kafidir. 3 Allah'ın Resulü, karşı laş an iki müslümandan, önce
selam verenin, Allah'a daha yak ın olaca ğını bildirmiş ,4 bir meclise gi-
rerken, çıkarken selam vermeyi emretmi ştir.5
Hutbede, açıktan Kur'an veya Hadis okunurken, ilim ö ğretilirken,
ezan ve kamet esnas ında verilen selâma cevap verilmez. Tuvalette
olana, banyoda ç ıplak bulunana selam verilmez.
Selman-i Farisi'den rivayet edilen bir haberde Hz. Peygamber-
(s.a.v.)e bir adam geldi:
— Esselâmu caleyke ya Resûlâllah, dedi. Allah' ın Elçisi:
— Ve <aleyke's-selam ve ralımetullah, diye cevap verdi. Bir ba şka
adam geldi,
— Esselâmu caleyke ya Resûlallah ve ralımetullah, dedi. Allah'ın
Elçisi de:
— Ve caleyke's-selam ve ral?metullâhi ve berekatuh, diye kar şılık
verdi. Daha sonra bir ba şkası geldi:
- Esselâmu caleyke ya Resaallah ve ralı metullâhi ve berekâtuh,
dedi. Allah'ın Elçisi, buna sadece:

— Ve caleyke, dedi. Adam:

— Ey Allah'ın peygamberi, annem babam sana feda olsun, falan


falan sana selam verdiler, onlar ın selamını benimkinden fazla sözlerle
aldın? dedi. Allah'ın Elçisi:
— Sen bana fazla söz b ırakmad ın. Yüce Allah: "Bir selam ile se-
lamlandıgınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selam verin, yahut onu
aynen iâde edin." buyurdu. Biz de senin selamını aynen iade ettik, de-
di6.

1 Tirmi21, Isti'ztın, 10
2 Ebil Dâvfid, Seltun, 6, 7; Bubari, Isti"zân, bâbu't-teslimi calâ'e- şıbyfin, bilbu teslinn'r-
rieâli caltı'n-Msff; 8, 9
3 Ebu blivâd, Selâm, bâbu mtı efi'e fî raddil-vfıbid..
4 Tirmi4 Istr2tm, 6; Ebil Dtıvild, Seltım, 3
5 Tirmi21, Istr2ân, 15
6 Taberi, V. 190; /bn Kesir, I. 531
604 Nisa' Suresi

Herkesin mutlaka kıyamet gününde toplanaca ğını, bugünün ola-


cağıııda asla şüphe bulunmadığını bildiren 87 nci 'ayetin anlamı açıktır.
Allah'ın kelâmı olan Kur'an, kıyametin mutlaka vukubulaca ğını , Al-
lah'ın insanları o gün bir araya toplayaca ğını haber vermektedir. Allah,
böyle haber verdi ğine göre kıyametten şüphe edilemez. Çünkü Allah'-
tan daha do ğru söyleyen yoktur. O halde insanlar, Allah' ın adâletini
düşiinmeli, yaptıklarından mutlaka hesap vereceklerini bilerek hareket
etmelidirler. Bu ayet, s ırf dünya mal ı veya intikam için bir insana sal-
dıran, hakka tecavüz eden kimselere kar şı bir uyarıdır.

er)+ '.5.)41:,
o .... .9 O .9 o , o 9o o ..- .9
Cy. I c:k3
' j..1005iı? 43,3 j.94; 4).4 4:3 (.3 1 ()

-.)) 1.<--"--1
- .i):;-. -- 'Ç5 ' ).,'ijı°—<--; '' 3 1 .,4. -J (") (,(-..0 5,0 ".k.>.:;
, ..- İ . , o ..•İ oAo İ J ....
,--. so İ .-
C £1.11 J...A:, 4.3 I j i .›-1-4...ı. (.9:,-,
* - c.L..3,
. I rik.,:,-.4 I j .1...›.e." -)LO ı: 1 .,-...0
- - -.... ..- ..
.9 .9 ...
L,
P. z--- 09
bk;0....Z.f5/ i .P0 j...0.; Lfir i
r
..s.ft• -

- ii o, esı
4, ...L.,.. e.> ik..::9 I j
'of.- o, 0:ı r 0
ejt9 ..9 .kesb..3 . jj U
" O .. •"-. "-- o ..9 o
° 7...):: ° :i d i .-) >1,42:> .- '\ - ....
eti-
"o
e-fr...........■-ı. j
O-3° 3' , , 1.... O 1 a 9 9 9 .31 O , , O, .9" , , 131 . i 9,
, 0 ...
ri..;■1::; 12,y (...) I 3'1!.. ...) ...9 ..ı...,,, ,.Z.J. j..4_,- ._,5*--_, ı_,......:;1 0C,, :w

G° 3:720 ft - °-- I 91-12:2_,


J , ‘ °e-r•-•.)-°
C2 ° .<-1 .:..CP ° il :J ',II -,-t-z:.3 ..:1 J° -I
-
e-- -J r- "-
- ..- .. ... 7; ..9 ...4 o .- o ..-
_S,..i_I ıj_;:i-•ı _, •..5-
.9 fi Or ı 0.9 fi /re
c j-*-. LJ .i.....n 'L; eli e_SJ_J 3_:_pl 3._t:ı
°<:)-1 -,.• );..ki.,__' "‘..,..,..;.
, T -.) j'..t..›.-;::,
..• - (i.) k., A-
-

:.•
_,.. ° °Ip Qe'_<-_-1 ',Cul
..-:
) s ,'I .,c..
ıi_, -
.°: _-Li> ( -jı ıi.›') "ı:_ıfi_.< c rt--4
" - °,3 I '_:,-..
9 .°-_ 1,, . -- ,°'s
4-- '.
J"--..°1._-_!.
:3 9 .9 .9 0 ı .9 • .9 ı e ! 9 -- • ... o ... o .-

li.i1...‹..J. .., e.1.....11 e__<-1 I 1.iıi_,. j eS",,J j.._:,,......? eJ ,...) Li c


o 5‹...a c 213 .9 o9 r ıj o 9 J.9£9 :,..2.4 0

-7 -7

) C12.:(7-.,J •

88- Size ne oldu ki münafiklar hakk ında iki gruba aynlıyorsunuz?


Oysa yaptıkları işlerden dolayı Allah onları başaşağı etmi ştir. Allah'ın
saptırdığını, doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Allah birini sapt ırırsa
artık onun için bir yol bulamazs ınl 89— Sizin de kendileri gibi inkâr et-
menizi istediler ki onlarla bir olasımz. 0 halde onlar Allah yolunda göç
Ciiz': 5, Sure: 4 605

edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları


yakalayın, nerede bulursanız öldürün ve onlardan ne 'dost, ne de yardımcı
tutmay ın! 90— Ancak aranızda aıttlaşma bulunan bir topluma sığınanlar,
yahut ne sizinle, ne de kendi toplumlariyle savaş»ıak(istemediklerin)den
yürekleri sıkılarak size gelenler hariç. Allah dileseydi, onları sizin başınıza
musallat ederdi, sizinle savaşıı lardı. O halde onlar sizden uzak dururlar,
sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde ya şamak isterlerse, Allah s- ize,
onlara saldırmak için bir yol- vermemi ştir. 91— Başka birtakım insanlar
da bulacaksınız ki, hem sizden, hem de kendi toplumlar ından emin olmak
isterler. Ama ne zaman fitneye götürülseler, ba şaşagı edilip (fitnenin)
içine atılırlar. Eğer onlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde ya-
şamak istemezler, ellerini (sava ştan) çekmezlerse onları yakalayın ve ne-
rede bulursanız öldürün! İşte öylelerine karşı Allah, size aç ık bir yetki
vermi ştir.
Tefsir:
88-89 ncu âyetlerin ini ş sebebi olarak üç olay zikredilir. Birine
göre bu âyetler, Mekke'den göçüp Medine'ye gelen, bir süre orada kal-
dıktan sonra oranın ş artlarına dayanamayı p çöle gitmek üzere Allah' ın.
Elçisinden izin alan ve göçe kona, nihayet gidip mü şriklerle beraber
yaş ayan bazı kimseler hakkında inmiştir. Müslümanlardan bazıları,
"Bunlar müslüman olsalard ı bizimle beraber durur, gidip mü şrikler
arasında yaşamaya raz ı olmazlardı" dediler. Baz ı müslümanlar da bun-
lara kâfir denemeyece ğini ileri sürüp bunlar ı savundular.
Diğer bir rivayete göre Mekke'de müslüman olduklar ı halde mii ş-
riklere yard ım eden baz ı insanlar vard ı . Efurlar, bir ihtiyaçlar ı için
Mekke'den ç ıktılar. Bunların Mekke'den ç ıktıkları nı öğrenen müslüman-
lardan bir grup, bunlar ın üzerine saldırıp korkak dedikleri bu müslü-
manları öldürmeyi teklif ettiler, ba şka bir grup da, müslümanlarla ayn ı
inancı taşıyan ve aynı sözleri söyleyen insanların öldürülemeyece ğini
söylediler. Bu âyetler, buhlar' hakk ında indi
Üçüncü rivayete göre de bu âyetler, Medine'de Abdullah ibn Übey
ibn ba şın ı çektiği münafıklar hakkın dadı r. Bunlar Uhud Sa-
va şına giderken 300 kişi ile geri döndüler. Sonra müslümarılardan bir
kısmı, bu adamların kâfir oldu ğunu, bunları öldürmek gerekti ğini, bir
kı smı da bunlarin kâfir olmadığını söyledi. Bunun üzerine bu âyetler
indi.'

1 Bubari, Tefsir, Nisa' Susesi: bn Ilaubel, V. 184; Taberi, V. 192; Ibn Kesir, I. 532; Razi,
Mefatikı, III. 415
606 Suresi

Buharrnin kaydetti ği bu üçüncü rivayet, ayetlerin sözgelimine


daha uygun dü şmektedir Çünkü ayet (js) ile ba şlıyor. F harfi, bu âyetleri
yukar ıdaki konulara ba ğlamaktad ır. Yukarıda konu, hep Uhud Sava şı,
Medine Yahudilerinin ve münafıklarmın tutumu etrafında dönmektedir.
Demek ki bu ayetler de onlar hakkındadır. Yalnız 89 neu ayette geçen
" U."11, : Onlar hicret etmedikçe" kaydı, üzerinde tartışma yapılan
kimselerin, Mekke'de olduklarını hatıra getiriyor. Ancak buradaki
"Hicret etmedikçe" sözü, savaş için hicret etmedikçe, Medine'den ç ıkıp
peyğambere katılmadıkça anlam ına gelebilir. Bu da, Uhud savaşında mü-
nafıkların, hiç Medine'den çikmad ıklarım gösterir. Muhammed İzzet Der-
veze de bu iki ayetin, Medine münafıkl arı hakkında olduğunu söylüyor'.
Demek ki 89 ncu ayet, müslüman görünüp de güç durumlarda müs-
lümanlara yard ım etmeyen, hattâ onlar ın aleyhine çalışan hainlerin öl-
dürülmesini, onlara güvenmemeyi, onlar ı dost ve yard ımcı edinmemeyi
emretmektedir. Buna göre sava ştan kaçan kimsenin hükmü idamdır.
90 ncı ayette Sava ş ve barış hukukunun esaslarım ortaya ko,yan yüce
Allah buyuruyor ki: Sizinle aralar ında bir andla şma, bir pakt bulunan
bir topluma katılan, yahut size gelip ne sizinle ne de kendi toplumlariyle
savaş mak istemediklerini bildiren, tamamen tarafs ız kalmak isteyen
kimselere dü şmanlık edilmez, öyleleri, kendi hallerine b ırakılır. Allah
dileseydi, bunlar ı da müslümanlara musallat ederdi, bunlar da müslü-
manlara karşı, kendi toplumlariyle birlik olup sava şırlardı . Bunların,
müslümanlarla barış içinde olmayı istemesi, Allah' ın, müslümanlara bir
lütfudur. Öyleyse bunlar sizi bırakır, sizinle sava şmaz ve size boyun e ğer-
lerse art ık bunlara kar şı düşmanca davranmaya Allah müsaade etmez.
Ayetin birinci şıkkında müslümanlarla arasında antlaşma bulunan
toplum ile kasdedilen, Eslâm veya Müdlic Kabilesidir. Hilal ibn Uvey-
mir el-Eslemi, Hz. Peyğamber(s.a.v.)e gelip kendisine isyan etmemek,
ona karşı başkasına yardım etmemek ve kendisine s ığınana da iltica
hakkı tanımak üzre Allah' ın Resulüyle antla şma yapmıştır.2 Müdlic
Kabilesinden Surâka ibn Mâlik'in de, kavmini kendi hali üzre b ırakması ,
kendilerinin de müslümanlara karşı Kureyş 'e yardım etmemeleri, Kurry ş
müslüman oldu ğu takdirde kendilerinin de müslüman olacaklar ı husu-
sunda andla ş ma yaptığı rivayet edilmektedir.
İş are t edilen toplum, hangi toplum olursa olsun, ayet, bir bar ış
esas ı getirmektedir: Bar ış yapılan topluma iltica edenlere de andla şma
hükümlerini geçerli kıldığı gibi, tarafsız kalmak isteyenlere de can gü-
1 et-Tefshu'l-haells, IX. 133
2 MefâtIbu'l- ğayb, I. 418
Cilz': 5, Sure: 4 607

venliği garantisi vermektedir. Demek ki müslümanlara sald ırmayana


saldırılmaz.

Ayeti kerime, müslümanları ; müttefiklerine, _onlara s ığmanlara,


Müslümanlarla sava ş an kimselere mensup olsalar dahi, müslümanlarla
savaş mak istemeyip tarafs ız hareket eden insanlara kar şı savaşmaktan
menediyor. Böylece müslüman olmayanlar siyasi bak ımdan dört grupa
ayrılmaktadır:

1) Antlaş ma yapan (müttefik)ler,(2) Müslümanlar ın müttefiklerine


iltica edenler, 3) Tarafs ızlar. Bu üç zümreye kar şı savaşmak yasaklan-
mıştır. 4) ve düşmanlar. Bunlar, müslümanlarla bar ış antlaş ması yap-
mayan gayri müslimlerdir. Bunlar ın ülkeleri Deır-ı harb sayılır.

Bu ayetin, Tevbe Suresinin: "Haram ayları çık ınca müşrikleri ne-


rede bulursanız öldürün ; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme °ye-
rinde oturup onları gözetleyin. Eğer teybe ederler, namazı k ılarlar, zekatı
verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah, bağışlayan, esirgeyen-
dir."' âyetiyle neshedildi ği, İbn Abbas'tan rivayet edilirse de bu rivayet,
Kur'ân'ın açık hükmüne aykırıdır. Çünkü ande sadakat, Kur'ân' ın te-
mel prensibidir. Tevbe Suresinin be şinci ayeti, müslümanlarla aralar ın-
da bir antlaşma bulunmayan, müslümanların can düşmanı müşrikler
hakkındadır. Tevbe Suresinin, ad ı geçen âyetinden önce ve sonra gelen
âyetleri, müslümanlarla antla şmalı bulunan kimseler, antla şmalarma
sadık kaldıkları sürece antla şma hükümlerine riayet edilmesini emret-
mekte: "Ancak antlaşma yaptığınız mü şriklerden hiçbir şeyi size eksik
bırakmayan, (bütün antla şma ş artlarına uyan) ve size karşı hiç kimseye ,

arka çıkmayanların antlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar


tamamlayın."2 buyurmaktadır. Kaldı ki zimmi'yi hatâ ile öldürene di-
yet, kasden öldürene bir kavle göre iki kat diyet, bir kavle göre de
kısas laz ımgelece ğine dair hadisler vard ır ki fıkıh imamları bu hadislere
istinâd etmi şlerdir. Hz. Peyğamber (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyur-
muştur:
"Kim antlaşmalt olan (barış antla şması yapılmış , kendisine can
güvenliği tanınmış toplum fertlerinden) birini öldürürse cennetin koku-
sunu alamaz. Oysa cennetin kokusu, k ırk y ılda ancak gidilebilecek bir
mesafeden duyulur." 3

1 Ayet: 5
2 Teybe Suresi: 4
3 Bubari, Cizye, 5, Diyat, 30; Elia Davad, Cihad, 153; Tirmizî, Diyât, ]1; Nestt'i, R.astıme,
51; İlm. Mace, Diyat, 32
608 Nisâ' Suresi

Sonuç olarak âyetin hükmü, yukar ıda belirlenen üç grupa da uy-


gulanır. Bunlar fert olsun, toplum halinde olsun fark etmez. Hiçbirisini
öldürmek caiz de ğildir. "Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü ta-
şımaz."' âyeti de suçsuzlara dokunulmayaca ğını bildirmektedir. islâm-
da haksız yere sald ırı yasaktır. "Allah, saldı rganları sevmez."
91 nci âyette de 'yine ikiyüzlü bir ba şka toplumun tutumu anlatıl-
maktadır. Bunlar, müslümanlardan emin olmak, öldürülmekten, esir
olmaktan kurtulmak için Allah' ın Elçisine ve ashabma kar şı müslüman
görünüyorlar, kendi toplumlarma kar şı da onlardan görünü yorlar;
müslümanlarla beraber müslüman gibi davran ıyorlar, kâfirlerle beraber
de kâfir gibi hareket ediyor, onlar gibi putlara tap ıyorlardı .
Miicâhid'in nakline göre bunlar, Mekke halk ından bir gurup idi.
Hz. Peyğamber(s.a.v.)e gelip müslüman görünüyorlar, Kurey ş'e dön-
düklerinde onlarla beraber puta tap ıyorlardı . Böylece her iki 'tarafı
da memnun etmek istiyorlard ı. Tarafs ızlıklarına asla güvenilemeyen
bu kimseler, müslümanlarla sava ştan vazgeçmezler ve onlarla tam bar ış
içinde olduklarını açıkça göstermezler, müslümanlardan ellerini tamamen
çekmezlerse, yaltakland ıkları toplumlara uygulanan hüküm, bunlara
da uygulanır. Müslümanlar, sava ş halindeki kâfir kavimleri gibi bunlarla
da sava şırlar. Şayet bunlar entrikadan vazgeçer, kâfirleri desteklemez,
müslümanlarla barış içinde olduklarını ilân ederlerse bunlara kar şı da
sava şılmaz. Barış isteyenlere bar ış ile karşılık verilir. Islâmın amacı
barıştır.
Savaş sırasında insan, dü şman sanarak hatâ ile bir mü'mini öldüre-
bilir. Sonra öldürdii ğiinün, mü'min oldu ğu ortaya çıkarsa ne olacakt ır?
İşte yüce Allah, bu durumu belirtmek üzere buyuruyor ki:

r. o o
c '51 1 CA;
ıJ o

J-A ° ÇJ -9.1- P °--; Q- A ' (.


.) t--Ç ola
.

.9 9 0 ıa 0 9
3..4
e- Lı-" - 4-)
5 '5
O

'5 e 9 o ,
jo.4

•••

7 j 4_,Lie 1 d 1 j

1 İ sra Suresi: 15
2 Bakara Suresi: 190
Cüz': 5, S ııre: 4 609

O .. O ı e... ,...
' .... .0 O ..• O ıi. 9 .. ..... O ... O .. 0 ....". ı. 0..0

C.F./0
1
4,.J j.. (:)....:«09...! t.....t.h.4 4:)...: J......N M La.4.9 ...k.r.....$. L"....3 4 A...,_.4 .j_A
- „ - ı .. - -
s, %' - - s o e s o . .« o - - ı . , 0. .... .
I ...4-.e.- ',.-.Z..,4 t...-A .3..ıa j..:-.4..! 4.:1_,4 j l") ,-..5.-_,- \.,....r.t, "L■31 ...c.)1:5 -3 c 411
- - -- --
'";
_ 4)A j

(91")
r
} 9

tr.r_p 5.0
92— Bir mü'min, bir mü'mini öldüremez, ancak yanl ışlıkla olursa
başka. Yanl ışhkla bir mü'mini öldüren kimsenin, mü'min bir köle azadet-
mesi ve (ölenin) ailesine de bir diyet vermesi gerekir. Eğer (ölenin âilesi),
bağış/ar(diyetten vazgeçer)lerse başka. (Öldürülen) mü'min, dü şmanınız
olan bir topluluktan ise mü'min bir köle azadetmek gerekir. Ve e ğer sizinle
kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek
bir diyet ve mü'min bir köle azadetmek laz ımdır. Bunları bulamayan kim-
senin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç
tutması gerekir. Allah bilendir, hikmet sahibidir. 93- Her kim bir mü'mini
kasden öldürürse onun cezas ı, içinde ebedi kalmak üzere (gidece ği) cehen-
nemdir. Allah ona gazabetmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azab
hazırlamıştır!

Tefsir:
92— Müslüman, kasden bir müslüman] öldüremez. Ş ayet öldürürse,
kendisi de öldiiriilür. Allah' ın Elçisi (s.a.v.), Allah'tan ba şka tanrı ol-
madığına, Muhammed'in de Allah' ın Resulü oldu ğuna tanıkl ık eden bir
müslümanın kanının kimseye helal olmad ığım, ancak kasden adam öl-
dürenin, evli iken zina edenin, dinden dönenin öldürülebilece ğini söyle-
miştir. Bu kimseleri öldürme yetkisi de herhangi bir ferdin de ğil, dev-
leti temsilen devlet ba şkarmundır. Yani bir ki şinin idarama ancak mah-
keme karar verebilir ve bunu ki şiler değil, devlet uygular. Devlet ba ş-
kanının onaylayaca ğı idam kararı, kesinlik kazanır.
92 nci 'ayetin ini ş sebebi hakk ında ba şlıca üç rivayet vard ır. Bun-
lardan birine göre Ebucehl'in anne bir karde şi olan Ayyâş, müslüman
olmuştu. Ebucehil, arkada şı Hâris ibn Yezid ile birlikte Ayyâ ş'a işkence
ederdi. Bu Hâris, müslüman olmu ş , hicret etmi şti. Fakat Ayyâş onun
müslüman olduğunu bilmiyordu. Kendisine yapt ığı işkenceyi unut-
mayan Ayyâ ş , Mekke'nin fethi gününde Hâris'e rastlay ınca onu öl-
dürdü. Sonradan onun müslüman oldu ğunu öğrenince pişman oldu,
Allah'ın Resulüne durumu arz etti, bu ayet indi.' Bir rivayete göre de

1 Taberi, V. 204; Ibn Kedi., I. 534


610 Nisa' Suresi

sahabilercIen Ebu'd-Derda', öldürmek üzere sald ırdık"' adam şehadet


getirdiği halde onun samimi olmadığını sanarak onu öldürmü ş , bu ayet
inmiştir. 1 Fakat Buhari ve Müslim'de bu olay ba şka bir ayet ınünase-
betiyle anlatılır ve Eba'd-Derdaya de ğil, başkasına nisbet edilir.

Üçüncü rivayete göre de -müslümanlar, Uhud'da Huzeyfe ibn el-


Yeman'ın babası Yeman'ı müşrik sanarak yakalay ıp öldiirmüşler, bu
ayet onun hakk ında inmiştir.

Birinci rivayet biraz çürük görünmektedir. Çünkü Müslüman


olup hicret eden Haris'i, Ayya ş'ın tanımaması, onu hala mü şrik sanması
uzak bir ihtimaldir. Hicret edenler birbirlerinden haberdar olmazlar mi?
İkinci rivayet zaten ileride gelecek ayetin ini ş sebebi olarak anlat ılır ve
o ayet için uygundur. Üçüncü rivayet daha do ğru görünmektedir.

Demek ki ayeti kerime, bu anlatılan olaylara benzer bir olay üze-


rine inmi ştir. Ve bir müslümanın, diğer bir müslümanı kasden öldüre-
meyece ğini, ancak yanlışlıkla, düş mana atarken müslümana de ğmesi,
müslüman' kâfir sanmas ı gibi bir hata ile bir müslüman bir müslüman
öldürdüğü takdirde cezas ı nın ş öyle olduğunu bildirmiştir:

1) Öldürülen kimse, müslüman bir topluluktan ise öldüren, ceza


olarak mü'min bir köleyi hürriyete kavu şturur, öldürdü ğü kimsenin
ailesine de diyet verir. Ancak maktulün ailesi diyetten vazgeçe ı se diyet
düşer. Keffaret ve diyetten sonra da teybe etmesi, Allah'tan ma ğfiret
dilemesi gerekir.

2) Öldürülen kimse, kâfir ve dü ş man bir topluluğun mensubu ise


öldürenin, sadece mü'min bir köleyi hürriyete kavu şturması ve güna-
hından da teybe etmesi gerekir. Dü şmana diyet verilmez.
3) Öldürülen kimse, müslümanlarla antla ş ması bulunan bir toplu-
luktan ise, yine köle azadi, maktulün ailesine diyet verilmesi, gerekir.

4) Öldüren kimse, keffâret için âzâd edecek köle bulamaz veya buna
gücü yetmezse iki ay üst üste oruç tutar.

Öldürülen, kimse müslüman ise tam diyet, gayri müslim ise baz ı bil-
ginlere göre yine -tam, baz ılarına göre de yarım diyet verilir. Beyhakrnin
Zührrden nakline göre Allah' ın Elçisi (s.a.v.) ve dört Halife zaman ında
yahudi ve hıristiyanın diy eti, müslüman ın diyetinin aynı idi. Fakat
Muâviye, gayri müslimin diyetinin yar ısını ödeyip, yarısını da Bey-

1 Ibn. Kedi., I. 534


Cüz': 5, Sure: 4 611

tu'l-mâle b ıraktı . Ömer ibn Abdul'-A5 iz de gayri müslim diyetinin yar ım


olmasına bükmetti.°

Ödenecek diyet miktar ına gelince, hadislerde zikredilen miktarlar-


da farklar görülmektedir. Nesâ'i, İbn Huı eyme, İbn Hibban, Hakim
ve başka muhaddislerin rivayetlerine göre Resulullah, Yemen'e yazd ığı
mektupta diyetin, deveden verilirse yüz deve, alt ından verilirse bin
cl in ar olduğunu belirtmişti' . 2 C abi' 'in rivayet inde Hz. Pey ğamber (s
a.v.) elbise sahiplerine (elbisecilik yapanlara) ikiyüz elbise diyet takdir
etmiştir.' Hz. Ömer ise altunu olanlara bin dinar, varik (para) sahiplerine
oniki bin dirhem diyet takdir etmi ştir.4
Bu takdiiler gösteriyor ki diyet, zaman ın ş artlarına göre takdir
edilmektedir. Herhalde o zaman ikiyüz elbise, ikibin koyun kadar de-
ğerli idi.
Ehli sünnet ulemasma göre diyeti, öldürenin kendisi de ğil, âkilesi
yani en kuvvetli taraftan miras ı düş en akrabası verir. E ğer adamın
alFilesi yok, ya da fakir ise diyeti Beytulmal'dan (devlet bütçesinden)
verilir. Diyetin en yakın akraba olan akileye dü şece ğine dair bu içtihâd,
"Hiçbir günahkCir, diğerinin günah yükünü çekmez." 5 âyetine aykırı dır.
Ancak bu konudaki hadisler, ayeti tahsis etmi ş oluyor. Fakat Ebubekr
el-Aş amm ve bütün haricilere göre diyet âkileye de ğil, katilin kendisine
düşer. Bunlar, bu görü şlerini be ş akli delil ile kanıtlam ışlardır.6
Diyetin, üç yıl içinde taksit taksit ödenece ği belirtilmektedir.
Bu ayette, mü'min olan katilin durumu belirtilmi ştir. Fakat bun-
dan gayri müslim olup müslümanlarla antla ş malı bulunan bir topluma
mensup kimsenin, yanılgı ile öldürmesinden ötürü maktulün ailesine
diyet verece ği anlaşılır. Ancak gayri müslim katile keffaret gerekmez.
Çünkü keffarette ibadet anlam ı vardı r. Mü'min olmayanlar, inanmadan
önce ibadetle yükümlü de ğillerdir.
93—Yüce Allah, hatâ ile bir müslüman öldürüp sonra teybe eden;
affeder. Fakat nefis savunmas ı olmadan kasden bir müslüman öldüren
kimse, büyük cezaya çarpt ırılır. Kasden bir müslüman" öldürenin ce-
zası, ebedi olarak cehennemdir. Adam öldürmek, şirke yakın niı günah

1 Tefsiru'l-lÇasiml, V. 1450
2 Nesâ'i, ICasâme ,47
3 Ebû Dâvûd, Diyat, 16
4 Muvatta', EitabuTukul, h. 2
5 Isra Suresi: 15
6 Meadhu'l- ğayb, III. 424-25
612 Nisâ' Suresi

olduğu için Allah, bunu şirkle beraber saymıştır: "Ve o (mü'mi)nler ki


Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram !aldığı cam
haksız yere öldürmezler, zina da etmenler..."'

Hz. Peyğamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"

"Kıyamet gününde insanlar arasında hükmü verilecek ilk dava, kan


dâvtilarıdır."2

"Dünyanın,tamamen yok olmas ı, Allah indinde müslünk ın bir ada-


mın öldürülmesinden daha hafiftir." 3

"Gökler ve yer bir adamı öldürmek için birleş miş olsa, Allah onların
hepsini cehenneme yuvarlar." 4

"Her kim yarım sözcükle de olsa bir müslüman ın ödürülmesine yar-


dım ederse k ıyamet gününe, iki gözünün aras ına (Allah'ın rahmetinden
umutsuzdur) yazısı yazılmış olarak gelir ."5

İbn Abbas'tan gelen bir hadise göre kasden bir mü'mini öldürenin
tevbesi makbul de ğildir. İbn Abbâs: "Her kim bir mü'mini kasden öl-
dürürse, onun cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdit!" âyetinin, Kur'-
ân.'dan inen son ayet oldu ğunu ve bunu nesheden bir ayet bulunmad ı-
ğını söylemiştir. 6 Zeyd ibn Sâbit, Ebuhüreyre, Abdullah ibn Ömer gibi
bazı sahâbiler de kasden bir mü' ınini öldürenir tevbesi olmayaca ğına
kanidiı ler. Bu konuda çok hadis vard ır.

Fakat selef ve halefin ço ğunluğuna göre k asden de olsa adam öl-


düren kiş i teybe eder, iyi amel i şlerse tevbesi kabul edilir, Allah onun
kötülüklerini iyiliklere de ğiştirir. Maktulün uğradığı zulme karşılık da
nimetler verip onu memnun eder ve hakk ını helal ettirir.

"De ki : Ey nefislerine kar şı aşırı giden kullarım, Allah' ın rahmetin-


den ümit kesmeyin. Allah bütün günahlar ı bağışlar. Çünkü O, çok bağış-
layan, çok esirgeyendir." 7 ayeti, şirk de dahil, her türlü günah ın affedi-
leceğini bildirmektedir. Cemican kelimesi, bütün günahlar ı içine almak-
tadır. Fakat: "Allah, kendisine ortak ko ş ulmasını bağışlamaz, bunun dı-

1 Furkan Suresi: 68
2 Buhâri, Diyât, 1; Müslim, lasâme, b, 8. h. 28
3 Tirmizî, Diyât, 7
4 TiriniM, Diyât, 8; İbn Kesir, I. 535
5 İbn Mke, Diyât, 1
6 Bubâri, Tefsfr; Müslim, Tefsir.
7 Zinner Suresi: 53
Cüz': 5, Sure: 4 613

şında kalan(günah)lar ı , dilediği kimseye ba ğışlar."' âyeti, şirki af dışında


bırakmıştır. Yüce Allah, şirk dışında bulunan her günah' affedece ğine
göre kasden adam öldüreni de dile ı se affeder. "Her kim bir mü'mini kas-
den öldüriirse onun cezâsı, içinde ebedi kalacağı cehennemdir!"2 ayeti de
kasden bir mü'mini öldürenin cezas ını bildirmektedir. Normal olarak
onun cezas ı budur. Fakat Allah dilerse onu affeder. O, diledi ğini yapar.
Hâliden kelimesinin kökü olan lı ultıd, uzun zaman kalmak demektir.
Kasden mü'min öldüren, çok uzun süre cehennemde kalacakt ır ama
sonunda yine oradan kurtulacakt ır Çünkü kalbinde zerre kadar bir iman
bulunan kimsenin cehennemden ç ıkaca ğı na dair mütevatir hadisler var-
dır.'
K ıy-amet gününde maktulün, kaatilden hak istemesine gelince:
Amden katl, insan haklarına saldırıdır. İnsan haklar ına saldırı , sırf teybe
ile kalkmaz, gasbedilen hakkı geri vermek gerekir. Gasbedilen, sald ırı
ile elden alınan hakların, sahiplerine geri verilmeden teybe ile kalkma-
yaca ğı hakkında icma' vardır. Ş ayet gasbedilen hakk ı geri vermek müm-
kün değilse hakkına saldırılmış bulunan kişi, hakkını ister. Her hak
istemenin, mutlaka ceza ile sonuçlanmas ı gerekmez. Zira olur ki kaatilin
iyi amelleri bulunur, bunlar ın tamamı veya bir kısmı maktule verilerek
maktul raz ı edilir. Yahut da Allah, dilerse maktule, u ğramış olduğu
zulme karşılık cennette nimetler, yüksek dereceler vererek onu raz ı
eder. Katili de tevbesi ve iyi amelleri yüzünden affedip cennete sokar.
Kasden bir adam ı öldürenin dünyadaki cezas ı kısastır. Fakat mak-
tulün velileri, kısastan vazgeçip diyet alabilirler. Kasden adam öldü-
renin diyeti, diyet-i mu ğallaşa, hata ile öldürme diyetinin iki katı, ya da
onun üçte bir veya dörtte bir fazlas ıdır.4

41 • ı" ı
,
- -j . o
ı •
o „ •.4 .,f •••••
4.1.3 — J 1..;%. _411

c >.t31

(f)

1 Nisa' Suresi: 48
2 Nisa' Suresi: 93
3 BulAri, Tevhicl, 24, 36; Müslim, Imân, h. 81, 82, 83
4 et-Tefsirul-hadiâ, IX. 142
614 Nisâ' Suresi

94- Ey inananlar, Allah yolunda savaşa çıkt ığınız zaman iyi anlay ın,
dinleyin, size selâm verene, dünya hayat ının geçici menfaatini gözeterek
"Sen mü'min de ğilsin" demeyin. Çünkü Allah' ın yanında çok ganimetler
vardır. Önceden siz de öyle idiniz. Allah size lâtfetti (imana geldiniz).
0 halde iyice anlayı n (dinleyin, pe şin hüküm vermeyin). Çünkü Allah,
yaptıklarınız ı haber almaktadır.

Tefsir:
94- Sava ş için yola çı kan bir grup müslüman, birçok ganimeti, ya
da koyudları bulunan bir adama rastladılar. Adam bunlara selam verdi.
Fakat müslümanlar, onun gerçekte kâfir olup can korkusuyla selam
verdi ğini sanarak onu öldürdüler. 1 Olayı duyan Allah Elçisinin, çok
canı sıkıldı :
"— Adam ın karnı nı yartp baktınız m ı ?" diyerek bu işı yapanları
azarladı . Ve bu olay üzerine yukar ıdaki ayet indi. Allah' ın Elçisi, öl-
dürülen kimsenin diyetini ve alman mal ını, ailesine geri vermelerini em-
retti.
Allah'ın Elçisi, bu öldürme olay ını hatâ ile öldürme sayd ık"' için
maktulün ailesine diyet verilmesini, kaatile de bir müslüman köle azad
etmesini emretmi ştir. Yoksa müslüman olduğunu söyleyen birini öl-
düren kimsenin, kısas gere ği ödürülmesi laz ımgelir.
Bu olayda öldüren ve öldürülenin kimlikleri hakkında çe şitli ri-
yetler vardır. Bu detaylara girme ğe gerek yoktur. Rivayetlerin özeti
yukarıda anlatılan olaydır.
Yüce Allah, bu âyetle müslümanlara, Allah için sava şa çıktıklarında
sadece kâfir olan ve sald ıran düşmanla sava şmalarını, selam verip müs-
lümanlığın' açığa vuran kimsenin gerçekten müslüman olup olmad ığım
iyice anlayıp dinlemeden sırf dünya malına tamahan onu öldürmeme-
lerini emretmekte, Allah' ın yanında pek çok ganimetler bulundu ğunu,
Allah'ın dilediğin.e bol nimetler verece ğini, dünya malı için adam öl-
dürülemeyece ğini bildirmektedir. "Can korkusuyla kafirlerin yan ında
imamnı gizleyen birini neden hor görüyorsunuz? Siz de daha önce k&
firlerin yanında imanınızı öyle gizliyordunuz. Hatta daha önce siz de
inkar-da idiniz. Allah'ın lûtfuyla imana geldiniz, güçlendiniz." buyur-
makta ve ayetin sonunda da: "Araşttrınız!" emriyle müslüman bir in-
sana, ya da düşman olmayan birine sald ırmama buyru ğunu peki ştir-
mektedir.

1 Buhârl, Tefslr, Nisâ Suresi; Tirmizî, Tefsir, Nisâ Suresi.


Cüz': 5, Sure: 4 615

• 9 o..9 ,
) .-,-,=1J 1
• - • O..

jıl
- C ° °

.ı_pı"_;231'
ı 9
C.t,5.1.°T. 411 jo¥2,9 .3 G 5kS j
(`+°)

95— inananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallariyle,


canlariyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallariyle, can-
lariyle cihâd edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılm ıştır.
Gerçi Allah, hepsine de güzellik va'detmi ştir ama mikethidleri, oturanlar-
dan çok daha üstün kılmıştıı . 96— Kendi kat ından (onlara) büyük merte-
beler, bağış ve rahmet (vermiştir). Allah, bağışlayan, esirgeyendir.
Tefsir:
95-96: Mânaları açık olan bu ayetler, Allah yolunda mallariyle,
canlariyle cihâd eden mü'minlerin, özürsüz olarak evlerinde kalan
mü'minlerden üstün oldu ğunu bildirmektedir. Bu iki ayet hakk ında
bir iniş sebebi rivayet edilmemi ştir.
Herhalde baz ı müslümanlar, inançlarmda şüphe olmadığı halde
psikolojik veya herhangi bir sebeple cillâcla kat ılamamışlar, bunların
Allah indindeki durumlar ı sorulunca da cihâda kat ılanlarla katılmayan-
larm mertebesini belirtmek üzere bu ayetler inmi ştir. Ğayru
(zarar sahibi, özürlü olandan ba şka) cümlesi, maddi bir özürle cihâda
kadamayanlar ı bu hükümden istisna etmektedir. Bir özürle eihâda ka-
tılamayanlarm sevab ı eksilmez, derecesi dü şmez. Çünkü yüce Allah:
"Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar
savaş a katılmak zorunda de ğillerdir.) Kim Allah'a ve O'nun Elçisine
itâat ederse (Allah), onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar...."'
"Zayıflara, hastalara, harcayacak birşey bulamayanlara, Allah ve Resulü
için öğüt verdikleri takdirde (savaş a katılnıamalarından ötürü) bir günah
yoktur." 2 buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.), cihâda kat ılmak istedikleri halde katila-
mayan özürlü mü'minlerin de aynen cihâda kat ılmış gibi sevâb alacak-
1 Fetih Suresi: 15-17
2 Teybe Suresi: 91
616 Nisa' Suresi

larinı açıldaraıştır. Zeyd ibn Sâbit şöyle diyor: "Allah'ın Resulü (s.a.v.)
bana ( .331 j V) âyetini yazd ırdt. Ben
ayeti yazarken İbn Umm-i Mektam geldi. A'n ıa olan İbn Umm-i Mektâ ın
Resulallah, eğer cihad yapabilecek güçte olsaydım, elbette ci-
hada giderdim, dedi.
"(kalabalık yüzünden) Hz. Resulün dizi, benim dizimin üzerinde
iken yüce Allah, Resulüne vahiy indirdi. Resulün dizi, üzerimde o kadar
ağırlaştı ki dizimin k ı nlacağını sanchm. Sonra ondan vahiy hali açıldı .
Allah, ğayru uli'cl-clarari (özürlü olanlar hariç) cümlesini indirdi."'
Ahmed ibn Hanbel, bu hadisi daha aç ık olarak şöyle kaydetmi ştir:
Zeyd dedi: "Bir gün Peyğamber(s.a.v.)in yanı nda oturuyordum. Vahiy
geldi, kendisini sekine (huzur, kendinden geçme hali) kapladı. Sekine onu
kaplayınca bacağı, bacağımın üstüne düştü. Vallahi, Allah Elçisinin ba-
cağından daha ağır bir şey görmemi ştim. Sonra bu hal kendisinden gidip
Allah'ın Elçisi açıhnca :
— Zeyd, yaz, dedi : ( jj.tot2.11 esir--? y )
"Ben de hemen bir kürek kemi ği aldı m, ayeti yazd ım. A' ına olan İbn
tımm-i Mektum geldi. Cihad edenlerin faziletini duyunca aya ğa kalktı :
"— Ya Resule ıllah, kör ve benzerleri gibi cihâd yapamayanların du-
rumu ne olacak? dedi."
"Vallahi, İbn Umm-i Mektum henüz sözünü tamamlamadan Allah' ın
Elçisini tekrar sekine kapladı . Yine bacağı bacağımın üstüne düştü. İlkin-
de olduğu gibi yine büyük bir a ğırlık hissettim. Sonra aç ıldı :
"— Oku, dedi, ( 4:3 j-ıı,1.4 j V) okudum. Pey-
gamber (s.a.v.) di l ziyade edildi dedi. Onu da yazd ım. Vallahi
kemikteki çatlak üzerine dü şen o ilaveyi hala görür gibiyim."2
96 neı ayette cennet derecelerinden söz edilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Cennette yüz derece,varchr ki, Allah onları, yolunda
cihâd edenlere hazırlamıştır. Her derece arasında gökle yer arası kadar
mesafe mevcuttur. Allah'tan isteyince Firdevs'i isteyiniz. Çünkü Firdevs,
cennetin ortası ve en yükse ğidir. 02nun üstünde Rahman' ın Arşını görü-
yorum. Cennetin nehirleri oradan fışkırır." 3
Ayetin ifadesine göre cihad eden mü'minler, cihad a gitmeyenlerden
üstündürler. Ama Allah, bütün mü'minlere güzellik va'detmi ştiı . Bu
1 Buharı, Tefsir, Nisa Suresi.
2 Musned, V. 190-191
3 Butıari, Cihad, bâbu derecatil-mucalidin.
Cüz': 5, Sure: 4 617

da eihâdm farz- ı cayn de ğil, farz ı kifâye olduğunü gösterir. Çünkü farz- ı
(ayı" olsaydı bunu yapmayanda hiçbir fazilet kalmaz, tersine o kimse
günahkâr olurdu. Halbuki âyete göre eihâda gitmeyen mümiade de
fazilet var ama onun fazileti, eihâda gideninkinden a ş ağıdır. Cihâd,
amellerin en güzelidir.

