You are on page 1of 142

?

ATLAR DİYARI
FAHİŞESİ
roman

2
....

ATLAR DİYARI
FAHİŞESİ
roman

3
4
İÇİNDEKİLER

Giriş

1. Tanışma

2. İlk Buluşma

3. İlk Ayrılık

4. İmam Nikahı

5. Bölüm Sosyal Medya Bağımlılığı

6. Arkadaşlar ve Onların Dertleri

7. Beni ve Çocuğunu İhmal Etme

8. Gelişim ve Dedenin Ölümü

9. KPSS

10. Gollik

11. Psikolojik Baskı

12. Kıskandırma ve Tahrik

5
13. İnsanların Kendisine Asıldığını Anlamıyor

14. Hastalık ve Acılar

15. İftira ve Yalanlar

17. Dövmeci

18. Ahlaksız Düşünceler ve Paranoya

19. Evlilik Yolunda

20. Boşanma Sürecinde Yaşananlar

6
y
........

B irkaç sene öncesine kadar herkesin kıskandığı mutlu bir


evliliğim vardı. Bu mutlulukta iş hayatımla ev yaşantı-
mı hiçbir zaman birbirine karıştırmamamın rolü büyüktü. İşle
ilgilenirken sosyal hayatımdan ödün vermiyor, iş, ev, sosyal
etkinlikli üçlü bir denge uyumuna önem vererek yaşıyordum.
Cumartesileri aileme, pazar gününü de kendime; hobim olan
yaban hayatını araştırmaya ayırmıştım. Neredeyse her pazar
araziye gider, arkadaşlarla buluşup doğadaki canlı türleri üze-
rine konuşur ve fotoğraflar çekerdik.
Zamanın döngüsel ilerleyişi böyleydi benim için... Ancak
ekonomik krizin kendini göstermesiyle her şey başaşağı git-
meye başladı.. Ülkede yaşanan sorunlar her geçen gün artış
gösteriyordu; hammadde fiyatlarına zam üstüne zam geliyor,
bu da fiyat güncellemesini zorunlu kılıyordu. Müşterilerimize
durumu anlatmaya çalışsak da, onlar kendi pencerelerinden
bir bakışla ya, bu zamları kabul etmiyor, ya da bizimle çalış-
mayı bırakıyorlardı. İş hayatımımda her şey sarpa sarmaya
başlamıştı, bunun önüne geçmenin herhangi bir yolu yoktu,
mecburen zarara dönmeye başlamıştı işletme.

7
Zaman ilerliyor, ama ülke ekonomisinin iyileşmesi ufukta
bir türlü belirmiyordu. İktidardakiler halka herşey yolunda
söylemlerinde bulunuyorlardı, ancak ’ceb’e yansıyan anlatılan-
lardan farklıydı. İşler böyle devam edince haliyle yaşam stan-
dartlarımızdan ödün vermemizin kaçınılmazlığını anlamak zor
olmasa gerekti bizim için...
Ancak bizim evde durum, ’düzenimden vazgeçmem’ rutinin-
de devam ediyordu. Bu duruma müdahale etmeye çalışsam da
başarılı olamadım, kaç kez eşimle konuşmama rağmen farklı
bir etki yaratamadım ev düzeninde. İş olağanına akmaktaydı,
zira ev kontrolü kadın ve çocuklardaydı, onlar da alışkanlıkla-
rın tesiri altındaydılar, alışkanlıklardan vazgeçmek kolay de-
ğildi...
Bu durum beni zorlamaya başlamıştı ve daha önce hiç yaşa-
madığım sıkıntılarla yüz yüze getiriyordu beni. Artık ipin ucu
kaçmıştı; ödemelere yetişemiyordum, evde huzur kalmamıştı
ve iş hayatımda da işler pek iç açıcı değildi. Normal şartlarda
haftada yaptığım bir iş bile, iki haftamı kurtaracak kadar para
bırakırken artık bu söz konusu bile değildi. Her yolu deniyor
ama bir çıkış yolu bulamıyordum. Öyle ki parasızlıktan fatu-
ralar ödenmediğinden elektriklerimiz dahi kesilmişti. Bunlar
kolay şeyler değildi bir baba ve benim için...
Bu zor zamanlarımda sağolsun annem bana çok destek
oldu, ne söylesem yetersiz kalır, şükranlarımı sunuyorum...
Eşimle tartışmalarımızın dozu artıyor, beni ihmal ediyor.
Artık eskisi gibi özenli davranmıyor. Sanki eşim gitmiş, başka
bir insan gelmişti, artık tanıyamıyordum onu. Aramızdaki ka-
nallar tıkanmıştı sanki, iletişim dahi sağlayamıyorum, bu tari-
fi mümkün birşey değil. Nereden nereye; düşünsenize tek bir
gece dahi sarılmadan uyumadığım bir eşten söz ediyorum...
***

8
Ocak 2020’de yurt dışından bir telefon aldım, arayan eski
bir müşterim olan Ahlam Hanım’dı. Bana bir işi olduğunu ve
bunu benim yapmamı istediğini, hazırlıklara başlamamı söyle-
di. Bu inanılmaz bir şeydi, adeta bir mucizeydi. Kolay mı? Bu
tamı tamına 2.7 milyon dolar değerinde bir işti. Bir anda talih
kuşu konmuştu başıma, hayatım bir anda değişecekti artık.
Tüm hesaplar en ince detaylarına kadar yapılmış herşey
hazırlanmıştı. Malın nasıl yapılacağı, nasıl hazırlanacağı, nasıl
numaralandırılacağından malın sevkiyatına kadar. Ana sipa-
riş öncesi 30.000 adetten oluşan numuneler bile çoktan yola
çıkmış, bir hafta sonra yerine ulaşmıştı. Firma ürünleri beğen-
diğini, bu işi kesin olarak bizimle yapacaklarını yazılı olarak
iletmişti. Biz, ihtiyacımız olan hammaddeyi ayarlamak için tüm
piyasayı tarıyor, en iyisini nerden bulacağız diye uğraşıyorduk.
Kolay değil, 12 tır dolusu bir malzeme bu...
Günler geçiyor firma ile olan bağlantımız daha da artıyordu,
herşey hazırdı, ’başlayabiliriz’i bekliyorduk.
İş kesinleşti diye ben de havalara uçuyor, hayaller kuruyor-
dum; ev, araba, şu, bu, vs... Hatta İstanbul Beykoz’da bulunan
bir yalı için pazarlık yapıyor, özel bir Range Rover için de fir-
malarla konuşuyordum. İnanılmaz bir duygu patlaması yaşı-
yordum, çünkü onlarca sıkıntı bitecek, ruh halim değişecek,
belki de ailem ile olan sorunlarım tamamen ortadan kalkacaktı.
Bu arada inanılmaz bir olay daha oluyor ve eski bir müşte-
rim Hollanda’dan beni arıyordu; ”1.700 bin liralık bir siparişe
hazır olabilir misin?” diye soruyordu. Ben, ”Tabii halledebili-
riz!” karşılığını veriyordum.
İnanılmaz gelişmelerdi bunlar, nasıl anlatılabilir ki?.. Sevinç-
ten havalara uçuyordum.
Diğer işte olduğu gibi, bu iş için de piyasayı talan ediyor-
dum. Her gün saatlerce telefonda konuşuyor; ora senin bura

9
benim, dolaşıyordum. İş bu, hakkını vermek ister. Siz işinize
sahip çıkarsanız daha çok para kazanırsınız. İş yaparken elim
yağa, pasa değmesin derseniz, işi taşere eder kazanacağınız
paradan kaybedersiniz. Ben bunu yapmak istemiyordum çün-
kü bu benim işimdi ve emeksiz kazanmak da istemiyordum.
Hayatımın hiçbir anında asla kolay para kazanmak gibi bir der-
dim olmadı. 17 yaşında babamı kaybettiğimden beri çok affe-
dersiniz hayvanlar gibi çalıştım.
Gerçi çocukken de gizlice çalışır para kazanırdım. Terazi ile
insanları tartar, bidonla su satardım, o zamanlar (1987-1989
yılları arası sanırım) bunların hiç birinden ailemin haberi ol-
madı. Duysalardı ilk başlarda sanırım fena bir dayak yerdim.
Babam sert bir adamdı çünkü, bizi sertlikle koruyacağını düşü-
nürdü. İlkokul zamanlarımda da bu işleri yapıyordum. Sabahçı
olduğumda öğleden sonra,öğlenci olduğumda da sabahtan öğ-
lene kadar hep gizlice çalıştım.
Çalışmak benim için bir yaşam biçimiydi, çok seviyordum,
evet babamın parası vardı, çalışkan bir adamdı. Demek ki ba-
bamdan bana da sirayet etmişti bu özelliği...
Bir gece babama (sanırım 14 yaşındayım) ben çalışmak isti-
yorum dediğimde bana kızarak, ”Mustafa Taşçı’nın oğlu neden
çalışacakmış bu yaşta?” diye çıkışmıştı. Ben de içimden baba
parasına bakmam ben, diye söyenmiştim.
Derhal kafada bir plan yapmalıydım, babam duyarsa öldü-
rür beni. Aklıma amcam geldi, Cağaloğlu’nda matbaacılık ya-
pıyordu. Hemen onu aradım, durumu anlattım, bana yardım
etmesini istedim. Tamam yeğenim dediğinde dünyalar benim
olmuştu.
Evden neredeyse 30 kilometre uzakta birkaç vasıtayı kulla-
narak gidebileceğim bir yerdi burası. Erken kalkıyor ve işime
gidiyordum.

10
Çalışmaya başlamıştım, çok mutluydum. Çalışmak bir yana
teknolojik ve mekanik makinaların içinde olmak ve onların üre-
timlerini izlemek inanılmaz heyecan verici şeylerdi benim için,
nasıl tarif edebilirim ki?
İnsanlar yaz tatilinde denize giriyor, eğleniyor, ben ise onca
yolu o yaşta aşıp işe gelip gidiyordum. Epeyce para biriktirmiş-
tim, ne istesem alabilecek durumdaydım, ama har vurup har-
man savurmak da istemiyordum. Bu para ile güzel bir şeyler
yapmalıydım, derken aklıma ablam geldi, ablam evlenecekti.
Ablamla aramız pek yoktu, bana karşı çok sabırsız ve taham-
mülsüzdü. Tavrı suçlayıcı tarzda olurdu çoğunlukla, sanırım
bunun sebebi, ben doğduktan sonra ona karşı ilgi eksilmesi
nedeniyle beni kıskanmasıydı. Onun suçu değildi bu, birçok
anne ve baba ikinci çocuk doğduğunda hep bu hataları yapar,
ya da istemeyerek bu zaafa düşerlerdi. İlk çocuk kız, ikincisi
erkek olursa, işte o zaman o kız çocuğunun vay haline!..
Neyse.. ben bana onlarca kez haksızlık yapmasına ve suç-
lamasına rağmen ablam için birşeyler yapmaya karar verdim.
Gerçi o hep beni suçlardı, paralarını benim çaldığım iftirasını
atar ve ben bu sebepten dolayı babamdan çok dayak yediysem
de bunları hiç düşünmeden, yapmam gereken en doğru şeyin
kararını verdim.
Ablamın çaldı dediği paralar, aslında nereye koyduğunu
unuttuğu paralardı, Allah işte hepsini de bana bulduruyordu,
ben de afiyetle zevkle yiyordum. Ablama çeyizlik olsun diye
birçok şey aldım, anneme, kardeşlerime, babama. Kısaca birik-
tirdiğim bu paralar ile en doğru şeyi yaptığıma inanıyordum.
Alışverişi yapmış herşeyi doldurmuştum. Poşet ve çanta-
lar o kadar çoktu ki iki seferde taksiden indirebilmiştim. Eve
babam erken gelmişti, bu hiç hesapta olan birşey değildi. Bu
şekilde eve girince ve benim bunları salona taşıdığımı görünce,

11
bir anda delirdi. Namuslu ve dürüst adamdı babam, helal ve
harama çok özen gösteren biriydi. Bir anda, ”Bunlar da neyin
nesi, nerden çıktı bunlar?” dedi. Ben de babama gururla; ”Ça-
lıştım, biriktirdim ve hepinize özellikle ablama birşeyler aldım.”
deyiverdim.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra annem bana o gece ile
alakalı şunları söyledi: ”Baban o gece hiç uyumadı ve yaptı-
ğı tek şey sabaha kadar ağlamaktı. Bunun nedenini kendisine
sorduğumda bana şöyle dedi: Demek ki benim oğlum adam ol-
muş ve evine bakabilecek durumda, bana birşey olursa gözüm
arkada kalmayacak ve evine aslanlar gibi bakacak!”
Mart ayının sonlarıydı, telefonum çalıyordu, baktığımda
İngil-tere’den müşterim Ahlam Hanım’dı arayan. Bana endişe
ve üzüntü dolu şu haberi veriyordu; ”Ahmet Bey, Covid salgını-
nın tüm dünyayı etkisi altına alacağı ve en çok ta bizim sektö-
rümüz olan sağlık ve güzellik merkezlerini etkileyeceği, yapmış
olduğumuz toplantı ve planlarda karşımıza çıktığından, şirketi-
miz şu an için bu siparişi durdurma kararı almıştır. Bunun için
sizden özür dileriz.”
Başta anlayamadığımı sandım ve tekrarlamasını istediğim-
de de aynı cevabı alınca üzerime bir kabus çökmüş gibi kala-
kaldım.
Telefonu kapattım arkama yaslandım, sanki koltuğa otur-
mamış içine gömülmüştüm. Ne kadar kaldım bilmiyorum. To-
parlanmaya çalışıyordum olmuyordu, bayılacak gibiydim; onca
hayal, onca plan, ailem, her şey o anda bir film şeridi gibi gözü-
mün önüne geldi. Çok acıydı ve bu olayı atlatmam birkaç gün
sürmüştü, kendime gelmek zorundaydım çünkü yetiştirmem
gereken başka bir işim daha vardı, hemen ona odaklandım.
Her şey gayet iyi gidiyordu. Nisan ayının ortalarıydı, Hol-
landalı müşterinin işlerini yapacaktım. Onun da tüm malzeme-

12
leri hazırdı, hatta iş bittikten sonra kargo için kiralayacağımız
uçak bile ayarlanmıştı. Saint Martin adasına mal ikinci bir
nakliye ile gidecekti. Ada yönetimi ile Hollandalı yetkililer son
toplantıya girmiş, iş %95 bitmişti, her şey tamamdı. Derken
toplantıda oldukları o anda telefonum çaldı, baktığımda Hol-
landalı yetkili beni arıyordu. Dedim ki çok şükür, en azından
bu iş gerçekleşecek ve bir senemi kurtaracak, iyi de bir para
kazanacağım.
Beklentim, ”Ahmet Bey ürünleri yollayın, para hesabınıza
yol-lanacak!”tı, fakat öyle olmadı. Parayı ödeyecek olan bağış-
çı vazgeçmiş, ada yönetimi sıkıntıya düşmüş ve bir çıkış yolu
bulamamışlardı. Müşterim mahçup bir dille, sizden özür dile-
riz dedi ve kapattı.
İkinci bir şoku yaşayamazdım ama yaşadım. Birçok öde-
mem vardı.İş hayatımda çalıştığım herkes benim nasıl biri ol-
duğumu çok iyi bilir, hiçbir firmada limitim yoktur, dilediğim
kadar bana cari açarlardı, bilirlerdi ki Ahmet ne yapar ne eder,
borcunu öderdi. Bunu çok iyi biliyorlardı. Benim bu itibara za-
rar vermemem gerekiyordu, farklı birçok işe girişiyordum, çok
şükür başarıyordum, borçlarımı ödüyordum. Ancak ailemle
olan durum iş hayatımdaki gibi güzel gitmiyordu.
Bir gün çok kötü oldum, ne konuşuyor ne gülüyor durma-
dan susuyordum. Bu durum ailemi korkutmuş, derhal bir şe-
kilde yardım etmek istemişlerdi. İkinci annem olan Biye’yi arı-
yorlar, (Ferhunde, o beni evladı yerine koyan ve bana maddi
manevi her şekilde yardım eden dünyanın en iyi kadınıdır.)
benden bahsediyorlar, Biye hemen beni hastaneye getirmele-
rini söylüyor. (Ferhunde annem özel bir hastanenin başhem-
şiresi ve yöneticisiydi) ve ben zorla da olsa gittim. Doktorun
odasında Annem Ferhunde, öz annem, doktor ve ben vardık,
eşimi içeri aldırmamıştım

13
Doktor, önce muayene etti, sonra bana; ”Ahmet Bey her-
hangi bir sağlık sorununuz görünmüyor, neyiniz var, anlatmak
ister misiniz?” dedi. Ben bir şeyim olmadığını doktora söyleyin-
ce, doktor: ”Birşeyiniz yoksa neden bu haldesiniz? diye sordu.
Susuyordum, sadece yere bakıyordum, çünkü utanıyor-
dum. Doktor israr ediyor, ben susuyordum ama en sonunda,
”Annelerim çıkarsa söylerim!” dedim. İki annem de müdahale
ederek, ”Buna gerek yok, özel değilse kalmak istiyoruz!” dedi-
ler. Ben de özel bir durum asla yok!” dedim. ”Peki ya o halde
neyiniz var?” diye tekrarladı doktor.
O an hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, sel halinde göz yaşı
döküyordum, doktor hemen mudahale ederek, ”İyi misiniz Ah-
met Bey?” diye sordu, sakinleştirici bile yapmak istedi. Ama
ben cevap vermiyordum, veremiyorsun çünkü, utanıyordum.
Bu ağlama birkaç dakika böyle sürdü, sonra doktora, ”Dok-
tor bey kimin ne düşündüğünü bilmiyorum, ama benim soru-
num bambaşka, ne geçmişimle ne de geleceğimle alakalı, haya-
tımda da biri yok, benim tek derdim personelimin maaşını 15
gün geciktirdiğim için bu haldeyim, kendimden utanıyorum!”
dememle herkes irkilerek yüzüme baktılar. Kimse ne diyece-
ğini bilemiyordu, zaten birşey demelerini beklemiyordum. An-
cak doktorun bana, ”Derdiniz bu muydu?” demesine inanılmaz
öfkelendim. Bundan daha büyük bir utanç olabilir miydi? Siz
onların emeğini alıyorsunuz ama siz onların hakkını geciktiri-
yorsunuz. Doktor iş dünyasında bunların olacağını bana anla-
tıyor, ama ben sadece dinlemekle kalıyordum. Bir ara anneleri-
me baktım, onlar da ağlamışlardı bu durumuma.
Neyse işler iyiye gitmiyordu yeni salgın hastalık gittikçe ya-
yılıyordu, herkes endişeliydi çünkü ölüm korkusu ve hastalığın
yayıldığı ülkelerde uygulanan tedbirler bizlerin de gözünü kor-
kutuyordu.

14
Mart ayıyla birlikte hastalık ülkemizde de görülecek ve çok
hızlı bir şekilde yayılacaktı. Devlet pandemi ilan etmiş kurallar
ve yasaklar koymuş, acımasızca davranıyordu. Birçok işletme
kapanmış, ya da işleri durmuştu. Biz de bundan aşırı etkile-
nirken devletimiz yanımızda olmamış yabancı ülkelere yardım
ediyor, liderlik etme peşinde kendi kaynaklarımızı oralara ak-
tarıyordu. Biz kira ödeyemiyor, her geçen gün borç batağına
saplanıp sıkıntılar yaşıyorduk, ama devletimiz yabancı devlet-
lere yardım yapmaktan vazgeçmiyordu.
Günler böyle devam ediyordu, ofise ne gelen oluyor ne de
giden. Aylık 15 bin lira masrafımız varken, elimize 3 bin lira
ancak geçiyordu. Birçok yol aramama rağmen para bulmak
zorlaşıyor, verdiklerimi geri alamıyordum. Tahsilat yapmak zor
bir hal almıştı; kimse para vermiyor ya da pandemiyi bahane
gösterip para yollamıyordu. Zaman ilerliyor faturalar, kira ve
diğer ödemeler birikiyordu. Ne yapacağım ben? Eve gittiğimde
zaten moralsiz oluşum beni derin duygulara itiyordu, kafamı
dağıtmak istiyordum ama olmuyordu, yol açmak için zihnimi
yorup duruyordum.
Web sayfamızla ilgileniyor, bir yandan da eşimin sorumsuz
hareketlerine katlanmak zorunda kalıyordum. Eşim normalde
bu dünyada eşi bulunmaz bir kadındı. Hakkını yiyemem, benim
en zor zamanlarımda yanımda olmuş, sabretmiş, sesini çıkar-
mamış biridir. Anneliğine, namusuna, temizliğine ve kişiliğine
kimse laf edemezdi, ben de edemem. Eşime ne olduysa üçüncü
çocuğumuzdan sonra oldu; bana karşı garip tavırlar almaya
başladı, anlayışsız, küstah bir kadına dönüştü. Oysa bugüne
kadar hiç bir zaman böyle bir davranış sergilememişti, şimdi,
ne söylesem tersliyordu. Bu davranışları artık beni de bunal-
tıyordu, ne zaman insanca iletişim kurmaya kalksam aşağılar-
casına cevaplar alıyordum, oysa o da biliyordu ben duygusal

15
ve hassas biriyim. Evliliğimiz sürecinde onun kalbini kıracak,
kişiliğini zedeleyecek, onuru ile oynayacak bir söz dahi kullan-
mamışımdır. İleride bahsedeceğim boşanma sürecinde hakim
karşısında bunu orada da tekrarladım ve kendisi de doğru söy-
lüyor diye beni onaylamıştır. Bir çok kez eşime yalvardım, lüt-
fen böyle davranma, bu davranışların ilişkimizde derin yaralar
açıyor, bak ileride daha kötü sonuçlar doğurabilir ve hatta bu
ayrılığa sebep olabilir, lütfen kendine bir çekidüzen ver!
Aslında bu konuşmaları yaparken içimdeki ruh halimi yan-
sıtıyor, ondan bana yardım etmesini istiyordum. Bu istekleri-
me karşılık eşimden cevap alamıyordum. Nihayet bir gün ona;
”Bir gün beni dizlerine yatırsan, okşasan saçlarımı, dertlerimi
dinlesen olmaz mı? Hem belki de içimi döker, çocuklar gibi ağ-
larım dedim?”
Bunu tüm samimiyetimle söylemiştim, ama aldığım cevap
beni inanılmaz derecede altüst etmişti:
”Ben öyle şeyler yapamam!”
Bir erkek kadınlardan fiziksel olarak güçlü olabilir, fakat
duygusal yönden güçlü olabileceğini zannetmiyorum, en azın-
dan bende böyle olduğunu biliyorum. Ben çocukluğumdan beri
çok çabuk kandırılan, onlarca şeye rağmen kolay affeden biri
olmuştum hep.Bunun da sebebi baba faktörünün benim üze-
rimdeki etkisiydi. Babam iyi bir insandı ama maalesef dışarıya
karşı olan hoşgörüsünü çocuklarına, özellike bana karşı pek
kullanmazdı, bunun da sebebi sanırım benim biraz hiperak-
tif olmamdı. Ben hata yapmasam da kardeşlerim zarar görür
endişesi ile suçu hep üstüme alırdım, öyle oldu ki bu belli bir
süreden sonra kardeşim Arif’te alışkanlık haline geldi. Evde ne
olsa, ”Baba abim yaptı!” der, işin içinden çıkardı. Babam beni
döverken o kenardan sinsice güler, beni izler; ”Bak seni nasıl
dövdürdüm!” derdi. Durum böyle olunca insanın merhamet

16
ihtiyacı da çok fazla oluyor maalesef. Toplumumuzda bu gibi
çocuklar kötülüğe eğilimli bir vaziyette hayata atılıyor, sonra-
sında çeşitli suç ve kötülüklere karışıyorlar. Türk örf ve adetle-
rinin çocuklarla ilgili kısımlarının tamamen değişmesi gerekti-
ğini yıllardır savunuyorum. İnsanın geleceği çocuğudur, sahip
olduğu mal ve paralar değil.
Ben de böyle büyüdüğüm için duygusallık yönüm çok aşırı
gelişmiş sanırım.
Sonuçta o eşim ve çocuklarımın annesiydi, sabretmem ge-
rekiyordu ama olmuyordu. Ben sabır gösterdikçe o daha fazla
üzerime geliyordu. Çok kez dua edip namazdan sonra ellerimi
açarak: Rabbim bana yardım et derdim. Bir türlü olmuyordu
eskisi gibi, herşey, her yolu deniyordum, hatta baldızımı arıyor;
ne olursun bize yardım et, diye isteklerde bulunuyordum.
Olmuyordu; ailemi, işimi ayakta tutmak her geçen gün be-
nim için daha da zor bir hal almaya başladı, tutunamıyordum
hayata, kayıp gitmek üzeredyim ama kimse farkında değildi,
annem bile...
Annem 36 yaşında dul kaldı, binbir güçlükle ayakta kalma-
mızı sağladı elinden geldiğince. İşler annemin hacca gitmesiyle
değişti. Annem hacdan geldikten sonra bambaşka bir kişi ha-
line geldi. Kendini dünyaya kapatmış, sadece ibadetle zama-
nını geçiriyor, neredeyse alnı secdeden kalkmıyordu. Annem
dindar bir kadındı ama bu bambaşka bir şeydi artık. Onun
dünyasında biz yokmuşuz gibi yaşıyordu, eve gelen, hayır du-
asını almaya çalışan insanların sayısı durmadan artıyordu. Bu
sayı özellikle cuma günleri 100-200 kişi arasında değişiyordu.
Annem, evimin yanında iki nefeste gidebileceğim bir yerdeydi.
Onlarca kez kapısına gittim, yok o hoca var, yok bu çarşaflı
kadın var, diye içeri gidip kalbimi, hayatımı borçlu olduğum,
beni dokuz ay taşıyan anneme açamıyordum. Çaresiz kaldım,

17
yapayalnızdım. Eriyordum ama kimse görmüyordu. Sadece oğ-
lum Hamza...
Hamza yaşına ve yaşıtlarına göre inanılmaz gelişmiş duygu-
lara sahip bir çocuktur. Onunla her derdinizi paylaşabilirsiniz
ama benimkiler onun için çok fazlaydı ve yapamazdım, çünkü
bu sorunlardan biri de annesi ile alakalı olduğundan korktum.
Farkında olmadan ağızdan kaçıracağım bir cümle belki annesi
ile arasında bir sorun oluşmasına sebep olabilirdi, kim bilebi-
lir?
Haziran ayıydı... Ben artık dayanamıyordum, içinde bulun-
duğum durumdan kurtulamıyordum, işler berbatlaşmış para
bulmak zorlaşmıştı. Bir tek ”Babam Ahmet” (amcam) bana
sahip çıkıyor, destekliyor, ama dayılarımdan ses seda yoktu.
Oysa babam onları sahiplenmiş, iş ve yuva kurmalarında yar-
dımlar etmişti.
Bir gün dayımı aradım ve kendisine üç aylığına 5 bin liraya
ihtiyacım olduğunu söyledim. Bana, ”Ahmet yok, olsa ne de-
mek!” cevabını verdi. Ben de teşekkür ederim deyip telefonu
kapattım. Daha sonra duydum ki daire almış. Tekrar dayımı
aradım, ”Dayı, ben senden para istedim, bana yok dedin ama
daire almışsın!” diye sordum. O da bana, ”Benim param değildi,
yengenin parası ile aldık” demişti ve çok zoruma gitmişti, yoksa
bana ne ne alırsa alsın?
Aradan bir kaç ay geçti, sanırım beraber çalıştığı ve benim
de tanıdığım bir ustasıyla bir yere gidiyorduk, araçda 3 kişiy-
dik, birden Salih abi, aracı kullanan adama beni şu şekilde tak-
dim edip tanıştırdı: ”Bu adam var ya, öyle delikanlı bir adamın
yeğeni ki sana anlatamam!” Aracı kullanan:
”Nasıl yani! dedi. Salih abi:
”Geçenlerde ev alacağım, faiz de vermek istemiyorum, ara-
dım dayısını durumu anlattım, dayısı da bana ’tamam’ deyip bir

18
saat sonra 100 bin lira yolladı.” Aracı kullanan adam:
”Vay, helal olsun!” dedi.
Onlar konuşmaya devam ederken ben şoka girmiş, hiçbir
şey duymuyordum artık. Ben dayım için onlarca fedakarlık
yapmışım, onlarca değerli antika eşyalar hediye etmişim ve
ona işleri ve çiftliği konusunda bu kadar destekte bulunmu-
şum, O ise, benden 5 bin lirayı esirgeyip elin adamına 100 bin
lira veriyordu. Ne acı değil mi? Dayıma verdiğim antikaların
belki bugünkü değeri 100-250 bin arasıdır.
Bu olayları da görünce yapayalnız kaldığıma iyice ikna ol-
dum, aklımda olan tek şey intihardı. Düşünecek hiçbir şey
kalmamıştı. Çünkü olmuyor, ne yapsam ne etsem olmuyordu.
Bazen ofiste kalıyorum, bazen evde. Hiç keyfim yok, dünya
gözlerime gözlerime batıyordu, artık ’yeter! dedim.
Her şeye kendimi kapattım, kimse ile konuşmuyordum,
içimden birşey yapmak da gelmiyordu. Ne çocuklarım, ne ar-
kadaşlarım, ne de en sevdiğim yaban hayatı tutkum. Geçmişi-
mi sorgular olmuştum, ben kime ne yaptım? Varımı yoğumu
insanların iyilikleri için harcadım, onlara daha iyi dost nasıl
olurum diye uğraştım, çabaladım durdum, birçoğunun nere-
deyse her zor gününde maddi manevi yanında oldum. Kiminin
okul, kiminin hastane, kiminin icra işlerine yardımcı oldum.
Ama bana gelince herkes üç maymunu oynuyordu, işlerim
bozulmuş ve herkes biliyordu; ne arayan var, ne soran! Sanki
bana para yollayın diyecektim. Anneme yanaşırım yok, karıma
yanaşırım yok, akrabalara yanaşırım yok, sadece bir tek ba-
bam bildiğim amcam var, kimse kalmamıştı etrafımda.
Hani bilirsiniz, bir insan canına kıydı mı, acaba ne derdi
vardı? derler ya, işte bu en büyük yalandır. Böyle bir duruma
düştüğümde kimse beni dinlemedi bile...
Buse böyle bir zamanımda karşıma çıktı, çünkü onun da

19
sorunu aynıydı benimle. (En azından öyle biliyorum.) Buse
hoş, akıllı biriydi, ama maalesef ikili ilişkilerde özellikle sev-
diği adam konusunda biraz sorunluydu. İleride anlatacağım
gibi birçok olay yaşadık. Bunların en büyüğü arkadaşları ile
benim aramda yapamadığı tercih ve özensizlikti. Bu konuda
çok tartıştık ve ayrıldık. Buse ile ayrılıklarımız çok farklıydı,
o beni zor günlerimde terk eder, ben de onu özensizliğinden
dolayı... Birbirimizi çok seviyorduk (ben öyle zannediyordum)
ama arkadaşlarına verdiği önemi bana göstermiyor, ya da gös-
terdiğini düşünüyordu. Birçok sosyal ağda mevcut grupları ile
ilgilendiğinden kafasını toparlamak mümkün olmuyordu, kafa-
sında hep bir iş, uğraş, vs. şeyler vardı ve onu bize konsantre
olmaya engel oluyordu. Böyle olunca ben de sinirleniyordum
ve haliyle tartışıyorduk. Tartışma anlarımızda Buse hiç alttan
almıyor, sanki benimle yarışıyor gibi hareket ediyordu, durum
böyle olunca da ayrılık kaçınılmaz oluyordu. Buse bazen ne
yaptığını anlamıyordu, birkaç kere ona şunu dedim; ”Ne yani
eşime mi döneyim?”
Buse kendini sorgulamak yerine hemen, ”Zaten biliyordum
ona döneceğini” der ve bu yönde tartışmaya girişirdi, ama be-
nim derdim O’nun kendisine ve bize dönmesiydi.
Sonra zaman akıp giyor bir şekilde orta yolu buluyorduk,
çünkü kopamıyorduk birbirimizden. Aslında bugün bile aynı
olduğuna yemin edebilirim.
Şu an bile hala Buse’nin beni sevdiğine inanmak istiyorum.

