Professional Documents
Culture Documents
Coelho Fahise
Coelho Fahise
7
\J sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın,
îsa'nın, Ferisi'nin evinde yemek yediğini öğrenince
kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi.
İsa'nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak,
gözyaşlarıyla O'nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla
ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü.
İsa'yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi
kendine, "Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu
kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri
olduğunu anlardı," dedi.
Bunu üzerine İsa Ferisi'ye, "Simun," dedi, "sana bir
söyleyeceğim var."
O da, "Buyur, öğretmenim," dedi.
"Tefeciye borçlu iki kişi vardı. Biri beş yüz, öbürü de elli
dinar borçluydu. Borçlarını ödeyecek güçte olmadıklarından,
tefeci her ikisinin de borcunu bağışladı. Buna göre, hangisi
onu çok sever?"
Simun, "Sanırım, kendisine daha.çok bağışlanan," diye
yanıtladı.
İsa ona, "Doğru söyledin," dedi.
Sonra kadına bakarak Simun'a şunları söyledi: "Bu kadını
görüyor musun? Ben senin evine geldim, ayaklarım için bana
su vermedin. Bu kadın ise ayaklarımı gözyaşlarıyla ıslatıp
saçlarıyla sildi. Sen beni öpmedin, ama bu kadın eve
girdiğimden beri ayaklarımı öpüp duruyor. Sen başıma
zeytinyağı sürmedin, ama bu kadın ayaklarıma güzel kokulu
yağ sürdü. Bu nedenle sana şu-
9
nu söyleyeyim, kendisinin çok olan günahları bağışlanmıştır. Çok
sevgi göstermesinin nedeni budur. Oysa kendisine az bağışlanan, az
sever."
Luka, 7, 37-47
10 11
J3ir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, Maria adında bir
fahişe varmış.
Durun bir dakika. 'Bir varmış bir yokmuş', çocuk
masallarının başına çok yakışır sahiden de, oysa 'fahişe'
yetişkinlere özgü bir sözcük. Bir öykü, böylesi açık bir
çelişkiyle nasıl başlatılabilir? Her neyse, mademki ömrü-
müzün her ânında bir ayağımız peri masallarında, öbü-rüyse
uçurumda, bırakalım bu öykü de böyle başlasın.
nüştürülmüştür, bazı geceler çıkıp ortalıkta dolaşır; ardınca sürüklediği zincirlerin sesi
Ama oğlan bir daha onunla hiç konuşmadı. Okula batıl inançları olanları korkutur.
14 15
şamıyordu bir türlü; dünyada en çok arzuladığı kişiden
kaçmak gibi bir aptallık yaptığı için kafasını taşlara vu-
ruyordu. Okulların açılacağı günün gecesi, kentteki biricik
kiliseye gidip Aziz Antonio'ya, ilk adımı kendi atıp çocukla
konuşacağına yemin etti.
Ertesi gün, elinden geldiği kadar kendine çekidüzen verdi,
annesinin o gün için özel olarak diktiği elbiseyi giyip tatil
nihayet bittiği için Tanrı'ya şükrederek evden çıktı. Ama -Döylece üç yıl aktı gitti. Maria coğrafya ve matematik
oğlan, ortalıkta yoktu. Bir hafta daha böyle sıkıntı içinde geçti, öğrendi, televizyon dizileri izledi, ortaokuldayken gizlice açık
sonunda Maria, arkadaşlarından onun kentten ayrıldığını saçık dergileri keşfetti, günlük tutmaya başladı. Günlüğünde
öğrendi. tekdüze hayatından bahsediyor, ona öğretilenleri -okyanusu,
"Uzaklara gitti," dedi biri ona. karı, sarıklı erkekleri, mücevherlere batmış zarif kadınları-
O an, Maria bazı şeylerin ebediyen kaybedilebilece-ğini tanıma isteğini kâğıda döküyordu... Ama, imkânsız arzular
keşfetti. Aynı zamanda, 'uzak1 diye bir yerin varlığından kimsenin karnını doyurmadığından -hele de terzilik yapan bir
haberdar oldu; dünyanın büyük, yaşadığı kentin-se avuç içi anne, hep başka yerlerde olan bir babayla-, kısa süre içinde,
kadar olduğunu, en ilgi çekici varlıkların eninde sonunda çevresinde olup bitenlere daha fazla dikkat etmesi gerektiğini
çekip gittiğini de öğrendi. O da gitmeye can atıyordu, ama anladı. Hayatta ayaklarının üzerinde durabilmek için okula
henüz çok küçüktü. Bununla birlikte, tozlu sokaklara gidiyor, aynı zamanda, serüven hayallerini paylaşabileceği bir
bakarken, bir gün oğlanın peşine düşmeye karar verdi. Dininin yoldaş arıyordu. On besindeyken, Kutsal Hafta içinde, ayin
bir gereği olarak, sonraki dokuz cuma şaraplı ekmek ayinine alayında rastladığı bir oğlana âşık oldu.
katıldı ve Bakire Meryem'e, günün birinde onu bu kentten Bu kez, çocukluğundaki hatayı tekrarlamadı: Konuştular,
kurtarması için dua etti. arkadaş oldular, birlikte sinemaya, şenliklere gittiler. Maria bir
Bir süre içi yandı durdu, boşu boşuna çocuğun izini kez daha fark etti ki, aşkı yaratan, ötekinin varlığından çok
bulmaya çalıştı, ama ailesinin nereye taşındığını bilen yoktu. yokluğuydu: Delikanlıyı her an özlüyor, saatler boyunca,
Bunun üzerine Maria, dünyayı fazla büyük, aşkı ise tehlikeli görüştükleri zaman ona anlatacaklarını hayal ediyor,
görmeye başladı; Meryem'in, gökyüzünde, çocukların paylaştıkları her saniyeyi aklından tekrar tekrar geçiriyor, neyi
isteklerine kulak veremeyecek kadar uzak bir yerde olduğuna iyi, neyi kötü yaptığını bulmaya çalışıyordu. Kendini, büyük
emindi artık. bir tutkunun elinden kayıp gitmesine izin vermiş ve bunun
yarattığı acıyı tanıyan, deneyimli bir genç kız olarak
görmekten hoşlanıyordu. Şimdi, var gücüyle bu erkek için
savaşmaya kararlıydı: Evliliğe, analık duygusuna, denize
bakan eve onun sayesinde kavuşacaktı.
Konuyu annesine açtığında, kadın ona yalvardı:
"Daha çok erken, kızım."
On Bir Dakika
16 17/2
"Ama babamla evlendiğinde, sen de on altı yaşmday- Karşımıza biri çıktığında ve ona âşık olduğumuzda,
dın." bütün evrenin elbirliğiyle buna zemin hazırladığını
Annesi, erken evlenmesinin altında, hesapta olmayan bir hissederiz; bugün, güneş batarken bana oldu bu. Ama
gebeliğin yattığını söylemek istemiyordu, "Bizim yolunda gitmeyen bir şey olduğunda, her şey yıkılır ve
zamanımızda başkaydı," diye geçiştirdi. yok olur! Balıkçıllar, uzaktan gelen müzik, dudaklarının
Ertesi gün, Maria ve delikanlı, kentin çevresindeki kırlara tadı. Daha birkaç dakika öncesine kadar var olan
gittiler. Biraz çene çaldılar, Maria ona yolculuklara çıkmayı güzellik, nasıl bu kadar çabuk silinebilir?
isteyip istemediğini sordu, o da karşılık olarak, Maria'yı Hayat doludizgin ilerliyor: Bizi cennetten ce-
kollarına alıp öptü. henneme taşıyor ve bu, birkaç saniyenin içinde olup
Hayatının ilk öpücüğü! Bu ânı ne çok hayal etmişti! bitiyor.
Manzara olağanüstüydü - uçuşan balıkçıllar, batan güneş,
vahşi bir güzelliği olan yarı çorak arazi ve uzaktan gelen Maria, ertesi gün kız arkadaşlarıyla buluşmaya gitti. Hepsi
müzik sesi. Maria önce bu atağı savuşturmak ister gibi yaptı, onu 'sevgilisiyle' dolaşırken görmüştü, sonuç olarak büyük bir
sonra delikanlıyı kollarıyla sıkıca sarıp filmlerde, dergilerde ve aşk yaşamak yetmez, ötekilerin de, çok arzulanan biri
televizyonda defalarca gördüğü hareketi tekrarladı: Başını yarı olduğunuzu anlamasını sağlamak gerekir. Arkadaşları olup
ahenkli, yarı kontrolsüzce bir o yana bir bu yana sallayarak, bitenleri öğrenmek için yanıp tutuşuyordu. Maria büyük bir
dudaklarını onunkilere bastırdı. Ara sıra genç adamın dilinin gururla onlara, en güzelinin dilinin dişlerine değmesi olduğunu
dişlerine değdiğini hissediyor ve bunu çok hoş buluyordu. söyledi. Kızlardan biri gülmeye başladı.
Delikanlı birden onu öpmeyi bıraktı. "Ağzını açmadın mı yoksa?"
"İstemiyor musun?" diye sordu ona. Birden her şey açıklığa kavuştu - soru, hayal kırıklığı.
Maria ne karşılık verebilirdi? İstiyorum mu demeliydi? "Niye ki?"
Tabii ki istiyordu! Ama bir kadın kendini böyle bırak- "Dili içeri girebilsin diye."
mamalıydı, hele de müstakbel kocasına karşı; yoksa delikanlı "O zaman ne fark oluyor?"
ömrünün sonuna kadar kolay kadın olmakla suçlardı onu. "Öpüşmek öyle olur."
Maria, ağzını açmamayı yeğledi. Bastırılan kahkahalar, sözde acıyan havalar, hiç sevgilisi
Delikanlı onu tekrar kollarına aldı, bu sefer coşkusu biraz olmamış kızların intikam manevraları. Maria umursamaz
sönmüştü. Ardından, gene durdu, kıpkırmızı kesilmişti ve davrandı, kendi de güldü; ruhunun kan ağlamasına rağmen.
Maria yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anladı, ama İçindense, işin aslını göstermeden ona gözlerini kapamayı, bir
sormaya korktu. Delikanlının elini tuttu, sanki hiçbir şey eliyle karşısındakinin başını tutup yüzünü sağa sola çevirmeyi
olmamış gibi bambaşka konulardan konuşarak kente döndüler. öğreten filmlere sövüp sayıyordu. Uygun bir açıklama uydurdu
O akşam, önemli bir olayın meydana geldiğinden emin, (hemen kendimi bırakmak istemedim, çünkü emin değildim,
sözcüklerini seçerek günlüğüne şunları yazdı Ma-ria: ama artık onun hayatımın erkeği olduğunu biliyorum) ve ikinci
bir fırsat kollamaya koyuldu.
18 19
Uç gün sonra, belediyenin düzenlediği bir şenlikte tekrar
Şu meşhur öpücükten yaklaşık altı ay sonraki bu ak-
gördüğünde, genç adam Maria'nm arkadaşlarından bir kızın
şamüstüne kadar. Annesi gecikmişti, Maria'nın yapacak hiçbir
elini tutuyordu - öpüşmesi hakkında ona soru sorandı bu.
işi yoktu, babası bir arkadaşıyla çıkmıştı ve Maria
Maria gene aldırmaz göründü, gecenin sonuna kadar
televizyonda ilginç bir program olmadığından, alınacak birkaç
arkadaşlarıyla artistlerden ve tanıdıklardan konuşarak dayandı,
sevimsiz tüy bulmak niyetiyle bedenini kurcalamaya başladı.
zaman zaman üzerine dikilen acıyan bakışları görmezden
Şaşkınlıkla, cinsel organının hemen üstünde küçük bir sivilce
geldi. Ama evden içeri adım atar atmaz kendini daha fazla
yakaladı; kendini daha fazla tuta-mayarak sivilceyle oynamaya
tutamadı, dünyası yıkılmıştı, sabaha kadar ağladı. Tam sekiz ay
başladı; hissettikleri giderek tadına doyulmaz bir hale geliyor,
boyunca acı çekti ve sonunda aşkın ona göre, kendisinin de
yoğunlaşıyordu ve bedeni tepeden tırnağa -özellikle elinin
aşka göre olmadığına karar verdi. Böylece rahibe olmaya karar
değdiği bölge-zevkle geriliyordu. Yavaş yavaş bir cennete
verdi, ömrünün kalanını Mesih'in aşkına adamak için; yürekte
girdi, duygu şiddetlendi, artık doğru dürüst görüp duyamaz
sızlayan yaralar bırakmayan türden bir aşktı bu. Okulda
olduğunu fark etti, her şey altın rengine bürünmüştü sanki,
Afrika'ya giden misyonerlerden söz ediliyordu, o da heyecan
sonra zevkten inledi ve ilk orgazmını yaşadı.
fakiri hayatı için çıkış yolunun bu olduğuna karar verdi.
Orgazm! Haz!
Manastıra kapanmak için planlar yaptı, ilkyardım yöntemlerini
Sanki gökyüzüne kadar çıkmış, şimdi de bir paraşütle,
öğrendi (kimi öğretmenlerinin söylediğine göre, Afrika'da bir
ağır ağır tekrar yeryüzüne iniyor gibiydi. Bedeni kan terlere
sürü insan ölüyordu), büyük bir titizlikle din derslerine devam
batmıştı, ama kendini dolu dolu, ışıl ışıl, dipdiri hissediyordu.
etti. Kendini hayatı iyi tanıyan, aslan ve kaplan kaynayan
Demek seks buydu! Ne müthiş bir şey! İçindeki herkesin acılı
ormanları keşfe çıkmış bir modern zaman azizesi gibi hayal
bir sırıtmayla hazdan bahsettiği porno dergilere ihtiyaç
etmeye başlamıştı.
kalmamıştı. Kadının bedenini seven, ama yüreğini
küçümseyen erkeklere de ihtiyaç kalmamıştı. Her şeyi kendi
Ne var ki, öpüşürken ağzı iyice açmak gerektiğini ve
başına yapabilirdi artık! Onu ünlü bir aktörün okşadığını
aşkın her şeyden çok bir acı kaynağı olduğunu öğrendiği, yani
düşünerek tekrar başladı, yeniden cennete yükseldi ve daha da
on beş yaşını sürdüğü o yıl, onun için üçüncü bir keşif
enerjiyle dolup taşarak yere indi. Üçüncü kez kendini tatmin
hazırlıyordu: mastürbasyon. Günün birinde, evde annesini
edecekken, annesi çıkageldi.
beklerken, cinsel organıyla oynayarak âdeta tesadüfen buldu
Maria, arkadaşlarıyla yeni keşfini konuştu, ama bu sefer,
bunu. Daha çocukken edindiği bu alışkanlık ona büyük zevk
ilk deneyimini daha birkaç saat önce yaşadığını itiraf etmekten
verirdi, babasının onu yakalayıp tek kelime etmeden tokat
kaçındı. İkisi hariç bütün kızlar söz edilen şeyin ne olduğunu
yağmuruna tutmasına kadar. Maria yediği tokatları hiçbir
biliyordu, ne var ki hiçbiri bundan başkalarının önünde söz
zaman aklından çıkarmamış ve başkalarının karşısında
etmeye cesaret edememişti. Maria neredeyse kendini bir
kendine dokunmaması gerektiğini öğrenmişti. O andan sonra,
devrimci gibi, grubun önderi gibi hissediyordu; 'gizli itiraflar'
evde kendine ait bir odası bulunmadığından, bu duygunun ona
diye saçma sapan bir oyun icat ederek, bütün arkadaşlarına en
verdiği zevki bile unutmuştu.
sevdikleri mastürbasyon yöntemini sordu. Farklı teknikler
20 öğrendi, ör-
21
neğin yaz sıcağında battaniyenin altında yapmak (çünkü,
diyordu kızlardan biri, terleyince daha kolay oluyor), oraya bir
kaztüyüyle dokunmak (o yerin adını bilmiyordu), kendi yerine
bir oğlana yaptırmak (Maria'nm gözünde bu gerekli değildi),
bidenin musluğunu kullanmak (Marialarda bide yoktu, ama
zengin bir arkadaşını ziyarete gider gitmez deneyecekti).
Her ne olursa olsun, mastürbasyonu keşfettikten ve
arkadaşlarının önerdiği tekniklerden bazılarını denedikten
Maria'nın genç kızlık yılları böylece akıp gitti. Giderek
sonra, Maria rahibeliğe sonsuza kadar veda etti. Mastürbasyon
güzelleşiyor, gizemli ve hüzünlü havası pek çok erkeği
yapmak ona çok zevk veriyordu, oysa dine göre seks,
çekiyordu. Kâh biriyle kâh ötekiyle çıktı, hayaller kurdu ve bir
günahların en büyüğüydü. Gene arkadaşlarından
daha âşık olmayacağına dair kendine verdiği söze rağmen acı
mastürbasyonla ilgili dedikoduları da öğrendi: İnsanın yüzü
çekti. Bu buluşmalardan birinde, bir arabanın arka koltuğunda
sivilce dolarmış, insanı delirtebilir ya da hamile kalmasına bekâretini kaybetti; sevgilisiyle ikisi birbirlerini okşarken her
neden olabilirmiş. Bütün bu tehlikelere rağmen, en az haftada zamankinden daha ateşliydiler, delikanlının ayranı kabardı ve
bir kez, genellikle babasının arkadaşlarıyla kâğıt oynamaya grubun son bakiresi olmaktan artık sıkılmış olan Maria, onun
gittiği çarşamba günleri, kendi kendini zevklendirmeye devam
içine girmesine izin verdi. Onu bulutlara çıkaran mastürbasyo-
etti.
nun tersine, tek hissetiği acı oldu, incecik sızan kan eteğini
Maria aynı zamanda, erkeklerin yanmdayken giderek
lekeledi. İlk öpüşmenin büyülü etkisini duymadı bu kez - uçan
daha az güveniyordu kendine ve içindeki, yaşadığı yeri terk
balıkçıllar, batan güneş, müzik... Hayır, yaptıklarını unutmaktı
etme arzusu büyüyordu. Üçüncü kez, dördüncü kez âşık oldu,
tek istediği.
artık sevgilileriyle baş başayken öpüşmeyi, onları okşamayı,
Kızlığını bozduğunu anlarsa, babasının onu öldüreceği
kendisini okşamalarına izin vermeyi biliyordu; ama her
konusunda uyardığı delikanlıyla, zaman zaman tekrar sevişti.
seferinde yolunda gitmeyen bir şey oluyor, ilişki tam
Bir partnerle cinsel ilişkiye girmenin nesinin zevkli olduğunu
Maria'nm, bu delikanlıyla hayatını paylaşabileceğini
bulmak için her yolu kullanarak, onu bir deney tahtasına
düşünmeye başladığı anda bitiyordu. Sonunda, erkeklerin
çevirdi.
inşana acıdan, yoksunluktan, çileden ve sıkıntıdan başka şey
Boşuna. Mastürbasyon çok daha az zahmetliydi ve bir
sunmadıklarına karar verdi. Bir öğleden sonra parkta durmuş
sürü başka ikramiye kazandırıyordu insana. Ama bütün
iki yaşındaki oğluyla oynayan bir anneyi seyrederken,
dergiler, televizyon programları, kitaplar, kız arkadaşlar, hepsi,
kendisinin de bir kocaya, çocuklara, deniz gören bir eve sahip
İSTİSNASIZ HEPSİ, bir erkeğin varlığının önemli olduğunu
olmayı isteyebileceğini anladı, ama bir daha asla âşık
buyuruyordu. Maria, itiraf edilmesi mümkün olmayan bir
olmayacaktı, çünkü tutku her şeyi mahvediyordu.
cinsel sorunu olduğunu düşündü, kendini iyice derslerine verdi
ve bir süre için, adına Aşk denen bu muhteşem ve öldürücü
şeyi unuttu.
22 23
IVLaria'nm, on yedisindeyken tuttuğu günlükten bir lVLaria on dokuzunda liseyi bitirip bir kumaş mağa-
bölüm: zasırfda işe girdi. Patronu ona âşık oldu; genç kız, bu aşamada
Amacım aşkı anlamak. Âşıkken hayat dolu olduğumu kendisini kullandırtmadan bir erkeği nasıl kullanacağını
biliyorum, ve şimdi, ne kadar ilgi çekici görünürlerse biliyordu artık. Patronunun kendisine elini bile sürmesine izin
görünsünler, sahip olduklarımın içimi zerre kadar kıpır- vermediyse de, tatlı dilini güler yüzünü ondan esirgemedi,
datmadığının da farkındayım. çünkü güzelliğinin gücünün farkındaydı.
Ama aşk korkunç bir şey: Kız arkadaşlarımın bu yüzden Güzelliğin gücü: Çirkin kadınlar için dünya nasıl bir
kahrolduğuna tanık oldum; bunun başıma gelmesini istemem. yerdir acaba? Bir araya gelindiğinde kimsenin yüzüne
Eskiden benimle ve masumiyetimle dalga geçerken, şimdi bakmadığı, 'nasılsın' diye sormadığı arkadaşları vardı
erkekleri bu kadar iyi yönetmeyi nasıl becerdiğimi soruyorlar Maria'nın. İnanılmaz gelse de, bu kızlar gördükleri azıcık aşka
bana. Gülümsüyor ve susuyorum, çünkü ilacın acının büyük değer veriyor, geri çevrildiklerinde sessizce acı
kendisinden de beter olduğunu biliyorum: Tek yaptığım, âşık çekiyorlardı; geleceklerini, onları da bir sevenin çıkacağı gibi
olmamak. Her geçen gün, erkeklerin ne kadar kırılgan, şüpheli bir umudun üzerine kurmamaya çalışıyorlardı.
değişken, kendine güvensiz, şaşırtıcı olduğunu daha iyi Maria'ya göre, dünya bu kızlara katlanılmaz geliyor olmalıydı;
anlıyorum... Bazı arkadaşla-rımın babaları bile bana ne var ki onlar daha bağımsız-dı-lar, kendilerine daha çok özen
asıldılar, ben de onları geri püskürttüm. Eskiden, bu beni çok
gösteriyorlardı.
rahatsız ederdi; şimdi ise, bunun erkek doğasının bir parçası
Maria, güzelliğinin farkındaydı. Annesinin öğütleri
olduğunu düşünüyorum.
genellikle bir kulağından girip öbüründen çıkardı, ama birini
Amacımın aşkı anlamak olmasına, her gönül verdiğimin
kulağına küpe etmişti: "Kızım, güzellik gelip geçicidir." İşte bu
canımı yakmasına rağmen, ruhuma dokunanların bedenimi
nedenle patronuyla ne fazla yakınlaşıyor ne de arayı fazla
uyandırmayı başaramadıklarını, bedenime do-kunanlarınsa
ruhuma ulaşamadıklarını görüyorum. açıyordu; bu da maaşına yapılan oldukça yüklü bir zam (Maria,
sırf günün birinde yatağa girecekleri umuduyla patronunu daha
ne kadar elinde tutabileceğini bilmiyordu, ama yağmur
yağarken küpü doluyordu) ve fazla mesai için ek prim olarak
ona geri döndü (hepsi bir yana, adam onun yanında olmasından
hoşlanıyor, belki de akşamları gezerse başka birine vurulur, di-
24 25
ye korkuyordu). Maria bu şekilde kesintisiz yirmi dört ay nunda boyun eğdi. Aslında içten içe, döner dönmez ona
çalıştı, ailesine düzenli para verebildi ve sonunda, müthiş bir evlenme teklif etmeyi düşünüyor, fazla çapkın görünüp her
başarı! Rüyalarının kentinde, artistlerin yuvasında, ülkesinin şeyi mahvetmek istemiyordu.
kartpostal manzarasında, Rio de Janeiro'da bir haftalık tatil
parasını biriktirdi! Maria, Copacabana'daki beşinci sınıf bir otele yerleşene
Patronu tatile birlikte gitmeyi, bütün masraflarını kadar otobüsle tam kırk sekiz saat yol gitti. (Ah! Co-pacabâna!
üstlenmeyi önerdi. Maria bir yalan uydurdu; dünyanın en Plaj, gökyüzü...) Bavullarını bile açmadan yeni aldığı
tehlikeli kentlerinden biri olan Rio'ya gitmek için annesinden, bikinisini üzerine geçirdi ve havanın bulutlu olmasına
ancak jiu-jitsu'yla uğraşan bir kuzeninde kalması koşuluyla aldırmadan plaja koştu. Denize korkuyla baktı, ama sonunda
izin alabildiğini söyledi. çekine çekine suya giriverdi.
"Beyefendi," diye devam etti, "zaten mağazayı başında Plajda hiç kimse, bu kızın okyanusa, Tanrıça Yeman-
güvenilir biri olmadan, sahipsiz bırakamazsınız." ya'ya, akıntılara, dalgaların köpüğüne ve Atlantik'in ötesinde
"Bana beyefendi deme," dedi adam, ve Maria gözlerinde, uzanan, aslan kaynayan Afrika kıyısına ilk kez dokunduğunu
tanıdık bir şey fark etti: tutkunun ateşi. Buna şaşırdı, o âna dek anlamadı. Maria sudan çıktığında, bio-sand-viçler satan bir
adamın tek derdinin seks olduğunu sanıyordu. Ne var ki kadın, o akşam boş olup olmadığını soran yakışıklı bir Siyah
bakışları tersini haykırıyordu: "Sana bir ev, bir yuva, annenle ve tek kelime Portekizce konuşmamasına rağmen, el kol
baban için de biraz para verebilirim." Maria geleceğini hareketleriyle onu hindistancevizi suyu içmeye davet eden bir
düşünerek, alevi körüklemeye karar verdi. adam bitiverdi yanında.
Çok sevdiği işini, birlikte olmaktan büyük keyif aldığı Maria, reddetmeye utandığı için sandviçi satın aldı.
insanları özleyeceğini belirtti (gizemli bir hava yaratmak için Bununla birlikte, iki adamla konuşmaktan kaçındı. İçinin
isim vermemeye özellikle dikkat etti: 'İnsanlar' derken, yavaş yavaş hüzünle dolduğunu hissetti; her istediğini yapma
patronunu kastediyor olabilir miydi?), cüzdanını ve namusunu fırsatını hazır ele geçirmişken, neden böyle süklüm püklüm
titizlikle koruyacağına söz verdi. Gerçekte kafasından geçenler davranıyordu? Bir açıklama bulamadığından, oturup bulutların
bambaşkaydı: Kuşlar gibi özgür olacağı ilk haftayı kimsenin, arkasına saklanmış olan güneşin tekrar ortaya çıkmasını
kesinlikle hiç kimsenin berbat etmesini istemiyordu. Denize beklemeye koyuldu.
girmek, yabancılarla gevezelik etmek, vitrinlere bakmak, rahat Ne var ki az önceki yabancı, elinde bir hindistancevi-ziyle
görünmek, bir beyaz atlı prens bulup bir daha dönmemek tekrar yanına geldi. Maria, onunla konuşmak zorunda
üzere atının terkisine atlayıp kaçmaktı niyeti. olmadığına şükrederek meyvenin suyunu içti, gülümsedi,
"Bir hafta dediğiniz nedir ki sonuçta?" dedi işveli bir bunun üzerine adam da ona gülümsedi. Bir zaman, hiçbir
gülümsemeyle, bir taraftan da bütün kalbiyle yanılmış olmayı sıkıntı yaratmayan, zaman zaman gülümse-mekten ibaret bu
diliyordu. "Göz açıp kapayana kadar geçer; ben de gönül iletişim biçimini sürdürdüler, ta ki adam cebinden kırmızı
borçlarımı hiç aklımdan çıkarmadan, kısa sürede geri kapaklı küçük bir sözlük çıkarıp, tuhaf bir aksanla "Güzel,"
dönerim." diyene kadar. Maria gülümsedi gene. Beyaz atlı prensine
Patronu üzüntüyle bir süre daha savaştıysa da so- rastlamayı çok istiyordu kuşkusuz, ama onunla aynı dili
26
konuşmalı ve biraz daha genç olmalıydı.
27
Adam kitabı karıştırarak ısrar etti: "Bugün akşam yen erkekler; dolayısıyla bu sanat yönetmeni hikâyesinin,
yemeği?" Hemen ardından ekledi: "İsviçre!" Sonra, hangi kabul etmekte nazlandığı bir öneriye aklını çelmek için bir yol
dilde söylenirse söylensin, cennet şarkıları gibi çınlayan şu olduğunu biliyordu.
sözcükler döküldü dudaklarından: "İş! Dolar!" Ama bu şansı ona tanıyanın Bakire Meryem olduğuna
Maria, İsviçre diye bir lokanta bilmiyordu. Bazı şeylerin emindi. Bir haftalık tatilin her saniyesinin tadını çıkarmakta
bu kadar kolay olması, hayallerin bu kadar çabuk kararlıydı ve karşısına geri dönüşte anlatabileceği seçmece bir
gerçekleşmesi mümkün müydü? Sakınımlı davranmak daha anekdot çıktığına hiç şüphesi yoktu; bu nedenle daveti kabul
iyiydi: Davete çok teşekkürler, işim var ve dolar peşinde etmeye karar verdi - çevirmenin de onlarla gelmesi şartıyla,
koşmuyorum. çünkü gülümsemekten ve yabancının sözlerini anlar gibi
Maria'nın söylediklerinden tek kelime anlamayan adam, yapmaktan yorulmuştu.
umudunu yitirmeye başlamıştı; defalarca gerekli gereksiz Tek bir sorun vardı; ki aslında en önemlisi de buydu:
gülümsedikten sonra birkaç dakikalığına Maria'nın yanından Uygun bir kıyafeti yoktu. Bir kadın mahrem sırlarını ölse itiraf
ayrıldı, sonra bir çevirmenle geri geldi. Onun aracılığıyla, etmez (kocaları tarafından aldatıldıklarını kabul etmek,
Maria'ya İsviçre'den geldiğini (bir lokanta adı değildi bu, gardıroplarının halini dile getirmekten daha kolay gelir
memleketiydi) ve onunla akşam yemeği yemek istediğini, onlara); bununla birlikte, bu adamlarla bir yakınlığı
çünkü ona bir iş teklif edeceğini anlattı. Adamın kaldığı otelin olmadığını, yüzlerini belki de bir daha görmeyeceğini
gorillerinden biri olan ve çalışmalarında ona yardım eden düşünerek, Maria kaybedecek bir şeyinin olmadığına karar
çevirmen, belli etmeden şunu da ekledi: "Yerinizde olsam verdi: "Bu kente yeni geldim, lokantaya giyecek bir şeyim
kabul ederdim. Beyefendi önemli bir sanat yönetmeni, yok."
Brezilya'ya da Avrupa'da çalışacak yeni yetenekler bulmaya Çevirmen aracılığıyla, adam ona bu konuda merak
gelmiş. Eğer isterseniz, daha önce teklifini kabul etmiş olan lanmamasını söyledi ve otelinin adresini sordu. Hemen o
birtakım insanlarla tamştırabilirim sizi; paraya para demiyorlar gün öğleden sonra, Maria'ya daha önce rüyasında bile
artık. Şimdi evli barklılar, çocuklarının işsizlik derdi de yok, görmediği bir elbise geldi, yanında bir çift ayakkabı var
sokakta saldırıya uğrama korkusu da." Dünyayı ne kadar iyi dı; fiyatları da onun bir yıllık kazancına bedeldi herhal
tanıdığını gösterip Maria'yı daha çok etkilemek için şunu da de. .■,-:'VyJ:-:'£-> .If'c. :^;:-"İ;İ'-^'İ5'-'.1'::VJV'■'^^t!"'
belirtti: "Üstelik İsviçre'de nefis çikolatalar ve saatler
yaparlar." Brezilya sertâo'sunda geçen çocukluğu ve genç kızlığı
Maria'nın sanat konusundaki deneyimi çok zayıftı: Kutsal boyunca özlemini çektiği serüvenin başladığını hissetti Maria -
Hafta sırasında mutlaka temsil edilen İsa'nın Çi-lesi'nde su sertâo, geleceği olmayan erkeklerle dolu kurak memleket,
satıcısını oynamıştı; figüranlık yapmıştı kısacası. Gerçi namuslu ama yoksul bir kent, ilginç bir tarafı olmayan,
otobüste doğru dürüst uyuyamıştı, ama deniz onu tekdüze bir hayat demekti: Ama şimdi, Maria evrenin prensesi
canlandırmıştı; doğal ürünlerle yapılmış olsun olmasın olmaya hazırlanıyordu! Adamın biri ona bir iş, avuç avuç
sandviç yemekten bıkmış, kimseyi tanımadığı, arkadaşa hasret dolar, bir çift pahalı ayakkabı ve peri masallarına layık bir
kaldığı Rio'da canı sıkılmıştı. Daha önce de görmüştü üst üste elbise hediye etmişti! Bir tek makyaj eksikti, neyse ki kaldığı
sözler verip hiçbirini yerine getirme- otelin resepsiyonundaki kadın ona yardım elini uzattı; bir
taraftan da bütün ya-
28 29
bancıların iyi niyetli, her Carioca'nm serseri olmadığını önemli numarası olmanıza yeteceğini düşünüyor. Tabii sizi
söyleyerek onu uygun bir dille uyarmayı da ihmal etmedi. şarkı söylerken ya da dans ederken görmüşlüğü yok, ama
Maria uyarıyı dikkate almadı. Aldığı tanrısal armağanı bütün bunlar öğrenilebilir, güzellik ise doğuştan gelir. Ah şu
üzerine geçirdi ve bu ânı ölümsüzleştirmek için fotoğraf Avrupalılar! Buraya her gelen sanıyor ki bütün Brezilyalı
makinesi getirmediğine hayıflanarak saatlerce aynada kendine kadınlar şehvetlidir ve samba bilir. Niyeti ciddiyse, size
baktı. Kendine geldiğinde, randevu saati geçmişti bile. Tıpkı tavsiyem ülkeden ayrılmadan önce imzalı bir kontrat istemeniz
Külkedisi gibi, hızla dışarı fırlayarak İsviçreli'nin oteline uçtu. - imzası da İsviçre konsolosu tarafından resmen onaylanmalı.
Çevirmen, daha görür görmez kendisinin gelemeyeceğini Yarın ben plajda olacağım, otelin önünde. Kafanız karışırsa
haber vererek şaşırttı onu: bana gelin."
"Dil konusunu kafanıza katmayın. Önemli olan, onun İsviçreli gülümseyerek Maria'mn kolunu tuttu ve onları
yanınızdayken kendini iyi hissetmesi." bekleyen taksiyi gösterdi.
"Ama ne konuştuğumu anlamazsa bu nasıl olabilir ki?" "Gene de eğer ikinizin de kafasından başka şeyler
"Doğrusu da bu ya. Konuşmaya ihtiyaç duymayacaksınız, geçiyorsa, gecelik ücret üç yüz dolardır, daha azını kabul
bu bir enerji sorunu." etmeyin."
Maria bunun ne demek olduğunu bilmiyordu; onun Maria'mn karşılık vermesine fırsat kalmadan, arabaya
yaşadığı yerde insanlar bir araya geldiklerinde cümlelere, lokantaya doğru yola koyulmuştu. Sohbet üç-beş kelimeyi
sorulara, yanıtlara ihtiyaç duyarlardı. Ama Mailson - aşmıyordu: "Çalışmak? Dolar? Brezilyalı yıldız?"
çevirmen/gorilin adı buydu- Rio de Janeiro'da ve dünyanın Bu sırada Maria'mn aklı, hâlâ çevirmenin dedikle-
geri kalanında işlerin farklı yürüdüğü konusunda ısrarlıydı. rindeydi: Bir gece için üç yüz dolar! Bir servetti bu! Aşktan
"Anlamaya çalışmayın. Sadece, kendisini iyi hissetmesini ölüp bitmese de olurdu; bu adamı da tıpkı patronu gibi baştan
sağlayın. Adam dul, çocuğu yok, bir gece kulübü var ve çıkartabilir, onunla evlenebilir, çocuk doğurabilir, annesiyle
yabancı ülkelerde çalışmaya istekli Brezilyalı kadınlar arıyor. babasına rahat bir yaşam sağlayabilirdi. Kaybedecek neyi
Sizde öyle bir hava olmadığını söyledim, ama ısrar etti. İddia vardı? Adam yaşlıydı, belki fazla yaşamaz, mirası da Maria'ya
ettiğine göre, sudan çıkarken gördüğü anda âşık olmuş size. kalırdı. Hem sonuç olarak, İsviçreliler istedikleri kadar para
Bikininizi de beğenmiş." Bir an durdu. "Doğrusunu isterseniz, içinde yüzsünler, görünüşe bakılırsa kadın kıtlığı vardı
burada bir sevgili bulmaya niyetiniz varsa, başka bir model memleketlerinde.
bikini seçmelisiniz. Şu İsviçreli'nin dışında onu güzel bulacak Yemek sırasında pek konuşmadılar, onun yerine zaman
insan yoktur; fazlasıyla demode çünkü." zaman gülümsemekle yetindiler. Maria yavaş yavaş 'enerji
Maria duymazlıktan geldi. Mailson devam etti: "Bana sorunu'nun ne anlama geldiğini anladı. Adam ona bilmediği
sorarsanız, adamın derdi sadece sizinle ufak bir kaçamak bir dilde yazılmış çeşitli belgelerle dolu bir albüm gösterdi;
yapmak değil; yeteneğinizin, gece kulübünün en gazete kupürleri, bikinili kadınlar (vücuda o akşamüstü
Maria'nın giydiğinden çok daha iyi oturan, gayet cüretkâr
bikinilerdi kesinlikle), cafcaflı broşürler gösterdi, broşürlerde
Maria'mn tek anladığı 'Brazil' sözcüğü oldu, üstelik yanlış
yazılmıştı (okulda s'yle yazıldığını öğretmemişler miydi?).
Maria, İsviçreli'nin ona ah-
30 31
laksız bir teklifte bulunacağı korkusuyla çok içti (kimse kolay
kolay üç yüz dolara burun kıvıramaz, biraz alkol de işleri
kolaylaştırır, hele etrafta tanıdık kimse yokken). Ama adam
centilmence davrandı, hatta Maria kalkıp otururken
sandalyesini itecek ya da çekecek kadar. Gecenin sonunda,
Maria yorgun olduğunu bahane ederek ertesi gün plajda
buluşmayı önerdi (kolundaki saati gösterip eliyle dalgaların
hareketini taklit ederek ve ağır ağır 'yarın' diye heceleyerek).
