You are on page 1of 91

Ece Arar - Ecenin Hamilelik Günlüğü

www.CepSitesi.Net

Yazar Hakkında
Ece Arar Emener 1971 yılında Bursada doğdu. Marmara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık bölümünü bitirdi. İngilterede Leeds Üniversitesinde iletişim bilimleri üzerine yüksek
lisans yaptı. Bir süre bir anaokulunda psikolojik danışman olarak çalıştıktan sonra 1994 yılında
Bursa Olay Gazetesine muhabir olarak girdi. Burada özel haberler ve çeviriler de yaptıktan sonra
1996 yılında gazetenin magazin ekinde köşe yazıları yazmaya başladı. Aynı zamanda Olay FMin
kuruluşunda bulundu. Halen köşe yazılarını sürdürmekte ve Olay FMin genel yayın yönetmenliğini
yürütmektedir.
1996 yılında Abdi İpekçi Mektup Yarışmasında mansiyon, 1997 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik
Ödüllerinde dikkate değer öykücü ödülü kazandı. Yeni Biçem, Düşlem, Milliyet Sanat ve Varlık
dergilerinde öykü ve edebiyat eleştirileri yayımlanan Emenerin Düş Acıları isminde yayımlanmamış
bir romanı, Cam Öyküler isminde yayımlanmamış bir öykü kitabı vardır.
Evli ve Elvinin annesidir.
Önsöz - Tuba Akıncılar Onmuş Yüksek Sesle Hamilelik Tuba Akıncılar Onmuş
Hamilelik bir başka alem. Bu alemde her şey bildiğimizden farklı.
Örneğin dili başka. Hamile kadın daha önce bilmediği bir sürü sözcük öğreniyor ve o tuhaf
sözcüklerle konuşmaya başlıyor. Hamile bir kadına sucuklu yumurta yer misin diyorsunuz. Yok,
diyor malum, toksoplazmam negatif çıktı. Ya da sinemaya gidelim mi diyorsunuz. Gelemem diyor
üçlü tarama testinin sonuçlarını almam lazım. Veya ne düşünüyorsun kara kara diyorsunuz, acaba
benimkinin lanugo tüyleri az mı olacak çok mu diyor.
Ve zaman başka türlü işliyor. Artık günlerle, aylarla değil, ille de haftalarla ölçülüyor. Ve her hafta
bir zafer hissiyle bitiriliyor. Hiçbir hafta bir öncekine benzemiyor ve sanki o 7 güne olağandan daha
büyük değişiklikler sığıyor.
Hamilelerin dünyasında yer çekimi de elbet başka. Bir defa zamanla giderek artıyor, göbek deliği
uzay içinde öne doğru yol aldıkça ve kadının uzay içinde kapladığı alan arttıkça, yerçekimi
acımasızlaşıyor. Ama bir yandan da algılar değişiyor ve yerçekimindeki bu artışı telafi ediyor.
Örneğin dış görünüş önemsizleşiyor. Ve yiyecekler de nedense bir başka görünüyor. Sanki elmalar
daha kırmızı, ve muzlu süt daha lezzetli, ve balık daha bir fena kokuyor.
Önsöz - Tuba Akıncılar Onmuş
Hamilelik dünyası bir yandan da bir çeşit zamanda yolculuk. Bir yandan geçmişe, kendi çocukluğuna
dönüş, bebe bisküisinin tadına, anneyle sarmaş dolaş öğle uykularına... Bir yandan da geleceğe
yolculuk, karnının yüzeyinden fırlayan dirseği okşarken deliler gibi yüzünün, ellerinin hele de
kokusunun nasıl olacağının hayal edildiği, ve sevdiği erkeğin nasıl bir baba olacağının...
Bu alemde bütün görüntüler doğacak olanın filtresinden geçiyor. Arkadaşlar bir kere de anneliğin,
babalığın meydan okumalarına nasıl karşılık verdikleriyle, anneler, babalar nasıl büyükanne
büyükbaba olacaklarıyla, evler, bahçeler, meslekler çocuklu hayata uygunluklarıyla
değerlendiriliyorlar.
Ecenin Hamilelik Günlüğü işte bütün bunları anlatıyor. Hamilelik sanki haddinden fazla uzun süren
bir geçiş, bir ara. Bir öncekinin bittiği ama bir sonrakinin henüz başlamadığı, giderek ağırlaşan
bedenlerle, giderek tuhaflaşan rüyalarla dakika dakika tüketilen, anneyi çocuğuna götüren dokuz
buçuk ay. Ve biz hamileliğin pek yüksek sesle söylenmemesi gerektiğine inanılan bir toplumda
yaşıyoruz. Ece Arar Emener otuzlu yaşlarında bir gazeteci. Bir bebeği olmasını artık istediğine karar
verdiği, dünyayı o mercekten görmeye başladığı andan itibaren gördüklerini, yaşadıklarını bizimle
paylaşıyor. Çocuksuz bir kadından, önce çocuk isteyen bir kadına ve sonra çocuk bekleyen bir
kadına nasıl dönüştüğünü yazıyor. Hamilelik alemini bazen bizi güldürerek, kimi zaman
endişelendirerek, ama en önemlisi yüksek sesle anlatıyor. Bilinmeyenle karşılaştığında benzerlerine
sığınmak isteyenlere kendini açıyor.
Bunun için Türkiyede yaşayan bir buçuk milyon hamile kadın ona minnetar. Çünkü kaydetmek,
kaydedilenleri paylaşmak görünür olmanın en önemli silahı. Biz de ona, görünmeyi seçtiği için, her
türlü kadınlık durumunun görünür olacağı günler adına bize umut verdiği için minnettarız.
1. Bölüm Hamileliğe Hazırlık 1 Mart - 11 Eylül 2001 1 Mart 2001
Karar verdik, bir bebeğimiz olacak, adı da belli Elvin. Kız da olsa erkek de olsa Elvin. Bebek
adlarıyla ilgili bir site var, harflerin bir araya gelişlerinden kişilik analizleri yapıyorlar, benim adım
beni anlatıyor, kocamınki tıpkı o, yıllardır düşlediğim Elfe isimli çocuk ise o siteye rastladığım
andan beri yok Çünkü Elfe o kadar zıt, ters, hayattan kopuk bir karaktermiş ki, Kış İkindisinin
Evindeyi yazan Kürşat Başarı tebrik etmek lazım. Oradaki Elfe çok kırılgan bir kişilikti, koşarak
gidip sarılıp Geçecek bütün bunlar diye avutmak istediğim bir çocuktu. Elfe bu dünyadan olmayan
yetenekli yaratık demek, Alfin hem Türkçe, hem de kızlara uyarlanmış hali yani...
Neyse, vazgeçtik biz de, sorunlu bir evlat istemiyoruz çünkü. Elvine de önce bir magazin ekinde
rastladım. Akıllı, güzel, ne yaptığını bilen genç bir kız kariyer.net diye bir sitede editörlük yapıyordu,
gülümsemesine bakılırsa hayatla barışık. Durur muyum, internetten hemen meşhur olmuş diğer
Elvinleri buldum profesörler, yazarlar, kadınlar, erkekler, bir de çoğunluğu müzisyen olan ve bluesa
merak salmış Alvin isimli adamlar, aya ilk çıkan astronotlardan biri ve de Cosby ailesinde Bili
Cosbynin şirin damadı. İsimden karakter analizi yapan sitede de pek ılımlı, barışçıl, başarılı bir isim
olarak yer alıyor Elvin.
Kimileri biliyorum ki çocuk doğduktan sonra bile kararsızlar, ya da hiç öyle ciddi boyutlarda
önemsememişler isim işini. Ben ve kocam mı abartıyoruz bilemem. Şimdilerde Elvin aşağı, Elvin
yukarı, evin içinde doğmamış, hatta şimdilik var olmayan çocuğumuzla ilgili bin türlü konuşma...
Romantik olmayabilir belki ama Elvinin ne zaman doğacağını kararlaştırdık, güzeller güzeli bir ay
olan mayısta dünyaya gelmesini istiyoruz. Kışın doğup da üşümesin ve ben de güzel bir yaz
geçirdikten sonra hamileliğin zorluklarıyla tanışayım diye. Gerçi hiç problemsiz hamileler de
gördüm, hamile olduklarını yalnızca birileri ona sen hamilesin dedikleri için bilenler, hadi
doğuruyorsun artık dediklerinde hastaneye gidenler.. Kimse nasıl bir hamilelik geçireceğini
kestiremiyor, belki annenizin size hamileykenki durumunu öğrenip bir iki varsayımda
bulunabilirsiniz ama o kadar. Bu durumda, yolda giderken yanından geçtiği dükkanlardan gelen tüm
kokularda midesi bulanıp kusan ve yedi aylıkken beni doğuran annemi düşününce
biraz karamsar olmam lazım, ama ne gezer. Herhalde annelik içgüdüsü beni artık geri dönülemez bir
şekilde yakaladı ki, çok sevimli bir masala başlıyormuş gibi hissediyorum yalnızca.
Evleneli henüz bir iki ay olmasına karşın bütün akrabalar sizi yakalayıp kısık sesle sorarlar, Ne
zaman hamile kalacaksın?... Ben herkese Durun bir bakalım, daha bir yıl bile olmadı evleneli deyip
tüm soruları geçiştiriyorum. Nasıl bir hazdır evet, hamileyim yanıtını duymak bilemem, şimdiye
kadar kimseye gizli gizli böyle bir soru sormuşluğum yok. Bir de doğrudan konuya girip E hadi artık
diyerek sizi hafif yollu azarlayanlar da var, o konuya hiç girmeyelim.
Şimdilerde, ekonomik kriz yüzünden bu devirde çocuk mu yapılır demeler daha da gündemde ama
ne zaman sokağa çıksam bebek arabalarıyla dolu bir dünya var dışarıda. Bora, Ata, Emir benim
bildiğim en yeni çocuklar... Belki de algıda seçicilik: neyle ilgiliyseniz onu görürsünüz, benim de
bebek arabaları ya da kucaklarda rastladığım çocuklar bundan.
Doktorum haziranda bir kontrol daha yaparız, tüm testlerin şimdiki gibi çıkarsa temmuzda hamile
kalırsın, mayısta da dilediğin gibi çocuğunu doğurursun diyor. İşte en önemli noktalardan birine
geldik, doktor seçimi: size şefkatle yaklaşıp, en önemli sorunu bile hiçbir şey yokmuş gibi
algılamanıza yol açmaları çok önemli. Benimki en doğru tespit ile tam bir Noel Baba, hem fiziki
hem de ruhsal yapısı öyle. Biraz daha uzun konuşabilsek Ho Ho Ho da diyeceğinden ya da
ameliyathaneden kırmızı bir torbayla çıkıp içinden Elvini çıkaracağından eminim.
Olmayan birinden söz etmek, Elvini anlatmak tuhaf. Anlatmaya değer bulmaksa heyecan verici.
Şimdiden bekliyoruz, keyifle, heyecanla.
10 Nisan 2001
Hamile kalmayı planladıysam, kendimi buna hazır hissediyorsam zamanın ne önemi var? Şimdi
kafamızı kurcalayan sorun bu: neyi, niye bekliyoruz? Şimdi aklıma babam geliyor beni deliler gibi
şımartan, size aldığım balonların parasıyla küçük bir yatırım mutlaka yapabilirdik diyen babam.
Bir gün hastalanmıştım, yüzümde kırmızı benekler vardı, evde oturmuş babamın bana o akşam ne
armağan getireceğini düşünüyordum. Her zamanki gibi, kapı çalınca aynı koltuğun arkasına
saklandım. Babam her zamanki gibi aaa benim kızım nerede oyununu oynadı, beni bulunduğum
yerden çıkardı ve kocaman mavi bir bavulu salonun ortasına koydu. Bu ne? dedim içinin oyuncakla
dolu olduğunu, içlerinden birini seçebileceğimi söyledi. Daha önce böylesi bir durumla karşı karşıya
kalmamıştım. Oyuncak ya alınır ya da alınmazdı, asla onlarcası arasından seçim yapılmazdı.
O günkü kararım hayatımın sanırım ilk önemli kararı, ilk dersiydi. Bavulu açtım, içinden sahip
olmak isteğim onlarca bebek, tren, lego çıktı. Karar veremiyor, hepsini istiyordum. Babam
kararlıydı, bir şeyi seçmek ve ötekilere elveda demek zorundaydım. Zorlukla bir bebekte karar
kaldım, şimdi nasıl bir şey olduğunu hiç anımsayamadığım. Sonra kendimi kıpkırmızı kızamık
şekerlerine vurdum.
İşte ben biraz da bana neler olduğunu anımsayabilmek için istiyorum çocuk sahibi olmayı. Babamın
neler yaptığını, bir çocukla neler konuştuğunu, paylaştığını yeniden görmek için. Bütün hamilelik
boyunca günlük tutmayı kararlaştırmıştım, hatta öncesini de yazayım demiştim çünkü anımsadığım
kadarıyla bunu yapan kimse olmamıştı. İlk sayfaları yazdıktan sonra beş buçuk aylık hamile Ayça
Şen ile yapılmış bir röportaja rastladım, hamilelik
dönemini sonradan yazacak mısın diye soruyorlardı. Ayça hayır ama birinin bu dönemleri yazmış
olmasına ihtiyaç duydum, kim neyi nasıl yaşamış, benim hissettiklerimi hissetmiş mi bilmek istedim
diyordu. Hah, dedim okuyunca, galiba doğru yoldayım.
Doğru yolun belki de yanlış bir sapağındayım. Çünkü kimin bunları okumak isteyeceğini henüz
bilmiyorum. Başka insanlar gibi aslında hiçbir şeyi tam olarak bilmiyorum, şimdilerde bu kadar
kararsızsam hamileyken nasıl olacağımı ise hiç kestiremiyorum.
Tuhaf bir şekilde neye yarayacağını bilmediğim hesaplamalarım var. İki regl dönemi kaldı gibi. Bu
bilgiye niye böyle tutunduğumu bilmiyorum, belki de işin ciddiyetini anlamaya, silkinip kendime
gelmeye çalışıyorumdur.
Her zaman konuşulan yeni düzenlemeler var, erkeklere de doğum izni verilmesi örneğin. Çok
yerinde bir karar. Ben çocuğum doğduğunda yalnız başıma olmak istemiyorum, kocam aklı yeni
doğmuş bebeğindeyken işe gitmek istemiyor. Çünkü bebekler asla bebek kalmıyor, hemen yürüyor,
hemen konuşuyor, sonra koşmaya başlıyorlar. Kim bütün bunları bile bile kaçırmak ister ki?
Bizim hayalimiz bu gri kentten uzaklaşmak. Güneyde, ülkenin o başka ucunda portakal kokuları
arasında hamaklara yatıp kitaplar okuyacağız. Pembe yanaklı, köyün okuluna giden mutlu bir çocuk
istiyoruz. Okuldan gelince olduğu yere çöküp ders çalışmayı sürdüren bir çocuk yerine çantasını atıp
dünyayı avucuna almaya çalışan, denize giren, güneşle ısınan, kendi bahçesinden domatesler koparıp
yiyen bir çocuk.
Mutluluk nedir ki? Bütün bu okulları bitirişimiz, bir iş bulup kendimizi sonu gelmeyecek gibi
görünen bir karmaşanın içine atışımız sırf bu yüzden değil mi? Sonunda elde etmeyi planladığımız
şey hep bu değil miydi? Para biriktirmek, genç yaşta emekli olmak, denizin kıyısına, doğanın
davetkar kucağına kendimizi atmak ve yaşama yeniden başlamak...
Bütün bunları istiyoruz ama gerçekleştirmemiz hangi zamanı bulacak bilmiyorum. Bana kalsa bütün
eşyalarımı toplar ve yola çıkarım. Hayatımızın geri kalanında, tüm zamanımı yazarak geçireceğimi
söyleyen bir eşim var. O da insanın ömrüne ömür kattığı söylenen bahçe işleriyle ilgilenecek, balık
tutacak. Bütün bunları yapmak için hazırda bir paramız bulunması gerektiğini biliyoruz ki, henüz bu
sorunla ilgili bir ilerleme kaydedebilmiş değiliz.
Gözlerinizi kapadığınızda görmek isteyeceğiniz türden bir düş bu: sağlıklı, mutlu çocuklar bahçede
koşturuyorlar. Verandada elinizde buzlu içeceğiniz kısık sesli bir müziğe eşlik ediyorsunuz. Kocanız
çocuklarla yerlerde yuvarlanıyor, güneş hiç olmadığı kadar güzel batıyor. Tüketim çılgınlığına son,
gereksinim duyulmayan hiçbir şey satın almıyorsunuz, o yazın modası terlikler artık çok uzak bir
dünyaya ait bir görüntü.
Herkesten aynı performansı bekleyemezsiniz tabi. Böylesi bir hayattan bahsedildiğinde irkilen ve
ben asla büyük kentlerden, karmaşadan kopamam diyen insanlarda var. Eh, onların bileceği iş.
Eskiden her şeyi bırakıp tümüyle yazı yazmaya başlayacağım yaşı otuz beş olarak belirlemiştim.
Otuz beşte her şey düzene girmiş olacaktı, her gün erken kalkmak zorunda kalmayacak, gecenin
içinde yalnız, sessiz kalabilecektim. Şimdi otuz beş çok yakın görünüyor gözüme. Peki yıllar sonra,
her şey için geç mi olacak?
11 Nisan 2001
Kadınlarda en çok görülen kanser türleri göğüs ve rahim kanserleriymiş, kadınlar mutlaka ve
mutlaka smear testi yaptırmalı, mamografi çektirmeliymiş. Smear testi hiç ihmal etmediğim bir şey
ama mamografiyi henüz bir kez bile yaptırmamış olmam kafamı kurcalamaya başladı.
Arkadaşlarımdan biri, benimkiler küçük olduğundan, dokundum mu ne var ne yok kendim test
edebiliyorum diyor. Reyhan da hamile olmadan önce bir check-up yaptırsan diyor, anlaşılan
bugünkü konumuz sağlık.
Reyhan yedi yıl önce çocuğu doğar doğmaz taktırdığı spiralini hala çıkarttırmadığı için ona kızıp
duruyoruz, her günün vazgeçilmez konularından biri bu Reyhanın spirali... Diyor ki param yok. Biz
o zaman daha çok kızıyoruz, yanlış anımsamıyorsam hafta sonu Assosa kaçan sen değildin galiba
diyor içimizden biri... Korktuğunu söylüyor, her şey için ya çok geçse? Ya rahim ağzında bir sorun
varsa, ya şöyleyse ya böyleyse...
Bugün dayanamayıp onun adına Aile Planlamayı aradık. Ülkemizde iyi şeylerin de olduğunun kanıtı
Aile Planlama: sembolik bir ücret karşılığında spirali çıkartıp yenisini takıyorlarmış. Reyhan adına
randevu aldık, iki gün sonra gidecek. Bu girişimle birlikte gelecek haftadan itibaren başka bir konu
konuşuyor olacağız... Nasıl çıkardılar, nasıl taktılar, acıdı mı, ne dediler, sana kızdılar mı, ne kadar
kalacakmış yeni spiral falan filan.
Yirmi yıllık arkadaşım İdil geçtiğimiz hafta bugün Borayı doğurdu. Onu aradığımda öğleden
sonraydı. Narkozun etkisiyle tane tane konuşuyordu. Zaman bizi ayrı yerlere sürüklediğinden
aramızda saçma bir diyalog gelişti. Nasılsın, iyiyim. Boranın sağlığı nasıl, çok iyi.
Hakan nasıl, heyecanlı. İdilin gözleri masmavi olduğundan biraz daha kişisel bir soru, gözleri ne
renk? Bilmem, daha açmadı. Umarım seninkiler gibi olur. Bilmem doğduklarında hepsinin gözleri
renkli oluyor biliyorsun, sonradan ne olacağını kimse bilemez. Haklısın, ne derler, sağlıklı, mutlu bir
hayatı olsun Boranın. Teşekkür ederim. Ne zaman eve gideceksin, cumartesi. İyi, ben seni pazar
günü evden ararım. Tamam. Hoşça kal. Hoşça kal.
Bunları konuşurken pazarın içinde kocamla yürüyor, arpacık soğanlara, seri domateslere bakıyoruz,
ben elimle işaret ediyorum, kocam bu mu şu mu diye gösteriyor. Sonradan düşünüldüğünde acıklı bir
hal. Ne de olsa İdile rüyalarımızı paylaşmıştık. Büyüyecek, hep birbirimize yakın kalacaktık. Aynı
sıralarda otururken nice platonik aşklar yaşamış, nice ağlamaklı ya da neşeli anlar geçirmiştik. Aynı
sınıfta, aynı sıralarda oturur yine de birbirimize yazılar yazardık, İdil bütün mektuplarının sonunu
ben yine destan yazdım galiba diye bitirirdi. Sonra aynı şehrin ayrı üniversitelerini kazandık. Birlikte
dört koca yıl aynı evi paylaştık. Onca yıl her şeyi paylaşırken şimdi insan hayatının en önemli
anlarından birinde arpacık soğanlarını işaret ederek kısa tümcelerle bu anı geçiştirmek, sözcükleri
seçememek, ne diyeceğini bilememek biraz tuhaf.
Ah, bir de Aydanın oğlu Atanın mevlidi. Oraya geçen hafta işten çıkar çıkmaz gittim. Elli altmış kişi
vardı içeride. Ayda benim en eski arkadaşlarımdan bir tanesi. Orada başını örtmek üzere örtüsü
olmayan ve evden kendi terliklerini getirmemiş ve ortalıkta çoraplarıyla dolaşan tek kişi bendim.
Ayda yatak odasında beyaz saten gecelikler içinde bir kraliçe gibi yatıyordu. Ata uyukluyor, Ayda
kıpkırmızı ojeler sürdüğü tırnaklarıyla bir piyesin en heyecanlı bölümünü oynayan bir oyuncu gibi
gelenlere gülümsüyor, herkese laf yetiştirmeye çalışıyordu.
Yatağın kenarındaki sandalyelerden birine iliştim. Dua sesleri içerden yükseldiğinde yatak
odasındakilerle birlikte avuçlarımı açtım, onları izleyerek sabırla oturdum. Aydanın tam ayak ucunda
saten, şeker biçiminde bir yastık vardı. Yaşlı bir teyze yaklaşarak onu tebrik etti, demek kırk gün
olmuştu Ata doğalı... Ayda yeni adetten söz etti. Artık kırk gün beklemek gerekmiyordu mevlit
yapmak için, yirmi gece ve yirmi günü gören bir bebek için en uygun cuma gününün seçilmesi
yeterliydi. Tesadüf o ki, o gün yağmurda yağıyordu, bu da iyiye
işaretti. Yaşlı kadın ve ben böylelikle Atanın nasıl olup da göz açıp kapayıncaya kadar kırk günlük
olduğuna şaşırmayı bıraktık.
Mevlide giderken iştekiler örtün var mı, ne aldın, gidince tavuklu pilav olur, burada bir şey yeme
öğlen, yemek iyi değil demişlerdi. Bütün bu bilgileri merakla dinlediysem de hiçbir anlam
verememiştim. Tavuklu pilav olacağını nereden biliyorlardı, daha önce bir iki kere katıldığım
mevlitlerde örtü ev sahibi tarafından verilmişti ve evet bir armağan almıştım. Üzerinde bir bebek
resmi olan manyetik bir fotoğraf albümü.
Aydaya uygun bir zamanda armağanı uzattım. Altınlara yüz vermemişti ama heyecanla kırmızı kaplı
pakete sarıldı, ne aldın? Açınca da çok sevindi, bu hep lazım olan bir şey dedi. İçimden eh dedim, en
azından bir şeyi doğru yapmayı başarmıştım.
Etli bir pilav geldi, bütün kadınlar koşturup duruyor, mutfaktan evin içine karınca gibi dağılan
diğerlerine tabak yetiştirmeye çalışıyorlardı. Siz aldınız mı, siz görümcesi misiniz, ayran vereyim mi,
bittiyse mutfağa götüreyim, size zahmet olmasın, sigara içebileceğimiz bir yer var mı, telefonunuz
çalıyor galiba, Ata sizce kime benziyor, resim kursuna mı gidiyorsunuz, neredekine, jimnastik mi,
aylık ücreti ne kadar, hayır ben tenis oynuyorum yıllardır, formumu böyle koruyorum, jimnastik
salonuna gitmeyi hiç düşünmüyorum. Sonra şerbetler, sonra tatlılar.
Birden evin içi havasızlaştığındaysa gitme vakti. Yeni moda, çocuğun cinsiyetine göre seçilmiş olan
çikolatalar tepsiyle o anda evde bulunan en küçük çocuk tarafından ikram ediliyor. Mavi bir jelatinin
üstünde küçük bir erkek çocuk figürü. Ayda yattığı yerden öpücük yolluyor, eve ulaşmam bir
dakikayı alacak...
13 Nisan 2001
Reyhan spiralini çıkarttırmak ve yenisini taktırmak için sabah erken saatlerde Aile Planlamanın
yolunu tutmuş. Bana hiç benzemeyen kadınlarla doluydu içerisi diyor. Doğum yapacaklar, muayene
olacaklar, falan filan... Yaklaşık bir saat sonra onu içeri almışlar, Hanım, üstündekileri çıkar ve şunu
giy demişler. Reyhan, Birincisi, bana hanım demeyi bırakın, ikincisi yüzlerce kişinin giydiği o şeyi
giymem demiş.
Biz burada herkese hanım diye hitap ederiz...
Olsun, bana ya Reyhan deyin ya da hanımefendi.
Hanım hanım, derhal o üstündekileri çıkar ve şunu giy...
Reyhanın sinirleri bozulmuş, kusmak üzereymiş, şekerli bir su içirmişler. Rahimi dışarı çekerek, acılı
bir yolla içinden spirali çıkarmışlar önce. Sonra rahim dışarıda dururken arkalarını dönüp kendi
aralarında sohbete başlamışlar.
Reyhan acıyla kıvranırken tepesi attığından, Derhal aranızdaki sohbeti kesin ve yeni spirali takın
diye hemşirelere bağırmaya başlamış. Hemşireler ona biraz beklemesini söyleyip tekrar arkalarını
dönünce, bizimki sesini biraz daha yükseltmiş,
Eğer şu anda dönüp o spirali takmazsanız, hepinizi doktorlara şikayet edeceğim...
Şimdi ağrılı sızılı dinleniyor, uyukluyor. Neyse diyor, en azından rahmim bu dünyayı gördü. Dışarı
çıkmış bir rahmi düşünmek bile istemiyorum.
17 Nisan 2001
O kadar çok uykum var ki şimdi küçük bir bebeğim olsa ve ona bakmak zorunda olsam neler olurdu
hayal bile edemiyorum. Parmaklarımı bile kıpırdatacak durumda değilim. İşteyim, eve gitmek için
henüz çok erken ve eğer gidecek bile olsam arabanın kontağını çevirmeye bile gücüm yok. Sanırım
hasta oluyorum ya da hastayım. Gözlerimi kapamak ve saatlerce
yataktan çıkmadan uykulara dalmak, uyanmak ve tekrar uyumak istiyorum. Çalar saatsiz bir dünyaya
gereksinimim var.
Bu sabah Güneri Civaoğlunu dinliyordum radyoda. Hafta sonu Paristeymiş ve televizyon izlemiş.
Tanrım, televizyon izlemek için Parise, hem de sırf hafta sonu için giden adamlar var... Neyse. Bir
programa denk gelmiş, yaşlıca bir kadın hayatı boyunca yaşadığı tüm seks deneyimlerini bir bir,
isimler de kullanarak anlattığı kitabıyla Fransada gündemdeymiş. Çocuklarınız ne diyecek sorusuna,
nasıl olsa onlar da ileride buna benzer deneyimler yaşayacaklar demiş. Ya kocanız diye
sorulduğundaysa o kendini kitaptan ayrı bir yerde tutuyor, bana saygı duyuyor demiş. Biran
düşündüm. Ben ne yapıyorum, buna benzer bir şey mi, çok özel şeyler mi anlatıyorum, yalnızca
bende saklı kalması mı gerekiyor yazdıklarımın? Etik nedir, nerede başlar, nerede biter... Güneri
Civaoğlu bu küçük hikayeyi nasıl bitirdi anımsamıyorum. Ben zaten yorum yapmak üzere
konuşanların anlattıklarını nasıl toparladıklarını hiçbir zaman anımsamıyorum.
25 Nisan 2001
Dervişin fikri neyse zikri de odur ya, bebeklerle dolu rüyalarımın start alması bundan olmalı.
Uykumda kenti tepeden gören bir kafeteryadaydım, dolambaçlı, dar yollardan arabayla geçerek
oraya ulaşıyor, neden daha önce oraya hiç gitmediğime de hayıflanıyorum. Mavi halıfleks döşeli
sıradan bir okul kafeteryası ama manzara harika
Bir odada genç hemşireler çocuk bakımını öğretiyorlar. Merak edip giriyorum. Hemen bir çocuk
doğuruyorum öğrenebilmek için. Kopkoyu tenli, lacivert gözlü, ufacık bir kız bebek Kucağıma
alıyorum, onu çirkin buluyorum ama hemşirelerin her dediğini uyguluyorum, şöyle tut, şöyle meme
ver falan...Tam öğrenemediğime kanaat getirip yeni bir tane daha doğuruyorum, bir öncekine çok
benzer bir çocuk. Aynı şeyleri tekrar yapıyorum. Hemşireler ip atlıyorlar boşluklarda. Kendi
kendime annem, babam, kocam bundan hiç hoşlanmayacaklar, çok tuhaf bir yer burası diyorum.
Sonra herhalde cesaretimi toplamış ve her şeyi öğrendiğime inanmış olacağım ki son ve gerçek
çocuğumu doğuruyorum. Yine küçük ve koyu tenli bir çocuk, bir kız çocuğu, diğer
doğurduklarımdan daha güzel, sanki deneye deneye en güzelini bulmuş gibiyim. İçimde bir
rahatlama, doğurmuş olmanın keyfiyle oradan ayrılıyorum. Ağabeyim çocuğun adını ne koyduğumu
soruyor, Banu Bora diyorum, kızıyor. Öyle bir isim koymuşsun ki tam geleceğin ciks çocuklarından
biri, karaktersizin teki olacak diyor, üzülüyorum.
27 Nisan 2001
Yazın yaklaşması komik diyaloglara neden oluyor, hep birlikte son beş altı yılı birlikte geçirdiğim iş
arkadaşlarımdan biri Yaza hazır mısınız? diye başlayan reklamı her duyduğunda Hayır diye
bağırıyor, şişmanım ve mayom yok.... Bir diğeri hep birlikte havuza gitme fikri
ortaya atıldığında aynı tepkiyi veriyor, gidemeyiz, çünkü hepimiz çok şişmanız Bu
diyaloglar bu işyerinde bundan birkaç yıl önce yapılmıyordu, hepimiz gerçekten de daha zayıftık.
Şimdilerde otuzlu yıllarımızın başında, eskisine oranla daha kilolu bedenlerin içindeyiz. Gazetede
okuduğuma göre Türkiye dünyanın en şişman altıncı ülkesiymiş.
29 Nisan 2001
Hafta sonu Aydaya gittim, televizyonun karşısındaydı, maymunlu bir diziye anlamsızca baktık
birlikte. Artık evin içinde sigara içilmiyor dedi. Güzel bir cappucino eşliğinde balkonda birer sigara
içip Atanın yanına döndük. Ata görmeyeli büyümüş, kaşlarını çatıyor sürekli, bir de küçük
eldivenlerin kapattığı ellerini karate yaparmış gibi sağa sola savuruyor,
işte iki aylık bir çocuğun halleri. Ayda bir sessizlik anında kitap gibi çocuk dedi Ata için, niye diye
sordum. 52 santim ve 3 kilo 150 gram doğmuş, bu da tam standartlarda bir durummuş. Eskiden olsa
hiçbir anneye sormayacağım sorular sordum Aydaya, kaç kilo aldı, geceleri çok mu uyanıyor, çok
ağlıyor mu, sen kendini nasıl hissediyorsun, hiç dışarı çıkıyor musun, işe ne zaman gideceksin...
Günde otuz gram alması gerekiyormuş bebeklerin, altı saatlik kesintisiz bir uykuya gereksinimi
varmış Aydanın, eski uzun uykular artık bir hayalmiş, ama yine de pişman değilmiş, yalnızca altı
saatlik bir uyku uyuyabilmek istiyormuş, dışarı haftanın üç günü yalnızca birer saatliğine, cimnastik
yapmak ve eski formuna dönmek için çıkıyormuş, bir de Atayı doktora götürmek için. İşe uzun bir
süre gitmeyi düşünmüyormuş. Hep evde olmak insanı tuhaf yapıyor, kendine yabancılaşıyorsun
diyor Ayda, sürekli televizyon izliyor ve meme veriyorum. Göğüsler de artık eski anlamını yitirdi.
