You are on page 1of 306

ğerçege

| •• ••
donuş
M
Başarılı doktor Connor Daniels İçin oğulları ve kariyeri hayatının
merkezidir. Eski eşiyle sürekli kavga ettikleri ve birbirlerini
yıprattıkları boşanma sürecinin ardından hayatına devam eden
Connor, kendini flört etmeyi yeniden öğrenirken bulur. Hem işi
hem de bekâr bir baba olarak sorumlulukları, hareketli bir aşk
hayatına pek vakit bırakmaz.

Ancak aşk, yanı başında bekliyordur.


Acil servis hemşiresi Violet Robinson, Connor için hissettiği aşkı
saklam akta ustalaşm ıştır. Ona ne kadar âşık olduğunu ya da o
yanındayken kalbinin ne kadar hızlandığını Connor hiçbir zaman
öğrenm eyecektir. Genç kadın, arkadaşının bekârlığa veda
partisinde bu sırrı ağzından kaçırdığında kader ağlarını örmeye
başlar. Violet'ın neşesini, gülümsemesini ve hayata olan
tutkusunu gören Connor, ondan hoşlandığını fark eder.
Gerçek aşkının sonunda karşısına çıktığını düşünür.

Hayat güzel, çılgın ve öngörülmez olabilir.


Ancak sizi her şeye rağmen sevmesini
istediğiniz o kişiyi bulduğunuzda... Bazen
kadere bile meydan okumak gerekir.

9786256755253
U _ II
ğerçege
■ •• ••
donuş
Başarılı doktor Connor Daniels İçin oğulları v
merkezidir. Eski eşiyle sürekli kavga ettlkl
yıprattıkları boşanma sürecinin ardından ha}
Connor, kendini flört etmeyi yeniden öğrenl
hem de bekâr bir baba olarak sorumluluklaı
hayatına pek vakit bırakma

Ancak aşk, yanı başında be


Acil servis hemşiresi Violet Robinson, Conno
saklam akta ustalaşm ıştır. Ona ne kadar âşık
yanındayken kalbinin ne kadar hızlandığını C
öğrenmeyecektir. Genç kadın, arkadaşınır
partisinde bu sırrı ağzından kaçırdığında kac
başlar. Violet'ın neşesini, gülümsemesini
tutkusunu gören Connor, ondan hoşlanc
2020 yılında zor zamanlar geçirenlere ve
bugün hâlâ zorlananlara. Bu hikâye bana mutluluk verdi.
Sıcak bir kucaklama, tatlı ve coşkulu bir kaçış gibiydi.
Umarım sizin için de öyle olur.
1

(M'uur

o••
yle bir adam olacağımı hiç düşünm em iştim .
Hani yetişkinliğin ilk denem e yanılma, bozm a onarm a yıl­
larını atlatıp nihayet hayatı çözen ve her şeye en baştan başlaya-
bilen şu kişilerden.
Şimdiye çoktan, yaz aylarında güneşin altm da parlayan gölün
suları gibi durgun, sakin bir yaşama yelken açmış olacağımı d ü ­
şünm üştüm .
Şu anda, kırklı yaşlarım ın başındayken yirmili yaşlarda ol­
duğum dan daha iyi bir görünüm e sahiptim aslında. Zam anın
güzelleştirdiği yüz hatlarıyla doğm a şansına erişmiştim. Harika
bir kariyerim, banka hesabım da param , üç tane m ükem m el ço­
cuğum, süper bir köpeğim vardı. Dünya bana güzeldi. Ta ki...
evliliğimin yere çakılıp alevlere gark olduğu güne ve bunu takip
eden olaylı boşanm am a dek.
Bazı erkekler her şeye en baştan başlamayı sorun etmezlerdi.
Gider bir dövm e yaptırır, bir m otosiklet satın alır, ilk eşlerinin

7
yerine Candy adında, dolgun vücutlu, sarışın bir kız arkadaş b u ­
lurlardı.
Fakat ben evliliği seviyordum. Bir eşim olması, onunla bir ta ­
kım oluşturmak hoşuma gidiyordu.
Bu konuda iyiydim.
Ve yeminimdeki “ölüm bizi ayırana dek” kısm ında çok cid­
diydim. Gerçi herkes yemin ederken bir bakım a ciddi olurdu.
Kimse partneriyle mihrapta dikilirken, “Bir gün senden çok fena
boşanacağım” diye düşünmezdi herhalde.
Yine de bazen... böyle olaylarla karşı karşıya kalırdınız.
“Beni Nordstrom a götürdü.”
En küçük oğlum Spencer, M inecraft yeşili büzm e çantasını
masaya fırlatıp mutfağın ortasında durdu. Omuzları, on yaşın­
daki bir çocuğa göre fazla kamburdu.
“Miami seyahati için mayo alacakmış,” diye devam etti.
Annesiyle cumartesi alışverişine çıkmıştı ama hiç eğlenm ediği
belliydi. “Saatlerce mağazada kaldık.”
Boşanma davamız sonuçlandıktan sonra Stacey ev h an ım ­
lığından istifa edip M anhattan’da bir iş bulm uş ve H obokenda
daire tutmuştu. Bense eski evimize arabayla beş dakikalık m esa­
fede, yaşanabilir bir bodrum katı, bir havuzu ve çitlerle çevrili bir
bahçesi olan dört yatak odalı bir ev satın alm ıştım ve artık sekiz
yaşındaki yaramaz Alman kurdum uz Rosie’yle oğlanlar benim le
yaşıyordu.
Çünkü çocuklarımı her zaman, kendi büyüdüğüm Jersey ka­
sabası Lakeside’d a büyütm ek istemiştim. Çünkü burada m utluy­
dular; okulları, arkadaşları, spor takım ları ve ailemiz buradaydı.
Çünkü hayatlarında zaten çok fazla şey değişmişti, bunun da de­
ğişmesini istememiştim.
Bu yüzden artık yeni bir sıfatım vardı: Bekâr baba.

8
Stacey ise... Eh, o bambaşka bir meseleydi.
“Sonra tırnaklarını yaptırmaya gittik. Benim de yanında
oturm am ı istedi,” dedi Spencer. “Tam üç kez solunum aletimi
kullanmam gerekti.”
Eski karım dan nefret etmiyordum. Gerçekten. Çoğu zaman
onunla ilgili hiçbir şey hissetmiyordum hatta. Sadece, evlendi­
ğimiz zamanki kadınla şimdi dönüştüğü kadın arasında nasıl
böyle büyük bir fark olabileceğini düşünm eden edemiyordum.
Fakat bu gibi zamanlarda, yumuşak kalpli, tatlı oğlum bana
yavru köpek gözleriyle böyle baktığında nefret hissine kapılma­
mak için kendim i zor tutuyordum .
Stacey’nin, Christian Louboutin ayakkabıları, aptal Birkin
çantası ve çirkinlik abidesi Chanel elbisesi gibi kıymetli eşyala­
rını arka bahçede yakıp kül etm em ek için de tabii. Ah, onları ya­
narken seyredip alevlerinde marşmelov kızartm ak ve tıpkı üni­
versite günlerindeki gibi birkaç bira devirmek ne güzel olurdu.
Ama... çocuklara yardım ı dokunmazdı. Ters bile tepebilirdi.
Ben bir doktordum . Lakeside Memorial Hastanesi acil servi­
sinde çalışıyordum. Bilime, tıbba inanıyor, zihinsel ve duygusal
sağlığın en az fiziksel sağlık kadar önemli olduğunu biliyordum.
İyileşme şansı olmayan pek çok hasta çocukla karşılaşmıştım
ve şu dünyada benim için oğullarım ın sağlığından daha önemli
hiçbir şey yoktu.
Yani yangın çıkarm a hayallerimi sadece kendi zihnim de ya­
şamalıydım.
D aha sonra eski karım ı arayıp zaten çok iyi biliyor olması
gerekeni -S pencer’ı, astım ını tetikleyecek yerlere götürm em esi­
n i- hatırlatacaktım ama şu anda oğlumla göz hizasma gelmeli
ve boşanm ış olsa da iyi ebeveynlik yapan kişilerin yapacağı şeyi
yapmalıydım.

9
Bu da öfkeme hâkim olup Spencer’ı yatıştırmak ve olabildi­
ğince nazik bir şekilde durum u ona açıklamak dem ek oluyordu.
Ancak en büyük oğlumun başka fikirleri vardı.
“Hâlâ niye hafta sonları onunla görüşüyorsun anlam ıyorum .
Brayden ve ben artık neredeyse hiç gitmiyoruz. A nnem tam bir
sürtük, Spencer.”
“Aaron,” dedim net, katı ve onaylamaz bir sesle.
O n yedi yaşındaki bir çocuğun beyni bir köpeğinkinden çok
da farklı sayılmazdı; önemli olan kelimeler değil, kullandığınız
ses tonuydu.
“Haklısın, biraz ağır oldu,” diye kabullendi. Sonra elini k ard e­
şinin omzuna koydu. “Annem tam bir pislik, Spence.”
Ona sinirli bir bakış atıp bu m uhabbetten ayrılm asını garanti
edecek sihirli sözcükleri söyledim: “Bir yerlerde sana seslenen
elektronik bir aygıt falan yok m u?”
Süt bardağım bana doğru kaldırdı. “Mesaj alındı.”
Aaron m utfaktan çılanca Spencer a döndüm .
“Annen seni seviyor, dostum.”
“O zaman niye böyle davranıyor?” diye sordu, sızlanm ayla
alakası olmayan acı dolu bir fısıltıyla.
“Çünkü şu anda bir dönem den geçiyor.”
Küçük kaşları çatıldı.
“Braydenın sürekli banyoya girip bütün tuvalet kâğıtlarını b i­
tirmesi gibi bir dönem mi?”
Brayden on üç yaş denen tuhaf dönem den geçiyordu.
“Evet, bir bakıma öyle. Biraz benzetilebilir.”
“Ama Brayden bir çocuk, baba. Yetişkinlerin böyle d ö n em ler­
den geçmemesi gerekir.”
İnsan sadece çocukken ebeveynlerinin kusursuz olduğunu
düşünürdü. Anne babanızın her şeyi kontrol altında tutacağın­

10
dan, sizi her türlü kötülükten koruyacağından emin olmanın
verdiği bir güvenlik hissi ve masumiyetle yaşardınız. Spencer’ın
bunu tadam am ası berbattı.
Siyah saçlı kafasının yanını kavrayıp sarılmak için onu ken­
dime çektim.
“Biliyorum. Ama bazen geçiyorlar işte.”

Biz küçükken babam hiç kapı tıklatan türden bir ebeveyn olm a­
mıştı. Evin masraflarını kendi karşıladığı için m ahremiyet gibi
küçük şeylere önem vermez, bunların kendi inisiyatifinde oldu­
ğuna inanırdı.
O ğullarından biri kapalı kapıların ardında bir şey yapmak
istiyorsa bunun m uhakkak alkol ya da “tüttürm ekle” alakalı bir
şey olduğunu ya da onu erken yaşta dede yapacağımızı falan zan­
nederdi.
Tamam, bu konuda yerden göğe kadar haklıydı.
Ama insanın kendi çocuğunun olmasının en güzel yanların­
dan biri, ebeveynlerinden gördüğü saçma sapan şeyleri onlar
üzerinde uygulam ak zorunda olmamaktı ve bu bir nevi intikam
aldığınızı hissettiriyordu.
A aron ın odasının önünde durup kapalı kapısını tıklattım.
“Gel,” dedi hem en.
Yatağında uzanmış, kesime ihtiyaç duyan açık kahverengi
saçlarının üstüne neon kırmızı kulaklığını geçirmişti. Odası terli
çorap kokuyordu ve sürekli kapalı duran karartm a perdeler saye­
sinde m ezar karanlığındaydı.
“Biraz konuşabilir miyiz?”

11
Hayır deme şansım var m ı?” diye sordu, hem zeki hem ukala
olduğu için beni her zaman eğlendiren oğlum.
Kafamı iki yana salladım. “Maalesef yok.”
"Ben de öyle düşünmüştüm.”
Yatağının ucuna oturup dirseklerimi dizlerime dayadığım da
o da kulaklığını boynuna indirdi.
"Spencer’m önünde annen hakkında ileri geri konuşm anı is­
temiyorum.”
Bunu sindirmesi ve isterse karşı gelmesi için ona zam an ver­
dim. Bir şey demediğinde de devam ettim.
“Annene kızgın olduğunu biliyorum. Sana kızm a da diye­
mem ama...”
“Ona kızgın değilim.”
Aaronın yüzü nötr, çenesi ve dudakları gevşekti. Bana bakan
koyu renkli gözlerinde soğukkanlı bir denge görüyordum .
Bu, yalan söyleme ifadesiydi.
Her çocuğun bir yalan söyleme ifadesi olurdu ve en büyük
oğlum ukalalıkta altın madalyayı hak etse de yalan konusunda
hep sınıfta kalırdı.
“Bana öyleymişsin gibi geliyor, Aaron. Bir süredir kızgınsın.”
“Yooo,” dedi inatla. “O, anne olmayı bırakm aya karar verdi,
ben de onun oğlu olmayı bırakm aya karar verdim . İki ta ra f da
kazandı.”
“Haklısın,” dedim fazla üstüne gitm em ek için. “A m a Spencer
daha çok küçük ve bir yandan seni örnek alırken bir yandan da
hâlâ anneni çok seviyor. O nun önünde öyle konuştuğunda da
annenizi mi savunsun yoksa sana mı destek olsun bilemiyor. Bu
onun için hiç iyi değil. Anlatabiliyor m uyum ?”

12
Aaron derin bir nefes aldı. “Evet, anlıyorum. Küfürleri ve
kötü sözleri bir daha kullanmayacağım. Ama... o bizi resmen
terk etti, baba. Bizi senin başına atıp arkasına bile bakm adan git­
ti. Spencer’ın bunun gerçek sebebini, sorunun kendisinde değil
de onda olduğunu bilmesi daha iyi olmaz mı sence de?”
Gençler, yetişkinlere çok fazla karşı çıkar ve nadiren haklı
olurlardı. Bu yüzden de mantıklı konuştukları zamanlarda ebe­
veyn olarak göğsünüz gurur ve rahatsızlık karışımı bir duyguyla
doluyordu. Yavru kuşun yuvadan uçmaya, çırağın usta olmaya
hazır olduğunu görm ek gibi bir şeydi bu. ö te yandan da huzure­
vine bir adım daha yaklaştığınızı hissediyordunuz.
Yine de çocuğuma hakkı olan övgüyü vermeden geçemezdim.
“Beni tuş ettin.”

Annem, ben de dahil dört oğlunu birer centilm en olarak yetiş­


tirm ek için elinden geleni yapmıştı. Daniels oğlanlarının kibar,
terbiyeli ve saygılı bireyler olması onun için çok önemliydi.
Farklılıklarımızı çözmek için her defasm da yum ruklarım ız­
la tekmelerimizi konuşturm ayı, itişip kakışmayı ve birbirimizin
suratına osurm ayı seçtiğimizden dolayı bu onun için hiç kolay
olmamıştı am a kadıncağız yine de denemişti.
Tam da bu yüzden, eski kayınvalidem geçen haftaki sel yü­
zünden m ahvolan mobilyalarını kaldırım a çıkarmak için ona
uğrayıp uğrayamayacağımı sorduğunda evet demekte tereddüt
etm edim . Yarım saatlik yolu tepip Ham m itsburg’e gittim ve kam ­
yonetim i Stacey’nin annesinin, kızları on yaşındayken dünyadan
göçüp giden eşinin sigorta parasıyla yeniden dekore ettiği bej
rengi, iki katlı çiftlik evinin önüne çektim.

13
Yalnız değildim. Kardeşlerim Ryan, Garrett ve Tim m y de yar­
dım a gelmişlerdi. Tek sebebi gençlik günlerim izde kıçlarını k u r­
tarm alarına sık sık yardım etmiş olmam değildi; aynı zam anda
birbirim ize çok yakındık. D ördüm üz de birbirimizi severdik.
Yani çoğu zaman.
“Çocuklar, selaaaamm!”
Staceynin annesi Joyce Skillman, sundurm ada durm uş bize
el sallıyordu. Üzerinde yüksel belli, siyah, kadife şort ve yüzde
elli göğüs dekolteli, şortuyla takım bir tişört vardı.
Joyce ele avuca sığmaz bir kadındı. Ne kendi annem e ne de
tanıdığım diğer annelere benzerdi. Her zaman farklı olm uştu.
Genç kalmayı isteyen biriydi; altm ışında bile sarışınlığından ve
yaşam enerjisinden bir şey kaybetmemişti. Yoga, tem iz yemekler,
hava nemlendiriciler, botoks, m em e im plantları ve şuraya buraya
birkaç dolgu vazgeçilmeziydi.
Çocuklarım bile, onun isteği üzerine anneannelerine adıyla
seslenirlerdi.
“M artini hazırladım!” Diğer elinde tuttuğu yarı dolu m artini
kadehini salladı. M artinileri de çok sever ve bu tutkusunu pay­
laşmaktan asla çekinmezdi.
Aaron on bir yaşmdayken ona bile içirmek istemişti.
“Selam, Joyce,” dedim, kardeşlerimle verandaya ulaştığımızda.
Kadın parm ak uçlarında yükselip vücudunu benim kine iyice
bastırarak bana sarıldı.
“Connor, görüşmeyeli ne çok oldu, değil m i?”
O kadar da çok olmamıştı. İki ay kadar önce, çocukların hâlâ
anneleriyle vakit geçirdiği zamanlarda, hafta sonu onları almaya
gittiğimde Joyce’u, Staceynin evinde görmüştüm.
“Çok iyi görünüyorsun.” Pazımı sıkıp elini tişörtüm ün üze­
rinden göğsümde dolaştırdı.

14
Sonra aşağı... karın kaslarıma doğru kaydırdı.
"Egzersiz mi yapıyorsun yoksa?”
Kafamın içinde robotik bir ses yankılandı.
Tehlike, Will Robinson! Tehlike!
Eski kayınvalidem her zaman sevgisini gösteren tipte biri ol­
muştu ama kimseyi ellediğini görmemiştim. En azından bana
böyle bir şey yapmamıştı.
"Şey... teşekkürler.” Geriye doğru bir adım atarak kendimi
kurtardım . “Her zam ankinden farklı bir egzersiz yapmıyorum.”
Tepkilerini ölçmek için kardeşlerime baktım; acaba ben mi
fazla büyütüyorum diye m erak ediyordum.
Timmy, sapık bir geri zekâlı gibi sırıtıyordu. Eğer “burada ne
sikim dönüyor” diye bir yüz ifadesi olsaydı Garrett’m suratında-
kinin bu olduğu söylenebilirdi. Ryan ise... kom şunun garaj yo­
lundaki 1967 Cam aro’ya bakm akla meşguldü ve muhtem elen
bizi duym uyordu bile.
“Eh, bekârlık sana yaramış,” dedi Joyce, m asadan berrak sı­
vıyla dolu bir kadeh alıp sinsi bir gülümsemeyle bana uzatarak.
“M artini ister m isin?”
“Yok, istemem. Teşekkürler.”
Bedava içkiyi asla geri çevirmeyen Timmy hem en elini uzattı.
“Ben isterim.”
Joyce kıkırdayıp içkiyi tek dikişte bitirdi, sonra gözlerini bana
çevirip kadehin içindeki kürdanlı zeytini yavaşça dudaklarına
doğru götürdü.
Sanki Alacakaranlık Kuşağı’ndaydım. İşlevsiz aile temalı
Alacakaranlık Kuşağı.
“Mobilyaları taşımaya başlasak iyi olacak.” Başparmağımla
arkamı gösterdim. “Aaron, Brayden ile Spencer’ın başında d u r­

15
mayı kabul etti ama Bray son zamanlarda onu çok zorluyor. Bu
yüzden onları uzun süre yalnız bırakmak istemiyorum.”
Daha önce pek çok kez birlikte olamayacağım kadınların flört
girişimiyle karşı karşıya kalmıştım. Hastalar, hastane yöneticile­
rinin karıları... Böyle şeyler olurdu. Ben de bir kadını nasıl na­
zikçe geri çevireceğimi biliyor ve çocuklarımın bahsinin geçm e­
sinin, Joyce’u tehlikeli bölgeden kaçıracağını um uyordum .
Fakat kadm yemi yutmadı.
Bunun yerine bana gözlerini kırpıştırdı ve, “Ne şanslı kadı­
nım ama,” dedi. “Güçlü kuvvetli dört erkek benim için buraya
kadar geldi.”

Sonraki saati iki antika kanepeyi, kırm ızı m inderli şezlong tipi
koltuğu, yemek masasmı ve bir düzine katlanır sandalyeyi b o d ­
rum basamaklarından çıkarıp kaldırım a bırakm akla geçirdik.
Eski tarz mobilyalar, m asif ahşaptan yapıldıkları için acayip
ağırdı ve merdivenin darlığı da ilerlemeyi zorlaştırıyor, sinirleri
zorluyordu.
Gerçi Ryan ve benim için b u bir problem değildi.
“O tarafta iyi m isin?” diye sordum , m asanın diğer ucundan.
“İyiyim.”
Ryan benden sadece iki yaş küçük olduğundan, koruyup kol­
lamam gereken bir kardeşten çok suç ortağım gibiydi. Gerçekçi
ve net biriydi, kolay kolay öfkelenmezdi.
“Tanrım, Timmy! Bugün için planlarım ın arasında parm ak ­
larım ın ezilmesi yoktu. Saçma saçma hareket etm eyi kesip biraz
sağa dönsen mi acaba?”

16
Garrett, benden dört yaş küçük olduğu için onu kardeşim
gibi görebiliyordum. Çabuk kavrayan, akıllı, ilgili bir adam dı ve
insanları okum akta iyiydi.
“Ama saçmalamak benim işim. Bunu size öğretmek de öyle."
Son olarak da Timmy geliyordu.
Kendisi, ebeveynlerimizin kız çocuk için son deneme yanıl-
masıydı ve küçüklüğüm üzden beri ona karşı ekstra korumacı
hissediyordum. Üç ağabeyin gölgesinde yetişmek kolay olmasa
gerekti. Ayrıca, G arrett’la aralarında yedi yaş vardı ve çocuk gö­
züyle bu bayağı büyük bir farktı.
Bir keresinde, G arrett on beş yaşındayken anne babamız
akşam yemeğine çıkmış, Ryan’la ben de bir yere gitmiştik.
G arrett’ın evde kalıp tüm gece Tim my ye bakması gerekiyordu.
Am a o zamanki kız arkadaşı, şim diki karısı Callie film izlemek
için bize gelmişti ve sonrasında Garrett onu yürüyerek evine bı­
rakm ak istemiş, Tim m yye de kapıyı kilitleyip o dönene dek evde
beklemesini tembihlemişti.
Fakat Timmy, sekiz yaşındaki sinir bozucu küçük kardeş ola­
rak, bu yaptığmı anne babam ıza anlatmakla tehdit etmiş, kaçı­
rılırsa G arrett’m başının büyük belaya gireceğini söyleyerek sız-
lanmıştı.
Garrett, eğer kaçırılırsa onu bulduğum uzda çok fena patakla­
yacağını söylemişti, Tim m y de ona iki eliyle hareket çekip kapıyı
suratına çarpmıştı.
Hayatlarının geri kalanındaki ilişkilerinin temelini işte bu
olay oluşturuyordu.
“Bazen cidden tam bir pislik oluyorsun,” diye hırladı Garrett.
Tim m y cevap yetiştirmeden durm adı. "Beni bu yüzden sevi­
yorsun, dostum.”

17
Son mobilya da sokağa çıkarıldıktan sonra Joycc o tu rm a o d a ­
sında hepimize birer bardak limonlu, soğuk su doldurdu.
“Siz çocuklar martini istemediğiniz için ben de altern atif bir
içecek düşündüm .”
Suyumdan bir yudum alırken bakışlarının boğazım da o ld u ­
ğunu hissedebiliyordum. Tişörtüm ün eteğiyle alnım daki teri sil­
diğimdeyse bu bakışlar iyice yoğunlaştı. H epim iz çok terlem iş-
tik. Joyce hariç.
Termostata gidip nefes vererek, “Ayy, ne aptalım! Soğuğa çe­
vireceğime sıcağa çevirmişim,” dedi.
Ardından kardeşlerimin arasından geçip tam dibim de du rd u
ve daha da yakınlaşmak için eğildi.
“Yardımın için teşekkür ederim , Connor. Sen olm asan ne ya­
pardım bilemiyorum.”
Geri çekildim. “Hiç sorun değil.”
Joyce bir süre bana bakıp dolgun altdudağm ı yaladı.
“Bence şu aklimdakileri söyleyeyim, içim den atayım gitsin.”
“Belki de atmamaksın,” diye denedim .
“Stacey elindeki güzellikleri değerlendirm eyi hiç bilmiyor.
Böyle iyi bir adamı elinde tutm ayı beceremedi.” Sesini alçaltıp
tahrik edici bir ton kattı. “A m a ben bikyorum . Ne zam an ister­
sen bana uğrayabilirsin, C onnor. Ciddiyim. M uhabbet için olur...
Seni ne kadar beğendiğimi gösterm em için olur...” Göz kırptı.
“Bir düşün derim.”
Vay carıma.
Boşandıktan sonra birkaç kadm la çıkmış, seks yapm ıştım .
Çoğu iyi deneyimlerdi; iki üç kez tekrar ettiğim bile olm uştu.
Fakat Joyce ile Stacey her zam an rekabetçi, çarpık bir an-
ne-kız ilişkisine sahip olsalar da eski karım , bu kadının öz kızıydı.

18
Ben de bunca yılın ardından onun oğlu sayılmaz mıydım?
Tek diyebildiğim, "Tabii. Hoşça kal, Joyce,” oldu.
Sonra anahtarım ı aldım ve kardeşlerimle birlikte kamyoneti-
me yollandım.

Kardeşlerim de ben de başarılı kariyerlere sahip yetişkin adam ­


lardık. Timmy, yanan binalara giren bir itfaiyeciydi. Garrett,
genç zihinleri yetiştiren bir öğretm en ve futbol antrenörüydü.
Ryan koca bir polisti.
Fakat hepimiz bir aradayken seks konusu açılınca nasıl olu­
yorsa on iki yaşında birer ergene dönüşüyorduk.
Arka koltuktaki Timmy kıkırdadı. “Bu. Cidden. Müthişti!”
“Bu konuda konuşmak istemiyorum.” Kafamı iki yana salladım.
“Kanka, kayınvaliden sikini çok fena istiyor. Hem kadın ba­
yağı ateşli.”
"Eski kayınvalidem,” diye düzelttim çatlayan sesimle. Kendimi
kirlenmiş hissediyordum.
“Olsun. Ben derim ki bu fırsata derhal atla,” diye tavsiye verdi
Timmy. “Yaşlı kadınlarla seks süper oluyor. Joyce’la seksi düşü­
nem iyorum bile.” İnleyip yum ruğunu ısırdı. “Kadının sevişme
sanatında usta olduğundan yüzde yüz eminim.”
Ryanın, “Time katılıyorum,” demesi cidden çok yardımcı
oldu. “İkiniz de yetişkinsiniz ve Joyce gerçekten güzel kadın.”
“Bir dakika.” G örünüşe bakılırsa sapkınlıktan uzak olan tek
kardeşim Garrett, Ryana gözlerini dikti. “Sen Angela’nm anne­
siyle yatar miydin?”
Ryan, karısı Angela’yla on altı yaşındayken tanışmıştı. Yani
annesi artık onun da annesiydi.

19
Bu da muhabbeti tam am en farklı seviyedeki bir sapkınlığa
ulaştırdı.
“Angela’nm annesi Joyce gibi değil,” dedi Ryan. “O daha çok...
İtalyan spagetti sosu kavanozlarının üzerindeki ninelere benziyor.”
Garrett kaşlarını kaldırdı. “Joyce gibi olsaydı yatar m iydin?”
Ryan biraz düşündü.
Sonra omuzlarını silkti.
“Muhtemelen.”
Timmy katıla katıla gülmeye başladı.
Garrett ise hom urdandı. "Dostum, sapkın bir pisliksin sen.”
Timmy, Garrett’a döndü. “Yani sen Bayan C arp en ter’ı yata...”
“Sus! Sakın söyleyeyim deme!” diye kükredi G arrett.
Küçük kardeşimiz ona, yetmiş yaşında hâlâ deli gibi sigara
içen, enerjisini korumayı bilen ve eskiden hippi olan kayınvali­
desini yatağa atıp atmayacağmı sorm ak üzereydi.
“Bu görüntüyü zihnim de istemiyorum.”
G arrett gözlerini sıkıca yum up inledi.
“Lanet olsun, çoktan zihnimde.”
“Bak.” Ryan ilk konuya geri döndü. “Bence yap gitsin.
Stacey’ye bir şey borçlu değilsin. O gemi çoktan kalktı ki doğru
düzgün bir gemi bile değildi. Titarıik'lt yarışırdı.”
Tim, olgunlaşmamış bir köpek gibi dilini oynattı.
“O zaman herkesin kafasındaki soruyu da cevaplayabilirsin
hem. Hangisi yatakta daha iyi? A nne mi kız mı? Tavuk m u yum ur­
tadan çıkar, yum urta m ı tavuktan sorusuyla eşdeğer bir şey bu.”
“Of, siktirin gidin!” diye patladım sonunda. “Ç ocuklarım ın
anneannesini becermeyeceğim! Bu konuyu şu anda, burada nok­
talıyoruz çünkü aşırı tu h a f’
Konuşmayı kestiler.

20
Sadece üç dakikalığına.
Çünkü bu olay aramızda bir efsaneye dönüşecekti ve kardeş­
lerim, beni rahatsız ettiğini bildikleri için her Şükran G ününde,
doğum günü partisinde ve Paskalyada gündeme getireceklerdi.
Aileler böyle günler için vardı.
Siteden ayrılırken Timmy “S tac/s Mom Has Got It Going
On”*adlı şarkıyı söylemeye başladı.
G arrett ile Ryan’ın, şarkının sözlerini bilmemesini um m am
boşunaydı çünkü kısa süre içinde onlar da kardeşimize katıldı ve
yol boyunca bana serenat yaptılar.
Ben de yol boyunca, tek çocuk olmanın ne harika olacağını
düşündüm durdum .

* (lng.) S ta c /n in annesi çok çekici, (ç.n.)

21
2__

o-fU U -r

B enim eve dönm eden önce ShopRitea uğradık. G arrett’m, bir


yaşındaki kızı Charlotte için bebek bezi alması gerekiyordu.
Üç yaşındaki oğlu Will, geçen ay beze elveda demişti.
Lakeside gibi küçük bir yer için ShopRite otoparkı bir nevi ka­
saba m eydanı sayılırdı ve illa ki tanıdığınız biriyle karşılaşırdınız.
Dört kardeş, m arkete girm ek üzereydik ki Miçhelle M cCarthyyi,
koruyucu annelik yaptığı David Burkele birlikte kapılardan çı­
karken gördük. Önlerinde, alışveriş torbalarıyla dolu bir market
arabası vardı.
Bayan McCarthy, Lakeside Lisesinin müdiresiydi. Ben ora­
da okurken de m üdireydi, m uhtem elen torunlarım liseye geç­
tiğinde de görevinin başında olacaktı. Engelli motosikletiyle
koridorlarda dolaşıp öğretm enlere korna çalar, pantolonlarının
beli düşen öğrencilere lanet kemerlerini evde unutm am aları için
bağırıp çağırırdı artık.

23
"Merhaba Bayan McCarthy, selam David,” diye selam verdi
Garrett. Burke, onun eski öğrencilerindendi. “Rutgers’d a dersler
nasıl gidiyor bakalım?”
“İyi gidiyor.” Genç adam kafasını sallayınca küllü sarı saçları
alnına düştü.
"Hâlâ İngilizce bölümünde misin?”
aAynen.
a »

“Eğitim derslerine de katılıyor,” diye ekledi Bayan M cC arthy


kibirli bir tavırla. "Formasyon alacak.”
“Beni buna Bayan M cCarthy zorluyor,” dedi David, pes etm iş
gibi bir sesle. Bunun, kaybetmeyi kabullendiği bir tartışm a oldu­
ğu belliydi. “Ben yazar olmak istiyorum.”
Kadının cevabı gecikmedi. “İngilizce bölüm ünde okuyorsun.
Bu bölümden mezun olanlar ne olur biliyor m usun? İngilizce öğ­
retmeni. İstersen yaz tatillerinde bir sonraki popüler A m erikan
romanını yazabilirsin. Hem ıslahevi geçmişin sayesinde belli bir
karizman olacak ve çocuklar seni çok sevecek.”
David, Bayan McCarthy3yle yaşamaya başlamadan önce kasa­
banın çocuk parkım yaktığı için bir süreliğine ıslahevinde kalmıştı.
Garrett kıkırdadı. “Eh, B planın olması her zam an m antıklı­
dır. Bana baksana, profesyonel ligde ilerleyeceğim derken küçük
bir kaza geçirdim ve şimdi Lakeside’ın gelmiş geçmiş en iyi öğ­
retmeni ve futbol koçuyum.”
Tann özgüven dağıtırken kesinlikle G arrett a fazladan ver­
mişti.
Fakat Bayan McCarthy, insanların ego balonlarını patlatm ak­
la meşhurdu.
“O kadar da abartmayalım. Gerçi Lakeside tarihinin en iyi
m üdür yardımcısı olabilirdin am a sıradanlıkta çürüm eyi tercih
ettin.”

24
Kadın, bir süredir Garrett’ı m üdür yardımcısı pozisyonuna
yükseltmeye uğraşıyordu. Ama kardeşim sınıfta ders anlatmayı,
çocuklarla bağ kurmayı seviyordu.
Bayan McCarthy bana döndü ve ses tonundaki sertlik kaybo­
lup yerini kısık New Jersey ağzı aldı.
“Connor... sen nasılsın?”
Kasabalılar benim le artık böyle konuşuyordu. Lanet haya­
tımdaki biri ölmüş gibi. Küçük yerlerde hep böyle olurdu za­
ten. Herkes herkesin yaşamında neler olup bittiğini bilirdi.
Lakesidelılar da boşanm anın benim fikrim olmadığından en ba­
şından beri haberdardı. Zavallı C onnor Daniels.
Ah, merhamet.
“İyiyim, Bayan McCarthy. Şikâyet edilecek bir durum um yok”
“Sen her zaman en sevdiğim Daniels oldun, Connor.”
Garrett elini kalbine koydu. “Bu acıttı.”
Ryan da arkam dan lafa girdi. “En sevdiğiniz Daniels benim
sanıyordum, Bayan McCarthy.”
Ona dik dik bakarken kadm ın dolgun, sıkı yanakları aşağı
sarktı. “Değilsin, Ryan James.”
Bayan McCarthy, ebeveynlerimiz dışında Ryan m göbek adını
otomatik olarak kullanan tek insandı ve bunun arkasında da bir
hikâye vardı.
Kardeşim bugün Lakeside’ın sevilen ve saygı duyulan polis
m em urlarındandı, hizm et geçmişi de mükemmeldi ancak ye-
niyetmelik yıllarında tam bir fırlama olduğu inkâr edilemezdi.
Ama öyle alelade, çocukça davranışları olan fırlamalardan değil­
di. Birinci sınıflara acı çektiren, tuvaletlere havai fişek atan, devre
arasında rakip futbol takım ına kıçını gösteren türden, kınanm a­
yı hak eden bir çocuktu.

25
Fakat lise üçe geçtiğinde, Brooklyn doğumlu, kıvır kıvır saçlı,
Angela Caravusio adlı bir kız Lakeside’a taşınıp onunla çıkmaya
başladığında her şey değişmişti.
O günü dün gibi hatırlıyordum. Angy, oturm a odam ızda
anne babamız ve kardeşlerimizin önünde dikilm iş ve Carm ela
Sopranoyu anımsatan aksanıyla Ryan’a, “Lanet olası bir pislikle
çıkmayacağım, Ryan. Büyü artık!” diye çıkışmıştı.
Sanırım kardeşimin ona âşık olduğu gün, o gündü. H atta he­
pimiz ona âşık olmuştuk.
Çünkü o gün Ryanın adilikleri nihayet son bulm uştu.
“Her neyse. D ondurm am eriyor, bizim gitm em iz lazım,” dedi
Bayan McCarthy. "Garrett, pazartesi sabah görüşürüz. Geç kal­
ma. Connor...” Sesi yine cenaze tonuna büründü. “Başını dik tut.
Bekârlığın da güzel getirileri var. Bak bana, nasıl iyiyim.”
Aynen. Süpersin. Hayallerdeki hayatı yaşıyorsun.
“Sağ olun Bayan McCarthy. İçimi rahatlattınız.”
Markete girip Charlotte için bez, Ryan için “her ihtim ale karşı”
bir büyük şişe süt ve Tim için denemeyi çok istediği protein ba­
rından bir paket aldıktan sonra kamyonetime dönm ek için çıktık.
Güneş gökyüzünde alçalmış ve kör edici tu ru n cu ışınlarını
insanın gözünün içine içine soktuğu şu açıyı almıştı. D ışarı adım
atar atmaz görüşüm ün netleşm esi için biraz beklem ek zorunda
kaldım.
Yeniden düzgün görmeye başladığım daysa gözüm e biri takıl­
dı. Tanıdığım biri.
Birkaç m etre ötede, m arket arabasını otoparktaki bebek m a­
visi Völkswagen Beetle’ına doğru sürüyordu. Ü zerinde yırtık kot
şortla daracık beyaz tişört vardı. Çikolata rengi saçlarm ı atkuy­
ruğu yapmıştı ve yum uşacık görünen dalgalı tutam ları ilkbahar
m eltem inde salmıyordu.

26
İşteyken saçların yüze gelmemesi önemliydi, bu yüzden de
maskenin sıkı lastiğiyle arkada sabitlenmesi ya da kafanın te­
pesinde topuz yapılması gerekirdi. Saçlarını daha önce hiç salık
görmemiştim ama uzun, gür ve ipeksi hallerini itiraf etmek iste­
meyeceğim kadar çok düşünm üş, hayal etmiştim.
Ryan sırtım a çarptı. “Yürümeyi yeni mi öğreniyorsun?”
Fakat G arrett bakışlarımı takip etti. “O kim?”
“Violet Robinson. Hastaneden bir hemşire.”
Tim my de yanım da durup baktığım yere baktı. “Şirinmiş.”
“Evet,” dedim engel olamadığım bir iç çekişle.
Gerçek şuydu ki Violet Robinson şirin olmaktan da öteydi.
Kendisi farkında büe değildi ama hiç çabalamadan m uhte­
şem görünm eyi başarıyordu.
Üstelik hemşirelikte de bir numaraydı. Dayanıklıydı, baskı al­
tında çalışabiliyordu, akıllıydı ve hastanemiz için vazgeçilmezdi
Ben de şok anlarında çabuk kendine gelebilen biriydim ama bir
keresinde Vi’nin muayene alanının bir ucundan öbür ucuna ko­
şarak boğulan bir hastaya Heimlich manevrası yapmasma şahit
olmuştum. Tekniği mükemmel, elleri güçlü, tutuşu sıkıydı.
Benim kitabım da, Heimlich manevrasını iyi yapabilen biri iyi
sakso çekebilen biri kadar seksiydi. Hatta belki de daha ateşli bile
sayılabilirdi.
Şimdi de dördüm üz otoparkta dikilmiş, Violet’i izliyorduk
ama genç kadın bizi görmemişti. Market arabasının tutma yerine
göbeğini dayayıp ayaklarını yerden kaldırarak otoparkta neşeyle
süzülürken kendi küçük dünyasında kaybolmuş gibiydi.
Bu m uhtem elen çocuklarıma yapmamalarını söyleyeceğim
bir hareketti ama Violet’in ince, uzun ve mükemmel bacaklarına
bakarken bir balerin gibi zarif göründüğünü düşünm eden ede­
miyordum.

27
Kolumu kaldırdım. “Hey! Hey, Vi!”
Sesimi duyunca bana doğru döndü ve gözlerimiz ağır çekim ­
de buluştu. Bakışlarında beni tanıdığına dair kıvılcım lar belirir­
ken dudakları tatlı bir gülümsemeyle kıvrıldı.
Sonra gülüşü yok oldu.
Ve bedeni zeminle buluştu.
Market arabası bir direğe toslayınca Violet yüzüstü yere ça rp ­
tı. Sonra araba yana devrildi ve tüm torbalar etrafa saçıldı.
Belki de zarif tanımı biraz fazla kaçıyordu.
Zira Violet... ara sıra sakarlaşabiliyordu. Ara sıra derken sık sık.
Çalışırken hiç sakarlık ettiği olm uyordu am a gün içinde ye­
mek yerken, yürürken ya da... nefes alırken çoğunlukla eli ayağı­
na dolanıyordu.
“Kahretsin.” Peşimde kardeşlerim le genç hem şirenin yanına
koştum.
Çünkü daha önce de bahsettiğim gibi, hepim iz birer centil­
mendik.
Kalkmasına yardım etm ek için elimi uzattım . “İyi m isin?”
Doğrulmayı başardığında elimi bırakıp dizlerine ve bacakla­
rının alt kısımlarına yapışan m inik taşları silkeledi.
“Evet, iyiyim.” Yüzünü bana çevirdiğinde güzel yanaklarının al
al olduğunu gördüm. “O nurum dışmda bir yerim hasar almadı.”
Kıkırdadım. Kahretsin, aşırı sevimliydi.
Ryan market arabasını düzeltirken Tim ile G arrett dağılan eş­
yaları toplamak için eğildiler.
Yanımızdaki yeşil Lincoln’ın altında bir kutu olduğunu fark
edince eğilip aldım ve Violete uzattım. “Al bakalım.”
Bu bir tam pon kutusuydu. Ağır geçen günlerde kullanılan sü­
per emici, normal boy, kırk sekiz adet tam pon.

28
“Sağ ol.” Gülümsedi. “İhtiyacım olduğunda bunları bulamasam
kötü olurdu.”
“Eminim.” Kafa salladım.
Acil servis çalışanlarının bir şeylerden utanmasının neredey­
se imkânsız olduğu söylenebilirdi. Çıplaklığa, kana, vücut sıvıla­
rına, renkli küfürlere ve hem zihinsel hastalığı olanların hem de
tehlikeli derecede kafayı bulanların abuk subuk laflarına bağışık­
lığımız vardı.
Her şeyi görmüş, duymuş ve... koklamıştık.
“Bu hafta çalışıyor m usun?”
“Evet. Salıdan itibaren gündüz vardiyasmda olacağım.”
Bizim hastanede hemşireler haftada üç gün on iki saatlik var­
diyalarla çalışıp üç gün dinlenirdi.
"Ben de salıdan itibaren gündüzdeyim.”
Gülümseyerek kafa salladı. İri kahverengi gözleri güneşin al­
tında iki elmas parçası gibiydi.
Hastanedeyken herhangi birine doğru düzgün bakm a şansım
olmuyordu. H er günüm üz fazlasıyla yoğun, her dakikamız son
derece m ühim di. Ama şimdi Violete rahatça bakabiliyordum.
Kalp şekilli dudaklarını, yanaklarının yumuşak eğimini, ko­
runm asız iri gözlerinin üzerinde zarif birer yay çizen kaşlarım ve
her göz kırptığında krem rengi tenine değen uzun, gür kirpikle­
rini inceledim.
Tanrım, bu kadın çok güzel
“Salı günü birlikte çalışacağız o zaman.”
“Evet,” dedim . “Öyle olacak.”
G ürültülü bir duraksam a oldu ve konuşacak daha fazla bir
şey bulamayınca başparm ağım la om zum un arkasını işaret ettim.
“Neyse, biz artık gitsek iyi olacak.”

29
“Ben de gitmeliyim.” Vi el salladı ama bu basit hareketi bile
öyle sevimliydi ki aletim in seğirmesine neden oldu. “Hoşça kal,
C onnor. Hoşça kalın, C onnor’ın kardeşleri.”
G arrett ile Ryan çenelerini kaldırarak selam verirken Tim m y
kız tavlam a ses tonuyla, “Görüşürüz,” diye cevap verdi.
Violet önüm üzden geçip arabasına doğru ilerlerken dönüp
sapık gibi arkasından bakm am ak için kendim i zor tuttum .
O duyma mesafesinden çıkınca Tim my bir ıslık öttürerek,
“Bekâr mı?” diye sordu.
“Evet, sanırım.”
Sanmıyordum, biliyordum.
Pek çok yeteneğimden biri, başka bir işle meşgul olsam da et-
rafımdakilerin konuşm alarına kulak kabartm aktı. H em bu Tanrı
vergisi yetenek, birlikte yaşadığım ergenlerin hayatlarında olup
biten şeylerden haberdar olm am ı da sağlıyordu.
“Ona hiç çıkma teklif ettin m i?” diye sordu Timmy, araca yö­
neldiğimizde.
“Hayır.”
uBen teklif etsem senin için sorun olur m u?”
Yüz ifadem ve ses tonum sertleşirken çenesini derhal kapat­
ması için, “Evet, olur,” diye yanıtladım .
Ryan lafa girdi. “Sen neden teklif etm iyorsun ki?”
Omuz silktim. “İş arkadaşıyız çünkü.”
“Ne olmuş yani?” dedi Garrett. “Callie’yle ben de iş arkadaşı­
yız ve bu muhteşem bir şey.”
“Sizinki farklı bir durum ama.”
Garrett ile Callie, lise boyunca birlikteydiler. Üniversiteye
geçtiklerinde ayrılmışlardı ancak on sene sonra, Kaliforniya'da
yaşayan Callie geçici süreliğine Jersey’ye dönüp lisede vekil d ra ­

30
ma öğretm enliği yapmaya başladığında yeniden bir araya gel­
mişlerdi. Tabii durum böyle olunca Callie kasabada kalıcı olm uş­
tu ve kısa süre sonra da yuvalarını kurmuşlardı.
“Violet... çok genç,” diye açıkladım.
Ryan, “Ne kadar genç?” dedi.
“O tuz yaşmda.”
“O tuz yaş genç sayılmaz ki,” dedi Garrett.
“Kendi adm a konuş, ihtiyar,” diye karşı geldi Timmy. “Ben
otuz yaşındayım ve hâlâ ağzım süt kokuyor.”
G arrett, “Sen hâlâ annesine çamaşır yıkatan olgunlaşmamış
bir mankafasın,” diye lafı yapıştırdı. “Arada fark var.”
Tim my ona ortaparmağmı gösterdi Tıpkı eski günlerdeki gibi
Ryan ise meseleye diplomatik yaklaşmayı seçti. “Otuz yaş genç
değil, sadece senden daha genç.”
Tim tek bekâr kardeşim olarak, boşandıktan sonra ekürim
olm uştu. Hafta sonlan birlikte barlara gitmiştik, bana flört uy­
gulamalarıyla ilgili ipuçları vermişti ve birkaç sefer de birlikte
takıldığı kadın ve arkadaşlarıyla dışan çıkmıştık.
Sorun şuydu ki Tim’in tanıdığı herkes onun gibi otuz yaşmda
ya da daha gençti. Kızlar göze hitap etseler de acayip sıkıcıydılar.
Buluşabileceğimiz hiçbir ortak nokta yoktu.
Bir keresinde, akşam yemeğinde benim sevdiğim birayı pek
beğenm ediklerinde, “Jack’in hüsrana uğramış karaciğeriyim,”
diye espri yapmıştım ve kız bana, Jack’in kardeşlerimden biri
olup olm adığını sormuştu.
Yani, kim Dövüş Kulübü atıflannı anlamazdı ki? Görünüşe
göre yirm i sekiz yaşındaki kızlar anlamıyordu.
O akşamdan sonra sadece otuz beş yaş üzerindeki kadınlarla
görüşmeye karar vermiş ve zamanla da yanılmadığımı anlamıştım.

31
"Kayınvalidesini yatağa atabileceğini itiraf eden b irin d en tav ­
siye alm am ne kadar doğru olıır sence?” diye sordum Ryan a.
Güldü. “Muhtemelen dedim, geri zekâlı. Ayrıca A ngy’ye sa la n
söylem eyin, kaçık olduğumu düşünür.”
T im m y onun şapkasına vurup düşürdü. “Kaçıksın zaten, d o s ­
tum . Çocuklarının annesi bunu bilmeyi hak ediyor.”
Ryan araca binmeden önce şapkasını yerden alıp T im m y ’h i n
koluna bir yum ruk geçirdi. Garrett hepim izden birkaç ad ım ge­
rideydi; Vlolet’in aracının otoparktan uzaklaşm asını izliyordu.
“Hey, geliyor musun?” diye seslendim.
Bakışları bir anlığına yoğunlaştı. D erin düşüncelere d aldığı
belliydi. Futbol takımı için yeni taktikler üretirken beyaz tah tay a
da aynı bu şekilde bakardı.
Sonra gözlerini kırptı ve o ifade yok oldu.
“Evet.” Yanıma koştu. “Geldim.”

32
3

1/Uf
T ) enim yaşımdaki erkeklerde bir sorun vardı.
Fazla benmerkezciydiler. Karakterleri çok zayıf ve yumuşaktı.
Ve... çok gençtiler.
Gelişim merdiveninde birkaç basamağı adamış ya da lise ça­
ğında tırm anm ayı tamamen kesip on sekiz yaşta takılıp kalmış
gibiydiler.
Mesela şu anda, Redbank, New Jersey şehir merkezindeki ışıl
ışıl, trend bir restoranda karşımda oturan Evan bunun bir ör­
neğiydi. G örücü usulü ilk randevum uzdaydık. Evanın annesi, iş
arkadaşlarım dan birinin erkek kardeşinin en yakın arkadaşının
ablasıydı.
Bunu üç kez hızlı hızlı söylemeyi deneyince insanın zihninde
ister istemez ayrımın altı derecesi teorisi canlanıyordu.
Bir zamanlar, algoritmaları sayesinde ruh eşimi bulacağım si­
hirli bir yola gireceğimi umarak flört sitelerinde dolaşmayı adet
edinm iştim fakat bir süredir bu tür şeylerden uzak durmaya ye-

33
m inliydim. ö yle siteler, muhtemel seri katiller ve çok sayıda pis­
likle doluydu. Fare postu doldurmaya meraklı olan ve koleksiyo­
nunu göstermek için beni çatı katına götürm ek isteyen adam gibi.
O günden beri yalnızca gerçek insanların aracı olduğu ra n d e ­
vulara çıkıyordum.
Bu akşamki randevum da görücü usulü bir görüşm eye göre
fena gitmiyordu. Evan’ın boyu 1.80 e yakındı. Koyu sarı saçları,
pürüzsüz elleri, nazik bir gülümsemesi vardı ve kişisel hijyene
dikkat ettiği belliydi.
Yine de... eh...
“... sonra kendi kendime dedim ki üç yıl daha orada okuya­
caksam neden çift anadal yapıp beş yıl okum uyorum ?”
Evet, hâlâ okuyordu. Anlattığına göre hem felsefe hem de
Latince ve Sanskritçe gibi antik diller alanında doktora derecesi
almaya çalışıyordu.
Eğitimin önemli olduğuna ben de inanıyor, bu yolda ilerle­
mesini takdire şayan buluyordum ama adam hâlâ ailesinin ev in ­
de, garajın üstündeki odada yaşıyordu. C eptelefonunda da hâlâ
aile paketini kullandığına bahse girebilirdim; her şeyini ailesiyle
paylaşan bir tipe benziyordu.
Evan henüz hayata başlamış sayılmazdı. Ev aram ak, kendi evi
için elektrikli süpürge almak, kira ödem ek gibi pek çok deneyim i
yaşamamıştı.
Ben on dokuz yaşından beri kira ödüyor, yirm i yaşından beri
hem okuyup hem de tam zamanlı çalışıyor, bir yandan küçük
kardeşlerime bakarken diğer yandan doktor randevularıyla veli
toplantılarını dengelemeye uğraşıyordum.
Evan şimdiye dek sadece kendisiyle ilgilenmişti. Bir tane Ja­
pon balığı bile olmamıştı. Biliyordum çünkü sorm uştum .
Yetişkin bir erkek gibi görünüp konuşan fakat nereden b a ­
kılırsa bakılsın hâlâ çocuk olan birinden hoşlanm ak çok zordu.

34
Eline bir Xbox kumandası verilse on iki yaşındaki ergenlerle
âşık atabileceğinden emindim.
Böyle olan tek erkek o değildi; son zamanlarda pek çok Evan
türem işti.
Ve ben çoğuyla çıktığımdan emindim.
“Eee Violet, acil servis hemşiresisin demek?"
Kafa salladım, “öyleyim."
Kadehini kaldırdı. “En kutsal meslek. Karşılaştığın en ilginç
vakayı anlatsana. Yılan sokması ya da deri yiyen parazitler falan."
Lakeside küçük bir kasabaydı. Hastanede sadece kasabalılar
tedavi edilseydi vakaların çoğunu spor yaralanmaları, a n sok­
m asına alerjik reaksiyonlar, olta iğnesi delinmeleri ve seyrek de
olsa kalp krizleri oluştururdu. Bazen de haddinden fazla ihmal
edilm iş bir kadm m eşini zehirlemesi olayıyla karşılaşabilirdik.
D aha geçen ay böyle bir vaka gelmişti. Bay Learaer, Bayan
Learner’la otuzuncu evlilik yıldönümlerini unutmuş ve gölde
levrek aram akla geçen uzun ve zor bir günün ardından son da­
kika kadını arayıp onunla arkadaşlan için güzel bir sofra hazır­
lam asını istemişti.
Tatsız bir durum du.
Bayan Learner o akşam Bay Leamer a “özel" bir yemek hazır­
lamıştı. Adam ölmemişti ama sıvı kaybı nedeniyle tedavi görm e­
si gereken birkaç saatte ölmüş olmayı dilemişti.
“Biz ikinci seviye travma merkeziyiz," dedim Evana. “Bu yüz­
den sık sık araba kazası, açık kınk, bıçaklama, kafa travması,
enfeksiyon vakaları ve... kıçlarına bir şey sokan insanlarla kar­
şılaşıyoruz.”
Evan kadehini dudaklarına götürürken duraksadı.
“Şaka yapıyorsun."
“Şaka değil.”

35
İnsanların kıçlarına, bira şişelerinden Barbie bebeklere k ad ar
neler soktuğuna inanamazdınız. Tabii soktuktan so n ra ç ık a rm a ­
ları genelde m üm kün olmuyordu.
Buna vakumlama deniyordu ve dünyanın dört b ir y an ın a d u ­
yurulm ası gerekti.
H epim izin iyiliği için.
Peçetemi boş tabağımın üzerine bıraktım . “A m a şim diye k a ­
d ar gördüğüm en sıra dışı vaka, testisleri dolanm ış h ald e gelen
hastaydı.”
“Dolanmış mı? Böyle... böyle bir şey m üm kün m ü ?”
“Tabii. Buna testis torsiyonu deniyor.” Bir elim i y u m ru k y a­
parak nasıl olduğunu göstermeye çalıştım. “Testislerin biri, testis
torbasına dolanarak kan akışını kesiyor. Tipik olarak erg en lerd e
görülüyor ve fazlasıyla acılı oluyor.”
“Öyledir.” Yüzünü buruşturdu.
“Fakat bu hasta kırklı yaşlarındaydı ve çılgınca olan şu y d u ki
hiçbir şey hissetmiyordu. Tıbbi bir anorm allik olduğu kesindi. O
gün serviste çalışan Doktor Daniels, şişme nedeniyle sin irle rin
baskılanması yüzünden olduğunu söyledi.”
Evan yutkundu. “Şişme mi?”
“Evet. Üzüm gibi şişmişlerdi ve giderek de büyüyorlardı.
M anuel müdahalede bulunduk çünkü biraz daha b ekleseydik
testis torbası ortadan ikiye ayrılacaktı.”
Elimle bir şeyi kesiyormuş gibi yaptım ve o anda k a rşım d a k i
adam ın betinin benzinin attığını gördüm. Am a artık d u ra m a y a ­
cak kadar ileri gitmiştim.
Ellerimi kucağıma indirdim. “Ne yazık ki geçici b ir tedavi
oldu. Cerrah geldiğinde mecburen...”
Evan kafasını çevirerek cümlemi yarıda kesti ve garsona d o ğ ­
ru parmağını kaldırdı.
“Hesap lütfen.”

36
Eve yalnız döndüm . Hem de saat daha dokuz bile olmadan. Hem
de cum artesi akşamı.
Bu artık alışkanlığa dönüşmeye başlamıştı ama pek de um u­
rum da olduğunu söyleyemezdim. Bazen umursamam, biyolojik
saatim ilerlediği için endişelenmem gerektiğini düşünüyordum.
Ama... umursayasım gelmiyordu işte.
Bunun bir sebebi, evimin mükemmel ötesi olması ve buradan
başka bir yerde olmayı pek istemememdL Tek yatak odalı kulü­
bem, gölün hemen yanındaydı ve güney cephesi sarmaşıklarla
kaplıydı. İçeride kemerli kapılarım, gömme raflarım ve bir masal
kitabından fırlamış taş bir şöminem vardı. Burada yaşamak, yedi
cücelerin sorumluluğunu almadan Pamuk Prensesin kulübesinde
yaşamak gibi bir şeydi, ödem elerim in miktarı da gayet makuldü
ve yirmi dokuz kısa yıl içinde bu bebek tamamen benim olacaktı.
Ayrıca tek başıma yaşıyor olabilirdim ama doğamda “yalnız”
hissetm ek yoktu.
Şarap kadehim i mutfak masasmda laptopumun yanma koy­
dum ve FaceTime uygulamasını açıp üniversiteden en yakın ar­
kadaşlarım Aubrey Stevvart ve Presley Cabot’ı aradım.
Yükseköğrenimimin ilk senesini Boyer Üniversitesinde ta­
m am ladıktan sonra annem hastalanınca Delawaree dönüp yerel
üniversiteye geçiş yapmam gerekmişti. Fakat Port Hudson, New
York’ta geçirdiğim yıl, gençliğimin en güzel zamanlarıydı.
O zamanlar, yazmayı seven kızlardan oluşan Yazan Kadınlar
adlı birliğin bir üyesiydim. Üniversiteden sonra Presley, Aubrey
ve Libby W arren bir araya gelerek Port Hudson merkezli bir mul-
tim edya şirketi olan YK Kuruluşunu kurmuşlardı. Ben de uzakta
olsam da onlarla iletişimimi kesmemiştim; arkadaşlığımız hâlâ
çok sağlamdı.

37
Aubrey’nin ela gözleri, lacivert eşofman altım da ve sutyensiz
giydiğim gri tişörtümde dolaştı.
"Neden eve bu kadar erken döndün?”
Om uz silkip alkol derecesi yüksek içkimi yudum ladım .
“Randevu tam bir fiyaskoydu. Aramızda kimya yoktu.”
Presley bileğine baktı. “Adamla dışarı çıkalı daha iki saat oldu.
Adı neydi bu arada? Brad mi, Chad m i?”
"Evan.”
"Yaklaşmışım. Her neyse, bu kadar kısa zam anda aranızda
kimya olup olmadığını anlayamazsın.”
“Ama anladım işte. O da anladı. Kahve ya da tatlı isteyip iste­
mediğimi bile sormadı. Ana yemekler biter bitm ez p a ld ır k üldür
hesabı istedi.”
Arkadaşımın gözleri şüpheyle kısıldı.
“Ona şu taşak hikâyesini anlattın, değil m i?”
Aubrey homurdandı. “Yine m i Violet?”
“Ama güzel hikâye!”
“Bu konuyu konuşmuştuk.” Beni hep sahip olm ayı dilediğim
ablammış gibi azarlarken Presley’nin gür, siyah saçları savruldu.
“Kendini sabote ediyorsun resm en. Seni tan ım aların a fırsat bile
vermeden adamları itiyorsun. B unun için de patlayan testis h ik â­
yesini kullanıyorsun.”
“Bir hastanın testis bezinin yarılm ası olayını ilk ran d ev u d a
anlatamazsın!” diye ekledi Aubrey.
Presle/nin sevgilisi Nolan, arkadaşlarım ın arkasındaki kol­
tuktan kalktı. “Ben gidip Knox’ın m utfaktan gelm esinin neden
bu kadar uzun sürdüğüne bir bakayım.”
O sırada ekranda görünm eyen Knox,ın sesi duyuldu. "Bebe­
ğim, yine mi taşak hikâyesi?”

38
Aubrey, “Ben de aynısını dedim!” diye seslendi ona. Sonra
bana döndü. “Baksana, hiçbir şeyden utanmayan Knox bile taşak
hikâyesinden bıkıp usandı.”
Kendimi savunmaya geçtim. “Adam ilginç vakalarla karşdaşı-
yor m uyum diye sordu, ne yapayım!? Hem Connor demişti ki..."
“İşte başlıyoruz.” Presley parmağını ekrana doğrulttu. “Senin
asıl problem in bu. Connor Daniels enfeksiyonu. Aylardır, hatta
yıllardır bundan mustaripsin.”
Lakeside Memorial’d a tam zamanlı acil servis hemşireliği
pozisyonu için iki yıl önce Lakeside’a taşınmıştım. Boyer’daki
okul yılı hariç, Delavvare dışına ilk çıkışımdı. Kimseyi tanım ı­
yor, kasaba hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Marketin nerede
bulunduğuna, hangi benzin istasyonunun daha ucuz akaryakıt
sattığına, yerel pizzacının ham urlarının ince mi yoksa normal mi
olduğuna dair bir fikrim yoktu.
Hastanedeki ilk günüm de kolay olmamıştı. Her yer çok par­
lak, çok soğuk gelmişti ve aşırı rahatsız hissetmiştim.
Acil servis hemşirelerinin de sıcak ve nezaketli insanlar oldu­
ğu söylenemezdi.
Yani, eninde sonunda birilerine ısınıp arkadaş, yoldaş edi­
niyordunuz ama o zamana dek hastanede sırtınızı kollayacak
kim seniz olmuyordu. Tabii biraz vakit alan bir şeydi bu. Öyle
bir yerde çalışabilecek kadar iyi ve güvenilir olduğunuzu kanıt­
lam anız gerekiyordu. Ve dürüst olmak gerekirse biz hemşireler
çoğunlukla hastalarla ilgilenmekle meşgul olduğumuz için neza­
kete ekstra çaba harcayamıyorduk.
İlk vardiyamın sonunda zihnimdeki kuşkucu ses, korkunç bir
hata yaptığımı sayıklayıp durmuştu. Bana farenin deliğine kaçtı­
ğı gibi kendi memleketime kaçmamı söylemişti çünkü en güven­
li ve en kolay seçenek buydu.
O na neredeyse inanıyordum. Ama sonra arkamı dönm üş
ve... Süperm en’inkiyle yarışacak kadar geniş ve sert bir bedene
toslam ıştım .

39
Geriye doğru sendelediğimde bu bedene bağlı iri, güçlü eller
beni hem sıkı hem de son derece nazik bir şekilde tutm asaydı kıç
üstü düşebilirdim.
Adam bana kadifemsi kahverengi gözlerle bakıp iyi m iyim
diye sormuştu.
Sonra da gülümsemişti.
C onnor Daniels’ın muhteşem bir gülüm sem esi vardı. Sıcak,
rahat, kendinden emin, dengeliydi. Tam kararında b ir kendini
beğenmişliğe sahipti ve haddinden fazla seksiydi.
Gülümsemesi gün ışığı gibiydi. İnsana kendini çok d ah a iyi,
çok daha hafif hissettiriyordu. Her şeyin yolunda o lduğuna ya
da bir şekilde yoluna gireceğine, onun bunu sağlayacağm a in a­
nıyordunuz.
Connor Daniels işte o anda zihnime kazınmıştı.
Ve Lakeside, o andan beri ev gibi hissettirmişti.
Birlikte çalıştığım doktora umutsuzca, aptalca hayrandım .
“Connor Daniels enfeksiyonu m u?” dedim Presley ye. “Bunu
kendi başına mı uydurdun?”
Bana dilini çıkardı. “Yaratıcı biriyim. O na hastane form asını
yırtıp atmak istediğini söyledin mi?”
“Hayır.”
“Ondan hoşlandığını söyledin mi?” diye sordu Aubrey. “Ve
onu çekici bulduğunu? Bir yetişkin gibi davranıp işten so n ra
kahve içmeyi teklif ettin mi?”
Bunu düşünmek bile boğazımın düğüm lenm esine n ed en
oldu.
“Tabii ki hayır! Ya evet derse? Kesin adam m kasıklarına sı­
cak kahve döküp deri nakli yaptırmak zorunda kalm asına ned en
olurum. Onun etrafındayken sakar bir geri zekâlıya d ö n ü şü y o ­
rum. Kendim ve diğerleri için tehlike oluşturuyorum .”

40
Bu cidden küçük düşürücüydü. Normalde gayet zarif... ya
da en azından fonksiyonel olarak koordine biriydim. Ancak
Connor, hastalara müdahale dışında herhangi bir yerde yörün­
geme girdiği anda uzuvlarım ve beynim sapıtıyor, bedenim kısa
devre yapıyordu.
Tıpkı bu öğleden sonra olduğu gibi.
“C onnor’d an bahsetmişken, bugün ShopRite otoparkında o
ve kardeşleriyle karşılaştım.”
“H arbiden mi?” dedi gözleri ilgiyle kocaman açılan Presley.
“Harbiden. O kalın, mükemmel sesiyle bana selam verdi ve
ben de... m arket arabamı direğe çarpıp tepetaklak yere yuvarlan­
dım . Bütün eşyalarım konfeti gibi etrafa saçıldı.”
Aubrey yüzünü buruşturdu. “Olamaz.”
“O ldu bile.” Kafa salladım. “Eşyalarımı toplamama y ard ım a
olm a nezaketini gösterdiler. Connor, ihtiyar Bayan Jenkinsons’ın
aracının altından tam pon kutum u alıp bana verdi.”
Presley avucunu alnına bastırdı, “lyyy.”
Bahsi geçen tamponların şu anda yatak odamdaki bir rafta
durduğunu ya da bazı insanların konser biletlerini ya da çiçek
buketlerini saklaması gibi benim de bu kutuyu saklayacağımı
onlara söylemedim. Çünkü arkadaşlar arasında bile paylaşılma­
yacak bazı delice detaylar vardı.
“Sanırım küçük bir parçam, artık regl olduğumu gördüğüne
göre yaşayan bir insan olduğumu, hademenin hastane b o d ru ­
m undaki bir eşya dolabında beni şarja takmadığını fark edece­
ğini umuyor.”
C onnor bugün dostane bir tavır sergilemiş olabilirdi ancak
bana asla bir insan ya da bir kadın olarak ilgi göstermemişti.
Eline fusat geçse bir zıplama çubuğuna sarılırmış gibi onun üs­
tüne atlayacak genç, sağlıklı, arzu dolu bir kadın olduğumun far­
kında değildi.

41
O na göre ben sadece bir hemşire, bir iş arkadaşı, işini yapm a­
sına yardımcı olan bir varlıktım.
Tıpkı... ultrason makinesi gibi.
İçkimden iki büyük yudum daha aldım.
“Bunun üstüne bir de korkunç bir randevuya çıktın, ha?” dedi
Aubrey yumuşak bir sesle. “Bizimle ve şarabınla baş başa olmayı
neden daha çok sevdiğini anlayabiliyorum.”
Uzun kadehimi kaldırıp güneş rengi sıvıya baktım .
“Sen beni asla yarı yolda bırakm azsın, değil m i?”
Presley, “Buradan balonca çok sağlıklı görünüyorsun,” diye
belirtti. Sonra sesi neşelendi. “Bu olay hakkında bir şü r yazm alı­
sın. Yazmayı düşündün mü?”
YK’nin yayın departm anı m ü dürü olan Presley, edebiyatla ya­
tıp kalkardı.
Ben de şiir yazardım. İyi şeyler değillerdi ve insan gözünden
uzak tutulmalıydılar. Bunu yapm am daki tek am aç kendi neşem i
ve akıl sağlığımı korumak, aynı zam anda da en yakın arkadaşla­
rım ı eğlendirmekti.
“Evan’la randevum hakkında mı? Yazarım belki.”
“Ayyy. Hadi şimdi yap” Aubrey ellerini çırptı. “D uym ak isti­
yorum. Doğaçlama şiirlerin çok eğlenceli oluyor.”
Eh, tabii yapabilirdim. Boğazımı tem izledim . “Pekâlâ... baş­
lıyorum:

Bir zamanlar Evan adında bir oğlan vardı


Çıktığı randevuda kıymetli bir ders aldı
Z a yıf bir miden varsa bazı şeylerden uzak durm alıydın
Bir acil servis hemşiresiyle çıkmamalı
Şahit olduğu vakaları sormamalıydın

42
Acil servis hemşiresi de o akşam bir şey öğrendi
Romantik bir gece peşindeyse eğer
Bir oğlan çocuğuyla çıkmamalıydı
Zira ancak gerçek bir erkek
Patlayan taşak sözlerini duyup da randevudan kaçmazdı

Şimdi zavallı Evan yalnız kaldı


Hemşire de evinde tek başınaydı
Şarabını yudum luyor
FaceTimeda arkadaşlarıyla konuşuyor
Ve bu berbat şiiri yazıyordu.”

Sandalyemde oturduğum yerde eğilerek selam verdim.


“Şiirimin adı Hayatım ın Hikâyesi”
Aubrey ile Presley kahkahalar eşliğinde alkış tutmaya başla­
yınca içim coşkuyla dolarken kadehimi tekrar doldurdum .
Arkadaşları, FaceTime’ı ve bolca şarabı varken hangi kız er­
keklere ihtiyaç duyardı?
Bu kız kesinlikle duym uyordu.
Gerçi... penis denen şey de son derece keyif vericiydi.
Bu düşünce aklım a belirli bir penisi getirdi. Hastaneye koşar­
ken yedek bir ekstra sıkı boxer şort getirmeyi unutm uş olan, be­
lirli bir d oktorun penisini. O gün hiç aklımdan çıkmıyordu. İnce
yeşil kum aşın altındaki hafif sola yatmış kabarıklığı, ereksiyon
halinde değilken bile nasıl uzun ve kalın göründüğünü unuta-
m ıyordum .
Bir güzellik örneğiydi. Penislerin Chris Hemsvvorth uydü.
H akkında bir şiir bile yazmıştım.

43
du ^ ı ı ^ j a^ amın 8eri kalan her yeri gibi penisi de kusursuz-
r I k - ..^e. nnor etrafayken aptaJa dönm em in sebebi buydu.
I k ayranJlk ^ y ^ & u n u z birinin yakınındayken küçük,
P e orkm uş hissetmeniz doğaldı. En azından benim için.
**Bir
ır gün şürlerini yayımlamama izin vermek zorundasın!”
ye yalvardı Presley. “Bekâr kadınlar için şiir kitabı yazabilirsin
Acayip kom ik olur.”

Aynen. Gülümsedim. “Çabalamadan komik olm anın kitabı­


nı ancak ben yazarım.”

44
_4__

ih U î a t

^ \ T eden onu dinlem em gerektiğini anlamıyorum.”


^ Hiç şaşmazdı. Ve beni hiç şaşırtmazdı.
“Ben bir hekim im , o bir hemşire.”
İntörnlerden bahsediyordum . Meslekteki ilk senesine baş­
lamış olanlardan. Teknik olarak hekim olsalar da henüz hekim
sayılmayacak yeni m ezunlardan. Deneyimli hekim lerin göze­
tim inde, her hafta hastanenin farklı departm anlarında çalışan
bu intörnler genellikle birer pislik olma eğiliminde olurlardı.
Yepyeni tıp derecelerinin getirdiği gurur, yeteri kadar bilgi sahibi
oldukları düşüncesi ve özgüven birleşince tehlike çanları çalardı.
“O ndan em ir alm am gerektiğini düşünm üyorum .”
Genelde de her grupta bir çıkıntı bulunurdu. Kibir ve güç ze­
hirlenm esi yaşayan, altın madalya seviyesinde sinir bozuculuğa
sahip bir çıkıntı.
“Ası/ onun benden em ir alması gerek.”

45
Ve her sene, onlara danışm anlık yapan doktorların aklına
aynı korkunç soruyu getirirlerdi: Sevgili Tanrım, ben de intörn-
ken böyle bok kafalının teki m iydim ?
Kabullenmesi zor ama gerçek cevap şuydu: Muhtemelen evet.
Kendim ize verdiğimiz cevapsa çoğunlukla şu oluyordu: Hayır,
böyle değildim. Böyle olsaydım hemşireler beni gebertirdi.
Konuşmayı bırak,” dedim yirmili yaşlardaki, siyah saçlı, boş
kafalı çekirgeye.
Adı Jamie, Jonathan ya da Janas gibi bir şeydi.
“Öncelikle sen henüz hekim değilsin. Bu binadayken, özellik­
le de tek başmayken hekim sayılmazsın. Bizden gördüklerinin o
kalın, uçm uş kafatasına nüfuz etmesi umuduyla etrafta dolaşm a­
na izin veriyoruz sadece.”
Konuşurken bir yandan da koridorda ilerliyordum çünkü
çok yoğundum. Ama işler kontrolden çıkmadan şu çocuğa da
haddini bildirmem gerekiyordu. Jackson, hastane hizmetlileriyle
sedyelerin etrafından dolanarak beni takip etti.
“İkinci olarak, Marisol sen daha doğm adan önce bile hem şi­
reydi. Eğer hastalarından biriyle ilgili bir sıkıntı olduğunu ve onu
görmen gerektiğini söylüyorsa hastalarından biriyle ilgili kahro­
lası bir sıkıntı vardır ve onu görm en gerekiyordun Derhal.
“Üçüncü olarak, hemşireler senin için çalışmaz, seninle bir­
likte çalışır. Hekimler ve hem şireler bir takım oluşturur. Acil
servis ekosisteminde bu, hayati bir simbiyotik ilişkidir. Eğer
hemşireler senden nefret ederse -k i inan bana şu anda senden
acayip nefret ediyorlar- işin hayal edemeyeceğin kadar zor olur.
Anlıyor musun?”
“Evet ama...”
Johannesburg beni anlamıyordu.