İsviçreli halinden memnun görünüyordu, o da saatine bakarak lVLaria'nm günlüğünden, İsviçreli'yle tanıştığı gün: Her şey
(bir İsviçre saati miydi acaba) Maria'ya, saatin kendisi için de kötü bir karar vermek üzere olduğumu gösteriyor, ama hatalar,
uygun olduğunu belli etti. ilerlemenin bir yoludur. Dünya ben-. den ne istiyor? Tehlikeye
atılmayayım mı? Hayata evet deme cesaretini gösteremeden,
Maria doğru dürüst uyuyamadı. Rüyasında, başından geldiğim yere geri mi döneyim?
geçenlerin bir rüya olduğunu gördü. Uyandığında durumun On bir yaşımdayken, oğlanın biri gelip benden ödünç
hiç de öyle olmadığını fark etti: Gösterişsiz odasındaki kalem istediğinde bir hata yaptım zaten; o gün bu gün
sandalyede bir elbise, bir çift güzel ayakkabı duruyordu dür, insanın karşısına bazen ikinci bir fırsatın çıkmadı
sahiden; ufukta da, plajda bir randevu görünüyordu. ğını ve dünyanın sunduğu armağanları kabul etmenin
daha iyi olduğunu biliyorum. Tabii böylesi tehlikeli;
ama, buraya kadar kırk sekiz saat otobüsle yol yapmak
ehlikesiz miydi? Birine ya da bir şeye sadık olmak zo-
rundaysam, öncelikle kendime sadık davranmalıyım.
Gerçek aşkı arıyorsam, karşıma çıkan ortalama aşkları
defterden silmeliyim. Edindiğim azıcık deneyim bana
gösterdi ki, kimse herhangi bir şeyin efendisi değildir,
hepsi sadece bir yanılsamadır; maddi zenginlikler de,
ruhsal zenginlikler de. Çantada keklik sandığını kaybet
miş olan kişi (ki bu başıma sık sık geldi), sonunda hiçbir
şeyin ona ait olmadığını öğrenir. .. ,>!,,
Ve hiçbir şey bana ait değilse, benim olmayanlar için
kaygılanmamın gereği de yok demektir; bugün ömrümün ilk
(ya da son) günüymüş gibi yaşamam daha doğru.
34
aşan denizciler için deniz de bir bilinmezdi. 'Hayır' demek her
zaman mümkündü, iyi ama ömrünün geri kalanını sızlanarak "Sözleşme!" deyip duruyordu İsviçreli. Bu yolculuğu yapmayı
mı geçirecekti? Ondan kalem isteyip ilk aşkıyla birlikte aklına koymuş olan Maria, emprezaryosu Mailson'a akıl
ortadan kaybolan çocuğu düşünmekle hâlâ yaptığı da buydu!... sormak istedi - ona yardımcı olmak için para almamış mıydı?
Neden bu kez 'evet' demeyi de-nemesindi? Ama görünüşe bakılırsa Mailson'un aklı, daha ziyade otele
Son derece basit bir nedenle: O bir taşra kızıydı, iyi bir yeni gelmiş bir Alman turisti ayartmaktaydı; kadın
lisede birkaç sene okumuş olmaktan, televizyon dizileri Brezilya'nın dünyanın en özgürlükçü ülkesi olduğuna inanmış,
hakkındaki engin kültüründen ve çok güvendiği güzelliğinden plajda üstsüz dolaşıyor, ondan başka çıplak göğüslü kimse
başka birikimi yoktu elinde. Bu kadarı, dünyaya meydan olmadığını, insanların ona belli bir rahatsızlıkla baktığını da
okumak için yeterli değildi. anlayamıyordu. Maria, Mailson'a laf anlatana kadar akla karayı
Yanma yaklaşmaktan korkarmış gibi, uzaktan denize seçti.
bakıp gülen bir grup insan gördü. İki gün önce o da aynı "Ya fikir değiştirirsem?" diye ısrar ediyordu Maria.
korkuyu duymuştu, ama geçmişti artık, şimdi sanki burada "Sözleşmede ne yazdığını bilmiyorum, ama belki si-!lzi hapse
doğmuş gibi, her canı çektiğinde suya giriveri-yordu. attırır."
Avrupa'da da böyle olmayacak mıydı? "Beni asla bulamaz ki!"
İçinden sessizce Bakire Meryem'e dua etti ve birkaç "Haklısınız. Öyleyse sıkmayın canınızı."
saniye sonra, yeni adımlar atmaya karar verdiğine memnundu, Bununla birlikte, daha şimdiden açıktan beş yüz do
çünkü üzerinde koruyucu bir güç hissediyordu. Ne zaman olsa lar vermiş, bir çift ayakkabı, bir elbise, iki akşam yeme-
geri dönebilirdi, ama bu kadar uzağa gitme şansı her zaman i ve konsolosluktaki kayıt masrafları için para dökmüş
geçmezdi eline. Tehlikeyi göze almaya değerdi; hayaller, olan İsviçreli kaygılıydı, öyle ki Maria gidip ailesini gör-
klimasız bir otobüsle kırk sekiz saat yol gitmeye baskın şmek için ısrar edince, iki uçak bileti alıp onunla eve ka
çıktığı, İsviçreli de fikir değiştirmediği sürece. dar gitmeye karar verdi - her şeyi kırk sekiz saatte halle
Maria o kadar heyecanlıydı ki, İsviçreli onu tekrar dip tasarladıkları gibi bir sonraki hafta Avrupa'ya uçabil-
yemeğe davet ettiğinde, şehvetli bir ifade takınıp onun elini meleri koşuluyla. Maria yarım yamalak gülümserken,
tuttu. Adam hemen elini geri çekti ve Maria -aynı anda hem bütün bunların imzaladığı belge yüzünden başına geldi
kaygı hem de belli bir rahatlama duyarak-, onun gerçekten ğini, adam ayartmanın, duyguların ve sözleşmelerin şa-
ciddi konuştuğunu anladı. ' aya gelmediğini anlamaya başlamıştı. .,_;;
"Star samba!" diyordu İsviçreli. "Brezilyalı güzel star
samba! Gelecek hafta yol!" Doğduğu kentin sakinleri, memleketlerinin çocuğu,
Buraya kadarı harikaydı; ne var ki 'gelecek hafta yol', üzeller güzeli Maria'nın, yanında onu Avrupa'da büyük
gerçekten de olacak iş değildi. Maria, ailesine danışmadan , ir yıldız yapmak isteyen bir yabancıyla gelmesini şaş-
böyle bir karar alamayacağını anlattı. Bunun üzerine İsviçreli, ınlık ve kıvançla karşıladı. Komşulardan haberi duyma-
an kalmadı; liseden arkadaşları da Maria'ya sordular:
öfkeyle imzalı belgenin bir kopyasını gösterince, ilk kez
"Nasıl oldu bu?"
içinde bir korku uyandı.
"Şansım yaver gitti."
36 Kızlar, Rio de Janeiro'da işler hep böyle mi yürüyor,
37
diye merak ettiler; çünkü televizyon dizilerinde de bu tür lan endamından, kendine namuslu, seni sevebilecek bir oğlan
serüvenler görmüşlerdi. Maria, kendi durumunu kıymete bul ve rica ediyorum sana, evlen. Aşkı çok fazla dü-
bindirmek, kendini sıradışı bir varlık olarak göstermek şünmeyeceksin. Başta ben de babanı sevmezdim, ama para her
niyetiyle, ne evet dedi ne de hayır. şeyi satın alır, hatta gerçek aşkı bile. Gelgelelim, baban zengin
İsviçreli'yle birlikte eve gittiler, adam burada da tekrar de olamadı!"
Brazil'in (z'yle) fotoğraflarını, broşürleri, sözleşmeyi gösterdi; Dost tavsiyesi olarak berbattı, ama ana tavsiyesi olarak
Maria da evdekilere artık bir emprezaryosunun olduğunu, mükemmeldi bu. Kırk sekiz saat sonra, Rio'ya doğru yola
artist olmayı da kafasına koyduğunu anlatıyordu. Annesi, çıkmadan önce, Maria tek başına eski işyerine gidip istifasını
kızların bikinilerini görür görmez fotoğrafları geri verdi ve verdi ve patronunu dinledi.
soru sormayı reddetti. Onun için tek önemli olan, kızının "Duyduğuma göre büyük bir Fransız emprezaryo seni
mutlu ve zengin - ya da mutsuz ve zengin olmasıydı. Paris'e götürmeye karar vermiş. Mutluluğu aramana engel
"Adine?" olamam, ama gitmeden önce bilmeni istediğim bir şey var."
"Roger. Cebinden, ucu madalyonlu bir zincir çıkardı. "Şefaatli Meryem
"Rogerio! Kuzenlerimden birinin de adı Rogerio'y-du!" var bu mucizevi madalyonda. Kilisesi Paris'te. Git oraya ve
İsviçreli yüzünde güller açarak bir alkış tutturunca, herkes seni korumasını dile. Bak ne yazıyor."
onun soruyu anlamadığını fark etti. Babası Ma-ria'ya, "İyi Maria, madalyona kazınmış üç-beş kelimeyi okudu: "Ey
ama, bu adam benim yaşımda!" dedi. lekesiz doğmuş Meryem, Siz'den yardım dileyen bizler için
Karısı ondan, kızının mutluluğuna karışmamasını rica dua ediniz. Amen."
etti. Bütün terziler gibi evlilik ve aşk meşk konularında, "Bu cümleyi günde en az bir kere söylemeyi ihmal
müşterileriyle gevezelik ederek kazandığı engin deneyime etmeyesin. Ve..." Bir an duraksadı, ama artık çok geçti. "...
dayanarak, Maria'ya öğüt verdi: "Canım, yoksul bir adamla Günün birinde geri dönersen, bil ki seni bekleyeceğim. Sana
mutlu olmaktansa zengin bir adamla mutsuz olmak daha çok basit bir şeyi söyleme fırsatını kaçırdım: Seni seviyorum.
iyidir. Gideceğin yerde mutsuz bir zengin olma ihtimalin çok Belki artık çok geç, ama bilmeni istedim."
daha büyük. Hem zaten yürümezse, otobüse atladığın gibi 'Fırsatı kaçırma'nm ne anlama geldiğini, Maria çok •; erken
dönersin eve." Öğrenmişti. Ama 'seni seviyorum', yirmi iki yaşma | gelene dek
Annesinin ya da müstakbel kocasının tahmin ettiğinden defalarca duyduğu bir cümleydi ve artık alabildiğine anlamsız
çok daha zeki bir kız olan Maria, sırf ortalığı kızıştırmak için geliyordu ona. Ardında hiçbir zaman, •kalıcı bir ilişkiye zemin
karşılık verdi: "Anne, Avrupa'yla Brezilya arasında otobüs yaratacak, ciddi, derin bir duygu ;; olmamıştı. Maria patronuna
işlemez. Hem sonra, niyetim artist oL-mak, koca aradığım teşekkür edip hepsini belle-| ğine kazıdı (hayatın bize neler
yok." hazırladığını asla tahmin ; edemeyiz; acil çıkış kapısının yerini
Annesi âdeta umutsuzca baktı ona: "Oraya gidebildiğine bilmek her zaman iyidir). Sonra, adamın alnına tertemiz bir
göre, gayet güzel buraya da dönebilirsin. Artist olmak öpücük kondu-' rup arkasına bakmadan çıkıp gitti.
gençken çok güzel, ama ömrü güzelliğinin ömrü kadar, o da
üç aşağı beş yukarı otuzunda biter. Yani, yarar-
38 39
Rio'ya dönüşte, Maria'nın pasaportunu alması bir gün
bile.sürmedi. ("Brezilya gerçekten çok değişmiş," diye bir
yorumda bulundu Roger üç-beş Portekizce kelime ve bol
işaretle, Maria da bunu kafasında şöyle çevirdi: "Eskiden çok
daha uzun sürerdi bu iş.") Yavaş yavaş, Mailson'un yardımıyla
son hazırlıkları yaptılar (kıyafetler, ayakkabılar, makyaj
malzemesi aldılar; yani onun gibi bir kadının hayal
edebileceği her şeyi). Roger, Avrupa'ya gidecekleri günün İsviçre'ye vardıklarında, Maria yorgunluktan harap
gecesinde bir gece kulübünde onu dans ederken gördü ve haldeydi. Daha havaalanında yüreğine bir korku düştü:
heyecanla, yaptığı seçimden dolayı kendi kendini kutladı - Yanındaki adama her açıdan muhtaç olduğunu keşfetti, kendisi
karşısındaki, bir Gilbert müzikalinden fırlamış büyük bir ne ülkeyi tanıyordu, ne dilini, ne soğuğunu. Saatler ilerledikçe
yıldızdı âdeta. Çakır gözlü buğday tenli güzelin saçları, Roger'nin tavırları da değişiyordu; sevimli görünmek için
graûna1 kanadı gibiydi; Brezilyalı yazarlar kara saçlıları böyle çabalamaktan vazgeçmişti: Bir kez olsun Maria'yı öpmeye ya
tarif ederler. İsviçre konsolosluğunun çalışma belgesi hazırdı. da göğüslerini okşamaya kalkışmadı, ama bakışları şimdi daha
Nihayet valizler de toplandı ve ertesi gün çikolata, saat ve mesafeliydi. Maria'yı küçük bir otele yerleştirip bir başka
peynirler ülkesine doğru yola çıktılar. Maria, içten içe bu Brezilyalı'yla tanıştırdı. Bu hüzünlü kadının adı Vivian'di;
adamı kendine âşık etmeyi planlıyordu. Alıcı gözle Maria'ya yapacağı işi öğretme görevi onundu.
bakıldığında, ne yaşlıydı, ne çirkin, ne de yoksul. Daha ne Vivian, ülkeye daha yeni adım atmış yabancı bir kadın
olsun? olmasına rağmen Maria'ya hiçbir sıcaklık göstermeden, onu
tepeden tırnağa süzmekle yetindi. Sonra, halini hatırını sormak
yerine dosdoğru konuya girdi:
"Hayal kurmayasın. Ne zaman dansçılarından biri evlense
Brezilya'ya gider, anlaşılan sık sık başına geliyor bu. O ne
istediğini bilir, sanırım sen de biliyorsun. Şu üç şeyden birini
bulmaya geldin mutlaka: serüven, para ya da koca."
Nasıl tahmin etmişti? Herkesin derdi aynı mıydı? Yoksa
Vivian başkalarının düşüncelerini mi okuyabiliyordu?
"Burada bütün kızlar, bu üç şeyden birini arar," diye
tekrar söze girdi Vivian ve Maria onun düşünceleri oku-
yabildiğinden emin oldu. "Serüven desen, hava o kadar soğuk
ki insanın içinden parmağını kıpırdatmak gelmez; üstelik
seyahatler yapmak için tek kuruş kalmaz bize.
41
1
Brezilya'da ve komşusu ülkelerde yaygın olarak yaşayan, madeni pırıltılar saçan mo-
rumsu ya da mavimsi tüyleri olan, kapkara gagalı iri bir kuş.
40
Paraya gelince, dönüş biletini çıkartmak için neredeyse bir yıl
çalışmak zorundasın, üstelik yatak ve yemek parası hariç.
"Ama..."
"Biliyorum, başta böyle konuşulmadı. Aslında, sormayı
unutan sensin, bütün herkes gibi. Daha dikkatli olsaydın,
imzaladığın sözleşmeyi okusaydm neye bulaştığını bilirdin,
çünkü İsviçreliler, işlerine gelince hiç konuşmazlar, ama yalan
da söylemezler."
Bastığı toprak, Maria'nm ayaklarının altında sallanmaya IVLaria'mn günlüğünden, İsviçre'deki ikinci haftasında:
başlamıştı. Kulübe gittim, Fas diye bir ülkeden gelmiş bir 'dans
"Neyse, evlenen her kız Roger'nin cebini yakar. Bu hocası'yla tanıştım ve Brezilya'yı rüyasında bile görmemiş bu
yüzden, müşterilerle konuşmamız yasak. Buna niyetlendiğin adamın samba sandığı şeyi adım adım öğrenmek zorunda
anda, başına büyük bela aldın demektir. Rue de Berne'in tam kaldım. Uzun uçak yolculuğunun yorgunluğunu atmaya bile
tersine, insanlar bizim buraya arkadaş bulmaya gelmez." fırsatım olmadı, daha ilk akşamdan gülümseyerek dans
Rue de Berne mi? edeceksin, dediler. Altı kızız, ötekilerden mutlu olan da yok,
"Erkekler buraya kanlarıyla gelir. Ara sıra üç-beş turist burada ne işi olduğunu bilen de. Müşteriler içip alkış tutuyor,
düşse de, onlar da ortamı çok mazbut bulduklarından, kadın öpücükler yolluyor, gizli gizli ayıp hareketler yapıyorlar; ama
bulmaya başka yerlere giderler. Dans etmesini bil; şarkı çizmeyi aşan çıkmıyor.
söylemeyi becerirsen maaşın da artar, öbür kızların Dün maaşımı verdiler, başta kararlaştırdığımızın onda
kıskançlıkları da. Dolayısıyla, Brezilya'nın bül-bülüysen bile, biri sadece, kalanı, sözleşmeye göre biletime ve buradaki
benden sana tavsiye, unut bunu ve şarkı söylemeye kalkışma. masraflarıma sayılıyor. Vivian'ın hesaplarına göre bu bir yıl
"Sağa sola telefon etmeyi aklından bile geçirme. Yoksa, sürermiş, yani bu süre içinde hiçbir yere ka-çamam.
daha kazanmadığın bütün parayı harcarsın, zaten o da üç kuruş Ama kaçmaya değer ini? Daha yeni geldim, henüz ne
bir şey." olduğunu bile anlayamadım. Haftada yedi akşam dans
"Ama bana haftada beş yüz dolar söz verdi!" etmenin nesi kötü? Eskiden keyfine yapardım bunu, şimdi ise
"Görürsün." para ve şöhret için yapıyorum; bacaklarım pek sorun
çıkarmıyor, en zoru gülümsemeyi dudaklardan eksik etmemek.
Seçme sayışım var: Bir kader kurbanı da olabilirim,
hazinesinin peşinde koşan bir serüvenci de. Bütün sorun,
hayatıma nasıl bir gözle bakacağımda.
42 43
M aria, hazinesini arayan bir serüvenci olmayı seçti. olmadığını fark etmesiydi. Şu an yaşadığı kentin iki adının
Duygularını bir kenara bıraktı, gece sabahlara kadar ağ- olduğunu öğrenmek de şaşırttı onu - yerliler için Cenevre,
lamaktan vazgeçti, kim olduğunu unuttu; sanki yeni doğmuş, Brezilyalı kadınlar içinse Genebra.
dolayısıyla özleyecek kimsesi olmayan biri gibi davranmak Televizyonsuz, küçücük odasında geçirdiği bitmek bilmez
istediğini fark etti. Gönlü bekleyebilirdi, şimdi tek derdi para saatlerin sonunda, şu sonuçlara vardı:
kazanmak, İsviçre'yi keşfetmek, kendi ülkesine zaferle a) Düşündüklerini dile dökemediği sürece, amaçlarına
dönmek olmalıydı. kesinlikle ulaşamazdı. Dolayısıyla yerel dili öğrenmek
Öte yandan, çevresindeki her şey genel olarak Brezilya'ya, zorundaydı;
özellikle de kendi yaşadığı yere benziyordu: Kadınlar b) Bütün kızlar aynı şeyin peşinde olduğuna göre, kendini
Portekizce konuşuyor, durmadan erkeklerden yakmıyor, göstermek zorundaydı. Bunu başarabilmek için henüz bir
bağıra çağıra tartışıyor, çalışma saatlerini protesto ediyor, işe çözüm ya da yöntem bulmuş değildi.
geç geliyor, patrona dikleniyor, kendilerini dünya güzeli
sanıyor ve beyaz atlı prens hikâyeleri anlatıyorlardı;
buldukları prensler ise genellikle uzak yerlerde yaşıyorlardı ya
da evliydiler, daha olmadı parasızdılar ve kızların sırtından
geçiniyorlardı. Roger'nin reklam broşürlerini gördüğünde
Maria'nın hayal ettiğinin tersine, ortam tam Vivian'ın tarif
ettiği gibiydi: gayet mazbut. Kızlar ne gelen davetleri kabul
edebiliyor ne de müşterilerle çıkabiliyorlardı; çünkü çalışma
karnelerine 'samba dansçısı' diye yazılmıştı. Üzerine bir
telefon numarası çiziktirilmiş bir kâğıt parçası alırken yaka-
landıklarında bile, on beş gün işten uzaklaştırryorlardı. Daha
fazla hareket ve heyecan bekleyen Maria, yavaş yavaş kendini
hırçınlığın ve. sıkıntının kollarına bıraktı.
İlk on beş gün, kaldığı pansiyondan pek çıkmadı; bunun
en önemli nedeni, her cümleyi ağır ağır telaffuz etmesine
rağmen kentte Brezilyalıların dilinden anlayan
44 45
jVLaria'nm günlüğünden, Cenevre'ye ayak basmasından Jtİemen ertesi gün, sabahları gidebileceği bir Fransızca
dört hafta sonra: kursuna yazıldı. Burada her inançtan ve yaştan insanlarla
Yıllardır buradayım sanki; dil bilmiyorum, günümü tanıştı, cart renkli takım elbiseler giyen, bilekleri altın
radyoda müzik dinleyerek, odamın duvarlarına bakarak bilekliklerden ağırlaşmış erkekler, başı kapalı kadınlar,
geçiriyorum. Brezilya'yı düşünerek sabırsızlıkla iş saatinin yetişkinlerden daha hızlı öğrenen çocuklar; yetişkinler daha
gelmesini, işteyken de çıkma vaktini bekliyorum. Yani, şimdiki deneyimli olduğuna göre tam tersi olması gerekmez miydi?
zamanın yerine gelecek zamanı yaşıyorum. Brezilya'yı tanımayan yoktu, bu da Ma-ria'nın göğsünü
Günün birinde, uzak bir gelecekte, bir dönüş biletim kabartıyordu; karnavalı, sambası, futbolu ve dünyanın en ünlü
olacak. Brezilya'ya dönecek, kumaş mağazasının sahibiyle insanıyla: 'Pelee'. Başlangıçta sevimli görünme hevesiyle
evleneceğim. Hiçbir zaman cesur davranmamış olan, telaffuzlarını düzeltmeye uğraştı (Pele denir ona! Pele!), ama
dolayısıyla hep başkalarında kusur arayan arkadaşlarımın vazgeçti, çünkü ona da Mariyya diyorlardı; neydi bu
kinayeli yorumlarını dinleyebileceğim. Hayır, bu halde yabancılardaki bütün adları değiştirip kendilerini de haklı
dönemem; kendimi uçaktan okyanusa atarım daha iyi. görme manyaklığı!
Uçakların pencereleri açılmadığı için (zaten bu da Öğleden sonra, Fransızca pratik yapmak için bu çifte adlı
beklemediğim bir şeydi; temiz havayı hissedememek ne kötü!), kentte ilk adımlarını attı. Nefis bir çikolata, daha önce hiç
buracıkta öleceğim. Ama ölmeden önce, hayat için savaşmak tatmadığı türden bir peynir yedi. Gölün ortasındaki dev
istiyorum. Tek başıma yürümeyi başarırsam, canımın çektiği fıskiyeyi, doğduğu kentte kimsenin ayağının değ-mediği karı,
yere gidebilirim. kuğuları, tepesi bacalı lokantaları (içlerine girmemişti henüz,
ama pencereden ateşi görüyordu ve bu içine hoş bir rahatlama
veriyordu) keşfetti. Afişlerde sadece saat değil, banka
reklamları da görünce şaşırdı; nüfusu bu kadar düşük bir yerde
neden sürüyle banka olduğunu, içlerinin de neden hiç
kalabalık olmadığını anlayamamıştı ama ama soru sormamaya
karar verdi.
Maria, Brezilya kadını denince hemen akla gelen şehvetli
ve cinselliğe düşkün doğasını üç ay dizginlemeyi başardı; ama
günün birinde uyanıverince, Fransızca kursuna gidip gelen bir
Arap'a âşık oldu. Bu durum üç
46
47
hafta sürdü ve sonra, bir akşam, her şeyi yüzüstü bırakıp aşk yemini etmek, onun dinine dönmek, onunla evlen-,. mekti,
onunla Cenevre yakınlarındaki bir dağa gitmeye karar verdi. başörtüsü takmak zorunda kalsa bile. Burada Arapların çok
Ertesi gün öğleden sonra işe gittiğinde, Roger onu odasına zengin olduğunu bilmeyen yoktu, bu da evlilik için yeterli bir
çağırdı. nedendi.
Daha kapıyı açmasıyla, herhangi bir formaliteye gerek Ama Arap çoktan uzaklaşıp gitmişti; Maria da, içinden dinini
duyulmadan işten atılması bir oldu, sebep de öbür kızlara kötü inkâr etmek zorunda kalmadığı için Bakire ; Meryem'e teşekkür
örnek olmasıydı. Roger gözü dönmüşçesine, bir kez daha etti. Artık Fransızca'yı iyi konuşan, dönüş biletini ödeyecek
hayal kırıklığına uğradığını haykırdı, Brezilyalı kadınlara paraya, samba dansçısı sayılmasını sağlayan bir çalışma
güven olmazmış (Hey Tanrım! Nedir bu insanlardaki her şeyi karnesine ve geçerli bir oturma 'iznine sahip, son çare bir
genelleştirme saplantısı!). Maria, hava değişikliği yüzünden kumaşçıyla evlenebileceğini bilen biriydi Maria ve gayet
ateşinin çıktığını, bu yüzden gelemediğini söylediyse de adam farkında olduğu bir özelliğini kullanarak para kazanmaya karar
ona inanmak istemedi. Yerine birini bulmak için tekrar verdi: güzelliğini. ; Brezilya'dayken okuduğu bir kitapta, bir
Brezilya'ya gitmek zorunda kalacağına sızlandı; ardından, hazinenin i peşinde koşan, bir sürü güçlükle karşılaşan ve tam
keşke Yugoslav dansçılarla müzikli bir iş ayarlasaydım, diye da bu [sayede istediğini elde eden bir çoban vardı; kendi duru-;
ekledi, onlar çok daha güzel ve güvenilir. mu da harfi harfine böyleydi. Şimdi, gerçek yazgısıyla >
Yaşı gençti, ama Maria kesinlikle aptal değildi - hele de buluşmak üzere -modellik ve mankenlik yapmak- işten ;
Arap sevgilisi ona, İsviçre'de çalışmanın çok sıkı kurallara çıkarıldığına adı gibi emindi.
bağlı olduğunu anlattığından beri; işletme maaşının büyük Küçük bir oda kiraladı (televizyonu yoktu, ama para
bölümünü alıkoyduğuna göre, bir tür köle muamelesi kazanmaya başlayana kadar tutumlu olmak zorundaydı) . ve
gördüğünü söyleyerek şikâyetçi olabilirdi. ertesi gün ajansları tek tek dolaşmaya başladı. Her .gittiği
Tekrar Roger'nin odasına döndü ve bu kez düzgün bir yerde, bir profesyonel tarafından çekilmiş fotoğraflar bırakması
Fransızca'yla konuştu, laf arasında da 'avukat' deyiverdi. gerektiğini söylediler. Sonuç olarak bu meslek hayatı için bir
Odadan birkaç hakaret ve beş bin dolar tazminatla çıktı, bu yatırımdı, bütün hayallerin bedeli ağırdır. Parasının büyük
onun asla hayal bile etmediği bir rakamdı ve bütün bunlar şu kısmını müthiş bir fotoğrafçıda harcadı, adamın ağzından laf
sihirli 'avukat' sözcüğü sayesinde olmuştu. Artık gönlünce dirhemle dökülüyor, istek-leriyse bitmek bilmiyordu:
Arap'la görüşebilir, birkaç armağan alabilir, karlı manzaraların Stüdyosunda dev bir elbise dolabı vardı, Maria sade
fotoğrafını çekebilir ve hayallerini süsleyen zaferi kazanmanın kıyafetlerle, çılgınca kıyafetlerle, hatta Rio de Janeiro'daki
gücüyle eve dönebilirdi. biricik tanıdığı goril/çevirmen ve eski-emprezaryo Maüson'un
göğsünü kabartacak bir bikiniyle poz verdi. Fotoğrafların
Maria ilk iş annesinin bir komşusuna telefon edip mutlu fazladan birer kopyasını istedi ve İsviçre'de çok mutlu
olduğunu, önünde parlak bir iş hayatı uzandığını söyledi, evde olduğunu yazdığı bir mektupla beraber ailesine gönderdi.
kimse beni merak etmesin sakın, diye ekledi. Odasını bir süre Maria'nm para-a para demediğini, herkesi kıskançlıktan
sonra terk etmek zorunda olduğundan, şimdi tek yapması çatlatacak kadar giysisinin olduğunu, doğduğu kentin en ünlü
gereken Arap'a koşmak, sonsuz kızı haline geldiğini sanacaktı herkes. İşler Maria'nın düşündü-
48 On Bir Dakika AQIA
ğü gibi yürürse ('pozitif düşünmek' üzerine bir sürü kitap
okumuştu, kafasına koyduğunu yapamayacağı aklının ucundan
bile geçmiyordu), dönüşünde orkestrayla karşılarlardı onu,
hatta bir meydana adının verilmesi için vali bile ikna
edilebilirdi.
Kendine bir cep telefonu alıp iş tekliflerini beklemeye
başladı. Çin lokantalarında karnını doyuruyor (en ucuzu
onlardı çünkü), vakit geçirmek için de deli gibi ders IVLaria'nın günlüğünden; dışarı çıkmak, yaşamak, oş yere
çalışıyordu. telefonun çalmasını beklemek için cesaretinin •' kalmadığı bir
Ama zaman geçmek bilmiyordu bir türlü, telefonun da akşam:
sesi soluğu çıkmıyordu. Maria şaşkınlıkla, göl kenarında Bugün, bir lunaparkın önünden geçtim. Para harcarken
dolaşırken kimsenin yanına yaklaşmadığını fark etti, hep aynı hesaplı davranmak zorunda olduğumdan, seyret-tjtnekle
yerde, eski parkı yeni kente bağlayan bir köprünün altında yetindim. Korku treninin önünden aynlamadım bir türlü:
duran üç-beş uyuşturucu satıcısı hariç. Maria güzelliğinden İnsanlar hevesle geliyor, ama arabalar hareket eder etmez
kuşku duymaya başlamıştı, ta ki günün birinde bir kafede eski korkudan ölecek hale gelip durmak için yalva-rıyorlardı.
çalıştığı yerden bir arkadaşıyla karşılaşana kadar; kız sorunun Neydi istedikleri? Madem serüveni seçmişler, sonuna kadar,
onda değil, İsviçrelilerin başkalarını rahatsız etmeyi gitmeyi göze almaları gerekmez miydi? Yoksa bir yukarı çıkıp
sevmemelerinde olduğunu söyledi. İsviçreli olmayanlarsa bir aşağı inmek yerine, atlıkarıncayla dönüp 'durmanın daha
'cinsel taciz'den tutuklanmaktan korkardı; dünyadaki bütün akıllıca olduğunu mu düşünüyorlardı? t Şu anda, aşkı
kadınlar kendini ucube gibi hissetsin diye uydurulmuş bir düşünemeyecek kadar yalnızım, ama ^kendimi bütün bunların
kavramdı bu. geçeceğine, bana uyan bir iş bulacağıma ve bu kaderi seçtiğim
için burada olduğuma ^inandırmak zorundayım. Benim hayatım
bir korku treni. ■Jiayat ise, sert ve şaşırtıcı bir oyun; paraşütle
atlayıp tehlikeleri göze almak, düşmek ve tekrar kalkmak demek.
[Dağcılıktaki gibi, kendindeki en yüksek noktaya çıkmalıyı
istemek, bunu başaramadığında tatminsizlik ve sıkın-,-: ti
duymak.
Ailemden, bütün heyecanlarımı ve duygularımı ifa-ide
edebildiğim dilden uzakta olmak kolay değil. Ne var [, ki,
bugünden itibaren, ne zaman çöksem, o lunaparkı ha-
tırlayacağım. Uykuya dalmış olsam ve ansızın bir korku
treninde gözlerimi açsam, ne hissederdim acaba?
Ne olacak, önce tutsak olduğumu hissederdim, iniş
50 51
çıkışlardan korkar, kusmak ve oradan inmek isterdim. Ama,
rayların kadenm olduğuna, makineyi Tann'nın yönettiğine
emin olunca, kâbus heyecana dönüşürdü. Korku trenleri,
kendileri olmaktan çıkar, bir sonu olan, tehlikesiz ve güvenilir
bir eğlenceye benzerdi. Bununla birlikte, yolculuk boyunca
çevremdeki manzaraya bakıp heyecanla haykırırdım.
52
Kadın ona Küçük Prens'i getirdi. Maria hemen o akşam landı. Maria karşısında zarif, oldukça çekici ve kendi Arap
kitabı karıştırmaya başladı. İlk sayfalarda, bir şapkayı temsil arkadaşından daha olgun birini buldu. Adam sordu: "Bu
eden resimleri gördü, yazara bakılırsa, çocuklar bunun, fil tablonun kimin elinden çıktığını biliyor musunuz? Juan
yutmuş bir yılan olduğunu düşünürmüş. 'Ben hiç çocuk Mirö'nun. Peki, Juan Mirö'nun kim olduğunu biliyor
olmamışım,' diye geçirdi aklından Maria. 'Bana göre bu daha musunuz?"
çok şapkaya benziyor.' Televizyonu olmadığından, sıkıntıdan Maria bütün dikkatini Çin lokantalarındakine hiç benzemeyen
Küçük Prens'e gezilerinde eşlik etti, hem de 'aşk' konusu her yemeğe vermiş gibi, hiç sesini çıkarmıyor-I du. Ama kafasına
geçtiğinde hüzünlenmesine rağmen; intihara kalkışmaktan birtakım notlar yazıyordu: Kütüphane-' ye bir daha gittiğinde,
korkarak bunu düşünmeyi yasaklamıştı kendine. Bir prens, bir Juan Miro hakkında bilgi edinmeliydi. (' Arap ısrarcıydı:
tilki ve bir gül arasındaki romantik ve acılı sahneler dışında, "Şuradaki masa, Federico Fellini'nin en sevdiği yerdi. Fellini
roman son derece sürükleyiciydi. Hem Maria da beş dakikada filmlerini sever misiniz?"
bir cep telefonunun şarjının dolu olup olmadığını kontrol Maria, "Bayılırım," diye yanıtladı onu. Ancak Arap >
etmiyordu bu sayede (muhteşem bir fırsatı bir ihmalkârlık ayrıntılara girmeye kalkışınca, kültür sınavını geçeme-f yeceğini
yüzünden elinden kaçırmaktan korkuyordu aslında). anlayarak dobra dobra konuşmaya karar verdi: ', "Hile
yapmayayım. Bütün bildiğim, Coca-Cola'yla Pepsi ' arasındaki
Maria kütüphaneye gidip gelmeye, tıpkı onun gibi çok fark. Defileden konuşsak olmaz mı?" I Genç kızın dürüstlüğü,
yalnız birine benzeyen kütüphaneciyle gevezelik etmeye, Arap'ta iyi bir izlenim uyan-I dırmış gibiydi. İ. "Yemeğin
hayattan ve yazarlardan konuşmaya, ondan önerilerde üstüne bir içki içerken konuşuruz."
bulunmasını istemeye başladı; ta ki kenardaki parası eriyip Bir sessizlik oldu. O sırada ikisi bakışıyor, biri ötekinin
bitene kadar. İki hafta daha dayanabilirdi, ondan sonra dönüş düşündüklerini kestirmeye çalışıyordu.
biletine bile yetmezdi elinde kalan. "Çok güzelsiniz," diye tekrar söze girdi Arap. "Benimle
Ve hayat ustalığını göstermek için hep en nazik anları otelde bir içki içmeyi kabul ederseniz, size bin frank veririm."
beklediğinden, sonunda telefon çalıverdi. Maria'nın zihni bir anda aydınlandı. Bu manken i ajansının
marifeti miydi acaba? Yoksa kendi suçu muy-\ du; akşam
'Avukat' sözcüğünü keşfetmesinden üç ay, bu sayede yemeği konusunda daha fazla sorup soruştur-t ması mı
aldığı tazminatla yaşamaya başlamasından iki ay sonra, bir gerekirdi? Hayır, ne ajansta, ne kendinde, ne de Arap'ta bir hata
manken ajansından, Bayan Maria'nm hâlâ bu numarada olup vardı: İşler böyle yürüyordu. Birden ser-tâo'yu, Brezilya'yı,
olmadığını sordular. Cevap soğuk bir 'evet' oldu, kaygısını annesinin kollarını özledi. Plajda üç yüz dolardan bahseden
kesinlikle belli etmemek için uzun uzun prova ettiği şekilde. Maîlson'u hatırladı; o zaman ra-' kam çok cömertçe gelmişti
Böylece, ülkesinde moda dünyasında büyük söz sahibi olan bir kulağına, bir erkekle bir gece geçirmenin karşılığında
Arap'm fotoğraflarını çok beğendiğini ve onu bir defileye umabileceğinin çok üstündeydi. Ne var ki, şu anda, dünya
davet ettiğini öğrendi. Maria kısa süre önce bir başka Arap'la yüzünde konuşabileceği kimsenin, kesinlikle hiç kimsenin
yaşadığı hayal kırıklığını hatırladı, ama sonra, umutsuzca olmadığını hissediyordu;
ihtiyaç duyduğu parayı düşündü. Çok şık bir restoranda
buluşma ayar-
55
5'4
oldukça iyi yaşanmış, ama en iyi yanıtı seçmekte ona hiçbir Aşk, bir insanın bütün hayatını göz açıp kapayana kadar
yardımı dokunmayan yirmi yıllık bir ömrün üstüne yabancı bir kökünden değiştirebilirdi kuşkusuz. Ama -ki bu da
kentte yapayalnızdı. madalyonun öbür yüzüydü-, insanoğlunu tasarılarında hiç yeri
"Bana biraz daha şarap verir misiniz lütfen?" olmayan yönlere saptırabilecek bir duygu daha vardı:
Arap ona şarap doldurdu, o sırada Maria'nın düşünceleri, umutsuzluk. Evet, aşk belki kişiyi dönüştürebilir; ne var ki
gezegenler arasında gezinen Küçük Prens'ten daha hızlı umutsuzluk bunu çok daha hızlı başarır. Maria koşarak
hareket ediyordu. Serüven, para ve belki de bir koca bulmaya kaçmalı, Brezilya'ya dönmeli, Fransızca öğretmeni olmalı, eski
gelmişti; sonunda böyle teklifler alacağını bilmiyor değildi, patronuyla evlenmeli miydi? Yoksa kimseyi tanımadığı,
masum sayılmazdı ve erkeklerin davranışlarına çoktan kimsenin de onu tanımadığı bir kentte, bir geceliğine, biraz
alışmıştı. Manken ajansları, başarı, zengin bir koca, bir aile, daha ileri gitmeli miydi? Tek bir gece ve kazanması bu kadar
çocuklar, torunlar, kıyafetler, doğduğu ülkeye şaşaalı bir kolay bir para, onu daha da uzağa, dönüşsüz bir noktaya iter
dönüş; içten içe hâlâ bütün bunlara inanıyordu. Sadece aklı, miydi? Şu dakikada yaşanan neydi: Umulmadık bir fırsat mı,
çekiciliği, iradesinin gücü sayesinde bütün zorlukların yoksa Bakire Meryem'in bir sınavı mı?