Gelin şimdi hikayemize başlayalım.

20
1. Tanışma

H aziran ayının sonlarına doğruydu; işsizlikten canım


sıkkın, ne yapacağımı bilmez bir halde eve doğru gi-
diyordum. Zaman zaman yaptığım gibi sosyal medyaya girdim
ve web siteme bir göz atmak istedim. Sayfayı karıştırdım, yeni
üye var mı, yeni fotoğraflar, içerikler var mı diye şöyle bir ge-
zindim ve yeni bir üyenin olduğunu fark ettim. Yeni üye; uzun
zamandır gördüğüm sosyal medya grubumuzdaki hoş kadın
Buse idi. Buse; güzel, akıllı, içten bir görüntü veriyordu. Onun
gruptaki tavırları, yazışmalarında kullandığı dil hep dikkatimi
çekmişti Bu sebeple aylar önce sosyal medya grubumuzun yö-
netim sayfasına adını vererek, bu kişiye dikkat edelim, bizim
için gelecek arz edebilir diye bir öneride bulunmuştum. Onlar
da takip ederek haklı olduğumu görmüşlerdi.
Sosyal medya grubumuzda kaliteyi arttırmak ve üyelerin is-
tedikleri bilgileri onlara sumak zorundaydık, fakat Türkçe ya-
zım dilimin kötü oluşu buna engeldi, dolayısıyla iyi bir editöre,
ya da iyi bir Türkçe yazım dilene sahip birine ihtiyacım vardı.
İşte yeni üye Buse, benim için bir fırsat olmuştu, çünkü Buse
editördu.
Artık messengerdan yazışıyor, uzun sohbetlerde bulunu-

21
yorduk. Bir gün sitenin yönetim panelinden üyelik sayfasına
girerek kayıtlı numarasını aldım, hiç unutmuyorum, 20 Hazi-
ran akşam üstü saat 18:40’da ’deli’ cesaretiyle aradım. Başta te-
dirgindim, çünkü nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Kötü
giden bir evliliğim olsa da evli bir adamdım. Ancak Buse ilgimi
çekiyordu bunu inkar edemezdim.
Telefonun karşı ucundan sıcak bir ”efendim” üzerine ken-
dimi tanıtmam bir anda oluvermişti, zira çok heyecanlıydım.
Karşımda o kadar güzel bir ses vardı ki anlatamam. Daha son-
ra kendimi tekrar tanıttım ve konuşmaya başladık. Konuştukça
ve sohbet ilerledikçe rahatlamıştım. Buse de memnun olmuştu,
aramakla iyi yaptığımı söyleyerek beni iyice rahatlattı. Bunun
üzerine ben başarılarını takdir ettiğimi, ondan çok ümitli oldu-
ğumu anlattım, web sitemizin durumu hakkında bilgi vererek,
bir editöre ihtiyaç duyduğumuzu belirterek iş teklifinde bulun-
dum. Editörlüğün kendisinin çalışma alanı, yaban hayatın ise
hobisi olduğunu, dolayısıyla bunu seve seve yapabileceğini ve
bu yolda bizimle yürüyeceğini ifade etti.
Her şey harikaydı, böylece ilgimi çeken kadını daha yakın-
dan tanıyabilirdim artık. Bu tanışma faslından sonra Facebook
üzerinden yazışma birkaç gün daha devam etti, akabinde ken-
disine grup yöneticiliğini verdim. Çünkü meraklıydı zekiydi ve
istekliydi. Yönetici olduğundan beri iş gereği daha sık görüşü-
yor, daha sık aynı ortamlarda bulunuyor, birçok konuda ortak
karar veriyor ve paylaşımda bulunuyorduk. Bu durum özel-
den daha fazla konuşma imkanı yaratıyordu karşılıklı olarak.
Ortak zaman kullanımlarımız arttıkça ve paylaşımlarımız
çoğaldıkça birbirimize yakınlaşmamız da o oranda gelişiyordu.
Öyle ki; o anlatırken konuşanın kendim olduğunu sanıyordum
her şeyimiz aynıymiş gibi.. Ama gerçekten öyle miydi? Bunu
zaman gösterecekti..

22
Günler bu minvalde geçiyordu. Zaman ilerledikçe daha faz-
la şeyler paylaşmaya başladık, paylaştıkça da farklı durumlar
ortaya çıkmaya başladı.
Ben, ona olan hayranlığımı anlatmaya başlayınca, bunun
tek taraflı olmadığını; onun da beni araştırdığını, her gün pro-
filime girip fotoğraflarıma baktığını, beni merak ettiğini söyle-
mesiyle ilgimizin düzeyi açığa vurulmuş oluyordu. Onun itirafı
beni daha da heyecanlandırmıştı çünkü mutsuzdum, yalnız-
dım, çaresizdim. İhtiyacım sevgiydi, haliyle bu ilişkiye muhtaç-
tım. Buse benim için hayata dönüş ışığıydı.
Buse; neşeli, şen şakrak, hayat dolu bir insandı. Onun bu
enerjisi beni de sarıyor, bana hayatın güzelliğini duyumsatı-
yordu.Onun yanında sorunlarımı unutuyor, yaşam gailesinden
uzaklaşıyordum.
Günler geçtikçe yakınlaşmanın verdiği rahatlık daha derin
konulara girmemize vesile oluyor, hayatlarımızın başka yönle-
rini de sohbet ortamına taşıyordu. Buse, bir anne olduğunu,
evladı için mücadele ettiğini bana anlattığında çok korkmuş-
tum. Acaba evli miydi? Çocuğu olan kadın neden evli olmasın
diye düşünürken içten içe de üzülüyordum. Kendisine çeki-
nerek şunu sormak zorunda kaldım: ”Eşiniz kızmaz mı, sizin-
le böyle konuşuyor sohbet ediyoruz diye? Buse, ”Hayır,” dedi,
”Çünkü biz ayrıldık, ben eşimden boşanalı uzun bir süre oldu.”
Artık rahatlamıştım sonuçta ilgimi çeken kadının bekar ol-
duğunu öğrenmiştim ve benim için bu çok önemliydi.
Günler geçip gidiyordu, bir gün konu yaş konusuna gelince
Buse’nin 24 yaşında olduğunu söylemesi, bende inanılmaz bir
hayal kırıklığına sebep oldu, fakat zaman geçtikçe ve o konuş-
tukça ben daha az tedirginlik duymaya başladım. Ona yaşımı
söylediğimde; bunun önemli olmadığını, yaşımı göstermediği-
mi ve hatta içimin hala bir çocuktan farksız olduğunu söyle-

23
mesi beni rahatlatmıştı. Beni nasıl tanıyordu? İçimi nereden
biliyordu? O, anlattıkça anlatıyordu, her ne kadar beni rahat-
latmaya çalışsa da ben durumun pek öyle olduğunu düşün-
müyordum, çünkü ben eşimle evlenirken bile benden beş yaş
küçük diye çok farklı hissetmiştim. Bana yaşını söylediğinde
çok üzülmüştüm.
Buse, kendisi ile alakalı birçok şeyi anlatmaya başladıkça
geçmişimizin birbirine ne kadar benzediğini o zaman görme-
ye başladım. O anlatıyor, ben dinliyorudum, dinledikçe görü-
yordum ki benim geçmişim ile onun geçmişi neredeyse aynı,
ikimiz de sevgi ve merhamete açtık, o da benim gibi anneden
babadan ilgi görmemiş, fiziksel ve ruhsal birçok şeye maruz
kalmıştı. Daha sonra bana kızı Ela’dan bahsetti. Ela 3 yaşında
bir çocuktu, anlattıkça merakım artıyordu, merakımı kendisine
söylediğimde, profilinde fotoğrafı olduğunu, dilersem bakabi-
leceğimi söyledi. Ben profilinde bu fotoğrafları ararken gönde-
rilerin gizliliği yüzünden fotoğrafları göremedim, bu durumu
Buse’ye söyledim. Buse’den komik bir şekilde şu cevabı aldım:
”Ne yani, beni ekle mi diyorsun?” Oysa böyle bir talebim ol-
mamıştı çünkü fotoğraflara bakabileceğimi o bana söylemişti,
ama gizlilik yüzünden nasıl görebilirdim ki? İşte böylece birbi-
rimizi eklemiş olduk. Artık birbirimizin dünyasını daha rahat
görebiliyor, birbirimiz hakkında daha fazla detaya kavuşabili-
yorduk.
Günler ilerliyor bağımız artıyor ve Buse bana hayatı ile ilgili
detayları, özellerini anlatmaya başlıyordu. Babadan, anneden,
abiden gördüğü şiddet ve baskıyı, eski eşinden gördüklerini
herşeyi ayrıntılarıyla anlatıyordu. Bu olaylar aslında kişinin
nasıl bir insan olduğunu da gösteriyordu, kişiliğini çiziyordu
bir bakıma.
Buse anlattınca çok üzülmüştüm, belki de acımaya başla-

24
mıştım, kolay şeyler değildi yaşadıkları. Yoklukla geçmiş bir
hayat, zor şartlarda geçen bir çocukluk, mutluluğu bulamadı-
ğı bir evlilik hayatı... Öyle ki yaşadıkları evden sular çıkarmış,
soğuktan titrer ısınamazlarmış, durum böyle olunca Buse ve
abisi Alpaslan iltihaplı romatizmaya yakalanmış, ara ara dok-
tora gider iğne olurlarmış. Abisi askerden sonra uzman çavuş
olmak istediğinde bile bu hastalık başına çok iş çıkarmış, anne-
si doktordan rica ederek bunu bir şekilde halletmesini istemiş.
Biz günümüzü gün ediyor, saatlerce sohbet ediyorduk, her
şey harika gidiyordu ve ben de kendimden bahsetmeye başla-
mıştım. Evli olduğumu, ama sıkıntılı bir süreç yaşadığımı ço-
cuklarım için sabrettigimi söyledim. söyledim çünkü saklaya-
maz onunla oyun oynayamazdım. Başta buna üzülse de daha
sonra bunu fazla sorun etmedi. Her gün inanılmaz vakit geçiri-
yor, eğleniyorduk. Bu sohbet muhabbet ortamı ikimize de çok
iyi geliyordu, sanki uzun süredir birbirini arayan iki ruhtuk, en
azından ben öyle zannediyordum. Sohbetler uzadıkça uzuyor
Buse anlattıkça anlatıyordu, ben ona içinde bulunduğum du-
rumu anlatıyor, yaşamak istemediğimi, bu dünyadan bir şey
beklemediğimi söylüyordum.
Bir gün Buse bana öyle birşey anlattı ki beynimden vu-
rulmuşa döndüm, içim paramparça olmuştu. Buse’nin beyin
damarlarından üç tanesi tıkalı ve bağırsak hastasıydı. Beyin
damarı tıkanıklığını biliyordum ama bağırsak hastalığının ne
olduğunu bilmiyordum. Buse’nin anlattığına göre sindirim sis-
teminde olan bir rahatsızlıktı. Bu hastalık ağızdan başlayıp sin-
dirim sisteminin en sonuna kadar olan bölge içinde yaralardan
oluşuyormuş. O anlattıkça ben korkuya kapılıyor ve üzülüyor-
dum, çünkü genç bir kadın ve üstelik bir anne. Bu anlattıkları
benim ona daha fazla bağlanmama sebep oluyordu. Ben kendi
derdimi unutmuş, bir çözüm bulma peşinde koşuyordum. Bi-

25
zim sohbetlerimiz böyle devam ettikçe daha fazla konularda
konuşur olmuştuk.
Buse, bana eşi ile yaşadıklarını anlatmaya başladığında bi-
zim de ilişkimiz artık şekillenmeye başlamıştı. Eşiyle Urfalı bir
yakınları sayesinde tanışmışlar, telefonda görüşmüşler ve iste-
meye geldiklerinde çocuğu orada görmüş. Baba Ersoy, bu ev-
liliğe asla sıcak bakmamış, fakat nişanlanmışlar ve bir müddet
düğün hazırlıkları için çabalamışlar. Günler geçiyor ev halkı
yaklaşan düğün için hazırlıklar yapıyormuş, gelmeler gitmeler,
bazı şeylere karar vermeler... Hatta Nevşehir’de bulunan Ar-
çelik bayisinden beyaz eşyalarını alırken satıcı şöyle bir espri
yapmış. Faturayı senin adına kesiyorum, kesiyorum ki yarın
boşanırsan, bunları onlardan geri alabilesin! Sanki adam ola-
cağı biliyormuş gibi. Buse çok güzel bir gelin olmuş, ama iste-
diği gibi gitmeyen şeyler de o zaman başlamış, düğünden önce
bir dış çekim yapalım istemiş, ama düğüne dakikalar kala hala
fotoğrafçı ortada yokmuş. (Bence o fotoğrafçı hiç olmadı, çün-
kü eşi olacak olan adam beş parasız bir yalancıydı.) Bu olay
daha düğün günü başlayan ilk aksilikmiş. Düğün akşamı ya-
şanan olaylar babayı haklı çıkarır derecedeymiş. Babası Ersoy
Bey’in kurmuş olduğu firma yeni batmış, baba Ersoy, sorun-
lu bir tipmiş, kazandığını eğlencede, karıda kızda yemiş, yanı
sıra diğer parasını güvendiği adamlara kaptırmış. Baba Ersoy
bu evliliğe asla izin vermemiş, ama Buse ”Olacak bu iş!” diye
dünyayı ayağa kaldırmış. Ersoy Bey aşırı Türk milliyetçisi; ”Ben
Kürde kız vermem” demiş.
Düğün gecesi kaynanasının sebep olduğu bir olayda eşi pa-
sif kalmış ve bu durum Buse’yi çok üzüp ağlatmış. Eşinin adı
’İflas’ idi, geçmişi karanlık, yalancı, hatta sorumsuz biriymiş.
Kişi böyle olunca evlilik zaten ayakta kalmazdı, kalmamış da.
Düğün gecesi Buse’nin annesi İflas’ı yanına çağırarak; ”Bak bu

26
kız buraya nasıl geldiyse öyle geri gider, kızımı size ezdirmem!”
demiş.
Düğün olmuş-bitmiş, yuva kurulmuş. Evlilik başta iyi gidi-
yor, eşi İflas evlerinin altında bulunan dükkanlarında playsta-
tion oynatıyor ve geçimlerini bu sayede sağlıyorlarmış. Kaza-
nılan para tabii ki yeteri kadar olmayınca ekonomik sıkıntılar
da peşi sıra gelmeye başlamış, artık geçimleri zora girmiş. Bazı
zamanlar olmuş ki evlerine gelen ailesinin önüne yemek ko-
yabilmek için bileziklerini satmak zorunda kalmış, ki annesi
anlamasın. Onların yerine sahtelerini takarmış. Buse her sefe-
rinde böyle yaparak kocasını korumuş. Evleneli henüz birkaç
ay olmuş ki Buse hamile kalmış, aylar geçiyor hamilelik ve so-
runlar devam ediyormuş. Buse her gün doğmamış yavrusu ile
konuşuyor, ona kitaplar okuyup şarkılar dinletiyormuş. Bazı
aylar kontrole giderlemiş ama parasızlık yüzünden devlet has-
tanesine ancak gidebilir, yeşil kartla muayene olurmuş. Orada
gördüğü insanlık dışı davranışlar onu çok etkilemiş ve temmuz
ayında kızını doğurmak için Urfa’da bulunan özel bir hasta-
neye yatmış. Doğum inanılmaz zor geçmiş, Dünyalar güzeli
bir kız; Ela bebek doğmuş. Ela iyi, ama Buse çok kötü çıkmış
doğumdan. Ciddiymiş durumu, Bunu gören baba İflas, zaten
kız olduğunu öğrendiği için bebeğe karşı şu cümleyi kurmuş;
”Eğer Buse’ye birşey olursa ben bu bebeği istemem.”
Ela doğmuş ve Buse bir müddet sonra sağlık sorunları çek-
meye başlamış, sağlık personelinin ihmalkarlığı yüzünden ya-
şanan acı dolu bir süreç geçirmiş. Bu zorlu süreçte anne Güler
kızı Buse’ye bakmış ve onu hiç yalnız bırakmamış.
Belli tedavilerden sonra Buse evine dönmüş, ama hiçbir şey
şeyler yolunda gitmiyormuş, bir yandan bebeği ile ilgileniyor,
diğer yandan yuvası için mücadele ediyormuş. Günler böyle
geçip gidiyormuş, ama İflas’ın durumunda bir değişiklik olma-

27
mış, her gün yalan, her gün farklı bir olay... Nihayetinde ak-
rabaları tarafından belediyeye yerleştirilerek burada çalışması
istenmiş, fakat karabulutlar burada da karşına çıkmış, çünkü
geçmişinde bir suç kaydına rastlanmış; kaçakçılık!.
Problemler her gün artmış, tartışmalar, süregelen kavgalar
artık dayanılmaz bir hal almış, derken bir gün canına tak et-
miş Buse’nin. Kitap tutkunu olan Buse bir gece okuduğu bir
kitap yüzünden İflas’tan görmediği kalmamış. Kitabın adı ”Bir
Hayat Kadınının Günlüğü.” Bunu gören İflas, Buse’ye; ”Bunla-
ra mı özeniyorsun?” diye bağırmış ve kavga etmişler. Buse ne
dışarı çıkabiliyor, ne de bir çevre edinebiliyormuş artık, çünkü
buna izin yokmuş, asla dışarıya yalnız çıkamazmış. Kaynana-
sı ile kapısı kapanmayan ve karşılıklı birbirine bakan bir evde
oturuyorlarmış.
Artık ip kopmuştur, Buse ailesini arayarak durumu anlatır.
Ersoy Bey, biletini alacağını derhal bir taksiye binip havalima-
nına gitmesini söyler. Buradan kalkan uçakla önce Ankaraya,
daha sonra da arabayla Nevşehir’e gider. Boşanma davası açar,
Artık kurtulduğunu sanır, fakat kocası boş durmaz, durmadan
onu tehdit eder, çocuğu ile şantajda bulunarak korkutmaya
çalışır. Buse genç, bu durumlara yabancı bir anne, ailesinin
yanında bu kez de korkularıyla yaşamak zorunda kalır. Mah-
keme günü geldiğinde hakim huzurunda yaşananlardan sonra
Buse ile iflas boşanırlar. Hakim velayeti anneye verir. Babanın
belli zamanlarda Ela’yı görmesine izin vermiş mahkeme. Baba
ara ara Nevşehir’e gelerek Ela’yı alıp Urfa’ya götürüyormuş.
Kızından her kopuş Buse’yi perişan ederken Ela ise darmada-
ğın oluyormuş. En son Temmuz 2020’de iflas Nevşehir’e gelir,
Ela’yı alarak Urfa’ya götürür. Ela annesini özlediğini birçok kez
ağlayarak ifade etmesine rağmen iflas çocuğu görme hakkını
öne sürerek yanında tutmaya çalışır, çünkü o hala Buse’nin

28
peşindedir, onu bırakmak istemez. İflas’ın amacı Buseyi Ela ile
kandırmak ve tekrar eve getirmektir. Ela her geçen gün daha
kötü olmuş, bu, babasına dokunmuş olmalı ki, bir hafta sonra
Ela’yı geri getirir.
Bu süreçte ben, Buse’yi hiçbir şekilde yalnız bırakmadım,
her zaman destekçisi olduğumu, yanında yer aldığımı, dilerse
herşey yapabileceğimizi, her konuda yardımcı olabileceğimi,
avukat tutarak elimizden gelen her şeyi yapabileceğimi söyle-
dim. Hatta avukatımla dahi görüştürdüm. Bir yol arayışına gir-
miştik fakat bir sonuç alamadık, Buse istemedi çünkü.
Onu mutlu etmek için elimden geleni yapıyor, ona moral
ve destek veriyordum. Günler bu menzilde akarken geleceği-
miz için benim Nevşehir’e gitmem konusunu konuştuk. Buse
bundan çok mutlu olacağını, ama nasıl yapacağını bilmediğini
söylediği için, bir yol arayışına girdik. Çünkü anne Güler, çok
katı ve kuralcı bir kadındı, bunu kabul etmezdi. Biz de anne ve
kızın tutkusu olan kitap okuma gününü kullanmayı akıl ettik;
ben Buse’ye gidecek, O da bana gelecekti, bu heyecan anlatıla-
mazdı. Bir yalan uydurarak Buse bana gelecekti.
Görüşme günü son anda annesi peşine birini takmak iste-
diyse de Buse ondan da bir şekilde kurtulmayı başaracaktı...

29
30
2. İlk Buluşma

G ideceğim günü kararlaştırdıktan sonra hemen ve hazır-


lıklara başladım, çünkü yapılacak çok iş vardı.
Şimdi hatırladığım bir olayı da anlatayım bu arada; Buse
benden bir konuyu sakladığını ve bu konuda konuşmaktan
utandığını söylemişti. Ben de kendisine herhangi bir olay mı
yaşadığını sormuştum, ”hayır” cevabını vermişti. ”Bunlardan
hiçbiri değil” demişti; utangaç bir eda içinde olanca masume-
tiyle. Bana geçmişte yaşadığı ve utanç duyduğunu belirttiği
olay şöyleydi:
Ailesi, onun istediği okula gitmesine izin vermemiş, imam
hatibe gitmesi konusunda baskı yapmış, O da kabul etmeyince
bir yıl boyunca eve kapatılmış. Üstüne üstlük üzerine kapı kilit-
lenmiş. Buse kendisini, kafese kapatılan bir kuş gibi hissetmiş,
kolu kanadı kırılmış halde ne yapacağını bilemez olmuş. Buna-
lıma girmiş ve jiletle kendine zarar vermiş. Jilet izleri bacağı-
nın neredeyse tamamını kaplıyormuş, bu yüzden utanıyormuş,
bana anlatmak istediği, ama utandığını söylediği olay buydu.

31
Onu anlayışla karşıladım, rahatlatması için gerekenleri söy-
ledim ve utanılacak birşeyin olmadığını belirterek; bana ruhun
ve kalbin lazım demiştim.
Nihayet yolculuk zamanı geldi çattı. Önce hemen bir apart
ayarladım, çünkü Buse bana babasını herkesin tanıdığını ve
dışarıda görülmemesi gerektiğini söylemişti.
Geç bir vakitte havaalanına gittim, uçak sabahın erken bir
vaktinde olduğu için havaalanına sabah yetişmem mümkün
değildi. Geceyi Sabiha Gökçen’de bankların üstünde geçirdim.
Her tarafım tutulmuştu, uyumaya çalıştım ama mümkün değil-
di, tabii heyecanın etkisi de vardı bunda. Ailemden ve sosyal
çevremden dışlanmışlık ve yalnızlık girdabının yarattığı boş-
lukta kaybolmuşluk, yeni bir ümide yelken açmanın macera-
sına sürüklemişti beni.Heyecan tüm bedenimi sarmıştı, merak
ettiğim insanla yarın karşılaşacaktım.
Sabah uçağa binip direkt Nevşehir’e geçtim. Hava inanılmaz
sıcaktı, insanın nefes alması dahi zordu. Sade ve sakin bir kent
Nevşehir. Pandemi olmasına rağmen insanlar sokaklarda san-
ki hiçbir şey yokmuş gibi rahatça gezebiliyorlardı. Bu duruma
çok şaşırmıştım.
Hemen birkaç gün önceden ayarladığım apart daireye geç-
tim ve Buse’yi aradım. Kuaförde olduğunu, az sonra işinin
biteceğini ve ayarladığımız eve geleceğini söyledi. İnanılmaz
heyecanlıydım, ne yerime oturabiliyordum, ne de rahat nefes
alabiliyordum. Durmadan su içiyor, evin içinde bir aşağı bir
yukarı durmadan hareket ediyordum. Aradan 15 dakika geç-
mişti ki telefonum çaldı, arayan Buse’ydi. Bana yaklaştığını
söylediğinde, balkona çıkıp onun gelişini izlemeye başladım.
İşte büyük bir merakla beklediğim kadın sadece birkaç metre

32
ötemdeydi ve bana geliyordu. Telefonda daire numarasının ’4’
olduğunu ve asansöre binip ikiye basmasını söyledim. O kadar
heyecanlanmıştım ki neredeyse bayılacak gibiydim, o birkaç
dakika sanki bir saat gibi gelmişti bana. Kapıda bekliyordum
onu, sonunda asansör açıldı ve karşımdaydı artık.
Hemen kimse görmesin diye içeri buyur ettim. Önce sarıl-
dık birbirimize, öpüştük. Benden müsaade isteyerek banyoya
geçti. Banyodan çıkınca gelip yanıma oturdu, uzun uzun göz
göze bakıştık, gözlerimi ondan alamıyordum. Karşımdaki ka-
dın fotoğraflardaki gibi değildi, inanılmaz güzeldi; zarif, naif ve
muhteşem...Hiç böyle bir şey beklemiyordum, adeta nutkum
tutulmuştu. Büyülenmiş gibiydim. Sohbet muhabbet derken
birden sevişmeye başladık, inanılmazdı herşey.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum Buse ayağa kal-
karak bana elini uzattı. Ne olduğunu sorduğumda; ”Hadi yatak
odasına geçelim!” dedi.
Gerçekte ben bu konuda onu asla zorlamadım, hiçbir se-
ferinde de bunu yapmadım, her seferinde beni tutup odaya
götüren o olmuştu.
Çok heyecanlıydım, çünkü o güzel kadın kollarımdaydı. Bu
muhteşem bir histi.
Yaklaşık üç saat boyunca deliler gibi seviştik hiç durmadan,
sanki dünyada bir erkekle bir kadın ilk kez bir araya geliyor-
muş gibiydik, ikimiz de çok mutluyduk, inanılmaz zamanlar ge-
çiriyorduk.
Buse sevişirken bir anda kötü oldu, korktum çünkü bili-
yordum beyin damarlarında tıkanıklık olduğunu,acaba bu iliş-
ki ona ağır mı gelmişti? Hemen ara verip onunla ilgilenmeye
başladım. Bir müddet rahat etti, daha sonra kendine geldi ve
yataktan kalktık.