46
O lduğum yerde durup gözlerinin içine baktım. “Seni öldü­
rürler. A rkalarında tek bir iz bırakm adan insan öldürm enin b in ­
lerce farklı yolunu biliyorlar. Hatta muhtemelen şu anda hemşire
odasında bunu planlıyorlardır.”
Genç adam, durum un ciddiyetini nihayet anladı ve yutkundu.
"Gerçekten m i?”
Gözlerim i devirdim . “Hayır, gerçekten değil. Ama seni ağla­
tacaklarından em in olabilirsin. D aha önce çok şahit oldum. Ve
ağlamak çok daha beterdir.”
“Ö lm ekten de m i beter?”
“Kesinlikle.”
“Ne yapm am gerek peki?” diye sordu kısık, panik dolu bir tonla.
“Kırıntılı kek.”
“Ne?”
C ebim den çıkardığım not defterine bir adres karaladım ve
kâğıdı göğsüne bastırdım . “Bay...” Duvara monte edilmiş dar k u ­
tunun içindeki dosyayı aldım. “... W ilsonı muayene ettikten so n ­
ra Polowski P astanesine gidip bir kırıntılı kek alm an gerek. En
pahalısından, büyük boy bir kek. Böyle şeyler için bazen paraya
kıymalısın. H er neyse, keki hem şire odasına götür ve M arisol’d en
özür dile. Tek u m u d u n bu, padawatı.*”
Bana çaresizce bakıyordu. Eh, bu iyi bir başlangıçtı.
“Pardon?”
Tanrım, bugünlerde çocuklara hiçbir şey öğretmiyorlar mı?
O nu geçiştirdim . “Sen keki almaya bak. Tabii Bay W ilson’ın
m uayenesinden sonra!’
Bir num aralı m uayene odasının kapısını iki kez tıklattıktan
sonra içeri girdim . Intörn Jacques de daha az bilgili, daha az ya­
kışıklı versiyonum olarak peşim den geldi.
* Yıldız Savaşları film serisinde, Jedi olmak için eğitim alan çıraklara verilen
isim, (ç.n.)

47
Günaydın, Bay VVilson. Ben Doktor Daniels.”
Seksen yaşındaki, orta boylu, gür gri saçlı, çatık kaşlı Bay
W ilson, hastane önlüğü ve alt bacaklarının yarısına kadar çektiği
siyah çoraplarıyla muayene masasında oturuyordu. Violet tan si­
yon aletini adamın kolundan çıkarırken odada gürültülü bir cırt
sesi yankılandı.
“ 156ya 98,” dedi Vi.
Hastanın dosyasını incelerken yüksek tansiyonunu zih n im in
bir kenanna yazdım.
“Sizi buraya getiren nedir?”
Triyaj notlarını görüyordum tabii am a d u ru m u h astan ın ağ­
zından duymak her zaman en iyisiydi.
“Karım,” diye hom urdandı ihtiyar adam , köşedeki sandalyede
oturan minyon kadına dik dik bakarak.
“Kannız m ı?”
“Evet Başımın etini yiyip beni buraya kadar sürükledi.”
“Anlıyorum.” Kafa salladım. “Genel sağlığınız ne d u ru m d a ? ”
“Mükemmel,” dedi, gerçek bir palavracının kendinden em in-
liğîyie.
Adamın eşi ayağa kalkıp, “D am ar tıkanıklığı, yüksek koleste­
rolü, diyabeti ve glokom hastalığı var,” diyerek şüphelerim i d o ğ ­
ruladı.
Bay Wilson inatçıydı. “Ama bunların dışında boğa k ad ar sağ­
lamım.”
Bayan Wilson gözlerini devirdi.
“D oktor beye ayağını göster, Melvin.”
“Ayağımda bir sorun yok be kadın!” diye söylendi adam .
“Birkaç gün önce ayağımı çarptım . O zam andan beri d o k to ra gi­
delim diye dırdır edip duruyor.”

48
Şöyle bir gerçek vardı ki karşınızda bir çift varsa ve biri, diğe­
rini çığlık kıyamet hastaneye sürüklediyse, hele bir de kıyameti
koparan taraf yaşlı bir erkekse o zaman ortada muhakkak ciddi
bir sorun var demekti.
“Eh Melvin, buraya kadar gelmişken ayağına da bir bakalım
derim.” Makul görünmeye çalışıyordum. “En azından dırdırlar
sona erer, değil mi?”
Melvin biraz durduktan sonra huysuzca kafa salladı ve çora­
bını çıkarm ak için eğildi. O bunu yaparken dırdır yorum um için
özür diler gibi Bayan Wilsona baktım ama kadın aynı takımda
olduğum uzu biliyor gibiydi.
Sonra hastanın ayağına döndüm.
Merhaba lanet kangren, uzun zamandır görüşmemiştik.
Hasarlı ayağı daha yakından inceleyip yoklayabilmek için el­
lerime lateks eldiven geçirdim. Ardından kalbini ve ciğerlerini
dinleyip sarılık var mı diye gözlerini, şişlik var mı diye lenf no-
düllerini kontrol ettim.
“Ayağında ülser gelişmiş, Melvin. Kangrene doğru hızla ilerli­
yor. Bir gün daha gecikseydin başparmağım kaybederdin. Birkaç
gün bekleseydin tüm ayağını kesmek zorunda kalırdık.”
Melvin kafa salladı. Çünkü bunu zaten biliyordu, sadece
inanm ak istememişti.
“Yarayı temizleyip sana antibiyotik serumu takacağız. Kan şe­
kerini gözlemlemek ve gerekirse insülin seviyeni düzenlemek için
hastaneye yatışını yapacağım. Sonra da sana kati bir reçete yazaca­
ğım ... ki bir dahaki sefere kannın sözünü daha erken dinle.”
Adam hırıltılı bir sesle güldü ve yanma gelen karısının elini
tutup hafifçe sıktı.
“Dinleyeceğim. Teşekkürler, doktor.”
Kafa salladım. "Birazdan dönerim.”

49
Kuyruğumda Jamestown’la odadan çıktım ve saatim e bakıp
ona, “Bana dördüncü muayene odasındaki astım krizi vakasının
kan değerlerini getir. Nebulizatör tedavisi şimdiye bitm iş olmalı,"
dedim. “Sonra buraya geri gel, diyabet hastalarına nasıl debridm an
uygulanacağını göstereceğim. Ardından pastaneye koşabilirsin.”
“Peki, Doktor Daniels.”
Duraksadım ve ona hayatının en önemli profesyonel nasiha­
tini verdim.
“Acil serviste çalışmayı planlıyorsan en önem li ilişkileri cer­
rahlar, kardiyologlar ya da diğer branş hekim leriyle değil, h em ­
şirelerle kuracaksın. Sana saygı gösterm eliler am a b u n u sadece
onlara saygı duyarak kazanabilirsin. Çoğu d u ru m d a yanm da
sadece onlar olacak ve sadece onlara ihtiyaç duyacaksın. Bu yüz­
den bir daha o şekilde davranma.”
Yüzünü yere çevirdi. Düşünceliydi.
“Tamam, Doktor Daniels. Teşekkür ederim.”
Omzuna vurup onu işinin başına gönderdim .
Sonra döndüm ve olduğum yerde kaldım . Ç ünkü Violet
Robinson karşımdaydı. O çarpıcı, iri gözleriyle bana bakıyordu.
Bu sabah onu, hemşire arkadaşı C ooper Palm er’la k o n u şu r­
ken duymuştum. Palm erin ona ayarladığı randevudan b ah sed i­
yor, adamın hoş olduğunu söylüyordu. Dediğine göre gittikleri
restoran da hoştu. Ve hoş zaman geçirmişlerdi.
Bu duyduklarım beni keyiflendirmişti çünkü on beş yıl evli
kalmış biri olarak hoş sözcüğünün ne anlam a geldiğini çok iyi
biliyordum.
ö lü m öpücüğüyle eşdeğerdi.
Bir kadına çiçek verdiğinizde tepki olarak hoş sözcüğüyle
karşılaşırsanız bu hiç etkilenmediği anlamına gelirdi.
Hediye ettiğiniz mücevherin hoş olduğunu söylerse o n d an
nefret etmiş demekti.

50
Eğer bir erkeğin hof olduğundan bahsediyorsa bundan o n u n ­
la ilgilenmediğini, hatta bir daha asla görmek istemediğini çıka­
rabilirdiniz.
Violet’in hüsranla sonuçlanan randevularıyla ilgili hikâyele­
ri her dinlediğimde alçakça bir heyecan hissediyordum. Bunun
yanlış olduğunun farkındaydım. VTnin ilişkilerden, gelecekte ev­
lenmek istediğinden bahsettiğini duymuştum ve yine farkınday-
dım ki harekete geçmeyi planlamıyorsam ona, karşısına çıkacak
iyi bir adamla mutlu, huzurlu bir ilişki dilemeliydim.
Ama... o kadar iyi bir insan değildim.
“O na hemşireler hakkında söylediklerin çok güzeldi,” dedi
yum uşak bir sesle.
“Sadece gerçekleri söyledim.”
Saçlarını bugün başının tepesinde sıkı bir topuzla toplamıştı
ama kulaklarının ve incecik boynunun arkasında topuzdan ka­
çan birkaç dalgalı tutam vardı. O tutamlara dokunmanın nasıl
hissettireceğini, dudaklarımı boynuna değdirsem ne olacağını,
teninin nasıl koktuğunu merak etmeden edemedim.
“İlk yıllarında intörnlere karşı çok iyisin. Senin onayım iste­
m elerini sağlıyorsun ama bunu senden korktukları için değil...
sana hayran oldukları için yapıyorlar. Bence bu en iyi yönlerini
ortaya çıkarmak için mükemmel seçenek.”
Kalbim birden hızlanıp göğüs kafesime çarpmaya başladı.
“Eh, görevim bu.”
Gülümseyip hafifçe kafa salladı. “Evet.”
Bir saniye sonra daha ciddi ve resmi ses tonuma geçip yaptım.
“Bay Wilson’ın ayağına debridman uygulamam gerek,”
Violet de hemen iş moduna geçti. “Hemen hastayı ve malze­
m eleri hazırlıyorum ”
“Güzel.”

51
Bana uzattığı dosyayı alırken parmaklarım elinin tersine değdi.
insan parm aklarının ucunda üç bin duyu reseptörü bulunur­
du ve benim kilerin her biri Violet’in bebeksi yum uşaklıktaki,
pürüzsüz tenine odaklanm ış durum daydı.
H astanenin ısısı, bakteri ürem esini engellemek için devamlı
olarak 18 derecede tutulurdu. Doktorlarla hem şirelerin elleri­
n in ve stetoskoplann buz küplerini andırm asının sebebi buydu.
Fakat Violet’in eli soğuk değildi. Yıkamaktan ya da dezenfektan
kullanm aktan ötürü nasırlanm am ıştı.
Sıcacık, ipeksi ve... acı verici derecede kadınsıydı.
Aslm da bunları düşünm em eliydim çünkü profesyonellikten
tam am en uzaktı. Diğer hem şirelerin ellerinin nasıl olduğunu bir
kez bile fark etm em iştim .
Ama Violet’inkileri... fark etm em em m üm kün değil gibiydi.

O n bir yaşmdayken BMX bisikletim le, m ahalledeki bir çocuğun


kurduğu ram padan atlayınca tekerleğim patlam ıştı. Sert d ü şü ­
şün ardından kendi başım a K m arta yürüm üş, kendi param la
yeni bir tekerlek almış, kendi kendim e bisikletim e takıp şişirm iş
ve gazete dağıtm a işimi zam anında bitirm iştim .
Ç ünkü X kuşağm dandım . Kardeşlerim ve ben, çalışan ebe­
veynler tarafından evde yalnız bırakılan çocuklar değildik, a n n e ­
miz yanımızdaydı. Fakat biz kuşak olarak, zom bi kıyam etinden
bile kendi başımıza sağ çıkacak şekilde yetiştirilm iştik.
Şimdi de bu yaşam becerilerini; kendi kendine yetebilm eyi,
sorum luluk almayı ve bağımsızlığı kendi oğullarım a öğretm ek
için elim den geleni yapıyordum . Aaron, okul yılı boyunca çalış­
m ıyordu çünkü futbol oynuyordu ve notları da yeterince yüksek­
ti. Fakat yazları gölde cankurtaran olarak yarı zam anlı görev ya­

52
pıyordu. Brayden da on beş yaşma girdiğinde yan zamanlı bir iş
bulacaktı. Muhtemelen Lakeside’ın yaz etkinliklerinde çalışırdı.
Hastanede gündüz vardiyasında olduğum zamanlar için o n ­
lardan bir eve dönüş rutini oluşturmalarım istemiştim, ö d ev le­
rini bitirdikten sonra akşam yemeği hazırlıklarına başlıyorlardı,
ö y le karmaşık, süslü şeyler yapmalarına gerek yoktu elbette.
Ama evi yakıp kül etmeden çorba, sandviç, peynirli m akam a ve
salata hazırlayabileceklerine inancım tamdı.
“Baba, artık şu dandik yumuşatıcıyı almasan?” dedi Brayden.
Benim akşam yemeği niyetine biftekli sandviç yediğim mutfak
masasının öbür ucunda çamaşırları katlıyordu. “Cidden çok kötü.”
Ebeveynlerin favori çocukları olmazdı; her evladımız için ca­
nım ızı feda edebilirdik. Fakat bazı çocuklar daha kolay olurdu;
aşırı ilgi beklemez ve kendilerine denilenleri yapıp genel olarak
m utlu yaşarlardı.
Kolay olan çocuklarımızı favori olarak belirlemezdik tabü
ama onlarla zaman geçirmek keyifli olurdu.
“D andik yumuşatıcılar olduğunu bilmiyordum, Bray."
Brayden benim kolay çocuğumdu. Ortanca çocuk olarak böy­
le olması sıra dışı bir şeydi ama benim için harikaydı. Yere d ü ­
şen buz küplerini buzdolabının altına tekmelemek yerine eğilip
alır, sebze yemeyi sever, kendi çamaşırım kendi yıkardı. Meşgul
olacak bir şeyler bulmakta çok iyi olduğu için çoğunlukla evde
olduğunu bile anlamazdım.
“İyi yumuşatıcıların ismi vardır,” diye açıkladı, bana annesi­
nin gözleriyle bakarak. “Downy, Snuggle gibi. Şişede sadece y u ­
muşatıcı yazıyorsa dandik demektir.”
Dudaklarım bir gülümsemeyle gerildi. “Anlaşıldı.”
“Rosie, içeri geeeeeeellll!” diye haykırdı Spencer arka kapı­
dan. Sonra bana hitaben haykırmaya devam etti. “Babaaaa, Rosie
yine sincapları kovalıyor!”

53
A rka kapıyı açık bırak, canı isteyince girsin,” diye seslendim .
S o n ra sessizce ekledim: “U m arım yalnız g irer”
A lm an çoban köpeğimiz, arka bahçedeki orm an hayvanları­
n ın baş belasıydı. Gerçi kötü bir niyeti olduğundan değildi, sade­
ce o n la n arkadaşı sanıyor ve oynam ak istiyordu. A m a oyunları
h içb ir zam an iyi bitmiyordu.
“Bence b ir köpek kapısı yapalım,” dedi A aron, Spencer o n u n
y an ın d ak i sandalyeye yerleşip N intendo Svvitch’iyle oynam aya
başlarken. “Zil de takarız. Sincaplar onun çıktığını anlar.”
“Hafta sonu yaparız,” dedim kafa sallayarak. “H afta sonu d e ­
m işken, cum a akşamı evde kalm an gerekecek.”
A aron başını anında telefonundan kaldırdı.
“A m a M ialara gidecektim.”
Mia’yla birkaç aydır çıkıyorlardı. G arrett ile Callie gibi gerçek
lise âşıkları değillerdi ama kız iyi biriydi ve önüm üzdeki ay m e ­
zuniyet balosuna birlikte gideceklerdi.
“Mia’ya söyle buraya gelsin.”
“Burada takılmayı sevm iyorum ! Brayden ile Spencer bizi ra ­
hat bırakmıyor.”
Aaron kolay çocuğum değildi.
“Yapacak bir şey yok,” dedim . “Ben dışarıda olacağım, bu yüz­
den kardeşlerine göz kulak olm an gerek.”
“Evde kendi başlarına kalacak k adar büyüdüler! O n ları çok
şım artıyorsun.”
Brayden gündüzleri yalnız kalabilirdi ve S pencer’m çatıdan
atlamasını ya da mobilyaları m ahvetm esini önleyecek k a d a r s o ­
rum luluk sahibiydi. Ama geceleri korkuyordu. Sebebi de m u h te ­
melen gizlice indirdiği son Testere filmi veya in tern ette o k u d u ğ u
sayısız gerçek hayat korku hikâyesiydi.

54
“Uzatmanın manası yok, Aaron. Cuma gecesi evde kalacak­
sın, tartışma bitmiştir.”
Ne yazık ki on yedi yaşındaki bir genç için tartışma asla bit­
mezdi. Sonsuza dek devam ederdi
“Sen mercimeği fırına verebilesin diye ben planlarımı değiş­
tirm ek zorunda mıyım?”
Peçetemi masaya fırlattım.
“Bir, şöyle konuşmayı kes. İki, cuma akşamı BBM buluşm am
var, sonrasında da amcalarınla birlikte Dean’in bekârlığa veda
partisi olan balık tutma etkinliğine katılacağız.”
Garrett’ın en yakın arkadaşı Dean VValker benim dördüncü
kardeşim sayılırdı ve birkaç haftaya evlenecekti Müstakbel eşi
Lainey’yle tanışm adan önce striptizcilerle sayısız gece -ve gün­
d ü z - geçirdiği için bekârlığa veda partisini bir gece kulübünde
yapm ak yerine tekneyle göle açılmayı tercih etmişti.
“Teknede olacağım için senin burada olmana ihtiyacım var.
Ç ocuklar korkarsa büyükannenlerin gece gece buraya taşınm a­
sını istemem. Ve üç, aracımın taksitlerini ve sigortasını ödeyecek
durum a geldiğinde belki ben de senin için planlarımı değiştiri­
rim . O zamana dek böyle bir şey olmayacak maalesef”
Stacey’yle hâlâ evli olsaydık bu sorun olmazdı çünkü iki ebe­
veyn her zaman birden iyiydi ve evde oğlanlarla kalan o olurdu.
Gerçi çocuklarımız dünyaya geldiğinde Brady Bunch’ın jenerik
şarkısındaki hayatı -d ö rt adam bir evde kalıyor- yaşayacağımızı
düşünm em iş olsam da oğullarımla gayet iyi idare ettiğimizi d ü ­
şünüyordum . Hatta iyiden de öteydik.
Aaron pes ederek kafasını eğdi ancak pek de mutlu değildi.
“Boşanmanın en berbat yanı dadılığın bana kalması.”
“Biz de seni sevmiyoruz,” dedi Spencer, ağabeyine pis bir sı­
rıtışla bakarak.

55
Spencer tatil çocuğumdu. Nazik bir ruhu vardı ve edebileceği
tek hakaret buydu.
Brayden boşluğu doldurmakta gecikmedi. “Aynen. Mankafa.”
Aaron geri durur muydu? “Dangalak.”
"Çocuklar!” diye patladım. “Yeter.”
Mutfağa öfkeli bir sessizlik çöktü ama A aronın son b ir h o ­
m urtu çıkarması şaşırtıcı olmadı. Kendini tutam ıyordu.
“Yine de boktan bir durum.”
Bir yanım onu anlıyordu. Ben de onun yaşındayken kasabada
peşimde kardeşlerimle dolaşmaktan hoşlanm azdım . Fakat haya­
tın döngüsü buydu.
“Öyle. Ama ölmezsin, m erak etme.”

“Sonra Paul, artık beni çekici bulm adığım söyledi. O n beş yıl ve
on sekiz kilo, beni evli kalmak istemediği birine dönüştürm üş.”
Ahşap katlanır sandalyede oturan kadın, peçetesiyle y ü zü n ü ka­
patıp hıçkırdı. “En korkuncu da haklı olması! Gerçekten kendim i
saldım ve bu benim suçum.”
Adı Karendi ve Boşanmış, Bekâr ve M utlu -k ısac a BBM -
adm daki destek grubum uzun yeni üyesiydi.
Her ayın ilk cuma ve üçüncü pazar günleri, kasabanın etk in ­
lik salonunda buluşuyorduk. Eskiden çarşam ba günleri, İsimsiz
Seks Bağımlıları toplantısından sonra bizim buluşm am ız oluyor­
du am a seks bağımlıları sürekli boşanm ışları ayarttığı için g ü n ü ­
m üz değişmişti.
“Seni anlıyoruz. Dök içini, boşalt tüm hüznünü.”
D inine bağlı, etine dolgun, kızıl saçlı bir kadın olan Delilah,
kolunu Karen’ın om zuna sarıp onu kucakladı. Kendisi de değer

56
görm eden geçirdiği yirmi yılın ardından geçen güz kocasını
boşam ıştı çünkü kendi deyimiyle, “Onu artık götüne bile tak ­
m ıyordu”.
“Fakat şunu unutma, Paul senin iç güzelliğine layık bir adam
değildi. Şu anda böyle düşünmenin zor olduğunu biliyorum ama
buna inandığın günler de gelecek, söz veriyorum.”
ö lü p gitmiş uzun süreli bir ilişkinin ardından grup terapisine
katılıp acıklı hikâyeleri, başkalarının yalnızlığını ve kalp kırıklı­
ğını, uğradıkları ihaneti dinlemenin iç karartıcı olacağım düşü­
nenler vardı.
Ama aksine eğlenceli oluyordu.
Sebebi de daire şeklinde dizilmiş sandalyelerde oturan her bir
kişinin farklı bir karakteri olmasıydı. Dürüst, sıra dışı, kararlı ve
komik insanlardı. Tabii ayıkken. Birkaç kadeh içtiler mi grup te­
rapisi, üniversite birlik evlerindeki alkol partilerine dönüşüyordu.
“Paul güzel bir dayağı hak ediyor,” dedi Lou.
Lou altmışlı yaşlardaydı ve Kuzey Jersey’d e doğmuştu. Mafya
üyesi olduğundan neredeyse emindim.
Eskiden karısıyla bir bovvling salonları vardı ama üç çocukla­
rı evden ayrılınca işletmeyi satılığa çıkarmışlardı ve kadın, artık
ortak bir noktaları kalmadığım fark etmişti.
Diş hekim i Cari ve köpek kuaförü Maria onaylamasına kafa
salladılar.
Birbirinden tamamen farklı kişiliklerden oluşan grubum u­
zun yöneticisi olan sanşın, çilli Doktor Balish onu nazikçe payla­
dı. “Şiddet asla çözüm değildir.”
“Eh, bazen öyledir,” diye ısrar etti Lou omuz silkerek. “Asla,
asla dememeli, değil mi?”
Laura ona, korkak bir adamı sindirecek, hayal kırıklığı dolu
bir bakış attı, sonra gruba döndü.

57
“Hikâyeni paylaştığın için teşekkürler, Karen. U nutm ayın,
başkalarının duygularını kontrol edemeyiz. Sadece kendi tepki­
lerim izi kontrol edebilir ve mutluluğu kendi içimizde bulm aya
odaklanabiliriz.”
Dr. Laura, boşanm am ı takip eden aylarda Aaron, Brayden ve
Spencer’ın da terapistiydi. Geçiş dönem ini en doğru şekilde atla-
tabilm elerini istemiştim.
“Başka kim konuşmak ister?” diye sordu Laura. “Ne dersin
Connor? Bize son zamanlardaki düşüncelerinden bahseder m isin?”
İlk başlarda “grupla paylaşma” kısmı çok tu h af gelmişti.
Kendim i çıplak hissetmiştim. Fakat odadaki diğer kişilerin de ne
yaptıklarına dair hiçbir fikri olmadığını, herkesin gelişine dert
anlatıp en iyisini um ut ettiğini fark ettiğim de konuşm ak kolay­
laşmıştı.
“Son zamanlarda düşünüyorum da... belki de yeni bir ilişki
kaderimde yoktur.”
Yaşamımın bu noktasında sadece kendim olm ak ve sadece
kendi olmayı seven bir kadınla iyi vakit geçirip eğlenm ek, m u h ­
teşem bir seks hayatına sahip olm ak isterdim.
Basit, güzel ve keyif verici bir ilişkim olması m üthiş olurdu.
Çok fazla şey istemiyordum gerçekten. Ama görücü usulü ra n ­
devuları, tek gecelik ilişkileri ve aptal flört uygulam alarını d en ed i­
ğim iki yılın ardından, gökkuşağının altındaki altın sıçan tek boy­
nuzlu atın yalnızca bir efsane olduğuna inanmaya başlam ıştım .
Omuz silkip devam ettim. “Belki de bazılarım ızın ilişkilerde
tek bir şansı oluyordur.”
Tıkki dilini şaklattı. “Ah bebeğim, bu doğru değil. Aşk b ir n e ­
hir gibidir; hayat aktıkça o da akar. Sen sadece karışacak d o ğ ru
dereyi bulamadın. Ama dışarıda bir yerlerde o lduğundan em in
olabilirsin.”

58
Tikki dokuz kez evlenip boşanmıştı. İlişkilerde deneyimli
olduğu aşikâr olsa da uzun süreli bir ilişki için tavsiye verecek
doğru kişinin o olduğundan emin değildim.
Geçen buluşmamızda yeni biriyle çıkmaya başladığından bah­
setmiş olan yatak satış temsilcisi Stewart beni dirseğiyle dürttü.
“Dostum , dikkat et. Gerçekten zorlanıyormuş gibi konuşur­
san hiç beklemediğin anda aşk sana çarpar ve seni kendine kul
köle eder.”
“Dudaklarından dökülenler doğrudan Tanrının kulağına gi­
der, Stevv,” dedi Delilah.
“Aslında bu bir gerçek,” dedi Dr. Laura. “Bazen bundan, aşkı
çağırm am ak diye söz ediliyor. Hatta sadece ilişkiler için değil,
ham ile kalm ak ya da bir spor d a lın d a başardı olmak için de ge­
çerli. İşin özü şu ki aşkı bulmak, hamile k a lm ak ya da beyzbolda
topa düzgün vurabilmek için kendimize aşın baskı yapmak, çok
istediğimiz bu şeyleri bizden uzak tutar. Ne zaman akışa bırak­
sak ve ısrardan vazgeçsek, örneğin topa vurmak için sopayı sert
savurmaya değü de eğlenmeye odaklansak, dileklerimiz kendi
ayaklarıyla bize gelir.”
“Yani, ölene kadar yalnız kalmak kaderimde var, diye düşün­
meye devam mı etmeliyim?”
Dr. Laura ellerini kaldırıp omuz silkti.
“Denemekten zarar gelmez”

59
_ 5 __

1/Uf
emşirelik okurken bir yandan da erkek kardeşimle kız kar­
H deşlerime bakm ak ne kolay ne de ucuz olmuştu. Hayat cid­
den çok pahalıydı ve iyi para kazanmayan bir aile için her peni
çok değerliydi.
Bir gün kız kardeşimi okuldan alıp eve dönerken bir bahçe
satışına denk gelmiş ve beş dolara, yepyeni görünen bir dikiş m a­
kinesiyle kullanma kılavuzu bulmuştum. Çocukların yıpranan
kıyafetlerini onararak ya da satın aldığım büyük giysileri beden­
lerine göre ayarlayıp sırayla giydirerek biraz iktisat yapabilece­
ğim düşünesiyle onu satın almıştım.
Fakat makine, ailemiz için bir anda beklenmedik bir gelir
kaynağma dönüşmüştü. Dikiş kabiliyetim duyulunca kendimi
komşular için giysiler, perdeler ve Cadılar Bayramı kostümleri
dikerken bulmuştum.
Sonu gelmeyen o zor gecelerde, dikiş makinesinin uğultusuy­
la huzur bulan annemin yanında oturduğumu hatırlıyordum.
M akinenin sesi uyumasına yardımcı olmuyordu -zaten derin

61
uykuya dalması müm kün değildi- ama ona, m in n ettar olduğum
bir dinginlik veriyordu.
Lakesidea gelince de arkadaş gruplarım dan birini -L ainey
Burrows’un dikiş grubu- dikiş sayesinde edinm iştim .
Lainey, bir sosyal medya fenomeniydi ve Lainey yle Yaşam adlı
bir bloğu vardı. O da Lakeside’d a yeniydi; buraya Facebook için
eski bir göl evini onarıp yenilemeye gelmişti. N işanlısı ve aynı
zam anda liseli oğlunun m atematik öğretm eni D ean VValker’la da
bu şekilde tanışmıştı.
Dean ile Lainey, iki hafta sonra göl kenarındaki evlerinin arka
bahçesinde evleneceklerdi. Düğün dekorasyonunu ve p lanlam a­
sını Lainey üstlenmişti. Sosyal m edyasm da da banka hesabm ı
çökertmeden bunun nasıl yapılacağını takipçilerine gösteriyor­
du. Masalara yayılacak örtülerin m inik pem be-gri güllerini dikiş
grubu olarak biz dikmiştik mesela.
Genç kadın, yerel barlardan biri olan Chubby s’teki bekârlığa
veda partisini de tek başına organize etmişti.
“Selam Vi!” Doğum hem şirelerinden biri olan Effıe, kalabalı­
ğı yararak yanıma gelip beni kucaklarken m üziği b astırm ak için
bağırarak, “Nasılsın bakalım?” diye sordu.
Effıe benim yaşlarımdaydı ve o da dikiş grubundaydı. G eçen
sene kızı Ava’yı normal doğum la dünyaya getirirken -T a n rı m a­
zoşist kalbini kutsasın- Lainey nin hem şirelerinden biriydi.
“İyiyim. Burası harika görünüyor!”
Tavanı kaplayan gül rengi balonlardan güm üşi k urdeleler sar­
kıyordu ve perdeleri indirilmiş pencerelere “Tebrikler Lainey”
yazılı bir pankart asılmıştı. Köşelerdeki dört büyük ekran tele­
vizyonda altyazılı Father o f the Bride filmi oynuyor, h o p a rlö r­
lerden “It’s Raining Men” şarkısı yükseliyordu. Lainey ile D ean,
striptizci olmayan ayrı partiler düzenlemeye karar verm işlerdi ve
dışarıda, yalanda çakırkeyif olacak konukları evlerine g ö tü rm ek
için bekleyen dört beyaz limuzin bekliyordu.

62
“Kızım, bunlar ne lu!? Lainey resmen kendini aşmış! Gel,
sana göstereyim.”
Geniş salonu turlayınca Effie’nin haklı olduğunu gözlerimle
gördüm . Lainey muhteşem bir kızlar gecesi için hiçbir şeyi eksik
etmemişti.
Bir köşede bir boyun masörü, diğer köşede tahta benzeyen
m inderli koltuklara yerleşen konuklara m anikür'pedikür yapan
iki görevli oturuyordu. Şeker Diyarından fırlamış gibi görünen
bir şeker masası, tepsiler dolusu kapkek ve nerede durursanız
durun kolaylıkla ulaşabileceğiniz sebze tabaklan vardı. Pembe
kâğıtlarda pişirilmiş kapkekler beyaz kremalıydı ve üzerlerine
dikilen pem be çikolatadan penisler doğum günü m um lan gi­
biydi. Sebze tabaklarındaki havuçlar, sa la ta lık la r ve kabaklar da
lokm alık penisler şeklinde oyulmuştu. Never Have I Ever bingo
kartlarıyla kazananlar için ödül olarak ev yapımı meyveli banyo
topları ve Doğruluk mu Cesaret mi şampanya şelalesi hazırlan­
mıştı. Arka kapının yakınlarındaki bir masaya da falcıyla şat bar­
dakları yerleştirilmişti.
İki saatin ardından, Lainey’nin influencer olmayı bırakıp or­
ganizasyon işine girmesi gerektiğine karar verdim. Daha ilk yılı­
nı bitirm eden endüstriyi sallardı.
Effıe ve birlikte takıldığımız diğer birkaç kız tuvalete gidin­
ce ben de fal masasma geçtim. Minik şat bardaklarına gökku­
şağının tüm renklerinde içecekler doldurulmuştu ve masanın
arkasında siyah elbisesi ve yeşim taşı renginde eşarbı olan şık bir
kadın oturuyordu. Kulaklarından upuzun zümrüt küpeler sar­
kıyordu. Arkasındaki kocaman çarkıfeleğin üçgen bölmelerinde
PARA, SAĞLIK, AŞK, MACERA yazıyordu.
“Çarkıfelekte şansını denemek ister misin?" diye sordu, kır­
mızı dudakları bir gülümsemeyle gerilirken.

Grupla oynanan, partilerde bazen cezası şat içmek olan bir oyun, (ç.n.)

63
“Tabii. Neden olmasın?”
Kadın uzandı ve çark baş döndürücü bir hızla döndükten
so nra ağır ağır durdu.
Ok, AŞK kelimesinin tam ortasındaydı.
Ve daha önce penisini düşündüğüm yakışıklı bir yüz gözleri­
m in önünde belirdi.
Falcı kadın ellerini çırptı. “Aşk! Şahane aşk.” M asadan b ir şat
bardağı seçti. “Bunu içip aşkının adm ı yüksek, güçlü b ir sesle
söylersen hayat boyu m utluluk ve sevinç dolu bir aşk yaşarsın.”
Norm alde böyle hurafelerle ve batıl inançlarla işim olm azdı
am a bir partideydik. Başka nerede her şeyi salıverip gerçekleş­
mesi m üm kün olmayan şeylere inanabilirdiniz ki?
Şat bardağındaki bulanık sıvıya baktım .
“Bu nedir?”
Yirmi birinci doğum günüm de üniversiteden bazı arkadaşla­
rım benim için koca bir şişe değerinde tekila şat ısm arlam ışlardı.
Sonrasında günlerce hasta olmuş ve bir daha tekilaya elim i sür­
memiştim.
Taht O yunlarında Kuzey’in her şeyi hatırlam ası gibi benim
midem de hiçbir şeyi unutm azdı.
Kadın eliyle ağzını kapatıp, “Birkaç dam la lim on sıkılm ış vo­
tka,” dedi.
Pekâlâ, votka içebilirdim.
Bardağı ağzıma götürüp içindekini tek dikişte içtim ve alkol
boğazımı yakarak mideme doğru ilerlerken gözlerim i yum up ce­
saretli, yüksek, güçlü bir sesle, “Connor,” dedim .
Bu iki hecenin dudaklarım dan dökülm esinin hem en a rd ın ­
dan, om zum un arkasından keyifli bir ses yükseldi.
“Hangi C onnor?”

64
Ve ancak korku filmlerinin verdiği büyük bir dehşet hissiy­
le, bu sesin Callie Daniels’a ait olduğunu fark ettim. Genç kadın,
Connor’m kardeşi Garrett’m karısıydı. İkisi de lisede öğretmendi ve
kasabanın daim i mezuniyet balosu kral ve kraliçesi sayılıyorlardı.
Lanet olsun!
"C onnor Daniels mı yoksa?”
Yavaşça arkam ı dönerken, sesin sahibinin düşündüğüm kişi
olm am asını tüm varlığımla diledim. Fakat Callie Daniels’ın dos­
tane yeşil gözleriyle karşılaştığım anda um udum acı verici bir
ölümle bana veda etti.
Yutkunmaya çalıştım ama boğazım panikle daralmıştı.
Terlemiş elimi olabildiğince kaygısız şekilde salladım. “Hayır.
C onnor D aniels değil. Kesinlikle değil. Başka bir C onnor’ı kast
ediyordum.”
Callie’n in açık sarı kaşları çatıldı ve sarı kafası merakla yana
eğildi
“Ah. Başka bir C onnor demek.”
Yalan söylemeyi beceremezdim. Bu yüzden aklıma ilk gelen
şeyi söyleyiverdim.
a rp ) j rt
Tacomadan.
Savunm am ın iyi olacağını hiçbir zaman söylememiştim.
Callie gözlerini kıstı. Eh, onu suçlayamazdım.
“Tacoma’d an bir Connor, ha?”
“Evet.”
“VVashington’d aki Tacoma mı?”
O n iki yaşındayken kom şum uzun oğlu Noah Jarvis beni oto­
banın karşısındaki D unkin Donuts a koşmak için ikna etmiş ama
güney yönüne doğru giden şeridin tam ortasındayken panikle­
yip geri koşm aya çalışmıştı.

65
M aalesef bir Range Rover ona çarpınca tüm yazı traksiyon
tedavisiyle geçirmek zorunda kalmıştı.
Bu hikâyeden çıkarılacak ders şuydu ki plana sadık k alm ak ,'
h er zam an ileri gitmek en doğrusuydu.
“Aynen. Oradaki Tacoma.”
“Ciddi misin?” diye sordu genç kadın, bana inanm ıyorm uş
am a nezaket sınırını aşmamak için bunu dile getir m iyorm uş g ib i
İşte o zaman pes ettim. Çünkü yalan söylemek aşırı yorucuydu.
Uygunsuz gerçeği makineli tüfek gibi konuşarak dillendirdim .
“Peki, tamam. Ciddi değilim. C onnor D aniels’ı kast ed iy o r­
dum ama Tann aşkına, ona bir şey söyleme! H atta kim seye söy­
leme!”
Callie birkaç saniye sessiz kaldı ve bana öylece baktı. S onra
güzel yüzünde ağır ağır, sinsi bir gülüm sem e belirdi.
“Bu harika!”
“Kimseye söyleyemezsin!” Neredeyse çığlık atacaktım am a
kendimi tutmuştum.
“Connor benim kocamın ağabeyi. Sizi tanıştırabilirim .”
Ellerimi yüzüme sürttüm çünkü kadın beni dinlem iyordu.
“Violet hastanede çalışıyor. Kendisi hemşire.”
Lainey Burrovvs sohbete katılmıştı ve bana pek y ard ım ı d o ­
kunduğu söylenemezdi.
Çünkü mesleğimi öğrenmek, Callie D aniels’ı d ah a d a keyif-
lendirmişti.
“Bu mükemmeli” dedi. “Yani C onnor’la zaten tanışıyorsunuz.”
İki kadını kollarından tutarak köşeye çektim çü n k ü k ü çü k
düşürücü hayranlığımla ilgili konuşm anın duyulm asını iste m i­
yordum.
“Evet, tanışıyoruz. Birlikte çalışıyoruz. Bu yüzden b an a söz
vermelisin; İzci Kız sözü, gezgin vajina kardeşliği sözü, a rtık ne

66
dersen. Bu akşam burada duyduklarını hiç kimseye, özellikle de
KOCANA söylemeyeceksin. Şu klasik, ‘Ay tatlım, sana bir şey di­
yeceğim ama ağabeyine söylemeyeceğine söz ver repliği de olm a­
yacak. Evli çiftlerin bunu hep yaptığını ve o sırrın saklı kalm adı­
ğını biliyorum . G arrett bir erkek, yani konuşacağından eminim.”
“Bu doğru.” Lainey, devasa Gelin kadehine doldurulm uş
pembe içeceğin güm üş rengi pipetinin arkasından dili hafifçe
dolanarak konuşuyordu. “G arrett geçen gün Dean’le yeni fut­
bol sezonu için taktik konuşmaya geldi ama tek yaptıkları hangi
oyuncunun kim le çıktığı, kim in ilk maçtan önce terk edileceğiy­
le ilgili dedikodu etm ek oldu. İhtiyar teyzeler gibiydiler.”
“G ördün mü!? Hiçbir şey söyleyemezsin, Callie. Anlaman lazım.”
“Hayır, senin anlam an lazım!” dedi Callie, bir adım geri at­
mama neden olan bir hararetle. “Connor’ın çıktığı kadınları
görmedin.” Yeni m anikür yapılmış tırnaklarını tek tek indirerek
saymaya başladı. “Yüzünde ejderha dövmesi olan kız, sadece G
harfiyle başlayan yiyecekleri yiyebilen kadm, daha sonra FBI’ın
arananlar listesinde olduğunu öğrendiğimiz kadm. Bunlar bok
şovunun görünen kısm ı üstelik. Connor ilişki isteyen, aile k u r­
maya hevesli bir erkek. Yalnız kalamaz. Bu yüzden de ruh eşini
arayıp durm aya devam edecek ve kim bilir nasıl felaketlerle yüz
yüze gelecek. A m a sen m uhteşem birisin! Ayrıca norm al görü­
nüyorsun... ve bir hemşiresin! Demek istediğim şu, eğer C onnor
bir bilgisayarda hayalindeki kusursuz kadını yapmaya kalksaydı
çıkan sonuç sen olurdun!”
Ani b ir ağırlık göğsüme çöküp sesimi kıstı. Hüzünlü, gerçekçi
bir fısıltıyla konuştum .
“Beni görm üyor bile. İki yıldır birlikte çalışıyoruz ama yanın­
da olduğum un farkında değil.”
Callie elini benim kinin üstüne koyup sıktı. “Ya yanılıyorsan?
C o n n o r’ın, senin gibi birini fark etmemesi müm kün değil. Ya

67
seni görüyorsa? Veya seni görmesi için hafifçe d ü rtü lm esi gere­
kiyorsa? Erkekler bazen gerçekten aptal olabiliyor ve yardım a
ihtiyaç duyabiliyorlar.”
Lainey parmağını sihirli değnekmiş gibi Callie’ye d o ğ ru ltu p
salladı. “Bu da doğru.”
C onnor’la aramızın yapıldığını hayal etm ek için k en d im e b ir­
kaç saniye izin verdim. Beni evimden alm aya geleceğini, belki
bir buket çiçek getireceğini, benim kız kardeşlerim ve erk ek k a r­
deşim, onun çocukları ve genel olarak hayat h ak k m d ak i m u h a b ­
betim izin nasıl koyu olacağmı düşündüm .
Onu gülümsetmenin, kahkaha atm asını sağlam anın, h a tta
daha da iyisi onu inletmenin ve bana gözlerinde aç alevlerle b a k ­
m asının nasıl hissettireceğini gözüm de canlandırm aya çalıştım .
Bunun gerçek olmasını o kadar çok isterdim ki k alb im g ö ğ sü ­
me çarpmaya, başım dönmeye, ağzım kurum aya başladı.
Ama sadece birkaç saniyeliğine.
Sonrasında dünyaya geri döndüm . G erçekliğim e.
“Böyle bir riske girmeyi göze alamam. Bu kasabayı, h a s ta n e ­
yi ve işimi seviyorum. C onnor ona olan hislerim i ö ğ re n irse ve
duygularımız karşılıklı değilse yüzüne bir daha nasıl b a k a rım
bilmiyorum.”
Callie’nin yüzü anlayışla, belki acımayla yum uşadı.
“Hayatım senin ellerinde, Callie. Lütfen kim seye b ir şey sö y ­
lemeyeceğine söz ver.”
Genç kadının yüz hatları tereddütle gerildi; onu g eç m e k is te ­
m ediği bir sınırın ötesine sürüklediğim i d ü şü n ü y o rm u ş gibiydi.
Sonra içini çekti. “Peki, tam am . İstediğin buysa söz v eriy o ru m .”
Ferahlama hissi göğüs boşluğum u sardı.
“Teşekkür ederim.”
Callie kolunu benim kine geçirdi. “Hadi gel, birer içki içelim .”

68
"Evet, görüyorum ki ellerin boş" Lainey bunu daha yeni fark
etmiş olmalıydı. "Burada kimsenin eli boş kalamaz, hanımlar!"
O nlarla şampanya şelalesine giderken sırrımın güvende ol­
duğundan, hayatımda hiçbir şeyin değişmeyeceğinden emin ol­
m anın verdiği rahatlıkla doluydum.
Fakat Callie Daniels dışarıdan çok tatlı, şirin ve hilekârlıktan
uzak görünse de derinlerinde bir yerde... buna değeceğine inan­
dığı konularda yalan söylemenin sorun olmadığına inanan koca
bir yalancı yatıyordu.
Ve bana söz verirken sol elini ciddiyetle kaldırmış olsa da sağ
eli arkasmdaydı ve parmaklarım çaprazlamıştL
Boşluğumdan yararlanmıştı.
Tabii ben bunu uzun zaman sonra öğrenecektim.
H er şey için çok geç olduğunda.

69
6

fl-*UU-r

astanede yine gündüz vardiyasındaydınL Yavaş geçen bir


H perşem be sabahıydı ama acil serviste işler her an tersine
dönebilirdi. Forrest Gump’ın çikolata kutusu gibi, burada neyle
karşılaşacağınızı asla bilemezdiniz.
Meslekteki bu öngörülemezlik durumunu her doktor sev­
m ezdi am a ben seviyordum. Daima uyanık kalmamı ve devamlı
olarak bir şeyler öğrenip kendimi geliştirmemi sağlıyordu.
Saat on bir buçukta üç trafik kazasından dokuz hasta geldi.
Şükür ki hiçbiri ciddi yara almamıştı; birkaç dikiş, bir düzine
röntgen, iki kol askısı ve bir boyunlukla vakayı kapatıp ağrı kesici
ve istirahat önerisiyle onları evlerine gönderdim.
G ünlük programımızda öğle yemeği aramız oluyordu am a
hastanede program lar kuraldan çok birer öneri sayılırdı.
Bu yüzden, Garrett ile Dean’in beni beklediği kafeteryaya a n ­
cak iki saat sonra inebildim. Pazartesi günü kardeşim bana m e­
saj atıp m üsait olduğumda öğle yemeğinde buluşmak istediğini
söylemişti.

71
Kendime bir sandviç alıp kare masada G arrett ile D ean'ln
karşısına yerleştim.
Selam. Beklettiğim için özür dilerim.”
Kardeşim, “Sorun değil,” dedi. "Buranın çikolatalı p u d in ­
gi acayip iyi; Charlotteun doğduğu zam andan hatırlıyorum .
D em em o ki beklemek hiç sorun olmadı.”
Yemeğimden bir ısırık aldım. Bugünlerde sık sık sandviç yi­
yordum . Hızlı, doyurucu, genel olarak sağlıklıydı ve fazla tem iz­
lik işi gerektirmiyordu. Yani tam bekâr yemeğiydi.
“Eee, ne oldu? Niye görüşmek istediniz?”
“Bir nedeni mi olması gerek? Sadece ağabeyim i g ö rm ek iste­
miş olamaz mıyım?” dedi Garrett. “Bu hafta birkaç gün b o şlu ğ u ­
m uz vardı.”
“Tatilleri severiz,” diye ekledi Dean. K onuşurken m avi gözleri
kafeteryayı ve kapıyı inceliyordu.
“Peeeki.” Bir Deane bir kardeşim e baktım çü n k ü b ir şeyler
döndüğünü hissediyordum.
Şüpheli bir durum var gibiydi.
Ben baskı yapamadan Dean’in dikkati yine kapıya d ö n d ü .
“Hey, bakın, Violet geldi.”
Sandalyemde döndüm . Araba kazalarının ikisinde b irlik te ç a ­
lışmıştık ama bugün ilk defa ona doğru düzgün bakabiliyordum .
Vi kapı eşiğinde durdu ve çalışırken pek fazla tak m ad ığ ı siyah
çerçeveli, kütüphaneci stili, aşın seksi gözlüğünün a rd ın d a n k a ­
labalık kafeteryayı inceledi.
Bugün tavşan desenli form asını giymişti. H em şire fo rm a la rı
Violete çok yakışıyordu ama üzerinde m inik beyaz tavşan y ü zle­
ri olan bu lacivert forma bambaşkaydı.
Bana pijamayı anımsatıyorlardı ve bu da Vi’nin y atark en n e
giydiğini düşünm em e neden oluyordu. Tüllü, dantelli iç ç a m a ­

72
şırları m ı yoksa bahar tatilinde ıslanan tişörtler kadar saydam,
pam uklu takım lar mı? Bunu düşünürken de otomatik olarak
Violet’i yatakta çırılçıplak hayal ediyordum. Hayalimde upuzun
saçları yastığa yayılmış, şehvetli gözleri bana bakıyor oluyordu.
Ve bu güzel resim neredeyse her seferinde beni fena tahrik
ediyordu.
Gençlik günlerim den beri insan içinde ereksiyon olmamış­
tım am a Vi’yi ve tavşan desenli formasını düşünmeye devam
edersem rezil olm am an meselesiydi.
“Sen onu nereden tanıyorsun?” diye sordum Dean’e, Vi’nin
yemek sırasında ilerlemesini izlerken.
“Lainey’n in dikiş grubunda.”
“Lainey’n in dikiş grubu m u var?”
1800’lü yıllarda saçlarına aklar düşmüş kadınlar tarafından
kurulan dikiş gruplarının o zamanlarda kaldığını sanıyordum.
Dean tek om zu n u kaldırdı. “Hiçbir işe yaramayan şeyleri m ü­
kemmel parçalara dönüştürm ek Lainey nin işi. Sihirbazlık gibi
bir şey. Seksi, m o d ern sihirbazlık.”
Sonra ellerini ağzına siper edip odanın öbür ucuna seslendi.
“Hey, Vi!”
Vi kalabalığın gürültüsü yüzünden onu duymayınca bu kez
de iki parm ağını dudaklarına götürüp ıslık çaldı. Violet korkuyla
sıçradı, sonra bizi fark etti.
D ean elini sallayarak onu çağırdı. “Burada boş yer var. Gel,
bizimle otur.”
Violet’in bakışları kısa bir an için ihtiyatla Garrett’ı buldu
ama yüzüne hem en bir gülüm sem e yerleştirip bize doğru döndü.
Ve takıldı.
H em de havaya.

73
A nlık bir panik göğsüm ü doldurdu ama Vi düşm eden hafifçe
d ö n ü p dolu bir sandalyeye tutunm ayı ve onun için etkileyici bir
çeviklikle, içindeki hiçbir şeyi dökm eden tepsisini sandalyedeki
ad am ın kafasının üstünde tutm ayı başardı.
“M erhabalar,” dedi sağ s a lim masam ıza varıp yanım daki boş
sandalyeye otururken. “Teşekkürler. Burası bugün ne kalabalık
böyle.”
Soğuk çayından bir yudum aldıktan sonra D ean’le yaklaşan
dü ğ ü n ü hakkında konuşmaya başladı. “M asa ö rtü le rin in nasıl
görüneceğini görm ek için sabırsızlanıyorum .”
“Dean ile Lainey nin düğününe sen de m i katılacaksın?” diye
sordum .
“Evet.”
“Aaa,” dedi Dean, öne eğilerek. “Tam şu an d a ak lım a bir fi­
kir geldi. O turm a düzeni bir süredir Lainey’n in kafasına takılm ış
durum da. Bazı masalarm sandalye sayısı tek am a L ainey çift sa­
yılan sever.”
Lainey Burrovvs’la tanışm ıştım , o da en az B rayden k a d a r ra ­
hat ve tasasız biriydi. Birdenbire sim etri takıntısı geliştirm iş o l­
ması m üm kün değildi.
Ama Violet, sanki bu duyduğu son derece n o rm al b ir şeym iş
gibi kafa salladı.
“Doğrudur. Yani, herkes çift sayıları sever, değil m i? ”
“Kesinlikle,” diye devam etti Dean. “Bu yüzden şöyle d ü ş ü n ­
düm , nasıl olsa sen düğüne tek başına geliyorsun Vi. C o n n o r da
kimseyi getirmeyecek. Sizi yan yana oturtsak so ru n o lu r m u ? ”
Kardeşimle Dean’in hastaneye beni ziyarete g elm elerin in se ­
bebi böylece açığa çıkmıştı.
Violet birkaç saniyeliğine hiçbir şey dem edi.

74
Ben de konuşm adım çünkü onun cevabını duymaya odak­
lanm ıştım .
“Ah... Tabii, olur,” dedi sonunda. Ama pek de emin değilmiş
gibiydi. “C onnor la birbirimizi tanıyoruz, yani eğlenceli olacak­
tır. M um ları devirip masayı ateşe vermem.” Keskin bir kahkaha
attı, sonra kısık sesle, “Umarım,” diye ekledi.
A nnem in, yapmaması için hep uyardığı gibi sandalyesinin
arka ayakları üzerinde dengede dııran kardeşim hızla öne eğilip
ayaklarını zemine pat diye vurdu.
“Benim daha da iyi bir fikrim var. Nasıl olsa aynı masada o tu ­
racaksınız, niye düğüne de beraber gelmiyorsunuz?’
“İyi düşündün D,” dedi Dean rahatça. “Bu gerçekten de daha
iyi bir fikir.”
“C onnor, sen Violet’i evinden alabilirsin. Hem bu sayede oto­
parkta ekstra boş yer olur.”
D ean kafa salladı. “Hem de düğünümüzün karbon ayak izi
azalmış olur.”
“H epim iz üzerimize düşeni yapmalıyız,” dedi Garrett ciddi­
yetle, içine Al Göre kaçmış gibi.
Violet’in gözleri iki adam arasında gidip geliyordu. Sanki kar­
deşimle en yakın arkadaşı parlak far lambaları, kendisiyse bir ge­
yikti. Konuşmaya çalışırken sesi tiz çıktı. “Ben... şey... sanınm...”
İşim de iyi olmak için -k i işimde çok ama çok iyiydim- bazen
hastaların durum unu vücut dillerine bakarak anlamam gereke­
biliyordu. Acı çekiyorlarsa ne kadar şiddetli olduğunu bilmeliy­
dim. Konuşamayan hastalar olabilirdi, bu yüzden acılarım yüz­
lerinden okum ak zorundaydım.
Violet savunmasızdı, etkileyici bir dürüstlüğe sahipti. H isset­
tiği her şey yüzünden okunabiliyordu.

75
Şu anda da tereddüt, belirsizlik ve şüphe hissediyordu. Sebebi
G arrett’ın önerisine karşı olması değil, benim karşı olup o lm ad ı­
ğım ı bilmemesiydi.
Karşısındaki erkeğin onu dışarı çıkarm ak isteyip istem ediğini
bilm em ek bir kadın için çok kötü olmalıydı. U m ursam az büyü­
kanneleri ya da işgüzar teyzeleri tarafından g ö rücü u sulü ra n d e ­
vu ayarlanan kadınlar bu durum u iyi bilirdi.
Utanç, Violet’in yüzüne yayılıp güzel yanaklarım çilek reçeli
rengine boyadı.
Ve bu hiç hoşuma gitmedi.
Çünkü Violet çok güzel, çok harika biriydi ve h içb ir k o n u d a,
hiçbir şekilde utanması gerekmiyordu.
Bu yüzden cesaretimi toplayıp lafa girdim .
“Bence çok iyi bir fikir”
Hızla bana dönerken dudakları şok ve huşuyla aralanm ıştı.
“Öyle mi?”
Gözlerim onunkilerle buluştuğunda etrafım ızdaki hava par-
tikülleri adeta yavaşladı ve ikimizi kafeteryanın y o ğ u n lu ğ u n d an
uzaklaştırıp anın içine hapsetti.
“Evet, öyle.”
Karşımızdaki Garrett ile Dean’in bizi p ü r dikkat izlediklerini
hissedebiliyordum.
“Seninle yapmayı çok isterim Violet.”
Ve o özel an bozuldu.
Om uzlan titremeye başlayan Dean b u rn u n d an alaycı b ir ses
çıkardı. Kardeşim öksürerek gülüşünü bastırm aya çalıştı.
Kendilerine engel olamıyorlardı. Tüm günü yeniyetm elerle
geçirmek, beyinlerinin en azından yarısının hâlâ ergen gibi ç a ­
lışmasına neden oluyor olmalıydı.

76
Gerçi dü rü st olm ak gerekirse ben de onlardan daha iyi sayıl­
mazdım.
Ç ünkü gafımı düzeltm ek isterken daha da beter ettim.
"Benim arabam da yani.”
Şimdi Dr. Seuss’un kitaplarındaki cümlelerin +18 versiyonla­
rı zihnim de d ö rt dönüyordu.
Trende, uçakta, bir kutunun içinde, pelüş tilkinin önünde...
Vtolet’i orada, burada, şurada, her yerde...
Peçetemi yum ruğum un içinde sıktım.
“Seni evinden alıp düğüne götürmeyi çok isterim, Vi. Tabü
sen de istersen.”

Violet

Ben de istersem mi?


Ben de istersem mi?
Bu adam şaka m ı yapıyordu?
En büyük, en derin, en ıslak fantezimin gerçekleşmesini ister
miyim diye sorm asıyla eşdeğerdi bu.
“Tabii,” dem eyi başardım biraz tiz ama rahat bir tonla.
“İsterim. Çok... iyi olur.”
G eçen hafta Callie’nin söylediği bir şey aklımdan çıkmıyordu.
C onnor ın ilişki adam ı olduğundan ama bir türlü iyi birini bula­
m adığından bahsetm işti.
H ayatında birine ihtiyacı olduğunu söylemişti.
O biri neden ben olm uyordum ?

77
Belki onun da dediği gibi C onnor sahiden beni g ö rü y o r ve
gö rd ü ğ ü n ü beğeniyordu.
D ünyada bundan daha tuhaf şeyler de g erçek leşm işti
Pentagon, UFO’larm gerçek olduğu ilan etm işti am a kim se
um ursam am ıştı. Kanye başkanlığa adaylığını ko y m u ştu . Ve
bubble tea diye bir şey çıkıp cidden sevilmişti.
A ynca burada bir düğünden bahsediyorduk. G öl k e n a rın d a ,
m u m lar ve peri ışıklarıyla dolu bir m ekânda sıcacık, k ıp ır k ıp ır
şarkılarla dans edecektik.
Rom antizm in zirvesi olacaktı.
“Süper.” C onnorın yüzü sam im i bir tebessüm le ay d ın lan d ı.
Tanıştığımızdan beri ilk kez sol yanağındaki m ü k em m el, ya­
lanası gamzeyi fark ettim. Ve başım öyle bir d ö n d ü ki n ered ey se
sandalyemden düşecektim.
Bu konuşmanın ardından yemek yem em im kânsızdı. Bu y ü z ­
den köşedeki sütunun önüne konm uş çöp tenekesine g itm e n i­
yetiyle ayağa kalktım.
“Detayları sonra konuşuruz o zaman,” dedi C o n n o r. “Seni
kaçta almaya geleceğimi falan yani. Birbirim ize n u m a ra la rım ız ı
veririz.”
“Olur.” Takılmamaya dikkat ederek sandalyem i m asaya d o ğ ru
ittim.
Sesimi dengeli tutm ak için elim den geleni yapsam d a k a ­
famın içinde CONNOR DANIELS’LA LANET OLASI BÎR
RANDEVUYA ÇIKACAĞIM! diye haykıran coşkulu sesi su stu -
ram ı yordum.
D aha sonra, evimin m ahrem iyetinde hoplayıp zıp lay arak
sevincimi yaşayabilirdim ama toplum içinde görgü k u ra lla rın a
uymalıydım.

78
Sakin kalmam, asaletimi ve tabii ki gizemimi korum am ge­
rekiyordu. Yapmam gereken tek şey yürümek ve kafeteryadan
pürüzsüz bir çıkış yapmaktı.
Bunu yapabilirdim. Küçüklüğümden beri yürümeyi biliyor­
dum sonuçta, değil mi? Bu konuda profesyoneldim.
“Pekâlâ...” Tepsimi alıp ihtiyath bir şekilde gerilerken gözle­
rim i olabildiğince onun gözlerinde tutmaya çalıştım. “Sonra gö­
rüşürüz.”
“Tabii.” Sıcak bir tavırla kafasını salladı. “Görüşürüz.”
Sonra arkam ı döndüm ve... T anrının cezası duvara tosladım.
Alnım , sütunun doksan derecelik keskin kenarına sert bir şe­
kilde çarptı.
Tepsimdekilerin yere düşmesiyle çıkan gürültüden daha yük­
sek bir ses varsa o da arkamdaki üç erkeğin konuşmalarıydı.
“Kahretsin.”
“O fT
“Kesin iz kalacak.”
Ç arpm anın hızıyla geriye doğru sendelerken kafam acıdan
zonkluyordu ama dehşet içindeki kalbimin her atışıyla tüm vü­
cudum u saran utanç çok daha şiddetliydi.
C onnor birden yanımda belirdi ve dengemi sağlamama yar­
dım cı olm ak için kuvvetli elini omzuma bastırdı.
“İyi m isin?”
Avucum la yüzüm ü örttüm ve az önce yaşananlar hiç olm a­
mış gibi davranarak geri adım atıp ondan kaçmaya çalıştım.
“İyiyim. Gayet iyiyim."
Bu koca bir yalandı ama kafatasımın acıdan çatladığını ve
kalbim in utançtan kuru bir eriğe dönüştüğünü saklamak için bir
kahkaha attım.

79
“Ç ok sert çarptın,” dedi C onnor, daha da yaklaşıp yüzüm ü
inceleyerek.
Bir adım daha geriledim.
“iyiyim. H er şey yolunda. Hiç sorun yok.”
S orun yok diyordum ama bir yandan alnım kanıyordu.
A vucum sıcak sıvıyla kayganlaşmıştı; kafa yaraları, lan et olası
d ra m a kraliçeleri gibi kanamaya bayılırdı.
C o n n o r da kanı fark etti. Zaten bu rn u m a k ad a r aktığı için
görünm em esi artık imkânsızdı.
“iyi değilsin.” Kaşları endişeyle çatılırken sesi, h ay ır k elim e­
sini cevap olarak kabul etmeyen otoriter hekim to n u n a b ü r ü n ­
m üştü. Bu haliyle çekiciliği kat kat artıyordu. “Yarana b a k m a m
gerek. Hemen. Hadi gel.”
Bir süre sonra kendim i yatar vaziyette b u ld u m . C o n n o r
Daniels da hemen üstümdeydi.
Hayallerimdeki ya da fantezilerim deki gibi değildi tabii am a
buna da razı olacaktım.
M uayene odalarından birindeydik. Ben sedyeye u z a n m ıştım ,
o da kafam ın yanma çektiği taburede o turuyordu. Işıklar kapalı
olduğu için ortam biraz rom antik olabilirdi... tabii re tin a la rım ı
yakan ve yüzüm deki tüm çizgileri, tüm kusurları o rtay a ç ık a ra n
parlak spot ışığı olmasaydı.
Am a bunun keyfimi kaçırm asına izin verm eyecektim .
Evet, şimdi anın tadını çıkarm am çok önem liydi. C o n n o r’la
baş başa olm anın, dikkatini tam am en bana v erm esinin, e lle rin d e
lateks eldivenler olsa da bana d o k unm asının ve... boş b ir o d a d a
birbirim ize bu kadar yakın d u rm an ın keyfini so n u n a k a d a r s ü r­
m eliydim.
“için rahat olsun,” dedi C onnor. “O duvar b ird en b ire k a rşın a
çıktı. Kaçma şansın yoktu ”

80
Tanrım, bu adam çok tatlıydı. Üstelik bunun için çabalamıyor­
du bile. Bir an sarsıcı bir cazibe yayarken bir sonraki an bir kadının
rahm ini sızlatacak kadar tatlı bir adam olabilmesi beni her zaman
çok şaşırtıyordu. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum fakat bu anlar­
da yörüngesinde olabildiğim için şükran duyuyordum.
"Kendim i çok daha iyi hissettim şimdi,” dedim.
"Benim işim bu.”
Gözucuyla elindeki lokal anestezi şırıngasını gördüm.
“Azıcık acıtacak,” dedi.
G özlerim i yum arken, “Diğer kadınlardan duymuştum,” diye
espri yaptım .
C o n n o rın kıkırtısı aram ızdaki havayı doldurdu.
“B enim hakkım da konuşmuyorlardır,” diye takıldı.
C ildim in h er santim i karıncalanırken avuçlarım terden sırıl-
sıklam oldu çünkü... benim le flört ediyormuş gibiydi. Sanırım
bu gerçeklen oluyordu. Ya da kafamı düşündüğüm den daha sert
çarpm ıştım .
İğnenin ucu tenim e batm ca keskin bir nefes aldım.
“K usura bakm a,” dedi üzgün bir sesle.
“S orun değil.”
Ve ardından... büyük bomba... C onnor Daniels alnım a doğru
üfledi.
N eredeyse oracıkta orgazm olacaktım.
Yum uşacık nefesi serindi ve hafifçe nane kokuyordu. A lnım ın
acısmı bastırm ış fakat vücudum un diğer kısımlarına leziz bir
sancı yaymıştı. Karın kaslarım gerildi ve gümbürdeyen kalbimle
aynı ritim de zonklamaya başladı; dudaklarım dan engel olam adı­
ğım b ir inlem e kaçıverdi.
“O neydi?” dedi Connor.

81
Kurum uş dudaklarımı ıslatıp kalçalarımı oy n atarak ayak bi­
leklerim i üst üste attım. Az önce yaşananlar, zam an ın sonuna
dek m astürbasyon fantezilerimde yer alacaktı.
Z or da olsa, “Hiçbir şey,” demeyi başardım.
Sonrasında ikimiz de sessiz kaldık. C o n n o r keskin bakışlarını
yüzüm e dikip hiç titremeyen elleriyle yaram ı dik erk en o dadaki
tek ses kısık nefeslerimizdi.
Tıtanik filmindeki İhtiyar Rose’un deyim iyle, b u a n h ay atı­
nım en erotik anıydı.
Gerçi bu muhteşem bir şey miydi yoksa k en d im e üzülm eli
miydim emin değildim.
İşi bitince Connor, içimi baştan aşağı sıvı sıcaklıkla d o ld u ra n
şefkatli gözlerle bana baktı. “İyi m isin?”
(4 r r i •1 • • n
Turp gibiyim.
Connor doğrulmama yardım cı olup beni b acak larım sedye­
den sarkacak şekilde çevirdiğinde spot lam basının g ü m ü şi m e ­
talindeki yansımama baktım. “İyi iş çıkarm ışsın, koca ad am . Bu
yetenekle dikiş grubumuza katılabilirsin. İlgilenirsen h a b e r ver
de kaydını yaptırayım.”
Gülümsedi ama henüz doktor ciddiyetinden k u rtu lm a m ıştı.
Işaretparmağını görüş alanım da tutarak gözlerim e baktı.
“Parmağımı takip et.”
Elini sağa sola kaydırıp bakışlarımı inceleyerek bey in s a rsın ­
tısı geçirip geçirmediğimi kontrol etti. “Güzel. B enden iki ta n e
görüyor m usun?” diye sordu. “Ç ünkü bu m üthiş olurdu.”
“Ha ha. Bugün komikliğin üstünde.”
G eniş om uzlarından b irin i silkti. “E lim d e n g e le n i y a p ı­
yorum .”
Eldivenlerini çıkarıp çöp kovasına attıktan so n ra ellerin i y ı­
kam ak için lavaboya geçti.

82
“Dinle Vi, G arrett’ın düğün hakkındaki önerisi hoşuna git-
mediyse bana söyleyebilirsin. İstemiyorsan sorun olm az”
O anda tekrar duvara çarpmış gibi hissettim.
Hem de çok daha şiddetli, çok daha can yakıcı şekilde.
Arkası dönük olduğu için C onnor’ın beni görememesine se­
viniyordum zira şu anda yüzüm deki düş kırıklığını saklayabile­
ceğimi sanm ıyordum .
Ellerini kurulam ak için kâğıt havlu alıp tekrar bana döndü­
ğünde yüzüm e duygusuz, boş bir ifade yerleştirmeyi başarm ış­
tım. Hayatta kalamayacağını bildiğimiz hastalarım ızın aileleriyle
konuşa konuşa geliştirdiğim bir beceriydi bu.
“O nlar dedi diye benimle gitmek zorunda olduğunu hissetme.”
K onuşurken gülümsüyordu. Bana bir iyilik yapıyormuş ve
bun d an m em n u n olmalıymışım gibi.
Fakat aksine beni öfkelendirmişti.
“Tabii” Sertçe kafa salladım. “Ne demek istediğini anlıyorum.”
Cevabım onu şaşırttı. Ya da rahatsız etti.
“Bir dakika. Anladığın ne?”
“O rada sadece nezaketen öyle konuştun, değil m i?”
Aptal um utlar. Aptal hayaller. Aptal, aptal, aptal.
“D em ek istediğim bu değildi.”
“Ne dem ek istedin o zaman?”
“Rahatsız olm anı istem iyorum sadece. Ya da... kardeşimle
Dean’in ısrarı yüzünden benim le düğüne gitmek zorunda his­
setm eni.”
Göğsüm de kavuşturduğumu fark etmediğim kollarımı çözdüm.
“Tanrım , C onnor, ben zayıf karakterli biri değilim ”
“Biliyorum.”

83
H adi canım ?” diye çıkıştım. “Benim bir ağzım var, o n u da
biliyor m usun?”
İnan bana, dikkatim den hiç kaçmıyor.” Şimdi o da sertçe k o ­
nuşuyordu.
“Beni rahatsız eden bir şey olursa söyleyebilirim.”
“Farkındayım , Violet. Ben... bu özelliğini seviyorum .”
“Aynca bu sadece bir düğün. Birlikte gidip çok eğlenebiliriz;
b u n u hiç düşündün mü? Hem... hem ben çok iyi bir dansçıyım dır.”
C o n n o r hiçbir şey demeden bir süre beni izledi. S onra en se si­
ni ovuşturarak bir kahkaha attı. Konuşurken o nazik, alaycı to n u
sesine geri dönmüştü. “Ancak görürsem inanırım .”
“Tek yapman gereken keskin objeleri ve yakıcı sıvıları b e n d e n
uzak tutmak.”
Ağzının sol köşesi yukarı doğru kıvrıldı. Ç ok güzel g ö rü n ü ­
yordu. Connor çok güzeldi.
“Bunu çoktan aklıma yazmıştım zaten.”
“Peki o halde.”
“Güzel.”
ttO —
Süper.»
“Mükemmel,” derken sesi biraz daha kısıldı. Fısıltısı b u gece
kesin rüyalarıma girecekti.
Sonra sedyeden inm em e yardım etm ek için elini u zattı.
“Şimdi eve gitmeni istiyorum. G ünün geri kalanında izin yap.”
Yüzümdeki sancı yüzünden gözlerim i devirem iyordum a m a
konuşurken o duyguyu yansıtmaya çalıştım.
“Connor, ben iyiyim.”
“ö n e ri yapmıyordum, Violet. A lnında d ö rt dikiş var şu an d a.”
“Sarsıntı geçirmedim,” dedim.
“Ama çok ağrıdığına bahse girebilirim.”

84
Karşılık verm ek için ağzımı açtım... ve sonra kapattım.
Gerçekten de çok ağrıyordu. Ayrıca birinin beni gözetmesi, be­
nim için endişelenm esi çok iyi hissettiriyordu.
Bu kişinin Connor olmasıysa işin artısıydı.
D aha önce bu duyguyu hiç tatm amıştım.
“Stella’yı çağırm am ı istemezsin,” diye uyardı şakacı bir sesle.
“Beni çok korkutuyor.”
Stella Brine, acil servisin başhemşiresiydi. Saçmalık kabul et­
meyen, sözünü dinleten, omurgası çelikten yapılmış bir kadındı.
Damızlık Kızın Ö yküsündeki Lydia Teyzenin psikopat olmayan,
daha az zalim versiyonu olduğu söylenebilirdi. D onanm anın ta ­
lim çavuşlarına bile boyun eğdireceğinden emindim.
“Stella hepim izi korkutuyor. Bence bu, iş tanım ında var.”
“Olabilir.” C onnor sırıttı. “Bu arada, dikişlerin konusunda ne
yapdacağmı biliyorsun. Tamamen iyileşmesi yedi ila on günü b u ­
lur, sonra dikişler kendiliğinden düşer. Cadılar Bayram ının yakın
olmaması çok kötü; bu halinle süper Frankenstein olurdun.”
“Eh, daha mayıs ayındayız. Cadılar Bayramına kadar çok vak­
tim var. Kim bilir o zamana ne kazalar yaşanır.”
C o n n o r göğsünün derinliklerinden gelen bir kahkaha daha
attL Haftaya düğünde dans ederken bu göğsü yanağım ın altında
hissedebileceğimi, C onnor’la RANDEVUYA çıkacağımı düşü­
nürken içim kıpır kıpır oldu.
“Bugün kendine fazla yüklenme, olur m u?”
“Tamam. M uhtem elen yatıp uyurum . Ya da banyo yaparım.”
D uvara çevirdiği gözleri uzaklara dalıp adeta saydamlaştı.
“C o n n o r?”
Kafasını kaldırıp salladı. “Kusura bakma, aklıma gelen bir şey
dikkatim i dağıttı.” Boğazını temizledi. “Dikişlerinin kuru kaldı­
ğından em in ol. Köpük banyosu yaparken yani.”