üstesinden geleceğini hayal ediyordu. Arap'm bakışları kâh Juan Miro'nun tablosunda, kâh
Gerçeklik üzerine çökmüştü işte. Arap'ı büyük bir Fellini'nin yemek yediği masada, kâh vestiyerde görevli genç
şaşkınlığa boğarak, ağlamaya başladı. Bir taraftan gürültü kızda ya da girip çıkan müşterilerde geziniyordu.
kopmasından korkan, bir taraftan da içinde son derece erkeksi "Bunu bilmiyor muydunuz?"
bir koruma içgüdüsü uyanan adam, ne yapacağını "Biraz daha şarap lütfen." Gözyaşları içindeki Maria'nın
bilemiyordu. Garsona hemen hesabı getirmesi için işaret etti, tek yanıtı bu oldu.
ama Maria onu durdurdu: "Bunu yapmayın. Az daha şarap Garsonun masaya yaklaşıp olup bitenleri anlamaması için
koyun bana, sonra bırakın biraz ağlayayım." içinden dua ediyordu. Göz ucuyla sahneyi izleyen garson da,
Ve Maria'nın aklı ondan kalem isteyen çocuğa, kapalı yanında bir çocukla oturan şu müşterinin hesabı çabuk
dudaklarını öpen delikanlıya, Rio de Janeiro'yu keşfetmenin istemesi için dua ediyordu, çünkü lokanta doluydu ve
verdiği coşkuya, karşılığında hiçbir şey vermeksizin ondan bekleyen çok müşteri vardı.
yararlanan erkeklere, yol boyunca kaybettiği tutkulara ve Maria, adama hiç bitmeyecek gibi gelen bir sürenin
aşklara gitti. Görünüşte özgür olmasına karşın, Maria'nın sonunda, nihayet konuştu: "Bir kadeh içki için bin frank mı
hayatı, bir mucize, gerçek bir aşk, sonu filmlerde hep demiştiniz?" Sesinin tonuna kendi bile şaşırmıştı.
gördüğü, kitaplarda hep okuduğu gibi romantik bitecek bir "Evet," diye karşılık verdi Arap, teklifte bulunduğuna
serüven beklemekle geçen, bitip tükenmez bir saatler çoktan pişman olmuştu. "Ama hiçbir şekilde istemem ki..."
dizişiydi. Yazarın biri ne zamanın ne de bilgeliğin insanı "Ödeyin hesabı. Gidip sizin otelde şu içkiyi içelim
dönüştürmediğini yazmıştı, bir varlığı değişmeye itebilecek bakalım."
tek şey, aşkmış. Ne büyük bir aptallık! O yazar madalyonun Kendini tanıyamıyordu Maria. O âna dek iyi yetiştirilmiş,
sadece bir yüzünü biliyormuş. neşeli bir genç kızdı ve bir yabancıyla asla bu ses tonuyla
konuşmazdı. Besbelli ölmüştü o kız: Önüne
56 57
bambaşka bir hayat serilmişti; kadehlerin bin frank ya da
dünya çapında daha geçerli bir paraya dökersek, yaklaşık altı
yüz dolar ettiği bir hayat.
Her şey harfiyen kararlaştırıldığı gibi oldu: Maria Arap'la
birlikte otele gitti, şampanya içti, âdeta kendi kaybedecek
kadar sarhoş oldu, bacaklarını açtı, adamın orgazm olmasını
bekledi (orgazm taklidi yapmaksa, aklına bile gelmedi),
mermer kaplı banyoda yıkandı, parayı aldı; eve taksiyle
dönme lüksünü de kendinden esirgemedi. IVLaria'mn günlüğünden, ertesi gün:
Yatağına kendini attığı gibi, rüyasız bir uykuya daldı. Her şeyi hatırlıyorum, o kararı verdiğim an hariç.
Tuhaftır, hiç suçluluk duymuyorum. Eskiden, para için yatan
kızları, hayatın başka seçenek bırakmadığı insanlar olarak
görürdüm. Şimdi, bunun doğru olmadığını fark ediyorum. Evet
ya da hayır diyebilirdim, beni herhangi birini kabul etmeye
zorlayan yoktu.
Sokaklarda yürüyor, gelip geçenlere bakıyorum; onlar
kendi hayatlarını seçebildiler mi acaba? Yoksa, tıpkı benim
gibi, kader tarafından 'seçildiler' mi; manken olmayı hayal
eden ev kadınları, müziğe yatkın banka memurları, kendini
edebiyata vermek isteyen dişçiler, televizyonda çalışmak için
ölüp biten, ama topu topu süper-markette kasiyerlik işi
bulabilen genç kızlar?
Kendime zerre kadar acıdığım yok. Lokantadan boş bir
cüzdanla, ama onurumu korumuş olarak çıkabilirdim; demek
ki bir kurban değilim ben. O adama bir ahlak dersi verebilir
ya da karşısında oturanın, satın alın-maktansa kalbi
kazanılmaya layık bir prenses olduğunu göstermeye
çalışabilirdim. Yapabileceğim çok şey vardı, ama, çoğu insan
gibi ben de izlenecek yolu kaderin çizmesine izin verdim.
Başkalarına bakıldığında, adaletsiz, sıra dışı bir kader
sayılabilir benimki elbette. Ama, mutluluk arayışında hepimiz
eşitiz, memur/müzisyen, dişçi/yazar, kasiyer/ oyuncu, ev
kadını/manken: Aramızda mutlu olan yok.
58 59
sessizliğe gömmüş, bilgiçlik taslayan biri; ve derken şu Arap
beni o kadar ürküttü ki, cesaretimi toplayıp bütün bildiğimin
Coca-Cola'yla Pepsi arasındaki fark olduğunu söyleyiverdim.
Hakkımdaki görüşü değişti mi peki? Kesinlikle hayır! Hatta,
doğallığımı olağanüstü bulmuş olmalı. Ne zaman olduğumdan
daha kurnaz görünmeye çalıştıysam, kaybettim. Artık yeter."
Manken ajansından gelen telefonu hatırladı. Oradakiler
Arap'ın ne istediğini biliyorlar mıydı acaba? Eğer öyleyse
Hepsi bu muydu yani? Bu kadar kolay mıydı? Ma-ria, Maria gene işi saflığa vurmuş gibi olmuştu. Yoksa onlar da
kimseyi tanımadığı yabancı bir kentteydi. Daha düne kadar gerçekten, adamın Maria'ya Arabistan'da defile teklif
işkence gibi gelen şey, bugün ona uçsuz bucaksız bir özgürlük edeceğini mi düşünmüşlerdi?
duygusu veriyordu: Hiç kimseye hesap vermek zorunda Her ne olursa olsun, Maria, bu kül rengi Cenevre sa-
değildi. bahında kendini eskisi kadar yalnız hissetmiyordu. Hava
Yıllardan beri ilk kez, bütün gününü kendini düşünmeye sıcaklığı sıfıra yakındı, tramvaylar tam vaktinde geliyor,
ayırmaya karar verdi. O âna dek, hep başkalarının yüzünden mücevherler vitrinlere yerleştiriliyor, bankalar açılıyor,
kaygılanmıştı: Annesinin, okul arkadaşlarının, babasının, dilenciler uyuyor, İsviçreliler işe gidiyorlardı. Artık eskisi
manken ajansında çalışanların, Fransızca öğretmeninin, kadar yalnız değildi, çünkü yanı başında, gelip geçenlerin
lokantadaki garsonun, kütüphanecinin, sokaktaki yabancıların kesinlikle göremediği bir kadın vardı. Maria varlığını fark
ne düşüneceğinden korkmuştu. Aslında, kimsenin onun gibi etmemişti o âna dek, ama kadın oradaydı.
zavallı bir yabancıya kafa yorduğu yoktu; ve yarın ölüp gitse Maria ona gülümsedi: Kadın İsa'nın annesi Bakire
yokluğunu kimse, hatta polis bile fark etmezdi. Meryem'e benziyordu. Maria'nm gülümsemesine karşılık
Bu kadarı yeter. Sabah erkenden çıkıp her zamanki verdi, ona dikkatli olmasını söyledi yumuşak bir dille, çünkü
yerinde kahvaltı yaptı. Gölün çevresinde gezinirken, gösteri işler zannettiği kadar basit değildi. Maria bu öğüde kulak
yapan göçmenlere rastladı. Yanında küçük bir köpekle asmadan, ben seçimlerinin sorumluluğunu taşıyan bir
dolaşan bir kadın, ona bunların Kürtler olduğunu söyledi. yetişkinim, diye karşılık verdi; bütün dünyanın bana karşı
Maria gene olduğundan daha kültürlü ve akıllı görünmeye komplo kurduğuna inanamam. Kendisiyle bir gece geçirmek
çabalamadan sordu: "Kürtler nereden gelir?" için, bacaklarının arasında yarım saat kalmak için bin İsviçre
Kadının verecek yanıtının olmaması onu şaşırttı. Dünya Frangı ödemeye hazır insanların var olduğunu öğrenmişti ve
böyledir: İnsanlar bilmedikleri yokmuş gibi konuşur; oysa karar vermesi gereken sadece, şu birkaç gün içinde bin frankla
onlara soru sormaya cesaret ettiğinizde gayet bilgisiz bir uçak bileti alıp evine mi döneceği, yoksa Cenevre'de biraz
olduklarını görürsünüz. Maria bir internet kafeye girdi; daha mı kalacağıydı. Ailesine bir ev, kendisi için güzel
internette, Kürtlerin Ortadoğu'da yaşadığı yazıyordu. Maria, kıyafetler ve dünyada günün birinde gitmeyi hayal ettiği
köpekli kadını bulmak için geldiği yere geri döndüyse de, yerlere bilet alacak kadarını kazanıncaya dek.
kadın gitmişti bile. Görünmez kadm, ısrarla, işlerin bu kadar basit olma-
"İşte buyum ben. Daha doğrusu buydum: kendini
60 .61
dığmı tekrarladı, ama Maria, bu beklenmedik arkadaşa Kendisi pürdikkat plana bakarken sessizliğini koruyan
sevinmesine karşın, ondan kafasını meşgul etmemesini rica görünmez arkadaşı, şimdi bir tartışma açmaya çalı-, şıyordu; bir
etti: Önemli kararlar alması gerekiyordu. ahlak sorunu yoktu ortada, ama Maria çıkış-sız bir yola
Brezilya'ya dönme olanağını daha büyük bir dikkatle girebilirdi. Maria buna karşılık olarak, cebinde İsviçre'den
evirip çevirmeye koyuldu. Oldukları yerden bir adım öteye ayrılacak kadar parası olduğu sürece, her türlü durumdan
geçemeyen lise arkadaşları, uluslararası çapta bir yıldız kendini kurtarabileceğini söyledi. Hem ayrıca, karşısına çıkan
olmaya yeteneği elvermediği için işten çıkarıldığını insanlardan hiçbiri, sevdiği işi yapmayı seçmemişti. Gerçek
anlatacaklardı yemeyip içmeyip. Annesi vaat edilen paralar buydu işte.
eline geçmediği için üzülecekti; Maria paraların postada "Gözyaşlarıyla yıkanan bir vadideyiz," dedi görün-; mez
çalındığını iddia etse bile. Babası ömrünün sonuna kadar, 'ben arkadaşına. "Bir sürü hayal kurabiliriz, hayat serttir, !
biliyordum' ifadesiyle bakacaktı yüzüne; Maria patronuyla amansızdır, üzücüdür. Ne demek istiyorsunuz; beni hapse mi
evlenip kumaş mağazasında tekrar çalışmaya başlayacaktı... atarlar? Kimsenin ruhu bile duymaz, üstelik bu sadece bir
uçaklara bindikten, İsviçre'de peynir yedikten, Fransızca mevsim sürecek."
öğrendikten ve karlarda yürüdükten sonra. Kadın, şefkatle ama hüzünle gülümseyerek, gözden
Terazinin öbür kefesinde ise, bin franklık kadehler vardı. kayboldu.
Belki uzun sürmezdi bu, güzellik rüzgâr gibi gelip geçer
çünkü. Ama bir yıl içinde, bu kez kendi kurallarıyla Maria lunaparka kadar yürüdü, korku trenine bilet aldı.
oynayabileceği kadar para kazanmış olurdu. Elle tutulur tek Herkes gibi çığlıklar atarken, bunun sadece bir eğlence
sorun, ne yapacağını da, nereden başlayacağını da olduğunun, dolayısıyla hiçbir tehlike taşımadığının sonuna
bilmemesiydi. Derken, samba dansçısı olarak çalışırken, kızın kadar farkındaydı. Midesine ne girdiğini bilmeden bir Japon
birinin Rue de Berne diye bir yerden bahsettiği geldi aklına. lokantasında öğlen yemeği yedi, sadece çok pahalı bir yer
Maria, Cenevre'de adım başı rastlanan panolardan birini olduğunu biliyordu; bundan böyle kendinden hiçbir lüksü
incelemeye koştu; bunların bir yüzünde reklamlar, öbür sakmmayacaktı. İçinde bir sevinç vardı, artık telefonun
yüzünde kent planı olurdu. çalmasını beklemek ya da harcadığı kuruşları saymak zorunda
Yoldan geçen birine, Rue de Berne'i sordu. Adam değildi.
kuşkuya kapılarak, gerçekten o sokağı mı, yoksa İsviçre'nin Gün biterken ajansı arayıp buluşmanın çok iyi geçtiğini
başkenti Bern'i mi sorduğunu öğrenmek istedi. "Hayır," diye söyledi ve telefonu teşekkürler ederek kapadı. Ciddi ciddi iş
karşılık verdi Maria, "Cenevre'deki Rue de Berne'i arıyorum." yapan insanlarsa, ona defileyi sorarlardı. Erkeklere kadın
Adam onu tepeden tırnağa süzdü ve sonra, insanı herkesin bulmakla uğraşıyorlarsa, onun için yeni buluşmalar
önünde maskaraya çeviren bir kamera şakasına konu ayarlarlardı.
olduğundan emin, tek kelime etmeden uzaklaştı. Maria on beş Maria her ne olursa olsun, imkânı olsa bile, televizyon
dakika planın başından ayrılmadı; kent fazla büyük sayılmazdı satın almamaya karar verdi: Düşünmeliydi, bütün ivaktini
ve sonunda Rue de Berne'i saklandığı yerden bulup çıkardı. düşünmek için kullanmalıydı.
62 63
JVLaria'nin günlüğünden, o akşam (kenarda şöyle bir not: xLrtesi gün, mankenlik ajansından biri onu arayıp
"Tam ikna olmuş değilim."): fotoğrafları ve defilenin tarihini sordu, çünkü her iş bağ-
Bir erkeğin, kendisine eşlik eden bir kadına hangi amaçla lantısında onlar da komisyon alıyorlardı. Maria, Arap'ın
para ödediğini anladım: mutlu olmak istediği onlarla bağlantı kuracağını söyledi. Telefon konuşmasından,
için. ajanstakilerin durumdan haberleri olmadığım çıkarmıştı
Bin frangı sadece orgazma ulaşmak için vermez erkek. hemen.
Mutlu olmak ister. Ben de bunu istiyorum, herkes istiyor ve Kütüphaneye gidip seks hakkında kitaplar istedi. Hiçbir
kimse başaramıyor. Bir süre şey... bu sözcüğü düşünmek de bilgisinin olmadığı bir alanda ciddi ciddi çalışmayı
zor yazmak da... aman canım... bir süre fahişelik yapsam, ne tasarladığına göre -sadece bir yıl, diye söz vermişti kendi
kaybederim? kendine-, ilk öğrenmesi gereken nasıl hareket edeceği, nasıl
Namus. Onur. Kendime saygı. İyice düşünüldüğünde, zevk vereceği ve karşılığında nasıl para alacağıydı.
şimdiye kadar bu üç şeyden herhangi birine sahip olmuş Kütüphaneci, onu büyük bir hayal kırıklığına uğratarak,
değilim. Doğmayı talep etmedim, kendimi sevdirmeyi ellerinde sadece üç-beş tane teknik kitap bulunduğunu, çünkü
beceremedim, hep kötü kararlar aldım ve şimdi, hayatın burasının halka açık bir kurum olduğunu söyledi. Maria
benim yerime karara varmasına izin veriyorum. bunlardan birini alıp özetini okudu ve hemen geri verdi: İçinde
ereksiyondan, birleşmeden, iktidarsızlıktan, gebelik önleyici
yöntemlerden, insana keyif vermeyen bir dille akla gelebilecek
her konudan söz ediliyordu. Maria sonunda, Kadın Soğukluğu
Üzerine Psikolojik Değerlendirmeler'i almayı bile düşündü,
çünkü kendisi, bir erkekle yatmaktan ve onu içinde
hissetmekten çok keyif almasına rağmen, yalnızca
mastürbasyonla orgazma ulaşabiliyordu.
Ne var ki, o an keyif değil, iş peşindeydi. Kütüphaneciyle
vedalaşıp çıktı, bir dükkâna girdi ve ufukta görünen mesleğiyle
ilgili ilk yatırımını yaptı - kendince iç gı-cıklayıcı kıyafetler
satın aldı. Ardından, harita üzerinde tespit ettiği yere gitti. Bir
kilisenin hemen yanından baş-
a Bir Dakika 65/5
64
f
layan Rue de Berne'in (tesadüfün böylesi, bir gün önce yemek Kızlar gelince, patron içlerinden Brezilyalıları seçip yeni
yediği Japon lokantasına da çok yakındı!) iki yanında, ucuz gelenle konuşmalarını buyurdu. Hiçbiri söylediğini yapmaya
saatlerle dolu vitrinler uzanıyordu; öbür uçta gece kulüpleri gönüllü görünmüyordu, Maria da bundan reka-| betten
vardı, günün bu saatinde hepsi kapalıydı. Maria dönüp gölün korktukları sonucunu çıkardı. Kulüpte müzik başladı, birkaç
çevresinde biraz dolaştı, -en ufak bir rahatsızlık duymadan- Brezilya şarkısı yankılandı (doğaldı bu, .mekânın adı
beş porno dergi satın alıp geceyi bekledi ve sonra tekrar Rue Copacabana'ydi). Ardından Asyalılara benzeyen kızlarla
de Berne'e yöneldi. Rasgele, Brezilyalı adıyla onda hatıralar Cenevre civarındaki karlı ve romantik dağlardan inmiş izlenimi
uyandıran bir bar seçti: Copacabana. uyandıran daha başkaları içeri girdi. Maria susuzluktan içi
Daha hiçbir karar vermedim, dedi kendi kendine. Bu yanarak iki saat ya da buna îyakın süre bekledi, birkaç sigara
sadece bir testti. İsviçre'ye geldiğinden beri, kendini hiç bu içti. Kötü bir seçim yap-'tığı duygusu giderek berraklaşıyor, 'Ne
kadar iyi ve özgür hissetmemişti. işim var burada?' sorusu bir nakarat gibi ikide bir aklına
geliyordu. Hem patronun hem de kızların ona olan ilgisizliğine
"İş arıyorsun demek," dedi tezgâhın arkasında bardak giderek 'öfkelenirken, sonunda Brezilyalı kızlardan birinin yanı-
yıkayan patron, sesine bir soru tonu bile katmamıştı. Mekânda na geldiğini gördü: "Neden burayı seçtin?" v Maria gene
bir dizi masa, köşede dans pistine benzeyen bir yer ve kitap bahanesini ileri sürebilirdi ya da |Juan Mirö konusunda
duvarlara yaslanmış birkaç divan vardı. "Kolay değil. Yasalara yaptığı gibi gerçeği söyleyebilirdi. I 'Adı için. Nereden
uyarız biz. Burada çalışmak için, en azından çalışma karnenin başlayacağımı bilemiyorum, ayrı-|ca başlamayı isteyip
olması lazım." istemediğimi de bilmiyorum." ].- Bu dolaysız ve dürüst
Maria karnesini gösterdi. Adam şimdi biraz keyiflenmiş açıklamaya şaşıran kız bir yu-Idum viski içti, besbelli çalan
Brezilya şarkısına kulak îvermişti. Ardından sıla hasreti üzerine
gibiydi.
birkaç laf etti, bu 'akşam kulübün pek hareketli olmayacağını
"Deneyimin var mı?"
söyledi, çün-|kü Cenevre yakınlarında yapılması planlanan
Maria ne diyeceğini bilemiyordu: Evet dese, adam uluslararası bir kongre iptal edilmişti. Sonunda, Maria'mn
daha önce nerede çalıştığım soracaktı. Hayır dese, onu gitmece niyetli olmadığını anlayınca, "Çok basit," dedi. "Üç -
geri çevirebilirdi. ''.'--J.:.- kurala uymak zorundasın. Bir: Müşterilere âşık olma. îki:
"Bir kitap yazıyorum." Vaatlere inanma ve paranı hep peşin al. Üç: Uyuştu-Llcudan
Sanki bir ses yardımına koşmuş gibi, bu fikir boşluktan uzak dur." Bir an durdu. "Ve hemen başla. Bu ~kşam, bir adam
fırlayıp gelmişti. Maria adamın, yalan olduğunu bile bile, ayarlamayı beceremeden evine döner-en, bir kere daha
inanmış gibi yaptığını anladı. düşünürsün ve geri dönecek cesareti bulamazsın."
"Herhangi bir karar almadan önce, kızlara sor soruştur Maria, geçici bir süre çalışırsın, türünden basit bir
biraz. En az altı Brezilyalı var burada, senin nelerin açıklamaya kendini hazırlamıştı; o an, insanı düşüncesizce
beklediğini öğrenmiş olursun." karar almaya iten o duygunun kendisini köşeye sıkıştırdığını
Maria kimsenin öğüdüne ihtiyacı olmadığını, henüz hiçbir anladı - umutsuzluktu bu.
karar almadığını söylemek istedi, ama adam barın öbür ucuna
geçip bir bardak su bile vermeden onu yapayalnız bırakmıştı
bile.
66 67
1
"İyi öyleyse. Bugün başlıyorum." skandala yol açmamalıydılar; Milan evli barklı, çocuk sahibi
Bir gece önce başladığını itiraf etmedi. Kız, barın bir aile babasıydı, hem kendi adının, hem de Copa-
patronuna gitti. cabana'nınkinin üzerine titrerdi.
"Güzel iç çamaşırın var mı?" diye sordu adam Ma-ria'ya. Töreni anlatmayı sürdürdü: Dans ettikten sonra yerlerine
O güne dek kimse ona bu soruyu sormamıştı. Ne dönüp otururlardı ve müşteri ansızın aklına gelmiş gibi, onu
sevgilileri, ne Arap, ne kız arkadaşları, hele bir yabancı, asla. birlikte bir otele gitmeye davet ederdi. Normal tarife üç yüz
Ama bu mekânda hayat böyleydi: dobra dobra. elli franktı, bunun da elli frangı masa kirası olarak Milan'a
"Açık mavi külotum var. Sutyenim de yok," diye ekledi, düşerdi (ileride adli karışıklıklar çıkmasını ve kâr amacıyla
kışkırtmak için. seks sömürüsü yapmakla suçlanmayı engellemek üzere
Bütün kazancı, azar yemek oldu. düşünülmüş bir hileydi bu).
"Yarın siyah külot ve çorap giy, sutyen tak. Mümkün Maria tartışma açmaya çalıştı: "Ama ben bin frank
olduğu kadar fazla çamaşır çıkarmak, törenin bir parçası." kazandım..."
Karşısındakinin aceminin teki olduğuna artık emin olan Patron ona uzaklaşması için işaret etti. Konuşmayı izleyen
Milan, hiç vakit kaybetmeden törenin kalanını öğretti ona: Brezilyalı hemen araya girdi: "Şaka yapıyor."
Copacabana hoş bir yer olmalıydı, bir kerhane değil. Erkekler Ardından Maria'ya dönüp mükemmel bir Portekizce'yle,
bu kulübe girerken, yalnız bir kadınla karşılaşacaklarına yüksek sesle konuştu: "Burası Cenevre'nin (burada kentin adı
inanmak isterlerdi. İçlerinden biri, yolu kesilmeden masasına Genebra değil, Cenevre'ydi) en pahalı yeridir. Bir daha asla
yaklaşacak olursa (en önemlisi, bazı kızlar için 'özel müşteri' bunu söyleme. O piyasayı tanır ve kimsenin bin franga
diye bir kavram vardı), kuşkusuz şu sözlerle onu davet ederdi: yatmadığını bilir, yalnızca -şansın ve yeteneğin varsa- 'özel
"Bir şeyler içmek ister misiniz?" müşteriler' hariç."
İşte Maria buna evet ya da hayır diye karşılık verebilirdi. Maria'nın ileride Yugoslav olduğunu ve yirmi yıldır
Bir gecede birden fazla kişiye hayır demesinin salık İsviçre'de yaşadığını öğreneceği Milan'ın bakışları, hiç
verilmemesine rağmen, kiminle birlikte olacağına karar bir kuşkuya yer bırakmıyordu: -.::. W,w '.;•....,■(
vermekte özgürdü. Cevabı olumluysa, bir meyve kokteyli "Tarife, üç yüz elli franktır." ;.
isteyecekti, tesadüfe bakın ki listedeki en pahalı içkiydi bu. "Evet, tarife bu," diye tekrarladı Maria uysalca. .............><■
Alkol almak ya da müşterinin onun için seçim yapmasına izin Önce iç çamaşırlarının rengini soruyor, ardından bedenine
vermek söz konusu bile olamazdı. Ardından, dans teklifini fiyat biçiyordu.
kabul edebilirdi. Müşterilerin çoğunun ayağı buraya alışıktı ve Ama Maria'nın düşünecek vakti yoktu, adam talimatlarına
Milan'm karışmadığı 'özel müşteriler' dışında, hepsi gayet devam etmekteydi: Eve ya da beş yıldızın altındaki otellere
tehlikesizdi. Polis ve Sağlık Bakanlığı, kızların bulaşıcı cinsel gitmeyi kabul etmemeliydi. Müşteri onu nereye götüreceğini
hastalık taşımadığından emin olmak için, her ay kan tahlili bilemiyorsa, birkaç blok ötedeki oteli seçmeliydi, ama daima
isterdi. Gerçi kıstasa uyulup uyulmadığını denetlemenin hiçbir taksiyle; yoksa Rue de Berne'-deki başka işletmelerdeki
yolu yoktu ama, prezervatif kullanmak da zorunluydu. Kızlar kadınlar yüzüne alışırlardı. Maria bunun tek kelimesine
asla inanmadı, tam tersine, Milan'ın, başka bir kulüpte daha iyi
koşullarla iş teklifi almasından korktuğunu düşündü. Ama
düşündüklerini
68 69
duyuyordu; eli böğründe bekleyeceğine savaşıyor, mücadele
kendine sakladı, tarife konusundaki tartışmadan dersini
ediyordu. Her istediği an kapıdan çıkıp bir daha dönmemek
almıştı.
üzere gidebilirdi, ama buraya gelecek, önceden asla
"Tekrar ediyorum: Filmlerdeki polisler gibi, görev
düşünmeye cüret edemeyeceği konulara girip
başındayken kesinlikle içmeyeceksin. Şimdi gidiyorum,
J pazarlık edecek cesareti bulduğunu hiçbir zaman unut-
hareket başlıyor."
mayacaktı. Dakika başı, bir kader kurbanı olmadığını
"Ona teşekkür et," dedi Brezilyalı Portekizce.
tekrarlıyordu içinden: Tehlikelere atılıyor, kendini aşıyor, ne
Maria teşekkür etti. Adam gülümsedi, ama tavsiyeleri
kadar saçma görünse de, kül rengi yaşlılık günlerinde,
henüz bitmemişti: "Bir husus daha: İçkiyi ısmarlamanla
yüreğinin sessizliğinde belli bir özlemle anacağı
kapıdan çıkmanın arası kesinlikle kırk beş dakikayı geçmesin.
| olaylar yaşıyordu.
Saatler ülkesi İsviçre'de, Yugoslavlar ve Brezilyalılar bile
Kimsenin kendisine yaklaşmayacağına emindi. Ya-
çizelgelere uymayı öğrenir. Komisyonların sayesinde çocuk
\ rın, geriye çılgınca bir rüya kalacaktı sadece, çünkü gecede bin
baktığımı unutma."
frangın tek bir kez kazanılabileceğini fark etmişti; Brezilya'ya
Maria bunu hatırlayacaktı.
dönüş biletini alması daha ihtiyatlıca olurdu. Zaman daha hızlı
geçsin diye, aklından öbür kız-
Adam ona limon damlatılmış bir maden suyu getirdi -
'>- lann ne kadar kazandığını hesapladı: Gecede üç müşterinin
uzaktan cin toniğe benziyordu- ve beklemesini istedi kibarca.
peşine takılsalar, onun kumaş mağazasmdaki iki aylık
Yavaş yavaş kulüp doldu; erkekler giriyor, etraflarına
kazancını bir günde alırlardı.
bakmıyor, yalnız başlarına bir yere oturuyorlardı. Çok
Bu kadar çok muydu? Kendisi de bir gecede bin
geçmeden içlerinden biri yanaşıveriyordu; sanki herkesin
\ frank kazanmıştı, ama bu belki de acemi şansıydı. Her ne olursa
birbirini tanıdığı bir şenlikteydiler ve çalışmakla geçen uzun
olsun, bir fahişenin geliri, ülkesinde Fransızca dersleri vererek
bir günün sonunda biraz eğleneceklerdi. Ne zaman bir erkek
toplayabileceğinden çok daha yüksekti. Tek yapması gereken,
kendine bir arkadaş bulsa, Maria rahat bir soluk alıyordu, daha
bir süre barın birinde beklemek, dans etmek, bacaklarını
şimdiden, gecenin başına göre kendini çok daha iyi
açmaktı, hepsi bu. Sohbet etmeye bile gerek yoktu.
hissetmesine rağmen. Belki burası İsviçre olduğundan, belki er
Paranın gerçekten iyi bir gerekçe olduğunu düşündü gene.
ya da geç, hep hayal ettiği gibi serüvene, zenginliğe ya da
Ama tek gerekçe bu muydu? Ya da buradaki insan-
kocaya kavuşacağını bildiğinden. Belki de -daha yeni fark
Î 1ar, müşteriler ve kadınlar bir şekilde gönüllerini mi eğ-
ediyordu bunu- haftalardan beri ilk kez bir akşam müzikli,
lendiriyordu? Yoksa dünya, okulda anlattıklarından çok mu
Portekizce konuşmalar duyabildiği bir yere geldiğinden.
farklıydı? Prezervatif kullanırsa, bütün tehlikelerin önünü
Çevresindeki kızlarla gülüşerek, meyve kokteyli içerek,
alırdı. Ülkesinden birinin onu tanıması da söz ko-
neşeyle çene çalarak eğleniyordu.
, nusu değildi. Kimse Cenevre'ye gelmezdi, -derste bir keresinde
Kızlardan biri bile gelip onu kutlamamış ya da iyi şanslar
öğrettikleri gibi- bankalardan pek hoşlanan işadamları dışında.
dilememişti, ama bu normaldi: Maria bir rakibe, bir hasım
Ama Brezilyalıların çoğu daha ziyade mağazalara meraklıydı,
değil miydi? Hepsi aynı ganimetin peşinden koşuyordu. Maria
özellikle Miami ya da Paris'te bulunanlara.
üzülmek şöyle dursun, kendiyle gurur
7:1
70
Günde dokuz yüz İsviçre Frangı, haftada beş gün. Bir Bir oyuncu. Milan ona her şeyi öğretmişti, müşteriden nasıl
servetti bu! Bir ayda annelerine ev alacak kadar para ayrılacağı hariç; Maria teşekkür etti, adam da beceriksizdi,
kazanıyorlarsa, bu kızların burada hâlâ ne işi vardı? Çalışmaya üstelik uykusu vardı.
yeni mi başlamışlardı yoksa? Ya da -Maria sormaktan bile Maria direndi, evine dönmeye can atıyordu, ama ku-î lübe
korkuyordu-, bu iş hoşlarına mı gidiyordu? dönüp elli frangını Milan'a teslim etmek zorundaydı | ve böylece,
Gene canı içmek çekti, bir gece önce şampanya ona çok yeni bir erkek, yeni bir kokteyl, Brezilya hakkında sorular, otel,
yardımcı olmuştu. tekrar duş (bu kez yorum gelmedi), gene bara döndü, patron
"Bir kadeh ikram edebilir miyim?" komisyonunu aldı, ona gidebileceğini söyledi, bu gece pek
Karşısında otuz yaşlarında biri duruyordu, üzerinde bir hareket yoktu. Maria taksiye 5 binmedi, Rue de Berne'i baştan
havayolu şirketinin üniforması vardı. başa yürüyerek geçti, öbür kulüplere, saatçilerin vitrinlerine,
Maria sahneyi ağır çekimde seyretti ve bedeninden çıkıp köşedeki kiliseye baktı (kapalıydı, hep kapalıydı kilise...). Ona
kendini dışarıdan izlediği duygusuna kapıldı. Utançtan bakışlarıyla karşılık veren olmadı - her zamanki gibi.
ölmesine rağmen yüzünün kızarmasını engellemeye çalışarak Soğukta yürüyordu. Havayı hissetmiyor, ağlamıyor,
başıyla evet dedi, gülümsedi ve o dakikadan itibaren hayatının kazandığı parayı düşünmüyordu, bir tür trans halindeydi. Bazı
geri dönüşsüzce değiştiğini anladı. insanlar hayatı tek başlarına göğüslemek için doğarlar, ne
Meyve kokteyli, sohbet, ne yapıyorsunuz burada, hava iyidir ne de kötüdür bu. Maria da, böyle biriydi işte.
soğuk değil mi? Bu müziği severim, ama Abba'yı tercih Olup bitenleri düşünmeye zorladı kendini: Daha yeni
ederim, İsviçreliler soğuk insanlar, Brezilya'dan mı geldiniz? başlamıştı işe, buna rağmen şimdiden kendini profesyonel gibi
Bana ülkenizi anlatın. Karnaval olur. Brezilyalı kadınlar çok görüyordu, sanki uzun zamandır böyleydi, hayatı boyunca
güzel oluyor, bunu biliyor muydunuz? bunu yapmıştı. Kendine karşı tuhaf bir sevgi duydu, kaçmadığı
Gülümseme ve övgüyü kabul etme, hatta belki hafiften için memnundu. Şimdi, devam edip etmemeye karar vermek
çekingen bir havaya bürünme. Tekrar dansa kalkma, ama bu zorundaydı. Evetse, bu mesleğin en iyisi olacaktı - hiçbir
arada Milan'm bakışlarına dikkat etme, onun zaman zaman zaman, ömrünün hiçbir ânında olmadığı gibi.
kafasını kaşıyarak bileğindeki saati gösterişi. Adamın Hayat ona son sürat öğretmeye devam ediyordu, yal-y nızca
parfümü. Maria derhal, kokulara alışmak zorunda olduğunu güçlülerin ayakta kaldığını. Güçlü olmak için, en iyisi olmak
anladı. Hiç olmazsa şimdiki parfüm kokuşuydu. Birbirlerine gerekir, başka çare yoktur.
sıkıca yapışarak dans ettiler. Bir meyve kokteyli daha, zaman
geçiyordu, Milan kırk beş dakika dememiş miydi? Maria
saatine baktı, adam ona birini mi beklediğini sordu, o da bir I-
74
t:
Onları sorgulamak, bildiklerine yeni bir şey katmadı. En leğin birtakım püf noktalarını öğrendi; örneğin bir müşteriye
sonunda, aldığı yanıtları alt alta sıraladı: asla özel hayatı hakkında soru sormamalı, mümkün olduğunca
a) Ailenin ihtiyaçlarını karşılamakta kocalarına yardım az gülümseyip konuşmalı, gece kulübünün dışında buluşmayı
etmek zorundaydılar. (Ya kıskançlık? Ya kocanın bir arkadaşı kesinlikle kabul etmemeliydi. En can alıcı öğüt, Nyah diye bir
çıkagelirse? Ama Maria bu kadar ileri gitmeye cesaret Filipinli'den geldi:
edemedi.) "Orgazm olurken inlemelisin. Öyle yaparsan müşteri sana
b) Annelerine bir ev almak istiyorlardı (gayet soylu bağlanır."
görünen, kendininkine benzeyen bir bahane, en yaygını da "İyi ama niye ki? Kendileri tatmin olsun diye para
buydu). veriyorlar."
c) Dönüş bileti parasını toplamak zorundaydılar (Ko- "Aldanma. Bir erkek, ufaklığın kalkmasıyla kanıtlamaz
lombiyalılar, Taylandlılar, Perulular ve Brezilyalılar bu erkekliğini. Erkek, ancak bir kadına zevk verebiliyorsa
gerekçeye bayılıyordu; söz konusu paranın pek çok kez erkektir. Hele bu kadın bir fahişeyse, o zaman kendini kral gibi
ellerine geçmesine, kendilerininse her seferinde hayallerini hisseder."
gerçekleştirme korkusuyla derhal ondan kurtulmuş olmalarına
rağmen).
d) Zevk olsun diye (bu da ortamla pek uyuşmuyor, kulağa
sahte geliyordu).
e) Başka iş yapmayı beceremediklerinden (bu da iyi bir
neden değildi, İsviçre'de adam başı temizlikçi, şoför, aşçı
aranıyordu...).
Kısacası, herhangi bir geçerli neden bulamadı, böylece
çevresindeki dünyayı anlamaya çabalamaktan vazgeçti.
Kulübün sahibi Milan'ın haklı olduğunu fark etti: Onunla
birkaç saat geçirmek için, bin İsviçre Frangı öneren ikinci bir
adam çıkmamıştı. Öte yandan üç yüz elli frank istediğinde
hiçbir müşteri huysuzluk etmiyordu; sanki adamlar tarifeyi
zaten biliyor, soruyu da sırf onu aşağılamak ya da tatsız bir
sürprizin önünü almak için soruyorlardı.
Bir keresinde bir kız, "Fahişelik başka mesleklere
benzemez," dedi. "Acemiler daha çok kazanır, deneyimli-lerse
daha az. Her zaman acemi gibi davran."