33
Yataktan kalktıktan sonra ben banyoya geçtim, duşumu al-
dım. İçerde birşeyler atıştırdık ve sohbete başladık.
Buse, bana birçok şeyi anlattı. Bunlardan en önemlisi, aile-
sinin evlenmesine izin vermeyeceğini söylemesi oldu. Ailesinin
ondan gelecek paraya ihtiyacı olduğunu ve bu durumda ne ya-
pacağını bilemediğini söyledi.
Gerçi daha sonra bu dediklerini inkar etti, fakat hesap ede-
mediği şey, bunların bende kayıt altında olduğuydu.
Ben, Nevşehir’e iki günlüğüne gelmiştim, ama o bana bir
gününü ayırabileceğini, bir şans olursa belki ikinci gün de bir
araya gelebileceğimizi söylemişti.
Ancak ikinci gün maalesef bu şansı elde edemedik, ben
Nevşehir’i gezerek zamanımı değerlendirmeye çalışıyor, bol bol
video ve fotoğraf çekiyor ve bunları Buse ile paylaşıyordum.
Bir mesaj geldi Buse’den; ”Babası yoldan gelmiş, annesi, kızı
Ela ile çarşıda buluşacaklarını, alışveriş yapacaklarını” belirti-
yordu.
Ben bu mesaja pek aldırış etmedim, çünkü onun bedeni de-
ğil, ruhu için oradaydım, uzaktan da olsa onu görmem bana
yeterdi ve yetecekti de.
Daha sonra Buse bana ikinci bir mesaj atarak, şu an otobüs-
te olduklarını ve filan yerde ineceğiz diyordu.
Ben o saatte inecekleri yere gittim, etrafıma bakınıyorum
ve dediği yerde onların gelmesini bekliyorum. Birkaç dakika
geçmişti ki otobüs geldi. Üstünde dar pantolonu ve siyah mon-
tuyla o harika kadın ve annesi araçtan indiler. Biz göz göze
geldik ve hafiften gülümsedik, annesi beni tanımadığı için hiç
birşeyin farkında değil. Onlar yürüyor, ben arkalarından takip
ediyorum, ara sıra göz göze gelip kaçamak bakışlarla ve mi-

34
miklerle anlaşıyoruz. Ben mesaj yazıyorum, o cevaplıyor, ben
uzaktan ona bakıyorum, o bana bakıyor, ben fotoğraflarını çe-
kip ona yolluyorum.
Aradan bir saat kadar geçtikten sonra babası Ersoy Bey,
torunu Ela olduğu halde çarşıda buluştular. Çarşıdan yukarı
doğru yürürlerken, babası tütüncüden malzeme alacağım diye
kısa süreliğine onların yanından ayrıldı, onlar parkta oturmuş
dinleniyorken, ben de uzaktan onları izliyordum. 15 dakika
sonra Ersoy bey yanlarına geldi ve onları da alarak otobüs du-
rağına yürüdüler. Ben de aynı otobüs durağında onların ya-
nındaydım, beni hiç görmediklerinden rahat davranıyordum.
Ayrıca güneş gözlüğü ve şapkam da kamuflaj sağlıyordu bana.
Gelen hastane otobüsüne bindik, baba Ersoy Bey otobüsün
sağ tarafında tekli koltuğun ikinci sırasında, Buseler sol tarafta
ikili koltukların üçüncü sırasında oturuyordu, ben de bir arka-
larında, cam kenarında Buse’nin tam arkasındaydim. Ara sıra
ona dokunuyordum, ama o fark etmiyordu. Zaman nasıl da
akıp gitmiş ki, onların durağına gelmişiz bile. Ben onların du-
rakta otobüsten inişlerini hüzünle izlerken yoluma bir sonraki
durağa kadar devam etmiştim.bense devam etmiştim.Buse eve
vardığında bana bir mesaj göndermişti. Çok korktuğunu, an-
nen-babasının durumu fark edecek diye çok endişelendiğini,
korkudan ölüp ölüp dirildiğini yazmıştı. Oysa durum öyle de-
ğildi, çünkü babasının elinden telefon düşmüyor, durmadan
sosyal medyada o video senin, bu video benim gezinip duru-
yordu. Annesi ise torunu Ela’yı kucağına almış, habire konuşu-
yor, çevresine dahi bakmıyordu.
Artık akşamdı, 21:45 uçağıyla İstanbul’a dönmem gerekiyor-
du. Havaalanına geçtim, uçak beklerken bir sürü özlem dolu

35
mesajlar yazdım, zamanında uçağımız kalktı.. ve İstanbul’a geri
döndüm.
O kadar şaşkındım ki, üstümden bir türlü bunu atamıyor-
dum. Fotoğraflardaki kız değildi, karşıma çıkan. Masum bir
peri kızı gibiydi, büyülenmiştim.
Günler ilerliyordu.. Bir gün Buse, çok mutsuz olduğunu ifa-
de etmişti, ben de onu mutlu etmek için ona sürpriz olarak bir
orkide gönderdim.
Ve sonra olan oldu...

36
3. İlk Ayrılık

E vde yaşadığı problemlerden ötürü ve İflas’ın durmadan


Nevşehir’e geleceğini söylemesi yüzünden morali bo-
zulan Buse hiçbir şeyden keyif alamıyordu. Çok üzülüyordu.
Bunu fark ettim ve kendisini mutlu etmek için ona bir orkide
yolladım, çok da güzel bir not yazmıştım.
Ancak aksilik bu ya; çiçeğin hazırlanmadığını öğrenince
deliye döndüm, firmaya telefon üstüne telefon ederek sözlü
tacizde bulundum, nihayet öğleden sonra çiçek Buse’ye ulaştı
da, rahat bir nefes alabildim. Bana gelen mesajda; şu dakikada,
şu kişiye teslim edilmiştir yazıyordu. Ben heyecanla teşekkür
dolu bir mesaj bekliyorum, fakat nerdeeee...
Başıma gelen; daha doğrusu beklentimin gerçekleşmemesi
beni altüst etmişti, çünkü tek beklentim basit bir teşekkürdü.
Aradan birkaç dakika geçmemişti ki benim yerime arkadaşı
Tuğba’yı aradığını öğrendim. Dakikalarca telefonda konuştu-
lar, ama bana bir türlü çiçekle çekilmiş bir teşekkür mesajı gel-
miyordu. Demek ki çok görmüştü bana teşekkürü diye düşün-
meye başladım.
Çok sonraları bu olayı konuşurken aslında fotoğraf çekti-

37
ğini itiraf etmiş, ama yollamadığını söylemişti. Akıl edemedim
demişti. Peki, o zaman neden o kadar fotoğraf çekmişti ki? Ta-
bii ki sosyal medya için. Bu onu çok mutlu ederdi; özenir, beze-
nir harika şeyler hazırlardı.
Dakikalar ilerliyordu... zoruma giden bu davranış doğrultu-
sunda kendisine bir şeyler yazdığımda umursamazca verdiği
cevaplarıydı. Hiddetlenip öfkelenmiştim, bunun üzerine tartış-
maya başladık, tartıştıkça konu daha da içinden çıkılmaz bir
hale gelmeye başladı. Temcit pilavı gibi «keşke yollamasaydın«
tekrarı beni deli ediyordu.
Bu olay çok zoruma gitmişti, bu ilişkinin böyle devam ede-
meceği gerçeğine aklım da yatmaya başlıyordu. Ne dediysem
olmuyordu... Samimiyet göremiyordum artık bu ilişkide ve
daha fazla üzülmemek adına bu ilişkiyi sonlandırmayı düşün-
düm ve yaptım da.
Akşam olmuştu telefonuma bir mesaj gelmişti, yazan
Tuğba’ydı, Buse’nin psikolog arkadaşıydı. Bana bir ilişkinin
böylesi bir nedenden dolayı bitmemesi gerektiğini uygun bir
dille anlatmaya çalıştı. Ben de karşılık olarak haklılıgımı güzel
bir dille izah ettim. Tuğba da haklı olduğumu Buse’nin yanlış
yaptığını; aslında Buse’nin çok farklı, duygusal bir insan oldu-
ğunu ve o an bunu hesap edemediğini söyledikten sonra, “ge-
lin bu ilişkiye kıymayın, tekrar deneyin“ diye ricada bulundu.
Bunun üzerine ben de bu ricasını kabul ettim ve Buse ile görüş-
meye başladım, ancak bu olay ilk ayrılık olarak ‘özelimiz’deki
yerini almıştı bile...

38
39
İlk ayrılık sebebimizi kendi gözleriniz ile görün. Bir erkek,
ya da bayan size bir hediye yollarsa ilk ne yaparsınız? Teşek-
kür edersiniz değil mi ? Peki Buse ne yapar? Gider arkadaşını
arar, konuşurken de sizi hatırlamaz bile, aradan onca zaman
geçer ve size ancak yazar; bir mutluluk fotoğrafını dahi çok
görür. Çünkü onun umurunda değildim ki! Baksanıza yazdığı-
na pişman gibisin diyor. Ya arkadaş, sen kalkıp yaptığın hare-

40
keti sorgula önce; beni aramamakla kalmıyorsun, ailen birşey
demesin diye kızının adını yazdım göndericiye; onu arıyorsun
utanmadan. Sen de biliyordun ki çiçeği ben yollamıştım. Onu
mu, beni mi araman gerek?
Çok mutsuz olduğun bir günde, seni mutlu etmek için ça-
balayan adamı mutsuz ediyorsun. İnsan ilk önce sevdiği adamı
aramaz mı ?
Şimdi düşünün ve sonucu görün, siz karar verin. Çicek kaç-
ta teslim edilmiş, daha sonrası neler olmuş... Ancak çok sonra-
ları anlaşılıyor ki Buse bir sürü fotoğraf çekmiş, ama bir tane-
sini yollamak bile istememiş. Niye? Beğenmemiş...
Gelin de çıldırmayın...

41
42
4. İmam Nikahı

İ lişkimiz sürerken kendi evimde de bazı sorunlar yüz gös-


termeye başlamıştı, çünkü ben ofiste kalıyordum. Buse
ile ilişkimizin başında evde kalıyordum, ama daha sonra Buse
rahatsız oluyor diye ofiste kalmaya baslamıştım. Çocuklarım
haftada bir veya iki kere eve gittiğim için üzgünlerdi, beni daha
fazla istediklerini, bu sebeple yanlarında olmamı ve eve dön-
memi benden rica ettiler. Bu isteklerine asla karşı koyamaz-
dım, çünkü onlar benim bir parçam; canım, herşeyim ve bu
dünyadaki en kıymetlilerimdi.
Ağustos ayıydı... Annem bir yandan, çocuklarım bir yandan
beni arıyorlar ve eve dönmemi istiyorlardı, ancak benim hem
eşimden, hem de Buse’nin tavırlarından dolayı eve gitme iste-
ğim pek yoktu, fakat çocuklarım durumu farklı kılıyordu. On-
ları kıramadım ve eve geldim. Yolda durumu Buse’ye anlattım,
ancak cevabı şaşırtıcıydı; “Ben her türlü arkandayım“ demez
mi? Nasıl da mutlu olmuş ve sevinmiştim, oysa sonradan böyle
birşey demediğini söyledi, tartışmalarımız esnasında...
Eve gelmiş olmam Buse’yi çileden çıkarmıştı; adeta öfke seli-
ne kapılmıştı, saçma sapan davranışlar ve hareketler yapmaya

43
ve beni suçlamaya başladı. Sanki ben sevdiği değil de düşma-
nıydım. Tehditler savuruyor ölçüsüzce konuşuyordu.
Pazar gününü evde geçirip ertesi gün işe gittiğimde tartışma
kaldığı yerden devam etti. Ben, ne kadar kendisine eşime de-
ğil, çocuklarıma döndüğümü, onların bana ihtiyacı olduğunu
söylesem de bir işe yaramadı söylediklerim, bir türlü anlamak
istemedi beni. Buse çirkinleştikçe çirkinleşti...
Ben ne yapacağımı bilemez halde, kalakaldım. Bir yanda ço-
cuklarım, diğer yanda sevdiğim kadın... Beni sevdiğini söylü-
yor, ayrılmak istemediğini belirtiyordu. Bu durum karşısında
ben bir yol arıyordum; bir çıkış yolu var mıydı, tüm zihnimle
buna odaklandım.
Sonuçta kendimce bir çözüm getirdim: Ben de onu sevdiği-
mi belirterek ona imam nikahı teklifinde bulundum. Bunu sırf
onu bir eğlence olarak görmediğimi göstermek için yapmıştım.
(Daha evvel bana ailem beni evlendirmez, onların benden ge-
lecek paraya ihtiyaçları var demişti. Ben de ona evlenmek is-
tersen sana yazık etmeyeyim diye cevap vermiştim. O ise bana
evlenmeyi düşünmüyorum demişti, ama işler pek öyle devam
etmedi, yazışmalar mevcut.)
Bu teklifim de işe yaramadı. Bana sarf ettiği sözler ağırlaş-
mış, iş şantaj ve tehdide varmaya başlamıştı. Ağır sözleri bir
yana, beni en çok korkutan; “Ben sana neler edeceğim, göre-
ceksin!” deyişiydi. Bu söz, nasıl bir karmaşaya düştüğümü an-
lamama neden oldu.
Ben bu söz karşısında, “Beni tehdit mi ediyorsun?” diye so-
runca, “Hayır bunlar tehdit değil, ne o karına fotoğrafları yolla-
mamdan mı korkuyorsun, korkak?” demeye başladı.
Ben, o günden sonra en önemli yazışma ve görüntüleri sak-

44
lamamın doğru olacağına inandım ve haklı da çıktım. Durum
böyle olunca daha fazla endişeye kapılmaya başladım.
Zaman ilerlerken bir suskunluk evresi oldu. Bunda benim
de; “Bu yazıları alıp savcılığa gideceğim, durum bu bu diye
anlatacağım”demem sanırım etkili oldu. Buse sakinleşti, ya da
sorunu bir süreliğine askıya aldı.
Ancak yeni dönem çok geçmeden başladı; durmadan aşağı-
lanan, yalancılıkla suçlanan, ilişkisinde onu aldatan sahtekâr
bir adamdım artık. Ne söylesem, ne anlatmaya çalışsam da ha-
karetler ve iğrenç senaryoların ardı arkası kesilmiyordu; bir
yakınlık gösteriyor, aniden uzaklaşıyor ve peşinden koşmamı
sağlıyordu.
Bu durumda ne yapmalıydım? Bir insanın gözünde bu ka-
dar alçak görünmek zoruma gitmişti, dolayısıyla kendimi ispat
etmem gerekiyordu. Aslında ben bunları düzeltmeye çalışırken
batağa daha fazla saplanıyordum, ama farkında değildim.
Daha sonra büsbütün garip bir dönem başladı; daha çok
yoruluyor ve daha fazla yıpranıyordum. Buse ise durmuyor,
beni paramparça ediyordu. Acıması yoktu.
Çarem kalmamıştı, artık dayanamıyor ve bu ilişkiyi bitirmek
istiyordum. Buna karar verdiğim o dakikadan sonra inanılmaz
olaylar olmaya başladı; beni öldürüp öldürüp dirilten kadın
gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti, bu durumu hiç anlaya-
mamıştım.
Bir anda duygu bombardımanına tutulmuştum; ardı ardına
gelen duygu mesajları, yapımı çözen Buse için adeta bir oyun
olmuş tu. Beni iyi çözmüş olacak ki itiraf etmeliyim ki bunda
son derece başarılıydı. Ancak ben direniyordum, o ise ısrar et-
meye devam ediyordu. Olmuyordu, kurtulamıyordum; birçok

45
insanın ‘merhamet duvarları’nı yıkacak şeylerle geliyordu.
Ama Buse durmuyordu, durmadan yazıyordu. Birkaç gün
önce parçaladığı adama neler yazmıyordu ki... açıkçası şaşırı-
yordum. Zaten ileride daha fazla şaşıracaksınız benim yazdık-
larımı okudukça... Bu ve buna benzer yüzlerce mesajdan sonra
Buse’nin gerçekten çok pişman olduğunu düşünmüştüm, ama
yanılmışım tabii.

Şimdi yeni bir dönem başlıyordu bizim için: Sosyal medya-


da parçalanma.
Benim çocuklarım için boşanmayacağımı biliyordu (şimdi-
lik). Biz de imam nikahı konusunda konuşmuştuk, daha sonra
imam nikahını da inkar edecek (gönlün olsun diye dedim diye-
cekti) ve biz ayrıldıktan sonra da işler değişecekti.
Buyrun kim kimi kandırmış ?
Ben sana ne yaptım Ahmet ?

46
5. Sosyal Medya Bağımlılığı

A rtık hiçbir şey eskisi gibi değildi, saygıdan da eser kal-


mamıştı. Neredeyse zamanının tamamını sosyal med-
yada geçiren Buse, bana eskisi gibi zaman ayırmıyordu. Onca
yazmama rağmen bana çok geç dönüş yapıyor, kısa kısa ce-
vaplarla, bazen de emojilerle cevap vermeyi tercih ediyordu.
Ancak gerek Facebook, gerek instagram, gerekse WhatsApp’ta
aktifliği hiç düşmüyordu. Bu durum beni olumsuz yönden et-
kiliyordu. Ben daha sinirli bir hale gelirken, o umursamaz şe-
kilde davranıyordu.
Herşey çok garipti... Hatta bir kaç kez telefonda görüşür-
ken şunu fark etmiştim; Ela annesine karşı öfkeli davranıyor,
annesine bir şey soruyor, annesi ona “Dur kızım, daha sonra”
diyerek tersliyor, ya da uzaklaşması konusunda davranış ser-
giliyordu. Bunu birçok kez gördüm ve bu durumu değiştirmek,
Buse’yi Ela’ya yönlendirmek için tavır almam gerektiğini dü-
şündüm.Yapmak istediğim şeyi birkaç kişiye anlattım ki; yarın
bir gün bu yanlış anlaşılmasın, benim kötü bir insan olduğumu
düşünmesin... Derhal konuyu onun da tanıdığı bir kaç kişiye
anlatarak gereğini yaptım.

47
Günler böyle geçiyordu, ancak canıma da tak etmişti. Be-
nim de bir yavrum vardı, bu çocuğun içinde bulunduğu durum
canımı yakıyordu. Bu düşünceyle Buse’yi çocuğuna karşı daha
ilgili hale gelebilmesi için O’nu, bize ait olan yaban hayatı inter-
net gruplarından çıkarmıştım.
Buse’yle olan ilişkimi istemeyerek de olsa kesmek zorunda
kaldım, çünkü Ela bizden daha önemliydi. Buse bunların hiç-
birine aldırış etmiyor o WhatsApp grubu senin bu Whats App
grubu benim, o Facebook grubu benim, bu Facebook grubu
senin... durmadan zamanını bu şekilde dolduruyordu. Bunun-
la ilgili bir itirafta bulunayım; mail görüntülerinde yer alıyor,
ama tuhaf olan şu: Genç bir annenin günde 3-4 saatini sosyal
medyada sörf yaparak geçirmesi normal bir durum mudur?
Kendisiyle bu durumu konuşurken bana vermiş olduğu cevap
aynen şöyle: Yazıyorlar ama, cevap vermeyeyim mi? Ben ken-
disine vermemesi gerektiğini, Ela’nın KPSS sınavının önceliği
olması gerektiğini söyledim, çok tartıştık. Ancak Buse bir türlü
vazgeçmiyordu; o yine bildiğini okuyor ve dilediğini yapıyordu.
Bu durum evde bir tartışma ortamı yaratıyor, evde kavga ve
huzursuzluk eksik olmuyordu.
Bu kargaşadan Buse annesini sorumlu tutuyor; onun bir
ruh hastası olduğunu söylüyordu, ama kendi yaptığının far-
kında bile dedildi. Ben, O’nun hiçbir zaman evi ile, çocuğuyla
kötü olsun istemedim, elimden geldiği kadar annesi ile arası-
nın iyi olmasını sağladım, çocuğuna sahip çıkması konusunda
ona çok yardımlar yaptım. Bu yardımlarım ilişkimizin sonuna
kadar devam etmiştir. Bu yapmış olduğum katkılardan ötürü
kendisinin bana teşekkür ettiğine dair mailleri kitabımda yer
almıştır.

48
Devlet memuru olması için sınava çalışması gerekiyordu,
ama o çalışmak yerine sosyal medya arkadaşlarına zaman ayı-
rıyordu. Ben kendisine her zaman derslerine çalışması konu-
sunda tavsiyelerde bulundum, hatta ilişkimizin o döneminde
ders saatlerinde asla hiç bir şeyle; hatta benimle bile ilgilenme-
mesini söyledim, ancak nafile.
Buse, kontrolsüz ve düşüncesizce hareket ettikçe hem ben-
den, hem de Ela’dan uzaklaşıyordu, ama bunu da anlamıyordu.
Kitap tutkusu yüzünden kendini paralıyor, insanlar için
çaba harcıyordu, tabi yaban hayatı içinde. Özellikle birkaç
kitap grubu onun gününün tamamını alıyordu. Sanırım bu
davranış şekli ona kendini önemli hissettiriyordu. Dertler, so-
runlar bitmiyordu, şimdi de insanlarla daha yakın ilişkiler kur-
maya başlıyor, bu da aramızdaki uçurumun büyümesine sebep
oluyordu. Benden kendini soğutuyordu. Bana karşı o garip
davranış ve konuşma biçimiyle ne yapmaya çalıştığını anlamı-
yordum. Daha sonraları ağlayarak anlattı ki kendini benden
soğutmaya çalışıyormuş. Peki, ama neden?
Meğer benim ona aşırı baskı uygulayıp özgürlüğünü kısıtla-
dığımı düşünüyormuş. Oysa ben dersleri ve kızı ile daha fazla
meşgul olmasını söylüyordum, o kadar...
Bu yaşam biçimi sağlığını da olumsuz etkiliyordu. Hergün
gece 02.00 -03.00’lerde yatıp sabah ise 7.00-8.00 gibi Ela’nın
uyanması ile kalkıyordu ve bu durum O’nun bedenine ağır bir
yüktü. Üstelik sahip olduğu hastalıklara da aldırış etmemesi
anlaşılır gibi değildi. Sağlam bir metabolizmaya sahip olsaydı,
belki etkilenmeyecekti o kadar, ama öyle değildi; ben uykumu
alıyorum diyordu ancak baş ağrısı ve yorgunluk onu esir al-
mıştı.

49
Bu gün kızı Ela annesi ile iyi olmasını bana borçlu, o bunu
hiç bir zaman bilemeyecek, olsun önemli değil. Bilsin diye yap-
madım.
Bir gün Ela çok kötü olmuştu, ağlama krizleri o kadar
artmıştı ki, sakinleşmiyordu bir türlü. Buse bunu çok iyi bi-
lir; krizler hergün devam ediyordu. Anlamıştım, çünkü
Ela anlaşılmak istiyordu. Benim dediklerimi yapınca susu-
yor, annesinin yöntemine gelince kriz artıyordu. Buse’ye
şunu dedim: Sanırım Ela onu anladığını düşünmüyor. Sanki
kötü birşey demişim gibi Buse bana saldırdı; neymiş, bunu na-
sıl söyler mişim? Ya arkadaş, benim dediğimi yapınca susuyor
kız, senin dediğini yapınca kriz artıyorsa sorun ne olabilir?
Günde bu kadar saat sosyal medyada vakit geçiren bir kadının
çocuğu ile arası nasıl olabilirdi ki?..
Bugün ise anne-kız çok iyi geçinmekte. Bu tamamen benim
eserim. Sağolsun, Buse beni dinleyerek evladı ile arasındaki
uçurumu kapatmayı başarabildi.

50
6. Arkadaşlar, Onların Dertleri

Uyarılarıma rağmen Buse yine bildiğini okuyordu. Ben,


Buse’yi hiçbir zaman şunu yap, bunu yapma diye kısıtlamadım.
Dediğim şey; daldan dala atlamamak, bir konuda yoğunlaş-
maktı. Böyle olmayınca yanlış anlamalar oluyor ve bu da bize
yansıyordu. Kafa başka yerde olunca dağılıyor ve ne dediğimi
anlamıyordu. Bununla alâkalı sayısız yanlış anlamalar yaşadık,
çünkü konuşma esnasında Buse bana değil, hâlâ kaldığı diğer
yerdeki konulara odaklanıyordu. Durum böyle olunca da ilk
aklına geleni anlıyordu, bunu da nerden anlıyordum? Ben bir-
şeyden bahsederken, o başka şey anlıyor, bu da tartışmamıza
neden oluyordu. Defalarca yazmama rağmen yazılanları oku-
madan “sorularıma cevap verir misin?” diye yazardı. Bu durum
başımıza çok geldi, ama değişen birşey olmadı; yaptığı tek şey
“ay çok utandım, kusura bakma” olurdu.
Buse hiçbir türlü söz dinlemiyordu, meselâ bir örnek vere-
yim: Bir gün önemli bir konuda konuşurken, ki Buse çevrimi-
çiydi, defalarca yazmama karşın cevap alamıyordum. Aradan
epeyce bir vakit geçtikten sonra, “Ne oldu, bir şey mi oldu,
neden bana yazmadın, cevap vermedin. Aradım meşguldün”
dediğimde, “Çocukluk arkadaşım aradı, kocasını bir kadın
Facebook’ta takip mi ediyormuş, mesaj mı atıyormuş ne; onun-
la ilgili benden yardım istedi, ben de kadını araştırıyorum” de-
mez mi?..
Buse böyle biriydi; ne bir müsaade almak, ne de bir haber

51
verme gereği duymadan o anda kafasına estiğini yapan biriydi.
Peki Buse’nin ne özelliği vardı da, bu kadın Buse’den böyle bir
yardım istemişti? Tabii bunu da sonradan öğrenecektim. Buse
internet hakkında çok şey biliyordu ve sanırım arkadaşları da
bu özelliğini biliyorlardı. Bu özelliği başımıza dert açmadı değil,
onu da ileride anlatacağım.
Başka bir olay: Ben, Nevşehir’e gidecektim. Buse evdeki
durumdan ötürü bir türlü dışarıya yalnız başına çıkma fırsatı
bulamıyordu. Bu durumda çok iyi düşünülmüş bir plân yapıp
onu evden bir bahaneyle çıkarmamız gerekiyordu. Bu konuları
konuşurken ben de bilet almaya hazırlanıyordum. O gün yan-
lış hatırlamıyorsam uçakta son üç koltuk kalmıştı, derken Buse
bir anda konuşmadan hiçbir şey söylemeden ayrıldı. Biletlerin
tükenmesi an meselesiyken ve Buse’nin evden henüz çıkıp çı-
kamayacağını bilmez bir durumdayken, yazıyorum yazıyorum
cevap yok. Ardından Buse’yi aradım; 1, 2, 3, 4 defa derken ara-
dan tam 52 dakika geçti. Sonunda bana dönüş yaptığında ona
sordum, kiminle konuşuyorsun dediğimde; “Hülya ile konuşu-
yorum, öylesine aramış sohbet ediyoruz” demez mi?
Çıldırmamak elde değildi, ben tekrar bilet almaya kalktığım-
da biletlerin satılmış olduğunu ve bu sebeple o hafta sonu sev-
diğim kadının yanına gidemeyeceğim ortaya çıkınca dünyalar
başıma yıkılmıştı. Bu durumu Buse’ye anlattığımda yaptığı tek
şey basitce, “Özür dilerim, ben nerden bilebilirdim ki?” oldu.
Arkadaşları ile ben hiçbir zaman yer değiştiremedim, hep
onlardan sonra oldu sıram. Yine önemli bir konuda konuşu-
yoruz; burada zaman farklı olabilir, sadece olayları anlatma-
ya yönelik olarak belirtiyorum, bunlarda tarihsel bir sıralama
yoktur. Konuşurken bir anda hiçbir şey söylemeden Buse or-

52
tadan kayboldu, yazıyorum cevap yok, arıyorum telefonu meş-
gul. Hiçbir şekilde dönüş yapmıyor ve sonra dönüş yaptığında
sorduğumda; yengesinin aradığını, bir kıyafeti seçmesini on-
dan rica etmiş, bunun için telefonda konuştuğunu söyledi
Bizim ilişkimizde maalesef bu gibi olayların çok fazla örneği
var. ben sadece elimde yazılı görselleri olanları yazıyorum.