85
Köpük banyosu dememiştim ama C onnor b ah sed in ce kulağa
çok hoş gelmişti. En sevdiğim arm ut kokulu m u m la rım ı yakıp
plakçalarım da Dionne Warwick’i dinleyerek krem si k ö p ü k le rin
arasında sıcacık, uzun dakikalar geçirmek m ükem m el o lab ilird i.
C onnor telefonuna gelen mesaja bakıp kapıyı işaret etti. “B enim
görev başına gitmem gerek.”
“Tamamdır. Ben de eve gidiyorum. H oşça kal, C o n n o r.”
Fakat kapıya gideceği yerde birden dibim de bitti. O k a d a r
yakınımdaydı ki vücudundan yayılan ısıyı h issed eb iliy o rd u m .
Sonra bana telefonunu uzattı.
“Numaranı şimdi vermek ister m isin?” R ehber kayıt sayfasını
açıp çoktan adımı yazmıştı. “D üğünle ilgili mesaj atarım .”
“Tabii! Tabü veririm.”
Numaramı kaydedip telefonunu ona geri v erd iğ im d e C o n n o r
ekranda birkaç yere tıkladı.
“Sana mesaj gönderdim, numaramı kaydedersin. Belki lazım olur.”
Ardından elini sağ omzuma koyup nazikçe sıktı.
“Hoşça kal, Violet. Kendine iyi bak.”
Ben daha cevap veremeden hızla dönüp o d ad an çıktı. B en de
boş odaya, “Olur,” diye yanıt verdim.
Ortada büyütülecek bir şey yoklu. C o n n o r d o st canlısı, ö z ­
güvenli bir adamdı. Sevgisini rahatça gösteren tip le rd en d i. O n u
doğum günü olan hemşirelere, yanına uğrayan aile ü y elerin e sa ­
rılırken görmüştüm.
Bana dokunmasının m uhtem elen bir anlam ı yoktu ve b u h iç
sorun değildi.
Yine de... Elimi omzuma götürüp C o n n o r’ın d o k u n u ş u n d a n
sonra hâlâ sıcak ve uyuşmuş durum da olan yere d o k u n d u m . Ve
tam bir m oron gibi kafamı duvara çarpıp karpuz m isali ç a tla tm a ­
m a değdiğine karar verdim.

86
7

^ 7 1 m halinle süper Frankenstein olurdun" mu?


Kendi kendini suratının ta m ortasından yu m r u k la m a ar­
zusu tu h af bir histi.
A m a b ü tün haftayı böyle geçirmiş, Violet’le son görüşm em iz­
de ona ettiğim mükemmel iltifatı her düşündüğümde kendim i
yum ruklam ak istemiştim.
Frankenstein...
A h m a k herif.
Birkaç gündür Violet’le aynı vardiyada değildik, bu yüzden
telefonum a bakıp duruyor, ne kadar geri zekâlı olduğumu fark
edip mesaj atarak düğüne benimle gelmekten vazgeçtiğini söyle­
m esini bekliyordum.
Fakat öyle bir mesaj gelmedi.
Bu yüzden düğün günü kendimi Hobbit’lerinkine benze­
yen, küçük, taştan bir kulübenin -bu arazi, Lakeside’ın ilk be-

87
lediye balkanına aitken burası m üştem ilat olarak k u llan ılıy o r­
d u - önünde buldum. Gri takım elbisem ve b o rd o kravatım la,
D ean ile Lainey'’nin büyük günü için Violet’i alm aya g elm iştim .
K am yonetim in kapışım kapattığımda ses göle ç a rp ıp hav ad a
yankılandı. Ceketimi düzeltip avuçlarımı p a n to lo n u m u n y a n la ­
rın a sürttüm . Çünkü çok... gergindim.
Ben hiç gerilmezdim ve şu anda neden böyle h issettiğ im i
bilm iyordum . Geçen gün Violet’in de dediği gibi b u sad ece b ir
düğündü, biz de iş arkadaşları ve yarı arkadaşlar o larak, o tu rm a
düzenine uymak için birlikte gidiyorduk. B üyütülecek b ir şey
yoktu.
Ama varmış gibi geliyordu.
Ya da o potansiyeldeymiş gibi.
Evin taşlı yolunun yarısını adım lam ıştım ki ah şap ö n kapı
açıldı ve Violet sundurmaya çıktı.
Olduğum yerde durup sersemlemiş halde o n a b a k a k a ld ım ve
dudaklarım dan otomatik bir fısıltı döküldü. “Tavşan d ese n li fo r­
m adan çok daha iyi”
Saçları salıktı ve onları nihayet bu şekilde g ö rm ek, h a y a lin i
kurm aktan bin kat daha iyiydi. Parlak, kahverengi d a lg a la r y ü ­
zünü çerçeveleyip omuzlarına, oradan da beline d ö k ü lü y o rd u .
Kaşlarına değen kâkülleri narin yüz hatlarını; iri, m a su m g ö zle­
rini, nokta burnunu, çekici çenesini ve m ükem m el gül re n g in d e -
ki çıkık elmacıkkemiklerini vurgulamıştı.
Şarap rengi, sade, straplez elbisesi vücuduna m ü k e m m e l o tu ­
ru p dolgun göğüslerini, incecik belini, sıkıca tu tu n d u ğ u m d a
m ükem m el hissettireceğine em in olduğum kıvrım lı k a lç a la rım
ve biçimli, upuzun bacaklarını ortaya çıkarm ıştı. G ü m ü ş re n g i,
ince bir zincirin ucundaki yuvarlak bir pırlanta, k ö p rü c ü k k e m i-
ğiyle kışkırtıcı göğüs dekoltesi arasında duruyordu.
“Ne dedin?”

88
“Hiçbir şey,” dedim güçlükle yutkunarak. “Sen..."
Uygun sözcükleri bulmak için beynimi yokladım. Büyüleyici?
Baş döndürücü? Leziz? Bunların hepsi yetersizdi
gerçek olamayacak kadar iyi görünüyorsun.”
Vi’nin gözleri ışıldarken dudaklarında capcanlı bir gülüm se­
me oynaştı.
“Teşekkür ederim,” derken gözlerini taranmış saçlarımda, göv­
demde, uyluklarımda gezdirip parlak mokasenlerimde durdu.
Hayatım boyunca pek çok kadının bu tür bakışlarıyla karşılaştı­
ğım için Violet’in gördüğü şeyi beğendiğini anlayabiliyordum.
Bunu bilm ek gerginliğimi yatıştırdı ve kalbim daha hızlı at­
maya başladı. Ciğerlerim hafifçe sıkışırken vücudumda beklenti
dolu bir elektrik akımı dolaştı. .
“Sen de inanılm az görünüyorsun.” Koyu renkli gözleri krava­
tım ı buldu. “Uyumlu giyinmişiz.”
Kafamı eğip ipek kumaşa baktım. “Gerçekten de öyle.”
Topukları sekiz santim kadar görünen, ön kısımları boncuk­
lu, b u rn u açık, bordo ayakkabılarım elinde tutuyordu. “Bunları
oraya vardığım ızda giymenin daha güvenli olacağım düşündüm .
D üğün m ekânına ulaşamadan bileğimi burkmak ya da dizimi
kırm ak istemem.”
“İyi fikir.” Violet’in saçlarının göle vuran güneş ışınlan gibi
parlam asını izleyerek yolun geri kalanım yürüdüm.
“O ğulların da düğüne geliyor mu?” diye sordu om zum un ar­
kasına bakarak.
“Evet. Aaron kendi arabasıyla kız arkadaşım alıp geleceği­
ni söyleyince Spence ile Brayden da onunla gelmek istediler.
Ağabeyleri benden daha havalı tabii.”
“Tabii,” dedi gülerek. “Senin aracında sadece ikimiz olacağız
• »
yanı.

89
Kafa salladım. Gözlerimi ondan ayı ram ıyordum .
“Sadece ikimiz.”
Yolda takılıp düşmesin diye kolumu ona uzattım. C entilm enlik
ölmemişti sonuçta. Aynca... ona daha yakın olmak da güzel olacaktı.
“H azır m ısın?”
Violet bir nefes alıp verirken burnum çilek kokusuyla doldu.
Tadını hiç kaybetmeyen, nefis, şekerli bir sakız gibi ağız su la n d ı­
rıcı, bağım lılık yapıcıydı.
Kolunu benimkine geçirdi. “Hazırım.”

Hassasiyet sahibi bir adam olduğum u düşünm eyi sev iyordum .


Duygularımla temas halindeydim , grup terap isin e g id iy o r­
dum ve... düzenli aralıklarla evimi süpürüyordum . O n beş yıllık
evlilik beni adeta eğitmiş, yeni saç stillerini ya d a değişen p e rd e ­
leri fark etmemi, battaniye ve yorgan arasındaki farkı b ilm e m i
sağlamıştı.
Yine de hâlâ bir erkektim.
Büyük hacimli motora sahip klasik bir A m erikan a ra b a sın ın
üzerindeki havalı çizgi deseni ya da yepyeni endüstriyel ja n tla r
dışındaki dekorasyon amaçlı, gösterişli dok u n u şlar b en i p e k de
etkilemezdi.
Ta ki şimdiye dek.
Dean, Lainey’nin m odern sihirbazlıkla ilgilendiğini söyle­
m ekte haklıydı. Çünkü Violet’le birlikte, büyülü bir h a rik a la r
diyarına dönüştürülm üş arka bahçelerine adım attığım ız a n d a
gözlerim kamaştı.
Tüm yüzeyler ve köşeler, pem be gül dem etleriyle, bukleli g ü ­
m üş kurdelelerle ve cam kapaklı beyaz m um larla süslenm işti.

90
Gül yapraklarıyla donatılmış uzun bir patika, berrak göl m anza­
rasına doğru uzanıyordu. Her iki yanına, şık pembe m inderleri
vc arka kısım larında zarif fıyonklan olan beyaz, ahşap sandalye­
ler yerleştirilm iş patikanın sonundaki maun iskelenin üzerinde
bir çardak vardı. Çardağın ahşap sütunlarını da uçuk pembe gül­
ler ve yeşil sarm aşıklar süslüyordu.
İskelenin sağ tarafındaki zümrüt yeşili çimlerin üzerinde lise
orkestrasının kemancıları, çelloculan ve arpçılan enstrüm anla­
rını hazırlıyordu ve eve daha yakın bir alana kurulmuş yanlan
açık beyaz çadırm tam ortasında kare şekilli meşe bir dans pisti
bulunuyordu. Pistin dört bir yanında, açık pembe örtüler seri­
lip üzerlerine güllerle dolu gümüş vazolar ve parlak gümüş rengi
servis takım ları yerleştirilmiş masalar vardı. Çeşit çeşit yiyecek­
leri barındıran upuzun büfe de arka tarafı tamamen kaplıyordu.
Ferforje tiki meşaleler ve kocaman ateş çanakları tüm alanı çev­
relerken yukarıdan da henüz y a k ılm a m ış dizi dizi berrak am pul­
ler sarkıyordu.
Hava büe mükemmeldi. Masmavi gökyüzü bulutsuzdu ve su­
dan gelen hafif esinti, güneşin sıcaklığım bastırıyordu.
“Vay anasını,” dedim, siyah şık smokiniyle bizi koridorun ba­
şında karşılayan Garrett a. En yakın arkadaşının düğününde yer
gösterm e görevini üstlenmişti çünkü kardeşimin de desteğiyle
Dean, sağdıçlık görevini Lainey’nin oğlu Jasona teklif etm işti
G arrett bahçeyi inceleyerek kafa salladı. “Ne sandın?”
Sonra Violet’in yanağına bir öpücük kondurdu. Ryan’ın karı­
sını ve Tim m y’nin nadiren edindiği uzun süreli kız arkadaşlarım
da bu şekilde selamlardı.
“Seni yeniden gördüğüme sevindim, Vi. Çok güzel olmuşsun.”
“Teşekkürler Garrett. Ben de seni gördüğüme sevindim.
Burası inanılm az olmuş.”

91
“Aynen. Lainey cidden kusursuz iş çıkarmış. D eane dediğine
göre düğün hazırlıklarıyla ilgili videolar, sosyal m ed y asın d a en
fazla görüntülenen içerikler olmuş ve bir sürü sp o n so rla reklam
anlaşm ası kapmış.”
“Bunu hak ediyor.”
G arrett kafa sallayıp damat tarafındaki sandalyeleri işaret etti.
“Hadi geçip oturun isterseniz. Gösteri kısa süre için d e başla­
yacak.”
İlk sıranın başköşesinde, m or gece elbisesi ve u y u m lu şap k a­
sıyla Dean’in mini m innacık am a delidolu bü y ü k an n esi o tu ru ­
yordu. O nun yarımda, otuzlu yaşlarda bir çocuğu olam ayacak
kadar genç ve sarışın görünen bir kadın vardı: D ean’in annesi.
O nunla yakın olmasalar da kadm ın düğün için Vegas’ta n gelece­
ğini anlatırken Dean çok heyecanlı görünm üştü.
Garrett’ın om zuna vurdum . “Sonra görüşürüz.”
Tim, Ryan, Angy ve annem lerin oturduğu sırada b o ş sa n d a l­
ye bulup yerleştik. Mekân hızla doldu; kasabanın yarısı ve lise­
nin öğretim personelinin tam am ı buradaydı. A ra sıra A aro n ’la
kız arkadaşı Mia, Brayden ve Spencer geldi m i diye etrafı k o n t­
rol ediyordum. Bahçeye adım attıklarını g ö rd ü ğ ü m d e elim i
sallayarak onları yanımdaki son boş sandalyelere çağırdım .
Oturduklarında da sandalyemle birlikte geriye d o ğ ru hafifçe y a­
tarak Vi’yi işaret ettim.
“Çocuklar, bu Violet. Vi, bunlar benim o ğ u llarım A aro n ,
Brayden ve Spencer.”
Tanışma faslı bir gurur anı gibiydi çünkü iyi ç o c u k la r y etiş­
tirm ek zordu, iyi çocuk olmaksa çok daha zordu. Ve şim d iy e d ek
öyleleriyle karşılaşmıştım ki üç tane terbiyeli ço cu ğ u m o ld u ğ u
için kendim i aşırı şanslı hissediyordum.
Violet bana doğru hafifçe eğilince o leziz çilekli sakız k o k u su
yine burnum u doldurdu ve tadına bakm ak için ağzım ı n a b z ın ın
attığı noktaya bastırmak istememe neden oldu.

92
“Tanıştığım a sevindim," dedi çocuklara sıcak bir tavırla.
Daha önceki dönemlerde, çıktığım kadınla ilişkim ciddile-
şene dek onu çocuklarımla tanıştırmayacağıma dair kendi ken­
dim e kural koymuştum. İstikrar önemliydi ve her zaman yanı­
m ızda olmayabilecek birine bağlanmalarını, ayrıca insanların
birbirinin hayatından öylece gelip geçmesinin sorun olmadığını
düşünm elerini istemezdim. Anneleriyle aramızda yaşananlara
rağm en aşkın bir öm ür sürebileceğine inanmalarını diliyordum.
Onlara, düğüne iş arkadaşlarımdan birini getireceğimi söyle­
m iştim , bu sayede akıllarına herhangi bir şey gelmeyecekti Violete
biri kafasıyla selam verdi, biri el salladı, diğeri de “Selam,” dedi.
O sırada müzisyenler enstrümanlarım hazırlayıp çalmaya
başladılar. Dean, Jason ve Garrett, iskeledeki çardağın altına sı­
ralanm ış bekliyorlardı. Yanlarında da Lainey’nin, nikâh kıymak
için çevrim içi ruhsat almış olan ablası Judith vardı.
Lainey nin annesi, damatlarından biriyle beraber koridorda
ilerledi, peşlerinden de açık pembe, kısa kollu, bir örnek elbiseler
içindeki diğer iki kız kardeşi geldi Onlar da kendi eşlerinin kol-
larındaydılar.
D ean ile Lainey dışadönük insanlar oldukları için, bebeksi
sarı saçları pembe-beyaz puantiyeli saç bandıyla süslenmiş kü­
çük kızları Ava’nın, onu izleyen yüzlerce gözün karşısında gü­
lerek ve tom bul elleriyle koridora güller serperek paytak paytak
yürüm esi hiç şaşırtıcı olmadı.
Ava, babasından bir öpücük kopanp ninesinin yanma oturdu­
ğu n d a d üğün marşı başladı, tüm konuklar ayaklandı ve Lainey,
b abasının kolunda koridorun başında belirdi. Altın saçları lü­
leler halinde sırtına dökülmüştü ve fildişi rengi, sırtı tamam en
açık, boncuklu ve dapdar bir gelinlik içindeydi. Yüzündeki saf
hayranlık ve adanmışlık ifadesine bakılırsa Dean’in ayaklan yer­
den kesilm işti. Bu kadına sahip olacak, onu sonsuza dek kolla­
rın d a tutacak adam ın kendisi olduğuna inanamıyormuş gibiydi.

93
Bu hissi hatırlıyordum. Umudu, sevgiyi, biriyle yeni bir haya­
ta başlayacak ve birlikte yepyeni anlar yaşayıp anılar oluşturacak
olm anın heyecanı dün gibi zihnimdeydi.
Bağlanmayı, paylaşmayı, en kötü anlarda bile yanında birinin
olacağını bilmeyi bazen tarif edilemeyecek kadar çok özlüyordum .
Lainey’nin babası, kızının yanağına bir öpücük k o n d u rd u k ­
tan sonra Dean’le tokalaşıp sandalyesine döndü. Bir yandan da
yaşlı, sert adamların yaptığı gibi mendiliyle gözlerini siliyordu.
A rdından Dean ile Lainey göz göze geldiler ve çiçeklerle b e­
zeli çardağın altında dünya evine girdiler.

Dean ile Lainey, bana göre bir düğünün olm azsa olm azı olan
yemek ve müzik için dışarıdan destek almaya karar verm işlerdi.
Lainey, konuklarının karnını bol yemekle, ru h u n u da eğlenceyle
doyurmak için bir DJ, beyaz eldivenli ikram görevlileri ve bar
servisi tutmuştu.
Kokteyl saati boyunca yığın yığın ordövr tüketildi, binlerce
fotoğraf çekildi ve içecekler şelale gibi aktı. Bi ara b ard an Violet
için beyaz şarap, kendim için viski kola alm ış yerim e d ö n ü y o r­
dum ki Dean’le karşılaştım.
İçecekleri masaya bırakıp kardeşim gibi g ördüğüm ad a m ı k u ­
cakladım.
“Tebrikler. Seninle gurur duyuyorum.”
Gülümsemesi o kadar parlaktı ki neredeyse beni k ö r edecekti.
“Sağ oL Balayma giderken piyango bileti alm ayı d ü şü n ü y o ­
rum . Çünkü benden şanslısı yok.”
Sonra cebinden bir anahtarlık çıkardı. A aron’ın anah tarlığ ı.

94
“Dinle, barm en kimlik istemiyordu ve Aaron bana, kız arka­
daşıyla birkaç içki içip içemeyeceklerini sordu. Senin için sorun
değilse benim için de sorun olmayacağını söyledim. Ve içecekse
araba anahtarını bana vermesini istedim.”
A nahtarı Dean’d en aldım.
“Tabii. Sorun yok. Aaron sorumluluk sahibidir.”
Ç o cu k lar için dünyadaki en ölümcül şeylerden biri m erak­
tı. G ençlerin üniversiteye geçtiklerinde kendilerini kaybedecek
kad ar içm elerini önlem ek için öncesinde alkolle tanışmaları
gerektiğine inanıyordum . Bir iki kadehin bile onları nasıl etki­
leyeceğini ve d ah a da önemlisi, sınırlarının ne olduğunu gör­
m eleri elzem di.
Kokteyl saati sona erdiğinde herkes masalardaki yerlerini
aldı. Violet otururken kadehini elinden alıp onun için sandalye­
sini çektim .
Lainey’n in en büyük ablası, Jason ve Garrett’m kutlama ko­
n u şm aların ın ardından Dean ile Lainey, Andy Grammer’ın “1
Am Yours” şarkısıyla ilk danslarını etmek için kalktılar.
Bu çok güzel bir şarkıydı ve onlara gerçekten uyuyordu.
A rd ın d an Lainey, babasıyla, Dean de büyükannesiyle biraz
dans ettikten sonra salatalar ve makarnalar dağıtıldı.
Violet ve oğlanlar yemeklerine gömülürken ben mekânın d i­
ğer u cu n d a bir başka çiftle muhabbet eden Garrett ile Callie’yi
izledim . Kardeşim kolunu Callie’nin beline sarmıştı; avucu kal-
çasındaydı ve dalgınca onu okşuyordu. İkisi lisedeyken bile hep
böyle el ele, kol kola durur, birbirlerine yaşlanırlardı. Bunu yap­
tık ların ın farkında olduklarını bile sanmıyordum. Bu yakınlık
on lar için son derece doğaldı.
Stacey ve ben hiç böyle olmamıştık Evliliğimizin ilk zam an­
ları bile... çabasız ve rahat geçmemişti. İlişkimiz daima düşünce

95
ve bazen de şiddetli sabır gerektirmişti. Eskiden, birlikteliğim izi
devam ettirebilm ek için ik im iz in de enerji harcam asının b ir a n ­
lam ı olduğunu düşünürdüm .
A m a şimdi... o kadar zor olmaması gerektiğini anlıyordum .
B irine âşık olmak, onunla bir hayat inşa etm ek basit b ir şey ol­
m alıydı.
Kulağım a Bray d en’rn sesi geldi. Gölden gelen esinti k âk ü lle­
rin i savurunca siyah dikişleri ortaya çıkan Violet e, K afana ne
oldu?” diye soruyordu.
“D uvara çarptım.”
Bray kafa salladı. “Ben de benzer bir şey yaşadım .”
Üstdudağından burnuna doğru uzanan ince beyaz çizgiyi işa­
ret etti. “Bu yara izini görüyor m usun?”
Vi başım sallayarak onayladı.
“Dokuz yaşmdayken bir keresinde hem y ü rü y o r h e m de su
içiyordum. Ayağım takılıp düşünce şişe du d ağ ım a g irip yardı.
İnsan böyle hataları sadece bir kez yapar.”
Muharebe hikâyeleri paylaşm a olayına Spencer da k atıld ı ve
ortanca ağabeyinin kucağına doğru eğilip Vi’ye kafasm m ark ası­
nı gösterdi
“Kafa derim in şurasında hiç saç çıkmıyor. A lt çek m ecelerin
birinden bir şey alırken Aaron bana söylem eden ü st çekm eceyi
açınca kafamı çarpmıştım.”
Masanın karşısında kız arkadaşıyla oturan büyük o ğ lu m s ırıt­
tı. “D aha dikkatli olmalıydın.”
Bu yorum unun karşılığı Spencer’ın ona dil çıkarm ası oldu.
“Ya sen, C onnor?” dedi Violet. “Hiç savaş yaran v ar m ı? ”
O m uz silktim. “Dizlerimde gurur duyduğum birkaç y ara izi
var. Liseden kalma futbol darbeleri.”

96
Kalçasında da ısırık izi var,” diye araya girdi Brayden.
Violet in kaşları kalktı. “Köpek ısırığı mı?”
Başımı iki yana salladım. "Hasta ısırığı.”
Genç k adın ağzını kapatarak bir kahkaha patlattı. “Yok artık!”
M ahcup şekilde sırıttım . “Üçüncü muayene odasında oldu.
Sarhoş bir kadınla ona ihanet ettiğini öğrendiği erkek arkada­
şının arasına girm iştim . Adama dışarıda beklemesini söylemek
için dön d ü ğü m sırada kadın saldırıya geçti. Neyse ki kuduz testi
negatif çıktı am a sağ kalçam ın üst kısmındaki yara izi benim le
kaldı.”
Violet b ir kahkaha daha atarken yanakları güzel bir kırm ızı
rengini aldı.
“G örülm eye değer b ir şey olmalı.”
G arsonlar boş tabakları toplarken DJ bir süredir çaldığı asan­
sör m üziklerinden klasik pop parçalarına geçiş yaptı. “U Can’t
Touch This” şarkısı çalm aya başladığında Violet oturduğu yerde
zıpladı. B unu yaptığında olağanüstü biçimde sallanan göğüsle­
rinden gözlerim i alam adım .
“Ooof! M ükem m el bir şarkı bu. Hadi dans edelim!”
Ben, D aniels erkeklerinin “yalnızca ayıkken slow dans” k u ra­
lını açıklayam adan önce Brayden hepimizin adına cevap verdi.
“Biz pek dans etmeyiz.”
Vi vazgeçmedi. “D üğünlerin güzel yanı da bu ya! Dans ede­
m eyenlerin bile dans etm esi için harika bir şanstır çünkü kimse,
kimseyi görm ez. Ayrıca bu m üthiş bir şarkı. Sekizinci sınıf okul
sonu balom dan beri MC H am m er’a bayılırım. Büyük dans ya­
rışm asında A nnie Burgler’la finale kalmıştık ve ‘2 Legit 2 Q u if
şarkısıyla ettiğim dans sayesinde kazanmıştım.”
“M C H am m er kim ?” diye sordu Brayden.
Violet bana suçlayıcı bir bakış atmak için döndü.

97
Ç ocukların M C H am m er’ı tanım ıyor m u?”
“Sanırım... hayır.”
Bir ebeveyn olarak görevini yapamamışsın.
Ben gülerken Violet ayakkabılarını tekrar çıkarıp kalktı ve
m asadan birkaç adım öteye gitti.
“M C H am m er bir şarkıcıdır,” dedi oğlanlara. Bu da M C
H am m er dansı.”
Bacaklarını açıp dizlerini büktü, kollarını iki yana açtı ve
ayaklarını sürüyerek soldan sağa, sağdan sola hareket etti. B unu
üç kez tekrar ettikten sonra sıçradı, ayaklarını ö n ü n d e çaprazladı
ve ayak sürüm e hareketine devam etti.
Spencer etkilenmiş gibiydi. Brayden ise... hiç etkilenm em işti.
“Bu dans her neyse hayatta yapmam.”
“Akıllıca bir seçim, Bray,” dedi Aaron. “Akıllıca.”
“Ben yaparım.” Spencer sandalyesini geri itti.
“Aferin sana.” Violet ona beşlik çaktı, sonra p arm a ğ ın ı bize
doğrulttu. “Korkak tavuklar sizi.”
Spencer da onu destekleme amacıyla, “Git git gıdak,” diye ta ­
vuk sesi çıkardı ve ikisi birlikte piste çıktılar.
Yerimden kalktım ve içkimi yudum larken onları izlem ek için
döndüm . Düz bir çizgi halinde yürüm ekte zorlanan b irin e göre
Violet’in dans figürleri şaşırtıcı derecede iyiydi. K alçalarını k ı­
vırıyor, hayranlık uyandırıcı poposunu özgüvenle iki yana sal­
lıyordu.
Üzerimde bu şekilde hareket ettiğini, saçlarının sa v ru ld u ğ u ­
nu, m em elerinin yalayıp ısırabileceğim kadar y ak ın ım d a sa lla n ­
dığını hayal ettiğimde aletim uyanıverdi.
Am a sonra Vi dansı çeşitlendirdi ve Spencer a, R oger R abbit
ve Running Man figürlerini öğretip kahkahalarla iki b ü k lü m ol-

98
m asına neden oldu. Oğlumun suratının, Violet'in neden olduğu
saf neşeyle aydınlanmasını izlerken içimde beliren hisler de ta­
m am en değişti.
Bitm eyecekm iş gibi gelen bir günün ardından eve dönmek
insana m üthiş bir mutluluk verir, göğsündeki ve omuzlarındaki
yükü alıp ru h u n u gevşetirdi. Çünkü nihayet evinizde olduğunu­
zu bilirdiniz.
Violet ve Spencer’ı izlemek de tıpkı buna benziyordu. Eve atı­
lan ilk adım lar gibi huzur verici bir tatmin hissiyle dolmuştum.
Ve doğruyu söylemek gerekirse bu dehşet verici bir şeydi.
Buna yakın bir duygu hissetmeyeli yıllar olmuştu. Onun da nasıl
bittiğini herkes biliyordu.
İçkim in kalanını tek dikişte içip oturdum. Violet ve Spencer
m asaya döndüklerinde hâlâ gülüyorlardı.
O n ları h ak ettikleri gibi alkışladım. “Süper figürlerdi"
“D ansta iyi olduğum u söylemiştim,” dedi Vi, hızlı ve sevimli
bir reveransla. Bunu yaparken hiçbir yere takılmaması, dans ha­
reketleri gibi etkileyiciydi. Sonra uzanıp masadaki ç an tasın ı aldı.
“Ben b ir tuvalete gidip geleceğim.”
Mr p »
Tam am .
Ve evet, sandalyemin arkasından geçtiğinde döndüm... ve gi­
dişini izledim .
Klişe olduğunu biliyordum ancak kendime engel olamamıştım.
Spencer, Shirley Temple kokteylinden uzun bir yudum aldı,
so n ra soluk soluğa bana baktı. “Violet çok eğlenceli.”
“ö y le,” dedim .
“Sence bizim dadımız olur mu? Aarondan çok daha güzel. Ve
ben im ayak gibi göründüğümü söylemeyeceğinden eminim.”
G üldüm . “Vi bir dadı değil, Spencer. Bir hemşire.”

99
Bu daha iyi. M erdivenden düşersem ya da Rosie yine postacı
Bay M alkovich’i ısırmaya çalışırsa ne yapılacağını iyi bilecektir!
O n a sorm alısın b ab a”
“Bakanz.”
Bu lafı kullanm akta benden iyisi yoktu. Sesime ve yüzüm e
kattığım dürüstlük yüzünden bazen neredeyse ben bile kendim e
inanıyordum .

A na yemekler servis edildi. Büyükler için kırm ızı et ve d en iz


ürünleri tabağı, çocuklar için çıtır parm ak tavuk ve p atates k ı­
zartm ası hazırlanmıştı. Aaron iki seçeneğin arasında k a ld ığ ın ­
dan dolayı yetişkin tabağını seçip bifteğini yedi am a d en iz ü r ü n ­
lerini pek sevmediği için ıstakoz kuyruğunu Mia’ya verdi.
Violet, yemekle birlikte servis edilen şarabını b itird iğ in d e
bara gidip içkilerimizi tazeledim. Tam o tu ru y o rd u m ki S pencer
gölün üzerindeki alacakaranlık gökte uçan bir kuşu işaret ederek,
“Hey, bakın, bir kel kartal!” diye bağırdı.
“Lise binasının yakınında da bir kartal yuvası var,” d ed i V iolet,
çenesini avucuna dayayarak. “Geçen gün oradaki koşu y o lu n d a
koşarken gördüm.”
“Niye lisenin koşu yolunda koşuyorsun?” diye so rd u m .
“Evinin yanındaki arazide koşmaya uygun pek çok güzel yol var.
Neden oralara gitmiyorsun?”
“Hastanede çalışmaya başladığım ikinci hafta izin alm ıştım ,
hatırlıyor m usun?”
Şu noktada sabah kahvaltıda ne yediğim i h a tırla rsa m ş a n s ­
lıydım; elli yaşında ne halde olacağım ı d ü şü n m e k bile is te m i­
yordum.

100
“Hayır, hatırlamıyorum."
“Eh, izinliydim çünkü evimin yanındaki patikalardan biri­
ne koşm aya gidip yolun ortasında hiç işi olmayan aşın büyük
bir kayanın üstüne atlayıp bileğimi burkmuştum. Çok fenaydı.
Üzerine ağırlığım ı veremiyordum, bu yüzden birinin yakınlar­
dan geçip bana yardım etmesi için bekledim ama kimse gelmedi.
Ben de em ekleye emekleye eve döndüm ve karanlıkla sivrisinek­
lere açık büfe oldum . Bu kasabadaki bütün kan emicilerin tadı­
m a baktığına yem in edebilirim.”
Eh, onları kim suçlayabilirdi?
“O zam andan beri orm anda tek başıma koşmuyorum.”
Spencer kolunu vinç gibi hareket ettirerek alkolsüz koktey­
lindeki kirazı sapından tutup ağzına götürdü ve ağzı açık şekilde
çiğnerken V iolete döndü. “Babam da koşuya çıkıyor. Bazen has­
taneye koşarak gitm ek için sabahlan evden erken ayrılıyor.”
Violet ona sıcacık bir tebessümle baktı. “Onu fark etmiştim.”
Acaba hakkım da başka neleri fark etmişti?
“Hey, baba, neden Violet’le birlikte koşmuyorsun?” diye
önerdi Brayden. “O rm andaki patikalan kullanırsınız, o da yalnız
kalmaz.”
“Aynen,” dedi en küçük oğlum. “Sonra da işler iyiye giderse
V iolet’le sen S-arkadaşı olursunuz.”
H en ü z bitirm ediğim viski kolamı ağzımdan püskürttüm.
Aynı anda Violet de şarabından aldığı yudumla boğulacak
gibi oldu.
“N e o lu ru z ne?” dedim çatallanan sesimle.
Spencer m asum ca gözlerini kırptı. “Spor arkadaşı. Kimse yal­
nız kalm asın diye Bayan Goober bizi her hafta sınıftaki farklı bi­
riyle eşleştiriyor ve spor arkadaşı oluyoruz."

101
Ah. Kafa sallayıp boğazımı temizledim. “Spor arkadaşı. Thbll,
doğru.”
V iolete baktığım da onun da gözleri bana döndü ve bakışları*
m ız buluşunca aram ızda bir kıvılcım, bir bağ, sam im i ve tatlı bir
sıcaklık oluştu.
“N e dedim sandın ki?” diye sordu Spencer.
N e sandığım ı çok iyi bilen Brayden kafasını geriye atarak gül­
m eye başladı.
“Şey...” Kaşımı kaşıyarak söyleyecek bir şey bulm aya çalışı­
yordum ki DJ’in, “H anım lar ve beyler, tatlı masası açıldı. Lütfen
buyurun," diyen sesi m ekânda yankılandı.
Spencer’ın kafası, tenis topunu takip eden bir köpeğinki gibi
hızla döndü.
O ve Brayden sıranın en önünü kapm ak için koşarlarken ben
Violete doğru eğildim. “Tam zam anında.”
“Aynen.” Başparmağını kaldırdı. “Şeker, günü kurtardı.”

Sonrasında parti gerçekten başladı.


Yemekler yenip hava tam am en kararınca m eşaleler ve ateş ça­
naktan yakıldı, m üzik son ses açıldı ve dans pisti do lark en k a h ­
kahalar tüm bahçeyi sardı. Aaron, kız arkadaşıyla d an s etm ek
için kalkarken küçük oğlanlar da Lainey’n in yeğenleriyle m u h te ­
melen gölün oraya eğlenmeye gitm işlerdi. Vi bir süre Callie, n e ­
dim eler ve hastaneden tanıdığı birkaç kişiyle dans ettik ten so n ra
yanıma döndü.
Şimdi ikimiz masada baş başa, rahatça oturuyorduk. M u m ların
ışığı, yüzünde dans eden güzel gölgeler oluştururken Violet, “Eski
karınla iyi anlaşıyor m usunuz?” diye sordu.

102
Cevap verm eden önce bir süre düşündüm.
"ö y le de denebilir. Tabii sadece birbirimizle konuşmak zo­
ru n d a kalm adığım ız ve bir konuda hemfikir olduğumuz za­
m anlarda.”
Violet kıkırdadı. “Kusura bakma. Bunu sormamalıydım."
“Hayır, sorm an iyi oldu. Kasabadaki çoğu insan benimle bir
şekilde yaralıym ışım gibi konuşuyor. Birinin bana acımadan bu
konuyu açm ası iyi geldi doğrusu."
“A n n em le babam , ben çocukken ayrıldılar," diye açıkladı.
“Sonra b ir araya geldiler. Ve yine ayrıldılar. Birbirlerini bir türlü
bırakam ıyor am a birlikte de yaşayamıyormuş gibiydiler. Babam
hiçbir zam an çocuk istememiş ama ne tuhaf ki eve her döndü­
ğünde an n em i ham ile bırakacak kadar kalıyormuş. Sonra da çe­
kip gidiyorm uş.”
“En so n u n d a birleştiler mi peki?”
“Hayır. A nnem vefat etti. Göğüs kanseri” Violet içkisinden
bir y u d u m aldı.
“Başın sağ olsun.”
Hafifçe kafa salladı. “Annem hastalandığında babam, haya­
tın ın aşk ın ın solup gitmesini izlemeye dayanamayacağı için bir
dah a eve dönm eyeceğini söyleyen bir mektup gönderdi."
“Ve o n a bakm an için seni yalnız bıraktı.” Sesimde bir sertlik
belirm işti çü n k ü Violet’in babası bencil, lanet pisliğin tekiydi.
G en ç k ad ın başını masaya eğerek hüzünle gülümsedi "öyle
sayılır.”
“Kaç yaşm daydm ?”
“A nnem öldüğünde yirmi bir yaşındaydım."
“BRCA testi yaptırdm mı?”

103
Bu çok kişisel bir soruydu ama beynim in böyle şeyleri bilen
tarafını kapatamıyordum. Ailesinde göğüs kanseri geçm işi olan
ve vücudunda BRCA1 ya da BRCA2 yatkınlık genlerini taşıyan
kadınların, diğer k a d ın la ra göre göğüs kanserine yakalanm a ora-
n ın m daha yüksek olduğu bir gerçekti.
“E v et Negatif çıktı. Ama küçük kardeşim C hrissy’d e BRCA2
m utasyonu bulundu. Yirmi iki yaşına bastığı gün iki göğsünü
de aldırdı.”
“Tannm .”
“Neyse ki şimdi iyi. A nnem in başına geleni asla yaşam ayacak
olması beni rahatlatıyor.”
“Hemşire olmanın sebebi bu m u?” diye sordum .
“Sebeplerden biri bu. Hastalığı iyice ciddileştiğinde çoktan
d a m a r yolu açmayı, kan basıncını takip etm eyi ve ilaçlarının d o ­

zajım ayarlamayı öğrenmiştim. Kemoterapi sırasm da d a o n a en


çok yardımcı olan kişiler hemşirelerdi. G erçekten de büyük...”
“... fark yaratıyorlardı,” diye tam am ladım lafını.
Hemşireleri görev başmda çok izlem iştim ve b u n u y aptıkla­
rım biliyordum.
“Öyle.”
“Sonrasında baban sizi görmeye geldi m i?”
“Hayır. Onu... en son on yedi yaşındayken g ö rd ü m san ırım .
Dediğim gibi, çocukları pek sevmezdi. Bence o n u n için a n n e m e
âşık olmasının yan etkileriydik. Bizi katlanm ak z o ru n d a o ld u ğ u
bir şey gibi görüyordu ve annem gidince bizim le de işi bitm işti.”
Bunu hiçbir şekilde aklım almıyordu. D ünyada Vi’n in babası
gibi tonlarca boktan adam olduğunu biliyordum am a d ü şü n c e
tarzlarını anlamaya çalışmak, dişi kurbağaya döllerini b ıra k tık ­
tan sonra siktir olup giden erkek kurbağanın z ih n in e g irm ey e
çalışmaktan farksızdı.

104
O n ları asla anlayamayacaktım.
M asadaki elinin üzerine elimi koyup başparmağımı teninde
gezdirdim . “Ç ok üzüldüm , Violet"
Tek om zunu kaldırdı. “Sorun değil Üstünden çok zaman geçti
Yani çoğu zam an öyle geliyor." Kafasını çevirip ateş çanaklarından
birinin tu ru n cu alevlerini izledi Yeniden bana döndüğünde sesi
daha canlı ve neşeliydi. “Vay canına, ne eğlenceli bir arkadaşım
ama! C anım sıktım, kusura bakma."
“C an ım ı sık m ad ın ”
K afasını inanm azlıkla yana yatırdı. “Tabii tabii Terk edilme,
kanser, ölüm ... H epsi eğlenceli konular çünkü."
G ü lerek başım ı sallarken bunun yıllardır çıktığım en iyi ran­
devu o ld u ğ u n u söylesem mi diye düşündüm.
A m a so n ra hoparlörlerden Tom Waits’in, âşık olmamayı um ­
d u ğ u n u söyleyen pürüzlü sesi ve gitar notalan yükseldi
Bu y ü zd en ben de, “Dans etmeliyiz,” demeyi seçtim. “Dans
etm ek ister m isin?”
V iolet gözlerim e baktı. “İsterim.”
“Güzel.” Kalkıp elimi uzattığımda tereddüt etmeden tuttu.
“H ad i gidelim , spor arkadaşım.”
Vi kafasını geriye atarak bir kahkaha patlattı. Gülüşü öyle güzel
ve tasasız, öyle tadıydı ki göğsümün sıkışmasına neden oluyordu.
“S pencer öyle dediğinde kalbim durdu sandım. Acayip ko­
m ikti.”
“B enim çocuklarım böyledir işte.” FJini bırakmadan onu piste
y ö n len d ird im . “Küçük kahkaha makineleri."

105
Vi’n in evine dönüşüm üz, düğüne gidiş yolculuğum uzdan daha
farklı oldu çünkü giderken ikimiz yalnızdık ve yavaş m ü zik eşli­
ğ inde m uhabbet edip ara sıra birbirim ize gizli bakışlar atm ıştık.
D önerken ise... arkada üç yeniyetme, ön koltukta da aram ıza
sıkışm ış on yaşmda bir çocuk taşıyorduk. Laf dalaşları, sızlan­
m alar, durm adan radyo kanalı değiştirmeler, klim anın ayarlarıy­
la oynam alar da tabii ki eksik değildi.
Tek eksik Rosie'nin havlamalarıydı.
Sonra Brayden, ayakkabılarıyla çoraplarını çıkarıp çıplak
ayaklarım arkadaki orta konsola uzatmaya karar verdi.
Ve kıyamet koptu.
“O ha artık!” diye bağırdı Aaron. “Ayakların b o k gibi k o k u ­
yor!” Mia eliyle ağzmı ve b u rn u n u kapatınca en b ü y ü k oğlum
daha da sinirlendi. “Kız arkadaşım ın m idesini b u lan d ırıy o rsu n .
Lanet ayakkabılarını giy hem en.”
“Benim oğlanları havalandırm am lazım,” diye açıkladı
Brayden, sıra dışı şekilde uzun parm aklarını p asif-ag resif b iç im ­
de kıpırdatarak. “Nefes alm aları önemli.”
Bu sırada Spencer gülüm süyor ve Violete, M ısır Ç o c u k la rım
anım satan ürpertici gözlerle bakıyordu.
“D üğünde eğlendin m i?” diye sordu ona bir süre so n ra.
Vi, “Eğlendim,” dedi. “Harikaydı.”
Ve Aaron ile Brayden arka koltukta b irb irlerin e ö lü m te h ­
ditleri yağdırırken küçük oğlum satış k o n u şm asm a başladı.
“D adım ız olabilirsin aslında. Konu biz olunca b ab am p a ra y ı h iç
sorun etmez. Senin için güzel bir fırsat olabilir. Bir d ü şü n d e rim .”
“Sen benim patronum değilsin, kıç kılıklı! A y ak k ab ılarım ı is­
tediğim yerde çıkarırım.”
Stepken King tarafından yazılan kısa öyküde, şeytana dönüşüp ebeveynle­
rini ve diğer insanları katleden çocuklara verilen isimdir. D ilim izde K orku
Çocukları olarak da bilinirler, (ç.n.)

106
“Böyle konuşm aya devam et, seni mankafa! Eve girdiğimiz
anda çok fena dayak yiyeceksin.”
“OfTf, ö d ü m patladı,” dedi Brayden, tiz ve alaycı bir sesle. Ve
bunu kaçınılm az olarak bir yakanş takip etti “Ahhh! Babaaaa,
A aron ayak parm aklanm a bastı!”
Bu kad ın la şansım sıfırdı.
G erçi b u g ü n d en önce bir şansım olduğunu da pek düşün­
m em iştim . Violet gençti, güzeldi, kuşlar kadar özgürdü. Dünya
ay aklar m ın altındaydı ve istediği her erkeği elde edebilirdi. Evine
vardığım ızda araçtan inip benden olabildiğince urağa kaçması
o n u n için en iyisiydi.
“Yeter!” dedim arkadaki hayvanlara. Bağumamıştım ama
dikkatlerini çekip kavgalarım sonlandıracak kadar yüksek sesle
ko n u şm u ştu m .
“A aron, kardeşinin ayağına basma. Bunun için çok büyüksün.
Brayden, sen de arabadaki diğer in san ları düşün ve eve gidene
kadar ço raplarınla ayakkabılarım giy.”
Vi’ye d ö n d ü ğ ü m d e bana sandığım gibi dehşetle bakmıyordu.
Y üzünde gördüğüm şey hayranlığa benziyordu; gördüklerinden
çok etkilenm iş gibiydi.
S onra o d a b eni etkileyecek bir şey yaptı.
S pencer’a d ö n ü p dizine hafifçe vurarak, “Gerçekten de güzel
b ir fırsata benziyor,” dedi. “Bakanz bakalım."
B unu söylerken en az benim kadar inandırıcıydı.

K ulübesinin garaj yoluna çekip motoru kapattığımda Violet ço­


cuklara veda etti ve ben onun için kapıyı açmaya fırsat bulam a­
dan araçtan indi. Yine de sağ salim eve girdiğinden emin olmak
için ön kapışm a giden patikada ona eşlik ettim.

107
Bu akşam çok eğlendim,” dedi alçak sesle.
“Ben de.”
“Beni düğüne götürdüğün ve çocuklarınla tanışm am a izin
verdiğin için teşekkürler. En son ne zaman bu kadar keyifli vakit
geçirdiğim i hatırlam ıyorum .”
“Bizimle geldiğin için asıl ben teşekkür ederim . Ç o cu k lar da
çok iyi vakit geçirdiler.”
Elbette ben de muhteşem zam an geçirm iştim . A m a bu kısm ı
dillendirm edim .
ö n basamağa vardığımızda kapının yanındaki fen er şekilli
lam banın san ışığında durduk. “H astanede g ö rü şü rü z o zam an.”
“Görüşürüz.”
“İyi geceler, Vi.”
D erin bir nefes alıp bana gülüm sedi. “İyi geceler.”
D önüp kam yonetim e doğru iki adım attım .
“C onnor?”
Ona baktım.
“Efendim?”
“Birlikte... koşm am ız konusunda ciddi m iy d in ?”
“Ah, ev et Kesinlikle. O rm andaki yollar çok güzel, k a ç ırm a ­
nı istemem. Ne zam an m üsait olursan b erab er koşabiliriz. B ana
mesaj atıp...”
“Olur, süper olur!” Olduğu yerde rah atlam a ve h ey e can la h a ­
fifçe zıpladı.
Ve göğüsleri yine göz alıcı şekilde sallandı. N eredeyse h ip n o ­
tize ediciydiler; onlara bütün gün bakabilirdim .
Mükemmel,” diye devam etti. “Sana m esaj atarım , h a fta içi
ikim izin de müsait olduğu bir güne ayarlarız.”

108
"A nlaştık” Gülüm serken demire çekilen mıknatıs gibi ona
yaklaşm adan edem edim .
Kafasıyla onaylayıp “Anlaştık,” derken nefesi hafifçe kesilmiş
gibiydi.
K endi yaşlarım da bir kadınla normal bir randevuya çıkmış
olsaydım şu anda ona iyi geceler öpücüğü veriyor olurdum. Belki
yanağına, dudaklarının hemen dibine minik bir öpücük kondu­
rup gerçek b ir öpüşm eye açık olup olmadığına bakardım.
Eğer açıksa...
A vuçlarım ı kalçalarında kaydırıp onu nazikçe tutarak kendi­
m e bastırır, ne kadar sert olduğumu ve onu ne kadar çok arzula­
dığ ım ı görm esin i sağlardım.
A rd ın d a n eğilip kadifemsi dudaklarına yumuşacık bir öpü­
cü k k o n d u ru r, parm ak uçlarında yükselip memeleriyle kanu­
ni b a n a yasladığında nihayet tadına bakardım. Sıcacık, daracık
ağ zm d a d ilim i dolaştırarak tatlı hislerde kendimi kaybederdim.
İk im iz d e h azd an sarhoş olurduk.
“B abaaaa, hadi amaaa!” Spencer kamyonetin camından ba­
ğırdı. “Bir gelem edin! Eve gidip kakamı yapmam lazım!”
İçim i çektim ve gülerek kafamı göğe kaldırıp Tann’ya, Neden?
diye so rd u m .
“S an ırım gitm em lazım.”
V iolet eliyle ağzını kapatarak güldü. “Peki. İyi geceler Connor.”
“İyi geceler, Vi.” Aracıma gitmeden önce ona son bir kez,
u z u n u z u n baktım . “Tatlı rüyalar.”

109
8

u g ü n e dek “bulutların üzerinde olmakT deyimini tam anla­


B m ıyla anladığım ı sanmıyordum. Ama artık bu duyguyu bi­
liyordum . Z ira D ean ile Lainey’nin düğününden beri bulutların
kat kat üzerin d e olduğum u hissediyordum.
A d ım la rım hafiflem işti, tenim in altında sürekli karıncalar
g ez in iy o rd u ve içim de daim i mutluluk helezonları dönüyor­
du. G ü n eş de a rtık daha parlak, renkler daha canlı, hava daha
tem izd i.
Ç ü n k ü C o n n o r Daniels’la düzenli olarak koşmaya başlama­
m ızın yanı sıra... resmi olarak mesajlaşıyorduk! Bu da cinsel içe­
rikli m esajlaşm adan bir adım uzaktı.
İlk başlarda mesajlarımızın çoğu koşuyla alakalıydı.
Yarın sabah boş musun?
Ç arşam ba günü yağmur yağacağı söyleniyor. Yanına mont al­
m ayı un u tm a .
P azar akşam ı sana uyar mı?

111
Fakat son birkaç gündür sadece ikim izin anlayabileceği olay­
lar hakkında şakalar yapmaya başlamıştık.
“Selam, Vi.” Aynı vardiyada olduğum uz salı ö ğ leden sonra
C o n n o r beni koridorda yakaladı. “Bu sabah b ah çem d e A zgın’ı
gördüm sanırım. Şafağın ilk saatlerinde bir ağaçtan in iy o rd u ve
bayağı suçlu görünüyordu.”
İki gün önce koşuda bir kayaya sürtünen şişko, tüylü b ir sin ­
cap görm üş ve ona Azgın adını vermiştik.
Sırıtarak kafamı iki yana salladım. “Sana onun çap k ın ın teki ol­
duğunu söylemiştim. Kasabadaki her ağaçta, o n u n için biricik ol­
duğunu düşünen bir dişi sincap olduğundan yüzde yüz em inim .”
Tanrıya şükür ki C o n n o rın yanındayken d ö n ü ştü ğ ü m b e ­
ceriksiz kişiden de yavaş yavaş kurtulm aya başlıy o rd u m . G erçi
koşarken bir ağaca çarpm am ak ya da bir çu k u ra d ü şm e m e k için
hâlâ yüzde elli tetikte olduğum u söyleyebilirdim .
“Benlik algını tek bir sıfatla tanım lam an gerekirse b u n e olur­
du?” diye sordum ona, bir cuma çıktığımız günbatım ı k o şu su n d a.
Koşarken bir yandan da m uhabbet ediyorduk. K a rm a şık ya
da derin konular değil, basit şeylerdi am a so n rasın d a h e r k e lim e ­
sini kafamda defalarca tekrarlıyordum.
“Çekici,” diye yanıtladı otom atik olarak.
Gözlerimi devirdim. “Ben ciddiyim.”
“Ben de. Kime sorarsan böyle diyecektir. Ç ekicilik b e n im t a ­
biatım da var. Bazı erkekler böyle doğar.”
“Pekâlâ, Bay Kendini Beğenmiş,” diye takıldım .
Zam anla yakınlaşmıştık, artık beraberken d a h a ra h a ttık .
Birbirim izi daha iyi tanımaya başlam ıştık ve b u n u n m ü m k ü n
olabileceğini hiç düşünm esem de C o n n o r’ı ta n ıd ık ç a o n d a n
daha çok hoşlanıyordum.

112
“İçinizdeki Disney karakterim keşfedin diyen şu Facebook ki­
şilik testlerinin birinden mi aldın bu soruyu?"
"Belki,” dedim . "Cevabını gözden geçirmek ister misin? Testin
so n u cu n d a Gaston çıkmak istemezsin. O da erkeksi bir çekiciliğe
sahip am a aynı zamanda pisliğin teki."
B irbirim ize takılıyor, alay ediyorduk. Flört sayılabilecek bir­
kaç girişim im iz bile olmuştu. Ayrıca bunu gizli tutmaya çalışı­
yo rd u m am a ara sıra onu koklamadan edemiyordum.
A dam nefis kokuyordu. Ter kokusu bile güzeldi Yeni kesilmiş
o d u n ları ve ekoseli gömlekleri anımsatan maskülen bir kokuydu.
Yere senkronize bir şekilde vuran a d ım larım ızın sesi ağaçla­
rın arasın d a yankılanırken Connor soruyu tekrar düşündü.
“Başarılı.”
K oşarken kafamı çevirip geniş, yapılı, güçlü ama dengeli vü­
c u d u n a baktım . Kendi kuvvetinin farkında olduğu için ihtiyatlı
d av ran an b ir adam dı. İşyerinde de bazı doktorlar gibi aksi ve asa­
bi değildi ancak özgüvenli, kararlı ve otoriterdi.
“Bu senin için önemli mi peki? Başarılı olmak yani?"
O m u z silkti. “Kimse başarısız olmak istemez. Ama ben hem
b ir babayım hem de doktorum; hayatımda sırtını bana yasla­
yan çok insan var. Onları yüzüstü bırakmamak benim için çok
önem li.”
C o n n o r, onu yatakta kaslı kollarından birini kafasının altına
alıp çıplak ve davetkâr halde uzanmış şekilde hayal etmeme ne­
d en o lan şu seksi, çekici tavrıyla çenesini kaldırdı.
“S enin kelim en ne?”
A klım a gelen ilk şeyi söyledim.
“M antıklı.”
Ve an ın d a geri almak istedim çünkü... bundan daha sıkıcı bir
cevap bulam azdım .

113
“Pek heyecan verici değil, değil m i?”
“Heyecan verici şeyler kişiye göre farklılık gösterir, Vi. A yrıcı
yaşlandıkça zevklerin de değişir.”
“H er neyse. Ben yine de cevabımı değiştirip... p ra tik diyece­
ğim. Son kararım. Pratiklik de sıkıcı sayılır am a olsun."
Kaşlarını kaldırdı. “Yoo, pratiklik hiç sıkıcı değil. Bu, önem li
şeylere odaklanıp iş bitirici olmak anlam ına geliyor. H e r şey ba­
yır aşağı yuvarlanırken sahip olmayı isteyeceğin en m ü h im özel­
lik pratiklik bence.”
O böyle konuşurken ben bulutların ka t k a t ü z e rin d e olm ayıp
da nerede olacaktım?

Haziran ayının sıcak bir cum artesi öğleden so n ra sı C o n n o r ’la


günbatım ından biraz önce koşuya çıkm ak için p la n yapm ıştık.
Ben ön bahçemde ısmma hareketleri yaparken o, aracıy la garaj
yoluma girdi.
Koşu kıyafetlerimi seçerken harcadığım zam anı itira f etm eye
utanıyordum. Ama C onnorın dikkatini çekm ek için iyi g ö rü n m e k
istiyordum. Tabii bunu onun gözüne sokarak yapm am alıydım .
Dengeyi tutturmam önemliydi.
Bugün siyah renkli, likralı, bacaklarım ı v u rg u lay an b ir b isik ­
letçi şortu ve önden fermuarlı, büyük beden, beyaz b ir h ırk a giy­
miştim. Pazılarını saran, kısa kollu gri tişö rtü ve siyah b ask e tb o l
şortuyla yenebilecek kadar leziz görünen C o n n o r k a m y o n e tin ­
den inip bana doğru ilerlerken bugünkü kom bin im in asıl p a rç a ­
sını açığa çıkardım.
Fermuarımı açıp hırkamı belime bağladım ve b ro n z la şm ış
yaz tenim e çok yakışan, ikizlerimi fazla baskı a ltın a a lm a d a n

114
göze çarpm alarını sağlayan camgöbeği rengi sporcu sutyenimle
kaldım .
C o n n o r bana bir bakq attı ve... kendi ayağına takıldı.
Mükemmel.
İşler nasıl da tersine dönmüştü.
“İyi m isin?” diye sordum şakacı bir tonla.
“İyiyim.” Kafa salladı. Sonra boğazını temizleyip beni işaret
etti. “Üstündeki... bayağı hoşmuş.”
“Teşekkürler." Gülümsedim. "Beyazı da var."
Beyaz olandan meme uçlarımın göründüğünü söyleyecektim
ki b u n u n aşırıya kaçmak olacağım düşünerek vazgeçtim.
Evim in arkasından başlayıp ormandan gole doğru uzanan
dolam baçlı yola yöneldik ve adımlanınrn birbirine uydurarak
rah at b ir sessizlik içinde koşmaya başladık. Hava sıcak olsa da
ağaçlarm oluşturduğu çardağın ahi serindi.
G ü n ü n b u vaktine bayılıyordum. Batmakla olan güneşin tu ­
ru n c u ışın ların ın dalların arasından süzülmesi, gölgelerin ağır
ağır çökm esi ve etrafın sükûnete bürünmesi çok güzeldi.
Üç k ilom etre sonra su molası için durduk. Ben ayağımı bir
kayaya dayayarak gevşeyen bağcığımı bağlarken birkaç metre
ö tem d ek i C onnor, Lakeside Memorial amblemli su şişesinden
b ir y u d u m aldı.
A yakkabım la işim bittikten sonra dikilip içtiği suyla boğa­
zın ın harek et etm esini ve küçük bir damlanın ağzından çenesi­
ne d o ğ ru akm asını izledim. Dişlerimi sürtüp ısırmak istediğim
m u h teşem b ir çenesi vardı. John Travolta’nm çenesi onunkinin
y an m d a hiç kalırdı.
C o n n o r boş ellerime baktı. “Senin suyun nerede?”
“Evde unutm uşum .” Kolumla alnımı silip kavrulmuş dudak­
larım ı yaladım .

115
Evrenin sırları yüzümdeymiş gibi gözlerini üzerim e —ağzı­
m a - diktiğini hissedebiliyordum.
Sonra şişesini bana uzattı. “ B e n im k in d e n içm ek ister m isin?”
Sesi norm alden daha kalın, daha boğuktu; sorduğu şey b am ­
başka bir şeymiş hissiyatı veriyordu.
Bunu arada sırada fark ediyordum ama kendi hayal g ü cü m ­
den m i kaynaklanıyordu emin değildim. Belki de kelim elerinden
sezdiklerim aslmda var olmayan duygulardı.
C onnor hoşsohbet biriydi ama istediğinde kendini korum aya
alıp duygularını gizlemeyi de iyi biliyordu. En azm dan b en öyle
düşünüyordum . Onun yanmdayken içime dolan heyecan verici,
harikulade hisler yüzünden sersemleyip tam bir ahm ağa d ö n ü ş­
tüğüm için anlamıyor da olabilirdim.
Fakat nadir de olsa onun da benim le aynı şeyleri hissettiğini
düşünüyordum .
Aramızdaki çekimi. Birlikte m üthiş olacağım ızı haykıran b ü ­
yülü, nefes kesici manyetizmayı.
Birlikte gerçekten m ükem m el olabilirdik.
Ancak hiçbir zaman yüzde yüz em in olam ıyordum ve y an ıl­
m a riskine de girmek istemiyordum.
O nunla geçirdiğim vakit benim için çok değerli, çok güzeldi.
Bu nedenle onu yanlış anlam aktan ve daha fazlasm a ulaşacağım
derken, öncesinde pek çok kez olduğu gibi bu sefer de m ecazen
karşısında yığılıp kalmaktan korkuyordum .
Dilimi tekrar çıkarınca üstdudağım daki tuz ta d ın ı ald ım .
"Evet, lütfen.”
C onnor tam dibimde durup şişeyi verdi. Öyle y akındı k i su y u
içebilmek için ben gerilemek zorunda kaldım . Şişesini d u d a k la ­
rım a götürürken hiç kıpırdamadı. M uhtem elen nefes bile a lm ı­
yordu.

116
Hiçbir şey yapmadan beni izlerken yüzünde daha önce hiç
görm ediğim bir ifade vardı.
Ç enesini sıkmıştı ve bana baktıkça gözleri kararıyordu, ö n -
kollarındaki kaslar iyice gerilmişti. Kendini zar zor tutuyormuş
gibiydi.
Bana bakışı hoşum a gitmişti. Hatta bayılmıştım. Güzel oldu­
ğum u, istendiğim i, arzulandığımı hissettirmişti.
Sonra adım ı söyledi. Bir uyan misali kısık ama keskindi.
“Violet?
Sesi o n u daha çok istememe neden oldu.
“E fendim ?”
G öğsüm inip kalkıyordu ama nefes alamıyordum.
A ram ızd a kısacık bir mesafeyle, gözlerimiz kilitlenmiş halde
dikildik. K afasını eğip beni öpmesi çok kolay olabilirdi
H em e n karşısındaydım . Bekliyordum. İstiyordum. Çoktan
onundum .
C o n n o r’ın tek yapması gereken beni istemekti.
Fakat so n ra havada bir ses yankılandı ve ağaçların arasından
d o laşarak bize ulaştı. İkimiz de kafalarımızı o yöne çevirdik.
“D u y d u n m u?”
“Yoksa b u bir...”
Evet, b u b ir çığlıktı.
E m in d im çünkü tüm dehşetiyle tekrar ormanı doldurmuştu.
“İm dat! Yardım edin!”
C o n n o r, “Şu taraftan geliyor,” dedi ve tek kelime daha etm e­
d en koşm aya başladık.
P atik ad an ayrılıp ağaçların araşma daldık, yapraklan tek­
m eleyip d üşm üş dalların üzerinden atlayarak bayır aşağı göle
koştuk. Ağaçlık alandan çıktığımızda suyu gördük. Karşı taraf-

117
ta insanlar vardı, gölde bir balıkçı teknesi süzülüyordu am a bi­
zim taraftaki kıyı daha kayalık olduğu için pek p opüler değildi.
B uğun de esintiyle kenarları kalkmış kare şekilli tek bir yaygı d ı­
şında boştu.
Suyun üzerinde, küçük çocukların kullandığı tü rd e n fuşya
b ir sim it görüyordum. Ama içi boştu ve suyun gelgitleriyle b ir­
likte yükselip alçalıyordu.
D aha ileri baktığımda gözüme turuncu bir şey çarptı. Suda
yüzüstü duran küçük bir kızın vücudunu saran parlak tu ru n c u
b ir mayo.
“İmdat!”
Çığlıklar, turunculu çocuğa doğru telaşla yüzm eye çalışan,
yaşım anlayamadığım başka bir kızdan geliyordu.
Tepeden aşağı koştuk. C onnor ayakkabılarını çık arırk en tele­
fonunu bana attı. “911e doğu iskelesinde olduğum uzu söyle. Ve
saate b ak ”
Boğulma kazazedelerine birkaç dakika içinde kalp m asajı
yapmaya başlamak gerekirdi. Oksijen yoksunluğunun n e d e n o l­
duğu hasarı bertaraf etmek ve hem beyne hem de kalbe k an a k ı­
şını sağlamak için bu elzemdi. D ondurucu su size birkaç ek stra
dakika kazandırabilirdi ama göl şu anda yeterince soğuk değildi.
Kazazede suda çok uzun kaldıysa kalp masajı yapsanız bile o n u
hayata geri döndürm e ihtimaliniz olmayabilirdi.
Sırım gibi bacakları bir bulanıklık halinde h arek et e d e n
C onnor iskelede son sürat ilerleyip suya atladı.
Lakesidea taşındıktan sonra öğrendiğim ilk şeylerden biri,
kasabanın tam merkezindeki gölün kıyıları sığ olsa d a b irk aç
m etre ilerisinin birden derinleştiğiydi.
Hem de ne derinleşm ek
Soğuk bir kara delik gibiydi. Dalsanız dibe varam az, yüzeye
tek nefeste çıkamazdınız. Ayrıca suyun içinde devrilm iş ağaçlar,

118
karm akarışık çalılar ve yer yer yüzeyde beliren kalın dallar vardı
ve ayağınız bir kere takıldı mı şeytani bir güç tarafından aşağı
çekiliyorm uş gibi hissederdiniz.
91 l ’le telefon görüşmem bittiğinde Connor da üç dört yaşla-
rında g ö rü n en çocuğu sudan çıkarmış, birkaç adım arkasında­
ki diğer çocukla iskelede ilerliyordu. Bağıran kızın en fazla on
üç yaşm da olduğunu fark edince acaba Connor’ın ortanca oğlu
B rayderila aynı sınıfta olabilir mi diye saçma sapan bir şekilde
d ü şü n m ed en edem edim .
“Suyun altında ne kadar durabilirim diye sayıyordum,” diyor­
du b ü y ü k kız ağlayarak. “Kardeşim de kıyıda bekliyordu! Ama
çıktığım da gitm işti. O nu bulmak için suya daldım ama çok ka­
ran lık olduğu için göremedim. Sonra yüzeyde belirdi ama hare­
ket etm iyordu!”
Yüzü b ir hıçkırıkla çarpılırken onu kendime doğru çektim.
“Sakin ol, tatlım . Biz kardeşine yardım ederken sen de burada
bekle, o lu r mu? Adı ne?”
“Serena.”
C o n n o r m in ik kızı sırtüstü iskeleye yatırdı ve göğsünü ovuş­
tu ru p o m zu n u sarstı.
“Serena! Beni duyabiliyor musun?”
Ç o cu k cevap vermedi.
İki p arm ağ ın ı çocuğun şahdamanna bastırıp nabzını kontrol
ed en C o n n o r, nefes alıp almadığım anlamak için bir yandan da
kafasını çevirip kulağını burnuna ve ağzına yaklaştırdı.
Fakat nefes almıyordu.
Solunum yollarını açmak için minik kafasını geriye yatınp iki
parm ağıyla bu rn u n u sıktı ve ağzını onunkine bastırarak iki derin
nefesle suni solunum yaptı. Ardından nefesini ve nabzını tekrar
kontrol etti. “Nabız yok, solunum yok. Kalp masajına başlıyorum.”

119
Sesi, travma ünitesinde kullandığı robotik tona bürünm üştü.
Tıp eğitiminde tekrarlar çok önemliydi ve attığımız adım ları oto­
m atik olarak dillendirirdik, ölüm le yaşam arasındaki fark saniye­
lerle belirlenirken düşünmeye ya da hissetmeye vaktim iz olmazdı.
C onnor parmaklarını birleştirip avuçlarını küçük kızın göğ­
süne yasladı ve kalbinin çalışmasına yardımcı olm ak için gereken
güçle bastırdı. Birden fazla ilkyardım görevlisinin bulunduğu d u ­
rum larda çocuklarda kalp masajı oranı on beş basının ardından
iki solunum olduğundan ben de hem en diğer tarafa geçip dizle­
rim in üzerine çökerek suni solunum kısm ını devraldım . Gerçek
hayatta kalp masajı filmlerdekine benzemezdi. Çok zor b ir işti ve
gücüm üzün yetmesi için birlikte çalışmamız gerekiyordu.
İkinci tur basılara başlarken uzaktan bir kadın bağırıp bize
doğru koşmaya başladı. “Aman Tanrım, ne oldu?”
Yüzündeki ve sesindeki dehşete bakılırsa kızın annesi o lm a­
lıydı. Elindeki keten çantayı yere atıp yakınım ızda yere çökm üş
olan daha büyük kızın yanma çöm elip sarsılan o m uzlarına kol­
larım sardı.
Göle piknik yapıp eğlenmeye, küçük kızı yatm a vaktinden
önce birazcık yormaya gelmiş olmalıydılar. A nneleri m u h te m e ­
len unuttuğu havluları ya da atıştırm alıkları hızlıca arab asın d an
almaya gitmiş, bir sorun çıkacağını düşünm em işti. A m a şim di
tüm dünyası tepetaklak olmuştu.
Hayat bazen cidden tam bir pislik olabiliyordu.
“Simidinden kaymış,” dedi büyük kız hıçkırarak. “O n u g ö r­
m edim . Çok özür dilerim anne.”
Kadın eliyle ağzını kapatmış, C onnor’la beni izliyordu.
“O... o iyi olacak mı?”
“Ambulans yolda,” dedim dengeli bir sesle. “Ben b ir h e m şire ­
yim, bu da Doktor Daniels. Serena’ya yardım etm ek için elim iz­
den geleni yapıyoruz.”

120
O na verebileceğim tek teminat buydu.
M ekanik olarak hareketlerimizi tekrar ederek kalp masajına
devam ettik. Bir polis -C o n n o rın kardeşi değildi- olay yerine
geldi am a elinde elektroşok cihazı olmadığı için ve biz çoktan
kalp m asajına başladığım ız için durup izlemekten başka yapacak
bir şeyi yoktu.
Beş tu r göğüs basısının ardından Connor'a, “Bekle," dedim
ve herhangi b ir hareketlenm e var mı diye çocuğa doğnı eğildim.
Birkaç saniye so nra doğrulup gözlerine baktığımda tek söyleye­
bildiğim , “H içbir şey yok,” oldu.
“Siktir!”
Sesi ve gözleri hüsranla doluydu. Çünkü ne kadar bilgili ve
deneyim li olursa olsun gerekli ekipman ve ilaç olmadan seçe­
nekleri kısıtlı, eli kolu bağlıydı.
Süper güçleri olm ayan Süpennen gibi sadece bir insandı.
“Basılara devam ediyorum,” dedi sertçe, yeni tura başlarken.
“Yer değişelim m i?” diye sordum.
“Hayır. N e k ad ar oldu?” ,
Kızın ne zam an d ır bu durum da olduğunu soruyordu. Yerde
yanım da d u ra n telefonuna göz attım. “Beş dakika.”
Bir k ü fü r d ah a savurdu.
“A m b u lan sın gelmesine ne kadar var?”
“911, yedi dakika dedi.”
Tek b ir kez kafa sallayıp dikkatini yeniden minik kıza verdi
ve göğsüne bası uygularken aynı zamanda çok kısık sesle konuş­
maya başladı.
“H adi bebeğim . Hadi.”
Hayata geri dönm esi için dua mı ediyordu yoksa yakarıyor muy­
du bilm iyordum . Belki de konuştuğunun farkında bile değildi.

121
G e r i d ö n b e b e ğ im , g e ri d ö n . H a d i, h a d i, h a d i...”

Acil servis çalışanları için ölüm daim a işin bir parçasıydı.


Dolayısıyla hayatınızın, gününüzün bir parçası oluyordu. Bazen,
ölüm ün beklendiği vakalarda şok ya da üzüntü dahi hissedem i-
yordunuz.
Bazen de kaçınılmaz olduğunu bildiğiniz halde yıkılıyordu­
nuz. Adeta bozguna uğruyordunuz.
“Hadi bebeğim, geri gel.”
Şimdi de biliyordum ki bu kızı kaybedersek -C onnor kaybeder­
se, zira durumu böyle göreceğini biliyordum- olay ö m rü boyunca
zihnine kazınmış olarak kalacaktı. Bunu göstermeyecekti, büyük
ihtimalle hakkında bile konuşmayacaktı ama hep aklında olacaktı.
Ve canı yanacaktı.
“Geri gel, hadi bebeğim, geri gel...”
O anda evren parmaklarını şaklatmış gibi, b ir düğm eye basıl­
mış gibi Serena hayata geri döndü.
Ağzından su fışkırdı ve tüm bedeni öksürüklerle sarsıldı.
Sonra ağlamaya başladı.
Bu ağlama sesi muhteşemdi. Tüm dünyadaki en güzel sesti.
Çünkü nefes aldığı anlamına geliyordu.
“İşte böyle,” diye mırıldandı Connor, içi rahatlayınca y u m u ­
şayan sesiyle. “İşte böyle, tatlım.”
Ellerimizi kızın sırtına koyduk ve ciğerlerindeki suyu b o şa lt­
m ak için onu hafifçe doğrultup yana çevirdik. “Pekâlâ, b u kadar.
İyisin. Artık iyisin.”
Ambulansın sireni havayı delerken Serena’nın annesi y a n ım ı­
za gelip ağlayan çocuğuna uzandı.
“Teşekkür ederim! Ah, Tanrım, çok teşekkür ederim .”

122
Evime dönm ek için C onnor’la yola çıktığımızda hava kararmış­
tı. Telefonlarımızın fener uygulamalarını kullanarak patikada
sakince ilerlerken çevredeki tek ses cırcırböceklerinin sağır edici
çığlıklarıydı.
ö n kapıdan içeri girdiğimizde hol lambasını açıp evin geri
kalanını karanlık bıraktım. Anahtarlarımı da girişteki uzun seh­
panın üzerinde unuttuğum su şişemin yanına koydum. Buradan
ayrılalı henüz bir saat olm uştu am a bir öm ür geçmiş gibiydi.
Kafamı eğdiğimde ellerimin titrediğini fark ettim.
Ve bunu tek fark eden ben değildim.
“Violet?” D erhal yanım a gelen Connor’ın kalın sesi sakindi.
“Hey... sen iyi m isin?”
Ellerimi avuçlarının arasına alıp ovuşturarak ısıtmaya çalıştı.
“Ellerin donm uş. Ve titriyorsun.”
“Hayır, iyiyim. Gerçekten.” Başımı iki yana salladım. “Sadece...”
“Biliyorum.”
Stres ve adrenalin sonrası şoktaydım. Vakalar esnasmda duy­
gulan bloke eder, bir rafa kaldırırdık fakat kriz geçtiğinde vücu­
dun tüm olanların etkisini bir şekilde atması gerekirdi.
“Gel buraya.”
Beni kollarının araşma alıp göğsüne bastırarak sıcaklığı ve
kokusuyla sardığında kendim i ona bırakıp yüzümü göğüs kemi­
ğine göm düm .
“Tişörtün ıslanmış. İstersen...”
“Tişörtüm de bir şey yok, Vi. Ben iyiyim.” Omurgamı aşağı
yukarı sıvazladı. “Her şey yolunda.”
Sakinleştirici, rahatlatıcı bir ses tonuyla konuşuyordu çünkü
beni anlıyordu. Tek kelime bile söylemek zorunda kalmadan an­
laşılmak o kadar güzeldi ki.