Maria, 'özel müşterilerin' kimler olduğunu henüz bil-
miyordu; sadece ilk akşam bahsi geçen bu konu hakkında
kimse onun önünde konuşmuyordu. Yavaş yavaş mes-
76 77
davranabiliyordu.
Sonuç olarak, birinci ya da ikinci gece atlatıldıktan sonra,
bu da bütün ötekiler gibi bir meslekti. Sıkı çalışıyor, rakiplerle
kıran kırana mücadele ediyor, kalite kıstaslarını tutturmaya
uğraşıyor, çalışma saatlerine dikkat ediyor, biraz strese giriyor,
iş yoğunluğundan şikâyet ediyor, pazarları da dinleniyorlardı.
Fahişelerin çoğu inançlıydı; kutsal mekânlarını ziyaret eder,
ayine katılır, dualarını eder, Tanrılarıyla buluşurlardı.
Aradan altı ay geçti. Maria ihtiyacı olan ne varsa öğrendi; Maria ise, ruhunu kaybetmemek için günlüğüne sarılmıştı.
örneğin, Copacabana'mn işleyişi hakkında. Rue de Berne'in en Günlerden bir gün, şaşkınlıkla, her beş müşteriden birinin
pahalı yerlerinden biriydi, dolayısıyla müşterileri genellikle niyetinin sevişmek değil, azıcık da olsa konuşmak olduğunu
eve geç gitmeye izinli üst düzey beyaz yakalılardı, çünkü fark etti. İçkileri, otelin parasını ödüyor, sıra soyunmaya
'müşterileriyle dışarıda yemek yerlerdi', ama saat sının gece on geldiğinde gerekli olmadığını söylüyorlardı. İş hayatındaki
biri aşmazdı. baskılardan, onları aldatan karılarından söz etmek istiyorlardı,
Copacabana'da çalışan fahişelerin çoğunun yaşı on çünkü kendilerini yalnız hissediyorlardı ve içlerini dökecek
sekizle yirmi iki arasındaydı, işletmede yaklaşık iki yıl kimseleri yoktu (Maria'nm gayet iyi bildiği bir durumdu bu).
kalır, sonra da yerlerim yeni gelenlere bırakırlardı. Bun Başta bunu tuhaf karşıladı. Derken, günün birinde, üst
dan sonra Neon'a, sonra da Xenium'a giderlerdi, yaşları düzey mevkiler için kelle avcılığı yapan bir Fransız, otelde
ilerledikçe tarife düşer, çalışma saatleri de azalırdı. He şunları söyledi ona (adam dünyanın en çekici işine sahipmiş
men hepsi sonunda Tropical Ecstasy'ye düşerdi, otuz ya gibi konuşuyordu): "Bu âlemde en yalnız insan kimdir, bilir
şın üzerindeki kadınları kabul ederdi orası. Ama kapağı misiniz? Meslek hayatında başarıya ulaşmış, son derece
oraya attıktan sonra, tek yapabildikleri, günde bir ya da yüksek maaş alan, hem üstündekile-rin hem altındakilerin
iki öğrenciyle yatıp öğlen yemeklerini ve kiralarını çıkar güvenini kazanmış, ailesiyle tatillere çıkan, çocuklarının okul
maktı (ortalama geçerli ücret: sıradan bir şişe şarap para ödevlerine yardım eden ve günün birinde, herifin tekinin, şöyle
sı)- ^/vV^^v-sr '■"■ bir öneriyle karşısına dikildiği bir beyaz yakalı: 'İş değiştirmek
Maria pek çok erkekle yattı. Yaşlarına, kılıklarına hiç ve iki kat para kazanmak ister misiniz?'
bakmazdı, ama 'evet' ya da 'hayır' demesini kokuları belirlerdi. "Kendini mutlu ve sevilen biri gibi hissetmek için
Sigaraya hiçbir itirazı yoktu; ancak ucuz parfümlerden, her şeyi olan bu adam, dünyanın en sefil varlığı haline
yıkanmayan müşterilerden ve giysileri leş gibi alkol gelir. Neden mi? Çünkü, konuşacak kimsesi yoktur. Öne-
kokanlardan nefret ederdi. Copacabana sakin bir yerdi ve ; riyi kabul etmeye meyillidir ve bunu meslektaşlarıyla
İsviçre de belki fahişelik yapmak için en iyi ülke - tabii ■ tartışamaz, yoksa onu gitmekten caydırmak için ellerin-
oturma ve çalışma iznin varsa, kâğıtların düz-günse, sosyal
1
den geleni yaparlar. Yıllar boyunca meslek hayatındaki
ödenekler de titizlikle ödeniyorsa. Milan, magazin yükselişini desteklemiş, güvenli bir yaşamı seçmiş olan,
gazetelerine çıkıp çocuklarına rezil olmak istemediğini 79
söylüyordu ikide bir; çalışanlarının durumunu kontrol etmek
gerektiğinde de, bir polisten daha sert
78
risklerden hiç hoşlanmayan karısına da dökemez içini. daki en kutsal eylemdi. Nyah, öpücüğünü hayatının aşkına
Kimseye derdini açamaz ve ömrünün en esaslı seçimini saklaması gerektiğini öğretmişti ona, tıpkı Uyuyan Güzel gibi;
yapmak zorundadır. Bu adamın neler hissedeceğini tahmin onu uykusundan uyandıracak, İsviçre'nin tekrar çikolatalar,
edebiliyor musunuz?" inekler ve saatler ülkesine dönüşeceği peri masalları âlemine
Hayır, böyle biri dünyadaki en yalnız insan olamazdı, götürecekti öpücük.
çünkü o insanı tanıyordu Maria: Kendisiydi bu. Bununla Orgazm, zevk ya da herhangi bir uyarılma da olmuyordu.
birlikte sıkı bir bahşiş umuduyla, Fransız'a sözde hak verir gibi Mesleğinin en iyisi olmak için yaptığı araştırmalarda, Maria
yaptı; bahşişi de sahiden koparttı. Ve o günden sonra işine yarayabilecek keşiflerde bulunma umuduyla birkaç kez
müşterilerini, hissettikleri büyük baskıdan kurtarmanın bir porno film de seyretmişti. Bir sürü ilginç şey öğrenmiş, ama
yolunu bulması gerektiğini anladı; bu, hizmet kalitesini artırır, bunları müşterileriyle uygulamaya cesaret edememişti - çok
ek ücret talep etmesinin yolunu açabilirdi. vakit alırdı, hem Milan da kızların gecede üç müşteriyle
Ruhu gerilimden kurtarmanın, en az bedeni gerilim çıkmasından yanaydı.
den kurtarmak kadar kârlı olduğunu anlayınca, tekrar Altı ayın sonunda, Maria bankaya altmış bin İsviçre
kütüphaneye gitmeye başladı. Aile sorunlarıyla, psikolo Frangı koymuş, en lüks lokantalara gitmeye başlamış, bir
jiyle, politikayla ilgili kitaplar istedi; kütüphaneci mutlu televizyon satın almıştı; gerçi onu da açtığı yoktu. Artık ciddi
luktan uçuyordu, çünkü büyük şefkat duyduğu ufaklı ciddi daha ferah bir eve taşınmayı düşünüyordu. Kendine
ğın ilgisi artık daha ciddi sorunlara yönelmişti. Maria dü kitaplar da satın alabilirdi, ama kütüphaneye gitmeye devam
zenli olarak gazete okumaya başladı, müşterilerinin ço ediyordu - daha sağlam ve kalıcı olan gerçek dünyayla
ğunun beyaz yakalı olduğunu düşünerek ekonomi sayfa arasındaki köprüydü orası. Kütüphaneciyle ayaküstü
larını da elinden geldiğince izliyordu. Hemen hepsinin sohbetlerin tadını çıkarıyordu; kadın Ma-ria'nın büyük
ondan öğüt beklediğini göz önüne alarak, psikolojik yar olasılıkla bir sevgili, hatta bir iş bulduğunu düşünüp seviniyor,
dım konusundaki kitapları da inceledi. Duygular hak ama ona hiç soru sormuyordu, çünkü İsviçreliler genelde
kında çeşitli kitaplar karıştırdı, çünkü bütün müşteriler mesafeli ve ketum insanlardır (bu da bir çelişkiydi, çünkü
acı çekiyordu, şu ya da bu nedenle. Maria saygıdeğer, Copacabana'da ve yatakta gayet dizginsiz, şen şakrak ya da
farklı bir fahişeydi. Altı aylık meslek hayatının sonunda, kompleksliydiler, tıpkı dünyadaki her halkın insanları gibi).
epeyce sadık müşterisi olmuştu, bu da arkadaşlarında
gıpta, kıskançlık, ama bir yandan da hayranlık uyandırı
yordu. ■;■*'■:: •
Cinselliğe gelince; şimdiye dek hayatına hiçbir şey
katmamıştı bu: Altı üstü bacaklarını açmaktan, prezervatif
takmalarını istemekten, biraz inlemekten (Nyah sayesinde,
Maria inlemekle kazancının elli franga kadar artabileceğini
keşfetmişti), su ruhunu biraz yıkasın diye ilişkiden hemen
sonra duş almaktan ibaretti. Hep aynı terane. Öpüşme yoktu -
bir fahişe için öpüşmek, dünya-
80 On Bir Dakika
81/6
lVlaria'nm günlüğünden; donuk bir pazar günü, öğleden C-enevre'ye geldiğinden beri tanıştığı her erkek, sanki
sonra: bütün dünyanın ve kendi hayatının efendisiymiş gibi, kendine
İster kısa ister uzun, ister küstah, ister çekingen, sevimli güveni tammış gibi görünmek için çırpmıyordu. Ama Maria,
ya da mesafeli olsunlar, bütün erkeklerin ortak bir özelliği gözlerinde eşlerine duydukları korkuyu okurdu; ya da
var: Copacabana'ya adım atarken korku içindeler. En hizmetinin karşılığında para ödedikleri bir fahişenin karşısında
deneyimliler korkularını yüksek sesle konuşarak saklıyor, içine bile ereksiyona geçememenin, gerçek bir erkek olmamanın
kapanık olanlar oyun oynamayı beceremiyor ve bu duygunun paniğini. Mağazanın birinden bir çift ayakkabı alsalar ve sonra
geçeceğini umarak kendini içkiye veriyor. Ama hiç kuşkum ondan hoşlanmasa-lar, satış fişiyle mağazaya dönüp paralarını
yok: Çok nadir istisnalar dışında -ve bunlar Milan'ın henüz geri isteyebilirlerdi. Ama, bir kadınla birlikte olmanın bedelini
beni tanıştırmadığı 'özel müşteriler'-, hepsi korkuyor. de parayla ödemelerine karşın, ereksiyona geçemezlerse, hi-
Nedir korktukları? Aslında, benim dizlerimin titremesi kâyenin başkalarına yayılmasından korkarak aynı kulübe bir
gerekir. Mekânından ayrılıp yabancı bir yere giden, fiziksel daha adım atmazlardı - utanç verici bir şeydi bu.
yönden zayıf olan, silah taşımayan benim. Erkekler çok tuhaf; "Utanması gereken benim. Ama gerçek hayatta bunu
üstelik sadece Copacabana'ya gelenleri değil, bugüne dek onlar yaşıyor."
karşıma çıkanların hepsini kastediyorum. İstedikleri kadar Bu nedenle Maria onları rahatlatmaya çalışıyordu,
vursunlar, bağırsınlar, tehditler sa-vursunlar: Kadının teki, içlerinden birinin içkiyi fazla kaçırdığını ya da fazla nazik
kolayca ödlerini patlatabilir. Belki evlendikleri kadın böyle olduğunu hissettiğinde birleşmeden kaçınarak okşamalara ve
değildir, ama yüreklerine korku saçıp her tür kaprisi yapan mastürbasyona yoğunlaşıyordu -hepsi bayılıyordu buna-. Oysa
biri mutlaka çıkıyor. Ki bu, anneleri bile olabilir. mastürbasyonu kendi kendilerine de gayet güzel
yapabileceklerine göre, gayet saçmaydı bu durum.
Utanç duymalarını kesinlikle engellemek gerekiyordu. İş
hayatında gayet güçlü ve küstah olan, sürekli olarak
çalışanlarla, müşterilerle, aracılarla, önyargılarla, sırlarla,
yalanlarla, ikiyüzlülükle, korkuyla, baskıyla yüz yüze gelen bu
adamlar, günün sonunda soluğu bir gece kulübünde alıyordu.
Koca bir akşam kendileri olmaktan
82 83
çıkmak karşılığında üç yüz elli frangı gözleri görmüyordu y ha ferah bir eve taşındı. Pencereden bir kilise, bir Japon
bile. lokantası, bir supermarket ve sevimli bir kafe görünüyordu;
"Koca bir akşam mı? Baksana Maria, abartıyorsun. Maria zamanla, gidip kafede gazete okumayı alışkanlık haline
Aslında topu topu kırk beş dakika, hatta soyunmakla, getirdi. Öte yandan, kendi kendine söz verdiği gibi bu tekdüze
mahsuscuktan şefkat göstermekle, birkaç anlamsız söz sarf hayata altı ay daha katlanması yeterim li olacaktı: Copacabana,
etmekle, tekrar giyinmekle geçen süreyi de düşersen, sevişme bir içki alır mıydınız, dans eder / miydiniz, Brezilya hakkında ne
için temiz on bir dakika kalır geriye." düşünüyorsunuz, otel, J parayı peşin ödetme, sohbet, tam
On bir dakika. Dünyayı döndüren kuvvet, on bir da- gereken noktalara dokunmayı bilme -bedende olduğu kadar ruhta
kikanın içindeydi. da, hatta özellikle ruhta-, mahrem sorunlara yardımcı olma, otuz
Yirmi dört saatlik bir günün içinde bu on bir dakika dakikalığına arkadaş olma, ki bu dakikaların on biri bacakları
yüzünden (hepsinin her gün kanlarıyla seviştiklerini açmakla, bacakları sıkmakla, orgazm taklidi yapıp inlemekle
varsayarsak, ki bu da bir saçmalık ve çelişkidir) evlenir, harcanacaktı. Teşekkürler, umarım önümüzdeki hafta tekrar
ailelerinin ihtiyaçlarını karşılar, çocuklarının ağlamalarına görüşürüz, siz müthiş bir erkeksiniz, bir daha karşılaşırsak
katlanır, eve geç döndüklerinde bir sürü dil döker, Cenevre hikâyenin kalanını da dinlerim, okkalı bir bahşiş, ay hiç gereği
Gölü'nün kıyısında birlikte gezinmeye can atarak onlarca, yoktu, sizinle birlik-■ te olmaktan büyük keyif aldım.
yüzlerce başka kadına bakar, kendilerine lüks kıyafetler Her şey bir yana, aşktan kesinlikle uzak duracaksın. İlk
alırken onlara daha da pahalılarını hediye eder, eksikliklerini günkü Brezilyalı kızın yanından ayrılmadan önce verdiği
gidermek için fahişelere gider, dev bir kozmetik, rejim, öğütlerin en önemlisi, en akla yatkınıydı - büyük olasılıkla kız
jimnastik, pornografi, iktidar endüstrisini beslerlerdi. Başka kendisi de birisine gönlünü kaptırdığı için söylemişti bunu.
erkeklerle birlikteyken, genellikle iddia edildiğinin aksine, İki aylık çalışmanın sonunda, Maria bir sürü evlilik teklifi
kadınların lafını bile açmaz, işlerinden, paradan ve spordan almıştı bile, içlerinden en az üçü de gayet ciddiydi: bir mali
konuşurlardı. müşavirlik şirketinin müdüründen, ilk akşam çıktığı bir
Bu uygarlıkta ters giden bir şeyler vardı. Ve gazetelerde pilottan ve bir çakı ve bıçak mağazasının sahibinden. Üçü de
yazdığının aksine, bunun Amazon ormanlarının yok Maria'ya 'onu bu hayattan kurtarmaya', eli yüzü düzgün bir ev,
olmasıyla, ozon tabakasıyla, pandaların soyunun ku- bir gelecek, belki çocuklar ve torunlar sunmaya söz vermişti.
rumasıyla, tütünle, kanser yapan gıdalarla, hapishanelerin Hepsi, altı üstü günde on bir dakikanın uğrunaydı ha!
durumuyla ilgisi yoktu. Tam da Maria'nın mesleğinin İnanılır gibi değildi! Şimdi Copacabana'da pişmiş olan Maria,
konusundaydı terslik: seks. bir tek kendisinin yalnızlık çekmediğini biliyordu. İnsanoğlu
Ne var ki, Maria'nın derdi insanlığı kurtarmak değil, susuzluğa bir hafta, açlığa iki hafta katlanabilir, yıllar boyunca
banka hesabını kabartmak, altı ay daha yalnızlığa ve yaptığı sokakta yaşayabilir, ama yalnızlığa dayanamaz. Bütün
seçime katlanıp annesine düzenli olarak para yollamak işkencelerin, bütün ıstırapların en kötüsüdür o. Bu erkekler ve
(kadıncağız, o güne dek, İsviçre; postasının Brezilya postası yoldaşlığını arayan her-
kadar iyi çalışmaması yüzünden eline para geçmediğini
öğrenince çok sevinmişti), ömrü boyunca kurduğu ve hiç
gerçekleşmeyen hayallerine kavuşmaktı. Mevsimin henüz yaz
olmasına rağmen, kaloriferli ve da-
84 85
kes, tıpkı Maria gibi şu yıkıcı duygunun acısını çekiyordu - lar en sahicileriydi, dans eder, konuşur, bahşiş bırakmaz, satın
dünya yüzünde kimse için zerre kadar önem taşımamak. aldıkları şeyin değerini bilir, asla seçtikleri bir kadının
Maria gönlündeki aşk kıpırtılarının önünü almak için sohbetine kapılıp gitmezlerdi. Son derece ince bir anlamda,
bütün yüreğini günlüğüne döküyordu. Copacaba-na'ya sadece Serüven sözcüğünün ne ifade ettiğini görenler, yalnız onlardı.
bedeni ve beyniyle, giderek daha ateşli, daha bilinçli
giriyordu. Kendi kendini Cenevre'ye gelip Rue de Berne'e
düşmesinin üstün bir nedeni olduğuna ikna etmişti ve
kütüphaneye her gittiğinde, buna bir kez daha emin oluyordu:
Günün en temel anları olan bu on bir dakika üzerine gerektiği
gibi yazan olmamıştı. Ne kadar zor görünürse görünsün, belki
Maria'nm kaderi buydu: bir kitap yazmak, kendi öyküsünü,
serüvenini anlatmak.
Buydu işte, Serüven. Kimsenin cesaret edip söyleye-
mediği bir sözcük olsa da -insanların büyük çoğunluğu
Serüven'i televizyonda, dizi filmlerde seyretmeyi yeğlerdi-,
Maria'nın aradığı buydu. Çöllere, bilinmeze yolculuğa, nehir
ortasındaki bir gemide sohbete başlayan gizemli adamlara,
uçaklara, film stüdyolarına, Kızılderili kabilelerine, buzullara,
Afrika'ya yakışıyordu Serüven.
Kitap fikri hoşuna gitti Maria'nm, hatta bir ad bile
düşündü: On Bir Dakika.
Müşterileri üç kategoride toplamaya başladı. Termi-
natörler (çok beğendiği bir filmin anısına), bunlar daha
kapıdan girerken içki kokar, gözleri kimseyi görmezmiş gibi
davranır ama herkesin kendilerine baktığını sanır, az dans eder
ve dosdoğru hedefe yönelirlerdi: otele. Pretty Womanlar
(başka bir filmin adından dolayı), zarif, kibar, yumuşak
olmaya çalışırlardı, sanki dünyanın dönmesi böylesi iyiliklere
bağlıymış gibi; ve gece kulübüne sanki gezinirken tesadüfen
girmiş gibi yaparlardı; başta yumuşak davranır, ama otele
gelince kendilerine güvenlerini kaybeder, hatta
Terminatörlerden daha fazla mız-mızlanırlardı. Son olarak da
Babalar (gene bir filmin adından), kadın bedenine mal gözüyle
bakarlardı. Bun-
86 87
jVEaria'nm günlüğünden; âdet gördüğü için çalışamadığı Aradan üç ay daha geçti, sonbahar geldi, sonbaharla
bir gün: birlikte de takvime işaretlenmiş olan tarih: Brezilya'ya dönüş
Bugün birine hayatımı anlatmam gerekse, kendimi tarihinden geriye sayarak, doksanıncı gün. Her şey hem o
bağımsız, cesur ve mutlu bir kadın gibi gösterebilirim. kadar hızlı hem de o kadar yavaş ilerledi ki, diye düşündü
Dünyada bundan kolayı yok: On bir dakikayı alt edebilecek Maria, ruh haline göre zamanın iki boyutta aktığını, ama her
biricik sözcüğü ağzıma almayayım, yeter. iki durumda da serüveninin sona yaklaştığını düşünerek. Böyle
Ömrüm boyunca, aşkı kabul edilmiş bir tür kölelik olarak devam edebilirdi elbette, ama gölün etrafında dolaşırken ona
anladım. Bu bir yalan: Özgürlük, ancak aşk olduğunda var. eşlik eden, işlerin bu kadar basit olmadığını söyleyerek onu
Kendini kayıtsız şartsız teslim eden, kendini özgür hisseden, uyaran görünmez kadının hüzünlü gülümsemesini
sınırsızca sever. unutamıyordu. Bu hayatı sürdürmek için içi gitse de, yoluna
Ve sınırsızca seven, kendini özgür hisseder. çıkacak engellere ne kadar hazırlıklı olsa da, kendi kendiyle
İşte bu nedenle, yaşabileceklerime, yapabileceklerime, baş başa kaldığı bu aylar Maria'ya, bir noktada her şeyi
keşfedebileceklerime rağmen, her şey boş. Umarım bu bitirmek gerektiğini öğretmişti. Doksan gün sonra Brezilya'nın
zamanlar çabuk geçer de kendimi aramaya başlayabilirim göbeğine dönecek, küçük bir çiftlik (sonuç olarak umduğundan
tekrar - beni anlamayan, beni incitmeyen bir adama fazlasını kazanmıştı), birkaç inek (Brezilya ineği, İsviçre ineği
rastlayarak. değil) alacak, babasıyla annesini yanına çağıracak, iki de işçi
Neler saçmalıyorum ben? Aşkta kimse kimseyi yara- tutup işletmeyi götürecekti.
layamaz. Herkes kendi hissettiğinden sorumludur ve bu İnsanın sadece aşkla özgüıieşebildiğini, kimsenin bir
nedenle, ötekini ayıplama hakkından yoksundur. başka varlığa sahip olamayacağını düşünmesine rağmen, için
Daha âşık olduğum adamları kaybettiğimde yara- için gizli intikam arzuları besliyordu hâlâ; Brezilya'ya
lanmıştım zaten. Bugün, kimsenin kimseyi kaybetmediğine, yapacağı muhteşem dönüşü fırsat bilerek gerçekleştirebilirdi
çünkü kimsenin kimseye sahip olmadığına eminim. bunları. Çiftliğini hale yola koyduktan sonra kente gidecek, en
Özgürlüğü gerçekten yaşamak budur: dünyanın en iyi arkadaşının uğruna kendisini terk eden çocuğun çalıştığı
önemli şeyini elinde tutmak, ama ona sahip olmamak. bankaya uğrayıp sıkı bir miktar para yatıracaktı. "Selam,
nasılsın, beni tanımadın mı?" diye soracaktı çocuk. Maria
belleğini zorlarmış gibi yapacak ve sonunda hayır diyecekti,
koca bir yılı AV-RU-
89
88
PA'da (gayet ağır telaffuz edecekti ki bankadaki bütün
çalışanlar duyabilsin), daha doğrusu dünyanın en iyi
bankalarının bulunduğu İS-VİÇ-RE'de (bu da Fransa'dan daha
egzotik ve daha serüvenli gelecekti kulağa) geçirdiğini
söyleyecekti... Tanıyamamıştı.
Çocuk lise günlerinden söz edecekti. Maria da, "Ah!
Galiba hatırlıyorum," diyecekti, aslında hatırlamazmış
gibi yaparak.
Güzel, intikam böylece alınmış olacaktı; şimdi işe Öğleden sonra, en iyi -ve biricik- arkadaşı olan kü-
koyulmak zamanıydı; her şey Maria'nm tasarladığı gibi tüphaneciyi görmeye gitti. Ona çiftlik işletmeciliğiyle ve
yürümeye başlayınca, o da kendisi için en önemli olana hayvancılıkla ilgilendiğini söyledi ve bu konuda kitaplar istedi.
kafasını verebilecekti: büyük aşkı, yıllardır onu bekleyen, ama Kütüphaneci ona bir itirafta bulundu:
bir türlü karşılaşamadığı adamı keşfetmeye. "Biliyor musunuz, birkaç ay önce, seksle ilgili kitaplar
Maria, On Bir Dakika adında bir kitap yazma fikrini sorduğunuzda, sizin için kaygılanmıştım. Sonuç olarak, pek
tamamen aklından sildi. Artık çiftliğe, gelecek hakkındaki çok genç ve güzel kız, kendini kolay para yalanma kaptırıyor
planlarına dikkatini vermek zorundaydı, yoksa dönüşünü ve günün birinde yaşlanacaklarını, hayatlarının erkeğine
ertelemek gibi kaderini etkileyecek bir karar alabilirdi. rastlama fırsatını kaçıracaklarını unutuyorlar."
"Fuhuşu mu kastediyorsunuz?"
"Bu çok ağır bir kelime."
"Size söylemiştim, et ithalatı ve ihracatı yapan bir
şirkette çalışıyorum. Ama, varsayalım ki fahişelik yap-
; maya niyetlendim, vaktinde durmayı bilirsem sonuçlar
gene de çok mu ağır olur? Ne olursa olsun, genç olmak
biraz da hata yapmak demektir."
"Bütün uyuşturu müptelaları bunu söyler: vakti geldiğinde
durmayı bilmek. Oysa hiçbiri duramaz."
"Kuşkusuz siz de çok güzel bir kadınmışsmız vaktiyle.
İnsanların iyi yaşadığı bir ülkede doğdunuz. Bu mut-: lu
olmanıza yetti mi?"
"Engelleri nasıl aştığımı düşündükçe, kendimle gurur
duyuyorum."
Kütüphaneci hikâyesinin devamını getirecek miydi?
Haydi ama, bu kızın biraz hayat bilgisine ihtiyacı vardı.
"Mutlu bir çocukluk geçirdim, Bern'in en iyi okullarından
birinde okudum. Cenevre'ye iş için geldim. Bura-
90 91
da karşıma çıkan bir adamı sevdim ve evlendim. Onun için her çaktı), kapıya yöneldi; ve tam o sırada, yaşadığı ânın önemini
şeyi yaptım, o da benim için her şeyi yaptı, derken zaman fark etmeden, tasarılarını, geleceğinin akışını, çiftliğini,
geçti ve emeklilik geldi çattı. Vaktini istediği gibi kullanmakta mutluluk düşüncesini, kadınsı ruhunu, erkeksi tavırlarını,
özgür kalınca, kocamın gözlerine bir hüzün çöktü - belki de dünyadaki yerini kökünden oynatacağını bilmediği şu cümleyi
ömrü boyunca, hiç kendini düşünmemişti. Aramızda hiç ciddi duydu: "Bir dakika."
bir kavga geçmedi, ateşli duygularımız da olmadı, beni asla Şaşırarak yan tarafa bir bakış attı. Nezih bir bardı burası,
aldatmadı ya da başkalarının yanında küçük düşürmedi. erkeklerin böyle sözleri rahatlıkla söyleyebildiği Co-pacabana
Normal bir hayatımız oldu, o kadar normal ki, işsiz kalınca gibi değildi, kadınlar şu yanıtı vermekte özgür olsa bile:
kendini yararsız, anlamsız hissetti ve bir yıl sonra kanserden "Gidiyorum ve siz de beni engelleyemezsiniz." Atılan lafı
öldü." duymazlıktan gelmekti niyeti, ama merakı ağır basınca kafasını
Harfi harfine gerçeği dile getiriyordu, ama sözleri sesin geldiği yöne çevirdi. O zaman tuhaf bir sahneyle
karşısındaki genç kızı olumsuz yönde etkileyebilirdi. karşılaştı: Yaklaşık otuz yaşlarında, uzun saçlı bir adam ('bir
"Her ne olursa olsun, sürprizsiz bir hayat daha iyidir," çocuk' mu demeliydi yoksa; dünyası vakitsiz yaşlanmıştı
diye bağladı sözünü. "Aksi takdirde kocam belki daha erken Maria'nın), yere diz çökmüş, etrafına saçılmış bir sürü fırçanın
ölürdü." arasında, sandalyede oturan, yanında da bir kadeh rakı duran
bir beyefendinin resmini çiziyordu. Maria içeri girerken onları
Maria, kolunun altında kitaplarıyla kütüphaneden fark etmemişti.
çıkarken, çiftlik yönetimini öğrenmeye gayet kararlıydı. "Gitme. Şu portreyi bitireyim, sonra senin de resmini
Öğleden sonra işi olmadığından biraz gezinmek istedi ve çizmek isterim."
derken üzerinde bir güneş resmiyle bir yazının olduğu sarı bir Maria karşılık verdi ve bunu yaparken evrendeki ek
tabela gördü: 'Saint-Jacques Yolu'. Bu da neyin nesiydi? Artık sik bağı kurmuş oldu. •:• ;:■;■-'.
bilmediği her konuyu deşmeyi öğrenmişti; merakını gidermek "Hiç ilgimi çekmiyor."
üzere yolun karşı tarafındaki bara girdi. "Sende bir ışık var. İzin ver de en azından bir eskiz
"En ufak bir fikrim yok," diye karşılık verdi tezgâhın yapayım." " ■• .-. y'y-y:'.t:t,x'.'fn-'^<-^'. i'■'.•'.",
arkasındaki kız. '. i -. • ?•?«■■•. Eskiz de ne demekti? 'Işık' da neydi? Ne var ki kendini
Nezih bir yerdi burası, kahve başka yerlere göre üç kat beğenmiş bir genç kadındı Maria; dolayısıyla, ciddi görünen
pahalıydı. Ama Maria, hazır buradayken, cebinde de parası birine resmini yaptırması ne demekti, düşünebiliyor musunuz?
varken bir kahve içmek istedi; günün kalanını da çiftçilik Aklı hızla çalışmaya başladı: Ya adam ünlü bir ressamsa?
konusuna ayırmaya karar verdi. Kitabını büyük bir coşkuyla Maria bir tuvalde ölümsüzlüğe kavuşurdu eğer öyleyse!
açtıysa da kendini bir türlü okuduğuna veremedi - fazlasıyla Paris'te ya da Salvador de Bahia'da sergilenirdi tablo! Bir
sıkıcıydı çünkü. Bu konuyu müşterilerinden birine sorsa daha efsane olurdu!
hoş olurdu - onlar parayı yönetmenin en iyi yolunu bilirlerdi Öte yandan, adamın son derece lüks, kuşkusuz çok
daima. Hesabı ödedi, kalktı, garsona teşekkür etti, yüklü bir müşterisi olan bir barda, bu hayhuyun ortasında işi neydi?
bahşiş bıraktı (bu konuda bir batıl inanç uydurmuştu: çok
verirse çok ala-
92 93
Garson kız, Maria'nın aklından geçenleri okuyarak vermişti; yoksa daha bu yaşta kendini yaşlı hissetmeye
mırıldandı: "Çok ünlü bir sanatçıdır o." başlayacaktı), sırf onunla bir gece geçirmek için böyle bir
Maria'nın sezgileri doğru çıkmıştı. Soğukkanlılığını teklifte bulunacak birine benzemiyordu. Beş dakika sonra, söz
korumaya çalıştı. verdiği gibi işini bitirmişti, o sırada Maria da, planlarını
"Arada bir buraya gelir ve her seferinde yanında önemli tehlikeye düşürebilecek ilişkilere girmenin, hiçbir yarar
bir müşteri olur. Söylediğine göre, buranın dekorunu getirmeyeceğine ikna etmeye çabalıyordu kendini.
seviyormuş, ona ilham veriyormuş; Cenevre'yi simgeleyen
insanların olduğu bir tablo yapıyor şimdi. Belediye "Teşekkürler, artık kıpırdayabilirsiniz," dedi ressam
ısmarlamış." kimyagere; kimyager bir rüyadan uyanıyor gibiydi. Ardından
Maria, ressamın portresini yaptığı adama baktı. Garson ressam, Maria'ya dönerek lafı hiç dolandırmadan ekledi: "Şu
köşeye yerleş ve rahatla. Işık mükemmel."
kız gene onun düşüncelerini okudu.
Sanki kader ağlarını örmüş ve bu da dünyanın en doğal
"Devrim yaratan bir buluş yapmış bir kimyacıdır o. Nobel
şeyiymiş gibi, sanki Maria ömrü boyunca bu adamı tanımış ya
Ödülü aldı."
da bu ânı rüyasında yaşamış, şu anda ne yapması gerektiğini
"Sakın gitme," dedi gene ressam. "Beş dakika içinde biliyormuş gibi, rakısını, çantasını, kitaplarını aldığı gibi
bitiyor işim. Ne istersen ısmarla ve benim hesabıma yazdır." ressamın ona gösterdiği yere yöneldi - pencere kenarındaki bir
Maria, hipnotize olmuş gibi, gidip bara oturdu, rakı istedi masaya. Ressam da fırçaları, tuvali, çeşit çeşit renklerle dolu
(içkiye alışkın olmadığından, aklına Nobel Ödüllü adamı taklit bir sürü şişeyi, bir paket sigarayı getirip yanı başına çömeldi.
etmekten başka çare gelmemişti) ve ressamın çalışmasını "Böyle kal."
seyretmeye başladı. 'Ben Cenevre'nin tanınmışlarından "Şansını zorluyorsun; benim hayatım sürekli hareket
değilim, demek ki başka bir şey ilgisini çekti. Ama benim içinde geçer."
tipim değil,' diye düşündü kurulmuş makine gibi. Maria'nın gayet derin bulduğu bir cümleydi bu, ama
Copacabana'da işe girdiğinden beri kendi kendine söyleyip ressam hiç umursamadı. Adamın bakışlarının uyandırdığı
durduğu şeyi tekrarlıyordu aslında; bu onun can simidi ve rahatsızlığa rağmen doğal davranmaya çalışan Maria,
gönül tuzaklarına kesin olarak sırt çevirme tarzıydı. pencereden sokağı ve tabelayı işaret etti:
Olay açıklığa kavuştuğuna göre, biraz beklemenin ona "Saint-Jacques Yolu ne demek?"
hiçbir zararı olmazdı; hem belki garson kız haklıydı ve bu "Bir hac yolu. Hacılar Yolu ya da Kamino diye de bilinir.
adam ona oldum olası hayalini kurduğu yabancı bir dünyanın Ortaçağ'da, Avrupa'nın dört bir köşesinden gelen bütün hacılar
kapılarını açabilirdi: Sonuç olarak, modellik yapmayı da İspanya'daki Santiago de Compostela'ya bu yoldan geçerek
istemiyor muydu? giderlerdi."
Adamın çevik ve hızlı hareketlerle işini bitirmesini Tuvali biraz açıp fırçalarını hazırlamaya koyuldu. Maria
seyretti. Besbelli kocaman bir tuvaldi önündeki, ama yarı hâlâ nasıl davranacağını kestiremiyordu.
yarıya katlanmıştı. Maria da bu nedenle çizilmiş öbür yüzleri "Peki, bu yolu izlersem, İspanya'ya ulaşır mıyım?"
göremiyordu. Ya bu onun için yeni bir fırsatsa? Adam (Maria "İki-üç ay alır. Bana bir iyilik yapar mısın? Sessiz dur; on
onun bir çocuk değil, adam olduğuna karar dakikadan fazla sürmez. Bir de şu paketi kaldır
94 95
me -memleketinde bir çiftlik idare etmek'gibi- yeteneğine
masanın üstünden." sahip bir kadındı. Şimdi ise, içinde tekrar güvende olmadığı
"Onlar kitap," diye yanıt verdi Maria, adamın sesindeki izlenimi uyanmıştı, ki bir fahişenin bunu hissetmek gibi bir
otoriter tondan hafif bir rahatsızlığa kapılarak. Karşısında lüksü yoktu.
mağaza yerine kütüphaneye giden, kültürlü bir kadın Sonunda rahatsızlığının nedenini keşfetti: Aylardan beri
olduğunu bilmeliydi. Ama ressam kitapları kendi alıp daha ilk kez, biri ona nesne ya da kadın gözüyle değil, kavranamaz
fazla merasim yapmadan yere koyuverdi. bir biçimde bakıyordu, en yakın şöyle tanımlanabilirdi:
Maria onu etkilemeyi başaramamıştı. Zaten onu etkilemek "Ruhumu, korkularımı, kırılganlıklarımı; hükmeder gibi
için en ufak bir niyeti de yoktu. Şu anda iş saatleri dışmdaydı, göründüğüm, ama aslında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir
çekiciliğini, olanca cömertlikleriyle acılarını dindirecek dünyayla savaşma yeteneğinden yoksun olduğumu görüyor."
adamlara saklasa daha iyi olurdu. Şu ressamla niye ilişkiye Gülünçtü bu, kendi kendine kuruyordu gene.
girsindi? Otuz yaşma gelmiş bir erkek saçlarını "İsterdim ki..."
uzatmamalıydı, bu gülünçtü. Maria neden onun parasız "Lütfen, konuşma," dedi adam. "Işığını görüyorum." Maria'ya
olduğunu düşünüyordu? Bardaki kız, onun tanınmış biri bunu söyleyen olmamıştı hiç. 'Taş gibi memelerinizi
olduğunu söylemişti - yoksa ünlü olan kimyager miydi? Maria görüyorum', 'biçimli kalçalarınızı görüyorum', 'tropiklerin
ressamın kılığına baktı, ama bu onu bir adım ileriye egzotik güzelliğini görüyorum', hatta daha iyisi, 'bu hayattan
götürmedi; hayat ona rasgele giyinen erkeklerin -o da bu kurtulmak istediğinizi görüyorum, bana bir şans verin, size bir
durumdaydı- takım elbise ve kravatla dolaşanlardan daha ev açayım'. Maria'nın kulağının alışık olduğu sözler bunlardı,
zengin olabileceğini öğretmişti. ama... ışık? Vaktin geç olduğunu mu söylemek istiyordu
"Niye adamı düşüneyim ki? Beni ilgilendiren, tablo." acaba?