53
54
Çok önemli bir konuşma yaparken Buse bir anda hiç birşey
demeden yine gitmişti. Daha sonra bu ss’i atarak yazdıklarına
bakabilirsiniz. Sevdiği adamı önemli bir konuda ne sebeple bı-

55
raktığına bakar mısınız? Bu kişi beni sevmiyor, adeta taptığını
söylüyordu. Ayrıca bu arkadaşı, anlattığına göre işi düşünce
arayan bir tipmiş. Sevdiği adamı bu gibi şeyler için yalnız bı-
raktığına bakar mısınız?..
Buse böyle biriydi. Burada olan görseller dışında şahit oldu-
ğum daha neler var, ama onlar konuşma esnasında olduğun-
dan burada paylaşamıyorum.

56
7. Beni ve Çocuğunu ihmal Etme

B irçok olaydan sonra kendisinden bu hataları yapma-


mak adına onlarca defa söz aldım. Bir daha bu hataları
yapmayacağı sözü üzerine kendisine güvendim, ama güvenim
her seferinde boşa çıktı. Ekli görsellerde de göründüğü gibi
durumun vahameti apaçık ortada.
Buse durmuyor, her yere yetişmeye çalışıyordu. Buse, onu
sadece bir araç olarak kullanan insanlara değer veriyor ve
onlar için çabalıyordu. Ben, kendisine bu çabalarının boşa ol-
duğunu, bu insanlardan ihanet göreceğini, bu insanların ona
büyük yanlışlar yapacağını anlata anlata dilimde tüyler bitti,
ama Buse anlamıyordu. Bana durmadan; “Sen herkesi böyle
görüyorsun, herkes senin gözünde kötü, art niyetli” diye kar-
şılık veriyordu.
Buse’nin sosyal medyada geçirdiği süreler benim iyice canı-
mı sıkmaya başladı, çünkü bana ve kızı Ela’ya ayırdığı zaman
ortadaydı. Ela her geçen gün hırçınlaşıyor, annesine karşı ag-
resif davranışlar sergiliyordu. Bu durum bugün de aynı; Ela
annesini dinlemiyor, sadece kendi konuşuyor ve bir müdahale
oldu mu hemen çığlık atıyor ve saldırganlaşıyor. Annesine ne
kadar anlatmaya çalışsam da; O, bunu babasını özlüyor sözüy-
le geçiştiriyordu. Fakat hakikat bu değildi, çünkü Ela mutsuz-

57
du. Çünkü Buse kızına karşı ilgisizdi, zamanını sosyal medyada
ilgisini çeken ne kadar grup varsa oralarda geçiriyordu. Oysa
ihmal edilen ben ve Ela, onun gözünün içine bakmaktayız, ama
o bu durumun farkında bile değil. O’nun kafasında oluşan şey
şuydu: Ahmet beni kısıtlıyor, Ahmet istiyor ki Buse, sadece
ona zaman ayırsın. Benim hiçbir zaman böyle bir isteğim ol-
madı, fakat onun anlamadığı şuydu; insanlar onu kullanıyor,
bir anlamda onunla eğleniyorlardı. Aslında insanlar ona değer
vermiyorlardı, sadece yeteneklerini bildikleri için onun sırtını
sıvazlıyorlardı. O, bunun farkında değildi. Çünkü Buse herkesi
kendi gibi sanıyor, her davranışını buna göre atıyordu. Oysa
Buse’nin geçmiş yaşantısı böyle değildi, kısıtlayıcı, eve hapse-
dilmiş, bir bakıma anti-sosyal bir hayat yaşatmıslardı ona. Dı-
şarıdaki yaşamdan habersizdi gerçekte. Ailesi onun isteklerine
göre bir hayat ve eğitim değil, kendi isteklerine göre okumasını
ve yaşamasını istemişlerdi. Hatta baba Ersoy Bey, çocukları-
nın peşine bunları izlesin diye adamlar bile görevlendirmiş.
Tabii bu durum onu, topluma yabancı ve toplumdaki gelişme-
lerden uzak, özgüven duygusunu kaybetmiş bir insan haline
getirmiş. Dışarıdaki insanlar hakkında zerre fikri yoktu, zira
kendisi her gün evin içinde tek model bir hayatın tekdüzeliğine
hapsolmuştu. Bu durum da onun duygulara tepki verme me-
kanizmasını çok zayıf bırakmıştı. Anne ve babasının boşanma
dönemlerinde yaşadığı sorunlar da belki onu bu hale getirmiş
olabilirdi.
Buse asla beni dinlemiyordu, sanki onun düşmanıydım, ama
beni yine de çok seviyordu. Zaman bir çok şeyde beni haklı
çıkarmasınarağmen hâlâ bana karşı direnmesi sadece cahilli-
ğinin verdiği bir güven duygusuna yoruyordum, öyle ki zaman

58
geçiyor ve ben her seferinde haklı çıkıyordum, ama Buse yine
bildiğini okumaya devam ediyordu.

59
60
8. Gelişim ve Dedenin Ölümü

G ünübirlik olarak Nevşehir’e gitmiştim. Yine, bizim


mekânda aynı dairede buluştuk. Bu sefer bambaşka
bir şey oldu. Buse kendi başına yukarıya çıkamayacağını ve
korktuğunu, benim onu aşağıdan almamı istedi, ben de dedi-
ğini yaptım.
Sağ olsun, hazırladığı onlarca lezzetli yemekleri de berabe-
rinde getirmişti ki, bu konuda rakipsizdir diyebilirim.
Yukarı çıktık, kapıdan içeri girdiğimizde çok sıkı bir kucak-
laşma, öpüşme ve sevişme dolu anlar yaşadık. Artık çekinmi-
yorduk birbirimizden, aramızda mesafe kısıtlamasından eser
kalmamıştı. Buse yine elimi tutarak beni yatak odasına götür-
dü, inanılmaz anlardı, çılgınca sevişiyorduk ve doyumsuz bir
şekilde beraber oluyorduk, hiç durmuyorduk çünkü ikimiz de
çok mutlu oluyorduk.
Bu durum birkaç saatten fazla devam etti, neredeyse evde
bulunduğumuz zamanın 3,5 saatinin 3 saatini yatakta birlikte
olarak geçirdik. Hiç hayal etmediğim şekilde bir ilişki yaşıyor-
dum; tatmadığım zevkler, inanılmaz anlar... Hiç bu kadar mutlu
olduğumu hatırlamıyordum, Buse bu konuda da inanılmazdı.
Aniden bir telefon geldi ve dedesinin yoğun bakıma kaldırıl-
dığı ve durumunun iyi olmadığı söylendi. Ve biz son kez bera-

61
ber olduktan sonra, ben duş alarak hazırlandık ve dışarı çıktık.
Buse bana biz ilişki esnasında iken; dedem ölürse kendimi af-
fetmem demişti. Nevşehir’de bulunan alışveriş merkezinin tam
karşısında kuruyemişcinin önündeyken dedesinin vefat habe-
ri geldi, benim de akşam uçağım vardı İstanbul’a dönecektim.
Ancak onu bu halde bırakıp uçağa binemezdim, derhal biletimi
bir sonraki günün akşamına erteledim. Buse’nin ısrar etmesine
rağmen bunun doğru olmayacağını, onu bu zor gününde asla
yalnız bırakmayacağımı açıkça söyledim.
Gelen ilk hastane otobüsüne binerek oturdukları mahalleye
gittik. Ancak bir sorun vardı; ben kimdim ve buraya ne sıfatla
gelmiştim? Annesi bunu da ayarladı: Ben Kayseri’deydim, olayı
duydum ve derhal buraya gelmiştim.
Ben eve yakın bir mekânda oturup yemek yedim ve biraz
zamanın geçmesini sağladım, böylece evin oraya geldiğimde
kimse benden şüphelenmeyecekti. Nitekim öyle de oldu; eve
doğru gittiğimde beni büyük bir kalabalık karşıladı. Tek tek
amcalarıyla tokalaştık, başsağlığı dileğimi paylaştıktan sonra
oradaki insanlara selâm verip oturdum. Aradan bir saat geç-
tikten sonra baba Ersoy Bey bize katıldı, beni çok sıcak şekilde
karşıladı ve oradaki insanlarla tek tek tanıştırdı.
Ersoy Bey’le inanılmaz sohbetler ediyorduk. Saat ilerlemiş,
herkes yavaş yavaş evlerine çekiliyordu. Ersoy Bey, bana ne-
rede kalacağımı sordu, ben de kendisine apartın adresini ver-
dim sanki bilmiyormuş gibi. Ersoy Bey, önce Buse ve Ela’yı bı-
rakalım, daha sonra ben seni apartına bırakırım diyerek, aynı
araba ile hareket ettik. Araba içerisinde Buse çok heyecanlıydı,
çünkü ilk kez bir aile gibi aynı arabanın içerisindeydik.

62
Eve varmıştık, Buse inerken gözlerimin içine derin derin
baktı ve telefonuma biz babasıyla arabanın önünde otururken
çekmiş olduğu fotoğrafları attı. Bu fotoğrafları da ekte suna-
cağım.
Ertesi gün sabah erkenden mahalleye gitmem gerekiyordu,
fakat Buseler dedelerinin evine gitmişti, ben o evi bilmiyor-
dum. Sabah kalktım, hazırlandım. Buse’ye yazıyorum, cevap
vermiyor, arıyorum cevap vermiyor. Geleceğimi bildiği halde
bir buçuk saat boyunca hiçbir türlü bana cevap vermedi, ama
aynı saatlerde yakın arkadaşlarına yazarak durumu anlatmış.
Ancak bana ne bir konum, ne de bir bilgi vermişti. Aradan iki
saat geçtikten sonra beni aradı ve bana konum attı. Cenaze
olduğundan dolayı Buse’ye hiç kızıp tepki vermedim. Cenaze
bu; olur öyle şeyler diyerek konuyu kapattım. Neyse ben bana
atılan konuma çoktan gelmiştim. Fakat bugün anlıyorum ki,
Buse o gün oraya gelmemi istememiş ve bu şekilde davranmış.
Sabah hemen evin oraya geçtim, daha sonra da babası Er-
soy Bey’le hastaneye gittik. Cenaze ile ilgilendik; eksik gedik
ne varsa maddi manevi halletmeye çalıştım. Dedenin naaşını
morgdan aldık ve Nevşehir merkezinde bulunan camiye götür-
dük. Kısmet ki; birçok eksiği halletmek bir yana, onların adeti
olan ölünün ceketini tabuta sermek de bana düşmüştü, bun-
dan büyük bir mutluluk yaşamıştım. Ne mutlu ki birçok şeyleri
orada hakkıyla tamamladım ve orada olan herkesin takdirini
kazandım.
Eve döndük yemekler yenildi ve akşam oldu. Kısacık bir ka-
pıdan vedalaşma bahanesi ile Buse, Güler Hanım, Ela, Alpas-
lan ve Ersoy Bey’le ayak üstü övgü dolu sohbetler ettik. Anne
Güler Hanım’ın gözlerinin içi parlıyordu, çünkü damadı olacak

63
adam karşısındaydı. O da mutlu ve memnundu.
Uçuş zamanım gelmişti, oradan ayrılmam gerekiyordu. Er-
soy Bey kendi arabası ile havaalanı servisinin beni alacağı yere
kadar bıraktı.
Cenazede inanılmaz bir olay yaşadım. Ben her ne kadar
acılarını paylaşmak için orada olsam da, cenazede bana abisi
ve amcasının yaptığı saygısızlıkları asla tarif edemem. Amcası
belki de soğuk bir adamdı bilemem, ama abisi Alpaslan bana
düşmanca davranıyor, durmadan bakışları ile beni aşağılarca-
sına yanak çekip gülüp “hıh’’ yapıyordu. Dünyadaki en cahil
topluluklarda bile kapısına gelmiş ve onların acılarını payla-
şanlara asla böyle dav-
ranılmaz. Durumu defa-
larca Buse’ye söylesem
de değişen birşey olma-
dı; abisine mesaj yazıyor
bana saygı göstermesini
diliyor, anlatıyordu ama
nafile...

O gün kestiği o saçlarım halen onda bulunmaktadır.

64
65
66
9. KPSS

D edenin vefatı çok kısa bir süre önce olmuştu; Buse,


KPSS sınavına girecekti, onu böyle önemli bir günde
yalnız bırakmamak için derhal biletimi alıp cumartesi sabah-
tan Nevşehir’e uçtum. Hiç vakit kaybetmeden Buse’lerin evi-
nin oraya giderek Buse ile buluştuk. Hemen yola koyulmamız
lâzımdı, durağa gelen çarşı otobüsüne bindik.
Buse yolda konuşmuyor, durmadan telefonuna bakıyor, dı-
şarıyı izliyordu. Defalarca uyarmama rağmen dalmışım diyerek
beni sakinleştirmeye çalıştı. Sevdiğime kavuşmuştum ama hiç
birşey yaşamadık, çünkü aramız bozuktu. Benim onu isteme-
yeceğimi düşünmüş.
O gün anlatılamayacak kadar berbat geçti. Ben, Buse’yi
akşam üstü eve bırakıp kaldığım aparta geri döndüm. Geceki
yazışmalarımızda Buse delirmişti adeta; bana ahlâksız yakış-
tırmalar yapıyordu. Bir ara bana öyle şeyler dedi ki; ben de
kendisine şunu söylemek zorunda kaldım: “Dilersen eşime ya-
zayım, hiç ayrıldığımızdan beri beraber olduk mu?’’
Buse, hemen; “Evet, yaz demez mi?” Resmen şok olmuştum
ama yazdım; gelen cevap 4,5 aydı. Buse, bu cevaba da sinirle-
nerek; “Bak 4,5 ay diyor, biz 5 aydır beraberiz. Demek ki bera-
ber olmuşsunuz, demez mi?”

67
Anlatılacak gibi değil; paranoyaları bitmiyordu bir türlü. Za-
man geç olmuştu ve huzursuzca yatıp uyudum.
Daha günün ilk saati ile kalktım ve derhal yola çıktım. (İle-
rideki bölümde anlatacağım olaylar doğrultusunda sabah ilk
aklıma gelen şey şu oldu: Buse telefonunu yanına almayacaktı.
Ben de telefonuma Buse telefonunu yanına almayacak diye not
yazıp, ona da bunu göstermiştim. Bu telefon olayını da daha
sonra genel bölümünde anlatacağım). Buse ile evin oradaki du-
rakta buluştuk, biraz yürüdük ve bir sonraki duraktan otobüse
bindik. Buse yine önceki gibi dışarıyla ilgileniyordu; ne sohbet
ediyor, ne yüzüme bakıyordu. Bu şekilde Nevşehir’de bulunan
sınav merkezine doğru gittik, ama daha zaman olduğundan ve
kahvaltı yapmadığımızdan, yine Nevşehir merkezde bulunan
pastaneye girerek güzelce bir kahvaltı yaptık, ama o pek fazla
yemedi heyecandan.
Konuşma esnasında gelen bir haberle yıkıldık, çünkü abisi
Alpaslan’ın, dedesinin cenazesinde teyzesinden ya da halasın-
dan kaptığı virüs sebebiyle covid olduğunu öğrendik. Bu habe-
ri aldıktan sonra Buse bana daha mesafeli davrandı. Hastalığın
bana buluşacağı endişesiyle benden uzak durdu. Gerçi bir ön-
ceki gün de tartıştığımızdan ötürü dışarıda buluşmuştuk, bu
görüşmede de bana çok soğuk davranmıştı; çünkü korkuyordu
cenazede beni herkes tanımıştı ve çevresinin, arkadaşlarının
beni onunla beraber Nevşehir’de görmesinden çok endişe du-
yuyordu. Sonra pizza 7 salonuna gittik ve oturduk, orada da
aynı soğukluk, aynı korku, aynı endişe devam etti. O’na yalvarı-
yordum, bırakma bu eli!.. Yüzüne baktığımda hiç bir duygu ifa-
desi görmemiştim, benim gözümden yaşlar akıyor, o ise bana
zavallıya bakar gibi bakıyordu.

68
Yemeklerimizi yedik, dışarı çıktık. Kapıda Buse: “Bana çok
soğuk davrandın, neden?” diye sorunca şok oldum resmen.
Ben de, Buse’ye; “Sen iyi misin, sabahtan beri bana davranışla-
rına bak; yanıma yaklaşma, şöyle yapma, aman biri görecek ve-
saire diyerek beni kendinden uzak tutan sensin” dedim. Buse
braz düşündükten sonra; “Doğru söylüyorsun, haklısın, ben de
senden ötürü zannettim” deyip özür diledi ve böylece otobüse
binip gittik.
Yanlış hatırlıyor olabilirim ama sınav ertesi gündü sanırım,
tekrar o güne dönelim. Buse çok heyecanlıydı. Güvensiz adım-
larla sınav merkezine doğru yanımda yürüyordu, okula vardık,
hatıra fotoğrafları çektik, öpüştük, sarıldık ve vedalaştık. Buse
tam okul kapısından içeri giriyordu ki, aramızda 200 metre
kadar vardı, ben büyük bir çığlıkla; “Buse seni seviyorum!”
diyerek bağırdım. Sınava böyle yolladım sevdiğimi. O esnada
beni duyan kapıdaki polis ve memurlar; Buse’ye bundan daha
büyük daha güzel ne moral olabilir ki, keşke birileri de bizi bu
şekilde sınava yollasaydı, diyerek moral verdiler.
Ben kapıda beklerken zaman geçmek bilmiyordu, ancak
yapmam gereken bir şey daha vardı; o da sevgili Ela’ya güzel
bir hediye almak.
Nevşehir’i karış karış dolaşmaya başladım. Buse sınavda
iken, ben de dışarıda onun için dua ediyor, iyi bir sınav yaşa-
ması için temennide bulunuyordum, hatta bunun üzerine bir
video çektim; ona inandığımı anlatan bir video. Bunu ona hiç
göndermedim, bunu en son yollayacaktım ve öyle de yaptım.
Bu videoyu daha sonra kitabın sosyal medya sayfasında pay-
laşacağım.
Nihayet Buse sınavdan çıktı, morali bozuktu. Hiçbir şey

69
konuşmuyordu. Ben, kendisine sınavı sorduğumda çok kötü
geçtiğini, hatta birkaç soru üzerine de kritik yaptığımızı hatır-
lıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 2020 yılında Nobel edebiyat
ödülünü hangi yazar almıştır gibi bir soru vardı, emin değilim.
İsmini hatırlamadığım, ama bu olabilir dediğim bir yazarla ilgili
konuşmuştuk ve daha sonra kendisine kaldığım aparta gitme-
mizi, biraz zaman geçirmemizi söyledim. O da bana; “Ben, se-
nin beni istemediğini düşünüyordum, bu sebeple senden biraz
uzak kaldım ve ilk başta sana eve gidelim diye teklif etmedim”
dedi.
Eve gittiğimizde Buse’nin morali çok bozuktu, çünkü abisi
covide yakalanmıştı, bu yüzden bana yaklaşmıyordu ki, eğer
onda varsa bana da bulaşmasın istiyordu. Morali bozulmuş-
tu, bağdaş kurmuş koltukta oturuyordu apart odasında. O’na
yaklaştım; iki elimle iki yanağını tuttum, gözlerime bakmasını
söyledim. O bana; “Ahmet lütfen!” dedi, “Bende de olabilir, yak-
laşma!” dedi. Korkuyordu, çünkü basında çıkan ölüm haberleri
her insanın içerisine korku salmıştı. Ben onun gözlerin içine
bakarak; “Sana ne olacaksa, bana da aynısı olsun!” diyerek du-
daklarından öpmeye ve sevişmeye başladık.
İki kere beraber olduktan sonra giyinip hazırlandık. Sohbet
ederek çarşıya, oradan da hastane otobüsüne binerek evleri-
nin oraya gittik. Eve gidince Sağlık Bakanlığından aradıklarını,
eve geldiklerini ve test yapacaklarını söylediler. Ben de evin
orada bulunan parka saklandım; önce annesi, daha sonra da
kendisi aşağı indi. Testlerini olduktan sonra, ben hediyeleri
verdim. Küçük bir sohbetten sonra, oradan evlerinin arkasına
geçerek annesi ve Ela ile sohbet etmeye başladık. Çünkü be-
nim oraya gelmemdeki diğer bir sebep de; annesi ile ilişkimi-

70
zi konuşup durumun ciddiyetini anlatmaktı, ama bu bir türlü
gerçekleşmiyordu, çünkü Buse annesine konuyu açmıyordu.
Ben evin arka balkonundan onlarla konuşuyor, Ela’nın istekle-
rini dinliyordum. Ela benden at arabası istedi, ben de hemen
yola koyuldum, ne kadar oyuncakçı varsa çarşıda altüst edi-
yor, ama bulamıyordum. Sonunda bulduğum atlı karınca mü-
zik kutusunu aldım. O esnada Buse’ye yazıyorum, çevrimiçi
olmasına rağmen bana bir türlü cevap vermiyordu. Ben evin
oraya gelince oyuncağı Ela’ya verdim ve oradan ayrıldım. Ön-
cesinde de Buse sınavdayken ona kocaman bir civciv ve timsah
oyuncak almıştım.
Ben, Buse’yi her seferinde geride bıraktığımda gözümde
yaşlar, yalnızlık duygusuyla paramparça olmuş bir halde koca
kentte yapayalnız hissediyordum kendimi. Bu duygu haliyle
bir kahveciye girerek kahve aldım ve havaalanına gideceğim
servisi beklemeye başladım.
Daha önce kararlaştırdımız plânımız şöyleydi: Ben, Buse
KPSS sınavına girdikten sonra onlara misafirliğe gelecektim,
ama işler böyle gelişince bu iptal oldu ve ben evlerinin arka-
sında bulunan balkona gittim. Annesi, Ela ve Buse beni oradan
izlediler. Ela’yla konuşurken Ela bana at arabası istediğini söy-
ledi, ben de at arabasını bulabilmek için oturdukları mahalleyi
karış karış gezmeye başladım, ama bulamadım. Onun yerine
müzik çalan atlı karınca aldım. Telefonuma baktığımda annesi
bana mesaj atmış; bugün sizi ağırlayamayacağız, çok özür dile-
yerek durumu anlattığını o an görmüştüm.
Zaman azalmış, dönmem gerekiyoru, ancak felâket şimdi
başlıyordu.

71
72
Buse’nin KPSS sınavına girdiği okul. Bu mesafeden deli gibi
bağırarak onu sevdiğimi söylemiştim.

73
74
10. Gollik

B uselerden ayrıldıktan sonra, onlar da karantinaya alın-


mışlar. İstanbul’a dönüş için yola çıkmıştım, o sırada
Buse’ye yazıyorum. Yine çok geç cevaplar veriyordu. Kendisi
için orada olduğumu bildiği halde beni yalnız bırakıyor ve bir
türlü konuyu annesine açmıyordu. Beş saat güneşin altında
beklemişim, umurunda değildi. Bu durum her ne kadar fazla
canımı sıksa da pek oralı olmamaya çalışıyordum. Tartışma-
mıza sebep olan arkadaşlarına geldi konu, kendisine dedim ki;
“Buse, hani nerede arkadaşların, hele o çok güvendiğin ve beni
ihmal ettiğin, bizi ihmal ettiğin, durmadan yazdığın o arkadaş-
ların nerede? Bak sınava gireceğin gün onların hiçbiri yok.”
Buse de; “Haklısın, hiçbiri yok” dedi. Fakat bu böyle değilmiş,
ben kendisine arayan, yazan, çizen var mı diye sorduğumda
bana verdiği cevap aynen şuydu; “Hangi konuda?” Ben de o an
kendisine KPSS dedim, fakat en başta yazan var mı demiştim,
çünkü telefonu evdeydi ve yeni açmıştı. Bana hayır, hiç kimse
yazmadı demişti ki, bunlar zaten görsellerde var, açık bir şe-
kilde görülecektir.Oysa “Gollik” yazmış, Ama benden saklamış.
Buse’ye yazıyorum çevrimiçi olmasına rağmen bir türlü
bana cevap vermiyor, ya da geç veriyordu. Kendisine yazıyo-
rum, kime ne yazıyorsun diye soruyorum? Buse kimseye yaz-
madığını, şu an sana yazıyorum diyerek cevap veriyor. Ama

75
hâlâ aynı şeyleri yaşamaya devam ediyoruz. Sonra bir aksilik
yüzünden uçak saatini yanlış hatırladığımdan paniğe kapıla-
rak hızlıca hareket edip servisi yakalamaya çalıştım; o sırada
saat 18.00 gibiydi. Buse’ye; “Sakın, onu bir daha arayıp sorma,
hiçbir şey de anlatma, al işte, o çok değerli dostun bu!” dedim.
Oysa onun için benimle kavga ediyordu; şöyle arkadaşız, böyle
arkadaşız, çok eski dostum vesaire diye. Aralarındaki düzeysiz
konuşmalara inanamıyordum. Hatta cenaze günü Buse’yi ara-
mış, kızmış; sen bana neden haber vermiyorsun, ben başkala-
rından bunu öğreniyorum diye. Bu nasıl arkadaşlık böyle? Ben
Buse’ye hiç “mal” dememisken, o herif çok rahattı Buse’ye kar-
şı. Her gün yazıyor kalpli emojiler yolluyordu, bu da beni sinir
ediyordu, ama Buse; “Korkma, o benim eski dostum” diyordu.
Oysa benden gizlice yazışıp duruyorlarmış, ben nereden bile-
bilirdim ki? Bana söylediği yengemlere yazıyorumdu. (Bunlar
da görüntülerde mevcut)
Ben araca yetişip havalimanına giderek İstanbul’a döndüm.
Ertesi gün Buse’ye yazmadı mı diye sordum; yazmadı dedi baş-
ta, sonra ben yazdım ona dedi. Sanırım yazmaması çok zoruna
gitmiş, Buse yazmış. Ben de bu duruma sinirlenerek bana ek-
ran görüntüsü atmasını istedim. Ekran görüntülerini attığında
benim ona ‘kime yazıyorsun’ dediğim dakika bu kişinin yazdığı-
nı gördüm. Ben 25 dakika beklemişim, onun çocuğu için uğraş-
mışım, bana yazmıyor gidip direkt adama yazıyor. Hem de öyle
böyle değil, bir kere de değil üstelik. Bu bu ekran görüntüleri
de yine kitabımızın sayfalarında mevcut. Ben kendisine hani
yazmazmamıştı dediğimde, bana verdiği cevap: “Ama sen bana
KPSS’yi sordu mu diye sordun?” oldu.
Zaten bununla ilgili detayları görsellerde görebilirsiniz Bu

76
sebeple de bir ayrılık yaşadık, ama ben bu durumu bir türlü
kaldıramadım, gözlerimin içine baka baka yalan konuşuyordu.
İşte yaşananların görselleri:
ADAMIN İLK YAZDIĞINA VE BUSE’NİN İLK YAZDIĞINA DİK-
KAT EDİN, SANKİ BUNU YAZMAK İÇİN BEKLİYORMUŞ HEYE-
CANLA. O GÜN KPSS SINAVI OLDUĞU İÇİN TELEFONU ELİNE
ALDIĞI GİBİ ADAMA YAZMAK OLUYOR İŞİ. BEN DE SALAK GİBİ
ONU VE KIZINI MUTLU ETMEK İÇİN MALCA HAREKET EDİYO-
RUM.