; ı ° .fsı"-",.,
-'
- 1 c ılic;
o.....
ti 4 Lt„...1 °J-1

• Ni)
•J L1-4 L>

o , ıo 9 .... e 9... 9 ,,, , .$ ı •• • • ı


.)...4 j ( ") 1 jij/..C. ..,..A.,P
(. 41 (:)C.5.« 4.1,A

C :1:* - .-4 ■ i 4.1S


"„ • "
..O O O .1 - 0 9 ov o o9o o
4_5".. j... .l....t <,..?; ....4..1 ...,-..) j Lifi (.., I I j., (2>"

0 , il „. ... .. - - 9 .9 o o .9 o ,t Of
l i.7.4., 0 - CA-..< .., 4 4 1 J-P O „T?. İ e ,t I

97- Nefislerine yaz ık eden kimselere, canlarını alırken melekler : "Ne


işte idiniz (diııiniz için ne yap ıyordunuz?)" dediler. (Bunlar): "Biz yer-
yüzünde ikiz dü şürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki :
"Peki, Allah'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip gönlünüzee ya şa-
yabilece ğiniz bir yere gid)eydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir,
ne kötil'bir gidiş yeridir orası . 98- Yaln ız hiçbir çareye gücü yetmeyen ve
göç için yol bulamayan, gerçekten zay ıf erkekler, kad ınlar ve çocuklar hâriç.
99- Çünkü Allah' ın, bunları affetmesi umulur. Allah, çok affeden, çok
bağışlayandır. 100- Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek
çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resulü için göç etmek amaciyle
evinden çıkar da kendisine ölüm yeti şirse, onun mükâfâtı Allah'a düşer.
Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Tefsir:
97-100 neü ayetler, müslümanlar ın yurduna göç etmeyip imkânlar ı
olduğu halde putatapanlarm yurdunda kalan müslümanlar ın durumunu
618 Nisâ' Suresi

anlatmaktadır. Mekke'de müslüman oldu ğu halde imaınnı açığa vura-


mayan, dininin gereklerine göre ya ş ayamayan baz ı müslümanlar hakkın-
da inmiştir.
100 ncü ayette geçen mürâğamen kelimesi, râğeme
Mürâ ğame, bir toplulukla ili şkiyi kesmek, bir topluluğun ra ğmına (is-
tememesine, çekememesine ra ğmen) onlardan ayrılmaktır. "Yer yüzün-
de birçok mürâğame ve bolluk bulur" cümlesi, hicret eden kimse, yeryü-
zünde barınacak, ho şlanmad ığı şeylerden kurtulacak birçok yer ve bol
rızık bulur demektir. Ya da ınürağamen kelimesi, ir ğam kökünden ge-
lirse hicret eden ki şinin, düşmanını kı skardıracak, içinde ya ş adığı düş-
manları hasedden çatlatacak derecede güzel yerlere, bol imkanlara, ra-
hat geçim ş artlarına kavuş acağını gösterir.

97nci ayette hicret imkan ı bulunan kimsenin, zayıflığı n' bahane


ederek müşrikler arasında engin durma ğa raz ı olması kınanmakt adır.
Hicret, göç etmek demektir. Fakat Kur'an'da Allah r ızas ı için, din uğ-
runa göç etme anlamında kullanılmıştır. Elinde göç imkanı varken
putatapanlar aras ında oturup onların baskılarına, hakaretlerine raz ı
olmak, hatta sava ş çıkınca onların orduların& asker olup müslüman-
lara karşı savaşmak, onların düşüncelerini benimsemek demektir. Ki şi
sevdiğiyle beraber oldu ğuna göre müslümanlar ın düşmanlarını isteyerek
destekleyenlerin yeri de elbet cehennem olacakt ır.

Tefsirlerin aç ıklamasına göre bir yerde dininin gereklerini yapa-


mayan ki şinin, imkan bulduğu takdirde ba şka yere, müslümanların
arasına hicret etmesi farzd ır. Ancak hicret etme imkan ı bulamayan
güçsüz erkekler, kad ınlar ve çocuklar bundan ba ğışlanmıştır. Onlar,
hicret etmekle yükümlü de ğillerdir.
Fakat putatapanlarla beraber oturmaya gönlü raz ı olmayıp herşeye
rağmen hicret edenler, eziklikten ku ı tulur, ferahl ığa, bolluğa, özgürlüğe
kavuşur. Hicret eden kimse, henüz varmak istedi ği Islam yurduna var-
madan ölürse o, hicret edenlerin sevab ını alır. Allah onun mükafatın ı
eksiksiz verir.
Mekke'de müslüman olanlardan bir k ısmının oradan ayrılamayı p,
müşriklerle beraber kald ıkları hatta Bedir sava şında onlarla beraber
müslümanlara karşı savaştıkları, tefsirlerde anlat ılır. Herhalde böyle-
lerinin sayısı çok azdı . Çünkü müslümanların, Mekke'de kalsalar bile
müşriklerle beraber müslümanlara kar şı savaştıklarına dair yeterli de-
lil yoktur. Gerçi Pey ğamberimizin amcası Hz. Abbâs, müşriklerin sa-
fında Bedir Sava şına katılmıştı ama o zaman henüz müslüman de ğildi.
Cüz': 5, Sure: 4 619

O, Hayber Fethinden önce müslüman olmu ş , fakat müslümanl ığın


gizlenıiş , ancak Mekke'nin Fethi gününde aç ıklamıştı r.'
Hicret imkanı bulamayan zayıflar mazur sayılırlar. Abdullah ibn
Abbâs diyor ki: "Ben ve annem, Allah' ın mazur sayd ıklarmdan idik." 2

Mekke halk ı arasında kalan müslümanlardan baz ıları , hayatları-


nın sonunda artık küfür diyarmda ya ş ama ızdırabına dayanamayarak
Medine'ye hicret ederken yolda vefat etmi şlerdir. Tefsirlerde bu konuda
çeşitli isimler verilir. Hatta a'm.a bir müslüman: "Yaln ız hiçbir gücü
yetmeyen ve göç için yol bulamayan zay ıf erkekler," kadınlar ve çocuklar
hariç.." ayetinin indi ğini haber alınca: "Ben zenginim, çare bulurum"
demiş , Peyğamber(s.a.v.)in yanına gelmek üzere yola ç ıkmış , fakat
yolda vefat etmi ştir. İşte 100 ncü ayetin, bu ve benzerleri hakk ında
indiği rivayet edilir.
"İnanıp da hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin onlarla ve-
layet ilişkiniz yoktur (siz onların velisi de ğilsiniz)." 3 ayeti, hicreti farz
Unus-tır Burada kasdedilen bicret, mü şriklerin elinde bulunan Mek-
ke'den, Medine'ye hicrettir. Fetihten önce bu hicret farz idi. Ama Fetih-
ten sonra Mekke'den Medine'ye göç anlam ındaki özel hicret kalkm ıştır.
Çünkü artık Mekke de İslam yurdu olmu ştur. Ancak mutlak anlamda
hicret devam etmektedir. Allah' ın Elçisi: "Fetihten sonra hicret yoktur,
ancak cihad ve niyyet vardır"4 buyurmuştur. Bu hadis, artık Mekke'den
hicı eti kaldırmıştır. Fakat müslümanlara bask ı yapılan her küfür di-
yarından İslam yurduna hicret, farzd ır.'

Hafız İbn Hacer al-(Askalânt'ye göre hicret iki türlüdür. Biri korku
diyarından güven diyarına hicret, di ğeri küfür diyarından İslam diyarına
hicrettir. Mekke'den Habe şistan'a hicret ve Allah' ın Resulünün hicre-
tinden önce Medine'ye göç, birinci tür hicret idi. Hz. Pey ğamber'in 1Vle-
dine'ye yerle şmesinden sonra Medine'ye hicret ise ikinci tür hicretten-
dir. Ama Mekke fethedildikten sonra Mekke'den hicret kalkm ıştır.
Her küfür diyarından hicret ise devam etmektedir.

Abdullah ibn Ömer'in de belirtti ği üzre dünyada küfür diyar ı var


olup kffirlerle sava ş sürdükçe küfür diyarmdan hicret de devam ede-
cektir. Allah' ın Elçisi (s.a.v.): "Düşmanla çarpışıldığı sürece hicret de-

1 el-Istl<üb, II. 812


2 Buhârl, Tefslr, Nistı Suresi
3 Enfül Suresi: 72
4 Buhirl, Cihad, bilim ve's-siyer; Müslim, ımtıret, h. 85; TirmiZI, Siyer, 32;
Nestı'l, Beycat, 15
5 Tefslru'l-Isiral, V. 1491
620 Nisâ! Suresi

vam eder."' buyurmu ştur. Bu hadise göle hicretin farz oldu ğu küfür
diyor], sava şın sürdü ğü, müslümanın bask ı ve zulüm alt ında tutulup
dinini açığa vuramayaca ğı ülkedir. Fakat müslümanların, dini gerek-
lerini yapabildikleri, İslam ülkeleriyle barış veya ittifak antla şması yap-
mış memleketlerden hicret etmek farz de ğildir. Çünkü oralarda insan,
dinini izhardan ve dininin gereklerini yerine getirmekten korkmaz.
'Bugün en geni ş anlamiyle özgürlü ğün bulundu ğu, herkesin inanc ında
tamamen serbest oldu ğu Avrupa vc. Amerika'dan hicret etmek farz
de ğildir. Ama durum de ğişir, bu ülkeler müslümanlarla sava ş a girer ve
buralarda ya ş ayan müslümanlar da onlar ın ordulariyle beraber müslü-
manlara karşı sava ş a zorlanırlarsa o zaman oralardan İslam diyar ına
hicret etmek farz olur.
Daha önce de söyledi ğimiz gibi bir göçün hicret olmas ı için, Allah
ve Resulü uğruna yapılmış olması gerekir. Allah'm Elçisi bu konuda
ş öyle buyurmuştur: "Ameller, niyyetlere göre de ğerlendirilir. Kim Allah
ve Resulü için hicret ederse o, Allah ve Resulü için hicret sevab ını ahr.
Kim de elde etmek istedi ği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret
ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şeydir."2

9 o o
I I .5 1 3
C. •
"5, O

°,:ıı
(‘ • ..C),„ _9
J
t:‹3 °r
O ı .1, O
.1^....
4 •A :Zair
-

A I i;
J- J- ..
o o 9.9 os...0 551
I3 C.4.01.0t -A I j-1.447.-1.4 r i UiCip

.9 O
°,5-ı °

t ı-Lp J
ı r
1 nin 1;lanbel, Musned, V. 270
2 BulAri, Valıy, 1; Müslim, İm'uret. 33
Cüz': 5, Sure: 4 621

- J:p -Lx)t
e-
- ;:,:rUf ;-0 ?
ft :; ı".; G 4 Q '...).

, • ,
ıl_zr".".7 -51", • r) "Sp

lJ 't ; -ı,:s *gc; r.; ; (b9.RO$ f


ii e 9O ••••
• t) -41 ı ",•J CS"; LA 41

101 Yeryüzünde sefere ç ıktığınız zaman inkâr edenlerin size bir kö-
tülük yapmalanndan korkarsanız, namazı k ısaltmanızdan ötürü size bir
günah yoktur. Muhakkak ki kafirler sizin aç ı,k düş manınızdır.. 102 Sen
de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın vakit, onlardan bir bölük
seninle beraber namaza dursun ve silahlannı da yanlarına alsınlar. (Na-
mazda olanlar), secdeye vardıklarında arkanıza geçsinler, bu kez namaz
kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz k ılsınlar, korunma
(tedbiı)lerini ve silahlarını da alsınlar. inkar Edenler istediler ki siz si-
lahlartnızdan ve eşyantzdan gaflet etse niz de birden üzerinize bir bask ın
yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silahla-
'mut bırakmanızda size bir günah yoktur. Ama korunma (tedbiri)nizi
alın (uyanık bulunun). Şüphesiz Allah, kafirlere alçaltıct bir azâb hazır-
lamıştır. 103- Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız
üzerinde (uzanaı ak) Allah'', anın; güvene kavu ştunuz mu namazı (tam)
k ılın. Çünkü namaz, mü'minlere vakitli olarak farz k ılınm ıştır. 104- 0
topluluğu takibetmekte gev şeklik göstermeyin. E ğer siz acı çekiyorsanız,
onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz, Allah'tan,
onların ummayacakları şeyleri ummaktas ınız. Allah, bilendir, hikmet sahi-
bidir.
Tefsir:
101-102 nci ayetlerin de ğindiği konu, hep düşman saldırısı , savaş
konusudur. Bu ayetlerde sava ş durumundaki ibadetten söz edilmek-
tedir. Birinci ayet, yolculuk esnas ında kâfirle ı in saldırısından veya her
hangi bir tehlikeden korkuldu ğu takdirde namaz ın kı saltılmasıncla bir
günah olmad ığını belirtmektediı .
Bu ayetin, yalnız sava ş yolculuğu değil, genel olarak bütün yolcu.
lukları kasdetti ğini söyleyenler varsa da bu görü ş , ayetin sözgelimine
uygun düş mediği gibi anlam ına da uygun dü şmez. Zira Hz. Ai şe'den
gelen sahili bir hadise göre: "Namaz iki şer rek'at olarak farz kıltndı . Pey-
ğamber(s.ı .v.)in hicretinden sonra sefer namazı yine iki rek'at olarak
622 Nisâ' Suresi

kaldı , hazar namazı (yolculuk olmayan zamanlardaki namaz) artırıldı ."'


Hz. Ömer de: "Muhammed(s.a.v.)in kendi diliyle ifade buyurdu ğuna
göre sefer namazı, iki rek'attir. Cuma namazı iki rek'attir. Bayram namaz ı
iki rek'attir. Bunlar kimdir, k ısaltılm ış değildir."2 demiştir.
Bu hadisler, seferi namaz ın, kısaltma de ğ il, aslında tam iki rek'at
olduğunu ve sünnet yoluyla bu nalın zlarm böyle kald ığını , hazardaki
namazların artırıldığını açıkça bildirmektedir. O halde normal yolculuk
esnasındaki namazda bir kısaltma yoktur, o zaten asl ında kısadır.
Bu âyet, sava ş için çıkılan yolculukta düş man saldırı sı gibi bir teh-
like ile karşı karşıya kalını nca namaz ın kı saltılmasında bir sakınca olma-
dığını bildirmektedir. O zaman bu k ısaltma, iki rek'atli namaz ı n bir rek'-
at kı hnması anlam ına gelir. Süddi ş öyle demiş : "Seferde namaz ı iki rek-
at kılarsak bu, k ısaltma de ğil, tam kılmadı r. Ancak kişi, kâfifin sal-
d ırmasından korkarsa o zaman k ısaltılmış namaz bir rek'attir." 3

Seferde namaz ın, bu âyet hükmünce k ısaltıldığnu söyleyenler, ki-


salt ınamn ruhsat oldu ğunu ileri sürmü şlerdir. Onlara göre "üzerinize
günah yoktur" cümlesi, farziyyet bildirmez, cevaz ve ruhsat bildirir
(müsaade ifade eder). Mücâhid, Tâvûs, Sâfii. ve Ahmed ibn Hanbel
bu görüştedir. Buna göre yolculukta dört rek'atli namaz ı tam kılmak
da caizdi ı . Nitekim Hz. Osman da Mina'da böyle yapmış , tam kılmıştu.
İbn Abbas, ibn Ömer, Câbir ibn Abdullah ve Ebû Hanife'ye göre
yolculukta namaz ın kısa olu şu, bu âyetin hükmü gere ği değildir, namaz
aslında kısadır. Yolcunun namaz ı tam iki rek'at oldu ğundan onun,
namaz ı dört rek'at k ılması caiz de ğildir. Hz. Osmar'ın, Mina'da namaz ı
tam kılmasına da Abdullah ibn. Mes'ûd kar şı çıkmış : "Ben, Hz. Pey-
ğamber'e arkada şl ık ettim, o ikiden fazla k ılmazdı . Ebubekir, Ömer ve
Osman da, böyle yapardı . Fakat Osman, hilâfetinin sonlar ında namaz ı
tam kilmaya ba şladı . Benim, ona karşı çıkışı mın sebeplerinden biri
budur." 4
Kısaltma iki türlüdür: Kemiyet (nitelik) k ısaltması, keyfiyet (ni-
telik) kısaltmas ı . Kemiyet kısaltmas ı, namazın rek'atlerini k ısaltmak,
dört rek'atli namaz ı iki rek'at kılmak şeklinde olur. Fakat üç rek'atli
namazlar tam k ılınır E ğer âyet, bütün yolculuklar ı kasdediyorsa, o
zaman kemiyet kısaltmas ı anlaşılı r.

1 Bubilrl, Salât, 1.
2 İbn Mâce, ılsâmet, 73
3 İbn Kes1r, I. 546
4 Bubkiri, Talsslru's-salât, 2; Tefslru'l-Râsbni, V. 1510-11
Cüz': 5, Sure: 4 623

Namazın rek'at say ısını de ğil de kılmış biçimini kısaltmak ise key-
fiyet kısaltmasıdır. Müfessirlerin birço ğu, âyette keyfiyet kısaltmasının
kasdedildiği kanaatindedirler. Ayetin sözgelimi de bu görü şü güçlendir-
mektedir. Çünkü konu, sava ş konusudur, genel yoculuk söz konusu
değildir. Sefer yolculu ğundan söz edilmektedir: Bu yolculukta bir teh-
like anında namazın keyfiyeti kısaltılabilir. Mesela binek üzerinde olar,
kişi, yüzünün dönük oldu ğu yöne doğru sadece iki tekbir almak sure-
tiyle namaz ını kılmış olur. Namaz ın rükû ve secdesi, k ıyamı kalkmakta,
namaz, namazın özü olan Allah'ı zikre dönüşmektedir ve iki tekbir ile
namaz kılmmış olmaktad ır. Bu ayet böyle korkulu bir durumu anlat-
maktadır, yolcu namaz ını
İbn Abbâs'a göre korku namaz ı bir rek'attir. Çarp ış ma esnasında
yalnı z bir tekbir dahi kâfi gelir. Fakat bilginlerden bir k ı smına göre
çarpışma anında namaz ı erteleme mübah olur. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) Ahzâb günü ö ğle ve ikindiyi ertelemiş , akş am namazından sonra
önce bunları , sonra ak ş am ve yats ıyı kı ldı rmıştır.
İkinci ayette, korku durumunda cemaatle nas ıl namaz kılmaca ğı
açık.laıamaktadır. Buna göre en büyük kumandan ve imam olan Allah' ın
Elçisinden sonra onun yerine geçecek olan imam, askerleri iki k ısma ayı-
rır. Bir bölük, imam ile birlikte namaza durur. di ğer bölük onları bekler.
Birinci bölük, ilk rektin secdesini tamamlaymca kalk ıp öteki bölü ğün
yerini alır. Bu defa nöbette olan öteki bölük gelip imam ile birlikte ikinci
rek'ati kılar. Böylece her bölük, bir rek'at namaz k ılar, imam ise iki rek'
at kı lmış olur. Bir k ısım rivayetlere göre imam selam verdikten sonra
herkes kendi yerinde bir rek'at daha k ıhp selam verir. 2 Fakat ayette
herkesin kendi yerinde bir rek'at daha k ılaca ğına dair bir hüküm gör-
müyoruz. Ayetterı anlıyoruz ki bu kılış tarz ı, bir kısaltmadır. Adeta
önceki ayetin izah ıdır. Cemaat halinde imam iki rek'at, cemaat ise bir
rek'at kılar. Imal= iki re ıc'at k ılması da bütün askerlere namaz k ıldır-
mak içindir. Böylece askerlerin hepsi, büyük imamm, büyük kumanda-
nın arkası nda namaz kılmış olur. Zaten İbn Abbas'a göre korku namaz ı ,
bir rek'attir. Âyet de İbn Abbas'ı n görü şünü kuvvetlendirrnektedir.
İbn EM. Hatim'in rivayetinde Câbir ibn, Abdullah, Allah' ın Elçisi ile
birlikte kıld ığı korku namazmı şöyle anlatmıştır:
"Seferde iki rek'at kılmak, namazı tam kılmadır, kısaltma de ğil-
dir. Kısaltma, sava ş zamanında yalnız bir tek rek'at k ılmadır. Biz Al-
lah'ın Elçisi ile birlikte sava şta idik. Namaz vakti geldi. Allah' ın Elçisi,
1 bn Kesir, I. 546
2 Bubârt, Şalât, Bâbu ğazavati 2ki'r-RilFa.`; Müslim, Musâfirin, h. 305-306
624 Nis ı? Suresi

askerlerden bir bölü ğünü saf düzenine koydu, bir bölü ğünü de düşmana
karşı yöneltti. Saftakilere bir'rek'at k ıldırdı , iki secde yapt ı . Sonra bun-
lar kalkıp arkadakile ı in yerine gittiler, onlar ın yerine durdular. Bu kez
onlar geldiler, Allah' ın Elçisinin arkasında durdular. Allah' ın Elçisi
onlara da bir rek'at k ıldırdı ve iki secde yaptı . Sonra Allah'ın Elçisi
ve arkas ındakiler selam verdiler. Arkada bekleyenler de bulunduklar ı
yerde selam verdiler. Allah' ın Elçisi iki rek'at, ötekiler de birer rek'at
kılmış oldular."
Cabir'den nakletti ği aynı meâlde bir hadiste, Allah Elçisinin, se-
ferde askerleri iki bölü ğe ayırıp her bölüğe bir rek'at kıldırdığını , böylece
askerlerin birer rek'at, Allah Elçisinin ise iki rek'at k ıMığını söyleyen.'
Imam Ahmed ibn Hanbel, Korku Namaz ı hakkında rivayet edilen ha-
dislerin hepsiyle amel edilebilece ği kanı sındadır.2
Korku namaz ının, bu şekilde bir imam arkas ında kılınmasmın,
Allah Elçisine mahsus olduğunu, ondan sonra neshedildi ğini söyleyenler
de varsa da ayetin neshedildi ğine dair bir delil yoktur. Allah' ın Elçi-
sinden sonra gelen halifeleri, ondan feyz alan din âlimleri de onun yerine
geçer, korku namaz ı yine böyle kılınabilir.
Korku nama2 ında namaz kılanların, silahlarını üzerinde bulundur-
maları emredilmektedir. Bu, ihtiyati tedbirdir. Çünkü silah b ırakılırsa
tekrar toparlan ıp silahı almak, zamanı kaybettirir, bu da dü şmana za-
man kaz and ırabilir. Diişmana, saldırı fırsatı bulacak zaman b ırakma-
mak için silah ın, askerin üzerinde bulundurulmas ı emredilmiştir.
Fakat ya ğmur, hastalık gibi nedenlerle silahın taşmması çok güç
olur, yağmur vurmakla silahla bozulmas ı tehlikesi bulunursa o zaman
silah hemen yalama bırakılabilir. Ama daima uyan ık bulunmak ve dü ş-
mana gafil avlanmamak gerekir.
Haszin'in rivayetine göre ayetler şu münasebetle inmi ştir: Allah' ın
Resulü, ashabiyle birlekte Usfana 3 geldi. Önlerinde de Hâlid
kumandasında müşrik ordusu vardı . Allah'ın Elçisi, öğle namazını
kaldırdı . Müşrikler dediler ki: "Biz gaflete geldik, e ğer namazda iken
onlara saldırsaydık çok iyi olurdu!" Fakat müslümanlar ın, öğle namazın-
dan daha çok üzerine titredikleri ikindi namazlar ı olduğunu düşünerek
o namazda müslümanların üzerine sald ırmayı tasarlad ılar. Bunun üze-

1 İbn Hanbel, Musned, III. 298. Bu hadis, Nesâ'i, Salâtu'l-havfde de vard ır. hadis: 17
2 Tefsiru'l-RAsimi, V. 1524
3 <Usfân, Mekke'ye 50 km. mesafede bir kasabad ır. Culıfe ile Mekke aras ındadır (Mucee-
mu'l-buldân, III. 673)
Ciiı': 5, Sure: 4 625

rine öğle ile ikindi arasmda bu ayetler indi. Allah' ın Elçisi de ayetin
tanımladığı şekilde ikindi namaz ım kıldirdı .°
Usfân olayı, Hudeybiye barışındadır. Halbuki bu ayetlerin daha
önce inmiş olması, tercihe şayandn. Çünkü Allah Elçisinin, korku na-
maz:ni birkaç yerde k ıldırdığına dair rivayetler vard ır. Mesela Zikurad'-
da, Zâtu'r-Rika'da korku namaz ı kild ırrruştır.2 Müşriklerin, Usfan'a
gelen Allah Elçisine ve ashabma namazda bask ın yapmayı tasarladık-
ları ve bu yüzden Resulullah'ın, Usfan'da korku namaz ı kıldırdığı Ne-
sâTde de anlatılınaktadır3 fakat orada bu olay üzerine ayetin indi ğinden
söz edilmemiştir. Resulullah, Usfan'dan önce de korku namaz ı Urlu-
dığına göre-çünkü Zi-Kurad olay ı da, Zatu'r-Rika' olay ı da Hudey-
biye'den öncedir— ayetin Usfan'da indi ğini söylemek hatad ır. Ayet,
Uhud Savaşından •sonraki zamanlarda inmi ştir. Hep savaşlarla geçen
bu yıllarda yüce Allah, indirdi ği bu âyetlerle mü'minlere ihtiyatl ı ol-
mayı emretmiştir.
103 ncü ayet de yaln ız namazda de ğil, ayakta dururken, yatarken,
her zaman, her yerde ve her durumda Allah' ı anmayı emretmektedir.
Gerçi her namazdan sonra Allah' ı anmak te şvik edilir ama özellikle kor-
ku namazından sonra "Allah'a anınız" deniyor. Çünkü bu namazda
namazın dış rükünleri kısaltılmıştır. Böyle durumlarda esas olan, na-
mazın özüne dikkat çekilmektedir ki o da Allah' ı anmaktır. Kıyam,
rükac ve sücud, namaz ın kalıbıdn, Allah'ı anmak, namaı m ruhudur.
Tehlikeli durumlarda namaz ın kal ıbı, dış şekli kısaltılmakta, hattâ ta-
mamen k alıptaıl fera ğatle namaz, özüne inhisar ettirilraektedir.
Bazı müctehidler, bilfiil sava ş halinde dahi böyle Allah'a anmak
ima ile namaz kılınacağı kamsma varm ışlarsa da Hanefi imamlar ınm
ictihadma göre bilfiil çarp ışma, namaza manidir. 0 zaman nama?, ka-
zaya bırakılır. Nitekim Ahzâb Sava şında Allah'ın Resulü (s.a.v.), dört
vakit namaz ı kazaya b ırakmiştı .4 İmam Evzai de imaya muktedir ola-
mayanların, çarpışma sona erinceye kadar namaz ı erteleyeceklerini söy-
lemiştir. 5
Tehlikeli durumlarda namaz, böyle k ısaltılarak: hattâ ima ile k ı-
Imir. Ama korku gidip güven gelince "Namaz ı tam olarak kılınız Çünkü
namaz, mü'minlere vakitli olarak farz k ılınmıştır." buyuruluyor. 103
1 et-Tefsiru'l-hadra', IX. 155
2 Nesâ'i, şalâtu'l-havF,hadis: 5, 9; Tehlibu Sireti Ibn Hi şam, I. 191
3 Nesal, Şalâtu'l-havf, hadis: 16, 22
4 Hak Dini Kur'an Dili, II. 1448
5 Tefairu'l-Kasimi, V. 1526
626 Nisâ' Suresi

ncü ayetin bu son eündesi, namazm, belli vakitler içinde mü'minlere


farz oldu ğunu bildirmektedir. Fakat bu vakitlerin hangi vakitler oldu ğu
belirtilmemiştir.
Aş ağıdaki ayetler, namaz ın farz oldu ğu vakitlere i ş aret etmektedir:
1. "Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve sayg ı ile
Allah'ın huzuruna durun."'
2. "Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yak ın saatlerinde
namaz k ıl..."2
3. "Güneşin (ufukta bat ıya doğru) kaymas ından, gecenin kon arma-
szna (yatsı vaktine) kadar namaz kıl ve sabahın Kur'ânın(ı, uzunca
Kur'an okunan sabah namaz ını) da (unutma). Çünkü sabahın Kur'ânı
görülür."3
4. "Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından
önce Rabbini överek tesbih et ; gece saatlerinin bir k ısmında ve gündüzün
taraflarinda (O'nu) tesbih et ki memnun olas ın."4
5. "Öyle ise ak şama girerken ve sabaha ererken Allah'ı tesbih (etmeniz
gerekir). Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da
hamd, O'na mahsustur."
Bu ayetlerde namaz vakitlerinin, sabah, ö ğle, ikindi, akş am ve
yatsı vakitleri oldu ğuna i ş aret bulunmaktad ır. Hz. Peygamber (s.a.v.)
de vakitleri böyle aç ıklamış , kendileri böyle kılrmşlardır.

104 neü ayet de dü şmanı takipte gev şeklik göstexmemeyi, bu konu-


da asla yılmamayı emretmekte; mü'minlerin, Allah'tan, katillerin uma-
mayaca ğı şeyleri umduklarını belirterek onlar ı eihadda sebata te şvik
etmekte ve Allah' ın ilim ve hikmet sahibi oldu ğunu hatırlatarak her
konuda olduğu gibi sava ş konusunda da ilim ve hikmetle, zaman ın üstün
tekniğiyle hareket etmelerini ö ğütlemektedir.

ı-J,°_1":;:;-1 tJ ı
.W1 0") °‘:;_Ç_7 751 j c
1 Bakara Suresi: 238
2 116d Suresi: 114
3 İsra Suresi: 78
4 Tâhâ Suresi: 130
5 Rum Suresi: 17-18
Ciir': 5, Sure: 4 627

°J,C (k • 'N ) t--Ç


o
•v) uı Luı 7.;
ı C

,
J - fi' ,:y-A
! -• s
41J1 L.
*fi
C...;Ur - -›,3 -1.
S ' ..,-:- j a >4.:::_ "--_*)-,› C›- • ,;S J'-> ° L.).- . -3 ;- C> 0 • A) ia,...,..
fi
.._ )A
e- e-
-

0 o .... :c. ..4 -4 ,,- o .- o -' , - ,R 0 - ,-


Ç-
_,. . :,
.r....*-* ° -.; '' ....i: -.3 °ii ı- 1_,.. °:...:- °:_. ,
i''; ',L...il
-- --,
' * * *- *-- - - -5-
\,..; _Ci - ,j. I ,_, , •A, (N N . ) - \4,-- .) ,3 .ı.. >..., 4,ı
1",i..i.. -.
- 9
.., o s
(NN) j j_P
0...o ..5 ı ..... o O .65 .5 O. O
t; .x.,2_1+ 4.-• ; Ij
.9 ... 5 o -
k:.- ._...4..1 A......_,- .) j ..1..._,Lp - ,111 4.}„_i 51°,_ı , 01r) 1:,>,_ ... °\,-, - -.3
- - ..9 -.9 ..... -..7.. - t .4 .... r t 5 0 O , O 14 ....
L. j ...._.,1_; I I ,3i_.1„:1_, - L. j 4 ili_l.._, (3 I _ j„,* AjEjLio
ı ı

e - er - „-, ..
- ;t. -,:- _›.....ir - i -.L.JC:;_.j1' - c.3,1:..:1: P 5 43,11 - J-j.;" ı -_, ‘ '‘..;;,.% °).... " .1 -_;.;:,_,:2_?.
,
- ,1:2.1:p ' ı '°,:i ",•„,t'S ; c 5 :i:,:.; ° . 5_:; ° -..1 1:4 - .1--_ _, -

(1 1 w)

105— Biz sana Kitab ı indirdik ki, insanlar arası nda, Allah'ın sana
gösterdiği biçimde hüküm veresin ; (sakın) hainlerin savunucusu olma!
106— Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah bağışlayıcı, esirgeyicidir. 107—
Kendilerine hainlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik yapıp
günah işleyen insanı sevmez! 108- (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyor-
lai da Allahtan gizlemiyorlas . Oysa geceleyin O'nun istemedi ği şeyi kurur-
larken, 0 onlarla beraberdir. Allah, onları n yaptıkları herşeyi ku şatmıştır
(hiçbir şeyi O'ndan gizleyemezler). 109— Haydi siz dünya hayat ı nda
onları savundunuz (diyelim); ya k ıyamet günü onları kim savunacak,
ya da kim onlara vekil olacak? 110— Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine
zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah' ı bağışlayıcı ve esirgeyici
bulur. 111— Kim bir günah i şlerse onu kendi aleyhine kazan ır. Allah,
bilici ve hikmet sahibidir. 112— Kim bir hatâ, ya da günah işler de sonra
onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve aç ık bir
628 Nisâ' Suresi

günah yüklenmi ş olur. 113— Allah' ın sana lûtfu ve esirgemesi olmasayd ı,


onlardan bir grup, seni saptı rmaya yeltenmi şti. Onlar sadece kendilerini
saptırırlat, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti
indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lûtfu, cidden
büyük olmu ştur.
Tefsir:
105-113: Bu ayetlerde yüce Allah, Resulüne, Allah' ın gösterdiği
yolda hak ile hükmetmesini, hainlere yan_ ç ıkmamasını, onları savun-
mamasını emrediyor. Hainlerin, haks ızı savunmak için kendi aralarında,
Allah'ın razı olmayaca ğı , şeyler kurduğunu, haksızları savunmaya çaba
harcadıklarını , şu fani dünyada haks ızları savunsalar bile k ıyamet
gününde, Allah'ın huzurunda onu savunamayacaklarını , herkesin, er
geç yaptığı günahın cezasını çekece ğini bildirmekte ve devamla şöyle
buyurmaktadır:
Bir günah işleyen kimse, yalanla bunu kapatma yerine Allah'a
teybe edip af dilerse ba ğışlayıcı ve esirgeyici olan Allah, onun günah ını
affeder. Herkes ne yaparsa kendi lehine veya aleyhine yapm ış olur. Bir
suç işleyip onu ba şkasının üzerine atan, i şlediği suçun günahı yanında
büyük bir iftira günahını da yüklenmi ş olur. Bir suçu insanlardan giz-
lemek mümkün olabilir ama Allah'tan gizlemek mümkün de ğildir.
Allah, herkesin ne yapt ığını bilir.

Ey Muhammed, Allah'ın sana lûtfu ve acıması olmasaydı, az daha


onlardan bir grup, yald ızlı sözleriyle seni yanıltacaktı , suçsuz bir in-
sanın aleyhine hüküm verecektin. Onlar seni yan ıltmaya çalışmakla
aslında kendilerini yanfitmaktad ırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Çünkü Allah sana kitap ve hikmet indirmekte, bilmedi ğin şeyleri ö ğret-
mektedir. Yanıldığnı hususlarda seni uyarmakta, gerçe ği ortaya koy-
maktadır. Seni yanıltmaya çalış anlar, sonunda rezil olurlar. Allah' ın
sana lûtfu büyüktür.
Bu ayetlerin, Ebu Tıcına' ibn Ubeyrik hakk ında indiği rivayet edi-
lir. Çe şitli varyantları bulunan olayın özeti şudur:
Medine'de Bişr, ve Be şir ve Mube şşir adında üç karde ş vardı .
Düşük ve yoksul bir aileden gelen bu karde şlere Ubeyrik o ğulları denir-
di. Ebû Tıcma künyesiyle anılan Be şir, Allah'ın Elçisini ve sahabilerini
yeren şiirler yazar, bu şiirleri başka me şhur ş airlere nisbet ederdi. Müna-
fık bir insandı . Bu adam, geceleyin Rifâa ad ında, yeni müslüman olmu ş

1 Tâ'nm üç harekesiyle de okunabilir. Ama kesre ile telâffuzu daha fasihtir.


Cüz': 5, Sure: 4 629

birinin odasmın dıtvarmı delmi§ ve bir un çuval ı içindeki kılıç ve z ır-


• Ilmi çalmıştı . Önce evine getirdiği bu çalıntı eşyayı, evinin aranmasın-
dan korktuğu için Lebid ibn Sehl'in yahut bir yahudinin evine götürüp
att ı veya emaneten bıraktı .
Çuvaldan dökülen izleri süren aray ıcılar, Ebu Tıcnı a'nm evine
vardılar. Ebu Tıcma inkar etti ve e şyayı götürüp bıraktığı yahudrnin
evini göstererek "Herhalde falan çalm ıştır" dedi. Gerçekten izi sürenler,
yahudrnin evine geldiler ve aray ınca kılıçla zırhı orada buldular. Le-
bid, ya da yahudi, bunları kendisinin çalmadığnu, Ebu Tıcına'nın ken-
disine emanet bıraktığını söyledi. Bu dava Allah' ın Elçisine getirildi.
Ubeyrik O ğullarmm mensub olduğu kabilenin ileri gelenleri, Al-
lah'ın Elçisine geldiler, bu zavallilara iftira edildi ğini yaldızh sözlerle
anlatıp, Resulullah'tan bu zavalMar ı savunmasını rica ettiler. Allah' ın
Resulü de yoksul hallerine acıyarak Ebû Tıcına'yı korumak ve onun
lehine hüküm vermem. istedi. İşte bu ayetler inip gerçe ği ortaya çıkardı.
Bunun üzerine Ebu T ıcma ibn Ubeyrik, cezadan kurtulmak için
Medine'den kaçtı, Mekke'ye gitti, dininden döndü. Mü şrilder arasında
yaşamaya ba şladı. Ama yine hırsızlık ettiği için onu Mekke'den çıkardı-
lar. Yolda bir kervana kat ıldı. Geceleyin onlardan da bir şeyler çalıp
kaçtı . Kervan sahipleri onu takib edip yakaladılar ve taşla vurup öl-
dürdüler.'
Yüce Allah, fm ayetlerde hakimin, sadece Allah' ın gösterdiği yolda
hüküm vermesini, tek ölçünün adalet olmas ını buyurmaktadır. Hakkı
arayıp ortaya çıkarmak, hakimin görevidir.
Ayetin çok önemli bir hükmü de savc ılığa ve avukatlığa ilişkindir.
Savcı ve avukatın, liaksızı de ğil, haklıyı sayman. alan, emredilmekte-
dir. Yüce Allah, "Hainlerin savunucusu, yani avukatı olma!" buyuru.- .
ızları savunmak, Allah' ın buyruğuna aykırıdır. Çün- yor.Hainle,hks
kü bu, adaletin sapmas ına yol açar. Adaletin sapmas ı da bir milletin
mahvına sebeb olur.
Bazı kimseler, haklı oldukları halde haklarını savunamazlar, bu
yüzden davayı kaybedebilirler. Bazı kimseler de güzel konu şma, çev-
relerini etkileme kabiliyetine sahiptirler. Güzel konu şmaları, avukat-
ların ustalıkla savunmalan sonunda davay ı kazanabilerler. Bunlar
iyi bilmelidirler ki dünyada bir mehLat sa ğlamış clsalar bile, o lehlerine
tecelli eden hüküm, asl ında onların lehine de ğil, âleyhinedir. Çünkü kı-

1 Ibn Kedi., L 551; Taberi, V. 265-270; Tirmul, Tefsir, Nisâ' Suresi; Tefstrul-Cevahir,
III. 77-78; Tabrest, II. 105
630 Nisa' Suresi

yamet gününde her i şin dış görünüşü de ğil, içi ortaya ç ıkacaktır. işte
o haksız hükmün içyüzü de ceberiilem ate şidir.
"Allah'ın Resulü (s.a.v.), odasının kapısı önünde bir kavga işitti.
(Dâvanın halli için) &sal ı çıktı ve dedi ki : Ben de sizin gibi bir insan ım.
Bana dava gelir, belki biriniz, ötekinden daha güzel konu ş ur, ben de onun
doğru söylediğini sany onun lehine hüküm veririm. Her kime bir müslü-
manın hakk ını hükmetmi ş isem bilsin ki o, ate şten bir paradı r. Artık
ister alsı n, ister bıraksın."'
Ahmed ibn Hanbel de şu hadisi rivayet ediyor: "İki ki şi, bis miras
meselesinde Allah' ın Elçisine geldiler. Her ikisinin de delilleri yoktu.
Allahın Elçisi buyurdu ki : `Siz bana davanın getiriyorsunuz. Ben de bir
insanım. Olur ki biriniZ, delilini ötekinden daha güzel anlat ır. Ben de
dıtyduğunıa göre aranızda hüküm veririm. Her kime karde şine ait bil hak-
k ı-hükmede ı sem, onu almas ın. Çünkü ona ateş ten bir parça biçmişimdir.
O hak, k ıyamet gününde o kimsenin boynunda ate şte k ızarmış bir de-
mir parçası olur.' Adamların ikisi de ağladı . Her biri "Hakkım kardeşi-
mindir" dedi. Allah' ın Elçisi : "Madem ki böyle diyorsunuz, öyleyse onu
aranızda kardeş payı bölüştürünüz. Kur'a çekin iz ve her biriniz di ğerine
heM1 etsin' buyurdu."'