On dakika, bir tuvalde ölümsüzleşmek için yüksek "Sendeki özel ışık," diye ekledi adam, Maria'nın hiçbir
bir bedel sayılmazdı. Maria, ressamın onu ödüllü kimya şey anlamadığını fark ederek.
gerin yanında resmettiğini fark etti; kendisinden her ; Kişiye özel ışık. Bak sen şu işe, hiç kimse, yaşı otuzu bulmuş
hangi bir karşılık isteyip istemeyeceğini merak etti. olmasına rağmen hayatı hiç tanımayan şu saf ressam kadar
"Yüzünü pencereye çevir." <v t". uzak olamazdı gerçeklikten. Herkesin bildiği gibi, kadınlar
Maria hiç huyu olmadığı halde, gene soru sormadan erkeklerden daha çabuk olgunlaşırlar ve Maria da -sabahlara
söyleneni yaptı. Gelip geçenlere, Saint-Jacques tabelasına kadar gözünü kırpmadan felsefi çelişkiler üzerine kafa yormasa
baktı, bir yandan da bu yolun yüzyıllar önce de var olduğunu da- en azından bir şeyi biliyordu: ressamın 'ışık' dediği,
hayal ediyordu, dünyadaki ve insanlardaki gelişmelere, kendisininse 'özel bir parıltı' diye yorumladığı şeye sahip
dönüşümlere direnmiş bir yerdi bu. Bu iyi bir işaret miydi olmadığını. Herkes gibi bir insandı o, sessizce yalnızlığın
yoksa? Bu tablonun da kaderi aynı olabilir, beş yıl yüz sonra acısını çekiyor, her yaptığına haklı bir neden bulmaya
bir müzede yerini alabilirdi... çalışıyor, zayıfken kendini güçlü gösteriyor, güçlüyken zayıf
Adam çizmeye başladı, o çalıştıkça Maria giderek taklidi yapıyordu. Tehlikeli bir iş uğruna bütün tutkulara sırt
coşkusunu kaybetti, kendini anlamsız hissetmeye başladı. Bu çevirmiş olmakla birlikte, şimdi hedefe çok yaklaşmışken ge-
bara girdiğinde, nazik bir karar alma -para getiren bir mesleği On Bir Dakika 97/7
terk etmek-, daha da zor bir savaşı göğüsle-
96
leceğe dair planları, geçmişle ilgili pişmanlıkları vardı ve bu
buydu; herhangi bir nedenle birileri onunla yakınlaşmaya
durumdaki bir varlık herhangi bir 'özel parıltı'ya sahip olamaz.
kalktığında, ki bu da çok nadir olurdu, çünkü İsviçreliler
Kuşkusuz ressamın onu aptal gibi sessizce, kımıldamadan yapıları gereği mesafeli insanlardır; kaç tanesiyle tanışmasını
durmaya kandırmak için bulduğu bir yoldu bu. engellemişti. Ne yanıt verebilirdi?
"Kişiye özel ışıkmış. Başka laf bulamamış. 'Yandan çok "Bir gece kulübünde çalışıyorum."
hoş görünüyorsun,' örneğin." İşte bu kadar. Omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı ve
Işık bir eve nasıl girer? Ardına kadar açık pencerelerden. Işık İsviçre'ye geldiğinden beri öğrendiklerinden mutluluk duydu;
bir insanın içine nasıl girer? Aşk kapısından, eğer açıksa. Ve başkalarının ne düşüneceğine kafa yormadan soru sormak
Maria'mnki sımsıkı kapalıydı. Kötü bir ressam olmalıydı bu (Saint-Jacques Yolu ne demek?) ve yanıt vermek (bir gece
adam, işten hiç anlamıyordu. "Bitirdim," dedi. kulübünde çalışıyorum).
Maria yerinden kımıldamadı. Tabloyu görmek istiyordu, "Seni daha önce gördüm gibime geliyor."
ama isteğinin cahillik olarak anlaşılmasından korkuyordu. Maria adamın içinden lafı daha ileri götürmek geçtiğini
Merakı ağır bastı. Ressama söyledi, o da kabul etti. hissetti ve küçük zaferinin tadını çıkardı. Daha birkaç dakika
Adam onun sadece yüzünü çizmişti; Maria'ya benziyordu önce ne istediğinden emin görünen ve ona emirler veren
bu, ama modelin kim olduğunu bilmeden tabloyu görse, ressam, yabancı bir kadın karşısında güvenini kaybeden bütün
oradakinin kendisinden çok daha güçlü, aynaya baktığında öbür erkeklere benziyordu şimdi.
göremediği bir 'ışıkla dolu bir kadın olduğunu söylerdi. "Ya bu kitaplar?"
"Adım Ralf Hart. Uygunsan, sana bir içki daha ıs- Maria gösterdi. Tarım. Çiftçilik. Güveni tekrar zayıfladı.
marlayayım." "Seks işinde mi çalışıyorsun?"
"Hayır, teşekkürler." Ressam tehlikeyi göze almıştı. Acaba Maria bir fahişe gibi
Anlaşılan, karşılaşma, ne yazık ki tahmin edilmesi kolay giyindiği için mi? Her ne olursa olsun, Maria zaman kazanmak
bir renge bürünmeye başlamıştı: Erkek, kadını ayartmaya zorundaydı. Oyun ilginç bir hal almaya başlamıştı ve
kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.
çalışıyordu.
"Neden erkeklerin aklı fikri bundadır?"
"Bize iki rakı daha verir misiniz lütfen," diye sordu adam,
Adam kitapları elinden bıraktı.
Maria'nın yanıtını hesaba katmadan.
"Seks ve çiftlik idaresi. Her ikisi de son derece sikici
Maria'nm başka yapacak ne gibi işleri vardı? Çiftçilikle ilgili konular."
sıkıcı bir kitap okumak. Daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi,
Nasıl yani? Maria birden kendisine meydan okunduğunu
göl kenarında dolaşmak. Ya da onda kendinin bilmediği bir
hissetti. Ne hakla mesleği hakkında ileri geri konuşurdu?
ışık gören bir adamla gevezelik etmek, tam da, 'deneyiminde'
Tamam, ne iş yaptığını tam olarak bilmiyordu, kuşkusuz
geri sayımın başladığı gün. "Ne iş yapıyorsun sen?" Maria'nm
basmakalıp bir fikirdi ileri sürdüğü, ama onu yanıtsız
duymak istemediği bir soru varsa, o da
bırakamazdı.
98 "Ne tesadüf, ben de resimden daha sıkıcı bir şey yoktur,
diye düşünürüm: donup kalmış bir nesne, yarıda kalmış bir
hareket, aslına kesinlikle sadık olmayan bir re-
.99
sim. Miyadı dolmuş bir uğraş, artık kimsenin ilgisini nin masasına oturması doğru olmaz. Biliyor musunuz, ben
çekmiyor, ressamlar hariç - kendini kültürlü, üstün hisseden, buyum işte! Bir fahişe. Zerre kadar suçluluk duymayan, saç
aslında dünyanın geri kalanı gibi gelişememiş insanlar. Juan tellerinin ucundan ayak parmaklarına dek - bir fahişe. Benim
Mirö'yu duymuş muydun? Ben hiç duymamıştım, sadece bir erdemim de bu: Ne kendimi aldatıyorum ne de sizi. Çünkü
keresinde bir lokantada bir Arap söyledi ve bu hayatımda değmez, siz yalanı hak etmiyorsunuz. Bir düşünsenize hele,
zerre kadar değişiklik yaratmadı." kafenin öbür ucundaki şu ünlü kimyager kim olduğumu anlasa
Fazla ileri gidip gitmediğini anlamaya imkân yoktu, neler olur?" Sesini yükseltti. "Bir fahişe! Ve biliyor musunuz?
çünkü içkiler gelmişti, böylece konuşma yarım kaldı. Bir an Şu lanet ülkeyi tam doksan gün sonra, cebimde bir dolu parayla,
sessizliğe gömüldüler. Maria gitme zamanı, diye düşündü, geldiğim zamankinden daha kültürlü, şarabın iyisinden anlayan,
belki Ralf Hart da içinden aynısını geçirmişti. Ama masada iki valizleri karda çekilmiş fotoğraflarla dolu, insanın • yapısını
dolu bardak vardı ve bu birlikte kalmak için bir bahaneydi. daha iyi bilen biri olarak terk edeceğimi düşünmek, içimi
"Çiftçilik kitabıyla ne yapıyorsun?" rahatlatıyor!"
"Ne demek istiyorsun?" Bardaki kız, korku içinde dinliyordu. Kimyager Ma-ria'ya
"Rue de Berne'e gittim daha önce. Seni orada, çok pahalı dikkat etmemiş gibiydi. Bütün bunların sebebi belki alkol, belki
bir gece kulübünde gördüğümü hatırlıyorum. Ama resmini Maria'nm kısa süre sonra tekrar taşralı bir Brezilyalı olacağını
çizerken hatırlayamadım bunu; ışığın fazlasıyla güçlüydü kesin olarak bilmesi, belki mesle-c ğini itiraf edişini eleştiren
çünkü." bakışları, kızgın hareketleri umursamamanın rahatlığıydı.
Maria, zeminin ayaklarının altından kaydığını hissetti. "İyi anladınız mı, Mösyö Hart? Tepeden tırnağa, ba-X
Hiçbir neden olmamasına rağmen, ilk kez mesleğinden şımdan ayaklarıma, ben bir fahişeyim ve bu benim meziyetim,
utanıyordu. Ailesinin ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılamak erdemim!"
için çalışıyordu. Rue de Berne'e gittiği için asıl o utanmalıydı; Adam sessizliğini korudu. Kılını bile kıpırdatmadı. Maria,
bir saniye içinde, doğabilecek olan büyü yitip gitmişti. güveninin yerine geldiğini hissetti.
"Dinleyin Mösyö Hart. Brezilyalı olabilirim, ama dokuz "Ve siz, siz modellerini zerre kadar anlamayan bir
aydır İsviçre'de yaşıyorum. Öğrendiğim kadarıyla İsviçreliler ressamsınız. Belki şurada uyuklayan şu kimyager de, as-'{ lında
mesafeli insanlardır, çünkü, az önce gördüğümüz gibi herkesin demiryollarında memurdur. Ve hatta tablonuzdaki ; bütün öbür
ya da hemen herkesin birbirini tanıdığı küçücük bir ülkede kişiler de göründüklerinden başkadırlar | Yoksa, az önce
yaşarlar. İşte bu nedenle kimse kimseye hayatı hakkında soru öğrendiğiniz gibi, altı üstü BİR FA-Hİ-ŞE PARÇASI olan bir
sormaz. Gayet yersiz ve kaba bir yorumda bulundunuz - ama kadında özel bir 'ışık' hissettiğinizi iddia etmezdiniz!"
amacınız beni aşağılayıp kendinizi daha rahat hissetmekse, Bu son sözler üzerine basa basa, yüksek sesle söylenmişti.
boşuna vakit harcadınız. Şu berbat rakı için teşekkürler, tek Kimyager uyandı, garson kız da hesabı getirdi.
damlasını bırakmamacasma içeceğim onu. Ardından bir de "Bu öyle ya da böyle fahişe olmanla değil, kadınlığınla
sigara yakacağım. En sonunda da kalkıp gideceğim. Ama siz ilgili." Ralf hesabı görmezden geldi ve gene tane tane, ama
hemen gidebilirsiniz, çünkü ünlü bir ressamın bir fahişe- alçak sesle yanıt verdi: "Sende bir ışık var: Bir-
100 101
takım önemli şeyleri, daha önemli saydığı başka şeyler uğruna arkadaş aramaya ihtiyaç duymaman lazım."
feda edebilecek bir varlığın iradesindeki ışık. Gözler. Bu ışık, "İhtiyacım vardı. Birkaç meslektaşınla yattım, ama kadın
gözlerde gösterir kendini." bulmakta zorluk çektiğimden değil. Benim derdim kendimle."
Maria elinin kolunun bağlandığını hissetti; adam tahrike Maria kıskançlığın içine iğne gibi battığını hissetti ve
kapılmamıştı. Onun tek derdinin, kendisini baştan çıkarmak korkuya kapıldı. Gerçekten gitmesi gerektiğini anlamıştı artık.
olduğuna inanmak istedi. Kendine -en azından önündeki "O da son denememdi. Vazgeçtim artık," dedi Ralf, bir
doksan gün boyunca-, şu dünyada ilgi çekici adamların var taraftan da yere saçılmış olan malzemelerini topluyordu.
olabileceğini düşünmeyi yasaklamıştı. "Vücudunda mı sorun var?"
"Şu önündeki rakıyı görüyor musun," diye devam etti "Hiçbir sorun yok. Sadece ilgisizlik."
ressam. "Böyle işte, sadece bir rakı görüyorsun. Ben daha Bu mümkün değildi.
ötesine geçmek zorunda olduğumdan, kaynağındaki bitkiyi, "Hesabı öde. Gidip yürüyelim. Aslında, bana öyle geliyor
atlattığı fırtınaları, tohumları toplayan elleri, bir kıtadan ki pek çok insan senin gibi hissediyor, ama kimse bunu itirafa
ötekine gemiyle taşınmasını, alkolle buluşmadan önce bitkinin yanaşmıyor. Bu kadar dürüst biriyle konuşmak çok iyi
sahip olduğu kokuyu ve rengi görüyorum. Günün birinde bu oluyor."
sahneyi çizmem gerekse, bütün bunları resmederdim - ne var Saint-Jacques yolunda, göle dökülen nehre doğru
ki, sen tabloyu gördüğünde, onu bir bardak dolusu sıradan bir yürümeye başladılar; nehir dağlarda yoluna devam ediyor,
rakı sanırdın. sonunda İspanya'daki uzak bir bölgede akışını noktalıyordu.
"Aynı şekilde, sen sokağı seyredip Saint-Jacques yolunu Öğlen yemeğinden gelen yayalarla karşılaştılar, bebek
düşünürken -bunu düşündüğünü biliyorum-, ben senin arabalarını iten anneler, gölün ortasındaki fıskiyenin
çocukluğunu, ilkgençliğini, gerçekleşmeyen rüyalarını, fotoğrafını çeken turistler, başları örtülü Müslüman kadınlar,
gelecek planlarını -kafamı en çok kurcalayan da bu- çizdim. jogging yapan kızlar ve oğlanlar; hepsi şu efsanevi Santiago
Tabloya baktığında..." de Compostela kentinin peşindeki hacılardı; belki hiç var
Maria, sonradan yıkmanın çok zor olacağını bile bile, bir olmamıştı bile bu kent, belki hayatlarına bir anlam katabilmek
savunma duvarı ördü. için insanların inanmaya ihtiyaç duyduğu bir efsaneydi
"O ışığı gördüm... yalnızca. Bunca zamandır bunca insanın gelip geçtiği bu
"... oradaki sadece sana benzeyen bir kadın olsa bile." yolda, şimdi de fırçalar, boya şişeleri, tuvaller, kalemlerle dolu
Gene rahatsız edici bir sessizlik çöktü ortalığa. Maria ağır bir çantayı sırtlamış uzun saçlı şu adamla, koltuğunun
saatine baktı. altına çiftçilik kitapları sıkıştırmış olan, biraz daha genç bir kız
"Gitmek zorundayım. Seks neden sıkıcıymış?" yürüyordu. İkisinin de aklına, bu hac yolculuğunu neden
"Bu konuda sen benden daha bilgili olmalısın." birlikte yaptıklarını sormak gelmedi, dünyada daha doğalı
"Evet, bilgim var, çünkü işim bu. Kısacası, her gün aynı yoktu - erkek kız hakkında her şeyi biliyordu, kız onun
şey. Ama sen, otuzunda bir erkeksin..." hakkında hiçbir şey bilmese de.
"Yirmi dokuz."
"Genç, çekici, ünlü birisin. Rue de Berne'de kendine
102 103
İşte bundan dolayı sorular sormaya karar verdi Ma-ria - resimde iyice nadir. Bugün iyi para edecek her türden tablo
artık, her konuda soru sorabiliyordu. İlk başta adam çekingen yapabilirim, sanatın ne olduğunu bir tek kendilerinin bildiğini
davrandı, ama Maria bir erkekten neyi nasıl koparacağını düşünen eleştirmenler kızsa bile. Her soruya bir cevabı olduğu
biliyordu. Sonunda onun iki kere evlendiğini (yirmi dokuz sanılan insanlardanım ben: Ne kadar susarsan, seni o kadar
yaşındaki biri için bir rekordu bu!), çok yolculuk yaptığını, zeki buluyorlar."
krallarla, ünlü aktörlerle tanıştığını, unutulmaz eğlencelere Hayatını anlatmaya devam etti. Her hafta bir yerlere davet
katıldığını öğrendi. Cenevre'de doğmuş, Madrid'de, ediliyordu. Barcelona'da bir ajansı vardı - Maria biliyor muydu
Amsterdam'da, New York'ta ve Fransa'nın güneyinde yer alan, Barcelona'nın nerede olduğunu? Evet, biliyordu, İspanya'da.
Tarbes diye bir kentte yaşamıştı; bildik turistik gezi Bu kadın bütün para işleriyle, davetlerle, sergilerle ilgileniyor,
programlarında yer almayan bir yerdi Tarbes, ama kendisi ama canının çekmediği şeyler yapmaya kesinlikle
dağlara yakınlığı ve halkının canayakınlığı nedeniyle çok zorlamıyordu onu. Yıllarca birlikte çalıştıktan sonra, sanat
seviyordu orayı. Sanatsal yeteneği yirmi yaşındayken piyasasında belli bir üne ulaşmışlardı.
keşfedilmişti; bir keresinde, önemli bir tablo simsarı tesadüfen, "Bu ilginç bir hikâye mi?" Sesinde belli bir rahatsızlık
doğduğu kentte bulunan, dekorasyonunu Ralf'ın yaptığı bir seziliyordu.
Japon lokantasına yemeğe gelmişti. Çok para kazanmıştı, "Biraz sıradan geldi bana. Bir sürü insan senin yerinde
gençti, sağlıklıydı; canının her çektiğini yapabilir, dilediği yere olmaya can atardı."
gidip dilediği insanla birlikte olabilirdi; bir erkeğin yaşa- Ralf, Maria'nm kim olduğunu merak ediyordu.
yabileceği bütün hazları tatmıştı zaten; mesleğini de se- "Üç kişi var bende, yanımdaki insana göre değişiyor.
viyordu. Ne var ki, üne, paraya, kadınlara, yolculuklara Karşısındaki adama hayranlıkla bakan, anlattığı iktidar ve
rağmen mutsuzdu ve hayatında tek bir sevinç kaynağı vardı: zafer hikâyelerinden etkilenmiş gibi yapan Saf Küçük Kız.
resim. Kendilerinden daha az emin görünenlere bir anda saldıran
"Kadınlar sana bu kadar çok mu acı çektirdi?" diye sordu Meşum Kadın; böylece kontrolü ele geçirerek erkekleri
Maria ve daha ağzından çıktığı anda bunun aptalca bir soru rahatlatıyor; çünkü artık herhangi bir şeyden kaygılanmalarına
olduğunu fark etti; Kadınların Bir Adamı Elde Etmek İçin gerek kalmıyor. Ve son olarak da Şefkatli Anne; öğüt
Bilmesi Gereken Her Şey diye bir kitaptan alınmış gibiydi. dinlemeye meraklı erkekleri şımartıyor, bir kulağından girip
"Bana hiç acı çektirmediler. Evliliklerimde çok mutlu ötekinden çıkan hikâyeleri anlayışlı bir edayla dinliyor. Sen
oldum. Her birliktelikte olduğu gibi aldatıldım ve aldattım, hangisini tanımak istersin?"
ama bir süre sonra seksten sıkılıyordum. Sevgim sürüyordu, "Seni."
dostluğunu özlüyordum, ama seks... Niye seksten Maria her şeyi anlattı, buna ihtiyacı vardı. Brezilya'dan
konuşuyoruz ki?" ayrıldığından beri ilk kez yapıyordu bunu. Hikâyesini
"Sen kendin söyledin ya, ben bir fahişeyim de ondan." bitirince, çizgi dışı bir meslekle uğraşmasına rağmen, Rio'da
"Hayatımın pek ilginç bir tarafı yok. Genç yaşta başarıya geçirdiği haftadan ve İsviçre'deki ilk ayından sonra büyük
ulaşmış bir sanatçıyım ben, nadir olur bu, hele de heyecanlar yaşamadığını fark etti. Evden işe, işten eve.
Sözlerini bitirdiğinde, bir başka barda oturuyorlardı
104 105
- bu seferki kentin öbür uçundaydı, Saint- Jacques'a çok ama kendini tuttu; zaten kendini yeterince ele vermişti,
uzaktı. İkisi de, kaderin ötekine ne hazırladığını düşünüyordu. susmak daha akıllıca olurdu.
"Daha ne söyleyeyim?" diye sordu Maria. Acıklı bir durumdu bu. İşte gene küçük bir çocuk vardı
"Örneğin, hoşçakal." yanında; bu kez ondan kalem değil, biraz dostluk istiyordu.
Evet. Bu öğleden sonra ötekilerden farklı geçmişti. Maria Maria geçmişine döndü ve ilk kez kendini affetti: Suç onda
kendini kaygılı, gergin hissediyordu, sanki bir kapı açmıştı ve değil, daha ilk denemede pes eden oğlandaydı. İkisi de
şimdi nasıl kapatacağını bilemiyordu. "Tabloyu ne zaman çocuktu, çocuklar da böyle davranırdı; aslında ne o kusurluydu
görebileceğim?" Ralf ona, Barcelona'daki ajansının kartını ne de oğlan. Bu içine büyük bir rahatlık verdi, kendini daha iyi
uzattı. "Hâlâ Avrupa'da olursan, altı ay sonra ona telefon et. hissediyordu artık, ömründe karşısına çıkan ilk fırsata sırt
Cenevre'nin Yüzleri, ünlüleri ve ünsüzleri, ilk olarak Ber- çevirmiş değildi. Herkes böyle davranır, kayıp yarısını arayan
lin'deki bir galeride sergilenecek. Ardından Avrupa'nın çeşitli insanoğulları arasına katılmanın ilk adımlarındandır bu.
yerlerini dolaşacak." Ama şimdi durum farklıydı. Nedenler ne kadar geçerli
Maria kafasındaki takvimi, önünde kalan doksan günlük olsa da (Brezilya'ya döneceğim, bir gece kulübünde
süreyi, herhangi bir ilişkinin ya da bağın doğurabileceği çalışıyorum, birbirimizi tanıyacak vaktimiz olmadı, seks beni
tehlikeleri hatırladı. ilgilendirmiyor, aşkın adını bile duymak istemiyorum, çiftlik
"Bu hayatta nedir en önemlisi? Yaşamak mı, yoksa idaresini öğrenmem gerek, resimden hiç anlamam, ayrı
yaşamış gibi yapmak mı? Şimdi bir tehlikeyi göze alsam, dünyaların insanlarıyız), hayat ona meydan okuyordu. Maria
birinin eleştirilerde ya da yorumlarda bulunmaya kalkışmadan artık çocuk değildi, bir seçim yapmak zorundaydı.
beni dinlediği şu akşamüstünün, burada geçirdiklerimin en Herhangi bir yanıt vermemeyi tercih etti. Bu ülkenin
güzeli olduğunu söylesem mi? Yoksa çelik bir iradeye ve âdetine uyarak ressamın elini sıktı ve evine döndü. Eğer
'ışık'a sahip kadın zırhını üzerime geçirip tek kelime etmeden gerçekten düşündüğü gibi bir adam olsa, sessizliğinden
ürkmezdi.
gitsem mi?"
Saint- Jacques'ta yürürlerken ve kendi hayatını anlatışı
kulağına gelirken, Maria kendini mutlu hissetmişti. Bununla
yetinebilirdi - zaten bu başlı başına kaderin büyük bir
armağanıydı.
"Seni görmeye gelirim," dedi Ralf Hart. "Bunu yapma.
Yakında Brezilya'ya dönüyorum. Birbirimize söyleyecek
hiçbir şeyimiz yok." "Müşteri olarak geleceğim sana." "Bu
beni aşağılamak olur." "Beni kurtarman için geleceğim."
Maria'ya, sekse ilgi duymadığını itiraf etmişti. Ma-ria'nm
içinden aynı durumda olduğunu söylemek geçti,
106 107
Tanımadığım, planlarımda yer almayan birine dşıfc
olduğuma inanabilsem keşke. Aşkı kontrol altında tutmakla,
reddetmekle geçen bütün bu ayların bende tam tersi bir etkisi
olmuş: Bana başkalarından farklı bir şekilde ilgi gösteren ilk
insana kendimi kaptınveriyorum galiba.
Neyse ki ondan telefon numarasını istemedim, nerede
oturduğunu bilmiyorum, fırsatı kaçırdığım için kendimi suçlu
hissetmeden kaybedebilirim onu.
JVLaria'nın günlüğünden, aynı gün yazılanlar: Ve eğer durum buysa, onu çoktan kaybettiysem bile,
Bugün, göl kenarında, şu tuhaf Saint-Jacques yolunda hayattan mutlu bir gün çalmış oldum. Şu dünyada mutlu bir
yürürken, yanımdaki adam -benimkiyle taban tabana zıt bir gün, bir mucize demek.
hayat süren bir ressam- suya küçük bir taş attı. Taşın düştüğü
yerde oluşan halkalar giderek büyüdü, tesadüfen oradan
geçen bir ördeğe değdi. Kuş, bu beklenmedik dalgadan
korkacak yerde, onunla oynamaya karar verdi.
Birkaç saat önce bir kafeye girmiştim, bir ses duydum ve
sanki Tanrı oraya bir taş atmış gibi oldu. Enerji dalgaları bir
bana değdi, bir de bir köşede resim yapan bir adama. Taşın
titreşimlerini o da, ben de hissettik. Ya şimdi?
Bir ressam, karşısına bir model çıktığında anlar. Mü-
zisyen, çalgısının akordunun düzgün olduğunu bilir. Burada,
günlüğümdeki bazı cümlelerin benim değil, 'ışık' dolu bir
başka benin, reddettiğim bir kadının elinden çıktığını
biliyorum.
Böyle devam edebilirim. Öte yandan göldeki ördek gibi
gönlümü eğlendirebilir, bir anda suyun yüzeyini hafifçe
hareketlendiren dalganın tadını çıkarabilirim.
Bu taşın bir adı var: tutku. Bu sözcük, iki kişi arasında
çakan bir şimşeğin güzelliğini anlatabilir, ama bununla sınırlı
değildir. Tutku, beklenmedik olanın verdiği heyecanda, ateşle
hareket etme isteğinde, bir hayali gerçekleştirmeyi
başaracağını kesin olarak bilmekte. Tutku, hayatımıza
kılavuzluk eden işaretler gönderir ve ben de bu işaretleri
çözmeyi bilmeliyim.
108 109
JVlaria akşam Copacabana'ya gittiğinde, ressam onu JVlaria'nm günlüğünden; yaşlı bir adam, bir muhasebeci
bekliyordu. Başka müşteri yoktu zaten. Brezilyalı kızı oldukça ve bir sigortacıyla geçirdiği akşamdan sonra:
merakla izleyen Milan, genç kızın savaşı kaybettiğini anladı. Bu ressam benden ne istiyor? Farklı ülkelerden, farklı
"Bir içki ısmarlayabilir miyim?" "Çalışmak zorundayım. İşimi kültürlerden geldiğimizi bilmiyor mu? Hazlar hakkında ondan
kaybedemem." "Ben bir müşteriyim. Sana iş teklif ediyorum." daha fazla bilgim olduğunu sanıyor da bir şeyler mi
Öğleüzeri kafede kendinden o kadar emin görünen, iyi fırça öğrenmeye hevesleniyor yoksa?
oynatan, yüksek tabakadan insanlarla düşüp kalkan, Neden bana sadece şunu söyledi: 'Ben müşteriyim'? Oysa
Barcelona'da bir ajansı olan ve kuşkusuz iyi para kazanan bu 'Seni özledim' ya da 'Birlikte geçirdiğimiz akşamüstü bana
adam, şimdi kırılgan tarafını ortaya koyuyordu. Adımını bile büyük keyif verdi' demek ne kadar kolay. Ben de öyle karşılık
atmaması gereken bir sahneye girmişti; artık Saint- verirdim (bir profesyonelim çünkü). Kaygılarımı anlamak
Jacques'taki romantik kafede değildi. Akşamüstünün büyüsü onun görevi, çünkü ben bir kadınım, kırılganım ve üstelik bu
kaybolmuştu birden. "Evet, kabul ediyor musun?" kentte bambaşka biriyim.
"Ediyorum, ama şimdi olmaz. Bugün beni bekleyen O bir erkek. Bir sanatçı. Şunu biliyor olmalı, insan-
müşterilerim var." oğlunun amacı mutlak aşkı anlamaktır. Aşk başkasında değil,
Milan onun cümlesini bitirmesini bekledi; yanılmıştı, kendimizdedir; onu biz uyandırırız. Ama uyanması için, bir
ufaklık aşk vaatlerinin tuzağına kaptırmamıştı kendini. Gene başkasına ihtiyaç duyarız. Evren, sadece heyecanlarımızı
paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır.
de, oldukça durgun geçen gecenin sonunda, kızın neden önce
ihtiyarın tekiyle, sonra sıradan bir muhasebeciyle ve bir Seksten yorulmuş mu acaba? Ben de öyleyim ve buna
rağmen ne o ne de ben biliyoruz aşkın ne olduğunu. Hayatın
sigortacıyla birlikte olmayı tercih ettiğini merak etti...
temel taşlarından birinin ölmesine izin veriyoruz -beni
Neyse, bu onun sorunuydu. Ona komisyonunu ödediği
kurtarmasına ihtiyacım vardı, onun da benim onu kurtarmama
sürece, kiminle yatacağına ya da yatmayacağına karar vermek
ihtiyacı vardı, ama bana seçim şansı bırakmadı.
Milan'a düşmezdi.
110 111
muydu? Hayır. Copacabana'dakiler arasında azıcık da olsa
duygularını paylaşabildiği tek kadın olan, Filipinli Nyah hiç
aklına geliyor muydu? Hayır, oysa bunlar, yanlarında kendini
rahat hissettiği insanlardı.
Dikkatini havanın sıcaklığına, ya da önceki akşam
gidemediği süpermarkete çevirmeye çabaladı. Babasına,
almayı istediği arazi hakkında ailesini mutluluktan havaya
uçuracak ayrıntılarla dolu, uzun bir mektup yazdı. Dönüş
JVEaria korkuyordu. Bunca piştikten sonra, ruhundaki bir tarihini belirtmedi, ama yakın olduğunu ima etti. Uyudu,
baskı, bir deprem, bir yanardağ patlama işaretleri veriyordu; uyandı, tekrar uyudu, tekrar uyandı. İsviçrelilere uygun olan
bu gerçekleştiği andan itibaren, bir daha duygularını kontrol çiftçilik kitabı, Brezilyalıların hiçbir işine yaramazdı;
edemezdi. Birlikte sadece birkaç saat geçirdiği, ona elini bile birbirinden fazlasıyla farklı iki dünyaydılar.
sürmeyen, onu baştan çıkarmaya çalışmayan -daha beteri Öğleden sonra, depremin, yanardağın, baskının yatıştığını
olabilir miydi?- şu lanet olasıca sanatçı kimin nesiydi? hissetti. Gevşedi; böylesi ani tutkuları daha önce de tatmıştı ve
Üstelik, hayatı hakkında yalan söylemiş de olabilirdi. ertesi gün daima etkisi azalır, neyse ki dünyası aynı kalırdı.
Neden yüreğinde alarm zilleri çalıyordu? Neden onun da Onu seven bir ailesi, yolunu bekleyen ve şu sıralar sık sık
aynı şeyi hissettiğini düşünüyordu? Ama besbelli yanılıyordu. yazıp kumaş mağazasının çok iyi para kazandığını anlatan bir
Ralf Hart'm arzusu, sönmekte olan ateşini bir nebze de olsa erkeği vardı. Daha o akşam uçağa atlayıp gitmeye karar verse,
canlandırabilecek bir kadın bulmaktı; Maria'yı kendi küçük bir arazi alacak kadar paraya sahipti. En zorlu engelleri,
muhteşem seks tanrıçası yapmak istiyordu; özel bir 'ışık'la dil sorununu, yalnızlığı, Arap'la lokantaya gittiği ilk günü
donanmış (bu konuda dürüst davranmıştı), elinden tutup ona aşmış, ruhunu bedeninin yaptıkları yüzünden fazla
hayata dönüş yolunu göstermeye hazır bir tanrıça. Maria'nm yakınmamaya ikna etmişti. Hayalinin ne olduğunu gayet iyi
da sekse karşı aynı ölçüde ilgisiz olduğunu, kendince dertleri biliyordu ve onu gerçekleştirmek için her şeye razıydı. Zaten,
olduğunu (onca adam gelmiş geçmiş, ama o, ilişki sırasında bu hayalin içinde erkeklere yer yoktu. En azından anadilini
hâlâ orgazm olmamıştı), daha o sabah planlar yaptığını ve konuşmayan, onun memleketinde yaşamayan erkeklere.
memleketine görkemli bir dönüş tasarladığını kavrama yete- Deprem sona erdiğinde, Maria şunu söylememiş olduğu
neğinden yoksundu. için kısmen suçlu olduğunu anladı: "Yalnızım, senin kadar
Neden Maria'nın aklından çıkmıyordu bir türlü? Neden mutsuzum. Dün bendeki 'ışığı' gördün; buraya geldim geleli
Maria, belki de tam şu anda başka bir kadının resmini çizen, ilk kez bir erkekten bu kadar güzel ve dürüst sözler duydum."
onda özel bir 'ışık' gördüğünü, ona bir seks tanrıçası Radyoda eski bir şarkı çalıyordu: Aşklarım daha doğ-
olabileceğini söyleyen bir adamı düşünüp duruyordu? madan ölüyor. İşte buydu Maria'nm kaderi.
"Çünkü onunla konuşabildim."
Gülünçtü bu! Kütüphaneciyi düşündüğü oluyor
On Bir Dakika
112
JVLaria'nın günlüğünden; her şeyin normale dönme- U çüncü gün, sanki ölüler arasından dirilmişçesine, Ralf
sinden iki gün sonra: Hart tekrar geldi; az kalsın çok geç kalmış olacaktı: Maria bir
Tutkunun etkisi altındayken, insan beslenmeyi, uyumayı, müşteriyle konuşmaya başlamıştı bile. Ama ressamı görünce,
çalışmayı, huzuru unutuyor. Pek çok insan korkar tutkudan, müşterisine kibarca dans etmek istemediğini, beklediği birinin
çünkü geçmişle ilgili önüne çıkan ne varsa ezip geçer. olduğunu söyledi.
Kimse dünyasının düzeninin bozulmasından hoşlanmaz. Ancak o an anladı Maria, günlerdir ressamın yolunu
İşte bu nedenledir ki pek çokları bu tehlikeyi kontrol altında gözlediğini. O saniye, kaderin yoluna dizdiği her şeyi kabul
tutmayı başarır, baştan beri tozdan dumandan oluşan bir etti.
yapıyı ayakta tutabilir. Bunlar, geçmişte kalmış şeyler Bundan dolayı sızlanmadı: Mutluydu, kendine bu lüksü
üzerinde çalışan mühendislerdir. sunabilirdi, çünkü günün birinde bu kenti terk edecekti. Bu
Kimileri de tam tersi görüştedir: Böyleleri, tutku sa- aşkın imkânsız olduğunu biliyordu; dolayısıyla herhangi bir
yesinde bütün sorunlarına çözüm bulacaklarını umut ederek umut beslemediğinden, hayatının bu evresinden bütün
düşünmeden kendilerini bırakırlar. Mutlulukları konusunda beklediklerini alacaktı.
bütün sorumluluğu ötekine yıkar, böylece yaşayabilecekleri Ralf ona bir içki önerdi, Maria da bir meyve kokteyli
mutsuzlukların da suçlusu haline getirirler onu. Hep ya ısmarladı. Barda duran patron, bardakları yıkar gibi yaparak,
mutludurlar, çünkü harika bir şey yaşamışlardır, ya da anlayamadan Brezilyalı kadına baktı: Fikrini değiştirmesine
bunalımdadırlar, çünkü beklemedikleri bir olay ne var ne neden olan neydi acaba? Bütün gece oturup içki içmeyeceğini
yoksa mahvetmiştir. umuyordu; kadının adamı dans pistine sürüklediğini görünce
Tutkudan kendini korumak ya da körlemesine kendini ona rahatladı. Ritüeli yerine getiriyorlardı, kaygılanmak için hiçbir
bırakmak; bu iki tutumdan hangisi insana daha az zarar neden yoktu.
verir? Maria erkeğin elini belinde, yüzünü yüzünde hisse-
Bilmiyorum. diyordu, neyse ki ses çok yüksek olduğundan, iki kelime bile
etmeleri imkânsızdı. Bir meyve kokteyli tekrar cesaretini
toplamasına yetmemişti; sarf ettikleri üç-beş söz de son derece
resmiydi. İş, zamana kalmıştı şimdi: Otele gidip sevişecekler
miydi? Hiç zor değildi, mesleğinin gerektirdiği gibi
davranacaktı sadece. Bu da, tutkunun bütün izlerini silmesine
yardım edecekti. İçinden, ilk gö-
114
I* 115
rüşmelerinden bu yana neden kendine bu kadar işkence Girdikleri koridorda, üst kata çıkan bir merdiven vardı;
ama onlar düz yürüyüp dipteki bahçeye bakan iki odaya
ettiğini sorup duruyordu.
ulaştılar. Duvarları tablolarla kaplı olan, yemek odası yerine
O akşam, Şefkatli Anne olacaktı. Ralf Hart, tıpkı bin-
geçiyordu. Ötekinde birkaç divan, sandalyeler, kitap dolu
lercesi gibi umutları tükenmiş bir erkekti. Maria rolünü iyi
raflar, küllükler ve kirli bardaklar vardı.
oynarsa, Copacabana'ya ilk girdiğinden bu yana kendine
"Kahve yapayım."
çizdiği senaryodan şaşmamayı başarırsa, kaygılanması için bir
Maria başıyla reddetti. Hayır, bu sefer bana farklı
neden de kalmazdı. Gene de bu adamla birlikte olmakla çok
davranamaz. Bütün yeminlerimi çiğneyerek kendi vicdanıma
büyük bir tehlikeye atıyordu kendini, şimdi kokusunu
meydan okuyorum. Ama sakin olmalıyım; ruhumda şefkate
hissediyor -ve seviyor-, teninin temasını keşfediyor -ve
susamış bir kız yatıyorsa da, bugün fahişe, kadın arkadaş ya da
seviyor-, onu beklediğini biliyordu ve bütün bunlar hiç hoşuna
Şefkatli Anne rolünü oynayacağım. Ancak her şey bittikten
gitmiyordu.
sonra bana kahve yapabilirsin.