77
78
Ne diyor? Cevap vermedim hiç. Oraya EVET yazan ve diger yazı-
ları yazan kim?

79
80
11. Psikolojik Baskı

Y aşadığımız güzel olayların ardından mutlaka mutlulu-


ğumuzu gölgeleyen bir şeyler oluyordu, buna rağmen
ilişkimiz bir şekilde devam ediyordu. Ancak bazı şeyler o dere-
ce ifrata varmıştı ki ne yapacağımı artık bilemez olmuştum. Eve
gittiğimde benden şüphe etmeler, eşimle bir şeyler yaşadığımı
ima edip yemin ettirmeler vs. suçlamalar... İnsanlarla olan di-
yaloglarımı eleştirmekten, hiçbir sebep yokken yaratılan prob-
lemlere, daha evvel konuştuğum konudan bir kelimenin alınıp
daha sonra aleyhimde kullanılmaya varana kadar daha neler
neler... Adeta hayatı bana cehennem etmişti sevdiğim kadın.
Geçmişi unutmayla alâkalı önerilerde bulundum, ama bir-
çok şeyden cımbızla alınmış sözcüklerin konuşma esnasında
ortaya atılması ve “Bak, sen bana burada bunu demiştin, bu
yüzden demiştin” gibi saptırmalarla artık başedemez olmuş-
tum.
Bir gece ben misafirlikteyken neredeyse gecenin üçüne ka-
dar konuştuk; “Bak kırılıyorsan, anlatmayayım” dedim. “Hayır,
hayır, anlat!” diyerek beni saatlerce konuşturdu. Meğer be-
nimle dalga geçiyormuş, saatlerce konuşturmakla. Ertesi gün
beni canevimden vuracak davranışlar sergiledi. O’nu aradığım-
da aklını yitirmiş bir insan gibi benimle konuşmaya başladı. Şu

81
an yolda yürüyorum, etraf güzel, hava harika... Üst geçitten
geçiyorum... bu tarz bir konuşmaya girdi ve bu ruh halini anla-
tabilmem mümkün değil. Ben kendisinden korktum ve konuyu
fazla uzatmadan telefonu kapattım. İlerleyen saatlerde anla-
dım ki, meğer dün gece konuştuğum şeylerden, onu zihinsel
özürlü görüyormuşum gibi algılamış, oysa ben ona sadece ha-
yatımı ve geçmiş acılarım ile alâkalı ve yaşımdan dolayı sahip
olduğum tecrübeleri anlatmak istemiştim. Başına gelebilecek
bu gibi durumlarda nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda
yollar göstermeye gayret ediyordum. Ancak hiç böyle anlama-
mış, O, anlattıklarımın altında hep bir şeyler aramış, farklı ma-
nalar çıkarmış. “Yok, burada bunu demek istedin, yok şurada
böyle dedin...” Oysa hiç alâkası yoktu, çünkü bir ara bana gece
şunu bile dedi; “Ben gerçekten çok karaktersizim”. Hatta daha
ağırlarını bile dedi: “Ben şerefsizim, namussuzum”.
Buse’nin en büyük hatası ona yazılanları anlamak yerine sa-
dece cevap vermeyi tercih etmesiydi. Bununla ilgili birçok gör-
sel paylaşacağım. Buse’nin en kötü yanı; karşısındakini ilk an-
ladığı şekilde sürece devam etmesi ve asla geri adım atmayan
bir yapıya sahip olmasıydı. Farklı düşünmek O’na göre değildi.
İlişkimiz süresince hep yaşadığımız böyle oldu, en son ay-
rıldığımızdaki mesele de işte buydu. Ben, kendisine çocuğun
kontrolü sende olsun dediğim halde, O, bu durumu yanlış an-
layıp durumu içinden çıkılmaz bir hale getirdi.
Ben kendisini gündüz aradım, konuşmamızda 17.00 gibi
amcalarına gideceğini, burada biraz zaman geçirdikten sonra
döneceklerini söylemişlerdi. Ben de kendisine “Geç kalmayın,
çocuğun uyku saati var, çocuğun sistemini bozmayın”, dedim.
“Hayır, hayır 20.00 gibi eve döneceğiz” demesine rağmen saat

82
21.00’de çocuğun uyku vaktinde eve dönmüştü. Ela yatmak
yerine durmadan annesini oyalayacak bir şeyler söylüyordu.
Ben; “Çocuğun kontrolü sende olsun, onun, seni kontrol etme-
sine izin verme!” dememe rağmen, sanki ben çok farklı bir şey
söylemişim gibi durumu inanılmaz boyutlara taşıdı. Yok ona
bağırarak söylemişim, (daha sonra da bağırdığım konunda ıs-
rarcıyım demişti) yok daha evvel de yapmışım bunu... Benzer
suçlamalarla bana geceyi zehir etti.
Psikolojik baskıların en büyüğü de şuydu: Ben bir yalancıy-
dım; eşimle zaman geçiriyordum ve onunla birlik olup onunla
oynuyorduk. Bunun gibi bir çok suçlama... Bunlarla ilgili de bir
çok görsel mevcut.
En son utanmadan bana dediği ise şuydu: Karınla birlik
olup bana oyun oynuyorsunuz! Pes!.. Sanki bir düşmandım
onun için.

83
84
12. Kıskandırmak ve Tahrik

B irçok kez Buse’nin bu davranışlarından dolayı ben ay-


rılık yolunu seçtim, çünkü Buse’nin hareketlerindeki
kontrolsüzlük her geçen gün kendini daha fazla gösteriyordu.
Mutlu olmaya çalışırken, yalnızlığımı bertaraf etmeye çalışır-
ken gerçekte büyük bir cenderenin içine düşmüştüm.
Buse inanılmaz hatalara sebep oluyordu. Uyarılarıma rağ-
men arkadaşlarına gösterdiği özeni bir türlü bana göstermedi.
Ben de kendisini sırf bu yüzden birçok kez terk etmek zorunda
kaldım, fakat bu da bir işe yaramadı.
Yine böyle bir gece ve olanlar. Utanmadan, daha tanıyalı
birkaç dakika olmuş bir adamla gece 10’da başlayan ve gecenin
03’üne kadar devam eden seviyesiz ve lakayt bir sohbeti bana
atıyor. Sanki kırk yıllık dostuymuş gibi adamla herşeyi payla-
şıyor ve bunun sonunda ne çıkar diye düşünmüyor bile. Bir
sabah telefonuma bir ekran görüntüsü yolladı (birçok kez yap-
tı bunu) ve bu ekran görüntüsünde bir kişinin ona aşık olabi-
leceğini gösteren yazılı bir mesaj vardı. Yazışma o kadar uzun
ve koyulaşmış ki, siz de gördüğünüzde şaşıracaksınız. Yazış-
manın en can alıcı yerini seçiyor ve yolluyor, kendisine bana
bunları yollamaması gerektiğini söylememe rağmen, o bunlara
hep devam etti. Defalarca uyardım ama durmadı. Bunun kim

85
olduğu konusunda Buse’ye sormama rağmen bir türlü cevap
vermedi, “Ne konuştunuz da adam bu kadar ileri gitti” deyin-
ce, Buse’nin jetonu o zaman düştü. Çünkü o kadar yazışma
var ki. üstelik iki gün boyunca sürüyor. Buse söylemiyor do-
ğal olarak, ama ben bazı yazılımları kullanarak bu yazışmanın
kimle yapıldığını buldum ve bu kişiye ulaştım. Bu kişi de bana
onunla konuşmadığını, daha doğrusu bu şekilde konuşmadı-
ğını anlatmaya çalıştı. Kendi yazdıklarını, içinden ona yazdığı
yazılar olduğu kısımları çıkardığı ekran görüntülerini benimle
paylaştı. Ben de duruma baktığımda hakikaten de Buse bana
anlatmadığı için orada gördüğüm şekilde durumu başta yan-
lış anladım diye düşündüm. Ancak daha sonra olayı kavradım,
Buse’ye durumu anlattığımda Buse bana onların yalan olduğu-
nu, oradaki yazışmaların orijinallerinin kendisinde olduğunu
anlatarak onları bana attı. Gördüm ki bu adamla bir gece belli
bir saate kadar, başka bir gece de üçe kadar konuşmuşlar. Bu
kişi konuşmalarında Buse’ye açık açık birilerinin haberi olma-
dan da bir şeyler yapılabilir diye ahlaksızca teklifte bulunuyor,
Buse bunu bile anlamıyordu. Ancak sohbetin ilerleyen kısmın-
da şu cevabı veriyor: “Ben şu an sevdiğimden ayrı olabilirim,
ama ben o kişiyi seviyorum” diyerek cevap veriyor. Ben daha
sonra anlıyorum ki ortada bir yanlışlık var.
Başta Buse’ye kızdım, ama daha sonra onun hakkını savun-
mak için mücadele ederek bu kişiye gerekli uyarıları ve yaptı-
rımları yaptıktan sonra içimizden gönderdim. Daha sonra fark
ettim ki, bu kişi başka bir bayana da bu şekilde yürümüş. Ama
sorun onun doktor olmasıydı.
Buse insanları hata yapmaya sevk ediyordu, bunun da en
büyük sebebi tanımadığı insanlarla gereksiz birçok muhabbet-

86
lere giriyor olmasıydı, sanki 40 yıllık dostuymuş gibi gülüşme
emojileri, espriler ve kahkahalar atmasıydı. Hayatı ile alâkalı ne
varsa anlatması, karşı tarafın sorduğu özel soruları yine karşı-
ya yöneltmesiydi. (Sen anlat bakalım; evli misin, bekâr mısın?)
Tanımadığınız insanlara bu şekilde davranmanız ne kadar
doğru? Bunun kararını size bırakıyorum. Bir kadın ayrıldığı
kişiye böyle bir ekran görüntüsünü niçin atar? Kıskandırmak
için mi, tahrik için mi? Kıskandırmak için attıysa, yazının deva-
mını niçin atmadı?
Olaylar bu noktaya geldiğinde ben kişiyi çözdüm. Bunları
sadece düşünmenizi istiyorum. Bunları ben yaşadım, bunlarla
alâkalı ekran görüntüleri de var elimde, bunları da paylaşaca-
ğım sizinle.
Bu yaşanan tek olay da değildi, çokça örnekleri var: Buse
günlük dostluklarla bir gelecek inşaa etmeye mi çalışıyordu
acaba?

87
88
13. İnsanların O’na Asıldığını
Anlamıyor

İ lişkimiz sürerken aynı anda da yaban hayatı ile alâkalı ça-


lışmalarımıza devam ediyorduk. Buse bizim kadar bilmese
de tanımış olduğu bazı türler konusunda insanlara yardım et-
meye devam ediyordu. Birçok kere Buse’yi uyardım; hemen ce-
vap verme, bekle diye! Ama sanki yaşıyormuşçasına cevaplar
veriyordu, dinlemiyordu beni. Kendini göstermek için çabalar
bir haldeydi, ama insanların vermiş olduğu cevaplara yazdığı
karşılıklar tamamen bir gevşeklik içeriyordu. Bu gevşek dav-
ranışları sebebiyle insanlar durmadan Buse’nin özeline mesaj-
lar atarak bir şekilde onunla iletişim kurma yolları arıyordu.
Buse’ye gelmiş yüzlerce arkadaşlık, onlarca mesaj istekleri olu-
yordu. Ben Buse’ye: “Bak Buse, bu şekilde davranırsan insanlar
seni durmadan rahatsız edecek, istenmeyecek olaylar yaşana-
cak ve ben bunları gördüğümde, biz kötü olacağız” dememe
rağmen, bu davranışlarından çoğu kez vazgeçmedi. Dün tanı-
dığı adamlar yüzünden benimle kavga ediyor, adamları savu-
nuyordu. Bir adam yüzünden benimle tartıştı, benimle kavga
etti, ama daha sonra haklı olduğum otaya çıktı.

89
O’nu uyardığım her konuda, O, maalesef beni yanlış anla-
yarak suçlama yolunu tercih etti, benim uyarılarımın hiçbirine
aldırış etmedi. Çünkü Buse her şeyin en doğrusunu bilen ol-
duğuna inanan bir kişilikte idi, eleştirilmeyi asla kabullenemi-
yordu. Eleştiriyi O’nu suçlamak olarak değerlendiriyordu, bu
da kırıcı olmasına neden oluyordu. Bu yaşanılanların birçok
örnekleri var, bunları da sizinle paylaşacağım. Kitabın sosyal
medya sayfasında bu olayları ismi kapalı olarak kendim bizzat
röportaj şeklinde anlatacağım. Yaşadıklarımı görün ve neler
hissettiğimi anlayın birazcık. Kendinizi benim yerime koyun
diye bunu anlatacağım.
Buse’nin en kötü huyu sosyal medyada tanıştığı, bir müddet
arkadaşlık yaptığı insanları kendine sıkı dost olarak görmesiy-
di; bu kişilere hitap şekli; ‘kardeşim, canım, meleğim’di. Uyarı-
larım sonunda bana suçlama olarak döndü hep; işi benim akıl
hastası olmaya kadar götürdü. Ancak zamanla bazı şeyleri ya-
şadıktan sonra beni anladı, çünkü hepsi dediklerimi harfiyen
yapmışlardı. Buse bunları anladığında bana daha çok bağlan-
ması gerekirken, aynı hataları yapmaya devam etti. Ve bir gece
ona şu seçeneği sunmak zorunda kaldım: Ya arkadaşların, ya
da ben! Bahsettiğim arkadaşların kısmındaki çoğul ekini anla-
mayıp en sevdiği arkadaşı Hülya’yı da kastettiğimi düşünerek
arkadaşlarını seçti ve biz yine ayrıldık.
Seçtiği arkadaşları daha sonra ona öyle büyük bir ihanet
yaptılar ki; adeta can evinden vuruldu. Ben yine haklı çıktım,
ama bundan hiç sevinmedi. Ancak O, bunun utancını hiç çek-
medi. Çekseydi zaten sözümden çıkmazdı.

90
14. Hastalık ve Acılar

B aşta da bahsettiğim gibi Buse’nin hastalıkları benim her


zaman en büyük korkularım olmuştu, bu sebeple dün-
yada bu hastalıklarda uzman doktorlarla iletişim halindeydim.
O’na bir şey olacak diye ödüm patlıyordu. Her gün ilaçlarını al-
ması konusunda onlarca kez mesaj atıyordum, fakat O’nun bu
hastalığı umursamaz tavırları ve saatinde alması gereken ilaç-
ları almamakta göstermiş olduğu tepkileri anlayamıyordum.
Yalvarmama rağmen o bir türlü bu huyundan vazgeçmedi. Bu
konularda çok tartıştık.
Bir gün bana neden yazmıyorsun diyerek çıkıştı. Ben de
önemli bir işim olduğunu söyledim. Benden de mi önemli
gibi laf etmesi beni çok üzmüştü. Oysa önemli işim dediğim;
Polonya’da bulunan bir doktora Buse’nin hastalığını anlatarak
ne yapabiliriz diye kendisinden akıl almamdı. Daha sonra bu
yazışmayı Buse’ye yolladığımda yine aynı şeyi yaptı: “Özür di-
lerim.”
Sürekli geçmişini, hastalıklarını ve yaşadığı olayları konu-
şarak O’na moral vermeye ve motive olmaya çalışıyordum. Bir
gün hamile olabilirim endişesiyle nasıl korkuya kapıldığını an-
latamam. Hamile olma korkusu bambaşka bir şeydi O’nun için.

91
Buse geçmişte dindar bir kızken Ela’nın geçirmiş olduğu bir ra-
hatsızlık yüzünden yaratıcıya küsmüş ve her şeyin sorumlusu
olarak O’nu görmüş. Böyle bir dönüş yaşamış kişiydi. Olumsuz
bir durumda onun için her varlık suçluydu, başına ne geliyorsa
hep bunlardan ötürüydü. Bu konuda da kendisini ikna edeme-
dim, onun bu soğukluğu hiçbir zaman geçmedi; onun meşhur
sözüdür: “Biz tanrıyla küsüştük.”
İçinde maneviyatla alâkalı bir şey kaldığını hiçbir zaman dü-
şünmedim. Duygusuzluğu, davranışları ancak böyle yorumla-
nabilirdi. O’na yakın olan insanlara, onu seven insana değil de,
kendisine zarar veren insanlara göstermiş olduğu çabaları hiç
anlayamadım. Bir tartışmada, hep bir hastalığını, bir eksikliğini
veya başka bir şeyi öne sürerek bir şekilde konuyu kapatma-
ya çalışırdı. Özellikle ayrılık zamanlarında benimle barışmak
için en sık kullandığı yöntemdi bu. Kâh yaşını ortaya koyarak,
kâh geçmişini ortaya koyarak benim onu anlamamı istiyordu.
Bunlar kötü şeyler değil, biliyorum ama, bunların benim üze-
rimdeki etkilerini maalesef o hiçbir zaman hesaplamadı, buna
gayret göstermedi bile. Ben bu korkularla yaşayarak, ona bir
şey olacak endişesi ile hep elimden geleni yapmaya çalıştım,
ancak geldiğimiz bugünkü noktaya baktığımızda bunların hep-
sinin boş olduğunu, gereksiz olduğunu anlamış bulunuyorum.
İlerideki genel bölümde bunları detaylı anlattığımda hepiniz
burada olan şeyleri daha rahat anlayabileceksiniz. Detay ver-
meden kısa kısa bölümler halinde olayları aktarmamda amaç;
sizleri sıkmamaktır.

92
15. İftira ve Yalanlar

İ lişkimizde her gün bambaşka şeyler oluyordu, buna ne-


den eve dönmemdi. Buse, bunu kaldıramamış, olayı eşime
dönüş olarak yorumlamıştı. Ben de böyle olmadığını ona ispat-
lamaya çalışıyordum. Evdeki durumu; çocuklarımla ve eşimle
kurduğum iletişimi kayıt altına alarak O’na atıyor ve durumu
anlamasını istiyordum. Hatta eşimi, Buse’nin merak ettiği her
konuda konuşturarak bunları da O’na gönderdim. Eşim ger-
çekleri dile getirdiği halde Buse’nin kafasında olusan algı: “Ka-
rınla beraber bana oyun yapıyorsunuz.” oldu. Bunlardan sade-
ce bazılarını yazıp sizin takdirinize bırakacağım.
Bunlardan biri; telefonunun zamanlı zamansız aktif durum-
da olmasıydı. Başlarda telefonunun neden bu kadar aktif ol-
duğunu anlayamamıştım. Sonuçta akıllı telefon, bilemiyorsun
neyin ne olduğunu. Buse’ye “Telefonun neden hep aktif ve
çevrimiçi görünüyor?“ diye sorduğumda, “İnan, ben değilim“
diyor. Haberim yok diyordu, özellikle Facebook’ta aktif olması
(bir gün tam 9 saat aktif kaldı) inanılır gibi değildi. Gel zaman
git zaman, benim de sosyal medya hesaplarımda, mail adres-
lerinde bazı kurcalanmalar meydana gelmeye başladı. Bu giriş

93
çıkışları kontrol ettiğimde, bunların girişlerinin Antep, Adana,
Kayseri gibi yörelerden olduğunu gördüm. Bugüne kadar başı-
ma böyle bir şey gelmemişti. Buse ile her şeyi paylaşıyordum,
buna hesap bilgilerim de dahildi. Çünkü her şeyden şüpheleni-
yor, herşeyimi takip etmek istiyordu.
Bir gün bütün mail adreslerimin, tüm sosyal medya ağları-
mın tek tek hacklenmeye çalışıldığını, birileri tarafından kur-
calandığını gördüm. Geçmişte bu işlerle uğraştığım için az çok
tahmin edebiliyordum, neyin nasıl yapılacağını? Buse‘ye böyle
böyle bir durum olacağını anlattım, daha önce herhangi bir şey
kabul edip etmediğini sorduğumda, bilmiyorum ki, galiba oldu
dedi. Bana sosyal medya şifresini vermesini istedim, çünkü bu
dosyalar genelde link, fake page, fotoğraf, ya da video içerik-
lerine gömülüyordu. Siz video zannedip tıkladığınızda fake bir
ağ sayfası açılır, siz buraya sosyal ağdan çıktığınızı zannederek
giriş işlemi yaptığınızda sayfa size bağlantı hatası der, siz de
sayfayı kapatırsanız. Bu şekilde hecklenirsiniz. Ben bunu bildi-
ğim için Buse‘den şifrelerini aldım, ama keşke almaz olaydım,
onu alırken yaptığı terbiyesizliği daha sonra paylaşacağım.
Maillerine baktığımda Nisan ayında gönderilmiş trojen bir
dosya buldum. Bunu ona göstererek, buna tıkladın mı, bunu
açtın mı diye sordum. Evet, bunu açmıştım dedi. Dosya cinsel
içerikli bir dosyaydı. Hatta daha sonra durumu anladığında, bu
mesajı yollayan kişiye bunun virus olduğunu da yazmış, ama
hâlâ hesaplarının ele geçtiğini anlamıyordu. Sonra şunu fark
ettim, bana hiçbir şekilde böyle bir şey olmadı dediği halde bir
sürü bu tarzda dosyaların olduğunu gördüm. Ben de kendisi-
nin kontrolünde bunları tek tek temizlemek için işlemlere baş-
ladım. Ne yaptıysam ona gönderiyor, hem onu korumak, hem

94
de kendimi güvence altına almaya çalışıyordum. Fakat ona bu
bu işlemi yapacağım, haberin olsun; bu dosyalar inecek, ona
göre bakarız, dediğim gün her şey bir anda değişti. İnanılmaz
bir suçlama... inanılmaz davranışlar. Bir anda öfkeden deliye
döndü. Acaba ne vardı geçmişinde? Neden geçmişteki dosya-
ların indirilmesine bu kadar karşıydı?
Ben incelerken bir şeye odaklanıyorum. Odaklandığım şey
Facebook’un güvenlik uyarı sistemiydi, çünkü Buse ikili doğru-
lama kodu kullanıyordu. Buse’nin hesabına biz tanışmadan üç
ay evvel giriş çıkışlar yapılmış. Bu giriş çıkışlar Adana ve çev-
re illerinden olmuştu. Bu uyarılar telefonuna defalarca gelmiş,
ama Buse bunları umursamamış. Ya da başka bir sebep var,
söylemedi. Bu güvenlik sistemine göre siz şifrenizi verseniz de
giriş yapacağınız zaman telefonunuza Facebook ikinci bir sms
şifre daha yolluyor. Bu mesajlar defalarca okunmuş, ama Buse
bunun için hiçbir şey yapmamış. Bugün bile hâlâ bu mesajlar
Buse’nin hesabında durmakta. Daha sonra bu hacker’a IP ad-
resinden ulaştım. Adresine kadar çıkardık, Buse bunu çok iyi
biliyor. İlerleyen zamanlarda banka hesaplarımda garip giriş
çıkış işlemlerinin denendiğini fark ettim.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Almanya’ya kayıtlı bir
numaradan arandım ve bana elinde Buse ile benim görüntü-
lerimin olduğunu söyleyerek birkaç fotoğraf atmak suretiyle
şantaj yapmak istedi, ama ben bu numarayı yemeyince Buse’yi
arayacağını ve ona da bunları diyeceğini söyleyince paniğe ka-
pıldım, çünkü uygunsuz görüntülerimiz vardı Buse ile. Daha
sonra Buse bana; “Beni de aradı, açmadım, engelledim” dedi.
Aradan bir zaman geçti ve inanılmaz birşey oldu; akıl almaz
bir şekilde Buse, bana bunları benim yaptırdığımı, bu hacker’ı

95
da benim tuttuğumu belirterek, kendince bir senaryo ile bana
anlatmaya kalktı. Bu iftiralar canımı sıkıyordu ama susuyor-
dum, ben sustukça Buse daha fazla saldırıyordu. İnsanın ina-
nası gelmiyor, ben hayatında yokken hesaplarına erişmişler,
başımıza bunlar geliyor, ama O, beni suçluyordu. Mağdurken
suçlanmak inanılmazdı. Üstelik hacker’ın bana yolladığı görsel-
lerde BUSE HALA GOLD ÜYE olarak görünüyordu, bu görsel-
ler onun elinde de var. Asıl ilginç olan bu virüslü dosyayı Nisan
ayında aldığı adama bu dosya üzerinden yazmasıydı.
Buse’nin tüm hesaplarının aşırı güvenlikli şifrelerden ve
giriş ayarları ile olmasının sebebini hiçbir zaman anlamadım.
Ben bunca işle uğraşırken, kendimi bu kadar korumaya hiç ih-
tiyacım olmamıştı. Daha bu olayların başında, durumu kontrol
etmek için Buse’den şifresini istediğimde anında şifresini deği-
şiyor ve bana; ‘sanane’ ile başlayan yeni bir şifre yolluyordu.
Düşünsenize sevdiğiniz adam sizin için birşey yaparken siz
ona güvenmeyip onu aşağılarcasına “sanane’’ ile başlayan şifre
yolluyorsunuz, takdir ve görüş sizin. Bunlarla alâkalı görselleri
kitabım sonunda paylaşacağım ve olayın detayını da genel bö-
lümde anlatacağım.
Daha sonra anladım ki KPSS sınavı olduğu gün telefonunu
benim onun telefonuna birşey yapacağım korkusu ile yanına
almamış. Buse’nin en büyük hatası suskunluğumu; aptallığım
zannetmesiydi. Daha sonra o hacker denilen kişiyi bularak is-
pat bunu etmiştim.
Sonra ne mi oldu? İspat etmeme rağmen yine benden şüp-
helenmeye devam etti.

96
16. Yalanlar Yerini Gerçeklere
Bırakıyor

B u bölümde genel bir değerlendirme yapacağım. İlişki-


mizde çok garip olaylar yaşanıyordu. Birçok kez kavga
ettik, birçok kez ayrılmıştık. Nedenler hep aynıydı; sen beni
eşin yüzünden terk ettin, ona döndün, onunla görüşüyorsun,
beni kandırıyorsun, benimle oyun oynuyorsun. Bunların gü-
vensizlikten kaynaklandığını düşünüyordum, evet haksız da
değildi güvenmemekle, ama düşündüğü şeylerde benim hiçbir
alâkam yoktu. Öyle iğrenç düşünceleri vardı ki, insanın mide-
si bunları kaldıramazdı. Birçok kez iftiralara maruz kaldım ve
ben bunların hepsini tek tek ispatlı çürüttüm. Bunların, bana
güvenmeyle ilgili olmadığını, oyunun bir parçası olduğunu çok
sonra anladım, çünkü beni psikolojik olarak yıkmak istiyordu.
Nerden mi biliyorum bunu? Çünkü ben ispatladıkça Buse’nin
bana karşı mahcubiyeti artacakken, daha da saldırganlaşıyor-
du.
Bana olan güvensizliği son bulsun diye bana ait olan bü-
tün şifreleri ona verdim. Hatta WhatsApp için QR kodunu
da yolladım. Hepsini kontrol etmesini ve herhangi bir sorun

97
olup olmadığını kendisi görsün istedim, ama hâlâ tutumundan
vazgeçmiyordu. Üstelik; bana yollama, bakmam diyen kadın,
meğer bakmış ama karekodun günü geçtiği için açamamış. Qr
yollamayı da ondan öğrenmiştim. Bir gün bir mevzu olmuştu
bana dedi ki; istersen qr yollayayım, bak! Buse bunları nerden
biliyordu? Ne amaçla bu bilgiye ihtiyaç duymuştu, bilemedim.
O suçluyor, ben ispat ediyordum. Ama bir faydası olmuyordu.
Bir gün ona şifremi tekrar verdim, bunun da sebebi bir iş
ilânı için o siteye facebookla bağlanacaktı. Güvendim, ver-
dim. Daha sonra Buse uzun bir süre ortadan kayboldu, meğer,
messenger’ıma girmiş; kimlere neler yazmışım onları tek tek
okumakla meşgulmuş. Oysa bana asla girmem diyen kendisiy-
di. Güvenimi istismar edip tüm özelimi araştırıyormuş, hatta
onunla ilişkiye başlamadan evvel olan ve başını sonunu bilme-
diği yazışmayı bana karşı öyle bir kullandı ki; bu sebeple çok
sevdiğim bir arkadaşımın gözünde sıfırı bularak onu kaybet-
meme yol açtı. Bu arkadaşım Türkiye ve dünya adına önemli
çalışmalar yapan bir bilim kadınıydı.
Yalanlardan en önemlisi de “Golllik”ti. Anlattığına göre bu
kişi kitap gruplarında tanıştığı, Malatya’da yaşayan bir adam-
dı. Bana sadece arkadaş olduklarını, üniversite döneminde
ona uzaktan yardım ettiğini söylemişti. Gollik evli bir adamdı,
ama her gün onunla yazışıyor, seviyesi olmayan sohbetlerde
bulunuyorlardı. Ancak her seferinde sadece arkadaşız, her-
hangi bir şey yok aramızda demesine rağmen, ilerleyen zaman-
larda öğrendim ki, bu ‘gollik’ Buse’ye demiş ki: Evlenmeden
önce keşke seni tanısaydım. Hatta kalkıp Nevşehir’e gelmiş,
ama Buse onunla görüşmediğini söylemişti, bu ne kadar doğru
bilmiyorum. Çünkü sadece arkadaşız dediği adam ona bu söz-

98
leri söylemiş ve o benden bunları saklamıştı. Zaten bu kişiyle
alâkalı yaşadığım diğer olayı daha önce anlatmıştım. O olayda
bir ayrıntı daha vardı; o da şuydu: Bana yazmadı dediği gün
bu kişi ona ‘günaydın’ diye yazıyor. Buse de günaydın demek
yerine bir anda; “Abim covit oldu?” deyivermiş. Buse zoruma
gitti diyerek ona yazdığını söylüyordu. Peki zoruna gittiyse,
abim covid oldu diye yazacağına, sınavı neden sormadın diye
yazsaydın ya?
Aslında Buse, zoruna gittiğini söylediği ‘şeyi’ yazması gere-
ken abisinin durumunu açıklıyor, bunun da yalan olduğunu
burdan anlayabiliriz. Bu, sohbetin derinleşmesi, ya da acıma
duygusunu ortaya çıkarabilmek için abisinin virüs kaptığını,
annesi ile ona da test yaptıklarını yazmış. Bu da sonradan çı-
kanlardan bir başkasıydı. Bunları da paylaşacağım görsellerle.