123
G üm bürdeyen kalbini yanağımın altında hissetm ek de öyle.
Ya orada olmasaydık?" diye sordum kısık sesle.
“A m a oradaydık."
"O sadece küçücük bir kızdı. Eğer bir şey olsaydı çok kötü..."
“Biliyorum." Dudaklarını başımın tepesinde, sıcak nefesini
saçlarım da hissettim. “Her şey yolunda, Violet."
“Ya onu kurtaram asaydık? ”
H er şey düzeldikten sonra devreye korkuların girm esi n o r­
maldi. Ya başarısız olsaydım? Ya ne yapm am gerektiğini unutsay-
dım? Ya bir dahaki sefere unutursam?
Bu da sürecin bir parçasıydı. Başa çıkmayı ve devam etm eyi
öğrenmek gerekiyordu. Böyle şeyler her an yaşanabilirdi. Ne ola­
cağını ya da ne zaman olacağım bilemezdiniz. D aha kötüsüyle,
daha zoruyla karşılaşabilirdiniz.
Başarısız olabilirdiniz. Size en çok güvenen insanları hayal
kırıklığına uğratabilirdiniz.
“Onu kurtardık.” C onnor beni daha da sıkı sardı. “A m bulansa
binerken gülüyordu. İyi olacak. Ç ocuklar çabuk toparlanırlar, bi­
liyorsun.”
Kafa sallayıp sözlerinin beni yatıştırm asına izin verdim .
“Orada çok iyiydin, Violet. Birlikte çok iyiydik. G erçekten iyi
bir ekibiz.”
Göğsüne doğru gülümsedim. “Evet, öyleyiz.”
Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda bana nazikçe tebessüm etti.
Ama sonra yüzü dondu ve gözleri dudaklarım a inm eden
önce bakışlarında bir şeyler değişti. Parm aklarını çenem e koyup
başparmağıyla tenimi okşayarak yüzümü kaldırdı.
Ardından kafasını eğip dudaklarını benim kilere bastırdı.

124
Ağzı sıcacık ve yumuşacıktı. Dudaklarının cezbedici baskı­
sı, parm ak uçlarım da yükselip daha fazlasını hissedebilmek için
kendimi ona iyice bastırm ak istememe yol açtı. Kollarımı boy­
nuna doladığım da o da belimi sıkıca sardı ve kafasını yana yatı­
rarak öpücüğün açısını değiştirdi. Dilinin ucu üstdudağıma değ­
diğinde kasıklarım da kıvılcımlar çatırdadı ve dudaklarımı onun
için aralayıp dilim i sıcak ağzına daldırdım. Islak dilinin dokunu­
şu öyle erotikti ki inlem em i içimde tutamadım ve burunlarım ız
birbirine çarpınca üstdudağını ağzıma çekip hafifçe emdim.
C onnor ağzının açısını tekrar değiştirirken parmaklarını ar­
zuyla tenim e bastırdı ve dizlerini kırarak beni yere bıraktı ama
ellerini kalçam dan çekmedi. Ayrılınca derin birer nefes alıp şok­
la birbirim ize baktık ve birim izin bir şey söylemesini bekledik.
Am a ikim iz de konuşm adık.
Bu anı daha sonra düşündüğüm de her şeyin nasıl geliştiğini,
ilk kim in ham le yaptığm ı asla hatırlayamayacaktım. Fakat sanı­
rım ikim iz aynı anda ham le yapmıştık.
Ç ünkü b ir sonraki saniye dudaklarımız yine çarpışmış, dille­
rimiz yine birbirine dolanmıştı. Göğüslerimizle karınlarım ız ya­
pışırken kalçalarım ızı hararetle birbirine sürttük. Ellerimiz her
yerdeydi; bir yandan ulaşabildiğimiz noktaları okşama telaşın-
dayken diğer yandan sinir bozucu giysilerden kurtulmaya, adeta
birbirim izin teninin altına girmeye uğraşıyorduk.
Çılgınca bir şeydi bu. Sertti, vahşiydi, çaresizlik doluydu.
Eğer d u ru rsak dünya sona erecekmiş gibi öpüşüyorduk.
M ükem m eldi. Gelmiş geçmiş en iyi öpücüktü.
C o n n o r popom u kavrayarak beni kaldırınca bacaklarımı be­
line sarıp olabildiğince sıktım ve şortunun incecik kum aşının
altından bana baskı yapan kaya kadar sert ereksiyonu karşısında
keskin bir nefes aldım.

125
Dudaklarını çenemden boynum a kaydırarak tenim i dişledi*
ğinde ben de kalçalarımı dairesel şekilde hareket ettirip giysile-
rim iz üzerinden ona sürtünerek inlemesini sağladım , ö y le gör­
kemli bir histi ki neredeyse oracıkta boşalacaktım .
C onnor dönüp sırtımı giriş sehpasının yanındaki duvara yas­
ladı. Bir şeyler yere düştü; anahtarım , şişem ya da belki sehpaydı.
Bilmiyordum ve umursamıyordum çünkü C o n n o r’ın dudakları
benim kilerin üzerindeydi ve bu m uhteşem bir şeydi.
Beni tüketmek, bitirmek, duvara bastırdığı b ed en im in içine
süzülüp bizi tek bir kişiye dönüştürm ek istiyorm uş gibi öpüyor­
du. Sanki yalnızca vücudumu değil, kalbimi ve ru h u m u da arzu-
luyordu.
Hepsini ona seve seve verebilirdim. Zira ben de onu aynı şe­
kilde arzuluyordum.
“Violet, bekle.” Kulaklarımdaki uğultu yüzünden çatallı sesini
zar zor duydum. “Dur, dur, dur. Tanrım, bana bak.”
Ne dediğini sonunda anlayıp durduğum da dudaklarım ın na­
sıl şiştiğini hissettim ve gözlerimi açıp aç bakışlarına diktim .
İçine derin bir nefes çekti. Koşularımızda bile olm adığı kadar
soluk soluğaydı.
“Bunu gerçekten yapıyor m uyuz?” diye sordu. “İstediğin
bu m u?”
Kafamda tek bir düşünce bile yoktu. H erhangi b ir planım ,
kuşkum ya da sonrası hakkında fikrim yoktu.
Şu anda sadece C onnor’la ben vardık. Ve bizi yakıp kavuran,
erimiş metal gibi birbirimize karıştıran ihtiyaç.
Başparmağını saç hattım dan çeneme doğru kaydırdı. Yumu­
şacık dokunuşu, bacaklarımın arasına bastırdığı ağır, sert aletiyle
şoke edici bir tezat oluşturuyordu.
“Konuşman lazım, Violet. Emin olm anı istiyorum.”

126
Hayatta özenli davranmanız, enine boyuna düşünmeniz, sağ­
duyulu olm anız gereken zamanlar vardı. Bir de siktir et deyip
uçurum dan atladığınız anlar olurdu. Aşağıda sizi bekleyen şey
ılık su ya da sivri kayalıklar olsa da umursamazdınız.
Çünkü o düşüşün heyecanı her şeye değerdi.
“Bunu çok uzun zamandır istiyorum, Connor. Lütfen beni
daha fazla bekletme.”
Sanki o bir fıçı benzindi, ben de onu yakan kibrit.
Sevimli hırkam a veda ettim.
Yeni sporcu sutyenim kafamdan çekilerek yere fırlatıldı. M uh­
temelen bir daha giyilemeyecek kadar esnemişti.
Am a buna bayılmıştım. C onnorın kaba hareketleri bana
ulaşm ak için sabırsızlandığını gösteriyordu ve çıplak göğüsleri­
me iki saniye bakıp vahşi bir şekilde hırlaması harikaydı.
Beni kalçalarıyla duvara sabitleyip iki eliyle göğüslerimi
avuçlam asına ve açlıktan ölüyormuş gibi yalayıp sertleşmiş uç­
lan ın em erek ağzının içine almasına da bayıldım. Sıcak dilinin
dokunuşları sayesinde gözlerimin önünde yıldızlar belirdi.
İnleyerek saçlarını çekiştirdim ve ne yaptığımın bile neredey­
se farkına varm adan aletinin üzerinde hareket etmeye başladım.
Yine de yetmedi.
Daha yakınım da olmasına, içimi doldurmasına ihtiyacım
vardı.
Neyse ki bunu ona söylemek zorunda değildim çünkü çoktan
biliyordu.
D udaklarım ı hararetle öpmeye devam ederken kalçamı sıkıca
kavrayıp koridora yöneldi. Yatak odam ı ilk tahm inde bulup ka­
pıyı tekmesiyle açtıktan sonra beni yatağa bıraktı.
Zihnim de yattığım yerden fırlayıp dişi H ulka dönüşüyor ve
kıyafetlerini bedeninden söküp atıyordum.

127
Gerçekteyse dirseklerime dayanarak doğruldum ve tişörtü-
nü başından çekmesini, ayakkabılarıyla çoraplarını çıkarm asını,
son olarak da şortunu ve iç çamaşırını indirm esini izledim.
Tannm , ne kadar da görkemli.
C o n n o r gerçek bir erkek bedenine sahipti; güçlü, yapılı ve fit­
ti. H er santim i çok güzeldi.
K am ının alt kısm ında ve göğsünde seyrek kıllar vardı. Bronz
gövdesiyle uylukları gergin kaslarla doluydu. Kaim ve uzun
ereksiyonu gururla dikilmişti; ucu pürüzsüz ve kızıldı. Hayal et­
tiğim den daha büyüktü. Az önce hissettiğim den bile daha b ü ­
yüktü. Şortunun cebinden cüzdanını alıp içinden bir prezervatif
çıkardığında rahatladım çünkü kom odinim deki k utuda bulunan
standart boy prezervatif ona asla uymazdı.
Bir dizini yatağa dayayıp bana doğru eğildiğinde ellerim i ula­
şabildiğim her yerinde gezdirdim. Avucum un altında kayan sert
teni çok hoşuma gitmişti. Parm aklarım ı aletinin etrafına sarıp
onu yavaşça okşarken, ardından biraz daha geriye uzanıp ağır
hayalarına nazikçe masaj yaparken C onnor şehvetle yarı k ap an ­
mış gözlerinin ardından beni izledi.
Tadına bakmayı da çok istiyordum . K aburgalarm a dilim le
ve dudaklarım la dokunduğum da nefesi kesildi. D ah a aşağılara
inecektim ama ensemi kavrayarak beni d u rd u rd u ve diliyle d u ­
daklarım a saldırdı.
Bakire değildim. Tek gecelik ilişkilerim, erkek arkadaşlarım ,
hatta “âşıklarım” olmuştu. Birlikte olduğum ad a m ların bazıları
yatakta gerçekten iyiydi. Buna rağm en hepsinin h arek etlerin d e,
tutuşlarında, itişlerinde belirli bir bencillik hissediliyordu. Böyle
şeylerden hoşlanm ıyor değildim tabii am a b u n ları b e n im için
yaptıklarını hiç hissetm em iştim .
H er şey onlar içindi. Yapmak istediklerini yapar, h isse tm e ­
yi arzuladıklarını hisseder, nerede ve ne zam an b o şalacak ların a
kendileri karar verirlerdi.

128
Fakat C o n n o r’layken her hareketi, her fısıltısı ve her doku­
nuşu b en im içinm iş gibi hissediyordum. Bana tapınmak, beni
m em nun etm ek, nefesimi kesmek, tüm vücudumu titretmek is­
tiyordu sanki. Ve bu beni acayip tahrik ediyordu.
Ayrıca işini iyi biliyordu. Şortumla külotumu aşağı çekiştirip
elini b acak larım ın arasına daldırırken cesur ve kendinden em in­
di. M erkezim i tam olması gereken baskıyla okşadığındaysa do­
kunuşu n azik ve şehvet uyandırıcıydı.
Beni nasıl öpeceğini; kafamı ne zaman sabit tutarağını, du­
daklarım ı diliyle nasıl ayıracağım ve zorla ağzım a gireceğini, daha
fazlasını istem em için ne zaman geri çekileceğini de iyi biliyordu.
B ilm ediği şeyleriyse bana soruyordu ki bu da aşın seksiydi
B oğuk, çatallı fısıltısıyla, Burası mı? diyordu. Hoşuna gitti mi?
Daha m ı çok istiyorsun?
Bu y ap tık ları b eni sırılsıklam ediyordu. Uyluk larım ın iç kı­
sım la rın d an akan yapışkan sıvıyı hissedebiliyordum ama gram
u tan ç d u y m uyordum . Connor bu ıslaklığıma bayılıyordu.
B iliyordum çü n k ü kendi söylüyordu.
B en im için nasıl da ıslanmışsın, Violet. Siktir, beni çok fena
sertleştiriyorsun.
S o n ra b acaklarım ı iki yana iyice ayınp aralarına girdi ve be­
cerikli elleriyle prezervatifini takarken onu izlemem için bana
fırsat verdi. İşi bitince kaygan açıklığımda pozisyon alıp tek bir
p ü rü z sü z ham leyle ta en derinlerime kadar girdi.
S ırtım yaylanırken inlemelerimiz odada yankılandı. Yattığım
yerd en y ü zü n e baktığım da başparmağım aralık dudaklarımda
gezdirdi. “İyi m isin?”
İç k aslarım ı etrafında sıkarak onu şehvetle inlettim. Çok
büyük, ço k sert, çok sıcaktı ve içimi nefis bir şekilde doldurup
m u h teşem hissetm em i sağlamıştı.

129
“Mükemmelim.”
Ağırlığını, kafamın iki yanına dayadığı ellerine verdi,
ö y lesin , V iolet Mükemmelsin.”
Eğilip göğüslerime, bo)Tiııma öpücükler kondurdu, ardından
baş döndüren, sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren bir öpücükle
ağzım a hücum etti.
Bir yandan üstümde hareket etmeye, düzenli b ir ritim le içim e
girip çıkmaya başlamıştı. Her itişiyle klitorisim e sü rtü n ü y o r, o ra­
d an da derinliklerime iniyordu.
Orgazm dalgalarının böylesine hızlı oluşabileceği gerçeği
mucizevi bir şeydi ve beni hazırlıksız yakalamıştı. D iğer k a d ın la ­
ra kıyasla nasıl olduğumu bilmiyordum am a çabuk ta tm in olabi­
len biri değildim ve genelde doruğa ulaşam ayacağım dan en d işe­
lenmeye başlayana dek boşalamazdım.
Elbette Connor’layken bu da farklıydı.
Haz anı hızla yaklaşırken yatak odam inlem elerim izle, ağır
nefeslerimizle doldu. Sonra C onnor aletini köküne k a d a r içim e
soktu, kasıklarını benimkine bastırdı ve kalçalarıyla d aire le r çiz­
meye başladı. Ardı ardına, ağır ağır devam etti.
Ve buml
M arsa atılan bir roket gibi patladım. Zevk b u lu tla rın ın üze­
rinde süzülürken kapalı göz kapaklarımın ard ın d a ışık h e le z o n ­
ları oluştu ve tüm kaslarım gerildi.
C onnora bu orgazmın ne kadar iyi olduğunu, d a h a ö n c e b u n a
benzer bir şey yaşamadığımı söylemek istedim. O n a m u h te ş e m
olduğunu ve Tanrım, belki de onu sevdiğimi söylem ek isted im .
Fakat içimde dolaşan hisler öyle yoğun, öyle sarsıcıydı ki k o ­
nuşm am mümkün değildi. Soluklarım kesik kesikti, k o lla rın d a
titrerken çıkarabildiğim tek ses tiz inlemelerdi. Yine d e C o n n o r
kelimeler olmadan da beni anlamış gibiydi.

130
İçimden çıkmadı, hareket de etmedi. Sadece ben dünyaya geri
dönene dek dudaklarım ı öpmeye devam etti Sonra geri çekildi,
beni yan çevirdi ve kendini arkama bastırıp ıslak aletini bacakları­
mın arasına daldırdı.
D udaklarını ensem de gezdirip tenime öpücükler yağdırdı.
Bu pozisyondayken ulaşamayacağı bir noktam dahi olmadığı
için dokunabildiği her yerime dokunuyordu.
M em elerim i avuçlayıp meme uçlarımı çimdiklerken kulak
m em em i em ip boynum u yaladı. Bir yandan da avucunu kam ı­
ma, b acak larım ın araşm a kaydınp parmaklarıyla kıvrımlarımı
aralayarak nazikçe klitorisimi okşamaya başladı.
Ve orgazm dalgaları yeniden oluştu.
Bu geceden sağ çıkam am a ihtimalim yüksekti Orgazm nede­
niyle ölm ek de ne m uhteşem olurdu.
C o n n o r üstteki bacağım ı kaldırıp dizimi göğsüme çekti, aleti­
nin u c u n u girişim e dayadı ve bir kez daha içime süzüldü.
P ürüzlü iniltisi kulaklarımda müzik gibiydi Verdiği hislere ba­
yılarak ve sonsuza dek içimde kalm asını isteyerek onu tekrar sıktım .
İri elleriyle b eni sıkıca tutup daha sert, daha hızlı itişlerle
daha d erin e girebilm ek için gerilediğinde göğsünün sırtımdaki
sıcaklığı kayboldu. O ileri geri hareket ederken tüm farkmdah-
ğım yok olm uştu; sadece birleştiğimiz noktaya odaklanabiliyor,
anlam sızca konuşuyordum . Evet, Tanrım, lütfen, lütfen, lütfen.
S o n ra kollarını etrafım a sanp göğsünü sırtıma tekrar bastır­
dı. İtişleri ritm in i kaybetmiş, dengesiz ve vahşi bir hal almıştı. Bir
süre so n ra elim i tu tu p bacaklarımın araşma bastırarak kendimi
ok şam am ı sağladı.
“Siktir, siktir...” dedi dişlerini sıkarak “Violet...*
D ö n ü şü olm ayan orgazm noktasını geçerken kalçamı ona
b astırarak inled im ve sert kaslarla dolu uyluğunu sıkmak için
arkaya u zan d ım .

131
O da parm ak uçlarını kıçıma geçirdi ve göğsünden hırıltılı bir
inlem e yükselirken sıcak nefesini omzuma verdi. A letinin, inle­
meleriyle eşzamanlı olarak içimde seğirdiğini hissedebiliyordum .
Şimdiye dek hiç meni yutma ya da bir yerlerime sürm e m erak­
lısı olmamıştım. Bana göre böyle şeyler seksin pis kısm ı sayılırdı.
Fakat C onnor’ınkini dilimde istiyordum. A ğzım a alıp y u t­
m ak istiyordum. Üzerime, içime, her yerime boşalm asını, bana
istediği her şeyi yapmasını istiyordum.
Kemiklerim pelteleşmiş gibi yatağa yığılıp y ü zü m ü çarşafa
bastırdım . Seks ve pamuk kokusu burnum a dolarken C o n n o r
om zum a küçük bir öpücük kondurup geri çekildi. O kalkarken
şilte hareket edince gözlerimi açtım ve banyoya d o ğ ru ilerlem e­
sini izledim. Sıkı kıçı, pencereden dolan güm üşi ışıkta şaheser
gibi görünüyordu.
Odaya döndüğünde hâlâ yarı sertti ve d u d ak ların d a h e m v a h ­
şi hem de tatmin olmuş bir sırıtış vardı. Sırtüstü d ö n d ü ğ ü m d e
üstüm e çıkıp kafamı avuçlarının arasm da tu ttu ve d u d a k la rım ı
ağır ağır öpüp ısırmaya başladı.
Sonrasmda öylece kaldık. Ne kadar zam an geçtiğini b ilm i­
yordum ama bu süre zarfında hiç konuşm adık. Sadece ö p ü ştü k ,
bakıştık, birbirimize dokunduk ve sarm aş dolaş yattık.
Bacaklarımın arasmda çırılçıplak olduğu için n ih a y e tin d e
oda yine ısmdı ve C onnorın cüzdanındaki ikinci p re z e rv a tif de
sahneye çıktı.
Bu sefer daha yavaş, daha nazik, daha uzun ve b ir şek ild e çok
daha yoğundu.
C onnor iki numaralı prezervatifin icabına b a k tık ta n s o n ­
ra bitkin ama m em nun halde yüz yüze uzandık. B en b a c a ğ ım ı
onun kalçasının üzerine atm ıştım , o da can sim id in e tu tu n u rc a -
sma kıçımı kavramıştı.

132
Z ihnim orgazm yüzünden bulutlanmış olmasaydı ve düzgün
düşünebiliyor olsaydım Connor*a âşık olmaya başladığımı, şim­
diden m ahvolduğum u fark ederek korkardım.
Am a şu anda son derece keyifli ve mutluydum. Coşku, oda­
nın d ö rt bir yanını kaplamış, endişeye yer bırakmamıştı.
Bu yüzden hiçbir şey düşünmeden uyudum.
C o n n o r da benim le uyudu.

G özlerim i açtığım da güneş doğmuştu. Hâlâ erkendi, muhteme­


len yedi bile olm am ıştı ama pencereme yansımasını izlemek için
gelen kızılgerdan kuşuna göre yeterince geçti.
D erin b ir nefes alıp nefis bir şekilde sızlayan vücudumu gerdim.
D işlerim i fırçalayıp dolaşık saçlarımı açmak için hızlıca ban­
yoya koşm ayı planlıyordum ama önce... Connor Danielsuı uyur­
ken nasıl g ö rü n d ü ğ ü n ü görmem gerekiyordu.
Ç o cu k lar gibi huzurlu bir şekilde mi uyuyordu? Yoksa müs­
teh cen rü y alar görüp şeytani bir şekilde sıntıyor muydu? Tabü ki
tercih im ikincisiydi.
U yuyan C o n n o r’ın yüzünü hafızama kazımak, daha sonra şi­
irlerim d e ku llan m ak için zihnime kaydetmek istiyordum.
Bu y ü zd e n ona doğru döndüm. Ve gözlerimi kırpıştırdım.
Ç ü n k ü yatağın diğer tarafı boştu.
C o n n o r gitm işti.

133
9

** A rd ın d an evinden ayrıldım.”
Violet’le yaşadığımız son gelişmeleri ertesi gün BBM gnı-
bum dakilere anlatmayı bitirdikten sonra gülümsedim. Tabü ki +18
detayları atlam ıştım çünkü böyle sırlar asla ifşa ed ilm em eliydi.
V iolet’in evinden ayrıldığımdan beri gülümsemeyi bırakama-
m ıştım . Acaba henüz gün ışığına çıkarılmamış bir tıbbi dıırum
olabilir m iydi bu? Aşırı doz endorfınden Joker sendromu mese­
la. G erçi öyleyse bile um urum da değildi çünkü anlatılamayacak
k adar m utluydum .
BBM üyeleri bana uzaylıymışım gibi baktılar.
Şerefsiz b ir uzaylı.
“A yrıldım derken?” dedi Stevvart.
“O n a yiyecek bir şeyler almaya falan mı gittin yani?" diye tah­
m in etti Lou.
T ikki um utla, “Geçirdiğiniz güzel gece için teşekkür eden ve
onu b ir d ah a görm ek için sabırsızlandığını söyleyen samimi bir
not b ırak ıp d a ayrıldın, değil mi?” diye sordu.

135
Sonra Maria lafa girdi. "Onun için kahve alm aya ve kom şu­
nun bahçesinden çiçek toplamaya mı çıktın?”
“Hayır, öylece çıktım. Sabah rutinini rahatça tam am lasın diye
onu yalnız bıraktım."
Kafaları hâlâ karışık gibiydi.
“Bu k aran verirken akimda ne vardı?” diye so rd u Dr. Laura.
“Eh... Violet’ten çok hoşlanıyorum, bu yüzden d o ğ ru olanı
yapm ak zorundayım. Aptallık edemem. O nu k o rk u tu p kaçıra­
nı am. Aynca o daha çok genç.”
“Ne kadar genç?” diye sordu Karen.
“Otuz yaşında.”
Lou kafasını iki yana salladı. “Otuz yaş o kadar genç sayılmaz.”
“Hayata çok farklı bir bakış açısıyla bakm ak için y e te rin ­
ce genç. Onun gibi kızlar, yapışkan yaşlı ad am ları sevm ezler.
Özgürlük isterler, kendi işine bakabilen bir adam la b irlik te olup
kendi işlerine bakmak isterler. Seks ilk a d ım d ır ve u y u m çok
önemlidir. Bunu bir flört kitabında okum uştum . B irlikte y atak ­
ta iyi değilseniz ilişkiyi daha fazla ileri götürm eye g erek yoktur.
O tuz yaşındakiler böyle düşünür. Biz yatakta m ü k e m m e l b ir
uyum içindeydik, bu da ilk aşamayı geçm em izi sağladı. Ş im d i b i­
raz geri çekilmeliyim ki onu boğmayayım. Bu işler böyle y ü rü r.”
G rup arkadaşlarım hâlâ endişeli görünüyordu.
Dr. Laura gözlüğünü düzeltip kelim elerini seç erek k o n u ş tu .
“C onnor, bu meseleyi böyle ele alm ak iste d iğ in d e n e m in m i­
sin? Ç ünkü en iyi tanım la bu büyük cüretkârlık. V io le t’le a ra n a
mesafe koym ak için bahane buluyor, başka b ir k a d ın la d u y g u ­
sal olarak yakınlaşınca tekrar canın yanacak diye e n d iş e e d iy o r
olabilir m isin?”
Bunu düşündüm . Sadece beş saniyeliğine.
“Hayır. Gayet eminim, ö y le şeyler d ü şü n m ü y o ru m .”

136
BHM ekibi pek de ikna olmuş değildi.
Dclilah ellerini göğe kaldırıp dua etti "Yüce İsa, dizginleri ele
al. Ele al ki şu C o n n o r adlı ahmak adama dersini verf
Ç em berdekilerden kısık aminler yükseldi Lou haç çıkardı.
Dr. Laura tekrar lafa girdi “Connor, bu anlattıkların tehlikeli
bir şekilde zihin oyunlarına benziyor. Gerçek hislerini yansıtmayan
davranışlarda bulunm anın, bunları arzu edilen bir sonuca ulaşmak
için kullanm anın sonu buna dahil olan herkes için kötü otur!*
Kafamı iki yana salladım. “Ben zihin oyunlan oynamıyorum.
B ugünlerde u zu n süreli ilişkiler hep böyle başlıyor. Temel bu şe­
kilde atılıyor, d ü rü stlü k daha sonra geliyor. Şu anda tek yapmam
gereken ilgisini uyanık tutmak. Mandalorianda da dendiği gibi,
yöntem bu.”
“Yine m i lan et olası Mandalorian?” diye hırladı Cari.
D iğerleri yakınm aya başladılar. Çünkü yeni filmleri çıktığın­
dan beri C ari, Yıldız Savaşları yla ilgili her şeye sinir oluyordu. Hele
ki Jar Jar Binks kom plosu konusunda ağzını açmaması en iyisiydi
“O kasklı h e rif seni uçurum un kıyısına götürse, ‘Yöntem bu,
yöntem bul diye diye peşinden atlarsın. Aynı zombiler gibi"
“K o n u d an sapm ayalım , Cari. Hem bu konuyu konuşmuştuk,"
dedi Laura.
“D isney b ir İm paratorluk, Dr. Laura! Mickey de Palpatine*.
Bunca z a m a n d ır gözüm üzün önündeydi!"
T ikki elleriyle gözlerini kapattı. “Ah, Tannm."
“K apa çeneni, Cari!” diye bağırdı Maria.
“Şu a n d a C o n n o r’a yardım ediyor olmamız gerek,” dedi
Stevvart. “Y ardım ım ıza gerçekten ihtiyacı var.”

* Yıldız Savaşları film serisinde karanlık tarafın temsilcisi olan kötücül


im parator, (ç.n.)

137
“Bakın, arkadaşlar.” Ellerimi kaldırdım . “Endişenizi anlıyo­
rum ama bu iş bende. Ben gayet iyiyim! Ne yaptığım ı çok ly|
biliyorum. Sizi temin ederim ki her şey yoluna girecek."
Eğer bir filmin içinde olsaydık tam şu anda anlatıcı devreye
girer ve seyircileri, ne yaptığıma dair hiçbir fikrim olm adığı ve
hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin yoluna girm eyeceği h u su su n d a bil­
gilendirirdi.

Violet

Belki de horlamıştım.
Ya da uykumda konuşmuştum.
Veya dağınık uyuduğum için ona tekm e atm ıştım . D ah a önce
kimse uykumda çok hareket ettiğimi söylem em işti am a belki de
öyleydim.
Ah, Tanrım! Ya uyurken gaz çıkardtysam? Bu n o rm a l b ir vü­
cut fonksiyonuydu ve Connor titiz biri değildi am a belki de böy­
le şeylerin ilişkide normal sayılması için henüz çok erkendi.
Pazar günü tüm zamanımı zihnim de bu düşü n celerle geçir­
dim ve mesaj ya da arama bekleyerek takıntılı gibi telefonum u
kontrol edip durdum.
Ama beyhudeydi.
Birlikte geçirdiğimiz her saniyeyi kafamda tekrarlayıp C o n n o r m
beni bırakıp gitmesinin sebebi ne olabilir diye düşünsem de hiçbir
şey bulamadım. Ne tereddütlü görünmüştü ne de yaptığım ız şeyle­
re ilgisizdi Aksine, her anından zevk almış gibiydi
Benim ondan hoşlandığım kadar o da benden h o şlan m ış gi­
biydi.

138
Bu yüzden bu davranışını anlamıyordum.
F.n zoru da buydu. Bilmemek. Neyi yanlış yaptığımı bilsem
çözüm bulabilir, bir daha yapmamaya çalışabilirdim. Faka! soru­
nun ne o ld u ğ u n u bilmemek, bu nedenle de o günü tekrar tekrar
zihnim de oynatm ak resm en işkenceydi
H er bakışı, h er dokunuşu, her öpücüğü, her nefesi ve her or­
gazmı yavaş çekim de oynatıyor, sonuç olarak hem depresifleşi-
yor hem de ta h rik oluyordum.
Ve b u can ım ı sıkıyordu.
O n a m esaj atm ayı düşündüm . Basit bir şeyler yazabilirdim.
Mesela sadece, Selamy diyebilirdim.
Ya da d ah a n et olup onu ikinci raunt için... daha doğrusu tek­
nik açıdan bakılırsa dördüncü raunt için evime davet edebilir­
dim. Ü çü n cü seçenek de dürüstçe, Neden gittin? diye sormaktı.
Fakat b u sözcükleri her yazmaya çalıştığımda kendi gözüme
çok acınası, çok ilgi meraklısı görünüyordum. Erkekler ilgi me­
raklısı k ad ın ları sevmezdi.
Acı gerçek şuydu ki C onnor benimle konuşmak isteseydi
çoktan ad ım atar, hatta daha ilk başta evimden çekip gitmezdi.
Ayrıca eğri o tu ru p doğru konuşmak gerekiyordu; bana hiçbir şe­
kilde söz verm em işti.
Bir kez bile.
Bu y ü zd en kendim i hiçbir şey yapmamaya, yarın hastanede
onu göreceğim ana kadar beklemeye zorladım. Yüzünü görüp
sesini d u y d u ğ u m d a, beden dilini incelediğimde sorunu anlaya­
bilirdim .
P lakçalarım a D ionne Warwick’in “Always Something There
to R em ind Me” plağını takıp notaların tüm eve yayılmasına izin
verdim . Ş arkının sözleri hüzünlü olsa da melodi hızlıydı ve içim­
deki hisler savaşına tam uyuyordu.

139
D uygularım ı içimden atm ak için bir şiir yazdım . B enim iç|n
bile berb at bir şiirdi, kafiyeli bile değildi. O k ad a r çok sözcüğün
ü stü n ü çizip tekrar yazdım ki en sonunda kâğıtta devasa b ir m ü ­
rekkep lekesi oluşmuş gibi göründü. Bu n ed en le de şiirin adını
“Leke” koydum .
Sonra da kâğıdı şifoniyerimin üzerindeki, a n n e m d e n kalan
eski m ücevher kutusuna, diğerlerinin yanına y erleştird im .
Sakinleşm ek için derin bir nefes alıp nefret etsem d e p apatya
çayı dem ledim ve oturup m anikür yaptım . Iş için tırn a k la rım ı
kısa tutm am gerekiyordu, bu yüzden sadece tö rp ü le y ip k e n a rla ­
rındaki derileri temizledim ve güzel hissetm ek için lav an ta rengi
oje sürdüm .
D ün olduğum gibi m utlu olm ak için elim d en g elen i y ap tım .
Akşam çöküp de zihnim deki karm aşa çö z ü lm ey in ce telefo ­
num u alıp kız kardeşim Tuni’yi aradım . C h rissy hayalci, ro m a n ­
tik ikizdi, Tııni ise m antıklı ve n e t olandı. Yani b ir şey leri çö z ü m e
kavuşturm ak istiyorsam aram am gereken kişi oydu.
İkinci çalışta cevap verdi. “Selam Vivi! N a b e r?”
O anda dehşet içinde fark ettim ki gözyaşlarını a k m a k ü z e ­
reydi. Ben sık ağlayan biri değildim . H içbir za m a n salya s ü m ü k
olmaz, hıçkırıklara boğulup saçm a sapan şeyler sö y le m e z d im .
“Ben annem gibi miyim?” diye sordum kardeşim e, b o ğ u k sesle.
Soru ağzımdan öylece çıkıvermişti. D ü şü n d ü ğ ü m b ir şey d e ­
ğildi am a baştan beri asıl endişem in bu o ld u ğ u n u şim d i g ö rü y o r­
dum . A nnem sıcakkanlı, harika biriydi ve tü m hayatını, o n u n y a ­
nında kalmayı beceremeyen, gecenin bir yarısı o u y u rk e n çekip
giden, onu asla hak ettiği gibi sevmeyen bir ad am a âşık g eç irm işti.
“Ne?” dedi Tuni, az önceki neşesi sesinden silin m işti.
“A nnem gibi m iyim ?”

140
Arka planda bir sandalyenin çekilme sesi, sonra da hışırtılar
yükseldi. Kardeşim bunun oturarak konuşulacak bir mesele o l­
duğunu an lam ış olm alıydı.
"Kesinlikle annem gibisin. Tabii bunu iltifat olarak almalısın.”
Yeni k u ru m u ş ojeli tırnağımla oynadım.
“Hayır. D em ek istediğim , konu erkekler olunca annem gibi
m iyim ?”
“Eh, an n e m sadece tek bir adamla ilgileniyordu ve seçimi pek
de sağlıklı sayılmazdı.”
“Kesinlikle.”
“A m a b ab am onu sevmişti.”
“Sevm iş m iydi gerçekten?”
“Ö yle olm asın ı um u t ediyorum. Annem için. Onlan birlik­
teyken izlediğim i hatırlıyorum . Babam etraftayken onu mutlu
ederdi. D ü şü n cem e göre onu kendince seviyordu."
“A m a b u yeterli değil, Tuni! Annem onu tüm kalbiyle sevi­
y o rd u ve geri dönm ediğinde çok fena çöktü. Bunu gözlerimle
g ördüm .”
B en C o n n o r’ı o kadar sever miydim?
S an ırım en in d e sonunda severdim. Bu ilişki devam etse ona
öyle b ir âşık o lu rd u m ki bir parçasının bende olacağından emin
olsam b e n i yıkm asına bile izin verirdim.
“Bu h iç d o ğ ru değildi,” diye ısrar ettim.
“H ak lısın , d o ğ ru değildi,” dedi kardeşim yumuşak bir sesle.
“A m a a n n e m farklı bir seçim de yapabilirdi, Violet. Bunu yapabi­
lecek k a d a r güçlüydü. Fakat tek istediği günahlanyla kusurlarıyla
b a b a m d ı. Tabii ki annem e benziyor olman senin de aynı seçimi
y ap acağ ın an lam ın a gelmez.”
S özleri, ağrıyan kalbimi yatıştırdı ve paniğimi hafifletti.

141
Evet. B urnum u çektim. “Mantıklı.”
“N eyin var Vivi? Orada neler oluyor?”
A nnem öldükten sonra ailenin reisi ben olsam da k ard eşleri­
m in ebeveyni olmamıştım. Evdeki yetişkin b en d im am a hayatı
d ö rd ü m ü z paylaşmıştık. Bu yüzden Tuni şim di yetişkin b ir ka­
d ın k en hem canım kardeşim hem de en kıym etli ark ad aşım d ı.
“Birlikte çalıştığım bir adam var.” Sesim, C o n n o r h a k k ın d a
h e r konuştuğum da olduğu gibi yum uşadı. “Üç oğlu v a r ve b o ­
şanm ış. Ama muhteşem ve çok eğlenceli biri. A yrıca in a n ılm a z
b ir baba. Her neyse, uzun zam andır ondan h o şla n ıy o ru m ve ya­
la n zam anda arkadaş olduk. Sonra daha da y alan laşıp seks yap­
tık ve cidden harikaydı. Anlatamayacağım k ad a r h arik a.”
Kalbim güzel anılarla genişledi am a sonra so n tek n o lo ji, p a s­
lanm az çelik bir meyve sıkacağına sıkışm ış gibi ezildi.
“Ama sonrasmda hiç beklem ediğim gibi dav ran d ı. B en u y u r­
ken gitti ve o zamandan beri de aram adı. N ed en in i b ilm iy o ru m .
Ne yapacağımı bilmiyorum.”
Tuni bir süre sessiz kaldı.
Sonra, “Bazı erkekler karm aşık birer pislik olabiliyor,” dedi.
Bugün ilk defa kahkaha attım.
“Boşandığmı mı söylemiştin?” diye sordu.
“Evet.”
“Belki de büyülü vajivajinin gücü ona fazla g elm iştir. D a h a
önce başı yandıysa temkinli davranıyor olabilir.”
C onnor’ı evli olduğu zam anlarda ta n ım ıy o rd u m . B en
Lakesidea taşındığımda çoktan boşanm ıştı. H e m şire le rin d e d i­
kodularından duyduğum kadarıyla sonrasm da b aşk a la rıy la çık sa
da ciddi bir ilişkisi olmamıştı ve Callie ye göre, çıktığı k a d ın la rla
deneyim leri korkunçtu. Şimdi kaçışının sebebi bu o la b ilir m iy d i?
“Olabilir.”

142
"Ya da belki çocuklarından biriyle ilgili bir şey olmuştur. Bir
telefon gelm iştir ve not bırakamadan gitmesi gerekmiştir. Bu da
m üm kün.”
Ben de bir keresinde Chrissy yemek yaparken kazara per­
deleri yaktığında akşam dersimin ortasında ayrılıp eve koşmak
zoru n d a kalm ıştım . Kardeşim yangın tüpüyle alevleri söndür­
m üştü am a itfaiye görevlileriyle konuşup her şeyin yolunda ol­
d u ğ u n d an em in olm am gerekmişti
"Bu hiç aklım a gelmemişti. Umarım her şey yolundadır.
O ğ u lların ın üçü de mükemmel ama sonuçta hâlâ çocuklar.”
C o n n o rın yüzünden göğsüme yerleşen ağırlık yavaş yavaş
kalkıyordu.
“Bu gece vardiyası olduğundan bahsetmişti. Yarın sabah var­
diy am d an önce erkenden hastaneye gidersem onu çıkmadan ya­
kalayabilirim .”
“İşte böyle,” dedi Tuni. “Şimdi ne yapacağım biliyorsun. Ama
ne olu rsa olsun şunu unutm a Vhri, sen bir h a rın e sin . Değer ver­
diğin in san ları sevmekte çok iyisin ve sevgine layık olanlar bir
şekilde b u n u görüp hissedecek, sana aynı şekilde karşılık vermek
isteyecektir. B una denge kanunu denir. Bilim yani"
T ekrar güldüm . “Seni seviyorum, Petunia. Teşekkür ederim.”
“B en d e seni seviyorum ablacığım. Bir şey değil”

E rtesi sab ah erken saatlerde Connor’ı hekim odasmda, dolabının


ö n ü n d e buldum .
Sırtı b an a dönük olduğundan bir süre eşikte dikilip onu ince­
ledim . A rtık üstüm deyken ve arkamdayken nasıl hissettirdiğini
bildiğim , kürekkem iklerini ve belini avuçlarımın altında hisset-

143
tiğim, tadını ve kokusunu aldığım, baş d ö n d ü rü cü inlem elerini
duyduğum için ona daha çok çekiliyordum. Birazcık yediğinizde
daha fazlasını istediğiniz şeker bağımlılığı gibi bir şeydi bu.
Dolabının şifre kilidini çevirirken ona doğru ilerledim . O be­
cerikli parmakların neler yapabildiğini; beni nasıl okşayıp kış­
kırttığını ve tatmin ettiğini hatırladığım da nefesim kesildi.
Ama şehvet sisinin arasından hem en çıkıp C o n n o r’ın yan ın ­
da durdum . “Selam, Connor!”
Sesimdeki tiz coşku yüzünden içten içe kendim i azarladım .
Rahatça, “Selam, Violet,” dediğinde sesinin sıcak tın ısı m üs­
tehcen anıları yeniden canlandırdı.
Düşünceleri geri itip, “Nasılsın?” diye sordum .
“İyiyim.” Gülümsedi. “Çok iyiyim. Acil serviste h arek etsiz bir
geceydi. Sadece kulak enfeksiyonu olan bir çocuk, y ü k lü b ir doz
penisilinle hallolan bir klamidya vakası ve iki dikiş a tm a m ız ge­
reken bir hasta geldi.”
a p •• »
Süper.
a t yy
Aynen.
Odada yalnız olsak da ona yaklaşıp sesimi alçalttım .
“Seninle... geçen gece hakkında konuşm ak istem iştim .”
Göz alıcı gülümsemesi yüzüne yayılırken gözleri ısındı.
“Öyle mi? Ne konuşmak istedin?”
“Şey, yani, uyandığımda sen... gitmiştin.”
“Evet.” Bu gayet normalmiş, zaten bunu beklem em gerekir­
miş gibi kafa salladı. “Eve, oğlanların yanına d ö n m em gerekiyor­
du, sen de uyuyordun. Uyanınca yapacak işlerin olur, san a ayak
bağı olmayayım diye düşündüm.”
Pekâlâ, bu mantıklıydı.
Biraz.

144
Hayatımın en yoğun ve en samimi cinsel deneyimlerinden bi­
rini yaşattıktan sonra hoşça kal demek için beni uyandırmaması
ve sonrasında arayıp sormaması dışında.
O anda zihnim de yıkıcı bir düşünce belirdi. Belki de birlik­
te geçirdiğimiz gece C onnor için o kadar da muhteşem değildi.
Belki de... hayal kırıklığına uğramıştı. Söylemeye çalıştığı bu ola­
bilir miydi?
"Ama... iyi vakit geçirdin, değil mi?” diye sordum, yanaklarım
M ordor’d aki H üküm Dağı dibi cayır cayır yanarken.
“Harika vakit geçirdim, Violet.”
Ciğerlerim i sıkan kaygı, sözleriyle birlikte parm aklarını gev­
şetti. Ç ünkü bana bakarken C onnor’ın gözlerinde samimiyet, ilgi
ve saf, sonsuz bir sevecenlik vardı.
“Eğlenceliydi.”
Bir dakika. Ne?
“Eğlenceli m i?”
Şimdi de papağan gibi onu tekrar ediyordum. Kalbi tuzla buz
olm ak üzere olan aptal bir papağan gibi.
“Evet,” dedi metal dolap kapağmı kapatırken. “Bir ara tekrar
yapalım. İkimiz de müsait olduğumuzda. Keyfimiz bilir, değil mi?”
Keyfim iz m i bilir? Bu adam ciddi miydi?
D üşüncelerim kafamın içinde sarmallar çizerken ve ruhum
yavaş yavaş ölürken şarjı bitmek üzere olan bir robot gibi kafa
salladım.
Ama sonra çantasının askısını om zuna asmasını izlerken
göğsüm ün içinde m inik, turuncu bir alev yandı ve hayal kırık­
lığımdan, utancım dan beslenerek giderek büyümeye başladı.
Başımdaki ağrı akkor bir öfkeye dönüştü.
Öfkelenmek kolaydı.

145
Küçük düşürülmüş bir kadının yakıcı, vahşi g azab ın ı kimse
hafife almamalıydı.
Siktir git, C onnor D anieb! Bunu dışım dan sö y le m e d im ama
zihnim de çatılara çıkmış haykırıyordum. Ç ü n k ü b u n u cidden
hak etmişti.
Bir oda dolusu testereyle işkenceyi de h ak etm işti.
Ben ona yıllardır hayranken gezegendeki d iğ e r şe re fsiz le r gibi
davranmaya nasıl cüret ederdi?
Güzel sesine, kusursuz kişiliğine, seksi k o lla rın a ve efsanevi
penisine, keskin doktor beynine ve nazik, b ü y ü ley ici b a b a r u h u ­
na içten içe lanetler okudum.
“Elbette, keyfimiz bilir.” Dudaklarımı gergin b ir g ü lü m sem ey le
birbirine öyle bir bastırdım ki neredeyse yara açılacaktı. A m a o
bana bakmadığı için fark etmedi. “O n n u m ara olur.”
On numara ifadesini normalde asla k u llan m azd ım . M a d m e r i in
bir bölümünden aklımda kalmıştı ve şu anda da o d izi g ibi d e sta n ­
sı bir saçmalığın ortasında olduğumuz için uygun gelm işti.
Bundan böyle Connora göstereceğim te k şey b u olacaktı.
Sahte Violet.
Gerçek Violet’in hiçbir parçasını görem eyecekti. N e g ü lü m s e ­
memi ne kahkahalarımı... ne de kalbimi.
Buraya kadardı.
Connor omzumu sıktı. “Süper. Sana iyi çalışm alar, V io le t S onra
görüşürüz.”
Ve odadan çıkıp gitti.

146
10

iolet b u sabah soyunma odasında yanıma geldiğinde her


V şeyin yolunda olduğunu, durumu ustaca ele aldığımı ve
o n u n ilgisini uyanık tuttuğum u düşünmüştüm. Hevesliydi ve
dah a fazlası için tekrar tekrar gelmeye hazırdı.
S o n rasın d a b ü tü n günü telefonumu kontrol etmekle geçir­
dim . B eni evine davet eden, birlikte yemek yemeyi teklif eden
ya d a en azın d an bir sonraki koşumuza ne zaman çıkacağımızı
so ran b ir mesaj atm asını bekliyordum.
T im m y, tanıdığı kızların ilk adımı atmaktan hoşlandığım
söylem işti. Bağımsız olduklarını, dizginleri ellerinde tuttuklarını
ilan etm ek için yaptıkları bir güç gösterisiydi bu. Ben de Vıolet’i
b u n d a n m a h ru m bırakm ak istememiştim.
A m a ne bir mesaj geldi ne de telefon. Sonraki günlerde de
b o şu n a bekledim .
Sağlam b ir ilişkideyken kadınlar, partnerlerinin tam bir h a­
nı m cı o lm asın a bayılırlardı, özgüvenleri artar ve başka kadınlar­
la yatıp kalkm adığınızı bilerek başlarını yastığa rahat koyarlardı.

147
Tabii ki burada zamanlama çok önemliydi. H anım cılığa çok
erken başlamak acmasıydı ve çekiciliği anında yok ederdi.
Fakat günler geçtikçe Violet’le aram ız b ir tu h a f olm aya
başladı.
H er şey farklıydı.
Yanlıştı.
Sonraki iki hafta boyunca bir kez bile koşuya çıkm adık.
Sonunda riske girip birkaç kez ben teklif ettim am a m eşgul ol­
duğunu söyleyerek reddetti. İki sefer evet dedi ancak onları da
sonradan iptal etti.
Öğle yemeğinde hiç beraber oturm adık, serviste vakalar ara­
sında m uhabbet edip şakalaşmadık. Violet dalgm ve mesafeliydi.
Bir sabah işe giderken köşedeki kafede d u ru p çok sevdiği
frappe-macchiato-latte saçm alığından aldım . H astaneye girdi­
ğim de Violet hem şire istasyonundaki bilgisayarda b ir şeyler ya­
zıyordu. Beni henüz görm em işken onu izlem e fırsatını değerlen­
dirm ek istedim.
Bugün kaim, siyah, kare çerçeveli gözlüğünü takm ıştı. O nu
uzun uzun öpebilmek için gözlüğünü çıkardığım ı hayal ettiğim ­
de dilim karıncalandı çünkü nefis, seksi, yakıcı tad ı hâlâ dam a-
ğımdaydL Kollarını ve bacaklarını bana doladığm da, genzinden
o ateşli iniltileri çıkardığında, dapdar ve sıcacık kadınlığıyla beni
sardığında nasıl hissettiğimi hâlâ hatırlıyordum . O gece tahrik
olurken Tanrı’m n yüzünü gördüğüm ü sanm ıştım .
Hemşirelerden biri Vi’ye benim duyam adığım b ir şey söyle­
yince genç kadının dudakları seğirdi. Ve hasret tü m şiddetiyle
kalbim i ele geçirdi. O nunla konuşm ayı, gülüm sem esini görm eyi,
kahkahasını duymayı özlemiştim. Onu özlem iştim , nokta.
Elimdeki bardağı sıkıp başım ı iki yana salladım .
Topla kendini, Daniels. Havalı ol.

148
“Selam.”
“Selam.” Tebessüm etti ama gergin ve soğuktu.
Büyük boy karton bardağı ona uzattım.
“G elirken M agnifıque Kafe’ye uğrayıp senin için bunu aldım."
“Ne hoş.” Bardağı aldı. “Sağ ol, Connor.”
Z afer k azanm ıştım sanki. Küçük bir zaferdi ama Evereste bile
adım ad ım tırm an d ırd ı.
S onra V iolet, hem şire istasyonunun arkasından çıktı ve bar­
dağı o ld u ğ u gibi çöp kutusuna attı. Dolu karton, kutunun dibine
güm diye çarp ın ca um utlarım da onunla birlikte parçalanıp gitti.
“A m a fazla kafein tüketmemeye çalışıyorum.”
Yavaşça b aşım ı salladım. “Anladım.”
V iolet başka bir şey demeden, arkasına bile bakmadan gitti
H arika. M ükem m el.
Siktir.
Bu o lay d an b ir hafta sonra Braydenı birinci sınıf öncesi zo­
ru n lu o k u l tu ru n d a n alm ak için lise binasına gittiğimde onunla
tek rar k arşd aştım . Ben Spencerla tribünlerde otururken Vı de
pistte koşu y o rd u .
A şağı in ip karşısm a çıktım. “Selam. Burada ne yapıyorsun?”
K oşm ayı bırakıp nemli kâküllerini alnmdan geriye iterek omuz
sükti. “H ep o rm an d a koşuyorum, artık biraz değişiklik yapayım
dedim . B urası düm düz; takılabileceğim engeller ya da beklenme­
dik çu k u rla r yok.”
B ana, k ad ın ların bir şeyler söylerken esasında başka şeyler
im a e ttiğ in d e ve zihinlerinin okunmasını beklediğinde baktığı
gibi b ak ıy o rd u .
V iolet’in öyle bir kadın olduğunu hiç düşünmemiştim... ama
sa n ırım yanılm ıştım .

149
Kafasını eğip Spencera baktığında tavrı tam am ıyla değişti.
Gözlerindeki donukluk ve ilgisizlik yok olup yerini sevecenliğe
bıraktı. Gülümsemesi doğal sıcaklığı ve sam im iyetiyle doluydu.
"Merhaba, Spencer. Nasılsın? Seni gördüğüm e çok sevindim.”
"Merhaba, Violet! Dadılık pozisyonu hâlâ açık. D üşünm eye
devam ediyor musun?”
"Evet.” Nazikçe güldüğünde kıskançlık kem iklerim e k ad ar iş­
ledi. Kendi çocuğumu kıskanm ak saçma sayılmazdı, değil mi?
“Hâlâ düşünüyorum.”
Violet yüzünü bana çevirdiğinde ölü gözler geri dönm üştü.
“Ben artık koşuma döneyim. G örüşürüz, C onnor. Ya da gö­
rüşmeyiz. Keyfimiz bilir, değil m i?”

“Bunlar pazar sabahı için son derece ciddi düşünceler,” dedi m a­


sada karşımda oturan Tim. “D üşündüğünü b u rad an bile duya­
biliyorum.”
Garrett dikkatini bana çevirdi. Daniels çetesi olarak, haftalık
geleneksel bagel kahvaltımız için ebeveynlerim izin evinde to p ­
lanmıştık.
“Harbiden biraz... dertli görünüyorsun.”
“Aynen,” dedi Ryan. “Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabına kim
işedi? Holden Caufıeld mı?”
Garrett ona tuhaf bir bakış attı. “Edebiyata m ı m erak saldın?”
Ryan omuz silkti. “Dün akşam Josephina’ya İngilizce ödevin­
de yardımcı oldum.”
“Ah, anladım. İngilizce dersine Dillinger giriyor. A dam m iski­
nin teki. Okuma listesini 1995’ten beri güncellemedi.”

150
"I ley!” A ngela mananın diğer ucundan onlara d nalladı.
"Konuya odaklanıp C onnor’ın neden ergen kızımdan daha ka­
ramsar göründüğünü öğrenebilir miyiz lütfen? Umalım ki Dean'in
düğü nü n e getirdiği güzel kızla alakalı olmasın. Onu sevmiştim."
"V iolct’i ben de sevdim,” diye ekledi Callie. Çünkü aşk haya­
tım her zam an aile meselesiydi. “İkiniz çok iyi anlaşıyor gibiydi­
niz. O ğlanlara karşı da iyiydi.”
İçim i çekip ağzım daki baklayı çıkarmaya hazırlandım. Kar­
deşlerim in eşleri harika insanlardı ama bir şeyi merak ettiler mi
rottweiler köpekleri gibi dişlerini batırır, istediklerini alana dek
bırakm azlardı.
“Aslında o n u n la alakalı. Düğünden sonra aramız gayet iyiydi.
Birlikte koşuya çıkıyor, mesajlaşıyorduk. İyi anlaştığımızı sanı­
yordum . A m a şimdi...”
Seks kısm ını atladım . Ebeveynlerimin mutfak masasında cin­
sel hayatım ı paylaşm ak aşırı garip olurdu.
"... b en im le konuşm uyor. Hem de hiç.”
“Belki de ulaşılm ası zor kadını oynuyordur,” diye fikir yürüt­
tü T im . “Yemi yuttuğunu biliyor, bu yüzden kancayı daha derine
b atırm ak için oltayı çekiştiriyor. Onu görmezden gelmelisin. Ya
da hak aret etm elisin. Hakareti severler.”
“H ak aret m i?” Kardeşim akimı yitirmiş olmalıydı.
“Kesinlikle. N egatif yorum lar çok işe yarar.”
“Hayır. Violet öyle biri değil.”
“H epsi öyledir, dostum.” Bir süre daha düşündü. “Başka bir
seçenek de seni oyalıyor olması. Kızlar bunu sürekli yaparlar;
d o ğ aların d a var. M uhtemelen senden başka iki erkekle daha ko­
şuya çıkıyordun”
“D u r b ir dakika.” Angy elini kaldırdı. “Romantik ilişkiler ko­
n u su n d a n ed en T im m y’d en tavsiye alıyorsun sen? Ya da... her­
hangi b ir k o n u d a?”

151
Kalbimi kırdın,” dedi en küçük kardeşim.
“O, Violet’le aynı yaşta,” dedim Ryan’ın karısına. “Ve bekAr.
Siz yıllardır bekâr değilsiniz. Flört dünyası lanet olası b ir vahşi
orm an gibi.”
Angy başını iki yana sallıyordu. “T im m y’n in bir tipi var. O,
kızlarla çıkıyor. Ahlaki açıdan sorgulanabilir, kafası p ek çalışm a­
yan, genç ve...”
“Ateşli kızlarla,” dedi Tim.
"... toy kızlarla,” diye bitirdi Angela. "Violet o lg u n b ir kadın.
O nu görür görmez anladım. Ve aklı başında h içb ir k a d ın senin
gibi bir erkeği sebepsiz yere görm ezden gelmez.”
Tam bir Brooklyn kadını gibi kollarını g ö ğ sünde k a v u ştu rd u .
“Ne yaptın?”
“Hiçbir şey yapmadım.” Kaşlarımı çattım .
Ryan ile Garrett gülmeye başladılar. R esm en k a h k a h a la r a tı­
yorlardı. Garrett’ın gözünden yaş bile gelm işti.
“Acayip komik bir sahne.”
“Gerzeğin önde gidenisiniz, biliyorsunuz değil m i? ” d e d im
onlara.
Ryan masayı işaret etti. “Bizim bekârlık g ü n le rim iz g erid e
kalm ış olabilir ama bu söylediklerine gerçekten in a n ıy o rs a n fazla
bekâr kalm ışsın demektir.”
Callie, p u zzle m son parçasını yerine yerleştirdi. “S en yanlış
bir şey yapm adığm ı düşünüyor olabilirsin, C o n n o r. A m a Violet
kesinlikle yanlış bir şey yaptığmı düşünüyor olm alı.”
Bakışları altında ensem kaşınıp yanm aya başladı.
“Aslında... bir şey var. Belki sebep odur.”
“Al işte,” dedi Ryan.
Angela beklenti içinde kaşlarını kaldırdı.

152
"O nunla yattım ,” diye itiraf ettim. “Sonra o uyurken kalktım
vc... e v in d en ayrıldım .”
T im ellerin i çırpıp eşek gibi anırarak gülmeye başladı.
B aşım ın belada olduğunu o anda anladım.
“Süper!”
“H ay ır” Callie ona otoriter öğretmen bakışıyla baktı. “Hiç de
süper d e ğ il”
“Efsane ya!” diye ısrar etti Tımmy. “Kız çok fena kızmış olmalı.”
“Ne d em ek istiyorsun?” dedim kardeşime. “Onu kızdırmak
istem iyorum .”
“İstediğin belli. Yakala ve saklan, gel ve git, kaç ve seni kova­
lam asını bekle. Bu oyun böyle oynanır.”
T im ’in y ü zü n e baktım .
“V iolet b en im için oyun değil, Tim. Ona değer veriyorum*
N ihayet d u ru m u çaktı ve yüzünde anlayış belirdi. “Ah.” Şimdi
endişeli görünüyordu. “O zaman bir problemin olabilir.”
Kahretsin.
“Dinle,” d ed i Angy, oturduğu yerde eğilerek. “Mesele o kadar
karm aşık değil. O yunlar oynamak ve tek gecelik ilişkiler yaşa­
m ak istiyorsan T im m y’yi dinlersin. Ama bu kadınla dürüst, ol­
gun b ir ilişki istiyorsan kendi kalbine güvenmelisin. Kalbin sana
ne diyor, C o n n o r? ”
Kalbim , geçirdiğim iz o samimi gecenin ve harika seksin ar­
dından o n a alan tanım am m , bir gün sonra karşılaştığımızda
sanki b e n im için hiçbir önemi yokmuş gibi bir ara tekrar yapa­
lım d em em in V iolet’in hoşuna gitmediğini söylüyordu.
Kalbim , bu denklem de ahmaklık eden tarafın ben olduğumu
söylüyordu.
Fakat asıl so ru şuydu: Şimdi ne yapacaktım?

153
E rtesi g ü n cevap kucağım a düştü. Ve neredeyse aklım ı k açırm a­
m a n ed en oldu.
Ç ü n k ü Violet başka biriyle çıkıyordu. A dam o n u alm ak için
h astaneye kadar gelmişti.
Acil servis personel girişinin o to p ark ın d a d u rd u k la rı sırada
cam d an onları izledim. Adam uzun boyluydu, siyah saçları vardı
ve V iolet’ten birkaç yaş küçük görünüyordu. Vi, esk id en b an a da
gülüm sediği gibi m utlulukla kocam an gülüm seyerek ad a m a k o ş­
tu ve kollarını boynuna sardı, onu sıkıca kucaklayıp ayaklarını
yerden kesm esine izin verdi.
Bunu gördüğüm de içim de b ir şeyler k o p tu ve ih tiy at den en
şeyi travm a odasm da, tıbbi atıklarla birlikte b ırak tım .
Çift kanatlı cam kapı bile ö n ü m d en çekildi.
Pekâlâ, tam am , kapı sensörlüydü.
A m a öyle olmasaydı da öfkem in derecesini g ö rü n c e te re d ­
dütsüz açılırdı.
“Benim le taşak geçiyor olm alısın.”
Violet bana dönüp afallam ış gibi baktı. D o lg u n d u d a k la r ı­
n ın nasıl aralandığını görünce o n u ö p m ek ve h iç b ıra k m a m a k
istedim .
“Pardon?”
“H aftalardır bana soğuk yapıyorsun. P lan larım ız ı ip ta l ediyor,
sana aldığım kahveyi çöpe atıyor, iş h ak k ın d a o lm a d ık ç a y ü z ü m e
bile bakm ıyorsun. Şimdi de kalkm ış bu yavşakla m ı k u c a k la ş ı­
yorsun?”
Evet, bu doğruydu. Bu kelimeyi k ullanm ıştım .
Yav-şak. Haksız mıydım?

154
V iolet g ö zlerin i benim kilerden ayırmadan, yavşağa hitaben
ö /c n li ve d en g eli bir tonla konuştu. “Darren, lütfen beni arabada
bekler..."
İşte o an k en d im i kaybettim.
“D arren mı? Adı Darren mı?! Tatlı Cadının kocası gibi mi?
Ne yapacaksın, ha? Ne yapabilirsin?” Eski dizideki sanşın kadı­
nın yaptığı gibi b u rn u m u oynatabilmek için parmaklarımı kul­
landım ve aptalca b ir çınlam a sesi çıkardım.
S o n ra b ird e n durdum ... çünkü cidden saçmalıyordum.
A m a bu, D arren cesaretini toplayıp göğsünü kabartarak üze­
rim e y ü rü m e y e kalktığında geri adım atacağım anlamına mı ge­
liyordu? Tabii ki hayır.
“Sen d e k im sin be?”
D ib in e k a d a r girdim . “Kim olduğumu mu bilmek istiyorsun?”
K afasını o m u zların d an ayırıp kıçına sokmak üzere olan
ad am d ım . L an et olası bir doktor olduğum için bunu nasıl yapa­
cağım ı d a ço k iyi biliyordum .
G en ç a d a m b an a parm ağım doğrulttu. “Bir dakika, kim ol­
d u ğ u n u m u ru m d a bile değil. Eğer ablamla bir daha o şekilde ko­
nuşursan...”
K afam d a b o z u k plak sesi yankılandı.
K o n u şm asın ın geri kalanının fazlasıyla ilgi çekici ve tehditkâr
o ld u ğ u n d a n em in d im am a tüm dünyam söylediği bir kelimeyle
d u rm u ştu . “A blan m ı?”
V iolet aram ıza girdi. Parlak dudaklarım birbirine sıkıca bas­
tırm ıştı ve gözlerinden kıvılcımlar fışkırtıyordu. Daha önce de
güzel o ld u ğ u n u düşünüyordum ama öfkeliyken bambaşkaydı.
“Evet, C o n n o r. Ablasıytm. Yani bu yavşak...”
“H ey!” diye bağırdı Darren.

155
“... b en im kardeşim!”
K ollarım ı göğsümde kavuşturdum . “Ah.”
Ç enem i kaldırdım ve haysiyetimi kendi kendim e ayaklar altı­
n a alm ış olsam da dik durm aya çalıştım.
“Şey... b u biraz garip oldu sanırım .”
Violet’in boğazından sinirli bir hırıltı, b u rn u n d a n öfkeli d u ­
m an lar yükseldi. Saldırmaya hazır, güzel bir boğa gibi g örünüyor­
du. Kolum u tutup beni hastane binasının gölgesi altına çekiştirdi.
“N e oluyor sana C onnor?”
“O n u n la çıkıyorsun sandım.”
“Çıkıyor olsam ne olacaktı?! Senin neden u m u ru n d a ? !”
Ensem den soğuk utanç terleri aktı. Bu işi fena b atırm ıştım .
Ellerim i hüsranla yum ruk yaptım . “U m u ru m d a ç ü n k ü eskiden
koşu partneriydik,” dedim haşin bir sesle. “A rkadaştık. A m a artık
değiliz. Ve senin bunu hiç...”
Sustum. Ç ünkü ağzım dan çıkanların hiçbiri d o ğ ru değildi.
Korku ve savunm a içgüdüsüyle ürettiğim b ah an elerd i sadece.
O na söylem ek istediklerim çok farklıydı.
Ve bir an önce söylemeliydim.
“Aslında, bu söylediklerimi unut. G erçek şu ki... se n d e n h o ş­
lanıyorum , Violet. Kahretsin, hem de çok h o şlan ıy o ru m . Ve seni
özlüyorum .”
Vi bana baktı ve şokla fısıldayarak, “G erçekten m i? ” d ed i.
“Tanrım , evet. Gerçekten. Birlikte geçirdiğim iz gece in a n ıl­
m azdı, mükemmeldi. Yanında uyandığım da öyle g ü z e ld in ki
ben... kafayı yedim.”
“ö y le m i?”
Kafa salladım. “Çünkü sana hissettiklerim i b irin e k a rşı h is ­
setm eyeli çok uzun zaman olm uştu. Bu yü zd en e v in d e n ayrıl-

156
dım. Ve k ap ın d an dışarı adım attığım andan beri bunun pişman­
lığını y a şıy o ru m ”
Kafasını yana eğerken gözlerinde sersemlemiş bakışlar vardı.
“ö y le m i?”
“Evet, Vi. Öyle.”
“A m a... h aftalar oldu. Neden şimdiye kadar bir şey demedin?"
Flört k itap ların d an , internet sitelerinden okuduğum bilgileri
ve T im ’d e n aldığım aptalca tavsiyeleri zihnimdeki çöp tenekesine
fırlattım .
V iolet’le aram d ak i şey beni mahvedebilirdL Bunu şimdiden
hissedebiliyordum . Eğer işler yoluna girmezse yıkılabilirdim.
Evliliğim b ittiğ in d e çekm ediğim kadar acı çekebilirdim.
Yine de... V iolet b u riske değerdi.
“Ç ü n k ü tek düşünebildiğim sensin. Senden ikinci bir şans is­
teseydim ve h ay ır cevabı alsaydım ne yapardım bilemiyordum.
A m a k o n u şm azsa m , b ir şey sormazsam her şeyi düzeltebilmek
için u m u d u m olacaktı. Bir şansım olacaktı ve...”
G erisin i getirem ed im çünkü Violet tişörtümün önünü kavra­
yıp b e n i k en d isin e çekmiş ve tatlı, dolgun dudaklarım benimki­
lere y ap ıştırm ıştı.
O n u n leziz ağzı dışındaki tüm düşünceler aklımdan uçup gi­
d erk en k o llarım ı beline sıkıca sardım ve uzun zaman sonra niha­
yet y u m u şacık , esnek bedenini hissedebildim. Dillerimiz hara­
retle b u lu şu p b irb irin e karıştı ama sonra çenesini tutup onu daha
nazik şekilde ö p tü m . En sonunda durup alınlanmız ve dudakla­
rım ız d o k u n u r halde dikilip yavaşça birbirimizi içimize çektik.
“Tam b ir ahm aksın,” diye fısıldadı ağzıma doğru.
“Ö yleyim ,” dedim . “Bunu şimdi fark etmen iyi oldu. Sonraki
a h m a k lık la rım d a zam an kazanmış oluruz.”
G ü ld ü . “V ardiyan ne zaman bitecek?"

157
“Yarın sabah onda. Sonra iki gün boşum .”
“Ben de üç gün boşum.”
N erede olduğum uzu hatırlam ış gibi etrafına b ak ın d ı. Eh, bi­
rim izin hatırlam ası gerekiyordu.
“Pekâlâ. Şimdi kardeşimle yemeğe gideceğim ç ü n k ü o n u bir
yıld ır görm edim . Sen de artık...”
“Evet.” Başparmağım la om zum un ark asın ı gösterdim .
“D oktorluk görevi. Hastalar. Tıp.”
“Aynen öyle.” Tekrar güldü. “Eve d ö n d ü ğ ü n d e b iraz cık u y u ­
yup b ir şeyler yedikten sonra oğullarınla vakit g e ç irm e k istersin
san ın m , değil m i?”
Kahretsin, çocuklarımı düşünm esine, onlarla vakit geçirm enin
benim için uyum ak ve yemek yem ek kad ar önem li o ld u ğ u n u bil­
m esine bayılıyordum. Çocuğu olm ayanlar b u n u p e k d ü şü n m e z ­
di... am a Violet düşünüyordu. Bu da beni fe n a ta h rik ediyordu.
“Yani bana öğleden sonra ya da akşam y em eğ in d en s o n ra ge­
lebilirsin.”
“Hayır. Seni dışarı çıkarm ak istiyorum . B irlikte y em eğe gi­
delim.”
Koyu gözleri büyüdü.
“Randevu gibi m i?”
Sesim net, berrak ve kararlıydı. “Yüzde yüz ra n d e v u gibi, evet.”
D olgun dudakları ışıltılı bir gülüm sem eyle g erild i. “P eki ”
Kafa salladım. “Peki,” derken sesim rahatlam ayla y u m u şam ıştı.
Gözlerini üzerim den ayırm adan erkek k a rd e şin e d o ğ ru iler­
ledi. “O zaman yarın görüşürüz.”
•• •• •• •• )>
G oruşuruz.
“İyi çalışmalar, Connor.”
“Sana da kardeşinle iyi eğlenceler.”

158
K ardeşinden bahsetmişken... Genç adama özür diler gibi
baktım .
“Hey, D arren , norm alde böyle pislik gibi davranan biri deği­
limdir. Ayrıca D arren çok iyi bir isim. Tam bir klasik.”
D arren gülerek kafasını iki yana salladı. “Sıkıntı yok, dostum.”
H astaneye girerken kendimi bambaşka bir adam gibi hissedi­
yordum . D ah a şanslıydım. Haftalardır, belki yıllardır olmadığım
kadar hafiftim .
“İk in iz ö p ü şü p barıştınız mı?” diye söylendi, Hemşire Stella.
H uysuz olsa d a akıllı biriydi; bu departmandaki herkesin kirli
ça m a şırla rın ı sadece bakarak ve dinleyerek bilirdi
O n u tu tu p d ö n d ü rerek zihnimde çalan “Brown Eyed Girl”
şarkısıyla d an s ettim .
“H ay at güzel, Stella. Hayat. Çok. GüzeL”
K ad ın k ık ırd ay arak beni itti.
“Böyle d ü şü n m e n e sevindim, kovboy.” Göğsüme iki dosya
b astırd ı. “İki n u m aralı muayene odasmda bir zona hastamız var.
D ö rt n u m a ra lı o d ad a da rektumda yabana cisim vakası bekliyor
ve d u ru m h iç p arla k değil.”
İrin d o lu yaralarla ve rektuma sokulan yabana cisimlerle uğ­
ra şm a k bile neşem i söndüremezdi.
“M ü k em m el. H adi bakalım, tedavi vakti."
K o rid o ra geçtim ve Kahvaltı Kulübü filminin sonunda Judd
N e ls o n ın yaptığı gibi tek kolumu havaya kaldırarak ilerledim.

159
11

\Mr

** T ) ir dakika. Bu hiç mantıklı değiL Açıklaman İarem "


C o n n o r’ın siyah saçının bir tutamı göz alıa şekilde alnı­
n a d ü şm ü ş, lam banm yumuşak ışığı gözlerinin rengini açıp ahin
y an sım alarla parlam asını sağlamıştı.
D ah a önce hiç gitmediğim ama Connor’ın dediğine göre
D oğu Y akasın ın en iyi taş finn pizzasını yapan mütevazı, sak­
lı b ir re sto ran olan Boccones’taydık. Sipariş ettiğimiz pizzadan
iki d ilim yem iş, üçüncüsüne geçmiştim ve lezzet konusunda
C o n n o ra h a k veriyordum.
Bu akşam , planladığımız gibi tam yedi buçukta kapımı çal­
m ıştı. M ükem m el kalçasını saran lacivert bir kot, kollarım kat­
ladığı açık m avi bir gömlek giymişti ve elinde bir buket çiçek
tu tu y o rd u . B enim için.
K ırm ızı güller ve lavantalardan oluşan şahane buketi bana
u zattık tan so n ra puantiyeli mini elbisem, siyah dolgu topuklu
ay akkabılarım ve arkasını salık bırakıp iki yandan tutturduğum

161
saçlarımla inanılmaz göründüğümü söylemişti. Beni yiyecekmiş
gibi baştan aşağı süzmesine bakılırsa ona inanm am ak mümk&n
değildi.
Ardından eğilip bir centilmen edasıyla yanağıma küçük bir öpü­
cük kondurmuştu ve bu davranışı oracıkta, antrem in ortasında ku­
cağına atlayıp onu çırılçıplak soymak istememe neden olmuştu.
Dışarı çıktığımızda benim için kam yonetinin yolcu kapısını
açtı ve elimi tutarak binmeme yardımcı oldu. A racın içi yeni yı­
katılmış gibi temiz ve ferah kokuyordu.
Aramızda, ilk randevularda oluşan o tuhaflık ya d a tereddüt
yoktu. İkimiz de heyecanlıydık, eğleniyorduk ve b irb irim iz in ar­
kadaşlığından keyif alıyorduk.
“Neyi açıklamam lazım?” dedim buz gibi b ira m d a n b ir yu­
dum alıp üstdudağımdaki köpükleri yalarken.
Parmağını bana doğrulttu. “Sen Violet sin.
“Doğru.”
“Kız kardeşlerin de Chrysanthemum ve P e tu n ia ../”
“Kısaca Chrissy ve Tuni,” dedim kafa sallayarak.
“O zaman nasıl oldu da erkek kardeşinin adı D arren oldu?”
Soruyu bitirmeden kıkırdamaya başladı ve b o ğ a z ın d a n yük­
selen seksi hırıltı tüm uzuvlarımı pelteye d ö n ü ştü rd ü .
“Annem çiçeklere baydırdı. Menekşe, k asım p atı ve petunya
en sevdiklerindendi.” Başparmağımla işaretparm ağım ı, a ra la rın ­
da ufak bir mesafe kalacak kadar yakınlaştırdım . "E rk ek k ard eşi­
min adının Hyacinth*’ olmasına şu kadar kalm ıştı.”
“Çocuğuna Daniel Brayden Daniels adını v erm iş b ir ebeveyn
olarak bu benim bile tüylerimi diken diken etti,” d e d i C o n n o r
yüzünü ekşiterek.