"Atölyem bahçenin öbür ucunda, ruhum da orada.
Kırk beş dakika içinde, ritüelin bütün aşamalarını yerine
Burada, bütün bu tablolarla kitapların arasında ise beynim ve
getirmişlerdi; adam kulübün patronuna, "Bütün gece benim,"
fikirlerim var."
dedi. "Üç müşteri parası ödeyeceğim."
Maria kendi dairesini düşündü. Bahçesi yoktu. Kü-
Patron omuz silkti ve yine, genç Brezilyalı kızın aşk
tüphaneden ödünç aldıkları dışında kitap da yoktu, çünkü
tuzağına düşeceğini geçirdi aklından. Maria ise, şaşırmıştı:
bedavaya edinebildiği bir şey için para harcaması anlamsız
Ralf Harfin kuralları bu kadar iyi bildiğinden habersizdi. olurdu. Tablo da bulunmuyordu evde, sadece günün birinde
"Bana gidelim." seyretmeyi hayal ettiği Şangay Akrobasi Sir-ki'nin bir posteri
Belki de en iyi karar buydu, diye düşündü Maria. Mi- asılıydı duvarda.
lan'ın talimatlarına taban tabana zıt olsa da, bir istisna Ralf bir şişe viski alıp ona uzattı.
yapmaya karar verdi. Böylece hem Ralf'm evli olup ol- "Hayır, teşekkür ederim."
madığını öğrenebilir, hem de ünlü ressamların nasıl yaşadığını
Ralf kendine bir bardak doldurdu, buz koymadan bir
görmüş olurdu. Ülkesine döndükten sonra bir ara yerel
dikişte içti. Hararetle konuşmaya başladı; Maria, sohbeti son
gazetede bu konuda bir yazı yaymlatabilirdi; böylece dosta
derece ilginç bulmasına rağmen, şimdi baş başayken, bu
düşmana da, Avrupa'dayken entelektüel ve sanatsal çevrelere
adamın olup biteceklerden korktuğunu biliyordu. Kontrol
girdiğini göstermiş olurdu.
tekrar Maria'ya geçiyordu.
Ne saçma bir bahaneydi bu!
Ralf kendine tekrar içki koydu, sonra, önemsiz bir şey
Yarım saat sonra, Cenevre yakınlarında, Cologny diye bir
söylercesine, "Sana ihtiyacım var," dedi.
köye gelmişlerdi; bir kilise, bir fırın, bir idare binası, hepsi
Bir duraklama. Uzun bir sessizlik. Ralf bu sessizliği
yerli yerindeydi. Ve ressam bir dairede değil, dubleks bir evde
bozmaya çalışmıyor, bakalım arkasını nasıl getirdi.
yaşıyordu! Bir: Gerçekten bol parası olmalıydı. İki: Evli olsa,
"Sana ihtiyacım var, Maria. Sende bir ışık var, henüz bana
dedikodudan korkar, Maria'yı evine davet etmeye kesinlikle
güvenmesen de, bunu söylerken tek derdimin seni baştan
cesaret edemezdi.
çıkarmak olduğunu zannetsen de. Sorma bana,
Demek ki, zengin ve bekârdı.
117
116
'Neden ben? Benim ne özelliğim var?' diye. Kendime ninde ona eşlik etti, alkol boğazını, midesini yaktı, kanına
açıklayabildiğim hiçbir özelliğin yok. Ne var ki -hayatın karışarak içini cesaretle doldurdu ve Maria sarhoşluğun
gizemi de bu işte-, artık başka bir şey düşünemez oldum." kollarına yuvarlandığını hissetti... Ralf'in sesi tekrar sertleşti:
"Sormazdım zaten," diye yalan söyledi Maria. "Pekâlâ. Aşkını satın alamam, ama bana, seks hakkında
"Bir neden arasam, şöyle derdim: Karşımda duran kadın, bilmediğim yok, demiştin. Öyleyse, öğret bana. Ya da
acıyı yenmeyi, onu olumlu, yaratıcı hale getirmeyi başarmış. Brezilya'dan bahset. Aklına ne gelirse, yeter ki yanında
Ama bu her şeyi açıklamıyor." olabileyim."
Kaçmak zorlaşıyordu. Ya şimdi?
Ralf tekrar konuşmaya başladı: "Ya ben? Olanca ya- "Ülkemde iki şehir tanırım sadece: doğduğum yeri, bir de
ratıcılığım, dünya çapında galerilerin kapıştığı tablolarım, Rio de Janeiro'yu. Sekse gelince; sana herhangi bir şey
gerçekleşmiş hayallerim, gözbebeği olduğum köyüm, benden öğretebileceğimi sanmam. Yaşım neredeyse yirmi üçü buldu,
asla nafaka talep etmemiş karılarım, kusursuz sağlığım, aramızda sadece altı yaş var, ama senin benden çok daha dolu
yakışıklılığım, bir erkeğin arzulayabile-ceği her şeyimle... ve dolu yaşadığını biliyorum. Birlikte olduğum adamlar,
bir kafede rastladığım, topu topu bir akşamüstünü birlikte canlarının çektiğini yapmak için para veriyorlar bana, benim
geçirdiğim bir kadına, 'Sana ihtiyacım var,' diyorum. canımın çektiğini değil."
Yalnızlığın ne olduğunu bilir misin?" "Bir erkeğin bir ya da aynı anda iki-üç kadınla yapmayı
"Bilirim." hayal edebileceği ne varsa yaptım. Ve çok şey öğrendiğimden
"Ama insan içine çıkma olanağın varken, her gün bir emin değilim."
eğlenceye, bir kokteyle, bir tiyatro galasına davet edilirken, Odaya tekrar sessizlik çöktü. Şimdi konuşma sırası
telefon bir türlü susmazken ve arayanlar sanatına hayran olan, Maria'daydı. Ressam, Maria'dan ne kadar yardım gör-düyse,
seninle yemek yemeye can atan güzel, akıllı, kültürlü kendisi de o kadar yardım etmişti.
kadınlarken yalnız olmanın ne olduğunu bilmezsin. Bir şey "Beni profesyonel olarak mı istiyorsun?"
seni geri iter ve sana, 'Gitme,' der. 'Eğlenmeyeceksin. Gene "Sen nasıl istersen, öyle."
geceni onları etkilemeye çalışarak geçireceksin, enerjini Hayır, bu yanıtı vermiş olamazdı, Maria'nm duymayı
herkesi elde edebileceğini kendine kanıtlamaya çabalayarak arzuladığı sadece buydu. Yine deprem, yanardağ, kasırga. Bir
boşa harcayacaksın.' Ben de evde kalıyorum, atölyeme gidip süre sonra, kendi tuzağından kaçması imkânsız olacaktı, bu
sende gördüğüm ışığı arıyorum ve o ışığa sadece çalışırken adamı gerçekte hiç sahip olmamışken kaybedecekti.
ulaşabiliyorum." "Sen biliyorsun, Maria. Öğret bana. Belki bu beni kurtarır,
"Sahip olmadığın neyi verebilirim sana?" diye yanıtladı seni kurtarır, can verir bize. Haklısın, senden yalnızca altı yaş
onu Maria. Başka kadınların adı geçince kendini biraz büyüğüm, ne var ki pek çok hayata bedel bir ömür sürdüm.
aşağılanmış hissetmişti, ama sonra, sonuç olarak Ralf'm Tamamen farklı deneyimler yaşadık, ama ikimiz de
onunla birlikte olmak için para ödediğini hatırladı. umutsuzuz. Bize huzuru getirebilecek tek şey, birlikte
Ralf üçüncü viskisini de mideye indirdi. Maria zih- olmamız."
Neden söylüyordu bu sözleri? Mümkün değildi, ama
doğruydu. Tek bir kez görüşmüşlerdi ve daha şimdiden
118 119
birbirlerine ihtiyaç duyuyorlardı. Düşünün hele, görüşmeye hissetmesi gerektiğini kavrayıvermişti. Ralf'ı elinden tutup
devam etseler nasıl bir felaket olurdu! Maria zeki bir kadındı, salona götürdü.
aylarını okumaya ve insanoğlunu gözlemlemeye adamıştı; "Odaya çıkmayalım," dedi.
hayatta bir amacı vardı elbette, ama bir de ruhu vardı, kendi Işıkların hemen tümünü söndürdü, halıya oturdu, Ralf'tan
'ışığım' keşfetmek zorunda olan bir ruh. da karşısına oturmasını istedi. Derken odada bir şömine
Kendi olmaktan bıkmıştı. Brezilya'ya dönüş yolculuğunu olduğunu fark etti.
planlamak önemli bir meydan okuma olsa da, burada "Ateş yak."
öğrenebilecekleri tükenmemişti henüz. Ralf Hart pek çok "Ama mevsim yaz."
engeli göğüslemiş bir adamdı ve şimdi şu kızdan, şu "Ateş yak. Bu akşam ikimize kılavuzluk etmemi isti-
fahişeden, şu anlayışlı anneden kendisini kurtarmasını yordun, ben de bunu yapıyorum işte."
diliyordu. Ne saçmalık! Ralf'a kararlı bir bakış attı, onun gene 'ışığını' fark
Başka erkekler de Maria'dan aynı şeyleri istemişlerdi. Pek edebileceğini umuyordu. Ralf ışığı sahiden de gördü anlaşılan,
çoğunun organı sertleşememiş, kimileri kendilerine çocuk gibi çünkü bahçeye çıkıp yağmurdan ıslanmış birkaç odun parçası
davranılsın istemiş, daha başkaları da Maria'yla evlenmek buldu ve üzerine birkaç eski gazete koydu. Ardından mutfağa
istediklerini, çünkü bir sürü sevgilisi olan bir eş düşününce gidip bir şişe viski daha aldı, ama Mana onu durdurdu.
heyecanlandıklarını söylemişlerdi. Henüz 'özel müşterilerden' "Ne istediğimi sordun mu bana?"
biriyle bile karşılaşmamış olmasına rağmen, Maria insan "Hayır."
ruhundaki dev fantezi yuvasını keşfetmişti. Ama bu "İyi öyleyse, yanındakinin insan olduğunu bil. Onu düşün.
erkeklerden, Maria'ya, 'Beni buradan uzaklara götür,' diyen Ona viski mi, cin mi, yoksa kahve mi istediğini sor. Ne arzu
olmamıştı. Tam tersine, onların derdi, Maria'yı kendileriyle ettiğini sor."
birlikte sürüklemekti. "Ne içersin?"
Onlar gittikten sonra kendini biraz zenginleşmiş, ama "Şarap. Ve bana eşlik edersen sevinirim."
enerjisini tüketmiş hissetmesine rağmen, bu adamların ona Ralf viskiyi bırakıp bir şişe şarapla geri geldi. O sırada
hiçbir şey öğretmemiş olması mümkün değildi. Bununla ateş odunları yalamaya başlamıştı bile; Maria yanık kalan üç-
birlikte, birtakım insanlar gerçekten aşk peşinde koşuyorsa ve beş lambayı da söndürerek odayı aydınlatmayı alevlere bıraktı.
seks de bu arayışın sadece bir parçasıy-sa, Maria kendisine Şunun ilk adım olduğunu sanki doğduğu günden beri bilirmiş
nasıl davranılmasını isterdi? İlk karşılaşmada nasıl bir önemli gibiydi: ötekini kabul etmek, orada olduğunu bilmek.
olay meydana gelmeliydi? Böyle bir şeyin olmasını gerçekten Çantasını açıp içinden süpermarketten aldığı tükenmez
ister miydi? kalemi çıkardı. Her ne olursa işini görürdü.
"Bir armağan almak," dedi Maria. "Bu senin. Çiftçilik konusundaki fikirlerimi not etmek
Ralf Hart anlamadı. Bir armağan mı? Gecenin parasını için ihtiyacım olur diye satın almıştım. İki gün kullandım onu,
takside gelirken peşin ödemişti, çünkü ritüeli biliyordu. Maria yorgun düşene kadar çalıştım. Biraz terimden, biraz
ne demek istiyordu? dikkatimden, biraz irademden var üzerinde ve şimdi onu sana
Maria birden, şu dakika bir kadınla bir adamın ne armağan ediyorum."
120 121
Kalemi usulca Ralf'm eline bıraktı. doğru anda gelmezlerdi."
"Sahip olmaktan hoşlanacağın bir nesne yerine, bana, "Ama sevdin."
gerçekten bana ait bir eşya veriyorum. Bir armağan. "Evet, sevdim. Çok sevdim. O kadar sevdim ki, sevdiğim
Karşımdakine duyduğum saygının bir kanıtı bu, yanında benden bir armağan istediğinde korkuya kapılıp kaçtım."
olmanın benim için ne kadar önem taşıdığını ona anlatmanın "Anlamıyorum."
bir yolu. Şimdi, kendi isteğimle, durup dururken verdiğim "Değmez. Bilmediğim bir şeyi keşfettim, sana da öğ-
küçük bir parçama sahip o kişi." reteyim: Armağan, sana ait bir nesneyi birine bağışlamak.
Ralf kalkıp rafa gitti, oradan bir şey alıp Maria'ya uzattı: Birinden önemli bir istekte bulunmadan önce, ona bir şey
"Çocukluğumdaki elektrikli trenin bir vagonu bu. Tek başıma vermelisin. Artık sen benim hazineme sahipsin: birtakım
oynamama izin vermezlerdi; babama sorarsan Amerika'dan hayallerimi yazdığım tükenmez kalem. Bendeki de senin
ithal edilmiş ve çok pahalıymış. Dolayısıyla bana da, babamın hazinen: çocukluğunun yaşamadığın bir parçası. Senin
keyfinin gelmesini, treni salonun ortasına kurmasını beklemek geçmişinden bir zamanı taşıyorum, sende de benim
kalırdı, ama o da pazar günlerini genellikle opera dinleyerek bugünümün birazı var. Bu çok güzel."
geçirirdi. Böylece tren, bana hiçbir mutluluk vermeden bütün Maria bütün bunları kılını bile kıpırdatmadan, kendi
çocukluğum boyunca sağlam kaldı. Rayları, lokomotifi, evleri, davranışına şaşırmadan, sanki böyle hareket edilebileceğini
hatta kullanma kılavuzunu tavan arasına kaldırdım; çünkü bana uzun zamandır bilirmiş gibi söyledi. Yavaşça kalktı,
ait olmayan, oynayamadığım bir trendi o. Keşke o da bana portmantodan ceketini aldı ve Ralf'm yanağına bir öpücük
verilen ve hatırlamadığım bütün öbür oyuncaklar gibi kırılıp kondurdu. Hipnotize olmuş gibi ateşe bakan, belki de babasını
dökülmüş olsaydı! Kırıp dökme tutkusu, bir çocuğun dünyayı düşünen Ralf Hart'm aklına bile gelmemişti ayağa kalkmak.
kavrayışının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sapasağlam tren ise, "Bu vagonu niye sakladığımı hiçbir zaman tam olarak
bana çocukluğumun yaşamadığım bir bölümünü hatırlatır hep; anlayamadım. Ama artık açık bunun nedeni: Bir akşam,
gerekçe de trenin pahalılığı ya da babamın başka işi olmasıydı. şöminede ateş yanarken, birine sunmak içinmiş meğer. Bu ev,
Ya da belki de, treni her kurduğunda, bana olan sevgisini şimdi hafifledi."
kanıtlamaktan korkuyordu." Rayları, vagonları, lokomotifi, gösterişli dumanlar çıkaran
Maria gözlerini şöminedeki alevlere dikti. Bir şeyler olup yuvarlak kartuşları yarından tezi yok, bir yetimhaneye
bitmekteydi ve bunun nedeni şarap ya da insana kucak açan bağışlayacağını söyledi.
dekor değil, karşılıklı armağanlar verilmesiydi. Ralf da ateşe Maria, "Belki bu tren artık nadir bulunan bir nesnedir, çok
doğru döndü. Alevlerin çıtırtısını dinlediler sessizce. para ediyor olabilir," diye uyarıda bulunduysa da, hemen
Konuşmak gereksizmiş gibi, şarap içtiler. Orada, birlikte, aynı pişman oldu. Önemli olan bu değil, yüreğimize çok daha
pahalıya mal olan bir duygudan kurtulmaktı.
yöne bakmaktaydılar; ve başka hiçbir şeyin önemi yoktu.
Maria, tekrar münasebetsiz sözler söylemeye başlamadan,
"Hayatımda pek çok sapasağlam tren var," dedi Ma-ria.
Ralf'in yanağına bir öpücük daha kondurup kapıya yöneldi.
"Bunlardan biri, yüreğim. Ben de onunla ancak başka birileri
Ralf'm gözleri hâlâ ateşteydi; Maria kibarca gelip kapıyı
rayları kurduğunda oynardım ve hiçbir zaman
açmasını istedi ondan.
122
123
Ralf kalktı; Maria, ülkesine ait tuhaf bir batıl inancı anlattı
ona: Bir yere ilk kez gelen Brezilyalılar, giderken kapıları
kendileri açmazlardı; yoksa o eve bir daha adım
atamayabilirlerdi.
"Tekrar gelmek isterim."
"Soyunmadık, içine girmedim, sana elimi bile sürmedim,
ama seviştik."
Maria güldü. Ralf onunla gelmeyi önerdi, ama o reddetti.
"Yarın Copacabana'ya gelip görürüm seni." JVLaria'nın günlüğünden; Ralf'm ona elektrikli trenin
"Bunu yapma. Bir hafta bekle. Beklemek en zorudur ve vagonunu armağan ettiği gece yazdıkları:
buna alışmak istiyorum; yanımda olmasan da, benimle Derin arzu, en gerçek arzu, birine yaklaşmak için du-
olduğunu bilmeye." yulandır. O noktadan itibaren, tepkiler dile gelir, erkekle
kadın oyuna dalar, ama onları bir araya getiren çekim söze
Cenevre'de sık sık yaptığı gibi, gene karanlıkta ve soğukta dökülemez. Bu, katıksız arzudur.
yürüdü Maria; normal zamanlarda bu gezintilerin altında Arzu hâlâ katıksız durumdayken, erkekle kadın hayata
hüzün, yalnızlık, Brezilya'ya dönme isteği, yeni öğrendiği bu tutkuyla bağlanır, her saniyeyi bilinçle, hayranlıkla yaşar,
dilin onda yarattığı melankoli krizleri, para hesapları olurdu. daima Tanrı'nın bir sonraki lütfunu kutlamak için uygun ânı
Ama bugün, kendi kendiyle buluşmak için yürüyordu; ışıkla, beklerler.
bilgelikle, deneyimle, büyüyle dolu olarak, bir adamla birlikte Bunu bilen insanlar telaşsızdır, olayları yersiz mü-
ateşin karşısında kırk dakika geçirmiş olan o kadınla buluşmak dahalelerle hızlandırmazlar. Kaçınılmaz olan neyse, onun
için. Maria bir süre önce, yüzünü görür gibi olmuştu onun; göl kendini belli edeceğini, gerçekliğin kendini göstermek için
kıyısında dolaşıp kendini yepyeni bir hayata adayıp mutlaka bir yol bulacağını bilirler. Tereddüt etmez, hiçbir
adamamayı düşünürken; o öğleden sonra, kadının yüzünde fırsatı kaçınmaz, tek bir büyülü ânın bile boşa geçmesine izin
hüzünlü bir gülümseme belirmişti. Ardından Maria onun vermezler, çünkü her saniyenin ayrı bir önemi olduğunu kabul
yüzünü katlanmış bir tuvalde görmüştü ve şimdi varlığını ederler.
tekrar hissediyordu. Çok uzun süre sonra, o sihirli varlığın sili-
nip gittiğini, onu her zamanki gibi yalnız bıraktığını fark
edince taksiye bindi.
Anısını yıpratmamak ve kaygının, geçirdiği güzel-anların
yerini almasına izin vermemek için en iyisi bu akşamı
düşünmemekti. Eğer bu öteki Maria gerçekten varsa, tekrar
gelirdi.
124 125
ca, Cenevre'ye geldiğinden beri ilk kez kitap satın almaya
karar verdi; üstelik evini bir kere okunduktan sonra bir daha
hiçbir yararı kalmayacak kitaplarla doldurma-mayı daha
mantıklı bulmasına rağmen. Ralf'la Saint-Jacques'ta gezinirken
gözüne çarpan bir kitapçıya gidip bu konuda kitap sordu.
"Sürüsüne bereket," diye karşılık verdi kitapçı. "Aslına
bakarsanız, galiba insanların aklı fikri bir tek bunda. Konuya
özel bölümün dışında, şurada gördüğünüz bütün romanlarda en
.Dunu izleyen günlerde, Maria var gücüyle uzak durmaya az bir seks sahnesi var. Dokunaklı aşk öykülerinin ya da insan
çalıştığı tuzağa bir kez daha düştüğünü anladı. Ne var ki ne davranışları hakkında kuru, kısır incelemelerin arkasına
hüzün, ne de kaygı duyuyordu. Tam tersine, kaybedecek saklansalar da, işin doğrusu şu ki, insanların başka şey
hiçbir şeyi olmadığına göre, özgürdü. düşündüğü yok."
Durum ne kadar romantik olursa olsun, günün birinde Maria, edindiği deneyimlere dayanarak, genç kadının
Ralf Harfin onun sadece bir fahişe, kendisininse saygıdeğer bir yanıldığını biliyordu: Daima, bütün dünyanın sadece seks
sanatçı olduğunu anlayacağını biliyordu; Ma-ria'nm dünyanın düşündüğüne inanmak isteriz. İnsanlar rejim yapar, peruk
bir ucunda bulunan bir kriz ülkesinden geldiğini, oysa takar, kuaförde ya da spor salonlarında saatler geçirir,
kendisinin, en basit vatandaşın hayatının bile, daha doğduğu arzulanan kıvılcımı çakabilmek için kışkırtıcı kıyafetler
gün düzenlenip korunduğu bir cennette yaşadığını da. O en iyi giyerler. Ya sonra? Sıra eyleme geçmeye geldiğinde, on bir
okullara gitmiş, dünyadaki en büyük müzeleri gezmişti, Maria dakika ve hepsi bu kadar. Kişiyi cennet katına çıkartacak
ise liseyi zor bitirmişti. Özetle, böylesi hayaller sonsuza dek hiçbir yaratıcılık yoktur; kıvılcım, göz açıp kapayana kadar,
sürmez ve Maria gerçekliğin hayallere uymadığını fark edecek ateşi canlı tutmayı sağlayacak gücünü yitirmiştir bile.
kadar görmüş geçirmişti. Şimdi, en büyük mutluluk şuydu Dünyanın kitaplarla açıklanabileceğini sanan sarışın kızla
onun için: gerçekliğe, ona ihtiyaç duymadığını, mutluluğunun tartışmak yararsızdı. Maria, seks kitaplarının olduğu bölümü
olup bitenlere bağlı olmadığını söylemek. görmek istedi ve orada gay'ler, lezbiyenler, rahibeler -
"Tanrım, amma romantiğim." Kilise'yle ilgili açık saçık hikâyeler- hakkında bir sürü kitap,
Hafta içinde, Ralf Hart'ı neyin mutlu edebileceğini ayrıca Doğu tekniklerinin anlatıldığı resimli kitaplar buldu.
düşündü: Bir daha geri gelmemecesine kaybettiğini sandığı bir İçlerinden sadece bir tanesi ilgisini çekti: Kutsal Seks. Hiç
onur ve 'ışık' bahsetmişti Maria'ya; Maria'nın ise, bunun olmazsa bu ötekilerden farklı olmalıydı.
karşılığını vermesinin tek yolu, Ralf'm onun özelliği olarak Kitabı alıp eve gitti, radyoda düşüncelere dalmaya uygun
gördüğü seksti. Ne var ki, Copacabana'daki tekdüze hayat bir müzik kanalı buldu, kitabı açtı ve sadece bir sirk
milim kımıldamadığından, başka bilgi kaynaklarından akrobatının becerebileceği pozisyonları gösteren çeşitli
yararlanmaya karar verdi. resimler gördü. Metin ise sıkıcıydı.
Birkaç porno film seyretti, ama bu da hiçbir ilginç keşif Maria, her şeyin sevişme pozisyonuna bağlı olmadı-
getirmedi; belki sadece, partnerlerin sayısının değiştiği birkaç
127
çeşidi hariç. Filmler pek işine yaramayın-
126
ğını, genellikle değişikliğin dans adımları atarken olduğu gibi,
bilinçsizce, kendiliğinden geliverdiğini bilecek kadar deneyim
sahibiydi. Gene de, kafasını okuduklarına vermeye çalıştı.
İki saat sonra, iki şeyin farkına vardı. Birincisi, yemek
vaktinin yaklaştığıydı, çünkü Copacabana'ya gidip çalışması
gerekiyordu, ikincisi, bu kitabın yazarının bu işten ZERRE
KADAR anlamadığıydı. Sürüyle teori, Do-ğu'ya. göndermeler,
yüzeysel ritüeller, tuhaf öneriler. Anlaşılan Himalaya'da
meditasyon yapmış (Maria Himala-ya'nm neresi olduğunu da lVLaria'nın günlüğünden; sıkıcı kitabı bir kenara at-
araştırmak zorunda kaldı), yoga dersleri almış (Maria duymuştu masından az sonra:
bunu) bir sürü yazar saydığına göre konu hakkında bol bol Bir adam çıktı karşıma ve ona kendimi kaptırdım. Hiçbir
okumuştu, ama as-lolandan habersizdi. Seksin kuramlarla, tütsü beklentimin olmaması gibi basit bir nedenle, âşık olmak için
yakmakla, temas edilen noktalarla, eğilip bükülmelerle ve buna kendime izin verdim. Üç ay sonra uzaklarda olacağımı, onun
benzer gösterilerle ilgisi yoktur. Bu insan (aslında bir kadın), bir anı olup çıkacağını biliyorum, ama aşksız yaşamaya daha
Maria'nın işin içinde olduğu halde iyi tanımadığı bir konu fazla katlanamazdım; bıçak kemiğe dayanmıştı.
hakkında yazmaya nasıl cüret edebiliyordu? Belki Himalaya Ralf Hart için bir hikâye yazıyorum, adamın adı bu. Çalıştığım
yüzündendi bu, belki de güzelliği yalınlıkta ve tutkuda yatan gece kulübüne tekrar gelir mi, bilmiyorum; ama, ömrümde ilk
bir konuyu karmaşık hale getirmek için duyulan ihtiyaçtan. Bu kez bunu hiç önemsemiyorum. Onu sevmek, zihnimde onunla
kadın bu kadar aptalca bir kitap yaymlatabildiğine göre, Maria olmak, ayak seslerinin, sözcüklerinin, şefkatinin bu güzelim
kendi kitabı On Bir Dakika hakkında ciddiyetle düşünebilirdi: kente renk katması bana yetiyor. Bu ülkeyi terk ettiğimde, onun
On Bir Dakika, edepsizliğe ya da ikiyüzlülüğe kaçmadan, sade- bir yüzü, bir adı olacak, şöminede yanan bir ateşin anısını
ce onun hikâyesini anlatacaktı, tek kelime fazlasını değil. götüreceğim yanımda. Burada yaşadığım başka ne varsa,
Ama bu konuda kafa yoracak keyfi de yoktu, zamanı da; atlattığım bütün zor deneyimler, hiçbiri onunla
bütün enerjisini Ralf Hart'ı mutlu etmeye ve çiftlik yönetmeyi kıyaslanamayacak. Benim için yaptığını, onun için yapabilmek
öğrenmeye yoğunlaştırmalıydı. isterdim ben de. Çok düşündüm ve sonunda, o kafeye tesadüfen
girmediğimi fark ettim; en önemli karşılaşmalar, bedenler daha
birbirini görmeden ruhlar tarafından hazırlanır. Genellikle bu
karşılaşmalar, belli bir sınıra ulaştığımızda gerçekleşir,
duygusal olarak ölüp tekrar doğmaya ihtiyaç duyduğumuzda.
Buluşmalar bizi bekler, ama çoğunlukla biz onları engelleriz.
Gene de, eğer umutsuz de-ğilsek, artık kaybedecek hiçbir
şeyimiz yoksa ya da hayat bize coşku veriyorsa, o zaman bir
yabancı ortaya çıkıve-rir ve dünyamız yolundan sapar.
On Bir Dakika
128 129/9
Herkes sevmeyi bilir, doğuştan gelir bu. Kimileri bunu
kendi doğallığında yaşar, ama çoğunluk sevmeyi yeniden
öğrenmek, hatırlamak zorundadır ve istisnasız hepsinin
geçmiş heyecanların ateşinde yanması, mutlulukları ve acıtan,
düşüp kalkmaları yeniden yaşaması gerekir, ta ki her yeni
karşılaşmanın ardında var olan ipucunu fark edene dek.
Bundan sonra bedenler ruhun diliyle konuşmayı öğrenir:
Buna seks denir, bana ruhumu yeniden kazandıran erkeğe
verebileceğim de bu, hayatımda ne kadar önemli olduğunu o Hayat bazen çok cimridir: İnsanın yeni bir duygu
hiç bilmese de. Benden bunu istedi, öyleyse alacak; onun tatmaksızın, günler, haftalar, aylar, hatta yıllar geçirdiği olur.
mutlu olmasını istiyorum. Sonra, bir kapıyı bir kere açınca -Maria'nın Ralf Hart'la
yaşadığı da buydu-, ortaya çıkan boşluğa âdeta bir çığ iner. Bir
an hiçbir şeyiniz yoktur, bir sonraki an, kabul
edebileceğinizden fazlasına sahipsinizdir.
150 151
sonra geri geldiğinde gidip yanma oturdu, çantasından
usturasını çıkardığı gibi kulak hizasından yüzünü çizi-verdi:
Derin değildi, tehlikeli de değildi, sadece ona bu geceyi asla
unutturmayacak küçük bir yaraydı. İki kız saç saça baş başa
girdiler, etraf kan revan içinde kaldı, müşteriler korkuya
kapılarak kulübü terk ettiler.
Polis geldiğinde, Yugoslav kız raftan düşten bir bardağın
yüzünü kestiğini söyledi (Copacabana''da raf yoktu). Sessizlik
Oopacabana'ya gidip gelen ortalama otuz sekiz kadın yasasıydı bu; ya da İtalyan fahişelerin keyifle söyledikleri
vardı, oysa Maria içlerinde bir tek Filipinli Nyah'a bir nebze adıyla 'omerta': Aşktan ölüme dek ne varsa Rue de Berne'de
de olsa dost gözüyle bakabiliyordu. Kadınlar kulüpte en az altı çözülmeliydi, bir yol bulunurdu, ama yasaların müdahalesi
ay, en çok üç yıl kalırlardı; sonunda biri onlara evlenme ya da olmaksızın. Burada, adaleti kendileri sağlarlardı.
ev açma teklif ederdi ya da artık müşterilerin dikkatini Polisler de omerta'yı bilirdi. Kadının yalan söylediğini
çekmemeye başlarlardı; Milan bu durumda onlardan kibarca anladılarsa da ısrar etmediler; onu tutuklamak, mahkemeye
kendilerine başka iş bakmalarını isterdi. çıkartmak, tutuklu kaldığı süre boyunca beslemek İsviçreli
Dolayısıyla başkalarının müşterisine saygı göstermek, vergi yükümlülerine çok pahalıya patlardı. Milan olaya hızla
dosdoğru belli bir kıza giden erkekleri baştan çıkartmaya müdahale ettikleri için onlara teşekkür etti, sadece bir yanlış
çalışmaktan kaçınmak önemliydi. Namussuzluk sayılması bir anlama vardı ortada ya da kıskanç bir fahişenin çevirdiği bir
tarafa, tehlike de yaratabilirdi bu; bir önceki hafta, dolap.
Kolombiyalı bir kız çantasından bir ustura çıkarıp bir Polisler dışarı çıkar çıkmaz, Milan iki kıza da bir daha
Yugoslav'ın bardağının üzerine koymuş, gayet sakin bir sesle barına adım atmamalarını söyledi. Sonuç olarak Copacabana
onu, düzenli müşterisi olan bir banka müdürünün davetlerini bir aile işletmesiydi (Maria bu ifadeyi yanlış kavramış
kabul etmekte inat ederse suratını doğrayacağmı söyleyerek olmalıydı) ve Milan'm da koruması gereken bir adı vardı
uyarmıştı. Yugoslav ise, adamın özgür olduğunu ve onu (Maria'nın kafası iyice karıştı). Burada kavgalara yer yoktu ve
seçerse reddedemeyece-ğini iddia etmişti. ilk kural müşteriye saygılı davranmaktı. İkinci kural, Milan'ın
O akşam, adam içeri girdi, Kolombiyalı'ya selam verdi ve deyimiyle 'bir İsviçre bankası gibi' ağzını sıkı tutmaktı. Bu
öteki kızın masasına yöneldi. Birlikte bir içki içtiler, dans barın müşterileri güvenilir insanlardı; hepsi bankaların yaptığı
ettiler ve -Maria bunun gereksiz bir kışkırtma olduğunu gibi hesaplarındaki paraya göre, ama ayrıca saygıdeğer, ahlaklı
düşündü- Yugoslav kız, Kolombiyalı'ya dönüp göz kırptı: bir hayat sürüp sürmediklerine göre, özenle seçilmişlerdi.
Gene de bazen yanlış anlamalar olur, nadiren parayı
'Görüyor musun? Beni seçti!' demek istercesine.
ödemek istemeyenler, kızlara saldıranlar ya da tehditler
Ama bu göz kırpmada söze dökülmemiş pek çok şey
savuranlar çıkardı. Copacabana'yı kurup geliştirdiği yıllar
gizliydi: Beni seçti, çünkü senden daha güzelim, çünkü geçen
içinde, Milan kulübe kimin girip kimin giremeyeceğini
hafta onunla gittim ve beni beğendi, çünkü gencim.
öğrenmişti. Kadınlardan hiçbiri onun kıstaslarını tam
Kolombiyalı hiç sesini çıkarmadı. Sırp kız iki saat
152 153
olarak bilmezdi, ama onun gayet iyi giyimli adamlara, boş yup okumadığına baktılar, ama konular gayet kuru ve sıkıcı
olduğu halde kulüp dolu, önümüzdeki günlerde de dolu olacak olduğundan -ekonomi, psikoloji ve yeni icat ettiği çiftçilik-
(başka bir deyimle: Tekrar gelmeniz yararsız, lütfen sonunda onu araştırmaları ve notlarıyla baş başa bıraktılar.
denemeyin) dediğine tanık olmuşlardı. Öte yandan spor
giyimli, tıraşı gelmiş birtakım erkekleri Mi-lan'ın büyük bir Çok sayıda düzenli müşterisi olduğu, ayrıca Copaca-
coşkuyla bir kadeh şampanya içmeye davet ettiğini de bana'ya durgun günler de dahil hiç aksatmadan geldiği için,
görmüşlerdi. Copacabana'mn patronu görünüşe bakarak Maria Milan'ın güvenini, dolayısıyla arkadaşlarının
yargılamaz, asla yanılmazdı da. kıskançlığını kazandı. Kızlar kendi aralarında Brezilyalının
İyi bir ticari ilişkide, bütün tarafların tatmin olması hırslı, küstah olduğunu, gözünün paradan başka şey
gerekirdi. Müşterilerin çoğu evliydi ya da bir şirkette önemli görmediğini konuşuyorlardı. Bu son tespit tamamen yanlış
bir mevkideydiler. Kulüpte çalışan kadınlardan da evli, çoluk sayılmazdı, gerçi Maria'mn içinden de, onlara başka bir
çocuk sahibi olanlar, okula veli toplantısına gidenler vardı ve nedenle mi burada olduklarını sormak da geçmiyor değildi.
herkes hiçbir tehlike olmadığını bilirdi: Bir aile babası Sonuç olarak, meyvesi olan ağaç taşlanır. Dedikoduları
Copacabana'ya gelecek olursa, o da suç ortakları arasına duymazlıktan gelip şu iki amaca yoğunlaşması daha iyiydi
katılmış olur, dilini tutmak zorunda kalırdı. Omerta böyle Maria'mn: belirlediği tarihte Brezilya'ya dönmek ve bir çiftlik
işlerdi. satın almak.
Bu âlemde belli bir dayanışma varsa da, dostluk yoktu; Ralf Hart, artık gece gündüz aklından çıkmıyordu.
kimse özel hayatından söz etmezdi. Maria nadir sohbetlerinde, Ömründe ilk kez, sevdiği ve yanında olmayan birini düşünmek
arkadaşlarında ne üzüntü, ne suçluluk duygusu, ne hüzün onu mutlu ediyordu - gene de, her şeyi kaybetme tehlikesini
görmüş, sadece bir anlamda kaderlerine razı olduklarını göze alarak bunu itiraf ettiği için biraz pişmanlık duyuyordu.
hissetmişti. Bir de tuhaf, meydan okuyan bir bakış, sanki Ama karşılık beklemedikten sonra, ne kaybedebilirdi ki?
kendileriyle gururlanırcasına, bağımsız bir ruh ve güvenle Milan onun da -belki eskiden- bir 'özel müşteri' olduğunu
dünyaya kafa tutarcasına. Bir hafta içinde, bütün acemiler söylediğinde, kalbinin nasıl çarptığını hatırladı. Neydi bunun
'profesyonel' olarak görülmeye başlar ve evlilik kurumunu anlamı? Kendini aldatılmış hissediyor, kıskanıyordu.
savunmak (bir fahişe yuva yıkan bir tehlike olmamalıydı Hayat Maria'ya, birine sahip olabileceğini zannetmenin
kesinlikle), çalışma saatlerinin dışında kesinlikle randevu boş olduğunu öğrettiyse de -aksini düşünen kendi kendini
kabul etmemek, kendi görüşünü söylemeden sır dinlemek, aldatmış olurdu- kıskançlık son derece doğaldı. Kıskançlık
orgazm ânında inlemek, sokakta polislere selam vermek, günü üzerine büyük büyük laflar edilmesine ya da bunun
geçmemiş bir çalışma karnesine sahip olmak ve düzenli sağlık kırılganlığın bir kanıtı olduğunun iddia edilmesine rağmen,
kontrollerinden geçmek, son olarak da mesleğin ahlaki ya da insan böyle bir duyguyu kesinlikle bastıra-mazdı.
yasal tarafları hakkında fazla soru sormamak yönünde talimat En güçlü aşk, kendindeki kırılganlığı ortaya koyabi-lendi.
alırlardı; neyseler oydular, hepsi bu. Her ne olursa olsun, eğer aşkım gerçekse (ve yal-
Gece hareketlenene kadar, Maria'yı hep elinde bir kitapla
görürdü bardakiler, nitekim kısa sürede grubun 'enteline' çıktı
adı. İlk başta, ötekiler aşk romanları oku-
154 155
nızca kendimi oyalamamın, aldatmamın, bu kentte uzadıkça sonunda olumsuz düşünce de kaybolup gidiyordu. Beş dakika
uzayan zamanı geçirmenin bir yolu değilse), özgürlük sonra tekrar ortaya çıkarsa, Maria aynı işlemi tekrarlıyordu, ta
kıskançlığı ve doğurduğu acıyı yenecektir; ve acı da doğal ki hem kabul ettiği hem de kibarca ittiği bu anılar uzun süre
sürecin bir parçasıdır. Spor yapanlar bunu bilir: Amaçlarına uzaklaşana kadar.
ulaşmak için, her gün belli bir dozda acı ya da sıkıntıya razı 'Olumsuz düşüncelerden biri, Ralf'ı bir daha hiç gö-
olmak zorundadırlar. İlk başta, rahatsızlık insanın hevesini remeyeceği varsayımıydı. Biraz çaba, bolca da sabırla, Maria
kırar, sonra zamanla bunun rahatlamaya giden yolun bir onu 'olumlu bir düşünceye' çevirmeyi başardı: O gittikten
aşaması olduğu anlaşılır; ve sonunda, sporcu acı sonra Cenevre, Maria için bir yüze dönüşecekti, eski moda
duymadığında egzersizin gereken etkiyi göstermediğini kesilmiş upuzun saçlara, çocuksu bir gülümsemeye, kalın bir
düşünmeye başlar. sese sahip bir erkeğin yüzü. Yıllar sonra, ona gençliğinde
Tehlikeli olan, kişinin bu acıya odaklanması, ona bir ad gittiği o kenti soran olursa, şu yanıtı verebilecekti: "Güzel,
vermesi, onu aklından hiç çıkarmamasıdır; Tanrı'nın sevme ve sevilme yeteneğine sahip bir yer."
yardımıyla Maria bundan kendini kurtarmayı başarmıştı.