Eskiden olsa herkesin ortasında böyle bir eylem yapman mümkün değilken şimdi orada burada şak
diye bir göğsünü açı veriyorsun, göğüslerin artık başka bir fonksiyonu var...
Sonra birlikte Atanın nüfus cüzdanına baktık, yepyeni, gıcır gıcır, hiç kullanılmamış. Ayda
böyle betimlenmesi tuhaf diyor, hastaneden verilen kağıtta .... tarihinde canlı olarak doğan.......
yazıyormuş.
Canlı ve ölü bebekler..
30 Nisan 2001
Bugün dokunmamam tembihlenmiş bir eşyayı yitirmiş ve günün kalan kısmında bu pişmanlıkla, canı
oyun oynamak bile istemeyecek bir çocuk gibiyim, işe giriş kartım kayıp. Nerede, nasıl bir bilsem,
geriye dönebilsem, onu anahtarlığımdan çıkarır cüzdanımın en harikulade köşesine yerleştirirdim.
Ağladım, ağlayacağım, güneşli bir güne yakışmayacak kadar abartılı bir hüzünlü ruh halindeyim.
Şimdi tıpkı bir çocuk gibi kime gidip İstemeden oldu, istemeden oldu, istemeden oldu diyebilirim?
1 Mayıs 2001
Gazetelerde bebeklerle ilgili küçük haberler. Okuyorum ama henüz bir anne ya da anne adayı
olmadığımdan ne okuduklarımı iyi anlayabiliyorum ne de aklımda tutabiliyorum. Bugün baktım ki
kendi kendime bu soruna bir çare üretmişim. Farkında olmadan küçük bir kupürü kesip masama
koymuşum...
Şöyle ki bebekler artık neredeyse emeklemeden yürüme dönemine geçiyorlarmış. Yüz üstü yatan
bebekler çevrelerini görmek amacıyla ellerini ve kollarını hareket ettirmeleri yüzünden daha sonra
emekliyorlarmış. Sırt üstü yatan bebekler ise çevrelerini rahatlıkla gördüklerinden emekleme
zahmetine girmiyor ve yürüme dönemi olan 11 ve 12. aylar geldiğinde direkt yürümeye
başlıyorlarmış, bu yüzden de bebeklerimizi mümkün olduğunca sırt üstü yatırmamız gerekiyormuş....
Dün de birfilmde izledim bebekler yukarıdan aşağıya doğru usul usul sallanmayı severlermiş, yana
doğru sallayarak uyutmak onları sadece sinirlendirirmiş.
2 Mayıs 2001
Ünlü hamile kadınların hepsinde bir Demi Moore pozu: hamileyim, kocaman bir göbeğim var ama
hala güzelim ve kendimi böyle de seviyorum hali. Bugün Merve İldenizin de böyle bir fotoğrafı var
gazetede. Pek narin bir yapısı olduğundan ve hamile kalışının üstünden yalnızca üç buçuk ay
geçtiğinden biraz fazla yemiş de karnı şişmiş gibi duran İldenizin kendisi de eminim bu fotoğrafları
saçma bulmuştur.
Ama nasıl güzel ve dobra dobra anlatmış hamile kalış öyküsünü Bodrumda bir arsa satın almıştık,
onu kutluyorduk. Kutlamayı biraz fazla kaçırmışız...
Herkesin bir öyküsü olmalı.
3 Mayıs 2001
Dün babamla konuşuyorduk, Hadi dedim, check-up yaptıralım. O yıllardır hiç aksatmadan
kontrolden geçer, Tabi dedi, ama nereden çıktı birden bire sende bu fikir?..
Haziranın on beşinde doktor kontrolümün olduğunu ve onun ertesinde de hamile kalmayı
planladığımı söyledim. Eh, geç bile kaldın dedi, şaşırdım, babama göre haziranın on beşine kadar
çok zaman var, bazen düşünüyorum o mu yedi aylık doğmuş ben mi?
Zamanın böylesine akıp geçmesi, sürekli balon ya da çikolata almasını istediğiniz babanıza günün
birinde gidip hamile kalmak istediğinizi söylemeniz tuhaf.
İnternette aradım taradım, hamile kadınlar pek günlük tutmamışlar bir kadının her aya bir paragraf
ayırdığı bir günlükle, bebeği doğduktan sonra bir süreliğine yazmış olan iki kadına rastladım. Bunun
yanında eğer hamile ve günlük sözcüklerini birlikte ararsanız suni yoldan döllenen ineklerle ilgili
birçok metin bulabiliyorsunuz. Yine de, her ne olursa olsun internet harika bir bilgi kaynağı olmayı
sürdürüyor. Bir sürü hamilelik ve bebek sitesine rastladım, son adet tarihinizin ilk gününe bakarak
size bebeğinizin ne zaman doğacağını hesaplayabiliyorlar. Benim tahmini hamile kalışıma göre
bebeğimizin doğum tarihi 26 mart 2001den sonraki herhangi bir gün olabilir.
İşte günün küçük haberi meme emerken aşı yapılan bebeklerin acıyı hissetmedikleri belirlenmiş
Baltimoredaki Maryland Hastanesi anne ve bebek sağlığı uzmanları meme emerken enjeksiyonla ilaç
verilen bebekleri incelemiş. Bebekler bu durumda annelerine daha fazla sarılıyorlarmış ancak acı
çektiklerini gösteren hiçbir işaret veya tepki vermiyorlarmış. Bu durumda bebeğimi aşıya
götürdüğümde canı nasıl da acıyor kim bilir diye endişelenmeyeceğim, bir saniye bekler misiniz
diyerek, bu yararlı bilginin kanatları altına sığınacağım...
7 Mayıs 2001
Hafta sonumu internet başında, hamile günlükleri arayarak geçirdim. Türkçe böyle bir kitap yok,
İngilizce ise topu topu on beş kitap. Genellikle genç yaşta hamile kalmış kadınların günlükleri
yayınlanmış -ki bu gençleri bilinçlendirmek için özel bir tercih-. Erken yaşta hamilelik bazı
ülkelerde, bildiğim kadarıyla da en çok İngilterede rastlanan bir olgu. İngiltere uzun süredir bu
soruna bir çare arıyor, yol gösterici olması açısından da on dört on beş yaşlarındaki hamile kızlarının
günlüklerini yayınlanmışlar. Bir kaç tane kişisel web sitesi de var, Emmanın Günlüğü, Alicein dokuz
ayı... Çoğunluğu haftalık değerlendirmelerin ardından, bebeğin ilk fotoğraflarıyla son buluyor.
Türkçe internet sitelerinde ise bırakın hamile kadınların günlüğünü, normal günlüklere bile az
rastlanıyor. Cahide isimli bir kadının çocuğu doğduktan sonra bebişle bugün halasına gittik
tarzındaki ve de bir tüp bebek olan Canerin isimli, ailesinin Türk internet sitelerinde hiç rastlamadık
ları için bir ihtiyaç olarak kaleme aldıkları, çeşitli ödüller kazanan siteleri dışında pek bir şey yok.
Benim en çok ilgimi çeken Martha Brockenbrough isimli İngiliz bir kadının her hafta yazdığı
hamilelik günlüğü oldu. editörü olan Martha otuz yaşında ve gazeteci. Hem mesleklerimizin, hem de
yaşımızın aynılığının yanında, sevinçleri, endişeleri de hayli benim hissettiklerime benzer, her hafta
günlüğünü okuyucularla paylaşan Martha bebeğine isim bulma krizi yaşıyor, annesine kendi
doğumunu defalarca anlattırıyor, bebeği doğduğunda işini nasıl yürüteceğini düşünüyor, sabah
kusmalarından, alınan kilolardan, giyemediği giysilerden esprili bir dille söz ediyor.
Bütün hamilelik kitaplarında babalara ayrılan kısımların bir bölümden ibaret olmasını eleştiren
kocası Adamın da bir yazısı var ki, duyarlı baba adaylarının nasıl olduğu konusunda iyi bir fikir
vermesi açısından mutlaka okunmayı hak ediyor.
Ben de henüz eşimden kayda değer bir şekilde söz edebilmiş değilim oysa o hayatımın en önemli
parçalarından ve hamile kalmak, çocuğu doğurmak, geceleri kalkıp ona meme vermek gibi bütün zor
görevlerin kadınlarda olmasının hiç de adil olmadığını söyleyecek kadar düşünceli. Daha şimdiden
elimden gelse seni geceleri hiç uyandırmadan bebeğimizin ihtiyaçlarını karşılarım diyor, uykuyu ne
kadar çok sevdiğim malum...
Marthanın kocası Adam ile Galipin benzer yanları var. Adam, Martha hamile kaldığında aldıkları
tüm bebek bakımı kitaplarında babalara şu türde öğütler verildiğini görmüş eşiniz hamileyken ona
yardımcı olun, örneğin bir kez olsun evi siz süpürebilirsiniz Maça gitmek yerine bir süreliğine
eşinizle zaman geçirin, onun ihtiyaçlarını dinleyin ve karşılamaya çalışın Adam okuduklarına hayli
şaşırmış. Diyor ki, demek ki erkekler eşlerini hiç dinlemiyor ve hep maça gidiyorlar. Ben Martha
hamile olmadan önce de bütün bunları yapıyordum, hem de içimden gelerek... Evi de süpürüyordum,
ona susadığında soda da getiriyordum. Hamile kalışıyla birlikte belki biraz daha dikkatli
davranıyorum o kadar, örneğin gecenin ikisinde soda istediğinde artık hangi markayı istediğini de
soruyorum diyor. Galip de Adama benziyor. İçim rahat. O dünyanın en iyi babalarından biri olacak.
9 Mayıs 2001
Annem anlatmıştı, o daha çocukken anneannemin bir komşusu varmış, kendini sürekli hamile
sanırmış. Anneannemi ziyarete geldiğinde her defasında ona dar gelen eteklerden birini giyer, Bakın
Nurhayat Hanımcığım, nasıl da kilo alıyorum, hamilelik işte... dermiş. Bu teyze bu duyguyla yaşayıp
giderken hep canının çok çektiği yemeklerden ve de midesini bulandıran ve onu kusturan şeylerden
söz edermiş. Sürekli doğuma şu kadar kaldı, bu kadar zaman var daha dermiş. Sonra, günün birinde
yine çıkagelir, çok üzgün olduğunu çünkü bebeğini düşürdüğünü söylermiş. Hiç çocuğu olmayan bu
teyze hep bu oyunu oynarmış, hamileyim yaşasın, çocuğum düştü üzgünüm...
Dün ben de kendimi gün boyu hamile gibi hissettim. Diş hekimine gitmek için işten erken çıkmıştım,
sonra kendime ayıracak bolca zamanım oldu. Elektronik postalarımı kontrol edeyim derken yine
saatler boyu internete ve hamilelikle ilgili sitelere takıldım. dünyadaki 300 bin ismi sitelerinde
barındırdıklarını söylüyorlar hemen Elvine baktım, ilginçtir ki dünyanın 300 bin ismi arasında
güzelim Elvin yok. Sonra isimli sitede Elvini buldum. Bu siteyi bebeklerine isim arayanlara
kesinlikle öneriyorum. Şöyle bir taktik uygulanabiliyor, bebeğinizin isminin hangi harfle
başlamasını, kaç sesli harfi içermesini istediğinizi, eğer istiyorsanız dini tercihinizi ve de soyadınızı
giriyorsunuz. Benim dini tercihsiz, iki sesli harfli, e harfi ile başlayan ve soyadımıza uygun olarak
seçenekleri işaretlediğim formuma 134 uygun isim seçeneği sunuldu. Edenden Edithe, Elvarhden
Edaya 134 isim. Ne yazık ki içlerinde Elvin yoktu. Ama bu sitenin güzel bir yanı isimlerin
anlamlarını da öğrenebilmeniz. Nihayet Elvinimizin ne demek olduğunu ve orijinini öğrendim.
Anglo-Sakson kökenli bu isim bilge arkadaş anlamına geliyormuş, ne hoş
İnternette oyalanmam isimlere bakmakla kalmadı, Marthanın diğer günlüklerini de okudum. Lucyyi
doğuran Martha artık bebekli günlerden söz ediyor. Buket Uzunerin bana söylediği şeyi Martha da
yazmış bebek doğduktan sonra yazmaya pek fırsat bulunamıyor. Eski bir maraton koşucusu olan
Martha Şimdi ben de anneyim ve annemin hangi konularda yalan söylediğini artık biliyorum diyor,
doğurmak bir maraton koşmaktan çok daha kolay falan değilmiş... Marthanın günlükleri, derken
kendimi smear testi yaptırmanın faydalarını ya da hamilelikte folik asit alımının önemini okurken
buldum. Saatlerdir internet basındaydım ve öyle çok hamilelikle ilgili yazı okumuştum ki, kendimi
aynen bir hamile kadın gibi hissetmeye başladım Sanki evde geçirmek zorunda kaldığım zamanlar
gelmişti ve tıpkı Aydanın hamileliği boyunca salonun baş köşesine yerleştirdiği bilgisayarla
oyalanması gibi aynı şekilde zaman geçiriyordum. Bu tuhaf duyguyla yatağa uzandım, şimdi de
yorgun düşmüş ve dinlenmesi gereken bir anne adayı gibiydim Kalkıp toparlandım, sosisli volovan
yapmak üzere mutfağa yöneldim.
10 Mayıs 2001
Dün gece Ebrulardaydık, Hande ve Haluk ile birlikte. Oral onlara gideceğimizi Ebruya son anda
söylemiş. Ebru doğaldır, hiçbir işi aceleye getirmeden yapar. Amaaaan ne var demiş, kızların ikisi de
çocukluk arkadaşım, beni mazur görürler. Gittiğimizde Ebru ağır ağır balıkları pişirdi. İyi ki de öyle
oldu, güzeller güzeli Ezgi ile oynamak, ona sorular sorup verdiği yanıtlara gülmek için fırsat
yakaladık. Ezgi henüz iki buçuk yaşında. Galiple önce her çocuğa sorduğumuz ilk soruyu patlattık
okula saat kaçta gidiyorsun? Ezgi hemen üçte dedi,ve dörtte de döndüğünü söyledi. Okulda
arkadaşın var mı sorusunu da evet, on tane diye yanıtladı. Galiple çok ilginç bulduğumuz bir konu bu
küçük çocukların sayı bilmezliği ve zaman kavramından yoksun oluşları. Biraz da üzülmüyor
değiliz. Bugün okul var denince okula gidiyorlar, hafta sonu geldi denince de okula gitmiyorlar. Ah
şu çocukluk demeden edemiyor insan.
Ve de elbette iki aylık Emir Hande ve Halukun oğlu. Gece çocuklara endeksli oldu. Bir iki
buçukluğa, bir iki aylığa sahip ve bir de yakın zamanda bunu isteyen bir çiftten ne beklenebilir? Hele
Ezgi her gün yaptığı gibi babi diye seslendiği babasına kendi doğumuna ilişkin video kaseti
koydurduktan sonra...
13 Mayıs 2001
Anneler günü. Mayısın ikinci pazarı gazetede annem için yazdığım yazı Anneler ve Çocukları
Diş hekiminin bekleme odasında oturuyoruz. O çantasından bir poşet çıkartıyor, içinde bir diş
macunu ve de fırçası. Benim için evden getirmiş. Ardından bir tarak çıkartıyor, Saçların diyor, her
zamanki gibi karmakarışık, birtarasan....
Diş hekiminin sekreteri otuz yaşına gelmiş birine, diş macunu, fırçası ve de tarak uzatan birine
eminim hayretle bakıyor. Yüksek sesle, Birileri benim çok şımartıldığımı sanacak diyorum. Aslında
tıpkı çocukken öğrendiğimiz o şarkıdaki gibi, çocuğa bakar anne.. Hem de ne bakmak, ve de şarkının
devamı, gelin çiçek derelim, yollarına serelim çünkü bugün anneler günü. İçimde hep uçsuz bucaksız
bir kıra gitme ve anneme tüm güzel çiçekleri toplama duygusu uyandırır hala bu şarkı.
Çocukken neysem şimdi de oyum anneme göre, saçlarım hala dokuz yaşımdaki gibi. Sabahları okula
giderken sabırla taktığı onlarca siyah tokayla tutturulmuş düzenli saçlarımdan akşam eve
döndüğümde eser kalmazdı, alabildiğine bir karışıklık.
Söyleyin başka kim sizin için çantasında bir tarak taşıyor? Diş hekimiyle randevusu olan siz iken
başka kim çantasına bir diş macunuyla fırçası koyuyor, kim gitmek zorunda kaldığınız
tüm o sıkıcı yerlere sizinle geliyor, kim izlemek istediğiniz bir film olduğunda hangisi diye sormadan
sizinle geliyor?
Her zaman yanımda olmasını istediğim annemin sıcaklığına en çok ihtiyacım olduğu zamanlar
kendimi hasta hissettiğim anlardır. Anneme galiba hastayım dediğimde önce hihh diye korku dolu
bir ses çıkartır, yüzü az önce dünya yıkılmış gibi bir hal alır ve sorar, neyin var?. Anlatırım.
Annem hem bir doktor, hem bir eczacı gibi önce gereken ilaçları ilaç çantamızdan çıkarır. Sonra
bana kendi geceliklerinden birini giydirir. Farkında olmadan en güzel şeyi yapar yani. Anneme en
çok ihtiyaç duyduğum anda ona ait bir şeyi giymek bana hep oyuncaklarına sarılıp da uyuyan
çocukların hissettiği o güven duygusunu çağrıştırır. Sonra güzel, sıcacık bir çorba yapar, içine
mutlaka bol limon sıkar. Ben sessizce, halsiz, yudum yudum çorbamı içerken ah be evladım,
kendinize hiç dikkat etmiyorsunuz ki, dün yine ince giyinmiştin, arabanın camlarını da sonuna kadar
açmışsındır kesin der. Ben ses çıkarmadan dinlerim, annem orada değildir ama ne yaptığımı
kesinlikle bilir. Çorbadan sonra bana yeni sıktığı birkaç portakalın suyunu içirir. O sırada koltuk
altıma bir termometre sıkıştırır, kolumu kıpırdatmamamı tembihler, dudaklarını alnıma götürüp
ateşime bakar, ateşin en iyi böyle ölçüldüğünü bir kere daha söyler. Sonra beni yatağıma yollar, ben
uzun, keyifli, yumuşacık bir uykuya dalarım. Kalktığımda kendimi kesinlikle iyi, az da olsa iyileşmiş
hissederim. Annem böyledir, zarif ve düşünceli ve yeri geldiğinde bir çocuk gibi. Hem başka kim
salonunun duvarlarına martı resmi çizmenize izin verir?
Galip bu yazıyı okumayı bitirdiğinde elinde onlarca renkli ispirtolu kalemle yanıma geldi, hayatım
dedi, duvarları hala istediğin gibi boyayabilirsin...
14 Mayıs 2001
Dün iki cep telefonu mesajı aldım geleceğin annesi olan beni kutlayan. Anneler ziyaret edildi, lilium
çiçekleri alındı, telefon açıp benim annem güzel annem şarkıları söylendi. Umarım ben de kendi
çocuklarıma annem kadar iyi bir anne olurum.
15 Mayıs 2001
Pazar gününün bütün gazeteleri anneler ve çocuklarının resimleriyle doluydu. Yine yurdun dört bir
yanında yılın anneleri seçilmiş, yine annemize hiç de olsa çiçek almamız gerektiği yazılmış çizilmiş.
Birde bunları sakın yapmayın demişler sakın ola uyandığınızda annenize hani benim kahvaltım
demeyin... Bunu diyebilecek insanlar hala var demek ki. -ona siz kahvaltı hazırlayın sakın
televizyonun karşısına geçip akşama kadar zap yapıp durmayın-bunun yerine annenizle izlemek
istediği bir filme gidin-
sakın şuyum buyum hala ütülenmedi mi demeyin-kendi gömleğinizi bugünlük kendiniz ütüleyin-
falan filan...
Annelerimizi birer köle gibi gördüğümüzün ve bir gün de olsa onlara acımamız ve onları azat
etmemizin öğütlendiğinin resmidir
21 Mayıs 2001
Pazar günü Galip ile ne yapacağımızı düşündüğümüzde aklıma aktarlara gitme fikri geldi. Galip ne
alacağız peki? diye sordu, İsveç şurubu, jelatin ve arı sütü dedim, ne, ne, ne dedi, güldük. Aktarların
kapalı olduğunu bilmemize karşın şansımızı denedik. Aktarlara ulaşamadık ama o mekanda bir sürü
sokak kitapçısına rastladık. İşte aldığımız kitaplardan biri Anneler Bebeklerini Sıhhatli Büyütmek
için Neler Bilmelidir. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları tarafından 1970 yılında basılan
kitapta neler var neler...
Gebe bir kadın yediği gıdalarla kendi vücudu ve aynı zamanda çocuğun hayatiyeti bakımından
önemli maddeler almalıdır. Rasgele yemesi, mide ve barsaklarını doldurması doğru değildir. gibi
öğütlerin yanı sıra giyim için bakın şunlar deniyor Gebe bir kadının dar ve korsajlı elbiselerden
sakınması, çorap bağ ve lastikleri, korsa kullanması lazımdır.
Otuz yılda hayatın nasıl da değiştiğinin güzel bir kanıtı bu kitap, elimden gelse çok daha yıllar
öncesine ait hamilelik kitaplarına da ulaşmak isterdim.
Gebelik ve Önemli Hastalıklar isimli alt başlıktan bir alıntı Veremli bir kadın veya kız evlenmemeli
eğer evlenmişse gebe kalmaması için gerekli tedbirleri alması sağlanmalıdır. Bu sebeple gebeliğin
takibinde bir akciğer filmi yaptırılmalıdır...Veremli anne doğum yaparsa, eğer mikrop çıkıyorsa,
çocuk meme emerken devamlı annenin çıkardığı mikroplarla karşı karşıya kalır. Bu sebeple en iyisi
anneyi çocuktan ayırmaktır.
Kitap 1970 yılında basıldığı için tam da benim doğduğum yılları anlatıyor benim gibi prematüre
doğan bir bebeğin bakımı için yazılanlar
2500 gramın altında 48 cm. den küçük doğan bebeklere prematüre denir... Çocuk kenarları yüksek ve
kapalı bir sepet, karyola, hatta bir çekmece içine yatırılmalıdır, şilte muşamba ile kuru tutulabilmeli,
bütün yatak takımları kolay yıkanabilir tarzda olmalıdır, yatağın kenarlarına termofor veya sıcak su
şişeleri konarak çocuğun ısınması temin edilir....Prematüre bir bebek normal kilosuna gelinceye
kadar yıkanmaz altını kirlettiği zaman yumuşak bir bezle veya pamukla silinir. Her gün çamaşırı
değiştirilir ve bir defa zeytin yağı ile bütün vücudu yağlanır. İyi bakılan bebeklerin yaşamaması için
bir sebep yoktur.
Ah annem, 1971in hastanelerinin karanlık koridorlarında prematüre bir bebekle bir ay boyunca
kalmış. O günlerde sürekli elektrikler kesildiği için yaşama şansımı yükseltebilmek için sürekli
başımda beklemesi gerekiyormuş. Diğer prematüre doğan bebeklerin anneleri çocukları nasıl olsa
yaşamaz diye yan gelip yatıyorlarmış. Annem benim dışımda onlarca çocuğa daha bakmış o
zamanlar. Bir tanesi, annesinin kesinlikle yaşamayacağına inandığı, annem tarafından özel bir ilgiye
maruz kalıp da yaşayınca annesi adını Yaşar koymuş. Annem şimdilerde Yaşarı hala gördüğünü, iri
bir delikanlı olduğunu, kuaförlük yaptığını ve benimle aynı gün doğduğunu söyler.
O günlerde beni bilenler bir kavanoza sığacak kadar küçük olduğumu söylüyorlar. 70ler Türkiyesi.
Bu kitap bu yüzden de ilgimi çekiyor, doğduğum zamanla şimdi arasında en azından büyük kentlerde
inanılmaz bir değişim var çünkü.
Göbek Bakımı Göbeğin üzerine kapatılacak bezler ve göbek bağlar muntazam bir şekilde katlanıp bir
bohçaya konmalı bohça ile birlikte kaynatılmalı, sonra açılarak bohça ve bezler kızgın ütü ile
ütülenmeli ve tekrar kapatılarak muhafaza edilmelidir. Bu şekilde temiz sargılarla göbeğin mikrop
kapması önlenebilir.
Şimdiki tüketim toplumuna aykırı bir öneri Çocuk elbiseleri intihap edilirken sade ve yıkanması
kolay olmasına dikkat etmeli fanteziyle kaçmamalıdır. Elbiselerin adedi lüzumundan fazla olmamalı
ve yumuşak dokulu kumaşlar tercih edilmelidir... İçten başlamak üzere mermerşahiden yapılmış apış
arası bezi (bacak arasına geçirilir) bunun üzerine suyu çeken yumuşak bir bez (kısa olmalıdır),
üzerinde patiskadan yapılmış ve çocuğun ayaklarına kadar gelen bez vardır. Bundan sonra muşamba
kullanmak doğru değilse de bacakların ön tarafını kapatmayacak, yalnız arka kısmı kaplayacak
şekilde kullanılırsa zararı olmaz. Bütün bunları saracak çocuğun koltuk altlarından başlayıp
ayaklarından da uzun olan kundak bezi gelir.
Süt ile ilgili İnek sütü çocuk beslenmesinde çok kullanılan bir gıda maddesidir. Yalnız sütü alınan
ineğin sağlam ve iyi beslenmiş olması ve sütün temiz olarak sağılması ve kabil olduğu kadar kısa
zamanda kullanılmak üzere kaynatılması lazımdır.
Sebze ile beslenme kısmı havuç, patates, ıspanak ve kabak gibi makul yiyeceklerle başlıyor, dört
aylıkken yumurta verilmesinden söz ediliyor da, yedi ve sekizinci aydan itibaren yedirmemiz
gerekenleri şaşkınlıkla okuyorum
Karaciğer püresi: Karaciğer haşlanır sonra zarı soyulur rende ile rendelenir iki çorba kaşığı karaciğer
rendesi sebze püresiyle karıştırılarak yedirilir. Beyin ezmesi: Beyin iyice yıkandıktan sonra haşlanır
zarı soyulur, damarları temizlenir bir fındık büyüklüğünden başlayıp yavaş yavaş arttırılarak
yedirilir. Cızbız köfte: Yağsız ve sinirsiz koyun eti çekildikten sonra içine biraz tuz, ve bayat ekmek
tozu konur ve hafif ateşte ızgara halinde pişirilir.
Neyse ki kitabın sonuna doğru Çocuğun ruh sağlığı da önemlidir ibaresi konulmuş ve kitap aynen şu
tümceyle bitirilmiş, Kapı önünde, sokak ortasında oynamalarına mani olmak lazımdır.
Bugün güncelliğini yitirmiş, hatta uygulamamamızın bebeklerimizin üzerinde olumsuz sonuçlar
açabileceğini düşündüğüm öneriler. Bu yüzden olacak satan çocuk, elimde bu kitabın olduğunu
görünce gülümsedi, kaç lira dediğimde, hiç fark etmez... dedi. Artık eski önerilere yalnızca
gülüyoruz, geçmişin nahif fikirleri şimdilerde tuhaf karşılanıyor.
29 Mayıs 2001
Bir hafta boyunca internetten uzak durduktan sonra dün yine hamilelik ile ilgili sitelerde zaman
geçirdim. Güzel sitelerden bir tanesi Hafta hafta başımıza gelecekler anlatılıyor ki, hamileliğim
boyunca çok yararlanacağımı sandığım bir site bu. Hamilelikten önce yapmamız gerekenler arasında
folik asit alımına başlamanın gerekliliğinden, sigara ve alkolden uzak durulmasının öneminden söz
ediliyor. Folik asit hamile kalmaya karar vermeden birkaç ay önce başlamamız gereken ve
bebeğimizin sağlıklı, sinir sisteminin doğru, genetik rahatsızlıklardan uzak doğmasını sağlayan bir
nitelikte. Karaciğer ve fındıkta bolca varmış.
Bir de sanıldığının aksine jinekologlar hamileliği hamile kalınan günden itibaren değil de, son regl
döneminin ilk gününden itibaren hesap ediyorlarmış. Bu durumda benim ve annemin doğum günü
olan 18 Haziranı hamile kaldığım gün olarak hesap edecek olmam tuhaf bir rastlantı, tabi eğer her
şey dilediğimiz gibi gelişirse. Hamile kalınan günler son reglin ilk gününden itibaren on iki ile on
beşinci günler arasındaymış. Hamile kalmak isteyen kadınların altı ay içinde bunu başarma oranları
% 75miş ve öyle hadi hamile kalayım deyip de hemen ilk ayda hamile kalınmazmış...
30 Mayıs 2001
Herkesi bilmem ama ben hamile kalmadan önce bir check-up yaptırma telaşına düşmüştüm. Dün de
nihayet bu amacıma kavuştum. Mete Bey önce boğazın biraz şişmiş dedi, boynumu aşağı yukarı
çevirdi, vücudumda ağrı olabilecek noktalara, reflekslerime, sonra da akciğerime, böbreklerime,
karaciğerime baktı. Otuz yıllık vücudumda hiçbir hasar bulunmaması hem şaşırtıcı, hem de hoştu.
Mete Bey sonra kalbime bakarken biraz duraksadı, daha fazla zaman harcadı, birkaç kez göğsümün
alt tarafını dinledi, adını bilmediğim bir ekrana baktı ve şöyle dedi Sanırım kalbinin mitral kapağında
çökme var...
Eyvah, en önemli organımın mitral kapağı ve bir çökme. Sorular sordu merdivenleri çıkarken nefes
nefese kalır mısın, evet, birden bire ayağa kalkınca başın döner mi, evet, çocukken beden eğitimi
derslerinde koşuda arkadaşlarından geride mi kalırdın, evet ama çoğunlukla rapor alıp olayı
geçiştirmeyi yeğlerdim. Evet, mitral kapağın çökmüş, nedir yani, bana ne olacak, ne yapmalıyım, bir
şey yok, bir şey olmayacak, önemli bir şey olmama olasılığı yüksek. Mitral kapağın çöktüğü için
kalbin kan pompalamak için daha çok çaba sarf ediyor, eğer içeri kirli kan sızmıyorsa hiç sorun
değil. Zaten en önemlisi de gavurun yapıp da bizim ihmal ettiğimiz bir şey, doğum sırasında eğer
gerçekten bir problem olduğunu var sayarsak sende, sana bir penisilin iğnesi yapılıyor ve de
böylelikle herhangi bir komplikasyonun önlemi alınıyor, o kadar. Demek o kadar ha, evet, bizde
istatistikler yok ama Amerikadaki her on kadından birinin mitral kapağı çöküktür. Ah, neyse.
Yapılması gereken şey bir kardiyologa gidip şu filmleri çektirmen, şu idrar tahlillerini yaptırman ve
perşembe yeniden buraya gelmen. Eh, peki.
Galiple yarım saat sonra kardiyologun yanındayız, çeşitli elektrotlar göğsümün üzerine takılıyor, bir
ekrana birlikte baktığımız Cemal Bey pek esprili bir biçimde bana ve eşime olan biteni anlatıyor,
kalp sesi diyor, öyle hiç de romantik değildir, kalbimin sesini dinle falan der ya bazıları, bak şimdi
kendininkini dinle de gör, dinliyoruz birlikte, şılap şılop sesler, bana gülme geliyor, Galipe gülme
geliyor, Cemal Bey gülüyor, sonra evet diyor, teşhis doğru, bak şu hamağa benzeyen şey mitral
kapak, dümdüz olması gerekirken seninki bir eğim çiziyor, cidden bir hamağa benziyor. Biz günlük
yaşantımızı sürdürürken demek içimizde hamaklar oluşuyor, kalp hızlanıyor, daha neler neler
oluyor....Şimdi diyor, hep birlikte kirli kanın kalbin içine girip girmediğine bakalım, kırmızı ve
lacivert renk olması gereken, eğer sarı bir renk görürsek ekranda, bu kirli kandır diyor, sarı renk
görmek istemeden ekrana bakıyorum, yok Bu çok iyi diyor doktor, şimdi de kalbinin durumuna
bakalım, hep kötü şeylerden mi söz edeceğiz, işte sana güzel bir haber, biyolojik yaşın on üç senin.