• (tng.) Violet, chrysanthemum, petunia; menekşe, kasım patı, petu n y a. (ç.n.)


** (Ing.) Sümbül, (ç.n.)

162
"Ama sonra annem okulda yıllarca sürecek işkenceden onu
kurtarm aya karar verip en sevdiği amcası Dairenin ismini seçti.”
C o n n o r birasını kaldırdı.
"Annen çok akıllı ve nazik bir kadınmış.”
“A nnem e,” dedim , bira kupasına kendiminkiyle vurarak.
“K ardeşlerinden buraya yakın yaşayan var mı peki?” diye
sordu, pizzasından bir ısırık alıp tahrik edici şekilde çiğneme­
ye başlam adan hem en önce. Yemek yemenin bu Fadar çekici bir
şey olabileceğini kim bilebilirdi? Fakat karşımdaki adamın lok­
m alarını çiğnerken ritm ik bir şekilde hareket eden çenesi insanı
günaha sokacak kadar ateşliydi.
“Hayır. D arren, istihbarat uzmanı olarak Almanyaida yaşı­
yor am a işi h ak k ın d a konuşamayacağı için neler yaptığım bil­
m iyorum . Chrissy, Chicago’d aki bir restoranda tatlı şefi. Ttıni de
Kaliforniya’daki Beverly Wilshire Otelinde karşılama görevlisi.”
“Sen n ed en Delaware dışına taşındın peki?”
C o n n o r’ın so ru lan nezaket ya da sessizliği doldurma amaçlı
değildi, cevapları gerçekten öğrenmek istiyordu. Anlattıklarımı
d in lerk en b an a do ğ ru eğilmesi, beni tanımak istediğini gösteri­
yordu. B unu bilm ek öyle rahatlatıcıydı ki ona her sırrımı anlat­
m ak, h e r gölgem i göstermek istiyordum.
O n a h e r şeyim i vermek istiyordum.
“İki b u ç u k yıl kadar önce dördümüz de aynı zamanda yuva­
dan uçtuk. D arren yurtdışında görevlendirildi, ikizler okulların­
dan m ezu n olup işe kabul edildi. Büyüdüğümüz ev tek başıma
yaşam am için fazla büyüktü ve annemin olduğu için hiç bana
aitm iş gibi gelmiyordu.”
C o n n o r başını salladı. “Ben de bu yüzden, burada yaşama­
ya devam edecek olmamıza rağmen yeni bir ev satın aldım.
Ç o cu k larla b an a ait olacak, yeni bir başlangıç yapmamızı sağla­
yacak b ir yer.”

163
“Katılıyorum. Biz de annemin evini sattık, borçları hallettik
ve öğrenci kredilerimizin bir kısmını ödeyip yaşayacak yeni yer­
ler bulduk.”
C onnor’ın gözleri yüzümü buldu.
“Sen Lakeside’ı buldun.”
“Evet. Nevv Jersey yakm ama uzaktı, farklı am a benzerdi. Has­
tanede tam zamanlı acil servis hemşireliği pozisyonuna başvurup
kasabaya geldiğimde... ilk görüşte aşka tutuldum .”
“Şanslıyız desene.” Masanın üzerinden uzanıp p a rm a k la rın ı
benim kilerin üzerine koydu. İri ama biçim li, becerikli, dikkatli
ve her zaman sıcak olan elleri gerçekten büyüleyiciydi. E lim i h a ­
fifçe sıktı. “En çok da ben şanslıyım.”

Gece yürüyüş yapmak için m ükem m el bir h az iran ak şam ıy ­


dı; sıcaktı ama nem yoktu, esiyordu am a fazla rü zg ârlı değildi,
bulutsuz simsiyah gökyüzü milyonlarca ışıltılı yıldızla kaplıydı.
Akşam yemeğinden sonra tatlıyı es geçip birkaç b lo k ilerideki
eski dondurmacı Soda Fountainâ yürüdük.
Ana caddede, Yağmur Altında film indeki gibi dizi d izi sokak
lambaları ve tenteli yerel dükkânlar vardı.
“Hey, Vi, bak şurada bubble tea satılıyor. Sen ço k seversin.”
Connor, kasabanın ihtiyarları ve liseli gençleri a ra sm d a ç o k p o ­
püler görünen pastel renkli standı işaret etti.
mBubble tea tiksinç bir şey.”
Güldü. “Evet, nefret ettiğini biliyorum.”
Yürümeyi bırakıp ona dönerek kollarım ı g ö ğ sü m d e k a v u ş­
turdum .
“Nereden biliyorsun?”

164
Çok iyi k o ru n a n bir sırrı açığa çıkarmak üzereymiş gibi yavaş
bir nefes aldı, a rd ın d a n kalçamı sahiplenici bir biçimde kavraya­
rak beni k en d in e çekti.
“G özlem ci biriyim dir. Pek çok şeyi fark ederim. Bir süredir...
seni fark ediyordum .”
“G erçekten m i D oktor Daniels?” diye sordum şakacı şekilde,
kafesteki b ir kuş gibi göğüs kafesime çarpan kalbimi fark etme­
mesini u m ara k .
“Fark etm em ey e çalıştım ama olmadı. Her zaman oradaydın,
Violet.”
Birkaç yıl önce izlediğim, şimdi adım hatırlamadığım bir
filmde a n a k a ra k te r fark etm eden süper güçlere sahip oluyor ve
bir gün y o ld a y ü rü rk e n kendini iki metre yukanda buluyordu.
Ben de şu a n d a tam olarak öyle hissediyordum. Göklerde sü­
zülüyordum .
Soda F o u n ta in a vardığım ızda Connor’m sipariş ettiği şekerli
külahta çik o latalı dondurm asını yalamasını izlemek rüyalarımın
gerçekleşm esi gibi b ir şeydi. Ben bardakta, üstü rengârenk şeker­
lem elerle süslü, tereyağlı pikan cevizli dondurma istedim. Tam
b ü y ü k an n elere göre olm ası umurum da değildi, bu tadı çok se­
viyordum .
B in an ın y an ın d ak i yuvarlak ahşap masalara oturup dondur­
m alarım ızı y erk en sohbet ettik.
“H er z a m a n d o k to r olm ak mı istemiştin?” diye sordum ona.
“L iseden b eri, evet.”
“Sebebi n ey d i?”
“M a te m a tik , biyoloji ve kimyada iyiydim. Bu işte iyi para
o ld u ğ u n u b iliy o rd u m , ayrıca her gün bililerinin hayatmı de­
ğ iştireb ilecek o lm ak çok güzeldi. Bunu yapabileceğin pek fazla
kariyer yok.”

165
Dondurmamı kaşığımla karıştırırken söylediklerini düşündüm .
“Neden acil tıp peki? Niye oftalmoloji ya da d e rm a to lo ji de­
ğil? Onların çalışma saatleri daha iyi.”
“Doğru. Ama acil servis asla sıkıcı olm uyor. M ey d an okum a­
ları seviyorum. O kapılardan içeri neyin gireceğini bilem iyorsun,
bu yüzden daima hazırlıklı olmalısın. Ayrıca k o n tro ld e olmayı
da seviyorum.”
Dondurmalarımız bitince el ele tutuşup aheste aheste C o n n o r’m
kamyonetine yürüdük Bizimkisi bir tü r yıldırım ilişkisiydi.
“Geçen sene radyolojiden H anson’la ra n d ev u y a ç ık tın mı?”
diye sordu Connor.
“Hayır.”
“Ben öyle duydum.”
Başımı sağa sola salladım. “Sadece söylenti. H a sta n e d e n kim ­
seyle çıkmadım. Sen?”
“Ben de çıkmadım.” Birleşmiş ellerim izi salladı. “Sen h a riç ”
“Neden bazı hemşireler sana kovboy diyor? A ra la rın d a bir
şaka mı? Seksle mi alakalı?”
Connor kafasını gökyüzüne kaldırarak k a h k a h a attı.
“Hayır, Violet. Kovboylukla alakalı fetişlerim yok. D ü ş k ırık­
lığına uğrattıysam özür dilerim.”
Elini çeliştirdim. “Öyle bir şey d üşünm edim .”
“Sadece bir lakap,” diye açıkladı. “A ra sıra k u ra lla rı çiğneyen,
plansız şeyler yapan doktorlara böyle deniyor.”
“Bir keresinde bir solunum terapistini, ç o c u k la rın ın ö n ü n d e
dövmekle tehdit ettiğin doğru m u?”
C onnorın kötü çocuk gibi görünm esini sağlayan b u d ed ik o ­
duyu Lakeside’d a çalışmaya ilk başladığım da d u y m u ş ve tabii ki
fazlasıyla etkilenmiştim.

166
“Hayır, d o ğ ru değil,” dedi suratını asarak.
Eh, d ed ik o d u lan n çoğu yalan olurdu zaten.
“Solunum terapisti değil, göğüs hastalıkları uzmanıydı. Kıçını
yataktan kaldırıp derhal hastaneye gelmezse evine gidip kansmm
önünde o n u eşek sudan gelinceye kadar döveceğimi söyledim.”
Ağzım ı elim le örterek bir kahkaha patlattım. "Pek de farksız
sayılmaz.”
O m u z silkti. “G örev başma bekleniyordu. Akut solunum sı­
kıntısı o lan b ir hasta acile varmak üzereydi ama beyefendi, sa­
bah ın ikisi olduğu için gelmemekte direniyordu,” diye açıklama
yaptı. “K o n u şm am işe yaradı. Adam rekor zamanda hastaneye
ulaştı, h a sta tedavi edildi ve ertesi gün taburcu-oldu.”
“H ek im sen d en şikâyetçi oldu mu?”
“O lm az m ı?” C onnor sırıttı. “Ama yine olsa yine yaparım.”
K en d im i tutam ayıp yüksek sesle iç geçirdim ve ona bir kah­
ram an m ış gibi hülyalı gözlerle baktım. Sonra tam arkasındaki
k aran lık d ü k k â n ın tabelasını fark ettim.

R e tr o P la k - Açılış Çok Yakında

“Vay can ın a!” Elini tutup Connor’ı dükkânın vitrinine doğru


çek iştird im ve içerideki kutu yığınına baktım. “Burada yeni bir
plak m ağ azasın ın açılacağından haberim yoktu.”
“Sen p lak m ı dinliyorsun? Gerçek plak? Bunun için fazla genç
değil m isin ?”
“Z ev kin yaşı yoktur, Connor.”
“D oğru.” C o n n o r kapıdaki tabelayı inceledi. “Büyük açılış üç
hafta sonraym ış. İstersen o zaman tekrar gelebiliriz.”

167
Bu söylediği çok basiî bir şeydi ama dünyam ı sallam aya yetti
Çünkü gerçekler nihayet kafama dank etmişti. C o n n o r’la yaşadığı­
mız bu şey hayal, rüya ya da beyin sarsıntısı nedeniyle girdiğim ko­
manın bir sonucu değildi, arkadaşlıktan ve sıradan seksten ötesiydl
Somuttu. Hakikiydi. Gerçekten oluyordu ve... b u d a h a sadece
başlangıçtı.
Boğazım heyecan ve diğer duygularla d ü ğ ü m le n irk e n sesim
boğuklaştı.
“Çok isterim.”

Connor

Kahretsin, bu kız...
Bu kız aklımı başımdan alıyordu. O na gid erek d a h a çabuk,
daha fazla âşık olduğumu fark etmek çılgmcaydı.
Violet Leigh Robinson.

İnsan hayatta belirli bir yaşa, belirli bir noktaya g elin ce aşkın
bir daha mümkün olmayacağını düşünüyordu. Fazla yetişkin,
fazla şüpheci oluyordunuz. Hayatı, şehveti, aşkı ve k ay b ı görüp
geçirdiğiniz için istekleriniz, hissettikleriniz, b ild ik le rin iz h a k ­
kında kontrolcü birine dönüyordunuz.
Fakat sonra... bam\
Tüm bu beklentiler yerle bir oluyordu.
Öyle yavaş yavaş da değil, birdenbire g erçekleşiyordu ve eski
düşünceleriniz, önünüzde olduğunu fark bile e tm e d iğ in iz bir
kuyunun dibini boyluyordu. Ayaklarınız sağlam z e m in e b asa r­
ken, nerede olduğunuzu ve nereye gittiğinizi b ilirk e n attığ ın ız
tek adımla her şey değişiyordu.

168
Siz, eski siz olm aktan çıkıyordunuz.
Am a bu benim için sorun değildi çünkü Violet harika biriydi.
Akıllıydı, kom ikti, çok güzeldi ve çok tatlıydı.
“C onnor... hm m m
H ırıltılı inlemesi, dudaklarından benim dudaklarıma geçti
K ulübesinin garaj yoluna, sevimli toz mavi aracının arkasına
çektiğim kamyonetim deydik. Eve giriş saati gelmeden önce tat­
m in olabilm ek için delice yiyişen ergenler gibi öpüşüyorduk.
Violet kucağım a ata biner gibi oturmuş, göğsümle direksiyon
araşm a sıkışm ıştı ve beni öyle sertleştiriyordu ki gözüm başka
bir şey görm üyordu.
E lbisesinin üzerinden göğsünü avuçladığımda sertleşmiş
m em e u cu avucum a değerek beni iyice kışkırttı. Boğazım yalayıp
çilek arom alı ten in in tadına bakarken vücudunun geri kalanım
ağzım da hissetm ek için sabırsızlanıyordum.
A m a eve girm em ize yetecek kadar uzun süreliğine bile du­
d ak larım ı o n u n üzerinden ayıramıyordum.
Büyüleyici bir kadındı ve bana mükemmel hissettiriyordu.
D üşünebildiğim tek şey onu deri koltuklara yatırıp elbisesi­
n in eteğini kaldırm ak ve çığlıklarıyla kulak zarlarımı yırtana ka­
d ar ta d m a bakm aktı.
İlk gecem iz patlayıcı etkiliydi. Bu sefer çaresizlik olmayacağı­
nı, d a h a sakin ilerleyeceğimi düşünmüştüm. Ama yanılmıştım.
Bir kere tad ın ı aldıktan sonra arzum kat kat artmış, yoğunlaş­
m ıştı. Elbette artık telaşa kapılmayacaktım. Klişe olabilirdi an­
cak gerçek şuydu ki bu kadar mükemmel bir şeyin yanlış olma
ihtim ali yoktu.
“C o n n o r, C onnor, Tanrım..."
V iolet üzerim de kıvranıp kalçalarım olabildiğince hareket
ettirerek b eni delirtiyordu. Sıkı, küçük amcığı o kadar sıcak ve

169
hazırdı ki kotum un üzerinden bile hissedebiliyordum. Boynunu
daha sert emip teninde izler bıraktım ama um u ru m d a değildi.
Vi gömleğimin yakasını çekiştirip elini içeri daldırdı, ipeksi
avucunu göğsümde dolaştırıp tırnaklarını karın kaslarım a sürttü.
Sonra dudaklarımız, tüketme isteğiyle birbirine karıştı.
Tanrım, onu eve götürmeliydim.
Daha hızla alana, daha fazla ışığa ihtiyacım vardı. O n u yatağa
yatınp yavaş yavaş soymak, parlak dudaklarının kesik nefesleriy­
le aralanmasını izlemek, onu becerirken kusursuz m em elerinin
sallanmasının tadını çıkarmak ve boşaldığında gözlerinin içine
bakm ak istiyordum.
Bunu yapacaktım. Yemin ediyordum ki yapacaktım .
Ama önce...
Elimi aramıza sokarak elbisesini beline kadar kaldırıp külo­
tunu indirdim ve sıcacık ıslaklığının araşm a iki parm ağım ı kay­
dırarak tiz bir sesle inlemesini sağladım. İç kasları parm aklarım ı
öyle sıkıyordu ki neredeyse canım yanıyordu.
Diğer elimi ensesine götürüp ağzmı kendim e çektim.
Aracımın içi onun kokusu ve sesiyle dolm uşken tad m ı dilim de
hissetmeden bir saniye daha durursam aklım ı yitirecektim .
Violet omuzlarıma tutunup elim in üzerinde aşağı yukarı
hareket etmeye başladı. Başparmağımı şişmiş klitorisine bastır­
dığımda nefes alıp verişleri hızlandı, çenesi eğildi ve bacakları
kaskatı kesildi.
“Boşalıyorum,” diye inledi. “Connor, boşalıyorum. Boşalıyorum...”
Kahretsin, onu hissediyordum. Bu gerçekten m üthiş bir şeydi.
İnleyen ağzma dilimi daldırıp çığlıklarını yutm aya can atı­
yordum.
Ama bir yandan da onu görm ek istiyordum .

170
Geriye doğru yay çizen boynunu, öne çıkan göğüslerini, hazla
kapanan gözlerini süsleyen uzun, siyah kirpiklerini, pembeleşen
yanaklarını ve kıpkırm ızı olan dudaklarını izlemeliydim.
Tüm vücudu gevşerken yüzünü omzuma gömdü. Ke9 ik so­
lukları tenim i gıdıklıyordu. Parmaklarımı bacaklarının arasın­
dan çektim ve evet, ağzıma götürüp yaladım.
Çilekli meyve suyu gibi tatlı, bal gibi sıcaktı. Onu ağzımla tat­
min edip bu lezzeti doğrudan kaynağından tatmak için sabırsız­
lanıyordum.
"İçeri girmeliyiz, bebeğim.”
Vi kafasını om zum dan kaldırdı. Güzel yüzü de gevşemişti.
"Hayır, daha olmaz.”
Saçlarını geri itip ensesine masaj yaptım.
“Seni içeri götürm em e izin ver, Violet. İşimiz henüz bitmedi.
Seninle uzunca b ir süre ilgilenmek istiyorum.”
Kafasını tek rar iki yana sallayıp kucağımdan indi.
Yanımdaki koltuğa yüzüstü yatıp dizlerini büktüğünde elbi­
sesi sıyrılarak siyah dantelle kaplı dolgun kalçasının alt kısımla­
rım gözler ö n ü n e serdi.
M anzara anlık olarak dikkatim i dağıttı ama sonra uzanıp
avucumu yum uşacık teninde gezdirdim, parm aklarım ı kum aşın
altına kaydırıp aşağı yukarı okşadım.
O sırada Violet, ilahi bir görevi varmış gibi kotum un düğ­
mesiyle ferm uarını açmaya çalışıyordu. Bir melek, bir fahişe, bir
azize gibiydi.
Pantolonum u açmayı başarınca boxer şortum u çekiştirdi ve
parm aklarını sertlikten sızlayan aletime sarıp hafifçe sıkarak ok­
şamaya başladı.
“Violet, biz... ssssiktiir...”

171
Kafam geriye düştü ve daha fazla konuşam az oldum .
Çünkü aletim ağzındaydı ve bu aşırı seksi, aşırı m ükem m eldi.
Yavaşça, çok yavaşça aşağı doğru kayarak beni tam am en ağzına
alırken dolgun dudaklarını iyice sıkmıştı. Boğazının başlangıcını
aletimin ucunda, verdiği nefesleri kasıklarımda hissediyordum .
Sonra öylece durup bekledi. Yakıcı ağzı ve d a p d a r boğazı ade­
ta cennetti. Koltuğuma tutunurken gözlerim k afatasım d a geriye
kaydı ve kalbim patlayacak gibi oldu.
Violet tekrar gerilerken aletimi sertçe em ip d ilin i üzerim de
kaydırarak tenimde ıslak bir yol bıraktı. D u d a k la rın ı aletim in
ucuna sürtüp yalamaya, öpmeye ve sanki efsanevi b ir Y unan sik
tanrısıymışım, o da hizmetçimmiş gibi bana tap ın m ay a başladı.
Ağzım tekrar aşağı doğru kaydırıp daha sert e m e rk e n siyah
kafasının hareketleri gerçeküstüydü.
Orgazmım yaklaşırken hayalarım ağırlaşıp g erild i ve kalçam
otomatik olarak koltuktan kalktı. Kendim i ağzm a d o ğ ru itip du­
daklarım esnettiğimde Violet inleyerek b u n d an n e k a d a r h o şlan ­
dığını gösterdi
O anda adım inleyerek doruğa ulaştım ve y o ğ u n , sıc a k sıvımı
ağzına boşalttım. Haz o kadar yoğundu ki g ö z k a p a k la rım ın ar­
dında renk patlamaları gerçekleşti. O labildiğince ç o k sıvıyı yut­
maya çalışırken Violet’in boğazının sıkışm asını izled im .
Artçı şoklar sona erdikten sonra o m u rg am gevşedi. H areket
etmedim, edemedim. Bedensel sinir sistem im ... ve v ü c u d u m u n
geri kalanı geçici olarak devre dışı kalmıştı.
Violet aletimi son bir kez yaladıktan so n ra d o ğ ru ld u , gururla
dizüstü oturdu ve dilini altdudağma sü rtü p çen esin e a k a n sıvıyı
parmağıyla sildi.
Bu olağanüstü, müstehcen m anzara öyle seksiydi k i tü m b u n ­
lara en baştan başlamak istememe neden oldu.

172
Bu kam yonetten asla ayrılamayacaktık.
“Bu inanılm azdı.”
K ıkırdadım .
“O ben im repliğim.”
U zanıp o n u kendim e çektim ve parmaklarımı saçlarına dal­
dırıp, göğsüm ü saran tüm sevgiyi ve memnuniyeti öpücüğüme
yansıtarak d u d ak ların a yapıştım.

Neyse ki nihayetinde eve girmeyi ve Vıolet’in yatağına gitmeyi


başardık.
T ad ın a doyam adığım için ilk önce yüzümü bacaklarının
arasın a g ö m ere k o n u zirveye ulaştırdım. Sonra yatağın kena­
rın a o tu ru p b acak larım ı aşağı sa lla n d ırd ım ve onu kucağıma
alıp k ıç ın ı sıkıca kavrayarak beni becermesine izin verdim.
K ü fü rler sa v u ru p kulağına pis şeyler fısıldarken ikimiz de aynı
a n d a b o şald ık .
S o n rasın d a bayağı sohbet ettik, öpüştük, sarıldık. Onu gör­
m ezd en geldiğim i düşündüğünde Violet’in neler hissettiğini ve
öfkesinin n ed en in i anlamadığımda benim nasıl işkence çektiği­
m i k o n u ştu k .
Ş ü k ü r ki o günler artık geride kalmıştı.
V iolet k o n tak t lenslerini çıkarmak için banyoya gittiğinde
u ta n m a z c a o n u izledim. Yatağa döndüğündeyse ikimiz de sessiz
kaldık. B en b u rn u m u boynuna bastırıp kokusunu içime çeker­
ken o d a kollarını benim kilere sıkı sıkı doladı. Göğsünün inip
k alk m a harek etleri düzene girince uykuya daldığım düşündüm.
Bu y ü zd e n , saat on iki buçukta alarmım çaldığında boynunu
ö p ü p k u lak m em esin i hafifçe ısırdım. “Uyanık mısın?”

173
Vi derin bir nefes aldı. “Evet.”
Parm ağım ı çıplak kolunda kaydırdım çünkü yum uşacık, p ü ­
rüzsüz tenine bayılıyordum. Kıçını kıpırdatarak aletim e yasla­
m ası da muhteşem bir histi.
“Gitm em lazım. Oğlanları geç saatlere kadar yalnız bırakm ak
istemiyorum.”
“Bunun gibi bir şey diyeceğini düşünm üştüm zaten.”
Kollarımda dönüp bana yoğun, uzun bir öp ü cü k verirken
parm aklarını nazikçe saçlarımdan geçirdi.
“Beni yarın arayacak mısın?”
“Tabii ki. ö ğle yemeği yeriz belki.”
“Çok iyi olur.”
Bacağımı belinden kaldırıp yataktan indiğim de k o m o d in e b ı­
raktığı gözlüğünü alıp beni giyinirken izledi.
Kotum un önünü ve gömleğimin düğm elerini iliklem eden ya­
tağa eğilip dudaklarına bir öpücük kondurdum ve kaburgalarım ı
ezecek güçteki duygularla saçlarını geriye ittim .
“Bu gece çok iyi vakit geçirdim. Gayet açık ve n et değilse diye
bildirm ek istedim.”
Dudakları bir gülümsemeyle gerildi.
“Ben de.”
“Yarın görüşürüz, Vi.”
“Peki. İyi geceler Connor.”
Fakat odanın kapısına vardığım da büyük bir h ata y aparak
dönüp ona baktım ve M edusanın bakışlarının etkisiyle k arşılaş­
m ışım gibi aletim anında taşa dönüştü.
Esasmda özellikle baştan çıkarıcı bir şey yapmıyordu. G eniş, ka­
dınsı yatağında gözlüğüyle uzanmıştı ve yüzünde yoğun seks sean­
sından çıktığını gösteren bir ifade, gözlerinde baygın bakışlar vardı.

174
Loş ışıkta gece yarısı gibi parlayan dalgalı saçları gövdesine
ve etra fın d ak i yastıklara yayılmıştı. Beyaz yatak örtüsü belinden
aşağısını ö rtü y o rd u am a sağ dizini davetkâr şekilde bükmüştü ve
pem be to m u rc u k la rı andıran dimdik meme uçları onları yala­
m am için ad e ta yalvarıyordu.
Ü stü m d ek in i kafam dan çekip çıkararak üstüne atlamak ve
onu d elicesin e ö p ü p tü m gece yarımda kalmak için neler ver­
m ezdim .
A m a b u b o ş b ir hayaldi. Bir fanteziydi.
Z ira b a b a lık görevlerim ve üç harika çocuğum beni bekliyor­
du. B ak ışlarım ı o n d an ayırm adan arkama uzanıp kapı tokmağını
çev ird im ve o d a d a n geri geri çıkıp evden ayrıldım.

175
12

İ/Uf

^ ~T)eyefendi, lütfen kalkmaya çalışmayın.”


C o n n o r’la görüşmeye başlayalı birkaç hafta olmuştu.
S inem aya ya d a yemeğe çıktığımız akşamlarda döndüğümüz yer
h ep b e n im evim oluyordu ve tabü ki yamanımı-nn çoğunu uzun,
h a ra re tli seks alıyordu. Bazen beraber koşuya çıkıyor, dönüşte
d u şta ateşli dakikalar geçiriyorduk.
B azense koşuyu atlayıp doğrudan sekse geçiyorduk.
“A rka d a şın ızın adı nedirT
S eksin böyle kışkırtıcı, sert, samimi, fazlasıyla müstehcen ama
şefkat d o lu olabileceğini, bazen hepsinin aynı anda bile hissedi-
lebileceğini asla tah m in etmezdim.
C o n n o r’la h er seferimiz inanılmazdı. Hem seks esnasında
h e m d e ön cesin d e ve sonrasında aramızda, bizi birbirimize çe­
ken y o ğ u n b ir bağ vardı.

177
“Ne içti? Sadece alkol mü yoksa uyuşturucu da kullandı mı?
Başınız belaya girmeyecek, merak etmeyin. A m a bilmem gerek.”
Seks, ilişkimizin muhteşem bir parçası olsa da hepsi bununla
kalmıyordu tabii. M uhabbetlerimiz çok keyifliydi. A rabada flört
ediyor, yatakta çıplak halde uzanırken derin konuşm alar yapı­
yorduk. Programlarımızm çakışmadığı zam anlarda mesajlaşıp
birbirimize günümüzün nasıl geçtiğini anlatıyor, şakalaşıp bir­
birimizi güldürüyorduk.
Bazı zamanlardaysa hiçbir şey yapm adan benim evde takılı­
yor, yalnızca birlikte olmaktan bile m utluluk duyuyorduk.
“Damar yolu aç. Serum bağla ve midesini yıka?
İlerleme kaydediyorduk. İlişkimiz gün geçtikçe gelişip deği­
şerek günlük hayatlarımızın düzenli bir parçası haline geliyor,
norm alim iz oluyordu. Ne çok hızlı ne de çok yavaştı an cak m ü ­
kemmel bir hızda gerçekleştiğini hissediyordum .
Bizim için mükemmeldi.
“Nolluyobe? Nerdeyim? Hey, bırakbeni! B ırakgideyim r
İşyerinde mesafemizi ve resm iyetimizi az da olsa koruyorduk.
Tabü herkes ilişkimizden haberdardı; ne de olsa birlikte çalıştı­
ğımız insanlar bizim arkadaşlarım izdi ve Vegas’ta olan Vegas’ta
kalsa da acil serviste olan asla acil serviste kalm azdı. A yrıca iliş­
kimizi insan kaynaklarına da bildirm em iz gerekm işti; ç ü n k ü ben
daha kasabaya gelmeden önce b ir dava meselesi o lm u ştu ve insan
kaynakları büyük darbe almıştı. Bu nedenle, aynı d e p a rtm a n d a
çalışan iki kişi çıkıyorsa bunu bildirm ek zorundaydı.
Herkes biliyor olsa da profesyonelliğimizden ödün verm iyorduk
Asla.
Çoğunlukla...
“Jeremy, sakinleşmen lazım, tyileşebilmen için k o lu n a seru m
takm am gerek,” dedim, komaya ve ölüm e bile gidebilecek yoğun

178
bir alkol zehirlenm esi yaşayan üniversite öğrencisine. Aynı birlik
evinde kaldığı arkadaşları tarafından alkole boğulmuş ve kendi­
ni kaybetm işti.
Ç oğu insan b u n u bilmese de hemşireler bilirdi ki öfke, başa
çıkılması en zor duygu değildi.
Bu k o n u d a kupayı her zaman paranoya kapardı.
“Yoo! A slaolm azgit!”
Jerem y iğneyi gördüğü anda kollarım bacaklarım savurmaya
başladı. İğneyi ikim izin de bir tarafına sokmadan önce kolunu
b astırm ay a çalıştım am a panik yüzünden kuvveti artmıştı.
“İm dat! Uzaylılar! İmdaaaat!”
R o k etler ve kaçırılm alarla ilgili bir şeyler geveledi ama savru­
lan u zu v ları o n u anlam ayı zorlaştırıyordu.
S o n ra, m ü cad elen in arasında sol dirseği tam burnumun or­
tasına isab et ederek kafamın geriye savrulmasına, görüşümün
bey azlaşm asm a ned en oldu.
“O ro s p u çocuğu!” diye bağırdı Connor.
Biri b a n a b ir bez parçası uzatınca yüzüne bastırdım ve gen­
zim de k a n tad ı hissettim . Dudaklarım da ıslak bir sıcaklıkla kap­
lanm ıştı.
“S abitlem e kayışlarını getirin hemen! Ve güvenliği çağınn!”
Jerem y’n in sağ kolunu yatağa bastırırken Connor’m önkolla-
rın d ak i d a m a rla r belirginleşmişti.
H a d e m e le r ve hem şireler alana yığılıp, küfürler savuran has­
tan ın el ve ayak bileklerini sedyeye bağladılar. Bu iş tamamlanın­
ca C o n n o r asistan ın a döndü. “Ekipman hazır olur olmaz m ide­
yi y ık am ay a başla, ben hem en döneceğim.” Sonra beni yandaki
m u ay en e o d a sın a yönlendirip bir tabure çekerek karşıma oturdu.
“B u rn u n a b ir bakayım .”
“C o n n o r...”

179
“Konuşma.”
B urun deliklerime rulo halinde m inik sargı bezleri yerleşti­
rirken gözleri öfkeyle parlıyordu ve yüzünden, endişeyle hiddet
karışım ı bir duygu okunuyordu.
Beni ağzımdan nefes almaya zorlarken tıpkı bir... m ağ ara ada­
m ı gibiydi.
A rdından parmaklarını dikkatlice gözlerim in altına, b u ru n ke­
m erim e ve çeneme bastırdı. “Bir yerin kırılm am ış m uhtem elen.”
“Connor...”
“G örüşün nasıl? Her ihtimale karşı röntgen çeksek iyi olur.”
“C onnor!” Tabureyi geri itip kalktığım da n ih ay et dik k atin i
çekebildim. “Bir yerim kırılmadı, ben iyiyim. A z ö n ce yaptığın
şeyi yapmaman gerekiyordu.”
Geriye çekilerek gözlerini kıstı. “Tam olarak neyi?”
“Kafası iyi olan her hastayı sedyeye bağlayarak b e n i k o ru m a ­
ya çalışamazsın. Ya da her yaralanm am da beni b ir m u ay en e o d a ­
sına çekemezsin.”
Tıkanık burnum yüzünden sesim kaz gibi çıkıyor, k o n u ş m a ­
m ın ciddiyeti azalıyordu.
C onnor da kalktı. Kaba hareketlerine bakılırsa u zlaşm ay a ya­
naşmayacaktı.
“Öyle bir şerefsizi her zam an bağlarım . N okta.”
“Ben idare ediyordum. Bu benim işim.”
“A hm ak bir üniversite öğrencisinin dirsek d a rb e siy le y a ra ­
lanm ak hiçbir hemşirenin işi değildir. B enim la n e t v a rd iy a m d a
böyle bir şey gerçekleşemez. A m a sırf kız ark ad aşım o ld u ğ u n d a n
dolayı, şu anda oraya dönüp onu yatağa bağlıyken g e b e rte n e k a ­
d ar dövmemek için kendim i tutm ak zorundayım .”
O na bakakaldım.

180
"Ben senin kız arkadaşın mıyım? Yani... resmi olarak?”
O yöne do ğ ru gittiğimizi düşünüyordum ama bunu yüksek
sesle söylediğini duym ak farklıydı. İçimi aydınlatmış, kalbimi pır
pır ettirm işti. Yürüyen bir tilt oyununa dönüşmüştüm sanki.
“Eh... evet.” Kaşlarını çatmıştı ama bunu söylediği için üzgün
o ld u ğ u n d an falan değildi. "Yani, ben sevgili olduğumuzu düşü­
nüyorum . Senin için de sorun yoksa.”
D işlerim d e kan olm am asm ı umarak gülümsedim.
“K esinlikle so ru n yok.”
C o n n o r’m ağzının köşesi etkileyici bir sırıtışla kıvnlırken
gam zesi k en d in i gösterdi.
«o *•
Süper.»
“Yeri gelm işken... seninle konuşmak istediğim bir konu var­
dı.” B u rn u m d a k i sargı bezlerini çıkardım çünkü bu konuşmayı
böyle şeb ek gibiyken yapmayacaktım.
“B en aslın d a spiral taktırmıştım.”
C o n n o r d e rin b ir nefes verdi. “GüzeeeeL”
“T ak ılırk en iyi hissettirm edi tabü amaaa... hazır spiral varken
fırsatı değerlendirebiliriz diye düşündüm. Ve...”
“K an testi yaptıralım diyorsun,” dedi Connor. “Böylece do­
ğ u m k o n tro lü için spirale güvenebiliriz.”
“ A 1 »
A ynen oyle.
K im se b iz tıpçıların romantik olmadığım söyleyemezdi.
“Sen lab o ratu v ara bildirirsen bugün işten sonra Melissa kanı­
m ı alabilir,” dedim .
“T a n rım , sen harikasın." Connor’m yumuşamış bakışları yü­
zü m d e dolaştı. “Biliyorsun, değil mi?"
İçim e yayılan sıcaklığın tadım çıkararak kahkaha attım.

181
“Bilsem de duymak daha güzel.” Kapıya yöneldim . “H adi ba­
kalım erkek arkadaşım, artık iş başına dönmeliyiz.”
“Vi, bekle.” Kolunu belime sararak beni k en d in e çekti.
“Yüzünde kurumuş kan var. Bak bakayım bana.”
Birkaç alkollü mendil alıp çenemi kaldırarak nazikçe tenim i sildi
“Acayip seksiyim,” diye takıldım, tavana bakarak. “B ana nasıl
karşı koyabiliyorsun bilmiyorum.”
Kıkırdadı ve kullanılmış alkollü m endili çöpe fırlattı.
Ardından eğilip alkol tadındaki dudaklarım a bir ö p ü cü k k o n ­
durdu.
“Öylesin. Ve sana karşı koyamıyorum. A rtık yapam ıyorum .”

Vardiyam gece on birde bitti. D olabım dan çantam ı alıp C o n n o r a


veda etmek için resepsiyona gittiğim de onu telefo n u n a eğilm iş
küfrederken buldum.
“Her şey yolunda mı?”
“Hayır. Aaron ortalarda yok. Bir saat önce m esaj atıp kız ar­
kadaşıyla kavga ettiğini ve eve ne zaman döneceğini b ilm ed iğ in i
söyledi O zamandan beri de sesi çıkmadı. B rayden ile S pencer
korkunç bir film izlemişler ve şimdi bana evin etra fın ı k ü lt üye­
lerinin sardığını söyleyen acil durum m esajları atıp d u ru y o rlar.”
Kahkahamı bastırdım. Connor ensesini ovuşturarak devam etti.
“Annemle babama telefon edebilirim am a b ab am k e n d i a ra ­
basıyla gitmek isteyecektir ve geceleri bir yarasa k a d a r k ö rd ü r.
Gece gözlüğünü takmamak için de inat eder. R yan çalışıyor,
Angela muhtemelen çoktan yatmıştır, T im m y ise itfaiyeci a rk a ­
daşlarıyla evinde sarhoş olmuş. G arrett’ı rahatsız etm ey i h iç iste­
miyorum çıınkü Charlotte diş çıkarıyor ve Callie’yle ikisi z a r zo r
uyuyabiliyorlar. Ama sanırım tek seçeneğim o.”

182
A lnına düşen saçları geri ittim. Erkek arkadaşım olduğuna
göre artık böyle şeyleri rahatça yapabilirdim.
“istersen ben gidebilirim,” diye teklif ettim.
“B unları sana bu yüzden anlatmadım. Zahmet vermek iste­
mem.”
“Hayır, hiç zahm et olmaz. Bir programım yok zaten. Eve gi­
dip buzd o lab ım ı temizleyecektim sadece.”
Bir de C o n n o r’ın bana kız arkadaşı olduğumu söylemesiyle
alakalı b ir şiir yazmayı planlıyordum... ama bu minik bilgiyi ken­
dim e sakladım .
“Tabii sen fazla erken olduğunu ya da çocukların tuhaf karşı­
layacağını düşünüyorsan bilemem.”
B eni oğullarıyla bir arkadaştan fazlası olarak tanıştırmak iste­
d iğ in d en bahsetm em işti, ben de konuyu açmamıştım. Böyle bir
şey için d o ğ ru zam anlam a nasıl ayarlanırdı hiç bilmiyordum.
“T u h a f karşılam azlar, seni düğünden tanıyorlar. Aynca Spen­
cer iki g ü n d e b ir senin dadıları olabileceğinden bahsediyor.”
G ü ld ü m .
“Fazla erk en de değil, Violet,” diye devam etti. “Zaten haftaya
hep b irlik te yem eğe çıkalım diyecektim.”
B ana iyice yaklaştığında, hastane dezenfektanının endüstriyel
k o k u su n u n bile bastıram adığı baş döndürücü, erkeksi kokusu
b u rn u m a doldu. “Aslmda bunu seninle daha önce konuşacak­
tım am a... baş başa geçirdiğimiz vakitler çok hoşuma gidiyordu.
E m in im sen de farkmdasmdır.”
“Baş başa geçirdiğimiz vakitlere” dair görüntüler zihnime
üşüştü; h e r b iri birbirinden tahrik ediciydi.
“Evet,” d ed im nefes nefese. “Farkındayım ve aynı fikirdeyim.”
“B iliyorum .” Ukala bir sırıtışla gerilen dudakları öpülesiydi.

183
Kafamı iki yana sallayıp baştan çıkarıcı -v e şu an için çok uy­
gunsuz- düşünceleri kafamda gerilere ittim.
“İstersen gerçekten Brayden ve Spencer’la kalabilirim.”
“Emin misin?" diye sordu. "Ben sabah dokuza kadar burada
olacağım.”
"Eminim. Hiç sorun olmaz, merak etme.”
"Pekâlâ.” Connor bana hızlı ama şefkatli bir öpücük verdi.
"Sağ ol, Vi. Gerçekten. Sana borçlandım.”
Borcunu aklımı başımdan alacak bir yöntem le ödeyeceğini
şim diden biliyordum.

Böylece yarım saat sonra kendimi C onnor’m karanlık ö n v eran ­


dasında buldum . Mahalle sessiz ve sakindi; etraftaki tek ses cır-
cırböceklerine ve kurbağalara aitti.
D oğruyu söylemek gerekirse cidden birazcık ürkütücüydü.
Nasıl bir mahalleydi burası böyle?
Kapıyı tıklattım. Connor oğlanlara mesaj atarak g e le c e ğ im i
haber vermişti ama yine de perdelerin kıpırdadığını ve kocam an
açılmış iki çift gözün dışarı baktığını gördüm . Bir saniye sonra
ön kapı gıcırdayarak, sadece Brayden’ın yüzünün aralığa sıkışm ış
kısmını görebileceğim kadar açıldı. Ç ocuk potansiyel b ir pusu
ararcasına sağı, solu ve arkamı inceledi.
“Şifreyi söyle.”
“Rosie-posie.”
Bu, beni Connor’ın gönderdiğini, onları kaçırm aya gelm edi­
ğimi kanıtlam ak için söylemem gereken parolaydı.
Brayden kapıyı açıp beni hızlıca içeri çekti.

184
“Tam am , çabuk gir.” Tek eliyle kapıyı kapatıp kilitledi ve zin­
ciri taktı. Diğer elinde ahşap bir beyzbol sopası tutuyordu.
Spencer’ın yanında duran Alman kurdu Rosieyi görünce
elimi b u rn u n a götürüp koklattım. Hayvan, koklamayı bitirince
ilgisiz şekilde dönüp evin içine doğru ilerledi Connor, ondan
bekçi köpeği olmayacağını söylemişti
“D adılık pozisyonunu kabul etmeye karar verdim," diye bil­
dirdim Spencer’a.
O n yaşındaki çocuğun, “Güzeeel,” deyişi babasına o kadar
benziyordu ki gülüm sem eden edemedim.
“Eee, söyleyin bakalım, neden korktunuz?” dedim. “Bir şey
m i oldu?”
Brayden hem en, “Ayin filmini izledik,” diye itiraf etti.
“Siz d elirdiniz mi? Dünyadaki en rahatsız edici korku filmi o.”
“K ötü b ir seçimdi,” diye kabullendi pişmanlıkla.
Spencer lafa girdi. “Özellikle o yaşlı kadının duvara tırmanıp...”
“D u u u rr, sakın hatırlatma. Ben de izlem iş tim ”
O film in tüyler ürpertici olmayan bir dakikası bile yoktu.
“Pekâlâ, bir fikrim var. Gidip odalarınızdan yastıklarınızla bat­
taniyelerinizi alın, bu gece burada hep beraber kamp yapalım.”
O n ların yerinde olsaydım böyle bir durumda odamda tek
başım a uyum ak istemezdim. Zaten ben de o filmi hatırladıktan
sonra C o n n o r’m odasında yalnız kalabileceğimi sanmıyordum.
“Televizyonda eğlenceli bir film de açanz.”
“Tamam.” İkisi de merdivene yöneldiler.
A m a yarı yolda Brayden arkasını döndü. “Sen de... bizimle
gelir misin? Yalnız kalmayalım.”
Spencer, “Lütfen?” diye ekledi, hayır diyeceğimi düşünüyor­
muş gibi.

185
“Tabii ki gelirim.”
Basamakları tırmanırken etrafımı inceledim ; ç ü n k ü burası
C o n n o r’m yaşadığı, uyuduğu, oğullarını yetiştirdiği yerdi. Varlığı
h er yerde hissedilebiliyordu. Kokusu, sıcaklığı...
Uzun, kıvrımlı merdiveni, meşe tırabzanları, p a rıld a y a n a h ­
şap parkeleri ve geniş oturma odasma tepeden b a k a n sah an lı­
ğıyla ev göz kamaştırıcıydı ancak biraz... boştu. Ç ıplaktı. D ört
erkeğin evi olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu.
Üst katın holüne vardığımızda telefonum C o n n o rc la n gelen
bir mesajla çınladı.
Yatarken giyecek bir şeye ihtiyacın olursa tişörtlerim le svveats-
hirtierim şifoniyerimin ikinci ve üçüncü çekmecelerinde. İstediğini
alabilirsin.
Sağ ol, diye cevap attım. Çok tatlısın.
Yanıtı, Niyetim tamamen sa f değil gerçi, oldu.
İlgimin tamamını anında telefonuma o d ak lad ım ve o y azm a­
ya devam ederken ekranın üstünde zıplayan n o k ta la rı izledim .
Benim giysilerimle uyuduğunu düşünm ek ho şu m a gidiyor.
Üstünde hiçbir şey olmadan yatağıma yattığını d ü şü n m e k çok
daha güzel tabii.
Coşku, tıpkı şampanya baloncukları gibi g ö ğ sü m ü n içinde
patladı ve rahmim minik bir dans yaptı. Ç ü n k ü C o n n o r sadece
ateşli, cezbedici, muhteşem bir adam değildi... aynı z a m a n d a ona
yakın olanlarla ilgilenen, düşünceli biriydi.
Gökkuşağının sonundaki m ükem m el erkek a rk a d a ş o değilse
başka kim olabilirdi bilmiyordum.
Hemen cevap yazdım.
Aynı fikirdeyim, öptüm.
Ardından oğlanların peşinden odalarına gittim .

186
Connor

Acil serviste bazı geceler hiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi.


D akikalar uzar, saatler kaplumbağa hızıyla ilerlerdi. Bazı gece­
lerse p lanladıklarınızın yansını bile yapamadan, nasıl geçtiğini
an lam adan biterdi. Bunun gerçek bir sebebi yoktu, hastaların sa­
yısına ya d a vakaların ciddiyetine bağlı değildi Sanınm daha çok
içsel b ir şeydi.
B azen de sarsıcı, yıkıcı etkisi olan geceler geçirirdiniz.
Bu gece de b u n lard an biriydi.
O tu z iki yaşındaki erkek bir hasta, karın ağnsı şikâyetiyle
hastaneye b aşv u rduğunda onu röntgene ve kan ta h lilin e gön­
derdim , a rd ın d a n kalın bağırsağında muhtemelen ileri seviyede
kolon k a n se ri olabilecek bir kitle bulgusuyla hastaneye yatırdım.
Yaşayan hiçbir akrabası olmayan seksen beş yaşındaki bir ka­
dın, ak u t kalp yetmezliğiyle huzurevinden adi bir şekilde getirildi
D N R kararı" olduğundan, onun için yapabileceğim tek şey ruhunu
teslim ed erk en elini tutacak bir asistanı yanında bırakmaktı.
Acil tıp teknisyenleri bir motorlu araç kazası bildirimi yaptı ve
sekiz d ak ik a sonra, entübe edilmiş bir hastaya kompres yaparak
aceleyle servise daldılar. Hasta, yirmi yaşındaki bir erkekti ve yol­
da karşısına çıkan geyiğe çarpmamak için direksiyonu kınnca bir
telefon d ireğine çarpmıştı. Maalesef emniyet kemeri takılı değildi
Acil tıp asistan hekim inin -kendisi intöm olmasa da doktor­
lukta h e n ü z çok yeniydi- vakayı yönetmesine izin verdim.
“T ek rar şok veriyorum . Üç yüz joule. Şimdi.”

* Kalbi ve so lu n u m u duran bir hastanın, tekrar canlandırılmamak için önce­


d en v erd iğ i karar, (ç.n.)

187
Hastanın bedenini yataktan kaldıran üçüncü şokun ardından
hepim iz bir mucize, küçük bir ritim görm ek için m o n itö re d ö n ­
dük. Hiçbir şey olmayınca genç asistan, hem şireye d ö n d ü . “Üç
yüz altmış yükle.”
“Bir dakika,” diye araya girdim. “Ne kadar ad ren alin verdik?”
“Dört doz.” Skylar’ın sesi ciddiydi çünkü acil servisin eski
topraklarından biri olarak bu işin nereye gittiğini o d a çok iyi
biliyordu.
“Kan ne kadar verildi?”
“Üç ünite.”
Hastaya ne kadar kan verdiğimiz önem li değildi zira verd iğ i­
mizden daha fazlasmı kaybediyordu.
“Hastayı kaybettik.” Kafamı iki yana salladım . “K albi daha
buraya ulaşamadan durmuş zaten.”
Asistan koyu yeşil gözlerini hızla bana çevirdi, s o n ra y eniden
hastaya döndü ve ölüm saatini bildirdi.
“Ailesi burada mı?” dedim.
“Annesi geldi.” Tanner monitörü kapattı. “Özel beklem e odasında.”
“Yanında biri var mı?”
“Hayır, yalnız.”
“Kahretsin.” Önlüğümü çekiştirip top y ap arak çö p k u tu s u n a
fırlattım. “Sosyal desteği arayıp birini g ö n d erm e le rin i istey in .”
O n beş dakika sonra temiz bir form a ve beyaz b ir ö n lü k le
küçük bekleme odasının önündeydim. Bir y a n ım d a P a p a z Bili,
diğer yanımda acil tıp asistanı vardı.
“Sen bir şey söyleme,” dedim kıza. “K onuşm ayı b e n y a p a rım .”
Bu konuşmayı kolaylaştırabilecek hiçbir şey y o k tu ; a n c a k d e ­
neyimsiz bir hekimin ağzından çıkabilecek şeyler d u r u m u d a h a
da beter hale getirebilirdi.

188
Açık renk saçları olan minyon bir kadının köşede oturduğu
odaya adım attım . Gençlik dönemlerimde olsaydım buraya ne­
den yalnız geldiğini düşünürdüm . Kocası ya da çocukları var mı
yoksa tüm dünyası oğlu mu diye merak ederdim.
Fakat artık böyle şeyleri düşünmemem gerektiğini öğrenmiştim.
“Bayan A ilen?”
Y üzünü beklentiyle kaldırdı.
“E fendim ?”
İlerleyip sandalyesinden iki adım ötede, ona ulaşabileceğim
bir m esafede d u rd u m .
“Ben D o k to r C o n n o r Daniels. Oğlunuz Brandon trafik kaza­
sından so n ra bu ray a getirilince onunla ben ilgilendim.”
“O ğ lu m nasıl?” diye sordu. “Onu görebilir miyim?”
G özlerin e b ak tım ve duyması çok zor olan bu şeyi daha da
zo rlaştırm am ak için hızlıca anlattım.
“Bayan A ilen, B randon buraya getirildiğinde kritik durum ­
daydı ve kalbi atm ıyordu. Ona ilaç verip kan nakli yaptık, m üm ­
kün olabilecek h er türlü ekipman ve tekniği kullandık ancak ya­
raları çok ciddiydi. Ç ok üzgünüm ama... Brandon öldü.”
Böyle d u ru m lard a , “öldü” gibi gerçek kelimeleri kullanmak
çok önem liydi. G addarca görünebilirdi fakat farklı kelime kulla­
nım ı u m u d a yol açabilirdi ve bunu istemezdik.
K adın gözlerini kırpıştırdı. Bu noktada, sözcükleri sindirip
kendilerine ne dendiğini, hayatlarının sonsuza dek değiştiği ger­
çeğini id ra k edene dek herkes böyle göz kırpıştınrdı.
“Am a... o n u çok kısa süre önce gördüm. Onunla konuştum.
Gayet iyiydi.”
“B iliyorum .”
Başını iki yana salladı.

189
“M arkete gidiyordu. Yeni bir ağırlık kaldırm a diyetine başla­
m ıştı ve ben bugün onun için dilim lenm iş et satın almayı unut­
m u ştu m "
“Anlıyorum,” dedim. “Çok üzgünüm."
“Bir dakika. Siz...”
Kalkmaya çalıştı ama dizleri büküldü. Yere düşm eden onu
yakalayıp doğrulttum .
“Hanımefendi...”
Parm aklarını önlüğüm ün ön kısm ına geçirirken nefes almak
için uğraşıyordu; ciğerlerindeki tüm oksijen tükenm iş gibiydi.
Kafasını eğerek çığlık atmaya çalıştı am a boğuk bir nefes dışında
hiç sesi çıkmadı.
Bu meslekte uzun zam an geçirdikten sonra isim leri u n u tu ­
yordunuz. Fakat yüzlerin aldığı şekiller, dudaklardan dökülen,
dehşet ve ıstırapla dolu anlaşılm az sesler asla aklınızdan çıkm ı­
yordu.
Eğer cehennem varsa oradaki seslerin tıpkı böyle olduğunu
düşünüyordum .
Bayan Allem sandalyesine yönlendirm eye çalıştım am a bana
tutunmaya devam etti. Çaresizlik dolu gözleri sürekli hareket h a­
lindeydi
“Benim Brandoriım olduğundan em in misiniz? O n u n ger­
çekten... öldüğünden em in m isiniz?”
“Evet, Brandon olduğundan em inim . O öldü. Çok, çok üz­
günüm.”
Elleri önlüğüm ü bırakırken canı içinden çekilm işti sanki.
Bomboş gözlerini yere dikti. Şu anda söyleyeceğim hiçbir şeyi
duymayacağını biliyordum am a yine de konuştum .
“Bu, Papaz Bili. Yanınızda kalıp sonraki adım larda size yar­
dım cı olacak.”

190
Kadın cevap vermedi. Gözlerini bile kırpmadı.
D önüp kapıdan çıktım ve koridorun köşesini dönene kadar
durm adım .
Ben kendim e nefes almayı hatırlatırken genç asistan hemen
arkam da kendini kaybetmek üzereydi. Yanaldan kızarmış, göz­
leri dolm uştu.
“Sakın ağlayayım deme,” diye emrettim keskin ve kaba bir
sesle. O d ağ ın ı toplam ası için böyle konuşmam gerekiyordu. “Bu­
rada, şu an d a olmaz.”
“Ben d ah a önce hiç... Yani ilk defa böyle bir...”
“Tam am .” Kafa salladım ve hafifçe öne eğilmesi için ona uzan­
dım . “D izlerini kır ve üç defa, uzun uzun nefes aL Hadi bakalım.”
Kız yavaş ve titrek bir nefes alırken gözlerini yumdu. İkinci
nefesinde kafasını iki yana salladı.
“Zavallı kadın.”
“O n u düşünm e.”
“N asıl d ü şü n m em ?” dedi çatallı sesiyle.
“Z ih n in d e bir... kasa olduğunu hayal et. Çok kaim, çelik
duvarları ve kocam an kilitleri olan banka kasalarından. Bayan
A ileni ve hissettiğin her şeyi oraya kapat ve kapışım sıkıca kilitle.
Ç ünkü içeride üç hastan daha var. Belki de yardım edebilece­
ğin, so n u az önceki gibi dehşet verici konuşma gibi olmayacak
üç B randon seni bekliyor. Kendini toparlamazsan onlara yardım
edem ezsin. D ikkatin dağılırsa, üzülürsen ve görüşün bulanıkla­
şırsa işin zorlaşır.”
G enç asistan, başını sallayıp yavaş bir nefes daha aldı.
“D ah a so n ra evine gittiğinde,” diye devam ettim. “Duşa ya
da yatağa girdiğinde kasayı açabilir, kendine o duygulan hisset­
m e izni verebilirsin. Bunu istemeyeceksin ama yapman gerek.
Ç ü n k ü bu m eslekte herkesi kurtarman mümkün değil. Böyle

191
bir beklentiyle yaşamaya devam edersen acil tıp d e p a rtm a n ın d a
fazla kalamazsın. Bizim işimiz, kurtaram ayacağım ız h a sta la r da
olabileceğini bilerek ilerlemek.”
Kız şimdi daha dik duruyordu. Kafasını k a ld ırm ış, nefes alıp
verişlerini düzenlemişti. Gözleri de daha b errak tı.
“Peki.”
“İyi misin?” dedim, emin olm ak için.
iyiyim.n
a f • •

Muayene odasının kapısının yanm a asılm ış d o sy ay ı ald ım .


“O halde iş başına .”

Notlan ve dosyaları kontrol etm ekle u ğ ra şırk e n h a s ta n e d e var­


diyamdan daha uzun süre kaldım. Sabah o n b u ç u k ta e v im in ka­
pısından içeri girdiğimde, kem iklerim e k a d a r işley en a m a fiziki
olmakla kalmayan bir bitkinlik h issediyordum . B en i k arşılam ay a
gelip ayaklarımın dibine perişan haldeki p elü ş k a p lu m b a ğ a sın ı
bırakan Rosieye gülümseyemedim bile.
Sonra derin bir nefes aldım ve... leziz b ir şe k e r a ro m a s ı b u r­
num u gıdıkladı. Tüm ev tıpkı cennetteki b ir fırın g ib i m u h te şe m
kokmuştu.
Işığı arayan lanetli bir ruh misali m utfağa d o ğ r u ile rle d im .
Ocağın başmda dikilen Violet, ahşap b ir k a şığ ı d e r in bir
tavanın içine daldırıyordu. Gri tişö rtü m ü giyip g ö b e ğ in d e d ü ­
ğümlemiş, siyah eşofman altımı da belinden d ü ş m e s in d iy e yan
tarafından lastikle tutturmuştu. Kahverengi sa ç la rı b a ş m m ü s­
tü n d e dağınık topuz halindeydi ve üstüne b ü y ü k g e le n giysiler
yüzünden vücut çizgileri belli olmasa bile çok seksi, ç o k sev im li
görünüyordu.

192
Beni ilk gören, onun yanındaki Spencer oldu.
“Baba! Ev yapım ı don ut yapıyoruz!”
T ezgâhtaki Brayden elinde bir donut tutuyordu ve yanaklarını
sincaplar gibi doldurm uştu.
“A şşşşşırı lezzetliler.”
V iolet b an a bir tebessüm attıktan sonra kaşığı bırakıp ocağı
sö n d ü rd ü . “B unlar biraz soğusun, sonra sosa bandırabilirsin,”
dedi S p en cera.
K o n u şu rk en bana doğru gelip yüzümü incelediğinde gülüm­
sem esi kayboldu.
“K ötü b ir gece m iydi?” diye sordu yumuşak bir sesle.
Acil serv iste çalışm am ası asla Stacey*nin suçu değildi ama ne
kad ar çab alasa d a benim için kötü bir gecenin ne anlama geldi­
ğini h iç anlayam am ıştı.
F akat V iolet anlıyordu. Bu hissin nasıl bir şey olduğunu bili­
yo rd u ç ü n k ü k en d i de deneyimliyordu.
Ve b u ço k rahatlatıcıydı. Israra suçluluk duygusundan ve me­
lan k o lid en k u rtu lu p soluk almamı sağlıyordu.
“Evet. S o n ra anlatırım .”
M u tfağ ın y an ındaki çamaşır odasından kurutma makinesi­
n in b itiş sesi yükseldi.
“M ak in ed e k i ıslak çamaşırlar kötü olmuştu,” diye açıkladı
Violet. “B en de onları tekrar yıkadım.”
“H iç g erek yoktu.”
“S o ru n değil. Buradaydım ve yaptım işte” Omuz silkti. “Sabah
çıkıp y eni b ir yum uşatıcı almam gerekti. Kusura bakma ama şen­
deki b iraz dandik.”
“B en d em iştim ,” diye şakıdı Brayden, çoraplı ayaklarıyla yer­
de k ay arak çam aşır odasına girerken. Elinde bir tişörtle dışarı

193
çıkıp onu yüzüne bastırarak öyle kuvvetli kokladı ki k u m a şı bu­
ru n deliklerine girip çıktı. Konuşurken yeni u y u ş tu ru c u alm ış
bir bağımlı gibiydi.
“Of, işte bu. İyi yumuşatıcı diye buna d e n ir”
Sanırım bu çocuğa biraz daha dikkat etm eye b aşlam alıy d ım .
Bu konuya fazla kafa yoramadan baş belası ilk ç o c u ğ u m var­
lığıyla bizi şereflendirdi.
Mutfağa girerken dünya yansa u m u ru n d a o lm a y a c a k m ış gibi
görünüyordu.
Sakin kalmaya, soğukkanlılığımı korum aya ç a lıştım am a...
“Hangi cehennemdeydin sen?”
... başaramadım.
Aaron şaşkın görünecek cürete sahipti.
“Dedim ya, Mia’yla kavga ediyorduk. K avganın o rta s m d a çe­
kip gidecek değildim.”
“Saat sabahın on buçuğu oldu, Aaron! S a a tle rd ir s a n a m esaj
atıp duruyorum.”
“Konuşmak için Sandy H ooka gittik ve u y u y a k a ld ık . Şarj ale­
tim çalışmadı ve telefonum kapandı. Niye bu k a d a r a b a rtıy o rsu n
ki? Her şey yolunda, büyütülecek bir şey yok.”
Bu küstahlığı, başkalarınm duygularını ö n e m s e m e m e s i sin ir­
lerimi iyice bozdu. Çocuklarınıza doğru y u y a n lış ta n ayırm ayı
öğretebilir, onlar için çalışkanlık ve so ru m lu lu k tim s a li o la b ilir­
diniz ama... bunu önemsemelerini her zam an sa ğ la y a m a z d ın ız .
“Büyütülecek bir şey çünkü. On yedi y a şın d a sın , ev e g irm e k
için belirli bir saatin var ve buna saygı d u y m an ı b e k liy o ru m .”
“Altı ay sonra on sekizime gireceğim. Ç oktan y etişk in sayılırım !”
Sert bir cevap vermemek için kendim i tu ttu m ç ü n k ü o bir
çocuktu. Budalaydı ve yenilmez olm adığını h e n ü z id r a k e d e m e ­
yecek yaştaydı.

194
"Bu gece bir hastam ı kaybettim. Senden sadece birkaç yaş bü­
yük bir oğlandı ve araba kazası geçirmişti. Annesinin gözlerine ba­
kıp o ğ lu n u n öldüğünü, bir daha asla evine dönemeyeceğini söyle­
mek z o ru n d a kaldım . Bunun üstüne bir de senden saatlerce haber
alam adım ! N eredeyse amcanı seni aramaya gönderecektim!”
"Of, lü tfen am a. Benim için endişelenmedin.” Çenesiyle kar­
deşlerini işaret etti. “Kızgınsın çünkü bebeklere bakmak için bu­
rada değildim .”
S p en cer o d a n ın öbür ucundan ona dik dik bakarak kısık ve
yaralı b ir sesle, “Ç ok kötüsün, Aaron,” dedi
“A ynen. Bu alçakça bir hareket,” dedi Brayden. mAyin filmini
izledik.”
“Ö leb ilird ik !” diye ısrar etti Spencer.
A m a A aro n onları duymazdan geldi ve gücenikliğim tüm gü­
cüyle b a n a yöneltti.
“A n n e m d e n hiçbir farkın yok. ikiniz de bizi kıçınıza takmıyor­
sunuz. Sadece kendinizi düşünüyorsunuz.”
Ç o c u k la rın ız varsa, hayatlarının bir noktasında gözlerinin
içine b a k ıp o n lara siktirip gitmelerini söylemek istediğiniz o an
m u tla k a geliyordu.
D o ğ u m öncesi kitaplarda bunlardan hiç bahsedilmiyordu.
D işlerim i b irb irin e bastırıp çenemi sıktım.
“C ezalısın . İki hafta. Dışarı çıkmak yok, araba yok. Anahtarım
ver h em en .”
“İk i h a fta mı?! A m a yaz tatilindeyiz!”
“Ü ç h afta m ı istiyorsun? İstersen hemen yapanm, Aaron.
Ş im d i d e Kahvaltı Kulübündeki pislik müdür yardımcısı gibi
k o n u şu y o rd u m . M ükemmel. Böyle olmak tüm babaların hayalı
g erçek ten .

195
Aaron gözlerinden öfkeli alev okları fırlatırken an a h ta rın ı
çarparak masaya bıraktı.
“Bu saçmalıktan başka bir şey değil!”
Ayaklarını vura vura basamakları çıkıp o d a sın ın k ap ısın ı, d u ­
varları inletecek kadar sert çarptı.
Ben de mutfakta öylece kalakaldım.
Omuzlarım çökmüştü. Başım zonkluyor, g ö zlerim ağrıyordu.
Çünkü Spencer haklıydı. Aaron kötü bir ço cu k tu .
Ben de kötüydüm. Her şey kötüydü.
Tanrı nm belası bir keşmekeşin o rtasında k alm ış g ib iy d im .
Sonra kolumda narin ama güçlü bir el h issettim . V io let avuç­
larını omuzlarıma doğru kaydırıp düğüm d ü ğ ü m o lm u ş te n d o n -
larıma masaj yaptı. Dokunuşu öyle hoş ve sıcaktı ki elin i so n su za
dek üstümden çekmesin istedim.
“Eminim şu anda burada kaldığın için çok m u tlu s u n d u r,” d e ­
dim alaycı bir tonla.
Fakat Violet'in cevabı alaycı değildi. D ü rü stç e ve b a n a olan
desteğini göstermek istercesine, “Evet, çok m u tlu y u m ,” d e d i.
Yumuşacık kahverengi gözlerine daldım ve sıcaklığının, anlayı­
şının keyfini çıkardım. Şefkatinin ve sevecenliğinin h e r z e rre sin i aç­
gözlülükle kabul edip yaralı ruhumu şifalandırm asm a izin verdim .
İşte o zaman her şey o kadar da kötü g ö rü n m e m e y e b aşlad ı.
Çünkü Violet buradaydı. Çünkü her zam an k i g ib i k e n d isiy d i.
“Ben de mutluyum,” dedi Spencer, tezg âh tan a ld ığ ı d o n u f a ,
hayatında ilk kez âşık olmuş gibi bakarak. “Bir d a h a a sla D u n k in
D onutsa gitmem.”
Dudaklarım bir gülümsemeyle kıvrılırken b o ğ a z ım d a n bir
kıkırtı yükseldi.
“Hey, Spence, bana da biraz bırak.”
O ğlum , sosları her yere akan sıcak donuklardan birini bana
uzatınca d işlerim i ham ura batırdım ve kendimi tutamayıp inle­
dim. K ahretsin, aşırı iyiydi. Violet’in saksolan kadar lezzetli ol­
masa da cid d en çok yakındı.
“A m an T anrım ,” diye homurdandım, bir ısınk daha alırken.
Üçü, ald ığ ım hazla dalga geçerek bana güldüler.
Böyle tatlı anları, iyi ve kötü günleri bir partnerle, bir sevgi­
liyle, b ir ark ad aşla paylaşm anın nasıl hissettirdiğini yıllar içinde
u n u tm u ştu m .
A m a şim d i h atırlıy o rd u m .,

197
15

VUr

az ilerleyip ağustos ayı gelirken Connor’la birbirimizin ha­


Y y a tın a d a h a çok dahil olmaya başladık. Ve bu kolayca, zah­
m etsizce gerçekleşti. G ünler geçtikçe birbirimiz hakkında daha
fazla şey keşfettik. Ö rneğin ben Connor’m, The Office'in tüm
b ö lü m le rin i ta m üç kez izlediğini, buna rağmen her izlediğinde
g ü ld ü ğ ü n ü ö ğ ren d im . Bir cumartesi öğleden sonra, Connor’m
k am y o n eti y en i lastikler takılması için tamircide olduğundan
b e n im a ra c ım la çiftçi pazarına giderken o da benim ara sıra nasıl
trafik m a g a n d a sın a dönüşm enin kıyısına geldiğime şahit oldu.
D ü t düt.
P ırıl p ırıl, yeni b ir Lexus süren orta yaşlı bir kadın, lanet ola­
sı G a rd e n State B ulvan’m n sol şeridinde 40 kilometreyle gitmek
gibi affed ilm ez b ir günah işleyince kendimi tutamamıştım.
D ü ü ü ü ü ü ü ü ü ü ü iiü ü ü ü t.
“Ç ek il artık! Sağ şeride geç!”

199
Kadın sonunda yolumdan çekilmişti am a y an ım d an geçerken
bana ortaparmağını göstermeyi ihmal etm em işti.
Tabii öfkeden küplere binmiştim.
“Siktir git, ha? Hayır canım, sen siktir git! A rab a sü rm ey i öğ­
ren de gel!"
Yolcu koltuğundaki Connor bana şokla, afallam ış h a ld e ba-
kakalmıştı.
“Ne?" demiştim. “Çocuklar arabada olsaydı asla bö y le k o n u ş­
mazdım.”
“Hayır, mesele o değil. Sen New Jersey’d e d o ğ m a d ığ ın a em in
inisin? Çünkü bu halinle tam bir Nevv Jerseyli gibisin.”
Zamanla oğlanlar hakkında da yeni şeyler ö ğ re n iy o rd u m fa­
kat bu bazen pek de iyi sayılamayacak yollarla o lu y o rd u .
Bir gece, Connorın en sevdiği M eksika re sto ra n ın d a n h ep i­
miz için yemek sipariş ettim. C onnor, eb ev ey n lerin in o tu rm a
odasma yeni bir televizyon kurm ak için k ard eşleriy le birlikte
oraya gitmişti.
Bir saat sonra eve döndüğünde, “Selam,” diye k arşılad ım
onu. “Aaron hâlâ fiıtbol antrenm anında. B rayden b e n geldikten
sonra bisikletiyle arkadaşının evine gitti. S p en cer d a o d asın d a.
Yemeğin şurada duruyor. Spencer çok acıktığı için b iz se n i bek-
leyemeden yedik.”
Köpük yemek paketini alıp masaya o tu rd u ğ u n d a b e n d e ya­
nına yerleştim.
“Ne yediniz bakalım?” dedi.
“Ben karidesli empanada yedim, Spencer d a tav u k lu . İlk b a ş­
ta kendi tabağımı yanlışlıkla onunkinin ö n ü n e k o y m u ş u m am a
neyse ki sonra düzelttik.”
• Et, tavuk, deniz mahsulleri/sebze ya da peynirle, bazen de çeşitli m eyve­
lerle doldurulup fırında veya kızartılarak pişirilen bir tü r M eksika böreği,
(çn.)

200
"Hiç yem edi, değil mi?” diye sordu Connor, lokmasını çiğ­
nerken duraksayarak.
"Tek ısırık aldı. Fark ettiğinde...”
C o n n o r m erdivene koşup ikişer ikişer tırmanmaya başladı.
Ben de p eşin d en gittim ve Spencerin kapışım açıp olduğu
yerde kalınca duram ayıp sırtına çarptım.
“Felam vava.”
Ses S p en cer’a aitti ancak... bir tuhaflık vardı.
C o n n o r, “A h, Tanrım ,” diye inledi
O ğ lu n u n ö n ü n d e diz çöktüğünde görüş alanım açıldı ve kor­
ku dolu, k esk in b ir nefes alarak ağzımı kapattım.
K üçük o ğ lan ın dudakları norm alin iki katı büyüklüğündeydi
ve gözleri, rak ib i C lubber Lang’le birkaç tur dövüşmüş boksör
Rocky B alboa’n m k ile r gibi şişmişti.
H em e n C o n n o r’m yanına eğilip, “Nefes almakta güçlük çeki­
yor m u su n S pencer?” diye sordum.
C o n n o r, ç o c u ğ u n nabzım ölçtü. “Normalde dili ve dudakları
şişer am a b o ğ azı şişmez.”
“D a h a ö n ce anaflaktik şok geçirmemiş olması şimdi geçirme­
yeceği a n la m ın a gelmez.”
“B iliyorum ,” d ed i C onnor, şaşırtın derecede sakin bir sesle.
O ğlunun y ü z ü n ü görmüyor m u bu adam?
“Yo, nefes alaviliyoğum . Fadece zilim viğaz vatıyo.”
T an rım . C o n n o r çocuklarına bakabileceğim konusunda bana
gü v en m işti am a b e n birini hasta etmiştim.
H ay a tım d a ilk kez mazoşistlik konseptini anlıyordum. Çünkü
suçluluk d u y g u m o kadar şiddetli ve yoğundu ki bu hissi bastı­
rabilm ek için b irin in canım ı yakmasını, beni cezalandırmasını
istiyordum .