9e o .) o9 o o
49 . J-A U-A e J-«-
ı e 0. ı ı„ e O., ı ı z ... o O

k!..,U jc ^j.N LJI C5k4,0

o t .4 o t ise o >
ji I u„,,e t) I L.9
ı o of o ■■■ ı ı

ı 4.1 I 4.1

(lN.) c , LA

114— Onların aralarındaki gizli konu şmalarının çoğunda hayır yok-


tur. Yaln ız sadaka, yahut iyilik, ya da insanların arasını düzeltmeyi em-
reden(in konuşması) hariç. Kim Allah' ın ı ızasını kazan ıniik amaciyle bu-
nu yaparsa, yakında ona büyük müktıftt verece ğiz. 115—Kim de kendisine
doğru yol belli olduktan sonra Elçiye karşı gelir ve mü'minlerin yolundan
başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokar ız.
Ne kötü bir gidi ş yeridir orası !

1 Buhari, Mezalim, }Abi' ilmi men lıtt şama fi hatdin ve huve yagemuha
2 Musned, VI. 320; Eb0. Davad, Akçhye, 7
Ciiz': 5, Sure: 4 631

Tefsir:
114-115 :Necııet, gizli konuşmak, gizli toplant ı yapmak demektir.Yüce
Allah, kötü maksatlar için gizli toplantılar yapmanın hayırlı olmadığını
bildiriyor. Gerçekten cemaat içinde birkaç ki şinin kendi aralarında gizli
gizli konuşmaları, toplantılar, kulisler yapmaları, diğer insanlar yanında
kuşku uyandırır. Fertler aras ına soğukluk, fesat sokar. Ancak herkesin
yararı için "toplantılar yapmak me şru'dur. Ayette, sadaka vermek
iyilik ~ek, insanların arasını düzeltmek gibi maksatlar için toplant ı-
lar yapılmasında bir sakınca olmadığı belirtilmekte, Allah rızası için
böyle toplantılar yapanlara mükâfat va'dedilmekte, do ğru yol belli
olduktan sonra Resule ayk ırı giden, mü'minlerin yolunu b ırakıp başka
yollara, ba şka düşüncelere sapan kimselerin cehenneme sokulaca ğı
belirtilmektedir.
islamın esası doğruluktur. Yalan söylemek asla caiz de ğildir. Yal-
nız insanları barıştırmak, karı kocanın arasını bulmak, bir de sava şta
düşmanı aldatmak için yalana müsaade edilmi ştir. Başka hiçbir suretle
yalan söylemek caiz de ğildik.

Bu iki ayetin de Ebü Tı<ma ibn Ubeyrik olayıyla ilgili olduğu,


Ebü Tıcma'yı temize çıkarmak için aralarında gizli toplantı yapan kim-
seler hakkında indiği rivayet edilir. Fakat bu ayetlerin anlam ı, ferdi
olaylar çerçevesini a ş ar. Bunlar, insanlık için çok önemli ahlak prensip-
leridir. Gerçekten kötü i şler, şahsi çıkarlar için gizli toplant ılar yapmak,
toplumda şüphelerin uyanmasma, dargınlıklara sebeb olur. Ancak iyi
maksatlar için toplanmak güzel sonuçlar do ğurur.
115 nci âyet, mü' ıninlerin üzerinde ittifak etti ği fikre uymayı farz
kılnuştır. İmam Ş afii, bu âyetten icmdm hüccet olduğunu anlamıştır.
İslam ulemâ veya müctehidlerinin bir mesele üzerinde birle şmesi an-
lamına gelen icmd, dini kaynaklardan biridir. Buna uymak farz, kar şı
gelmek ise haramd ır.
Mü'minlerin yolu, Hz. Peyğamber(s.a.v.)in yoludur. Allah Elçisinin
yoluna aykırı giden, zaten mü'minlerin yolundan ayrılmıştır. Fakat bu-
rada mii'minlerin yolunun ayrıca alınması önemli bir amaca yöne-
liktir. Allah Elçisiııin, hakkında açıkça hüküm bildirdiği konularda
ona aykırı davranmanm, mü' ıninlerin yoluna da aykırı olduğu aşikardır.
Fakat Allah Elçisinin, aç ıkça bir hüküm belirtmedi ği konularda mü'
minlerin birle ştikleri yoldan ayrılmak, acaba . Allah Elçisinin yolundan
ayrılmak sayılır mı diye bir şüphe hatıra gelebilir. İşte bu şüpheyi
gidermek için Cenab ı Hak, açıkça, mü'minlerin birle ştikleri yolun yani
632 Nisâ' Suresi

mü'minlerin iemacmın, Allah Elçisinin yolu oldu ğunu haber vermi ş ,


mü'minlerin yolundan ayr ılanların, Elçinin yolundan ayrılmış olacak-
larını, dolayısiyle cehenneme gireceklerini duyurmu ştur.

Ima', bütün müslüman bilginlerin, bir mesele üzerinde birle şme-


leı i, aynı kanaate varmalar ıdır. Islam tarihinde bütün müslüman alim-
lerin tamamen ittifak ettikleri bir mesele hemen hiç yok gibidir. Bir k ıs-
mının benimsediği fikre, az veya çok di ğer - bir kısım karşı çıkmış , bir
kısmının mekruh sayd ığını , başka bir kısmı mübah görmüştür. Bu ba-
kımdan fıkhın tanımladığı biçimde icınCı`, kolay bir şey de ğildir.

Ayetin kasdı, bile bile ço ğunluğun yolundan ayrılıp kötü yola sap-
mak, gizli i şler çevirmektir. Yoksa insan, samimi ictihadiyle, hakk ında
nass bulunmayan bir meseleye kar şı çıkmakla günahkâr olmaz. Önemli
olan, kişinin samimiyetidir. Günah olan, bile bile haksızlığa sapmak,
do ğru yoldan ayrılmak, hakk ı bildiği halde bâtılın yanında yer almak,
batılı savunmaktır.

P 1 0
o -

O .11
• ‘'‘) 51.„; J.4 .La_s 4.11 L, • A C 541:4
-

42) I j c \tı „
t:4;
•,.
•A JL; (+ v)
e5 o Z•ı • Zı. .
(„ A)
"c)I-ST 51 j j "
' rt
ı ı O ı e-- o

r .•
•• 3 3 5 O .3 P C. 3 3
( N N' •) u1.12.„....t3 I r_ct, c ..Jb
,
(r)
O O o e .9 9O }

Laz cj:• j I
ıı ı ı .3 OOe
1 C7.4 tı,.. c I -L,. I L...1 I

( ■ YY) .C■A
Cüz': 5, &Ize: 4 633

116- Allah, kendisine ortak ko şulmasını bağışlamaz, bundan başka


herşeyi dilediğine bağışlar, Allah'a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düş -
müştür. 117- 0 (Allah'a ortak ko ş an)lar, O'nu bırakıp birtakım dişilerden
başkasına çağırmıyorlar ve onlar (küfür ve isyanda) inadeden, şeytandan
başkasına yalvarmıyorlar. 118- (0 şeytan) ki Allah ona lânet etti ve o
da : "Elbette senin kulları ndan belirli bir pay alacağım." dedi. 119- "On-
ları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve
onlara emredeceğim : Hayvanların kulaklarını yaracaklar,. onlara em-
redeceğim: Allah' ın yaratışını değiştireceklerl" Kim Allah' ın yerine
şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır. 120-
(Şeytan) onlara söz verir, ümit verir. Fakat şeytanın onlara söz vermesi,
aldatmadan başka bir şey değildir. 121- İşte onların varacağı yer cehen-
nemclir. Asla ondan kaçma (imkanı) bulanıazlar. 122- inanıp iyi işler
yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız, orada ebedi.
kalacaklardır. Bu, Allah' ın gerçek va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü
kim olabilir?
Tefsir:
116-122: Yüce Allah, bu ayetlerde önce, kendisine ortak ko şma
dışında dilediği herkesin her günah ını bağışlayaca ğını bildirmektedir.
Allah'a şirk (ortak) ko şmak, affedilmeyecek bir günaht ır. Çünkü Isla-
mın cevherine, kâinat gerçe ğine aykırıdır. Allah'tan ba şkasmı O'na or-
tak saymak, yaratılmış şeylerde birtakım tanrısal güçler vehm etmek,
büyük cür'et, insan ruhunu alçaltan aç ık bir sapıklıktır.
Bu 'ayetin de Eb ıl Tı'ma ile ilgili olduğu söylenir. Çünkü Ebti Tıc-
ma, yukarıda anlatılan olaydan sonra cezadan kurtulmak için dinl ıa.den
dönmüş , Mekke'ye kaç ıp müşrikler arasına katılmıştır. Yüce Allah,
tek kurtuluş yolunun teybe olduğunu hatırlatmaktadır. Allah, teybe
edenlerin günahlar ın dilerse affeder.
117 nci ayette geçen illa' kelimesi, birkaç mânaya gelir. UnWen ın
çoğulu olan bu kelime, kad ınlar anlamına geldiği gibi cansız eşyaya da
inan denir. İbn Abbâs ve Hasan(-1 Basii)den rivayet edildi ğine göre
odun, taş gibi cansız olan herşeye inan denir. Bu takdirde ayetin manas ı :
Onlar cansız putlara yalvarmaktad ırlar, demek olur. Fakat mü şriklerin
tavukları tanrıların hepsi cans ız de ğildi. Bu bakımdan inâPm kadınlar
mânasma gelmesi, daha kuvvetlidir. Çünkü mü şriklerin tannlarnun
çoğu, kadın ismi taşırdı . el-Menât, el-cUzza gibi. Ayr ıca müşrik-
ler, melekleri de Allah' ın kızları kabul ediyorlard ı . Kadın telâkki ettik-
,
leri birtakım boş, kuru isimlere yalvarmakta, onlardan meded ummak-
ta idiler.
634 Nisâ' Suresi

Kadim en hor ş artlar alt ında ya ş atan putperestler, onu sadece bir
şehvet aleti telâkki etmi ş , şehvetleri uğruna adeta kad ına tapmış , onu
tanrıla ştırmışlar ve tanrı diye tapt ıkları putları da kadın telâkki etmi ş-
lerdi. Bu, sadece Araplar aras ında de ğil, Romalılarda, Yunanhlarda,
Mısırlılarda hep böyle olmu ştu. Şehvet uğruna kadına tapilmış , çıplak
kadın vücudu tanrılaştırılarak ad ına heykeller yapılmış , Güne ş tannças ı,
Ay tannças ı , Rüzgâr tannças ı gibi çeşitli adlar alt ında yapılan kadın
heykeller; dünyan ın yöneticileri kabul edilmi ştir. Bu şehvetin zebunu
olan insanlardan kimi de di şilik ve erkeklikten uzak olan melekleri de
kadın sanmıştır.
Bu tür düşünce ve inançların hepsi bo ştur. Böyle şehvet kabarma-
sının ortaya çıkardığı kadın tanrılara yalvaranlar, asl ında Allah'ın la-
netine u ğramış şeytandan ba şkasına tapmamaktad ı rlar. Çünkü' onlar ın
kafalarına bu düşünceleri yerle ştiren, onları şehvetlerinin..tutsa ğı yapan
şeytandır, onların kafalarına hurafeleri, vehimleri yerle ştiren şeytan-
dır.
İşte şeytanın vesvesesiyle bunlar, bo ş kuruntulara saplanmışlar,
Allah'ın yaratt ığı şeyleri de ğiştirme ğe, çirkinle ştirme ğe kalknuşlar,
hayvanların kulaklannı yarmışlar, onları kısırlaştırmış , yaratılış biçi-
mini değiştirmişlerdir.
119 ucu ayette i ş aret huyundan hayvanlar ın kulaklarmı yarma,
Allah'ın yaratışını değiştirme ş öyle olurdu: Araplar, bir di şi deve be ş
defa do ğurur, beşincisi erkek olursa Bakire dedikleri o hayvanı putlarına
adarlar, kula ğını yarıp salıverirler, artık onu hizmette kullanmazlar,
su ve otlaktan menetmezler, kesmezlerdi.
Hayvanın kulağını yarmak, Allah'ın yarattığı tabii biçimini boz-
mak, onu çirkinleştirmektir. "Allah'ın yaratışını değiştirecekler" cüm-
lesi, Allah'ın yarattığı do ğal şekli de ğiştirecekler, deMektir. Bu, fıtrat ı
de ğiştirme, bozma, çirkinle ştirmedir. Tek Allah'a kulluk etmek demek
Olan İslam da tabii, insanın yaratıhşma uygun dindir. Buna şirk karış-
tırmak da fıtratı bozmak anlamına gelir. Yüce Allah: "Sen yüzünü,
Allah' ı birleyici olarak doğru dine çevir : Allah'ın, insanları yarattığı
fıtrata (yaratılış yasasına) uygun olan dine. Allah' ın yaratması değiştire-
kmez. İşte doğru din, odur.'1' buyurmuştur. Bu, Allah' ın fıtratını de ğiş-
tirmeyiniz, insanlar ı tabii halinde bırakınız demektir. Hz. Pey ğamber
(s.a.v.) de: "Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra onun ana babası, onu ya
yahudi, ya hıristiyan, ya da mecusi yapar. Nasıl ki hayvan da bütün or-

1 Rum Suresi: 30
Cüz': 5, Sure: 4 635

ganları tam bir hayvan doğurur. Hiç kulağı kesik görür müsünüz?"' bu-
yurmuştur.
Allah'ın yaratışını de ğiştirme hakkında çe şitli sahabe ve tabiüna
atfedilen tefsirler vard ır. Bunlara göre Allah' ın insanlığa uygun gördüğü
tevhid dinini de ğiştirmek, Allah'ın yaratışmı de ğiştirmek oldu ğu gibi
hayvanların kulaklarını kesmek, uzuvlarım sakatlamak, insan ın tabii
güzelliğini bozmak, kadmın erke ğe, erke ğin kadına benzemesi gibi şey-
ler, hep Allah' ın yaratışmı de ğiştirmektir.
Ayet, şeytanın insanın içine attığı, do ğal durumu de ğiştirecek tez- ,

yinattan, kaçmmay ı gerekli kılmıştır. Kat Beydavi bu ayet üzerinde


ş öyle diyor: "Yani yüzünü, suret ve s ıfatını değiştirecekler, demektir.
klânırnin gözünü çıkarmak, köleleri kısırlaştırmak, dö ğüm yapmak
dişleri kesip inceltmek, livâta, sevicilik, güne şe ve aya.tapmak, Allah'ın
fıtratı olan İslâmı de ğiştirmek, hep Allah' ın yaratmasını de ğiştirmedir."2
Hz. Peyğamber(s.a.v.)in, hayvanlar ı ve insanları iğdiş etmeden
menettiği gibi3 döğüm yapanlara, yapt ıranlara, yüzünün k ıllarmı çeken-
lere de lanet etti ği rivayet edilir. 4
Hayvanların ve insanların kısırlaştırılması, Allah'ın yaratışma ay-
kırıdır. Neslin devamı için Allah'ın açtığı üreme yollarını kapatmaktır.
Aynı şekilde bugün ortaya çıkan tüp bebek de kan ımızca Allah'ın yarat-
ma yoluna aykırıdır. Kulak dilme, hayvanı sakatlamakt ır. Döğüm
yapma da insanı güzelle ştirmez, çirkinle ştirir. Böyle hayvanlar ı ve
insanları sakatlayan, tabii güzelli ği bozan i şlemler, âyetin delâletiyle
haram olduğu gibi hadisi şeriflerle de menedilmi ştir.

Ancak yüzün kıllarını çekmek gibi özellikle kad ınların yaptıkları


bazı tezyinat işlemlerini, haram sayan hadislerin s ıhhati üzerinde dü şün-
mek gerekir. Çünkü güzelle şme, bilhassa kad ının tabii ihtiyacıdır. Al-
lah'ın Elçisi, yas zaman ı dışında kadınların süslenmelerine müsaade
buyıirmuştur. Bu konuda Hz. Alşe'nin rivayet etti ği bir hadis ilginçtir:

Hz. Peygamber (s.a.v.), sakalım saııya boyard1.5 Bir yere gitmiş


olan kimsenin, evine geceleyin aniden ç ıkıp gelmesini ho ş görmez, ka-
dınlara taranma, süslertMe fırsatı tanınmasını emrederdi. 6 Câbir ibn

1 Buhârl, Cenâ'iz, bâbu mâ kîle Ii evladi'l-müsrikin


2 Envarıft-Tenzil, âyetin tefsiri.
3 Musned, II. 24
4 Buhari, Tefslr, Iiadîd Suresi.
5 EVI Dâvûd, Libâs, bâb masbüği bi's-Sufrati.
6 Bubtal, Nikah, bâb lâ yatruk ehlehû leylen; Müslim, Imâret, h 180
636 Nisa' Suresi

Abdullah, diyor ki: "Biz Allah' ın Elçisi ile beraber bir gazâdan döndük.
Medine'ye geldi ğimizde evimize gitmek istedik. Buyurdu ki : 'Durunuz,
yatsı vakti evlerimize girelim ki saç ı tozlanm ış , karışm ış olan kadınlar
taransınlar, kocası yanında bulunmayan kadınlar, lallarınt gidersinler,'."'
Demek ki ayette kötü görülen şey, süslenmek, güzelle şmek
Allah'ın yaratışını değiştirecek biçimde do ğal durumu bozmak, tabii
güzelliği çirkinle ştirmektir. Baz ı kimseler, güzelle şeceğim derken yüz-
lerine adeta kilolarca boya, all ık, pulluk sürer, çe şitli kerih kokularla
adeta insanı tiksindirecek biçime sokarlar kendilerini. İşte bu, güzel-
le ş mek de ğil, kişinin ş ahsiyetini bozması, şahsiyyetinden kaçmas ıdır.
Yoksa her insan ı n bir güzel tarafı, kendine özgü bir kişiliği vardır. İşte
onu de ğiştirecek şekilde de ğil, fakat güzelle ştirecek biçimde süslenmek
mübahtır, hatta te şvik edilmiştir.
Eşyanın fıtratını değiştirmek, şeytanın telkinidir. Şeytamn telki-
nine uyanlar, şeytana' boyun e ğenler, onun ardına takılıp cehenneme
giderler. Ama inanıp Allah'm emirleri uyarınca hareket edenler de ebedi
cennetlere ula şırlar. Bu, Allah'm verdi ği sözdür. Allah, sözünden cay-
maz, va'dini mutlaka yerine getirir.

° S,-) ° C.• 4 .J 1_;_.<3i


- . ..j:,'.-1 4• L.
!..
. .. -
ı , e_<_..a..
a— ...
1. ‘.7...÷t
• i ..,
- °-
-• •••

( ■ Yr) (.. ..": 4T_, L1 i J11 (3 j5.> 4:1 '...t.>.,:.:SI:, 4-.! .-°-..".)_! T;11)...o
',..7..A 5
- , ...
-e 0 ı O .. .. O ı ı
''',«:)..,.."-A -I-A ..; cst.j>
-e i. ..) 3......> ° C): * :4 . ....1 1 .31:43i ... ... 4
... ci ı. 4ı .."•.:1. (..roa -
O
10 ıO • ı , fi ıi > ı ı J, ı
tı j 4LL-1.,
t
f
o:o.; I
■••

j
Q

(..)::•NA="Tor,4
."

453 -O ı O I •-ı

" °)
su"
C.; 5..>(;,:_11 LiC•

123- ( İş) ne sizin kuruntunuza, ne de Kitap ehlinin kuruntusuna göre


olmaz. Kötülük yapan, cezas ını çeker ve kendisine Allah'tan ba şka ne dost, ne
de yardımcı bulamaz (Allah'ın verece ği cezayı hiç kimse ondan savamaz).
124- Erkek veya kad ından her kim inananarak iyi işlerden bir iş yaparsa,

1 Müslim, imaret, b. 56, Il. 181


'Cüz': 5, Sure: 4 637

işte öyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.


125- Hangi insan, din yönünden iyilik edici olarak yüzünü Allah'a tes-
lim edip dosdoğru İbrahim dininine tabi olandan daha güzel olabilir? Al-
lah, İbrahim'i dost edinmiştir. 126- Göklerde ve yerde olanların hepsi Al-
lah'ındır. Allahı n bilgisi), herşeyi ku şatmıştır.
Tefsir:
123 ncü âyetteki hitâb ın müşriklere de müslümanlara da yönelik
olması muhtemeldir. E ğer hitâb mü şriklere ise mâna: Ey mü şrikler,
iş , ne sizin sandığınız gibi, ne de kitap ehlinin sand ığı gibi de ğildir. Siz
şeytanın i ğvasına kapılıp putlara Allah' ın kızlara dediniz, onlar ı Allah
yanında sizin şefaatçileriniz sand ınız, hayvanların kulaklarmı yardım z,
bazı hayvanlara kutsallık atfettiniz, Allah' ın yaratmasmı de ğiştirdiniz.
Kitap ehli de Uzeyr ve İsâ'yı Allah'ın oğlu sayd ılar, Yahudilerden ve
hirı stiyanlardan ba şkasının cennete girmeyece ğini sandılar. Oysa i şin
içyüzü ne sizin, ne de kitap ehlinin sand ığı gibi de ğildir.
.1yetlerdeki hitübm, müslümanlara yönelik oldu ğunu söyleyenler
ise -ki bu görü ş daha kuvvetlidir- âyetlerin, Müslümanlarla kitap ehli
arasında geçen bir münaka ş a üzerine indiğini rivayet ederler. Kitap ehli
(yahudiler, hıristiyanlar): "Bizim pey ğamberimiz, sizin pey ğamberi-
nizden, kitab ımız da sizin kitabnuzdan öncedir. Allah, bizi sizden çok
sever" demi şler, müslümanlar da: "Hayır, Allah bizi sizden daha çok
sever. Çünkü bizim pey ğamberimiz, peyğamberlerin sonuncusudur.
Kitabımız da daha önceki kitaplar ın hükmünü kaldırmıştır" diye ce-
vap vermi şler, bu âyetler inmi ş .
Yahudi ve hırıstiyanların, biı birleriyle tart ışmalarına Bakara Su-
resinin 113 ncü âyetinde, her iki din mensuplar ının. müslümanlarla tar-
tışmasına ve müslümanlara kar şı üstünlük iddiâlarma da yine Bakara
Suresinin 111, 135 nci ve Mâide Suresinin 18 nci âyetlerinde i ş aret edil-
miştir. Demek ki onlar: "Cennete yalnız yahudiler, ya da hırıstiyanlar
girecektir" diye delilsiz olarak Allah' ın rahmetini sırf kendilerine tahsis -
edince müslümanlar da Allah' ın gönderdi ği dinin en son şekline sahip
oldukları için, Allah indinde en makbul insanlar ın, kendileri oldu ğunu
söylemişlerdir.
İşte bu tür tartışmalar üzerine inen bu âyetler, Allah kat ında mak-
bul ve sevilir olmanın, öyle lafla olmayaca ğını, kötülük yapanların ceza-
lanacağını , ilâhi dinlerin özüne uyan her erkek ve kad ının da cennete
girece ğini açıkladıktan sonra bütün ilâhi dinlerin özünün, Allah'a tes-
limiyet olduğunu, Allah'a teslimiyetin de, üç ilâhi din peyğamberinin
638 Nisâ' Suresi

atası olan İbrahim'in dininde sembolle ştiğini bildirmektedir. Hem Hz.


IVIusa'nın, hem Hz. İsa'nın ve hem de Hz. Muhammed'in atas ı olan
İbrahim Aleyhisselâm, putatapmaktan tamamen uzak durarak Al-
lah',a teslim olmu ş , yalnız O'na kulluk etmiştir.

klanif, batıl inançların hepsinden ayr ılıp yalnız Hakk'a yönelen


kimse demektir. Halil ise insanın, bütün gizli şeylerini bilen, sevgisi,
insanın yüreğinin içine i şleyen dost demektir. Allah' ın, İbrahim'i balil
edinmesi, onu sevip esrar ına vakıf kı lmasındandır. Yüce Allah, Hz.
İ brahim'i, baz ı sözlerle s ınayıp insanlara imam (önder) yapm ıştır.
Gö ğün ve yerin melekiitunu gösterdi ği Hz. İbrahim, o ğlu da dahil, ci-
handa ne varsa hepsini Allah u ğrunda feda chn kaç ınmamış ve -ı an.amen
kendisini Allah'a vermi ştir. Onun böylesine teslimiyyetinin ödülü ola-
rak da yüce Allah, onu kendisine balil (dost) edinmi ş ve belli başlı pey-
ğamberleri onun zürriyetinden getirmi ştir.

Razi, balilin anlamını ş öyle açıklıyor: "Ruh cevheri asl ında nurlu,
yüce olur, cismani lezzetler ve ceset durumlariyle ilgisi azal ır ve bu
vasıftaki kutsal ruha kendisini cismani bulan ıklıklardan tamamen temiz-
leyecek, kutsal nurunu art ıracak birtakım ameller de katılırsa bu insan,
cisim ve duygu ba ğlarmdan tamamen kurtularak kutsalhk ve temizlik
alemine 'olalar. Bu insan bu mana âleminde yükselme ğe, güzel haller ka-
zanmaya devam eder. Öyle bir dereceye gelir ki Allah'tan ba şkasını gör-
mez, Allah'tan ba şkasını işitmez, yalnız Allah ile hareket eder, yaln ız Al-
lah ile sakin olur, yaln ız Allah ile yürür. Sanki Allah'ın celal (ihtiş am) nu-
ru, bu kulun cismani , kuvvetlerinin hepsine nüfuz etmi ş , onun içine geç-
miş , özüne dalmış , mahiyetini sarmıştır. İşte böyle bir insan, gerçekten
halîl diye nitelenir. Çünkü Allah sevgisi, onun bütün güçlerine işlemiştir.
Peygamber (s.a.v.): "Allah ım kalbime nur ver, gözüme nur ver, kula ğıma
nur ver, sağıma nur ver, soluma nur ver, üstüme nur ver, altıma nur ver,
önüme nur ver, arkama nur ver, benim nurumu artar!"' sözüyle bu duru-
ma i ş aret buyurmu ştur." 2
Allah, İbrahim Aleyhisselam'm kalbine öyle bir sevgi ve korku
vermi şti ki kalbinin çarp ışı, tıpkı kuşun havada kanat ç ırpması gibi
uzaktan duyulurdu. Allah'ın Resulü (s.a.v.) de öyle idi. Çok a ğladığı
zaman gö ğsünden, tencerede kaynayan suyun sesine benzer bir ses işi-
tilirdi3 . Allah'ın Resulü de hem Allah' ın ',tatili, hem de babîbidir. Ken-

1 Müslim, Salâtu'l-musâfirin, b. 26, h. 181


2 Mefâtilmi- ğayb, III 474
3 bn Kosir, I. 561
Cliz': 5, Sure: 4 639

dileri: "Ben herkesin dostluğundan ayrıldım. Eğer bir bara (dost) edinecek
olsaydım, Ebubekir'i hani edini ı clim. Fakat arkadaşınız (yani kendileri),
h,alilidir."' buyurmuşlar, ba şka bir hadislerinde de: "İyi biliniz
ki ben Allah' ın babibi (sevgilisi)yim ama öviinmem..." demişlerdir.2
Millete İbrahim, Ibrahim dini demektir. 125 nci ayette belirtildi ği
gibi kim İbrahim gibi Allah'ı birleyerek yalnız O'na teslim olur, O'na
kulluk ederse, o kimse cennete girer. İster yahudi, ister h ıristiyan,
ister müslüman olsun. Fakat özünü Allah'a teslim etmeyen kimse, kuru ,

dava ile• üstünlük sa ğlayamaz, maddi kirlerden ar ınmamış ruhlar cen-


nete giremez.
Bu ayetler, islam ın özünü ortaya koymaktad ır. Islam, Allah' ı
birleyen, O'nu tanıyip yalnız O'na •kulluk eden herkesi, sözde müslüman
olmasalar bile gerçekte müslüman kabul etmekte ve cennetlik saymak-
tadır. İbn Kesir: " İş , ne sizin kuruntularınız, ne de kitap ehlinin kurun-
tulariyle âyetinde Allah'ın, insanları dinler arasında serbest
bıraktığını söyledikten sonra ş öyle diyor: "Bu ayetin anlamı şudur:
Din, ta19.alli (bezenme, gösteri ş) ve temenni (hayal) ile de ğildir. Fakat
kalblere yerle şen ve amellerin de tasdik etti ği şeydir. Bir şeyi iddiâ eden.
sırf kuru iddiasiyle onu elde edemez. Lâf ile hak üzerinde oldu ğunu söy-
leyen herkesin kuru sözü dinlenmez. Ancak Allah'tan bir burhâna sahip
olmak gerekir.',"
124 ncü ayette geçen nakir kelimesi, hurma çekirde ğinin sırtındaki
noktacığa denir ki hurma buradan filizlenir. Fedi, çekirde ği!" bir şıkkm-
d aki iplikçik, nakir çekirdekteki noktac ık, kıtmir de çekirdekteki lif-
çiktir. Üçü de Kur'an'da geçer. 4
"Kim bir kötülük i şlerse onunla cezalandırılır..." ayeti münasebe-
tiyle baz ı hadisler rivayet edilmi ştir. Bu hadislere göre insan, yapt ığı
kötülüğün cezasını, dünyada da çeker. Hattâ mü'min insan ın aya ğının
ta ş a değmesi, aya ğına diken batmas ı, başının ağrıması, hasta olmas ı ,
yaptığı kötülüklere, i şlediği günahlara keffaret olur. O inanan insan,
başına gelen bu dünya musibetleriyle günahmdan armm ış olarak âhi-
rete gider. Hz. Peygamber (s.a .v.) ş öyle buyurmuştur: "A şırı gitmeyiniz,
orta yürüyünüz, doğru hareket ediniz. Müslüman ın uğradığı her musibet,
keffarettir. Aya ğının siirçmesi, ayağına diken batması dahi (giinahlaı ma
keffaret olur)." 5
1 Ihn Mâce, Mukaddime, 11
2 TirmiZ1, Menakıb, 1; ibn Murdeveyh (Tefsiru'l-Rlısimi, V. 1583)
3 Ibn Kes1r, I. 557
4 Ibn Kesti:, I. 559
5 Müslim, Birr, b. 14, h. 52; Musned, II. 248 ,
640 Nisâ' Suresi

"Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır." âyeti indi ği zaman Hz.
Ebubekir: "Ya Resulâllah, yapt ığımız herşeyle cezalanacaksak, halimiz
perişandır!" demiş , Hz. Peygamber ş öyle cevap vermi ştir: "Hiç başın
ağrımaz m ı, üzülmez misin? S ıkıntı ve güçlüklere uğramaz mısın? İşte
bunlar, yaptığın ız i şlerin cezasıdır."'
125 nci âyette geçen muhsin kelimesi, işini güzel yapan demekse
de dinde özel bir anlam kazanm ıştır. Allah'ın Elçisi (s.a.v.) ihsan ş öyle
tammlamışt ır: "İhseın, Allah' ı görüyormuşsun gibi O'na kulluk etmendir.
Zira sen O'nu görmüyorsan da'o seni görüyor."2

o .5 .5 5
CA , C j
Z ı O 5 •••••
f5kYr rj j L.) G.:J °
o o 5, of ..- .1; 5 .5 . ..5
C›....$2
on„
■ 55"4.2....,X I j .ç•

Yv) )r-ç ı.3


ı
; ft 9
c • iif:„.231'
(N .<,) "" ■"."S
ı -.°- °‘5"1

.)CS
o ft 5 ı o
4:) -A oCkA 7;5-5
" \'` O İ;j—a_k.
ecı,ıJ (N r.) Ler., '411I
, o c
— C - J' .1_11 LAJ ;T r

") ı "Luı <:) J


• - . „
j () r ',Cu ı Cw
., , ,
ı ı NY'Y) S, 411 cj_ç« u..;:)t j jv l, ,! I

1 Taberi Câmicu'l-beyân, V. 294


2 Buhari, imân, Bâbu Silah Cibr ıl en-Nebiyye s.a.v. ani'l- İmân.
Cliz': 5, Sure: 4 641

e:Sf C °

C.°İ.oı - .)1:ç °J:A (N rr) I -C;


ı j,_:.,T c„.,:or 1-4 ,.. ı C ( Ir t) 1-,,...,,,. ' t...:_,:, AaIJ

c 5:>:*1 j
ft ..,
,, I ' :__<_,..,..,;;;
,
" -1 "J:p °,3 -, .1-3 -. r.C...", ,
: . . , ::„ , ı',3 1.,_;,_ç
' ia-2:31_,
-- d°,-; 54-.+A:i ı-j 2-..;) :, -''....:::
1 ı °..,"..<-_,f `. .) ı ‘ ,‘5,_, ,J..i)ı
..,-. ..., 0 , . , . .,
ı , ,..7, -LI I ii l
11..,.; ._, ,- 9,31 11):C °,..)) -, * -- `. .)-1 -_,:4' l' ıi_'.::£1; .51s
ıli.k..,,,
w
(' r*) .ccı J(J,
127- Senden, kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki : "Allah,
size onlar hakk ında hükmünü açıklıyor : Kendilerine yazılmış olan (miras
haklarm)ı vermeyip kendileriyle evlenmek istedi ğiniz öksüz kad ınlar ve
zavallı çocuklar hakkında ve öksüzlere kar şı adâleti yerine getirmeniz hak-
kında kitapta size okunan (âyet)ler, (Allah'ın hükmünü açıklamaktachr).
Yapt ığınız her kap ı muhakkak ki Allah bilmektedir." 128- Ve e ğer bir
kadın, kocasının huysuzlu'gundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden
korkaı sa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur.
Barış , daima iyidir. Zaten nefisler, cimriliğe hazırlanmıştır. Eğeı güzel
geçinir, (kötülükten) sakınırsanız Allah, yapt ıklarınızı haber alır (yap-
tığınız güzel işler bo şa gitmez). 129 Ne kadar isteseniz de kad ınlar ara-
sında (tam) adâlet yapamazsınız. öyle ise (birine) tamamen yönelip öte-
kini muallakta (kocasızmış) gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, sakınır-
sanız, Allah bağışlayıct, esirgeyicidir. 130- Eğer (e şler) ayrıhrlarsa, Al-
lah bol nimetiyle onların her birini zengin eder (diğerine muhtaç eylemez).
Allah(ın nimeti) geniştir, (0) hikmet sahibidir. 131- Göklerde ve yerde
olanların hepsi Allah' ındır. Sizden önce kitap verilenlere de, size de "Al-
lah'tan korkan!" diye tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz, (bilin ki) göklerde
ve yerde olanlar in hepsi, tamamen Allah' ındır. Allah, zengindir, övgüye
lâyiktir. 132- Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Vekil olarak
Allah yeter. 133- Ey insanlar, (Allah) dilerse sizi götürür ve başkalarını
getirir. Allah, bunu yapabilir. 134- Kim dünya sevâbln ı isterse (bilsin
ki) dünya ve âhiret sevab ı Allah kat ındadır. Allah, işiten, görendir. 135-
Ey inananlar, adâleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun,
kendinizin, anababanızın ve yak ınlarınızın aleyhinde bile olsa, (ş ahitlik
ettiğimiz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrdmaym).
Çünkü Allah, ikisine de daha yak ındır (onları sizden çok kayırır). Öyle
642 Nisâ' Suresi

ise keyfinize uyarak do ğruluktan sapmayın. Eğer (ş ahitlik ederken) dili-


nizi eğip bükerseniz, ya da doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah,
yaptıklarının haber almaktadır.

Tefsiı :

127— Fetvâ, güç bir meseleyi açmak, izah etmek demektir. Genç
anlamındaki fetâdan gelir. Açıklamakla mesele kuvvet kazand ığı için
meselenin izah ına fetvâ ad ı verilmiştir. İstiftâ', fetvâ istemektir.

127 nci âyetten anla şılıyor ki bazı müslümanlar, kadınların miras


durumu veya yetim kırların mehirleri hakkında soru sormu şlar, bu soru-
nun açıklanması nı istemişler, bu münasebetle bu âyet inmi ştir. Araplar-
da âdet şöyle idi: Adam, velisi bulundu ğu yetim kızın malı varsa malma
sahip olmak için e ğer kız güzelse onunla evlenir, çirkinse onu hayat ı
boyunca evlenmekten meneder, bu suretle onun makina konard ı . İşte bu
surenin ba ş tarafında üçüncü âyetten itibaren yetim kad ınlara haksızlık
edilmemesi, onlarla s ırf malları için evlenilmemesi, onların mehrlerinin
tam verilmesi, onların da erkekler gibi haklarının bulunduğu anlatılnuştır.
Allah'ın, yetim kadınlar hakkında bildirdiği hükümler, onlardır. "Ken-
dileri için yanlan (takdir edilen miras)/ vermeyip nikâhlamak istedi ğiniz
kadınlar", cümlesi, yetim kızları nitelemektedir. Burada kasdedilen ye-
tim kızlar, kişinin malı na varis olmak için evlenmek istedi ği yetim
kızlardır. İşte bunlar hakkındaki hüküm, Surenin ba ş tarafında açıklan-
mış , her hak sahibine dü şen miras payı gösterilmi ştir.

"Ve zavall ı çocuklar hakk ında da (fetva istiyorlar)." Câhiliyye dev-


rinde kı zlara miras verilmedi ği gibi küçük çocuklara da miras verilmez-
di. Yüce Allah, gerek kızlar, gerek çocuklar hakk ında surenin ba ş tara-
fında indirilen âyetlerde hüküm bulundu ğunu bildirmektedir.
Surenin üçüncü âyetinde belirtildi ği• gibi yetimlere karşı adâletli
davranmak ş arttır. Mallarına konmak için onlarla evlenmek, ya da mal-
larına sahip olmak için onlar ı evlenmekten menetmek haramd ı r. Ama
adam, velisi oldu ğu yetim kızla malı için değil, fakat gönül arzusuyla
evlenmek istiyorsa bunda bir sak ınca yoktur.

Bazı müfessirler, "Onlar için yanlan (takdir edilen)" cümlesinin


hem mehre, hem de mirasa delâlet etti ğini söylerler. Çünkü veli, ve
vasiler, evlerinde bulunan yetimleri mallar ına tamahan ba şkalaı iyle
evlendirmez, ya kendileri onlarla evlenir, ya da onlar ı oğullariyle
evlendirip mallar ını kendilerine mehr olarak al ırlardı .
Cüz': 5, Sure: 4 643

İmam Ebü Hanife, "Nikahlamak istediğiniz kadrolar.." cümlesin-


den, küçük kı z ın babas ı ve dedesi dışındaki herhangi bir velisinin, onu
evlendirebilece ği hükmünü çıkarm ışt ır.
kile ilişkilerine temas eden 128 nci âyetin, Hz. Pey ğamber'in zev-
cesi Sevde hakkında indiği rivayet edilir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ya şlı
olan Sevde'yi bo ş amals istedi. Allah Elçisinin zevceli ği şerefinden yok-
sun kalmak istemeyen Sevde ise:
"— Ya Resulâllah, beni boş ama, ben gecemi Ai şe'ye vereyim,
dedi." Allah' ın Resulü de bunu kabul edip Sevde'yi bo ş amaktan vaz-
geçti. İşte bu olay üzerine inen bu âyet, kocas ının, kendisinden ho şlan-
madığı için geçimsizlik etmesinden, yüz çevirmesinden korkan kad ının,
kocasiyle anla ş abilece ğini, yatak, mehr ve miras hakk ından vazgeçerek
kocasının yanında kalabilece ğini bildirdi.'
Ba şka bir rivayete göre 128 nci âyet, Rüfic ibn 1Jadic ve e şi hak-
kında inmiştir. Bu zât, evlendi ği genç kızı, eski kar ısından fazla sevmi ş .
Buna dayanamayan eski kar ısını da boş amak istemi ş , fakat kad ın, ih-
mal edilse de duruma raz ı olacağını , boş anmak istemedi ğini söyleyince
bu minya' üzre anla ş mışlar, inen bu âyetler de bunun caiz oldu ğunu
bidirmiştir2
Ayetin hükmü ve Hz. Aişe'nin de açıklamasına göre adam karısın-
dan hoşlanmaz, boş amak isterse, kad ın sadece geçiminin sa ğlanmasına
razı olup kocasının yanında kalmak üzere anla ş abilir ve onun yanında
kalır, çocuklarından ap ılmaz.
129 ucu âyet, Surenin ba şında, çok kadınla evlenmeyi s ınırlayan 3
ncü âyeti tamamlamakta, onu tefsir etmektedir. Orada adâlet mutlak-
tır, burada ise kad ınlar aras ında gözetilmesi farz olan adâlet aç ıklan-
makta, biraz kolayl ık getirilmektedir.'