Ne, on üç mü? Evet, o kadar sağlam bir kalbin var, kalp yetmezliği de söz konusu değil. On üç ha
diyorum, inanamamış biçimde. Demek bungee jumping yapabilirim, çünkü hep korktuğum şey
bungee jumping yapmaya kalbim dayanmaz korkumdu, süper haber... Doktor Cemalin yanından el
ele, uçarak çıkıyoruz, bir de kan ve idrar tahlilleri iyi çıkarsa, daha ne isterim. Ben sağlamım. Ben,
sağlamım. İnsana en büyük armağan.
Çin Lokantasında hem sağlamlığımı, hem Elvinin sağlam olacağının sevincini, hem de evliliğimizin
onuncu ayını kutluyoruz.
Galip diyor ki, yakın bir zamanda Elvinin kalp atışlarını da dinleyeceğiz. Derin bir nefes alıyorum,
evet, çok yakında onu da yapacağız.
24 Haziran 2001
İki günde 600 sayfalık bir kitabı okudum kitabın sırtında yazdığı gibi hiç de gözlerim kan çanağına
dönmedi. Büyük bir olasılıkla 3000 kişiye bir kitabın düştüğü yurdum insanı için özel olarak
düşülmüş bir nottur bu, ama eğer öyleyse, kan çanağı lafı bile kafi değil ya neyse... Din, dil, diş,
ironi, genç bir yazar, büyük bir yetenek, savrulmuş kişiler, kaybedenler, macera arıyorsanız deniz
kenarı şezlong keyfiniz için öneririm Zadie Smith, İnci Gibi Dişler, orijinali White Teeth, türkçesi
daha uygun düşmüş.
Neyse Sarımsaklının bangır bangır müzik çalan kumsalı tahammül sınırımı aştığından ve sırasıyla
Modern Talking Brother Lui Lui ve Yıldız Tilbe Bin Dereden Su Getirsen Arınamazsına
kazanamadığımdan kendimi okumaya verdim ben de, dolayısıyla kitap iki günde sona erdi.
Kocam çalışmak zorunda olduğundan yalnız bir kadının yapacağı gibi uslu uslu güneşlenip kitap
okumaya çalışıyordum. Ama bu sesi sonuna kadar açılmış aynı parçalardan oluşan zevksiz müzik
beni çıldırtmak üzereydi. Eh bir de radyocu olunca ve çay kaşığı sesine bile gayri ihtiyari kulak
kabartınca hal gerçekten açması bir boyut alıyor ve bariz bir işkenceye dönüşüyordu.
Bir ara kalkıp tuvalete gittim, sonra nasıl oldu bilmiyorum birden rotamı değiştirip, hızla müziğin
çaldığı yere yöneldim, felaket sinirli bir halde, Biraz daha şu iki şarkıyı çalarsanız kusacağım, ayrıca
lütfen biraz müziğin sesini kısar mısınız diye kükredim.
Çocuk sırıttı, lök diye cd playerın stop tuşuna bastı ve karışık müzik alemlerine doğru yol almaya
başladık. Li La Li La Li Laaaa, genç annelerin favorisi olan, bence ancak ilkokul düzeyindekilerin
beğeneceği Kim Kay isimli sanki sarhoşmuş da çok eğleniyormuş gibi söyleyen hanımefendinin
şarkısı defalarca çaldı, genç anneler bebeklerini kollarından tutarak yalnızca nakaratını bildikleri bu
parçaya eşlik etmeye başladılar. Ses tabii hafif hafif, bana (sahil şeridinin delisine) çaktırmamaya
çalışarak yükseltiliyor, derken elbette doğru tahmin ettiniz, yine Dieter Bohlen, Thomas Anders ve
Yıldız Tilbe.
Yurdumuzun sahil şeritlerinde eğlenmek eşittir yüksek sesli müzik, iyi tamam hoş da bari arada bir
de olsa bir Eric Clapton, The Doors falan da çalsalar, birkaç dakikalığına da olsa gerilimden
kurtulsak, hadi hiç olmadı Sertab, Teoman, Mirkelam falan... Ve yahut Kuzu Kuzunun tüm
versiyonları, hepsine fitim. Bu arada bugün radyodan bir arkadaşım diyor ki Birtakım gençlik bir
kasetçiye gidip sadece kuzukuzulu kısık girişi kaydettirip bir kasede, yola çıkmış galiba. Çünkü hafta
sonu yanımdan onlarca araba geçip gitti güzide bir tatil beldemizde, ama duyabildiğim şey sadece
buydu... Valla olabilir, bilemem.
Bir ara Yaşar çaldılar ki bence büyük bir gelişmeydi, sevincimden yerimde duramayıp gidip
çocuktan bir kola bile aldım. Oturmasaydım orada?.. İyi de bir otelde kalıyoruz, önü kumsal,
kumsalda otele ait şezlonglar, nereye gideyim, gündüz vakti odaya mı?...
Kafamı takmamaya çalışarak kitabı bitirdim. Hızımı alamayınca, hem de müzikten biraz kaçarım
diye bir kitapçıda aldım soluğu kitapçı sinek avlamakta, kimse yok. İçeride, diğer ufak kitapçılarla
söz birliği etmişçesine tımbır tımbır bir şeyler çalmakta, neyse ki kısık sesli, yoksa çıldıracağım.
Uzun zamandır okumak isteyip de bir türlü edinemediğim kitapları başladım sırayla sormaya, ne
ayıp, Saatleri Ayarlama Enstitüsünü okumamışım, sordum yok. Emmanuel Carrerenin Doğan
Kitaptan çıkan son kitabı? Yok. Akif Pirinççinin son kitabı? Yok. Şu? Yok. Bu? Henüz getirtmedik,
isterseniz ısmarlarız, bir iki gün içinde gelir. Hayır, ben tam da şu an kitap okuma aşkıyla yanıp
tutuşmaktayım, bir kumsalda kulağımı tırmalayan Yıldız Hanım ve Modern Talking beylerle
boğuşuyorum, olmazzz, bekleyemem.
Eh bari, madem bulunamayanlara küskünüm, Selçuk Erdemin karikatürleriyle ve Hakan Akdoğanın
1998 yılında Yunus Nadi ödülünü almış bulunan Nü Peridesiyle idare edeyim. Ödül aldıysa, hele bu
havalı ismin ardında kim bilir neler saklıdır misali başladım okumaya. Sonuç hüsran, o başka konu.
Kitap öğüten bir makine halinde oturdum şezlonguma, 150 sayfa küt. Selçuk Erdem üçüncü kitap, o
pıt. Gazeteler, ekleri, bulmacalar, gazetenizi okuyabilir miyim baaayan, yok kitap
ekini istemem falan filan. Ciddi ciddi Tilbenin kasetini ezberledim, kara kuru bir şeyim diye söylenip
durduğu bir şarkı kaldı aklımda. Olmuyor. Olmayacak.
Akşam üstü de olmuş, en güzel güneş ılık akşam üstü güneşiyken ve ılık ılık uyunacakken şezlongun
üstünde, şemsiyenin altında, kalkıp otele gidiyorum, biraz sessizlik olsun diye. Bir önceki akşam
otelin yemek saati olan tam 20.00de çok dinlendirici müzikler çalınca takdir etmiştim.
Duşumu almışım, kocam gelmiş, vakit erken, havuz kenarında oturalım bir iki bir şey içip yemeği
bekleyelim durumundayız. Sessiz ya, ben de takmışım ya müziklere, tatilde işten uzak kalmak
istiyorum ya, soğuk bir bira söyledim, şortlu şortlu, yanmış, sağlıklı bir şekilde gülümser halde
oturuyor, gündüz olan biteni kocama anlatıyorum. Tam o sırada.... bangır bangır Yıldız Tilbe
bağırmaya başladı, bin dereden su getirsen...
Otomatik olarak tüm ifadem değişti, gerildim. Kocam anlattıklarımın etkisiyle bir fişek gibi yerinden
fırladı, ses o kadar yüksekti ki birbirimizi bile duyamayacak haldeydik. Sesi kapattırmaya gitti havuz
görevi yetkilisi bu istekten pek hoşlanmayarak kısmakla yetindi. Sonra başka bir sürü yerde yine
aynı şarkıya rastladık.
Sonra döndük. Sarımsaklıdan aklımda kalan şey Yıldız Tilbe oldu. Bir de aa bakayım, ne şirinmiş
tavşanınız dediğimiz niyetçinin yaklaşık yirmi saniye içinde bizden dört milyon almaya kalkması ve
ufak kağıtlarda yazılanların ne olduğunu bizim bile anlamadığımız fotokopi niyetlerden ellerine
tutuşturulan yabancı turistlerin şaşkınlıkla milyonlar ve milyonları saniyeler içinde niyetçiye
kaptırmaları.
Aslında fena olmadı baktım yaklaşık bir dakika içinde on milyon falan kazanıyor niyetçi, dedim ki
kendi kendime ve de kocama, o kadar okul, deneyim falan boş. Alıverelim bir tavşan, çıkalım yola,
hem beş yıldızlı otellerde konaklayalım, hem de İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca
ve Japoncasını hazırlayalım şu niyetlerin, içlerine anlaşılmaz değil, komik şeyler yazalım turistlerin
ilgisini çekecek, biriyle tanışacaksın, güneşte çok kalma, bardaki esmer adamla aranda bir şey
geçecek falan... Hem para kazanalım, hem tatil yapalım.
Sonra arkadaşlarıma da anlattım bu fikrimi, dediler ki ileride çocuğuna annen ne iş yapıyor diye
sorduklarında İngilterede master yapmış ama niyet tavşancı mı desin dediler.
Amaaan, ne var ki, ben zaten bıkmışım büyük şehirlerden, her yere gidip her işi yaparım artık, ne
fark eder, Yıldız Tilbe ve Modern Talking çalmasın yeter.
27 Haziran 2001
Savaş Süzalın Amerikadaki en son tıp gelişmelerini aktardığı küçük bir köşesi var. Ne harika ki çoğu
zaman hamile kadınlarla ilgili bilgiler veriyor. Bugünkü yazısında, hamile kadınların dinlediği
müziğin, sevdiği rengin bebeği etkilediğinin kesinleşmesinden sonra, uzmanların şimdi de tat alma
duyusunun anne karnında oluştuğunu söylediğini belirtiyor. Amerikan Pediatri Dergisinde
yayınlanan bir araştırmaya göre hamileliğin son döneminde ve emzirme sırasında annenin aldığı
besinler bebeklerin damak tadını oluşturuyorlarmış. Hamileliğin son döneminde belirli sayıda anneye
havuç suyu içirmişler ve de görmüşler ki havuç suyu içen annelerin bebekleri de bunu severek içmiş.
Üniversitede okurken bir hocamız hamileyken sürekli klasik müzik dinlediğini ve daha sonra
bebeğinin ağladığı her an gidip teybe bu müziklerden birini koyduğunu ve de bebeğinin klasik
müziği duyar duymaz ağlamayı kestiğini söylemişti. Eh, oldukça etkilenmiştik. Hocamızın daha
önceleri öğrendiği kendinde ve bebeğinde denediği bu duruma göre hamileyken
yaptığınız eylemler çocuğunuza bıraktığınız şeylermiş. Bir arkadaşımın annesi de hamileyken sürekli
rakamlarla uğraştığını ve arkadaşımın bu yüzden matematik zekasının yüksek olduğunu söylemişti.
Eğer bu bilgi doğruysa çok acayip nesiller yetiştirmek olası. Dişimizi sıkıp dokuz ay boyunca en
doğru besinlerle beslensek, en ileri düzeyde sanatsal faaliyetlere katılsak, sanatın bir dalıyla uğraşsak
hiç değilse, bol bol kitap okusak, stresten uzak dursak, anlayışlı bir birey olmak için özen göstersek
fena mı olur? Bu şekilde entelektüel seviyesi yüksek, mutlu nesiller yetişir belki.
Bir de kendi yapamadığımız şeyleri çocuklarımız yapsın diye tutturmamız var. Örneğin kaba saba
babaların piyano çalmaya çalışan çocukları var, hayatında doğayla iç içe olmamış anne babaların
çocuklarıysa ne tezattır ki at binmeye kılıç kuşanmaya çalışıyor. Bir de abartıp hiç olmayacak şeyleri
çocuklarına zorla yaptırmaya çalışanlar var, eskrim dersleri, beyin olimpiyatları, felsefe kursları
falan. Çok açması durumlar. İnsani olan bir yanı elbette var, çocuğunuz güzelliklerle tanışsın
istiyorsunuz, eyvallah, ama bunu yaparken kendi olamadığınız her şeyi sırf göremediğiniz bir
bencillikten onda görmeye çalışıyorsunuz, siz olamadıysanız o nasıl olsun, bırakınız kendi yolunu
kendi çizsin.
Benim annem babam beni asla hiçbir kursa gitmem için zorlamadı ve işte bu yüzden bale, kayak,
scuba diving, tenis, hipnoterapi, folklor, keman, İtalyanca, Fransızca, fotoğraf kurslarına gittim ben.
Bu anlamda annem ve babamın çektiklerini başka hiçbir anne ve baba çekmemiştir. Şu kursa
gideceğim, peki evladım, iyi düşündün mü, evet, bu kez sebat edecek misin, elbette. Tamam o
zaman. Paletler, ayakkabılar, raketler, çizmeler, kemanlar, keman yayları, notalar, kitaplar, kasetler,
makineler, filmler, yabancı ülkeler, vizeler, paralar, paralar... Haklarını ödeyemem.
En son hevesim olan scuba diving araç gerecim fosforlu bir bavulun içinde durmakta, içinde ince
düşünen annemin daldıktan sonra giyeyim diye arayıp tarayıp bulduğu fosforlu polarımla birlikte.
Neyse bari tek yıldızlı balık adam olmayı başardım, oradan yırtıyorum. Ama yaz gelip de geçmesine
karşın aradan geçen onca zamandan sonra yeni bir dalışa katılacak cesaretim yok. Ben böyleyim işte,
bir zaman sonra her şeyi unutmuşumdur duygusuna kapılıyorum. Hele scuba diving gibi ciddi bir
hobi için bu kaygıyı duymamak işten değil. Her şeye yeniden başlamak da şimdilik pek çekici
görünmüyor.
Yani diyeceğim, ben hiçbir yönlendirme olmadan yapacağımı yaptım, zorlanınca da yan çizdim.
İnsanın canının asla ve asla kursa gitmek istemediği zamanları iyi bilirim. Dışarıda çocuklar
oynamaktadır ve siz gıy gıy gıy diye doğru notaları çıkarmak zorundasınızdır. Öğretmenin verdiği
ödevi yapmamış, parçayı çalışmamışsınızdırya da hala şuradan şuraya doğru düzgün
kayamamaktasınızdır. Birden isyan eder, çekip gitmek ve bu faslı kapatmak istersiniz. Anne babalar
bu duruma genellikle itiraz ederler, sırf siz bir şeyler öğrenesiniz, onların düştüğü duruma
düşmeyesiniz diye paralar saçtıklarını ve bu noktadan sonra bırakmanızın olanaksız olduğunu
söylerler. İşte benim annem ve babam bir de bu noktada ayrılırlar diğer ebeveynlerden onlarda teklif
var ısrar yoktur.
Paraların saçıldığı kafalarına kakılan duygusal çocuklarda ayakları geri geri giderken o kurslara,
içlerinden bin lanet okumaktadırlar. Her gidişte içlerinden bir şey daha eksilir, her gidişte yapmaya,
öğrenmeye çalıştıkları şeyden biraz daha nefret ederler. En sonunda kurs biter -ki her şeyin bir sonu
vardır-, yarım yamalak öğrenilenler anne babanın ısrarıyla önce bir icraya dönüştürülür -bakalım
paralarının karşılığı var mı?-, ve sonra aferin evladımlar, alkışlar. Sonra her şey biter. Çocuklar
nadiren severler yapabildikleri ve başka bir sürü
çocuğun yapamadığı şeyi. Bazıları seneler sonra bir başkasının evinde bir piyano görür, bir dürtüyle
gidip, anımsamaya çalıştıkları ama sevip sevmediklerine emin olamadıkları bir şeyle karşılaşmış gibi
bir duyguyla üstünde parmaklarını gezdirirler. Biri bunu derhal görür, Aaa, piyano çaldığını
bilmiyordum. Hadi noolur bize bir şey çal der. Beklenmeyen bu noolurlar yakıcı bir duyguya
dönüşür, acaba yapabilir miyim, bunca yıl sonra gerçekten çalabilir miyim... Israrlara
dayanamayanlar oturur, birkaç notayı yanlış basarak en fazla akıllarında yer edeni çalarlar.
Dinleyenler tanıdıkları birinin bir özelliğini yeni öğrenmiş olmanın coşkusuyla şaşkındırlar, devam
et derler, devam et...
28 Haziran 2001
1.73 boyundayım ve de 58 kiloyum ama galiba artık kilo almaya son vermem gerekiyor çünkü son
bir haftadır kısık sesle hamile misin diye soranların sayısında bir artış var. Hamile değilken durum
böyleyse hamile olduktan sonra ne olur bilmiyorum.
Nurdan ile Ömür bugün nikah için tarih aldılar, 22 Eylül. Nurdan Boş ver nikaha gelmeyin, nasıl olsa
on dakikada olup bitiyor, akşama yemeğe gelirsiniz dedi. Olur mu, geleceğim ve de ağlayacağım,
çok duygulandırıyor imza sahneleri beni dedim. O da Hamile olursan eğer, koparsın artık dedi. Eh
dedim, koparım ve belki de bayılırım
Bilemiyorum ki nasıl bir hamileliğim olacak, atıp tutuyorum. Ya çok duygusal ve çekilmez biri
olursam? En istemediğim şey bu. Ya deliler gibi kilo alırsam ve o kiloları sonra veremezsem? Neyse
herhalde her kadın aynı endişeleri zaman zaman duyuyordun
29 Haziran 2001
Yaşlılara çocukluklarında uslu uslu durmaları, büyüdüklerinde ise asla arkalarına dönüp
bakmamaları öğütlenmiş. Şimdi çevremizde birçok sıkıcı insan olması ve ama aradan sıyrılanlara
adama bak ya, aynı bizim kafadan diye hayranlıkla bakmamız bu yüzden. Oysa işte biz o öğütlerden
fazlasıyla payımıza düşeni alamamış olacağız ki bugün iş yerinde yaklaşık yarım saat boyunca, üç
tane otuz yaşında insan tıp oyunu oynadık, birbirimizin iç hattını, cep telefonlarını çaldırdık,
arayanların telefonlarına çıkmadık, hem de ne için? Bir dondurma 3 Temmuz 2001
Birmingham Üniversitesi basit bir doğurganlık testi geliştirmiş. Gelecek yıl piyasaya sürülecek olan
ve evlerde uygulayabileceğimiz bu test sayesinde doğurganlık ve kısırlık sorunları erken teşhis
edilebilecek ve kısırlığın önüne geçme şansı doğacakmış. Erkeklerin uygulayacağı test aktif sperm
oranını ölçerken, kadınlarınki follicle stimulating hormone (FSH) adı verilen hormonu ve böylelikle
kadının yumurtalıklarındaki yumurta sayısını ölçüyormuş.
Ala.
9 Temmuz 2001
İlk tümce şöyle Bu tatil eşinizle baş başa geçireceğiniz son tatil olabilir. İrkiltici. Henüz doğmamış
olan biri size meydan okuyor, geleceğim ve bütün planlarınızı alt üst edeceğim ona göre
Öyle arabaya atlayıp nereden başlasak, nerelerde konaklasak, kafamıza göre takılırız, ne var diye bir
şey yok. Yani en azından bir beş altı yıl yok.
Hamile ve de ısrarlıysanız tatile çıkarken uymanız gereken kurallar varmış. Opr. Dr. Murat
Taşdemirin Milliyet Gazetesinde yaptığı uyarılar şöyle:
Aşırı sıcak ve yüksek rakımlı bölgeler size uygun değil. (Tatil anlayışınızı toptan değiştirin, kışın
kayak yapmayın, yazın güneşe çıkmayın, dalmayın, hoplamayın, zıplamayın) Seyahatlerde sık
görülen, anne ve bebeğin sağlığını etkileyen mikrobik ishale karşı sadece kapalı suları tercih edin ve
buz kullanmayın. (Bu durumda kapalı sulardan oluşturduğumuz buzları kullanabilir miyiz yoksa hiç
mi buz yok anlamadım.)
Dışarıda hazırlanmış salata, az pişmiş et ve mayonezli ürünlerden kaçının. Bol sıvı alın ve lifli
besinler tüketin. (Yani dışarıda hazırlanmış köfte, patates kızartması falan okey mi? Bol sıvıyı
anladım ama buzsuz herhalde. Lifli besinlere gelince hala onların ne olduğunu tam bilmiyorum.
Burada National Geographic diye çağırdığımız Ersel var, hani geçen gün tıp oynadığımız. Doktor o,
hem de her şeye yetiştirecek bir cevabı var, nedir dedim lifli besinler, mesela portakal, mesela kepek
ekmeği dedi. Eee yeterli değil bu cevap benim için. Daha? dedim, bütün faydalı şeyler., dedi)
Gideceğiniz bölgede acil bir durumda hangi sağlık kuruluşlarına başvurabileceğinizi öğrenip
telefonlarını alın. (Ayy, insan her an doğum yapacakmış gibi heyecanlanıyor bu maddeyi okuyunca.
Yani diyor ki sayın Taşdemir, Olimposta Kadirin Pansiyonuna falan gitmeyin hamileyken)
Rahat, ince, hava alan giysiler ve alçak topuklu ayakkabıları tercih edin. (Peki ya kışın hamileysek
ve de tatile gitmek istiyorsak? Zaten pek öyle tercih olmuyor bildiğim kadarıyla ayakkabı seçiminde,
gözleri yaşlı, ayakları şiş, kocalarının ayakkabılarını giyen kadınlar tanıyorum, bildiğim kadarıyla
erkek ayakkabıları pek topuklu olmuyor.)
Tatilde sürekli gezmek yerine sık sık dinlenin. (Hani tura katılıp mecburen saçma sapan yerleri
gezmek zorunda kalabilir ve çok yorulabilirsiniz diye söylenmiş en çok)
Yolculuk boyunca tuvalete gitmeyi ertelemeyin. (Bence bu uyarıyı hamile eşi olan erkeklere
yapmaları lazım çünkü kadınlar yollarda asla tuvaletlerini erteleme taraftarı değildirler, tuvaletleri
erteletenler hep kocalardır, Galip hariç, o bütün benzin istasyonlarında benim için durur.)
Eğer otomobille seyahat ediyorsanız saatte bir mola verin.
(Bu maddeyi de baba adaylarının okuması lazım)
Sırtınızı ve boynunuzu yastıkla destekleyin, emniyet kemerinizi karnınızı sıkmayacak şekle gevşek
takın. (Makûl)
Yanınızda hafif ve besleyici yiyecek, meyve suyu bulundurun. (Çiş molaları ve her bir saatte durarak
zaten canından bezdirdiğiniz kocanızı daha da sıkıntıya sokmayın. Arabanın içinde ne varsa onu
yiyerek, sesinizi kesin)
Uçağın kanat hizasındaki bölümünü ve koridor tarafını tercih edin. (Koridor tarafında oturmazsanız
tuvalete gitmek zorlaşır ama kanat hizasındaki bölümün faydasını bilmiyorum, ay ne ayıp)
10 Temmuz 2001
Sabahın erken saatinde Galip iş için Antalyaya gitti. Annem beni dokuzda arayarak uyanıp
uyanmadığımı kontrol etti. Niçin? Çünkü Galip otobüse binmeden önce aramış ve anneme aynen
şunları söylemiş
Ben her gece Ecenin çalar saatini kontrol ediyorum ama dün gece unuttum. Çalmayabilir ve o da
uyanamayabilir. Ben de birazdan otobüse bineceğimden telefonum kapalı olacak. Lütfen onu arayıp
uyanıp uyanmadığına bakar mısınız?
Başka kimin aklına gelir?
11 Temmuz 2001
Sabah bir bel ağrısı, halbuki hazırda bekleyen bir hamilelik testim vardı, yarın sabah ilk iş
uygulayacaktım. Gerek kalmadı. Regl Bu arada öğrendim ki, hamilelik testleri reglin olması gereken
ilk günden itibaren geçerlilik kazanıyor ve yüzde doksan doğru sonuç veriyorlarmış. Şimdi test rafa
kalktı, bir ay sonra bakılacak. Oysa sanıyordum ki hop diye hamile kalabilirim, yanılmışım. Demek
ki Elvin 29 Martta gelmek istemiyor, nisan sonu, mayıs başında onunla tanışma olasılığı üstünde
durabiliriz artık, annesi gibi mayıslara düşkün bir çocuk olması hiç de fena bir fikir değil aslında.
Belki ona bir ikinci ad daha koyarız Mayıs.
Dün Galip Antalyada, annem yazlık, abim kendi evindeyken babamla yemeğe gittik. Nefis Meksika
bifteği, salata... Tüp bebeklerden konuşuyorduk, babam sordu, Siz test yaptırdınız mı?, Ne testi?
dedim, Çocuğunuzun olup olmayacağı testi dedi. lııh dedim, bekleyip görme yolunu seçtik.
Bir alışveriş merkezinin içindeydik. Baba kız son sürat alışveriş yapmaya bayıldığımızdan hızlı hızlı
vitrinlere göz atıp yürüyorduk. Beğendiğim bir ayakkabıyı gösterdim ona, beni hemen içeri sokup
ayakkabıyı giydirtip kasaya yürüdü. Bir yandan da sesli sesli konuşuyor, Babayla alışverişe gitmek
ne güzel değil mi? Eskiden bol bol seninle çıkar bir şeyler alırdık. Evlendiğinden beri yapamıyoruz...
Niye? dedim, buradayım ya işte... İlginç bir ayakkabı ama güzel diyor babam, Arkasını yapmayı
unutmuşlar, seneye de moda olsun diye bağcıklarını yok edebilirler ya da önünü kesebilirler.
Kasadaki kız gülüyor, babam komiktir. Önünü keserler dedim de, sen bir türlü bizim fişi kesemedin
diyor sonra. Sabırsız müşteriler olarak Sen kese dur, biz biraz daha dolaşıp gelelim diyoruz görevli
kıza. Böyleyiz işte ikimiz de, bir mağazanın içinde üç dakikadan daha fazla duramıyoruz.
Bu arada arkadaşlarına da akşam beraber yemeğe çıktığımızı söylemiş. Kesinlikle iyi bir gece
geçirdik, Rusyadan gelen balmumu heykellerin bulunduğu sergiyi gezdik, çeşit çeşit çikolata aldık,
oradan buradan konuştuk ve sonra eve döndük.
Galipin de fark ettiği bir şey var, babamın hiç unutamadığı. Ne zaman konu geçmişten açılsa babam
hep lise son sınıfta okul servisiyle gitmek yerine, yaklaşık beş dakika süren onun arabasıyla beni
okula bırakışından ve o yılın ne kadar güzel bir yıl olduğundan söz eder. Sabahları bana kahvaltı
hazırlayıp, çayı yaptıktan sonra beni uyandırmasını, birlikte gazetelere göz attıktan sonra onun beni
okula bırakmasını sevgiyle anımsar ve her defasında bunu anlatır bizlere ve diğer dinleyenlere, onun
için 88-89 okul sezonu en güzel geçen zamanlardan biridir. Ben o bunları anlatırken hem sevinir,
hem de üzülürüm. Sözünü ettiğimiz şey yalnızca dokuz ay boyunca bir saati birlikte geçirmek, oysa
çok daha geniş zamanlara yayılmalı birlikte geçirilen zamanlar.
İki gündür gazetelerde ve internet sitelerinde yayınlanan bir haber var bahsetmemek olmaz, önemli
bir gelişme çünkü. Olay sperm olmadan bebek sahibi olmakla ilgili, hayli ürkütücü, hele internetteki
erkek sitelerine ve erkek magazin dergilerinde denilenlere bakılırsa. Avustralyalı bilim adamları
farelerde sperm olmadan yumurta döllemeyi başarmışlar ve böylece erkeklere gereksinim duymayan
Amazon ırkının da sürebileceğini kanıtlamışlar. BBCnin haberine göre, Melbournedeki Monarch
Üniversitesinden Dr. Orly Lacham-Kaplan spermsiz bebek tekniğini geliştirmiş.
Bu teknikte vücuttaki herhangi bir hücrenin genetik materyaliyle tıpkı spermle döllenmiş gibi
embriyo yaratılmış. Şimdiye kadar spermsiz bir döllenme yaratılamamasının nedeni elbette ki
kromozomlar, çünkü beden hücrelerinde çift dize kromozom varken spermde tek dize kromozom var
Özel bir yöntemle beden hücresine ait kromozomlar bölünerek sperme benzetilmiş ve döllenme bu
şekilde denenmiş. Bu yumurtadan canlı ve sağlıklı bebeklerin dünyaya gelip gelmeyeceği ise henüz
bilinmiyor, bunu zaman gösterecek. Önümüzdeki altı-sekiz ay içerisinde bu yöntemin işe yarayıp
yaramadığı anlaşılacak ve de spermsiz bebek tekniğiyle ilgili bütün sorulara yanıtlar bulunacak.
Bu tekniği bulmanın amacı elbette erkeklere gereksinim duymayan bir dünya yaratmak değil.
Düşünsenize, içgüdüsel olarak çocuk sahibi olmak, döllemek gibi durumları içlerinde barındıran
erkekler fark etmeseler de, sırf bu yüzden kendilerini çok güçlü hissediyorlar. Ellerinden döllemeyi
alırsanız dünya tuhaf olmaz mı, dengeler bozulmaz mı? Bu yeni buluşta çocuk sahibi olmayan
erkeklere yardımcı olmak amacı güdülüyormuş. Aynı zamanda bu yöntem lezbiyen çiftlerin de bir
babaya gereksinim duymadan evlat edinmelerine yardımcı olmayı vaat ediyormuş.
Sıkı durun, bir kadının yumurtasının başka bir kadının hücresiyle döllendirilmesi durumunda XX
döllenmesi gerçekleşeceğinden doğacak tüm bebekler kız olacak Dehşet ki ne dehşet. İki kadın bir
erkeğe gereksinim duymadan çocuk sahibi olacaklar, bu kültürle doğan ve yetişen çocuklar da kız
olacak ve hayat tamamıyla kadınların elinde olacak. Bilim-kurgudan farksız. Gelecekte bu kozu
kullanmaya kalkacak kadınların sayısında bir artış olacaktır çünkü kadınlar kozları severler ve eğer
erkeklere çok kızarlarsa erkekleri bir çırpıda yok etme yoluna gidebilirler.
12 Temmuz 2001
Haber şöyle Amerikada mesleklerinin zirvesinde oldukları biranda hamile kalarak işlerinden ayrı
kalmak istemeyen kadınlar, 60 bin dolar ödeyerek taşıyıcı anne tutmaya başlamışlar. Pek çok kadın
partneri tarafından döllenmiş yumurtalarını taşıyıcı annelere enjekte ettirmek için kliniklere
gidiyormuş. Hamilelik stresi yaşamayan anneler (ben buna sadece stres demezdim, hiç bir şey
yaşamamak daha doğru bir tanımlama) 9 ay sonra kendi hücrelerinden meydana gelen bir bebek
sahibi oluyorlarmış. Talep öyle fazlaymış ki artık sırf taşıyıcı anne kiralayan şirketler kurulmaya
başlanmış.
Dünya akıl almaz bir hal alıyor, teknoloji sınırları zorluyor. Sırf kariyer için bunu yapabilecek
kadınlar dünyada illa ki var ama belki başka nedenlerden dolayı da taşıyıcı anne kavramına sıcak
bakanlar olabilir örneğin sağlık durumu hamile kalmaya uygun olmayan kadınlar, bünyesi zayıf
kadınlar, önemli bir hastalığı olan kadınlar, korkan kadınlar...
Aslında ne öyküler çıkar bu durumdan.. Hadi kariyeriniz, sağlığınız falan, 60 bin doları da
verebilecek gücünüz var, bir de taşıyıcı anne bulundu. Yazılması gereken öykünün baş kahramanı
taşıyıcı anne olmalı, neden taşıyıcı olmuş, ne kadar para alacak bu işten, dokuz ay boyunca başka
birinin çocuğunun doğmasını beklerken neler hisseder, çocuğu doğurduğu anda biraz olsun onu
kendi çocuğu gibi hissetmez mi, bu işi kaç defa yapabilir, ailesi ne der, hamileyken bütün gün ne
yapar, ne yer, ne içer, kliniğe ne zamanlarda uğrar, kariyerinin peşinden koştuğu için hiçbir şeye
zaman ayırmayan anneyle görüşür mü, buluşur mu, telefonlaşır mı, sonradan arada bir çocuğu
ziyarete gider mi, anne hamileliğin nasıl bir şey olduğunu bilmeden, eline çocuğu verildiğinde onu
gerçekten sahiplenebilir mi kolayca? Kesinlikle konusu taşıyıcı anneler olan bir öykü yazmak lazım.