201
"Çantam ön kapının yanındaki dolapta, Vi. G id ip getirebilir
m isin?” dedi Connor, döküntü var mı diye o ğ lu n u n k ollarını ve
göğsünü kontrol ederken. Neyse ki çocuğun teni tem izd i.
“Tabü." Derhal merdivene koştum.
Connor’m siyah doktor çantasıyla tekrar y u k arı k o ştu ğ u m d a
ikisinin konuştuklarını duydum.
“Yine Benthadil mi veğecekfın?”
“Bu sefer Benadryl iğne vuracağım, dostum ,” d e d i C o n n o r.
“İğne fevmiyoğum ya.”
“Biliyorum ama bu çok daha hızlı etki eden b ir y ö n te m . Willie
Wonka'daki yabanmersini kız gibi şişiyorsun şu anda.”
Çantayı benden alan Connor, Spencer ın ta n s iy o n u n u ölçtü.
Şükür ki o da normal çıktı.
Dizlerimin üzerine çöküp yalvarır gibi b ir sesle, “T anrım ,
Spencer, çok özür dilerim,” dedim.
“Foğun zeğil, Vİ. Vılmiyoğdun ki.”
Connor steril şırınga paketini açıp kahverengi c a m ilaç şişe­
sine batırdı.
“Spence, empanadayı yediğinde karidese a le rjin o ld u ğ u n u
neden Violet e söylemedin?”
Omuz silkip şişmiş küçük kafasını salladı.
“Kötü hifFetmefıni Ütemedim. Velki alerjim g e ç m iftiğ d ed im .”
Connor başım sağa sola salladı. “Bu tü r alerjiler g eçm ez. B unu
daha önce konuşmuştuk.”
“Evet”
O sırada Aaron odanın kapısında belirdi ve ş iş e s in d e n içtiği
suyu yutup kardeşini inceledi.
“Karides mi?” diye sordu babasma.
“Karides.”

202
"Suratın sü p er görünüyor, embesil."
Spencer, ağabeyine dil çıkardı. Yani en azından öyle yaptığını
düşünm üştüm ; şişm iş dudaklarıyla dili yüzünden tam anlaşılmı­
yordu.
C onnor, en k ü çü k oğluna ilacı enjekte edip pijamalarım giy­
mesine y ard ım cı olurken ben odadan çıktım. Aşağı indiğinde
oturm a o d asm d a, to rto p halde oturm uş tırnaklarımı yiyordum.
Yanımda u z a n a n Rosie, altın rengi gözlerinde hak etmediğim bir
anlayışla b a n a bakıyordu.
“Spencer nasıl?” diye sordum . Gerekirse küçük çocuğu ku­
caklayıp Flash’ta n bile daha hızlı şekilde hastaneye götürmeye
hazırdım .
C o n n o r y a n ım a oturdu. Sert bacağı benimkine değiyordu.
“Gayet iyi. D ili ve d u d ak ları inince uykuya daldı”
Yine de boğazım sıkışıyor, gözlerim akmamış yaşlarla yanıyordu.
“Ç ok ö z ü r dilerim .”
“Vi, S p encer iyi. Senin bir hatan yok.”
B unu, d o ğ ru old u ğ u n a yüzde yüz inamyormuş gibi net bir
sesle söylem işti.
“Sen n asıl böyle sakin kalabiliyorsun?”
O m u z silkti.
“Üç ta n e ço cu ğ u m var. Birincisinden sonra, bazı şeylerin se­
nin k o n tro lü n d e olm adığını çok hızlı öğreniyorsun. Çocuktur;
düşer, h astalan ır, alerjisi çıkar. İyi haber şu ki iyileşmeleri de son
derece h ızlı olur.”
K o lu n u o m z u m a sardığında yüzümü yumuşacık pamuk ti­
şörtü n e g ö m ere k sıcaklığının ve kokusunun beni sarmasına izin
verdim .
“Ayrıca,” diye devam etti. “Spencerın alerjisini sana söyleme­
yen b e n d im . B irine kızacaksan bana kız.”

203
Gözlerimi sildim. "Çocukların üçünün de tıbbi geçm işini is.
tiyorum.”
Kıkırdadı.
“Ciddiyim. Kan gruplarını, alerjilerini, ciddi hastalıklarını, k ın ­
lan kemiklerini, geçirdikleri ameliyadarı... H epsini öğrenmeliyim.”
“Tamamdır.” Connor alnıma bir öpücük k o n d u rd u .
Sonra kolunu omzumdan çekip elini d izim e koydu, diğer
eliyle de cebine uzanıp telefonunu çıkardı. K ulağına g ö türm eden
önce rehberini açıp STACEY ism ini bu ld u ğ u n u g ö reb ild im .
“Selam, benim. Spencer’ın yarın seninle çıkam ayabileceğini
haber vermek için aradım.”
Duraksadığında hattın diğer ucundaki sesi d u y d u m am a an­
latılamayacak kadar boğuktu.
Şu son birkaç ayda, Connor ın on dört yıl evli kaldığı kadını pek
düşünmemiştim. Sebebi de çoğunlukla hayatm da olm am asıydı.
Bu durum bana babamın sürekli gelip gittiği d ö n e m le ri ha­
tırlatmıştı. Onsuz yaşamaya o kadar alışm ıştık ki y a n ım ız d a olup
olmaması bizim için pek fark etm iyordu. T rav m atik ya d a yıkıcı
bir şey değildi; hayatımıza öyle de böyle de d ev am e d iy o rd u k .
“Farkındayım,” dedi C onnor sakince. “Ç o k az k a rid e s yemiş.
D urum u iyi ama antihistamin yüzünden m u h te m e le n y a rın da
sersem hissedecektir.”
Staceynin, oğlanları iki haftada bir hafta so n la rı a lm a sı gere­
kiyordu am a C onnor ın dediğine göre b u n u h iç b ir z a m a n ru tin e
oturtam am ışlardı. Son bir sene içinde onlarla sad ece y a c u m a r­
tesi ya da pazar öğleden sonra görüşüyordu. B azen o ip ta l ed i­
yordu, bazen de oğlanlar istem iyorlardı ve C o n n o r, ç o c u k la rın
bu konuda kendi kararlarını verebilecek k ad a r b ü y ü k o ld u k la rı­
na inanıyordu. Bu yüzden de son zam anlarda A aro n ile B rayden,
anneleriyle pek görüşmüyorlardı.

204
“U/.un hikâye...” dedi Connor.
Bana, Stacey’yle üniversitede tanışıp mezuniyetten sonra ev­
lendiklerini ve kendisi uzm anlık okurken Aaron ın doğduğunu
anlatm ıştı. Stacey ev hanım ı olduğu için Connorın çalışma sa­
atlerinden h içb ir zam an hoşlanmamıştı ve evlilikleri de pek dos­
tane b itm em işti.
”... so fra d a tab ak lar karışmış ve yanlışlıkla karidesli empana-
da yemiş.”
C o n n o r, o ğ lu n u n o em panaddyı benim -yani bir ilişki içinde
olduğu k a d ın ın - y üzüm den yediğinden bahsetmedi
“Evet, b iliy o ru m . Sabah uyandığında ona telefonda konuş­
m ak isted iğ in i söylerim .”
B en d en bah setm em esin d en rahatsız olmamıştım. Mutlaka
haklı b ir sebebi o ld u ğ u n u düşünüyordum. İyi bir şekilde ayrıl­
m a d ık la rın d a n dolayı C onnor özel hayatım onunla paylaşmak
istem iyor olabilirdi. Belki de eski kansına benden ilk kez bah­
sederken k o n u n u n çocuklarının zehirlenmesi olmasını isteme­
m işti.
“T am am . H o şça kal.”
A m a y in e de... neden benden bahsetmediğini düşünmeden
ed em iy o rd u m .

B eynim e T aco C ehennem i olarak kazman akşamdan iki hafta


so n ra C o n n o r ’la, The Piano Man adındaki bir barda işten arka­
d aşlarım ızla buluşacaktık.
K ap ıd an çık m ad an önce, evin en küçük oğluna döndüm .
“U n u tm a Spence, sakın...”

205
Gözlerini devirdi. "... karides yem e, diyeceksin. Biliyorum,
Violet.”
Bundan önce ona bir... ya da altmış kez hatırlatm a yapm ış ola­
bilirdim.
Ama elimde değildi, o olay Spencer ile C o n n o r’ı p e k etkile­
m ezken bende travmaya neden olmuştu. Belki b ir g ü n u n u tu r­
dum ... eninde sonunda... Spence seksen yaşına b astığ ın d a.
The Piano Man, cilalı akaju süslemeleri ve b ir m ü z ik k u tu ­
suna bağlı güçlü hoparlörleri olan eski m o d a b ir b ard ı. İçerisi o
kadar kalabalıktı ki bankodaki tüm tabureler, k e n a rla rd a k i tüm
yuvarlak masalar doluydu. Dans pisti de en p o p ü le r şarkılarla
kalça ve kafa sallayan insanlarla tıklım t iklim di.
Her şeyin merkezinde de bizim gürültücü tıp ç ıla r g ru b u m u z
vardı. Çünkü şu dünyada eğlenmeyi gerçekten b ilen b irile ri var­
sa onlar da ancak her günlerini ölüm kalım m eseleleriyle geçiren
kişiler olabilirdi.
Bara gelmemizin üzerinden iki saat geçtikten s o n ra p iste çı­
kıp kollarımı kaldırdım ve Simon&GarfunkelTn “C ecilia” şarkısı
eşliğinde ayaklarımı yere vurarak dans etm eye b aşlad ım . K aç k a­
deh anan aslı Havvaii Cosmopolitan kokteyli içtiğ im i say am am ış-
tım ama ne yapabilirdim ki? Çok lezzetliydi. D an s e d e rk e n gö­
rüşüm bulanıktı. Uzuvlarım gevşekçe sallanıyor, k a lb im m ü ziğ in
ritm ine uygun olarak coşkuyla güm bürdüyordu.
Masada kalan Connor, Tannerın söylediği b ir şeye g ü lü y o rd u
am a gözleri benim üzerimdeydi. Nadir görülen, h a y ra n lık u y an ­
dırıcı bir şeymişim gibi beni inceliyordu. Bakışları, h a y a tm ı başka
hiçbir kadına bakmadan geçirecek olsa da bunu u m u rsam ay acak ,
benimle son derece mudu olacakmış mesajını v eriyordu sanki.
Bu, kendimi çok güçlü ve seksi hissetm em i sağ lıy o rd u . B eni
duygulandırıyordu. Korunduğumu, arzulandığım ı b ilm e k m ü ­
kem m el bir şeydi. İçimi her türden duyguyla d o ld u ru y o rd u .

206
Şarkı bitti ve yerine, yavaş bir şarkının piyano ezgileri yükseldi.
Birlikte d an s ettiğim kızlar Effıe ile Alice -anestezi uzmanı
olan Alice, ara sıra çılgınlıklar yapan mülayim bir kızdı- boğaz­
larını ıslatm ak için masam ıza döndüler.
Bense o ld u ğ u m yerde kaldım.
Ç ü n k ü C o n n o r Daniels harekete geçmişti... bana doğru.
Bir k o lu n u belim e dolayıp boştaki eliyle benimkini kavra­
dı. E rkek şark ıcın ın sesi hoparlörlerden yükselmeye başlayınca
bu şarkıyı tanıdığım ı, çok sevdiğimi fark ettim. Bob Seger ile
M artin a M cB ride’ın “Chances Are” şarkisiydi.
“E ğleniyor gibisin.” C onnor’ın sıcak nefesi kulağ ım ı gıdıkladı.
“H em d e çok.”
B acak larım dengem i sağlamakta güçlük çekiyordu ancak en­
dişeli d eğ ild im . C o n n o r beni tutardı.
“Sen eğleniyor m usun?” diye sordum.
B iraz arsız, b iraz davetkâr sıntışı çok güzeldi
“Seni izlerk en mi? H em de nasıl.”
R ah at b ir iç çekişle kendim i ona bıraktım. Sıcacık, kokulu
k ö p üklerle d o lu b ir küvete girip tüm endişelerini ve dertlerini
geride b ıra k m a k gibi bir şeydi bu. Sıcak suyun sizi sanp sarm a­
layacağını bilir, m ükem m el hissederdiniz. Connor da bana aynı
şekilde h issettiriy o rd u .
B aşım ın üzerin d ek i ağzı oynadı. “Bu çok güzel bir şarkı."
“B en d e aynı şeyi düşünüyordum.” Sonra aklıma gelen bir şey
ağ zım d an d o ğ ru d a n çıkıverdi. “Stacey’yle düğün şarkınız falan
değildi, değil m i?”
“Hayır.” K aşlarını çattı.
S o n ra gözlerim e baktı.
“A m a sen in le ben im şarkım olmasmı isterim.”

207
Gülümsediğimi hissettim. Gerçi buna gülü m sem ek denir
miydi bilemiyordum. Dudaklarım öyle bir gerilm işti kJ yüzü­
m ün yarısını kapladıklarından em indim .
“Gerçekten mi?"
Evet. Dinlediğimde bizi hatırlatıyor.” N eredeyse u tangaç bir
şekilde yere baktı. C onnor asla utanm azdı. “B enim le k o n u şm a­
dığın zam anlarda işten eve dönerken m ahallenden geçerdim .”
Kokteyl yüzünden dum anlanan beynim bu bilgiyi işlem ekte
biraz gecikti.
“A m a benim mahallem yolunun üzerinde değil.”
“Biliyorum. Yine de o zaman öyleymiş gibi geliyordu. Sana
giden yol, evime giden yolmuş gibi. M ahallenin s o n u n a park
eder, bir süre öylece otururdum . Belki de seni kısa b ir an için de
olsa görürüm diye umardım. Sana yakın olm ak isterdim .”
Kafasını iki yana sallayarak omzumun ötesine baktı. “Kahretsin,
sana bunu anlattığıma inanamıyorum. Tam bir zavallıyım, değil mi?”
O na anlamlı bir bakış attım.
“Bunu, penisin hakkında şiir yazan kişiye m i sö y lü y o rsu n ?”
C o n n o r geçen gün şiir kutum u, yani en b ü y ü k u ta n ç k ay n a­
ğım ı bulmuştu. Gerçi bu benim suçum du; m ü cev h e r k u tu s u n u n
kapağım açık bıraktığım için şifoniyerin y an ın d an g eç erk en en
üstteki kâğıdı ve “C onnor ın Aleti” başlığını g ö rm ü ştü .
Hangi erkek böyle bir şey görüp de incelem eden geçerdi?
O günü hatırlayınca kıkırdadı.
“Zavallı değilsin,” dedim. “Yaptığın şey çok ro m a n tik . B enim
için yapılmış en rom antik şey hatta. Ve bunu d u y m a k içim i ra ­
hatlattı.”
“İçini m i rahatlattı?”

208
T.vct. Ç ok u zu n zam andır seni ulaşılması imkinsız, yüksek
bir k aid en in ü zerin d e tutuyordum . Düğünde o kaideden indin
vc gözü m d e gerçek bir insana dönüştün. O zaman senden daha
çok h o şlan m ay a başladım . Senin de benden aynı şekilde hoşlan­
dığını, o rta k b ir noktam ız olduğunu bilmek rahatlatıcı.”
B irleşm iş ellerim ize bakıp kısık, yumuşak bir sesle konuştu.
“ö y le , V iolet. Kesinlikle ortak bir noktamız var.”

209
14

o-M U r

he P ian o M an d en ayrıldıktan sonra Violet’i evine götürme­


T dim . G ecem izin bitm esine henüz hazır değildim; çünkü çok
iyi vakit g eçiriy o rd u m ve... Violet kafayı bulmuşken aşın sevim­
liydi. G ece yarısın ı biraz geçerken benim eve vardık.
A aron ile B rayden, oturm a odasındaki Xbox’ta, büyük bir
birleştirici güç olan Cali o f D uty oyununu oynuyorlardı ve gelen
seslere b ak ılırsa kalabalık bir çevrimiçi gruplan vardı. Spencer
ise ço k tan yatm ıştı.
B u zd o lab ın d an iki şişe su alıp çocuklara, “Violet ve ben
o d a m d a b ira z televizyon izleyeceğiz,” dedim.
A aro n , “Tam am ,” diye cevap verdi ama kumandanın üzerin­
de ışık hızıyla çalışan parm akları beni duymamış olabileceğinin
işaretçisiydi.
“D ik k at et!” dedi Brayden, kulaklığına doğru.
B u rad ak i işim bitm işti. Violet’i merdivene yönlendirdim.

211
Vücut saatimin efendisi de komutanı da b endim , bu yüzden
uyuyaLkalma konusunda endişe etm iyordum . D o k to rlar durum a
bağlı olarak REM uykusuna anında geçiş yapm a ya da saatlerce
tetikte kalma gibi efsanevi yeteneklere sahip olurdu.
Yatak odamın kapısını kapattım ve Violet d ah a ra h a t bir şey
giymek isterse diye kilitledim. Niyetim gerçekten de birlikte o tu ­
ru p muhabbet etmek, belki bir film izlemekti.
Ama Vıolefin fikri çok daha iyiydi.
“Çocukların alt kattayken beni becerm eni istem em yanlış m ı?”
Ağzım kurudu ve kasıklarıma hücum eden kan y ü z ü n d e n se­
sim bir oktav yüksek çıktı. “Hayır. Hiç yanlış değil.”
Yüzünde edepsiz bir gülümseme belirirken g özleri kararıp
parladı. O kadar güzeldi ki göğsüm ün san cım asın a n e d e n olu­
yordu.
Gözlerini benimkilerden ayırm adan ö n ü m d e d iz çöktü. D ü n ­
yada, sizin için aç olan ve bunu gösterm ekten k a ç ın m a y a n bir
kadından daha seksi, daha tahrik edici bir şey yoktu.
Düğmelerini açtığı kotumu kalçam dan aşağı k a y d ırıp kaya
kadar sertleşmiş aletimi hafifçe sıktı, sonra u c u n u ağ z ın a aldı.
Dilini etrafımda döndürürken başım geriye d o ğ ru d ü ştü . K afa­
sını aşağı yukarı hareket ettirip ıslak sesler ç ık a rırk e n ru h u m u
em m ek ister gibiydi.
Yumruklarımı sıktım ve içimdeki aceleci ad a m d iz g in le ri ele
aldı, Violet’i kollarından tutarak kaldırıp d u d a k la rın a yapıştım .
Parmaklarımı dantelli yazlık elbisesinin askılarına g e ç irip k u m a ­
şı üstünden attım ve dizlerimi büküp göğüslerinin şişk in k ıs ım ­
larım öptükten sonra sıra sutyenine geldi.
Onu kucaklayıp yatağa yerleştirdiğim de u z u n saç la rı yastığa
yayılmış halde göz kamaştırıcı görünüyordu.
Şu anda ona istediğim her şeyi yapabileceğim i b iliy o rd u m .
Çünkü bana koşulsuzca, içtenlikle güveniyordu. B u n u b e k le n tiy -

212
Ic bana bakan gözlerinde, benim için gevşemiş uzuvlarında gö­
rebiliyordum . O n a yapm am a izin vermeyeceği hiçbir şey yoktu.
Bu baş d ö n d ü rü c ü bir şeydi ve onu memnun etmeyi arzu­
lam am a n ed en oluyordu. Dudaklarımla, aletimle, ellerimle ona
tapınm ak istiyordum .
O n u asla h ü sran a uğratmayacağımı... asla bırakmayacağımı
gösterm ek istiyordum .
E llerim i p ü rü zsü z bacaklarında kaydırıp yüzümü bacakla­
rının arasın a göm düm . D udaklarım ı ve burnumu oradaki yu­
m uşacık te n in üzerine bastırıp dilimi devreye sokarak sıcak
k ıv rım ların ın tad ın a baktığım da keskin bir nefes aldL Şişmiş ve
gerginleşm iş klitorisini ağzıma alıp emmeye başlayınca sırtı yay
gibi gerildi ve elleri saçlarım ı çekiştirdi.
“C o n n o r, lütfen,” diye yalvardı fısıldayarak- “Ah, Tannm, sana
ihtiyacım var.”
D izlerim in üzerinde doğrulup aletimi ovuşturdum çünkü
beni b u n u yaparken izlemeye haydıyordu. Sonra aletimin ucunu
ona sü rtü p ılıklığı karşısında inleyerek yavaşça içine süzüldüm.
K öküne k adar girdiğim de o da kalçalarını kaldırıp daha da
derinlere u laşm am a izin verdi. Üzerinde daireler çizerek kasık­
larım la klito risin i okşayınca beni deli eden o tiz inlemelerinden
birini koyuverdi.
D irsek lerim i başının iki yanına dayayıp ağırlığımı üstüne ve­
rerek b ed en lerim izin birbirine karışmasını sağladım. Benimkiyle
aynı ritim d e atan kalbinin göğsüme çarptığını hissedebiliyor­
dum . B u ru n larım ız birbirine değiyor, nefeslerimiz karışıyordu
am a ö p ü şm ü y o rd u k . Birbirimizin gözlerine bakarak aynı havayı
soluyorduk.
L anet olsun. Anlatılamayacak kadar yoğun bir andı,
ö y le d erin lerin d ey d im ki narin kasları her yanımı sarmıştı.

213
“Connor...”
Kalçamı daha hızlı, daha sert hareket ettirm ey e başladım .
Kafamı eğip memelerinin tadını çıkarm ak, o n u in leten e kadar
em m ek, dudaklarını öpmek ve dilimi ağzına d a ld ırm a k istiyor*
dum . Kendimi serbest bırakıp onu, ikim izin de ça b u cak boşal­
m asını sağlayacak kadar sertçe becerm ek istiyordum .
Fakat ona bakmayı kesmek de içim den gelm iyordu.
Yüzünden geçen güzel ifadeleri içim e çekm e, m u h te şe m k ah ­
verengi gözlerinin ihtiyaç ve hayranlıkla k a ra rm a sın ı izleme,
onun da beni ve hissettiğim her şeyi görm esine izin v e rm e arzu ­
suyla doluydum.
Violet dudağım ısırıp ayaklarını yatağa b a stıra ra k kalçasını
kaldırdı ve kendisini bana doğru itti.
“Connor...” diye sızlandı çünkü doruğa ulaşmak üzereydi Aletimin
etrafındaki kıpırtıları, ritmik kasılmaları hissedebiliyordum.
Soluk soluğa, “Henüz olmaz,” dedim , p ü rü z sü z itişlerle içine
girip çıkarken.
“Lütfen...” Omuzlarıma, sırtım a tutunm aya çalıştı.
“Olmaz. Boşalırsan beni de kendinle sü rü k lersin . H e n ü z bit­
mesini istemiyorum.”
“O kadar iyi hissettiriyor ki,” dedi nefes nefese.
“Henüz olmaz. Olmaz.”
Hırlıyordum çünkü daha da kasılm ıştı ve a le tim i iyice sık ı­
yordu.
“Lütfen,” derken sesi kesik kesikti.
Sonra elimi tutup ağzına bastırarak tiz çığlığım a v u c u m u n
içine mühürledi.
Ve uçurumdan düştü. Gözleri kapandı, boynu yay g ib i gerildi
ve iç kasları kasılıp açılırken sessiz bir çığlığın iç in d e k e n d isin i
kaybetti.

214
Tıpkı d ü şü n d ü ğ ü m gibi beni de kendiyle birlikte uçurum dan
aşağı çekti.
Y üzüm ü b o y n u n a bastırıp parfümünün narin çiçeksi kokusu­
nu ciğerlerim e d o ld u rd u m ve keyif verici vuruşlarla içine girm e­
ye devam ettim . Z ihnim boşalırken saf bir coşku tüm vücudum u
esir aldı, o m u rg am ı yakıp geçti.
Birkaç d ak ik a boyunca ikimiz de hareket etm edik Violet’ley-
ken p re zerv a tif k ullanm ak zorunda olmamaya, benim sayemde
sırılsıklam ve yapış yapış olan kadınlığının içinde kalmaya bayı­
lıyordum .
G üçlükle y u tk u n u p başım ı om zundan kaldırdım.
“İyi m isin ?”
G özleri kapalı, sesi yorgundu.
“B ilm iyorum . Ö lm üş olabilirim. Ya da ölüp geri gelmiş olabi­
lirim . İkisi b ird e n olabilir.”
G ü ld ü m . O n u n la geçirdiğim her an, her dakika tarifsiz bir
güzelliğe sahipti.
S o n u n d a ü stü n d e n çekilip sırtüstü yattığımda Violet bana so­
kulup b ac ağ m ı kalçam a, kolunu kamıma attı ve göğsümü yastık
olarak k u llan d ı. M ırıldanarak, “Uyuyakalma salon,” diye uyardı.
“Beni eve g ö tü rm e n gerek”
V iolet’in geceyi bizde geçirmesi konusunda oğlanlarla konuşma
fırsatını h en ü z bulam am ıştım . Bunu sorun edeceklerini sanmıyor­
du m am a boşandığım dan beri hayatlarına dahil ettiğim ilk kadın
olduğu için b u konuşm ayı yapmam gerektiğini hissediyordum.
“U yum am ,” ded im onu tem in edercesine sıkarken. “Sadece
biraz... g ö zlerim i dinlendireceğim.”

215
Connor! Connor, uyan! Sabah olm uş!”
Beş dakika gibi gelen bir sürenin ard ın d an V iolet’in panik
dolu sesiyle uykumdan uyandım.
Çünkü “gözlerini dinlendirme”, dünya ta rih in d e h içb ir zaman
asla olması gerektiği işlemezdi. D oktorlar için bile.
Uykulu sesimi düzeltmek için boğazım ı tem izleyip elim i saç­
larım dan geçirdim.
“Uyandım, uyandım.”
Evin içindeki hayat belirtilerinin sesi -te le v iz y o n u n hafif
uğultusu, çekmecelerin açılıp kapanm ası ve kahvaltı kâselerine
çarpan kaşıklar- benim odaya kadar geliyordu.
“Aman Tanrım, uyanmışlar!” Violet ta b u tu n u k ay b etm iş bir
vam pir gibi pencereye döndü. “C am dan m ı çıksam , n e yapsam ?”
“Hayır.” Kıkırdadım. “Buna hiç gerek yok.”
Bir plan yapmak için babalık deneyim im i k u lla n d ım ve basit
am a dâhice bir fikir buldum.
“Aşağı inip her şey norm alm iş gibi davranacağız. Biz m eseleyi
büyütmezsek onlar da büyütmez.”
Vi bunun nasıl bilgece bir plan olduğunu g ö re m iy o rd u .
"Çocuklarının önünde utanç yürüyüşü yapm am ı m ı istiyorsun?”
“Onlar birer oğlan, Violet. Erkek olm ak için e ğ itim d e n geçen
çocuklar. Dikkatleri kolayca dağılır, genellikle k e n d ile rin e o d ak la­
nırlar ve detayları pek fark etmezler. İnan bana, so ru n olm ayacak.”
İkim iz de giyindik. Violet dünkü yazlık elbisesiyle sa n d a le t­
lerini üzerine geçirdikten sonra odam daki b a n y o d a y ü z ü n ü yı­
kadı ve çekmeceden onun için bulduğum yeni fırçayla d işlerini
fırçaladı.
A rdından birlikte rahatça, kaygısızca alt kata in d ik .
Oğlanların üçü de mutfaktaydı.

216
“G ü n ay d ın çocuklar,” diye selamladım onları. Sonra mutfak
m asasında Vi için bir sandalye çektim.
D ikkatlice o tu rd u . “M erhaba çocuklar.”
“Selam,” dedi Spencer, ağzına bir kaşık dolusu gevrek tıkarken.
Brayden bize hiç bakm adan kafa salladı. Dikkati tamamen
telefonundaydı.
Fakat A aron... eh, sanırım ergen alaycılığının gücünü hafife
alm ıştım .
“D ü n gece evine gidem edin, ha?” dedi sırıtarak.
V iolet y erin dibine girm ek istiyormuş gibi görünüyordu.
“Yatıya m ı kald ın ?” Spencer bir Vi’ye bir bana baktı.
“Evet.” O m u z silktim . “Televizyon izlerken uyuyakalmışız.”
K üçük oğ lu m kafasını sallayıp gevreğine döndü.
B rayden y o ru m yapacak kadar bile umursamıyordu.
İşte benim oğlum.
A aron ise m uh tem elen daha sonra kullanmak için bu bilgiyi
zihninde b ir k en ara sakladı.
“B en kahve yapacağım .” Demliği alıp musluğa gittim. “Violet,
sen de ister m isin ?”
“Evet, lütfen,” dedi. Utancını biraz olsun atmış gibiydi. “Bir
gün b u ray a French press imi getireyim de hayatm değişsin.”
“O oo, Fransız, ha?” dedi Spencer abartılı bir tavırla. “Gösteriş­
lisin, Violet.”
S onra B rayden ve o, parm aklarını öpüp bildikleri Fransızca
kelim eleri sıralam aya başladılar.
“O la la :
“O u i, o u i.”
“fîon a p p etit:

217
“Grey Poupon”
Violet onlara güldü, sonra bu sabahı kazasız belasız atlattığı-
m ız için rahatlayarak bana tebessüm etti.

Bugün Violet’in de benim de boş günüm üz o ld u ğ u için çocukla­


ra G reat Adventure Parkı’na gitmek isterler m i diye so rd u k ve üç
adet evet cevabı aldık. Aaron bile gelm ek istem işti ki b u ekstra
özeldi çünkü kendisi “aile zam anından” sanki cinayet m ah allin ­
den kaçar gibi kaçardı.
Lunaparka doğru yola çıkm adan önce Vi n in ev in e uğradık
ve o üstünü değiştirirken oğlanlar göle taş atm a o y u n u oynadılar.
İşi bittiğinde Violet kamyonetimde yanım a yerleşip p en c ere­
sini indirdi. Ilık esinti, başının tepesindeki sıkı to p u z d a n kaçan
tutamları savururken sabah güneşinin a ltın d a y en ilecek kadar
güzel görünüyordu. Askılı, siyah bir Led Z ep p elin tiş ö rtü ve ba­
kışlarımın bütün gün kıçına yapışık kalm asına n e d e n o lacak be­
yaz, kesik bir şort giymiş, fuşya rengi bir g ü n eş g ö zlü ğ ü takm ıştı.
Parka vardıktan bir saat kadar sonra Vi h a k k ın d a h iç aklım a
bile gelmeyecek bir şey öğrendim.
“Kingda Ka,” dedi Brayden, devasa lu n ap ark o y u n c a k la rın d a n
birini işaret ederek. Büyük ödülü açıklayan b ir y a rışm a p ro g ra m ı
sunucusu gibi görünüyordu. “Ülkenin en hızlı, d ü n y a n ın en yük­
sek eğlence treni.”
“Dünyanın mı?” Violet yutkundu. “Şaka y ap ıy o rsu n .”
“Yoo, gayet ciddiyim.”
Spencer serçeparmağıyla başparm ağını açıp d iğ e r ü ç p a r m a ­
ğını kapatarak sörfçüler gibi “gevşe” işareti yaptı ve h e p birlikte
sayısız kez izlediğimiz için kafamıza kazınm ış o lan K a yıp Balık
Nemo’d aki kaplumbağa Crush’ı taklit ederek k o n u ştu .

218
"H arik a, h arik a!”
A aron film alıntıları eğlencesine katılıp Brayderia bir beşlik
çaktı. “K abuğa sıkı tutun, ahbap.”
G ö k d elen yüksekliğindeki eğlence trenine baktıkça Violet’in
gözleri d a h a d a büyüyüp dehşetle doluyordu.
"Ben aslın d a b u treni aşağıdan izleme keyfini yaşamak istiyo­
rum . Tam olarak... bu rad an yani.” Zemindeki minik, çimenli bir
tepeye işaret etti. “Yerküreden.”
G ü n eş gözlü ğ ü m ü başım ın üzerine kaydırdım.
“B inm ek istem iyor m usun?”
“Şey, m esele şu ki... daha önce hiç hız trenine binmedim. Bir
kez bile.”
V iolet’i b ir hastaya kalp masajı yapmak için sedyenin üzerine
atlarken g ö rm ü ştü m . Lanet bir gayzer gibi kan fışkırtan açık bir
yaraya tu rn ik e yaparken ya da kocasından şiddet görmüş bir ka­
dını k o ru m a k için acil kapısında dimdik dururken de.
Bu ü rk e k lik ve kaygı hali onun için yeniydi ve kahretsin ki
çok sevim liydi. Böyle hissetm em yanlıştı, biliyordum. Ama yine
de içim d e y ü k selen şehvete engel olamıyordum. Titreyen m inik
b ed en in i k en d im e çekip sarm ak ve endişesini unutturana kadar
onu p ek ço k y erin d en öpm ek istiyordum.
“H iç m i?” d ed i Aaron. “Gerçekten mi?”
Vi k afasın ı iki yana salladı. “Ben küçükken lunaparka gidecek
p aram ız yoktu. B üyüdüğüm de de zamanım olmadı. Yani evet,
hiç b in m ed im .”
“Ee sü p e r işte!” diye bağırdı Brayden. “Kingda Ka senin ilkin
olabilir. A klını başından alacağına emin olabilirsin. Hem hepi­
miz sen in le bineceğiz.”
“B ilem iyorum , Bray.” Violet bana döndü. “Güvenli bir şey mi
bu? H iç öyle görünm üyor.”

219
Sırtını aşağı yukarı sıvazladım. "Son derece güvenli. Bu alet­
leri her gün kontrol ediyorlar.”
“Binmek zorundasın!” diye yalvardı Spencer. “B en d e ilk defa
geçen sene bindim. Boy limitini zar zor aşm ıştım . G erçek ten çok
eğlenceli olacak. Lütfeeeen!”
“Ayrıca...” Aaron pis pis sırıttı. "... korkak ta v u k o ld u ğ u n u d ü ­
şünm em izi istemezsin, değil m i?”
Violet oğlanlara tek tek baktı.
“Binmezsem korkak tavuk olduğum u m u d ü ş ü n ü rs ü n ü z ger­
çekten?”
Çocuklar tabiat gibiydi... çetin ve öngörülebilir.
Aaron tereddüt etmedi. “Aynen.”
Brayden onu destekledi. “Kesinlikle. H em d e so n su z a dek.”
En azından Spencer durum u biraz y u m u şa tm a y a çalıştı.
“Kusura bakma... kurallar böyle.”
Vi çaresizce bana döndü. “Çok kötü ç o c u k la rın var, C onnor.”
Kolumu beline sararak onu kendim e çektim .
“Bilmez miyim?”
Rahatlamak için derin bir nefes aldı ve b u n d a n p iş m a n ola­
cakmış, hatta şimdiden pişman olm uş gibi b aşm ı ik i y a n a salladı.
“Pekâlâ. Korumam gereken bir itibarım var. H a d i b in e lim b a ­
kalım şu trene.”
Oğlanlar sanki Violet gol atmış gibi te z a h ü ra t y ap tılar. B en de
gergin alrnna hızlıca bir öpücük kondurdum .
“Bayılacaksın.”
Sanırım bana inanmıştı... ta ki trene y erleşene d ek . Ü çü n cü
sırada yan yanaydık. Aaron, en öndeki tekli k o ltu ğ u k apınca
Brayden ile Spencer da ikinci sıraya geçm ek z o r u n d a k alm ışlard ı.
“Connor,” diye fısıldadı Vi. “Ç ocukları k o rk u tm a k istem iy o ­
rum ama sana bir şey söylemem lazım.”

220
Ağır en d ü striy el em niyet kemerinin izin verdiği kadar eğil­
dim. "Ne o ld u ? ”
“ö le c e ğ iz ”
K endim i tu tam ay ıp güldüm .
“Hayır, ölm eye...”
“ö lece ğ iz !” A rtık fısıldamıyordu. “Hayatımda hiç hız trenine
binm edim ve şim d i frenler bozulacak ve ilk seferimde öleceğim!
Alanis M o risette şarkısındaki gibi olacak!”
“Hey, dostum ,” diye hom urdandı arkamızdaki sırada oturan
sakallı adam . “Şu kadını susturur musun? Eğlencemi mahvediyor.”
“K apa çeneni,” d ed im adama. “Bir şey yaptığı yok.”
Elim i V iolet’in y u m ru k yaptığı ellerinin üzerine kapattım.
“B ebeğim , b a n a bak.”
G ö zlerini sıkı sıkı yum m uştu.
“B akam ıyorum .”
S anırım d u a ediyordu.
S onra tre n yavaşça hareket eti ve parmaklan, katil sarmaşık­
lar gibi elim i kavrayıp kan akışımı kesti.
“E lim i tu t, C o n n o r. Ah, Tanrım. Lütfen elimi tut ve sakın bı­
rakma.”
“T u tu y o ru m .” Sesim i sakin, dengeli, güven verici tutmaya ça­
lıştım. “Şu a n d a elin elimde.”
G enç k a d ın d a m an tık falan kalmamıştı. “Düzgün tutmuyor­
sun am a!”
Söyleyebildiği son şey bu oldu çünkü tren bir top mermisi
gibi ileri fırlayıp d im d ik raya son sürat tırmanırken çığlık atmaya
bile vakti kalm am ıştı.

221
"O kadar da korkmadım”
Violet, oğlanlarla birlikte oturduğu çim enlik a la n d a yere da­
yadığı avuçlarına ağırlığını verip uzun bacaklarını ö n e uzatırken
ben de birkaç adım ötedeki bir hediyelik eşya d ü k k â n ın ın kapı­
sında sıra bekliyor, bir yandan da onları d in liy o rd u m .
Spencer kafayı yemiş bir çöl faresi gibi y erd e yuvarlanarak
kontrolsüzce kahkahalar atıyordu.
“Korkmuşsun işte!” dedi Brayden gülerek. “Şu su ra tın a bak.
Hayatımda gördüğüm en iyi fotoğraf bu!”
Haksız sayılmazdı.
Çünkü hız trenindeki otomatik kam era ta ra fın d a n çekilmiş
fotoğrafımız tam bir şaheserdi.
Aaron dilini çıkartıp barış işareti yapm ış, B rayden iki kolu­
nu da havaya kaldırmıştı. Spencer gözleri p a rla rk e n d u d ak ların ­
da neredeyse huzurlu denebilecek bir g ü lü m sem e v ard ı. Bense
Violete bakıyordum. Katıksız bir dehşetle ağzı k o c a m a n açılmış,
yüzü öylece donup kalmış Violete.
Bunu kesinkes çerçeveletip şöm ine rafına yerleştirecektim.
Aaron fotoğrafı Brayderidan aldı ve yeni b ir k a h k a h a dalgası­
na yakalanırken karnını tuttu. “Of, çok iyi ya.”
Violet onlara dil çıkardı. Dalga geçmeleri k a rşısın d a h iç m o ­
rali bozulmamıştı.
“Siz de korkarsanız kendinizi kötü hissetm eyin d iy e ro l yapı­
yordum sadece.”
“Ciddi misin?” diye sordu Brayden şüpheyle.
“Belki. Ciddi olabilirim.”
Spencer hızlıca kalkıp oturdu.
“Yani trene tekrar biner misin? Ç ünkü ben te k ra r b in m e k is­
tiyorum.”

222
Vi’nin cevabı hızlı ve samimiydi.
“Asla olm az. En azından... bugün değiL”
Yanlarına d ö n ü p elim i Violet’e uzatarak yerden kalkmasına
yardım cı o ld u m ve m ağazadan aldığım hediyeyi ona verdim.
“B unu h a k ettin.”
D u d ağ ın ı ısırarak poşetin içine baktı ve üzerinde kocaman
harflerle “Ka’yı F ethettim !” yazan siyah tişörtü çıkararak güldü.
“B una bayıldım ! Teşekkür ederim.”
P arm ak u çların d a yükselip dudaklarım benimkilere dokun­
durdu.
Ateşli olm ayan, basit bir öpücüktü ve çocukların önünde ol­
m am ıza rağ m en tu h a f hissettirmemişti. A slın d a bilinçli yapılmış
bir şey bile değildi; refleks gibi doğal gelişmişti.
“K arn ım zil çalıyor,” dedi Aaron. “Pizza yiyebilir miyiz?”
Spencer ayağa fırladı. “Evet, pizza!”
Violet’in elini tutup parm aklarım ı onunkilere geçirdim.
“Pizza sü p er olur.”

O akşam ilerleyen saatlerde Violet’i evine bırakıp eve döndüğü­


m üzde oğlanlar duşlarını alıp üstlerini değiştirdiler, Rosienin
m am asını verip bu gecelik son kez bahçeye çıkardık ve ardından,
yatm adan önce biraz The Office izlemek için dördümüz birlikte
otu rm a odasına yerleştik.
Spencer, televizyon koltuğunda yanıma sıkışmıştı. Brayden
kanepenin bir ucunda yatıyor, Aaron da diğer ucunda oturm uş
telefonuna bakıyordu.
“Bugün çok güzeldi,” dedi Brayden ortaya.

223
Gülümsedim. Gerçekten de öyleydi. H enüz fa rk ın d a değiller­
di ama bugün, basit ama eğlenceli anlardan oluşan, b ü y ü d ü k le­
rinde hatırlayacakları türden bir gündü.
“Violet senin kız arkadaşın m ı baba?” diye s o rd u S pencer.
“Evet, dostum. Violet benim kız arkadaşım .”
“Biliyordum. Bu yüzden onun etrafindayken şa p şa la d ö n ü ­
şüyorsun.”
“Şapşal mı?” Ona sahte bir kaş çatışla baktım. “Ne d em ek şapşal?"
“Bildiğin şapşal işte,” diye lafa girdi Brayden. “A a r o n ın y irm i­
lik dişi çekildiğinde göründüğü gibi.”
“Doğru söylüyorsun, gerçekten de öyle g ö rü n ü y o r.” A aron
kıkırdadı.
“Ama sorun değiL” Spencer bacağıma hafifçe v u rd u . M in ik yü­
zünde masumiyet ve dürüstlük vardı. “Öyle g ö rü n m en i seviyorum .”
Ebeveynlerinin sağlıklı bir ilişkisi ve sağlam b ir evliliği o ld u ­
ğunda bu, çocuklara güvende oldukları hissini v erird i. S tacey ile
boşanarak bunu kendi çocuklarımızın elinden ald ığ ım ız ı, b u n ­
dan böyle daima bir çeşit rahatsızlık ve dengesizlik h isse d e c e k le ­
rini düşünmüştüm.
Fakat şimdi çocuklarıma bakıyordum da... O n la r iç in e n d iş e ­
lenmeme hiç gerek yoktu.
“Bu yüzden de Violet’in artık daha sık bizde k alab ilece ğ in i
düşünüyorum. Geçen geceki gibi. Hem ta s a rru f olur... h e m de
onun burada olmasını seviyorum. O da bizim le o lm a y ı seviyor.
Ne dersiniz?”
“Bence olur. Violet’i seviyorum,” diye bild ird i S p en cer.
Brayden, “Bence de,” dedi.
“Aynen, o iyi biri,” dedi Aaron.
“Peki.” Kafa salladım. “Süper.”

224
Uzun za m a n d ır hissetm ediğim tatlı, sıcak bir memnuniyet
duygusu göğsüm ü sardı. Hayat güzel gittiğinde hissedilen türden
bir h u zu rd u bu. O ğlanlar, ben ve Violet için hayat çok güzeldi.
Hep birlikte çok iyiydik.

225
15

reat A dventure’daki eğlenceli günün ve çocuklarla yaptığım


G k o n u şm a n ın ard ın d an Violet haftada iki gece bizde kalma­
ya başladı. Eşyalarını, onun için şifoniyerimden boşalttığım iki
çekm eceye yerleştirm işti, lavanta rengi diş fırçası benimkine ar­
kadaş o lm u ştu ve banyom a artık onun çilekli duş jeliyle şam pu­
an ın ın k o k u su hâkim di.
O ğ lan lar hayatım ızdaki değişime ve evde bir kadın olması­
na kolay alıştılar. Z aten elle tutulabilir tek değişiklik sabahlan
iç çam aşırlarıy la dolaşm ak yerine şortlarını giymeleriydi. Violet
onlarla ço k iyi anlaşıyordu ve her şey çok... kolay ilerliyordu.
M u h teşem di. Şahaneydi.
O k u lu n başlam asından bir hafta önceki çarşamba günü Vi de
ben de çalışm ıy o rd u k ve Garrett, futbol takımına dinlenmeleri
için b ir g ü n izin verm işti. Bu yüzden o ve Callie, hem çocuklar
biraz y ü zsü n h em de hep beraber havuz başında barbekü yapa­
lım diye bize geleceklerdi.

227
Violet üstünü değiştirmek için odam daydı. İçeri girdiğimde
dudaklarını üzgünce bükmüş, boy aynasında sağa sola dönerek
kendine bakıyordu.
"Sorun ne?”
Bikini altının arkasını çekiştirerek tatlı kıçını kapatm aya çalıştı.
“Bu bikiniyi giysem mi emin değilim.”
Narin beyaz papatya desenleri olan, yüksek belli, siyah biki­
nisi öyle seksiydi ki üstünden dişlerimle söküp çıkaracağım anı
sabırsızlıkla bekleyecektim.
“Bu da ne demek? Şahane görünüyorsun.”
Sıcacık, altın rengi tenine avuçlarımı b astırıp o n u kendim e
çektim ve yan sertleşmiş durum daki aletim i k ıçın a sü rte re k tüm
şüphelerini silmeyi ümit ettim.
Fakat kafasını kaldırıp aynaya baktığında y ü z ü n d e hâlâ en­
dişe vardı.
“Ben de bundan endişeleniyordum işte. O ğ lan ların yanında
bunu giymem uygunsuz kaçar m ı?”
Kahretsin, bu özelliğine bayılmayacağım bir an gelecek miydi
hiç bilmiyordum. Hep çocuklarımı düşünm esi, o n la rın iyiliğine
her şeyden fazla önem vermesi çok güzeldi. B unu zo rla m a olarak
yapmıyordu, doğal hali buydu ve bana, d ü n y an ın en şanslı erkeği
olduğumu hissettiriyordu.
“Uygunsuz kaçmaz, Vi. Gerçi ben seni u y g u n su z b ir şeylerin
içinde görmeyi çok isterim, orası ayrı.”
Onu parlak renkli, avuç içi kadar bile olm ayan ta n g a b ir bi­
kini içinde şezlongda, hatta daha da iyisi, b ir ç ıp la k la r plajında
uzanırken hayal ettim.
“Oğullarım daha önce de bikini giymiş k a d ın la r gördüler.”
Violet üçgen şekilli bikini üstüyle oynayıp m e m e le rin i içi­
ne sıkıştırmaya çalışınca avuçlarım o yum uşacık e t parçalarını
ovuşturmak için karıncalanmaya başladı.

228
Alclim saniyeler içinde kayaya dönüştü çünkü Vi’ye olan
arzum kendi kendisinden besleniyor, her gün tazeleniyordu.
Birlikte o ld u ğ u m u z her an onu daha da çok istiyordum.
Bugün h issettiğim arzu geçen haftakinden daha yoğun, d ü n ­
künden d ah a şiddetli, b u sabahkinden daha çılgmcaydL Zihnimi,
aletimi ve k albim i eşit ölçüde kaplayan daimi, yatıştırılmaz bir
ihtiyaçtı bu.
“B ilem iyorum ,” diyerek iç geçirdi. “Belki de bikini yerine
mayo alm alıyım .”
O m u z silktim . “Öyle daha rahat olacaksan sen bilirsin. Ama
oğlanlar için yapm a. İnan bana, kız arkadaşım olduğun için artık
onlarm g ö zü n d e gerçek b ir kadın sayılmazsın. Yengeleriyle aynı
kategoridesin ve... A ngela ile Callie de bikini giyiyorlar.”
K ollarım ı beline sarıp yanağım öptüm, çenesini hafifçe ısırdım.
“A yrıca p la n ın kendini çirkinleştirmekse boşuna uğraşma.
Çöp p o şeti bile giysen seksi olursun sen.”
O m u zlar ın d ak i gerginlik yok olurken tebessüm ederek ay­
nadaki y an sım am ıza baktı. Ardından kollarımda dönüp ellerini
yüzm e ş o rtu m a d o ğ ru kaydırarak kıçımı sıktı ve dudaklarını be­
nim kilere yaklaştırdı.
“Siz d e so n derece seksisiniz, Doktor Daniels. Bugün henüz
b e lirtm e m iştim galiba.”
S o n ra d ilin i ağzım a daldırarak beni öpmeye başladı.
Bu h ay a tı sevm em em nasıl mümkün olabilirdi ki?

Tüm ailen izin yakın çevrenizde yaşaması, Pringles patates cipsi


yem ek gibi b ir şeydi; asla bir tanesi yeterli gelmezdi. Sabah yal­
nızca G a rre tt, Callie ve çocukları misafirimiz olsa da öğleden
so n ra aile ağacım ızdaki herkes buradaydı.

229
Ryan gece vardiyasına gideceği için bu sabah güzel b ir uyku
çektikten sonra karısı Angelayı ve kızları F rankie ile Joey’yi alıp
gelmişti. Tim çamaşır yıkamak için ebeveynlerim izin evinde ol­
duğundan, kısa süre sonra üçü de bize katılm ışlardı.
Bu kadar kişiye yemek yetm em esi gibi b ir p ro b lem im yoktu.
Sürekli aç hisseden üç sağlıklı erkek çocuğum sayesinde d o n d u ­
rucum hep tavuk, burger ve sosisliyle dolu olurdu. A yrıca Callie
ile G arrett kapkek ve kurabiye pişirm işlerdi ve A ngela, k ü çü k bir
orduyu doyurmaya yetecek kadar sebzeli m ak arn ay la dilim len­
miş karpuz hazırlamıştı. Kilerini kıyam et g ü n ü n e hazırlanırm ış
gibi doldurm aya bayılan biri olan annem de bir to n p atates sala­
tası, m akarna salatası ve konserve şeftali tatlısı g etirm işti.
Saat öğleden sonra ikiyi vurduğunda gökyüzü m asm avi ve
bulutsuz, güneş yakıcıydı. Bahçenin d ö rt bir y a n ın d a k i h o p ar­
lörlerden The Rolling Stones’un sesi yükseliyordu ve ebeveyn­
lerim iz ile onların yanındaki büyük şem siyenin a ltın d a uyuyan
bebek Charlotte dışında herkes havuzda, h araretli b ir voleybol
m açının ortasmdaydı.
Spor, ailemizin DNAsına işlenmişti. İşçi sınıfı K ennedyler sa­
yılabilirdik; hepim iz rekabetçiydik ve kazanm ayı severdik.
Violet Robinsonm da bizden eksik kalır yanı yoktu.
Beni şaşırtan bir zarafetle sıçrayıp to p u filenin ö b ü r tarafın ­
daki Ryana doğru attığında kardeşim etrafına su lar sıçratarak
kurtarmaya çalıştı ama yapamadı.
“Alın size!” diye bağırdı Violet, gerçek bir sp o rcu gibi.
“Güzeeel!” Elimi kaldırıp ona bir beşlik çaltım .
“Lisede kız voleybol takım ının kaptanı o ld u ğ u m u söylemiş
m iydim ?”
“Söylememiştin.” Kıkırdadım. “Ama bunu duyduğum a sevindim.”
Ryan homurdandı. “Kandırıldık.” Takımını yanm a çağırdı. “Top­
lanın! Yeni bir strateji yapmamız lazım.”

230
Üç yaşındaki yeğenim W ili, arkamdaki Garretfın omuzlarında
oturduğu yerden hırsla lafa girdi. “Sizi yeneceğiz, Ryan Amca!”
Ryan, m ey d an okum ayı kabul eden bir Amerikan güreşçisi
gibi ona p arm ağ ın ı doğrulttu.
“G öreceğiz, k ü çü k adam . Biz bitti demeden bitmez.”
Y irm i d ak ik a so n ra oyun bitti... ve onları yendik. Sonrasm da
şam piyon tak ım ım ve ben zaferin keyfini sürerken ailece veran­
da m asasın a yerleşerek yem ek yiyip muhabbet ettik.
“Baba, b u yıl tram b o lin alabilir miyiz lütfeeeeen?” diye sordu
Spencer. “A rtık o n yaşındayım , yani iki haneli yaşlara geçiş yap­
tım. Sadece d o k u z yaşm da olduğum zamandan daha olgunum.”
Bir acil tıp d o k to ru olarak asla sahip olmamaya yemin ettiğim
bazı şeyler v ard ı ve b u yem in, benim için Hipokrat Yem ininden
yalnızca b ir ad ım gerideydi. Çöp öğütücü, motosiklet ve tram ­
bolin liste n in b aşın ı çekiyordu çünkü bana göre saatli bom badan
farkları y o k tu . Ç oğu insan, en büyük riskin trambolinden düş­
m ek o ld u ğ u n u zan n ed erd i ama daha fazla yanılamazlardı. Asıl
tehdit, k e m ik le rin kırılm ası, bağlatın kopması ve zıplama esna­
sında çarp ışm ak tı.
“T ra m b o lin alm ayacağız, Spence. Hiçbir zaman.”
A yrıca b e n im ta m üç tane oğlum vardı ve bu varlıklar, eylem ­
lerin in so n u ç la rm ı düzgünce düşünmekle ünlü değillerdi.
D a h a geçen yaz Brayden ile iki a rk a d a ş ın ı, egzersiz yaparken
k u llan d ığ ım ağırlıkları bodrum dan üst kata taşırken yakalamış­
tım . S öyled ik lerin e göre bunları bileklerine bağlayacak ve h a ­
v u zu n d ib in e çökerek orada kalmalarını sağlamak için kaç kilo
g erek tiğ in i ölçeceklerdi.
Evet... b u gerçekten yaşanmıştı.
T ra m b o lin alırsak bisikletlerini ya da kaykaylarım kullanarak
neler yapab ilecek lerin i düşünm ek bile istemiyordum.

231
‘A ma güvenlik konusunda m ükem m el p u a n la m a sı olan bir
tane buldum!” diye yakındı en küçük oğlum , te le fo n u n u n ekra-
nını bana tutarak. Gösterdiği ürün “güvenli” o lara k işaretlen m iş­
ti ancak diğerlerinden hiçbir farkı yoktu.
Yanımdaki sandalyede oturan Violet kafasını n a z ik ç e iki yana
salladı.
“Hastaneye gelen dehşet verici tram b o ü n k a z a la rım görsen
sen de asla trambolin istemezdin, Spencer.”
Bunu bilerek mi söylemişti em in değildim a m a o n yaşında­
ki bir oğlanın dikkatini çekmek için k o rk u n ç y aralan m alard a n
bahsetmek gibisi yoktu.
“Gerçekten mi? Ne kadar dehşet verici m esela?”
“Hmm, mesela geçenlerde bir hiperekstansiyon vak ası gel­
m işti Adamın acilen ameliyata alınm ası gerekti.”
Başımla onayladım. “Unutulmaz bir vakaydı.”
“Hiperekstansiyon ne demek?” diye sordu Spencer.
Violet elleriyle göstermeye çalıştı. “D izin geriye k aç m a sı da
denir. Dizler aynı şu şekilde geriye doğru bükülür.”
Oğlum ellerini dizlerine uzattı. “Bu gerçekten o la b ilir m i? ”
“Olmaması gerekir.”
“Başka nasıl vakalar var?”
Violet, çoklu kafatası kırığıyla gelen a n n e n in h ik â y e sin i an la­
tırken Brayden havuz kenarındaki şezlongundan b a n a seslendi.
“Baba!”
“Noldu?”
“Annem mesaj attı. Joycea uğrayacakmış. S o n ra sm d a o n u n la
akşam yemeğine gitmek ister miyiz diye soruyor.”
Staceynin geçen cumartesi çocuklarla g ö rü şm esi g erek iy o r­
du ama işyerinden çağırıldığı için bir gün ö n c e d e n a ra y ıp iptal

232
etmişti. E skiden bu görüşm eleri iptal ettiğinde çok sinirlenirdim
çünkü o ğ lan lar üzülürdü. Ama artık üzülmüyorlardı ve... bu iyi
miydi k ötü m ü bilem iyordum .
“B enim gitm eyeceğim i söyle,” dedi Aaron tramplenden. “Bir
süre d ah a b u ra d a takılacağım , sonra arkadaşlarla yaz sonu p arti­
si için S m itty’n in evine gideceğiz.”
A n n ele rin in p la n la n iptal etmediği günlerde onunla görüşüp
görüşm em e k ararım çocuklara bırakıyordum. Bence vakitlerini
nasıl d eğ erlen d irecek lerin e kendi kendilerine karar verebilecek­
lerini b ilm e k b u yaşlarda onlar için önemliydi
“Sen b ilirsin , Bray,” dedim ortanca oğluma. “Annenle yemeğe
gitm ek istersen b a n a uyar.”
A m caları, yengeleri, kuzenleriyle dolu bahçeye baktı, sonra
om uz silkti. “B u rad a kalm ayı tercih ederim. Gidersem üstüm ü
d eğ iştirm em gerek ir çünkü.”
G ö rü n ü şe göre ergenler için kıyafet değiştirmek son derece
zorlayıcı b ir işti. Çarşafın, şiltenin üzerinde kaldığından emin ol­
m ak ve yatağm altın d a sayısız boş su şişesi biriktirmemek de öyle.
“A n n e m b a n a d a mesaj attı, baba,” dedi Spencer. “Bu akşam
b u ra d a k a lm a k istediğim i söyleyeceğim. Ama hafta sonu onunla
vakit geçireceğim .”
O n a g ü lü m sed im . “Ç ok iyi olur, Spence.”

Birkaç saat so n ra barbekünün başında, sürü için bir posta daha


h a m b u rg e r ve sosisli pişirmekle meşgulken dumanların ara­
sın d an , b a h ç e n in öteki ucunda Callie ve annemle sohbet eden
V iolet g ö zü m e takıldı. Uzun saçlarım örmüştü ve birinin dediği
bir şeye g ü lerk en yüzünü güneşe doğru kaldırmıştı.

233
O nu izlerken bininci kez göğsüme y u m ru k yem iş gibi hisset-
tim. Güzelliği yüzünden değil... burada, y an ım d a o lm a sın ın h lli
olağanüstü gelmesindendi. Hayatıma, en sevdiğim in sa n la ra gü­
zelce ve zahmetsizce karışmıştı.
Annemle babam ona şimdiden hayrandı. K o n u şu rk e n sesle­
rinde beliren sıcak, sevgi dolu tondan ve g ö zlerin d e k i m in n e tta r
bakışlardan belliydi.
Onları çok iyi anlıyordum.
Ben de bir babaydım. Eğer bir gün ç o c u k la rım d a n birinin
ilişkisi korkunç bir sonla bitse, yapayalnız ve m u ts u z olacağını
düşünerek onun için endişelenirdim. H ayatm a ve k a lb in e neşeyi
geri getirecek, sevgi dolu, samimi bir k ad ın ın o n u b u lm a sın ı di­
lerdim. Yani tam da Violet gibi birinin.
Bakışlarımı yeniden ızgaraya çevirip h a m b u rg e r köftelerini
döndürürken aptal gibi sırıttım. Bugün çok güzel b ir g ü n d ü . Her
şey kusursuzdu.
Ta ki keyfim kaçana dek.
Yanımdaki tezgâhta duran telefonum yeni b ir m esajla çınladı.
Stacey.
Evinin önündeyim. Seninle konuşm ak istiyorum .
Harika. Her erkek, eski karısından böyle b ir m esaj alm ay a ba­
yılırdı.
“Hey, Garrett.” Kafamla kardeşimi yanım a çağırdım . “Barbeküye
bakar mısın? Stacey dışarıdaymış, çıkıp onunla k o n u şm a m lazım.”
Ailem, eski karımdan nefret etm iyordu; öyle in s a n la r değil­
lerdi. Ayrıca o her zaman çocuklarım ın an n esi o laca k tı. Y ine de
aile üyelerimin gezegende en sevdiği kişinin S tacey o ld u ğ u söy­
lenemezdi.
Garrett spatulayı elimden alıp bana d o ğ ru b ira s ın ı k a ld ırd ı.
“Keyfine bak. Çok eğlenceli olacağından e m in im .”

234
T işö rtü m ü giyip eve girdim ve ön kapıdan dışarı çıktım.
Stacey’nin güm üş rengi BMW arabası kaldırım kenarında
park halindeydi. Kendisi de siyah şort, kolsuz beyaz bluz ve san­
daletlerle yolcu kapısının yanında dikiliyordu. Omuz hizasındaki
siyah saçlarına dalga yapm ıştı ve manikürlü el ve ayak parm akla­
rı, bileğindeki tasarım cı çantasıyla aynı kırmızı tonundaydı.
O b jek tif o lara k bakarsam onun güzel bir kadm olduğunu söy­
leyebilirdim . H er zam an öyleydi. Fakat artık onu gördüğümde
içimde çek im ya d a sevgi kıpırtıları oluşmuyordu. Paylaştığımız
anların h atırasıy la nostalji bile hissetmiyordum.
Şu a n d a d a gözüm e çarpan ilk şey sıktığı dudakları ve kıstığı
gözleriyle sav u n m acı duruşuydu. Küplere bindiğini ve kavgaya
hazır o ld u ğ u n u anlayabiliyordum .
“N e o ld u ?” diye sordum .
“A n n e m in evindeydim ve oğlanlara akşam yemeğine gitmek
isterler m i diye sordum . Üçü de hayır dedi.”
“Berna d a söylediler.”
“S p en cer’ı ü ç haftad ır görmedim,” dedi Stacey dişlerini sıka­
rak. “B rayden ile A aron ı son görüşümün üzerinden bir aydan
fazla z a m a n geçti. Benim le yemeğe gelmelerini istiyorum ve bu
k o n u d a y a rd ım c ı olursan sevinirim. Bir kez olsun yapabilirsin.”
“N e y a p m a m ı bekliyorsun? Boyunlarına kement atıp arabana
m ı sü rü k ley ey im ? G elm ek istemiyorlar işte. Aynca yanlış anla­
m a am a geçen cum artesi seninle görüşmeye kararlıydılar, onlan
y ü zü stü b ıra k a n şendin.”
G özleri alevlendi. “Çalışmam gerekiyordu, Connor! Bunu her­
kesten iyi sen in bilm en gerekir.”
“P azar g ü n ü ne vardı? O gün de mi çalışıyordun?”
K olların ı savurduğunda el çantası da savruldu. “Kendime bir
gün a y ırm a k istediğim için özür dilerim! Herhalde bu artık suç
sayılıyor.”

235
Elimi saçlarımdan geçirip hafifçe çekiştirdim .
“Suç olduğunu söylemiyorum. Ama canın o n ları d ışarı çıkar­
m ak istediğinde son dakika haber verip de sen in için planlarını
değiştirmelerini bekleyemezsin. B unun için ne b e n im ne de ço­
cukların başının etini yiyemezsin. Bu saç m a lık ”
Stacey ile oğlanlar -özellikle de A a ro n - a ra sın d a uzun za­
m andır gerginlik vardı. Bunun iyi bir şey o lm a d ığ ın ın farkın-
daydım ama çocukları suçlayamazdım. Stacey o n la rı aldığında
akima ne eserse yapıyordu. O nlara ayak işleri yaptırıyor, markete
gönderiyor ya da birkaç ay önce Spencer a yaptığı gibi m ağazala­
ra ya da lanet manikürcüye sürüklüyordu.
“Eh, hazır gelmişken içeri girip onları g ö reb ilir m iy im bari?”
Evimin önündeki araçları işaret ettim .
“Şu an uygun bir zaman değil, ailem burada. Ve... se n i ilgilen­
dirdiğinden değil ama biriyle görüşüyorum ve o d a b u ra d a . Onu
tuhaf bir duruma düşürmek istemem.”
“Beni ilgilendirmez mi? Ç ocuklarım ın y an ın d ay sa bal gibi de
ilgilendirir.”
Spencer’ın ona çoktan Violet’i anlatm am ası b e n i şaşırtm ıştı.
Üç oğlum arasında en geveze olanı oydu.
Kafamı iki yana salladım. “Öyle bir şey y o k ”
Stacey de binleriyle çıkmış, oğullarım ızla ta n ıştırm ıştı. Ç ocuk­
lardan olumsuz bir şey duymadıkça ben o n u n işine b u rn u m u asla
sokmazdım.
Eski karım kollarını göğsünde birleştirip b a şın ı sa ğ a so la sal­
ladı ve patlamaya hazır bir bomba gibi ayağının u c u n u y ere v u r­
maya başladı.
“Çocuklarımı görmek istiyorum, C onnor.”
“Kusura bakma ama bugün olmaz.”
“Çocuklarımı görmek istiyorum, C o n n o r!” d iy e çığlığı bastı.

236
"Ç ocukların seni görm ek istemiyor! Belki de kendine bunun
sebebini sorm alısın!”
İrkildi. K endini toplayam adan yüzü acıyla çarpıldı.
K endim i pisliğin önde gideni gibi hissettim.
Bunu yapm ak istem iyordum. Onunla kavga etmek, can mı
yakm ak istem iyordum . Bundan ne tatmin ne de neşe duyuyor­
dum . G eride kalan tek şey hastalıklı bir üzüntü oluyordu.
M edeni, anlam lı bir konuşm a yapmaya çalıştığ ım ız her sefe­
rin eski yaralar ve yanlışların gölgesindeki çığlıklarla son bulm a­
sı üzücüydü.
Bizim k ö p rü n ü n altından çok sular akmamışü... köprü tam a­
m en yıkılm ıştı.
D erin b ir nefes alıp ses tonum u ayarladım.
“Ö yle konuşm am alıydım . Am a oğlanlarla ilişkin şu anda pek
de iyi sayılm az. B unu görm ek zorundasın. Tanıdığım bir terapist
var. İstersen...”
A bsürt b ir şey söylemişim gibi, “Yine terapiye gitmeyeceğim”
dedi tü k ü rü k ler saçarak “İşe yaramıyor, ikimiz için işe yaramadı.”
“Evlilik terap isin d en bahsetmiyorum, Stacey. Aile terapisi d i­
yorum . Sen ve oğlanlar için.”
Ç ığlıklar geri döndü.
“Yüce İsa! H ayır dedim sana!”
E llerim i kald ırd ım . “O zaman sana ne diyeceğimi bilm i­
yorum . Ç o cu k larım ızla ilişkini düzeltmek istersen b u n u des­
teklerim . A m a istem edikleri sürece onları seninle görüşm eye
zorlayam am .”
“Tabii ki zorlam azsın! Kazara gerçek bir ebeveyn gibi davra­
nıp o n lara b ir şeyler yaptırırsan ne olur sonra, değil mi?”
“D u ru m b u değil.”

237
“Tanrı saklasın, istedikleri her boku, istedikleri h e r an yapma-
larına izin vermezsen eğlenceli baba olm aktan çıkarsın b ir de!"
“Bu doğru değil."
Parmağını göğsüme bastırdı.
“Hiçbir zaman yanımızda olm adın sen!”
“Artık buradayım! Her gün, her sabah, h e r gece. B en burada-
yım \ Sen hangi cehennemdesin?”
Stacey’nin sesi ölümcül bir tıslama halin i aldı. “A h , b en üs­
tüm e düşeni yerine getirdim. A m a sen h içb ir z a m a n yanım da
değildin ve bunu görmedin.”
Kafamı başka yöne çevirdim ve dilim in u c u n u d işim in sivri ye­
rine bastırdım. Geri alamayacağım sözler söylem ek istem iyordum .
Stacey’yle her zaman böyleydik. Her konuşm am ız v erim sizdi.
Derin bir nefes daha aldıktan sonra g ö z le rin in iç in e baktım
ve kayıtsız, mesafeli, buz gibi bir netlikle k o n u ştu m .
“Konuyu sana şöyle özetleyeyim. O ğlanlar s e n in le c a n la n ne
zaman isterse o zaman görüşecekler. Bu hafta s o n u o n la n alm a­
ya gelebilirsin, hiç sıkıntı yok. Fakat artık b u ra d a , b e n im le yaşı­
yorlar ve bunu sen istedin. Eğer bir p ro b lem in v a rsa k e n d in e bir
avukat bul ve bana dava aç, tam am mı? Bu kadar. G ece y a tm a d a n
önce çocuklara söylerim, seni ararlar.”
Arkamı dönüp ondan uzaklaştım.
“Pisliğin tekisin!” diyen çığlığı p eşim d en g e lirk e n e lim i k al­
dırdım ve ona bir kez bile bakm adan salladım .

Arka bahçeye döndüğümde çenem kasılm ıştı ve v ü c u d u m d a k i


tüm kaslar gergindi. Güneş batm ak üzereyken ç o c u k la rın h e p ­
si ateşin başma marşmelov kızartm ak için to p la n m ış tı. A ile m in

238
soru soran gözlerini üzerim de hissedebiliyordum ama yüzlerine
bakm aktan k açındım . Soğutucudan bir şişe bira alıp verandanın
ucundaki b ir sandalyeye oturarak uzun bir yudum içtim.
Ama ü zerim d ek i saçm a sapan, beyhude yılgınlık hissinden
k u r t u l a m ı y o r d u m . Stacey neden devamlı olarak böyle açması ve
m utsuz o lm ak zorundaydı ki? Beni de kendisi gibi sefil durum a
düşü rm ek ten keyif alıyor gibiydi.
O m u zlarım d a iki nazik el hissettim. Dokunuş önce çok hafifti
ama so n ra gerilen kaslarım a masaj yapmaya başladı.
“Hey.”
Kafamı kaldırdığım da Violet’in endişeli gözleriyle karşılaştım.
“İyi m isin ?”
H içb ir şey d em ed en yüzüne baktım. Onu içime çektim.
Etrafına yaydığı sakinliğin ve tatlılığın hücrelerime nüfuz etm e­
sine, b e n i y ü n d e n b ir battaniye gibi sarmaşma izin verdim.
Violet hayatım da olduğu için çok ama çok şanslıydım. Çocuk­
larıma, ailem e iyi davrandığı ve böylesine mükemmel biri olduğu
için. Elini sallasa ellisiydi ama o beni seçmişti. Ve seçim ini tüm kal­
biyle yaptığım b an a küçük ve büyük pek çok yöntemle gösteriyordu.
Yılgınlık hissi yavaş yavaş bedenim i terk etti, göğsüm gev­
şedi. V iolet’in dokunuşuyla, kokusuyla, yakınlığıyla içim ısındı.
G evşedim ve y en id en m utlu oldum.
Bu k a d ın b e n i m utlu ediyordu. O yanımdayken m utluluğun
aksi d u y g u ları h issetm em imkânsızdı.
P ek ç o k şey g ö rü p geçirm iştim ve bu hislerin kıym etini b il­
m em g e re k tiğ in in farkındaydım . Tek bir anı bile israf etm em e­
liydim .
Elini tu ta ra k o n u kucağıma çektim ve kollarımı beline sar­
dım . O n u ö p tü ğ ü m d e dudakları yumuşacık, sıcacıktı. Bu kısa,
tatlı ö p ü c ü ğ ü n ard ın d an ona sarüarak öylece durdum.
Ç ü n k ü b u k ad arı da yeterliydi. Benim için her şey demekti.
“A rtık iyiyim.”

239
16

İ/Uf

ece havası, eylül ayının sonunda görülmeyecek kadar serin


am a doğalgazı açm am ıza gerek kalmayacak kadar iyiydi.
Connor penceresini açarak uyumayı seviyordu ve bu, geçtiğimiz
birkaç ay içinde o n u n la yaşayarak hakkında öğrendiğim pek çok
harika detaydan biriydi. Sadece çiftlerin birbiri hakkında bilebi­
leceği bu tü rd en ufak, önem siz ayrıntıları keşfetmek beni hoşnut
ediyordu.
O nun, b en im uykum da konuştuğum u bilmesi gibi. Bunu,
birkaç hafta önce gecenin köründe m ırıldandığım ı duyup b e­
nimle konuşm aya çalıştığında fark etmişti. Sabah anlattığında
hiçbir şey hatırlam am ıştım am a söylediğine göre bana ne kadar
seksi olduğunu sorm uştu, ben de “mor, kesinlikle m or” diye ya­
nıt verm iştim .
Şür yazm ayı sevdiğim i zaten çoktandır biliyordu, bu yüzden
ondan saklayabileceğim başka hiçbir şeyim kalmamıştı. C onnor
Daniels, benim le ilgili h er şeyden haberdardı.

241
Serin gece esintisi odaya süzülüp çıplak sırtım ı okşadı ve
C o n n o r’ın sıcak göğsüyle güzel bir kontrast o lu ştu rd u . O yatak
başlığına dayanmıştı, ben de ata biner gibi üzerin e o tu rm u ş, kal­
çamla ağır ağır daireler çizmekle m eşguldüm .
Bu pozisyona, bizi ayıran tek bir santim bile o lm a m a sın a b a­
yılıyordum. Böyleyken o kadar derinlerim e dalıyor, kalınlığı ve
sertliğiyle beni öyle bir dolduruyordu ki d o ru ğ a u la şm a m an m e­
selesi oluyordu.
Kasıklarımın onunkine her çarpışıyla d a h a y ü k seğ e tırm a ­
nırken hareketlerimi hızlandırdım. C o n n o r’ın sıcak ve ağ ır n e ­
fesi kulağıma çarpıyor, onun da doruğa y ak laşm ak ta o ld u ğ u n u
gösteriyordu. Ağzıyla göğsüme doğru diliyle ıslak b ir yol çizerek
bacaklarımın araşma elektrik akımı g ö n d erd iğ in d e iç kaslarım ı
etrafında sıkarak adım inledim.
Ve düşmeye başladım. Haz sisinin a ra s ın d a u ç u y o rd u m .
Başımı omzuna yaslayıp kendimi ona b ırak tım ; d ik d u ra m a y a ­
cak kadar sersemlemiş durum daydım . K o lların ı g ö v d e m e d o ­
layıp parmaklarını kürekkem iklerim in o rta s m d a b irle ştire re k
beni kendisine çekti ve kalçasını yukarı d o ğ ru ite re k o rg a z m a
teslim oldu.
Sonrasmda dakikalarca bu şekilde, nefes n efese d u rd u k .
C onnor saçlarıma, boynuma öpücükler k o n d u rd u ve b itk in d ü ş ­
m üş kaslarımı gevşetmek için avuçlarını s ırtım d a aşağ ı y u k arı
gezdirdi Ardından başımın altında yastığı h is se ttim . C o n n o r
beni yatırıp arkamdan sarıldı. Tatm inle iç g e ç irip b a c a k la rım ı
birbirine sürttüm çünkü uyluklarımın iç k ıs ım la rın ı k a y g a n la ş­
tıran menisini hissetmek çok hoşum a gidiyordu.
Kısa bir süre sessizce uzandık ancak C o n n o r ’m n e fe s alıp
verişleri henüz uyumadığını gösteriyordu. P a r m a k u ç la rın ı
kolum da kaydırarak boğuk bir sesle, “Ç o c u k is tiy o r m u s u n ? ”
diye sordu.