99
100
17. Dövmeci

Ç ok güzel bir gün ve keyifli vakit geçirdikten sonra bir


buluşmamız daha bitmişti. Uçağın kalkış saatine epey
bir zaman vardı. Bu boşluğu değerlendirmek için merak ettiğim
ve Buse’nin bana anlattığı acı bir hikâye yüzünden daha da ilgi-
mi çeken Avanos’u görmek ve onun benden isteğini yerine ge-
tirmek amacıyla Buse’yi eve bıraktıktan sonra, Avanos’a gitmek
için araç beklemeye başladım. Fakat araç bir türlü gelmiyor-
du, ben de yoldan geçen araçlara otostop çektim. Siyah Şahin
model bir araç bana cevap verdi. Selâm vererek araca bindim.
Yol boyunca çok duygusaldım, gözlerimden yaşlar akıyordu.
Sevdiğim kadından yeni ayrılmıştım ve kim bilir bir daha ne
zaman görecektim? Durumumu gören şoför ‘hayrola’ dedi, ben
de kendisine durumu anlattım. “Hemşerim sen salak mısın ya!”
dedi, “Bunun için mi üzülüyorsun sen?” deyip güldü. Ben, “Ne-
den böyle dediniz?” diye sorduğumda, “Hemşerim, buraların
kızlarını bilmiyorsun, bunlar karşısındakini etkilemek için ken-
dilerini acındırırlar, güvenini kazanmak için herşeyi yaparlar
ve şu, şu, şu şekilde davranırlar” dedi. Bunların hiçbirine aldı-
rış etmemiştim o zaman, çünkü insan sevdiğine bunları yakış-
tırabilir miydi?

101
Zaman ilerledikçe her şey tam da o dövmecinin dediği ve
anlattığı gibi çıkmaya başladı. Her güzel günümüzün ardından,
olur olmadık sebeplerle mutsuz ediliyor ve suçlanıyordum. İfti-
ra ve hakaretlere maruz kalıyordum. Ben bunları beni anlama-
dığını düşünerek yaptığını sanıyordum. Oysa sebep beni psi-
kolojik olarak yıkmak, kendimi suçlu hissetmemi sağlamakmış.
Belki de bunun farkında değildi, ama zannetmiyorum, çünkü
benimleyken bana karşı yapılan birçok oyunda o beni uyan-
dırmıştı. O zamanlar Buse bana ne yaptığını çok iyi biliyordu.
Nitekim aynen öyle oldu.
Bir gece eşimle tartıştım, o da küçük oğlumuzu alarak anne-
sine gitmiş. Annesi ve ailesi ona sırt dönmüş, bir çözüm yolu
arıyorlardı. Annem onunla konuşmuş, kızmış, bana anlattı.
Canım sıkılmış, ne yapacağımı bilmiyordum? Evet, eşimle kötü
olabilirdim, ama kucağındaki çocuk benimdi, ayrıca üç çocu-
ğumun annesiydi, ayrılacağız diye düşman mı olmam gerekti?
Onu sokağa mı terk etmem gerekirdi? Bunu değil yapmak, öl-
sem de yapamazdım. Ona karşı en büyük saygım evlatlarına
verdiği emektir.
Buse. “Canın neden sıkkın?” diye sordu, ben de konudan
bahsetmeyerek, “Boş ver,” dedim. Biliyorum çünkü başıma ne
geleceğini, O ise bana, “Anlat, belki yardımcı olabilirim, haya-
tım!” deyince ben de anlattım.
Buse’ye durumu anlattım ve eşimle çocukları bir yere yer-
leştirmek gerektiğini söyleyince Buse, bir anda çıldırmışcasına;
“O’na sahip çıktığın kadar bana sahip çıkmadın, onu düşündü-
ğün kadar beni düşünmedin!” diyerek bana saldırmaya başla-
dı. Ben, evladım için annem birşeyler yapalım dedikçe o bana
daha fazla saldırıyor; “Bırak başının çaresine baksın, madem

102
gitti evden, güvendiği birşey vardır” diyordu.
O gece de bu sebepten dolayı beni terk etmişti, üstelik ken-
disi de bir anne ve kucağında bir bebekle baba evine sığınmış-
ken... Aslında durumu en iyi onun anlaması gerekirken saldır-
ganlaşmasına anlam veremiyordum. Bencillik tüm ruhunu esir
almıştı, sonradan anladım ki; onda duygu, düşünce, merhamet
asla olamazdı, bu onun yapısına tersti. Dünya onun istedikleri
üzerine dönmeliydi.
Anlatmaya çalışıyorum anlamıyor, en sevdiği arkadaşı
Hülya’yı devreye sokuyorum; işe yaramıyordu. “Ya onlar, ya
ben!” deyip durmadan seçenek sunuyordu. Oysa Buse en ba-
şından beri evli olduğumu biliyordu. Ne olursa olsun; beni
sevdiğini ve gerekirse on sene beklerim diyen hatta hiç boşan-
ma teklifini sunan kadındı kendisi. Ama O, gitmiş başka birine
dönmüştü.
O bana baskı kurdukça ben evden daha da soğuyordum ve
boşanmak için herşeyi hızlandırıyordum. Bir gün yine yatakta
uzanmış dinleniyorduk, o anda Buse bana; “Ben artık sana tes-
lim oldum, boşanma. Ama beni de bırakma!” dedi. Bugün bunu
inkâr etse de bunları söyledi. Ben de onu yataktan kovarcasına
ittim ve şunları dedim. “Ben inancını yitirmiş bir kadınla asla
beraber olmam!” Bunu bize inanması için söylemiştim.
Bunların büyük bir hata olduğunu tabii ki sonradan anla-
yacaktım.

103
104
18. Evlilik Yolunda

Z aman geçiyordu, bir şekilde zorlukları aşma gayretin-


deydik. Başarılı da olduk sanıyordum; geleceğe yönelik
planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz ve bunlara göre hareket
ediyoruz. Buse nasıl bir evlilik istediğini anlatıyor, ben de ona
istediklerimi... “İşte ben de aynen bunları istiyorum, çocukları
şöyle yaparız, böyle eğitiriz, her gece okuma saati yaparız” gibi
karşılıklı hayallermizi konuşuyoruz. Harika zaman geçiriyor-
duk ve evli çiftler gibi hayatı paylaşıyor, birbirimizi yönlendi-
riyorduk.
Herşey inanılmaz gidiyordu derken, Buse eve gitmemden
rahatsız oluyor, gittiğim günleri burnumdan getirmeye başladı.
Evet o evde eşim vardı, ama üç de çocuğum vardı. O çocukla-
rımı değil, sadece eşimi görüyordu. Eşimle zaten ilişkimizi bi-
tirmiştik; ne bir araya geliyorum, ne de aynı odayı paylaşıyor-
dum. Ama durum Buse için öyle değildi. Hatta bir sinsi planı
daha vardı diye tahmin ediyorum. Şöyle; Buse kendisi evdey-
ken beni WhatsApp’tan arayıp sesi kısmamı istiyordu ve benim
onların evinde ne yaşanıyorsa duymamı istiyor, hiç bir özeli
kalmasın istiyordu. Öyle mahrem konuşmalara denk geldim ki

105
anlatamam. Herşey duyuluyordu, aynı şeyi benim de yapmam
için bu planı yaptığını düşünüyorum, çünkü bunu benden isti-
yordu. Eve geldiğim sürece mutfakta oturuyor, yatma vakti ge-
lince de çocuklarımın odasında, ya da kanepede uyuyordum.
Bu kadar hassas davranmama rağmen Buse, her zaman şüp-
he edecek bir vesile arıyordu. Bir gün oğlumla beraber bahçe
düzenlemesi yapıyorduk, baba oğul vakit geçiriyor, eğleniyor,
fide dikiyorduk. Telefonum açık, Buse duyuyordu, hatta ses ne
zaman gitse anında yazıyordu. Ben, oğluma fidelere ben yok-
ken bakmasını, onları günün belirli saatlerinde sulamasını söy-
lüyor ve bu işlerin nasıl yapıldığını öğretmeye çalışıyordum.
Şöyle bir cümle kurdum; “Oğlum, bunlara güzel bak, ileride
bunları biz yiyeceğiz.” Bunu dememle Buse bana bu cümleyi
tekrarladı; “Demek ilerde beraber öyle mi?”
Ne yapsam yaranamıyorumdum, kendimi ona karşı ispat
edemiyorum, çünkü dur durağı yoktu Buse‘nin. Ne konuşsam
altında birşey arıyor, zembereği kuruyor ve bana saldırıyordu.
Bir örnek daha: Bir gün ev sahibim Metin Bey, eşi ile barış-
tığı için bize evden çıkmamız gerektiğini, eşinin bu evde otur-
mak istediğini söyledi. Ben de durumu anlayışla karşıladım ve
derhal yeni bir ev arayışına girdik. Bu sırada ben ofisimde ka-
lıyordum. Buse’ye durumu anlattım, bir tepki vermedi. Aradan
birkaç gün geçtiğinde eşim ve çocuklarım bir ev bulduklarını
söyleyerek bir video attılar. Videoyu kızım, annesinin telefo-
nundan atıyor. Videoda kamerayı kızımın kullandığı seslerden
ve görüntüden rahatça anlaşılıyordu, çünkü eşim kameranın
kadrajına giriyordu. Ben de kızım olduğunu bildiğimden bana
sorulan; “Ev nasıl?” sorusuna, “Ev güzel, ama banyosu kötü”
diye karşılık vermiştim. Vermez olaydım. Buse bu söz üzerine

106
deliye dönmüş; “Sen bana şu tarihte ev sahibi çıkın demiştin
hani” diye saldırmaya başladı. Ben belki verdiğim tarihte hata
yapmış olabilirim, bundan emin değilim. Ama bu saldırı konu-
su olabilir mi?
Buse hata yapabilir, bunu ’düşüncesizlik’ diyerek kapatabi-
lirdi, ama ben bunu asla yapamazdım, çünkü O’nun gözünde
güvenilmez, yalancı ve düzenbazdım.
Bunları da zamanla aştık. Buse ile artık konular hep evlilik
üzerineydi, ancak Buse de yine garip haller başladı. Buse, ailesi
ile akrabalarına gidiyor, beni aramayı, mesaj yazmayı unutu-
yordu. Bana göstermediği özeni instagramdaki arkadaşlarına
gösteriyordu. Bunlara da fazla takılmıyordum, ama ilerleyen
zamanlarda dahası da olmaya başlıyordu. Buse’ye yazıyorum,
O, yazdıklarımı okumuyor, kafasında oluşanı yazıyordu. De-
falarca bunu yapmasından dolayı kavga etmiş, sonrasında da
sayısız özürler dilemiştir.
Annesinin doğum günü yaklaşıyordu ve anneler gününe ya-
kın bir tarih olduğundan hediye ile ilgili kararlar veriyorduk,
bunun gibi konularda çok konuşuyorduk.
Bir gün annemle konuşurken, anneme çocuklarımı sordu-
ğumda, benimle görüşmek istemediklerini söyledi. Eşim de
“Tamam boşanacağım” demiş. Yalnız tek bir şartı varmış: “Res-
mi boşanma küçük oğlum okula başladığı zaman olsun!” Buse
ile konuşurken bu durumu aynen aktardım, Buse, “Çok şükür
bu günlere” diyerek eşimin kararına çok sevinmişti. O, sevin-
mişti ama benim için ne kadar acıydı. Dedim ki; “Çok kötü ol-
dum, onlar benim yavrularım, ben ne yaparım onlarsız, nasıl
dayanabilirim?”

107
Resmen ağlayacak, boğulacak gibiydim, en çok desteğe ih-
tiyaç duyduğum andı bu vakit. Ben, Buse’den destek kuvvet
beklerken, Buse’den hayatımın en ağır darbesini yedim. Bana;
“Korkma hayatım, ben yanındayım! Her şey düzelecek, bak gö-
receksin, onlar da bu durumu anlayacaklar, barışırsınız yav-
rularınla!’ demesini beklerken, Buse aynen şunu söyledi; “Ne-
den iki sene bekleyecekmiş boşanmak için?” Ben ne duymayı
beklerken, onun söylediği şeyle darmadağın olmuştum. Ben de
ona: “Buse, senin derdin bu mu olmalıydı, yoksa çocuklarım
konusunda bana destek mi?”
Buse hata yaptığını yine basit bir özürle geçiştirdi, neden
basit dedim, onu da anlatayım. Günler geçiyor; biz evlenme-
yi düşünüyor, konuşuyoruz ama ben evlat hasreti çekiyorum.
Nasıllar, iyiler mi, herhangi bir sorunları var mıydı?.. Annem
bilgi vermiyor adeta benden kaçıyordu, ancak teyzem ara sıra
cevaplar veriyor da bu, beni rahatlatıyordu biraz. Bu süre
zarfında ne acılar çektiğimi görmesine rağmen hiçbir şekilde
yanımda olmadı Buse. O’nun derdi bambaşkaydı, birçok kez
tartışmamıza rağmen, O’na bana neden bu konuda yardımcı
olmuyorsun dediğimde, sadece basit basit geçiştiriyordu, özür
dileyerek. Ela’nın Temmuz 2020’de babasının yanına gidişin-
de benim ona nasıl davrandığımı hatırlatıyor, O’nun da bana
böyle davranması gerektiğini güzelce anlatıyordum, ama bu da
fayda etmiyordu. Daha sonra da neden ‘iki sene bekleyecek-
miş’ kelimeleri ile üstüme gelecekti, hem de birkaç gün sonra.
Hatta bir gün de; “Adamın derdine bak, neden daha erken bo-
şanmak yerine, bunu hesap etmiyorsun?..” diye çıkışmaz mı,
şok oldum.
Bir gün yine plân yaparak Nevşehir’e gittim, kaldığımız apar-

108
ta yerleştim. Bu gidişim de yine eskisi gibi günübirlik idi. Sabah
Buse’yi evinden aldım, otobüse binerek yola koyulduk. Durum
yine aynı; Buse dışarıyı izliyor, benimle ilgilenmiyor. Kafasında
birşey olduğunu, bunun üzerinde düşündüğünü açık açık belli
ediyordu: Acaba Ahmet’ten nasıl kurtulurum mu, yoksa?
Çarşıda indik ve kaldığımız aparta geçtik, burada birkaç
kere beraber olduktan sonra güzel bir yemek yedik. Devamın-
da çarşıya inip, gezdik. Her zamanki gibi benim sevdiğim ka-
bak çekirdeği ve tatlıyı bana almıştı. Zamanı mutlu geçiriyor-
duk, her şey deli gibi akıyordu; heyecanlı ve dinamik... Daha
sonra gelen hastane minibüsü ile Buselerin evinin oraya gittik,
abisi ve babası evde olduğu için ben eve fazla yaklaşmadım.
Telefonda yazışırken bana Ela’yı getirmesini istedim, çünkü
içimde evlat hasreti vardı; bir şekilde bunu bastırmam gereki-
yordu, başka çarem yoktu. Bir müddet sonra Buse, Ela ile çıkıp
geldi. Ben hemen Ela’nın çekilmemesi için yavaşça yanlarından
yürüdüm, annesinin ona bir şeyler söylemesini bekledim ve bu
sözler üzerine de konuşmaya katılmaya karar verdim. Nitekim
böyle de oldu. Gözlüklü ve maskeli olduğum için Ela beni ta-
nıyamadı, o sırada ben de annesine; “Lütfen tanışalım artık!”
dedim. Çünkü birçok kez telefonda konuştuk Ela ile, görüntülü
aramalar yaptık, evlerinin oraya geldim, balkondan konuştuk,
kendisine hediyeler almıştım. Hatta sırlarımız da vardı Ela ile,
artık beni tanıyordu. Annesi bunu söylememle bir anda koru-
yucu bir tavır takınarak kaşını gözünü havaya kaldırıp; “Hayır,
sakın!” gibilerinden inanılmaz bir tavırla karşılık veriyor ve ben
sevdiğim kadının yüzünde cehennemi görüyordum. Bu hiç bek-
lenmedik hareket beni çok şaşırttı, neye uğradığımı şaşırdım,
çünkü Buse’nin en büyük hayali Ela’nın bana baba demesiydi.

109
(Ya da ilişkiyi devam ettirmem için Ela’yı da kullandı). Buna
bozulduğumu fazla belli etmeyerek beraber yürümeye devam
ettik. Bir markete girdik, buradan bir şeyler aldık ve tekrar eve
doğru yürümeye başladık. Ben, Ela’ya ne kadar yaklaşmaya
çalışsam, annesi; “Yabancılarla konuşmuyoruz, yabancılara
dokunmuyoruz!” gibi kelimelerle Ela’yı engelliyordu.Bu durum
beni inanılmaz derecede yıkmıştı, çünkü evlat hasreti çeken
bir babaydım. Belki o an Ela’ya sarılmak veyahut Ela ile toka-
laşmak; beni bir nebze olsun rahatlatabilirdi ama olmadı. Sıra
vedalaşmaya gelince ben dizlerimin üzerine çöktüm, kollarını
iki yana açtım, yumruklarımı sıktım ve Ela’nın gelmesini bekle-
dim, ama annesi yine aynı yüz ifadesi ve korku dolu bakışlarla
bunu kabullenmedi. Kısaca Ela’ya sanırım dokunmamı istemi-
yordu. Orada vedalaştık, ben havaalanına geçtim...
İstanbul’a dönmüştüm... Aradan birkaç gün geçmişti ki,
abisinin döneceği konusunda bana bilgi verdi; abisi gitmeden
ailecek Avanos’a gidelim demişler. Bunun üzerine gittikleri
Avanos’tan bana fotoğraflar atmaya başladı, Buse gittiği her
yerden bana fotoğraflar atardı.
Buse, uzun boylu, fiziği harika bir kadındı, dar pantolon giy-
diğinde, bu, onu dışarıya karşı çok cüretkâr gösteriyordu. Bü-
tün insanlar ona bakar, arkasından izlerdi. Hatta bir seferinde
bir kadının bile arkasından laf ettiğini duymuştum. çünkü o
sırada arkasından yürüyordum.
Neyse, ailecek gittikleri yerden bana fotoğraflar atıyor, ben
de ne yapacaklarını görebiliyordum bu sayede. Akşama doğru
gezmeler bitti, eve dönüş yolundaydılar. Ben, altta açık olan
telefondan ne konuştuklarını gayet rahat duyuyordum.
Eve geldiler... Ev halkı normal ev hayatına dönmüş, Ela’nın

110
da uyku vakti gelmişti. Bu sırada biz de fotoğraflar üzerine ko-
nuşuyoruz. O’na diyorum ki; “Hayatım neden dar giyindin? En
azından kalçalarını kapatsaydın olmaz mıydı, hani sen bana
söz vermiştin?” Bu sebeple biraz tartıştık, ama aradan on da-
kika geçmemişti ki, sanki biz o tartışmaları yapmamışız gibi
Buse bana bir fotoğraf attı. Fotoğrafta kalçaları çok aşırı belli
olacak şekildeydi. Sonra başka bir fotoğraf... Fotoğrafta arkası
dönük, kalçasını yukarı doğru kaldırmış, geriye doğru bakıyor.
Bana; “Bunu instagram profilime koyabilir miyim” diye izin is-
temez mi? Benim bu konuda ne kadar hassas olduğumu bildiği
halde bunu nasıl sorabildiğini bir türlü anlamadım: Ya arka-
daş, biraz evvel ben sana kızmadım mı?
Ben de kendisine; “Sen bu fotoğrafı bana göndermedin,
benden esirgediğini insanlara mı açıyorsun?” diye çok kızdım.
Fotoğraf inanılmaz derecede tahrik ediciydi. Bunu, hangi er-
kek olsa kabul edemezdi. Bu fotoğrafı bana neden yollamadığı
konusunda biraz tartıştık. Instagrama ‘durum atma’ bizim her
zaman büyük problemimiz olmuştu, çünkü durumlarını süsler,
bir şekilde farklı görünmeye çalışırdı. Instagram durumu onun
için her şeydi. Sonra içeriye gidip hangi fotoğrafları ‘durumu-
ma atayım’ diye annesinin de önerilerini alarak fotoğrafları
yükledi, tabii benim kızdığım fotoğrafı yüklemedi. O gün böyle
bitti.
Ertesi gün bu tartışma sebebiyle soğuktu aramız; ne arıyor,
ne mesaj yazıyordu. Bu şekilde bir gündü, ayrıca abisi de ev-
deydi, bir iki güne gidecekti.
Akşamüstüne doğru bana, “Amcamlara gideceğiz, bilgin ol-
sun!” diye yazdı. Ben de; “Geç olmadı mı, saat neredeyse 17.00,
Ela dokuzda uyuyacak, geç kalmayasınız!” dedim. “Yok, yok

111
20.00 gibi geliriz” dedi. Gittiği yerde telefon çekmediğinden
beni arayamadı, ara sıra gelen internetten de mesajlar yazma-
dı. Buna açıkçası çok üzüldüm, çünkü benim yazdıklarım ona
gidiyordu, ama o bana yazmıyordu. Bahanesi telefon çekmi-
yordu, çekmiyorsa benimkiler nasıl ulaşıyordu? O bunu daha
evvel de yapmıştı, tam beş saat boyunca bana ne yazmış, ne
de mesaj atmıştı. Ancak bunu ispatlamaya çalışırken yine bir
yalanı ortaya çıkmıştı: Bana bir arkadaşının aradığının ekran
görüntüsünü atıyor ve ‘al, bak’ diyordu. Ekran görüntüsünde
onun farkmediği ama benim gördüğüm birşey vardı: O kişiye
ulaşmak için birçok kez çağrı girişiminde bulunmuş, _bu kayıt
da hâlâ durur bende_ düşünsenize telefon önünüzde, kitap
okuyorsunuz; size mesaj yazan sevdiğiniz adamı aklınıza ge-
tirmiyorsunuz! Bu konuyu konuşurken tam ona kızacakken
konu bir anda değişiyor ve: “Gittiğime pişman oldum. Amcam-
lar tüfeği çıkarmış, kuşlara ateş ediyorlardı, bana da ateş et
diye zorladılar!” Şaka gibi, sen beş saat sevdiğin adama yazma,
çizme, “nasılsın, ne yaptın bensiz, nasıl geçti” deme, bunları
anlat. Ayrıca daha sonra aynı yerdeyken beni aramış ve epey-
ce de sohbet edebilmiştik. Demek ki telefon çekiyormuş, onu
da sonradan öğrenmiş oldum. Neyse akşam dokuza doğru eve
geldiler, Ela’nın uyuması gerektiği konusunda ona telkinlerde
bulundum. Birazdan yatacağını söyleyerek bana cevap verdi.
Bekliyorum, bir an önce Ela uyusun ki, biz de Buse ile daha
rahat zaman geçirelim. Dakikalar ilerliyor, telefon açık oldu-
ğu için Ela’nın sesleri, konuşmaları durmak bilmiyordu. Ben
de Buse’ye; “Kontrol sende olsun, bir an evvel çocuğu uyut!”
dedim. Sanki ben böyle dememişim gibi O’na bağırdığımı ifa-
de ederek bana çıkışmaya başladı; bu hep alışık olduğum bir

112
durumdu. Ben kendisine durumu anlatmaya çalıştıkça, O, ıs-
rar edip bunu bir şekilde uzatıyor, bağırdığım konusunda ısrar
ediyordu. Buse suçlamalarına devam ederek beni kendi çocu-
ğuma farklı, onun çocuğuna farklı davranmakla çekiştirmeye
başladı. Bunu daha evvel de yapmıştı ve yanımda çalışanlara
da sormuştum; “Ben bağırdım mı?” diye. Onların ‘hayır’ ceva-
bına’ bu sefer de; “Sen milleti ne karıştırıyorsun?” diyerek sal-
dırmıştı. Ben bu durumu kaldıramadım, ama bir şekilde günü
bitirmiştik.
Ertesi gün bu tartışmanın etkisi hâlâ devam ediyordu. So-
ğuk davranışlar, sevgiden uzak davranışlar... beni rahatsız
ediyordu. Derken sustuk... Sakinleşmeye kadar birbirimize
yazmamaya karar verdim; istedim ki benim de daha önceden
yaptığım gibi sakinleşince normal bir şekilde devam edelim.
Birkaç gün önce yine böyle kızdığımda bir müddet yazmamış-
tım. Sakinleşince, “Hayatım, ne yapıyorsun, nasılsın?” diye dö-
nüş yapmıştım. Yine bunun gibi bir olay yaşadığımız için ben
de sakinleşince herhalde yazar diye bekledim. Ama bir de ne
göreyim; bir fotoğrafa _muhteşem kalp ifadesi bıraktım diye_
bunun ekran görüntüsünü alarak bana saldırmaya başlamaz
mı? Fotoğraf bir canlıya ait bir fotoğraftı, gruba yüklenmiş.
Kim olduğu da görülmediğinden, sanırım beğeni yaparken
böyle bir hataya imza atmıştım. Bunu izah etmeye çalışırken
inanılmaz agresif bir şekilde bana davranmaya ve durmadan
saydırmaya başladı. Buse saydırmaya başladığında, onu dur-
durmak, ağzının ayarını kontrol etmek mümkün değildi. Ben
de o an daha fazla ileri gitmesin diye onu engelledim ve bu
şekilde devam edince; “Git!” dedim, “defol!”
Böylece ayrılmış olduk. O anlarda nasıl davrandığını kendisi

113
çok iyi biliyordu. Bir buçuk aydır beni herşeyden uzak tutma-
ya çalışan Buse daha sonra bunun sorumlusu olarak da beni
görmüştü.