Bir müslüman, en çok dört kad ını nikahı altında tut abilir. Fakat
kadınlar aras ında adalet yapmas ı şarttır. Hepsini ayn ı derecede giydi ı -
mesi, yedirmesi, oturtmas ı, hepsine aynı işlemi yapması gerekir. Bunları
yapmak insanın elindedir. Fakat sevgi, insan ın elinde olmayan bir ş ey
dir. İnsanın hepsini ayn ı derecede sevmesi, her zaman mümkün de ğildir.
Birini daha çok sevebilir. İşte yüce Allah, 129 ucu âyette bu duruma
işaret ederek: Siz isteseniz de kad ınlar aras ında tam adâlet yapamaz-

1. EU' Dâvîıd, Nikâlı, b51 fi'MFasmi beyne'n-nisâ'; İbn Kesfr, Tefsir, I. 562; Mentibu'l-
ğayb, III. 478
2 Taberi, V. 312; Ibn Kesfr, I. 563
3 Butik!, Tefsir, Nisa Suresi.
644 Nisa' Suresi

smız. Gönlünüze hakim olamayarak birini di ğerinden fazla sevebilirsiniz.


Fakat gönül durumunuz adalete engel olmamal ıdır. Ötekinden tamamen
yüz çevirip, onu kocas ızmış gibi bir duruma sokmamal ısınız. Sevgide
de ölçülü davran ınız, buyıırmaktadır.
Hz. Peyğamber(s.a.v.)in vefat ı sırasında nikahı altında dokuz
zevcesi bulunuyordu. O, hanımları arasında adaleti gözetir, her gece
bir hammuun odas ında kahrdı. Ya şlı olan Sevde ise, gece hakkını Hz.
Aişe'ye vermi şti. Hz. kişe şöyle diyor: "Allah'ın Resulü (s.a.v.) kadınları
arasında geceleri taksim eder, ve adâletle sıraya uyardı. Sonra : 'Allahım,
bu benim yapabildiğim taksimdir. Fakat benim elimde olmay ıp senin elin-
de olan şeyden ötürü beni k ınama' derdi."'
130 nen âyette birbirinden ayr ılan eşleri, birbirine, muhtacetme-
yeceğini, bol hazinesinden onlara yard ım edece ğini bildiren yüce Allah,
131-134 ncü âyetlerde de göklerde ve yerde ne varsa hepsinin ken-
disine âid olduğuna dikkati çektikten sonra gönderdi ği bütün dinlerde
insanlara Allah korkusunu ö ğütlediğini hatırlatmakta, insanlar ın küfür
ve isyanının göklerin ve yerin padi şahı Allah'a zarar vermeyece ğini,
Allah'ın çok zengin olup hiçbir şeye muhtaç olmad ığını, bütün övgü-
lerin O'na mahsus olduğunu bildirmektedir. Evet göklerde ve yerde ne
varsa hep Allahındır. O, her nefsin ba şında yönetici, gözetleyici ve her-
şeyi görücüdür.
Dilerse kendisine isyan eden bir toplulu ğu götürür, yok eder, onun
yerine yeni bir topluluk getirir. Zaten hep götürüp getirmektedir. Baz ı
toplumları yükseltirken, baz ılaruu alçaltmakta, y ıpranan vücutlar ı
götürmekte, yeni canlar, yeni vücutlar yaratmakta, her an hayat ı ta-
zelemekte, her an yaratmaktad ır. O, her anda ba şka bir şandadır. Her-
şeyi yapmaya gücü yeter.
Dünyayı isteyen ve bunun için O'ndan ba şka varlıklara yalvarıp
duran bilsin ki dünya ve âhiret nimetlerinin hepsi Allah' ın yanındadır.
O, dilediğine bunu veya onu, yahut her ikisini de verir. İnsanlar dünya
nimetlerini de, âhiret nimetlerini de yaln ız O'ndan istem,elidirler. Al-
lah, herşeyi işiten ve görendir Kimin ne istedi ğini bilir, ne yaptığını
görür.
126 ncı âyetten 133 ncü âyete kadar üç defa göklerde ve yerde bulu-
nan her şeyin Allah'a aid oldu ğu, Allah'ın hiçbir şeye muhtac olmad ığı
batırlatılmaktadır. Bu demektir ki her şeyi yaratan Allah, kâinatm ve

1 Ebû Dâvûd, Nikâh, bâb frl-Isasmi beyne'n-nisâ'; TirmiM Nikâh, 42; Nesn, `Usretu'n-
Nisâ', bâbu meyli'r-racul ilâ /bn Mke, Nikâh, 47; ibn Uanbel, Musned, VI. 144
Cüz': 5, Sure: 4 645

insanların nasıl bir dijAenle mutlu olacaklar ını en iyi bilendir. O'nun,
sizin için indirdi ği bu hükümler, sizin saadetiniz içindir. E ğer siz, bu
hükiiınlere uyarsamz mes'ud olur, güçlenirsiniz. Dünyada şeref ve izzet
içinde ya ş arsmız. Ama bu hükümlerden saparsan ız o zaman gücünüzü
yitirirsiniz, Allah dilerse sizi mahveder, sizin yerinize, yasalar ına uyacak
toplumlar getirir. Allah, herşeyi yapabilir.
135 nci ayet de Allah için do ğru şahitlik etmeyi, insanın kendi
aleyhine, anababasm ın ve akrabasının aleybine de olsa, leh veya aley-
hine tanıklık yaptığı kimse zengin de olsa, fakir de olsa asla do ğruluk-
tan ayrılmamayı emretmektedir. Bazan insan zenginden korktu ğu için
onun lehine tan ıklık yapmak ister. Bazan da fakire ac ıdığmdan onun
lehine şahitlik yapmak, fakiri korumak için bildi ğini ve gördüğünü giz-
lemek, ba şka türlü söylemek ister. Her ikisi de do ğru de ğildir. Tamkhk-
ta asla sevgi, şefkat, merhamet, korku duygular ı insanı haktan saptır-
mamalı, hak ve adelet neyi gerektiriyorsa insan onu yapmal ıdır. Nefsin
arzusu, kişiyi adâletten alıkoyınamalıdır. Çünkü Allah, kullarma herkes-
ten çok yakındır. İnsanlar için en uygun olan adalet ve do ğruluk ol-
duğundan bunlara titizlikle riâyet edilmesini buyurmakta ve tan ıklıkta
haktan sa.panları şiddetle uyarmaktadır: "Eğer lafı ağzınızda geveler,
ya da doğru söylemekten yüz çevirirseniz, Allah yapt ıklarınızt bilir!"
Bu ayet, İslam adaletinin temellerinden biridir. Hak ve adaleti
bunun kadar özlü ifade eden ba şka bir hukuk prensibi yoktur.
TabeıVnin rivayetine göre Resullullah' ın huzurunda bir zenginle
bir fakir davala ştı. Resul Aleyhisselâm, fakir, zengin haks ızhk edemez
düşüncesiyle fakiri tutar oldu. Yüce Allah, bu ayeti indirerek zengin
olsun, fakir olsun herkese kar şı adaletle, tarafs ız davranmas ını, hiçbir
tarafı tutmamasm ı emretti.
Hazin'in iş aret etti ği gibi bu ayetin de Ebû Tı'ma ile ilgili olması
muhtemeldir. Ancak ayet, tan ıklıkta adalet ve tarafs ızlık ilkesini getiren
yeni bir hukuk prensibidir.

"d." -151. "") 4.»L; .,3


-,:r.......15TC4
.••
0(:)..4 ı4 ı!
, •••

SI.5( P *-Cf-1
N4 5‘ £3 L;

1 Taberl, V. 321
•-

646 Suresi

ii,j;2_,...., , 1_,:_
zç,j 9,),T ? lifi...3 ,.ç,,,, .1„ ,c j ,:x:11, ,-:‘.) 1 (ir,) I-
.,..,
i.:.4
L.,,
.. --- •
k.,:..;..., °,:4-_.,. ..%°_,,,;3 .S- r3 °Ç:4:3 -.)_.:1 ° :1 ',Il ..c)'..<",.. e -.1 -T,..4.
°.'s- ıi'.›-.,°.1".",_,'.
, .., t
• ..ı.ı -1
<i.. ( ■ Y'A) -■c_Sı 1,1-.:Cp °' _i ',•_) ı_'• -.`-;:::
i31"::.1.e' i :t,-_,• On')
.., • .. "' -,.:
o ..- o.9, „ 9 o ,o ..I
I U) .5 4.7.4 J)

2_;:; °Li -30

C4-) 1-**
, " , o , 9 Z; o .9 , .9 9 o
I I 0 £4. A—
A I j

.. O , ." O
r..4=›... j ''‘..):..):3 C ..1 r;
, ...L, \jli CJ.ğt i' 4C. -,13,11 '-'4) ı ‘
o ..,
ı'_ç c.), Li 4 ....)
„ , .:-. _
,.,....a..) _:_i

i:...< J C.7 _U ı 0 t .) C.:,.....- -
-•
-c.) .; ı.:S,°_u_ -,Jı-S °4J ı ".3 4 ° .<_._,. ğc.;__; ;,3-ı 11_11_; Cul -cf. '''cr_z°:i
,
4 ‘5_1._,:iin ,_,,. ...::..._ 3 '3e _<...,1.p °;i:.›,..;:___; ? -1 ıl_Jei ‘*,..,.,,...4.i-
- .1 ).:9• CS,:kı.. '' I -j-d-,..-!
: - '3‘ .,.3 - ;‘.- - -°ı i - °' ..,-L- °_'-° - ,..-
r-- --
.! _.4..-.-A
- ' '_°-
e -,--'4:« 1: ,
1_:. -", -.co - .).,p.>(_.;.„
- ı.i ı-!..L°1' ".) ,ı (N t ‘) iı:_,..,.. -..,,,i_,.°1_.ı°i' -jp
4)-_,Lıt Lkı ı-Sı
(N t Y) ,3;;5
'43 -3 0V3:16 1 -51, ;51'3:1,
.
I ı, (N t Y')
t; 02.°L.
ı (N t t)
oto) ._543

° 4.+,ı C.. (N t 'k) °3'.1°r


t v) °‘; i
Ciiz': 5, Sure: 4 647

136— Ey inananlar, Allah'a, Elçisine ve indirdiği kitaba ve daha önce


indirmiş bulunduğu kitaba inanın. Kim Allah' ı, meleklerini, kitaplarını ,
peyğamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmü ş-
tür. 137— Onlar ki inandılar, sonra inkâr ettiler; daha sonra(tekrar) inan-
&lar, yine inkar ettiler, sonra inkarlarz arttı ; işte Allah onları ne bağışla-
yacak, ne de doğru yola iletecektir. 138-Münafıklara, acı bir azabın ken-
dilerinin olacağını müjdele! 139-Onlar, mü'minleri b ırakıp kâfirleri dost
tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen
Allah'a aittir. 140-(Allah), size kitapta indirmi şti ki : Allah'ın ayetleri-
nin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar
(sözü b ırakıp) başka bir söze dalı ncaya kadar onlarla beraber oturmayı n,
yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, bütün ikiyüzlüleri ve
kâfirleri cehenneme toplayacakt ır. 141- Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer
size Allah'tan bir fetih nasib olursa, "Biz de sizinle beraber değil miydik?"
derler. Ve eğer savaşta kafirlerin bir payı aur(sava şı düşmanlarınız kaza-
mr)sa, (bu kez onlara): "Biz size üstünlük sa ğlayıp, sizi mü'minlerden ko-
rumadık m ı ?" derler. Artık k ıyamet gününde Allah, aranızda hükmede-
cek ve mü'minlere kar şı kafirlere asla yol vermeyecektir. 142- ikiyüzlüler,
(gûya) aldatmaya çalışırlar. Oysa O, onların aldatmalarını kendi-
lerine çevirir. Namaza kalkt ıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insan-
lara gösteriş yaparlar, Allah'ı pek az anarlar. 143- Arada yalpalayıp du-
/ lar. Ne bunlara (bağlanırlar), ne de onlara. Allah'ın şaşırttığı kimseye
bir (çıkar) yol bulamazs ın! 144- Ey inananlar, mü'minleri bırakıp kâ-
firleri dost tutmayın! Allah'a, aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi
istiyorsunuz? 145- Doğrusu ikiyüzlüler, ate şin en aşağı tabakasındadır-
lar. Onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın. 146- Ancak teybe edenler,
durumlarını düzeltenler, Allah'a yap ışanlar ve dinlerini sı rf Allah için
yapanlar (yalnız O'na tapanlar), iş te onlar mü'minlerle beraberdir ; Allah
da yakında mü'minlere büyük bir mükâfat verecektir. 147- Siz şükreder,
inanırsanız Allah size azâbetmeyi ne yapacak? Allah şükrün karşılığını
veren, (herşeyi gere ğince) bilendir.

Tefsir:
136-147: Bu âyetlerde önce iman esaslar ı açıklanmakta, bunlardan
birini inkâr edenin aç ık bir sapıklık içine düşece ği belirtilmektedir.
Sonra da kâh inamp kâh inkâr eden, imanla küfür aras ında bocalayan
münafıkların durumu anlatılmaktadır.

137 nci âyette önce inamp sonra inkâr eden, ikinci kez de inamp
tekrar inkâr eden, en sonunda da inkâr ı iyice artan kimseleri Allah' ın
648 Nisâ' Suresi

ba ğışlamayaca ğı, onları doğru yola iletmeyece ği bildirilmektedir. Aca-


ba bu inamp inkar eden, yine inanıp tekrar inkar eden, böyle böyle iyi-
ce küfürleri katmerle şenler kimlerdir? Bir kısım müfessirlere göre bun-
lar Yahudilerdir. Çünkü onlar Tevrat'a inand ılar, fakat Musa'nın ar-
dından buzağıya taparak inkâra girdiler. Musa'n ın Tur'dan dönüşüyle
birlikte imana geldiler, fakat sonradan Isa'y ı ve İncili inkar ettiler. Mu-
hammed Aleyhisselâm' ı da inkâr etmekle küfürleri artt ı . Bazı ulemaya
göre de bunlar münafıklardır.°
Ayetin ruhundan anlad ığımıza göre bunlar, sabit bir zümre de ğil-
dir. Burada bir karakter çizilmektedir. Yahudilerden de olabilir, müs-
lümanlardan da olabilir böyle insanlar. Baz ı tipler vardır ki bir türlü
içlerine iman yerle şemez. İnanırlar, fakat imanlar ı yerle şmediği için
hemen içlerine dü şen bir şüphe ile inkara saparlar. Ama küfürde de
rahat etmez, yine inannlar, fakat yine saparlar. Böyle imanla küfür ara-
sında bocalaya, bocalaya sonunda yüreklerini tamamen inkar sarar,
kalbleri katılaşır, artık doğru yolu bulamazlar. İşte nifakm sonu budur.
Demek ayette karakterize edilen tip, nifak tipidir. Nitekim müteakip
ayetlerde münafıklarm davran ışları, ayrıntılariyle tasvir edilecektir.
Münafıklar, mü'minleri b ırakıp kâfirleri dost tutarlar. Burada kas-
dediler' kafirler, Yahudilerdir. Müslümanlarm içinde ikiyüzlü olan ba-
zı kişiler dıştan müslüman görünüyor, gizli gizli de kafirlerle dostluk
kuruyorlard ı. Bütün amaçları, onlarla birlik olup müslümanlar ı sonun-
da yenmek, Medine'de kendilerine üstünlük kurmak, mevki sa ğlamak
idi. Oysa onlar bo ş kuruntunun pe şinde idiler. 'üstünlük Allah' ın elin-
dedir. Allah onu dilediğine verir. Böyle yapmakla ikiyüzlüler, manen
alçalıyorlar, ruhlarmı cehenneme sürüyorlardı . Bu yüzden hem inkar-
cılar, hem de ikiyüzlüler cehennemde toplanacaklard ı .

140 ncı ayet, Yahudi hahamlarm ın yanında oturup onların Kur'an


ile alay etmelerini dinleyen münafıklarm tutumunu anlatmaktad ır.
Öyle anlaşılıyor ki münafıklar içinde bazı kimseler vardı ki tam müna-
fık de ğildi. Aslında nni.'min olup bazal' da içine şüphe düşen insanlar
vardı . Asıl miinafıklarm çevresinde bulunduklar ı için,, onların telkinle-
rine kapılıyorlardı . Bu müslümanlar, özel meclislerinde Yahudi ve mü-
nafıklarla beraber oturur, onlar ın Hz. Muhammed Aleylaisselâm ve Kur'
ân ile alay eder tarzdaki konu şmaların dinlerlerdi. İşte onlara hitaben
inen bu ayetler, İslam ile alay edilen meclislerde oturmamalarm ı em-
retmektedir.

1 Mentitıul-ğayb III. 487; Tefstru'l-âsimf, V. 1608


Cüz': 5, Sure: 4 649

Müslümanlar henüz Mekke'den hicret etmezden. önce Mekke mü ş-


rikleri, Hz. Muhammed Aleyhisselâm ve Kur'ân ile alay ederler, ayn ı
mecliste bulunan müslümanlar da çok az ınlıkta oldukları için ses çıka-
ramaz, dinlerlerdi. Orada inen: "Âyetlerimiz hakk ında (münasebetsizli-
ğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar on-
lardan yüz çevir; eğer şeytan sana (bunu) unutturursa hatırladıktan son-
ra (hemen kalk), o zalimler topluluğuyla oturma!"' meâlindeki ayet, müslü-
manlara, Allah'm âyetleriyle alay eden mü şriklerin yanında oturmamala-
rını, onlar alay edince kalk ıp gitmelerini emretti. Müslümanlar da öy-
le yaparlardı . Medine'ye geldiklerinde müslümanlar, Yahudi ve müna-
fıklarla oturur, konu şurlardı. Yahudi ve münafıklar, gizli toplant ıla-
rmda Hz. Muhammed Aleyhisselâm ve Kur'an ile alay ederler, onlarla
beraber oturan baz ı samimi, fakat zayıf müslümanlar da onların bu
alaylı sözlerini dinlerlerdi. 140 ncı ayet, daha önce Allah' ın ayetlenyle
alay edilen yerde oturulmamas ı emredildiği halde hala böyle yerlerde
oturanlar] uyarmakta, onlar ı bundan menetmektedir.
Hicretin be şinci yılına kadar bütün Yahudiler Medine'den ç ıkarıl-
mıştı. Demek ki bu ayetler, Hicri be şinci yıldan önce nazil olmu ştur.
139 uncu âyet, miinafıklarla yahudiler aras ında bir dostluk ve antla ş -
ma olduğunu, münafıkların yahudileri dost tutup onlardan şeref ve
menfaat beklediklerini gösterir.
Allah ve peygamberlyle, din ile alay edilen bir mecliste gönül iste-
ğiyle oturmak haramdır. Oturan da o alay edenler gibi olur, yani küfre
gider. Fakat bu konu şmalar ı istemeyerek, gönülden ikrah ederek din-
leyen küfre gitmez. Mekke'de kâfirleri dinleyen müslümanlar için "Eğer
onları dinlerseniz, siz de onlar gibi olursunuz" denınemiştir. Çünkü Mek-
ke'de bu sözleri dinleyenler, istekle de ğil, kerhen dinliyorlard ı . Ama
Medine'de durum öyle de ğildi. Orada Yahudi ve münafıklarla beraber
oturup dinle alay eden sözleri dinleyenler, bunu dinlemeye mecbur de-
ğillerdi. Isteseler itiraz edebilirler, oraya gidip oturmazlard ı. Demek ki
bu sözlerden ho şlanıyorlardı . Bunlardan hoşlanan da bizzat kendisi
Allah ve Resulüyle alay etmi ş olur. Bundan dolayı bunlara: "Eğer on-
ları dinlerseniz, siz de onlar gibi olursunuz!" hitabı yönelmiştir. Bir mec-
liste Allah ve Resulüyle, Kur'ân ile alay edildi ğini işiten mü'min ya iti-
raz edecek, yahut hemen oradan kalk ıp gidecektir. Bunu da yapamaz-
sa gönülden nefret edecektir. 141 nci ayette geçen istilıved kelimesi,
üstün gelmek anlanundadır. Münafıklar, Yahudilere diyorlar ki: "Biz
size üstün gelmedik mi? İsteseydik, müslümanlarla birlik olup sizi ye-
1 En'tını Suresi: 68
650 Nisâ' Suresi

ner, öldürür veya esir alabilirdik. Ama bunu yapn ıadık. Size üstün ge-
lecek durumda bulundu ğumuz halde müslümanlara yan ç ıkıp sizin aley-
hinize sava şmadık, bu suretle müslümanları zayıf duruma dü şürdük,
müslümanların sizi ezmesine engel olduk, size üstünlük sa ğladık.."
142 nci âyette münafıkların, üşene üşene ve inandıklarmdan değil,
gösteriş için namaz kıldıkları bildirilmektedir. Demek ki namazı yük-
sünmek, nifak alâmetidir.
143 ncü âyette mü' ıninlere, kâfirleri dost tutmamalar ı emredil-
mektedir. Bundan da anla şılıyor ki nifak hareketi içinde bulunan baz ı
kimseler, tam münafık değildi. Bunlar, liderlere kan ıyor, onların tel-
kinleriyle hareket ediyorlard ı . içlerinde iman da vard ı . Fakat çe şitli
sebeplerle ku şkulara, tereddütlere dü şmekte, kâh münkirlerle
Yapmakta, kâh da içlerinde iman ışığı yanınca gerçe ği görüp mü'
minlerin yanında yer almakta idiler. Ama şüphe ve tereddüt, içlerin-
deki zayıf iman ışığını tekrar karartmakta idi. Bunlar halis münafık ol-
madığı , içlerinde iman ışığı taşıdıkları için yüce Allah, 144 ncü âyette
bunların böyle imanla küfür arasmda bocalayışlarını belirttikten son-
la yine bunlara "Ey inananlar, mü'minleri bırakıp Wirleri dost tutmay ın"
dem ekte dir.
145 nci âyette de d ıştan mü'min gözüküp içten tam kâfir olan ger-
çek münafıkların, cehennemin en alt bölümünde olacaklar ını haber ver-
mektedir. Derece yüksek için, dereke alçak için kullan ılır. Demek ki
münafıklar en aşağı derekededirler.
Ancak teybe edip uslananlar, yola gelenler, yaln ız Allah'a kulluk
edenler, gerçek mü'minlerle beraber büyük ödüllere nail olacaklard ır.
Allah, kullarını azâb etmek için yaratmanu ştır. Azâb, kullar ı doğ-
ru yola sevk etmek, düzenlerini korumak, haks ızlıkları önlemek, ada-
leti sağlamak, ruhları temizlemek içindir. Ama kullar inan ıp doğru yol-
da gidince, güzel davran ışlariyle Allah'a şükredince Allah niçin kulla-
rına azâb etsin? O ki kullarmm yapt ığı güzel amelleri fazlasiyle ödül-
lendiren, Yapılan her iyiliği bilendir.

:6

- e-:Y-1
;

Il , tam °z.)ı (N t A) )4,cp J' ı


(N t •k) 1:,;;:p "" ı:ç "zo `/z.)
Cüz': 6, Sure: 4 651

148- Allah, kötü sözün aç ıkça söylenmesini sevmez. (Kötü söz söy-
leyenleri cezaland ırır). Ancak zulmedilen hariç (zulme uğrayan kimse
feryâdedip zâlimin kötülü ğünü söyleyebilir). Şüphesiz Allah, i şitendir,
bilendir. 149- Bir iyiliği, açığa vurur veya gizlerseniz, yahut bir kötülü-
ğü affederseniz (bilin ki) Allah da affedicidir, güçlüdür.

Tefsir:
148 nci âyetin şu olay üzerine indi ği rivayet edilir: Bir adam, Hz.
Ebubekir'e sata ştı . Epey sustuktan sonra Ebubekir de kar şılık verdi.
O karşılık verince Allah' ın Resulü, memnun olmadığını belirtmek üze-
re kalktı . Hz. Ebubekir:

- Ya Resâlâllah, o bana sövdü, sen bir şey demedin. Fakat ben ona
karşılık verince kalka m ? Allah' ın Resulü buyurdu ki:

- Senin yerine bir melek ona kar şılık veriyordu. Fakat sen de ona
karşılık verme ğe başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Şeytan gelince
ben de kalktım. O sırada bu âyet indi.'

149 nen âyet, 148 ncinin tamamlay ıcısıdır Bu veya benzeri bir
olay üzerine iki âyetin birlikte indi ği anlaşılmaktadır.

Bu âyetlere göre her ne suretle olursa olsun, kötü sözü aç ıkça söy-
lemek, alay ve hakaret etmek, ya da yap ılmış kötü bir işi açığa vurmak,
başkalarının kusurunu ortaya dökmek, Allah' ın sevmediği çirkin şey-
lerdir. Ancak haks ızlığa uğrayan kimse, kendisine haks ızlık edene kar-
şılık verebilir, onun haks ızlığını duyurabilir. Bu hususta Abdullah ibn
Abbüs'ın ş öyle dediği rivayet edilir: "Birinin bir kimseye kar şı bedduâ
etmesi doğru değildir. Ancak mazlûm, kendisine zulmedene kar şı bedduâ
edebilir. Ona bu hususta izin verilmi ştir."2

Buna ra ğmen kendisine sövmüş , hakaret etmi ş bir insanı , öc alma-


ya gücü yeterken affetmek, büyük meziyettir. Allah' ın Resulii (s.a.v.)
"Sadaka malı eksiltmez, Allah affedenin izzetini (onurunu, gücünü) ar-
tınr. Allah için alçakgönüllülük edeni Allah yükseltir." 3 buyurmuştur.

Ayetin ruhundan anlıyoruz ki bir kimsenin, kendisine yapılmış


herhangi bir dil hakaretini affetmesi, hay ırlıdır. Ancak affetmek, ba ş-
kalarına da hakaret etme cesaretini verecek ve bu tür hakaretlerin, hak-

1 1134 Mefildb, III. 496; Ijazim ayetin tefsiri.


2 Tefsiru'l-I(simi, V. 1626
3 Müslim, Birr, b. 45, h. 69; Tirmili, Birr, 82
652 Nisâ' Soresi

sızliklarm topluma yayılması sonucunu do ğuracak olursa do ğru değil-


dir. O zaman adaletin gere ği yapılmalıdır.

Çekişmelerde sövmeye ilk ba şlayan kimse günahkar olur. Di ğeri


haddi aşmadıkça karşılık vermekle günah kazanmaz. Allah' ın Resulü
şöyle buyurmu ştur: "Birbirine sövenlerden, sövme ğe ilk başlayan günah-
kül. olur. Ancak haks ızlığa uğrayan (yani kendisine sövülen) kimse, s ı-
nın aşar (daha çok söver) se durum değişir."'
Ayette "kötü sözü aç ıkça söylemeyi Allah sevmez" buyuruluyor.
Bundan, kötü sözü gizlice söylemenin sakmcas ız olduğu anlamı çık-
maz. Kur'an]. Kerim'in birçok yerinde günah ın açık ve gizlisinden men-
edilmiş , bu surenin 108 nci âyetinde de günah bir sözün, insanlardan
gizlense bile Allah'tan gizlenemeyece ği, Allah'ın her yapılanı bildiği
açıklanmıştır. Kur'ân'a göre kötü sözü aç ık veya gizli söylemek, ba ş-
kalarma kar şı kötü niyetler beslemek günaht ır.

1Vlücahid, ayetin tefsirinde şöyle demiş : "Bu ayet, şu adamı anla-


tı yor ki adam, birine misafir olur. Ev sahibi kendisine iyi bakmaz, ken-
disini iyi a ğırlamaz. Oradan ç ıkar, ' şu adam bana bakmadı, beni ağır-
lamadı' der. İşte o adam, arkada şı hakkında kötü sözü açıkça söyle-
miş olur. (Demek ki insanın, kendisini iyi kötü konuk eden kimseyi
yermesi, kınamas ı doğru de ğildir)."2

Fakat müfessiller, misafir, kendisine bakmayan, ikram etmeyen


ev sahibini başkalarına söyleyebilir kaınsmdadırlar. Çünkü İslamda
konuğu ağırlamak, dini bir vecibedir. Allah' ın Resulü (s.a.v.) şöyle bu-
yurmuştur: "Misafiri gece yatırmak ve onu ağırlamak her müslümana
farzdır. Eğer misafir, adamın evinin çevresinde (yemekten, yataktan)
yoksun olarak sabah ederse, ev sahibinin üzerinde alacakh olur. Dilerse
alacağını tahsil eder, dilerse etmez."'
Ayetten çıkarılan bir diğer mana da şudur: Allah, kötü sözü aç ık-
ça söylemeyi sevmez. Ancak bir kimse, inkar etmek ve benzeri kötü
bir sözü açıkça söyleme ğe zorlanırsa onu söylemek, kendisine mübah
olur. Nitekim müşrikler, Ammar gibi baz ı sahabileri Allah' ın Resulünü
inkara zorlamışlar, Ammar da dediklerini yapm ış, böylece kendisini
serbest b ırakmışlardı. Ammar ve arkada şları hakkında: "İnandıktctn
sonra Allah'ı inkâr eden-kalbi imanla yatışmış olduğu halde (inkara)

1 Müslim, Birr, b. 8, h. 68; Ebil Düveld, Edeb, 39; Tirmiâl, Birr, 51; ibn Bafibel, II, 235....
2 Tersiru'1-1(8simi, V. 1626
3 Ebü Dâvüd, Edeb, bâb hadis: 5153
Ciiz': 6, Sure: 4 653

zorlanan değil- küfre göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah'
tan bir gazab iner ve onlar için büyük bir azâb vardır."'
149 ncu ayet, islâmın hoş görü ruhunu anlatıyor, insanları Allah rı-
zası için iyiliğe sevk ediyor: Yapt ığımız iyiliği açığa vursanız, ya da bir
kötülüğü affetseniz, Allah çok ba ğışlayandır, herşeye gücü yetendir,
diyor. Böylece insan, her yapt ığını Allah'ın bildiğini düşünerek Allah
için daima açık ve gizli iyilik yapmaya, affetme ğe te şvik ediliyor. Aye-
tin sonunda da: Allahın affedici ve her şeye gücü yeten oldu ğu hatırla-
tılıyor. Cenab ı Hak demek istiyor ki Allah, her diledi ğini yapabilir.
Kendisine kar şı gelenleri, buyru ğunu tutmayanlar ı derhal cezaland ırıp
helâk edebilir. Herşeyi yapmaya gücü yetti ği halde sizin birçok hata
ve kusurlarınızı bağışlamaktadır. İşte O, nasıl helâk etme ğe gücü ye-
terken sizi bağışlıyorsa siz de O'nun ahlüklyle ahlaklanmay ı hedef edi-
nerek öc almaya gücünüz yeterken affedin, insanlar ın hatâ ve kusuı la-
rını bağışlayın.
o „o
I -9 -A-:!. I C.)., 434 L, ı..) S

c) -U I J
o 9 o,„İı o ıı.9. 9 ,„ o
A> j.) 441

} „ e, o
C"A k=-1-^-1 3 (‘ e .) ‘=^11, J
° ‘) j_i (.) -3 J-9 ,<f('
O .9 o ıı o , 9 o
14-,- I 3 :AT
o ..- .9 9 o o .9 ..- o
* Y) \ j I J t 4.1)I ..>6 j_5- +.J3_, I

150- Onlar ki Allah'a ve elçilerini inkâr ederler, Allah ile elçilerinin


arasını ayırmak isterler, "kimine inanzrız, kimini inkar ederiz!” derler;
bu ikisinin (inanmakla inkürm) arasında bir yol tutmak isterler. 151-
İşte onlar &rçek kafirlerdir. Biz de kafirkre alçaltıcı bir azap hazırlamı-
şızdtr! 152- Ve onlar ki Allah'a ve elçilerine inandılar, onlardan hiçbiri
arasında ayırım yapmadılar; işte onların da (Allah) pek yak ında makâ-
fatlarını verecektir. Şüphesiz Allah, çok ba ğışlayan, çok esirgeyendir.
Tefsir:
150-152: İnişleri hakkında müfessirlerin herhangi bir olay nakletme
dikleri bu âyetler, Islaimn temel prensiplerinden birini aç ıklamaktad ır.
İslam, Allahın elçileri vasıtasıyle insanlara duyurulan dinin ad ıdır. Yal-

4 Nahl Suresi: 106


654 Nisa' Suresi

nız Allah'a kulluk anlamına gelir. Bütün peygamberler, Allah' ın elçileri-


dir. Onlar aras ında ayırım yapmak, kimine inan ıp kimini inkar etmek, İs-
lam inanciyle ba ğda ş maz. Allah'ın elçileri olan peygamberlerin hepsine
inanmayan kimseler, gerçekte Hakk ı inkar etmi ş olurlar. Çünkü el-
çiye itâat, Hakk'a itaattir. Elçiyi inkâr da onu göndereni dinlememek
anlamını taşır. Elçilerin adı de ğişebilir. Ama yüklendikleri görev ayn ı-
dır. Elçile ı arasında bazı kişisel meziyetlerde üstünlükler de olabilir.
Fakat Allah'ın elçisi olmak bak ım ından hiçbirinin di ğerinden farkı
yoktur. Hepsi Allah tarafından görevlendirilmiştir. Onları tasdik, on-
ları gönderen Allah'ı tasdik demektir.

Yahudiler, Isa'dan önceki peygamberlere inanm ışlar, fakat Isa'ya


inanmamışlardı. Hıristiyanlar, Isa'ya ve ondan önceki peygamberlere
inandılar fakat son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a inan-
madılar. Bir peygamberin, peygamberli ği kesin kanıtlarla belli olduk-
tan sonra onu, s ırf kibir, inat veya körü körüne taklit yüzünden inkâr
etmek, peygamberler aras ında ayırım yapmaktır.
Peygambeılerden kimini kabul edip kimini reddetmek, gerçek din
ile bağdaşmaz. Tam anlamıyle inanmış olanlar, peygamberleri birbirin-
den ayırd etmeden, ilkinden sonuncusuna kadar hepsine inamrlar. İşte
onlara Allah tarafından büyük mükâfatlar verilecektir. Peygamberleri
inkar edenler, küçük dü şürücü bir azâba u ğrarlarken, Allah' ın bütün ,

elçilerine inananlar da ödüllendirilecek ve yüce Rab onlara, çok ba ğış-


layıcı, çok merhametli s ıfatlarıyle tecelli edecektir.

Q• A 1,1_::_5" J L I
Q: •- - •
L; ) I I J LA.9 G:J]
o • 9 .9 5 .o -9 •-•
° j■•• ■:.;1' PLall e÷« 1-9
Ot 9 •-• .•••
LJ2.,.L.Go -1,9 G S3 °L)
• : P _ı

°e5_t.:3 "),'131°
o 9 o.
°
ter—: -4"« j
..> -
° t)
Of:
o
—....
Ii .1 •
Cüz': 6, Sure: 4 655

■,^; ..- .$ e 9 ..... o o $ 9s


0°°) k,,..i:..; i .)-:. ,4 3-, 5ki Ğ.,7 1,
...A ....i J Cr-.ı:1P l.k I
-> ,
,.:4,.ş.,_;" , 4,. .12:p
4 . .j
1;C:::41
A "Sp ° .._4_ 1 * .;,_',.- -_,° "
i j r; j:«'
ıe .ci..‹.. i i

C' ; 5 O iLL; LA;.) ,aA ( i .i5,;) ' ' çci'..;:), ",•):,. ı. ‘;../.f
- 1.... ..,,r , .. , , .. ,, _ 4....
..,,,. ..., . , ..9.,,...... .=.5 .7. e . „....,-,... $ 9,,
,.ı
,...:.1.ğr C.,:1:::; Ö
..LJ I J...I j G e-4,1
L.A..., ...(... .J ...4::.1$ I j-42A.....›. 1 L.r.. ... 4_1:D...J j 0,9--A,,,,0

tt.4 fir31-1::; t:*; G °C:.)2J t -1C.;:ir -IP ğ•• .4 •-1 ğ fi JCA G fi4-...A
L': -. çr4" -
= I:, ( ‘ o A) 0-- ..). j--9 ,CW -4..)CÇ j G 4....3 ı 543fl 5.C.,:i , °,S(N oy)
4
. -- .., :''' , „
z..t;:;2:il—r °,:! ; , 4.;
-... *j. 'Lj°..:.; ‘Lı
• ,• , ,j:#:ı °,..)::.
° :I 'I - ı ,.>1:-,S.:31°
--....• "z ,:._,.1_,.
1_:.:4, _, ı J' ı_,„ -.j. .:k:n
... (
° -‘).• 7. :ı):Ii....; o . N ) r.t._i.".4 e':."':•• cp '‘).1..<_,
.S.S' ZA j...S.rri °C):P ;,.:;...(:¥2..J :, " :1 ::,1>•) ‘.:JC.::.1, . ... °.IP
0 •* Ç4 .'t..•
o
'
o
j Ç..,1 '.4.& ' ' it 5(-ft, .1° ı --9 0 .)
fi.lc. P ,I..4.)-‘; °J:«; , ı J-L>
,- - i
(N '‘))-■,._i-ı 1, ı-Lp °e_' +....'.5. "iş.S.ıi..0°.(_:::p-1 :, 4 J.10 tam_!1..J u..ıı \.:j r
... ... .. ..
j
-,d.; 51
r ".).;°3.5.°1' T
•••• 0,


.; Y) \.....12-P J •

153 Kitap ekili, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni isti-
-

yorlar. Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemi şler : "Allah'ı bize açık-
ça göster!" demişlerdi. Haksızlıklarından dolayı derhal onları y ıldırım
yakalamıştı . Sonra kendilerine açık deliller gelmi şken buzağıyı (tanrı)
tutmu şlardı . Bundan da vazgeçtik ve Musa'ya aç ık bir yetki verdik. 154 -

Söz vermeleri için Tur'u üzerlerine kaldırdık ve onlara : "Secde ederek


kapıdan girin!" dedik. Ve onlara : "Cumartesi(yasakları)ni çiğnemeyin!"
dedik. Ve onlardan, sağlam bir söz aldık. 155 Sözlerini bozmalar ından, -

âyetlerini inkâr etmelerinden, haks ız yere peygamberleri öldürme-


lerinden ve "Kalblerimiz k ılıfl ı" demelerinden ötürü (başlarına belâlar
getirdik). Hayır (kalbleri kılıflı de ğil), fakat inkarlarından ötürü Allah
o kalblerin üzerini mühürlemi ştir. Artık pek azı hariç, inanmazlar : 156 -

Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalar ından ; 150 "Biz -

Allah' ın elçisi Meryem o ğlu isâ Mesih'i öldürdük!' demelerinden ötürü.


656 Nisa' Soresi

Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri), kendilerine


(Isa'ya) benzer gösterildi. Onun hakk ında ayrılığa düşenler, ondan yana tam
bir kuş ku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyor-
lar. Onu yakinen öldürmediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler).
158- Hayır Allah, onu (Isa'yı) kendisine yükseltti. Allah, daima üstündür,
hikmet sahibidir. 159- Andolsun, kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölü-
münden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü 0, (14) onların aley-
hine şâhid olacaktır. 160- Yahudilerin yapt ıkları zulümden, çok kimsekri
Allah yolundan çevirmelerinden dolay ı kendilerine helal k ıhnmış şeyleri
onlara yasakladık. 161- Menedildikleri halde faiz almalarından ve haksız
yere insanların mallarını yemelerinden ötürü (böyle yaptık). Içlerinden
inkar edenlere de acı bir azâb hazırladık. 162- Fakat içlerinden ilimde ile-
ri gitmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene
inananlar. 0 namazı kalanlar, zelditı verenler, Allah'a ve âhiret gününe
inananlar... Işte onlara büyük bir nıükâfât vereceğiz.

Tefsir:

153 ncü ayette kitap ehlinclen Yahudilerin, inat yüzünden inkar-


larma ve sırf demagoji yapmak için ileri sürdükleri isteklerine dikkat
çekildikten sonra 161 ııci âyete kadar Yahudilerin, daha önceki peygam-
berlere kar şı olumsuz tutumlarına iş aret edilmektedir. Yahudilerden
Ka'b ibn el-E şrerin, ba şını çektiği bir grup, Allah'ın Elçisine gelip:
"Eğer peygamber isen, bize gökten bir kitap getir!" demi şlerdi. Tabii,
kuşkulanm gidermek için de ğil, sırf inkarlar ında direnmek ve hattâ
Peygamberle alay etmek için böyle söylemi şlerdi.

Yüce Allah, Elçisini teselli için onlar ın, daha önce Musa'dan, bun-
dan daha büyük, hatta normal duyular]a slg ılayan insanla' için muhal
olan bir şeyi talebettiklerini, Allah' ı kendilerine aç ıkça göstermesini
istedikle ı ini hat ırlatmaktadır. Bu haksı z isteklerinden dolayı onları
yıldırım çarpmış , bu halden kurtulunca altun buza ğıya tapmışlar, pey-
gamberler arac ılığı ile Allah'a verdikleri kulluk, itâat sözünde durma-
dıklarından dolay ı üstlerine Sina Da ğı veya herhangi bir da ğ kald ırıl-
mış , belki deprem veya yer kaymas ıyle dağ üstlerine dü şecek gibi bir
duruma getirilmi ş , felaketi görünce pi şman olup teybe etmi şler ama
sonunda yine tevbelerini unutup isyana dalm ışlar, "Beyti Makdis'in
kapısından, Allah'a secde ederek gixin", "Cumartesi günü avlanma ya
sa ğını çiğnemeyin!" buyruklann ı dinlememişler, Allah'a verdikleri söz-
de durmad ıklarından, Allah' ın ayetlerini inkar ettiklerinden ve haks ız
yere peygamberleri öldürdüklerinden, Hz. Muhammed(s.a.v.)e dedik-
Cüz': 6, Sııre: 4 65/

leri gibi daha önceki peygamberlere de "Bizim kalblerimiz, senin söy-


lediklerine kapand ır, kılıflıdır, boş yere uğraşma" deyip alay ettikle-
rinden ve Hz. Meryem'e de iftira edip onu ha ş a zina ile suçlamalanndan,
"Meryem'in o ğlu İsa'yı öldürdük "' denıelerinden, kendileri Allah' ın yo-
lundan ayrıldıkları gibi ba şkalarını da hak yoldan çevirdiklefinden, ki-
taplannda kendilerine menedildi ği halde faiz almalarından ve batıl
(uygunsuz) yollarla insanlar ın mallarını yemelerinden dolayı Yahudi-
lerin ba şlarına felaketler geldi ği gibi ayrıca onlara ac ı bir azâp da haz ır-
lanmıştır.