242
İ ç i m d e bir heyecan patlam ası yaşandı. Çünkü son birkaç
haftadır b u ra d a oğlanlarla vakit geçirip onlara kahvaltı hazır­
ladıktan, ö d ev lerin e yardım cı olduktan ya da sadece m uhab­
bet e t t i k t e n so n ra anneliğin ne dem ek olduğunu öğrenm iştim .
K a rd eş le rim i b ü y ü tü rk en bunu tattığımı sanmıştım ama esasın­
da tam am en farklı b ir duygu olduğunu yeni görüyordum.
D aha d erin d i. D aha yoğundu.
C o n n o r’ın o ğ u lla rın ın hayatm m , biriktirdikleri an ıların
bir p arçası o lm a k ço k güzeldi. Ve yetişkin birer erkek olm aya
adım a d ım ile rle rle rk e n o n lara katkıda bulunabilm ek b en im
için b ir o n u rd u . O n la rla küçük, tatlı anları paylaşmayı sev­
diğim k a d a r b a b a la rın ı paylaşm ayı da seviyordum. Yüz ifa­
d elerin d e, ta v ırla rın d a , k o n u şm aların d a C onnor’ı görm ek ve
d u y m ak h e y e c a n vericiydi.
C o n n o r in an ılm a z b ir babaydı. Bunu zaten biliyordum am a
birinci eld en şah it olm ak rahm im in birkaç kez harekete geçme
isteğiyle d o lm a sın a n ed en olm uştu.
O ğullarıyla birlikteyken gözüme hiç olmadığı kadar çekici,
seksi ve ta h rik edici geliyordu. O nlara bir şeyler öğretmesi, reh ­
berlik etm esi, o n larla eğlenip gülmesi, her zaman ama her zam an
nazik ve g ü çlü o lup karşılıksız şekilde kendini adaması çok etki­
leyiciydi.
K en d im için, C o n n o r’ı ve birlikte yapacağımız çocukları içe­
ren b ir gelecekten d ah a iyisini hayal edemiyordum. O nunla ben
birleşip d ü n y ay a inanılm az bir m inik insan getirebilir, S pencerı
ağabey y ap ab ilird ik .
“Bu b ir s o ru m u yoksa teklif mi?” dedim.
Un »
Soru.
O n a d ö n d ü m çü n k ü yüzünü görmek istiyordum. Uzanıp
av u cu m u k irli sakalm a sürttüm .

243
"Çok ciddi görünüyorsun.”
Gözleri karanlıkta ciddiyetle parlıyordu.
"Son günlerde seninle... ikimizle ilgili son d erece ciddiyim *
Tanrım, bu adamı seviyordum. Yüreğim y o ğun, şid d etli bir
tapınma hissiyle çarpıyordu ki doğrusu bu azıcık k o rk u tu cu y d u .
Çünkü onu -bu aramızdakini- kaybedersem ve C o n n o r ile
oğlanlar hayatımdan çıkarlarsa... ne yapacağım ı b ilm iy o rd u m .
Uzuvlarımdan, hayati organlarımdan birini k a y b e tm iş gibi h is­
sederdim ve hiçbir şey eskisi gibi olmazdı.
“Ben de.”
“Senden on iki yaş büyüğüm. Benzer p ek çok d en e y im im iz
olabilir ama... farklılıklarımız da var. B unlar h a k k ın d a k o n u şm a ­
mızın önemli olduğunu düşünüyorum. Böylece y an lış anlaşıl­
malar ya da hayal kırıklıkları yaşanmaz.”
Nasıl cevap vereceğimi bir süre düşündüm . H ay a tım iç in iste­
diğim şeyler eskiden basitti çünkü dikkate alm am g erek en d u y ­
gular işin içine dahil değildi. Şimdi benim a rz u la rın ım büyük
çoğunluğu, Connorın arzularına bağlıydı.
“Çocuğum olmasını hep istemişimdir. H er z a m a n h a y a t p la­
nınım bir parçasıydı. Ama sen istem iyorsan b e n im iç in so...”
“Bunu yapma,” dedi keskin bir sesle.
“Neyi?”
“Duymak istediğimi düşündüğün şeyleri söylem e. S en in ne
istediğini bilmek istiyorum, Violet. U m utlarını, h a y a lle rin i d u y ­
mak istiyorum, razı olduklarını değil.” N em li sa ç ım ın b ir tu ta m ı-
m alnımdan geriye itti. “Açık ve net bir şekilde gerçeğ i söyle, V i.
Çocuk istiyor musun?”
Bu sefer düşünmedim, cevabımı direkt verdim .
Evet, istiyorum. Bir tane mükemmel o lu rd u , iki ta n ey se çok
daha iyi.”

244
Kafa sallarken şaşkın görünmüyordu. Yüzünde okunmaz bir
ifade vardı.
“Sen d ah a fazla çocuk istiyor musun?" diye sordum yum uşak
bir sesle.
H em en yanıt vermedi. Etrafımıza ağır bir s^ iz lik çöktü.
“B ilm iyorum .” C onnor doğrulup yüzünü başka tarafa çevirdi
ve d irsek lerin i bükülm üş dizlerine dayadı. "Bir süredir düşünü­
yor, nasıl hissettiğim i anlamaya çalışıyorum. Çocuk sahibi olm ak
gerçekten inanılm az. Benimkiler her zaman hayatımda yaptığım
en iyi şeyler olacak.”
Yakıcı, k aran lık gözlerini bana çevirdi
“B unu sen in elinden almak istemem. Arzu ettiğin her şeye sa­
hip olm ayı h a k ediyorsun.”
O n a hafifçe gülümsediğimde derin bir nefes verdi
“A m a çocu k lar kolay değildir. Bir süredir, daha fazlasının b e ­
nim için b ir seçenek olmadığı varsayımıyla hareket ediyorum.
D aha fazla çocuğu kesin bir şekilde istemiyorum diyemem ama...
şim di sen in le b ir çocuğumuz olsa, o on sekizine bastığında ben
altm ış y aşın d a olacağım. O kadar ihtiyar birinin, liseden yeni
m ezu n olm uş b ir çocuğu olması tuhaf değil mi?"
C evabı karşısında hayal kırıldığına uğramamıştım. Bu b ü ­
yük b ir k arard ı ve Connor sadece düşünüyor, olasılıkları o p a r­
lak z ih n in d e evirip çeviriyordu. Bunu yapmasının tek sebebi de
b en im le b ir gelecek istemesiydi. Tıpkı benim onunla bir gelecek
istem em gibi.
T ü m cevaplara şu anda sahip olmasak da bize inanıyordum.
C o n n o r’a inanıyordum.
G elecekte, yılda iki kez tatile çıkan, hiç tartışmadan ev yenile­
m e projeleri yapan, hayatta istedikleri her şeyi elde etmiş olan şu
acayip m u tlu , sinir bozucu çiftlerden olacağımıza inanıyordum.

245
Birlikte bu kadar iyiyken buna inanm am ak saçm a olurdu.
Parmaklarımı omurgasında gezdirirken sesim e cilve katarak,
“Altmış yaşındayken aşırı seksi görüneceksin," dedim .
Connor omuzlarını sarsan bir kahkahayla güldü ve gamzeli
yüzünü bana çevirdi.
“Öyle mi diyorsun? Yaşlı adam lardan m ı hoşlanıyorsun sen?"
“Eh,” dedim bir onu bir kendimi işaret ederek. “B u n u n gayet
açık olduğunu sanıyordum.”
“Ha ha ha ha!” diye alaycı bir şekilde güldü. “N asıl b u kadar
kom ik olabiliyorsun?”
Şimdi ben de gülüyordum.
“Hemşirelikte yapamazsam komedyen olm ayı düşünüyor­
dum . B planım buydu.”
“Öyle mi? Benim B planım da gıdıklamaktı.”
“Gıdıklamak bir meslek değildir.”
“Orasmı bilmem.”
“Hayır! Connor, hayır!”
Tabii ki beni dinlemedi.
Bir kobranın hızıyla bileğimi yakaladı ve p e d ik ü r bile yap­
tıramayacak kadar hassas olan ayağımın tab an m ı gıdıklam aya
başladı.
Kontrolsüzce cıyaklıyor, uzuvlarımı savuruyordum . “A hh!” diye
bağırdım, kahkahalar arasında. “Yapma!”
Fakat Connor acımasızdı.
“Şşşt, şşşt. Çığlık atamazsın. Bu evde genç erk ek ler yaşıyor.
Seni duyarlarsa buraya gelip mükemmel m em elerini g ö rü rle r ve
hayatları boyunca meme beğenmezler. V icdanında böyle b ir yük
istemezsin, değil mi? Bu yüzden susmalısın.”
İnsafsızca diğer ayağıma geçti.

246
Ben de taktik değiştirdim ve güvenilir kadınsı hilelerimi h a ­
rekete geçirip C o n n o r’m doym ak bilmeyen seks dürtüsünden

Yatakta yan d ö n ü p çıplak vücudum u onunkine yapıştırdım.


Kasık kasığa, göbek göbeğeydik. “Mükemmel” memelerim onun
geniş göğsüne baskı yapıyordu. Kolumu omzuna sararak onu
aşağı çektim ve hayatım -v e ayaklarım - buna bağlıymış gibi d u ­
daklarına h araretli bir öpücük kondurdum .
C o n n o r tabii ki hem en pes etti.
B oğazından yükselen kısık, kaba hınltı beni her zam anki
gibi a n ın d a sırılsıklam ederken elleri yüzümü kendisine çekti.
D u d ak larım ı ısırıp em erken devasa aleti adeta bir kayaya d ö n ü ­
şüp u y lu ğ u m a battı.
S onra ü stü m e çıkıp .ağırlığıyla beni şilteye bastırdı.
Ve d ah a acü ihtiyaçlarımızın peşine düşerken gelecekteki
m uhtem el çocuklarım ızla ilgili konuşmamız bir süreliğine rafa
kalktı.

Connor

Ekim ay ın ın ilk haftası BBM’d en resmi olarak ayrıldım zira artık


“b ek â rlar” kategorisine girmiyordum. Tarif edilemeyecek kadar
m u tlu b ir ilişkiye sahiptim .
G ru p ta n b iri ayrıldığında, o kişi ve yeni partneriyle hep b era­
b er ak şam yem eğine çıkma geleneğimiz vardı. Ve sporcuların da
dediği gibi, geleneklere asla müdahale etmemek gerekirdi.
Bir cu m a akşam ı sözleşip Japon mangal restoranına gittik.
Şeflerin yem ekleri önünüzde pişirdiği, bıçaklarıyla num aralar

247
yaptığı ve konuklara elleriyle karides yedirdiği şu resto ran lar­
dandı.
Violet, üstüne oturan siyah kazağı, çizm eleri ve dizleri yır­
tık mavi kot pantolonuyla şahane görünüyordu. Yolda gelirken
parm aklarım ı kotunun yırtık yerinden içeri d a ld ırıp pürüzsüz
bacağını okşamaktan kendimi alam am ıştım .
Restorana girdiğimizde antredeki koi h a v u z u n u n yanında
grupça dikilip masamıza yerleştirilmeyi bekledik. Bu esnada
BBM üyeleri, Vıolet’le sıcak bir şekilde m u h ab b ete başlam ışlardı
bile. Buna hiç şaşırmamıştım zira Vi ye ısın m ak h iç z o r değildi.
Şaşırmadığım bir diğer şeyse grup ark ad aşlarım ın b e n i eleş­
tirm ekte gecikmemesi oldu.
“ikiniz ilk bir araya geldiğinizde C o n n o r’ın salak lık yapm a­
m ası için çok uğraştık,” dedi Delilah, Violete.
“Sağ ol, Delilah,” dedim. “Beni ne güzel tan ıtıy o rsu n .”
“Ama o zor yoldan gitmeye kararlı gibiydi,” diye ek led i Cari.
Violet bana tatlı bakışlarla bakıp, “Evet,” dedi. “C o n n o r bazen
kaim kafalı olabiliyor... ama yine de ondan h o şla n ıy o ru m .”
Kıçına gizlice bir şaplak attım. Gözleri p arlay ıp y a n a k la rı kı­
zarınca, baş başayken şu şaplak işini tekrar d e n e m e y i a k lım ın bir
köşesine yazdım.
Yer gösterme görevlisi grubum uza seslenince g id ip d ik d ö rt­
gen bir masaya yerleştik ve şefin gelm esini b ek led ik .
Violet, görevli kızın elindeki m enüyü aldı. “T a n rım , açlıktan
ölüyorum,” dedi hevesle yemek listesine b ak a rk en . “Jack’in gu­
ruldayan karnıyım.”
Bir kahkaha attı.
Bense donakalmıştım. Ona öylece b ak ıy o rd u m .
Tıpta öğrenmeniz ve ezberlemeniz gereken to n la rc a bilgi
olurdu. Dozajlar, vücuttaki sistem lerin işleyişi, p e k ç o k sayıda

248
iç ve dış faktörün, diğer h er şeyle doğrudan veya dolaylı olarak
nasıl sebep-sonuç ilişkisi oynayabileceği gibi şeyler. Ancak tıp
eğitim inde, b u tü rd en ikincil bilgilerin bir araya gelip zihninizde
kristal b erraklığı aldığı anlar olurdu. Artık sadece bildiğiniz şey­
ler olm akla kalm azlardı... gerçekliğiniz haline gelirlerdi.
Ben de tam şu anda, Violet’in yanında otururken buna benzer
bir şey deneyim liyordum .
E trafım daki b o ğ u k m uhabbet sesleri devam ediyor, dünya
hâlâ d ö n ü y o rd u am a beynim duraksamış, tek bir fevkalade, şüp­
he g ö tü rm ez gerçeğe takılıp kalmıştı.
Bu k a d m a âşıktım .
D erin d en , coşkulu, inkâr edilmez bir şekilde âşıktım.
A kla gelebilecek h er yönden benim için mükemmeldi. Ç ok
kıym etliydi.
“D övüş K ulübü film inden alıntı yaptım, Connor,” dedi Violet,
sessizliğim i yanlış anlayarak.
B oğazım ı tem izleyip zar zor konuşmayı başardım. “Evet, b i­
liyorum .”
G ü lü m sed iğ in d e kalbim adanmışlıkla gümbürdedi.
“Ah, iyi. Bir an anlam adın diye endişe ettim.”
O sırad a garson masaya gelip Violet’in kokteylini -için d e
m eyvem si p em b e renkli sıvı bulunan, şemsiyeli bir kadehti- b ı­
raktı ve Yüce İsa aşkına... içeceğini yudumlaması, güzel dudakla­
rın ın b ü zü lm esi bile hayranlık uyandırıcıydı.
K ah retsin , o n u seviyordum. Mutluluğum kaçınılmaz bir b i­
çim de o n u n m utluluğuna, hayatımdaki -evimdeki, yatağımdaki,
k a lb im d e k i- varlığına bağlıydı. O nunla paylaşmak istemediğim
h içb ir şey yoktu.
V iolet’in, h e r şeyim in bir parçası olmasını istiyordum. Daima.

249
Ve benim gibi, bir zamanlar buna sahip o lduğuna İnanan ama
sonunda tuğla duvara toslayan bir adam için bu bü y ü k bir far*
kmdalıktı.
Yaşamımı, geleceğimi tamamen değiştirecekti. B enim de ço­
cuklarım ın da.
Yine de gerçekliğinden bir şey kaybetm iyordu.
Violet’in de benim hakkımda aynı şeyleri hissettiğ in d en ne­
redeyse emindim. Tabii ki böyle bir d u ru m d a “neredeyse” diye­
rek varsayımlarda bulunmak yeterli değildi.
Emin olmak zorundaydım. Riski göze alm alı ve hislerimi
açıklamalıydım.
O zaman Violet’in benimle bir geleceğe istekli olu p olm adığı­
nı anlayabilirdim.

Hayatın üzücü gerçeği şuydu ki öm ür denen şey çok kısaydı ve


beklenmedik olaylarla doluydu. Bunu o rtalam a b ir insandan
daha iyi bildiğimi düşünüyordum.
Mutluluğu bulunca değerini bilm eniz gerekirdi. O n u iki eli­
nizle sıkı sıkı tutmalı ve asla bırakm am alıydınız. T ereddüt ede­
mezdiniz, boşa vakit harcayamazdınız. Ç ü n k ü b u n u yaparsanız
mutlaka pişmanlık yaşardınız.
Ve pişmanlık çok gaddar bir duyguydu.
Dün gece Japon restoranından benim eve döndüğüm üzde
Violet e, onun hakkında nasıl hissettiğim i söylem eyi düşünm üş­
tüm. Ama içkiyi biraz fazla kaçırdığında y erin d e duram ıyor, az­
gınlaşıyordu. O şemsiyeli kokteyllerde ne k a d a r alkol olduğunu
bilmiyordum fakat yatak odam ın kapısından içeri ad ım attığımız
anda striptize başlamıştı.

250
Elbette şikâyetçi değildim . H em de hiç.
Am a o n a âşık old u ğ u m u öyle bir anda, sanki basit bir seks
konuşm asıym ış gibi itiraf etm ek istem em iştim .
En d o ğ ru , en m ükem m el şekilde yapmalıydım. Sözcüklerin
ru h u m d an d ilim e aktarıldığını bilmesi gerekiyordu. Ayrıca iti­
rafım dan so n ra, a rtık tam zam anlı olarak oğlanlar ve benim le
yaşam asını istediğim i söylemeyi düşünüyordum ve böyle b ir k o ­
nuşm a k esinlikle ayıkken yapılmalıydı.
Bu b ü y ü k b ir ad ım d ı am a karşım daki kişi Violet olduğu için
kolay o lacağ ın ı hissediyordum .
“Şu a n d a o to p a rk ta ilerliyorum ,” dedi, telefonda konuşm akta
oldu ğ u m V iolet. Sabah iş için çıkm ış ve akşam sekize kadar çalış­
m ıştı. “Eve gid ip d uş alacağım . Bir buçuk saat kadar sonra, b an a
pişireceğin ak şam yem eği için orada olurum.”
B rayden ve Spencer, Ryan ile Angela’m n evinde kalacaklardı.
A rkadaşlarıyla d ışarıd a olan A aron da gece yansına kadar d ö n ­
m eyecekti. Yani akşam ım ızı bölen kimse olmayacaktı.
“T am am d ır, Vi.”
“G e tirm e m i istediğin b ir şey var mı?”
“Sadece k e n d in i getir, bebeğim,” dedim. “Tek ihtiyacım olan
sensin.”
M u tlu b ir nefes verdiğinde bunun sebebi olduğum u bilm ek
içim i g u ru rla d o ld u rd u . Tekrar konuştuğunda sesi daha y u m u ­
şak, d a h a tatlıydı.
“B irazd an g ö rü şü rü z, Connor.”
“G ö rü şü rü z .”

K ırk b eş d ak ik a so n ra yem ek odasm da iki kişilik sofrayı kurm uş,


ışıkları kısm ış, m u m ları yakılm ak üzere dizmiştim. Bekârlık ha-

251
yatının bana kattığı şeylerden biri, daha iyi yem ek yapm ayı öğ­
renmiş olmamdı. Çok fazla çeşit bilm iyordum am a bildiklerim i
lanet olası Gordon Ramsay seviyesinde pişiriyordum .
Ev yapımı patates pürem pürüzsüz bir k rem a kıvammdaydL
Alüminyum folyoya sarılmış kuşkonm azlarım tereyağı ve taze
parmesan peyniriyle süslenmişti. M ükem m el b a h a ra tla rla tat­
landırılmış bifteklerim de ızgaraya atılmayı bekliyordu.
Duşa girip üstümü değiştirmem sadece on d ak ik a sürecekti.
Sonra dünyanın en romantik gecesi için hazır o lacak tım .
Evdeyken ön kapıyı kilitlemezdim; Lakeside’d a k im se n in k i­
litlediğini sanmıyordum. Bu yüzden kapının açılm ası ve içeride
ayak seslerinin yankılanması beklenm edik olsa d a alışılm adık
değildi.
Tezgâhta bir bulaşık havlusuyla ellerimi k u ru la rk e n G arrett
mutfağa girdi. Tam ne olduğunu soracaktım ki y ü z ü n ü g ö rd ü m
ve kelimeler boğazıma takılıp kaldı.
Kardeşimin cildi kirece dönmüştü. Fena... sa rsılm ışa b e n z i­
yordu.
Garrett’ı sarsmak o kadar kolay değildi.
“Sorun ne?”
Güçlükle yutkundu.
“Ryan aradı. Seni alıp hastaneye götürm em i söyledi. B ir kaza
olmuş.”

252
17

lk arab asın ı satın almaya gittiğimizde A aronla çok tartış­


İ m ıştım .
Ç ocuğum a bir araba alacağımdan, ebeveynlerimizin ne be­
nim ne de kardeşlerim için yapamadığı bir şeyi gerçekleştirece­
ğim den dolayı ne kadar heyecanlı olduğumu hâlâ hatırlıyordum.
Aaron için sadece iki kuralım vardı; araç ikinci el olacaktı ve
güvenli bir şey seçecekti. Bence on yedi yaşındaki bir çocuğun
yepyeni bir arabası olmamalıydı çünkü önemsiz kazalar sonucu
m utlaka göçükler ve hasarlar alacaktı. Ayrıca yetişkinliğe adım
attığında kendi parasıyla ilk gıcır gıcır arabasını satın alm asının
nasıl bir deneyim olduğunu tatmasını da istiyordum.
Yine de tartışmıştık çünkü ben, benimki gibi bir pick-up al­
m asını istiyordum. Bu tip araçlar, kasaları olduğundan kullanışlı
oluyordu ve büyük, yüksek oldukları için güvenliydiler. H ar tür­
lü hava koşulunda kullanılabiliyor, her şeyin -k ü çü k araçların
bile- üstünden geçebiliyorlardı.

253
Ancak Aaron benim aracımın aynısından istem em ekte diret­
mişti. Hızlı ve ÖJkeli filmlerindeki gibi sokak y arışların d a kulla­
nılan, yere yakın, gürültülü arabalardan istem işti.
Fikir ayrılığına düşmüştük ama sonunda pes e d e n ben ol­
muştum.
Çünkü mutlu olmasını istemiştim. Ç alışm a saatlerim fazla
uzun olduğu için çocuklarımla birlikte geçirebileceğim vakti tar­
tışmakla israf etmek istemiyordum.
Stacey haklıydı. Ben eğlenceli ebeveyndim , ço cu k lara fazla
yumuşak davranıyordum. Gerektiği yerde m asaya yum ruğum u
vurmuyordum.
Şimdi de bu yüzden -benim yüzüm den- oğlum çok istediği
o küçük, hızlı arabadan bin bir güçlükle çıkartılırken G arrett’la
birlikte hastaneye yetişmeye çalışıyordum. Ters şerid e geçen bir
SUV ona önden şiddetle çarpmış, arabasının m o to r bloğunun
bütünüyle kucağına düşmesine neden olm uştu.
Bu türden kazazedelerle pek çok kez ilgilenm iştim . Keskin
metalin ve kafaya alınan darbenin bir insana neler yapabileceği­
ni çok iyi biliyordum. Sonuç her zaman kötü olurdu. H e r zaman.
Olay yerine ilk intikal eden ekip T im m y’n in itfaiye ekibi ol­
muştu. Kardeşim şu anda Aaronın yanındaydı ve aracı kesilirken
onu konuşturmaya çalışıyordu. Kazayı görünce h e m e n Ryanı
aramıştı, o da beni alması için G arrett’ı gönderm işti. A slında olay
yerine gitmek istemiştim ama hastaneye g etirild iğ in d e Aaron’ı
kaçırmak istemiyordum.
Garrett, hastanenin arka otoparkına çektiğinde d a h a araba
durmadan indim ve bekleme odasının ö n ü n d e b en i bulm asını
söyleyerek kayar kapılardan acil servise daldım . İçim deki his
beni boğuyordu; göğsüm ve ciğerlerim patlayacak gibiydi. Ama
bu duygu korku ya da üzüntü değildi. Öfkeydi. K en d im e karşı
hissettiğim lanet bir öfke.

254
Ç ünkü A aron sadece bir çocuktu. Onun için doğru olana be­
nim k arar verm em gerekiyordu.
C onnor.
Ben telefonun yanma gidip, hastaneye gelirken vakalar hak­
kında bizi arayıp her zaman bilgj veren acil tıp teknisyenlerinin
bıraktığı n o tla n bulm aya çalışırken Stella hemşire bankosundaydı.
“A rab ad an çıkartılm ış mı?” diye sordum soğuk, dengeli bir
sesle.
Yüzü n a d ir b ir anlayışla dolu olan Stella başım salladı.
“Beş d ak ik a önce yola çıktılar.”
A rad ığ ım dosyayı bulup oğlumun hayati değerlerini kontrol
ettim . Ne k ad ar kötü olduklarım gördüğümde şaşırmam aptal-
caydı am a yine de şaşırdım. Ve bu beni daha da öfkelendirdi.
“B ugün sorum lu doktor kim?” dedim Stella’ya.
“Benim .”
Travm a cerrahı Makayla Davis yetenekli ve deneyimli bir
do k to rd u . H astanenin en iyisiydi. Ancak bunu bilmek beni hiç­
bir şekilde rahatlatm adı.
“Şu anki hislerini hayal edemem, Connor"
“D oğru, edemezsin.”
“Elim izden gelen her şeyi yapacağımıza...”
“Evet, evet, bu konuşmayı biliyorum. Geldiğinde onu gör­
m em gerek.”
M akayla kafasını iki yana salladı. Sakin ve kontrollüydü.
“Bu iyi bir fikir değil.”
“Makayla...”
“Şu anda sorumlu doktor sen değilsin, Connor."
“Farkındayım!” diye çıkıştım.
“ö y le mi? Farkında değil gibisin.”

255
Gözlerimi yumup yavaş bir nefes aldım.
“Sadece yanında olmam gerek. Yanında olursam iyi hisseder"
Bu çok mantıksızdı, biliyordum. Aptalca konuşuyordum ...
tıpkı bir hasta gibi. Ama buna inanm ak istiyordum .
“İçeri girmeme izin ver, Makayla. Lütfen.”
Kadm gözlerini benden ayırıp bunun bir h ata olduğunu bi­
liyormuş ama yine de yapacakmış gibi başm ı sağa sola salladı.
“Talimatlarımı sorgularsan...”
“Sorgulamam.”
“İşime karışmaya kalkarsan...”
“Karışmam.”
“Aaron benim hastam, benim önceliğim. Tedavim e herhan­
gi bir şekilde müdahale edersen seni anında dışarı attırırım ,
ikinizin de iyiliği için. Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı. Ben sadece...” Sesim çatladı. “... ona h e r şeyin yolu­
na gireceğini söylemek istiyorum.”
Makayla kafa sallayıp arkamdaki duvar saatine baktı.
“Hadi gidelim o halde.”

Tıptaki en önemli, en zor gerçeklerden biri d o k to rla rın kendi


aile üyelerini tedavi etmemesi gerektiğiydi. B unun p e k çok se­
bebi vardı. Farkında olmasanız bile duygularınız a n m d a devreye
girer, tepki sürenizi yavaşlatır, zihninizi bulandırır, k a ra r verm e
yetinizi etkilerdi.
Makayla işaret verir vermez her şey şim şek hızıyla ayarlandı.
Taşınabilir ultrason cihazı ve pansum an arabası m u a y e n e o d a ­
sına getirildi, önlükler ve eldivenler takıldı. E trafım d ak i h e r şey
bir bulanıklık halinde hareket ediyordu.

256
Sonra acil tıp teknisyenleri sedyeyle koşarak içeri girdiler ve
kan değerleriyle yaraları saymaya başladılar. Buzlar ve ince beyaz
battaniyeyle kaplı oğlum gözüme ilk başta sadece bir figür olarak
göründü. B oyunluğu yüzünü görmemi engelliyordu. Makayla
üçten geriye sayınca hep birlikte onu muayene masasına geçirdi­
ler ve p arlak ışıklar h er şeyi aydınlattı.
Boyun kırığı olm adığından emin olunca boyunluğu çıkardı­
lar. Ve oğlum un yüzünü gördüm. Cildi şok nedeniyle griye dön­
müştü, b u ru n deliklerinin etrafında kurumuş kanlar vardı ve
solgun dudakları çatlamıştı.
A m a ben artık Aaron’ı yalnızca gözlerimle görmüyordum...
zihnim de de görüyordum . Aynı anda pek çok versiyonu gözka-
paklarım ın ardında oynuyordu. Doğduğu ve beni baba yaptığı
geceyi, onu ilk kez kucağıma a ld ığım anı gördüm. Minicik du­
dakları, m ükem m el parmakları v a rd ı Yüzünü buruşturmuştu,
küçük uzuvlarını deli gibi sallıyordu ve ciğerleri çok kuvvetliydi.
Üç yaşındaki halini gördüm. Saçları sarıydı. Arka bahçedeki
salıncaktan düşm üştü ve kalbimi kıran tombul gözyaşları döke­
rek yanım a koşup kanayan dizini bana göstermişti. Onu kucağı­
ma alıp sarılmış, yanağını öpmüş ve yarasım iyileştireceğime söz
verm iştim .
Yüzmeyi öğrendiği günü, ona futbol topunu fırlatmayı öğret­
tiğim zamanı, sekizinci smıf mezuniyetini, ehliyetini aldığı anı
gördüm .
Ç ok gururluydum. Bu muhteşem, güzel oğlanın babası oldu­
ğum için minnettarlıkla doluydum. Ve şimdi o oğlan, bana daha
önce hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyordu.
O nu muayene edenlerin ayağına dolanmamak için başının
yanında çömeldim. Beni görüp duyabilmesi için yüzümü onun­
kine yaklaştırdım. Etrafımızdaki hareketlilik ve gürültü adeta
dindi, Aaron’la baş başa kaldım.

257
“Baba?"
“Evet, dostum. Benim. Yanındayım.”
Başparmağımla alnını okşadım. Canm ı y ak m ad an dokunabi­
leceğim tek yeri orasıydı.
“Araba için özür dilerim,” dedi çatlak sesle.
Boğazım yandı, görüşüm bulanıklaştı. D ü zg ü n görebilmek
için gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım.
“Araba umurumda değil, Aaron.”
Güçlükle nefes almaya çalıştı ama solukları kesik kesik ve pü­
rüzlüydü. Kafamın içinde bir ses, M uhtemelen pnöm otoraks, diye
fısıldadı. Akciğeri hava kaçırıyor olmalıydı.
“Tam bir pislik olduğum için özür dilerim...”
Kafamı iki yana salladım.
“Pislik değilsin. Sen iyi bir çocuksun. İyi bir evlatsın. Ben de
çok şanslı bir babayım.”
“Brayden ile Spencer a, onlarla o kadar uğraştığım için üzgün
olduğumu söyle.”
Saçlarını nazikçe geriye ittim.
“Söylerim. Sonra kendin de söylersin. D aha iyi hissettiğinde.”
Gözlerinde yaşlar belirdi ve sesi tizleşti.
“Anneme de ondan nefret etm ediğim i söyle, o lu r m u ? Hem
de hiç etmiyorum.”
O anda kalbim ikiye yarıldı sanki. K ahretsin, o k a d a r üz­
gündüm ki. Oğlumun duymak zorunda k aldığı h e r b ir k a b a söz
için, hissettiği her bir kafa karışıklığı ve kalp k ırıld ığ ı iç in çok
üzgündüm.
Böyle olmamalıydı.
“Annen bunu biliyor, Aaron. Ama yine de o n a söylerim .”
Bir süre gözlerini kapattı.

258
Tekrar b an a baktığında yüzü buruştu.
“ö lm e k istem iyorum .”
“Hayır. H ayır, A aron, öyle bir şey olmayacak.” Yüzümden sü­
zülen yaşları sildim . “Ben buradayım. Yarımdayım. Bunun olma­
sına asla izin verm em .”
Ç ocu k larım ıza söylediğimiz yalanlar... kendimize söylediği­
miz yalanlar bazen ne saçma oluyordu. Noel Baba, Diş PerisL.
Setti güvende tutacağım.
Bayan A llem , küçük oğlunu kaybettiğini öğrendiğinde diz­
lerinin nasıl büküldüğünü hatırladım. Onu hayata geri döndür­
mek için her şeyi yapardı, biliyordum. Kendi kalbini söker, ciğer­
lerinden vazgeçer, oğlunun tekrar iyi olacağı a n la m ın a gelecekse
anında o n u n yerine geçerdi.
Fakat bazen... hiç kim senin elinden bir şey gelmediği anlar
olurdu.
Lanet olsun, bunu bilmekten nefret ediyordum. Keşke bilme-
seydim. Keşke tek bilmediğim şey bu olsaydı.
A m a A aron bilmiyordu, ben de bunu değiştirmeyecektim.
O n u n gözyaşlarını da nazikçe sildim ve eskiden yatmadan
önce kitap okuduğum zamanlarda olduğu gibi sesimi alçaltıp ra­
hatlatıcı b ir ton kattım.
“İyi olacaksın, dostum. Seni üst kata götürüp uyutacak, sonra
da yaralarını tedavi edecekler. Uyandığında hiçbir yerin ağrım a­
yacak. Ben de hem en yarımda olacağım. Yanından asla ayrılma­
yacağım, hep elini tutacağım, söz veriyorum.”
Bir nefes daha alırken yüzü düzeldi.
“Seni seviyorum baba.”
Sesim çatlamasın diye çok uğraştım ama başaramadım.
“Ben de seni seviyorum, Aaron. Çok seviyorum.”

259
Bana hafifçe başını sallayıp gülüm sedi. “B iliyorum .
Alnını son kez okşadım, sonra m uayene m asasın ın tekerlek­
lerinin metalik sesini, Makaylanın kükreyerek verdiği talimatları
duydum.
“Pekâlâ. Gidiyoruz. 3 numaralı am eliyathane hazır.”
Tüm ekip hızlı ama senkronize adım larla k o rid o rd a ilerle­
meye başladı. Kimi masayı itiyor, kim i ekipm anı taşıyor, kimi
de serumları tutuyordu. Ben de yanlarında koşup A aron’la göz
temasmı olabildiğince sürdürmeye çalıştım. A sansöre binerken
gözleri yavaşça kapandı ve öyle kaldı.
Koridorda dikilip asansör kapılarının kap an m asın ı izledim.
O rada bana yer yoktu. Ayrıca am eliyathane steril b ir ortam ol­
duğu için Aaron’m yanında giremezdim.
Kollarım gevşek ve hissiz halde yanım da sallanıyordu, kendi­
mi... faydasız hissediyordum. Bomboştum.
Kaybolmuştum.
Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilm iyordum . Ben asla
böyle olmazdım. Kafamın içinde düşünceler bile oluşm uyordu
resmen. Dizlerimin bağı çözülünce duvara yaslandım ve boğulu-
yormuş gibi hissederek nefes almaya çalıştım.
O sırada kulaklarımdaki uğultunun arasından b irin in adımı
seslendiğini duydum.
“Connor!”
Yana döndüğümde Violet bana çarptı. Kollarını gövdem e sa­
rıp beni sıkıca tuttu. Somuttu, güçlüydü, yanım daydı. Kahretsin,
yanımda olmasına çok ihtiyacım olduğunu şim di fark ediyordum.
“Violet... Tanrım, Violet.”
Boğulmaktan kurtulmaya çalışan bir adam gibi o n a tutunup
yüzüm ü boynuna gömdüm ve sıcaklığını içim e çektim .
“Bir kaza olmuş,” dedim bana ait olmayan bir sesle.

260
“B iliyorum . Callie söyledi.”
“O... y aralanm ış, Vi.”
Kolları b en i d ah a sıkı sardı.
“G erçekten çok kötü yaralanmış.”
“B uradayım . Yanındayım.”
Kalp atışlarım yavaşlayana kadar bir süre bu şekilde durduk.
Sonra d o ğ ru lu p ıslak gözlerimi silerek kendimi topladım.
“N e yapacağım ı bilmiyorum.” Avuçlarımı kafatasıma bastırıp
sıktım . “Siktir! Ne yapm am gerek?”
V iolet’in kahverengi gözleri net ve berraktı. F ırtın a lı bir gece­
nin k aran lığ ın d ak i ışık gibi bana rehberlik ediyordu.
“A nnesini aramalısın. Stacey yi olanlardan haberdar etmelisin.”
D oğru. O n u aramalıydım. Bunu yapabilirdim.
Tam am layabileceğim bir görevim olması beynimin tekrar ça­
lışm asına yardım cı oldu. Sonunda kendime geldim.
“Tamam.” Telefonuma u z a n d ım “T a m a m ”

Violet

Şu anda tam am en triyaj modundaydım. Duygularımı kilit altı­


na alm ıştım ve otom atik pilotta hareket ediyordum. Tek odağım
C o n n o r ve oğlanlardı. Neye ihtiyaçları varsa karşılamaya, bunu
atlatm alarına yardımcı olmaya hazırdım. Yanlanndaydım.
Aaron hakkındaki duygulanma gelince, onun yaralandığını
ve buradan göçüp gidebileceğini düşünmek... Hayır, bunu daha
sonra, kendim i bırakıp ağlayabileceğim zaman düşünecektim .
Şimdi sırası değildi.

261
Herkesin ulaşabileceği büyük bir alan olduğu, bir sürü san­
dalye bulunduğu için acil servisin dışındaki ana beklem e oda-
sındaydık. Garrett buradaydı, C onnor’ın eski kayınvalidesi Joyce
gelmişti. Ryan ile Angela da çocuklarıyla birlikte yammızdaydı.
C onnor ve ben, aramızdaki iki sandalyeye B rayden ile Spencer'ı
alıp oturmuştuk.
Beklemeye devam ederken C onnor’ın ebeveynleri geldi
Gelenekselci ve aksi biri olan Bay Daniels d o ğ ru ca en büyük oğ­
luna gidip onu kucakladı.
“Düzelecek, evlat.” Connor’ın sırtına v urdu. “Endişelenm e.”
Söyledikleri, zırhımın delinip boğazım ın düğüm lenm esine
neden oldu ama kendimi tutmayı başardım .
Birkaç dakika sonra Timmy üstünde itfaiyeci üniformasıyla
içeri girdi. C onnorın yanına oturup ona sessizce olay mahallini
anlatırken gözleri kıpkırmızıydı. Kazayı duyup oraya intikal et­
tiklerinde Aaroriın beyaz Honda Civic’ini h em en tan ım ış ama...
yeğenini içeride sıkışmış halde görene dek in an am am ıştı.
Aaron’ın korktuğunu ama acı hissetm ediğini, kendisine onu
çıkarması için yalvardığını anlattı. Tim ona söz verm iş, m üdaha­
le boyunca onunla konuşup sakin kalm asını sağlam ıştı.
C onnorın yüzü taş gibiydi. D üşüncelerinin ve hislerinin
ağırlığını hastalarına geçirmek istem ediği za m a n la rd a d a taktığı
bu maskeyi iyi taşıyordu.
“İyi iş çıkardın, Tim.” C onnor elini k ard eşin in o m zu n a koy­
du. “O nun yanında olduğun için m innettarım .”
Tim my burnunu çekti ve erkeklerin ağlam am aya çalıştıkla­
rın d a yaptığı gibi derin bir nefes alıp verdi.
“Sağ ol. Ben gidip... biraz hava alayım.”
O dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra G arrett d a p eşin d en git­
ti. Ç ünkü sık sık kavga edip birbirleriyle dalga geçseler de sonuç­
ta kardeşlerdi.

262
Kaza haberi kasabaya yayılınca bekleme odası gençlerle dol­
maya başladı. A arorîın arkadaşları ve futbol takımındaki ço­
cuklar gelm işti. Hepsi ciddi ve saygılıydı; ya kendi aralarında
sessizce konuşuyor ya da telefonlarına bakıyorlardı. Aaron m
güzel kız arkadaşı, üzerinde onun spor ceketiyle acil servise gir­
di. Ç o cu k lar hâlâ eski zamanlardaki gibi, çıktıkları kızlara böyle
şeyler veriyorlardı. Kız, moral destek için yanında iki arkadaşıyla
C o n n o ra d o ğ ru gelirken perişan durumdaydı.
“M erhaba D oktor Daniels.”
C o n n o r o n a nazikçe tebessüm etti.
“M erh ab a M i a.”
“A aron m nasıl olduğunu biliyor musunuz?”
“B uraya getirildiğinde onunla konuştum. Bilincini kaybet­
m em işti ki b u iyi haber. Şu anda ameliyatta. Çılrtığın<4a gelişme­
leri öğreneceğiz.”
M ia köşedeki boş sandalyeyi işaret etti. "Ben şurada bekleye­
ceğim.”
C o n n o r başım salladı. “Tamam."
T im ile G arrett içeri döndüklerinde Garrett oyuncularına,
A aron m m uhtem elen birkaç saat ameliyatta kalacağım, bu yüz­
d en evlerine gitmeleri gerektiğini, gelişmelerden onlan haberdar
edeceğini söyledi.
“K alm ak istiyoruz, Koç D,” dedi kaptanlardan b iri “Sizin için
de so ru n olm azsa tabii”
“Tabii ki sorun olmaz, Taylor.”
“Bir şeye ihtiyacınız var mı?" diye sordu diğer kaptan. Bir ye-
niyetm eye göre devasa omuzlan olan, uzun boylu bir çocuktu.
“Kahve ister inisiniz? Aç olan varsa White Castle’d an hem en bir
şeyler alıp gelebiliriz."
Gülüm sedim . Ne kadar da iyi çocuklardı.

263
Gar ret t hepimize aç olup olmadığımızı sordu am a yem ek yi­
yemeyecek kadar endişeliydik.
Sonrasında bekleme odasına bir sessizlik çöktü. Fakat gece
ona doğru, Stacey içeri adım attığında odanın havası değişti.
C onnor’la aralarındaki gerginlikten herkes h ab e rd ard ı. Kadı­
nın fazlasıyla endişeli ve panik olduğu belliydi am a b u haliyle
bile düşündüğümden daha güzeldi. Bunun beni niye şaşırttığını
bilmiyordum gerçi.
Oğlanlar ona çok benziyordu. Şimdiye dek ü çü n d e de C o n n o r ı
görmüştüm ama annelerine olan benzerlikleri in k âr edilem ezdi.
Kadının oniks gözleri odayı tarayıp C o n n o r’ı b u ld u ve
A aronın kazasından o sorumluymuş gibi dik dik baktı.
Yanma yaklaşırken ellerini yum ruk yapm ıştı.
“Nerede?”
“Ameliyatta.”
“Onu görmek istiyorum. Derhal.”
“Göremezsin.”
“Yine aynı şeyleri zırvalama!” Sesini yükseltip p arm ağ ım ona
doğrulttu. “Aylardır onları benim aleyhime dolduruyorsun zaten.”
“Ben mi senin aleyhine dolduruyorum ?” Ayağa kalkarken
C onnor’m ağzı bükülmüştü. “Bunun için benim y ard ım ım a ih ti­
yacın yok. Sen kendi kendine yapıyorsun.”
“Siktir git!”
Connor topuklarının üzerinde dönüp kayar k ap ılard a n ç ık ın ­
ca Stacey de ayaklarını vura vura peşinden gitti.
Onları izleyen Spencer’ın yüzündeki ifade b an a g ecen in bir
yarısı yatağımda, battaniyenin altında saklanıp k u lak larım ı tık a ­
dığım anları hatırlattı. Annemle babamm o tu rm a o d a sın d a b ir­
birlerine son ses bağırdıklarını duymak çok k o rk u tu cu y d u .

264
“S o r u n yok, üzgün oldukları için böyleler.” Bir kolumu Spen-
ccr'ın, diğer k olum u Brayderiın omzuna attım. “Konuştuktan
sonra sakinleşirler.”
“Hayır, o n lar h e r zam an böyleler,” dedi Brayden.
Bunu, ebeveynlerinin berbat olduğunu düşünen hırçın bir er­
gen gibi söylem em işti.
Sadece üzg ü n d ü .
“H er şey yoluna girecek,” diye söz verdim.
Sözüm de ciddiydim . Hastaneden çıktıktan sonra Connor’la,
hatta gerekirse Stacey’yle konuşacak ve bu konuda çocuklar için
bir şeyler y ap m an ın yolunu bulacaktım.
P encereden C o n n o r ile Stacey’nin tartışmasını izledim.
Seslerini d uym uyordum ama duymama gerek yoktu. Yaralanmış
çocukların ebeveynlerini acil serviste sayısız kez bu durum da
görm üştüm . Öfkeyi, suçlama hissini, korkuyu ve yıkıcı çaresiz­
liği biliyordum .
Stacey’n in sırtı bana dönüktü ama Aaronın iyi olup olmaya­
cağını sorduğu anı anladım. Çünkü Connor’ın üzerindeki hiddet
ve güceniklik birden kaybolmuş, omuzlan çökmüş, dudaklan
dillendirm eyi hiç istemediği kelimelerle büzülmüştü.
“B ilm iyorum , Stacey. Gerçekten bilmiyorum."
İçeri geri döndüklerinde sersemlemiş, şoktan duygulan d o n ­
m uş haldeydiler.
Stacey üşüyorm uş ya da kendini tutmaya çalışıyormuş gibi
kollarını k am ın a sarmıştı. Connor, Braydenın yanma oturunca
Stacey de geldi ve yumuşak bir ses tonuyla konuştu.
“M erhaba, çocuklar. İyi misiniz?”
“M erhaba anne.”
“İyiyiz.”
“Gelip benim le ve anneannenizle oturm ak ister misiniz?”

265
Brayden bakışlarını yerden kaldırmadı. “Ben b u ra d a iyiyim."
Spencer cevap vermeden önce biraz düşündü.
“Aaron ameliyattayken yer değiştirm em kötü şans getirebilir.
O çıkana kadar burada kalacağım.”
Bu tatlı masumiyeti karşısında gülüm sem eden edemedim.
Kafamı kaldırıp Stacey'ye baktığımda o da oğluna gülüm süyordu.
Sonra gözleri beni buldu ve gülümsemesi kayboldu.
“Pardon, siz kimsiniz?”
“Stacey, bu benim kız arkadaşım Violet,” dedi C o nnor. “Violet,
bu eski karım Stacey.”
Bakışları onaylamaz şekilde beni baştan ayağa süzdü.
Ama ben kahrolası bir hemşireydim. Bana k ü fü rler yağdıran,
bir şeyler fırlatan bir sürü hastam olmuştu. Bir keresinde kadının
biri bana kalem batırmaya çalışmıştı am a yine de tedavisi için
elimden geleni yapmıştım.
Pis bakışlar bana işlemezdi.
Ayrıca çocuğu ameliyat m asasında olan p erişan haldeki bir
kadın için hissedebileceğim tek şey acımaydı. Bu yü zd en ona
zeytin dalı uzattım.
“Selam Stacey. Bu koşullar altında tanıştığım ız için üzgünüm .”
Beni görmezden geldi. Eh, zeytin dalı işe yaram am ıştı.
Connora bakıp başını iki yana sallayarak, “Sana inanam ıyo­
rum,” dedi.
“Sakın,” diye uyardı Connor. “Şu anda olm az.”
Stacey tekrar oğullarma bakıp kendini g ü lü m sem ey e zorladı.
“Bana ihtiyacmız olursa şurada olacağım,” d ed i ve gitti.
Bana döndüğünde Connor’ın gözlerinde ih tiy acım olm ayan
bir özür vardı. Oğlanların sandalyelerinin a rk a sın d a n elim i çıka-
n p ona uzattığımda parmaklarını benim kilere geçirip sıktı.
Sonra beklemeye devam ettik.

266
Hastane b eklem e odalarında zaman farklı ilerlerdi. Her dakika
işkence gibi yavaş geçerdi ve neler olacak, buradan çıkınca hayat
ne şekilde d evam edecek gibisinden düşüncelerle dolu saniyeler
insanı yavaş yavaş tüketirdi.
C o n n o r b ir heykel gibi oturuyordu; tamamen hareketsiz ve sert­
ti. O na getirdiğim kahve el değmemiş halde yanında duruyordu.
B rayden m telefonunun şarjı azalınca arka taraftaki hemşire­
lerin b irin d e n şarj aleti ödünç ald ım , o da prizin yanma, zemi­
ne yerleşti. Bir ara Spencer bana yaslan arak uyuyakaldı; küçük
solukları, Callie’d en telefon g e ld iğ in d e üstüme geçirdiğim ka-
püşonlu bej sweatshirte çarpıyordu.
Saat sab ah a karşı üçe gelirken cerrah Makayla Davis bekleme
odasına girdi. C o n n o r ile Stacey, Aaronın durumunu öğrenmek
için h em en kadına koştular, ben de Spencer’ı nazikçe uyandırıp
kalkarak y anlarına gittim.
“A m eliyatı herhangi bir k o m p lik a sy o n oluşmadan bitirdik.
A aronın d u ru m u stabil ama kritik.”
Sonra A aro n ın yaralanmalarından bahsetti. İç kanaması var­
dı, kaburgaları kırılmıştı, akciğerlerinden biri delinmişti, dalağı
yırtılm ıştı ve sağ alt bacağında, onarılması için ilave ameliyatlar
gerekecek çok sayıda kınk oluşmuştu. Ama iyi haberler de vardı;
om uriliği hasar almamıştı, beyinde kanama tespit edilm em işti ve
hayati değerleri iyiydi. Bunlann hepsi pozitif işaretlerdi.
“Sen ve Stacey yoğun bakıma gelebilirsiniz.” Makayla hâlâ
bekleme odasında olan kalabalığa baktı. “Aile üyeleri ve arkadaş­
larının ziyareti için bir yirmi dört saat beklememiz iyi olur.”
C onnor başını sallayıp güçlükle yutkundu. Kötü bir şey olur­
sa bu yirm i dört saat içinde gerçekleşeceğini biliyordu. N orm alde
sadece birinci dereceden yakınların yoğun bakım a girm esine

267
izin verilirdi ama hastaya yardımcı olacağına in an ılırsa bazen
istisnalar yapılırdı.
Dönüp elini koluma koydu. “Sen çocukları eve g ö tü rü p on­
larla kalabilir misin?”
Kafamla onayladım. “Tabii ki.”
Garrett bilgileri ailesiyle öğrencilerine iletti ve herk es ayak­
lanıp birbirlerine sarıldıktan sonra beklem e o d asım boşalttı.
Spencer sandalyesinden fırlayarak annesinin k o lların a koştu.
Kadm parmaklarını onun saçlarından geçirip b aşın ın tepesini
öptü. Connor da Braydena sardıp onu sevdiğini söyledi.
“Annenle ben, burada Aaron’la kalacağız. Siz Vi’yle birlikte
gidin ve uslu olun, tamam mı?”
“Tamam,” dedi Bray.
Ardından Connor tekrar bana dönüp hızlıca ö p tü ve çatlam ış
sesiyle, “Teşekkürler,” diye fısıldadı.
Dudaklarım kulağının hemen yanındaydı. O n a, o n u sevdiği­
mi söylemek istedim. Kelimeler dilim in ucuna k a d a r geldi.
Ama kendimi tuttum. Çünkü şu anda tam am en k e n d in d e sa­
yılmazdı. Zihni ve kalbi milyonlarca farklı yöne dağılm ıştı. Bu
sözcükleri ona ilk söylediğim anın m utlu b ir h a tıra o lm asın ı is­
tiyordum. Böylesine korkunç bir olayla bağlantılı kalm am alıydı.
Bu yüzden çenesine bir öpücük k o ndurm akla y e tin d im .
Ve yanından ayrılıp Brayden ile Spencer’ı a larak eve d ö n d ü m .

Kapıdan içeri girdiğimizde Rosie telaşla havlayıp k e n d i e tra fın ­


da daireler çizmeye başladı; çünkü köpekler b ir şe y le rin y o lu n d a
gitmediğini hep sezerdi. Hemen arkadaki kayar k ap ıy ı aç ıp b a h ­
çeye çıkmasına izin verdim.

268
“Yarın okula gitm em iz gerekiyor mu?" diye sordu Spencer.
G erekm iyor. Yarın... ve bugün kendimize fazla yüklenme­
yelim bence. Sabah ağabeyinizin durumunu öğrendikten sonra
hastaneye gidip o n u ve anne babanızı ziyaret edebiliriz.” Bir ona
bir Brayden a b aktım . “Bu gece yine oturma odasında kamp yap­
maya ne d ersin iz?”
T ravm a sinsi b ir düşm an gibiydi Her şeyin kontrolünüz­
de o ld u ğ u n u , iyi hissettiğinizi düşünebilirdiniz ama birdenbire
dünya b aşm ıza yıkılabilir, nefesinizi kesip dizlerinizin bağını çö­
zebilirdi. Bu nedenle şu anda yalnız kalm alarını istemiyordum.
Bana ihtiyaçları olursa diye yanlarında olmalıydım.
Kafa sallayıp pijam alarım giymek için üst kata çıktılar.
D ik k atim i m utfağa verip Connor’m benim için hazırladığı
yem eği gördüğüm de kalbim a ğ ırla ştı Tezgâhta fazla beklemiş
biftekleri çöpe atıp kullanılmamış sofra malzemelerini dolaba,
kullanılm ış şeyleri bulaşık makinesine yerleştirirken yüzüm de
h üzü n lü b ir gülüm sem e vardı.
Sonra arkam ı döndüm ve keskin bir nefesle elimi göğsüme
götürdüm . Brayden hem en arkamda duruyordu.
“A aron ölecek mi?”
Bakışları ciddi ve kasvetliydi. On üç yaşından daha büyük
görünüyordu. Bu sabah olduğundan daha büyük görünüyordu.
Ve yüzünde Stacey’ye dair birkaç şey görsem de benim gözüm de
hâlâ C o n n o r’m m ini versiyonuydu.
“D oktorlar ona yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.”
“Birinin öleceğini söylemek istemeyenler tam olarak böyle
konuşur.” Altdudağı titrerken sesi acı dolu ve tizdi. “Bana gerçeği
söyle, Violet. Bilmem gerek. Böylece kendim i hazırlayabilirim.”
İçimdeki hem şire ona güvence ya da garanti verm em em ge­
rektiğini söylüyordu. Aaron’m yaralan enfeksiyon kapabilir, bey-

269
ninde gözden kaçmış bir kanama ortaya çıkabilir, c e rrah bir pey­
leri fark etmemiş olabilirdi. Yanlış gidebilecek b ir s ü rü şey vardı.
Fakat içimdeki kadın, bu tatlı çocuğa çok d eğer veren yanım,
onu bu korkunç olasılıklardan korum am ı, k o rk u su n u ve acısını
hafifletmek için mümkün olan her şeyi yapm am ı istiyordu.
“Aaron ölmeyecek, Brayden. Bence çok iyi olacak.” Kolumu
omuzlarına sanp başına bir öpücük k o n d u rd u m . Rahatlam aya
çok ihtiyacı olduğu için hemen bana yaslandı. “O n u ilk gördü­
ğünde uyuyor olacak çünkü iyileşmesi gerek. A m a birkaç gün
sonra tekrar ziyarete gittiğinde gözlerini açık göreceksin, seninle
gayet normal bir şekilde konuşacak. Birkaç hafta içinde de eve
dönüp bacağındaki alçıya imza atm ana izin verecek. H e r şey yo­
luna girecek.”
Brayden titrek bir iç geçirip kafasını sallayarak gözlerini sild i
a * y ___ ___ n
lamam.
Keşke Connor burada olsaydı. Zira yaptığım şeyin d o ğ ru olup
olmadığından emin değildim.
Oğlanlar battaniyeleriyle yastıklarını o tu rm a o d a sm a yerleş­
tirirken gözlerimi yumup dua ettim. D in d ar b iri o lara k büyü-
memiştim ama Tanriya inancım vardı. Bizi seven, k ab u l eden,
bizim için en iyisini isteyen bir Tanrı olduğuna in an ıy o rd u m .
Evren öyle ihtişamlıydı, insan vücudu öyle m ü k em m el b ir şekil­
de iç içe geçmişti ki biri tarafından planlanm am ış o lm ası m ü m ­
kün değildi.
Bu yüzden Tanrıya dua ettim. Beni yalancı ç ık arm a m a sı için
ona yalvardım.

270
18

L akeside M em orialda elli adet yoğun bakım yatağı bulunu­


y o rd u ve enfeksiyon yayılmasını önlemek için hepsi de k ü ­
çük, özel od alara yerleştirilmişti. Tüm hastaların hayati değerleri,
yoğun b ak ım doktorları ve hemşireleri tarafından 7/24 incelenen
m erkezi b ir m onitöre yansıtılıyordu.
A aro n ın yoğun bakım daki ilk on saatinde Stacey de ben de
yatağm ın yanı başında bekledik.
Ve birbirim ize tek kelime etmedik.
Sadece oğlum uzu izledik. Gözlerimiz kalp m onitöründe,
zihinlerim iz kendi düşüncelerimizdeydi. TabU düzenli olarak
kontrole gelip ilaçlarını ayarlayan doktorlar ve hemşirelerle k o ­
nuşm ayı ihm al etmedik.
Aaron entübe edilmemişti, kendi kendine nefes alabiliyordu
am a bilinci yerine gelmemişti. Gerçi bu olağandışı bir şey değil­
di. Ameliyattan on beş saat sonra ateşinin yükselmesi aritm iyi

271
tetikledi, kalp atışları düzensizleşti. Bu korku verici bir şeydi an­
cak vücudunun yaşadığı travmanın ardından şaşırtıcı sayılmaz­
dı. İlaç vererek ateşi düşürüldükten sonra kalbinin d u ru m u takip
edildi ama ateş yüzünden başka ziyaretçiye izin verilm edi.
Stacey kolunu sandalyenin kolçağına, başım d a eline daya­
yarak birkaç saat uyudu. Ben de yoğun bakım ünitesinden bir
süreliğine çıkarak, onu ve çocukları kontrol etm ek için Violet'i
aradım. Aaron’ın yanma ziyaretçi kabul edilm ediğine dair ebe­
veynlerimle kardeşlerimi bilgilendireceğini söylediğinde om­
zum dan bir yükü aldığı için ona bir kez daha m in n e tta r oldum.
Bana uyumayı denememi, bayılırsam kim seye faydam olma­
yacağını söylerken sesinde tatlı bir ısrar vardı.
Ona uyuyacağıma dair söz verdim... am a doğruyu söylemi­
yordum.
Beynim aşırı aktif olduğundan şu anda istesem de gözlerimi
kapatamazdım. Bir şeyler yapmış olmak için alt kattaki dinlenme
odasına gidip oradaki kötü kahveden Stacey’yle kendim e bjrer
bardak doldurdum. Çalışma arkadaşlarım A aron ı sordular ama
beni oyalamadılar; hemen yukarı çıkmak istediğim i biliyorlardı.
Odaya geri döndüğümde Stacey uyanmış, saçlarm ı topuz ya­
pıp gözlerinin altını siliyordu.
“Sağ ol,” dedi ona kahveyi uzattığımda. Sesi uykudan kalın­
laşmıştı ama dinlendiği pek söylenemezdi.
Aaron’ın hastaneye getirilmesinden kırk saat sonra odada hâlâ
yalnızca ikimiz vardık. Kıyafetlerimizi bile değiştirmeye fırsat bu­
lamamış olsak da kalbinin artık düzenli attığım gösteren m onitö­
rün biplemelerinin verdiği rahatlıkla oğlumuzu izliyorduk.
Sonra Stacey konuştu.
“Doğduğu geceyi hatırlıyor musun?”
Evet. Dirseklerimi dizlerime dayayarak öne eğildim . “On
yılın en büyük kar fırtınası çıkmıştı.”

272
“ Bir ç u k u ra takılacağım ızdan ve onu yol kenarında doğur­
m ak z o ru n d a kalacağım dan emindim.”
“Ben de.” D u d ak larım d an bir gülümseme geçti. “Göbek bağı­
nı kesm ek için araçta keskin bir aletim var mı diye düşündüğü­
m ü h atırlıy o ru m .”
Stacey d e hafifçe gülümseyerek bana baktı. “Bunu bana hiç
söylem em iştin.”
O m u z silktim . “Bahsetmeye gerek olmadığım düşündüm.”
“S açlarım ıza aklar düşürenin o olacağım tahmin etmeliydik.”
Kafa salladım . “Kesinlikle.”
B u n u n ard ın d a n yine sessizleştik.
F akat paylaştığım ız anların hatırası bizi birbirimize bağlamış
ve y ıllard ır olm adığım ız kadar yakınlaştırmıştı.
“A rtık seninle kavga etm ek istemiyorum, Stacey." Sesim nazik
am a kararlıydı. Ç ünkü birimizin bu konuşmayı yapması gereki­
yordu. “Ç o cu k lar için de... bizim için de kötü oluyor.”
“Biliyorum .” G özünü oğlumuzdan ayırm adan gergince kafa
salladı.
“K azadan sonra onu buraya getirdiklerinde Aaron la konuş­
tum . Senden nefret etmediğini söylememi istedi.” Konuşmasını
hatırladığım da gözlerim yandı. “Hem de hiç.”
Stacey'nin göğsünden bir hıçkırık yükseldi ve dudakları b ü ­
züldü. Avucunda sıktığı mendili gözlerine götürdü.
“Benim berbat bir baba olduğumu, sana doğru düzgün koca­
lık etm ediğim i düşünüyorsun, biliyorum. Buna inanm ana neden
olacak ne yaptıysam özür dilerim. Ama artık bunlan aşmalı, bir
şekilde... barış imzalamaliyiz. Bunu yapmanın bir yolunu bul­
m ak zorundayız. Oğullarımızı iyi birer erkek olarak yetiştirm ek
istiyorum ve bunu birlikte yapmamız gerektiğini düşünüyorum .
Birlikte yapmamıza ihtiyaçları var.”

273
“Berbat bir baba olduğunu düşünm üyorum , C o nnor,” dedi
Stacey, çatallanmış sesiyle. “Ve asla kötü bir koca değildin.”
Sessiz birkaç saniyenin ardından dişlerini a ltd u d a ğ m a b astır­
dı ve bir itirafta bulunur gibi fısıltıyla devam etti.
“Hiç düşündün mü? Belki de yanlış sebeplerden do lay ı evlen-
mişizdir. Üniversite boyunca birlikteydik, so n ra m e z u n o ld u k ve
sanki bizden beklenen sonraki adım evlilikti.
“Evet, düşündüm.” Benim sesim de alçaktı. “A m a h iç p iş m a n ­
lık duymadım. Bu evlilik sayeside çocuklarım ız var.”
“Ben de pişman değilim.” Bana bakarken y ü zü k o ru n m a sız
ve nazikti.
Zamanda geriye bakıyormuş gibi hissettim . T an ıd ığ ım ... ve
eskiden sevdiğim kız nihayet karşımdaydı.
“Her şey çok hızlı gitti,” dedi. “Hiçbir şey için z a m a n y o k gi­
biydi Bir sabah uyandım ve kendimi otuz sekiz y a şm d a b u ld u m .
Ve... nefes alamadım. Çünkü hayatım akıp geçiy o rd u v e h iç de
beklediğim gibi değildi. İstediğim gibi değildi.”
Derin bir nefes alıp avuçlarını kotuna sildi.
“Çocukların olunca bunu itiraf etmek zor. K o rk u tu c u . B en de
bu yüzden seni suçladım. Çünkü böyle yapm ca g id işa tı d e ğ iş­
tirmek, oğlanların hayatmı alabora edip ailem izi d a ğ ıtm a k d a h a
kolay oldu.”
Bunu çok uzun zamandır merak ediyordum . S o ru n la rım ız
olduğunu, evliliğimizin hiçbir zaman m ükem m el o lm a d ığ ım bili­
yordum ancak Staceynin boşanmaktaki ısrarı b en i ço k şa şırtm ıştı.
“Sonra geçen sene...” diye devam etti. “... yalnızca k e n d im için
endişelenmeye kafayı taktım. Oğlanların seninle o ld u ğ u n u , m u t­
lu ve güvende hissettiğini, senin onlara iyi b a k a c a ğ ın ı b iliy o r­
dum. Ben de sadece kendimi düşünebilecektim. B u n u y a p m a y a lı
o kadar uzun zaman olmuştu ki Connor. ö z g ü rlü k b e n i sa rh o ş
etti. Yeniden yirmi beş yaşındaydım sanki

274
Bana d o ğ ru baktı.
“Sen b u n u m uhtem elen anlayamazsın."
Evlendikten sonra hayatımızdaki tüm detayları, tüm küçük
şeyleri Stacey halletm işti.
H er birini.
R andevuları, okul evrak işlerini, çocukların ödevlerini, gün­
lük program ları, oyun buluşmalarım, çamaşırı, market alışveri­
şini, ev işlerini... Tatile çıkacağımız zaman bile otel ve uçak re­
zervasyonlarını o yapar, aracımızı kiralar, çocukların valizlerini
hazırlardı.
B enim tek sorum luluğum kendi v alizim i h a z ırla m a k tı Ne de
olsa diğer h er şeyle ilgilenen biri vardı.
H em b en çalışıyordum. Aklım sürekli hastalanmdaydı, tek
düşündüğüm doktor olmaktı. Eve geldiğimdeyse çocuklarla ve
onunla vakit geçirmek istiyordum. Buna ihtiyaç duyuyordum.
“O zam an anlayabilir miydim bilmiyorum ama şimdi anlıyo­
rum,” dedim . “Ve esasmda, mutsuz olduğunu biliyordum. Fakat
denem ekten, mücadele etmekten çok yorulduğum için um ursa­
mayı bıraktım . Böylece her şeyi batırdım."
“Bir şey yapsaydın bile, hastalarım kurtardığın gibi bizi kur­
taram azdın. Bizi düzeltemezdin, Connor.”
“Biliyorum. Ama yine de yaptığım yanlıştı. Sen benim eşim-
din, çocuklarımın annesiydin. Bu yüzden umursamam gerekirdi.”
Gözlerine bakarken sesim kısık, sözlerim samimiydi, “ö z ü r dilerim."
Yavaşça, hüzünle kafa salladı.
“Ben de özür dilerim. Pek çok şey için “
Ardından bakışlarını Aarona çevirdi. “Burada otururken ço­
cuklarla, Aaron’la bağlantı kurm aya çalışmadığım onca zamanı
düşündüm. Ve çok dua ettim . T anrıya, onun yerine beni alması
için yalvardım."

275
Gözyaşları yanaklarından süzülürken başını sağa sola s a lla d ı.
“Onunla bir saat daha istiyorum,” derken sesi d ah a y ü k sek ve tiz d i
“Bir gün daha. Sesini duymak istiyorum, C onnor. S açlarını k o k la­
mak istiyorum. Onu bu şekilde... bu şekilde k aybedem eyiz!”
önünde diz çöküp onu kollarıma aldım ve y ü z ü n ü o m z u m a
bastırdım. “Biliyorum, Stace. Biliyorum.”
Tişörtümün önünü tutup sıktı.
“O kadar çok vakit kaybettim ki şimdi pişm anlıktan ö lü y o ru m !”
“Şşş, böyle yapma.” Sakinleştirici bir sesle k o n u ş u rk e n sa ç la ­
rını okşadım. “Kendini kaybetmemelisin. Z o r o ld u ğ u n u b iliy o ­
rum ama burası yoğun bakım ünitesi. Buna d ev a m e d e rs e n sen i
dışan atarlar, o zaman benim de elimden bir şey gelm ez.”
Omzuma doğru kafa sallayıp titrek bir nefes aldı.
“Bundan böyle her şey farklı olacak C onnor, söz v e riy o ru m .”
“Sana inanıyorum.”
“Aramızdaki her şey farklı olacak.”
O ağlarken ben de kollarımın arasındaki b e d e n in i y av a şça
salladım.
“Öyle olacağını biliyorum. Her şey yoluna girecek, b iz iyi o la ­
cağız, Stacey. Sen, ben, çocuklar... Hepim iz iyi olacağız.”

Violet

“Bundan böyle her şeyfarklı olacak Connor, sö z v e r iy o r u m


Kahretsin.
“Aramızdaki her şeyfarklı olacak”
Kahretsin, kahretsin, kahretsin.

276
“Diz iyi olacağız, Stacey"
Kusacaktım. Midem çalkalanıyordu ve hepsi benim suçumdu.
G arrett ile Callie, çocukları görmek için uğrayınca ben de
C onnor ile Staceyye kahve getirmek için hastaneye gelmiştim.
D inlenm e odasındaki ya da otomattaki iğrenç kahve yerine kali­
teli bir şeyler içm ek onlara iyi gelir diye düşünmüştüm.
Konuşmalarını duyunca Aaron ın odasının dışında durmuştum.
O nları bölm ek istememiştim.
N iyetim dinlem ek değildi... sadece bekleyecektim. Ama ne
yapabilirdim ki, sesleri kulağıma ulaşıyordu.
“Sen, ben, çocuklar.,. Hepimiz iyi olacağız°
M erak kediyi öldürmekle kalmıyordu, lanet olası kalbini
bin parçaya ayırıyordu. Kafamı köşeden kapıya doğru uzatıp da
C o n n o r’m Staceyye sarıldığını, saçlarım okşadığım gördüğüm ­
de bana olan da buydu.
Bunu görünce hemen oradan ayrüıp acil servise inerek çalış­
m a arkadaşlarım la biraz sohbet ettim. Yirmi dakika sonra yoğun
bakım ünitesine döndüğüm de Stacey nin gözleri şişti ve C onnor
da hüzünlüydü ama kendi sandalyelerindeydiler. Hastaneye yeni
gelmiş gibi yapıp onlara kahvelerini uzattım.
M idem hâlâ kötü durum da olsa da hiçbir şey belli etmedim.
Belki de Connor, eski karısını sadece teselli ediyordu. Bunu an­
layabilirdim. Davranışının altında başka bir anlam olmayabilirdi.
A m a bu sadece olasılıktı.
Sözleri tekrar tekrar kulaklarımda yankılanıyor, kurtçuklar gibi
beynim i sanyor, kötücül bir uzaylı parazit gibi ruhum u emiyordu.
O nları kıskanmamıştım; ben böyle biri değildim. C onnor a
güvenim tam dı. O iyi, dürüst bir adamdı ve beni çok önem siyor­
du. Birlikte olduğum uz her an bunu hissedebiliyordum.

277
Ancak annemle babanı gözümün ö n ü n d en gitm iyordu.
Annem, ilişkilerinin "gerçekten bittiğini” defalarca söylem işti.
Ama sonra Darren kaykay yaparken kolunu k ırard ı ve annem
birine ihtiyaç duyduğu için babamı arardı. O da h em en gelirdi.
Durum böyle olunca hiçbir şey “gerçekten bitm iş” sayılm azdı.
Acil durumlar bazı şeyleri netleştirirdi. İn san la ra neyin
önemli neyin önemsiz olduğunu gösterir, incir çek ird eğ in i d o l­
durmayacak şeyleri düşünmemeleri gerektiğini fark ettirirdi.
Bunu görmüştüm, biliyordum, yaşamıştım. H asta b ir çocuk, bir
çifti birbirinden koparabildiği gibi bir araya da getirebilirdi.
Duygular böyle işlerdi. İhtiyaçlar ve bağlar böyle ortaya çıkardı.
Aileler bazen böyle ilerlerdi.
Ve Connorın ailesi onun her şeyiydi.
Fakat şu anda bunu düşünemez, C o n n o ra h iç b ir şey so ­
ramazdım. Oğlu yoğun bakımdaydı ve d u ru m u h â lâ k ritik ti.
Büyük çerçeveye bakılınca benim düşündüklerim g erçek ten b a ­
sit kalıyordu.
Şu anda önemli olan Aarondı.
Bu nedenle Connor ile Stacey nin konuşm asını g erid e b ıra k ­
tım. Ve yapılması gerekeni yaparak kendim i ilerlem eye zorladım .
Düşünmeyecektim. Üzülmeyecektim.
Duyduklarımı unutmak için elimden geleni y ap acak tım .

“Uyandı.”
Connor ertesi gün beni aradığında sesi bitkinlik d o lu y d u am a
kazadan bu yana geçen üç günde olmadığı k ad a r hafifti.
Uyandı, Violet. Hâlâ zayıf ve ateşi var, ayrıca a ğ rı kesiciler
yüzünden sersem durumda ama neler olduğunun fark ın d a.”