Bugün anneleri, babaları ve bebeklerini ilgilendiren birçok haber var gazetelerde. Ya eskiden de bu
kadar çoktular ama ben fark etmiyordum ya da ben bu günlüğü yazmaya başladığımdan beri birtakım
güçler bana yardımcı oluyorlar.
Örneğin erkekler için yeni bir doğum kontrol yöntemi geliştirilmiş. Derinin altına yerleştirilen iki
hormon plakası üç yıl boyunca korunma sağlıyormuş. Günlük kullanımdan kaçan erkekler yani
tembeller ve ihmalkarlar için geliştirilmiş bu yöntem. Erkekler kondomdan ve diğer korunma
yöntemlerinden nefret ederler ama razı edebilirseniz eğer, hele de çocuk istemiyorsanız bu yöntemle
en azından üç yıl boyunca sorunsuz bir şekilde yaşayabilirsiniz. Yöntemin yaygın uygulamasına
2005 yılında geçilecekmiş.
Eh şu anda görünen bir de dezavantajı var ilacın ki bence hiçbir erkek bunu duyduktan sonra bu
plakaları kullanmak için gönüllü olmayacak ve iş yine kadınlara düşecektir. Şöyle ki sperm üretimini
önleyen bu yöntemi uygulayan erkeklerin seks güçlerini korumak için testesteron iğneleri
yaptırmaları gerekiyormuş.
Bir de şüpheci babalara müjdeli bir haber İsveçli firma DNA- Test Sweden ile Avustralyalı firma
DNA Solutions internet üzerinden verdiği hizmetle çocuklarının kendilerine ait olup olmadığından
şüphelenen babalar için DNA testi yapıyormuş. Saç örneğinizi postayla bu firmalardan birine
göndermeniz ve beklemeye başlamanız gerekiyor. Sonuç elektronik postayla size bildiriliyor. Eş ve
çocuğun onayının alınmadan yapılan bu testler anlaşılan yakın zamanlarda bir de etik tartışmaya yol
açacak. Kocasının elektronik postalarını okuyan ya da internette kocasının hangi sitelerde dolaştığını
bilen kadınlar kavga çıkarmaya başlayacak. Yeni çağların kavgaları belli ki bu yönde olacak, Demek
benden gizli saç örneği gönderdin ve seni aldattığımı düşünüyorsun ha? Şimdi ben de internetten bir
dedektif tutup seni takip ettireyim, soy kütüğünü araştırayım, eski sevgililerinin sitelerini hack
ettireyim bari...
Başka bir haber şişman bebekler büyüyünce de şişman oluyorlar... Aman dikkat, ay aç kaldı
yavrucağız falan diyip bebeklere ha bire yemek yedirmemek lazım. İleride şişmanlığa bağlı olarak
şeker, koroner kalp hastalıkları, hipertansiyon, hiperlipidemi gibi birçok sorunla karşılaşma riski de
artıyormuş. İnek sütü, pirinç unu ve şekerle hazırlanan mamaları yiyen çocuklar genellikle şişman
oluyorlarmış.
9 Eylül Üniversitesinden Prof. Doktor Benal Büyükgedizin dediğine göre beyin gelişiminin
tamamlandığı ilk üç yıl içinde bebeğin beslenmesi büyük bir önem taşıyormuş. Anne sütü şişmanlığa
karşı çocukları koruyan önemli bir faktörmüş ve ek gıda verilmesinin erken başlatılması şişmanlığa
neden oluyormuş. Erken nedir, ne zamandır peki? 6 aydan önce bebeğe ek gıda verilmemeliymiş.
Bir tane daha daha önce öğretmenimden örnek vererek yazdığım bir konu bu. Anne karnındaki
bebekler altıncı aydan itibaren dış dünyadaki sesleri hafızalarında tutmaya başlıyorlar ve annelerinin
dinlediği şarkıları bir yıl sonra anımsıyorlarmış. Öğretmenimin de yaptığı ve bize önerdiği gibi bir
kez daha söyleniyor ki, klasik müzik gibi yavaş ritimli parçaların hamilelik döneminde dinlenmesi
bebeklerin beyin gelişimi açısından faydalı. Yapılan deneyle, hamilelik döneminde klasik müzik
dinleyen kadınların çocukları bir yıl sonra parçaları anımsarken, pop müzik parçaları dinleyen
çocukların çoğu parçaları anımsamamışlar.
Günün son haberi Sağlık Bakanlığından. Bakanlık çalışan annelere iş yerinizde sütünüzü sağın, serin
yerde saklayın önerisinde bulunmuş. Amerikada kariyer yapan kadınlar taşıyıcı anneler bulurken
bizim memlekette kariyerden değil ama parasal nedenlerden dolayı bebek doğduğu anda bile çalışan
kadınlar sütlerini sağıp saklama durumundalar. Bizdeki gelişme bu kadar işte. Sağlık Bakanlığı anne
sütünün buzdolabında 24 saat canlılığını koruduğunu söylemiş. Birde internet sitesine sahip olan
bakanlığın web sayfalarında annelere ilginç öneriler varmış, girip bir bakmak lazım.
16 Temmuz 2001
Üşenmedim baktım siteye, o kadar solgun, didaktik geldi ki vazgeçtim, yani artık sütünüzü sağın gibi
önerilerden daha fazlasını aktarma şansım yok.
Galipin Avustralyaya birlikte gittiği ama hala orada olan en yakın arkadaşı Cemin sevgilisi tam da
benim doğum günümde harika bir kız çocuğu doğurdu, adını Tia koymuşlar. Böylesi güzel bir isme
sahip olan bir çocuğun kendi de güzeldir herhalde, onları eylül ayında görmeyi umuyoruz.
Halûk Cemlerin bir iki ay sonra gelmeleri haberinden sonra artık dört aylık bir bebek sahibi olan
deneyimli bir baba olarak dün dedi ki Sorun bakalım hangi bebek mamasını kullanıyorlarmış, burada
yoksa eğer kullandıkları mamadan, yanlarında getirmeyi unutmasınlar. Galip, baba olduktan sonra
bütün konuşmaların nasıl da değiştiğinin farkına vardığını söylüyordun. Akşam her zaman olduğu
gibi balkonda oturmuş Halûkla içkilerini içerken hep bu tür şeyler konuşmuşlar, Emire alınan
oyuncak inekten, artık ağzına aldığı yemekleri püskürttüğünden, yerlerde sürünmeye başladığından,
yatağında kendi kendine dönebildiğinden... Oysa bundan altı ay önce bebekler hariç dünyadaki her
şeyden konuşuyorlardı ralliler, arabalar, yemekler, özellikle balıklar ve mangalda pişen diğer her şey,
tatiller, işler, paralar ve kim bilir daha neler neler...
17 Temmuz 2001
Sanırım bebeklerle ilgili haberleri hafta sonuna doğru yayınlıyorlar. Her şeyin ardında bir neden,
öküzün ardında buzağı arıyorsanız, medya devlerinin devletle gizli bir işbirliği içerisinde olduğuna
inanabilirsiniz. Belki sahip olduğumuz genç nesil yeterli değildir, daha da genç olmamız için hafta
sonuna şirin mi şirin bebeklerin fotoğraflarının bulunduğu haberlerden koymakla çiftleri teşvik
ediyorlardır, hadi ama ne duruyorsunuz, önünüzde koca bir hafta sonu var gibilerden.
Bu fotoğrafları görünce aklıma o nefret ettiğim genç kadın tipleri geldi bunlar gazetelerde gördükleri
bütün bebeklerin fotoğraflarını keser, işyerlerindeki dolaplarının kapaklarına yapıştırırlar. Ben bu
bebek resimlerini gördüğümde her daim gayri ihtiyari titrer ve o kadınlardan ve dolaplarından hemen
uzaklaşırım. Nedir yani, hangisidir bu eylemin sonucu: a)Çok yalnızım, derhal evlenmek ve bir
çocuk doğurmak istiyorum b) Bir erkek arkadaşım bile yok, olsaydı evleneceğimize dair hayaller
kurabilirdim ama ne yapalım, bari olmayan gelecek düşlerimi ertelemek yerine şu şirin yavru
resimlerine bakayım c) Kıskancım kıskanç. Birileri çocuk doğurmuş ve üstelik bu çocuklar dünya
tatlısı, ben ise ileride bana ne olacağını, çocuğum olup olmayacağını, olsa bile bu kadar şirin
olmayacağını kesinlikle bilmiyorum, ama ümit işte, bir şeyi kırk kere istersen olurmuş, belki baka
baka benim de bir tane olur d) Bu fotoğraflara bakan adamlardan biri belki de ne kadar evcimen ve
çocuk sahibi olmaya meraklı olduğumu anlar ve kim bilir? e) Anlamıyor musunuz, yalnızlıktan
çıldırmak üzereyim, f) Daha önce başka kadınların dolaplarında görmüştüm, işe de yeni başladım,
zorunlu galiba bu bebek resmi yapıştırma işi, bari bir iki tane de ben yapıştırayım da kimse bir şey
demesin g) Maksat kızlar arası muhabbet olsun, işte canım sıkılmasın. Biri ay, ne şeker şey böyle
der, laf lafı açar, konu sıkıntısı çekmeyiz.
Benim asla arkadaş olamayacağım kadın tipi işte bu. Kesinlikle hayatlarında bir eksiklik olan ama
bunu hep yanlış şeylerle doldurmaya çalışan, bir türlü doğru uğraşları ve arkadaşları edinememiş bir
profil. Bana uymayan.
Her şeyin bir deja-vu durumu oluşu, yalnızca hayatın içine bir anda giriveren şeylerle değişir gibi
oluyor, o kadar. Doğum haberleri, ölümler, evlenmek üzere olup da perde bakmaya gitmeler ve
sistire yaptırmalar hariç. Nurdan bugün 99 yılında yazdığı bir yazıyı getirdi işe, hepimizi benim
odamın içinde topladı, her zamanki gibi çaylarımızı söyledik ve dinlemeye başladık. Bundan iki yıl
önce sıradan bir iş gününde yaptıklarımızın bugün ya da dün yaptıklarımızdan hiçbir farkı yok. Bir
iki insan işten ayrılmış, bir ikisi işe girmiş, birileri gürültü oluyor diye söylenmiş, aynı kişinin elinde
telefon varmış, aynı kişi espri yapıyormuş ve biz gülüyormuşuz, çay söylemişiz, ben kayıt
yapıyormuşum, birileri istifa edeceğim diye yanındakine şaka yapıyormuş. Ve bugün, aradan iki yıl
sonra aynı şeylere gülüp aynı şeylere üzülüyoruz. Kafanızı bu olan bitene yorarsanız tuhaf bir durum
ama biraz da ferahlatıcı bir hal. Hiçbir şeyin değişmemişliği insana aynı zamanda güvenli sularda
olduğu hissini de veriyor.
18 Temmuz 2001
Kuzen Sinan öğleden sonra baba oldum demek için aradı. O heyecanlı, ben heyecanlı. Demek artık
bir de Egemenimiz var, tanıdığım bütün Egemenler çok yaramazdı, ama ona söylemedim. Küçük
kuzen Bahadır aradı arkasından, hadi hastaneye birlikte gidelim diye. Yolumuz uzundu, onun amca
oluşundan, lenslerden, okulundan, müzikten, internetten konuştuk, peki ben neyi oluyorum
Egemenin dedim ona, babasının kuzeni dedi Bahadır. Gittiğimizde Sinanın gözlerinde harika bir
pırıltı vardı, bu benim doğan en yakın akrabam dedim ona, o da benim de dedi gülerek. Melissa
kollarına bağlı serumlarla, temmuzun sıcağına ve kesilen elektriklerden ve gelen konuklardan dolayı
kumasız bir havasızlığa teslim olmuş, sarı bir yüzle yatıyor ama kendini iyi hissettiğini, yalnızca
biraz ağrısı olduğunu ama bunu önemli bulmadığını söylüyordu. Egemen uykuya teslim olmuş bir
biçimde ona ayrılan minik bir yatakta sarı şapkası ve eldivenleriyle minicik yatıyordu. Çenesi,
fotoğraflarından anımsadığım kadarıyla aynı Sinanın bebekliğindeki gibiydi, gözleri Melissa gibi
çekikti, tırnakları biçimli, parmakları uzundu. 3 kilo 900 gram doğmuştu, hemşirenin bıraktığı
kağıdın ad soy ad kısmında Bebek Balban yazıyordu, 57 santim, kan grubu henüz bilinmiyor. Klima
bir süre sonra çalıştı, oda serinledi, herkes rahatladı. Melissanın anne ve babası bir süreliğine dışarı
çıktı. Melissa aradan üç saat geçtiğini ve bebeğin mama saatinin geldiğini söyledi. Teyzem ki artık o
bir babaanne olmuştu, ne tuhaf, ona yardım etti. Sinan ile ben uzun süre birbirimize sarıldık, sonra
odanın önündeki cam kenarı koltuklarına kurularak anne ve baba olmanın nasıl bir şey olduğunu
konuştuk. Sinan, kendi çocukluğunu ne yazık ki ilkokula kadar anımsamadığını söyledi. Annesinin
onu doğurup, büyütürken, beslerken neler çektiğini anlayamamış. Bu yüzden de hamileliği boyunca
Melissayı videoya kaydetmiş, ileride çocukların annelerinin onlar için ne fedakarlıklara
katlandıklarını bilmeleri iyi olurmuş. Şimdi bütün roller değişti diyor, biz küçükken Çağrı ile
(ortanca kuzenim) eve hırsız gelmesinden çok korkardık ve her korktuğumuzda hemen babamı
uyandırırdık. Bugün her şey değişti, artık babamı hırsız var diye uyandıramam, artık baba olan benim
19 Temmuz 2001
Otuz bin hamile kadın üzerinde yapılmış bir deney düşük dozda aspirin kullanımının hamilelik
dönemine çok büyük bir faydası varmış. Erken ve ölü doğumları hayli engelleyen,
yüksek tansiyonu düşüren düşük dozda aspirin kullanımının tabii ki uzman doktor kontrolünde
olması gerekiyormuş, ancak verilen haberde düşük dozun ne kadar düşük olduğundan söz
etmemişler.
Bu arada ben boşu boşuna taze hamilelik haberleri için gazeteleri tırım tırım tarıyormuşum,.
İnternetteki adresinde en son haberler tarih sırasına göre dizi dizi dizilmiş, bizleri bekliyorlarmış.
Sağlık bölümünde anne bebek sağlığına tuşlayıp, en son gelişmelere anında ulaşma fırsatı var.
Londradan 29 ocak tarihli bir haber çok heyecanlı bir gelişme olmasına karşın, hala anne olmanın
zamanın gelip gelmediği konusunda tereddütler içinde olduğum bir dönem olduğundan bir okuyup
sonra da unuttuğum bir şeydi bu, şimdi yazabilirim. Bilindiği üzere, hamilelik dönemindeki ultrason
görüntüleri bebeğin anne karnındaki halinin çok kaba bir tasviridir, gerçi öyle bile olsa heyecan
veridir, Haluk örneğin Emirin Handenin karnındaki görüntülerini bakın Emirin fotoğrafına diye bize
heyecanla gösteriyordu, daha sonra da kendilerine ait web sitesine bile koydu bu fotoğrafları...
Doktorlara çok ciddi fiziksel bozukluklar ya da bebeğin ters mi düz mü olduğuyla ilgili bilgi veren
ultrasondan daha önemli, her anne babayı çıldırtacak bir gelişme artık söz konusu. Zafer Arapkirlinin
bildirdiğine göre, Siemens tarafından üretilen ve bazı ülkelerde denenmeye başlanan yeni bir görüntü
tarayıcı cihaz sayesinde bebeklerin neredeyse fotoğrafa yakın görüntüsü ekrana geliyor.
Kağıda da basılabilen bu fotoğraflarla çocuğunuzun nasıl bir görüntüye sahip olduğunu onu daha
gerçek dünyanın içinde, yanı başınızda görmeden öğrenmek artık mümkün. Tabii bununla birlikte
doğmamış çocuklarda oluşmuş tümörler, dudak veya benzeri bölgelerdeki arızalar, omurga
bozuklukları bile doğumdan önce belirlenecek ve önlemler alınabilecek. Düşük dozda aspirinle pek
çok doğum sorunun önüne geçerken, hamilelik boyunca balık yağı yiyerek zeki, çevik çocuklar
doğurmak da mümkün. Somon, sardalye ve ringa balığında bol miktarda bulunan yağ asitleri ana
rahmindeki bebeğin zihinsel gelişimine hayli olumlu bir katkı yapıyormuş. Yapılan deneyle, annesi
balık yağıyla beslenen çocukların diğerlerine göre kavrama yeteneklerinin gelişmiş olduğu ve çabuk
öğrendikleri tespit edilmiş. Haftada iki üç kere balık yağı almak yeterliymiş.
En iyisi buzdolabının üzerine bir not yapıştırıp bütün bunları kısa kısa yazmak, unutma balık yağı,
unutma düşük doz aspirin, unutma şu, unutma bu... Bilmem, çok fazla kafayı takınca da iyi
olmayabilir tabii ama sağlıklı beslenmekte ve bilinçli birer ebeveyn adayı olmakta elbette fayda var.
Alın, buradan yakın, yine geldik Sağlık Bakanlığının önerilerine, işte anne adaylarına beslenme
önerileri, buzdolabı notları artarak devam ediyor...
Her öğün c vitamini tüketin.
Her gün en az bir su bardağı süt, yoğurt ayran için veya iki kibrit kutusu kadar peynir veya bir iki
yemek kaşığı çökelek yiyin. (Çökelek mi yiyelim?)
Mercimek-bulgur karışımı yemekleri sık sık yiyip (benim bildiğim ikisinin karışmış hali bir tek
mercimek köftesinde var, o da her gün yenmez ki), yanında portakal, mandalina, domates, maydanoz
(yemem, yemem, yemem, asla yemem, muadili yok mu?), yeşil biber, taze soğan gibi c vitamininden
zengin sebze ve meyveleri tüketin, (ilk maddede bu faslı kapatmamış mıydık?)
Yemekle birlikte çay ve kahve içmeyin. Yemek yedikten bir iki saat sonra için. (içmek şart mı
Hamile kaldığınızda ağırlığınız normal ise her ay bir-bir buçuk kilo alacak şekilde yediklerinizi
ayarlayın. (Bu bana, yine dün Galip yokken babamla yediğimiz yemekteki garsonun dediklerini
anımsattı. Yıllar yılı kibrit çöpüne ve Avrupalı mankenlere -annemin arkadaşları tarafından onların
gençliğinde pek meşhur olan Twiggye, benim yaşıtlarım tarafından ise Uma Thurman ve Suzanne
Vegaya benzetildikten sonra, Galip ile evlenmeden üç ay önce kilo almaya başladım ve o zamanlar
43 ile 47 arasında gezinmekte olan kilom bugünlerde 60a çıktı. 1.73 boy ile artık minimuma değil de
şişmanlığa doğru sınırda görünen bu kilom beni uzun zamandır tanıyanlar için hayli şaşırtıcı bir
durum, mesela abim beni her görüşünde şişko patata demeye başladı... Neyse dün babamla
yemekteyken ben başlangıç diye nitelenen bir iki şeyden azar azar yedim, babam ise yemiyorum diye
üzülerek, Galipe telefon açtı, Baksana sen olmayınca Ecenin boğazından bir şey geçmiyor dedi ona.
O sırada garson babamın dediklerini duydu ve Doğan abi üzülmeyin, kızınızın kilosu iyi, diyet
yapması normal dedi. Otuz yaşımı aştım, hayatımda biri ilk kez diyet yaptığımı sandığı için hayli
heyecanlandım. Tersi diyetlerden söz etmiyorum, defalarca beslenme uzmanlarına kilo almam için
götürüldüm, bir tanesi her öğüne birkaç dilim ekmek, hiç unutmuyorum öğle yemeklerine de beş altı
dolma ile bir koca tabak pilav yazmıştı, ben de durum böyle olunca asla ve asla kilo alamadım. Beş
altı dolma yesem zaten kilo alırdım, o beslenme uzmanından özellikle nefret ettim. Ve işte nasıl
olduğunu bilmiyorum, kimsenin yesene kızım, evladım, yavrum, sevgilim, karıcığım demesine fırsat
vermeden bir yıl içinde kilo aldım. Belki de Galip bana hiç Ama yemiyorsun sen.. deyip yüzünü
buruşturmadığı içindir. Nice eski sevgilim seni şişmanlatacağım diye beni çıldırtmıştı, ben de onların
yanında hiçbir şey yemeyerek kendimce intikam almışım herhalde.)
Çok zayıfsanız biraz daha kilo alın. (Demesi kolay... Herkese ne yediğine hiç karışmayan ama
meyveleri soyup, buzlukta soğuttuktan sonra şık bir servisle önünüze koyan Galip gibi bir koca
diliyorum)
Şişmansanız şekerli, unlu, yağlı yiyeceklerden kaçının. (Bunu da demesi kolay, şişmansanız zaten
bunları sevdiğiniz için bu kilodasınız. Dikkat edebilirsiniz yedikleriniz ama nereye kadar?)
Sebzeleri iyice yıkayın.
Boşaldıktan sonra deterjan ve ilaç kavanozlarına yiyecek ve içecek koymayın. (Demek koyanlar var,
neyse ki hamilelik boyunca kazandıkları bu alışkanlıkları ileride sürdürmeyi başarabilme şansları
davar.. )
Protein tüketin ki bacak ve göz şişmelerinden kurtulun, güneşe çıkın ki D vitamini alın.
Bütün bu uyarılar hoş. Sizi sizin kadar düşünen birilerinin varlığını öğrenince hem işin ciddiyetinin
farkına varıyor, hem de yeni şeyler öğreniyorsunuz.
Çukurova Üniversitesinden Doç. Dr. Cüneyt Evrüke diyor ki sağlıklı bebek dünyaya getirmek için
anne adaylarının hamilelik öncesinde bir dizi kan testi yaptırması gerekiyor ama bu konu genelde
ihmal ediliyormuş. Anne adayının kan grubunun RH negatif, babanınkinin de pozitif olduğu
durumlarda kan uyuşmazlığı ortaya çıkıyor ve bu da bir dizi sorunun beraberinde getiriyormuş.
Bir de benim çok korktuğum ve sırf bu yüzden canım köpekleri uzaktan sevmek zorunda kaldığım
bir durum var toksoplazma... Anne adayları için en önemli sorunlarından biri insanlara kedilerden ya
da köpeklerden geçen ya da çiğ et tüketiminden kaynaklanan toksoplazma denilen parazit. Evrüke
diyor ki Bir anne adayı hamileliği sırasında toksoplazma parazit ile enfekte olursa ve enfeksiyon
anne karnındaki bebeğe geçerse hamileliğin ilk üç ayında düşük doğuma neden olabilir ya da yeni
doğanda tahripkar etkiler bırakabilir. Hatta, bebekte körlüğe kadar varan olumsuz sonuçlara yol
açabilir.
Bu arada çiğ et tüketmemek ve özellikle çiğ köfteden uzak durmak gerekiyor.
31 Temmuz 2001
Dokuz günlük sessiz bir tatilde altı kitap okuyarak işe geri döndüm. Yazlık evdeydim, annemin ve
Emine teyzenin ben sabah uyanır uyanmaz hazırladığı kahvaltılar, deniz, havuz ve güneş, yine
hazırlanıp önüme konan öğle ve akşam yemekleri. Ayda ve Ata da oradaydı, Ata gün geçtikçe
büyüyor. Artık çorabını ağzına sokuyor, dişleri çok kaşınıyormuş da.
Tatil hiç bitmesin istedim ve üç aylık yaz tatilleri olan çocukları kıskandım. Ayda ile düşünüp
durduk ve ne akılsızmışız dedik, niçin öğretmen olmayı düşünememiştik, yaz tatili, kış tatili, aşı
tatili, kazan dairesi patladı tatili, kaloriferler yanmıyor tatili, şehir is içinde, sokağa çıkmak tehlikeli
ve yasaktır tatili, kardan yollar kapandı tatili... Eh tabi, artık otuz yaşında olduğumuza göre olan
olmuş.
28 temmuz gecesi birinci evlilik yıldönümümüzü kutladık, gazeteye şu yazıyı yazdım Bir yıl sonra
Yağmur yağdı, kar yağmadı, rüzgar çıktı, zaman geçti, deniz duruldu, gece oldu, hilaller, dolunaylar,
güneşler geldi geçti. Geceyle gündüz eşitlendi, günler kısaldı, uzadı, sokaklar doldu taştı, pazarlar
kuruldu, yeni giysiler alındı, yemekler yendi, sinemalara gidildi, dünya biraz daha kirlendi, yeni
zamlar oldu, perdeler, çamaşırlar yıkandı, buzdolabı birkaç kez temizlendi, bir apartman toplantısı
yapıldı, bir doğum günü daha kutlandı, bebekler doğdu, bir yılbaşı, yeni birkaç arkadaş, okunmuş on
altı kitap daha eklendi, kalemler, yazılar, defterler geçti, eskiyenler atıldı, çöpler birikti, atıldı,
tüketildi, üretildi. Ne mi oldu? Bir yıl geçti. Biz evleneli bir yıl oldu.
Bir gün, aaa on beş yıl olmuş da denecek, biliyorum. Gümüş ve altın yıldönümlerine ulaşana kadar
geçirilmesi gereken pek çok evre var. Örneğin birinci yıl kağıt yılı, böylesine çabucak geçen bir yıl
için birbirinize almanız gereken hediyenin hayli zahmetsiz olması gerektiği düşünülmüş. Tüy kadar
hafif, basit, ucuz.
İkinci yıla pamuk, üçe deri, dörde meyve ve çiçek, beşe tahta. Onuncu yılda alüminyum, on beşte
kristal yirmide porselen, yirmi beşte gümüş, otuzda inci, kırk beşte safir, ellide altın, altmışta
pırlanta..
Gittikçe ağırlaşan ve fiyatı da artan nesnelerle ifade edilen yıldönümlerinde zoraki hediyelerden uzak
geçirilmesi gereken koca bir gün var önümüzde. Belki baş başa bir yemek, geçen yıl bugün hangi
saatte ne olduğunu anımsamaya çalışmak, o heyecanı tekrar yaşamak için anlatıp durmak,
fotoğraflara ve video görüntülerine bakmak, hava ne kadar da sıcaktı o gün demek, birlikte
geçireceğimiz tüm hayatın bu bir yıl kadar güzel, mutlu geçmesini dilemek, yeniden birbirimize karşı
hep anlayışlı olacağımıza dair söz vermek.
Sahi hava ne sıcaktı ama neyse ki yıldızların altında ve de denizin yanındaydık. Sevdiğimiz tüm
insanlar bizimle birlikteydi, güzel müzikler çalıyordu arkadaşlarımız, dans ediyor, gülüyor,
eğleniyor, birbirimize evet diyor, tüm bir yaşamın o günkü kadar mutlu, neşeli, sağlıklı geçmesini
diliyorduk. Sonra ver elini balayı. Bence insanın her yıl bir balayına, şımarmaya, şımartılmaya ve her
şeye yeniden başlıyormuş gibi hissetmeye gereksinimi var. Bir yerlere gidiyor ve iki kişilik bir hayat
yaşıyorsunuz, işleri güçleri hiç önemsemediğiniz
güzel bir iki hafta. Sonra o günlere ait fotoğraflara bakıyorsunuz, sağlıklı yüzlerinize, daha sonra hiç
görmediğiniz o mekanlara.
Dediğim gibi, en iyisi her yıl aynı tarihlerde yeni bir balayına çıkmak. En olmadı, o günü en keyifli
hale getirmeye çalışmak.
Biz öyle yapacağız.
Yazıyı Alain de Bottonun Romantik Hareket isimli kitabından bir kaç tümceyle bitiriyorum. Sensiz
yitik bir insan olduğumu, her ne kadar öyle görünmek istesem de aslında bağımsız bir kişi
olmadığımı, tam aksine, yaşamın akışı ya da anlamı üzerine hiçbir ipucu yakalayamamış bir
sürüngen olduğumu söylersem, yani sana ihtiyaç duyduğumu itiraf edersem, duygusal açıdan
soyunmuş olurum. Karşında ağlarsam, başkaları bunları duyarsa mahvolurum diyerek ve her şeyin
aramızda kalacağına güvenerek sana yığınla şey anlatırsam, partilerde etrafa mavi boncuk
dağıtmaktan vazgeçersem ve önem verdiğim tek insanın sen olduğunu söylersem, dahice
biçimlendirilmiş bir yıkılmadım ayaktayım kisvesinden soyunmuş olurum. İşte o zaman bir sirk
numarasındaki gibi bir tahtaya mıhlanmışımdır, karşımdakine kendi irademle bir yığın bıçak
vermişimdir, tenime teğet geçen bıçak atışları karşısında korunmasızımdır...Artık zayıfımdır ve
gecenin üçünde telaşlı yüzümle çıkarım karşına akşam yemeğinde yüksekten attığım iyimser
felsefeden ve yüksek sesli değerlendirmelerden eser kalmamıştır artık. Günlük yaşamın özenilecek
ve kendinden emin fotoğraflarından biri değilim elimde korkularımla ve kuşkularımla yüklü çok
ayrıntılı bir katalog var bütün bunlara karşın beni sevmeye devam edebileceğin riskine alıştırdım
kendimi.
Karides, kalamar, polaraid bir anı, çingene kemanları, şampanya, dostlar, disko, düğün şarkıları cdsi
eşliğinde dans, düğün fotoğraflarına bakma, bir pasta, bir mum, bir dilek.
1 Ağustos 2001
Nurdanın ablası bir pantolon dikiyormuş, bütün hamile kadınlara bu pantolondan armağan olarak
götürüyormuş. Pantolonun kemer bölümünün yan taraflarında kuşağa benzeyen bir parça varmış,
hamileliğinin boyutlarına göre beldeki bu parçayı sıkıyor veya genişletiyormuş giyenler. Ne hoş bir
şey Nurdan hamile olunca sana da o pantolondan getireceğim diyor, valla iyi fikir.
Geçen gün gerçekten artık yaşlanmaya başladığımızın, artık çocuk değil de çocuklara sinirlenebilen
tarafta olduğumuzun farkına vardım. Evimizin pencere demirlerini kale yaparak futbol oynayan
çocuklar ne kadar ikaz etsek de oynamayı kesmiyorlardı. Demire çarpan top sesi dünyanın en
gerilimli seslerinden biri. O demir parçasına çarpan top aynı zamanda beynimi de zangırdatıyor ve
çocukların kale yaptığı yer yatak odamızın camının demiri. O sırada uyumuyordum ama her top
çarpışında vücudum biraz daha elektriklenmeye ve biraz daha gerilmeye başladı. Dayanamadım,
balkona çıktım ve hayatımda ilk kez şöyle dedim Şimdi gelip o topu keseceğim. Bunu bizim
çocuklara anlatınca Ömür, bu lafı en son 20 yıl önce duymuştum dedi. Artık toplar eskisi gibi zor
bulunan ve özenle saklanan nesneler değilmiş, köşe başı topla doluymuş ve kessem bile gidip
yenisini alabilirlermiş. Beni şaşırtan topların artık kolay bulunabilir nesneler olması olmadı, ben
çocukluğumda en sinir olduğum tümceyi söyleyen kişi olduğuma sinirlendim, ileride de mızmız mıy
mıy, her şeyden şikayet eden bir ihtiyar mı olacağım ne?
9 Ağustos 2001
Hiçbir şey yok. Hafta sonu Geyvedeydik, Galip, Halûk, ben. Hande Emir ve annesiyle birlikte
Bodrumdaydı. Bir gün mutlu olmak istiyorsan sarhoş ol, bir hafta mutlu olmak istiyorsan
seyahat et, bir yıl mutlu olmak istiyorsan sevgili bul, bir ömür boyu mutlu olmak istiyorsan bahçeyle
uğraş demiş birileri ama arada neler demiş onu unuttum.
Geyvede köye kuşbakışı bakan bir evde horoz, eşek sesleri arasında tüm hafta sonu bahçeyle
uğraştık. Çapa yaptık, tohumlar attık, onları suladık. Toprağın çapalanırken çıkardığı sessizliğin
içindeki o sakin ses bana müthiş bir terapi gibi geldi. Çocuğumu doğurmak ve bahçeler içinde
oturmak, tüm gün bahçeyle ilgilenmek, akşam serinliğinde sulamak, çocuğumu öylece sessizliğin
içinde büyütmek ve büyüdükçe de ne kadar huzurlu bir çocuk yetiştirdiğime tanıklık etmek ve
kendimi tebrik etmek istedim.