162 nci ayette de kitap ehlinden, ilimde râsih (ileri gitmi ş) olan ger-
çek bilim adamlarının, gerek Hz. Muhammed(s.a.v)e, gerek ondan önce
gönderilmiş peygamberlere inanacaklar ı, namazlarını kıhp zekatlarmı
verecekleri, böylelerinin, büyük mükâfatlara erecekleri belirtilmi ştir.

150-152 nci ayetler, daha sonrakilere bir giri ş niteliği taşır. Geçmiş
yahudilerin inkarcı davranışlarma, Hz. Peygamber devrindeki yahu-
dilerin davranışlarıyle atalarının davranışları arasındaki benzerliğe,
Bakara ve Ali İmran surelerinde daha geni ş olarak yer verilmi şti. Bu-
rada da genel olarak yahudi karakterine toplu bir i şaret yap ılmakta
dır. Bu konuda, daha önce yapt ığımız aç-iklamalan tekrarlamakta ya-
rar görmüyoruz. Ancak 156-159 ncu ayetlerin tefsiri üzerinde biraz
durma gere ğini duyuyoruz.

Yüce Allah, bu 'ayetlerde Hz. Isa'n ın öldürülmediğini, asılmadığı-


nı, fakat ona benzetilen birinin öldürüldü ğünü veya asıldığuu; İsa'nın
öldürülmesi veya as ılması hakkındaki sözlerin, bir şüpheden,, bir zandan
doğduğunu, onu öldürdüklerine dair kesin bir bilgilerinin olmad ığını,
Allah'ın onu, kendisine yükselttiğini bildiriyor.

Yahudiler, Hz. İsa'yı öldürdüklerini iddia ediyorlardı . Hıristiyan-


lar da Hz. İsa'nın çarmıha gerilerek yani haç şeklinde birbirine ba ğla-
nan tahtalara, ellerinden ve ayaklar ından çivilenerek öldürüldü ğüne,
fakat defnedildikten sonra bedeniyle kalkt ığma ve gö ğe çıkarıldığına
inanıyorlardı. Fakat Hz. Peygamber devrinde İsa'nm asılmadığma ina-
nan hıristiyan mezhepleri de vard ı.

"Biz, Allah' ın elçisi Meryem o ğlu İsa Mesih'i öldürdük demelerin-


den..." Ayetinde Yahudilerin, Hz. Isa'ya "Allah' ın elçisi" demele ı i, on-
ların Hz. İsa ile bu tarzda alay ettiklerine i şaret oldu ğu gibi, Hz. İsa'nın,
insanlara, kendisinin yalnız resul olduğunu söylediğine, hınstiyanla-
mı sandıkları gibi tanrılık iddiâ etmediğine de i şaret vardır.
658 Suresi

"Onu öldürmediler, onu asmadıler, fakat onlara benzer gösterildi.."


İsa zannettikleri birini İsa diye öldürdüler veya ast ılar.
"Onun hakkında ayrılığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku için-
dedirler. 0 hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar." İsâ hak-
kurda ayrıhğa düşenler, onun gerçek hayat ını, olayın niteliğini bilme-
diklerinden, bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmad ıklarından dolayı
onun hakkında çe şit çeşit sözler söylemektedirler. Kimi Isa as ıldı di-
yor, kimi hayır, asılan İsa de ğil, başkasıdır, diyor. Bu konuda kesin bir
bilgileri yoktur, sadece zanna, tahmine dayan ıyorlar.
Eldeki Indiler, Hz. İsa'nın, ş akirtlerine: "Bu gece hepiniz benim
hakkımda kuşkuya düşeceksiniz" dedi ğini yazıyor. Bizzat Isa'nı n ta-
lebesi, onun hakkında kuşkuya düşeceklerine göre daha sonra gelenle-
rin kuşkuya düşmeleri gayet do ğaldır. Zaten sonrakilerin ku şkusu, Isa'
nm kendi şakirtlerinin ku şkusundan, olaya bizzat tanık olmadıkların-
dan ileri gelmektedir.
"Onu yakinen öldürmediler". Onu kesin biçimde öldürmediler.
Öldürdüklerinin Isa olduğundan kesin biçimde emin olmad ılar. Çünkü
Isa'yı öldürmekle görevli olanlar, onu tan ımıyorlardı . İsa'nın ş akirt-
lerinden biri, Isâ'yı onlara tanıtacaktı . O Isa'yı ele vermek isteyen kim-
' se Isa'ya benzetildi.
Bugünkü dört incil'de Isa'n ın çarmıha gerilip sonra gö ğe kaldırıl-
ması olayı birbiriyle çeli şik biçimlerde anlat ılmaktadır. Bunları özetle
gözden geçirelim:

Matta'ya göre incil'de (bab: 26) Isa, ş akirtleriyle beraber bir evde
fısh yemeği yemiş , içlerinden birinin kendisini ele verece ğini söylemiş .
"Fakat ben kıyam ettikten sonra sizden önce Galile'ye gidece ğim" de-
miş . Öldürüleceğini haber veren İsa, öldürülmemesi için duâ etmi ş : "Ey
baba, e ğer mümkünse bu kâse benden geçsin. Fakat benim istedi ğim
gibi de ğil, senin istediğin gibi olsun." demi ş . Isa'yı yakalamaya geldik-
lerinde bütün şakirtleri onu b ırakıp kaçmışlar (cümle• 56) İsâ, şahsen
kendisini tanımayan ba şkâbinleı in huzurunda yargılanırken uzaltan
cnu izleyen şakirdi Petrus, "Isa'n ın arkadaşı mısın, onu tanıyor musun ?"
diye soranlara üç kez Isa'y ı tanımadığını söylemiş (cümle: 69--74)'. Isa,
yargılama sonunda vali Platus'a teslim edilince onu ele veren Yahuda,
kederinden kendini asm ış (bab: 27, cümle: 1-5).

Vali Platus, Isa'yı iyi bir adam gördüğü için ona dokunmak iste-
mediği halde halkın karga şasından korkup Isa'nın çarmıha gerilmesi-
ne raz ı olmuş . Askerler onu alıp saraya götürmü şler. 'Üzerine kı rmı-
Cüz': 6, Sure: 4 659

zı bir kaftan giydirmi şler, ba şına dikenden bir taç koymu şlar, sa ğ eli-
ne de bir kam ış vermi şleı . Önünde diz çöküp "Selam ey Yahudilerin
kralı (!)"diye alay etmi şler, üzerine tükürmü şler. Sonra onu Golyat'a
götürüp çarmıha germişler. Onunla beraber iki haydutu da, biri sa ğm.-
da biri solunda olmak üzere çarm ıha germişler.

Altıncı saatten dokuzuncu saate kadar bütün yeryüzüne karanl ık


çökmüş ve dokuzuncu saatte İ sa: "Eli, Eli, lama sabaktani: Allah ım,
Allahım, niçin beni bıraktm?" diye yüksek sesle ba ğırmış . Bir kez da-
ha böyle bağırdıktan sonra ruhunu vermi ş . Bunun üzerine depremler
olmuş . KabirlĞr açılıp nice mukaddes kişilerin cesetleri kalkmış . Kabir-
lerden çıkıp İsa'nın kıyamından sonra mukaddes şehre girmişler ve
birçok kimselere görünmüşler. Bunu gören askerler İsa'nın gerçekten
Allah'ın oğlu olduğuna inanmışlar (cümle: 45-56).

Akş am, İsa'nın şakirdi Arimatealı Yusuf, vali Platus'tan İsa'nın


cesedini istedi. Cesedi alıp, daha önce haz ırladığı yeni kabre yat ırdı .
Kabrin kap ısına bir ta ş yuvarlayıp gitti. Mecdelli Meryem ile Ya'kub'un
anası Meryem öte tarafta oturuyorlard ı. Isa'nın cesedi çalmmas ın di-
ye askerler bekliyorlard ı . İsa'nın defnini uzaktan görmü ş olan Mecdelli
Meryem ile Yakub'un anas ı Meryem, tanyeri a ğarmaya ba şlarken kab-
ri yakından görme ğe geldiler. Birden bir zelzele oldu. Rabbin mele ği
gökten inip kabrin ta şın yuvarlad ı, taşın üstünde oturdu. Askerler
korkudan bay ıldılar. Melek, iki kadına korkmamalarm ı ve Isa'nın ora-
da olmayıp kalktığım söylediler: "Gelin, Rabbin yatt ığı yeri görün, ve
çabuk gidin, ş akirtlerine söyleyin. O, ölülerden kalkm ıştır. Ve işte siz-
den önce Galile'ye gidiyor, orada göreceksiniz." dedi.
İki kadın, olayı şakirtlere haber verme ğe giderken İsa onların kar-
şısına çıktı . Kabri bekleyen askerler, olay ı başkahinlere bildirince ba ş-
kahinler, olay yay ıldığı takdirde kendilerinin güç duruma dü şecekleri-
ni, rezil olacaklarını düşünerek olayı örtüp İsa'nın cesedini, geceleyin
şakirtlerinin çald ığını söylemelerini öğütlediler ve bunun için aske ı lere
para verdiler.
Markos'a göre İncil'in 13 ncü bab ında anlatılmaya başlanan olay-
da, askerlerin Isa'ya erguvani kaftan giydirdikleri yaz ılıdır (cümle• 17).
Markos İncilinde Yahuda'n ın intiharından söz edilmez. Matta İncilin-
de İsa'nın haça gerilme saati belirtilmemi ş , sadece altıncı saatten doku-
zuncu saate kadar bütün yeryüzüne karanl ık çöktüğü anlatılmıştır (cüm-
le: 25-33). Markos İncilinde ise İsa'nın, üçüncü saatte haça gerildi ği
söylenmektedir.
660 Nisa' Suresi

Matta'da, hanın cesedinin kabre konulu şunu uzaktan seyredenler


Mecdelli Meryem ile Yakubun anas ı Meryem iken Markos'ta bunlar:
Mecdelli Meryem ile Yoses'in anas ı Meryem'dir. Ertesi gün cesedi al-
mak için gelenler de Matta'da Mecdelli Meryem ile Yakubun anas ı Mer-
yem iken Markos'ta bunlarla birlikte Salome de gelmi ş , fakat ş afak
vakti de ğil, güne ş doğduğu zaman gelmişler (bab:16, cümle: 1-2).
Bu kadınlar kabre girmi şler. Sa ğ tarafta beyaz kaftan giymi ş bir
gencin oturdu ğunu görmüşler, şaşırmışlar, çok korkmuşlar ve kabir-
den çıkıp kaçmışlar. Halbuki Matta'da: bir deprem olmu ş , gökten ışık
gibi melek inmiş ve meleğin kendilerine güven vermesiyle kad ınlar kork-
mamış ve kaçmamışlardı . Markosta kaçmışlar, korkularından kimseye
bir şey söylememi şler. Oysa Matta'da şakirtlere gitmişlerdi.

Sonra haftanın ilk gününde kıyam eden İsa, hayatta iken kendisin-
den yedi cin çıkarmış olduğu Mecdelli Meryem'e görünmü ştür. Matta'
ya göre iki kadına görünmüştü. Markos'ta ise sadece bir kad ına görün-
müş , o da gidip İsa'nın şakirtlerine haber vermi ş, inanmamışlar. Sonra
Isa, kırda, ş akirtlerinden ikisine görünmü ş . Onlar da ötekilere haber
vermişler. Fakat bunlara da inanmam ışlar. Sonra sofrada yemek yer-
'erken onbirlere görünmü ş ve kıyamına kadar inanmadıklarından ötü-
rü onları kmamış ve onlara gidip İncil'i yaymalarıııı emretmiş .
Luka'ya göre incil'de ise vali Platus, İsayı Hirodes'e göndermiş .
Önce onu sorguya çeken Hirodes, ona renkli elbise giydirip tekrar Pla-
tus'a göndermi ş . (bab: 25, cümle: 7-12). Luka'ya göre İsa ile birlikte
haça gerilen iki suçludan biri Isa'ya hakaret etmi ş , öteki ise bu yapt ı-
ğından ötürü arkada şını azarlamış , bu yüzden İsa ona cennette kendi-
siyle beraber olaca ğını müjdelemiş . (cümle: 39-42).

Luka'da İsa'nın kabrini gören kad ınlar, iki de ğil, daha fazladır.
Bunlar haftanın iki günü seher vakti kabre gelmi şler, kabrin ta şmı yu-
varlamışlar (öteki İncillerde taşı melek yuvarlamıştı . Burada kadınlar
yuvarlıyorlar), kabre inmi şler, İsa'nın cesedini bulamamışlar. Şaşkın
durumda iken parlak elbiseli iki adam görmü şler (Matta ve Markos'ta
tek adam görmü şlerdi. Burada iki adam görüyorlar. Yine ötekilerde
kadınlar adamı daha kabre inmeden kabrin üstünde veya içinde görmü ş -
lerdi. Burada kadınlar kabre inip cesedi bulamad ıktan sonra adamları
görüyorlar). Adamlar bunlara: "Niçin diriyi ölüler aras ında arıyorsu-
nuz? O burada de ğil, kalktı ." demişler. Kadınlar da gördüklerini onbir-
lere ve başkalarına söylemişler. Bu kadınlar: Mecdelli Meryem, Yoanna
ve Yakubun anası Meryem ve ba şka kadınlar idi. (b. 24, cümle: 2-10).
Cüz': 6, Sure: 4 661

Matta ve Markos'a göre İsa, asıldığnım ertesi günü sabahı kalkmış iken
Luka'ya göre as ıldığmm üçüncü günü kalkmıştır. Diğer incillerde İsa'
nın, üzerine gerilece ği haçm, Kirineli Simon'a ta şıttırıldığı yazılı iken
Yuhanna İncilinde haçııı, Isa'nın kendisine taşıttırıldığı yazıhdır (bab:
19, cümle: 17). Ayr ıca Yuhanna İncilinde haça gerilme i şleminden son-
ra sabt günü olan ertesi gün, cesetler haçta kalmas ın diye, gerilenler-
den iki haydutun bacaklar ını kırmışlar, fakat İsa'yı ölmüş görünce ba-
caklarım kırmamışlar. Ancak askerlerden biri, Isa'n ın böğrüne mızrak-
la vurmuş , böğründen kan çıkmış . (bab: 19, cümle: 31-34). Di ğer Incil-
lerde Isa'n ın kabrine gelip ta şı kaldırılmış gören veya kaldıran, fakat
İsa'nın cesedini orada bulamayan, melekle kar şılaş an iki yahut daha
fazla kad ın, Yuhanna İncilinde yalnız tek kad ındır, o da Mecdelli Mer-
yem'dir (bab: 2, cümle: 1-2).

Isa'nın iki ş akirdi gelip kabirdeki durumu gördükten sonra gitmi ş-


ler. Fakat Meryem a ğlayarak kabrin d ışında dururken kabrin içinde
beyaz elbiseli iki melek görmüş . Onlardan Isa'nın nereye kald ırılıp kon-
duğunu sormuş . Birden arkas ıuda İsa'yı görmüş . Önce onu tamyamamış,
fakat İsa konuşmaya ba şlayınca tanımış . Gelip durumu ş akirtlere söy-
lemiş . Sonra Isa, baz ı şakirtlerine de görünmü ş (cümle: 6-31).

Görülüyor ki Isa'nın çarmıha gerilmesi ve kabirden kalkmas ı, İn-


cillerde ba şka başka ve birbirine ters biçimlerde anlat ılmaktadır. Ki-
mine göre İsa, çarmıha gerildiğinin ertesi günü kalkmış , kimine göre
üçüncü günü kalkm ış, kimine göre günün üçüncü saatinde, kimine gö-
re altıncı saatinde çarmıha gerilmiş . Kimine göre gerilmeden önce vali
Platus, onu Hirodes'e göndermi ş , kimine göre göndermemi ş . Kimine
göre gerildi ği haçı başkası ta şımış , kimine göre kendisi ta şmuş . Kimine
göre onun kaldırıldığını söyleyen mele ği, yalnız bir kadın, kimine göre
iki kadın, kimine göre de ikiden fazla kadm görmü ş . Kimine göle bu
melek bir tane, kimine göre iki tane imi ş . Kimi onu ele veren şakirdin
intihar ettiğini söylüyor, kimi bundan hiç söz etmiyor.

Allah'ın sözünde bu kadar tutars ızhk, bu kadar çeli şki olmaz. İsa'
nın kabirden kalkmış olduğunu ilk gören, Mecdelli Meryem'dir. Hz. Isa,
hayatında bu kadından yedi cin çıkarmıştı. Demek ki bu kadın, cin
çarpmış, pek aklı balplıda olmayan bir kad ındı, normal bir insan de ğil-
di. Eğer rivayetlerde bir gerçek taraf varsa bu kad ın, yine bir cin gördü,
gördüğü cin, ona İsa şeklinde göründü. O zaten böyle hayaller, cinler
görüyordu. Cinle mele ği birbirinden ayırdedecek ne bilgiye, ne de zekâ-
ya sahipti.
662 Nisâ' Suresi

Gidip etrafa İsa'yı gördüğünü söyledi. Hiçbir kültüre sahip olma-


yan ümmi şakirtler de Isa'n ın gerçekten öldürüldü ğüne ve öldürüldük-
ten sonra da kaldırılıp göğe çıkartıldığına inandılar. Bu inanç, böylece
hıristiyanlar arasına yayıldı.
Çarmıha gerilme olayı gece olmuştu. İsa'yı yakalamağa gelenler,
onu tanımıyorlardı. Onu ihbar eden Yahuda, onu askerlere gösterecek-
ti. Askerler geldikleri zaman, bütün şakirtleri İsa'nın yanından kaçmış-
lardı . Sadece Petrus, çok uzakkrdan olay ı seyretıniş, ama askerlerin
İsa'yı yakaladıklarını yakından görmemi şti. Demek ki İsa'nın yakalanı-
şmı ve çarmıha gerilişini, onu tamyanlardan hiç kimse görmemi şti. Onu
ihbar edeu Yahuda da İsa yakalandıktan sonra bir daha görünmemi şti.
İncillerin ifadesinden, vali Platus'un İsa'yı sevdiği, onu korumak
istediği anlaşılmaktadır. Nitekim yahudi kahirderine, bu suçsuz adam ı
aşmak istemediğini, onun yerine ba şka birini asmaya raz ı olmalarını
teklif etmişti. Onlar ille asılmasın' isteyince vali, İsa'yı saklayıp onun
yerine bir ba şkasını İsa diye çarmıha gerdirmiş olabilir. Nasıl olsa ka-
hinler ve askerler içinde İsayı tanıyan yoktu.
Çarmıha gerildikten sonra Isa'n ın kabrine gidenler, onun cesedini
görememişlerdi. Demek ki İsa çarmıha gerilmemişti. Fakat onlar İsa'nın
mutlaka çarmıha gerilip öldürüldüğüne inandıkları için cesedini kabir-
de görmeyince İsa'mn dirilip cesediyle birlikte gö ğe kaldırıldığma inan-
dılar. Isa'nın şakirtleri Taberiyye gölünde balıkçılık yapan kimseler-
di. Öyle parlak zekalı, bilgili kişiler de ğillerdi. Bir olayın bütün yanları
görülüp anla şılmayınca özellikle ümmi insanlar aras ında efsanele ştir-
me, olaya bir mu'cize niteli ği verme e ğilimi vardır. İşte Isa'nın cesedi-
nin kaldırılıp göğe yükseltilmesi inancı da olayın niteliğinin iyi bilin-
memesinden do ğmuştur. Gerçi peygamberlerin mu'cizesi vardır ama,
ölen kimsenin dirilmesi ve cesediyle gö ğe çıkması da Kur'an'da sunne-
tullah denen ilahi yasalara ayk ırıdır. Bu söyledikletimiz, İsa'nın öldü-
rülmediğinin bir izah taı zıdır. Kuı 'ân'm ifadesine uygundur. Yine Kur'
an'ın ifadesine uygun olan ikinci bir izah ';arz ı da şudur:
Hz. İsa'yı öldürecek olanlar, onu tammıyorlardı. İncillere göre
otuz gümüş karşılığında Isa'nın bulunduğu yeri haber veren şakirdi
Yahuda İskaryot, askerlere: "Ben kimi öpersem, iısa odur, onu yakala-
ym" diye işaret vermi şti (Matta, bab: 26, cümle: 48) Barnaba İnciliny
de askerlerin, Isa sanarak Yahuda İskaryot'u yakaladıklarını, çünkü
İsa'yı Yahudi başkâhinlere haber veren Yahuda'nm, Allah tarafından
Isa'ya benzetildi ğini söylüyor. Dört İncille, Barnaba incilinin birle şti-
Cüz': 6, Sure: 4 663

ği nokta, Isa'yı yakalamaya gelenlerin, onu tan ımadıklarıdır. Tam-


madıklarma göre yakalad ıklarmın Isa oldu ğundan da emin olamaz-
lardı .

Hırıstiyanlarca mu'teber incillerden üçü, Yahuda'n ın, yaptığına


pişman olarak, Isa'n ın çarmıha gerilmesinden sonra kaybolup görün-
mediğini söylüyor. Kimine göre İsa yakalanınca Yahuda üzüntüden
kendini asm ış (Matta: b. 27, cümle- 5), kimine göre de Yahuda, Isa'y ı
haber vermesi kar şılığında aldığı paralarla bir tarla sat ın almış , baş aşa-
ğı düşüp ortadan çatlamış , bütün barsakları dökülmüştür. (R esullerin
İşleri, bab: 1, cümle• 18) Bu rivayetler, İsa'nın yakalanmasmdan son-
ra Yahuda'nın bir daha görünmedi ğinde birle şiyorlar. Ama onun âki-
beti hakkında kesin bilgi yoktur. Gerçekten görünmemi ştir, çünkü Isa
yerine o asılmıştır. "Onu yakinen öldürmediler" âyetine, onlar, onu ke-
sinlikle öldürme(diler, onu öldürmedikleri kesindir, şeklinde de mana
verilmiştir.

Müfessirler, Hz. Isa'n ın kurtulduğunda ve kendisinin yerine ken-


disine benzetilen birinin asıldığında sözbirliği içindedirler. Yalnız yaka-
lanmadan önceki olaylar, belki de dolaylı olarak incillerden aynen alın-
mıştır.
" 411 41 4R; J, Allah, onu kendisine refceui" yani yükseltti de-
mektir. Bu âyetin benzeri, Ali İmran Suresinde de geçmi şti: "Allah de-
mişti ki : Ey İsa, ben seni öldüreceğim, bana yükselteceğim, seni inkeır
edenlerden temizleyece ğim..."' Orada da belirtti ğimiz gibi teveffi kelime-
si, diri olarak alip kaldırmak, yahut uykuda almak şeklinde tefsir edil-
mişse de bunlar, kelimenin lügat anlam ına uymayan, âyeti h ıristiyan-
larm inancı istikametinde zoraki tefsirlerdir. Ibn Abbas, teveffi kelime-
sini ölüm anlamına almış : " " yi de "Ben seni öldüreceğim"
şeklinde tefsir etmi ştir.2 " aJl .,»A 4,,k) " âyeti de genellikle "Allah
onu göğe yükseltti" şeklinde tefsir edilmi ştir. Taberl ise Ibn Cureyc'den
şu tefsiri nakletmi ştir: Onu yükseltmesi, onu almas ı ve kâfirlerden
temizlemesidir. Yani kas ıt, ruh ve cesetle, yahut yaln ız ruhla gö ğe yük-
seltmek de ğil, onu kurtarmak, şerefini, izzetini yükseİtmektir. Nitekim
Ali İmran Suresinin 55 nci âyetinde: "Sana uyanları, k ıyamet gününe
kadar inkar edenlerin üstünde tutacağım" buyurulması, refcin, İsa'nin
manen yükselmesi, onur ve izzetinin artmas ı anlamına geldiğini göste-
rir.

1 Ayet: 55
2 Tabur?, III. 290
664 Nisâ' SureBi

Teveffi, asıl lûgat anlamının gösterdiği şekilde ölüm manasma ah-


mrsa İsa'nın ruhunun yükseltildi ği anlaşılır. Yani Allah, İsa'yı düş-
manlarının elinden kurtar ıp kendi eceliyle vefat ettirmi ş ve ruhunu
alıp kendi katma yiikseltmi ştir.
Müfessirler, Resulullah' ın, Mi'rac gecesinde Hz. İsa ile onun tey-
zesi o ğlu Hz. Yahya'yı ikinci gökte görmüş olduğunu delil getirerek
İsa'nın, bedeniyle gö ğe kaldu ıldığun ileri sürmüşlerdir. E ğer Resulul-
lah'ın, İsa'yı gökte görmesi, onun bedeniyle gö ğe kaldırıldığına kanıt
olsa, o zaman Hz. Âdem'in, Hz. İbrahim'in, Hz. Musa'n ın ve Allah Re-
sulünün Mi'raclarmda görmü ş oldukları diğer bütün peygamberlerin
de bedenleriyle birlikte gö ğe kaldırılmış olması gerekir.

"Allah, onu kendisine yükseltti" âyeti, İsa'nın bedeniyle gö ğe çı-


karıldığını göstermez. Çünkü burada gökten söz edilmiyor. Allah, İsa'
yı kendisine yükseltti, deniyor. Yani onu kurtard ı, derecesini yüceltti,
düşmanları ona erişemediler, onu yakalayamad ılar demektir. Bu ma-
nayı tercih eden müfessirler de vard ır.
Gerek Ali İmran Suresinin 55 nci âyetinde, gerek Mâide Suresinin:
"Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat et-
tirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun..." anlamındaki 117 nci âyetinde
İsa'nın bedeninin öldü ğü, sarahatle aç ıklanmıştır. Ama Hz. İsa'yı baş-
kalan öldürmemi ş , Allah, onu eceliyle vefat ettirmi ştir. Yükseltikn,
onun ma'nevi derecesi, Allah' ın katma çıkan onun ruhudur. Zaten
bütün peygamberlerin ruhlar ı, Allah'ın huzuruna çıkar, O'ndan ikram
görür. Hadislerde de iyi ruhlarm göklere ç ıkartılacağı, Allah'ın huzuruna
yükseltilece ği, cennetlere götürülece ği, orada kuşlar gibi diledikleri yer-
lere konacaklan belirtilmektedir.
Çarnuha gerilme ve gö ğe kaldırılma inancı, yaln ız Hz. ha hakkın-
da değil, eski dinlerden be..i süregelen bir inançt ır. Herhalde insanlık
uğruna fedakarl ığm en yüksek derecesi olarak kabul edilen bu çarnuha
gerilme, birçok manevi' lidere yaki ştınlmıştır.
Hıristiyanlara göre İsa çarmıha gerilmekle, insanlığı, au ları Âdem'in
işlediği ezeli suçtan kurtarm ıştır. Aslında kendini feda ederek insan-
lığı kurtarma inanc ı, birçok putperest dinlerde vard ır. Birçok h ıristi-
yan araştırıcı, bu inancm, Hindular aras ında birçok örneklerini tesbit
etmişlerdir. Hindular, Kri şna'nm, ellerinden ve ayaklarmdan çivilene-
rek asıldığma, asıhrken başında ı.ltun bir taç bulundu ğuna inamrlar.
Krişna, insanlığı kurtarmak için kendini böylece feda etmi ştir. Başın-
da altun taçla çarmıha gerilen, bâkire anadan do ğma Krişna; başında
Cüz': 6, Sure: 4 665

dikenden bir taç bulunan, bâkire Meryem'den do ğma Isa'ya ne kadar


benzemektedir! Kri şna tek de ğildir. Çarmıha gerilerek öldürüldü ğü
söylenen ba şka liderler de'vardır. Hepsindeki amaç, insanlığın kuı tarıl-
masıdır.°
Bu ezdi günah telakkisinin sakatl ığını , Ali İmran Suresinin 55 mi
âyetinin tefsirinde izah etmi ştik. Oraya başvurulabilir.
Isa'nın çarmıha gerilmesini kabul etmeyen h ıristiyan mezhepleri
de vardır. Cerinthi ve Tatianos mezhebinde olanlar, as ılmayı kabul
etmezler. Tatianos, ş arap içmeyi haram sayd ığı için hıristiyanlar, onu
sapık saymışlardır. Hıristiyanlar, bugünkü dört incile ayk ırı düşen In-
cil nüshalarım ve risalelerini okumayı haram saym ışlar ve onları yak-
mışlardır. Fakat Barnaba İncili gibi yakılmadan kurtulan nüshalar da
olmuştur. Belki öteki yak ılan nüshalar da çarmıha gerilmeyi kabul et-
miyorlardı.
Şeyh Tantavi, Isa'n ın çarmıha gerilmesi hikayesinin, bir Babil ef-
sanesinden hırıstiyanlığa adapte edilmi ş olduğunu, müslümanlığı kabul
etmiş olan Lord Headly'nin "Ikazu'l- ğarbi li-l'Islam" adl ı kitabmdan
naklediyor. Lord Heâdly, 1903-1904 y ıllarında Alman arkeologlar ta-
rafından keşfedilen Asur hattiyle yaz ılmış iki Babil yazı tından, Bil'in
dramının, aynen İsa dramına benzedi ğini şöyle tesbit ediyordu:
1) Bil esir olarak götürülür. 1) Isa da esir olarak götürülür
2) Bil tepedeki evde (mahkeme 2) Isa da ba şkahinin evinde mu-
odasında) muhakeme edilir. hakeme edilir
3) Bil dövülür 3) İsa da sopa ile dövülür.
4) Bil tepeye götürülür 4) İsa inleyerek çarmıha götürü-
lür.
5) Bil ile iki haydut da götürülür 5) Isa ile de iki haydut götürülür
6) Bil tepeye (çarm ıha) çıktığı 6) İsa öldüğü zaman heykelin
zaman kent sars ılır, olaylar örtüsü parçalanır, yer sarsı-
olur. sıhr, kayalar yar ılır, kabirler
(Beyti Makdise) ç ıkar.
7) Bil'in elbisesi alınır 7) Askerler Isa'n ın elbisesini bö-
lüşürler.
8) Bil'in kalbinden silah çıkınca 8) Isa'nın böğrüne ~akla vu-
yaradan akan kanı bir kadın rulur, kan ve su çıkar, Mecdelli
siler. Meryem ile iki kadın gelip ce-
sedi yıkar ve tahnit ederler.
1 Babam Reşid Rıza, Tefek, VI. 32-33
666 Nise? Suresi

9) Bil güne şten ve ışıktan uzak 9) İsa kayanm alt ındaki kabre
olan tepenin alt ına iner, ken- girer, ölüler k ısmına . gider,
disinden hayat gider. cehennemi ziyaret eder.
10) Askerler, tepedeki zindanda 10) Isa'n ın da kabri ba şına bekçi-
tutuklu Bil'i gözetlerler. ler konur.
11) Bil'e bakmak için tanrılar otu- 11) Mecdelli Meryem ile di ğer Mer-
rurlar. yem, kabrin önünde otururlar.
12) Bil, oturduğu her yerde ara- 12) Kad ınlar, özellikle Mecdelli
nır. Özellikle bir kadın onu Meryem, Isa'y ı aramak için
kabristanda “ah karde şim, âh arka kapıdan kabre gelirler.
kardeşim," diyerek arar. Kablin önünde ağlayarak du-
rur Çünkü efendisini al ıp uza-
ğa götürmüşlerclir.
13) Bil ilkbahar güne şi gibi hayata 13) Isa da pazar günü hayata dö-
döner, sonra tepeden ç ıkar. ner, tepedeki kabirden ç ıkar.
14) Babillilerde büyük bayram, 14) Isa'n ın da bayram ı, ilkbahar
Martta, ılımlı ilkbahar zama- günlerinde kutlanır. Bu, ka-
nında olur. Çünkü o zaman Bil millik güçleri yenmenin şen-
karanlık güçleri yenmi ştir. liğidir.'

Bu Asur yaz ıtlarını görünce müslüman olan Lord Headly şöyle di-
yor: "O zaman kürsülerden yegane kurtar ıcımız olarak ilan edilen ha-
nstiyanlığın büyüklüğü nerede ? Bu yazıtlardan anlaşılıyor ki bu hikaye,
Mesih'in ortaya ç ıkışından bin sene veya daha fazla bir zaman önce var-
dı. Demek ki bu boş hikaye, size ebedi hayata girme pasaportu vermez.
Bütün bunlar, çocuklar ı avutanlarm hikâyesidir. Islam şeriati, ruhsal
yüceliğim; insanm şu dünyada yapaca ğı işlere ba ğlı olduğunu; insanın
ancak kendi amelleriyle kurtulu şa erebilece ğini söylüyor. Hepinizin
güzel ruhsal ameller yapman ın istiyorum. Bu, sizin için birtak ım ka-
hin düşün.celerine saplanmaktan iyidir"?

Miladi ikinci asırda yaşayan hıristiyan rahip ibon: "Mesih, Yusuf


ve Azrâdan do ğdu. Fakat ne zaman ve nas ıl ömrünü geçirdi ğini bilmi-
yoruz." demiştir. Görülüyor ki Kur'ân' ın söylediği gibi, Isa'nın asıl-
madığını bildiren hıristiyan kitapları ve böyle inanan h ıristiyanlar da
vardır. Zaten hayat ı pek bilinmeyen Isa hakkında daha esrarengiz bir
nitelik ve Isa'nın şahsına kendisini, en büyük işkenceye katlanarak in-

1 Tantfıııi, el-Cevahir, X.23


2 Aynı eser, s. 24
Cüz': 6, Sure: 4 667

sanhğa feda edecek kadar insan sevgisi vermek için, eski dinlerden kal-
ma çarmıh hikayesi, İsa'ya yakıştırılmış ve bu, temel bir inanç haline
getirilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman ında Kur'an]. Kerim'i dinleyen, oku-


yan, onun Meryem ve İsa hakkında anlatt ıklarım duyan hıristiyanlar,
onun tanı gerçe ği ifade ettiğini ve İ sa'ya gelen kaynaktan geldi ğini ka-
bul edip ağlamışlar, Hz. Peygamber(s.a.v.)in peygamberli ğine inan-
mışlardı.' Kur'ân, Isa'nın asılmadığını söylemektedir. E ğer onlar, İsa'
nin çarmıha gerilmiş olduğuna inansalardı, inançlarmm tersini söyleyen
Kur'ân'a hemen teslim olmazlar, itiraz ederlerdi. Onlar ın Kur'ân' ı du-
yar duymaz teslim olmaları da gösterir ki hıristiyanlar içinde çarm ıha
inanmayan fırkalar da vard ı .-

Kur'an' Kerim'i Ingilizceye çeviren GEORGE SALE, şöyle diyor:


"Bazı kimseler, bu düşüncenin, Muhammed'in kendi icad ı olduğunu sa-
radar. Fakat yamlmaktad ırlar. Onun zamanmdan çok önce baz ı hıris-
tiyan mezhepleri bu dü şünceyi benimsemi şlerdi. Hinstiyanlığın ilk
zamanlarında Basilid'ler, Isa'nın öldürüldüğünü kabul etmemi ş, onun
yerine Simon'un öldürüldüğüne inanmışlardır. Bunlardan önce Cerin-
thiler, bunlardan sonra da Carpocrati'ler de ayn ı inanca sahib olmuş-
lardır. Photius, okuduğu, Resullerin Seyahatleri adl ı eserde gördük-
leri arasında şu .cümlenin de bulunduğunu yazıyor: " İsa çarmıha geril-
medi, bir başkası onun yerine çarmıha gerildi. Onun için, onu çarmıha
gerenlere güldü. (Photius, Bibl, Cod. 114, col. 291)" 2

Bugün modern Avrupali araştıncılar, çarimh olayının uydurmah-


ğmı ispat etmektedirler. Alman Ernest die Bons. Gerçek H ıristiyanlık,
adını taşıyan eserinde (s. 42) çarmıha gerilme ve kendini feda etme so-
runu hakkında söylenenler, görmemi ş olan Paulus ve benzer-
lerinin icadıdır, gerçek hırıstiyanlığın esaslarından değildir, diyor.'
Mösyö Charl da şöyle diyor: "Isa'n ın asılması, tamamen uydurmadır.
Çünkü Adem o ğullarından kurban kanı dökülmedikçe Allah'ın gazabı
dinmez." şeklindeki eski inanca uymaktad ır. Yahudiler, Yarat ıcının
gazabmı dindirmek ve nzasmı kazanmak için çocuklar ım kurban olarak
takdim ediyorlard ı. Hatta hazan insan kurban ın ın etini yer, kanın ı içer-
lerdi. Fakat İsrailo ğulları arasında peygamberler ç ıkıp bu çirkin âdeti
menedince insan kesme yerine hayvan kurban edilme ğe başlandı. İşte

1 Mide Suresi : 83-84


2 GEORGE SALE, The KORAN, s. 50-51, not: 6, LONDON ve NEW YORK
3 Tefstru'l-Kasiml, V . 1695
668 Nisa' Suresi

Isa'nın kurbanı (kendisini feda etmesi) inancinm, bu eski inançla yak ın


ilişkisi vardır.'
Gerçekten İsa'nın çarmıha gerilmesi, hayal ürünüdür. Ba şında taç
ile çaxmıha gerilmiş liderler tablosu, putpererstlikten h ırıstiyanlığa kop-
ye edilmiştir. Onun yakalandığını, götürülüp öldürüldü ğünü sananlar,
arayıp cesedini de bulamay ınca, cesediyle birlikte gö ğe kaldırıldığına
inanmışlardır.
Aynı inanç, baz ı hadisler yoluyla islâmiyete de geçmi ştir. Bu ha-
dislere göre Isa, kıyametten önce tekrar dünyaya dönecektir. İsa'nın ine-
ceğini bildiren bu hadislerde baz ı çelişkiler olduğunu :Ali İmran Sure-
sinde göstermi ştik. Herşeye rağmen eğer kendilerine hırıstiyanlıktan bir
şeyler karışmamış , olduğu gibi sahih ise, bu hadisler İsa'nın cesediyle gök-
ten inece ğine de ğil, Isa ruhunu ta şıyan, yani İsa dininin mensuplarmm,
son zamanlarda Islam hükümlerini benimseyeceklerine ve bununla amel
edeceklerine i şaret olabilir. Görünürde İsa mensubu olsalar bile, uygu-
lamada islâmın özüne mensup olacaklardır. Yahut tamamen h ıristi-
yanlık" bırakıp Islâma döneceklerdir.
Nitekim bu hadislerde servetin çok artaca ğı, zekât verilecek kimse-
nin bulunmayaca ğı, insanların tam bir barışa kavuşacakları ifade edil-
mektedir. Belki birbirlerine yakla şan, fikren ilerlemi ş insanlar, sorun-
larmı dövüşle değil, görüşmelerle çözümleyecekler, birbirlerine sald ır-
mayacaklard ır. Henüz böyle bir düzen uzaklarda ise de eski y ıllara gö-
re insanların, birbirlerine daha çok yakla ştıkları, birbirlerini daha iyi
anlamaya ba şladıkları da bir gerçektir. Belki Birle şmiş Milletler Örgü-
tü, gittikçe güçlenip dünya milletleri aras ında tam bir hakem rolü oy-
nar, uluslararas ı ilişkilerde adalet, bar ış ve huzur sağlanır. Bu hadis-
ler, ileride kurulma ihtimali bulunan öyle bir düzene i şaret olabilir ki
bu düzen, Islâmın özünden ba şka bir şey değildir: Allah ile ve insanlar
ile barış içinde olmak.
Benzeri bir inanç da Şiilere göre ortadan kaybolan onikinci imam ın,
âhir zamanda çıkıp tam adaleti kuraca ğı şeklinde kendini göstermek-
tedir. Şimdi kabrinden kaybolup bir gün yeryüzüne inecek olan Isa
ile, ortadan kaybolup bir gün ortaya ç ıkacak olan Imam-ı Muntaşar
inancı, hemen hemen birbirinin aymdır. De ğişik olan sadece isimlerdir.
Ehl-i sünnet arasında da Mehdi inancı hakimdir. Fakat Mehdi
son zamanda Evlâd- ı Resulden yani peygamber soyundan yeti şen bir
zatın, Islami yayaca ğı, imansızları yok edece ği şeklindedir. Kaybolmu ş,

1 Tefsfru'1-Rasim1, V. 16 9 6
Cüz': 6, Sure: 4 669

ya da gö ğe çıkmış bir zatın, asırlar, belki binlerce yıl sonra ortaya çık-
ması veya inmesi de ğildir. Bu tarzdaki mehdi inanc ında akla aykırı bir
şey yoktur. Mehdi, hidayete götüren, do ğru yola ileten kimse demektir.
Bu anlamiyle her ça ğda İslam uğrunda mücadele veren ihlâsl ı liderlere
mehdi gözüyle bakılabilir. Ama Resulullah neslinden yeti şecek asıl mehdi
ne zaman gelir, onu bilemeyiz. Ortaya ç ıkacak olan böyle bir zata, bü-
tün müslümanların birden biat edip inan.acaldar ı da şüphelidir. Çünkü
nice büyük din liderleri, ihlash insanlar ç ıkmıştır ki birçok müslüman
ona inanmak, onu desteklemek ş öyle dursun, ona cephe almış , onunla
savaşmıştır. Eğer mehdi her ça ğda yetişen din liderleri, ,İ slam için mü-
cadele veren önderler de ğil de son zamanda yeti şecek bir tek ki şi ise, o
geldiği zaman ona inan ıp destek olanlara Allah güç versin.