114
19. Boşanma Süreci

B u bölümü özellikle sona sakladım, çünkü Ocak ayının


18’inde boşanma davam vardı. Bu sürece nasıl geldim
sizlere onu anlatacağım.
Buse durmadan sorunlar çıkararak yine elinden geleni ya-
pıyordu, bir türlü çözüm yolu bulamıyordum. Seviyordum
Buse’yi, çünkü en zor zamanlarımda bana destek olmuştu,
daha doğrusu öyle zannetmiştim. Ama onun derdi sanırım
bana destek olmak değildi, farklıydı. Belki bir çıkış yolu olarak
görmüştü, belki de ailesinden kurtulmak için bir şans... Bunu
bilmiyorum, hiçbir zaman da bilemedim. Bana; “Seviyorsan bir
hareket göster!” diye durmadan baskı kuruyordu üzerimde.
Ben babasını bile arayarak, durumu anlatmaya çalışacak kadar
çılgınca işlere imza atıyor, annesine kendimi ifade eden mek-
tuplar yazıyordum. Gerçekten beni seviyor muydu, anlamak
çok zordu. Gidişlerimde bana, beni çok sevdiğini, hatta sevgi-
den öte taptığını söylerdi. Beni rahatlatmak için elinden gelen
her şeyi yapar, ama en ufak bir şeyde hayatımı zindana çevi-
rirdi. Yaptığı şey; ama bilerek ama bilmeyerek, beni psikolojik
yönden yıkmaktan öte bir şey değildi. Durmadan eşimle olan
durumumu öne sürüp, benim bir an önce bu evliliği bitirmemi

115
istiyordu. Bunu neden yaptı, artık anlamıyorum. Önceden sev-
diği için yaptığına inanıyorken, şimdi buna asla inanmıyorum.
Boşanma dilekçesini savcılığa götürdüğümde çok mutlu
olmuştu. Günler geçiyor, ama bir türlü dava günü belli olmu-
yordu. Buse durmadan; “Acaba ne zaman belli olacak?” gibi
sorularla beni durmadan meşgul ediyordu. Zaman ilerledi ve
bu başvurudan yaklaşık 20 gün sonra, ya da 1 ay sonra bizim
18 Ocak’ta sabah boşanma davamız olduğu mesajını aldım. He-
men durumu Buse’ye bildirdim. Buse çok mutlu olmuştu. Çe-
kişmeli değil, davanın anlaşmalı olabilmesi için bana her türlü
aklı vermişti. Günler geçiyor, biz o günü beklerken her şey nor-
mal görünüyordu. Ancak boşanma davama bir gün kala aldı-
ğım bir mesajla tekrar yıkıldım. Bu mesajda beni terk ettiğini,
bizim ilişkimizin bir daha olmayacağını, ondan uzak durmamı
istediği yazılıydı. Bu evliliği yıkan kişi olmak istemiyordu. Ken-
disini bir fahişe olarak değerlendirerek bu sözleri sarf etti.
Bugüne kadar ben hep kadınların hakkını savununan biriy-
dim, ama bugün geldiğim hale bakın. Beynimden kaynar sular
döküldü, çünkü mutlu olmak istiyordum. Ama bir anda çok
ciddi bir yumruk yemiş hale geldim. Geçmişte yaşadıklarımla
aynı şeyleri yaşayacağım bana bir kere daha gösterilmişti.
Ertesi gün oldu davaya gittik, eşimle beraber mahkeme sa-
lonunda bekliyorduk. Ben de Buse’ye salon dışından fotoğraf-
lar atıyordum. Bu sırada annem beni arayarak; “Oğlum, benim
hakkım için bu davadan vazgeç!” dedi. Ben de analık hakkını
gözardı edemeyeceğim için mahkeme salonunda bu davadan
vazgeçtim.
Dışarı çıkıp Buse’ye dava bitti, boşandık dedim. Bir gün

116
önce bana kadınlık gururundan bahseden kadın bir anda deği-
şivermiş; beni sevdiğini söyleyerek, “Ben sana inanmamıştım,
boşanacağını bilmiyordum!” diye aşk dolu, güven dolu sözler
sarf etmeye başladı. Buse beni test etmiş kafasına göre. Bu
kendi deyimiydi. Kafam allak bullak olmuştu, düşünsenize;
size bir gün önce ahlâk dersi vermeye kalkan kadın, ilişkinin
bittiğini dile getiren o insan, boşandığımı söylediğim anda bir-
den değişmiş ve beni sevdiğini, çok sevdiğini dile getirir olmuş.
Ama bilmediği bir şey vardı; ben ona güvenimi bir gün önce
kaybetmiştim zaten.
Ancak Buse bu, rahat durur mu? Bana durmadan boşan-
ma dilekçesinin fotoğrafını atmamı istiyor, ben de kendisine
bunun olmadığını söyledim. Benim bunu neden yapamadığı-
mı Buse’ye anlatmam için tekrar Nevşehir’e gitmem gerekirdi.
Yine aynı dairede, yine aynı yatakta onunla beraberken bunu
yüzüne söyleyecektim. Nitekim gittim, ama bunu onun yüzü-
ne söyleyemedim. Çünkü geldiğimde bana yapmadığı şekilde
sarılmış, duygusal anında yatak odasına götürmüştü ve fark-
lı duygularla kendini ifade etmişti. O an bunu başaramadım,
daha sonra İstanbul’a döndüm.
Bir gece sonra durmadan boşanma ile alâkalı kafasında
soru işaretleri olduğunu söyleyerek, benden e-devlet şifremi
istedi. Ben, “Pişman olacaksın, yapma!” diye onu uzak tutma-
ya çalışıyorum. O, bana hakaretler ediyor, beni aşağılıyordu.
Daha fazla dayanamadım ve isteğini yerine getirdim. Benden
şifreleri alarak dava tutanaklarına ulaştı ve orada işin gerçeği-
ni görünce çıldırdı. Bu sefer çıldırmakta haklıydı, çünkü bu se-
fer ona yanlışı ben yapmıştım. Ama bu yanlışa annemin bana
o lafı etmesi ile düşmüştüm. Annem bana, “Bir ay sabret, bir

117
ay sonra değişmezse geregini yaparsın!” demişti. Bunu Buse’ye
ispatlayana kadar akla karayı seçtim, çünkü Buse’nin kimseye
güveni yoktu. Aslında Buse kendine güvenmediği için insanla-
ra da güvenmiyordu.
Buse, çocuk yaştan itibaren hem fiziki, hem psikolojik bir-
çok baskıya maruz kaldığı için en ufak bir şeyde savunma ha-
line geçiyordu. Bu esnada insanların ne dediğini asla anlamı-
yordu. O’nu anlıyorum, ama karşısında sevdiği bir adam varsa
ona güvenmesini bilmeliydi. Sevmek teslimiyettir, ancak O, bu
teslimiyeti yapamadı, duygularına yenildi ve fevri hareket etti.
Daha sonra bir şekilde ilişkimizi kurtarmaya tekrar verdik
ve bir şekilde devam ediyorduk, her şey çok güzel gidiyordu.
Boşanma davasından vazgeçtikten sonra eşimde o yakınlığı
hiçbir şekilde zaten göremiyordum. Günler geçiyordu ve Şubat
ayı yaklaşmıştı. 12 Şubat benim doğum günümdü, tamamen
moralim bozuk, altüst haldeydim. Birden bana herkesin beni
unuttuğu o an; hazırlamış olduğu videoyu göndererek bütün
dünyamı değiştirivermişti.
Bu davranışından sonra hiçbir şey olmamışçasına çok güzel
devam etmeye başlamıştık. Zaman ilerliyordu, fakat sonlara
doğru yaklaştığımızda yine sorunlar başgöstermeye başladı.
Özellikle son 2 ayda ben onu onurlandırmak, gururlandırmak,
güçlü hissettirmek için insanlara meth diyorum. Özgüvenini
yakalaması için uğraşırken, O içinde bulunduğu durumdan bir
türlü kendini kurtaramıyordu. Akrabalarına gidiyor, yazmayı
unutuyor, aramayı unutuyor, farklı davranışlar sergiliyordu.
Ne söylesem ters anlıyordu. Bunlar bizi sona getiren şeyler ol-
muştu ve böylece Buse ile olan ilişkimiz Haziran ayı başında

118
bitti. Benim bu ilişkiden aldığım ders; “Davul dengi dengine”
deyişi gerçeği oldu. İnsan akıl seviyesi aynı kişilerle bir ilişki
yaşamalı, ilişkide çıkar olmamalı. İlişkin içerisinde yalan olma-
malı, ilişkinin içerisinde düşüncesizlik olmamalı, ilişkinin içe-
risinde hassasiyet olmalı. Sevgi olmalı. bağlılık olmalı. Kişi bir
insanı sevdiğinde onu odak haline getirmeli, her şeyi onunla
yapmalı, onunla düşünmeli, onunla hareket etmeli. Maalesef
Buse’de bunlar olmadı. O, bunları sanki kontrol altında tutul-
mak gibi algıladı ve ona güvensizlik olarak gördü...

Ayrılık Süreci
Aslında herşey ayrılmamızdan bir buçuk ay önceye dayanı-
yordu anlattığım gibi. Daha sonra toparlamaya çalışsak da ol-
madı. Çünkü sonradan öğreneceklerim midemi bulandırmaya
başladı.
Antalya’da birkaç gün kafa dinlemeye gitmiştim, daha sonra
ailem de peşime takılınca iş tatile döndü. Buse ile konuşmak
için onu aradım; ayrıyken neler yaptı, öğrenmek istedim. Ko-
nuşuyorduk, dedim ki; “Neden hediyemi kabul etmedin?” O ki-
şinin çicekçi olduğuna inanmadığını vs. anlattı. Daha sonra do-
ğum günü için ona asılan bir yayınevi sahibi (ki bu adam Buse’yi
defalarca kandırıp sömürmüştür, bugün de aynı) Buse’den fo-
toğraf istiyor, Buse de atıyor. Adam bu fotoğrafı alıyor, yayıne-
vinin instagram hesabında paylaşıyor. Bunu duyunca resmen
delirdim. O adama bakış açımı Buse de bildiği halde buna nasıl
izin verebilmişti? Daha sonra Buse bana abisinin yanına gittik-
lerinde aldığı kıyafetle çekilmiş bir fotoğraf attı. Fotoğraf bana
söz verdiği şekilde değildi, diz üstü bir elbiseydi. O’nun giyim
kuşamı konusunda hassastım ve belki bazı okurlar bana kıza-

119
bilir, kusura bakmayın, kıskancım. Sanki benden ayrıldı diye
özgürlüğüne kavuşmuş bir kadın gibiydi, inanamıyordum. Bu-
se’deki bu davranışlar beni hayretlere düşürüyordu. Benimle,
bizimle özdeş ne varsa, kaldırdığını da görünce artık yapacak
birşey olmadığını gördüm ve onun için de bittiğini anladım.
Yapmam gereken ortadaydı, tüm hatayı üzerime alıp ilişki-
yi bitirmek istedim. Buse’ye yazıyorum; herşey benim suçum
diye. Buse de bana; “Bu sen değilsin” diyordu. Ben kendisine
teşekkür ederek, hakkımı helâl ettiğimi, onun da bana etmesini
istedim. Buse; “Bana ne olacak diyordu?”
Bunu kendi düşünmeliydi artık, beni hayatından çıkarmış-
sın, ben ne yapabilirdim ki? İçim yine Buse’yi istiyordu, ama
Buse’nin pek oralı olduğunu zannetmiyordum. Buse gördüğü
bir fotoğrafla beni yargılamaya kalktı, ben ona durumu anlat-
sam da yapacak birşey yoktu. Çocuklarım, eşimle güzel bir poz
vermemizi istemişti, bende onlar mutlu olsun diye buna izin
verdim ve eşimi uyardım; “Sakın bunu instagrama yükleme!
Buse bunu görür yanlış anlar” dedim.
Tabii O da kadınlık gururu ile sanırım bunu yaptı. Buse bu
fotoğrafı görünce çıldırmıştı, artık durmak yoktu onun için.
Yalvardım; “Ne olursun, dinle beni!” Anlattım; “Oğlum intiha-
rın eşiğinde, başka çarem yoktu” desem de zerre acımadı. Ye-
nildi ön yargılarına, ben yalvardıkça o aldırış etmedi ve benim
de sonunda tahammülüm kalmadı ve O’na: “Sana acıyanın ….
koyayım!” dedim ve kapattım.
Burada demek istediğim sadece; “Bana acımıyorsun, çocuk-
larıma acımıyorsun, ben sana neden acıyayım?” idi. Bu kitabı
yazmaya karar verdiğim gün ona da bilgi vermiştim. Dakikalar-
ca ağladı: “Yazma, etme, ne olur! Çocuğumu elimden alırlar vs.”

120
Kısaca ‘acı bana’ diyordu. Ben Buse’ye hiç bir zaman ya-
lan söylemedim, üzmüşümdür, kötü şekilde davranmışımdır,
ama yalan söylemedim. Ben de bana acımadığını, benim evla-
dım için nelere katlanacağımı anlasın diye o günü hatırlatmak
için: “NEYDİ O ATLAR DİYARININ FAHİŞESİ?” diye bir mail
attım. Bunu sadece o günü hatırlasın diye yaptım ve aşağıda
da maksadımı belli eden mailim bunuyor. Aradan birkaç daki-
ka geçmişti ki, annesi beni arayarak: “KIZIMDAN UZAK DUR
SÜBYANCI, NAMUSSUZ, ŞEREFSİZ! SENİ KOCAMA ÖLDÜR-
TECEĞİM VE ONA İÇERDE BEN BAKACAĞIM!” demez mi?
Bunları duyduktan sonra kitabımı tekrar yayınlamaya karar
verdim ve hemen ilk iş olarak savcılığa delillerle beraber suç
duyurusunda bulundum. Artık kitabımı daha net bir şekilde
yazmam gerektiğini anlamış oldum. Buse bu kitabı onu ifşa ve
rezil etmek için yazdığımı düşünse de, aslında o maksatla yaz-
madım. İnsanların bana yaşatılanları görmesini istedim sade-
ce.
Annesini anlamak mümkün değildi; başta bir sevinç, bir he-
yecanla beni takdir ederdi. Daha sonra, kızının annesine, “O,
eve döndü” demesi ile işler değişti. Aslında ben eve sadece ço-
cuklarım için döndüğümü, ona gerek ses kayıtları, gerek ortam
dinlemeleri ile ispatlamıştım. Daha sonraki zamanlarda Ela,
Buse ve annesine birçok hediye yolladım.
Annesi bu hediyelerimi afiyetle yerken bunların bir
‘SÜBYANCI’dan geldiğini hiç düşünmeyerek löpür löpür götü-
rüyordu. Annesine de yazdığım bir mektup vardı durumumu
anlatan. Annesine mektup ulaştığında, o gün Buse telefonu-
nu açık tutmuş, ben de her şeyi duyuyordum. Annesi hiçbir
tepki vermeden mektubu okumuştu, ama bu mektubun bir

121
‘SÜBYANCI’dan geldiğini unutmuştu. SÜBYANCILIK dünya-
nın en ağır suçlarından biridir. Savunmasız çocukların ırzına
geçenlere denir. Buse ne çocuktu, ne de savunmasızdı. Ben
Buse’ye en ufak bir ahlâksızlıkta bulunmadım. Birlikte olduğu-
muz her an’ın onun isteği ve daveti ile gerçekleştiğini Buse de
çok iyi bilmektedir.

122
Kitabımın Yayınlama Sebebim
Ayrıldığımızda içinde bulunduğum durumu da gözönüne
alarak bunu kitaplaştırma fikri aklıma geldi, çünkü yaşadıkla-
rım, bana yaşatılanlar normal şeyler değildi. Yapmadığınız şey-
lerle suçlanmak, asılsız iftiralara maruz kalmak; resmen köpek
olduğunuz bir ilişkide değersiz olmak... Bunlar ağır şeyler.
Başkalarının da benim yaşadıklarımı yaşamasın diye bunu
kaleme aldım. Buse de bana durmadan şunu sorardı: “Ben
sana ne yaptım Ahmet?”
Ben de bu sorunun cevabını kendisi gibi herkes görsün diye
bu kitabı kaleme aldım.

Genel Son ve Çıkarılacak Ders


Hayatımın hiçbir evresinde bu ilişkide olan kişi olmamıştım.
Beni tanıyan herkes bilir; neyi yapıp, neyi yapmayacağımı. Bir
gariplik olduğunu hissediyordum kendimle alâkalı ve bunu
güçlendiğimi zannederek kendimi avutmaya kalkmam en bü-
yük hatam oldu. Ben güçlenmiyor, aksine batağa batıyor, uçu-
rumun kıyısına her geçen gün daha da yaklaşıyordum.
Benim evliliğimin bitmesinde Buse’nin hiçbir suçu yoktu,
bunu inkar edemem ve açıkça söyleyebilirim ki hiçbir ilgisi
yoktu. Her ne kadar bunu Buse’ye anlatsam da, özellikle ço-
cuklarım için eve gittiğim o zaman sonrasında ilişkimiz, Buse
tarafından hep böyle algılandı. Belki bunda benim suçum da
vardı, hatta vardır da. Çünkü yaşadığım onca iftira, hakaret be-
nim içimde inanılmaz yaralar açmış, çok ciddi şekilde travmalar
yaratmıştı. Ben de ayrıldığımız dönemde sırf canını yakmak
için bunu ona birkaç kere söylemiştim. Fakat bunlarda bir

123
gerçek payı yoktu, ama ben bunları neden yapmıştım? Buse
hiçbir zaman beni psikolojik olarak ne hale getirdiğinin farkı-
na varmadı; her gün suçlama, her gün hakaret!.. Ne yazsam,
ne söylesem altında birşey arayıp kurması, beni farklı anlama-
sı ve buna bağlı olarak iğrençleşmesi karşısında, belki de ne
hissettiğimi anlaması için yaptığım bir şeydi bu...
Bunlar bende nasıl oluştu peki?
Onu da şöyle izah etmek isterim. Haklı, ya da haksız ola-
bilirim, bu sizin kararınız. İlk başlarda, ayrıldığımız dönemde
Buse bu durumu sanki benim suçummuş gibi bana yıkmaya
çalışıyordu, çirkinlesiyor, kontrolünü kaybediyordu. Durma-
dan beni mahvedeceğini söylüyor, açıkça ben sana neler ede-
ceğim diye beni tehdit ediyor ve resmen şantaj eder gibi bir
hal takınıyordu. Yukarıda da bahsettiğim gibi Buse’yi durdur-
mak imkansizdı. Korkuyordum, çünkü henüz boşanmamıştım.
Ve bu olay duyulursa başıma neler geleceğini az çok tahmin
edebildiğimden boyun eğmek zorunda kalmıştım ve ilişkiye
devam etmiştim. İçime yerleşen bu davranış şekli ilerleyen
zamanlarda benim tarafımdan ona karşı kullanılmıştı. Fakat
yapamayacağım şeyi ben nasıl yapmıştım? Şuur altına yerle-
şen bir korkunun dışa vurumu muydu bu? Bunu hiçbir zaman
anlayamadım.
İlişkimizde Buse’nin düşüncesizlikleri bazen en korkunç
yalanlar boyutuna kadar çıkıyordu, ama o bunu düşüncesiz-
lik olarak değerlendiriyordu. Yukarda “Gollik” olayında bunu
anlatmaya çalıştım. Hatta bu olayı arkadaşlarımla paylaştım.
4 kişinin 3’ü yalanı saklamaya çalıştığını, bir tanesi de duru-
mu kavrayamadığını söyledi. Bunları daha sonra Buse’ye yol-
ladım, ama O, bu üç kişiyi değil, birini tercih ederek; “Bak, biri

124
yalan söylememiş” dedi... Bu nasıl bir mantıktı? Bunu bir türlü
anlayamıyorum. Ayrı değilken suçsuz olan kişi, ayrı iken be-
nim de hatam var, demekle yetiniyordu.
Zaman akıp gittiğinde Buse’ye karşı çok sinirli ve taham-
mülsüz bir kişi olmaya başlamıştım. Elimden geldiğince anlat-
maya çalıyor, ama o anlamayınca anında patlar hale geliyor-
dum. Her gün kelimeleri cımbızla alıp aynı gün, ya da farklı
zamanlarda bana karşı kullanması ve aşağılanmam, sanırım
beni bu hale getirdi. Öyle zamanlar oldu ki, Buse’ye: “Artık se-
ninle konuşmaya korkar oldum” demeye başlamıştım. Acaba
bir gün bunu bana karşı kullanır mı korkuları, tüm ruhumu
ve bedenimi kaplamıştı. Bu davranışlar bizim ayrılığımız için
alışagelmiş bir durumdu artık. Buse bu ayrılıkları kabul etmi-
yor, durmadan yeminler ediyor ve bir şekilde ona dönmemi
sağlıyordu.
Bu kitapta yazdığım her şeyin delilleri elimde her şekilde
mevcut ve hepsini yayınlayacağım.
Ben, Buse ile güçlendiğimi zannederken, aslında diğer
insanlara karşı daha da güçsüzlesiyordum. Eskisi gibi dav-
ranmıyordum artık. Buse’ye karşı içimde gelişen savunma
duygusunu çok farklı anladığımı daha sonra fark ettim. Ben,
Buse’ye karşı savunmamı yükseltirken, insanlara karşı olan
savunmamı düşünüyordum. Buse’nin düşüncesizlikleri bazen
o kadar ileri gidebiliyordu ki, ben ona ne yapsam, ne etsem
yaranamıyordum. Bir gün ilişki yaşıyorduk, ben ona dikkat-
li olmamız gerektiğini söylesem de, Buse kesinlikle dinlemi-
yordu, ya da anlamıyordu, zevkler onun için daha önemliydi.
Korkulan oldu, Buse gecikti ve hamile olabileceğini söyleyerek
endişelenmeye başladı. Her geçen gün agresifleşiyor, beni al-

125
tüst ediyordu. Kavga ediyoruz, ayrılıyoruz ve beni suçlayıcı
şekilde; “Böyle bir günde beni yalnız bıraktığın için seni asla
affetmeyeceğim!” diyordu. Ben ayrılmak taraftarı değildim,
ama ilişkimiz garipleşiyordu. O’nu mahvettiğimi söylüyor, beni
aşağılıyordu; sanki ona bunu ben yapmıştım! Onu defalarca
uyarmama rağmen, gülerek hareket eden kadın beni suçlu-
yordu. Bu düşüncesizlikler daha sonraki ilişkilerimizde de ya-
şandı, ama ders çıkarmadığından aynı şeyler tekrarlanıyordu.
Bir seferinde bana darılmış, neden mi? Çünkü bu olay tekrar
yaşanmasın diye kendimi temizlemiştim. Bu davranışıma Buse
gücenmiş ve bana darılmıştı. İlişkilerimiz esnasında bu konu
Buse’nin önem ve özen göstermediği bir özelliğiydi. Beni hami-
le kalmasından dolayı suçluyor ve bu sürece müdahil olmama
izin vermiyordu.
Aradan bir kaç gün geçmişti ki, tekrar barıştık. Ancak tar-
tışmalar devam ediyordu; konu yine hamilelik... Ben ne yap-
sam, etsem rahatlatlamıyordu O’nu. Bunun üzerine ona bir ec-
zaneden bir test almasını söyledim. Bunu aradan biraz zaman
geçtikten sonra yaptı. Testi hastane tuvaletinde yapana kadar
akla karayı seçti. Test negatif çıkınca Buse çok rahatlamıştı.
Ben de ona; “Şimdi beni daha iyi anladın mı, boşuna bana da-
rıldın, benim tek amacım seni korumaktı” diye soylesem de
sanırım o hâlâ anlamamıştı. Çünkü ilerde yaşayacağımız bu
olayın tekrarında yine beni suçlamıştı ve hatta, “Başıma birşey
gelirse seni mahvederim!” diye tehdit etmişti.
Anlamıyordum; ben dikkatli ve sorumlu davranırken, o gü-
lüyor, ancak sonunda suçlu yine ben oluyordum.
Buse her davranışında düşüncesizce hareket etmeyi seven
biriydi, yaptığı hareketlerin, konuştuğu kelimelerin nereye va-

126
racağını hesaplayamıyordu. Bu, bende masum bir çocuk izle-
nimi uyandırsa da, aslında ileride bunun masumiyetle alâkalı
birşey olmadığını, çok çok sonra anladım. Neler yapabileceği-
ni de daha sonra bana ispatlamıştı.
Buse görünüş olarak çok duygusal ve sevecen biri gibiydi,
ama onun sevgi anlayışı, sadece ona onun istediği gibi davra-
nınca ortaya çıkıyordu. Hiçbir şekilde egoistlikten vazgecmi-
yor ve bu konuda asla kendini geliştirmiyordu. Her seferinde
onu düşünmemi söylüyordu, ama o beni asla düşünmüyor-
du. Buna örnek olarak, çocuklarım için eve gidiyorum dedi-
ğimde deliye dönmesini verebilirim. Bana belli etmezdi, ama
ben onun davranışlarından bunu gayet iyi anlardım. İlişkimiz
esnasında iş boşanma olayına gelene kadar Buse çocuklarım
hakkında bana hiç soru sormadı. Bu durum beni hep üzmüş-
tü, oysa ben Ela ile her zaman ilgilendim. Yukarıda bahsetti-
ğim gibi, Ela annesine karşı sergilemiş olduğu davranışların-
dan, benim annesine göstermiş olduğum tutum ve öneriler
sayesinde kurtuldu. Ela artık eskisi gibi bir çocuk değil, farklı
biri olmuştu. Buse bunu asla inkâr etmez ve bu sebepten ötü-
rü bana her zaman minnet duyduğunu söylerdi.
Eşimle eve gittiğim dönemlerde çocuklarım için mecbur ko-
nuşmak zorundaydım, sonuçta aramızda olan sorunlar farklı,
yavrularımıza olan farklıydı. Buse bunu da anlamıyordu ve bir
gün bana onunla konuşmanı istemiyorum demişti. Peki, bu
mümkün müydü? Çocuklarımın annesi ile konuşmayacakmı-
şım!..
Buse’nin en büyük korkusu ileride evlenirsek çocuklarımın
onu kabul edip etmemesiydi. Fakat anlamadığı; bu şekilde
davranarak onlarla aramıza bir duvar ördüğüydü. Bunları o

127
hiç hesaplayamıyordu. Çünkü onun için sadece kendi ve kendi
dünyası vardı. Buse’ye göre her türlü fedakârlığı yapan O’ydu,
ama ortada elle tutulur bir şey yoktu. Benim bu ilişkide yaptı-
ğım birçok şeyi anlamıyordu bile. Oysa, 25 yaşında bir kadın-
dı, peki, ama neden anlamıyordu? Ya da işine mi gelmiyordu?
Bu ilişkide aslında her şey en başından sonuna kadar yan-
lıştı, ben bunu hiç görmemişim. Bunu da daha sonra çok iyi
anlayacaktım. Buse sevdiğine inanıyor ve beni buna inandır-
maya çalışıyor, ama benim onu sevdiğime inanmıyordu. İliş-
kimiz boyunca benim her günüm ona kendimi ispat etmekle
geçiyordu. Çünkü Buse, beni, onunla sadece yatakta iyi oldu-
ğu için beraber olduğumu söyleyerek suçluyordu. Hatta bunu
söylediği mesaj bile bende durmakta. Bir insanı en aşağılık şe-
killerde suçlamak nasıl bir ruh halidir? İnsanlığa sığar mıydı
bu? İlişkimiz sırasında hasta olduğunda defalarca gitmek is-
tedim, ama O, bu durumu önüme koyarak; “Birkaç gün sonra
gel, hem ben de temiz olurum!” derdi. Ben de ona; “Ben oraya
sex için değil, senin için gelmek istiyorum” derdim, hem de
defalarca söylemişimdir ve gittim de. Bu konuda onu anlıyo-
rum, kızmıyorum da, çünkü bu ikimizin de birbirimizi en güzel
hissettiğimiz anlar oluyordu; saatlerce sevişmek.
Sanırım ilişkimiz sırasında en kusursuz olduğumuz şey ya-
takta geçirdiğimiz zamanlardı, dünyada belki bu konuda en
uyumlu çift bizdik. Bize zaman yetmiyordu. Saatler çok hızlı
ilerliyordu. Ne zaman izin saati bitiyor anlamıyorduk. Bu iliş-
kilerde iki kere çok korktuğum iki olay başımıza gelmişti, bi-
rincisi ilk gelişimde, diğeri de son gelişimden bir öncekiydi.
Buse bu ilişkilerde kendini kaybetmişti ve sonuncusu da onu
banyoya ben götürmüştüm. O, bunlar yüzünden onu sevme-

128
yeceğimi, onu bir daha istemeyeceğimi bile düşünüp bana da
söylemişti. Ben her ilişkimizde O’nun ‘utanıyorum’ dediği izleri
öpüp; “Bunlar senin savaş izlerin, senin hayat gaziliği izlerin!”
derdim. “Yani bizim gururumuz.” derdim. O bunları hiç anla-
mazdı. Benim amacım aslında bunların çocuk yaştaki düşün-
cesizliğinin ürünü olduğunu göstererek özgüvenini sağlamak-
tı.
İlişkimiz sırasında Buse benden hep korktuğunu ve kafa-
sında evliliğe dair şüpheler olduğunu söylüyordu. Çok merak
ediyordum; “Neden peki,” diye sormuştum. Şaşıracaksınız bi-
liyorum: Buse benimle daha evlenmeden mini etek, şort giyme
pazarlığına girmişti. İnana biliyormusunuz?
Bunu sanırım benim dine yakın duruşumdan düşünmüş
olacak ki ben ve ailemin onu yadırmayacağını düşünüyordu,
ama ailemizde hıristiyan bir gelin bile olduğundan haberi yok-
tu (dayımın eski eşi daha sonra müslümanlığı seçmiştir). Ben
kendisine hep şunu dedim: “Evli bir kadına yakışacak şekilde
her zaman giyineceksin.” Buse hiç anlamıyordu aklı hep açık
giyinmekteydi, ne zaman alışveriş merkezine gitsek, baktığı ilk
şey bunlar olur; alır giyer, denerdi.
Buse fizik olarak harika bir kadındı, ama bilmediği şey ken-
dini göstermeyi sevmesiydi. Yoksa bir kadın her kıyafeti ile dar
giyinir miydi? Bu konuda çok kavga etmişizdir, ona bu kıyafeti
giymemesi gerektiğini söylesem de, O giyer, fotoğraf çektirir,
sosyal medyasında durum olarak paylaşmaktan çekinmezdi.
Bir gece yine bunu yaptı, yukarıda da anlattığım gibi, ben
ona arkasını biraz daha kapatması konusunda defalarca uya-
rıda bulunmamışım gibi bir fotoğraf atarak; “Bunu sosyal med-
yada durum olarak paylaşabilir miyim?” diye sorunca, bende

129
film koptu. Anlamıyorum, ya da anlayamıyorum. Beş dakika
evvel ona neden arkanı kapatmadın dediğim kadın, bana yol-
lamadığı o fotoğrafı kalkıp insanlarla paylaşıyor? Bunu hiç bir
türlü anlamadım.
Ne yapsam ne etsem olmuyordu. O’nu bu konuda düzel-
temiyordum. Benimle; “Ne var bunda?” diyerek tartışıyordu.
Ben de annesine göstermesini söyledim ve fikrini almasını rica
ettim; telefon açık ve duyuyordum. Annesinin; “Fotoğrafın gü-
zel, ama koyma!” dediğini kulaklarımla duydum.
Bunlar bizim tek sorunlarımız değildi. Birçok konuda tartı-
şıyorduk, oysa ben mutlu olmak için bu ilişkiye başlamıştım;
içi tükenmiş, tüm gücünü kaybetmiş bir adam olarak...
Eşimle aramızdaki uçurum iyice büyümüştü, değil ona yak-
laşmak, bulunduğu yere dahi adım atamıyordum. Bu, sanırım
ilişkime ihanet edeceğim korkusundandı ve ilişkime ihanet
edecek en ufak birşey yapmadım. Buse, yapmadığım bir şeyle
beni suçlamaya hep devam etti. Bunları durduk yerde karşıma
çıkarıyordu. Bunları önüme neden koyuyordu? Bilmiyorum.
Eşim yukarıda da bahsettiğim gibi iyi bir insandır. Fakat
üçüncü çocuk ve 2020 yaz sonuna doğru kızımın yaptığı bir
çılgınlık yüzünden iyice darmadağın olmuş bir kadındı. Kızı
intihar girişiminde bulunmuş bir anneydi, O... Kolay birşey
değildi ve anlatılacak bir süreç hiç değildi.
Doktorların bize nasıl davranmamız gerektiği konusunda
önerilerini konuşmak için bir gün eşimle sahilde buluştuk. O
sırada Buse, neler konuşacağımızı merak ettiği için ses kaydı
alıyordum. Gece olmuştu, ben bu kayıtları ona yolladığımda,
en zor günümde yine terk edilen olmuştum.