278
Bu iyiydi, h a rik a b ir haberdi. îçim büyük bir rahatlam a his­
siyle d o ld u . C o n n o r ve A aron için... hepimiz için mutluydum.
Ateşi y ü k se k o ld u ğ u için Aaron’m odasına hâlâ ziyaretçi kabul
ed ilm iy o rd u , b u y ü zd en Brayden ve Spencer’la kalmaya devam
ed ecek tim . A k şam a d o ğ ru onlara yemek hazırlamaya giriştim.
A n n e m in ta v u k pirzola tarifini yapmayı düşünüyordum; bu her
d erd e d e v a o lan , rahatlatıcı bir yemekti. Ama tam yağı ısıtm ak
ü zerey k en telefo n u m C o n n o r’d an bir mesajla çınladı.
Stacey çocukları yemeğe çıkarmak istiyor. Sana uyar mı?
O cağ ı sö n d ü rd ü m . Ve kendim e bunun da iyi bir şey olduğu­
n u h a tırla ttım . Stacey ile C onnor’m arasında ne yaşanırsa yaşan­
sın, n e gib i s o ru n la rı olursa olsun o hâlâ oğlanların annesiydi.
Ben, kardeşlerim i ve beni istemeyen bir ebeveynle büyümüştüm.
C o n n o r’m çocuklarının bu duyguyu tatmasını asla istemezdim.
Bu y ü z d e n h em en cevap yazdım.
Tabii. Bence çok iyi olur.
O n b eş d ak ik a sonra kapı tıklatıldı.
Stacey so ğ u k ve gergindi. “Merhaba.”
“Selam.” O n a gülüm sedim çünkü bunu yapmamak için bir n e­
den im yoktu. C o n n o r’la çok güzel ve sağlam bir ilişkimiz vardı;
bu k ad ın bizim için bir tehdit oluşturmuyordu. Connor benim er­
kek arkadaşım dı, benim burada olmama ihtiyacı olduğu için o n u n
evindeydim ve çocuklarına bakıyordum. “Lütfen içeri gel.”
Stacey’yi hatırlayan Rosie antreye koşup kuyruğunu hevesle
sallam aya başladı.
“M erhaba Rosie’c iğim. Seni özledim!” Kadın dizlerinin ü zeri­
ne çöktü ve yüzünü yalayan köpeğin kulaklarını kaşıdı.
Evcil dostlarının aksine çocuklar, annelerinin gelişi k o n u su n ­
da pek de hevesli görünm üyorlardı. O nlara haberi verdiğim de
Spencer ilk başta sevinm işti am a Brayden’ın tepkisini görünce

279
fikrini değiştirmişti. Şimdi de ayaklarını sürüyerek antreye gelirken
ikisinin de suratında esir alınmak üzerelermiş gibi b ir ifade vardı.
Stacey onları kocaman bir gülümsemeyle karşıladı a n c a k ince
bir buz tabakasının üzerinde olduğunun farkındaydı. O ğ u lla rı­
nın gönlünü alması gerektiğini ve bunun da ilk a d ım o ld u ğ u n u
biliyordu.
“Merhaba çocuklar!” dedi. “Sevdiğiniz şu h a m b u rg e rc i D iesel
& Dukea gidebiliriz diye düşündüm. Daniel, istersen e k s tra şe­
kerli duble koladan da içebilirsin.”
Connor her zaman Brayderiın kolay bir ço cu k o ld u ğ u n u söy­
lerdi ancak konu annesi olunca pek de öyle değil gibiydi.
“Benim adım Brayden. Bana bir tek sen D aniel d iy o rsu n .”
“Biliyorum. Daniel ismini seviyorum.” Stacey o n a u z a n d ı
ama çocuk geri çekilince elini indirm ek z o ru n d a k aldı. “Ç o k sev ­
diğim için sana bu ismi verdik.”
Brayden kollarını göğsünde kavuşturdu. “B en aç d eğ ilim .
Uğradığın için teşekkürler ama yemeğe gitm ek iste m iy o ru m .”
Dönüp merdivenden çıktı.
Spencer arada kalmış gibi görünüyordu. A çık k a h v e re n g i
gözleriyle ağabeyini takip etti, sonra annesine d ö n d ü . S o n u n d a
içini çekti. “Kusura bakma anne.”
O da merdivene fırladı.
Stacey’yle bir süre tuhaf bir sessizlik içinde d ik ild ik . S o n ra
parmağımı kaldırdım. “Bana bir dakika ver.”
Kapısını tıklatıp odasına girdiğim anda B rayden h e m e n , “Bizi
onunla gitmeye zorlama,” dedi.
Ellerimi kaldırdım.
“Sizi hiçbir şeye zorlamayacağım. Bu b e n im ta rz ım değiL"
Çalışma masasındaki sandalyeye oturup ken d i e tr a f ım d a d ö n ­
düm. “Sadece size bir hikâye anlatm ak istiyorum .”

280
Bana kuşkucu gözlerle baktı. “Ne hikâyesi?"
Babam ın hikâyesi... Benim babam yıllarca çok fazla hata
yaptı. Tıpkı sizin anneniz gibi. Anneniz şu anda bu yüzden bu­
rada; sizinle yeteri kadar görüşmeyerek hata yaptığını fark etti
ve b u n u telafi etm ek istiyor. Benim babam da böyleydi... ama
hatasının farkına hiç varmadı. Onu son görmemin üzerinden
on yıldan uzun süre geçti. Hâlâ hatalı olduğunun far lan da değil.
M uhtem elen asla anlam ayacak"
Brayden kaşlarım çattı. “Bu çok kötü.”
“Evet, öyle.”
“A m a A aron kaza geçirmeşeydi annem burada olmayacaktı.”
Yavaşça başım ı salladım. “Bazen bizim için önemli olan şey­
leri ve kişileri fark etmemiz için kötü şeylerin yaşanması gerekir."
“O kadar zaman sonra baban buraya gelip seninle görüşmek
isteseydi bunu yapar miydin?” diye sordu Brayden.
Gerçeği hiç süslemeden yanıt verdim. “Yapardım. Çünkü o
benim babam . Başka haham olmayacak.” Ellerime baktım. “Belki
de b u beni enayi yapıyor. Ya da aptaL”
“Sen aptal değilsin,” diye araya girdi Spencer, benim adım a
hakarete uğramış gibi.
“A nneniz her zaman anneniz olacak. Bu akşam da sizi çok
sevdiği için burada. Bunu anlıyorsunuz, değil mi?”
“Bizi sen seviyorsun,” diye ısrar etti Spencer, tatlı küçük sesiyle.
Kalbim bir yum ruk tarafından sıkılıyormuş gibi hissederken
sandalyeden kalkıp önlerinde diz çöktüm.
“Evet. Sizi seviyorum. Sizi, Aaron’ı, babanızı çok seviyorum.
Ama şu dünyadaki otuz yılımda ne öğrendim, biliyor m usunuz?”
“Ne?”
Gözündeki saçları geri ittim.

281
"Ne kadar çok kişi tarafından se v ilir se n iz o k a d a r iy id ir.”

Çocuklar yemeğe gitmeyi kabul ettiler ve tem iz tişörtleriyle


ayakkabılarını giyip annelerinin arabasına geçtiler.
Stacey kapıdan çıkmadan hemen önce dönüp b an a baktı. “Sağ
ol, Violet. Gerçekten”
Sesi pürüzsüz ve melodikti, gözleri m in n ettarlık la parlıyordu.
Ona bakarken ilk defa, Connor’la on beş yıl b o y u n ca n asıl güzel
bir çift olmuş olabileceklerini gözümde can landırabildim .
Kafamın içindeki sinsi ses ne kadar ahm ak o ld u ğ u m u , kendi
bindiğim dalı kestiğimi fısıldadı. Hiçbir şey y ap m am ak , Stacey
ile çocukları oldukları yerde bırakmak ne k ad ar d a k olay olu r­
du. Zira çocuklarla yakınlaştıkça C onnor a da yaklaşacaktı ve bu,
Connorın benden uzaklaşmasına sebep olabilirdi.
Ama aksini asla yapamazdım. Ne çocuklara n e de C o n n o r a.
Yine de kendimi enayi olarak görm üyordum . Bu çocukları
seviyordum. “Sana bir şans veriyorlar, Stacey,” d edim . “Eğer o n ­
ları tekrar incitirsen başka şansın olmayab ilir. İşleri b a tırm a ”
Kadın yere bakarak kafasını salladı.
“Batırmam.”

282
19

ir h afta sonra her şey hem çok daha iyi... hem de çok daha
B kötüydü.
A aro n m sağlığı iyiye gidiyordu. Ateşi düşünce kısa süreliğine
de olsa o n u ziyaret etmemize izin verildi. Yoğun bakım odasına
ad ım attığım ız anda Spencer kollarım kocaman açıp ağabeyinin
k a rn ın a yattı. Sarılışı tuhaf olsa da içtendi.
“ölm eyeceğin için çok mutluyum Aaron!”
Brayden da yatağın yanma gidip duygulardan dolayı boğuk­
laşm ış sesiyle, “İyi olacağın için ben de çok sevindim,” dedi.
Aaron’m yüzü solgun, sesi zayıftı ama gülümsemeyi başar­
m ıştı. “Ben de çocuklar, ben de.”
Ziyaretimiz esnasmda, Stacey ile Connor’m arasının gözle
görülür şekilde düzeldiğini fiu-k ettim. Kaza gecesi neredeyse so­
m ut olan gerginlik ve düşmanlık tamamen yok olmuştu.
Çıkmadan önce Aaron’m alnına bir öpücük kondurup saçla­
rını geriye ittim ve güzelce dinlenm esini, yakında eve dönece­
ğinden emin olduğumu söyledim.

283
Connor bir süredir nöbetçi doktor odasında uyuyor, so y u n ­
ma odasında duş alıyordu. Ben de Brayden ve S p en cer’la k alm a­
ya devam ediyordum ve onu arada bir, çok kısa sü reliğ in e g ö rü ­
yorduk
Ama sorun değildi. İlişkiler böyle yürürdü. P a rtn e rin iz size
ne şekilde ihtiyaç duyuyorsa o şekilde yanında o lu rd u n u z .
En azından... ben böyle düşünüyordum.
Ta ki bir gün Connor hastaneden beni arayıp b e y n im d e n v u ­
rulmuşa dönmeme neden olana d ek
“Vi, ciddiyim. Zaten yeterince şey yaptın. A n n e m le r birkaç
günlüğüne oğlanlarla kalabilirler. Evine gidip biraz k afan ı d in le­
meni istiyorum.”
“Brayden ve Spencer beni rahatlatıyorlar,” d e d im m u tfağ ın d a
dikilirken.
“Bunu duymak beni çok mutlu ediyor, gerçekten. A m a her
şeyi sana yüklemek istemiyorum. Bir süreliğine e v in d e kalıp
enerji topla. Ya da istersen işe dön.”
İş mi? O hemen üst katımdayken ve A aron h âlâ y o ğ u n ba­
kımdayken işe odaklanabileceğimi mi d üşünüyordu? A k im ı m ı
kaçırmıştı?
“Birkaç gün sonra tekrar onlarla olabilirsin. B elki d e b e n eve
dönmüş bile olabilirim.”
Midem ve kalbim ani düşüşe geçmişti. B inlerce k ilo m etre
yükseklikten, paraşütsüz şekilde, güvenlik ağm m o lm ad ığ ı ze­
mine doğru son sürat ilerliyorlardı.
“Connor...”
“Kapatmam lazım. Ortopedi uzmanı A aron’m bacağıyla ilgili
konuşmaya geldi. Daha sonra müsait olunca seni ararım .”
“Tamam, ben...”
Hat çoktan kesilmişti.

284
O nu özlediğim i söylem e fırsatı bile bulamadım. Aaron’ın iyi
olup o lm ad ığ ın ı soram adım ya da ona benim için sarılmasını
söyleyem edim .
Eve d ö n e rk e n götürm ek için Connor’m odasmda çantamı ha­
zırladığım sırad a Brayden ile Spencer yanıma geldiler.
“D ed em ve babaannem le kalmak istemiyorum!” diye yalandı
Spencer, d ra m a tik b ir tavırla kendini yatağa atıp çarmıha geril­
miş gibi kafasını aşağı sarkıtarak.
“D ed em ço k horluyor ve kumandayı asla paylaşmıyor. Sürekli
haber seyrediyor!”
Spencer’ın dünyasm a girebilmek için ben de kafamı çevir­
dim. “B iliyorum tatlım . A m a babanız onlarla kalmanızı istiyor.
Sadece b irkaç günlüğüne. Sonra benim evime gelip orada kala­
bilirsiniz isterseniz.”
“Niye şim di seninle kalamıyoruz ki? Her şey yolundaydı,”
dedi Brayden.
Buna b ir cevabım yoktu çünkü ben de nedenini anlam ıyor­
dum . C o n n o r açıklayacak vakit bulamamıştı. Bu yüzden kendi
düşündüğüm cevabı verdim.
“Belki dedeniz ve babaanneniz size ihtiyaç duyduğu için ba­
banız onlarla kalm anızı istiyordur, olamaz mı? Yani, A aron ar­
tık iyi am a belki de torunlarından birinin kaza geçirmesi o n lan
sarsmıştır. Sizinle biraz vakit geçirmek onlara iyi gelecektir.”
Brayden, mantıklı olsa da kabul etmek istemiyormuş gibi
om uz silkti.
Spencer biraz düşündü ve hâlâ ters duran kafasını salladı.
C onnor’m annesiyle babası bir saat sonra geldiler. Rosie’ye ve
oğlanlara veda ettikten sonra aracıma binip evime yollandım.
Tek başıma.

285
Gönün geri kalanı boyunca üstümde sinir bozucu b ir h u z u rsu z ­
luk vardı.
Hakkında şür yazamadım. D enem edim bile.
Bunun yerine şiir kutuma boş bir sayfa bıraktım . K apağı k a ­
pattım... sonra tekrar açtım. Boş kâğıdı alıp yırttım . Ç ü n k ü pay­
laştığımız onca şeyden sonra Connor’ı kaybetm e fik ri böyle h is­
settiriyordu.
Parçalara ayrılmış gibi.
O gece daha geç saatlerde yatağıma u za n d ım ve k a ra n lık ­
ta kendi kendime konuşup nihayet korkularım ı açığ a v u rd u m .
Korkunç sözcüklerin tadını dilimde hissetm ek, tın ıs ın ı d u y m a k
istemiştim.
“Onu kaybediyor olabilirim.”
Boğazım sıkıştı, nefes alamadım.
“Delice olan şu ki eğer onun istediği buysa, eğ er başkasıyla
muüu olacaksa bunu kabullenebilirim. O n u bu k a d a r ço k se­
viyorum işte. Benimle olmasa da m utlu o lm asın ı istiy o ru m .”
Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Yüzümü ellerim le k a p a tıp y a n d ö n ­
düm ve dizlerimi göğsüme çektim. “Yine de ca n ım ç o k yanıyor.”
Bazen güzelce ağlamak insana arınm ış, tazelen m iş, g ü ç le n ­
miş hissettirirdi. Ama ben öyle hissetm iyordum . G ö z y a şların ı
tükenip gözlerim şiştiğinde öncesinden daha d a k ırılg a n d ım .
Her an tuzla buz olabilirmişim gibi. Hatta çoktan k ırılm ışım g ib i
Yataktan çıkıp mutfağa giderek kendim e b ir içki d o ld u rd u m .
Sorunları içkiyle unutmanın, kalp ağrısını alk o lü n a r d ın a sak ­
lamanın doğru olduğuna inanmıyordum am a b ir k a d e h votka
tonikten kimseye zarar gelmezdi.
Hayır, iki kadeh votka tonikten kimseye zarar g elm ezd i.

286
K adehi b u zd o lab ım ın kapağındaki buzluğa tutup ağzına ka­
dar d o ld u rd u m ve pürüzsüz oval parçaların ışığın altında parla­
masını izledim .
Sekiz ya da dokuz yaşlarımdayken, annemiz hâlâ işte oldu­
ğu için o k u ld an so n ra mahallemizden bir kadm, Bayan Dobfrey,
kardeşlerim le b an a göz kulak olurdu. Onun son model çelik buz­
dolabı d a aynı böyle oval buz yapardı. Darren ile ben bunlara
“güzel b u z la r” derdik.
Bir g ü n o n u n k i gibi güzel buz yapan bir buzdolabını olursa
istediğim h e r şeye sahip olacağımı düşünürdüm.
H ayat o zam anlar çok daha kolaydı.

Connor

K azadan iki hafta sonra Aaron yoğun bakımdan çıkarılıp servise


yatırıldı. Bu çok önemli bir şeydi, bir dönüm noktasıydı.
Ertesi gün G arrett ile Dean habersizce çıkagelip beni hastane
odasından kovdular.
“C idden, dostum . Git bir... ya da birkaç kadeh içki iç,” diye
önerdi D ean, her zamanki kayıtsız, kaygısız tavrıyla sırıtarak.
Tabii kaygısız olurdu. Kendi kızı hâlâ bir bebekti. Gecelerini
sıcacık ve güvenli yatağmda, gündüzlerini onun ve Lainey nin
gözetim inde geçiriyordu. Dean henüz evladım dış dünyayla ta ­
nıştırm anın dehşetini tatmamıştı. Çocuklar küçükken ebeveyn-
liğin en zor yanının bitmeyen geceler, diş çıkarmalar, öfke krizle­
ri olduğunu düşünürdünüz.
Ama öyle değildi.
En zoru, gitmelerine izin vermekti.

287
“Bir de tıraş ol,” diye ekledi Garrett.
Bir süredir tıraş olmadığım için çenem de b irik en se rt, g ü r sa*
kalları ovuşturdum.
Bence gayet havalı görünüyordum.
Ama genç oğlum havamı anında söndürdü.
“Aynen. Yeni Hayat filminde adada m a h su r k a la n Tom
Hanks’in altıncı aydaki hali gibi görünüyorsun.”
Garrett onunla yumruk tokuşturdu. “M üthiş referan s.”
Bana sonsuz gibi gelen uzun bir zam anın a rd ın d a n d u d a k la ­
rımdan gerçek bir kahkaha fırladı. Sesim b an a bile y a b a n c ı geldi.
Kaslarım gülmeyi unutmuştu.
Ama gülüşüm kısa sürdü.
Garrett, Aaronın yatağının sol tarafındaki san d a ly e y e yerle­
şip ayaklarını şiltenin köşesine uzattı; D ean de sağ ta ra fta yerini
alırken göğsüm keskin bir panikle doldu.
“B-ben gidemem,” diye kekeledim.
Agorafobisi olduğu için evinden çıkam ayan b iri g ib i k o n u ş tu ­
ğumun farkındaydım ama um urum da değildi. S tacey d e g ü n ü n
büyük kısmında burada oluyor, sadece B rayden ve S p e n c e r’la
vakit geçirmek için çıkıyordu ama ben hen ü z h a s ta n e d e n h iç ay­
rılmamıştım.
Aaron artık çok daha iyiydi am a h er an k o rk u n ç şe y le r ger-
çekleşebilirdi. Tekrar ateşi çıkabilir, v ü cu d u n d a e n fe k siy o n o lu ­
şabilirdi. Yataktan çıkmaya çalışıp kafatasm ı ç a tla ta b ilir ya da
ilaçlarından birine alerjik reaksiyon gösterebilirdi. H e n ü z katı
beslenmeye bile başlamamıştı çünkü yarm ö ğ led en s o n r a baca­
ğından ameliyat olacaktı.
Oğlum gözlerimin içine baktı ve nazik am a n e t b ir sesle k o ­
nuştu. “Baba, ben iyiyim. Cidden.”
Kaygı yüzünden midem düğüm düğüm dü.

288
"Aynen, d u ru m u gayet iyi,” dedi Dean. “Aynca pardon ama se­
nin k arşın d a hem öğretm en hem futbol antrenörü olan iki adam
duruyor. İlkyardım ve kalp masajı sertifikamız var. Garrett da ben
de acil b ir d u ru m d a ilk müdahaleyi yapabilecek seviyedeyiz."
“Ü stelik... Z aten ortada olan gerçeklerden bahsetmeyi sev­
m em am a...” G arrett etrafımızı işaret etti “... şu anda bir hasta­
nedeyiz. Ç o cu ğ u baloncuklu ambalaja sarsan bile burada olduğu
kadar g ü v en d e tutam azsın.”
H aklıydılar. M antık çerçevesinden balonca bunu görebiliyor­
dum . A m a b ey n im in mantıklı kısmı son zamanlarda tatildeydi;
sadece tem el içgüdülerim le ve adrenalinle hareket ediyordum.
“D iğ er iki velet nerede?” dedi Dean. “F in in im seni görmek
isteyeceklerdir.”
“Bu gece Stacey’nin evinde kalacaklar."
“Güzel.” A aron kafa salladı. “O zaman neden gidip Vıolefle
görü şm üyorsun?”
Violet.
T anrım , sadece adım aklımdan geçirmek bile çölde bir va­
hayla, yakıcı bir günde serin bir çeşmeyle karşılaşmak gibiydi
G öğsüm gevşedi ve midemdeki düğümler çözülüp yerini heye­
can verici bir arzuya bıraktı.
K ahretsin, onu çok ama çok özlemiştim.
A rada bir mesajlaşıyor, birbirimizi kısa süreler için görüyor­
d u k am a yeterli değildi. Hiç değildi.
Kazadan beri tek odağım Aarondı. İlk önce, günlerim i onu
kaybedebileceğim korkusuyla felç halde geçirmiş, iyileşme sü­
recine girdiğindeyse ihtiyaçlarını karşılamak için sadece onunla
ilgilenmiştim.
Fakat şimdi Violef i görme, onunla konuşma, ona dokunm a,
sesini ve gülüşünü duyma, sadece onunla olma fikri kalbimi

289
mümkün olduğunu neredeyse unuttuğum kutsal b ir coşkuyla
doldurmuştu.
“Ciddiyim baba, git kız arkadaşınla görüş,” dedi bilge ço cu ­
ğum. “Son zamanlarda muhtemelen düzgün b ir sevgili olam a-
mışsmdır; kendini affettirmen gerekebilir.”
Güldüm. “Yok ya, Violet öyle biri değil.”
Violet son derece anlayışlı, olağanüstü biriydi; böyle k ü çü k
şeylere hiç takılmazdı. Bu yüzden benim de bencillik etm em em ,
ona düzgün davranmam gerekiyordu.
“Biz bütün gece burada olacağız.” G arrett y an ın d a getirdiği
spor çantasından bir paket patlamış m ısır çıkardı. “Ve P a trio ts’m
yıkımını izleyeceğiz.”
Dean tepsideki kumandayı alıp arkam daki d u v ara m o n te
edilmiş televizyonu açtı. “Ve Belichick’in B rady’siz defansıyla
dalga geçeceğiz çünkü o kadar adiyiz.”
Aaron patlamış mısıra uzandı ama kardeşim o n u n eline vurdu.
“Of!” Oğlum gülerek elini çekti. “Yaralıyız b u ra d a h e rh a ld e !”
Garrett parmağmı ona doğrulttu. “Sana m ısır yok. A m a...”
Mary Poppins’in erkek versiyonuymuş gibi te k ra r ç a n ta sın a
uzandı. “... Callie Yengen senin için W hole F oods’ta n k o c a b ir
paket patlamış mısır aromalı jöle aldı.” Bana d ö n d ü . “B u ray a gel­
meden önce Aaron’ın hemşiresiyle görüştüm , jöle yiyebilirm iş.”
Aaron gözlerini devirdi.
Sııper.
“Koruyucu katkı maddesi ya da yapay ta d a n d ırıc ı yok,” d ed i
Dean. “Leziz.”
“Bunun tadı bok gibiyse diye limon aram alısın d an d a g e tir­
dim,” dedi Garrett, Aarona.
Hepsi kahkaha attılar.

290
O an d a kafam d a bir şeyler yerine oturdu. Aaronın bensiz de
iyi olacağını an lad ım ve teslim olup başımı salladım.
“Peki, peki, gidiyorum .” Oğlum un kafasının tepesini öptüm.
“Seni seviyorum , dostum .”
G ülüm sedi. “Ben de seni seviyorum baba.”
B oğazım da b ir y u m ru oluşurken gözlerim yandı. Son günler­
de b erb at d u ru m d ay d ım .
B una rağ m en kapıdan çıkmayı ve otoparktaki aracıma ulaş­
mayı başard ım .
İki h aftad ır ilk defa olm am gereken bir yer yoktu. Hastanede,
Stacey n in ya da Brayden ile Spencer’ın yanında veya A aronın
dok to rların d an biriyle görüşm ede olmama gerek yoktu.
A m a ihtiyaç... ihtiyaç bambaşka bir canavardı. Ve şu anda
görm eye ihtiyaç duyduğum tek bir kişi vardı.
O to p ark tan çıktım ve doğruca Violet’in evine sürdüm.

291
20

irmi dakika sonra Vi’nin garaj yoluna, k ü çü k m avi Volksvva-


Y gen’inin arkasına park ettim.
Gelirken onu aramamıştım ancak oturm a o d asm ın k ap ak per­
delerinin ardında altın rengi ışıklar yanıyordu. M o to ru susturup
sevimli evine bakarken sırf burada olduğum için d u d ak ların ım
köşeleri yukarı kalktı.
Garaj yolunda ilerleyip kapıyı tıklattım .
Violet saçları topuz yapılmış, bedeni pofiıdıık beyaz b ir bor­
noza sarınmış halde karşımda belirdiğinde ru h u m ra h a t b ir iç
geçirdi sanki. Tüm gerginliğim üzerim den akıp gitti. B ir süre
orada dikilip görüntüsünü içime çektim ve eve d ö n m e hissinin
göğsümü kaplamasma izin verdim.
Violet kafasını yana eğip sıvı kadifeye benzeyen gözleriyle beni
izledi. “Yorgun görünüyorsun.”
Elim dağ adamı sakalıma gitti. “Bu, ‘Bok gibi g ö rü n ü y o rsu n '
demenin kibar yolu mu?”

292
“Hayır. Bu m ü m k ü n değil. Sadece yorgun görünüyorsun.”
H astan ed ey k en kendim e stres, endişe ve uykusuzluk hisset­
me izni v erm iy o rd u m ; ancak şimdi, tüm bu hisler üzerime h ü ­
cum etm işti.
“İçeri gelm ek ister m isin?”
“T an rım , evet. Lütfen.”
G eri çekilip kapıyı b enim için iyice açtı.
“A aro n b u akşam nasıl?”
“D a h a iyi hissediyor. D aha iyi görünüyor. Yani... ayak bileğin­
de vidalar, b acağ m d a m etal bir kafes var ve hâlâ kalp m onitörüne
bağlı a m a genel olarak iyi.”
V iolet gözlerini yum up derin bir nefes verdi. “Çok sevindim.”
“G a rre tt ile D ean yanındalar. Yann öğleden sonra ameliyatı
oldu ğ u için sabah hastaneye dönmem lazım ama... bu gece seni
g ö rm ek istedim .”
B ana b ir tebessüm gönderdi ama tuhaf bir şeyler vardı. Biraz...
h ü z ü n lü gibiydi. Gözleri parlamıyordu.
Aylar önce bana kızgın olduğu zamanlarda bile bakışlarında
k ö r edici, p arlak kıvılcımlar görürdüm. Şimdi bu ışık... solmuştu.
Kısılm ıştı. Acaba o da benim kadar bitkin miydi?
O tu rm a odasm a geçtiğimizde mutfağa yöneldi.
“Yiyecek bir şeyler ister misin?”
“Hayır.”
“Bir şey içmek ister misin?” Buzdolabını açtı. “Sevdiğin b ira­
dan var.”
Elini tutup onu kendime çevirdim.
“Hiçbir şey istemem, Violet. Sadece... burada seninle olm ak
ve konuşm ak istiyorum.”
Yüzünden anlam adığım bir şey geçti. Bakışları göğsümdeydi.

293
"Buraya benimle bir şey konuşmaya mı geldin?”
“Eh... evet.”
Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.
“Anlıyorum.”
Aaronın, düzgün bir erkek arkadaş olm adığım la ilgili söyle­
diklerini hatırladım. Haklıydı, kendimi onun sağlık durum una
kaptırmıştım. Violet’in bunu anladığını biliyordum ama... kaçır­
dığım bir şey olup olmadığını düşünm eden edem iyordum .
Çünkü Violet’te kesin bir şeyler vardı.
Avucumu yanağına götürdüm.
“Sen iyi misin?”
“Evet.” Kafa salladı. “İyiyim.”
“Darren iyi mi? Ya kız kardeşlerin?”
“Herkes iyi?”
Sonra kollarımın arasına girip bana sarılarak yü zü n ü boyun
boşluğuma gömdü. Ona nasıl hissettirdiğim i u n u tm u ş ve çare­
sizce hatırlamak istermiş gibiydi.
Geri çekildiğinde, “Ben de duş alm ak üzereydim ,” dedi.
Onunla sıcacık duşa girmek şu anda kulağa ce n n et gibi geli­
yordu.
“Sana katılabilir miyim?”
Daha önce pek çok kez birlikte duşa girdiğim iz için bu nor­
mal bir istekti ancak bir anlığına gerildiğini fark ettim .
«»T » n
Tamam.
“Emin misin?” dedim çünkü pek de em in g örünm üyordu.
“İstersen ben oturma odasında...”
“Sorun değil, Connor. Gerçekten.”
Elimi tutup nazikçe parm ak boğum larım ı ö p tü , ardından
beni banyoya çekip musluğu açarak içerisini b u h a rla doldurdu.

294
K ıyafetlerim izi sessizce çıkardık. Bornozunu kapıdaki askıya
asarken güzel sırtı b en i çağırıyordu.
Bu cin sel b ir şey değildi. Yani, tabii ki anında sertleşmiştim
am a şu a n h issettiğ im şey çok daha fazlasıydı. Daha derindi.
D aha b ü y ü k b ir ihtiyaçtı.
T e n in in v erd iğ i histe boğulmak, etrafına yaydığı kokuya ve
çıkard ığ ı seslere sarınm ak, vücudunu sıkıca benimkine bastırdı­
ğını h is s e tm e k istiyordum .
İç in d e o lm ay a bile ihtiyaç duymuyordum. Yakınında olmak
şu a n d a b e n im için yeterliydi.
F akat V iolet’in o m uzlan gergindi ve onda hissettiğim kaygı,
te re d d ü t e tm e m e neden oluyordu. Bir sorun vardı.
B izim le ilgili b ir sorun.
T o p u z u n u açıp duş kabinine girdiğinde dalgalı kahverengi
saçları siyaha dönüştü. Peşinden ben de içeri adım atıp sıcak su­
y u n o m u z la n m a ve sırtım a vurmasına izin verdim. Violet bana
ark asın ı d ö n erek şam puana uzandı. Bir şeyler saklıyor gibi, göz­
lerim e b ak m ak tan kaçmıyordu.
Sesim i alçaltıp yumuşattım.
“Hey, Vi?”
“E fendim ?”
“O rta d a bir sorun olduğunu fark ediyorum. Büyük bir so­
ru n . A m a anlam ıyorum . Ne olduğunu bana söyleyebilir m isin
lütfen?”
Üstdudağındaki su damlacıklarını yalayıp yavaşça konuştu.
Sanki kelimeleri güçlükle çıkarıyordu.
“Bu konuyu açmak istemiyordum. Uğraştığın bir sürü şey ol­
duğunu farkındayım ve...“
“Bana her şeyi söyleyebilirsin. Her şeyi.”

295
Şimdi ağlayacakmış gibi görünüyordu ve böyle hissetm esine
neden olan şey her neyse yok etmek, ona daha iyi h issettirm ek
istiyordum.
Derin bir nefes aldı.
“Pekâlâ, sana bir şey soracağım. Cevabın ne o lu rsa olsun...
bana karşı dürüst olmanı istiyorum, tam am m ı?”
“Elbette.”
“Sen... sen Stacey ye karşı yeniden bir şeyler m i hissetm eye
başladın?”
Sorusu beni öyle bir şoke etti ki neredeyse k ıç ım ın ü zerin e
düşecektim.
“Ne?”
“Sizi, Aaronın hastane odasında konuşurken d u y d u m . Stacey
bundan böyle her şeyin daha farklı olacağm a söz verdi. D aha
sonrasmda sen benden evime dönm em i istedin ve a n n e n le ri ço ­
cuklarla kalmaya gönderdin. Acaba...”
Koyu renkli gözleri benimkileri bulurken k a lb im in ç a tırd a ­
dığını hissettim. Bunun gerçekten de m ü m k ü n o ld u ğ u n u d ü şü ­
nüyor gibiydi.
“... ikiniz tekrar bir araya mı geliyorsunuz?”
“Hayır. Tanrım, hayır. Mesele şu ki Stacey s o n u n d a ço c u k la r
konusunda aklını başına topladı ve bunun için çok m u tlu y u m .
Anneleriyle iyi bir ilişkileri olması çok önem li. A yrıca a rtık b ir­
birimize yüklenmemeye söz verdik. K onuşup an laştık . H ep si bu
kadar, Violet, yemin ederim. Uzun zam andan b eri S tacey’ye k a r­
şı bir şey hissetmiyordum zaten. Şimdi de b ir şey değ işm ed i.”
“Ah.” Yavaşça başını sallarken yüzü gevşedi. “Peki.”
Sonra duvara doğru döndü. Bir saniye so n ra o m u z la rı sar­
sılmaya başladı çünkü hıçkırıyordu. Eliyle ağzm ı k a p a tıp başını
sağa sola salladı.
Sen bir araya geleceğimizi mi düşünüyordun?” diye sordum .
“Evet,” diyerek hıçkırdı.

296
Kim bilir bunca zam andır neler yaşamıştı. O nun elimden
kaydığını düşünseydim ben neler hissederdim diye hayal et­
tiğimde görünm ez bir el kalbimi sıkıp toza dönüştürdü sanki.
Göğsüm bom boş kaldı.
"Ne zam andır?”
"Bir süredir.” Bana döndüğünde gözleri kızarmış, dudakları
şişmişti. "Bu akşam benden ayrılmaya geldiğini sandım.”
"Yüce İsa.”
O nu kollarım a çektim.
Gözyaşları akmaya devam ederken kendini kolayca bana bıraktı.
Sanırım bu, Stacey ve benim le ilgili endişelerden daha fazla­
sıydı. U zun zam andır benim için, oğlanlar için güçlü durm aya,
her şeyi bir arada tutm aya, duygularını kontrol etmeye çalışmıştı.
Şimdiyse hepsi tek tek dökülüyordu.
Islak saçm ı okşarken, “Çok özür dilerim, Violet,” dedim .
“Kıymetini bilem edim . Her şeyi sana yükledim. Evine geri d ö n ­
m eni istem em in tek sebebi...”
“Hayır.” Kafasını iki yana salladı. “Sen bir şey yapm adm . Ben
sadece... böyle olaylarm bazen nasıl sonuçlanabileceğini biliyo­
rum . G erçek hayatta trajediler insanları bir araya...”
“Benim gerçek hayatım sensin. Seni seviyorum, Violet. Sana o
kadar âşığım ki önüm ü bile göremiyorum.”
Yüzünü kavrayıp gözlerinin içine baktım.
“Beni çok m utlu ediyorsun. Hiç olmadığım, hatta olacağımı
hayal bile etm ediğim kadar. Bunun karşılığında, hayatımızın geri
kalanı boyunca yapm ak istediğim tek şey seni m utlu etmek.”
Gözyaşları arasından gülümsedi. Bu gerçek gülümsemesiydi;
yüzünü aydınlattığı gibi dünyam ı da aydınlatmıştı.
“Ben de seni seviyorum, Connor. Seni çok uzun zam andır se­
viyorum ve hayatımızın geri kalanı boyunca yapmak istediğim
tek şey seni sevmek.”

297
Bedenini kendime çekip ona tapınırcasına tatlı sö zler fısılda-
dım. Ve birbirimize sarılarak, su soğuyuncaya dek d u şta öylece
dikildik.

Sonrasmda birbirimize olabildiğince sokularak y atağ ın d a çırıl­


çıplak uzandık. Violet başını om zum a, b ü ktüğü d izin i k arn ım a
yasladı, ben de parmaklarımı uzun, nem li saçların d an geçirdim .
Dışarıda yağmur başlamıştı ve çatıya vuran d a m la la rın ritm iyle
gözlerden uzak, sıcacık bir yerdeymişiz gibiydi.
“Bizim eve taşınıp benimle ve oğlanlarla y aşam an ı istiyo­
rum,” dedim.
Bir an bile tereddüt etmeden başım salladı. “Olur.”
“Evini kiraya verebilir ya da satışa çıkarabilirsin, nasıl istersen.”
“Satışa çıkaracağım.”
“Emin misin?”
Başını kavrayıp onu altıma geçirdiğim de b ac ak ların ı ara­
layarak bana yer açtı. Parmağımı bu ru n çizgisinde k a y d ırd ım
“Aslında satmasan da olur. Burayı aşk yuvam ız yaparız.”
Güldü. Bu sesi sevmekten asla vazgeçm eyecektim .
“Eminim. Zaten tek kişilik, küçücük bir ev. A yrıca se n in le bu
ilişkiye balıklama dalmaya hazırım.”
Ona hissettiklerim öyle yoğundu ki y u tk u n m a k ta g ü çlü k çe­
kiyordum.
“Tanrım, seni seviyorum.”
Kollarını başmm üzerine kaldırıp sırtını g ererek k alçalarım
utanmazca bana sürttü. Kahretsin, bu öyle güzel b ir h isti k i . ..
“Göster o zaman.”
Dediğini ikiletmedim ve onu ne kadar sevdiğim i g ö sterd im .

298
21

K asım ayının ilk haftası Aaron hastaneden taburcu olup eve


geldi. Bir süre, onun için oturm a odasına yerleştirdiğim iz
hastane yatağında yatacak, uzun bir fizik tedavi sürecinden geçe­
cekti am a so n u n d a tam am en iyileşmesi bekleniyordu.
Ertesi hafta işe döndüm . Violet benden önce çalışmaya b aş­
lam ıştı am a artık bizimle yaşadığı için program larım ızı b irb iri­
m ize göre ayarlıyor, A aronın yanında her zaman birim izin ol­
d u ğ u n d an em in oluyorduk. En azından o tekrar ayağa kalkana
kadar böyle devam edecektik.
Ben çalışırken Vi’nin evde olduğunu, sakinliği ve yeteneğiyle
her şeyle başa çıkabileceğini bilmek hastalanm a odaklanabilm e-
m i sağlıyordu. Tekrar doktor olabiliyordum. O olm asaydı b u n u
yapabilir m iydim em in değildim.
Stacey artık her hafta sonu çocuklarla görüşüyordu. B unu
bir rutine o tu rtm u ştu ve ne planları iptal ediyor ne de o n ları al­
dığında ayak işlerine koşturuyordu. O nlarlayken onlarla vakit
geçiriyordu.

299
Anneleriyle görüşecek olmanın heyecanını o ğ lan ların y ü zü n ­
de görmek muhteşemdi.
Brayden ile Spencer bazı hafta sonlarını o n u n ev in d e geçiri­
yorlardı, bazen de Stacey bizde kalıyordu çü n k ü şu a n d a A aron
için en uygunu buydu. Geçen cum artesi o tu rm a o d a sm d a to p ­
lanıp Ayin i izlemiştik çünkü oğlanlar, film in gece o ld u ğ u kadar
gündüz de korkutucu olup olmayacağını g örm ek istem işlerdi.
Hepimiz birlikteydik. Oğlanlar, Stacey, ben, V iolet... F ilm aşı­
rı rahatsız edici olduğu için Violet çoğu sahnede y ü z ü n ü kolum a
gömmüştü.
Eski karım ve yeni sevgilimle birlikte vakit g eç irm e k biraz
tuhaf olsa da güzeldi. Gerçekten güzeldi. H em o ğ lan lar h e m de
bizim için.
Bazen son birkaç hafta yaşadıklarım dan neler çıkardığım ı, al­
dığım dersleri oğullarıma nasıl aktarabileceğim i d ü şü n ü y o rd u m .
Her seferinde de basit ama önemli bir gerçekle yüzleşiyordum .
Kıssadan hisse şuydu:
Hayat bazen tam bir pislik olabilir... F akat sonra, h er şey g ü ­
zelleşir.
Ve karşılaşacağımız şeyler bazen hayal ettiğim izden bile m ü ­
kemmel olabilir.

Bir cumartesi öğleden sonra Vi de ben de evdeyken A a ro n ın fu t­


bol takımından arkadaşları ziyarete geldi. M u tfak tay k en o n la n n
diğer odadaki konuşmalarını duyabiliyordum .
“Senden de ancak bu beklenirdi, Daniels. B acağını k ırm ak la
yetinmedin, resmen un ufak ettin. Abartıcı puşt.”

300
“Bu T a n rı vergisi b ir yetenek,” dedi Aaron kuru bir sesle. O m ­
zunu silk tiğ in i ve h er zam anki ukala tavnyla gülümsediğini gö­
züm d e can lan d ırab iliy o rd u m .
O d a d a k i h erk es gülm eye başladı. Aaronın kahkahasını arala­
rın d an seçeb iliy o rd u m . Bir an orada dikilip gözlerimi yum dum
ve ç o c u ğ u m u n g ü lü şü n ü dinledim.
“D ü n y a d a k i en güzel ses, değil mi?” dedi Violet yanım a gele­
rek. Ç ü n k ü h e r zam anki gibi beni anlıyordu. İkimiz de birbirim i­
zi ço k iyi ta n ıy o rd u k .
“Evet.” A ln ın a b ir öpücük kondurdum. “Gerçi bunun kadar
güzel b irk a ç ses d ah a var.”
E lim i k o tu n u n arkasına kaydırıp kıçım avuçladığımda şaş­
k ın lık la k esk in , seksi bir nefes aldı.
O n a g ö zü m ü kırptım . “Biri bu.”

Y ılbaşından so n ra hastane yatağım evden temelli olarak attık ve


A aron k o ltu k değnekleriyle son sınıfın bahar dönem ine başladı.
D ah a önce hiç okula döndüğü için bu kadar sevinen b ir ç o ­
cu k görm em iştim .
Eğer h er şey plana göre giderse yazın sonuna doğru, ilk senesi
için M aryland Üniversitesine gitmeden hem en önce koltuk değ­
neklerini de atacaktı. Söylediğine göre spor tıbbı okuyup fizyote­
rapist ya da spor m asörü olmak istiyordu.
Kardeşim Garrett bunu duyunca havalara uçm uştu. Ben de
ne kadar gururlandığım ı kelimelerle tarif edem ezdim .
Nisan ayının başlarında New Jersey’ye, haziranı aratm ayan
bir sıcak hava dalgası çarptı.

301
Vi ve benim öğleden sonra izinli olduğum uz, ç o c u k la rın da
okula gittiği bir gün ona eski evinin arkasındaki p atik ad a k o şm a­
yı teklif ettim. Bu kasabayı her zaman çok sevm iştim -ç o c u k la rı
burada yetiştirmeye bu kadar kararlı olm am ın sebebi b u y d u -
ama özellikle bu orman benim için artık çok anlam lıydı.
Çünkü Violet’le ilişkimiz burada başlamıştı.
Rahat bir sessizlik içinde bir süre koştuktan so n ra, geçen sene
Vi’nin ayakkabısını bağlamak için durduğu kayanın y a n ın d a su
molası verdim. O gün, onu tam burada neredeyse öpecektim .
Daha sonra evine gittiğimizde öpm üştüm de.
Ama şu anda öpmeyecektim. En azından şim dilik. Tabii daha
sonrası için planımda bu vardı.
O sırada Violet, “Doğum günün yaklaşıyor,” diyerek planım ı
hiç farkında olmadan yürürlüğe soktu. Bu k ad a r d a m u h teşem
bir kadındı işte.
“Evet.” Başımı salladım. “Büyük 43 e sayılı g ü n kaldı.”
“Doğum günün için ne istediğine dair k ü çü k b ir ip u cu bile
vermeyecek misin gerçekten? Senin için hediye seçm ek ç o k zor.”
“Öyle mi?”
“Aynen öyle. Yani, motosiklet alayım desem , ih tim al d a h ilin ­
de olmadığını biliyorum.”
“Evet.” Güldüm.
Bana yaklaşıp elini göğsümde aşağı yukarı gezdirdi.
“Edepsiz iç çamaşırlarıyla seni zaten h e r g ü n şım artıy o ru m .”
Saçmm bir tutamını kulağının arkasına sık ıştırırk e n sırıttım .
“Bu konuda çok şanslıyım.”
Vi güzel yüzüyle bana gülümsedi. U zun atk u y ru ğ u , ağaç d al­
larının arasından süzülen güneş ışınlarının etkisiyle p arlıy o rd u .
“Ee, her şeyi olan bir adama ne hediye ed ilir?”

302
G üzel g ö zlerin e bakarken sesim yumuşadı. “Küçük bir kız ço­
cuğu s ü p e r o lu rd u . Bende henüz onlardan yok”
V iolet’in nefesi kesildi.
E rk ek ç o c u k da olur tabii,” diye devam ettim. “O nlar da çok
eğlenceli.”
“C o n n o r...” Vi’n in sesi cılız, bakışları hassastı. “Bir bebeğim iz
o lm asın ı isted iğ in i m i im a ediyorsun?”
“Evet, b u n u im a ediyorum.” Dudaklarına bir öpücük kondu­
ru p g eç en lerd e b an a söylediklerini tekrarladım. “Bir tane m ü ­
k em m el o lu rd u , iki taneyse çok daha iyi”
“A m a n T an rım !” Yüzü heyecanla ışıldarken kollarım boynu­
m a sardı.
A m a b e n im konuşm am henüz bitm em işti.
Tek d iz im in üzerine çöküp geçen hafta Zinke K uyum culuktan
aldığ ım k ü çü k , kadife kutuyu cebimden çıkardım.
“İlk ço cuğum uz doğduğunda evlenmiş oluruz diye um uyo­
ru m am a... karar senin.”
K utuyu açıp platin bir halkanın üzerindeki yuvarlak kesim iki
k arat pırlantayı ortaya çıkardım.
Basit am a kusursuz bir yüzüktü. Tıpkı sahibi gibi.
Yüzüğe bakarken Vi’nin gözleri yaşlarla doldu. O n u böyle
gö rm ek benim de göğsümün sıkışmasına, boğazınım d ü ğ ü m ­
lenm esine yol açtı.
“Seni seviyorum, Violet. Hayat bizim için neler saklıyor b il­
m iyorum ama her günüm ü seninle geçirmek istiyorum . Benim le
evlenir m isin?”
Dudakları kocaman bir tebessümle genişledi.
“Bu da soru mu? Evet! Evet, evlenirim !”

303
Ve âşık bir defans oyuncusu gibi üstüm e atlayıp beni kendiyle
birlikte yere devirdi.
Patikanın toprakları etrafımızda havalanıp altın rengi peri
tozu gibi üzerimize yağdı.
Güzel bir manzara oluşmuştu. Ya da delicesine m u tlu old u ­
ğum için bana öyle geliyordu.
Çünkü Violet beni öpüyordu... ve bana evet dem işti.
O, gözlerindeki yaşları silerken elini tutup yüzüğü p arm ağ ın a
geçirdim. Eline bakarken göğsü duygularla titredi.
“Çok mutluyum, Connor. Hayatm bir insanı bu denli m utlu
edebileceğini hiç tahmin etmezdim.”
Onu kendime çekip tekrar öptüm ve her şeyim le söz verdim .
“Bundan sonrası çok daha iyi olacak.”

304
SONSÖZ/1

VUf

Bir yıl sonra


ayan C o n n o r Daniels. Bayan Dr. C onnor Daniels.
B V iolet Daniels. Tanrım, adım a bayılıyordum.
C o n n o r d a ben de fazla beklemek istemediğimiz için düğünü iki
ay içinde planlayıp gerçekleştirmeyi başarmış ve haziran ayında,
A llaire Eyalet P arkındaki tarihi beyaz şapelde dünya evine gir­
m iştik.
H erkes oradaydı. Arkadaşlarımız, ailemiz. YK dostlarım
N ew York’tan kalkıp gelmiş, D arren mihraba yürürken bana eş­
lik etm ek için hafta sonu izin almıştı. Kız kardeşlerim lavanta
rengi, straplez elbiseleriyle nedimelerim olarak yanım daydılar.
A aron, Brayden ve Spencer da bir örnek sm okinleriyle çok şık
ve şirin olmuşlardı.
Resepsiyonu, Ridgewood Şehir K ulübünün cam duvarlı k ıs­
m ında düzenlemiştik. Yemekler m uhteşem di, m üzik çok eğ­
lenceliydi. Connor, DJ’d en özellikle MC H am m er çalm asını is­

305
temişti. Pastamızı kesmiş, şakalaşarak birb irim ize yedirm iştik.
Çiçeğimi kapan Chrissy, jartiyerimi kapansa T im m y olm uştu.
Ardından Connor’la karı ve koca olarak ilk d an sım ızı b izim şar­
kımız “Chances Are” ile yapmıştık.
Düğünden sonra Bora Bora’ya bir haftalık u n u tu lm a z b ir ha­
layına gitmiştik Connor’la geçirdiğim h er an hayallerim dekin-
den bile daha güzeldi.
Yaşadıklarıma hâlâ inanamıyordum.
Öte yandan hamileliğim... inanılm ayacak gibi değildi. K am ım
o kadar büyümüştü ki şüphe götürm üyordu.
En başından beri normalden daha şişkindi ve d ü ğ ü n d e n üç
hafta sonra, sekizinci hafta ultrasonum da n ed e n in i öğrenm iştik.
Doktorum Natasha Ferrini, ultrason p ro b u n u kaygan gö­
beğimde gezdirirken Connor’ın elimi nasıl tu ttu ğ u n u , ekranda
kıpırdaşan şekillere nasıl gözlerini kısarak b ak tığ ın ı h â lâ h atır­
lıyordum.
Şekiller, evet.
Birden fazla şekil vardı.
“Yoksa...” diye başlamıştı Connor.
“İki kalp atışı var,” demişti Natasha. “A ynen öyle. Fetüsler
bazen birbirlerinin üzerine yatarlar, bu n edenle de D o p p le r ci­
hazında birden fazla kalp atışını duym ak m ü m k ü n olm ayabilir.
Fakat size kesinlikle bir alana bir bedava gelm iş. İk iz le rin iz ola­
cak Tebrikler.”
Connor’m aylar önce bana tabiatında erkeksi b ir çek icilik ol­
duğunu söylerken şaka yapmadığı o an netleşm işti.
Şimdi, dört ay sonra, koca bir balona d ö n ü şm ü ş d u ru m d a y ­
dım. Hamilelikte bunun norm al olduğunun fa rk m d a y d ım am a
çok absürt geliyordu.
Geçen gün açık yeşil bir şort ve saks m avisi b ir tiş ö r t g iy d i­

306
ğim de S p en cer dü n y a küresine benzediğimi söylemişti.
Eh, çocuktan al haberi.
“D evasa o ld u m resmen.”
C o n n o r y atak başlığım ıza dayanmış halde yanımda oturm uş,
iPad’in d e b ir tıp dergisi okuyordu.
“D ev asa değilsin, hamilesin.”
“A şırı ham ileyim .” Kıpırdanarak, mide asidimi boğazım a
g ö n d e rm e y e c e k b ir pozisyon bulmaya çalıştım. “Devanasıyım.”
İk izlere h am ile olsam da kam ım ın normalden daha geniş ol­
d u ğ u n u b ild iğ in i biliyordum . Fakat bunu asla itiraf etmezdi.
“V ü c u d u n m uhtem elen su tutuyordun”
“B en im k i okyanus tutuyor.”
Y ana d ö n ü p eziliyorm uş gibi hissettiren omurgama masaj
yap m ay a çalıştım .
C o n n o r kaşlarını çatarak beni izledi. “Belki de artık doğum
izn in e çıkm alısın.”
“D a h a altı aylık hamileyim. Doğum izni için çok erken. D iğer
h e m şire le r b u n u bana asla unutturmazlar.”
H em şireler zorlu, dirençli bir ırktı.
“A ltı ay hiç de erken değil,” diye karşı çıktı Connor. “İçinde iki
in san büyütüyorsun.”
iP ad’ini kenara bırakıp yatakta dizüstü oturdu ve battaniyeyi
ü stü m d en atıp güçlü elleriyle ayağımı kavrayarak şişmiş bileği­
m e masaj yapmaya başladı.
Kısık, uzun bir inleme koyuverdim. Son günlerde ayaklarımla
ilgilenmesi, bacaklarınım arasıyla ilgilenmesi kadar keyif vericiydi.
“Bir düşünsene,” diye fısıldadı kışkırtıcı bir iblis gibi. “Evde
kalabilir, canın her istediğinde ayaklarını uzatıp yatabilirsin.
G ünün ortasında abur cubur yiyip şekerleme yapabilirsin.”
“Çok kötü bir insansın,” diye inledim. “M anipülatifsin. A m a

307
devam et lütfen."
Göğsünden bir kıkırtı yükseldi.
"Sadece seninle ilgilenmek istiyorum, bebeğim . Bu yüzden
buradayım. Seninle ilgilenmeme izin ver, Violet.”
Aklıma bir şey gelince dirseklerime dayanarak d o ğ ru ld u m ve
dev bedenimin ötesindeki kocamın karanlık gözlerine baktım .
"Stacey’nin altı aylık hamile halinden daha m ı iriyim ?”
Staceynin hiç ikiz bebek taşımadığını biliyordum am a h a m i­
lelikte mantıklı düşünmek çoğunlukla bir seçenek olm uyordu.
Connorın parmaklan bir anlığına duraksadı.
“Bu soruya asla cevap vermem.”
“Neden?”
“Çünkü salak değilim.”
Keskin bir nefes aldım. Dudaklarım şokla O şeklini aldı.
Connor ağzıma baktı. Muhtemelen içine bir şey sokm ayı hayal
ediyordu; çünkü o kadar edepsiz, arsız, m uhteşem bir adam dı.
“Cevabın evet o zaman! Yani Stacey’d en daha iriyim ! ö y le o l­
masaydım söylerdin!”
Ve evet, gözlerim yaşarmaya başladı. Lanet olası, ap tal h o r­
monlar.
“Hayır, söylemezdim,” dedi Connor kısaca. “Ç ü n k ü o zam an
da eski karımın on yıldan uzun bir süre önce nasıl g ö rü n d ü ğ ü n ü
neden hatırladığımı sorardın.”
O diğer ayağıma geçerken dudaklarımı büzdüm .
“Vezüv Dağının insan versiyonuyum. Karaya v u rm u ş b alin a
gibiyim. Her yerim bıngıldıyor ve kocaman...”
“Pekâlâ, bu kadarı yeterli.” Connor ayağımı yatağa bırak ıp
üzerime eğildi; mükemmel kaslı kollarıyla beni seksi b ir kafe­
sin içine alıp parıldayan gözlerle yüzüme bakarak kalp atışlarım ı

308
h ı z l a n d ı r d ı . “Bence ham ileyken çok seksisin. Benim çocuklarımı
taşıyorsun ve bu öyle tahrik edici ki bilemezsin. M ümkün olsa
seni sab ah tan akşam a kadar becerirdim.”
O n a in anm ay arak alaycı bir nefes verdim.
“B enden şüphe mi ediyorsun? Hastalarımı rahatsız etmeyecek
olsa tü m gün senin içinde kalır, hastanede bile öyle gezerdim.”
Bir k ah k a h a attım .
İtiraf etm eliydim ki sözleri iyi gelmişti. Arzulandığımı hisset­
tirm işti.
Ve ta h rik etm işti.
Bu h o rm o n la r beni rahatsız etmiyordu işte. Connor’ı da et­
m iyordu.
“K anıt m ı istiyorsun? Gel buraya.” Yatağa oturup pembe pa­
m uklu ham ile geceliğimi çekiştirdi ve çıplak kalçamı kavrayarak
beni kucağm a çekti.
O k ad ar da güçlüydü.
D izlerim i kalçasının iki yatımda yatağa bastırdığımda sert
aletinin bacaklarım ın araşma değdiğini hissettim ve bir haz dal­
gası içim i kaplarken üzerinde ileri geri hareket etmeye başladım .
“G ö rdün m ü?” Eğilip burnunu boynuma sürttü ve köprücük-
kem iğim den göğüslerime doğru ıslak öpücüklerden bir yol çizdi.
“Tüy kadar hafif, ipek kadar yumuşak.”
Parm aklarım ı saçlarının araşma geçirdim.
“Bence kazık kadar sert daha uygun olur.”
Dudaklarıma doğru hırladı. “Kazık kadar serti göstereceğim
sana.”
Gülmeye başladım ama kalçasını bana doğru itip onun için
çoktan hazır olan kıvrımlarıma daldığında gülüşüm keskin bir
nefese dönüştü.
Beni doldururken iki elimle çenesini kavradım. “Aletine b a ­

309
yılıyorum.”
Connor sırıttı. “O da sana bayılıyor.”
Sonra benimle sevişti. Bana tapmdı. Çok nazik ve yavaştı.
Güzel, zarif, esnek olduğumu ve daima ona ait olacağım ı hisset­
memi sağladı.

Connor

Üç ay sonra

“Bence morfin almalısın, Vi.”


Bir şekilde çekici göstermeyi başardığı çiçekli hastane önlü­
ğünün üzerinden karnını tutmuş halde hastane odasm da volta
atmakta olan karım, güzel yüzünde şokla bana döndü.
Kocaman açtığı gözleri, hem arkadaşı hem de doğum hem ­
şirelerimizden biri olan Effie’yle benim aram da gidip geliyordu.
Hastanedeydik çünkü vakti gelmişti. Bebekler yoldaydı.
Nihayet.
“Siz kafayı mı yediniz? Dokuz aydır lanet bir ağrı kesici bile
kullanmadım, şimdi sanki hiç büyütülecek bir şey değilm iş gibi
morfin almamı mı istiyorsunuz?”
Son birkaç aydır çektiklerini görm ek benim için çok zor ol­
muştu. Yürümesi, yemek yemesi, uyuması ve... nefes alm ası bile
eziyetti. Doğanm tüm bu yükü kadınlara yüklem esi hiç adil de­
ğildi. Erkekler için -benim için- en güç kısım, karşısında durup
partnerinin acı ve işkence çekmesini izlemekti.
Bu yüzden karımın işini kolaylaştıracak her şeye evet demeye
hazırdım.

310
“B ebekler için tam am en güvenli,” diye açıkladım. “Tek kay­
gımız, d o ğ d u k ların d a hâlâ sistem lerinde olursa ağlam alarının
birazcık gecikecek olm ası olabilir.”
“A m a öyle b ir şey olmayacak, tatlım,” diye ekledi Effie. “Sadece
iki sa n tim lik açıklığın var. Bebişler yarm a kadar gelmeyecektir.”
V iolet’in suyu üç saat önce, akşam yedide duştan çıktığında
gelm işti. O zam an d an beri kasılmaları oluyordu am a tek tü k ve
dü zen sizd i. A slm da doğum un gerçekleşeceğini düşündüğüm üz
g ü n e iki h afta vard ı am a ikizlerin biraz erken doğm ası norm al
o ld u ğ u için en dişe duym uyordum . Akciğerleri tam am en geliş­
m işti, u ltra so n ölçüm leri olması gerektiği gibiydi ve kalp atışlan
güçlü, düzenliydi.
“Ik ın m a vakti gelene kadar dinlenmelisin,” diye devam etti Effie.
V iolet cevap verem eden bir kasılma daha gerçekleşti. O k a r­
n ın ı tu ta ra k iki b üklüm olurken ve hızlı hızlı nefes alıp verirken
h e m e n y an m a gidip kolunu tuttum .
K asılm a geçince kafasını kaldırıp bize baktı. “Peki, tam am ,
b en i ik n a ettiniz. İlacı getirin.”
Effie ilacı verdikten sonra ışıklan söndürüp kapıya yöneldi.
“Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenin.”
M onitör kablolarına ve serum hortum una dikkat ed erek
Violet’in yanm a uzandım . İlaç etkisini gösterirken yüz h atları
gevşedi ve bedeni rahatladı. A rtık daha kolay nefes alıyordu.
“Ç ok daha iyi hissediyorum,” dedi ışıldayan güzel gözleriyle
bana bakarak.
“Sevindim.”
“Yani, kasılm alan hissedebiliyorum . H atta şu anda gerçekle­
şiyor am a um urum da m ı bir sor, C onnor. Hadi, sor!”
Saçlarını okşayarak geriye ittim ve parm ağım ı yanağm da gez­
dirdim . Bu kadını çok seviyordum .

311
"Kasılmalar umurunda mı Vi?”
"Hayır, değil! Hissedebiliyorum ama beni hiç rahatsız etm i­
yor! Ne kadar muhteşem, değil mi?"
"Kesinlikle.”
“Morfin süper bir şey,” dedi içini çekip gözlerini yavaşça kır­
pıştırarak.
“Aynen öyle.”
Avucumu şişkin, sert karnına yerleştirdim.
Sessiz bir andan sonra Violet elini benim kinin ü stü n e koydu.
“Ne düşünüyorsun?”
“Evde iki minik kızın koşuşturm asının ne kadar güzel olaca­
ğım düşünüyorum.”
Violet bebeklerin cinsiyetini öğrenm ek istem işti çü n k ü ay­
lar önce ormandaki konuşmamızda söylediği gibi p ra tik biriydi.
Bence de duble porsiyon yoldayken her şeyi bilip önceden hazır­
lanmak en mantıklısıydı.
“Başka ne düşünüyorum biliyor m usun?” diye devam ettim
alçak sesle. “Onlarla tanışmak, nasıl göründüklerini ve huyları­
nın nasıl olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyorum .”
Vi yanağımı okşadı. “Umarım senin gülüm sem eni a lırlar”
“Umarım senin gözlerini alırlar,” dedim ona. “A m a boynuz­
ları ve kuyrukları bile olsa... bizim bebeklerim iz o ld u k ları için
mükemmel olacaklar.”
“Evet.” Violet m ağzı uzun bir esnemeyle açıldı. “B izim be­
beklerimiz,” dedi iç geçirerek.
Alrnna bir öpücük kondurdum . “H adi birazcık uyu, bebe-
» • n
gım.
Bana iyice sokulurken gözleri çoktan kapanm ıştı. “Y anım da
olacaksın, değil mi?”

312
“H ep y an ın d a olacağım . D ünyada olm ak istediğim başka b ir
yer yok.”
O n d ö rt saat so nra bebekler de yanım ızda olm ak istediler.
G ö rü n ü şe bakılırsa d ar yaşam alanlarından artık bıkm ışlardı ve
dünyaya m erh ab a dem eyi iple çekiyorlardı.
V iolet ep id u ral doğum istemişti. Açıldığı yedi santim e u la­
şınca ilacı verdiler ve neyse ki sonrası zahmetsiz ve hızlı geçti.
H er zam an k i gibi birbirim izi çok iyi anladığım ızdan ihtiyaçla­
rın ı o d a h a d illendirm eden fark ediyor, elini tutup kasılm alarını
sayıyor ve d o ğ u m sırasında tüketm esi için hazırlanan m in ik buz
k ü p lerin i ağzm a veriyordum . O nunla m ükem m el b ir takım dık.
En b aşın d an beri.
Yeni b ir kasılm a daha oluşup geçerken Vi kendini soluk so ­
luğa yatağa bıraktı. “Bu kadar zor olması çok saçma!” K ucağına
baktı. “Ç o k u zu n bir yollan da yok ki! En fazla birkaç santim
ilerleyecekler.”
A ln ın ı serin, nem li bir bezle sildim.
“Ç o k iyi gidiyorsun, V iolet Gelmek üzereler.”
“Pekâlâ, Violet,” dedi Natasha, bacaklarının arasından. “Bir
so n rak i kasılm ada güçlü bir şekilde iteceksin, anlaştık mı?
Başlıyoruz.”
Vi başını sallayıp doğruldu ve elimi tüm gücüyle sıktı.
Ben diğer elimle bacağım havada tutarken yüzünü b u ru ş tu ­
rarak çocuklarım ızı dünyaya getirm ek için sahip olduğu tü m
kuvvetle ıkındı.
“İşte böyle, Violet,” diye yüreklendirdim . “Aynen böyle.”
Bir saniye sonra tiz bir ağlama sesi odayı doldurdu.
Bu sesi kaç kez duyduğunuz hiç önem li değildi; h er seferinde
inanılm az ve mucizevi geliyordu.
Eğilip buruşuk, ıslak güzelliğe baktım .

313
Kızımız doğmuştu.
“Geldi, Violet!" Görüşüm bulanıklaşırken gülerek saçlarını
öptüm. "Kızımız geldi ve öyle güzel ki!”
Natasha bebeğimizi Violet’in karnına koyunca ikim iz d e onu
tutmak için hemen uzandık. Karım bir süreliğine sırtın ı yastı­
ğa dayayarak bitkin gözlerle gülümsedi. Aynı anda h em ağlıyor
hem gülüyordu.
Sonra bir kasılma daha başladı. Hemşireler bebeği alırken ben
Vıolet’in gözyaşlarını silerek tekrar oturm asına yardım cı oldum .
İki ıkınmadan sonra ikinci kızımız da dünyaya gözlerini açtı.
O da ilki kadar nefes kesici güzellikteydi.
Herkes muayene edilip temizlendikten sonra Violet, iki ya­
nındaki yastıklara dayadığı kollarında bebeklerim izi tutarak
yatağa oturdu. Ben de yanma yerleşip kolum u om zuna attım ve
birbirinin tıpatıp aynısı olan m ükemmel dudaklara, burunlara
ve minicik parmaklara baktım.
Vi bakışlarını yüzüme kaldırdı. “Ne yaptığımızı görüyor m u ­
sun Connor?”
“Evet,” dedim huşuyla. “Görüyorum.”
Çocuğunuz dünyaya geldiğinde kalbinizin anm da genişlem e­
siyle, yoğun ve ezici bir sevginin sizi yutmasıyla tu h a f b ir şaşkın­
lık yaşıyordunuz.
“Ee, ne düşünüyorsun?” diye sordum Violete.
Çoktan iki isim belirlemiştik ama hangi ism in hangi bebeğe
uyacağına karar vermek için doğum u beklem iştik.
Violet sağ kolunu hafifçe kaldırdı.
“Bence bu Peyton olmalı.”
“Önce doğduğu için mi?”
Evet. Vi şahane bir gülümsemeyle kafa salladı. ‘“Tetikte
olun, ben geliyorum,’ der gibiydi.”

314
S o n ra d ik k a tin i d iğ er kolundaki kızımıza verdi.
“B u k ü ç ü k h a n ım ise Hailey olsun.”
“Ç ü n k ü işleri yavaştan alıp rah m in keyfini biraz daha sürm ek
isted i,” d e d im .
“A y n e n öyle.”
K ız la rım ız ın g ö b ek adlarını, Violet’in annesinin anısına çiçek
is im le r in d e n seçm iştik.
K a rım , b e b e k le rin b u ru n la rın a öpücükler k o n d u ru p fısılda­
d ı. “D ü n y a y a h o ş geldiniz, Peyton Rose ve Hailey iris'.”
G ö ğ s ü m ü n sıkıştığını, kalbim in kaburgalarım a çarptığını
h is s e ttim ; ç ü n k ü b u k ad ın gücüyle, güzelliğiyle, hayatım a g etir­
d iğ i c o şk u y la ak lım ı başım d an alıyordu.
“S en i sev iy o ru m , Violet,” dedim boğuk, duygulu b ir sesle.
O n u sev m ek ten , varlığı için m innettarlık d u y m ak tan asla

G ü lü m se y e re k b an a döndü.
“B en d e sen i seviyorum , C onnor. Tam seni d ah a fazla seve­
m e y e c e ğ im i d ü şü n ü rk e n kalkıp b ir şey yapıyorsun ve aşk ım ın
d a h a d a b ü y ü m esin e n ed en oluyorsun.”
D u d a k la rın a u zun, yavaş bir öpücük k o n d u rd u m . S o n ra p a r­
m a ğ ım ın u c u n u kızlarım ızın p u d ra kadar yu m u şak y a n a k la rın ­
d a g ezd ird im .
“Tatlı k ızlarım benim ,” diye fısıldadım .
Ç o k tan kalbim e kem en t atm ışlardı... tıpkı an n eleri gibi.
Ve b u n d a n son derece m e m n u n d u m ; aksini asla istem ezdim .

• (îng.) Rose, iris-, gül, süsen, (ç.n.)

315
SONSÖZ/ 2

Ahü ay sonra

S
ıcak bir sonbahar cumartesi akşamı, Garrett ile Callie akşam
yemeği için bizi evlerine davet ettiler.
Kardeşim, Lakeside Lions’ın önceki akşam aldığı galibiyet
nedeniyle hâlâ m utluluktan havalardaydı ve Dean de eşi Lainey
ve kızı Ava’yla birlikte Jersey kıyılarında çıktığı yazlık turnenin
ardından memlekete dönüp rahatlam anın keyfini çıkarıyordu.
Bu davet, Violet ve beni de çok heyecanlandırmıştı. Oğlanların
ders dışı aktiviteleri tam gaz devam ederken ve evde iki yeni be­
bek varken pek fazla dışarı çıkamıyorduk.
“Peyyyyton,” diye sızlandı Spencer, sabırlı bir bitkinlikle.
Garrett ile Callie’nin göle bakan arka verandasındaydık ve
küçük kızım rengârenk oyuncak anahtarlarını milyonuncu kez
aktivite masasınm dışına fırlatmıştı. Spencer yeni ağabeylik so­
rum luluklarım son derece ciddiye alıyordu... ancak herkesin bir
kırılma noktası olurdu.

317
Yine de en küçük oğlum anahtarları yerden alıp kardeşinin
oyun masasına koydu.
Ve Peyton oyuncağı aldığı gibi yere fırlattı.
Tekrar.
Ardından içten gelen, tiz bebek kahkahalarından b irin i attı ve
bunu duyan herkes onunla birlikte gülmeye başladı.
Böyle bir sese tepki vermemeye çalışm ak kesinlikle beyhu-
deydi.
Violet, kızlarımızın huylarını tahm in ederek o n lara isim lerini
verirken hedefi on ikiden vurmuştu. Peyton da H ailey de koyu
renkli saçları ve annelerinin iri, kahverengi, kalp yakan gözleriy­
le muhteşemlerdi. Vi ikisinin de benim gülüm sem em i aldığım
söylüyordu... ama kişilikleri birbirinden tam am en farklıydı.
Peyton talepleri bitmeyen, erken gelişen bir afacandı. E nerji­
sinin sonu yoktu.
Hailey ise bana Braydenın bebekliğini hatırlatıyordu. Sakin,
düşünceli, halinden memnun bir bebekti ve pek ilgi beklem ezdi.
Şimdi bile birkaç metre ötedeki çimlerin üzerine serd iğ im iz bir
yaygıda yatıyor, ayak başparmağını m utlulukla em erk en gökyü­
zünü seyrediyordu.
“Bunu daha ne kadar yapar?” diye sordu a n a h ta r to p lam a h iz­
metkârı Spencer, oyuncağı yerden bir kez daha a ld ık tan sonra.
“Sonsuza kadar,” dedi Violet. Sonra güldü. “S o ru n yok,
Spence. Sen istersen gidebilirsin, görevi ben d ev ralırım
Violet nasıl bir insansa öyle bir anneydi. Fedakâr, sıcak, güçlü,
anlayışlı, nazik ve sevgi doluydu.
“Sağ ol, Violet,” dedi Spence iç geçirip ona b ir b eşlik çakarak.
“Sana borçlandım.”
Sonra Lainey nin hafta sonu için üniversiteden eve gelen oğlu
Jason, Aaron ve Braydenın sosis kızartıp ü niversiteden ve arab a­
lardan konuştuğu ateşin başına koştu.

318
V erandanın diğer ucunda Lainey, Garrett ile Callie’nin oğlu
VVill’le top oynayan Dean’i izliyordu. O nun yanında da küçük
C harlotte ile Ava, bir oyuncak bebek arabasını birlikte öne arka­
ya iterek uydurm a bir ninni söylüyorlardı.
Bebek arabasında, Dean’in ninesinin siyah kedisi Lucy vardı.
D ean’in dediğine göre Lucy onu her gördüğünde sakat b ı­
rakm aya uğraşıyordu am a vahşi kedinin, Ava’yla bir sorunu
yok gibiydi. Z ira şu anda bir bebek bonesi içinde gayet rahat
görünüyordu.
G arrett ile Callie, ızgaranın başmda el ele tutuşmuş, bir yandan
biftekleri çevirirken bir yandan şaraplarını yudumluyor, ara sıra
da birbirlerine öpücükler veriyorlardı. Her daim mutlu olan gol­
den retriever köpekleri W oody de ayaklarının dibinde uzanıyordu.
Bakışlarım ı suya ve sonbahar renklerine bürünm eye başlayan
ağaçlara çevirdim.
Violet günün bu vaktine bayılıyordu. Güneş alçalıyor; tüm
gölü parlak turuncular, pembeler, altın renkleri ve açık morlara
boyuyordu.
Güzel bir akşamdı.
Güzel bir hayattı.
M uhteşem bir kasabada, muhteşem insanlarla çevrili, m uhte­
şem bir hayatımız vardı.
“Sevdiklerin neredeyse yuvan orasıdır” sözü kesinlikle doğ­
ruydu.
Fakat bazen, eğer şanslıysanız, bu söz tam tersi şekilde işler­
di... ve en sevdiklerinizi, başından beri yuvanız olan yerde b u ­
lurdunuz.

SON

319

You might also like