Şunu da belirtmemiz gerekir ki İslamda âhâd ,haberiyle itikad sa-


bit olmaz. Bizim gökten İsa'nın inmesini, yahut ortadan kaybolmu ş
imamın çıkmasını, ya da mehdrnin gelmesini bekleme ğe ihtiyacımız
yoktur. Bu inançlar, kesinlik ifade etmeyen baz ı haberlere dayan ır.
Biz, ne mehdiyi inkar ederiz, ne de mutlaka gelecektir, diye kesin
hüküm belirtiriz. Çünkü âhâd haberiyle inanç kesinle şmez. Islam, kıya-
mete kadar baki olan son dindir. Onun güçlenmesine yard ım eden, bu
uğurda canım feda etme ğe hazır her müslüman, İsa'dır, imamdır,
mehdrdir. Mehdi, insanlar ı doğru yola sevk eden müslüman âlimd ı r.
Mehdrnin anlamı budur.

Diyelim ki bugün İsa geldi, kendisinin İsa olduğunu söyledi, aca-


ba ona kim inanır? Ne hıristiyanlar ona inamrlar, ne de müslümanlar.
İnsanlar, kolay kolay yerle şmiş inançlarını bırakmazlar. Gelecek olan
Isa, hıristiyanlar' müslümanlığa davet etse, sanki bütün h ıristiyanlar
dinlerini bırakıp hemen İslama girerler mi? Evvela onun İsa olduğunu
kabul etmezler. Ona hakaret ederler, iftiralar atarlar. Müslümanlar da
ona inanmazlar. Nitekim kendisini İ sa veya mehdi olarak takdim eden
bazı kişiler çıkmış , bunlar, keramet şeklinde görünen bazı istidraclar
da göstermi şler, kendilerine inanan müslümanlar da olmu ş , fakat müs-
lümanların çoğunluğu bunları reddetmi ştir. Bunun en büyük örne ği,
740 /1340 tarihinde Nahcivan'da do ğan Façllullah Esterabâdi; 1819
tarihinde Şiraz'da do ğan ve 1850 de Tebriz'de kur şuna dizilen Bab
(Mirza <Ali Muhammed Seyyid) ve 1839-40 da Hindistan'da do ğup
1908 de ölen Ahmed Kadiyanrdir. Bunlar ın üçü de kendilerinin, Hz.
Muhammed(s.a.v.)in gelece ğini haber verdi ği İsa, Sâhib-i Zeman,
mehdi olduklarını söylemişler, kendilerine inananlar da olmu ş , ama müs-
670 Nisâ' Suresi

lümanlarm büyük ço ğunluğu, bunlarla mücadele etmi ştir. Bahailik ve


Kadiyanilik ile hala mücadele edilmektedir.

Demek ki bir insan çıkıp kendisini Isa, Muntazar İmam veya mehdi
diye tanıtmakla herkes ona hemen inanmaz. O halde Isa veya mehdi
bekleme ğe gerek yoktur. Biz, İslama içtenlikle hizmet eden, ihlash,
Islami iyi bilir liderler etrafında birle şip İslama hizmet etme ğe,
onun buyruklarmı hakim kılmaya çalış ahm. Bizim üzerimize farz olan
budur. Allah, İslam gönüllerimize ve dünyaya hakim kılsın!

o— İ°
4..J

:CP ;C:4 (■,


e,

"Andolsun, kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona
ianacak olmasın. Kıyamet günü de o (İsa), onların aleyhine şâhid olacak-
tır." ayeti üzerinde çe şitli yorumlar yapılmıştır. Bazılarına göre (bihi)
deki zamir, Hz. Muhammed(s.a.v.)e gider. O zaman mana şöyle olur:
Kitap ehlinden her fert, ölümünden önce Muhammed'in peygamberli-
ğine inanacakt ır. Bazılarına göre zamir, Isa'ya gitmektedir. O takdirde
mana: kitap ehlinden her fert, Kur'ân' ın İsa hakkında anlattığı gerçek-
lere inanacak, fakat ye's halindeki bu iman yarar sa ğlamayacağı için İsa,
kıyamet gününde onların aleyhine tan ık olacaktır. Diğer bir görüşe gö-
re de ayetin anlam ı şudur: Dünyan ın sonunda İsa, gökten inince kitap
ehlinden her fert, ona inanacakt ır.

Şimdi bunlardan birinci mânâ mümkün de ğildir. Çünkü kitap


ehlinden her ferdin Hz. Muhammed(s.a.v.)e inanmas ı muhaldir. Zira
Hz. Muhammed(s.a.v.)den önce ya ş amış olan kitap ehli insanlar, onu
görmemiş , bilmemişlerdir ki ona inansmlar. "Kitap ehlinden her fert"
tabiri, geçmiş ve gelecek bütün kitap ehli kimseleri kapsam ına alır.

Üçüncü mana da mümkün de ğildir. Zira daha önce ölmü ş olan


kitap ehli insanlar, dünyanın sonunda yeniden gelecek Isa'ya nas ıl inan-
smlar? Inanmak için onun devrirıde olmaları, onunla veya ondan son-
ra yaş amaları gerekir. Henüz gelmemi ş olan Isa'nın, geldikten sonraki
çağırısına, ondan çok önce ölmüş olanların inanması mümkün değildir.
Bu görüşün sahipleri, Isa'nın ineceği hakkındaki rivayetlere dayanarak
ayeti tefsir etmek, yani Kur'an'', ön yarg ılarına göre yorumlamak is-
temi şlerdir. Oysa bu rivayetler, bu ayeti tefsir sadedinde gelmi ş rivayet-
Cüz': 6, Sure: 4 671

ler de ğildir. Hadis mecmualarm ın hiçbirinde bu ayet hakkında böyle


tefsir nakledilmemi ştir. Ayette isa'nm inece ğine dair hiçbir iş aret de
yoktur.
Tek makul görü ş , ikinci görüştür. Yani ayetin, anlam ı şudur: Ki-
tap dilinden hiçbir fert yoktur ki ölmezden önce, İsa'ya, onun Allah'ın
kulu ve resulü oldu ğuna inanacak olmas ın. Kitap ehlinden her fert,
ölmezden önce gözünden perde kalk ınca, Kur'ân' ın, İ sa hakkında söyle-
diklerinin gerçek oldu ğunu, yani onun, Allah'ın oğlu değil, kulu ve el-
çisi olduğunu anlar. Çünkü gözlerden perde kalkt ığı zaman ger-
çek, olduğu gibi ortaya ç ıkar. O zaman insan gerçe ğe inanır ama art ık
inanmanın yarar sa ğlamasına zaman ve fırsat kalmamış, iş işten geç-
miş olur. Ancak ye's halinden önceki iman, insana yarar saklar.'
"Her ümmetten, (inançlarının bozukluğuna) bir şahit, seni de bunla-
ra şâhit getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur ?"2 âyetinin haber verdi-
ği üzre Kıyamet günü, her peygamber kendi ümmetinin, kendisinin
tebliğ etti ği dinin hakikatlerine uyup uymadığma tanıklık edece ği gibi
Hz. İsa da kendi ümmetine tan ık olacak, onlar ın kendisi hakkında uy-
durdukları, gerçeklere ayk ırı inançların, kendi tebliğatına uymadığına
dair onların aleyhine tanıklık edecektir. Yani inanç ve davran ışları ,
ahirette, peygamberin getirdi ği dinin orijinali ile karşılaştırılacak; hangi
söz ve işlerin kendi tebli ğatına uyduğunu, hangilerinin uymadığını pey-
gamber orada aç ıklayacaktır. "Kıyamet günü de o, onların aleyhine ta-
nık olacaktır." cümlesi, bunu ifade etmektedir.
Hz. Ali'nin oğlu Muhammed ibn el-Hanefiyye, 159 nen ayet hak-
kında şöyle demiştir: "Bir yahudiye ölüm gelince melekler onun yüzü-
ne ve sırtına vururlar ve ona:
—Ey Allah'ın düşmanı , İsa sana peygamber olarak geldi, sen onu
yalanladın, derler. Yahudi:
— Ben şimdi onun kul peygamber olduğuna inandım, der.
Hırı stiyarıa da ölüm gelince melekler ayn ı şeyi yaparlar:
— Isa sana peygamber olarak geldi. Sen onun, Allah, ya da Allah' ın
oğlu olduğunu sandm, derler. Hıristiyan da onun, Allah' ın kulu ve resu-
lü olduğuna inamr fakat o zaman inanmas ı kendisine yarar sa ğlamaz." 3
"Yahudilerin yapt ıkları zulümden, çok kimseleri Allah yolundan çe-
virmelerinden dolayı kendilerine helâl kılınmış şeyleri onlara yasakladık."
1 Keşsâf, I. 396
2 Nisa Suresi: 41
3 Kessâf, I. 397
672 Nisa' Suresi

meâlindeki 160 nei âyette, haks ızlıklarından dolayı Yahudilere baz ı şey-
lerin haram kılmdığı belirtilmektedir. Müfes şirlere göre Yahudilere ha-
ram kılınan şeyler, En'âm Suresinin 146 nci âyetinde aç ıklanmış olan.-
lardır: "Yahudilere bütün t ırnaklı(hayvan)ları haram ettik. Sığır ve ko-
yunu'', da yağlarını onlara haram kıldık. Yaln ız (hayvanların) sırtlarının,
yahut barsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram et-
medik. Sald ırganlıkları yüzünden onları böyle ceztılanclırdık. Biz elbette
(söylediklerimizi) doğru söyleyenleriz." Bu âyette say ılanlar, haks ızlık
yaptıklarından dolayı Yahudilere haram kılınmıştır. Yoksa, _Ali İmran
Suresinin 93 ncü âyetin.de belirtildi ği üzre Tevrat'tan önce, İsrail'in
(Ya'kub'un) kendi nefsine haram k ıldıkları dışında, bütün yiyecekler,
İsrail oğullarma helâl idi.
160-161 nci âyetlerde yahudilerin, haks ızlıklarına, hak yoldan
çok saptıklarma, men edildikleri halde faiz al ıp, insanların mallarını
bâtıl, yani me şru olmayan yollarla yediklerine i ş aret edilmektedir. Ayet-
lerden anlaşılıyor ki özellikle Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman ındaki ya-
hudiler faiz ve rü şvetle insanların mallarını yiyorlardı . Ali İmran Sure-
resinin 75 nci âyetinde belirtildi ği üzre onlar, özellikle yabanc ıların mal-
larını hileli yollarla yemekte bir sakınca görmüyorlar: "Ümmilere karşı
bize bir sorumluluk yoktur" diyorlardı . Tevrat'ta aynen şöyle deniyor:
"Para faizi olsun, zahire faizi olsun, yâhut ödünç verilen her şeyin
faizi olsun, faizle karde şine ödünç vermeyeceksin. Yabanc ıya faizle
ödünç verebilirsin"' Buna göre Tevrat yahudilere kendi aralar ında faizi
yasaklamış , fakat yabanc ılardan faiz almaya müsaade etmi ştir.
Kur'ân- ı Kerim Yahudilerin, men edildikleri halde faiz almalar ını
kınamaktadır. Kur'ân' ın bu ifadesinden iki anlam ç ıkar: Ya Yahudiler
Tevrat'm hükmünü çi ğneyip yalnız yabancılardan de ğil, kendi karde ş -
lerinden de faiz almaya ba şlamışlar, ya. da Tevrat faizi kesinlikle yasak-
ladığı halde faiz alabilmek için Tevrat' ı tahrif edip: "Yabanc ıya faizle
ödünç verebilirsin" hükmünü sokmu şlard ır. İkinci ihtimal daha kuv-
vetlidir. Çünkü yahudilerin kitaplarında tahrifat yapt ıklarma Kur'an'-
da i ş aret edilmektedir. Tevrat'a çok ellerin girdi ği muhakkaktır.
Gerçek yahudi dininde faizin kesinlikle yasak oldu ğu anlaşılmak-
tadır Çünkü faiz insanlara haks ızlıktır, zenginin fakiri ezmesi demektir.
Peygamberler ne kendi karde şlerine, ne de yabancıya zulmedilmesine
müsaade etmezler. Tevrat'm ba şka bir yerinde: "Garibe gadretmeyecek-
sin, çünkü sen de Mısır'da garip idin." 2 deniyor. Davud: "Paras ını fa-
1 Tesniye, bâb: 23, eilmle:19-20
2 Çıkış, bab: 23, cümle: 9
Cüz': 6, Sure: 4 673

ize vermez ve suçsuza kar şı rüşvet almaz" diyor.' Hezekiel de şöyle


demiş : "Faizle para vermez ve mürabaha kar ı almaz. Elini kötülükten
alıkor."2 Görülüyor ki yahudi peygamberleri, mutlak olarak faizi yasak-
lamışlardır. Burada yabanc ıdan faiz almaca ğma dair bir i ş aret yoktur.
Ama Tevrat, aslm ı koruyamadığı ve Hz. Musa'dan çok sonra yaz ıldığı
için, yabancılardan faiz al ınabilece ği hükmü zamanla Tevrat'a girmi ş
olabilir.
Demek ki asıl Tevrat'ta herkese kar şı haksızlık, gadr yasaklanmış-
tır. Ama onlar, Tevrat' ın kesin faiz yasa ğını çiğneyip yabancılara hak-
sızlık etmeyi, yabanc ılardan faiz almay ı helal saymışlardır.
Kur'ân'ı Kerim, yabanc ılardan, faiz almay ı da kınadığına göre is-
lânıda faiz haramdır, İslam ülkesi olmayan yerlerde faiz helâldir de-
mek, Islamın ruhuna aykırıdır. Çünkü böyle bir düşünce, "rmmilere
karşı (faiz almak, hile yapmak) bize günah de ğildir" diyerek yabanc ı-
dan faiz almayı sakıncalı görmeyen yahudi dü şüncesinden farksızdır.
162 nci ayette "'0' kelimesinih, kendinden önceki ",5
ve sonraki " " kelimeleri gibi merfu' olmas ı gerekirken mansub
olması, birkaç şekilde izah edilmi ştir:
Bir görüşe göre bu kelime aslında merfu idi, fakat yazan, " l"
yazacak iken, " " yazmış, yazıldıktan sonra da öyle kalmış .
Ubeyy ibn Ka'b' ın mushafmda bu kelime merfil olarak yaz ılmıştı.
Diğer bir görüşe göre " ", " Zki.o.1_,J1 "in sıfatıdır. Sıfatla
mevsiıf arasına başka- sözler girdiği için medh bildirmek üzre man-
sub olmuştur. Araplar, s ıfatla mevsuf aras ına başka sözler girince
herhangi bir kelimeye dikkati çekmek için i'rapta de ğişiklik yaparlar.
Özellikle namaz k ılanların önemini belirtmek üzere " " medh
üzre mansup olmuştur. Cümlenin takdiri şöyledir: "
.5,534 rt:-. '49,4
:Özellikle namaz ı tam huşu ile kılanları kasdediyorum. Çünkü on-
lar, imanda rüsuh sahibi olmaya mü'minlerin en layik olanlar ıdır."
En isabetli görü ş , bu görüştür. Bakara Suresindeki " rib.14..; vjkjil J
j ,j j I jaıble. 1:51 " cümlesinde de kelimelerden özellikle
" J.L.11 "e dikkati çekmek için, bu kelime mansub olmu ştur. Bu icrab
değişikliği, " Şuna bilhassa önem veriyorum, dikkatinizi şuna çekiyo-
rum" anlamına gelir.

1 Mezmuriar, bitb: 15, elimle: 5


2 Hezekiel, halı : 18, cümle: 8
674 Suresi

, - -
c o J.,_se..> ‘54 j "L:0
• I:; ı
o
j j

C P ° 9
0
?.) (I l- -*;

t) j5_,4 }dû :1Y 9 c ° 3,L


■■• 0 , ,9 9
j_P ç'3k-; .; )1-w j

, ) o) 314:û

— 3 G 4-4 L,.., j:ri


-•

ı1,3-3; (‘ v)
ı A) T;z.
, ° 543 J: J ',Cul
t' • - -

(■ ) — SIS - ..„

o , o 51 5
‘)..A j- ,TJ Li Ir °,C;
Of i
) L.,■3
,11° jC _ I -- c
‹ r
( Nv .)

163
Biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyetti ğimiz
-

gibi sana da vahyettik. Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, es-


bât torunların)a, Isa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a
da vahyetmi ş , Dâvud'a da Zebur'u vermiştik. 164 Daha önce sana anlat- -

tığı m ız elçilere ve sana anlatmadığım ız elçilere de (vahyetmi ştik). Ve Al-


lah, Musa ile de konuş mu ştu. 165 (Bunları) müjdeleyici ve uyar ıcı elçi- -

ler olarak (göndermi ştik) ki, peygamberler(geldik)den sonra insanların


Allah'a karşı bahaneleri kalması n. Allah üstündür, hikmet sahibidir. 166 -

Allah, sana indirdiğini kendi bilgisiyle indirmi ş olduğuna şâhitlik eder.


Melekler de (buna) ş âhitlik ederler. Allah'ın ş ahitliği de (bir şeyin gerçek-
ligi için) kâfirdir. 167 (Sana gelenleri) inkâr edip Allah yolundan men-
-

edenler, hakikaten uzak bir sap ıklığa düş mü şlerdir. 168 0 inkâr edip zul- -
Cüz': 6, Sure: 4 675

medenler var ya, Allah onları ne bağışlayacak, ne de yola iletecektir. 169-


Sadece cehennemin yoluna (iletecek ve) orada edebi kalacaklardır. Bu da
Allah'a çok kolayd ır. 170- Ey insanlar, Resul size, Rabbinizden gerçe ği
getirdi. Kendi yararınıza olarak (ona) inanın. Eğer inkar ederseniz, bilin
ki göklerde ve yerde olanlar Allah' ındır. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
Tefsir:
163-170 nci âyetler,, Yahudilerin, Hz. Peygamber(s.a.v.)den, gökten
bir kitap indirmesini istemeleriyle ilgilidir. Yüce Allah, burada, daha
önceki peygamberlere de buyruklarm ı, gökten kitap indirerek de ğil,
vahiy yoluyla bildirdiğini belirterek Nuh'a, ondan sonraki peygamber-
lere: Ibrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, Ya'kub o ğullarına, Isa'ya,
Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetti ğini, Davud'a da
Zebur'u verdiğini açıklamaktadır. "Davud'a da Zebur'u verdik" cümle-
sinden, Zebur'un, bir kitap halinde inmi ş olduğu anlaşılmaz. Zebur,
mezbur anlammad ır, yazılmış demektir. Bu da Davud'a gelen vahyin
belâgat üstünlü ğüne ve yaz ıya geçirilerek kitap haline getirildi ğine,
kitap olarak okundu ğuna işarettir. Çünkü kitap ehlince Zebur, çok
okunan ilahi kitabıdır. Davud'a Zebur'un verilmesi, Zebur'un ona vah-
yedilmesi demektir. Nitekim Hz. Muammed(s.a.v.)e de Kur'ân verilmi ş-
tir: "Andolsun, sana iki şerlerden yedi ve bu büyük Kur'ân' ı verdik."'
Nasıl Kur'an, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a vahy ile verilmi ş ise,
Zebur da Davıld'a öyle vahy ile verilmiştir. Şimdi burada vahyi izah
etmemiz gerekir.
Vatty : Acele etmek, gizli konu şmak, fısıldamak, ilham etmek an-
lamlarına gelir. Kur'an Kerim'de birkaç mânada kullan ılmıştır:
"Musa'nın annesine, onu emzir diye vahyettik" 2 âyetinde vahiy, il-
ham anlammadır. Musa'nın annesinin kalbine bu dü şüncenin atıldığı-
nı gösterir.
"Rabbin, anya dağlardan, ağaçlardan ve çardaklardan evler edin,
diye vahyeui." 3 âyetinde vahy, Allah' ın hayvana verdi ği içgüdüyii ifa-
de eder.
"Zekeriyya mihraptan kavminin huzuruna ç ıktı, onlara, sabah ak-
şam (Allah'ı) tesbih edin, diye vahyetti." 4 âyetinde vahy, Zekeriyya'nn ı.,
kavmine yaptığı ima ve iş areti belirtmektedir.

1 Hicr Suresi: 87
2 Yunus: 10
3 Nalıl Suresi: 68
4 Meryem Suresi: 11
676 Nisâ' Suresi

"İşte böyle, biz her peygambere, aldatmak için birbirlerine süslü söze
ler vahyeden cin ve insan şeytanlarını dikman ettik."' âyetinde vahy şey-
tanla= verdi ği vesveselerdiı .
Tefsirine çalıştığımız vahy ise, bu anlamların dışında bir mana ta-
şır. Burada vahy, yüce Allah' ın, peygamberlerine buyruklann ı bildir-
mesi, hitab ını duyurmasıdır.
Şura Suresinin 51 nci âyetine göre Allah' ın, insanlarla konu ş ması
üç şekilde olur: Ya yüce Allah, sözünü, kulunun kalbine ans ızın düşü-
rür; yahut perde arkas ından ona hitab eder; ya da bir mele ği elçi ola-
rak gönderip buyruklarını bildirir. İşte peygamberlere gelen vahiyler,
bu üç şekil içinde olur. Bu üç şeklin her biri, kendi aralar ında tali bö-
lümlere ayrılır. Böylece vahy, başlıca yedi şekilde toplanır. Şöyle ki:
1- Sadık ru'ya. Görülen rıfyanın., aynen çıkması, vahyin başlangı-
cını işaretler. Hz. Peygamber(s.a.v.)e ilk vahiy, sad ık ru'ya şeklinde
başlamıştı . Peygamberli ğine tekaddüm eden aylarda gördü ğü her ru'
ya, sabah ayd ınlığı gibi çıkardı .2
2- Vahiy ta şıyan melek(Cebrail)'in, esas şekliyle görünüp, ilahi
emirleri duyurmas ı . Necm Suresinin 6-14 ncü âyetlerinde aç ıklandığı
üzre Allah'ın Resulü, Çebrail'i iki kez bu şekilde görmüştür. Birincisi,
peygamberliğinin başlangıcında, ikincisi de Mirac gecesi, Sidretu'l-
Muntehâ'da olmuştur.
3- Meleğin, hiç görünmeden Allah' ın sözlerini, peygamberin kal-
bine düşürmesi. Bu türlü vahy, vahiylerin en zorudur. Hz. Peygamber
(s.a.v.), bu esnada, önce zil sesine benzer bir ses duyard ı . Be şeri duyu-
larınclan geçer, hareketsiz kal ırdı . Bu ses kesilince aç ılır, kafa:Ana yer-
leşen ilahi sözlerin manas ım da anlamaya ba şlardı . Bu, peygamberin
beşeri sıfatlarının, meleklik sıfatlarma de ğişmesi, ve kendisinin meleki
bir niteliğe bürünüp mele ğin sesini duymas ı idi.
4- Bazan da melek insan şekline bürünerek gelirdi ki bu türlü vahy,
Hz. peygambere gelen vahiylerin en kolay ı idi. Çünkü burada melek,
insan düzeyine inmekte ve ona insan biçiminde görünmektedir. Bu şe-
kilde vahiy getirirken melek, peygamberin sevece ği bir insan biçimine,
çoğu kez de Dihye şekline girerdi.
5- Peygamberin kalbine üfleme tarz ındaki vahiy ki, bunun sı rf
bir ilham olmayıp vahy olduğ una dair, zorunlu kesin bir bilgi do ğardı .

1 Eli'âm Suresi: 112


2 Butıârl, Bed'u'l-val>y, 1
Cüz': 6, Snre: 4 677

"Röhu'l-Ruds, kalbime, hiçbir nefis,- r ızktn ı tüketmeden ölmeyecek diye


üfledi..."i hadisi bu türlü vahyi anlatmaktadır.

6— Peygamberin, uyan ık iken, do ğrudan do ğruya Allah' ın konuş-


masını duyması . Mi'rac gecesi, Hz. Peygamber (s.a.v.), bu türlü valiye
nail olmuştur. Hz. Musa da bu şekilde vahiy almıştı r. Burada görme
yoktur. Fakat mahiyetini izah edemeyece ğimiz bir tarzda Peygamber,
Allah'ın konuşmasını duyar. Bazıları, Bakara Suresinin sonu ile, Elem
Nesrah. Leke Suresinin bu şekilde vahyedildiğini rivayet etmi şlerdir?

7—Peygamber uykuda iken mele ğin ona vahy getirmesi. Bazı mü-
fessirler, el-Kev ğer Suresinin bu şekilde vahyedildi ğini söylemişlerdir. 3
İşte Allah'ın, insanlara emirlerini bildirme metodu, anlat ılan bu
vahy metodudur. Bunun dışında Allah insanlarla konu şmaz. Allah, di-
ğer peygamberlere sözlerini nas ıl vally ile bildirmi şse, Hz. Muhammed'e
de öyle vahy ile bildirmi ştir. Onlara inamp, onlar gibi vahy alan Hz.
Muhammed'e inanmamak, kibirden, inattan ve dü şüncesizlikten ba ş-
ka bir şey olamaz. Hz. Muhammed'in getirdiklerinin, gerçek vahiy ol-
duğu ise, inkarı mümkün olmayan kanıtlarla sabittir.
Allah'ın birçok peygamberi vardır. Bunların bir kısmı Kur'âm Ke-
rim'de anılmış , çoğu da »Almamıştır. Kur'ânda anılan peygamberlerin
sayısı, yirmibe ştir. Bunlar: Adem, İdris, 1N-ûh, Hûd, Şâlih, İbrahim,
İsmâ`îl, İshak, Yacküb, Yüsuf, Eyyûb, Şucayb, Mûsû, Hârun, Yimus,
Dâvûd, Süleyman, İlyas, El-Yesa<, Zekerivâ, Yabyâ, cisâ ve Zu'l-Kifl-
dir.
Âyette geçen el-esbâf kelimesi, sıbt'ın çoğuludur. Sıbt, torun anla-
mına gelir. İ srail, Hz. Ya'kub'un unvan ıdır. Ya'kub'un, Yusuf haricin-
deki on o ğlu ile Yusuf'un iki o ğlundan türeyen nesillerin her birine s ıbt
denmiştir. Kitabı Mukaddes'te sabat şeklinde geçen bu kelime, Ya'kub'un
her o ğlundan türeyen kabile demektir. Bunun ço ğulu el-esbiltf ır. İs-
railo ğullari, oniki sıbta ayrılmıştı . İşte el-esbetf kelimesi, İsrâiloğulları
sıbtlarında yetişen peygamberleri göstermektedir.

Kur'ânı Kerim'de adları anılan peygamberler, gerek kitap ehlinin,


gerek Araplar ın, yani Kur'ân' ın ilk anda hitabetti ği kimselerin tanıdı-
ğı kişilerdir. İnsanların dikkatini, bildikleri bu peygamberlere çekmek,
bunların, kavimleriyle olan ilişkilerini düşünmeğe sevk etmek için bu

1 Sâtii, er-Ristde, s. 93
2 Süyüti, el-Itkan, I. 47
3 Aynı eser.
678 Nisâ' Suresi

peygamberler andmıştır. Yoksa bütün peygamberler bunlardan ibaret


değildir. Nitekim Kur'âm Kerin ı'de: "Andolsun, biz senden önce de el-
çiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık."'
buyurulmaktadır. Yüce Allah, Peygamber göndermedikçe hiçbir kav-
me azâb etmeyece ğini2, her ümmet içerisinde mutlaka bir uyar ıcı çık-
tığım' bildirmiş ve :"Andolsun ki biz, her ümmet içerisinde bir elçi gön-
derdik..."4 buyurmuş olduğuna göre demek ki her millet içinden mut-
laka bir uyarıcı , bir peygamber çıkmış , onları Hakk'a ça ğırmıştır.
İbn Murdeveyh'in, Ebuzer'den, rivayet etti ği uzun bir hadise göre
peygamberlerin say ısı, yüzyirmidört bindir. Fakat ibnu'l-Cezvi, bu
hadisin uydurma oldu ğunu söylemi ştin. Gerçekten peygamberlerin sa-
yısı hakkında rivayet edilen hadislerin hepsi zay ıftır. Peygamberlerin
gerçek sayısını yalnız Allah bilir.
Bazı kimseler, sırf dinden kuşkuya düşürmek amaciyle "Neden
bütün peygamberler hep Arabistan'dan gelmi ş de, Avrupa ve Amerika'
dan hiç peygamber ç ıkmamıştır?" diye bir soru ortaya atmaktad ırlar.
Avrupa, Amerika veya dünyanın öteki kıt'alarından hiç peygam-
ber çıkmadığını söyleyemeyiz. Yukarıda iş aret etti ğimiz âyetler, her
millet içinde bir peygamberin ç ıktığın ı bildirdi ğine göre her ümmet için-
de peygamber çıkmıştır. Ama insanlar, sonradan yoldan ç ıkmış , puta
tapmışlarsa bu, onlara hiç peygamber gelmedi ği anlamını taşımaz. Yal-
nız bugün yaş ayan üç büyük dinin peygamberlerinin de Arabistan'dan
çıkması, Allah'ın, iştıfâ (seçme, özle ştirme, evrimle ştirme) kanununa
uygundur. Yüce Allah, büyük peygamberleri, büyük medeniyetlerin
geçit noktası olan, insanların kolayca barınmasına elverişli bulunan bu
bölgeden ç ıkarmıştır. Demek ki evrensel dinlerin dünyaya yay ılmasına
en uygun yer, evrensel dini getirecek peygamberlerin yeti şmesine, top-
lumsal ve coğrafi ortam bakımından en elveri şli bölge, bu bölgedir.
Bugün neden kâ şif, miicid, Avrupa ve Amerika'da daha çok yeti-
şiyor? Ba şka yerde niçin o oranda yeti şmiyor? Sorusu da, tıpkı peygam-
berler neden Arabistan'da yeti şmiş sorusu gibi kısır düşüncenin, sosyo-
lojik yasaları bilmemenin sonucudur.
Bazı kimseler de ş öyle diyorlar: "Araplar, dünyan ın en geri, en il-
kel-insanlara olduklarından dolayı Allah, önce onları düzeltmek için Hz.

1 Mü'min Suresi: 18
2 İsra Suresi: 15,
3 Fâtır Suresi: 24
4 Nahl Suresi: 36
Cüz': 6, Sure: 4 679

Muhammed'i o bölgeden yeti ştirdi." Bu çok cahilce bir dü şüncedir. Bir


kere Araplar, o zamanki toplumlar içerisinde en geri toplum de ğillerdi.
Dünyanın öteki bölgelerinde, özellikle Avrupa, Amerika ve Afrika'da
ya ş ayan birçok toplumlara göre tam mü şrik de sayılmazlardı . Çünkü
onlar, puta tapmakla beraber bir Allah inanc ına da sahip idiler. Kâi-
nata Allah' ı n yarattığını biliyorlar, putları da Allah ile kendileri aras ın-
da bir ş efaatçi kabul ediyorlard ı . Ayrıca baz ı medeniyetleri, kültürleri
olduğu gibi cömertlik, yiğitlik gibi meziyetleri de vard ı . Bazı peyğam-
berlere inan ırlar, özellikle Hz. İbrahim ve Ismail'e saygı gösterir, İbra-
him dininden kalma baz ı kurallar ı (mesela hacc ı ) uygularlardı . Oysa o
devirde gerek Amerika'da, gerek Avrupa'n ın bazı bölgelerinde, gerek
Afrika'da Araplara göre çok ilkel milletler ya şıyorlard ı . Eğer en ilkel in-
sanlardan peygamber ç ıkacak olsa, Arabistan'dan önce oralardan ç ık-
ması gerekirdi. Tam tersine Araplar, o zamana göre oldukça kültürlü,
dış saldırılara kar şı tabii olarak güvenli bir ülkede ya şayan bir toplum
idiler. Son peygamberin yeti şmesine en elveri şli ortam onların bölgesi
olduğu ve Kurey ş Kabilesi de Hz. Ismail soyundan geldi ği için yüce Al-
lah, son peyğ amberini güvenli bölgeden ve asalet sahibi bir toplumdan
yetiştirmiştir.

Peygamberlerin hepsi Allah' ın elçileridir. Hepsine inanmak ve buy-


ruklarma itâat etmek, insanlar ın görevidir. Elçiye itâat, Allah'a itâattir.
Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen elçiler, insanlara gerçe ği tebliğ
etmişlerdir ki insanlar, sap ıklığa düştükleri takdirde "Ne yapal ım, bize
gerçe ğ i anlatan peygamberler gelmedi. Biz de kendi akl ımızla hakikati
bulamadık" diye bir bahane ileri sürmesinler, Allah' ın huzurunda kendi-
lerini mazur gösterme ğe kalkmas ınlar. Yüce Allah, elçi göndermekteki
hikmetini ba şka bir ayetinde ş öyle açıklıyor: " Şayet onları, ondan önce
bir .azâb ile helâk etseydik: 'Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle
alçak ve rezil olmadan önce senin. âyetle -rine uysaydık!' elerlerdi."'
Bütün kainat Allah'ın birliğini, O'na kulluğun gere ğini hal diliyle
söylerken, yüce Allah, merhamet ve adaletiyle insanlara ayr ıca pey-
gamberler de gönderip gerçe ği, onlar aracılığı ile onlara duyurmuştur.
Varlığını, birliğ ini, kendisine kulluğun gere ğini insanın aklı, duyulara
hitabeden kainat olaylar ı ve nihayet peygamberler bildirdikten sonra
yine O'nun buyruguna kar şı gelenlere, Allah galiptir. Yenilmez güce
sahiptir, Adaletinin gere ğini infaz eder. Her şeyi hikmetiyle ve yerli ye-
/ince yapar.

1 Talt3 Suresi: 134


680 Nis8' Suresi

Sonra Cenab ı Hak, Resulüne hitaben buyuruyor ki: Ey Muhamnied,


Yahudiler, sana indirdi ğimizi inkar etse de, Allah, sana indirdi ğini bil-
,

gisiyle indirmiş olduğuna, tesadüfen de ğil, ezdi bilgi ve hikmetine uy-


gun olarak seni pey ğamber seçti ğine tanıklık eder. Melekler de bu ger-
çeğe tamktırlar. Sen onların yalanlamalarm.a üzülme Allah' ın sana tanık
olması yeter !
inat ve kibirlerine kap ılıp senin peyğamberli ğin konusunda, inkar
edilmez bu kadar kanıt varken onu inkar eden ve Allah' ı n yolundan yan
çizenler, uzak bir sap ıklığa düşmüşlerdir. O inkar edip haksızlık yapanla-
rı, Allah ba ğışlayacak de ğildir. Allah'ın bağışlaması için onların, Hakk'ın
çağırı sma uyup Allah'a yönelmeleri gerekir. Onlar, dosdo ğru yoldan
saptıktan sonra Allah, onlar ı zorla yola getirecek de ğildir. Çünkü Allah,
peygamberi arac ılığı ile onları yola çağırmaktadır. Fakat onlar, Pey-
gamberin gösterdi ği doğru yoldan sapmış , e ğri, çıkmaz yollara dü ş -
müşlerdir. Yalnı z Peygamberin gösterdi ği yol cennete gider. Onun d ı-
şındaki yollar, hep cehenneme ç ıkar. Öyleyse pey ğamberin yolundan
ayrılanlar, cehennem yolundad ırlar. Hak'tan sapanlar ı cehennemde
cezalandırmak, Allah'a zor de ğil, kolaydır.
Yüce Allah, insanlara Hakk'a uyman ın Resule tabi olmanın zarureti
hakkında kanıtlar verdikten sonra rahmetiyle tekrar onlar ı Peyğamberi-
nin yoluna 'ça ğırmakta, "Sizin hay ı ımza olarak ona inanınız" buyur-
maktadır. Ama inkar ederseniz, Allah'a bir zarar ı= olmaz. Çünkü gök-
lerde ve yerde olanlar ın hepsi Allahmdır. Allah herşeyi bilir, bilgisi
uyarınca insanların iyiliğin olan şeyleri emreder. Her yaptığını hikmetle,
derin bilgi ile yapar. İnsanların mutluluğu, Allah'ın Resulüne uymak-
tadır.

J -.

y.
-o 11,

°C):1 V ‘)
Cüz': 6, Sure: 4 681

o .9 9 S, 0 o
v Y) _ e.'"A
o -9 9 -- .. 0 9 -• 9 e 2... -• 9 .-
4 ‘L I .44i ‘.):4 (.% * j:.. . J frA J j?- st—.10 i_._i Vl:› İ l:a.fi. iyi. İ• i
O
,--- - - -
\e..l, ı t ı-Lp °' "L ' -i ı - "-° <. l' - ı ' . °. :f_j • :ı3ı ı ,. ı j
... ,

• ı'' • - '•
(4-.£ 7 -1 C-, (v'') I J,4-;% ı:J j Lu ı ,*. j' °&.,.. °Ç:4:1 -c.) ji.ı., ..,..- f.;
..„' i
- - ı:::i";.;"ı , °'..<',-, °,),.. "' ı-_,.°,', ;:.-.
` C> :._C;
ijj:; ° j`°J 1 .
.. 9
°',...:,::..4:-..,:i. k ı .,'..4.-;.2--'r ; ,j) L.■ 5 .-.41" •
9-^- f .i:31. ı:,:ı:i O v t) ı...),..—
o - • 3, . _ ., • - - - •
(I v °) 4...;1. _:_„.,.. ıı.i ı-.f:,, 4:3 ı °
, ... ‘..-.:t".. :4--?. ., • 4.:,..4 A- Aş...›.• _) („i
7 ,... o

171— Ey kitab ekili, dininizde ta şk ınlık etmeyin ve Allah hakk ında gerçek
olmayan şeyleri söylemeyin! Meryem o ğlu Mesih, sadece Allah' ın elçisi,
O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine
inanın, (Allah) "Üçtür" demeyin, Kendi yarar ını za olarak buna son verin.
Çünkü Allah, yaln ız bir tek tanrıdır. Hâş â 0, çocuk sahibi olmaktan
yücedir, (münezzehtir). Göklerde ve yerde olanları n hespi O'nundur. Vekil
olarak Allah yeter. 172— Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de
(Allah'a) yaklaştı, ılmış melekler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük
taslarsa bilsin ki 0, onların hepsini kendi huzuruna toplayacakt ır. 173—
İnanıp iyi i şler yapanların mükâfatlartnı eksiksiz ödeyecek ve liitfundan
onlara daha fazlası nı da verecektir. (Kulluktan) çekinip büyüklük tasla-
layanlara da acı bir ş ekilde azâb edecek ve onlar, kendilerine Allah'tan
baş ka ne bir dost, ne de bir yardımc ı bulamayacaklardır. 174— Ey insan-
lar, size Rabbinizden delil geldi ve size ap aç ık bir nur indirdik. 175—
Allah'a inanıp O'na yapışanları (Allah), kendinden bir rahmet ve risıtfa
sokacak ve onları kendisine varan dosdoğru bir yola iletecektir.

Tefsir :

171-175: Bundan önceki ayetler, Yahudilerin a şırıhklarına temas et-


miş , onları aşırılık ve haksızlıklardan vazgeçmeye ça ğı rmıştı . Bu ayetler
de kitap ehlinden hırı stiyanlar ın daldıkları aşırılıklara temas etmekte
ve onlara dinde a şı rı gitmemelerini, Hz. İ sa hakkında tehvid inaneına
aykı rı düşen şeyleri söylememelerini emretmektedir. Yahudiler, Uzayr'i
Allah' ın oğlu saymışlar, dinden olmayan birçok şeyleri dine sokmu şlar,
Allah' ı n helal k ıldığı baz ı şeyleri haram, haram k ıldığı bazı şeyleri helal
saymışlard ı . Hıristiyanlar da Isa'ya, ha ş a Allah' ın o ğlu, illahiyyeti olu ş-
turan üç unsurdan biri gözüyle bakm ışlar, onu Allah' ın bir parças ı say-
682 Nisa' Suresi

mışlardı . Bunlar dinde a şırı gitmrkdir, pey ğambere sevgi ve saygm ın,
putpe ı estliğe dönüştiiı iilmesidiı . Sevgi ve saygı , tevhide ayk ı rı bir biçim
alınca art ık saygı sınırın ı a ş ar, küfre dönüş ür, haram olur. Bundan
dolayı Peygamber (s.a.v.): "Siz beni hırıstiyanları n, Meryem o ğlu Isa'yı
övdükleri gibi övmeyin. Çünkü ben, Allah' ın kuluyum. (Benim için),
Allah' ın kulu ve Resülü deyin."' buyurmu ştur.
Ayetlerde Hz. Isa'dan hep "Meryem o ğlu İsa" diye söz edilmesi,
onun b ırıstiyanlarm sand ıkları gibi Allah'ın oğlu de ğil, Meryem'ip o ğlu
olduğunu vurgulamak içindir.
171 nci ayette Isa'n ın, Meryem'e atılan ilahi bir kelime oldu ğu
bildirilmektedir. Ali İmran Suresinin 45 nci âyetinde de benzeri bir ifa-
de vardır: "Melekler demi şti ki : Ey Meryem, Allah, seni, kendisinden
bir kelime ile müjdeliyor. Ad ı , Meryem o ğlu İsa Mesih'tir..." Her iki
ayette de Isa'dan "Kelime" denmesi, "Kun : Ol" emrinin veya Meryem'e,
babam çocuk do ğuraca ğı hakkında verilen müjdenin bir eseri oldu ğunu
belirtmek içindir.