Bir hamak istedim, gölgelerin içine kurulu, sessiz sessiz sallanırken Elvine masallar okumak ya da
uydurmak, onun saçlarını taramak, çiçekler, meyveler toplamak üzere akşam üstleri el ele dolaşmak,
ona böcekleri, solucanları, kaplumbağaları anlatmak ve göstermek istedim. Geyve değildi istediğim,
Geyve yalnızca göz kırpıyordu düşlerime. Bir kere hava çok sıcaktı ve çok sinek vardı. Yine de
hiçbir şey yapmadan, hiçbir kaygı duymadan koskoca iki gün geçirmiştik işte. Saate bile bakmadan,
telefona uzanmadan, açtığımız radyo kanalındaki djden ve çalan şarkılardan gürültü kirliliği yapıyor
diye hemen vazgeçtiğimiz, televizyonu bozuk olan bir evde, saatler boyu bulabildiğimiz gazeteleri
satır satır okuyarak, demli çaylar, nescafe frappeler içerek geçen iki tam gün.
Galiple Haluk pazar sabahı, saatlerini altıya kurarak balık tutmaya gidiyorlar, bir önceki gece
kasabadan olta almışlar, biri 5 metre uzayabilen bir kamış, diğeri de çocukluğumuzda elimize
tutuşturulan misinalardan. Bir de üstünde sazan hamuru yazan bir yem almışlar, tanesine 250 bin lira
verdikleri. Bildiğimiz hamurun nemli hali, kendilerini de iyi biliyorlar, Biz sazanız ya, o yüzden
aldık diyorlar. Ben de temiz havanın etkisiyle, asla pazar günleri yapmayacağım bir şey yapıyor ve
dokuzda kalkıyorum. Demlenmiş bir çay ve evin içinde bulduğum, kendi irademle asla satın
almayacağım bir kitap Spinoza Felsefesi Öğrenen Hırsız.
Edebiyata bundan 20 yıl önce polisiye romanlar okuyarak, hatta günde bir tanesini devirerek
başlamışlığım bile var aslında. Sonra da ilk romanımı yazmaya başlamıştım, on üç yaşındaydım ve
kahraman Muzip Beyin kızları çizgili defterimin dördüncü sayfasında öldürülüyor ve uçan kuşu bile
vurabilen Muzip bey sadece on üçüncü sayfada katilleri buluyordu. Ama işte o kadar.
Aradan geçen bunca yılda herhalde dört beş tane daha polisiye kitap okudum, ta ki Spinoza Felsefesi
Bilen Hırsız sözcükleri mutfak rafından bana beni oku diye bağırana kadar. Yanımda getirdiğim
hayli kalın bir roman olmasına karşın, büyük bir iştahla pazar sabahımı bu polisiye kitaba ayırdım.
Çay üstüne çay içtim ve kitabın neredeyse sonlarına geldiğimde çocuklar hala yoktu, cep telefonları
kapalıydı, merak etmeye başladım. Neyse ellerinde siyah bir torbayla döndüklerinde kitap bitmiş,
çay ve açlık midemi bulandırmaya başlamıştı, öğlene geliyordu.
İki balık tuttuklarını söylediler gülerek, iyi deyip geçtim. 11 köy yumurtasından oluşan bir omlet
yedikten sonra keyfimiz yerine geldi İnanmıyorum o balıkları sizin tuttuğunuza dedim gülerek.
Akşam yemeğinde mangalda pişerlerken anlatırız dediler. Sonra bahçe işleri.
Galip ısrarlarıma dayanamayarak geçtiğimiz günlerde bana ip aldı, hem de sayaçlı, yani kaç defa
atladığınızı görebiliyorsunuz. Tam ip atlayacaktım ki Halûk, Eğer hamile olup olmadığını
bilmiyorsan sakın atlama dedi, haklıydı. Bebeğin anne karnındaki ilk üç ayı çok önemli, dikkat
etmelisin....
İp atlama hayalimin suya düşmüş olması mı daha kötüydü, yoksa bütün bu konuşmalardan sonra regl
olmak mı? Doyasıya ip atlayabilirdim öğleden sonra ama hamile kalmak için bir ay daha beklemek
gerekecekti.
İp atlamak için çok sıcaktı. Öğle yemeğini atlayıp da akşam üstü balıklar mangalda usul usul
pişerlerken balık tutma maceralarını anlattılar. Misinaları savurduklarında ağaçlara taktırmışlar, tam
çözdüklerinde de hepsini tekrar tekrar birbirine dolamışlar. Biri yanlarından geçerken manalı manalı
Rast gele deyip gülünce, burada balık var değil mi? diye sormuşlar, adam da görmüyor musunuz su
bulanık, daha yukarı çıkın demiş. Bizimkiler de adamın sözünü dinlemişler ama balık tutmayı
başaramamışlar. Gidip iki balık almışlar yaklaşık altı saatlik maceralarının sonunda. Balık tutma faslı
da böylece kapanmış.
10 Ağustos 2001
Dün Nicholas Cagein Aile Babası filmini izledik. Parayla elde edilebilecek her şeyi olan bir adam,
eğer kariyerini feda edip çok sevdiği sevgilisiyle evlenmiş olsaydı durum ne olurdu? Herkesin
aklından geçebilecek bir durum, acaba öyle olsaydı ne olurdu, böyle olsa ne olurdu? Nicholas Cage
bir sabah çocuk ağlamaları duyarak uyanıyor steril, feng shui hayatından uzak, karmakarışık, düzen
yoksunu bir odada, eski sevgilisinin kolları arasında, onun 13 yıllık eşi olarak... Bu yeni hayatı
yaşadıkça kariyerini noktalayarak nasıl bir kaybedene dönüştüğünü görüyor, iş yaşamında en
tepelere gelmiş bir adam, sevgilisi ile evli olduğu hayatında küçük bir dükkanda perakende lastik
satıyor.. Gardırobundaki giysilerden, arkadaşlarından, gittiği bowling salonundan, arabasından
utanıyor. Çoğunluğun bu standartlarda veya daha altında yaşadığını düşünürseniz, filmin biz sıradan
izleyicileri bir yerde yakalayıp, doğru olanın bizim hayatımız olduğunu ve içimizi ferah tutmamız
gerektiği kaçınılmaz oluyor, ne de izlediğimiz film Hollywooddan çıkma.
Ben küçümsemiyorum Hollywood filmlerini, çoğunlukla sıradan insanlara verdiği umutları,
mucizelerin bir gün gerçekleşebileceği fikrini aşılamasını, sinemadan gülümseyerek çıkmayı ve hatta
izlediğim filmleri sıradanlığı nedeniyle unutup, başka zamanlarda tekrar izlerken küçük ayrıntıları
anımsayıp sevinmeyi de seviyorum. Filmlerin sonunu tahmin etmeyi de, tanıdığım yüzleri tekrar
tekrar başka filmlerde izlemeyi de...
Mesela Nicholas Cagei amcalarımdan daha fazla görmüşümdür hayatımda, onun mimiklerini, üzgün
adamı oynarken kaşlarını ne şekle soktuğunu, gözlerinin rengini bilirim...
Neyse filmdeki en ilginç şeylerden biri bence Jackin (Nicholas Cage) kızı Annienin, oğlu Joshuanm
bezini temizlemek zoruna kaldığı sırada babasını izleyişi ve bir şeylerin yanlış olduğunu sezinleyip
Sen benim babam değilsin değil mi? demesiydi. Annieye göre Jack bir uzaylıydı ve babasının yerini
almıştı. Bence nefis bir ayrıntıydı bu karısı bile onda bir değişiklik olduğunu fark edemezken,
küçücük bir çocuk derhal durumu anlıyor. Çocukların hayata bakışlarının yalınlığında gizli olay öyle
temiz ve pozitif veya negatif diye bakıyorlar ki olaya, siyah var, beyaz var ama gri yok. Birisi ya
babasıdır ya da değil... Ve sonra olayı kabullenip, Jacke her şeyi tekrar tekrar öğretmeye başlıyor,
burası benim okulum, 17.30da gelip beni alman gerekli, sen Edin yerinde çalışıyorsun, Joshuayı
şuraya bırakman gerekiyor... Filmin sonunda gereksinim duyduğumuz mesajı, kafamıza vurula
vurula alıyoruz elbette. Paran olabilir ama bir ailen yoksa o hayat neye yarar?
Evlenin ve çocuk sahibi olun yoksa yalnız başınıza kayak yapmak zorunda kalırsınız.
Çocuk sahibi olmak evet, buna varım. Babam daha iki gece önce Annen söyleyemedi, artık bir çocuk
sahibi olmanız iyi olmaz mı? dedi. Babam hep böyle yapar, bir şey söylemek istediğinde mutlaka
annemi de sözün içine katar, istediği şeyleri bir aracı vasıtasıyla söylemek sanırım sözcükleri daha
büyük bir gönül rahatlığıyla kullanmasını sağlıyor. Ben de Düşünüyoruz ya zaten, bunu daha önce de
konuşmuştuk dedim.
Babam çocukluğunda ona ne alınamadıysa hepsini bize alırdı çocukken, şimdi aynısını torunlarına
yapmak istiyor. Alınabilecek ne varsa almak, mutlu etmek, mutlu etmek, mutlu etmek, sevinçleri
gözlerden görmek, sarılmak, öpülmek.
Annem hafta sonu bizi barbunya fasulyesi yemeye çağırıyor dediğine göre son zamanların en güzel
barbunyasını yapmış...
Dokuz günlük tatilde okuduğum kitaplardan biri de Gail Parentm çok satanlar arasına girmiş,
tesadüfen karşılaştığım bir kitabıydı, Sheila Levine Öldü ama New Yorkta Yaşıyor. 30 yaşına gelmiş
Yahudi, şişman bir kızın doğduğu andan itibaren evlenmek üzere yetiştirilmesi sonucunda, okullar
falan bitip, gerçek hayatın içindeki o anlamsızlığa sürüklenince intihar etmeye karar vermesi ve
geride kalanlara yazdığı mektuptan ibaret.
İnsan otuzunda ve evli olunca, yer yer gülümseyerek okuyor kitabı elbette ama otuzunda olup da
hala bekar olanlara hayretle bakılan bir toplumdayız hala. Dolayısıyla eminim bütün kadınlar kitabı
içinden seni çok iyi anlıyorum diyerek, hem de bir çırpıda okuyacaklardır. Bekar kalmak, şimdi o
durumda olan arkadaşlarımın yakınmalarına ve Sheila Levinein itiraflarına göre yalnız kalmakla eş
değer. Yirmili yıllarınızın başında herkesle eşit konumdayken, yani herkes bekarken istediğinizi
yapıyor, istediğiniz kişilerle istediğiniz zaman buluşuyorsunuz. Otuzlu yaşlarınızdaysanız eğer,
çevrenizdeki herkes neredeyse evli ve daima yapılacak planları oluyor, eğer arzu ediyorsanız siz bu
planların içine dahil oluyorsunuz. Gerçi hiçbir bekarın bu planlardan hoşlandıklarını sanmıyorum.
Evli ve çocuklu insanlar geçmişteki o çılgın tempo - yemeğe git, oradan bara, derken diskoya, oradan
da çorbacıya- vaziyetinde değiller, önce sesin fazla olmadığı bir yere yemeğe, mümkünse çocukların
oynayabileceği yeşil bir alanı da barındıran bir yere gitmek ve ardından da eve gidip ayaklarını
koltuğa uzatmak için yanıp tutuşuyorlar.
Bunu Sheila Levine de söylüyor, bekar arkadaşlarım da. Çoğu hepiniz artık evlisiniz ve benim canım
çok sıkılıyor der, telefon ettiklerinde eskiden hiç yapmadıkları bir şeyi yapar ve rahatsız etmiyorum
ya? diye sorarlar korkarak, oysa yirmi yıllık bir arkadaşlıkta daha önce hiç böyle başlanmamıştır
telefon konuşmalarına. Sheila gibi kentin (ve civar kentlerin) en popüler mekanlarını bilir, konserleri,
önemli etkinlikleri kaçırmazlar. Hoşlanmadıkları şey evli olmamak değildir yalnızca bekarlara hayatı
zindan eden o kıstırılmışlık duygusundan nefret ederler.
Ben de bundan bir iki yıl önce bekarlardan biriydim ve bu kıstırılmışlık duygusunu gayet iyi
anımsıyorum. Enerjiniz boldur ve hafta sonları gece oldu mu kendinizi mutlaka sokaklara, bilinmeye
atmak istersiniz. Evli olunca ise hafta sonunu biraz daha uyumakla taçlandırırsınız. Evlilik enerjiyi
mi azaltıyor, yoksa insanın kendisine ait bir evin sahibi olması dışarıya çıkmasını mı engelliyor
bilmiyorum. Ben de mümkün olduğunca bekar arkadaşlarımla buluşmaya gayret ederdim, evli
arkadaşlarla sokağa çıkmanın can sıkıcı olabilme ihtimali insanın içine işleyen bir derttir çünkü.
Evli insanlarla sürprizlere açık olamazsınız, her yere gitmek, her maceraya peşinizden gelmek
istemezler, daha çok birbirlerine zaman ayırır, kendi özel dillerinde konuşur ve size eskiden
olduğundan daha farklı davranırlar. Üstelik bu tip buluşmalarda yanında bir partner olmayan tek kişi
siz olursunuz ve onların size acıma ya da sizi gereğinden fazla eğlendirmeye çalışmalarıyla baş
etmeye çalışır ve yorulursunuz. Sanki sizde bir şey eksikmiş gibi davranır, bir yandan da size gıpta
ettiklerini, çünkü sizin hayatınızı yaşadığınızı, onlarınsa hayatın artık gerçekten içinde olduklarını ve
zor yanlarıyla tanıştıklarını söylerler. Bütün bunların üstüne, konuyu dönüp dolaştırıp sizin neden
hala evlenmediğinize getirirler, eski defterlerinizi açar, şu sana göreydi aslında derler, belki de iyi bir
evlilik yapabilirdin, bu hiç sana göre değildi, iyi ki evlenmedin onunla, biz zaten onu hiç
sevmemiştik ama sen üzülme diye söylememiştik... Sonra seni tanıştırmak istediğimiz biri var derler,
içgüdüsel olarak bütün evliler bütün bekar arkadaşlarını evli görmek için yanıp tutuşmaktadırlar,
bunun nedeni belli değildir ama bu böyledir. Zaman zaman uygun olduklarını düşündükleri adayları
bir araya getirmek için özel bir çaba sarf eder ve çeşitli vesileler yaratırlar. Böyle durumlarda
genellikle kız, evli kadının bekar kalmış arkadaşlarından biri olur, erkek de evli erkeğin asla
evlenmeyi düşünmeyen ama ailesinin ve arkadaşlarının ısrarını kıramayan bir arkadaşı.
İki tarafa da bak, ikinizi bu amaçla tanıştırdığımı bilmiyor tamam mı? denir, iki taraf da tamam der
ama gerçeği bilir.
Çoğunlukla yanlış kişiler yanlış zamanlarda bir araya gelmiş olur ve evli arkadaşların arkadaşıyla
yenen bir yemeğin sıkıcılığından öteye geçmez bu bir araya getirme çabaları. Buluşturulan çift
çoğunlukla burada ne işim var? diye kendini sorgulamaktadır, sahi, bu kadar mı vahim
durumdayım?. Yine de saygı duyarak evli arkadaşa, sorular sorulur, sözlü anketler yapılır, en
sevdiğin kitap, en son hangi filmi izledin, nerede çalışıyorsun, spor yapar mısın, hafta sonları
nerelere gidersin?
Bekar bir arkadaşım -ki herkese bir kitap yazdığımı ve iyi satacağından emin olduğunu söylüyor-,
böylesi bir buluşmada eli yüzü düzgün, hoş bir kızla bir araya geliyor. Üniversite mezunu, oturup
kalkmayı bilen, hoş sohbet bir kız (bu onun tabiri). Bu iştah açıcı girişten sonra sıra anket sorularına
geldiğinde arkadaşım kızın çalışmadığını öğreniyor. Eh, olabilir. Peki bunca boşlukta ne yaptığını
soruyor, hiçbir şey diyor kız, çok güzel yemek yapıyormuş ama. Buyurun bir başka Sheila Levine.
Tam olarak bunun için yetiştirilmiş. İyi yemek yapsın, evi temizlesin ve kocasını kapının önünde
beklesin, zil çalınca ona terliklerini getirsin Arkadaşım soruyor, hiçbir şey yaparken başka bir şey
yapabiliyor musun, mesela kitap okuyor musun? Kız hayır diyor, pek sevmiyormuş kitap okumayı.
Eh, Türkiyede Çetin Altanın haftada bir söylediğine göre her 7500 kişiye bir kitap düşüyormuş,
demek ki kız o 7500ün arasında yok. Peki diyor arkadaşım, evden pek çıkmıyor musun, hayır...
Hazır evdeyken ilgilendiğin bir şey var mı, mesela bilgisayar, internet, lıh, hiç ilgisini çekmiyormuş.
Peki, spor yapıyor musun, hayır. Kuaför bari? Hayır, hayır, hayır. Nasıl oldu da kuaföre kadar geldin
diye soruyorum arkadaşıma, durup dururken sormadım tabi, konu açıldı, arada bir yerlerde sordum
diyor. Duyunca ben de pes dedim açıkçası, hiçbir şey yapmayan bir kadın olsaydım, param da var
ise, en azından spor salonundan ve de kuaförden çıkmazdım. Arkadaşım, bütün bu duyduklarından
ve çevresindekilerin nesini beğenmiyorsun, okumuş, harika bir kız sözlerinden sonra çılgına
dönüyor, Ben de bir anormallik mi var? diyor önce, herkes harika bir evlilik adayı olduğunu söylüyor
kızın, sahiden böyle biriyle mi evlenmem gerekiyor?
Sonra kendi kendine yanıtları veriyor Benim evlilikten anladığım söküğü dikilmiş çoraplar, güzel bir
sofra, ütülü gömlekler falan değil ki. Ben eve geldiğimde hazır bir yemek falan da istemiyorum. Ben
eve heyecanla gelmek, hayatımı paylaştığım kadını yine görebilecek olmaktan mutluluk duymak,
sürprizler yapmak ve bana da sürprizler yapılmasını istiyorum.
Ben, bir tatil planı yapmak, hesaplar kitaplarla uğraşmak değil, evli olsam bile çılgınlıklar yapmak,
canımız isteğinde istediğimiz yere gidebilmek istiyorum. Ben çok şey mi istiyorum?. Hayır dedim
ben de ona, aslında en doğru olanı istiyorsun.
Sheila bizi bekar hayatların dehlizlerinde gezdirirken, toplumun bu yalnız insanlara bakış açısının ne
olduğunu da alaysı bir dille gözler önüne seriyor intihar etmeye kararlı olduğundan, bir mezar satın
almak üzere mezarlık müdürlüğüne başvuruyor, ilgili kişi orasının bir aile mezarlığı olduğunu ve çift
olmayanlara mezar satamayacağmı söylüyor Sheila, noktalamaya karar verdiği hayatının sonrasında
bile rahat edemeyeceğini fark ediyor, soruyor Peki, bekarlara ne öneriyorsunuz?, yanıt acı,
yakılmalarını...
13 Ağustos 2001
İnsan pazartesi günlerinin bazı saatlerinde, bir gün öncesiyle iş gününü kıyaslamadan edemiyor dün
tam bu saatte yataktan yeni kalkmıştım, şimdiyse buradayım, dün önümde bir deniz uzanıyordu,
bugün yağmur, bir fabrika ve dağlar var. Dün şu saatte vantilatörün karşısına geçmiş kitap
okuyordum, bugünse klimalı bir odada başka şeylerin peşindeyim. Kuzenim geçenlerde ilk defa
Egemeni kanguru içinde evin içinde dolaştırıyormuş. Kangurunun iplerini hayli sıkı yaptığını sanmış
çünkü Egemen gayet normal bir şekilde dururken, birden gözleri kapanmış ve başı yana düşmüş.
Sinan korkuyla çocuğuna bakmış, kendi yaptığı bir yanlıştan Egemenin bayıldığını sanmış. Sonraki
günlerde de Egemenin aynı şekilde, yani tak diye uykuya daldığına tanık olmuş ve rahatlamış.
Çocuklar o kadar narin ki onları incitmemeye çalışırken insan gerçek bir korku yaşıyor.
Ben yedi aylıkken annemin karnından fırladıktan sonra bir ay boyunca annemle hastanede
kaldığımızda elektrikler kesilince kuvözdeki çocuklara farklı bir ilgi göstermek gerekiyormuş.
Sürekli pozisyon değiştirilerek yatırılması ve damlalıkla beslenmesi gereken biz kuvöz çocukları
haliyle çok zayıfmışız. Annemin beni yaşatma çabaları sonuç vermiş elbette ama o zamanlar bazı
erken doğan çocuklar oluyorlarmış da.
Annem özel ilgi gösterdiği ve aman bir yerine bir şey olmasın diye gayret gösterdiği küçük ecesini
bir gün yan çevirirken bir kulağımın yarım olduğunu görmüş ve bu görüntüyle birlikte anında
fenalaşmış. Yarım kulaklı ecesini doktorlara göstermiş sonra, dikkatle bakmışlar ki yufka
inceliğindeki kulağım yan yatmaktan ikiye katlanmış ve bu haliyle de herhangi bir kalın görüntü
oluşturmadığından annem onu kopmuş sanmış. Hep birlikte bir cımbız vasıtasıyla kulağımı açmışlar.
Bunları düşününce insan şu kanaate varıyor şimdi çocuk bakmak çok kolay Sinan babaların birer
etkisiz eleman olduklarını söylüyor. Gece Egemen ağladığında kalkıyor ve onu kucağıma alıyorum,
gazı varsa çıkartmaya çalışıyorum, ama o kadar. Başka yapabileceğim hiçbir şey olmuyor çünkü o
annesinin ona meme vermesini istiyor diyor.
16 Ağustos 2001
Bugün doğan çocuklar hayatları boyunca hiç saman yolunu göremeyeceklermiş. Elvine de gelecekte
anlatacağız Biliyor musun, bir zamanlar saman yolu vardı, adına şarkılar bile yapılmıştı...
Böyle bir rüya ile ilk kez karşılaşıyorum dün gece hem yurt dışındaydım, hem de tatilde. Güneş
vardı, kum vardı. Kendimi birden kollu kumar makinelerden birinin yanında buldum bir jeton attım
ve zengin oldum. Üstelik hamileydim Başka ne isterim? Sevdiklerimin de sağlıklı ve mutlu
olmasını... Sabah Galipin anlattığına göre gece boyunca yüzümden eksilmeyen bir tebessümle
uyumuşum. Belki de sabaha kadar süren bir astral yolculuğa çıkmıştım, kim bilebilir? Belki
gelecekten bir gün çaldım uykumda, şöyle bir dolaşıp geri geldim.
Bir keresinde bir akşam üstü her zaman olduğu gibi annemle uykuya dalmıştık, ben okul
yorgunluğundan, o da iş yorgunluğundan. Panikle uyandım, hava hem aydınlık hem de karanlık
gibiydi. Eyvah dedim, önlüğümü bile çıkarmadan uyumuşum, ödevlerimi bile yapmamışım, üstelik
babam da gece eve gelmemiş. Bütün bu aksilikler ve ders saatine on beş dakikanın kalmış olmasının
verdiği heyecanla annemi uyandırdım. Annem zımba gibi fırladı yataktan, hemen giyindi. Okula
yetişmek için acele etmemizin yanı sıra, bir yandan da nasıl olurda bu kadar uzun uyuyabildiğimize
şaşırmakla meşgulüz. Yine de annem de, ben de bir tuhaflık sezinler gibi olduk, ama tuhaflığın ne
olduğunu çözecek kadar zamanımız yoktu. Evden fırladık, arabaya binmek üzereydik, annem
duraksadı ellerinde eşyalarla evlerine yönelen insanlar vardı. Sor bakalım dedi, sabah mıymış, akşam
mı, çünkü 15 saattir hiç uyanmamış olmamız bana pek mantıklı görünmüyor. Anne dedim, herhangi
birine böyle bir soru sorabileceğimi sanıyorsan yanılıyorsun, affedersiniz, şu anda sabah mı yoksa
akşam mı, biz anne kız bilemiyoruz da diyemem...
Peki o zaman dedi annem, eve gidip televizyona göz atalım, akşam haberleri başlamışsa akşamdır.
Arabayı olduğu yerde bırakıp geri döndük sonra, koşarak televizyonu açtık. Nasıl bir rahatlamaydı
anlatamam, ciddi bir TRT spikeri aynı olağanlıkla haberleri sunuyordu. Olduğumuz yere yığıldık ve
gülmeye başladık.
Nasıl bir şeydir bir annenin çocuğuna bu kadar çok güvenmesi? Çocuk sabah diyor, hemen
kabulleniyorsunuz. Çocuk okula götür beni diyor, fırlayıp giyiniyorsunuz. Çocuk 15 saattir nasıl
uyudum ben, peki sen nasıl uyudun diyor şaşırıyorsunuz. Çocuk babam eve gelmemiş diyor,
inanıyorsunuz gelmemiş olabileceğine. Sorgulamadan. Ben de bu kadar çok inanabileceğim bir
çocuk isterim.
Günün haberi riskli doğumlarda sezaryen yapılmaması sonucu bebeklerin ölü ve özürlü doğma
olasılığı artıyormuş. Bana kalırsa bu bilgi kişinin kendi kendine de bulacağı bir şey. Riskli bir durum
varken kimsenin hayır illa normal doğum olsun diye ısrar edeceğini sanmıyorum. Sanmıyordum
Türkiyede sezaryen doğumun oranının yüzde 16 olması gerekiyormuş. Sezaryen travma ve kan
kaybına bağlı ölümleri önlüyormuş gelişmiş ülkelerde sezaryene önem veriliyormuş ve normal
doğuma oranı yüzde 25 imiş. Sezaryen mi, normal doğum mu tartışmalarına yeni bir boyut. Bakalım
ben nasıl bir doğum isteyeceğim ve durum ne olacak?
22 Ağustos 2001
Pazar günü merdivenlerden kayarak düştüm. Galip bir an ne yapacağını bilememiş beni arabaya
bindirsin ve bir doktora mı götürsün- zira doktorlara çok uzak bir mesafedeydik-, yoksa yatağa
yatırıp ilk yardım benzeri bir şeyler mi yapsın? Sonra kucağına aldı, ben o sırada ağlamaktan
katılmış bir vaziyetteydim. Akşam üstü uykusuna yatmış olan Haluk da uyanıp geldi. Koltukta
ağlayarak yatarken ilk müdahalede bulundular. Buz Yarım saat içinde ağlamalarım gülmeye dönüştü.
Yattığım yerden kalktım ve yürümeye başladım. Kalçamda bir ağrı, ama işte o kadar, bir de elim
biraz çizilmiş. Saatler sonra aynaya bakmayı akıl ettiğimde az daha şok geçiriyordum. Telaşla Galipe
seslendim kalçamda kırmızı ve morun tüm tonlarında tuhaf bir görüntü vardı ve korkutucuydu.
Kalkıp hastaneye gittik. Nöbetçi ortopedist evinden geldi ve kas liflerimin zedelendiğini, hatta biraz
göçtüğünü söyledi. Bacaklarımı oradan oraya çevirip acıyıp acımadığını sordu, hayır, hiç
acımıyordu. Röntgenlik bir durum olmadığını anlayınca Şanslısınız dedi. Sonra elimi inceledi, bir o
yana bir bu yana çevirip acıyıp acımadığını sorarken çıt çıt sesler çıktı bileğimden kırılmadıysa da
şimdi ben kıracağım galiba diyerek bizi güldürdü. Hastaneye giderken Galiple her akşam
oynadığımız oyunu oynuyorduk Yarın okula gitmesem olur mu?, Ama bütün çocuklar gidiyor, hem
gitmezsen yarın oynayacakları güzel oyunları asla bilemezsin. Olsun, ben bir kerecik gitmesem
olmaz mı?...
Doktor Her ne kadar iyi görünüyor olsa da üç gün işe gitmeyip dinlenirsen senin için çok iyi olur
dediğinde gülmeye başladık. Buz koyarak en doğru müdahaleyi yaptığımızı söyledi doktor ilk üç
dört saatte buz çok işe yararmış, iyileşmek için birebirmiş ve bu üç dört saatten sonra yapılacak
soğuk kompresin hiç ama hiç faydası yokmuş. Reçeteye bir kas gevşetici krem ile iki ağrı kesici
yazdı, baktım ve Ama ben hamile olabilirim dedim, O zaman bütün bunları boşuna yazdım çünkü
krem hariç hiçbirini kullanamazsınız dedi, biliyorum, ben de yalnızca kremi kullanırım dedim. Ama
ya çok ağrınız olursa? Ne kadar gecikti regliniz, belki bir test yaptırsanız.. dedi. Gecikmedi, daha
hamile olup olmadığımı öğrenmek için gelecek reglimi beklemem gerekiyor dedim, bu konuda
uzman değilim, siz bilirsiniz, isterseniz önce bir test yaptırın, sonra kullanın ilaçları dedi tekrar. Ben
duruma bakarım dedim.
Oturduğumuz semtte üç büyük hastane vardı ve bir tek nöbetçi eczane yoktu, sokaklarda dolaşarak
açık bir yer aradık, sonra Galip kremi sürdü ve ikide bir yatakta dönmeye alışık biri olan ben hayli
zor bir gece geçirdim.
Tatilimin ilk gününde çoğu zamanı internette geçirdim ve yıllardır hayalini kurduğum bir tarife
ulaştım. Tanrım, bu kadar basit olamaz, olmamalı dedim. Pancakein müptelaları var ve ben de
Türkiyeden bu gruba dahilim. Daha önceleri pancake lovers gibi sitelerden onlarca pancake tarifi
bulmama karşın, hiçbirinde o pancakee özgü lezzeti tutturamamıştım. Ve ben rüyalarında bile bazen
pancake yediğini gören biriyim Maalesef kentimde pancake yapan bir yer yok ve ne zaman yurt
dışına çıksam kendimi pancake yapan bir yere atmam da bu açlıktan.
Neyse dün bambaşka bir şey ararken pancakei oluşturan harfler gözüme çarptı. Birileri şu şurupla iyi
olur, nefistir, hoştur, nefret ederim ne o hamur gibi fikirlerini paylaşmışlardı. Evet, evet diye hızlı
hızlı okuyor, bir taneniz de şunun tarifini yazsaydınız ya diye içimden geçiriyordum. Sayfanın
sonlarına doğru rastladım. Bir bardak un, bir bardak süt, bir yumurta, bir çay kaşığı tuz, bir çay
kaşığı kabartma tozu, bir çorba kaşığı toz şeker ve bir çorba kaşığı sıvı yağ. Nedir, bu kadar basit
nasıl olabilir, hepsini bir kaba boşaltıp çırpıyorsunuz. Bu kadar. Bu kadar mı? Derhal ayaklanıp iki
dakikada karışımı yaptım. Diyordu ki yazan Annem der ki, çok kızgın bir teflon tavanız olsun,
üstüne kaşıkla karışımı dökün, bir tarafı kabarcıklanınca da tersini çevirin. Yaptım ve oldu
İnanamadım, iki koca parçayı karamel sosuyla mideye indirdikten sonra (hiç aç değildim o saatte)
Galipi aradım, evde pancake yaptığıma dair müjdeli haberi verdim, benim adıma çok sevindiğini
söyledi. Akşamüstü gelir gelmez ona da bir tane yaptım. Sabah uyanınca kendime iki tane yapıp
üzerine bolca tereyağı ve yumurta koydum. Annem nasıl olduğuma bakmaya geldiğinde hemen ona
bir tane yaptım, Siz yazlığa geldiğinizde pazar sabahları yaparız dedi. Sonra öğleden sonra kendime
iki tane daha yaptım, bu kez pastırma ve peynir rendeli. Ve işte karışımım bitti. Bir an düşündüm,
ben bunu her öğün bıkmadan usanmadan yiyebilirim, bu karışımı her gün yapabilirim, hamile
kaldığımda hele de evdeysem bu benim sonum olabilir, pancake yemekten kendini alamayan biri çok
kısa bir süre içinde kendi kilosunun iki katına çıkabilir çünkü.
27 Ağustos 2001
Hafta sonu bir anneyle küçük çocuğu arasında geçen konuşma -Anne ne okuyorsun?