Bununla birlikte, bazen kendini Ralf'ın nerede olduğunu,
neden ona gelmediğini sorarken yakalıyordu. Şu gar ve baskı
altında tutulan arzu hikâyesi yüzünden onu aptal mı bulmuştu
acaba? Yoksa aşkını itiraf etti diye bir daha dönmemek üzere
kaçmış mıydı? O güzelim duygularının çileye dönüşmesini
engellemek için, bir yöntem geliştirdi: Ralf Hart'la ilgili güzel
bir anı aklına geldiğinde -şöminedeki ateş ve şarap, onunla
keyifle konuşabileceği bir konu ya da sadece bir daha ne
zaman geleceğini bilmek için duyduğu tadına doyulmaz istek-,
Maria ne işi varsa bırakıp gülümsüyor, hayatta olduğu için,
sevdiği adamdan hiçbir beklentisi olmadığı için Tanrı'ya şük-
rediyordu.
Tam tersine, yüreği Ralf'm yokluğuna ve onunla bir-
likteyken Maria'nm bağıra çağıra söylediği aptallıklara
sızlanmaya başladığında, Maria kendi kendine, "Ya! Demek
kafanı bunlara takmak istiyorsun..." diyordu. "Pek güzel, sen
bilirsin, benim yapacak daha önemli işlerim var." Kitaplarına
gömülüyor, eğer sokaktaysa, bütün dikkatini çevresindeki
hayata veriyordu: Renkler, insanlar, sesler -özellikle de sesler,
ayak sesleri, araba gürültüleri, çevirdiği sayfaların hışırtıları,
kulağına çalman sözler-,
156 157
JVlaria'nm günlüğünden, Copacabana'mn durgun
günlerinden biri: lVlaria, bu sözleri yazdıktan kısa süre sonra, Şefkatli
Buraya gelenlerle düşüp kalkmaktan çıkardığım sonuç, Anne ya da Saf Küçük Kız olarak yeni bir gece yaşamaya
insanların seksten herhangi bir uyuşturucu gibi ya- hazırlanırken, Copacabana'mn kapısı açıldı ve Terence içeri
rarlandıkları: gerçeklikten kaçmak, zorluklarını unutmak, girdi.
gevşemek için. Bütün uyuşturucular gibi, bu da zararlı ve Barın arkasında duran Milan memnun görünüyordu:
yıkıcı. Ufaklık, onu hayal kırıklığına uğratmamıştı. Maria derhal,
İnsan uyuşturucu kullanmak istediğinde, keyfine göre onca şeyi ifade eden, kendisininse anlamını çözemediği şu
ister seksi ister herhangi bir maddeyi seçsin, elde edeceği sözleri düşündü: 'Acı, ıstırap ve büyük haz.'
sonuçlar, yaptığı seçimlere göre az ya da çok hayır sağlar. "Londra'dan sırf seni görmek için geldim. Sık sık seni
düşündüm."
Ama, sorun hayatta üerlemekse, 'fena' olmayanla düpedüz 'en
iyisi' arasında bir uçurum vardır. Maria gülümsedi, ama gülümsemesinin cesaret ver-
Müşterilerimin düşündüğünün tersine, seks her zaman memesine özen gösterdi. Terence bu sefer de ritüeli yerine
yapılmaz. Her birimizin içinde bir saat vardır ve iki insanın getirmedi, onu ne içki içmeye ne de dansa davet etmeden
sevişmesi için, ikisinin saatinin de aynı anda aynı vakti yanma oturuverdi.
göstermesi gerekir. Bu her gün olmaz. Seven kişinin kendini "Öğretmen öğrencisinin bir keşifte bulunmasını sağ-
iyi hissetmesi, seks eylemine bağlı değildir. Birbirini seven, ladığında, kendi de bir keşifte bulunmuş olur."
"Neden bahsettiğini biliyorum," diye karşılık verdi Maria,
birlikte olan iki insan, oyunlar ve 'ti-yatrovari' gösterilerle
o sırada Ralf Hart'ı düşünüyor, hatırladıkça baş- . tan aşağı
saatlerini sabır ve sebatla ayarlamalı, ardından sevişmenin
ürperiyordu: Karşısında bir müşteri vardı, saygı göstermeli, onu
birini tanımanın çok ötesinde olduğunu anlamalıdırlar: Erotik
memnun etmek için elinden geleni yapmalıydı.
bölgelerin 'kucaklaş-masıdır' sevişme.
Her şey önemlidir. Yoğun yaşayan bir varlık her andan "Daha ileri gitmek ister misin?" Bin frank. Gizli bir âlem. Onu
ayrı bir keyif alır, seksin eksikliğini duymaz. Cinsel ilişkisi seyreden patron. Kesinlikle istediği an durabilecek olması.
varsa, bu da bolluk içinde yüzdüğü, bardağın taştığı, hayatın Brezilya'ya dönüş için saptadığı tarih. Gelmek bilmeyen bir
kaçınılmaz çağrısını kabul ettiği, o anda, sadece o anda başka adam. "Acelen var mı?" diye sordu Maria. Terence, hayır,
kontrolü kaybetmeyi başardığı anlamına gelir. diye karşılık verdi. Peki neydi istediği?
Not: Yazdıklarımı okudum az önce: Tanrım, amma entel
olmuşum!
158 159
"içki içmeyi, dans etmeyi, mesleğime saygı gösterilmesini iki kadehe şampanya koydu, televizyonu kapattı ve tekrar
istiyorum." mumlan yakmaya döndü, Maria'nm söylediği batıl inancı
Terence biraz tereddüt etti, ama hükmetmek ve hük- dikkate almaksızın.
medilmek, oyunun bir parçasıydı. İçkinin parasını ödedi, dans "Tekrar ediyorum: Bu, insanlığın durumudur. Cennetten
etti, bir taksi çağırdı, kentin içinden geçerlerken Maria'nm kovulduğumuzdan beri, ya acı çekiyoruz ya da acı veriyor,
parasını verdi ve sonunda gene geçen seferki otele vardılar. başkalarının acısını seyrediyoruz. Buna karşı elimizden hiçbir
İçeri girdiler. Terence, tanıştıkları akşam olduğu gibi İtalyan şey gelmez."
kapıcıya selam verdi, ardından gene nehir manzaralı odaya Bir gökgürültüsü duydular, kuvvetli bir fırtına yakla-
şıyordu.
çıktılar.
i "Ama yapamıyorum," dedi Maria. "Senin efendi, be-
nim de köle olduğumuzu düşünmek komiğime gidiyor. Acıyla
Terence bir kibrit çaktı ve Maria ancak o zaman, yerde
yüzleşmek için herhangi bir 'tiyatro'ya ihtiyacımız yok; hayat
sayılamayacak kadar çok mum olduğunu gördü. Terence zaten acı çekmemiz için fazlasıyla fırsat veriyor bize."
mumları yakmaya koyuldu.
I Bütün mumlar yanıyordu şimdi. Terence birini alıp
"Nedir bilmek istediğin? Neden böyle olduğum mu? 1 masanın tam ortasına koydu, tekrar şampanya ve havyar
Niye; yanılmıyorsam birlikte geçirdiğimiz gece çok hoşuna getirdi. Maria, çantasındaki bin frangı, onu hem korku
gitmişti? Kendin niye böylesin peki, bunu da merak ediyor tan hem de büyüleyen yabancıyı, korkusunu en iyi nasıl
musun?" kontrol edebileceğini düşünerek hızlı içiyordu. Bu adam-
"Brezilya'da bir inanç vardır: Aynı kibritle üçten fazla la hiçbir gecenin bir öncekine benzemeyeceğini ve ken
mum yakılmaz. Ve sen buna uymuyorsun." disinin onu korkutamayacağını biliyordu.
Terence uyarıyı duymazdan geldi. \ "Otur."
"Sen de benim gibisin. Buraya bin frank için değil, bir ı Ses bir tatlılaşıyor, bir sertleşiyordu. Maria itaat etti
suçluluk, muhtaçlık duygusu yüzünden, komplekslerin ve ve sıcak bir dalga birden bütün bedenine yayıldı; bu emri
güvensizliğin yüzünden geliyorsun. Ne iyi, ne de kötü biliyordu, kendini daha rahat hissetti. "Tiyatro. Oyu-Inun içine
denebilir buna, insanın doğası böyledir." girmeliyim." Yönetilmek güzeldi. Maria düşünmek zorunda değil-
Televizyonun kumandasını kapıp kanallarda uzun süre di, tek yapması gereken itaat etmekti. Gene şampanya istedi,
gezindikten sonra, ülkelerinden kaçan sığınmacıları gösteren Terence ona votka getirdi; bu insanı daha çabuk çarpıyor,
bir haber programında durdu. bilinçaltının daha kolay serbest kalmasını sağlıyor, havyarla da
"Görüyor musun manzarayı? Bütün dünyanın gözü daha güzel gidiyordu. Açılan şişenin hemen tümünü, Maria tek
önünde kişisel sorunlarını ortaya seren insanların katıldığı başına bitirdi. Gökgürültüleri dinmek bilmiyordu. Her şey yaşa-
programları gördün mü? Gazetecilere gidip gazetelerin nan ânın mükemmelleşmesi için yarışıyor, sanki göklerin ve yerin
manşetlerini okudun mu hiç? Herkes acıdan ve ıstıraptan haz enerjisi de içindeki şiddeti açığa vuruyordu. Derken Terence,
duyuyor. Olup bitenleri seyrettiğinde adı sa-dizm oluyor; dolaptan küçük bir bavul çıkarıp
mutlu olmak için bütün bunları bilmeye hiç ihtiyaç On Bir Dakika
161/11
duymadığına, ama gene de başkalarının trajedisine tanık
olduğuna ve bazen bundan acı duyduğuna karar verirsen, ona
da mazoşizm diyorlar."
160
yatağın üzerine koydu. "Sakın durdu; ilk kez etine -kalçalarına- dokunuyordu Terence.
kımıldama." Yakıyordu, ama iz bırakmayacaktı galiba.
"Diz çök demedim sana. Dedim mi?"
Maria söyleneni yaptı. Terence bavulun içinden, iki parlak
"Hayır."
kelepçe çıkardı. _ "Bacaklarını açıp otur."
Kırbaç gene kalçalarını dövdü.
Maria boyun eğdi, gücünü kaybetmiş, duyduğu arzu yüzünden
"Söyle! 'Hayır Efendim!'"
uysallaşmıştı. Terence'ın bacaklarının arasına baktığını gördü;
Gene sakladı kırbaç. Gene eti yandı. Bir an, kafasından
siyah külotunu, çoraplarını, baldırlarını görebilir, kıllarını,
her şeyi ânında durdurabileceği geçti. Sonuna kadar gitmeyi de
orasını hayal edebilirdi. "Ayağa kalk!"
seçebilirdi, para için değil, Terence'in ilk sefer söylediği şey
Maria sandalyeden fırladı. Dengesini bulmakta zorlanınca, yüzünden: İnsanoğlu, ancak kendi sınırlarına ulaştığında
sandığından çok daha sarhoş olduğunu anladı. "Bakma bana. tanıyabilir kendini.
Başını eğ, efendine itaat et!" Söyleneni yerine getirirken, Ve bu yeniydi, bu, Serüven'di. İsterse eski düzenine
bavuldan incecik bir kırbaç çıktığını görür gibi oldu Maria; dönebilirdi sonradan; ama o an hayatta amaçlarının peşinden
kırbaç, havada canlı gibi sakladı. yürüyen, bedenini satarak para kazanan ve şömine karşısında
"İç. Başını sakın kaldırma, ama iç." Maria bir, iki, üç bardak ilginç hikâyeler anlatan bir erkek tanıyan genç kız olmaktan
votka daha içti. Artık bu bir tiyatro oyunu değil, gerçekliğin ta vazgeçmişti. Şimdi hiç kimse değildi Maria, ve hiç kimse
kendisiydi; başka türlü davranmak Maria'nm elinde değildi. değilken, hayalini kurduğu her şeydi-
Kendini bir nesne, basit bir araç gibi hissediyordu; ve "Çıkar üstünde ne varsa. Sonra da yürü de görebileyim
inanılmaz gibi gelse de, bu uysallık ona sonsuz bir özgürlük seni."
duygusu veriyordu. Artık öğreten, avutan, sır dinleyen, Maria başını eğip tek kelime etmeden söyleneni yaptı.
heyecanlandıran sevgili değildi: Şimdi sadece, Brezilya'nın iç Onu seyreden adam soyunmamıştı bile, gayet soğukkanlı
bölgelerinden gelen, insanoğlunun dev gücünün karşısına görünüyordu. Maria'nın gece kulübünde karşılaştığı varlık
dikilmiş küçük kızdı. değildi artık - Londra'dan gelen bir Odysseus, gökten inmiş bir
"Üstündekileri çıkar." Theseus, dünyanın en güvenli kentini ve dünyanın en kapalı
Kuru, arzu barındırmayan bir emirdi bu; ve gene de son yüreğini istila eden bir hayduttu. Maria külotuyla, sutyenini
derece erotikti. Efendisine saygısını göstermek için başını hâlâ çıkarınca içini bir savunma-sızlık, korunmasızlık duygusu
yerde tutan Maria, elbisesinin düğmelerini çözüp yere bıraktı. sardı. Kırbaç, bedenine değmeden havada sakladı.
"Terbiyesizliğinin farkında mısın?" "Başını kaldırma sakın! Aşağılanmak için buradasın,
Kırbaç tekrar sakladı. arzuladığım her şeye boyun eğmek için, anlaşıldı mı?"
"Cezanı çekeceksin. Senin yaşında bir kız, nasıl olur da "Evet, sahip."
bana kafa tutar? Önümde diz çökeceksin!" Terence Maria'nm bileklerini kavrayıp kelepçeleri geçirdi.
Maria diz çökmeye davrandı, ama kırbaç onu dur- "Sen görürsün gününü! Doğru dürüst davranmayı
öğretmeyi bilirim ben sana!"
162 163
Serbest eliyle kızın kalçasına bir tokat attı. Maria haykırdı, duğunu, ona hizmet etmek istediğini, onun kölesi, hayvanı,
bu kez canı yanmıştı. nesnesi olduğunu, her ne isterse yapacağını görmüyor muydu?
"Ya! Demek karşı geliyorsun! Peki, görürsün şimdi." Maria "Seni boşaltayım mı?"
sesini bile çıkaramadan, deri bir tıkaç ağzına kapandı. Terence, kırbacın sapını cinsel organına bastırarak, aşağı
Konuşmasını, 'sarı' ya da 'kırmızı' demesini engellemezdi tıkaç, yukarı sürtmeye başladı; tam klitorise değdiği anda, Maria
ama adamın Maria'ya her istediğini yapmasını sağlıyordu; bütün kontrolünü kaybetti. Ne kadar zamandır orada
Maria için kurtuluş yolu yoktu. Çırılçıplaktı, ağzı tıkanmış, olduklarını, ne kadar dayak yediğini bilemiyordu. Ama birden
bileği kelepçelenmişti, damarlarında da kan yerine votka orgazma ulaştı; onlarca, yüzlerce adamın aylardan beri ona
dolaşıyordu. Kırbaç tekrar kalçalarında sakladı. "Odanın içinde yaşatamadığı orgazmı tattı. Bir ışık patlaması oldu, Maria
ileri geri yürü!" Maria 'dur', 'sağa dön', 'otur', 'bacaklarını aç' ruhunun en derin yerindeki kara bir deliğe girdiğini hissetti; acı
gibi emirlere uyarak yürümeye başladı. Zaman zaman, hiçbir ve korku katıksız hazla karışarak onu bildiği bütün sınırlarına
neden yokken bir tokat yiyor, ıstırap çektiğini, aşağılandığını - ötesine sürüklüyordu. İnledi, tıkaçlı ağzıyla boğuk bir çığlık
acıdan daha güçlü ve etkiliydi bu- hissediyordu; sanki artık kopardı, yatağın üzerinde kıvrandı, kelepçelerin bileklerini
içinde hiçbir şeyin var olmadığı başka bir dünyada gibiydi. kestiğini, deri kayışların ayak bileklerini parçaladığını hissetti.
Âdeta dinsel bir duyguydu bu: kendinden tamamen vazgeçmek, Kıpır-danışı önceki gibi değildi -çünkü kıpırdayamıyordu as-
egonun, arzuların, iradenin bilincini kaybetmek. Maria lında-, haykırışı önceki gibi değildi -çünkü ağzında tıkaç vardı
sırılsıklamdı, alabildiğine tahrik olmuştu, ne olup bittiğini ve kimse onu duyamazdı-. Acı ve haz buydu işte, klitorisine
anlayamıyordu. "Diz çök gene!" giderek daha çok baskı yapan kırbacın sapı ve orgazmı
İtaatin ve aşağılanmanın işareti olarak başını hep yerde haykıran ağzı, cinsel organı, gözleri, gözenekleri, bütün teni.
tutan Maria, olanları tam göremiyordu; ama bu adamın başka
bir evrende, başka bir gezegende derin derin soluduğunu Maria bir tür transa girmişti, neden sonra ağır ağır ayıldı.
duyuyordu. Kırbaç oynatmaktan, kalçalarını dövmekten Kırbaç, bacaklarının arasından uzaklaşmıştı bile. Saçları
yorulmuştu, oysa kendisi giderek güç ve enerjiyle dolduğunu terden sırılsıklam kesilmişti; şefkatli eller kelepçeleri ve ayak
hissediyordu. Utanması geçmişti ve bundan haz aldığını belli bileklerindeki deri kayışları çıkardı.
etmekte hiçbir sakınca görmüyordu; inlemeye başladı, Uzandığı yerde öylece kaldı; kafası karmakarışıktı; erkeğe
Terence'ten cinsel organını okşamasını istedi, ama adam onu bakamıyordu, çünkü çığlıklarından, orgazma ulaşmış
tatmin edeceğine, üzerine atladığı gibi yatağa itti. olmaktan, kendinden utanıyordu. Saçlarını okşayan Terence de
Sertçe -ama Maria'nın tanıdığı, herhangi bir zarar soluk soluğaydı - ama haz duyan yalnızca Maria'ydı; o
vermeyeceğini bildiği bir sertlikti bu-, Maria'nın bacaklarını kesinlikle kendinden geçmiş değildi.
iki yana açıp yatağın kenarlarına bağladı. Maria'nın elleri Maria çıplak bedeninin ağırlığını; emirler vermekten,
sırtında kelepçelenmiş, bacakları açılmış, ağzı tıkaçlanmıştı. haykırmaktan, durumu kontrol etmekten yorulmuş olan
Ne zaman girecekti içine? Buna hazır ol- giyinik adama yasladı. Şimdi ne diyeceğini, nasıl devam
edeceğini bilemiyordu, ama güvenlikteydi, bir tehli-
.164
165
harikaydın. Yorgunum, yarın Londra'ya dönmem gerek."
ke yoktu: Terence, tanımadığı bir parçasına ulaşmaya ça-
Uzanıp gözlerini kapattı. Maria onun uyur taklidi yapıp
ğırmıştı onu. Maria'nm koruyucusu ve efendisiydi o.
yapmadığını anlayamamıştı, ama bunu pek önemsemiyordu
Maria ağlamaya başladı, Terence de sabırla onun sa- da. Yüzünü cama yapıştırıp gölü seyrederek sigarasını keyifle
kinleşmesini bekledi. tüttürdü, şarabını ağır ağır içti. Bir taraftan da birilerinin
"Ne yaptın bana?" dedi Maria gözyaşları içinde. "Sana ne kendisini böyle görmesini arzuluyordu - çırılçıplak, dolu dolu,
yapmamı istediysen, onu." Maria yüzüne bakınca, umutsuzca doyurulmuş, kendinden emin bir halde.
ona ihtiyaç duyduğunu anladı. Giyindi, hoşçakal demeden çıktı, Terence'in onu kapıya
"Seni zorlamadım, seni mecbur tutmadım, 'sarı' dediğini kadar geçirmemesini de önemsemedi: Buraya tekrar gelip
de duymadım. Gücüm sadece senin izin verdiğin kadardı. gelmeyeceğini bilemiyordu.
Herhangi bir baskı ya da şantaj yoktu, tek var o-lan senin
iradendi; sen köle, ben efendi bile olsak, gücüm sadece seni Terence kapının kapandığını duydu. Maria'nm bir bahane
kendi özgürlüğüne doğru itmeye yetiyordu." uydurup geri dönüp dönmeyeceğini anlamak için bekledi,
Kelepçeler. Ayak bileklerinde deri kayışlar. Bir tıkaç. Acıdan birkaç dakika sonra kalkıp bir sigara yaktı.
daha güçlü ve daha yoğun bir aşağılanma duygusu. Ne var ki, Kızın kendince bir tarzı vardı, diye düşündü. Bütün
Terence haklıydı, Maria'nm duyumsadığı sınırsız bir işkenceler içinde en bilineni, en eskisi ve en az acı vereni olan
özgürlüktü. Maria enerjiyle, canlılıkla dolduğunu kırbaca dayanmıştı. Birbirine yaklaşmak isteyen ve bunu
hissediyordu; yanı başındaki adamın bitkin düştüğünü görünce ancak karşılıklı acı vererek başarabilen iki varlık arasındaki bu
şaşırdı. "Boşaldın mı?" gizemli ilişkiyi ilk nasıl yaşadığını hatırladı.
"Hayır," dedi Maria. "Efendinin işi, köleyi zorlamaktır. Dışarıda milyonlarca çift, farkında olmadan her gün sado-
Köle ise, sadece efendisi zevk alırsa haz duyabilir." mazoşizm sanatını uyguluyordu. İşe gidiyor, eve geliyor, her
Hepsi çok anlamsızdı. Bu bir fantezi dünyasıydı; ki- şeyden şikâyet ediyorlardı. Erkek kadına saldırıyor ya da onun
taplarda sözü bile geçmeyen, gerçek hayatla da hiç ilgisi saldırısına uğruyor, her ikisi de kendilerini sefil, ama
olmayan bir dünya. Maria ışıl ısıldı, Terence ise, içi boşal- mutsuzluklarına derinden bağlı hissediyor, baskıdan kurtulmak
mışçasma, donuk. için tek bir hareketin ya da 'bir daha asla' demenin yeteceğini
"İstediğin an gidebilirsin," dedi Terence. "Gitmek değil, bilmiyorlardı. Terence, bunu, ünlü bir İngiliz şarkıcısı olan
anlamak istiyorum." Maria, göz alıcı ve görkemli çıplaklığıyla karısıyla yaşamıştı; bir zamanlar kıskançlıktan gözü dönerek
ayağa kalkıp iki kadeh şarap doldurdu. İki de sigara yakıp kadına dünyayı dar eder, günlerini avuç avuç sakinleştirici
birini Terence'e verdi. Roller tersine dönmüştü, o efendisine yutarak, gecelerini kendini alkolde boğarak geçirirdi. Karısı
hizmet eden, böylece verdiği haz için onu ödüllendiren onu seviyor ve neden böyle davrandığını anlamıyordu; Terence
köleydi şimdi. de onu seviyor ve kendisi de davranışlarını çözemiyordu. Ama
"Giyinip gideceğim. Ama önce biraz konuşsak keşke." birbirlerine acı vermeye mecburdular sanki; varoluşlarının
"Söyleyecek hiçbir şey yok. İstediğim buydu, sen de temellerinden biri gibiydi bu.
167
166
Günün birinde bir müzisyen -Terence onu çok tuhaf mi?"
bulurdu, çünkü kaçıklarla dolu bu çevrenin içinde aşırı normal Denediler. İlk başta son derece ürkektiler ve sex-
kalıyordu- stüdyoda bir kitap unuttu. Leopold von Sacher- shop'larda buldukları rehber kitaplarda yazanları yaptılar.
Masoch'un Kürklü Venüs'üydü bu. Terence kitabı karıştırmaya Sonraları, yavaş yavaş yeni teknikler geliştirerek sınırları
koyuldu, okudukça kendini daha iyi anladığını gördü. zorlamaya, tehlikelere atılmaya başladılar; ama bir yandan da
Güzel kadın soyundu ve kısa saplı, uzun bir kırbaç alıp evliliklerinin giderek pekiştiğini hissediyorlardı. Lanetli, yasak
bileğine geçirdi. "Madem istediniz," dedi, "ben de sizi bir sırrın ortağıydılar.
kırbaçlarım." "Haydi, yapın," diye mırıldandı âşığı. "Size Yaşadıkları deneyim, giderek bir sanata dönüştü: Deri ve
yalvarıyorum." metal çivilerle yeni bir moda yarattılar. Teren-ce'in karısı,
Terence'ın karısı stüdyonun ortasındaki canlı bölmenin sahneye elinde kırbacı, ayağında çizmesi ve jartiyeriyle
içinde prova yapıyordu. Teknisyenlerle ses iletişimini giriyor, izleyicileri alabildiğine coşturuyordu. Bu yeni plak
sağlayan mikrofonun kapatılmasını istemiş, isteği de yerine İngiltere'de liste başı oldu ve bütün Avrupa'da büyük başarıya
getirilmişti. Terence, onun belki de piyanistle bir randevu ulaştı. Terence, karısının kişisel taşkınlıklarım gençlerin bu
ayarlamakta olduğunu hayal etti. Birden anlayı-verdi: Kadın kadar kolay kabul etmesine şaşırmıştı; bulabildiği tek
onu deliye çeviriyordu, ama anlaşılan kendisi acı çekmeye açıklama, içlerinde bastırdıkları şiddetin bu sayede yoğun, ama
alışmıştı bir kere ve artık acısız yaşaması mümkün değildi. saldırgan olmayan bir tarzda dile gelebildiğiydi.
"Sizi kırbaçlayacağım," diyordu romandaki çıplak kadın. Şirketin simgesi haline gelen kırbaç tişörtlere basıldı,
"Haydi yapın. Yalvarırım size." kırbaçlı dövmeler, çıkartmalar, posta kartları piyasaya çıktı...
Terence yakışıklıydı, plak şirketi içinde büyük güce Ve epey okumuş biri olan Terence, kendini daha iyi anlamak
sahipti. Bu hayatı sürdürmeye mecbur muydu? ,...,; amacıyla bu dürtünün kökeninde yatanı aramaya koyuldu.
Böyle yaşamaktan hoşlanıyordu. Büyük ıstıraplar çekmek Fahişeye söylediğinin tersine, bunun kara vebayı
boynunun borcuydu, çünkü hayat ona cömert davranmıştı ve o durdurmayı isteyen tövbekarlarla hiçbir ilgisi yoktu. Daha
para, saygınlık, ün gibi lütufları hak etmiyordu. Meslek tarihin en karanlık zamanlarında bile, insanoğlu, kontrol altına
hayatında vardığı noktada her şey başarıya bağlıydı. Bu da alınmış acının, onu özgürleşmeye götüren pasaport olduğunu
onu kaygılandırıyordu, çünkü tepedeyken bir anda aşağı anlamıştı.
yuvarlanan çok insan görmüştü. Bir erkeğin, canını feda ederse ülkesini ve dünyayı
Kitabı son satırına kadar hatmetti. Acıyla hazzın gizemli kurtarabileceği inancı, daha Mısır'da, Roma'da ve İran'da bile
birliği hakkında, eline her geçeni okumaya başladı. Derken vardı. Çin'de, bir doğal afet meydana geldiğinde imparator
karısı, kiraladığı video kasetlerini, sakladığı kitapları keşfetti; cezalandırılırdı, çünkü o, tanrısal güçlerin yeryüzündeki
doğal olarak ona bütün bunların ne anlama geldiğini sordu, temsilcisiydi. Antik Yunan'da, Sparta'nm en iyi savaşçıları
hatta hasta olduğundan kuşkulandı. Terence hasta olmadığına Tanrıça Artemis'in onuruna, yılda bir kez, sabahtan akşama
onu ikna etti, yeni bir plağı resimlemek için araştırma dek kamçılanırdı; seyirciler de haykı-rarak, onları acıya onurla
yapıyordu, hepsi bu. Ve sonra, laf arasında şöyle bir öneride katlanmaları için yüreklendi-rirlerdi; gelecekteki savaşları
bulundu: "Biz de denesek göğüslemeyi böyle öğrene-
168 169
çeklerdi. Günün sonunda rahipler savaşçıların sırtındaki sonra. Karısı Cenevre'ye ne amaçla geldiğini biliyor, bundan
yaraları inceleyerek Sparta'nın geleceğini okurlardı. bir rahatsızlık da duymuyordu; tam tersine, bu hasta dünyada,
IV yüzyılda, İskenderiye yakınlarında kurulmuş bir kocasının bir haftalık ağır çalışmanın üstüne beklediği ödülü
tarikatın üyeleri olan Çöl Rahipleri, şeytan kovmak ya da alması onu sevindiriyordu.
tinsel arayışta zihnin bedenden üstün olduğunu kanıtlamak Az önce odadan çıkan kız, her şeyi anlamıştı. Ruhları
için kendi kendilerini kamçılarlardı. Azizlerin ya-şamöyküleri, birbirine yakındı. Terence hissediyordu bu yakınlığı; karısını
bu türden örneklerle dolup taşıyordu - Azize Rose dikenli sevmesine ve başka birine âşık olmaya hazır olmamasına
bahçelerde koşar, Aziz Dominicus Lorica-tus her akşam rağmen. Ama, özgür olduğunu düşünmek, yeni bir ilişkinin
yatmadan önce kendini kırbaçlar, din şehitleri kendi hayalini kurmak hoşuna gidiyordu.
istekleriyle çarmıhta ağır ağır ölür ya da vahşi hayvanlara yem Sıra en zor aşamadaydı şimdi: Maria'yı, onu merha-
olurlardı. Bu öykülerin hepsi, acının, bir kere aşıldıktan sonra metsizce aşağılayıp cezalandırabilecek bir Kürklü Venüs'e, bir
insanı mistik bir sarhoşluğa götürdüğünü ifade ediyordu. Hükmedici'ye, bir Efendi'ye dönüştürmek. Bu sınavı da aşarsa,
Henüz doğrulanmamış yeni araştırmalar, halüsinas-yon Terence yüreğini Maria'ya açacak, içeri girmesine izin
yaratma özelliği olan bir mantarın vücuttaki yaraların üzerinde verecekti.
gelişebildiğim, böylece kişinin sanrılar görmesine neden
olabildiğini ortaya koyuyordu. Anlaşılan duyulan haz öyle
büyüktü ki, bu yöntem kısa sürede manastırların dışına çıkıp
bütün dünyaya yayılmıştı.
1718'de, bedene zarar vermeksizin acı çekerek hazza
ulaşmayı anlatan Kendi Kendini Kırbaçlama Kitabı diye bir
kitap yayınlanmıştı. XVIII. yüzyılın sonunda, Avrupa'nın dört
bir yanında, insanların acıdan zevk almaya çalıştığı pek çok
yer mevcuttu. Arşivlere göre, bazı kralların ve prenseslerin de
hizmetçilerine kendilerini dövdürme alışkanlıkları vardı;
sadece acı çekerek değil, acı vererek de hazza
varılabileceğinin keşfedilmesinden önceydi bu; gerçi böylesi
insanı daha çok yıpratıyor ve öbürü kadar zevk vermiyordu.
172 173
"Kendimdeki iblislerle ve karanlıklarla yüzleştim," diye zilya onun için hayatta her şeyden önemli olduğundan,
devam etti Ralf. "Sonuna kadar gittim, her şeyi denedim; ayakkabılarım çıkardı. Yere saçılmış küçük taşlar yüzünden
sadece bu yönde değil, daha pek çok alanda. Ne var ki, en son çorapları çok geçmeden yırtıldı. Hiç önemi yoktu, yenisini
görüştüğümüzde, arzunun içinde ulaştım sınırlarıma, acının alırdı.
değil. Ruhumun derinliklerine daldım; güzelliklere, şu "Ceketini çıkar."
hayattaki pek çok güzel şeye içim gidiyor hâlâ." Maria reddedebilirdi, ama geceden beri, her istenene evet
İçinden, "Sen de o güzel şeylerden birisin," demek geçti; demenin mutluluğuna alışmıştı. Ceketini çıkardı. Henüz
"yalvarırım, o yola girme," ama cesaret edemedi. Bunun sıcaklığını koruyan bedeni ilk başta tepki vermedi, ardından
yerine bir taksi çağırıp şoföre göl kıyısına gitmesini söyledi; soğuk yavaş yavaş batmaya başladı.
sonsuz bir zaman önce birlikte yürümüşlerdi orada, tanıştıkları "Yürüyelim. Ve konuşalım."
gün. Maria buna şaşırdı ama istifini bozmadı; içgüdüleri ona "Burada olmaz; yerler taş dolu."
kaybedecek çok şeyi olduğunu söylüyordu, zihni ise bir gece "Daha iyi ya. O taşları hissetmeni, canının yanmasını, seni
önce olanların sarhoşluğu içindeydi hâlâ. yaralamalarını istiyorum: Hiç kuşkum yok, hazza uzanan acıyı
Maria donukluğundan ancak göl kıyısına geldiklerinde tatmışsın sen -tıpkı benim gibi- ve bunu ruhundan söküp
sıyrıldı. Yaz sürüyordu, ama gece soğuktu. atmak istiyorum."
"Burada ne işimiz var?" diye sordu arabadan inince. Maria'nm içinden, 'boşuna uğraşma, ben hoşlanıyorum
"Hava rüzgârlı, nezle olurum." bundan' demek geldi. Ama gene de yürümeye koyuldu.
"Söylediklerini uzun uzun düşündüm; acı ve haz de- Havanın soğukluğu ve tabanlarını parçalayan sivri taşlar
miştin. Ayakkabılarını çıkar." yüzünden kaplumbağa hızıyla gidebiliyordu.
Maria, bir keresinde başka bir müşterisinin de aynı "Bir sergi için Japonya'ya gitmiştim, senin deyimin
şeyi istediğini ve sadece ayaklarına bakarak tahrik oldu le 'acı, aşağılanma ve büyük haz'za kendimi verdiğim dö
ğunu hatırladı. Serüven yakasını hiç bırakmayacak mıy nemde. O zamanlar bunun dönüşsüz bir yol olduğunu,
dı? >% giderek içine batacağımı, hayatımda cezalandırmak ve
"Üşüteceğim." cezalandırılmak arzusundan başka hiçbir şey kalmaya
"Söylediğimi yap," diye ısrar etti Ralf. "Fazla oyalan cağını sanıyordum. ■, ',.', w,'',..:«;. ':>>};» •
mazsak soğuk almazsın. Ben sana güveniyorum, sen de "İnsanız biz, suçluluk duygusuyla doğarız, mutluluğun
bana güven." ■■'%■.. gerçekleşmesi ihtimali bizi korkutur. Ölürken başkalarını
Maria, Ralf in ona yardımcı olmaya çalıştığını anladı; cezalandırma isteğiyle doluyuzdur, çünkü kendimizi daima
belki de ağzı yanmıştı vaktiyle ve şimdi Maria'nm da başında güçsüz, haksızlığa uğramış, mutsuz hissederiz. Günahlarının
aynı tehlikenin dolaştığını düşünüyordu. Ama Maria, yardım kefaretini ödemek ve günahkârları cezalandırabilmek, ah!
istemiyordu. Acının bir sorun olmaktan çıktığı yeni evreninde Harika, değil mi? Evet, muhteşem."
mutluydu o. Bununla birlikte, Brezilya'yı, orada bu kadar Maria yürüyordu. Bütün çabalarına rağmen, çektiği acı ve
farklı bir dünyayı paylaşabileceği bir eş bulmasının soğuk yüzünden Ralf'ı dinlerken dikkati dağılıyordu sürekli.
imkânsızlığını düşündü; ve Bre- "Bugün, bileklerindeki izleri fark ettim."
174 175
Kelepçeler. Maria izleri gizlemek için bir sürü bilezik
takmıştı, ama deneyimli gözler, aradıklarını daima bulurlar. iyi bir şey olduğunu, çünkü, insanın ruhuna hükmedebilmesi
"Her neyse, yeni deneyimlerin seni bu adımı atmaya için bedenine hükmetmeyi öğrenmesi gerektiğini söyledi. Ama
götürüyorsa, sana engel olamam. Ama bil ki, bunun gerçek acıdan yanlış bir biçimde yararlanıyor-muşum ve bu son
hayatla hiçbir ilgisi yok." derece kötüymüş.
"Adım mı?" "Bu yontulmamış oduncu, beni benden daha iyi tanıyor
gibiydi, ürkütüyordu beni. Öte yandan, tablolarımın
"Acı ve haz. Sadizm ve mazoşizm. Nasıl istersen öyle
hissettiklerimi harfiyen yansıttığını bilmek, göğsümü
söyle. O yolun yolcusu olduğuna eminsen üzülürüm.
kabartıyordu."