Yine bu ayette İsa için "Kendinden bir ruh", Enbiya Suresi 91 nci
ayette de "Meryem'e de kendi ruhumuzdan üfledik.." denilmektedir.
Bir erkek olmadan, s ırf melek vas ıtasiyle üflenen ruhtan olu ştuğu için
Isa'ya "Allah'tan bir ruh" veya "Ruhu ınuzdan" denmiştir. "Bizim
'ruhumuzdan", "O'ndan bir ruh" demek, Allah' ın emrinden, yarat ıklar
aleminden bir ruh demektir. Allah' ın ruhu, Allah' ın kendisi demek
de ğildir. Nasıl Ar(lullöh (Allah' ın arz ı), Allah' ın yarattığı yer anlam ında
ise röhullah (Allah' ın ruhu) da, Allah' ın yaratt ığı ruh anlarnmad ır.

İşte Hz. İ sa, Allah' ın yaratt ığı ruhtan, tohum arac ılığı olmadan,
sırf mele ğin, üflemesiyle anne rahminde te şekkül ettiği için ona
"Allah'tan bir ruh" denmiştir. Gerçi bütün insanlar ın ruhları, anne
rahminde olu ş maya başlayan cenin?, melek taraf ından üflenir, yani
organları beliren Cenine insani bilinç verilir. Fakat isa'daki özellik, ba-
banın tohumu arac ı olmadan, do ğrudan soyut ruh olarak anne rahmine
üflenmiş olmasıdır. Mele ğin üflemesi, erkek tohumu yerine geçerek yu-
murtayı a.şılam ıştar.

Bugünkü İncillerde de Isa'n ın Allah' ın yarat ıklarmdan bir melek


olan Rülm'l-Kudüs'ün üflemesiyle yarat ıldığı ifade ediliyor: " İsa Me-
sih'in doğması da ş öyle oldu: Anas ı Meryem, Yusuf'a ni şanlanmış ol-
duğu halde buluş malarından önce Rutiu'l-R.udüs'ten gebe oldu ğu an-

1 Bukari, Enbiya, 48; barimi, Rik4, 68; İlmi ljaubel, I. 23, 24,...
Cüz': 6, Sure: 4 683

laşıldı ."' Luka İncilinin birinci babında mele ğin, Meryem'e görünü şü,
Isa'yı müjdeleyişi anlatılır. Meryem, bunun nas ıl olaca ğını sorar. "Me-
lek cevap verip ona dedi: Ruhu'l-Kudüs senin üzerine gelecek."z Yine
Incir° göre Yahya da annesi Elizabet'in karn ında iken Ruhu'l-Kudüs'le
dolmuştur. Demek ki Ruhu'l-Kudüs, Allah' ın bir parças ı de ğil, O'nun
yaıratığı olan melektir. Kuds, temiz, yüce anlam ına gelir. İncillerde
bunun karşıtı olarak er-Rülm'n-necs yani şeytan zikredilir Has ılı Ru-
hu'l-Kudüs'ü Allah' ın bir parças ı saymak ve böylece Isa'y ı Allah'ın
o ğlu sanmak ifratt ır, dinde a şırılıktır, tevhid inanc ına aykırıdır. İşte
bu sanıdan (üçleme) inanc ı do ğmuştur.
Allah, üç unsurdan olu ş an bir varl ık de ğildir. Kendisinden ba şka
bütün varl ıklar, O'nun yarat ıklarıdır. O, tek tanr ı olan Allah'tır. O'ndan
başka hiç kimsede tanr ılık yoktur. O, oğul, evlad sahibi olmaktan mü-
nezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nun yarat ığıdır, O'nun-
dur.
Bütün akıl sahipleri, Allah' ın kuludur. Peyğamberler ise Allah' ın
en seçkin, kendisine en ba ğlı kullarıdır. Peyğamberler için Allah'a kul-
luk, en büyük şereftir. Bundan dolay ı ne Mesih, ne de Allah'a en yak ın
melekler Allah'a kulluktan çekinmezler. Allah'a kulluktan çekinen,
peygamber de ğil, mü'min dahi olamaz. Allah, kendisine kulluk etmekten
böbürlenenle ı i de bütün kullaTıyle bir araya toplayacak ve hepsine
yapt ıklarının hesabını soracakt ır.
Daha sonra yüce Allah, bütün insanlar ı, son elçisi Muhammed Aley-
hisselâm ile göndermiş bulunduğu hidayete ve aç ık nura inaıımaya ça-
ğı rmaktadu. Muhammed'e indirilen, tüm insanl ığı selâmete ç ıkaracak
ışıktır. Kimler Allah'a inamr, O'nun emirlerine sard ırsa, Allah onlar ı
katından bir rahmet ve ikrama (yüce cennetlere) sokar ve onlar ı cennete
götürecek dosdo ğru yola iletir.
Bu âyetlerin ini ş sebebi olarak bir olay zikredilmemi ştir. Bunlar,
İ sa Aleyhisselâm hakkmda tevhide ayk ırı inançlar ta şıyan hıristiyan-
ları bu tür inançlara son verme ğe, Allah' ı birleine ğe ve İsa hakk ındaki
gerçekleri aç ıklayan son pey ğamberlerine uymaya davet için indiril-
miştir.
Aslında teWg inancı , hırıstiyanlığa özgü, yeni bir şey değildir. Daha
önceki putperest dinlerden h ırıstiyanlığa nüfuz etmi ştir. Muhammed
Re şid Rıza, teslis inanc ının hırıstiyanl ıktan çok önce Mısırblarda, İran-

1 Matta, bab: 1, cümle, 18


2 Luka, bab: 1, cümle• 34
684 Nisâ' Suresi

hlarda, Yunanhlarda, Romahlarda ve Budistlerde bulundu ğunu, tesli-


sin, Ş am diyarına hakim olan Romalılardan hn ıstiyanlığa geçti ğini,
çe şitli ara ştırıcıların görüşlerine dayanarak ispat etmektedir.'

-1O-O O ı O

3 jaı. :4:3
- - 3
3
j ,_; L: Q;
ıft o
4:1_, -C1 3 4:J
•••• •-•

,!...1.1>
Ci Ct--3
1.3531-3- e li _';
!J:j'
3 3
41J 1 J
o
4.) 1
y...Ç , ,
-J 41 1
.- ,o .. • ,
j_ t_A
v.ı )
r*:
176- Senden fetva istiyorlar. De ki : Allah size ana-babas ız ve çocuk-
suz ki şinin mirası hakk ında hükmünü şöyle açıklıyor : Ölen kiş inin ço-
cuğ u yok, bir k ız kardeş i varsa bıraktığı, malın yarısı o (kız kaı deşi)nindir.
Fakat kendisi, (ölen) kızkardeş inin çocuğu yoksa, onun miras ını (tama-
men) alır. Eğer (ölenin) iki k ızkardeşi varsa, bıraktığını n üçte ikisi on-
larındır. Ve eğer (vârisler) erkek, kad ın birçok kardeşler olursa, erkeğe,
iki kad ının payı kadar (pay) verilir. şaşırırsını z diye Allah size (hükmü-
nü) açı klıyor. Allah, her şeyi bilendir.

Tefsir:
176— İstiftâ, fetva istemek, herhangibi ı şeyin aç ıklanmasını taleb
etmek demektir. Bu âyet, kelâlenin miras ı hakkında sorulan bir soru ü-
zerine nazil olmuştur. Câbir ibn Abdullah, bu âyetin, kendisi hakk ında
indiğini söylemiştin "Allah' ın Resulü (s.a.v.) yan ıma geldi. Ben hasta
idim, aklım başımda de ğildi. Abdest aldı , üzerime su döktü, ay ıldım
"Ey Allah'ın Resulü, ben kelâle olarak mal ını bölüştürülecek.
Kelâle'nin miras ı nasıldır? dedim. Yüce Allah, ferâiz âyetini indirdi.".
müfessirlerin ço ğuna göre ana-babas ız ve çocuksuz ölen
kimsedir. Baz ılarına göre de sadece çocu ğu olmayan kimsedir. Şimdi
bir adam ölür de kendisinin asl ı ve fer(i (ana-babas ı ve çocukları ) olmaz-
sa onun mirası ş öyle bölüştürülür:
1- Ölen kimse erkek ve kendisinin bir tek k ı zkarde şi varsa, mali-
nin yarısı o kızkarde şine düşer. İki kı zkarde şi varsa, mal ının üçte ikisi

1 Bkz. Tefsir, VI. 88-93


Cüz': 6, Sure: 4 685

onlarındır. Malın kalan yarısı veya üçte biri asabe varsa onlar ın, yoksa
redden yine k ı zkarde şinindir. E ğer adamın oğlu varsa, hemşiresine mal
dü şmez. Kızı varsa hem şiresi asabe olur, k ızından geriye kalan ı alır.
2—Ölen kimse kadın olup kendisinin bir erkek karde şi varsa bütün
mirası bu karde şine düşer. Şayet ölenin babas ı veya o ğlu bulunursa
karde şi miras alamaz. K ızı bulunursa, karde ş i geri kalanı alır.
3— Erkek olsun, kad ın olsun, ölen kimsenin birkaç tane erkek ve
kızkarde şi varsa miras, erke ğe, kadının iki katı dü şecek şekilde bölüş -
türülür.
Bu Surenin 12 nci âyetinde de kelâlenin miras ı anlatılmıştı . Ancak
orada, sadece anne bir erkek karde şi, kı zkarde ş i, yahut erkek ve k ız-
karde şleri bulunan kelâlenin durumu izah edilmi ş , burada ise anne-baba
bir, ya da baba bir karde ş , kızkarde ş veya karde şleri bulunan kelâlenirı
durumu anlat ılmıştn. Müfessirlerin genel kanaati budur. çünkü baba,
yahut ana-baba bir erkek ve k ızkarde şler, kişiye, anne bir erkek ve k ız-
karde şlerden daha yak ındırlar. Zira birincisinde tohum birli ği vardır.
Katâde ş öyle demiştin: "Bize an1at ıldığı na göre Ebubekr es- Şı ddik,
hutbesinde ş öyle demiş : Surenin ba şında yüce Allah, çocuklar ın ve an-
ne-babanın miras payın ı anlatan âyeti indirdi. Daha sonra kar ı-kocanın
mirası ile anne bir karde şlerin mirasını anlatan âyeti indirdi. Ve Sureyi,
anne-baba bir erkek ve k ızkarde şlerin miras payını anlatan âyetle bi-
tirdi. Enfâl Suı esini de Rahim Sahipleri hakkındaki âyetle bitirmi ştir."'
Buhârrnin, Berâ'den ald ığı rivayete göre Kur'ân ı Kerim'de inen
son sure, Berâe Suresi, son âyet de "yestefrünek..." âyetidir2 . Son sure
ve âyet olarak zikredilen ba şka sure ve âyetler de vard ır. Bundan dolayı
bu âyetin, inen en son âyet oldu ğunu kesin bir biçimde söyleyemeyiz.
Ancak bu âyet ; son inen âyetlerdendir. Herhalde Nisa Su ı esinin inişin-
den sonra bu âyet inmi ştir ki, mirastan söz eden yukar ıdaki âyetler
arasına konması gerekirken, Sure daha önce yaz ılmış ve âyetleri s ıraya
konmuş olduğu için mirastan söz etmesine ra ğmen bu âyet, Surenin
sonuna konmu ştur. Bu da Kur'ân' ı Kerim'in Hz. Peygamber taraf ı n-
dan sıraya kondu ğunu, yazd ırıldığını gösterir. E ğer ba şkaları tarafından
sonradan s ıraya konsaydı , bu âyet, buraya de ğil, yukarıdaki miras âyet-
lerinin yan ına konurdu. Ama sonradan indi ği ve yukarıdaki âyetler
arasında yer olmadığı için Hz. Peyğamber(s.a.v.) tarafından surenin
sonuna konmuş ve Kur'ân yeniden yaz ıldığı zaman da aynen Hz. Pey-
ğamber(s.a.v.)in tertibi üzre yaz ılm ıştır.
1 Butıari, Tefsir, Suretu'n- ınetı'.
2 Aynı
KAYNAKLAR:

Abdülâziz Çavi ş, Anglikan Kilisesine Cevap, Çeviren: Mehmet Âkif


(Ersoy), sadele ştiren: Süleyman Ate ş , Ankara, 1974
`Abdu's-Selâm ibn Hâriin, Teh'Zibu Sireti İbni Hiş âm, Beyrut, 1972
(Achini, İsmacil ibn Muhammed, Ke şfu'l-hafâ ve muzilul-ilbâs cammâ ş '
tehera mine'l-ehâcWi <alâ elsineti'n-nâs, Beyrut, 1351
Adasal, Prof. Dr. Rasim, Ruh Hastalıkları ve Cinsel Bozukluklar, An-
kara, 1954
şihabu'd-din Eba's-Sena Mahmild ibn (Abdillah, Râhu'l-me'âni
fi Tefsiı i'L-Kur'âni'l-cazin ı Bülak, 1301
cAstadâni, Ebu'l-Fadl Sihâbu'd-din Ahmed ibn 'Ali ibn Muhammed ibn
Hacer, Fethu'l-Bâri bi- şarhi Kahire, 1325
Ateş , Doç. Dr, Süleyman, Kur'ân ı Kerim'e Göre Evrim Teorisi, İlâhiyat
Fakültesi Dergisi, C. XX.
Beyçllivi, Na şiru'd-din Ebü Said 'Abdullah ibn Envâru't-Ten-
zil Ve Esrâru't-Te'vil, İ stanbul, 1296
Butıiiri, Ebu (Abdillah Muhammed ibn Salıihu'l-Buhâri, Mıs ır,
1313 baskısı ndan Ofset usulü ile Beyrut Bask ısı
Ceziri, 'Abdu'r-Rahman, el-F ı kh calâ'l-rnezâhibil-arba'a, M ısır
Dârimi, Ebü Muhammed 'Abdullah ibn 'Abdu'r-Ralımân, Sunenu'd-
Dârimi
Derveze. Muhammed 'Izzet, et-Tefstru'l-hadik 1383-1963
Ebü Davild, Süleyman ibnu'l-E ş(as, Sunenu Ebî Dâvûd, 1371-1952
Feı id Vecdi, Muhammed ibn Mu ştafil, el-Mu şhaful-m.ufesser, M ısır, 1377
Hamavi, Ebu (Abdillah Yakut ibn (Abdillah, Kitâbu Muccemil-Buldân,
Tahran, 1965
Hun, Necınu'd-din, Serâıl'u'l- İ slam, Necef, 1389-1969
Hüseyin Heykel, Hz. Muhammed Mustafa, Ömer R ıza Do ğrul Tercii-
mesi, İ stanbul, 1948
Ibnu'l-cArabi, Ebubekr Muhammed ibn cAbdilrah, Alı kâmu'l-Kur'ân,
talı kik: 'Ali Muhammed el-Becâvi, Mısır, 1387-1,967
(;88

Ibnu'l-Cevzi, Ebû'l-Ferac, Cemâlu'd-din (Abdu'r-Ralı man, Zadu'l-


-
Mesir, fi (Ihni't-Tefsir
İbnu klanbel, Ahmed ibn 1Janbel, Musnedu'l-imam Ahmed ilmi' 1.1anbel,
Beyrut
İbnu Hişam, Ebû Muhammed (Abdul-Melik ibn Hi ş am el-klimyeri,
es-Siretu'n-nebeviyye, M ısır, 1355-1936
İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, Semsu'cl-din Ebû `Abdillah Muhammed ibn
Ebi Bekr, Aclamu'l-muvakk ı (in 1383-1969
İbnu Kehr, Ebû'l-Fida isma<il, Tefsiru'l-Kur'ânil-(azim, M ısıı
İbnu Mke, Muhammed ibn Yezid es-Sunen, Mı sır, 1372-1952
Ebû'l-Fadl Cemâlu'd-dir Muhammed ibn Mukerrem ibn
Manzûr, Lisanu'l-`Arab, Beyrut, 1376-1956
İbnu Sa<d, Muhammed ibn Meni` ez-Zuhri, Katibu'l-Vak ıdi, at-Tabaka-
tu'l-kubra, Kahire, 1358
Ibrahim Cildi, el-Kertzu'l-Esna fi Sarlı i Esmaillahil-husna, İstanbul,
1325
Ibrahim Hakkı, Ma'rifetnâme, İ stanbul, 1330
Ikbal, Prof. Dr. Sir MuhaMmed, Reconstruction of Religious Thought
in islam., Lahore, 1958
Kitabı Mukaddes, İ stanbul, 1972
Kurtubi, Ebû <Abdillah Muhammed ibn Ahmed el-Ensari, el-Câmi (u
li-alıkamil-Kur'an, Mısır
Kuşeymi, <Abdu'l-Kerim ibn Hevâzin, Letaiful-isarat, tahkik: Dr. Ib-
rahim Biyısmi, Kahire
Malik ibn Enes, Muvatta', Mısır, 1349
Manşûr <Ali Nfişıf, et-Tacul-cami` li'l-usû1 fi ehadgi'r-Res ıll, Mısır
Mayşıli, 'Abdullah ibn Mabnıfıd, el-ihtiyar li-ta(lili'l-Muhtar, Mısır
Miras, Kamil,' Tecridi Salih Tercümesi, İstanbul, 1939
Muhammed Re şid Rıda, Tefsiru'l-Kur'âni'l-hakim, M ısır, 1366
Munâyi, (Abdu'r-Ra'fıf, Fay du'l Kadir, Ş arb u<1-C mici ş- agir, Beyrut,
1391-1972
MunZiri, Zekiyyu'd-din (Abdu'l-(A4m, et-Tar ğib ve't-tarlailı , Mısır,
1373-1954
Mue'ahid, Ebu'l-Haeefıe Muefıhid ibn Cebr, Tefsiru Mucâhid, tahkik:
(Abdu'r-Ralı man at-Tahir, Katar 1396-1976
689

Nesâ'i, Ebü cAbdi'r-Rahman ibn Şucayb, Sunenu'rı-Nesa'i, Mısır, 1383-


1964
Neysabüri, Ebü'l-Huseyn Muslim ibnu'l-Haedie, şabibu Muslim, Mı sır,
1374-1955
Rüğıb el-Işfahâni, el-Mufredat, ft ğaribil-Kur'an Buyrut
Râzi, Faltru'd-din ibmıl-cAllâme Dıyâu'd-din, Mefatihu'l- ğayb, Daru't-
tıbacati'l'âmire, 1307
Serabsi, Şeınsu'l-e'imme Ebubekr Multammed, el-Mebsüt, Mısır 1324
Suyüti, Celalu'd-din (Abdu'r-Raltınfın, el-itkan fi cUlümil-Kur'an,
Mısır, 1306
Şurunbilali, Ebül-Ihlaş Hasan ilmi cAmmar, Merakil-felalı bi-imdadi'l-
Fena'? Şarhu ~.40, TaVavi kenar ında, 1318
Taberi, Muhammed ibn Cerir, Camicu'l-beyan (an-te'vil
Mı sır, 1388-1968
Tabresi, Ebfı `Ali el-Fa41 ibnu'l-Hasan, Meemecu'l-beyan, Tahran, 1395
Ahmed ibn Muhammed, Ha şiye cala Meraki'l-felah, Balak 1318
Tangivi Cevheri, el-Cevahir fi Tefsiri'l-1r'ân, M ısır, 1318
Tefsiru katil-al/ham, tenkih ve ta şhih: 1V1uhammed `Ali es-Sayis,
1373-1953
Ebu 'İsa Muhammed ibn. (Isa ibn 9evre,
Ahmed Muhammed Şakir neşri, el-Mektebetu'l-islamiyye
Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, çeviren: Süleyman Ate ş,
Ankara, 1975
Wensick, A.J., el-Mu<cemu'l-mufehres Leiden,
Brill, 1936
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, /stanbul, 1935
AYETLER VE KONULARI

Sayfa
FATİHA SURES İ 19
Besmele: 20
1-7. ayetler 24
Namazda Fatiha'yı okumanın hükmü 26
•BAKARA SURES İ 29
1-5 : Hurâf-i mukatta'a 30
, Takva, müttaki, iman, âhiret 31
6-7 : Küfür ve kâfirlerin. nitelikleri 36
8-15 : 1VIiinafıklar ve davran ışları , nifak hareketinin ortaya
çıkışı 37
16-20 1Vlünafıkların psikolojik durumlar ı 42
21-24 : Yalnız Allah'a kulluk etme gere ği ve Kur'ân' ın e ş -
sizliği 45
25: : Cennet ve nimetlerinin niteli ği 47
26-29 : Kur'ân'daki benzetmelerin amac ı, Allah'ın iki kez
öldürüp diriltmesinin anlam ı 48
30-39 : İnsanın yaratdışı karşısında melekler 52
Halife, Adem'e ö ğretilen isimler, meleklerin Adem'e
sesde etmesi 54
iblis, Adem'in yedi ği yasak meyva, cennetten ç ıka-
rılması 58
Bu ayetlerin ihtiva etti ği hikınetler 61
40-48 : Yahudiler ve davran ışları 64
Kur'an ö ğretimi kar şılığında ücret al ınır mı ? 66
49-56 : Fir'avn' ın, İsrailo ğullarma zulmü, Hz. Musa'n ın, İs-
railoğullarmı esaretten kurtar ıp Filistin'e getirmesi 68
Musa, Tur'da ibadete çekilmi şken kayminin altun
buzağıya tapnıası 69
692 *AYETLER VE KONULAR İ

Sayfa
57 : Isrâilo ğullarma indirilen menn ve selvd 71
58-61 : Aınalika kavmiyle sava ş maktan çekinen yahüdile-
rin çölde s ıkıntılar içinde kalmalar ı 73
62 : Allah'a ve âhirete inananlar ın cennete girecekleri 75
63-66 : israilo ğullarnım, Dağ'ın altında kalma tehlikesiyle
karşılaşmaları, Cumartesi yasa ğını çiğnemelerinden
ötürü cezaland ırılmaları 77
67-74 : israilo ğullarma bir inek kes ınelerinin, emredilmesi 79
75-82 : Yahudi toplumunun, müslümanlara kar şı olumsuz
davranışları 82
Yahudilerin Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kar şı olmala-
rının nedeni 83
83-86 : Yahudilere verilen on emir, çeşitli Arap kabileleriy-
le ittifak yapan yahudi kabilelerinin, birbirleriyle
sava ş maları ve sava ştıktan sonra Araplara tutsak o-
lan yahudileri fidye verip kurtarmalar ı 85
87 : Musa'ya kitap verilip ard ından peygamberler gön-
derilmesi, yahudilerin peygamberleri öldürmeleri,
Isa'yı destekleyen Ruhu'l-Kuds 86
88-96 : Yahudilerin olumsuz davran ışları 89
97-98 : Cibril'e düşman olmaları 91
99-101 : Yahudilerin, peygamberlerine verdikleri sözde dur-
mamaları 93
102-103 : Süleyman' ı büyücü sanıp kendilerinin de büyü yap-
maları 94
Büyünün mahiyeti 95
Büyünün çe şitleri 97
islâmda büyünün hükmü 99
- 104 : Peygamber'e hitab ederken "râin.â" de ğil, "unz-ur-
na" demenin gere ği 101
105-107 : Nesh ve insâ' meselesi 102
108-110 : Yahudilerin te şvikiyle bazı müslümanların, Peygam-
beı (s.a.v.)'den mu'cize istemeleri, yahudilerin, müs-
lümanları dinlerinden döndürme ğe çalış maları, müs-
lümanlara namaz ve zekâtın emredilmesi 104
AYETLER VE KONULARI 693

Sayfa

111-113 : Kendilerinden ba şka kimsenin 'cennete girmeyece-


ğini iddia eden yahudi ve h ırıstiyanlarm, birbirlerini
beğenmern . eleri 106
114-115 : Ma'betlere sayg ı, her yerde Allah' ın bulunduğu, kıble
meselesi 108
116-119 : Allah, çocuk edinmekten yücedir; baz ı beyinsizleriıı ,
Allah'ın kendileriyle konu şmasını ve di ğer mu'cize-
ler istemeleri 110
120-123 : Yahudilerin, kendi dinlerinde olmayan hiç kimse-
den raz ı olmayacaklar ı, kitab ı hakkıyla okuyan in-
saflı kitap ehlinin gerçe ği kabul edecekleri 112
124-129 : Allah' ın, İbrahim'i smarp lider yapmas ı , İbrahim
ve Ismail'e, Ka'be'yi temizlemeyi emretmesi, Ibra-
him'in Mekke için dua etmesi, İsmail ile birlikte Kâ'
beyi yapması 113
131-135 : Ancak beyinsizler tevhid dininden ayr ılırlar. Ya'kub
peygamber de ö ğullarına, İbrahim'in dini olan tev-
hid dinini tavsiye etmi ştir 120
136-141 : han ın yaratilışma. uygun din, tevhiddir 124
142-145 : K ıblenin çevrilmesi 128
147-150 : Kitap ehlinin, k ıblenin çevrilmesinin Allah tarafın-
dan enaredildi ğini bilmeleri ve müslümanların yal-
nız Ka'beye yönelmeleri emri 134
151-152 : İnsanların kendilerine bilmedikleri şeyleri ö ğı eten
bir elçi gönderen Allah'a şükretmeleri, O'nu anma-
ları gerekir 135
Zikrin önemi 136
153-157 : Sab ır, namaz, Allah'tan yard ı m dileme, şehadet mev-
ki, insanm çe şitli olaylarla s ın.an.ması 139
158 : Safa-1VIerveyi ziyaret . 145
160-162 : Allah'ın indirdiği gerçekleri gizleyenler 146
163-167 : Tabiat olaylarının Allah'ın varlığına ve birli ğine de-
lâlet etmesi, puta tapanlar ın âhiretteki durumlar ı . 149
168-171 : Güzel ve temiz şeyleri yemek helaldir. Körü körüne
taklit kötüdür 151
172-173 : Haram olan etler 153
694 AYETLER VE KONULARI

Sayfa

174-176 : Gerçekleri gizleyenler 160


177 : Gerçek iyilik ve dinda ı hk, Allah'a kulluk ve ba şka-
larina yardım etmekle olur 161
178-179 : K ısas 162
180-182 : Vasiyyet 167
183-186 : Oruç, dua' 170
Orucun faydalar ı 173
Makbul oruç 174
Oruç hakkı nda baz ı hadisler 175
Oruç hakkındaki hükümler 178
187 : Oruç geceleri yap ılabilecek şeyler 179
Oruçla ilgili baz ı önemli meseleler 181
188 : Batıl kazanç yolları, rüşvet 186
189 : Hilâller, vakitlerin belirlenmesine yard ım eder. Ev-
lere arkalar ından girmek ibadet ve takva de ğildir 190
190-193 : Saldırganlara her zaman ve her yerde cevap verilir. 192
İ slamda zorlama yoktur 195
194-195 : Haram aymda sava ş yasa ğının durumu, Allah yolun-
da harcamaktan kaç ınmak, kişinin kendi kendisini
tehlikeye atmas ı demektir 197
196 : Hac, ömre, ihsâr, temettu', kurban ve keffâret 199
197-203 : Hacda yap ılacak i şler 206
204-207 : Nefsinin gururuyla hareket eden lafazan münaf ık-
la, herşeyi Allah rızası için yapan mü'minin karak-
teri 209
208-211 . İslama ve barış a davet, Allah' ın nimetlerini de ğişti-
ren israilo ğullarmı uyarma 211
212 : Dünya hayatının cazibesine kap ılan insanları n, mü'-
minlerle alay etmeleri 214
213 : Önce bir tek din üzerinde bulunan insanlar ın zaman-
la ayrılığa. düş meleri 215
214 : Mü'minler smanmadıkça cennete giremezler, 215
215 : Iyilik edilmesi gereken kimseler 219
216-218 : Insan ın gücüne giden baz ı şeyler hakkında hayırlı ola
bilir, savaşın farz kılmması , mü'minlerin yarar ınadır . 221
AYETLER VE KONULARI 695

Sayfa
219-220 : Şarap, meysir (kumar) ve yetinderin durumu 226
1- Şarap 228
2- Meysir 233
3- Ye-timler 236
221 : Puta tapanlarla de ğil, inananlarla evlenme gere ği 238
222-223 : Adet halindeki kad ınlarla ilişki, cinsel ilişki yolu 242
226-227 : ila' 250
228-232 Talâk hükümleri 253
233 : Süt emzirme süresi ve bu süre içinde annenin geçi-
minin temini 270
234 235 : Kocas ı ölmüş kadınların iddeti, iddet içinde üstü
kapal ı evlenme teklifi 272
236-237 : Bo ş anmış kadınlara verilecek mehr, 275
238 : as-Salatul-vusta (Orta Namaz) 279
239 : Korku (güvensizlik) halinde namaz 281
240-242 : Kocas ı ölmüş kadınların, bir yıl geçimlerinin temini
için vasiyyet 283
243-245 : Yuıtlarından çıkıp ölen İ srailo ğullarmın diriltilmesi
ve Allah yolunda savaş ve infak 285
246-252 : İsrailo ğullarma sava şın farz kdınması, Talut'un kı-
ral olması, İsrailo ğullarnun savaşı kazanması 288
253-254 : Peygamberlerin dereceleri, Allah yolunda infak 293
255 : Allah'ın vasıfları, Kürsisi 297
256-258 : Dinde zorlama yoktur, Allah' ın birliği 302
tağât 306
259-260 : Allah' ın, ölmiişleri diriltece ğine iki örnek 308
261-268 : Allah yolunda infak 312
269 : Hikmet 315
270-274 : Gizli ve açık sadaka verme, iyilik etme, as ıl sadaka
verilmesi gereken fakirler 318
275-281 : Ribâ (faiz) 322
Ribâ iki kısma ayrılır 323
Dalgalı para sistemlerinde riba'nuı durumu 328
696 AYETLER VE KONULARI

Sayfa
282-283 : Borcu yazd ırmak veya kar şılığında rehn almak 335
Borç âyetinin içerdi ği talimat 337
284 : İnsan kalbine gelen düşüncelerden sorumlu mudur? 340
285-286 : imanın esasları , Allah insana, gücünün üstünde bir
şey buyurmaz 344
ALİ İMRAN SURESİ : 347
1-6 : Allah'ın birliği, kitapları indirmesi, herş eyi yar atması 348
7 : Muhkem ve Müte ş âbih ây etler 350
9 : Duâ 353
10-13 : Kâffilerin durumu ve sonucu, Bydir'de iki toplumun
hali 353
14 : İnsandaki dünya tutkusu 355
15-20 : Müttakilerin Allah yanındaki durumu, duâları, va-
sinan, Allah'ın birliği, yalnız O'na tapman ın, teslim
olmanın gere ği 357
21-22 : Peygamberleri öldürenler 359
23-25 : Allah' ın hükmüne gelmeyen kitap sahipleri 361
26-27 Du'â 363
28 : Mü'minlerin, kafirleri dost edinmemesi gere ği 363
Müslümanların, gayri müslim toplumlarla ili şkileri . 364
29-32 : Allah'ın herşeyi bildiği, kişinin her yapt ığını âhiret-
te hazır bulacağı ve yaptıklarından kaçma ğa çal ış a-
cağı, Allah'ı sevenlerin, Peygamber(s.a.v.')e uyma-
ları gere ği 368
33-34 : Peygamberlerin ıstıfâ(seçil ıne)si 369
35-36 : Annesinin, Meryem'i ma'bede adamas ı 369
37 : Allah'ın, Meryem'i kabul edip yetiştirmesi, Zekeriy-
ya'nm, Meryem'in bakımını üslenmesi 371
38-44 : Zekeriyya'nuı, bir çocuk istemesi ve kendisine bir ço-
cuğu olana ğının müjdelenmesi, Allah'ın Meryem'i se-
çip temizlemesi, Rabbine •kulluk etmesini buyurma-
81 372
45-51 : Meryem'e, bir o ğlu olaca ğının müjdelenmesi, İsa'nın
vasıfları ve mu'cizeleri 374
AYETLER VE KONULAR' 697

Sayfa

52-54 : Havarilerin isa'ya inanmalar ı 376


55-58 : İsa'nın vefâtı ve Allah'a yükseltilmesi 377
59-63 : İsa hakkında Kur'ân' ın anlatt ıklarım kabul etme-
yenleri miibâheleye davet 385
64-68 : Kitap ehlini ortak bir tevhid inanc ına davet, Hz. İb-
rahim'in yahudi, hıristiyan ve müşrik olmayıp mu-
vahhid olduğu 387
69-74 : Baz ı kitap ehli kimselerin, müslümanlar ı dinlerinden
döndürme ğe çalişmalari 388
75-77 : Baz ı kitap elli kimselerin cimriliği 389
78-80 : Sözleri ağızlarında geveleyip tahrif etmeleri 391
81-83 : Allah' ın, her peygamberden, gelecek kitap ve hikme-
ti do ğrulayacaklarma dair söz almas ı 335
84-91 : Allah'tan indirilenlere inanmak, islâmd.an ba şka di-
nin makbul olmadığı , inkar edenlerin, hiçbir fidye
ile kendilerini azaptan kurtaramayacaklar ı 396
92 : Sevilen şeylerden infak etmek gerekir 401
93-94 : Ya'kub'un, kendisine haram k ıldığından ba şka bü-
tün yiyeceklerin İsrailo ğullarma helâl oldu ğu zaman 402
96-97 : İlk yapılan ma'bed ve Hac 403
98-103 : Kitap ehlini, hakk ı itirafa ve birli ğe davet 405
104-109 : İyiliği emir, kötülükten, men, ayr ılıktan uzak dur-
mak, âhirette baz ı yüzlerin a ğarıp bazılarının kara-
raca ğı 407
110-112 : Hakkın buyruğu dışına çıkanlar belâlara u ğramışlar-
dır 409
113-117 : Kitap ehli içinde haksever iyi insanlar da vard ır, 14-
fillerin dünyada harcad ıkları şeylerin durumu 411
118-120 : Mü'min olmayanlarla s ıkı fikı dost olup onlara dev-
let sırlarını vermenin doğru olmadığı, Uhud'da za-
rar gören mü'minleri teselli 413
121-129 : liz. Peygamber(s.a..V.)'in, Uhud'da mü'minleri sa-
vaş düzenine sokmas ı , herşeyin, Allah'ın elinde oldu-
ğu 415
698 AYETLER VE KONULARI

Sayfa
130-136 : Ribâ'nın kat kat yenihnemesi, günahlardan koru-
nanlarm vas ıf ve dereceleri 419
137-142 : Uhud olayı, müslümanlar için bir s ınavdır 423
143-148 : Uhud sava şındaki psikolojik durumun tasviri, her
nefsin, ancak Allah' ın izniyle ölece ği, âhireti isteyip
yolunda 6avaş anlara Allah'ın, dünya ve âhiret mükâ-
fatını verdiği 425
149-155 : Uhud Savaşı'ndaki durumun tasviri 427
156-158 : Münafıklarm sözleri, Hak yolunda sava şıp ölen veya
öldürülenlerin ba ğışlanacak' 432
159-160 : Peygamber(s.a.v.)'in merhameti, zerâfeti, i şlerin da-
nış ma ile görülmesi emri 434
161-164 : Ganimet mal ını çalma, Peygamber'in yüce vasfı 438
165-168 : Herşey Allah'ın takdiriyle olur 442
169-171 : şehidlerıin Allah kat ındaki dereceleri 444
172-174 : Uhud Sava şında bozgundan sonra Allah ve Resulü-
nün ça ğırısına uyan müslümanlar ın, Peygamberin
etrafında toplanmaları 447
175-180 : şeytanın iğvâsma uyup kâfirlerden ko ırkmamah. U-
hud olayları , müslümanlar için bir s ınavdır. Cimri-
likle Allah yolunda harcanmayan mallar, sahipleri-
nin boyunlarına dolanır 449
181-184 : "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenler, kendilerine
ate şin yiyeceği kurban gelmedikçe inanmayacaklar ı -
nı iddiâ edenler 452
185-186 : Her can ın ölümü tadacağı , insanların mallarıyla, can-
ları yla sınandığı 455
187-189 : Allah'ın kitap ehlinden, gerçe ği gizlemeyeceklerine'
dair söz alması, yapmadıklarıyle övünenler 458
190-194 : Kâinat ın yaratılışını düşünen mü'minlerin Allah'a
ibadet ve yalvar ışları 459
195-198 : Allah, mü'minlerin ücretini verir. Dünya hayat ının
kısa geçimine aldarımamalıdır. Asıl mükâfat, koru-
n.anlarnn gidecekleri cennettir 462
AYETLER VE KONULARİ 699

Sayfa
199-200 Allah'tan inen her valiye inanan insan ı kitap sahip-
leri, Allah yolunda sab ır, sebat, nöbet bekleme 464

NISA' SURES İ :
1 İnsanların bir tek nefisten yarat ılışı ve karde şliği . 470
2-4 : Yetim haklarına dokunmamak, yetim kad ınlarla ev-
lenme sorunu 476
Çok kadınla evlenme sorunu 479
5-6 : Yetimlerin mallar ını koruma, olgunlaştıklarmda mal-
larını kendilerine teslim etme 484
7-10 : Erkek ve kad ının miras hakkı bulunduğu 488
11-14 : Miras payları 492
A- Ölenin çocuklar ının miras hakkı 493
Hacb 496
B- Anne babanın miras hakları 497
C- Karı kocanın miras haklar ı 498
D- Kelâlenin miras ı 498
E- Miras taksimi, borç ve vasiyetten sonrad ı r- 499
15-18 : Fuhuş yapanlrın cezası 505
19-21 : Üvey anneyi miras yoluyla alma yasa ğı, kadınlara
verilen mehrin, baskı ile geri alınmaması 513
22-24 . : Evlenilmesi haram olan kad ınlar 517
A- Neseb nedeniyle haram olan kad ınlar 519
B- Süt nedeniyle haram olan kadınlar 520
C- Nikâh nedeniyle haram olan kad ınlar 523
Müt'a nikahı ' 527
şranın görüşü 533
Razrnin Şiaya cevab ı 535
25-28 : Mü'm.in cariyelerle evlenme ve cariyenin zina cezas ı 536
29-33 : Malların, batıl yollarla yenilmemesi, helal kazanma,
büyük günahlardan sakınma, intihardan kaç ınma ve
miras sahipleri 542
34-35 : İyi, itâatkâr kad ınlar, serke ş kadınları yola getirme
metodu, karıkocanın, arasını bulacak arabulucu tayini 551
7C0 ÂYETLER yr, KONULARİ

Sayfa
36-42 : Allah'a kulluk, ana babaya, yak ınlara, yetimlere,
komşulara, yolculara iyilik, cömertlik, Allah yolun-
da infak, yap ılan iyiliğin zayi olmayaca ğı , peygam-
berlerin ümmetlerine tan ık olarak gelecekleri 557
43 : Sarho ş iken namaz kılmama, su bulunmad ığı zaman
teyemınüm 563
44-57 : Yahudilerin dü şmanca davran ışları , kıskançlıklar' 567
58 : Emânet ve adalet 575
59 : Allah'a, Resulüne ve ülül-emre itâat 579
60-70 : Baz ı yahudilerin olumsuz tutum ve davran ışları , Al-
lah'a ve Resulüne itâat edenlerin sonuçlar ı 583
71-76 : Cihâda te şvik 589
77-79 : Sava ş a kat ılmakta korkakhk gösterenler 591
80-85 : Allah'a ve Resulüne itâat gere ği, miinafıkların tu-
tumları , cihada te şvik, iyi işlere yard ımcı olmak 595
86-87 : Selam 600
88-91 : Müslümanların gayri müslim toplumlarla ili şkileri 604
92-93 : Hatâ ile adam öldürmenin diyeti ve keffareti 608
Kasden adam öldürmenin cezas ı 609
94 : Dünya menfaati için ba şkalarına kâfir clenilemez 613
95-96 : Mücâhidlerin Allah kat ındaki dereceleri 615 .