-Kitap.
-Onu biliyorum ama ne hakkında?
-Bir olay hakkında -Ama olay nerede geçiyor?
-İtalyada -İtalya neresi?
-Avrupada bir ülke.
-Avrupa ne tarafta peki?
29 Ağustos 2001
Asıl yazmak istediğim konuya bir türlü gelememem doğa kanunları yüzünden. Bir görüşe göre bir
şeyi çok isterseniz, hedef koyar ve zamanı doğru hesaplarsanız o şeyin gerçekleşmemesi olanaksız.
Başka bir görüşe göreyse (konumuz hamilelik) hamile kalmak istemediğin zaman mutlaka kalırsın,
çok istiyorsan da kalamazsın. Biraz Murphy kanunlarını anımsatıyor, en güzeli şu kanundur bence
oturabiliyorsan ayakta durma, yatabiliyorsan oturma.
Lise ya da üniversite sınavlarında olur hoca öyle bir şey sormuştur ki sorunun tam yanıtı bilmiyor
fakat etrafında dolaşan konulardan birkaçını bölük pörçük de olsa biliyorsunuzdur. Sorunun yanıtını
verememenin acizliğiyle hemen yan konulara sapar, aslında sınava hazırlandığınızı belli etmeye
çalışırsınız. Benim anımsadığım bir sınav var böyle, bir sosyoloji sınavıydı. Soru biraz yoğrulsa tam
kafamdaki yanıta uyacaktı, bir şeyi unuttuğumu, atladığımı biliyor ama sayfaları doldurmaktan
kendimi alamıyordum. Hoca önlü arkalı bir kağıdı kullanmamıza izin vermişti, tek bir soru vardı.
Başladım yazmaya, özellikle fazla satır arası bırakmadan ne biliyorsam yazıyorum ama farkındayım
ki gittikçe açılıyor ve sadede gelemiyorum. Derken ikinci sayfayı da doldurmaya başladım harıl
harıl, sınavın ve kağıdımın bitmesine az kala birden beynimdeki ampul yandı ve asıl kimden ve
nelerden bahsetmek gerektiğini anımsayıverdim Bir paragraftık bir alanım kalmış, kağıdı silip baştan
başlamam olmayacak. Ben de yeni paragrafa şöyle başladım Aslında (bu giriş birazdan çok önemli
bir şey söyleyeceğimi vurgulamak için) iki sayfadır anlattığım isimler bu konuda önemli başarılara
imza atmış olmalarına karşın bu fikrin asıl savunucusu ve mimarı David Humedur. Yukarıda sözü
edilen isimler ancak ve ancak bu görüşün perçinlenmesine faydalı olmuşlardır. David Humeu ise bir
paragrafta anlatabilmek olanaksızdır. Yalnızca bilime yaptığı katkılardan kısaca söz edebilecek kadar
yerim kaldı... falan filan. Kıvırmaya ve sınav kağıtları aracılığıyla hocaları güldürebilmeye müsait
bir yapım vardı ki sanırım sosyoloji hocam durumun farkına varmıştı ki sınavdan geçer bir not
alabilmiştim.
Diyeceğim şu ki sadede gelemiyorum bir türlü ve fakat bu benim suçum değil (yani kısmen)
9 Eylül 2001
Günün haberi Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Benal
Büyükgebizden. Bebeklere ilk bir yılda verilmesi sakıncalı olan inek sütünün kullanımı ekonomik
krizle birlikte artış göstermiş. Erken dönemde bebeğe inek sütü verilmesi büyüme geriliğine, böbrek
fonksiyonu bozukluklarına, hatta beynin gelişmesinde önemli sorunlara yol açıyormuş. İnek sütü,
demir ve C vitamini açısından düşük olduğundan bebeklerin
bağırsağında gizli kanamaya neden oluyormuş. İnek sütü asla anne sütünün bir alternatifi değilmiş ve
inek sütüne alışan bebek daha sonra katı gıdaları yutmaya alışamaz ve çiğnemeyi öğrenemezmiş. Bu
durumda, büyümeyi sağlayacak besinler tüketilemediğinden beslenme yetersizliği, büyüme geriliği,
demir eksikliği, kansızlık gibi önemli sağlık sorunları kaçınılmaz olurmuş.
11 Eylül 2001
Galip için sonunda tatil zamanı geldi gazetelerin tatil sayfaları yarından itibaren hayalden gerçeğe
dönüşüyor. Günlerdir gözüme çarpan Mayorka ilanlarına neden olmasın? diye bakarken şimdi,
Mayorka yolcusuyuz.
2. Bölüm Birinci Trimester 20 Eylül- 19 Kasım 2001
20 Eylül 2001
Mayorkada son sabahımıza uyandık. Sabahın erken saati. Yataktan fırlayıp eczaneden aylar önce
aldığım gebelik testini bavuldan çıkardım. İçinde yazılanlara göre adet gününün ilk gününde bile
yapılabilir çünkü. Bende, nedense eminim o gün regl olmayacağımdan. Sonradan öğrendim ki zaten
bir çok kadın hamile olduğunu hissedermiş. Testi yaptım, o sırada da bavulumuzu toplamaya
başladık. Beş on dakika sonra kontrol edin gibi bir ibare var prospektüste, beş dakika mı, on mu,
bunun standardı yok mudur diye düşünürken, testin geçerli olduğuna dair ilk pembe çizgi göründü.
İkinci pembe çizgiyi de bekledik, dakika tutmuyorduk ama on dakikayı geçtiğine karar verdik ve
baktık, görünürde hiçbir şey yoktu. Şaşırdım, çünkü bi-li-yor-dum. Bu kez emindim.
Bavulları olduğu yerde, testi de çöp kutusunun içinde bırakıp kahvaltı yapmaya gittik. Galipe, Belki
de dedim, testi çok erken yapmışızdır.
Yine de bir hayal kırıklığıydı. Bavulları almak üzere odaya döndüğümüzde, testi çöp kutusundan alıp
bir kez daha baktım ve banko İki çizgi birden. Hamileyim Anne olacağım. Galip baba olacak. Yurt
dışı, güneş, kum ile ilgili gördüğüm rüya gerçek oldu. Hamile olduğumu nefis bir tatilde öğrendim,
bu ileride çocuğumuza anlatabileceğimizi güzel bir anı olacak. İspanya havası, paellalar, güzel bir
ada ve işte anne meğer hamileymiş Ama ben biliyordum, adanın en büyük su sporları tesislerine
gittiğimizde Galip kaydıraklardan kayarken ben bir köşede ya hamileysem diye bekleyen kişiydim
ve bu kez gerçekten biliyordum hamile olduğumu. Öğleden sonra da uçağımızı beklerken kollu
makinelere bir iki jeton atıp biraz para kazandığımızda rüyamın gerçek olduğunu anladım.
Hayatımız bugün değişiyor.
21 Eylül 2001
Nedense testin ilk anda iki çizgi göstermemesi şüphelendirdi bizi. Kan testi (Beta HCG) en garantili
yöntem olduğundan bir jinekologa gittik, el ele, heyecanla. Doktor önce ultrasonda baktı ve Duvarda
kalınlaşma hamileliğin işaretidir ama içeride görünen bir şey yok, bu da henüz çok yeni bir hamilelik
olduğundandır ya da dış gebelik vardır. Bunun için kan testini yapıp değerlere bakacağız, ultrasonda
göremediğimiz müddetçe kan testini yenileriz ve artış olduğu takdirde dış gebelikten şüphelenebiliriz
dedi. Test yapıldı ama yanıtlar bir gün sonraya kaldı...
22 Eylül 2001
Nurdan ve Ömür evleniyor. Testin sonucu 16.00da. 13.00de kuafördeyiz. Nurdanın saçları yapılıyor,
galiba hamileyim demek istiyorum ona, olmuyor. Ne zormuş birilerine söylemek.
İçim kıpır kıpır saçlarıma fön çektiriyorum, en iyisi diyorum, saat dördü beklemek, sonuç gelince
Nurdana söylerim.
Nurdan düğün gününde her zaman olduğu gibi çok duygusal, dokunsak ağlayacak. Saat 15.30,
saçlarımın fönü bitmek üzere, telefonum çalıyor, oturduğum koltuktan, fön makinesinin kordonunun
üstünden zıplıyor, kapının önüne çıkıyorum, Doktor sonuç müspet diyor, sözcükleri aynen böyle.
Yani hamile miyim? diye soruyorum, evet diyor, pozitif.
Yalnız, değerler çok düşük, hamileliğin çok başı.
Biliyorum, öyle olduğunu biliyorum.
Salı günü gelirsen ultrasonda bir daha bakarız, olmazsa kan testini tekrarlarız.
Doktorun ses tonunda öyle bir şey var ki nedense tam olarak sevinemiyorum, bir şey eksik kalmış
gibi bir duygu içimdeki. Ultrasona bakıp dış gebelikten şüphelenmesi, üstelik bu şüpheyi ilk anda
bize de bildirmesi ağırıma gidiyor. Sanki sevincimizi kursağımızda bırakmış gibi. Üstelik fol yok
yumurta yokken, hamileliğin henüz en başı iken, adedin gecikmesinin ilk günüyken..
Nurdanın kulağına eğiliyor, Ben hamileyim diyorum, gelinliğiyle oturmuş, gözlerinden gelen
yaşlarla Çok sevindim diyor. Hemen Galipi arıyorum, baba oluyorsun Galip de benim kadar
heyecanlı.
Özgürü arıyorum sonra, teyze oluyorsun diye. Anne babalarımıza yüz yüze söylemeye karar
veriyoruz, oysa nasıl da annemi aramak istiyorum.
Yine de ertesi günü bekleyebilirim.
Gece Nurdan ve Ömürün düğününde bir de Rezzan ile paylaşıyoruz. Daha Sana bir şey söyleyeceğiz
demeden, onun da gözleri doluyor, Hamile misin? diyor. Nurdan Sen fazla dans etme diye uyarıyor
beni. Gece bitiyor.
23 Eylül 2001
Hamilelik son adet gününün ilk günü başlıyor olarak kabul edildiğinden, benimki 26 ağustos
başlangıçlı bir hamilelik ve bir aylık hamile olmama henüz üç gün var. Elbette, hamile kalınan gece
düşünüldüğünde bir aydan daha kısa zamanlı bir hamilelikten bahsetmek de söz konusu.
Pazar sabahının geç uyanışı, gazeteleri, çayları ve uzun kahvaltısıyla Sevim anne ve Öztürk babaya
gidişimiz 14.00ü buluyor. Galipe Sen söyle, ben heyecandan söyleyemem diyorum, Tamam ama o
zaman sizinkilere de sen söyle diyor.
Önce Mayorka tatilinden konuşuyoruz, sonra Öztürk baba tereciye tere satılmaz ama diyerek bana
güzel bir radyo armağan ediyor. Sonra Galip Artık torun sevmek için uzaklara gitmenize gerek
kalmadı diyor. Öztürk baba İnşallah diyor. Biz Öztürk babanın henüz durumu anlamadığını
zannediyoruz. Galip, Seneye de başka bir torun seversiniz diyor. Öztürk baba İnşallah diyor. Galip
biz de anne baba olacağız diyor. Öztürk baba inşallah diyor. Gülüyoruz, nasıl olur da anlamaz diye,
meğer anlamış.
Ne de olsa yolda olan onların üçüncü torunu. Bizimkilerin ise ilk. Yazlığa hareket ediyoruz. Annem
ve teyzem havuz başında. Pazar gazeteleri, biraz yaz sonu kaçamağı, güneşli bir hava, yazın son
yüzmesi.
Akşam sitenin lokantasında yemek yiyoruz, yemek başlar başlamaz, kadehlerimizi kaldırmamızı
öneriyorum.
Size güzel bir haberimiz var Annem: Bebek mi geliyor?
Sanırım güzel bir haber sözlerim ele veriyor beni. Babam bir yerde gördüğü, fişe takınca sallanan bir
beşik gördüğünden söz ediyor, bize onu almak istiyormuş. Annem, teyzemin hep Egemenden söz
ettiğini ve onu kıskandığını söylüyor, bir de bütün arkadaşlarına haber vereceğinden.
Mutlu, eve dönüyoruz.
Yarın işe dönüş.
24 Eylül 2001
Herkes seviniyor elbette. Öğütler geliyor, bol bol yoğurt ye, çay içme, süt iç. Öğle yemeğinin
ardından medyanın doktoruna gidiyorum Hamilelerin folik asit alması gerekiyormuş. Ben de
hamileyim diyorum. Doktor Sen evli miydin? diyor önce, sonra tebrik ediyor.
25 Eylül 2001
En ilginç yorum Yavuzdan geldi Bu İkiz Kulelere çarpan uçaklardan daha büyük bir şok etkisi
yarattı bende dedi ve yaklaşık bir iki dakika suskun kaldı telefonda. Meğer insanın arkadaşlarına
böylesine sevinçli bir haberi iletmesi ne kadar zormuş. Önce bir kaç dakika boyunca başka şeylerden
konuşuyoruz ve ben sonra cesaretimi toplayıp pat diye söylüyorum, olay her defasında böyle
gelişiyor.
Doktor beni bugün çağırmıştı ultrasonda yine bakacak ve eğer yine görmezse yeni bir kan testi
uygulayacaktı. Gitmedim. Onun yerine bir iki gün sonra başka bir yere gitmeyi planlıyorum. Aslında
Ergin Beye gitmem gerekiyor ama o da başka kentte olduğundan dokuz ay boyunca beni kontrol
etmesi çok zor olacak. Bu yüzden burada bir doktor bulma yolundayım. Araştırıyorum, herkese
soruyorum. Sonunda Ayda ve Melissadan doktorlarıyla ilgili bir sürü övgü dolu söz duyduktan sonra
ikisinin de aynı doktordan söz ettiğini buldum, ve ben de kendi doktorumu bulduğuma kanaat
getirdim. Benim için tek dezavantajı Üniversite Hastanesinin yolunu çok gözümde büyütmem. bu
aralar sıkça ziyaret ettiğim sevimli bir site. Hamilelikte sık karşılaşılan rahatsızlıkları yazmışlar
Sırt Ağrısı: Özellikle hamileliğin ilerleyen aylarında sıkça karşılaşılır ve nedeni kasların
yumuşaması, artık taşıyacak daha fazla yükün olması ve vücudun ağırlık merkezinin değişmesi.
Bunun için ağır yük taşımaktan kaçınmalı, yüklerini eşit olarak dağıtmalı, yerden bir şey alırken
dizler üstünde eğilmeli ve sırtımızı dik tutmayı sürdürmeliyiz.
Sabah Rahatsızlığı: 12-14. haftalardan sonra hormonlarda ani artış durduğundan ve vücut
alıştığından azalmakta. Hafif bir bulantıdan sık sık kusmaya kadar değişik versiyonları olabilir. Az
ve sık yemek, bol bol su içmek önemli.
Mide Yanması ve Hazımsızlık: Mide girişinde yer alan bir kapak hamilelikte gevşer. Bu de
yiyeceklerin yemek sorusuna geri kaçmasına yol açar. Ayrıca bebek aşağıdan baskı yaparak mideyi
sıkıştırır ve hazımsızlığa katkıda bulunur. Bunun için az ve sık yemek, çok yağlı ve kızarmış
yiyeceklerden uzak durmak, yatağa girmeden bir kaç saat önce yemeyi kesmek, çikolata ve çok
şekerli yiyeceklerden uzak durmak gerekli.
Kabızlık: Hormonsal değişiklikler ve bebeğin büyüyerek bağırsakları sıkıştırması kabızlığa neden
oluyor. Laksatif ilaçlar kesinlikle kullanılmamalı. Bunun yerine bol su içilmeli ve lifli yiyecekler
tüketilmeli.
Varisli Venler (Toplardamarlar): Sıklıkla bacaklarda ve vajinanın dışa açıldığı bölgede görülüyor.
Bebek doğduktan sonra geçen bu durumdan uzaklaşabilmek için ayakları yukarı doğru kaldırarak
dinlenmek gerekiyormuş ki bu benim en sık yaptığım şeydir Basur ya da Hemoroidler: Oluşumunu
engellemek için bol lifli besinler ve su öneriliyor yine. İdrar Kaçırma: Özellikle ilk ve son üç ayda
sık tuvalete gitme gereksinimi duyuluyormuş. Gülerken veya öksürürken idrarını tutamama durumu
geçiciymiş ve nedeni doğum yaklaştıkça pelvik taban kasların bebeğin geçişine izin vermek için
gevşemesi ve yumuşamasıymış. Her gün düzenli olarak pelvik kasları güçlendirici egzersiz
yapılmalıymış. Şişlikler: Hormonlara bağlı olarak vücudun su toplamasıyla ayaklar, bilekler ve
bacaklar şişebilir. Tansiyonun normal olduğu durumlarda bunun bir önemi yokmuş. Ayakları yukarı
doğru kaldırarak dinlenmek yine öneriliyor ve rahat ayakkabı giyilmeli.
Kramp: Baldır kasları ve bacağa giren keskin acı. Neden olduğunu kimse tam olarak bilmiyormuş.
Vücuttaki düşük sodyum oranının neden olabileceği düşünülüyormuş. Sağlıklı beslenmenin önemi
vurgulanıyor ve özellikle sodyum yönünden zengin olan muz öneriliyor. Baş Dönmesi: Beyne bir
anlık yetersiz kan gitmesiyle birlikte baş dönmesi ve bayılma meydana gelebiliyor hamilelikte. Bu
nedenle yan yatmaya özen göstermek ve yatak, sandalyeden ani kalkmalardan sakınmak gerekiyor.
Uyku Problemleri: Güzel bir gece uykusu için uzun uyumak şart değil, geç uykuya gidilebilir. Gün
içinde egzersiz şart, yürüyüş veya yüzme öneriliyor. Alkol ve kafeinden uzak durmak önemli.
26 Eylül 2001
Bebek bugün tam bir aylık.
işte hamileliğin ilk dört haftasında yaşananlar:
Hazır mısınız ? Eğer hamile kalmaya çalışıyorsanız ya da böyle bir şey planlıyorsanız, hamilelikten
önce içkiyi bırakmak ve hatta kullandığınız ilaçlar varsa bu ilaçların hamileliğinize ne kadar etken
oluşturacağını araştırmak, sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek açısından oldukça önemli. ( Eğer
gerçekten doktor kontrolünde ilaç alıyorsanız hamileliğiniz sırasında bu ilaca devam edip
edemeyeceğinizi mutlaka doktorunuza danışın.)
Ne kadar ilginç görünse de doktorunuzun size bebeğin geliş tarihini hesaplaması sizin en son
olduğunuz adetle doğrudan ilişkisi vardır. Yumurtanın ne zaman parçalandığı veya spermle ne
zaman birleştiği kesin olarak belli olmadığından dolayı uzmanlar son adet tarihini hamileliğin
başlangıcı olarak alırlar. Bu sebepledir ki hamileliğinizin ilk haftası sizin en son periyodunuzun ilk
günüdür. Bunun sonucu olarak bebeğinizin yaşı doğduğu günden iki hafta sonrasına dayanır.
İkinci haftanın sonunda östrojen hormonları harekete geçmiştir. Olası bir gebelik için sağ veya sol
yumurtalığınızda bir yumurta hücresi olgunlaşmaya başlamıştır. Progesterone hormonu artarak rahim
içini yumurtanın parçalanması için hazırlamaya başlar. Artık gerekli olan tek şey yumurta ile
spermin buluşmasıdır. 3. haftadan itibaren her şey bir bebeğin oluşması için hazırdır. 14.gün ile
28.gün arasında bir yumurta çatlamak ve spermle buluşmak üzere fallop tüpüne kaymıştır. Gelecek
12 ile 24 saat arası yumurta çatlar. Eğer bu süreç içerisinde 350 milyon spermden -ki sağlıklı bir
erkeğin ortalama sahip olduğu sperm sayısıdır.- biri bütün bu yolu geçerek fallop tüpüne ulaşıp
yumurtayı delmek yoluyla içine yerleşebilir ise yumurta döllenmiş olur. Yumurta döllendikten sonra
zigot diye adlandırılır. Tüpteki bu yumurta gelişimini tamamlamak üzere uterusa geçer ve orada
yerleşir.
Bütün bu işlemler olurken hamile olduğunuzu fark etmeyecek ve bu olanlardan haberiniz olmayacak.
Ama bazı kadınlar yumurtanın ilk döllendiği andan itibaren her şeyi hissettiklerinin ve
hamileliklerinin farkında oldukları üzerine yemin bile edebilirler. (İşte bu ben)
Dördüncü haftanın sonunda adet gününüzü geçirdiğinizi fark edeceksiniz. Eğer adet görür gibi birkaç
gün ya da kısa süreli kanamanız olursa endişelenmeyin. Buna halk dilinde lekelenme deniyor. Bir
hamilelik testi yaptırarak veya evde uygulayarak sonuca göre hamileliğinizi onaylayabilirsiniz. Eğer
test pozitif ise doktorunuzu arayın veya bir doktor ile irtibata geçin. Böylece onunla hamileliğinizin
diğer safhaları hakkında konuşup bilgi alabilirsiniz. Tekrar belirtilmesi gerekir ki, eğer bu süreç
içerisinde ilaç alıyor veya herhangi bir rahatsızlığınızdan dolayı tedavi görüyorsanız, hamileliğiniz
süresince bu ilaçların sizi ve bebeğinizi nasıl etkileyeceğini mutlaka ve mutlaka bir uzmana danışın.
Çünkü hamileliğin ilk haftaları en kritik dönemdir. Bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilir.
Peki şu an rahminizde neler oluyor ? Gerçekten çok şey Döllenmiş yumurta hücresi hızla
çoğalmakta. Gelişen yumurta fallop tüplerinde aşağıya uterusa olan yolculuğunu tamamlayıp,
uterusa yerleşir. Burada ikiye bölünür. Bu parçalardan biri uterus duvarına yapışarak burada
plasentayı oluşturur. Diğer yarıyı desteklemek ve gelişimine yardımcı olmak yani hücreyi beslemek
misyonlarını yüklenir. Diğer yarı ise bebeği oluşturacaktır. Bu haftada bebeğin beyninin oluşacağı
bölüm meydana gelir ve sinirler oluşmaya başlar.
Amnio sıvısı toplanmaya başlamıştır. Bu sıvı diğer haftalar ve aylar boyunca bebeğin içinde rahat
olabileceği bir ortam hazırlamış olacaktır.
Yakınlarımı arayarak haber vermeyi sürdürüyorum. Bugün teyzelerimi arama günümdü. Herkes
sevinçli. Dün Melissanın önerileri vardı. Şart olan şeyler şunlar dedi Melissa her gün iki bardak süt,
bir yumurta, bir kaşık pekmez, biraz yoğurt, bir avuç fındık, bir porsiyon sebze, bir porsiyon et. Geri
kalanı da düzenli ve doğru beslenme.
Özellikle çiğ et konusunda uyardı çiğ köfte, lahmacun, salam gibi yiyeceklerden hamilelik boyunca
kesinlikle uzak durmalısın dedi.
Folik asidi unutma bir de..
Ve de stresten uzak dur..
Bir de ona uğrarsam eğer, bana gebelikte beslenmeyle ilgili bir kaynak verebileceğini söyledi. Dün
bir kaşık pekmez attım ağzıma, sonra tahinden minicik bir parça. Çocukluğuma döndürdü ağzımdaki
o tat beni. İyi ki dedim, hamile kalmışım da almışız şu pekmezi.
Galip ara sıra eve bebek eşyalarıyla geliyor. Dün bebeklerin tutabileceği kaşık ve çatallardan almış,
bir de minicik bir bebek banyo süngeri.
İş arkadaşlarım bir şey yerken hemen iki parça da bana uzatıyorlar Bu sana, bu da bebeğe...
27 Eylül 2001
Sabah gazete okurken birden moralim bozuldu. Sağlık köşelerinin birinde dış gebeliğin nedenleri,
riskleri anlatılıyordu. Birden vücudumu bir sıcaklık bastı, ya bende de dış gebelik varsa? Annem bir
şeyler anlatıyordu, duyamadım bile. Ben artık işe gideyim diyerek oldukça moralsiz, işe geldim.
İnternetten dış gebelikle ilgili bir sürü bilgi edindim. Kist ameliyatları, kürtajlar, yumurtalık
enfeksiyonları dış gebeliğe neden olabiliyor. Karnın altına bir bıçak gibi saplanan ağrılar, omuz
ağrısı ve son aşamasında da kanama acil önlem alınması gereken belirtiler. İltihaplanan kanallar
yüzünden spermler rahmin içine kadar ulaşamayabiliyor, bu yüzden de dış gebelik meydana geliyor.
Çok nadiren, hem uterusta, hem de başka bir yerde gebeliğe bile rastlanabiliyor. Oranlar binde bir
olarak verilmiş ama Türkiye için mi, dünya ortalaması mı bilmiyorum. Ürktüm. Belki de benim de
kanallarımdan biri tıkalıydı, uzun süredir sistitle boğuştuğum bir gerçek, belki de bir enfeksiyon var.
Belki doktor endişe etmekte haklıydı. Adet kanamamın olmayışının ilk günüydü ama belki doktor
bundan doğru olarak şüphelenecek kadar deneyimliydi.
Zamanında teşhis edilmeyen dış gebelikler yırtılmaya ve kanamaya yol açıyor, bu da anne
ölümlerine kadar gidebiliyor. Erken teşhis ise her zamanki gibi hayat kurtarıyor. Laparoskopi denilen
cihazla erken müdahale mümkün. Böylelikle annenin döllenmesine yardımcı olan organlarına hiçbir
müdahale gerekmiyor, ileri safhalara ameliyat yapılıyor ve bu ameliyat sonrası yüzde elli kısırlık
riski var.
Bütün bunları harıl harıl okuyunca elbette çok heyecanlandım. Kızlarla oturup kararlaştırdık. Bir an
önce ultrason görüntüsü gerektiğine karar verdik. İstediğim jinekolojik bir müdahale değildi,
yalnızca ultrasondaki minicik görüntüsüne ihtiyaç duyuyordum Elvinin. Galip İzmitteydi, onu hiç
telaşlandırmamak için söylemedim bile.
Tonlarca su içtim ultrasonda iyi bir görüntü almak için, hemşirelerin tabiriyle çok sıkışık gelmek
gerekiyor merkeze. Ben yattım, Fehmi Bey karından ultrasonla izledi. Burada dedi, iki milimetre
boyutlarında bir şey var. Yani o mu? diye sorduk biz. Evet dedi. İçimiz rahatladı, ekrana bakakaldık.
Fehmi Bey Elvinin ilk fotoğraflarını çeken kişi oldu. Diğer doktorun dış gebelik olabilir sözlerine ise
kızdı Fehmi Bey Bu neye benziyor biliyor musun? dedi. Daha kar yağmadan paltonu, eldivenlerini
giymene, atkını takmana... Bir doktor böyle bir şeyden şüphelenmiş bile olsa bu kadar erken bir
safhada bundan hastasına asla bahsetmez. Herhalde sana eşeğini önce kaybettirip sonra buldurmaya
çalışıyordu gittiğin doktor...
Uçarak, elimizde ultrason görüntüleriyle oradan çıktık.
Derhal saçlarımı kısacık kestirdim (Bu istisnasız tüm kadınların yeni durumlara adapte oluş stili).
Sanki hamile olduğumu bugün öğrenmişim. Öyle bir rahatlık ve huzur. Tekrar, huzur veren
doktorlarla birlikte olmanın ne kadar değerli bir şey olduğuna karar verdim.
Galip, annem, herkes saçlarımı çok beğendi. Tayfun, Ece Hanım, şimdi siz de 23 yaşında oldunuz
diyor, öyle bir sekiz yaş küçükmüşüm ifadesi yerleşmiş yüzüme, anneme göre ise hala bir lise
talebesine benziyorum.
Kahve, nescafe, Coca-Cola içmiyorum. Bütün bunların yerine, her gün iki litre içmem gereken
suyum ve de yüzde yüz, katkısız olduğu söylenen meyve sularım var. Bir tek sabahın ilk çayından
vazgeçmek olanaksız.
Bunun yanı sıra iki bardak süt, yumurta, pekmez, peynir, havuç, muz ve bir avuç fındık günlük
vazgeçilmez besinlerim arasında. Hepsini de keyifle yiyorum.
İki milimetrelik gebelik kesesinin büyüklüğüne bir de cetvel üzerinden baktık Galiple. Minicikliğine,
ama çabucak büyüyecek olmasına şaşırdık. Şarap kadehlerimize su koyarak Elvinin ilk görüntüsüne
kavuşmuş olmayı kutladık. Sonra Hande ve Haluka gittik. Biraz Emir ile oynadıktan sonra sonunda
onlara da söyledik, Elvinin ilk fotoğrafını gösterdik. Hande hamileyken Emirin ultrason
görüntülerine bakışımızı anımsadık. Emirin bir çok ultrason görüntüsüne tekrar baktık, üç aylıkken
aldığı o insan formunu ve bunun teknoloji sayesinde bize ulaşmasının ne müthiş bir şey olduğunu
konuştuk.
Hande de zararlı yiyeceklerden ve yapılması gerekenlerden söz etti. Haluk yine, ilk üç ayın çok
önemli olduğunu ve ağır hiçbir şey kaldırmamam gerektiğini söyledi. Aklıma izlediğim filmler geldi.
Hep bir hamile kadın olurdu, kocasına müjdeli haberi az önce söylemiş olan.
Sonra evin içinde bir şey yapmak üzere olurdu bu kadın, mesela perdeleri takmaya çalışırdı bu mutlu
haberden sonra. Kocaları da Aman derlerdi, ne yapıyorsun? Sen hamilesin. İn hemen oradan
aşağıya...
Haluk bizim için bir şampanya açtı, birer yudum içtik. Meğer hiçbirimiz şampanyanın tadını pek
sevmezmişiz... Şişeyi saklamak üzere eve götürdük.
Hamileliğin sende ne gibi belirtileri oluştu şu ana kadar diye biri bana sorsa bir tek akşam üstleri
televizyon karşısında sızdığımı ve geceleri çok erken yattığımı söyleyebilirim. Belki daha belirtiler
için çok erken.
2 Ekim 2001 Beşinci hafta:
Hücre topluluğu 5.haftadan itibaren embriyo adını alarak uterusun içinde büyümeye başlamıştır.
Büyüklüğü yaklaşık olarak bir elma çekirdeği kadardır. Burada organları ve dokuları oluşturmak
üzere üçe ayrılacaktır. Başın hemen altında oluşacak iki küçük bölüm kulakları oluşturacaktır. İlk
ayrılan yukarıdaki bölüm, sinirleri, beyni ve omurga sistemini oluştururken, orta bölümde kalp ve
dolaşım sistemi belirmeye başlamıştır. 3. bölümde ise akciğerlerin yerleri, bağırsaklar ve idrar yolları
gelişecektir. Aynı anda bebeğin gelişiminde bunlar olurken plasentada da değişimler ve yeni
oluşumlar meydana gelmektedir. Bebeği besleyecek ve oksijenin bebeğe ulaşmasına yardımcı
olacak, CV adı verilen doku ve kordon bağı fonksiyonlarına başlamıştır. Eğer hala bir hamilelik testi
yaptırmadıysaniz 5.hafta testi yapmak için uygun bir zamandır. Böylece bir sağlık danışmanıyla
irtibata geçip, bebeğin ve sağlıklı bir hamilelik geçirmenin gereklerini konuşup bilgi alabilirsiniz.
Dün Fehmi Bey ultrasonda Elvine tekrar baktı. Hemşirenin deyimiyle hayli sıkışık olduğumdan,
Fehmi Beyin bir önceki hastasıyla işinin bitmesini beklemek çok zor geldi. Hemşire birazını yapın
bari dedi, birazını yapamayacağımı, klozete oturursam hepsini yapmaktan başka çarem olmadığını
söyledim. Rezzanla birlikteydik. Galipin yetişip yetişemeyeceği belli değildi.
Ultrasonda bu kez daha belirgin bir görüntü vardı, Gebelik kesesi 6.5 milimetreye ulaşmıştı, Elvin
onun ucunda beyaz bir noktaydı ve her şey yolundaydı. Fehmi Bey rapora şunları yazdı 01.10.2001
tarihinde yapılan kontrol US incelemede kavite içerisindeki gebelik kesesi 6.5 mmx5 mm olmuştur.
Tam tuvalete koşup, ardından da Rezzanın yanına gittiğimde Galip geldi. Elvinin ekran görüntülerini
ikinci kez kaçırmış oldu. Onu teselli ettim, ekran görüntüsünün fotoğraftakinden hiç bir farkı yok...