130
Evet, ben Buse’yi terk ettim ve en çok terk eden de ben ol-
dum. Fakat onu asla en zor günlerinde terk etmedim, ama O,
beni her seferinde terk etti. İlişkimizdeki fark da buradaydı;
ben, saygısızlık yapınca terk ettim; O ise, ona en çok ihtiyacım
olduğu zamanda...
Buse ile problemlerimizin bir türlü sonu gelmiyordu, ama
hissettiğim psikolojik eziklik yüzünden ondan kopamıyordum
da. Aksine kendimi ve sevgimi paylaşmak için inanılmaz gay-
retlere giriyordum. İlişkiyi ayakta tutabilmek için her türlü
fedakârlığı yapıyordum, ama yetmiyordu. Yine bir gün Buse
garip davranışlara girmişti; saçma sapan konuşuyor, önemse-
miyor, yazıyor, kaçıyor, anlamsız anlamsız davranıyordu. Ara-
dım, uzun uzun konuşurken; “Bana seni kendimden soğutma-
ya çalışıyorum” dedi... Ya, başıma ne geldiyse onun yüzünden
gelmiş, ama o beni kendinden soğutma peşine düşmüştü. Bir
gece de beni arayıp hıçkıra hıçkıra ağlayarak; beni sevdiğini
söylemez mi? Anlamıyordum, ne oluyordu Buse’ye?..
Buse ile ne zaman konuşsak ve konu ne olursa olsun, hep
suçlayacak birileri çıkıyordu karşımıza: “Bana böyle davran-
dılar, bana böyle ettiler, ben bunları unutamıyorum v.s. v.s...
Sonra birşeyi keşfettim onun sözlerinden. Ben bir konuda ona
tatlı bir yalan söyledim, üzülmesin diye. Bana bir anda; “O’na
benziyorsun” dedi. Daha O dediğinde anlamıştım. O kafasın-
da beni, ayrıldığı eşi İflas’ın yerine koymuştu. Yani ben ne ya-
parsam, beni onunla özdeşleştiriyordu. Oysa bu konuda O’nu
daha evvel uyarıp sorduğumda; ‘hayır’ cevabını vermişti.
Buse çok meraklıydı, ama ama aynı hassasiyeti karşısın-
dakine göstermezdi. Meselâ; kötü olduğumuz zamanlarda
çok yazılar yazar durumu anlatmaya çalışırdım. Arada yanlış

131
yazdığım birşey olursa ona takılırdı; birşeye cevap vermeden
dediği ve sorduğu şey: “Ne sildin?” olurdu. Düşünebiliyor mu-
sunuz hiç birşeyin önemi yoktu, ama silinen şey önemliydi.
Benim yaşadıklarım herkese ders olsun.
Buse çok garip bir kişilikti benim için. Bu kanıya şöyle
varmıştım, belki de yanlıyorum. Buse, ona her şeyi yaşatan
kocasının akrabalarını, kardeşlerini, yengelerini hâlâ sosyal
medyasında tutuyor; birçok gelişmelerden bilerek haberdar
olmalarını istiyordu. Sonunda öyle bir hataya sebep oldu ki;
kızı da, kendisi de çok zor duruma düştü. Onu arayan görüm-
cesi ile arkadaş gibi konuşuyordu, oysa görümce aldığı her
bilgiyi kardeşine taşıyor. Arayıp sormayan adam birden ona
mesaj atıyor ve kızını sormaya, merak etmeye başlıyor. Ela çok
zorluklar geçirmiş bir bebekti; ciddi sağlık sorunları ve babası
yüzünden inanılmaz travmalar yaşıyordu. Durmadan babasını
soruyor, Buse ve aile, bunun altından kalkmakta zorlanıyor-
du. Buse’yi defalarca uyarmama rağmen bu kişileri listesinde
tutmaya devam ediyordu. Şimdi düşünüyorum da; acaba bu
tutmanın sebebi neydi? Belki de, ‘bakın ben güçlü bir şekilde
yaşıyor, kızımı büyütebiliyorum’ mesajıydı. Ama hesaplayama-
dığı şey, bunların birgün başına büyük dertler açma olasılığıy-
dı. İnancını kaybetmesine sebep olan kızının hastalığında ve
onu büyütmesinde hiçbir türlü yanında olmayan bu insanlar
Buse için çok önemliydi. Bir türlü bunlardan kurtulması ge-
rektiğini ona anlatamadım.
Bir başka konu: Bir kuaföre gidiyor, ama ilk gidiyi. Kuaför-
deki adamı sosyal medyadan tanıyor, sanırım kitap yazıyorum
diye Buse’ye mesajlar atmış, eklemişler birbirlerini. Buse bu
adamın yanına gidince yalan söylediğini anlamış, ama adamın

132
ona yürüdüğünü asla çözememiş. Bunu nerden mi çıkardım?
Benimle buluşma öncesi saçını yaptırmaya adamın yanına gi-
diyor. Orada benden bahsediyor, ben de telefondan duyuyo-
rum, bizim telefon hiç kapanmazdı çünkü. Adam ona birden
babasını tanıdığını, babasının da onu tanıdığı bir sohbete gi-
riyor. Başka zaman çay içmeye, sohbete muhabbete çağıra-
cak kadar cüretkâr davranıyor bizimkisi. Bol gülüşmeli sohbet
devam ederken, Buse’yle adı benzer olan ahlâksız bir kızdan
bahsedince; “Beni onunla karıştırmayın!” dedi adama. Adam-
da öyle bir imaj mı bıraktı, yoksa adam onu o kişi mi zannetti
de o teklifte bulundu, bilmiyorum. Eğer böyle değilse, Buse bu
muhabbeti neden açıyordu? İşi bittikten sonra oradan ayrıla-
rak yanıma geldi.
Şüphelenmiştim, bunda birşey vardı. Babasını tanıdığını
söylediği kişiyi babasına sormasını istedim. Telefon açık ve
baba Ersoy; “Hayır, ben böyle birini tanımıyorum” dedi, ama
Buse şunlardan diyerek sülâle adını kullanınca, baba onları
tanıdığını söyledi.
Yine başka bir olay.
Beraber çalıştığı bir adam vardı, bu adam onun her şeyini
merak ediyor, açıktan açığa Buse’den hoşlandığını belli edi-
yordu. Bizim ilişkimizi öğrendikten sonra, Buse ile her zaman
konuşan adam bir anda tavır almış, eskisi gibi davranmaz ol-
muştu. Ben Buse’ye ne yaptıysam, O da benimle yarışa gir-
mişçesine hareket ediyor, Buseye laf sokuyor. Buse anlamıyor,
ya da anlamak istemiyordu. Defalarca dedim: “Yapmayacak!”
Buse yapmış, etmiş, işler yoğun, kargoda sorun olmuş diye
tam altı ay oyalıyor. Ama Buse ya saf, ya da beni salak yerine
koymaya devam edercesine ona inanmaya devam ediyordu.

133
Bu kişi daha sonra benim tüm özelime ulaşmak için önce beni
ekliyor, daha sonra Buse’ye diğer hesaplarımı soruyor. Biz
Buse ile bir çalışma yapıyoruz, güzel iş çıkarıyoruz; bu hemen
yollayın bana diyor, sayfaya yükleyeceğim. Ama yüklemiyor,
çünkü amacı belli; ben Buse’ye ilgi duyuyorum. Bu ve bunun
gibi verdiği sözlerin hiçbirini tutmuyor, emeği olan işlerde bir
tek onun adını kullanmayarak aklınca cezalandırıyordu. Bu ki-
şiler genelde toplum içerisinde yer bulamamış, kişisel gelişim-
leri yarım kalmış tiplerdi. Uzaktan sever, ilgi duyar, kadınların
kollarına koşmasını beklerlerdi.
Bu kişi Buse’nin işindeki hassasiyetini bildiği için O’nu kul-
lanıyor, harika işler yaptığını bildiği halde kızı sömürüyordu.
Ama Buse asla akıllanmıyordu. Ailesi ve ben, “Bu kadar para-
ya bu yapılmaz!” diyoruz. Ona ayırdığı zamanı bize ayır, aldı-
ğın ücretin kat kat fazlasını vereceğiz dememize rağmen o işe
devam etti. Bununla alâkalı olarak da; “Bana kariyerim için
lâzım, ileride bana lâzım!” deyip geçiştirdi.
Buse, tutkulu, hırslı bir kızdı ve gözü hep yükseklerdeydi.

134
Sona Doğru
Evli çiftler olarak birçok badireler atlatırız: Kimimiz evlili-
ğin en başında, kimimiz arada, kimimiz de en sonunda. Erkek-
ler olarak her zaman daha olgun olmamız gerektiğini bir kere
daha anlamış oldum. Eşlerimizi daha iyi anlamak için gayret
etmeliyiz: Evet, yeni kişiler, yeni bedenler bizleri, belki daha
genç, daha mutlu, daha enerjik hissettirebilir. Fakat bir kadın
sadece bir beden değildir.
Kadın erkeğin cennetidir. Kadın isterse cennet, kadın is-
tersede cehennem olur; bu kadının elinde olan bir şeydir. Evli
bir kadının yapması gereken şey önce eşine itaat etmesi ve
sevgi, saygı duymasıdır. Günümüz anlayışına göre bu dedikle-
rim farklı anlaşılabilir, ama işler hiç de öyle değildir. Erkekler
eşlerinden bunları isterler, eğer gerçekten seviyorlarsa. Ken-
dimden bahsederek konuşayım, alınmasın kimse. Ben duygu-
sal, sulu göz bir kişiliğe sahip biriyim. Bu kişiliğe nasıl geldiği-
mi yukarıda anlattım sizlere. Ben her zorluğu aşabilecek güce
sahibim, fakat en zayıf noktam kanatlarım. Ben kanatlarımla
uçabiliyorum, onlara birşey olursa, ben uçamam ve savunma-
sız bir hale gelirim.
Babam öldüğünde lisedeydim. Kimseye muhtaç olmadığımı
size yazmıştım ve babamın ağlayarak ettiği sözü de söylemiş-
tim. Kişilik gereği yapmam gereken şey belliydi; kardeşlerimi,
ailemi kimseye muhtaç etmemem gerekiyordu. Bu sebeple
okulu bıraktım. Çalışmaya başlamış, kazandığımı eve getiri-
yor, ailemle paylaşıyordum. Bu beni çok mutlu ediyordu, fakat
pek yetemediğimi de biliyordum. Sonuçta hâlâ bir çocuktum,
ama elimden geleni yapıyordum; benim adım Hıdır, elimden
gelen budur, misali.

135
Zaman ilerliyor, askere gidip geliyorum ve kısa bir süre
sonra evleniyorum. Çocuklarım oluyor ve kendime güzel bir
fotoğraf makinesi alarak doğaya, yabana adım atıyorum. Her
hafta sonu arazilerdeydim, öğreniyordum. Günler, aylar ge-
çiyor, zamanla insanların ilgisine çeker olmaya başlıyorum.
Bunu sonuna kadar hak ediyordum, çünkü yüzlerce, binlerce
sayfa karıştırıyor, kendimi geliştiriyordum. Bir gün sevdiğim
bir hocam bana; “Ahmet bu böyle olmaz!” diyerek, benden
okumamı rica etti. Peki, ama nasıl olacaktı bu? Lisesi var, üni-
versitesi var... Onca sene!
Size zorluğu aşabilecek bir adam olduğumu söylemiştim.
Hemen kaydımı yaptırdım. Liseyi tam süresinde bitirdim, fakat
üniversite sınavı ve üniversite vardı. Korkmadım ve bir hayva-
nı kamçılarmış gibi kendimi kamçıladım, asla beynime acımı-
yordum; gece gündüz ders çalışıyordum, özel dersler alıyor,
aynı anda hem babalık, hem de bir iş insanı olarak devam ede-
cek olan bir sürece giriyordum. Günlerce çöllerde susuz kal-
mış insanlar gibi gezdim. O gün geldi ve İstanbul Ümraniye’de
bulunan sınava gireceğim yerdeydim. Hiç heyecanım yoktu,
ama çok da heyecanlıydım. Garip bir hal, çevreme bakıyorum;
neredeyse evlatlarımla aynı yaşta çocuklar ve ben. İnanabi-
liyor musunuz, ben bu genç beyinlerle bir yarışa gireceğim!
Ben inandım ve o sınava girdim. Çıkışta gökyüzüne bakarak
iki elimi yumruk yapıp derin bir nefes alarak bir dakika kadar
başımı indirmedim. Sınav sonuçlarının açıklanacağı gün kor-
kuyordum, çünkü sınav çıkışında neredeyse herkes çok zordu
demişti. Hata yapmış mıydım? Barajı geçebilecek miydim?
O gün gelmiş, sınav sonuçları açıklanmıştı; ve... gözlerime
inanamıyordum, başarmıştım. Gözlerim doldu, kendimle gurur

136
duyuyordum. Geçmişte ailem için feda ettiğim eğitim hayalim,
artık 36 yaşımda gerçekleşecekti. Tüm sevenlerime durumu
aktardığımda birçoğu hem sevindi, hem de üzülmüşlerdi, çün-
kü onların çocukları, ya da yakınları barajı dahi aşamamışlardı.
Tarım fakültesine başlıyordum; hayalim, plânlarım bu yön-
deydi, ama benim istediğim sebze meyve üretmek değildi. Ça-
lışma alanım olan entomolojiydi (kısaca böcek bilimi). Derslere
çalışıyor, ayrıca kendimi entomoloji konusunda geliştiriyor-
dum. Öğrendiğim herşeyi insanlarla paylaşıyor, onlara türler
konusunda yardım ediyordum. Kurduğum sosyal medya grup-
ları, canlıları merak eden kişilerce dolup taşıyor, sordukları her
canlı hakkında bilgiler veriyordum. Durum böyle olunca insan-
ların gözünde bir popülarite oluşuyordu; tanımadığım insanlar
mesajlar yazıyor, kimi telefonumu istiyordu. İnanılmaz bir şe-
kilde gelişmeler katlanıyordu. Derken bu yazışmaların bazıları
gönül ilişkisi kurmak isteyen bayanlarla olmaya başladı. Evli
bir adam olduğumdan gelen her teklifi reddediyordum. O za-
manlar evliliğimde sorun yoktu, en büyük destekçim eşimdi.
Bana güveniyor, gittiğim her yerde yaptığım her işte bana sa-
hip çıkıyor, gururlandırıyordu beni. İnanılmaz bir güç sahibiy-
dim, herşey harika gidiyor ve ülkenin nerdeyse her yerinden
telefonlar alıyordum; “Hocam tanışalım, gelirseniz misafirimiz
olun, lütfen” diye. Ahlâksız teklifleri yazmak istemiyorum, çün-
kü nutkunuz tutulabilir, bir erkek olarak ben bu tarz fantazi-
lerden korktuysam, eh gerisini siz düşünün!.. İşte ben Buse
ile böyle tanıştım, gerçi size yukarıda nasıl tanıştığımı anlattım
yanlış anlama olmasın.
Eşime asla ihanet etmedim, etmezdim de. Eşim bir çocuğu-
muzun daha olmasını istediğini bana söylediğinde, başta bu

137
düşüncesine karşı çıkmıştım, çünkü çocuklarımız büyümüş-
tü. Artık daha özgürce hareket ediyor, bol bol rahat zaman-
lar geçiriyorduk. Ama daha sonra bu fikre sıcak baktım. Bi-
liyordum oğlum olacağını ve bunu daha evlenmeden herkese
söylemiştim. İçime doğuyor herhalde ki, tüm kardeşlerimin ço-
cuklarının da ne olacaklarını; hatta tip ve karakterlerine kadar
söylemiştim. Eşim hamile kaldı, bu süreçte hiç yaşamadığımız
zorluklar peşinden geldi. Eşim hiçbir şeyden keyif almıyor, en
ufak bir sorunda mahvoluyordu. Asla kızmadım ona, yemekle-
rini yaptım, özel ihtiyaçlarına kadar herşeyini seve seve yerine
getirdim. Eşim; “Ahmet bana hiç kimsenin, hatta annnemin bile
bakamayacağı şekilde baktı!” derdi.
Günler ilerliyor, bizim hergele rahat durmuyordu; içeriye
sıkılmış, tahliye olacağı günü beklemek ona zor gelmişti. 2017
Aralık ayının sonunda doktorun; “Derhal almamız gerek, bu
içerde daha duramaz” demesi ile oğlum Mustafa Kemal (Kim-
likte Mustafa Kadir) dünyaya geldi. Aman Allah’ım; bu kadar
çirkin bir çocuk olamazdı. Hanıma dedim; “Bu bizim mi?” espri-
li bir şekilde, ikimiz de gülerek “Evet, bizim” dedik ve ikimizin-
de gözleri doldu. Tabii bu işin eğlencesiydi. Bizim daha evvel
doğan iki çocuğumuz, iki farklı hastanede doğdu ve en güzel
bebeklerdi personelin dediğine göre.
Mustafa her geçen gün büyüyor, ben de ev işleri konusun-
da eşime yardım ediyordum. Sezeryan kulağa basit gelse de
aslında çok zor bir doğum şeklidir. Benim çocuklar konusunda
hassas bir baba olduğumu herkes çok iyi bilir ve babalık konu-
sunda birçok yakınım ve çevrem beni örnek alırdı. Kızım Sü-
meyye Alara doğduğunda altı ay uyku uyumamış, robotlaşmış
bir adama dönmüştüm. Gece annesi uyurken, ben kızım ağla-

138
dığında annesinin göğsünü çıkarır, onu emzirir, gazını çıkartır,
altına yapmasını bekler; yapınca da temizler, öyle uyuturdum.
Kızımın gaz ve doyma gibi sorunu çok oldu, eşim iyi beslene-
miyor, midesi birşey almadığından sütü çok az ve suluydu. Du-
rum böyle olunca kızım doymuyor, yarım saatte bir kalkıyordu,
haliyle ben de aynı ritüeli tekrarlar; kızımı yatırır, beşiğinin ya-
nında oturur, saatlerce ona bakardım. Kusar da boğulur diye,
durmadan nefes alıp almadığını kontrol ederdim.
2008 Mart ayında ikinci çocuğum Hamza Enes dünyaya
geldi. Açıkca söyleyeyim; kızım kadar oğlumla pek ilgileneme-
dim, çünkü yorucu ve tehlikeli bir iş yaptığımdan eşim buna
izin vermiyordu, beni fazla düşünerek. Mustafa’nın doğumun-
dan birkaç sene evveline kadar hiçbir sorunumuz olmadı, fakat
Mustafa’dan sonra işler değişti; o bildiğim eşim gitmiş, yerine
başka biri gelmişti sanki...
İşte ben bu olayları yaşayınca bir boşluğa düştüm, saçmalı-
yordum durmadan. Çünkü kolum kanadım kırılmış, cennetim
cehenneme dönmüştü. İşte böyle bir zamanda Buse ile kar-
şılaşmıştım ben. Başta inanılmaz, kusursuz, harika bir kadın
beni hayata yeniden bağlamış, beni intiharın eşiğinden almıştı.
Ancak daha sonra hayatımı zindana çevirecek olan sürecin de
aynı zamanda başlangıcı olmuştu. Ne iftiralar, ne hakaretler,
ne yakıştırmalar, ne baskılar ve tehditler... Bunların hepsini
yaşadım. Baktım olmuyor, o bana nasıl davranırsa, ben de ona
aynı şekilde karşılık verdim; yaşasın, anlasın, görsün istedim.
İlişkilerde kadın erkeğin, erkek de kadının bir aynasıdır.
Ben aynaya çok baktım, ama Buse kendini sanırım çirkin his-
settiğinden aynaya hiç bakmadı. Aslında bir sefer baktı ve ne
gördüğünü kendisinin söylemesini istedim: “Haklısın Ahmet,

139
aynanın karşısına geçince gördüm. Haklıydın!” dedi. O mail’i
de paylaşacağım sizlerle...

Alınacak Ders
Sevgili kadınlar, duygusal bir eşiniz varsa; ona size davran-
dığı gibi davranın!.. O, ne kadar hassas ise, siz de ona karşı
aynı hassaslıkta olun. Duygusal insanların en çok ihtiyaç duy-
duğu şey; ilgidir, hatırlanmaktır, önemsenmektir. Eğer bunları
yapmıyorsanız; üzgünüm, eşiniz sizi aldatıyordur. Bu değişmez
bir gerçek: 2+2: 4 kadar gerçek... Gerçekten etmiyor mu? O za-
man benim düştüğüm duruma gelirse, işte o zaman edecektir.
Ben evliliğimde hatalı taraf hiçbir zaman olmadım. Boşan-
ma sürecinde bundan bahsetmiştim. Eşimin tüm ailesi, hata-
nın eşimde olduğunu, eşine böyle davranmaması gerektiğini
söylüyordu. Bunu gurur duymak için değil, sadece bir eşin
yapmış olduğu hataların, bir erkeği nerelere sürükleyeceği bi-
linsin diye söylüyorum.
Peki şimdi ne olacağız eşimle ben?
Eşim bu süreçte boş durmamış, ben yokken yuvasını kur-
tarabilmek için inanılmaz işler yapmış. Onları şimdi öğrendim.
Kendini düzeltebilmek için psikiyatrist, ailesinden ve arkadaş-
larından destek almaya başlamış. Hatalarını bir bir tüm içtenli-
ğiyle, yüreklilikle anlattı; neyi neden yaptığını, içinde bulundu-
ğu durumu, kızının hali... Kısaca herşeyin üst üste gelmesi ile
yaşanılan bu süreçte benden özür diledi. Daha önce görmedi-
ğim bir samimiyetle bana yaklaşıyor, ama ben hâlâ bir çekim-
serlikle, belli bir mesafede duruyorum. Bunun sebebi Buse’nin
tüm güven duygularımı alt üst etmesiydi. Şimdi ne olacak peki?

140
Biz eşimle büyük ihtimalle baş başa verip yaşanılan bu kötü
süreci bir şekilde atlacağız. Hiç olmamışçasına, hayatımıza eski
mutlu günlerdeki gibi devam edeceğiz diye umut ediyorum.
Ben bu ilişkide bir yılımı ve inancımı kaybettim Allah’a karşı.
Umarım hepsini geri alabilirim!..
Buse’nin bana niçin yakınlaştığını da hiç anlamayacağım
sanırım, ama tahminim şudur: Güzel bir gelecek, kariyer ve ta-
nınmışlık. Bu sonuca nereden mi vardım? Anlatayım:
Bir seferinde çıkardığımız dergiyi sosyal medya sayfasına
koyduğuma pişman olmuştum ve O da bana: “Herşeyimi elim-
den aldın!” demişti. “Herşeyim.” İşin püf noktası bu “Herşe-
yim.” kelimesinde yatıyor. Senin olan ne vardı? Sırf onu onore
etmek için kullandığım sözlerden, göstermiş olduğum davra-
nışlardan kendine ne paye çıkarmış demek ki? Bunları hiç bir
zaman tam bilemedim, ama tahmin ettiğim şey; benimle sadece
popülaritem için beraber olduğudur. Bu iğrenç gelebilir, ama
ayrıldığımızda yazdığı bio yazısı aynen şöyleydi: “Kişi kimliğini
gizlemek için sözler eksik, ya da farklı yazılmıştır.”
Güzel yanları yok muydu? Vardı elbette... Benim tek kuru-
şuma tenezzül etmezdi meselâ; bu da onun güzel bulduğum
tarafıydı.
Buse’ye ne lazımdı? Ona oyun oynayacağı; yat dediğinde
yatacak, kalk dediğinde kalkacak, otur dediğinde oturacak,
kalk dediğinde kalkacak bir ‘köpek’ (affedersiniz) lâzımdı, ama
o buna sevgili diyordu.
Ne zevk, ne ün, ne iktidar; özgürlük, sadece özgürlük...

***

141
Bu kitapta yazılı hatalarımdan dolayı önce eşim, çocukla-
rım, ailem ve arkadaşlarımdan özür diliyorum… Ve diyorum ki:
Tanıdığınız Ahmet ben isem, lütfen beni anlayışla karşılayın,
hepinizden tüm kalbimle özür dilerim, beni affedin.
Değerli okur, hayatta doğru olan; yaşamın sırrı özür dileme-
yecek şekilde davranışlar sergilemekten geçer.
“Sadist kişi, kendi yalnızlık ve hapsolmuşluk duyguların-
dan bir başka kişiyi kendi parçası haline getirerek kurtulmak
ister. Kendisine tapan bir başka kişi sayesinde kendini yücel-
tip abartır.” (Erich Fromm)

142

You might also like