97-100 : özürsüz olarak hicret etmeyenler, hieretin fazileti 617


101-104 : Sava ş ve tehlike durumlar ında namaz 620
105-113 : Adâletle hükmetme, hainleri savunrnama, herkesin
yapt ığı işin karşılığı nı görece ği 626
114-115 : Mü'minlerin yolundan (icma ından) ayrılmanın du-
rumu 630
116-122 : Allah' ın, şirk dışındaki tüm günahlar' ba ğışlayaca-
şeytanın vesveselerine kap ılanların uydurmalar ı :
Hayvanların kulaklarmı yarına, do ğal durumu bozma 632
123-126 Ma'nevi dereceler iddia ile de ğil, takva ile kazand ır,
İ brahim'in yolu Allah'a kulluk ve teslimiyyet 636
127-135 : Kad ınlar, zayıflar ve yetimlerin haklar ı , karı-kocanın
anlaş maları, kadınlar arasında adalet, Allah' ın, buy-
AYETLER VE KONULARI 701

Sayfa
ruklarına uymayanları götürüp yerlerine ba şka top-
lumları getirebilece ği 640
136-147 : İman esasları, imanla küfür aras ında bocalayan mü-
nafıkları n durumu, teybe edip uslananlara Allah' ın
acıması ve onları bağışlamas; 645
148-149 : Haks ızlığa uğrama dışında kötü söz söylemenin do ğ-
ru olmadığı, Allah'ın gizli ve açık herşeyi bildiği 650
150-152 : Allah' ın elçileri aras ı nda ayırım yapılmaması 653
153-162 : Yahudilerin, Hz. Peygamber'dert, gökten kitap in-
dirmesini istemeleri; Hz. Musa'ya kar şı bu tür say-
gısızlıkları yüzünden cezaland ırılmaları , verdikleri
sözde durmamalar ı, Isa'yı öldürdüklerini söylemele-
ri, İsa'nın öldürülmediği ve asılmadığı fakat Allah'a
yükseltildiği, kitap ehli her ferdin, ölmezden önce
gözünden perde kalkınca Kur'ân' ın Isa hakkında an-
- lattığı gerçeklere inanaca ğı, yahudilerin helal şeyleri
haram saymaları, faizle ve haks ız yollarla ba şkaları -
nin mallarını yemeleri, içlerinde derin bilgi sahipleri-
nin Kur'ân'a inanaca ğı 654
163-170 : Allah, bütün peygamberlere, buyruklar ını vahy ile
duyurmuştur, Kur'ân' ın, Allah tarafından indirildi-
ğinde şüphe yoktur, Allah, Kur'ân' ı inkâr edip hak-
sızlık yapanları cehennemin yoluna sokar. Hak'tan
gelen gerçe ğe inanıp ona sarılmak, insanların kendi
yararınadır • 674
Vahy 675
Peygamberlerin sayı sı 677
171-175 : Kitap ehlini, üçlemeyi bırakıp Allah'ın büliğini ik-
,

rara davet, Hak'tan inen nu ı a inananların, cennete


girecekleri 680
176 : Kelâlenin miras ı 684

KAYNAKLAR 686
INIŞ SIRASINA GÖRE KUR'ASI KER İM' İN SURELER İ : 690
DİZİN 705
INI Ş SIRASINA GÖRE KUR'ÂNI KERIMIN SURELER İ :

1- Alâk Suresi 33- Mürselât Sureti


2- Kalem Suresi 34- Kaf Suresi
3- Müzzemmil Suresi 35- Beled Suresi
4- Müdessir Suresi 36- Tarık Suresi
5- Fâtiha Suresi 37- Kamer Suresi
6- Mesed Suresi 38- Sâd Suresi
7- Tekvir Suresi 39- A'râf Suresi
8- A'lâ Suresi 40- Cin Suresi
9- Leyl Suresi 41- Yâsin Suresi
10- Feer Suresi 42'- Purkan Suresi
11- Duhâ Suresi 43- Fâtır Suresi
12- Şerh Suresi 44- Meryem Sur esi
13- Asr Suresi 45- Tâhâ Suresi
14- Âdiyât Suresi 46- Vâkl'a Suresi
15- Kevser Suresi 47- Şuarâ Suresi
16- Tekâsür Suresi 48- Neml Suresi
17- Mâûn Suresi 49- Kasas Suresi
18- Kâfirün Suresi 50- isrâ Suresi
19- Fil Suresi 51- Yunus Suresi
20- Felak Suresi 52- Rad Suresi
21- Nâs Suresi 53- Yusuf Suresi
22- ilılâs' Suresi 54- her Suresi
23- Neem Suresi 55- En'âm Suresi
24- Abese Suresi 56- Sâffât Suresi
25- Kadr Suresi 57- Lokman Suresi
26- Şems Suresi 58- Sebe' Suresi
27- Bürüe Suresi 59- Zümer Suresi
28- Tîn Suresi 60- Ğ âfir-Mü'min Suresi
29- Kureyş Suresi 61- Fussilet Suresi
30-- Suresi 62- Şürâ Suresi
31- Kıyâmet Suresi 63- Zuhruf Suresi -
32- Hümeze Suresi 64- Duhân Suresi
704 INItş SIRASINA GÖRE KUR'ÂNI KERNIN SURELERİ

65- Câsiye Suresi 90- İnsan Sureti


66- Allkâf Suresi 91- Zelzele Suresi
67- Zâriyât Suresi 92- Bakara Suresi
68- Ğâşiye Suresi 93- Enfâl Suresi
69- Kehf Suresi 94- Ali İmran, Suresi
70- Nahl Suresi 95- Haşr Suresi
71- Nuh Suresi 96- Cumua Suresi
72- İbrahim Suresi 97- Ahzâb Suresi
73- Eubiyâ Suresi 98- Nisâ' Suresi
74- Mü'minun Suresi 99- Muhammed Suresi
75- Secde Suresi 100- Talâk Suresi
76- Tür Suresi 101- Beyyine Suresi
77- Mülk Suresi 102- Nür Suresi
78- Hâkka Suresi 103- Münâfikun Suresi
79- Meâric Suresi 104- Mücâdele Suresi
80- Nebe' Suresi 105- Hucurât Suresi
81- Nâzi'ât Suresi 106- Tahrim Suresi
82- İnfitâr Suresi 107- Teğabün Suresi
83- İnşikak Suresi 108- Saff Sur esi
84- Rum .Suresi 109- Feth Suresi
85- Ankebüt Suresi 110- Mâide Suresi
86- Mutaffifin Suresi 111- Mümtehine Suresi
87- Ra'd Suresi 112- Hadid Suresi
88- Hac Suresi 113- Teybe Suresi
89- Rahmân Suresi 114- Nasr Suresi
I- ŞAHIS İSİMLERİ HİZİNİ*

Abbas: 331, 332 282, 327, 341, 402, 461, 574, 612, 619,
Abdullah: 448, 528 622
Abdullah el-Hadrâni: 225 Abdullah ibn Selam: 44, 307, 410,
Abdullah ibn Abbas: 15, 19, 20, 25, 29, 31, 40, Abdullah ibn Sarya: 64
44, 47, 50, 54, 57, 58, 70, 71, 79, 91, 116, Abdullah ibn Übeyy: 39, 40, 41, 417, 433, 605
118, 144, 156, 157, 170, 172, 176, 195, Abdullah ibn Zübeyr: "204, 284, 529, 531
201, 203, 204, 208, 210, 220, 226, 228, Abdulmelik: 328, 524
244, 246, 248, 252, 256, 259, 260, 261, 263, Abdulmesih: 347
268, 270, 276, 278, 284, 286, 295, 300, Abdulmuttalib: 9
- 309, 310, 311, 320, 325, 326, 335, 341, Abdurrahman ibn Avf: 227, 261, 288, 564
342, 343, 344, 351, 352, 354, 362, 367, Abdurrahman ibn Ebibekre: 327
373, 378, 387, 391, 393, 395, 446, 453, Abdurrahman ibn Zeyd: 573
458, 459, 460, 461, 485, 486, 494, 495, Abdurrahman Hn' Zübeyr: 267
497, 500, 510, 513, 514, 522, 528, 531, Abdurrauf el-Muntıvi: 471
532, 535, 541, 546, 547, 554, 580, 599, Abdu Yezid: 259
602, 607, 612, 622, 623, 633, 651 Abis: 210
Abdullah ibn Amr: 143, 503 Adam Clark: 571
Abdullah ibn Amr ibn Haram,e1-Ensari: 446 Adem (Aleyhisselâm): 41, 54, 62, 116, 217, 218,
Abdullah ibn Atiyk: 64 219, 293, 369, 379, 385, 404, 470, 474, 570,
Abdullah ibn Cahş : 225 677
Abdullah ibn Ced'an: 401 Adnân: 473
Abdullah ibn Cübeyr: 417 Ahmed ibn Hanbel: 120, 158, 201, 228, 237,
Abdullah ibn Huzâfe: 580, 581 245, 263, 305, 334, 338, 422, 434, 436,
Abdullah ibn Kesif: 57, 75, 76, 95, 100, 116, 440, 480, 511, 519, 525, 622, 624, 644,
252, 336, 341, 351, 352, 404, 415, 652
437, 467, 502, 507, 514, 581, 586, 587, Ahmed K adiyani: 669
609, 622, 623, 629, 638, 639, 643 Alşe (r.a.): 20, 22, 87, 156, 169, 177, 230,243,
Abdullah ibn Mes'ild: 43, 201, 203, 220, 261, 248, 263, 279, 351, 401, 461, 478, 479, '
279, 281, 285, 341, 344, 355, 388, 452, 486, 487, 521, 522, 601, 621, 635• 643,
485, 494,, 495, 497, 503, 528, 532, 533, 644
566, 577, 622 Ali (Hz.): 40, 41, 166, 169, 205, 211, 251, 252,
Abdullah ibn Ravalıa: 236, 238 261, 277, 279, 297, 352, 395, 404, 436,
Abdullah ibn Ömer: 168, 176, 186, 229, 242, 477, 532, 533, 534, 535, 541, 555, 556,
244, 245, 252, 253, 258, 265, 268, 280, 564, 579, 580, 671 .

Ali ibn EM' Talha: 35, 71, 342, 378, 490


* Bu bizinin hazırlanmasında kızım Allah- 1-685
Atike Ate ş il¢ talebem Habibe Öztürk bana /bad: 15,
yardımcı olmu şlardır. Kendilerine te şekkür Âmine: 9
ederim. Amr ibn el-As: 190, 392, 544, 545
706 Ş AHIS ISIMLERI DIZINI

Anar ibn Hureys: 529 Davûd ibn Ali: 261


Ammar ibn Yasir: 210, 552, 580 Deceal: 379, 382, 383
Arimateah Yusuf: 659 Ebu Ali el-Cubbâi: 549
'Asiye: 373 Elull-ıkliye: 278, 488
Atâ ibn Ebi Rabâh: 156, 157, 201, 203, 204, Ebû :Amin 39, 226, 445
226, 276, 507, 511, 524, 529, 554 Ebfi'l-As: 240, 241
Ata el-Horasâni: 341 Ebubekir (Hz.): 12, 40, 41, 211, 234, 259, 262,
Atiyye: 422 263, 427, 436, 437, 453, 454, 496, 501,
Attab ibn Useyd: 332 529, 530, 533, 582, 622, 639, 651, 685
Ayyaş : 609, 610 Ebubekr el-Asamm: 611
Azra: 12, 571 Ebılbekr el-Razi: 237
Bal> Mirzâ Ali Muhammed Seyyid: 669 Ebfibelır ibn Abdurrahman: 252
Beğavi 15 Ebû Bereze el-Eslemi: 585
Berâ' ibn Azib: 327, 519, 685 Ebfı Burde: 594
Berire: 599 Ebucehil: 609
Beşir: 628 Ebu Cehm: 118
Beydavi: 15 Ebfı'd-Dandah el-Ensari: 285
Beyhaki: 610 Ebû DaVûd: 168, 249, 259, 263, 297, 347, 382,
Batıl: 176, 210, 325, 461, 462, 594 461, 480, 487, 530, 611, 630, 635, 643,
Bişr ibn el-Haris el-Hafi: 460, 628 644, 652
Buhari: 20, 66, 67, 100, 154, 158, 168, 175, 176, Ebû'd-Derda: 367, 610
198, 208, 229, 253, 268, 278, 280, 282, 283, Ebû Eyyûb el-Ensari: 198, 199
295, 298, 310, 327, 335, 341, 367, 382, Ebû Hanife: 23, l6, 76, 99, 155, 157, 158, 165,
404, 440, 458, 459, 461, 469, 478, 495, 166, 182, 183, 201, 203, 206, 232, 243,
496, 502, 522, 526, 530, 531, 544, 574, 245, 248, 251; 255, 271, 277, 278, 405,
586, 594, 606, 610, 612, 613, 614, 616, 499, 519, 521, 524, 541, 642
619, 620, 622, 623, 630, 635, 640, 643, Ebû Haris: 347
676, 682, 685 Ebû Hayyfın: 15
Buhtunnasr: 92, 108, 309 Ebû'l-Haysem: 121
Cabir ibn Abdullah: 143, 154, 156, 158, 201, Ebû Hureyre: 22, 27, 28, 30, 133, 156, 216,
202, 230, 235, 241, 244, 446, 448, 501, 229, 295, 298, 321, 325, 331, 341, 345,
528, 529, 531, 532, 533, 552, 622, 623, 370, 382, 404, 436, 440, 441, 612
684 Ebû Huzeyfe: 523
Câbir ibn Zeyd: 252 Ebû Kat ılde: 143, 230
Cafer ibn Ebi Tatil>: 144, 274, 465 Ebû Kays ibn el-Eslet: 518
Ca'fer-i S ıldik: 56 Ebû Kuays: 522
Câlût: 289, 290 Ebû Kuhafe: 418
Cassas: 16 Ebû Mûsa el-Eş'ari: 23], 283, 594
Cebrail: 10, 11, 679 Elıal-Muzaffer Yahyâ ibn Muhammed ibn
Celfılu'd-din el-Mahalli: 15 Hübeyre: 99
Cemile: 260,"267 Ebû Müslim el-Isfahani: 217, 471, 549, 550
Cubbai: 550 Ebfı'l Münzir: 297
Cubeyr ibn Mut'im: 277 Ebû Nadra: 529
Dagon: 291 Ebû RAU el-Kurazi: 64, 394
Dahhak: 108, 299, 309, 305, 354, 491 Ebû Said el-Hudri: 230, 325, 491, 526, 561
Darekutni: 245 Ebû Salih el-Hanefi: 202, 325
Darimi: 245, 297, 326, 327, 682 Ebû Sevr: 243, 556
Davtıd (Hz.): 290, 292, 481, 556, 672, 677 Ebû Sırma: 180
ŞAHIS İSİMLERİ DİZİNİ 707

Ebtı's-Su4d: 15 Hallam• 482


Ebû Süleyman ed-D ımaşId: 341 Hâlid ilin Velid: 142, 288, 580
Ebusüfyan: 416, 418, 430, 441, 449 Hamdi Yazır: 16, 55, 58, 85, 90, 108, 232, 554,
Ebû Talha: 232, 401, 402 581
Ebıltalib: 116, 561 Hammad ibn Seleme: 465
Ebû Tı'ma ibn Ubeyrik: 628, 629, 631, 633, 645 Hamza (Hz.): 418
Ebû Ubeyde ibn el-Cerrah: 154, 348, 360, 373, Hanif: 638
386, 394 Hanna: 48, 370
Ebû Umame: 30, 297, 434 Haram ibn Malhan: 445
Ebû Useyd: 279 Haris ibn Amr: 519
Ebû Yala: 341 Haris ibn Avf: 435
Ebû Yusuf: 157, 158, 182, 183, 186, 203, 347 Haris ibn Suveyd: 398
Ebû Zerri Gifari: 189, 302, 404, 422, 529, 560, Haris el-TJkayli: 261
573, 574, 577, 678 Haris ibn Yezid: 609, 610
Eflah: 522 Harise: 143
Eleni: 109 Harun (Hz.): 69, 289, 292, 396
Elkana: 481 Hârut: 94, 95, 96
Esbat: 677 Hasan Basri: 16, 26, 157, 276, 278, 300, 341,
Elyesa'• 677 373, 409, 460, 461, 507, 511, 633
Enes ibn Malik: 148, 229, 232, 283, 306, 401, Hassan: 87, 502
465, 603
Hatibi 13ağdadi: 245
Erdeşiri Behmen (Kurna): 108
Hatib ilnı EM Belte'a: 364
Erzurumlu İbrahim Hakkı : 137, 224
Havva: 471, 474
Esad ibn Zurare: 334
Hayy: 299
Esav: 481
Hazin: 15, 267, 624, 645,
Esbak: 305
Hezekiel (Zülkifl): 286, 309
Eşheb: 157
Hıdır (Hilkiya o ğlu irmiya): 309
Evziti: 282, 550, 625,
Hilal ibn Uveymir el-Eslemi: 606
yhem: 347
Hilas ibn Amr: 261
Eyyülı : 675, 677
Hirodes: 660, 661
Faddullah Esterabadi: 669
Homeros: 216
Fahru'd-din er-Razi: 76, 95, 97, 141, 187, 213
MM: 677
227, 316, 330, 343, 535, 573, 580, 601
Husayn: 304
Fakuz:. 370
Hutay'a: 294
Feyruz Ed-Deylemi: 525,
Huveylid kızı Hadice: 9, 10, 373
Finhas: 64
Huyey ibn Alıtab: t 72
Fir'avn: 68, 69, 98, 354
Huzeyfe ibn el-Yeman: 198, 241, 610
Galile: 658, 659
Hübel: 418
Golyat: 292
tbnu'l-Arabi: 16,
Habbab ibn el-Erett: 210
İbn Balıveyh: 56
liabbab ibn el-Mıınzir: 435
İbn Cehm: 201
Habib ibn Sabit: 533
İbn Cerir: 491
Hacer: 116, 117, 146
tbn Cureyc: 663
Hafız Ebubekr ibn Murdeveyh: 436, 465, 546,
555, 639, 678 İbn EM Ilkini: 491, 555, 623
Hafsa: 273 İbn EM Leyla: 185, 229
Hakem ibn Uyeyne: 533 İbn EM Şeybe: 268
Hakim Ebu Abdillâh ibn el-Beyyi': 245, 556, İbn Hacer Askalâni: 619
611 tim Hazm: 261
708 SAHIS ISIMLERI Dİ7İNİ

İbn Hiblain: 611 Kahla: 69


İbn Hişam: 347 Kabtan: 473
lim Iluzeyme: 611 Kamil Miras: 116
İbn İshak: 259, 309, 354, 370, 386, 453 Kanuni Sultan Süleyman: 139
İbn el-Kayyim el-Cevziyye: 260, 262, 268, Kesimi: 256
338, 457, 678 Katâde: 49, 71, 163, 189, 248, 309, 341, 373,
İbn Mâce: 612, 622, 639, 644 556, 594, 685
İbn el-Manzûr: 268 Kays (ibn el-Eslet): 518
İbn Sa'd: 64, 347 Kays ibn Hbad: 306-307
İbn Sirin: 341, 490 Kaya ibn Sırma: 180
İbn Şa'ban: 245 Kaya oğlu Sas: 407
İbn Siihriime: 229 Kelâle: 498. 499, 501
İbn Zeyd: 394 Kostantin: 109
İbrahim (Hz.): 29, 64, 69, 76, 97, 114-126, 130, Krişna: 380
146, 217, 303, 307, 308, 310, 311, 312, Kral Hirodes: 360
362, 369, 384, 387, 388, 397, 402, 403, Kral Ahab: 360, 454
404, 481, 569, 601, 638, 675, 677, 678 Kıırre ibn İyas el-Muzeni: 519
Ibrahim Cildi: 20 Kurtubi: 100
İbrahim ibn Alkaıne: 205 Lat: 633
İbrahim Nehal: 229, 511, Lebid ibn Sehl: 629
İdris: 677 Leys: 243
İkrime: 92, 246, 248, 259, 261, 507 Luka: 660, 661, 683
İlya; 454, 455 Lût: 677
Ilyas: 677 Ma'bed: 448, 449,
İmadu'd-din Ebu'l-Fida: 15 Mâiz: 508, 509
İmaınu'l-Haremeyn: 352 Ma'kal ibn Yesâr: 270
iınâmı Muntazar: 668, 670 Malik (İmam): 22, 23, 26, 27, 99, 157, 158,
Imam Nevevi: 530 159, 201, 203, 205, 228, 243, 245, 253,
İmran: 69, 369, 370, 384 261, 268, 338, 352, 405 499 '503, 511,
,

İmran ibn el-Hashı: 534 519, 521, 524, 550


İmran ibn Husayn: 461 Malik ibn Evs: 327
İsa (Hz.): 9, 12, 62, 7S, 86, 87, 88, 107, 108, Maria: 94-96
109, 111, 120, 122, 124, 125, 157, 240, Maurice Bucaille: 597
294, 347, 349, 350, 359, 370, 373, 386, Mecdelli Meryem: 659, 660, 661
393, 395, 39-7, 469, 481, 636, 637, 657, Mehdi: 668, 669
658, 659, 660, 662-671 675, 681-683 Mekhıll: 159, 248, 252, 283
İshak (Hz.): 69, 121, 126, 243, 397, 481, 511, Menat: 633
675, 677 Mersed ibn Mersed: 218
İsmail (Hz.): 29, 114-123, 125, 126, 146, 397, Mervân: 458
398, 481, 675, 677, 678 Meryem (Hz.): 88, 370, 374, .657, 681-683
İsrail: 233, 402, 403, 677 Mesih: 681, 683
İyşa: 370 Mesruk: 445, 599
İzabel: 360, 454 Meymune: 156, 158
ibn el-Eşref: 354, 572, 656 Midras: 362
Kfilı ibn Ucre: 204 Mılfıviye: 610
Kadi Abdulcebbar: 217 Muâz ibn Cebel: 146, 148, 190, 191, 227, 231,
Kadi Ebubekr el-Bakıllâni: 474 391, 422, 435, 436, 440, 496, 557, 583
Kedi İsmail: 263 Muğla: 599,
ŞAHIS -ISİMLERI DİZİNİ 709

Muğire: 332 Osman (Hz.): 12;205, 284


Muhammed el-Hanefiyye: 671 Osman ibn Talha: 575, 576, 622
Arabi: 59 Ospos Yanoş : 109
Muhammed (s.a.v.) veya Pey ğamber (s.a.v.): Ömer (Hz.): 12, 22, 40, 41, 109, 156, 166, 168,
1-685 180, 200, 202-205, 214, 227, 228, 241,
Muhammed (Imam). 157, 182, 183, 203 244, 258, 260, 261, 262, 265, 268, <,83,
Muhammed Abduh: 15, 56, 385, 473 287, 288, 305, 315, 327, 335, 386, 402,
Muhammed Ali es-Sâis: 16 414, 418, 427, 436, 437, 488, 496, 516,
Muhammed Cemâlu'd-din el-Kasirrıi: 593 529, 530, 531-535, 542, 576, 586, 611,
Muhammed ibn İ shak: 261, 378 622
Muhammed Ikbal: 59 Ömer ibn Abdulâziz: 611
Muhammed Izzet Derveze: 15, 265, 396, 417, Ömer Nasuhi Bilmen: 16
606, 683 Peninna: 481
Muhammed Reşid Rıda: 15, 366, 391 Petrus: 658, 662
Muhammed Vehbi Efendi, 15 Platus (vali): 658-662
Mukatil: 341, 373, 445 Rabi: 309
Musa (Hz.): 10, 12, 68, 69-71, 73-75, 7b-80, Rabia: 243, 252, 276
83, 86,89, 90, 104-107, 122-1,..5, 213, ibn Hureymile: 107
214, 218, 238, 289, 290, 292, 294, 295, Rafi': 458, 459
360, 384, 389, 395-397, 435, 481, 571, Rafi' ibn Hadic: 643
638, 648, 656, 673, 675, 677 Rağib: 351, 352
Mus'ab ibn Umeyr: 38 -Ribâ: 333
Mübeşşir: 628 Rifaa el-Kurazi: 64, 267, 628
1V1iicahid: 15, 19, 20, 31, 36, 76, 77, 203, 205, Romahlar: 684
244, 277, 373, 394, 398, 409, 488, 490, Rükâne: 259
507, 510, 528, 532, 598, 608, 622, 652 Sahib-i Zemân: 669
Müslim: 20, 22, 67, 118, 154, 158, 168, 208, Salebi: 15
230, 231, 244, 249, 260, 295, 341, Salih: 677
373, 382, 383, 404, 445, 446, 459, 478, Salame: 660
522, 528, 529, 530, 544, 574, 582, 594, Sevde: 643
610, 613, 619, 620, 623, 630, 635, 636, Sidretül-münteha: 676
638, 639, 651, 652 Südâ: 622
Nabiğa: 294, Süyfıti: 15, 677
Naciye ibn Kâ'b: 309, Ş a'bi: 103, 157, 201, 248, 341, 602
Nâfi: 205, 245, 253 Ş afii: 26, 27, 157, 158, 201, 203, 206, 228, 245,
Nebayotu: 481 248, 253, 255, 277, 278, 338, 405, 511,
Necaşi Eshame• 465 522,524, 550, 622, 684
Neha'i: 201, 246 Şemsu'l-eimme es-Serahsi: 181
Neınrud: 114, 307 Ş erik: 229
Neron: 109 Şeyhu'l-ekber: 56
Nesa'i: 208, 230, 231, 258, 530, 611, 624, 625, Şeyh Rahmetullah: 570
644 Şuayb: 677
Nesefi: 15 Şu'be: 576
Nuh (Hz.): 369, 677 Şurahhil kızı Umeyre: 279
Nu'man ibn Ada: 64, Şurayk: 210
Nu'm an ibn Be şir: 229 Taberi: 15, 91, 115, 168, 189, 201-204, 220,
Nun o ğlu Yuş a': 73 281, 302, 310, 341, 360, 362, 367, 488,
Obadya: 360 510, 524, 555, 609, 640, 643, 645, 663
710 ŞAHIS ISIMLERI DIZINI

Tahivi: 231 Yahya: 360, 372, 373, 381 677


Tahtivi: 15, 186 Yahuda İ skaryot: 658, 659, 660, 663
Talha ibn Ubeydullih: 327 Yahuza: 381
Tilut: 289, 290, 291 Ya'rub: 473
Tivis: 203, 244, 261, 276, 622 Yarsih: 69
Tebriz: 669 Yasir: 210
Tirmizi: 227, 232, 244-246, 259, 297, 349, 373, Ye'cuc: 382
382, 440, 499, 504, 511, 522, 523, 546, Yehova: 286
612, 614, 619, 629, 639, 644, 651, 652 Yemin: 610
Titos: 109 Yeruş alem: 481
Ubide ilin Simit: 27, 325, 364, 507 Yesu': 291
Ubeyde: 490 Yezid Kızı Esma: 297
Ukkise ibn Muhsin: 411 Yoanna• 660
Umeyne binti Şurahbil: 278 Yonatan: 292
Umeys kızı Esmâ: 274 Yoses: 660
Useyr ibn Zarim: 64 Yosifus: 360
Urve ibn Muhammed es-Sa'di: 422 Yunanlılar: 684
Urve ibn ez-Zübeyr: 4/8, 521 Yunus: 295, 675, 67/
Utbe ibn Gazvin: 225 Yusuf: 511, 512, 677, 682
Utbi: 58/ Zeceie: 409
Uyeyne ibn Hısn: 435 Zekeriyya (Hz.): 360, 370-373, 675, 677
Uzeyr: 64, 75, 111, 239, 309,310, 393, 394, 637 Zemahseri: 267ş280, 599
Uzza: 633 Zerkesi: 103
U beyy: 297, 528, 530, 532, 535, 673 Zeyd ibn Erkanı : 280
İ Tmmi Atiyye: 274 Zeyd ilin Eslem: 276, 480, 556
Vınmül-Fadl: 521 Zeyd ibn Hârise: 144
Ümmi Kuha: 502 Zey d ibn Lasit: 64
Ümmi Seleme: 22, 274, 353, 461, 463, 542, 543 Zeyd oğlu Rifâ'e: 440
✓ sime ibn Zeyd: 326 Zeyd ibn Stıbit: 12, 64, 252, 280, 477, 495, 612
Varaka ibn Nevfel: 10 Zeyneb: 240, 241,
Vehb nın Münebbih: 76, 160, 378 Zulkifl: 677
Yakub (Hz.): 64,, 69, 73, 121, 126, 397, 398, Zübeyr ibn el-Avvam: 261, 585, 586
402, 403, 481, 675, 677 Züheyr: 294
Yakubun Anası Meryem: 659, 660 Zühri: 157, 243, 248, 610
II- YER İSİMLERİ DİZİNİ:

Afrika: 356, 383, 671 Harra: 407


Ak Minare: 382 Hayber: 168, 325, 402, 440, 526, 530, 532, 572
Almanya: 482 Hebron: 481
A'mak: 382 Hendek: 220, 279, 283, 364, 435
Amerika: 678, 679 Hicaz: 64, 65
Amman: 652 Iiimyer: 65
Arafat: 200, 207, 208, 335 Hindistan: 58, 80, 97, 669
Arabistan: 678, 679 Hudeybiye: 107, 108, 194, 195, 20,1-204, 240,
Arz-ı Mukaddes: 73, 332 366, 575
Atina: 481 Huneyn: 526, 530, 544
Avrupa: 318, 383, 384, 481, 676, 679 Irak: 76, 197
Babil: 94-99, 309, 571 İbrahim Makamı : 115, 116
Bağdad: 76, 415, 481 Iran: 68, 108, 481
Bedir: 140, 143, 196, 354, 416, 419, 424, 435, İstanbul: 198, 382
443, 593 Kil'be: 14, 115, 116, 118, 119, 128, 129, 130,
Bekke: 404 132-134, 145, 200, 202, 209, 301, 403,
Beyraha: 401, 402 404, 575, 576
Beyt: 114-116 Kaynuka Çar şısı : 354
Beyti Atik: 203 Keda Dağı : 117
Beyti Makdis: 73, 108, 109, 370, 371 -Kirman: 58
Beyti Ş ames: 291 Kuba: 133
Birkal'- Ğimad: 435 Kudüs: 109, 129, 130, 133, 309
Cened: 583 Kare: 594
Cezayir: 597 Mecenne: 208
Cuhfe: 624 Medine: 9, 12, 29, 38, 39, 45, 63, 64, 66, 83, 85,
Cüzâm: 440 107, 109, 118, 119, 129, 133, 154, 174,
Dabık: 382 210, 211, 220, 222, 225, 229, 232, 240,
Ebukubeys Dağı : 118 241, 244, 249, 259, 280, 281, 284, 287,
Edom: 570-571 304, 327, 339, 352, 360, 382, 387, 406,
Endülüs: 356 407, 416, 417, 419, 430, 434, 435, 448,
Eriha: 573 469, 509, 548, 572, 592, 605, 606
Evttıs: 226, 526 Mekke: 9, 11, 12, 19, 31, 38, 45, 83, 102, 105,
Ezreat: 573 109, 116, 117, 118, 119, 129, 132, 146,
Faris: 58 169, 176, 193, 194, 198, 203-208, 222, 224,
Fedek: 64 225, 227, 228, 240, 241, 280, 281, 331,
Filistin: 58, 64, 69, 116, 291 332, 347, 354, 364, 366, 403, 404, 416,
Habeşistan: 280, 281, 406, 412, 465 434, 529, 531, 572, 575, 590, 592, 605,
Hamra'ul-Esed: 425, 448, 449, 606, 608, 609, 618, 619, 624, 628, 629,
Harem: 132, 146, 203, 206, 404, 675, 677 633, 649
712 YER İSİ MLERi DİZİNİ

Merve: 117, 145, 146, 200, 201 Ş am: 64, 120, 129, 197, 228 287, 304, 387, 684
Mescidi Aksa: 109, 112, 403, 404 Ştraz: 669
Mescidi Haram: 103, 108, 109, 112, 128, 129, Taheriyye: 662
132, 133, 135,- 193, 195, 199, 205, 206, Taberriyye Gölü: 383,
207, 221, 226, Tâif: 225, 226, 284, 526
Meş 'ar-ı Haram: 208 Teymâ: 64
Mezopotamya: 97 T1h: 73
Mısır. 68, 69, 79, 122, 672
. Tûr-i Sina: 69, 70, 83, 213, 295, 383
Minâ: 29, 200, 205, 207, 208, 209, 622 Tüster Kalesi: 283
Moab: 291 Uhud: 140, 143, 416, 417, 424, 443, 446, 448,
Musul: 76 501
Nahcevan: 669 Ukta: 208
N•hle: 225 Usfân: 624, 625
Necd: 445 Zatu'r-Rika: 625
Necran: 347, 349, 352, 358, 364, 368, 386, 412 Murad: 625
Safa: 201 Zu'l-Mecaz: 208
M- KONULAR ve KİTAPLAR Dİ ZİNİ:

Abdest: 564, 565, 566 Dâri Harb: 578, 607


Adak: 319 Dirâyet Tefsiri: 15
Adâlet: 576, 578, 579 Domuz eti: 157
Ahd: 502, 547, 548 Dürr-i Mensfır: 15
Ahiret: 34
Ecel: 433
Ahkâmu'l-Kur'ân: 16
Ecel-i kazâ: 427
Ahzâb Savaşı : 625
Ecel-i müsemmâ: 427
Akd: 580
Elçi: 596
Akrabâhk: 470, 475
Emânet: 575-580
Allah'm en büyük isimleri: 299
Enviira't-Tenzil: 635
filınme: 182
Evlenme: 524-526, 536, 537
Asabe: 497, 547
Evrim: 472
ketul-Kürsi: 297
Evtâs Sava şı : 530
Bâlin Talâk: 252, 256 Ezân: 603
Bal: 454
Fadl Ribâsı: 323, 324, 326
Barnaba İncili: 662
Fâhişe: 506
Bedir Savaşı : 240, 299, 347, 354, 355, 416, 417,
618 Faiz: 320, 322-337, 420, 421, 543, 546
Besmele: 21,, 22 Ferâiz: 496, 497, 503, 547
Bi'r-i Mafıne: 445 Fısk: 49
Borç: 337, 339, 340, 578 Fidye: 265, 266
Boş ama: 254, 257, 269 Fitne: 556
Bu'âs Harbi: 407 Fuhuş : 505, 506, 507, 509, 510, 514, 515
Büyü: 96-99, 546 Furkan: 349, 350
Büyük günâhlar: 546 Gasb: 543
Câife: 182 Gayb: 32, 33, 300, 450, 451
Câmi'ul-beyâ'n an-te'vili âyi'l-Kur'ân: 15 Gayb alemi: 35
Cehennem: 34, 456, 466, 542, 545, 561, 569, Gusül: 565
574 Günah: 36, 83, 545
Celd: 508, 510 Habeş İ stilâsı : 65
Cennet: 34, 47, 446, 456, 463, 466, 501, 545, Hacb: 495, 496
557, 561, 569, 574, 591 Hacb-i hirmân: 496
Cibt: 568, 572 Hacb-i noksân: 496
Cihâd: 142, 202, 222, 345, 424, 456, 466,, 551, Hacc: 145, 199, 200, 404, 405, 503
Cin: 41 Had: 551, 570, 571
Cimrilik: 557, 558, 561 Hak Dini Kur'ân Dili: 16, 625
Çocuk Emzirmek: 271, 272 Hall: 580
Çok kadınla evlenmek (teaddüd-i zeveât): 479, Hased: 546, 547
481, 483 Hayz: 240, 242, 243
714 KONULAR ve KITAPLAR DIZINI

Hırsızlık: 573, 574 Komşuluk: 559


Hibe: 543 Korku namazı : 282, 283
Hicret: 616, 619 Kötülük: 593, 594, 595
Hikmet: 315, 316, 317, 318 Kumar: 543, 563
Hiyanet: 543 Kur'an Kerim: Hemen her sayfada geçer
Hul': 267, 515, 516, 526 Kur'ânı Kerim ve Melih' 16
Huraf-i mukatta'a: 30 Kur'âm Kerim ve 1Vieâli Hakimi: 16
Hulasatu'l-beyan: 16 Kur'an! Kerim ve Yüce Melih: 16
Hülle: 268, 269 Kur'ân O ğretme:Cereti: 66
İ brahim Milleti: 639 Kureyş Kabilesi: 213. 215, 225, 354, 355, 364,
Ima: 632 366, 608, 679
İctihad: 437, 438, 469, 582, 583 Küfür: 216, 429
Içki: 563, 564 Kürsi: 300-302
İ ddet: 255, 256, 269, 270, 273 Lebeni Fahl: 522, 523
Iğlak: 263 Liân: 260
İkrah: 303, 305, 306, 343, 652 Livata: 509, 510, 511
Ila: 250, 251, 252, 257 Lublibu't-te'vil: 15
İlâ'i Kelimetullâh: 306 Ludd: 382
İlm: 316, 317 Luka Incili: 660, 661, 683
Ima': 281-283 Makit: 519
Incil: 648, 658, 662 Makt: 519
İnsamn yarat ılışı: 471, 474 Markos /mili: 659, 660, 661
Intihar: 544 Ma'ruf: 485, 486
İrşadul-akli's-selim: 15 Ma'siyet: 581
İslam idare düzeni: 434 Matta İncili: 658, 660, 663, 683
İstiab: 619 Mealimu't-Tenzil: 15
İstinbat: 598 Medariku't-Tenzil: 15 -
İtkan: 677 Mefatihu'l- ğayb: 15, 611, 638, 643, 648, 651
İyiliği _emir, kötülükten men: 408, 412, 465 Mehdi: 383
Mehr: 277, 476, 484, 514, 516, 518, 527, 536,
Jüstinien Kanunları : 482 539, 552
Kadın erkek e şitliği: 463 Mehri Misl: 277
Kadınlarm tanıklık etmesi: 337, 338 Mekr: 376
Klifirlerin vasıfları : 36 Melekler: 52
Kâhin: 585 Menn: 71
Kamet: 603 Merhamet: 361
Kan vermek: 159, 184 Meysir: 233, 234
Kasem: 547 Mi'râc: 47, 381, 491, 677
Kayyam: 299, Miras: 479, 489-499, 501, 502, 504, 505, 515,
Kem'e: 72 542-551
Keşf ve Beyan: 15 Mu'cemu'l-buldan: 624
Keşşlif: 671 Mufavvada: 267
Kıbleyi bilmemek: 110 Muhallelun leh: 268
Kısas: 551 Muhallel: 268
Kıyamet: 543, 577, 579, 604 Muhkem: 350, 351, 352, 490, 503, 549, 550, 582
Kıyas: 582, 583 Musned: 616, 620, 630, 635, 639, 644
Kibir: 216, 561 Muttaki: 31
Kitabı Mukaddes: 677 Mu'ta Savaşı : 144, 274
KONULAR ve KITAPLAR DİZİNİ 715

Muvatta': 611 Selam: 600-603


Mübâhele: 385 Selefi 351, 352
Müdhal-i kerim: 545 Sevgi: 588, 589
Mülftane: 386 Sevicilik: 510
Mülâmese: 560 Seyy i'e: 595
Münafık: 37, 365, 577, 592 Sırât: 25
Mi/İlker: 485-, 486 Sifâh 540
Müşrik: 239, 240
Ş ahitlik: 579
Müt'a nikahı : 276-278, 284, 285, 527-535
Müteşâbih:,350-352 Ş arap: 227-229, 231, 280,
Şefaat: 598, 599
Müzdelife: 207, 208
Şehâdet: 577, 591
Nafaka: 256, 272, 274, 275 Şehid: 445, 591
Naks: 548 Şeriat: 541
Namaz: 104, 122, 560, 563, 564, 565, 592 Şeytan: 41, 450, 561, 584, 589, 591
Nebiz: 229, 230, 232 Şiâ: 480, 533, 535
Nefis: 470, 473, 543 Ş irk: 399, 574
Ribâsı : 323, 324, 326
Tâbiit: 289, 291, 292
Nifak: 38, 459, 578
Tâğfit: 303, 306, 569, 572, 581, 584, 585, 587,
Nikiıh: 510, 518, 519, 524, 525, 527, 534, 549
589
Oruç: 171-186, 206, 345 Tahiyye: 600
Orucu bozan şeyler: 181 Tabii!: 268
Takiyye: 367
Öfke: 422, 423
Taksitle satış : 329
Öfkeye hakim olmak: 421
Takva: 31, 208, 334, 516, 575, 579
Ömre: 205, 206
Talâk: 257-267
Rahim Sâhipleri: 685 Tefsir: 14
Recm: 507, 508, 509, 510, 570, 571 Tefsiru - âyâti'l-ahkâm: 16
Rehin: 336 Tefsiru İbni Abbas: 15
Re'y: 438 Tefsiru'l-Celâleyn: 15
Ribât: 320, 323, 331, 335, 421, 460 Tefsiru'l-Cevahir: 629
Ric'at• 551 Tefsir el-Hadis: 15, 613, 625
Rie'l talâk: 252 Tefsiru'l-Kâsimi: 611, 619, 622, 625, 639, 648,
Risâle: 677 561, 652, 668
Rivâyet Tefsiri: 15 Tefsiru Mücâbid: 15
Tekâmül: 474
Rfilı: 544
Teybe: 149, 508, 511, 512, 513
Rubul-Kuds: 677, 682, 683
Teveffi: 377, 378, 664
Ruhu'l-Meâni: 15
Rfıhu'n-nees: 683 Tevekkül: 224, 447
Te'vil: 15
Saadet: 579 Tevrat: 648, 672, 673
Sabır: 427, 466 Teyemmüm: 565, 566
Sadaka: 313, 315, 319-321, 334, 345, 401; 402, Ticaret: 542, 543
563
Satranç: 234 Uhud Savaşı : 220, 347, 354, 416, 421, 424, 431,
Savaş : 592, 593 432, 435, 448, 592, 605, 606, 610, 625
Sa'y: 145, 146 Ummu Kuha olayı : 502
Sebat: 427, 466 Uzzâ: 418
716 KONULAR ve KITAPLAR DIZIN İ

"ücret Karşılığı Kur'ân Okumak: 66 Yemin: 247, 547-549, 584


Ulü'l-emr: 580-583 Yemin-i kamus: 249
Ü mit: 546, 574 Yemin-i lâğv: 248
tImmi veled: 484 Yemin-i mün'akide: 2,49
Yenmesi yasak olan şeyler: 153-155
Vahy: 9, 11, 569, 675
Yetim: 236, 477, 478, 485-489, 491, 546
Vasiyyet: 167-169, 499, 500, 505, 548, 549
Yoksul ana babayı besleme: 221
Vâris: 169, 490, 493-504, 515, 518, 547-550
Yuhanna 661
Yalan: 543 Yürek: 592
Yedi helâk edici şey: 491 Zebur: 675
Ir- ----, 4,"

Fiyatı : 700 lira

You might also like