Artık doktor randevumu alma zamanım geldi. Gürkan Beyi aradım, Ayda ve Melissanın
referanslarım olduğunu söyledim. Yarın saat 16.00ya randevu verdi.
Hiç olmadığı kadar sütleri inceliyoruz. Eskiden de bu kadar çok çeşit var mıydı bilmiyorum.
Kalsiyumu yüzde kırk fazla olanlar, içinde folik asit bulunanlar. Sonunda bir tanesinde karar kıldık.
İş yerindeki çaycılarımızdan biri de dört aylık hamile. Bugün bize çay getirdiğinde hamilelikten
konuşmaya başladık. Saçların güzel olmuş ama keşke kestirmeseydin dedi. Ben de hamilelikte saç
kestirilmemesi gerektiğini birinden daha duyduğumu söyledim. Nedeni ne sence? diye sordum ona.
Bilmem dedi, bizde öyle derler. İlk üç ay çok önemlidir. Kına yapılmaz, saç kesilmez. Çok dikkat
edilir her şeye... Ben bir önceki çocuğuma bir aylık hamileyken kına yapmıştım bilmeden, çocuğun
kafasında belli belirsiz bir kahverengilik var.
Evimizin on küsur yıllık yardımcısı, canım Emine teyzemden de değişik şeyler duydum. Dediğine
göre ilk dört ay balık yedirmezlermiş hamilelere, balık yiyen anne adayı balığa benzer suratlı çocuk
sahibi olurmuş. Benim gibi zeytin ezmesi gibi koyu renkli besinler tüketenlerin çocukları da kapkara
olurmuş. İlk üç ay çok önemliymiş ve her gün bir elma yemek şartmış...
İlk üç ayın en önemli fonksiyonu çocuğu koruyabilmek ve düşük yapmamak için ağır şeyler
kaldırmaktan, ani hareketlerden kaçınmak anladığım kadarıyla. Ve çocuk en önemli gelişimini ilk üç
ayda tamamladığından alınan besinlere özellikle bu zamanda fazlasıyla dikkat etmek gerekiyor.
3 Ekim 2001
Gürkan Beyle tanıştık. Tam istediğim gibi, beni her türlü gerginlikten uzak tutabilecek bir doktor.
Yaptırmış olduğum genel check-upı beğendi, bir de sarılık ve toksoplazma için testler yapalım ki,
bebek doğduğu anda müdahale şansımız olsun ve ömür boyu sarılık taşıyıcısı vesaire olmak zorunda
kalmasın dedi. Elvine ultrasonda tekrar baktı ve Artık ultrasonla onu uzun bir süre rahatsız
etmeyelim. Ultrason adı üzerinde ses dalgalarının görüntüye dönüşmesi ve bu kadar kısa bir
zamanda bu kadar çok ses dalgası bebeğe yeter, artık rahat rahat, kendi başına büyümek istiyor, 11-
12. haftaya kadar bırakalım, büyüsün dedi. Bu kez gebelik kesesi 8.5 milimetreydi.
Besinlerle ilgili olarak süt, beyaz peynir ve yoğurdun bol bol alınması gerektiğini ve folik asitten
günde üç tane kullanılması gerektiğini söyledi.
İlk üç ay kafeinden, kahve, çay ve koladan uzak durulması gerektiğini çünkü etkilerinin bebeğe ne
olacağını bilinmediğini vurguladı. Bunun yanı sıra, ilaç kullanmak kesinlikle yasak. Günde iki litreye
yakın su içilmesi gerektiğini, et, balık tüketiminin gerekliliğini tekrarladı, başka da beslenmeyle ilgili
bir şey yok.
Bebek artık hayatınızı ipotek altına alıyor, hamile olmak da, sonrasında onu büyütmek de kolay
değil... dedi.
Artık dönüşü olmayan bir yoldayız, hem kendimize, hem de Elvine iyi bakmamız gerekiyor.
Cep telefonu, bilgisayar ekranı da mümkün olduğunca uzak durulması gerekenler arasında.
Yol mu, bu muayene mi beni yordu bilmiyorum. Eve gelir gelmez uyuklamaya başladım. Sonra da
gece boyu kendime gelemedim.
6 Ekim 2001
Jinekologların hamilelik nedeniyle kendilerine başvuran hastalara ilk görüşmede sordukları sorular
-Son adet tarihinizin ilk günü?
-Daha önce istenmeyen gebelik yaşadınız mı, kürtaj oldunuz mu?
-Ailenizde genetik bir hastalık var mı? Herhangi bir hastalık var mı?
-Ailenizde ikiz bebek doğumları var mı?
-Kan grubunuz nedir?
-Son günlerde ilaç kullandınız mı?
-Folik asit almaya başladınız mı? (Tavsiyelere göre hamile kalmaya karar verildiği andan itibaren
kullanmak gerekiyor.)
-Çocukken sarılık, kabakulak gibi hangi hastalıkları geçirdiniz?
-Sürekli kullanmanız gereken bir ilaç var mı?
-Şu andaki kilonuz ne?
-Hamileliğiniz kesinleştiği andan sonra herhangi bir şekilde radyasyona maruz kaldınız mı, birine
eşlik ettiniz mi?
Belki de bir test haline getirilmeli bu sorular böylelikle doktorlar sürekli aynı soruları sormaktan ve
son adet gününü hatırlamak için bin dereden su getiren kadınlardan kurtulabilirler. Kadınlar da sık
boğaz edilmeden, düşüne düşüne bu sorulara yanıt verip, donanımlı bir şekilde doktorlarla ilk
randevularına gidebilirler.
8 Ekim 2001
Uyuklama durumları sürüyor. Koltukta on beş dakikalık minik uykuların ardından iyice bitkin
düşmüş olarak uyanıyorum akşam üstleri. Ve Galip, ikimiz için yemekler yapıyor çoğu zaman.
Bense erken saatte bu kez yatağın yolunu tutuyorum.
Dün gece bir kez ve de ilk kez kusmam dışında başka hiçbir hamilelik belirtisiyle karşılaşmadım.
Umarım bu şekilde devam eder hamileliğim rahat ve dingin.
10 Ekim 2001 Altıncı hafta:
Bu haftada hala hamile gibi görünmeyebilirsiniz. Ama embriyonun kalbi artık bir incir çekirdeğinden
büyük ve iki kısma ayrılmıştır. Kalp atmaya ve kan pompalamaya başlamış ve yakında uygun ritmi
bulacaktır. Embriyonun kendisi yaklaşık olarak 6.5 mm kadar olup, insandan çok bir larvaya
benzemektedir. İç organları gelişmeye başlamıştır.
Belli başlı organlar Böbrek, karaciğer büyümeye başlamıştır. Embriyonun alt ve üst olguları
ayrılmaya başlamıştır. Bu ileride bebeğin kol ve bacaklarını oluşturacaktır. Bağırsaklar gelişmeye
devam ederken, kör bağırsaklar yerini alır. Sinir yapısının içerisinde olan beyin ve omurga, bu hafta
içerisinde kapanır.
Bu haftada alt çene, boyun ve ağız kıvrımları oluşmaya başlar. Bu kadar erken olmasına rağmen
yüzün şekli ortaya çıkmış, burun ve solunumla ilgili bölümler oluşmuş, sonunda gözün retinası şekil
almıştır.
Gürkan Beyin dediğine göre testlerin sonuçları gayet iyi ve artık hamile olduğumu düşünmeden
günlük hayatıma devam etmem gerekiyor. Folik asit kullanmak ve bol bol su içmek en önemli
noktalar. Ve kedi, köpek sevmekten hamilelik süresince uzak durmak da.
12 Kasıma kadar doktorumla işim yok.
Hamilelikte günlük öğün sayısının beş olması öğütleniyor. Amaç midenin aşırı dolmasını
engellemek. Bu erken gebelikteki mide bulantısı şikayetlerinin önüne geçiyor ve gebeliğin geç
dönemlerinde de mide yanması ve şişkinlik şikayetlerini önlemede yardımcı oluyor.
Günde bir veya iki fincan kahve veya çay gibi kafein içeren içeceklere bir şey denmiyor da on
fincandan fazlasının düşük, erken doğum ya da bebekte gelişme geriliğine yol açtığına dair bazı
çalışmalar olduğu söyleniyor.
Çok su içmenin gerekliliğinin açıklaması da şu hamilelikte vücudun sıvı miktarı artıyor ve kan hacmi
yaklaşık olarak % 50 oranında genişliyor. Amnio sıvısı da yaklaşık olarak üç saatte bir tümüyle
yenileniyor. Bu nedenle de günde en az iki litre sıvı almak gerekiyor.
Bulantı hamilelik sırasında üretilen bazı hormonların (HCG gibi) aşırı üretimine ya da normal
sınırlarda üretilmesine karşın hamile olan kadının bu hormonlara karşı hassas olmasından
kaynaklanıyor. Demek ki ben hassas değilim bu hormonlara. Ya da henüz değilim.
Hassas olduğum bir şey varsa filmler. Akşam üstleri yalnız basımayken televizyonda izlediğim çoğu
şey bugünlerde gözlerimin dolmasına, canımın sıkılmasına, bazen de ağlamama yol açıyor. Sanırım
hamileliğin birtakım etkilerini ben de yaşamaya başladım.
Kilo alımına gelince, hamileliğin ilk trimesterinde (ilk üç ay) alınan kilo miktarı yalnızca bir iki iken,
daha sonra haftada 500 gram alınması normalmiş hamilelik boyunca 12.5 kilo alan ve 3400 gramlık
bir bebek doğurmuş olan bir anne adayının kilo dağılımını vermiş, böylelikle aldığım kilolar nereye
gitti demekten kurtulabiliriz
bebek: 3400 gram
plasenta: 600 gram
uterus: 900 gram
amnios sıvısı: 800 gram
meme dokusu gelişimi: 400 gram
kan hacmi artışı: 1450 gram
dokular arası sıvı artışı: 1450 gram
artan yağ depoları: 3500 gram
Normal sınırlarda kilo alan ve normal ölçülerde bir bebek doğuran anne, doğum sonrası gebelik
öncesi ağırlığının 4.5 kilo fazlasıyla taburcu olurmuş. Fazla da bir şey değilmiş aslında.
Daha hamileliğin yedinci haftasına girerken kırkıncı haftanın da ertesinde neler olacağı ile
ilgilenmek tuhaf mı bilmiyorum. Annem doktorun da söylediği gibi hamile oluşuma fazla kafayı
takmamamı, eskisi gibi edebiyatla uğraşmamı, yazılar yazmamı söylüyor. Ona göre bu aralar bu tip
faaliyetlerimin hepsini boşluyormuşum. Ona, hayır dedim, hiçbir şeyi boşlamıyorum, ama anneler
bilirler.
12 Ekim 2001 Yedinci hafta
Embriyo artık bir fasulye tanesi kadar, yani yaklaşık olarak 1 ile 1.5 cm civarındadır. Eğer kendi
içinize bakabiliyor olsaydınız (Ah bu hep hayal ettiğim şey, şöyle küçük bir pencere olsaydı
bebeğimizi görebileceğimiz), embriyonun vücuduna oranla kafa yapısının daha büyük olduğunu
görebilirdiniz. Embriyonun gelecekte sahip olacağı yüz formları, karanlık küçük noktalar gibi
belirmeye başlamıştır. Solunumu sağlayacak burun delikleri ve kulağın oluşacağı yerler bu haftada
şekillenir.
Bacak ve kolların oluşacağı olgular daha net görülebilir. Embriyonun elleri ve ayakları küçük
küreklere benzemektedir. Diğer gelişimler, kas lifleri ve hormon bez dokusu gelişmeye devam
etmektedir. Siz duyamazsınız ama embriyonun kalbi dakikada 150 kez atmaktadır. Bu da normal bir
yetişkinin kalp atışının iki katı kadardır. Bu haftanın yarısına doğru, bebeğiniz ilk hareketlerini
yapmaya başlar. Ancak sizin bunu hissetmeniz henüz mümkün değildir. Bunu hissetmeniz 10 veya
12. haftada mümkün olacaktır.
Bu sabah kahvaltı için uğradığımda annemle babamı bayağı güldürdüm. Folik asit içmeyi
unutmuştum gece, onun kaygısını taşıyordum. Sonra da hüzünlü bir sesle su şişemi evde unuttuğumu
ve bir kaç gündür fındık yemediğimi söylediğimde bizimkiler gülmeye başladılar. Tam o sırada
Galip aradı ve folik asidi içip içmediğimi sordu, içtim dedim. Babam ama suyunu ve fındığını
unuttuğunu söyle Galipe dedi. Karar verildi, babam fındıkları boynuma asmamı, yol boyunca araba
kullanırken atıştırmamı söylüyor. elektronik postaları her yeni haftaya girişte anne adayına
gönderiliyor. Siteyi ziyaret ettiğinizde son adet gününüzün ilk gününü veri olarak giriyorsunuz, onlar
da size bebeğinizin ne zaman doğacağını ve her hafta sizde ne gibi değişiklikler olacağını söylüyor.
Gelen bilgilerde birden uyku sözcüğü gözüme ilişti. Meğer ilk trimesterde sürekli bir uyku hali
olması çok doğalmış. Bebeğin en hızlı değişim gösterdiği bu zamanlar anne adayının kendisini
yorgun hissetmesine yol açarmış. Elbette bir de hormonal değişimlerden kaynaklanan bir uyuklama
durumu var. Bazı kadınlar benden de betermiş meğerse her gün 19.00da yatanlar, gündüzleri iş
yerlerinde uykuya yenik düşüp yerde bir on beş dakika kestirenler, öğle tatillerinde arabalarında
uyuyanlar...
İlk üç aydan sonra uyuma isteği azalırmış.
Dişimdeki sızlama ağrıya dönüşmeden diş hekimine gitmeliydim. Dün akşam üstü Mete Beyin
yanındaydık annemle. Dediğine göre bir dişim fena halde çürümüş, üstelik yanındaki dişe de zarar
vermiş. Hamile olduğumu ve birtakım ilaçların kullanılmasının sakıncalı olduğundan söz edecek
oldum Mete Beye Dolguyu yapmak için kullanacağım ilacın sana zararı olmaz ama istersen
doktorunu bir arayalım, ben ona yapacağım tedaviden söz edeyim dedi. Açıkçası, benim de istediğim
buydu. Güven içinde tedavi olmak. Gürkan Beyi aradık, Mete Bey tedavi şeklini anlattı, onayı aldı,
dişimi tedavi etti. Şimdiye dek doktorlardan sıkça duyduğum bir sözü tekrarladı ideal bir hastasın
dedi, hiç kıpırdamıyorsun, canım yanıyor demiyorsun ve ağrı eşiğin büyük olasılıkla çok yüksek.
Yine de cumartesi günü tekrar gitmem gerekiyor henüz tüm tedavi bitmedi.
İki armağan: Biri Ayşeden patik. Hamileyim diye ona telefon açtığım sırada alışveriş
merkezindeymiş. Sevincimi paylaşmak için hemen bir şey almak gereksinimini duymuş. Ve
Nurdandan biberon. O da kredi kartının puanlarını Elvin için değerlendirmiş.
16 Ekim 2001
Bir kusma da pazar günü. Bugünlerde hafif hafif de olsa, ara sıra midem bulanıyor. Bir de galiba
hamilelikte insanın çok sevdiği bir şey can sıkıcı hale gelebiliyor. Örneğin bir kaç gündür canım hiç
süt içmek istemiyor. Umarım yediğim peynir ve yoğurtlar yeterli oluyordur. 18 Ekim Sekizinci hafta:
Sekizinci haftada bebeğinizin boyu yaklaşık olarak 1.5 cm ile 1.8
cm arasında, bir üzüm büyüklüğündedir. Bu haftada el ve ayak parmakları ayrılmaya ve
şekillenmeye başlar. Karaciğeri, alyuvar hücreleri oluşturmaya başlar ve bu kemiklerin içinde
iliklerin bu işi üstlenmesine kadar devam eder. Bu hafta birçok gelişimin hızlı yaşandığı ve bundan
sonra da böyle devam edeceği haftadır. İlk haftalarda oluşan beyin ve kalbin daha komplike hale
gelmesi ve dişlerin oluşacağı damak bu haftada olur. Kulaklar gelişmeye devam eder. Embriyonun
cildi bir kağıt kadar incedir ve damarlar net görülebilir şekildedir. Hamilelik 3 dönemden oluşur. 8.
hafta bu ilk dönemin son anlarıdır. Hemen hemen bütün hamile kadınların hamilelikle ilgili olarak
şikayetleri bu dönemde ortaya çıkar. Bunlar ağrılar, acılar, sabah kusmaları ve yemeği midede
tutamamak gibi şikayetlerdir. Bunların sebebi ise, hamilelikten dolayı salgılanan hormonlardır ve
çok doğaldır. Hamilelik boyunca bu şikayetler giderek azalır.
Çare, sütü değişik formlara sokmak. Muzlu sütün ardından dün de milk shakei denedim, başarılı
oldum. Yalnız, uyku dışında hiçbir şeyim yok diyen kadın olmaktan midesi de bulanan hamile kadın
formatına geçtim ki hayatımda önemli bir engel teşkil ediyor. Midem bulanır korkusuyla tuvalete
gidişlerimi geciktirmeye başladım. Mide bulantısı öğleden sonra ortaya çıkıyor ve akşama kadar
geçmiyor, şu anda olduğu gibi. Sigara içmek ve içilmesi fikri midemi bulandırıyor en çok kimyasal
maddelerin bebeğe ne gibi zarar verdiğinin kanıtlanamamış olmasından dolayı hiç değilse ilk
trimesterde saçların boyatılmaması öneriliyor. Yine de sorunun sorulduğu doktor (her zamanki gibi),
kendi doktorunuza danışmadan karar vermeyin diyor...
Kış ayları yaklaşmakta, tam da bütün hamile kadınların merak edebileceği bir soru, acaba grip aşısı
olabilir miyim, evet, olabilirmişiz, ancak bu aşı soğuk algınlığına karşı etkili değilmiş çünkü
bağışıklık sistemimiz bu dönemde oldukça zayıfmış, ve evet, öncelikle kendi doktorumuza
danışmalıymışız...
Hamilelikte yaşadığım bir değişiklik de rüyalarım... İstisnasız her gece renkli ve İngilizce rüyalar
görüyorum. Bir tanesinde Özgürle triatlona katılmak üzereydim, ama ben hamileyim diyecek oldum,
o da ben de dedi, iki yüz metrelik motosikletle geçilmesi gereken bir parkur vardı, ama ben
yapamam, bilmiyorum dedim önce, sonra başarıyla bu etabı bitirip, sürünerek bir mağaranın içinde
ilerlemeye başladık. Beyaz ince kumlar üzerinde sürünmek zorlu ama hoş bir duyguyla doluydu. Bir
sonraki etap yine motosikletle ilgiliydi ve triatlon burada sona erdi
Bunca rüya, hem de İngilizce Geceleri dört kez tuvalete kalktığımdan birden bire uyanıyor ve her
şeyi anımsıyorum.
Şimdi bütün pantolonların düğmelerini ileri alma zamanı. Çok yemek yiyerek şişmanlamaktan dolayı
değil de, hamileliğin getirdiklerinden dolayı kıyafetlerimle sorun yaşamaya başladım. Kedi ve
köpekleri sevmem yasak diye, Galip de onlara dokunmuyor.
Günlük kafeinde bir kahveye izin olmasına karşın, ben haftada bir kahve içiyorum. Bizim gibi her
akşam, yemek sonrası kahve keyfi yapanlar için değişik bir gelişme kahvesizlik. Ama şimdi de
kahve rutin bir eylemden çıkıp bir hazine statüsüne yerleşti, o başka. Galip geçenlerde Cuma akşamı
kahve içelim mi? diye sordu ki, bu kahvenin bizim evde ulaştığı noktayı gayet güzel tanımlıyor.
24 Ekim 2001
Her gün, özellikle öğleden sonra başlayan mide bulantısı. Şimdi ben de heyecanla ilk üç ayın
geçmesini bekleyen hamile kadınlar arasındaki yerimi aldım. Benim gibi sabırsız bir insan için
hamilelik oldukça uzun bir süreç. Dokuz ayın haftalarla belirtilmesi tam da bana göre. Yarın
sekizinci hafta bitecek ve inanması zor, otuz iki hafta daha var önümde. Askerlik gibi bir şey
hamilelik, insan bir an önce sona ermesini istiyor.
Dün aynaya bakıyordum ve ilk kez göbeğimde bir farklılık olduğunu belirgin bir şekilde gördüm. Ve
dün Galipin bir kotunu giydim Biraz büyük geldi ama çok rahat ettim. Sonra gidip abime kaç beden
pantolon giydiğini sordum. Galipinkiler de olmayınca abiminkileri, onlar da olmayınca annemin
eteklerini giymeyi düşünüyorum.
Herkes şehirdeki hamile butiklerinin yerlerini tarif etmeye başladı, şimdilik erken sayılabilir böylesi
bir alışveriş için.
Dün gece rüyamda İspanyadaydık, dar sokaklarda çamaşır asılı balkonlara bakıyor, aheste
yürüyorduk. Derken deniz kıyısına ulaştık hiç ummadığımız bir anda, taşlı bir sahildi ve upuzundu.
İnsanlar neşeyle suya giriyorlardı, bir de devasa bir su kaydırağı vardı (Galip bayılır). Neden dedim,
hep tatilin en son gününde karşılaşıyoruz asıl bulunmak istediğimiz yerle?. Bir kaç saat sonra
uçağımız kalkıyordu ve eğlencenin tadını çıkarmak için hiç
vaktimiz yoktu. Çok ama çok hayıflandık. Üstelik tam o sırada biri bize Meksika sınırına kadar
yürüdüğümüzü ve arka planda gördüğümüz rengarenk evlerin Meksika evleri olduğunu söyledi Bana
söylenecek son şey Hayatta görmek istediğim ilk yer Meksika iken bu bana yapılır mı?
Belki yakında bebek rüyaları da görmeye başlarım.. Bir de neden sıkıldım? Her gece dört veya beş
kez tuvalete kalkmaktan...
25 Ekim 2001 Dokuzuncu hafta:
Tebrikler Embriyonuz artık Fetus diye adlandırılacak (Ben sabırsızca bebek deneceği günleri
bekliyorum, ama embriyo da olsa, fetus ta bizim için o bebek Elvin artık). Fetus artık 2 ile 2.5 cm
kadardır. Bu hafta bir çok önemli değişiklik olmaktadır. Embriyo iken sahip olduğu kuyruk gider.
Organlar, kaslar ve sinirler fonksiyonel hale geçer. El bilekleri şekillenmeye başlar. Göz kapakları
oluşmaya ve gözü kapatmaya başlar. Hamilelik sizin şeklinizde de değişiklikler yapmaya başlar.
Artık göğüsleriniz büyümeye başlamıştır. Öyle ki, yeni sutyen almaya ihtiyaç duyabilirsiniz.
Belinizin daha fazla genişlediği de gözünüzden kaçmayacaktır. Artık en sevdiğiniz giysilerinizi bir
seneliğine dolaplara kaldırmanız gerekir (Bundan hiç hoşlanmıyorum işte). Eğer hamileliğinizin bu
ilk süreçlerinde yeterince sıvı ( günde en az 8 bardak ) , florid, kalsiyum ve fosfor alırsanız
bebeğinizin ileride sağlık, diş ve kemik yapısının temellerini atmış olacaksınız.
30 Ekim 2001
Cumartesi akşamı küçük çaplı bir şok yaşadık. Tuvaletteydim ve bir anda bir kaç damla kanla
karşılaştım. Galip de ben de küçük kanamaların olabileceğini okumuştuk ama yine de insan kendisi
böylesi bir durumla karşılaşınca çok da sakin davranamıyor. Hemen Gürkan Beyi aradık hamilelerin
yüzde otuz-kırkında görülen bir durum olduğunu, endişelenecek bir şey olmadığını söyledi. Şiddetli
bir kanama olduğu takdirde aramamızı söyledi. Sonra internetten kanamaların nedenlerini okudum,
bazıları benimki gibi olağansa da, çeşitli kanamaların başka anlamlara gelmesi olası. O sıra benim de
aklımdan bir film şeridi gibi geçen şey bunun düşüğün belirtisi olabileceğiydi ki ilk üç ayda şiddetli
bir kanamanın ardından gelebilecek şey düşük tehlikesi olabilir. Bunun yanı sıra cinsel ilişki sonrası
meydana gelen bir kanama bir kanser belirtisi olabiliyor. Dolayısıyla iyi ayırt etmek gerekiyor
kanamaları...
Uyku hali sürüyor, akşamları hiçbir yere gitmek ve hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden.
Pazar akşamı kebap yemek için dışarıdaydık, birer buçuk porsiyon söylememize karşın ya yetmezse
diye korktum ve kendime hayret ettim. Sonra bu kebap yetmezliği rüyama girdi ve çöpe atılmış pide
ve kebaplar gördüğümde feci üzüldüm, bütün bunları birileri yiyebilirdi, ne gerek vardı çöpe
atılmalarına diye...
Canım ara sıra bir şeyi çok istiyor artık. Örneğin bu öğlen yemek istediğim tek şey ekmek arası
köfteydi ama iş yerimizin Kerbelada oluşu bezelye ve pilav yemek zorunda bıraktı beni. Pantolonlar
küçük geliyor En büyük problem giyecek bir şey bulmak bugünlerde. Öğrendiğime göre bütün
hamile kadınlar lastikli pantolonlar giyiyorlarmış, benim de bir tane edinmem gerekiyor. Herkesin
dediğine göre hamilelikte şıklık değil, rahatlık önemli (Bir boşvermişlik içine girmemiz söyleniyor
yani, hamileleri herkes mazur görüyorlar çünkü)...
Bir de sutyenler. Spor sutyenlerden almak gerekiyormuş ve hamilelik boyunca göğüsler 750 gram ila
1 kilo büyürlermiş. Çok ciddi bir fark İki gündür kusmuyorum.
Bir internet sitesinin dediğine göre bebekler 8. haftadan itibaren bizi duyabilirlermiş. Şimdilerde
tırnaklarının bile oluştuğuna inanmak nasıl da güç. Minyatür bir insan var içimde, bazen tuhaf
geliyor.
Neyin en çok midemi bulandırdığını da biliyorum artık. Kokuların... Pis kokular dışında, parfüm ve
deodorantlar, kolonyalar da midemi bulandırıyor. Bu yüzden Galip sabah işe giderken önce beni
öpüyor, sonra parfüm sıkıyor...(Öğrendiğime göre hamile kadınların koku alma duyusu normal
insanlara göre daha fazlaymış ve bu yüzden kokular daha ağır geliyormuş onlara)
Bir önemli noktada çatlak kremleri. Eskiden zeytinyağı falan sürerlermiş ama artık hamilelik
kremleri varmış. Bu kremler hamileliğin en başından itibaren kullanılabilinirmiş ve büyüyen
göğüslerin uçları acı veriyorsa göğüslerle birlikte uçlarına da uygulanabilirmiş, böylelikle çocuk
doğup da mama için göğüsleri emmeye başladığında acı çekmezmiş anneler. Ancak, bunun da göğüs
uçları yeteri kadar belirgin olmayan anneler için geçerli olduğunu duydum. Bir de bazı çatlak
kremlerini kullansan da çatlak oluşan kadınlar ve hiçbir şey kullanmadıkları halde hiç çatlağı
olmayan kadınlar varmış. Bu da karışık bir durum.
1 Kasım 2001 Onuncu hafta:
Bu haftadan itibaren kendinizi psikolojik olarak gel-gitler içerisinde bulabilirsiniz. Bir gün çok
agresif ve her şeyden rahatsız olan yapınız varken ertesi gün her şeyden zevk alan mutlu bir insan
olabilirsiniz. Bunlar kesinlikle normal ve hamilelik boyunca devam edebilecek olan duygusal
hareketlenmelerdir. Sebebi hamilelikten kaynaklanan yüksek düzeydeki hormonlardır.
Haftanın sonunda fetus 2.5 ile 3 cmye ulaşır. Oluşan göz kapakları bu haftada kapanır ve
27.haftaya kadar bir daha açılmaz. El bilekleri gelişmeye devam ederken ayak bilekleri şekillenmeye
başlar. El ve ayak parmaklarının şekilleri netleşmiş, kollar daha uzamış ve dirsekler belirmeye
başlamıştır. Bu haftanın sonunda kulakların alt kısımları tamamlanmıştır. Bu haftada fetusun
cinsiyeti hala belirsizdir ama bu haftada şekillenmeye başlar. Plasenta destek amaçlı en kritik işini
yani hormonları üretmeye başlar.
Eğer 35 yaşın üzerinde bir anne adayı iseniz, doktorunuz sizden genetik tarihinizi öğrenmek
amacıyla CVS testi yaptırmanızı isteyebilir. Bu test genelde fetus 10 ile 12 haftalık iken istenir.
Böylece fetustaki anormallik ya da sakıncalar erken tespit edilebilir.
3 Kasım 2001
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Tanju Demirören ve Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
Uzmanı Dr. Nüzhet Doğan gebelik ve gebelik eğitimiyle ilgili bilgiler vermişler
Genellikle ilk üç aylık dönemde kokuya karşı aşırı hassasiyetle, gıdalara karşı bir isteksizlik, gebelik
bulantıları en fazla rahatsız eden sorunlar... İkinci üç ay nispeten rahat geçiyor ama gece krampları
ve uyku problemleri olabiliyor. Son üç ayda artmış gebelik yüküyle birlikte bel ağrıları, sırt ağrıları,
yine gece uykularının düzensiz oluşu veya uyku sorunları görülebiliyor.
Benim de doktorumun önerisi üzerine yaptırdığım bazı testler var ki çok önemli. Opr. Dr. Demirören
hamilelik öncesi tetkikleri şöyle anlatmış, Biz rutin olarak, hepatit B, toksoplazma dediğimiz parazit
ve kızamıkçık için gerekli testleri yapıyoruz. Burada araştırılan gebenin bu hastalıklara açık olup
olmadığı veya koruyucu bağışıklığın olup olmadığı. Kızamıkçık için
eğer koruyucu bağışıklığı yoksa, küçüklükte geçirmemişse, mutlaka aşı ve üç ay gebe kalınmamasını
öneriyoruz. Ondan sonra hamileliğe izin veriyoruz. Tabi sadece enfeksiyon hastalıkları değil, basit
kan, idrar tahlilleri, kan grubunun kesin tespiti, papsümir dediğimiz testin mutlaka yapılması. Ve bir
jinekolojik muayene tabi her şeyden en önemlisi. Yumurtalıkta ve rahimde herhangi bir hastalığın
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
4 Kasım 2001
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Hayri Coşkun
anne sütünün faydalarından söz etmiş. Söylediğine göre anne sütü, bağışıklık maddeleri ve hastalığa
neden olan bir çok mikroorganizmayı öldürecek maddeleri barındırıyormuş. Yeni doğan bebeklerin
sindirim sistemleri her türlü besini sindirecek şekilde gelişmediğinden, doğumdan sonra onlara anne
sütünden başka bir gıda verilmemesi gerekiyormuş. Bebek anne sütü aldığında, kendisini mikroplara
karşı koruyan sayısız maddeyi de almış oluyormuş. İlerki hayatında daha sağlıklı olması istenen
bebeklerin on iki ay boyunca anne sütü almaları gerekiyormuş ve anne sütünden yoksun olan
bebeklerin ileride şizofren olma olasılıkları varmış Anne sütü alan bebeklerin diğer bebeklere oranla
daha zeki oldukları da elde edilen bulgulardan biriymiş.
5 Kasım 2001
Uygun sutyen aramak için cumartesi sokaklardaydım. Hamile olduğumu ve kesinlikle beni
sıkmayacak bir sutyene ihtiyaç duyduğumu söylediğim halde satış elemanı bana önden kopçalı,
sadece bana bir beden büyük gelebilecek sutyen örnekleri çıkarmakla yetindi. Yahu dedim, çocukken
giydiğimiz altı lastikli şeylerden yok mu?.
Sanırım hamilelerin derdinden ancak hamile olanlar ve anneler anlayabilir, nihayetinde bana öyle bir
sutyen çıkardı ki kız, iç çamaşırı sektöründeki en büyük yenilikle de tanışmış oldum. Mikro fiber
denilen bir malzemeden üretilen çamaşırlar tek parça halinde kesilip dikiliyor, hiçbir dikiş izi yok,
balen, kopça gibi hiçbir aparat yok, ipeksi bir dokusu var, sanırım dünyanın en büyük rahatlığı
keşfedilmiş ve alıcılarını bekliyor. Yani aslında çamaşır giysinin içinden belli olacak diye tanga falan
giymeye de gerek kalmamış artık, bu mikro fiber denen şey vücuda tam olarak yapışıyor, adeta
vücudun bir parçası gibi görünüyor. Sutyen ise neredeyse gece yatarken bile çıkarmayı
düşünmeyeceğiniz kadar hafif ve kullanışlı.