Duyduğumuz arzuyu, buluşmalarımızı, Saint-Jacques'ta
yürüyüşümüzü, ışığını hatırlarım. Bir tükenmez kalem var ki, Maria, ötekilerden daha sivri bir taşın ayağını kestiğini
hissetti. Ama en beteri soğuktu. Bedeni uyuşmaya başlamıştı.
özel bir yerde saklarım ve ne zaman şöminede ateş yaksam
Ralf Hart'ın söylediklerini izlemek de giderek zorlaşıyordu.
seni düşünürüm. Ama artık seni görmek istemem."
Tanrı'nm şu mübarek dünyasında, neden erkeklerin aklı fikri
Maria korkuya kapıldı. Geri adım atmanın, gerçeği
ona acı vermekteydi? Kutsal acı, hazla karışık acı, açıklaması
söylemenin, Ralf a bilgiçlik taslamayı bırakmanın zamanı
olan ya da olmayan acı, ama hep acı, hep acı...
gelmişti.
"Kısa süre önce, daha doğrusu daha dün ilk kez yaşadım Yaralı ayağına bir taş daha battı. İçinden yükselen çığlığı
bu deneyimi. Beni korkutan, bayağılaşmanın son sınırına bastırdı ve yürümeye devam etti. İlk başta, samimiyetini, kendi
üzerindeki hâkimiyetini, Ralf'ın deyimiyle 'ışığını' korumaya
vardığımda, kendimi bulmak."
çalışmıştı. Şimdi ağır ağır ilerlerken midesi kalkıyor,
Konuşmakta giderek zorlanıyordu; dişleri birbirine
düşünceleri sürekli aynı noktada dönüyordu. İçinden durmak
çarpıyor, ayakları zonkluyordu.
geldi, bütün bunların hiçbir anlamı yoktu ve durmadı.
"Kumano diye bir bölgedeydi sergi. Günün birinde bir
oduncu çıkageldi," diye devam etti Ralf sanki onu duymamış Durmamasının nedeni, kendine olan saygısıydı; yalınayak
gibi. "Tablolarımı beğenmedi, ama resimlerime bakarak ne yürümeye sonuna kadar katlanabilirdi, bir ömür boyu sürecek
değildi ya. Birden, aklından başka bir düşünce geçti: Ya
yaşadığımı ve hissettiğimi çözdü. Ertesi gün, otele beni
ayağını kötü bir biçimde yaralar ya da ateşi çıkar da
görmeye geldi ve mutlu olup olmadığımı sordu. Eğer
Copacabcma'ya gidemezse; bu soğukta gribe yakalanacağı
mutluysam, hoşuma giden şeyi yapmaya devam
kesindi ne de olsa. Barda bekleyen müşterileri, ona sonsuz
etmeliymişim. Yok hayırsa, birkaç gün onunla kal-
güvenen Milan'ı, kazanamayacağı parayı, gelecekte alacağı
malıymışım.
çiftliği, onunla büyük gurur duyan annesiyle babasını
"Beni, şimdi sana yaptığım gibi, taşların üzerinde yürüttü
düşündü... Ama acı, kısa süre sonra aklını uyuşturdu tekrar ve
zorla. Soğuğu hissettirdi. Beni, acının güzelliğini anlamaya
Maria istemsizce adım atmaya devam etti. İçinden, Ralf Hart'ın
mecbur etti. Ancak, bu insandan değil, doğadan gelen bir çabasını takdir etmesi, oyunu burada kesip ayakkabılarını
acıydı. Shugen-do diyordu adına, bin yıllık bir sanatmış. giymesini söylemesi için dua ediyordu.
"Acıdan korkmayan bir adam olduğumu, bunun da
Ralf ise, umursamaz ve mesafeli görünüyordu; sanki
176 On Bir Dakika 177/12
Maria'yı kendisinin bilmediği, şimdi aklını çelen, ama nun bir önemi yoktu, bedenin sınırlarını aşmıştı. Sadece ruh
sonunda onda kelepçelerden daha fazla iz bırakacak bir şeyden kalmıştı ona, sadece 'ışık' - bir zamanlar birilerinin cennet diye
kurtarmanın tek yolu buymuş gibi. Ralf m yardımcı olmaya adlandırdığı bir tür boşluk. Öyle acılar vardır ki, ancak
çalıştığını bilmesine rağmen, Maria iradesinin gücünü onlardan daha yükseğe çıkabildiğimizde unutulurlar.
kanıtlamak için ne kadar çaba harcasa da, acı bütün Hatırladığı kadarıyla, ikinci sahnede Ralf Hart onu
düşünceleri bastırıyordu - dinle ilgisi olmayanları da, en kollarına alıyordu. Ralf, ceketini çıkarıp Maria'nın omuzlarına
yücelerini de. Acı tek başına bütün boşluğu kaplıyor, Maria'yı koydu. Soğuktan bayılabilirdi aslında, ama önemsizdi bu:
korkutuyor, onu, bir sınır var, demeye zorluyordu ve ben o Maria memnundu, içinde korku yoktu - kazanmıştı. Bu adamın
sınıra varamayacağım. karşısında alçalmamıştı.
Ama bir adım attı. ,
Bir adım daha.
Acı şimdi ruhunu sarıyor, güçten düşürüyordu sanki.
Çünkü beş yıldızlı bir otelde, önünde votka ve havyar, ba-
caklarının arasında bir kamçıyla çırılçıplak tiyatro yapmak
başkaydı; taşlardan parçalanmış çıplak ayaklarla soğukta
yürümek başka. Pusulasını şaşırmıştı artık, Ralf Hart'la tek
kelime konuşamıyordu. Ağaçların arasında bir patika çizen
küçük, kesici taşlardan başka hiçbir şey mevcut değildi
dünyasında.
Tam vazgeçmek üzereyken, içini tuhaf bir duygu sardı:
Sınırına ulaşmıştı, ama ötesinde bir boşluk uzanıyordu, kendi
kendinin üzerinde salmdığı, ne hissettiğini anlayamadığı bir
boşluk. Tövbekarlar da aynısını mı duymuştu? Acının öbür
ucunda, başka bir bilinç düzeyine açılan bir kapı olduğunu
fark ediyordu, o bilincin içinde asla alt edemeyeceği zalim
doğaya yer vardı sadece.
Çevresinde ne varsa, hayale dönüştü: yarım yamalak
aydınlatılmış park, karanlık göl, sessiz adam, yalınayak zar
zor yürüdüğünü fark etmeden gezinen bir-iki çift. Soğuktan
mıydı bu, yoksa ıstıraptan mı? Birden bedenini hissedemez
oldu ve ne arzunun ne de korkunun var olduğu, sadece gizemli
-bunu nasıl adlandırabilirdi?-, gizemli bir 'huzur'la dolu bir ruh
haline girdi. Acının sını-rıyla onunki bir değildi; o daha öteye
geçebilirdi.
Sessizce çile dolduran bütün insanlar geçti aklından.
Oysa kendisi, kendi acısını kışkırtıyordu - ama artık bu-
178 170
tırmamı istemiştin benden."
Evet, istemişti, ama sırf vakit geçirmek ve ilgi çekmek
için. Şimdi zerre kadar önemi kalmamıştı.
"Şu son günleri, bilinmedik bir denizde seyrederek geçirdim.
Fuhuşun bir tarihi olduğunu sanmıyordum. Hep söylendiği
gibi, dünyanın en eski mesleği olduğunu düşünüyordum
yalnızca. Ama böyle bir tarih var, daha doğrusu iki tarih." "Ya
bu resimler?"
Ralf'm yüzünde, Maria'nm anlam veremediği bir hayal
Dakikalar saatler oldu. Maria onun kollarında uyumuş kırıklığı ifadesi belirdi, ama kendini topladı:
olmalıydı, çünkü uyandığında gece sürüyordu, ama kendisi bir "Okurken, araştırma yaparken ve öğrenirken kâğıda
odadaydı. Bir köşede bir televizyon duruyordu. Başka hiçbir çiziktirdiklerim."
şey yoktu. Beyaz, boş. "Bunu başka bir gün konuşuruz. Bugün konuyu de-
Ralf, elinde sıcak bir çikolatayla yanma geldi. ğiştirmeyelim, acıyı anlamaya ihtiyacım var."
"Çok güzel," dedi, "gelmek istediğin yerdesin." "Acıyı dün hissettin ve seni hazza götürdüğünü keşfettin.
"Çikolata değil, şarap istiyorum. Odamıza gitmek is- Bugün gene duydun ve huzuru buldun. İşte bunun için
tiyorum, şömineyi, her yere yayılmış kitapları istiyorum." söylüyorum: Alışma ona, insanı kendine müptela eden güçlü
'Odamız' demişti. Aklından geçen bu değildi. bir uyuşturucudur acı. Günlük hayatımızda, gizli ıstırabımızda,
Ayaklarına baktı; küçük bir kesik dışında, birkaç saat dünya nimetlerine sırt çevirmemizde, aşktan oluyor sandığımız
sonra kaybolacak kırmızılıklar. Biraz zorlanarak da olsa hayal kırıklıklarımızda hep o vardır. Acı, gerçek yüzünü
merdivenden inip şöminenin önüne, halının üzerine yayıldı. O gösterdiğinde insanı korkutur, ama kendini feda etme,
köşedeyken, sanki bu evdeki yerini bulmuş gibi iyi dünyadan vazgeçme ya da alçaklık süsüne büründüğünde
hissediyordu kendini. çekicidir. İnsanoğlu onu reddedebilir, ama onunla
"Oduncunun dediğine göre, insan bedenini çalıştırırken, cilveleşmenin, onu hayatının bir parçası haline getirmenin bir
bedeninden her şeyi beklerken, zihin, sende gördüğüm 'ışığa' yolunu bulur hep." "Buna inanmıyorum. Kimse acı çekmek
benzeyen tuhaf bir tinsel güce kavuşurmuş. Ne hissettin?" istemez." "Acı olmadan da yaşayabileceğini anlayabilirsen, bu
"Acının kadınların yoldaşı olduğunu." başlı başına büyük bir adımdır, ama herkesin senin gibi
"İşte bu tehlikeli." davranacağını sanmayasm. Kimse onu istemez, ne var ki
"Acının bir sınırı olduğunu." hemen herkes acının, kendini feda etmenin peşinde koşar. Bu
"Kurtuluş da burada. Bunu sakın unutma." sayede arınırlar, aklanırlar; çocuklarının, eşlerinin,
Maria'nm aklı karışmıştı. 'Huzur'u, kendi sınırlarının komşularının, Tanrı'nın saygısına layık olurlar. Bunu sonra
ötesine geçtiğinde hissetmişti. Acı çekmenin yeni bir biçimini düşünürüz, sadece şunu bil ki, dünyayı döndüren haz arayışı
keşfetmiş, bu da onda özel bir haz uyandırmıştı. değil, temel olan her şeyden vazgeçmektir. Asker savaşa,
Ralf büyük bir resim kâğıdı alıp Maria'nm önüne yaydı. düşmanı öldürmeye mi gider? Hayır;
"Fuhuşun tarihi. Tanıştığımız gün, bu konuyu araş-
181
180
amacı ülkesi uğruna ölmektir. Kadın, hayatından ne kadar "Uç bin yılı aşkın zamandır, sanatçılar heykeller, tablolar
memnun olduğunu kocasına belli etmekten hoşlanır mı? yapar ya da kitaplar yazarlar. Fahişeler de dünya hep eski tas
eski hamam gidiyormuş gibi mesleklerini icra ederler. Ayrıntı
Hayır: Onun uğruna saçını süpürge ettiğini ve çile çektiğini
ister misin?"
görsün ister. Koca işe kendini geliştirmek için gittiğini
aklından geçirir mi? Hayır: O, ailesinin iyiliği için ter ve Maria başıyla, evet dedi. Zaman kazanması, acıyı an-
gözyaşı dökmektedir. Ve böyle devam eder: Çocuklar laması gerekiyordu. Parkta yürürken son derece zararlı bir şey
bedeninden çıkmıştı galiba.
anneleriyle babalarının hatırına hayallerini bir kenara
bırakırlar, ana-babalar çocukları için ömürlerinden "Klasik metinlerde, Mısır hiyerogliflerinde, Sümer
vazgeçerler, acı ve ıstırap, aslında neşe kaynağı olan aşkın yazıtlarında, Eski ve Yeni Ahit'te fahişelerin adı geçer. Ama
meslek olarak örgütlenmesi, İsa'dan önce VI. yüzyılı buldu;
kanıtı olup çıkar."
yasa koyucu Solon'un Yunanistan'da devlet kontrolü altında
"Yeter."
genelevler açması ve 'et ticareti'ni vergi-lendirmesiyle oldu bu.
Ralf sözünü yarım bıraktı. Konuyu değiştirme vakti
Atinalı işadamları buna çok sevindiler, çünkü eskiden yasak
gelmişti, o da art arda resimlerini çıkarıp göstermeye koyuldu.
olan bu ticaret artık yasallaşmıştı. Fahişeler ise, bundan böyle
İlk başta hepsi karmaşık görünüyordu, birtakım insanlar vardı,
ödedikleri vergiye göre sınırlandırılacaktı.
ama birtakım karalamalar, renkler, sinirli ya da geometrik
"En ucuzlarına porne denirdi, genelevin patronlarına ait
çizgiler de mevcuttu. Yavaş yavaş, Maria onun ne söylediğini
kölelerdi bunlar. İkinci sırada peripatetike'ier gelirdi, bunlar da
anlamaya başladı, çünkü her sözüne elinin bir hareketini
sokakta çalışırlardı. Son olarak da, fiyatları ve kalitesi en
katıyor, her cümlesi Maria'yı, o güne dek bir parçası olmayı
yüksek olan hetaira'lar gelirdi, 'kadın arkadaşlar', bunlar
reddettiği dünyanın içinde bir yere oturtuyordu. Maria bir
tüccarlara yolculuklarda eşlik eder, iyi yemek yer, paralarını
taraftan da fahişeliğin hayatının sıradan bir evresi, bir para
bildikleri gibi harcar, öğütler verir, sitenin politik hayatına
kazanma yolu olduğunu söyleyip duruyordu içinden, hepsi karışırlardı. Gördüğün gibi, dün neyse bugün de o. Ortaçağ'da,
buydu. cinsel ilişkiyle yayılan hastalıklar yüzünden..."
"Fahişeliğin bir değil, iki tarihi olduğunu keşfettim.
Sessizlik, gribe yakalanma korkusu, şöminede yanan
Birincisini sen de biliyorsun, çünkü o senin de tarihin aynı
ateşin sıcaklığı - bedeninin ve ruhunun ısınması için gerekliydi
zamanda: Güzel bir kız, seçtiği -ya da onun adına seçilmiş-
şimdi. Maria bu hikâyeyi daha fazla dinlemek istemiyordu.
çeşitli nedenlerden dolayı, ancak bedenini satarak ayakta
Kafasında dünyanın durduğu, hep aynı şeylerin yaşandığı,
kalabileceğini fark eder. Bu sayede halklara hükmetmeyi
insanoğlunun sekse hiçbir zaman hak ettiği saygıyı
başaranlar vardır; Roma'da Messalina'nın yaptığı gibi. Kimileri
göstermeyeceği izlenimini uyandırıyordu çünkü.
Madam de Barry gibi efsaneleşir; daha başkaları casus Mata
"Pek ilgini çekmedi galiba."
Hari gibi serüven ve bahtsızlıkla aynı anda oynaşır. Ama çoğu
Maria toparlanmaya çalıştı. Her ne olursa olsun, kar-
ömürleri boyunca ne bir zafer kazanır, ne de tehditlere meydan
şısındaki yüreğini açmaya karar verdiği erkekti, artık bundan
okuyabilir: Ün, koca, serüven peşinde koşan kızlar olarak
eskisi kadar emin olmamasına rağmen.
kalırlar daima. Sonunda başka bir gerçekliği keşfeder, bir süre
buna dalar, alışır, duruma hâkim olduklarını sanırlar, oysa 183
başka şey yapmayı beceremez hale gelmişlerdir. ı
182
"Zaten bildiğim şeyler ilgimi çekmiyor, beni üzüyor. Yasa denilenim,
Başka bir tarih daha var, demiştin." Siz bana Kuraldışı deseniz de.
"Öbür tarih bunun tam tersi: O, kutsal fahişelikle ilgili." Aradığınız, benim
Maria birden uyuşukluğundan sıyrılmış, can kulağıyla Ve bulduğunuz.
dinlemeye koyulmuştu. Kutsal fahişelik mi? Seks sayesinde Dört bir yana saçtınız beni
para kazanmak ve gene de Tanrı'ya yaklaşmak mı yani? Ve şimdi parçalarımı topluyorsunuz.
"Yunan tarihçi Herodotos, Babil için şöyle yazar: 'Orada
çok tuhaf bir alışkanlık vardır: Sümer ülkesinde doğan her Maria'yı hıçkırık tuttu. Ralf gülmeye başladı. Yaşam
kadın, ömrü boyunca en az bir kez Tanrıça İş-tar'ın tapınağına enerjisi geri geliyordu, 'ışık' yeniden parlamaya başlamıştı. En
gidip konukseverlik işareti olarak, sembolik bir fiyata doğrusu hikâyeye devam etmek, resimleri göstermek, ona
bedenini bir yabancıya sunmak zorundadır.'" sevildiğini hissettirmekti.
Maria, tanrıçanın kim olduğunu daha sonra öğrenecekti; "Kimseler bilmiyor, en az iki bin yıl süren kutsal fa-
belki ona da kaybettiği ve ne olduğunu bilemediği bir şeyi hişeliğin neden ortadan kalktığını. Belki hastalıklar yüzünden,
tekrar kazanması için yardım ederdi. belki de dinlerle birlikte toplumun kurallarının da
"Tanrıça İştar'm etkisi bütün Ortadoğu'ya yayıldı, değişmesinden. Neyse, kutsal fahişelik artık yok, olmayacak
Sardinya'ya, Sicilya'ya ve Akdeniz limanlarına ulaştı. Roma da. Günümüzde dünyayı erkekler çekip çeviriyor. 'Fahişe'
İmparatorluğu döneminde ise, Vesta denen başka bir tanrıça, terimi ise, doğru yolu seçmeyen bütün kadınları damgalamak
kadınlardan ya bekâretlerini korumalarını ya da kendilerini için kullanılıyor."
tamamen sunmalarını istiyordu. Vesta ta-pınağındaki kadınlar, "Yarın Copacabana'ya gelebilir misin?"
kutsal ateşi canlı tutmak için, delikanlıları ve kralları seksle Ralf soruya anlam veremedi, ama derhal kabul etti.
tanıştırma işini üstlenirlerdi; erotik şarkılar söyler, transa
geçer ve tanrısal varlıkla bir anlamda bütünleşir, esrimiş
hallerini evrene sunarlardı."
Ralf Hart, ona bir fotokopi gösterdi; üzerinde birtakım
eski yazılar, sayfanın altında da Almanca çevirileri vardı.
Dizeleri çevirerek, yüksek sesle, tane tane okumaya başladı:
226 227
ta hareket ediyordu; orgazm oldum, sonra ikinci, sonra kadar sürdü, bilmiyorum; ama her şey sessizce dua ediyor
üçüncü kez. İçimden onu itmek geliyordu; hazzın verdiği acı o gibiydi, sanki evrenle hayat adından ve zamandan arınmış,
kadar büyük ki insan örseleniyor; ama kararlılıkla direndim, kutsallaşmış gibi.
böyle olmasını kabullendim; bir, iki ya da daha fazla orgazmı Ama çok geçmeden zaman geri geldi, haykırışlarını
kaldırabilirdim... duydum. Ben de onunla bağırmaya başladım. Masanın
...ve birden, içimde bir ışık patladı. Artık kendim de- ayakları şiddetle yere vuruyordu; dünyanın geri kalanının bu
ğildim, bütün bildiklerimden üstün bir varlıktım. Eli beni işe ne diyeceğini ne o merak etti ne de ben.
dördüncü kez orgazma ulaştırdığında bir huzur ülkesine Haber vermeden çıktı içimden. Gülüyordum; ona doğru
vardım; beşincisinde Tanrı'yı bildim. Ardından, cinsel döndüğümde o da gülüyordu; ömrümüzde ilk kez sevişmiş gibi
organının içimde tekrar dolaşmaya başladığını hissettim, eli sıkıca sarıldık.
de durmamıştı; 'Tanrım' dedim sonunda ve kendimi bıraktım, "Kutsa beni," dedi.
sonumun cennet mi cehennem mi olduğunu bilmeden. Ne yaptığımı bilmeden, kutsadım onu. Ondan da aynısını
Ama sonum cennetmiş. Ben kara topraktım, dağlar, istedim. "Çok sevdiğim şu kadın mübarek olsun," dedi o da.
kaplanlar, göllere inen ırmaklar, denize dönen göllerdim. Ağzından dökülen sözler ne güzeldi. Tekrar sarıldık
Giderek hızlanıyordu, acı hazza karışıyordu, 'dayanamıyorum' birbirimize; on bir dakikanın bir erkekle bir kadını buralara
diyebilirdim, ama bu doğru olmazdı, çünkü o aşamada o ve nasıl sürüklediğini anlayamadan öylece kaldık.
ben artık birdik. İkimizde de yorgunluğun zerresi yoktu. Salona gittik. Bir
Onu istediği kadar içimde tuttum. Şimdi tırnakları plak koydu ve harfi harfine beklediğim şeyi yaptı: Şöminede
kalçalarıma gömülmüştü; ve ben, mutfak masasında yüzüstü bir ateş yaktı, bana da şarap getirdi. Ardından bir kitap açıp
yatarken, dünyada sevişmek için daha iyi bir yer okumaya koyuldu:
olamayacağını düşünüyordum. Soluklar gene giderek hızlandı,
tırnaklar etimi yaraladı ve cinsel organı şiddetle kalçalarımı Doğmanın zamanı, ölmenin zamanı var Fideyi dikmenin
dövmeye başladı, et ete çarpıyordu ve ben tekrar orgazm zamanı, sökmenin zamanı var Öldürmenin zamanı,
olmak üzereydim. Bunların hiçbiri - bunların hiçbiri YALAN sağaltmanın zamanı var Yıkmanın zamanı, inşa etmenin
DEĞÎLDİ! zamanı var ' ;' ' ■•' Ağlamanın zamanı, gülmenin
"Gel!" zamanı var İnlemenin zamanı, dans etmenin zamanı var
Ne istediğini biliyordu ve ben de o ânın geldiğini an- Taş atmanın zamanı, taş toplamanın zamanı var Sarılmanın
lamıştım. Bedenim alabildiğine gevşedi, artık ben, ben zamanı, ayrılmanın zamanı var Aramanın zamanı,
olmaktan çıkmıştım -duyamıyor, göremiyor, herhangi bir tat kaybetmenin zamanı var Elinde tutmanın zamanı,
alamıyordum-, tepeden tırnağa heyecandım. fırlatmanın zamanı var Yırtmanın zamanı, dikmenin
"Gel!" zamanı var Susmanın zamanı, konuşmanın zamanı var
Ve onunla birleştim. On bir dakika değil bir sonsuzluktu; Sevmenin zamanı, nefretin zamanı var Savaşın zamanı,
sanki ikimiz de bedenlerimizden sıyrılmış, neşe, anlayış ve barışın zamanı var.
derin bir dostlukla cennet bahçelerinde dolaşıyorduk. Ben
kadın ve erkektim, o erkek ve kadındı. Ne
228 229
Bir veda gibi geliyordu kulağa, ama ömrüm boyunca
duyduklarımın en güzeliydi.
Onu sıkıca sardım kollarımla, o da beni sardı, birlikte
şöminenin önündeki halıya uzandık. Hayatım boyunca akıllı,
mutlu, ışıl ışıl bir kadın olmuşum gibi, kendimi kusursuz
hissediyordum hâlâ.
"Bir fahişeye nasıl âşık olabildin?"
"O zamanlar anlayamamıştım. Ama şimdi, biraz dü- lVLaria gözlerini açtığında, üç-beş günizi, açık pan-
şününce bana öyle geliyor ki, bedeninin asla yalnızca bana ait jurlardan içeri sızmıştı bile.
olmayacağını bildiğimden, ruhunu fethetmeye verebilirdim 'Onunla iki kez seviştim,' diye düşündü Maria yanı
bütün dikkatimi." başında uyuyan erkeğe bakarak. "Oysa sanki başından beri
"Ya kıskançlık?" birlikteyiz onunla, sanki hayatımı, ruhumu, bedenimi, ışığımı,
"İlkbahar için şöyle söyleyemezsin: 'Erken gelsin ve uzun acılarımı her zaman tanımış."
sürsün.' Sadece şunu diyebilirsin: 'Gelsin bahar, taşıdığı Kalkıp kahve yapmak için mutfağa gitti. Koridorda duran
umutla yıkasın beni ve elinden geldiği kadar kalsın.'" iki valizi de o zaman gördü; bir anda hepsi birden zihnine
Rüzgârlara söylenmiş bir avuç söz. Ama benim duymaya üşüştü: verdiği yemin, kilisede ettiği dua, hayatı, gerçeğe
ihtiyacım vardı, onunsa dile getirmeye. Uyumuşum; rüyamda, dönüşüp büyüsünü yitirmek için ayak direyen hayal, kusursuz
güzel bir koku, her yeri sarıyordu. erkek, bedenle ruhun bir olduğu aşk, farklı şeylerden doğan
zevk ve orgazm.
Orada kalabilirdi Maria; kaybedeceği bir şey yoktu,
fazladan bir yanılsamadan başka. Şiiri düşündü: Ağlamanın
zamanı, gülmenin zamanı var. Ama, bir başka cümle daha
vardı: Sarılmanın zamanı, ayrılmanın zamanı var. Kahve
yapıp mutfağın kapısını kapadı, telefonu aldı ve bir taksi
> ...
çağırdı. Onu bu kadar uzaklara sürükleyen iradesini, gitme
vaktinin geldiğini haber veren, onu koruyan, bu gecenin anısını
da hiç bozmadan saklayacak olan 'ışığının' enerji kaynağını
topladı. Giyindi, valizlerini alıp çıktı; bütün kalbiyle Ralf'm
uyanıp, 'gitme, kal' demesini umuyordu.
Ama Ralf uyanmadı. Maria dışarıda taksiyi beklerken,
elinde bir demet çiçekle bir Çingene kadın geldi.
"Bir tane ister misiniz?"
Maria çiçeği satın aldı; yazın bittiğinin, sonbaharın
geldiğinin işaretiydi bu. Cenevre'de kafelerin önlerinde-
230 231
ki masalar, gezmeye gelenlerin doldurduğu güneşli bahçeler Cenevre'yle Paris arasındaki kısa yolu uyuyarak geçti.
gözden kaybolacaktı uzun süre. Kendine işkence etmemeliydi Evdekilere ne hikâye anlatacağını düşünecek vakti olmadı;
Maria; gidiyorsa, böylesini seçtiğindendi, sızlanacak bir ama annesiyle babası kızları geri döndüğü için, bu sayede
durum yoktu. kendileri de bir çiftlik sahibi olup rahat bir yaşlılığı garantiye
alacakları için çok sevineceklerdi kuşkusuz.
Havaalanına geldi, bir kahve istedi, dört saat boyunca Uçak yere inerken, sarsıntı onu uyandırdı. Hostes, başka
Paris uçağını bekledi. Uykuya dalmadan az önce, saat kaçta bir terminale gitmesi gerektiğini söyledi ona, çünkü Brezilya
gideceğini söylemişti ona; bu nedenle gözü hep umutla uçağı F terminalinden kalkıyordu, oysa burası C terminaliydi.
kapıdaydı. Filmlerde olurdu öylesi: Son sahnede, kadın uçağa Ama kaygılanmaya gerek yoktu, rötar görünmüyordu, üstelik
binmek üzereyken, erkek umutsuzluk içinde gelir, uçağın daha bol vakit vardı önünde. Hem arzu ederse, alan personeli
mürettebatının hoşgörülü, neşeli bakışları altında kadını öpüp de ona yol gösterirdi.
kendi dünyasına götürür. Perdede 'son' yazar ve bütün Merdiven uçağa yaklaşırken, Maria o günü Paris'te
seyirciler, ikisinin artık mutlu bir hayat süreceğinden geçirmeye değer mi, diye tartıyordu kafasında; sırf birkaç
emindirler. fotoğraf çekip, evdekilere burayı da gezdiğini söyleyebilmek
"Filmler, sonradan olup bitenleri anlatmaz hiç," diyordu için. Düşünmek için zamana, kendi kendisiyle baş başa
Maria içinden, kendini avutmak için. Evlilik, ev işi, çocuklar; kalmaya, gecenin anılarının derinliklerine dalmaya ihtiyacı
sevişmeler giderek seyrekleşir, kadın birinci metresten gelen vardı; yaşadığını duyumsamak istediğinde aklındaki izlerle
b al gibi tatlı bir n o tu ele geçirir ve o rtalığı birbirine katmaya kendini besleyebilmesi için. Evet, Paris mükemmel bir fikirdi.
karar verir, koca bunun bir daha tekrarlanmayacağına söz Hemen o gün ayrılmayı canı çekmezse diye, hostese,
verir; kadın bir başka metresin yumuşacık bir notunu Brezilya'ya bir sonraki uçuşun saatini sordu.
tesadüfen okur, bir skandal daha patlatır ve ayrılma tehdidi Hostes biletini alıp baktı ve bu biletle böyle bir aktarma
savurur, ama bu kez erkek eskisi kadar kararlı davranmaz, yapamayacağını söyledi. Maria, bu kadar güzel bir kenti tek
karısına onu sevdiğini söylemekle yetinir. Kadın, üçüncü bir başına keşfetse bunalıma gireceğini düşünerek kendi kendini
metresin elinden çıkma şefkat dolu notu bulunca, susmayı, teselli etti. Soğukkanlılığını, iradesini koruyordu hâlâ, bir
bilmezden gelmeyi tercih eder, kocasının onu artık varlığın eksikliğini çekiyor diye bir çuval inciri berbat edecek
sevmediğini, isterse gidebileceğini söylemesinden değildi.
korkmaktadır çünkü. Uçaktan inip polis kontrolünden geçti. Valizleri doğrudan
Hayır, filmler bunları anlatmaz. Gerçek hayat başlamadan öbür uçağa nakledilecekti. Kapılar açıldı, yolcular onları
biter onlar. En iyisi düşünmemek. karşılamaya gelenleri kucaklayacaklardı şimdi; eşlerini,
Maria bir, iki, üç dergi okudu. Havaalanında, bekleme annelerini, çocuklarını. Maria, böyle taraklarda bezi yokmuş
salonunda geçen neredeyse sonsuz bir süreden sonra uçuş gibi görünmeye çalışsa da, bir taraftan tekrar yalnızlığına
anonsu yapıldı. Maria uçağa bindi. Kafasından gene o ünlü gidiyordu aklı. Ancak bu kez bir sırrı, bir hayali vardı; eskisi
sahne geçti: Tam kemerini bağlamışken omzunda bir el kadar sert değildi Maria, hayat daha kolay akacaktı artık.
hissedecek, dönecek ve onu karşısında, gülümserken bulacak.
Ve hiçbir şey olmadı.
232 233
"Paris hep burada olacak."
büyük bir hayat deneyimi uzanıyordu, ruhu ise alabildiğine
Bunu söyleyen bir turist rehberi değildi. Bir taksi şoförü
bağımsızdı. Ne var ki, kader hep onun yerine karar
de değildi. Onun sesini duyunca, Maria'nm bacakları titredi. verdiğinden, bir kez daha tehlikeyi göze alabileceğini dü-
"Paris hep burada mı olacak?" şündü.
"Çok sevdiğim bir filmde geçer bu cümle. Eyfel Ku- Sinema perdesinde 'son' yazdıktan sonra olup bitenleri
lesi'ni görmek ister misin?" düşünmekten vazgeçerek, Ralf'ı öptü. Ama, günün birinde
Evet, hem de nasıl. Ralf'm elinde bir demet gül vardı. birisi onun öyküsünü yazmayı aklına koyarsa, Maria bir peri
Gözleri ise ışık doluydu, Maria'nm daha ilk gün, içini titreten masalı gibi başlamasını isteyecekti ondan: Bir varmış bir
soğuk rüzgârda portresini yaparken, Ralf'ta gördüğü ışıktı bu. yokmuş...
"Benden önce nasıl geldin buraya?" diye sordu Maria
şaşkınlığını gizlemek için. Alacağı karşılığın en ufak bir . >\-
önemi yoktu, ama kendine gelmesi için biraz zaman
gerekiyordu.
"Seni dergi okurken gördüm. Hemen yanına gelebilirdim,
ama iflah olmaz bir romantiğim ben. Düşündüm ki, en iyisi
Paris'e giden ilk uçağa bineyim, havaalanında dolaşayım, üç
saat bekleyeyim, dakika başı uçak saatlerini kontrol edeyim,
sana çiçek alayım, Casablanca'da Ricky'nin sevgilisine
söylediği cümleyi telaffuz edeyim içimden, şaşkınlıktan
yüzünün ne hal alacağını hayal edeyim. Ve bir de, bunu senin
de istediğine, beni beklediğine bütün kalbimle inanayım,
dünya yüzündeki bütün kararlılığın ve iradenin, aşkın bir anda
oyunun kurallarını değiştirmesine engel olamayacağından da
kuşku duymayayım. Filmlerdeki gibi romantik olmak hiç de
zor değil, sen ne dersin?"
Zor olup olmadığını bilemiyordu Maria, ama o an
ödeyeceği bedel, umurunda bile değildi. Bütün bildiği, şu
adamla yollarının kesiştiği, birkaç saat önce seviştikleri, bir
önceki gün onun arkadaşlarına takdim edildiği, ama bunun
yanında, bir zamanlar, çalıştığı gece kulübüne de gelip gittiği
ve başından iki evlilik geçtiğiydi. Sicili lekesiz sayılmazdı
yani. Öte yandan, Maria'nm cebinde bir çiftlik satın alacak
kadar para vardı, önünde gençliği,
234
235
1997'de, italya'da, Mantua'da bir konferanstan çıktıktan az
sonra, kaldığım otelin resepsiyonunda, adıma bırakılmış bir
dosya buldum. Aslında dosya okumam, ama onu okuyacağım
tuttu, Brezilyalı bir fahişenin gerçek hayat hikayesiydi bu;
evlilikleri, yaşadığı yasal zorluklar, başından geçen
beklenmedik olaylar. 2000 yılında, Zürih'ten geçerken
telefonla buldum bu fahişeyi, takma adı Sonia'ydı.
Yazdıklarını beğendiğimi söyledim, kitabını Brezilya'daki
Yazarın Notu yayıncıma göndermesini tavsiye ettim; o da sonradan
basmamaya karar verdi. Sonia trene binip Zürih'e geldi ve bizi
-bir dostum, Blick gazetesinden benimle röportaj yapmaya
Herkes gibi -konu bu olunca, genel konuşmakta hiç gelmiş bir gazeteci, bir de ben-Langstrasse'ye, yani kentin
tereddüt etmiyorum-, cinselliğin kutsal anlamını keşfetmem fuhuş merkezine davet etti. Sonia'nm iş arkadaşlarına
zaman aldı. Gençliğim, keşiflerle ve aşırılıklarla dolu, geleceğimi söylediğini bilmiyordum. Birden şaşkınlık içinde,
alabildiğine özgürlükçü bir döneme denk geldi; bunu tutucu ve kendimi kitaplarımın çeşitli dillerdeki baskılarını imzalarken
baskıcı bir evre izledi; boşa gitmeyen taşkınlıkların bedeliydi buluverdim.
bu. Bu aşamada, seks hakkında yazmaya karar vermiştim,
Kuralsızlıkların hoş görüldüğü bu on yıllık zaman di- ama henüz ne senaryo şekillenmişti kafamda, ne de baş
liminin bir noktasında (yetmişli yıllar), Amerika'da, yazar kahraman. Kutsallık arayışıyla ilgili bir öykü düşünüyordum,
Irving Wallace'm, sansür hakkında bir kitabı yayınlandı. ama Langstrasse'ye gitmek kafamı aydınlattı: Cinselliğin
İçinde, seks üzerine yazılmış, Yedi Dakika adlı bir metnin kutsal boyutu üzerine yazmak için, seksin neden bu kadar
yasaklanması için yapılan yasal manevralar anlatılıyordu. kirletildiğini anlamak gerekiyordu.
Wallace'm romanında, sansüre konu olan kitap sadece bir isviçre'de yayınlanan Illustree adlı dergiye röportaj
bahaneydi, dolayısıyla cinsellik temasına pek değinilmiyordu. verirken, Langstrasse'deki beklenmedik imza gününü
Bu kitapta ne anlatıldığını sık sık merak ederdim. Peki Yedi anlatınca, bu konuda büyük bir söyleşi doğdu. Sonuç,
Dakika'yı yazmaya girişsem ne olurdu? Cenevre'deki bir imza gününe, pek çok fahişe ellerinde
Wallace, romanın içinde bu uydurma kitaba sık sık kitaplarıyla geldiler. İçlerinden biri özellikle dikkatimi çekti.
gönderme yapıyor, dolayısıyla en sonunda, hayalimdeki işten Temsilcim ve dostum Monica Antunes'le birlikte, onu da alıp
vazgeçmek zorunda kaldım. Elimde sadece adının anısı kahve içmeye gittik. Kahve faslı akşam yemeğine dönüştü,
kalmıştı (bence Wallace süre konusunda fazla tutumlu ardından günlere yayılan buluşmalara. On Bir Dakika'nm ana
davranmış, dolayısıyla biraz uzatmaya karar verdim), bir de ekseni böyle çizildi.
cinselliği ciddiyetle ele almanın önemli olduğu düşüncesi; Ülkesinde fahişelerin yasal durumuyla ilgili belli başlı
bunu da zaten pek çok yazar yapmıştı daha önce. verileri bana sağlayan İsviçreli yayıncım Anna von Planta'ya,
ayrıca Zürih'te yaşayan kadınlara (takma adlarını veriyorum)
teşekkürü bir borç bilirim: Öncelikle Mantua'da karşılaştığım
Sonia'ya (belki bir gün kitabıyla
236 237
ilgilenen çıkar!), Martha ya, Antenora ya, Isabella ya. Ve Cenevre'dekilere (gene takma adlarıyla): Amy, Lucia, Andrei,
Vanessa, Patrick, Therese, Anna Christina.
Maria'nm günlüğünün bazı bölümlerini renklendirmek için La Science de la passion adlı kitabından pasajlar almama
izin veren Antonella Zara'ya da teşekkür ederim.
Son olarak, bu kitabın temelini oluşturan öyküsünü benimle ve Mönica'yla paylaştığı için Maria'ya (bu onun takma
adı) teşekkür ederim. Bugün Lausanne'da yaşayan Maria, evli ve iki kız annesi.
Paulo Coelho