Böylesi bir rahatlığa kavuştuktan sonra mağazanın içinde orta yaşın üstünde bakımlı bir kadını
gözüme kestirip yaklaştım yine anne olanlar halimden anlar düşüncesiyle... Henüz dedim, 10 haftalık
hamileyim ancak çatlakları engellemek üzere bir krem kullanmam gerektiğini sanıyorum.
Hanımefendi yumuşacık sesiyle, doğru bir karar verdiğimi ve gösterdiği kremi banyo sonraları
kullandığım takdirde hamilelik sonrasında hiç bir problemim olmayacağını söyledi.
Böylelikle hamileliğimle ilgili ilk alışverişim sanırım bu oldu.
Bir de, daha büyük bir problem olan pantolonlara bir çözüm önerisi dinledim. Handenin de diğer
hamile kadınlardan öğrendiği bir yöntemmiş bu, kot pantolonların ön tarafından kocaman bir üçgen
kısım kesilip, buraya lasteks bir kumaş dikiliyormuş, böylelikle karnın yaptığı baskı
engelleniyormuş. Süper bir fikir. Bunu da uygulayacağım.
Piyasada satılan büyük beden giysiler o kadar benim tarzıma aykırı ki, en iyi çözüm kendi
giysilerimi hamilelik giysilerine uyduracak bir yol bulmak. Büyük beden giysi satan yerler yaşlı
teyze giysileri satıyorlar genelde, ya da ben doğru yerlere bakmayı bilmiyorum.
Dijital bir tartıda kilom 62, demek ki hamileliğimin başından beri iki kilo almışım.
6 Kasım 2001
Dr. Kağan Kocatepeye sorular sorabiliyorsunuz. Ben geçenlerde onuncu haftadan sonra yüz üstü
yatmayın diye okumuştum bir yerlerde, bunu sordum gruba, bir de hangi egzersizleri
yapabileceğimizi. Hamile hanımların birkaçından öneriler geldi, sola yatma, sağa yat, yüz üstü
yatma, sırt üstü yat... Bir tanesi de, amuda kalkın, öyle uyuyun deseler, onu da yapacağız diyor, çok
güldüm. Bir başkası, geçenlerde gazetede okuduğuma göre hamilelikte egzersiz yapılmasının
bebeğin kemik gelişime zararlı olduğunu okumuştum diyor.
Tesadüf bu haberi buldum, Başlık, Hamilelikte ağır egzersiz zararlı. Southampton Üniversitesinden
Prof. Cyrus Cooper ve ekibi 150 hamile kadın üzerinde bir araştırma yapmışlar. Buna göre, özellikle
hamileliğin son aylarında ağır egzersiz ve sportif faaliyetlerde bulunan kadınların bebeklerinin kemik
hastası olarak dünyaya gelme riskleri varmış. Özellikle sporcu annelerin bebeklerinin kemiklerinin,
diğer annelerin bebeklerine göre yüzde 8 oranında daha az kemik minerali taşıyormuş.
İlk trimesterin bitmesine, hesapladım, on altı gün kaldı... Nedense, her ne kadar kolay bir hamilelik
geçirsem de, ilk üç ayın bitmesiyle sanki biraz daha rahatlayacakmışım gibi hissediyorum.
Yarından itibaren işten altı günlük izin alıyorum. Yarın günübirlik bir İzmit yolculuğunun yanı sıra,
Galiple onun işi dolayısıyla cuma günü Antalyaya gitmek ve pazar günü dönmek zorundayız. Bu
uzun ve yorucu yolculukta bakalım kaç kez benzin istasyonlarında mola vereceğiz?
8 Kasım 2001
11. hafta
Fetus artık 2.5 ila 3.5 cm arasında ve yaklaşık 75-100 gr ağırlığındadır. Artık yutmaya ve tekme
atmaya başlar. Her geçen gün hatta dakika farklı detaylar ortaya çıkar. Örneğin tırnaklar ve şeftali
gibi tüyler bu haftada oluşur. Hayati organlar karaciğer, böbrekler, bağırsaklar, beyin, akciğerler
tamamen şekillenmiş ve fonksiyonelleşmiştir. Başı yaklaşık olarak vücudunun yarısı
büyüklüğündedir. Alnı çok geniştir fakat zamanla baş metamorfoza uğrayarak yani değişerek normal
insan boyutuna ulaşacaktır. Bu hafta omurgaya ait sinirler, omurganın üzerinde görülebilir
konumdadır.
Sizin uterusunuz yaklaşık olarak greyfurt büyüklüğündedir. Bir dobler ya da stetoskop yardımıyla
fetusun kalp atışını duyabilirsiniz. Bebeğinizin kalbinin atışı, küçük bir tayın koşarken çıkardığı
sesler gibi gelecektir.
Ah, bebeğimizin kalbinin sesini bir an önce duyabilsek...
12 Kasım 2001
Cuma günü buralardan Kemer Tekirovaya bir yolculuk. Antalya sular seller içindeydi, geçen yıl tam
da bu günlerde masmavi sulara kendimi bırakışımı anımsadım, içim karardı. Onca yoldan sonra
pazar günü dönmek, havanın açmasıyla daha da zorlaştı. Yol boyunca kaymaklı ayva tatlısından,
kendin pişir kendin yelere kadar durduğumuzdan çok uzun zaman sonra evimize ulaştık. Yastık ve
battaniye destekli bir arka koltuk yolculuğu yaptığımdan hamileliğin sıkıntısını yaşamadım ve
midem de saatler boyunca kitap ve gazete okumama karşın bulanmadı ki bu iyi bir durumdu.
Dün önemli bir gündü çünkü doktorumuzla randevumuz vardı. Hemşire önce kilomu ölçtü 64. Ama,
dedim, ayağımdaki botlar emin olun 1.5 kilo vardır... Tansiyonumu da ölçtü, iyi mi
dedim, 11-7 dedi, sustum, bir şey söylemedim. Bu yaşıma geldim, bu rakamlar bana bir şey ifade
etmiyor, birinin iyi veya kötü demesi benim için hala geçerli bir kriter. Sonra doktorumuzun yanına
gittik. Sormak veya söylemek istediğin ne var dedi doktor, burun tıkanıklığına karşı çocukların da
kullandığı bir burun damlası önerdi, kabızlığa karşı, gece yatarken kullanılabilecek, sabahları rahat
tuvalete gitmeyi sağlayacak bir ilaç. Bütün bunlar fazla kullanılmamalı. Bir de folik asidi artık
sonlandırmamız gerektiğini, pazartesi gününden itibaren içinde az miktarda folik asit ve demir
bulunan başka bir ilaca geçeceğimizi ve bunu dokuz ayın bitimine kadar kullanacağımı söyledi.
Hamilelikte vücuttaki demirin emilimi fazla oluyormuş ve bunu telafi edebilmek içinmiş bu ilaç.
Coca-Colayı sordum, 12den sonra içebilirsin dedi, Galip ile dönüp birbirimize baktık, on ikiden
sonra mı?.. Meğer on ikinci haftadan sonraymış... Ama asla diyet olanını değil. Herhangi bir sıkıntı
yaşayıp yaşamadığımı sordu, bulantıların bittiğini, artık kendimi yorgun ve eskisi kadar uykulu
hissetmediğimi söyledim. Kanamanın tekrarlayıp tekrarlamadığını sordu, hayır, yalnızca o gün, bir
iki damla... Her şey çok iyi görünüyor dedi, ve nasıl başladıysa öyle gider hamilelikler. Bundan
sonra hamile olduğunun farkına bile varmayacaksın, 34. haftaya kadar kendini çok rahat ve çok iyi
hissedeceksin, yalnızca bel ağrıları çekebilirsin.
Sonra işin en heyecanlı kısmına geldi sıra, vajinal ultrasonografiye. Doktor down sendromu vesaire
gibi hastalıkların var olup olmadığına bakacağını, bebeğin gelişiminin bulunduğu haftaya uygun olup
olmadığını inceleyeceğini söyledi. Bebeğimizi bebek olarak ilk kez o an gördük. Hopluyor, zıplıyor,
takla atıyor, bir türlü yerinde durmuyordu. Doktorumuzun dediğine göre şimdiki durumuyla
doğduktan sonraki hali arasında doğru bir korelasyon varmış, yani böyle kıpır kıpır görünen bir
bebek doğduğunda da aynı kıpır kıpırlığı devam ettirirmiş. Bebeğimizin ellerini, ayaklarını, bedenini,
başını, beynini, sol ve sağ loblarını, kulaklarını, bacaklarını gördük, görünce de tuhaf bir duygu
kapladı içimizi. Bebeğimiz oradan oraya atlayıp zıplamayı bıraktığı bir anda bir elini ensesine koyup
bacak bacak üstüne attı Nefis bir görüntüydü... Doktorumuz her şeyin yolunda olduğunu, gereken
gelişimi bebeğimizin gösterdiğini, bir sonraki ultrasonografide daha detaylı görüntüler elde
edilebileceğini, böylelikle iç organların gelişimine bakacağını söyledi. Eğer dedi, bir VHS kaset
getirirseniz, bu görüntüleri kaydedilebilir ve saklayabilirsiniz. Böylelikle geriye dönük bir bilgiye
gereksinim duyarsak kasede göz atabiliriz, ayrıca siz de kaydettiğiniz görüntüleri saklayabilirsiniz.
Eğer bilseydik, bu safhada mutlaka bir VHS kaset getirirdik, böylece bizimkilere gösterirdik. Neyse
bir dahaki sefere.
Hastaneden uçarak ayrıldık. Nasıl mutluyduk. Hem bebeğimizi gördüğümüz için, hem de onun
sağlıklı olduğunu duyduğumuz için. Hemen anne babalarımızı, ben Nurdan ve Özgürü aradım.
15 Kasım 2001
12. hafta
Daha önce bahsettiğimiz devrenin ilkinin bitimine iyice yaklaşmış bulunuyorsunuz. Birkaç hafta
sonra bebeğinizin gelişimiyle ilgili bütün kritik durumları arkanızda bırakmış olacaksınız. Şimdiden
çocuğun düşme yoluyla kaybedilme riski nerdeyse sona ermiş bulunmakta.
5 ile 7.5 cm arasındaki fetusun bütün bölümleri, diş etlerinden ayak tırnaklarına kadar oluşmuş
bulunmaktadır. Bebeğiniz daha fazla tekme atmaya ve gerinmeye başlar. Suyun içerisindeki
hareketleriyle dışarıdan bakıldığında bir su perisi gibi görünebilir. El ve ayak parmakları tamamen
ayrılmıştır. Artık bebeğinizin tüm organları gelecek altı ay içinde büyüyecek, genişleyecek ve
güçlenecek, ta ki dışarı çıktığında hayatta kalabilecek duruma gelene kadar.
Linea Nigra adı verilen çizgi halindeki renk değişimleri belirebilir. Uterusumuz pelvic (leğen
kemiğine ait) kemikleri yukarı doğru iter. Doktorunuz bütün bunları, dıştan muayenenizde
görecektir.
16 Kasım 2001
Cevriyenin dediğine göre, bebek 3 ila 3.5 ayın arasındaki dönemde tekmelerse kız, 3.5dan sonra
tekmelerse erkek olurmuş. Temizlikçi teyzeler de hamilelikte daha da güzelleşenlerin oğlu olur
diyorlar ki onların ve bu iş yerinde çalışan herkesin tahminine göre bu bir erkek bebek Galip, ben ve
annem ısrarla kız diyoruz, bakalım kim haklı çıkacak?
19 Kasım 2001
Tavuk şinitzel, kızarmış tavuk butları, tavuklu Sezar salatası ve yalnızca tavuk suyuyla yapılmış bir
tavuklu pilavdan sonra dün gece içinde bol bol tavuk parçalarını da bulunduğu tavuk çorbasından üç
kocaman kase içtikten sonra pes ettim. Sanırım bir kaç gündür içinde bulunduğum bu tavuk
krizinden artık çıkmam lazım, üstelik içine Galipi de sürüklediğim bir durum bu. O da benimle bütün
bunları yedi hatta saydığım bütün bu yemekleri bana yapan oydu ve bir akşam üstü ondan geç eve
geldiğim sırada onu yemek kitabının başında Sezar salatasının tarifine göz atarken ve gerekli
malzemeleri dolaptan çıkarırken buldum.
Kelepir Kitapevinde kitaplar gerçekten de kelepir Anne adayları ile ilgili hiç ama baba adaylarına
yönelik bir çok kitapla karşılaştım. Bir de babalar yeteri kadar önemsenmiyor derler. Bulduğum
kitaplardan biri Beyaz Yayınlarından Jack Heinowitzin İmdat Baba Oldum isimli kitabıydı. Hamile
bir Babanın İtirafları, Hamileliğe Katılmak, Hamile Çift ve Cinsellik, Doğuma Hazırlık gibi faydalı
bölümler var. Bir diğer kitap
Güncel Yayıncılık tarafından yayınlanmış, Erkeğim Bir Çocuk Bekliyorum ismini taşıyan kitabı
Peter Downey yazmış ve pek de iyi bir şey yapmış. Sayesinde hafta sonu boyunca kahkahalarla
güldüm.
Hamileliğin zorluklarını, anne adaylarının ne hissettiklerini, buna karşılık baba adaylarının nasıl
davranması gerektiğini, bebek bezlerinin nasıl değiştirileceğini, ultrasonun ne işe yaradığını, göbek
bağının nasıl bir şey olduğunu, hamile kadınların göğüslerinin nasıl şiştiğini 3 çocuk sahibi bir baba
hayli mizahi bir dille anlatıyor.
Baba adaylarına öneriler dolu bir kitap. Doğum öncesinde eşinize nefes egzersizleri yaptırın... Onu
yüreklendirin ve sancılarında onu yalnız bırakmayın. Hastaneden Sağ Çıkmak ile ilgili bölümden
Olumlu şeyler söyleyin
Evet, bu çok iyi... D-e-r-i-n b-i-r n-e-f-e-s a-l
Geçti, geçti.
Sakin ol...
Aşağıdaki gibi olumsuz şeyleri de söylemekten kaçının:
Hey şuraya bak, her taraf kan içinde kalmış Amaan, iyi ki senin yerinde değilim
Yüzünü germesene, aptal görünüyorsun Çığlık atmayı keser misin, beni utandırıyorsun.
Gazı kapatmıştık değil mi?
Bu kadar gergin olmasana.
3. Bölüm İkinci Trimester 22 Kasım 2001 - 28 Şubat 2002 22 Kasım 2001
13. hafta
Bebeğiniz yüzü, insan yüzü görünümüne çok yakındır artık. Boyu 7 ile 7.5 cm. arasındadır. Gözler,
(ki, ilk çıktıklarında başın iki yanında oluşmuşlardı) birbirine daha çok yaklaşmıştır. Kulaklar
neredeyse asıl olması gereken yerdedir. Karaciğeri safra yapmaya başlamıştır. Böbrekler, mesanede
idrar biriktirir.
Dışarıdan hissedemeseniz bile, eğer karnınızı dürterseniz, fetus içeride kıvrılacaktır.
Sinir hücreleri hızla çoğalmakta ve bebeğin refleksleri hızla gelişmektedir. Eğer, onun avucunun
içine dokunacak olursanız, parmakları kapanır, ayaklarının altına dokunacak olursanız, ayak
parmakları kıvrılır ve eğer göz kapaklarına dokunacak olursanız, göz kapaklarını sıkar.
Karın bölgenizde genişleme daha belirgin bir hale gelir. Dolabınızdan eski kıyafetlerinizi çıkarıp
giydiğinizde üzerinize olmadığını veya çok zor olduğunu fark edeceksiniz. Çok yakında dolabınızda
daha önce sahip olduğunuz hiçbir şeyin üzerinize olmayacağını öğrenme zamanınız geldi. (Çok
acımasız biri yazmış bu sözleri. İnsanın kendi bedenine uygun olarak aldığı hiçbir şeyi giyememesi
başka bir insana dönüştüğüne işaret etmiyor mu? Ben bir türlü uyum sağlayamadım bu olmayan
giysiler işine...)
27 Kasım 2001
Hafta sonu Özgürlerdeydik. Bana bir pantolonunu verdi bana bol geliyor, belki sana olur diye... Bu
günlere de mi gelecektik? dedim ona çünkü 12 yıllık arkadaşlığımız boyunca pantolon konusunda bu
türden bir alışverişimiz hiç olmamıştı...
Birlikte bana bir hamile pantolonu aldık önünde yumuşak bir bölüm var ve belinde de bir ip. Karın
büyüdükçe ip bollaştırılabiliyor, şimdiden giymek istemeyeceğim bir pantolon ama eminim ilerki
günlerde çok işime yarayacak. En modern hamile giyecekleri satan dükkanlarda bile iç karartıcı bir
hal var. Dünyanın bir çok yerinde hamilelik kadının güzelleşmesi anlamına gelirken, bizde nedense
hala kapatılması gereken bir karın olarak algılanıyor ve modadan, zarafetten uzak giysilerle
karşılaşıyorum. Eminim, beni yanıltacak hamile giysileri satan dükkanlar da vardır, keşke nerede
olduklarını ben de bilebilseydim. Hımm, bunu da internetten aramam lazım...
Genellikle siyah beli bol, lastikli pantolonlar, upuzun sıradan gömlekler, dümdüz, hiçbir esprisi
olmayan tek renk hırkalar... Yani kocaman birstandardizasyon. Nerede renkli, desenli elbiseler,
örneğin İspanyol paça beli lastikli kotlar? Hayır, ısrarla aynı şeyler.
Bu giysi olayının bu kadar can sıkıcı olabileceğini tahmin bile edemezdim.
Özgürün aldığı üç bebek tulumu ve battaniyenin yanı sıra ben de bir kapüşonlu sweat-shirt ile
kadifemsi polarımsı bir şey aldım bebeğe, henüz cinsiyetini bilmediğimizden ara renklerden... Sonra
emzikler, biberonlar, pudralar, şunlar, bunlar. Şimdi bakıyorum da hafta sonu gerçekten yoğun bir
alışverişle geçmiş.
Bazen hamile olduğumu bile unutuyorum, sanırım insan hamileliğinin doğallığına ancak üçüncü
aydan sonra alışıyor.
Pazar günü gazetede yazdığım yazı Yeni yıl planları
İşlerinin yoğunluğundan strese giren kadın arabasını kullanıyor, bir yandan da cep telefonuyla
işlerini çözümlemeye çalışıyordu. Yeni bir numara çevirmek için cep telefonuna eğildiği sırada
karşıdan gelen aracı görmedi ve bir kaza yapmasına ramak kaldı. Arabasını kenara çekti. Nefes aldı,
az önce çarpmak üzere olduğu arabanın içindeki çocukların görüntüsü gözlerinin önünde beliriverdi.
Ağlamaya başladı. Durdu, düşündü ve işini bıraktı. Bu hanımefendi doğacak olan bebeğinin
sağlığının ve kendi ruh durumunun her şeyden önde geldiğini söyleyerek bunu yaptı.
Böyle bir lüksünüz var mı bilmiyorum. Sözünü ettiğin şey olsa olsa bir filmdir diyorsanız, onda da
haklısınız. Ama bir Türk filmi, dizisi değil, çünkü nedense hala böylesi bir duyarlılığa, toplumsal
yapıya, sağlık bilincine rastlayabileceğimiz pek bir filmimiz, dizimiz yok. msnbc-ede salı akşamları
yayınlanan, mutlaka izlenmesi gereken bir dizi Get Real. Dizi her bittiğinde içinizde iyi şeyler
yapmaya dair bir his belirivereceğini garanti ederim. Üstelik aile ilişkileriniz için yeni birders
alacağınız ya da yeni bir fikir edineceğiniz de garanti.
Son bölümde yılbaşı arifesiydi ve iki erkek kardeş kavga ediyordu. Noel ağacını da devirene kadar
kimse bir şey demedi ama en sonunda baba bence çok önemli bir şey söyleyerek kavgalarını sonsuza
dek noktaladı onlara amcalarıyla neden hiç görüşmediklerini bilip bilmediklerini sordu, hayır
bilmiyorlardı. Eğer dedi baba, böyle kavga etmeyi sürdürürseniz siz de ileride aynen amcanız ve
bana benzeyeceksiniz. On senede yalnızca geri dönmüş bir tek kartpostal
Daha sonra asayiş sağlandığında, bütün aile koltuklarına oturduğunda birbirlerine sarılıp yeni yılın
gelişini kutladılar, televizyon ekranında doğacak olan bebeğin ultrason görüntüleriyle Beni hayli
heyecanlandıran bu sahne aklıma bin bir fikir, bin bir soru getirdi. Doğacak olan çocuğunuza böylesi
bir değer vermiş, daha doğmadan onu bir birey olarak görmüş müydünüz?
Görmek istemez miydiniz peki?
Hanginizin çocukluğuna, bebekliğine, hatta daha da gerilerde doğmamış halinize ait bilgileriniz var?
Anneniz günlük tutmuş muydu sizin için, sizi anlatan resimler çizmiş miydi, babanız o sıralarda baba
olmaya hazırlanmakla mı meşguldü, adınızı nasıl koymuşlardı, o yıl hava nasıl gitmişti, ülkede,
dünyada neler oluyordu, kimler neleri konuşuyordu, en sevilen yazarlar kimdi, anneniz babanız
hangi kitapları okuyordu, hangi müzikleri dinliyordu? Belki bütün bunlar müzikler, sesler,
görüntüler, resimler sizi siz yapan şeyler... Zaten hamilelikte yapılan etkinliklerin daha sonrası ile
doğru bir korelasyon içinde olduğu kanıtlanmış bir olgu. Rakamlarla uğraştıysanız iyi bir matematik
çi evladınız olacak, klasik müzik dinlediyseniz klasik müzik sever biri, stresliyseniz strese yatkın
biri...
Biz inanın yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ama diziyi izledikten sonra aklımda
yeni bir görüntü, yeni bir amaç. Yeni yılı mutlaka tüm ailemle ve cinsiyeti yeni belli olmuş
çocuğumuzun görüntüleriyle birlikte karşılamak 29 Kasım 2001
14. hafta
Fetus, 7.5 ile 10 cm. arasında (yarım muz) kadardır. Her ikisi de farklı ve tek olan parmak izleri
oluşmuştur. Eğer karnınıza yumuşakça dokunacak olursanız, bebeğiniz bunu hisseder. Eğer bir kız
çocuğu sahibi olacaksanız, bebeğiniz bu haftada 2 milyon yumurta sahibidir. Bebeğiniz doğduğunda,
1 milyon yumurta sahibi olacaktır. Yaşı on yedi olduğunda ise sahip olacağı yumurta sayısı 200 bine
düşer. Sizin için artık sis perdesi kalkıyor. Birçok kadın için kabus olan hamileliğin erken dönem yan
etkileri, (çok idrara çıkmak, yorgunluk, mide bulantıları) ikinci dönemde kaybolmaya ya da
azalmaya başlar. Uterusunuz, dışarıdan bakanlara sizin hamile olduğunuzu söyletecek kadar
büyümüştür ama bu çok büyümüştür anlamına gelmez.
Rüyamda bebek dışarıdan bile seçilir haldeydi. Ersele, şunu şuradan alıp baksak, sevsek biraz olmaz
mı? dedim. Ersel olur, olur dedi. Bebeği yavaşça karnımdan çıkartıp ellerimin arasına aldım.
Küçüktü ama çok güzeldi. Bu oğlan dedim. Sonra daha çok küçük, en iyisi yerine koymak ama bu
nasıl olacak? demeye başladım. Esmer bir kadın kendisinin de başına aynı şeyin geldiğini, karnımı
biraz kremledikten sonra bebeği içine yerleştirebileceğimizi söyledi. Dediğini yaptık, sonra da
bebeği yavaşça karnımın sol tarafına koyduk. Hala onu görebiliyordum, bir akvaryum gibi...
Kasımın ve on dört haftanın sonu. Gelecek hafta içinde bebeğimizin saçları ve kaşları çıkmaya
başlayacak...
1 Aralık 2001
Benim kadar sabun, deodorant, şampuan, parfüm, krem, vücut jeli gibi mis kokululara düşkün birinin
üç aydır bunların bir tekine bile yan gözle bakmayışı ne tuhaf. Kabul etmek gerekir ki hamilelik bir
tuhaf olgu. Hayatınız boyunca yapmaktan zevk aldığınız şeyler bir işkenceye dönüşebiliyor. Yıllardır
bir tek günümü bu tip kokulardan birini kullanmadan geçirmemiş biri olarak uzun bir süredir
hiçbirine bakamıyorum bile. Gerçi üç ayın sona ermesiyle birlikte kokulara karşı hassasiyetim biraz
azaldı ama geçen gün denedim, o en sevdiğim parfüm bile ağır hacı misi gibi bir çağrışım yapıyor
bende.
2 Aralık 2001
Önceleri yalnızca hamile kadınlara yapılan önerilerle ilgileniyordum şimdilerde doğum sonrasıyla
ilgili şeyleri de okumaya başladım. Hamilelik sırasında ortaya çıkan bel ağrılarının (benimki henüz
başlamadı), doğum sonrası devam etmemesi için uyulması gereken on kural varmış (bu kurallar
nedense hep tam sayıdırlar). Amerikan Ortopedistler Akademisi yayın organına göre
1.Doğum sonrası annenin günde 10 dakika egzersiz ve yer hareketleri yaparak vücudun gerilmesini
sağlaması gerekiyor.
2.Anne doğumdan sonra 6 hafta içinde normal kilosuna dönmeli
3.Anne bebeğini kollarını uzatarak değil, göğse yakın bir mesafeden kucağına almalı, vücudunu
bükmemeli.
4.Çocuğu kucağa almak için dizleri kırarak eğilmeli. Çocuğun kucağa alınmasından önce karın
kaslarını gerip, bacak adalelerinden kuvvet almak önemli.
5.Önünde tepsi bulunan sandalyeden çocuğu alırken, tepsi çıkartılmalı.
6.Karyoladan alınırken yan koruma çıkartılmalı.
7.Bebek sırtta değil, önde bulunan bir çantada taşınmalı.
8.Kalçaya yük olacak şekilde bebek taşınmamalı.
9.Emzirme sırasında bebeğin üzerine eğilmemek gerekiyor. Bebeğin yüksek bir sandalyeden annenin
göğsüne yaslandırılması uygun (bunun nasıl yapılacağını anlayamadım).
10.Arabanın içine bebek dışarıdan uzanarak bırakılmamalı.
Bu arada istatistiki bir bilgi anneler 12 ay boyunca her gün en az 50 kez bebeklerini kaldırıyorlar.
Galip diyor ki Ne kadar şanslısın biliyor musun, her gün bebeğimizi yanında taşıyabiliyorsun. Onu
işe götürüyorsun, eve getiriyorsun, onunla birlikte geziyorsun, hatta onunla birlikte uyuyorsun...
3 Aralık 2001
Benim en çok merak ettiğim konulardan biriydi hamilelikte geçirilen hastalıkların bebeğe zararları,
Prof. Dr. Cihan Şen bu ve başka konulara açıklık getirmiş, diyor ki kızamıkçık hastalığına hamile
olan kişi bağışık değilse ve ilk üç ayda geçirirse, anne karnındaki bebekte ciddi sakatlıklar
görülebilirmiş.
Bu yüzden şimdilerde daha hamile olduğunuz tespit edildiği anda doktorlar birtakım hastalıklara
karşı bağışıklık sistemimizin ne durumda olduğuna bakıyorlar.
Cihan Şen şunları da söylüyor Daha alt enfeksiyonlar da var. İlk üç ayda annede enfeksiyon oluşursa,
plasenta kanalıyla bebeğe geçme şansı yüzde 25, ama şayet geçerse bebekte hasar yapma olasılığı
yüzde 75. Halbuki gebeliğin ortalarında geçme şansı daha yüksek ama bebeğe zarar verme şansı bu
dönemlerde daha az. Çünkü 22-24 haftadan sonra anne karnındaki bebek kendi bağışıklık ve
savunma mekanizmasını oluşturuyor. Dolayısıyla kendini koruyabiliyor. Cihan Şene göre anne
karnındaki bebeğin kontrolünün yapılması gereken zamanlar gebeyim dendiğinde hemen bir
ultrasonografi, 12. haftada bir ultrasonografi (binde 1 de olsa annenin down sendromlu bir bebek
doğurma olasılığı var), bebeğin eli ayağı düzgün mü diye bakılıyor, sonra 20 hafta civarında
ultrasonografi, daha sonra da 32 ve 38. haftalarda...
4 Aralık 2001
Perşembe günü karnımda sivilceye, isiliğe benzer şeyler belirmeye başladı. Geçer... dedim. Cuma
günü arttı herhalde benim de bir şeye alerjim var dedim... Doktoruma e-maille tarif ettim: kaşıntı
yok, isiliğe benziyor.
Başka sorular da sordum artık saçlarımı boyatabilir miyim, evet (artık kırmızı saçlarım var), büyük
tuvaletim kömür renginde, neden, şu sıralar kullandığın demir ağırlıklı vitaminden, problem yok...
Hamileliğin ileri safhalarında döküntüler olabilir ama bu safhada değil... Bacaklarında ve kollarında
olmaması da kullandığın kreme yönelik bir alerjiyi düşündürüyor, kremi bırak, bir iki gün sonra hala
geçmezse görüşelim...
Sonra boynumda, sırtımda, artarak. Ama benim canım cumartesi günü evden çıkmak istemediğinden
dermatologa gitmek veya doktorumu arayıp sivilcelerin arttığını söylemek çok zordu... Pazarı da
atlatıp pazartesi işe geldiğimde firma doktoru dermatologa gitmem gerektiğini söyleyince fırlayıp
gittim.
Pityriasis Rosea, gül hastalığı Bana ilerlemiş safhaların fotoğraflarını da gösterdi, yaralar...
Doktorum kendi de bir sınav zamanı bu hastalığı geçirmiş, aşırı stresten olduğunu söylerler diyor.
İnternetteki sağlık sitelerine göre 6 ila 12 hafta sürecek bir sıkıntılı hastalık bu. Neyse ki hamileliğe
hiçbir etkisi yok. Bir krem ki günde iki kere sürülecek, bir sabun ki yalnızca köpüğü vücuda
değdirilecek, havlu yerine eski bir çarşafa kurulanılacak, kot giyilmeyecek, tiftik gibi yünlerden,
yünlülerden, naylon giysilerden uzak durulacak. Kendime bir bebek gibi bakacağım...
Stresli değildim hastalıktan önce. Hastalığı öğrendikten sonra ise kesinlikle stresli. Moralim bozuldu,
gözlerim doldu, yine de annemle buluştuğumuzda ona anlatırken hiç önemsemiyormuş gibi
davrandım. Canım annem her hastalığımızda endişelendiğinden onu fazla üzmek istemediğimden.
Galipi aradım, gülüm benim... diyor, Erseli aradım, dikkat edersin olur diyor, Nurdanı aradım,
kafama takacağımı bildiğinden, üzülme, daha kötü bir şey olabilirdi, hamileliğini etkileyecek bir şey
örneğin... diyor.
Her zamanki koltuğuma kurulup akşam üstü dizimi bekliyorum yeşil battaniyemin altında. Galip
geliyor, ne olmuş benim canıma deyip, yanağımı, saçımı okşadığında ağlamaya başlıyorum. Neye
sıkıldın diyor, hiç bir şeye... Karnımı okşuyor, yoksa ikinizin benden gizlediği bir sırrınız mı var
diyor, hayır diyorum burnumu çekerek. Öylece durup biraz ağlamak iyi geliyor sanki bak diyor
Galip, dizin başladı. Gülümsüyorum.
Bugün birlikteliğimizin ikinci yılı. Ne yapalım diye soruyor kocam kebap yiyelim diyorum, bir de
sinemaya gidelim.
Doktoruma göre tıp literatüründe iki ay süren bir deri hastalığı yok. Dolayısıyla benimki de bir kaç
gün sonra geçecek... Ama sen yine de dermatologun verdiği kremi kullan.
Olur. Peki. Bir tek gül hastalığım eksikti...
6 Aralık 2001
15. hafta
Bebeğiniz 10 ile 12 cm. arasında 75 grama ulaşmıştır. Artık vücudu başından daha hızlı
büyümektedir. Bu hafta da bebeğinizin teni, lanugo adı verilen bir tüy ile kaplanır. Bu tüyler
genellikle doğumdan önce kaybolur. Ancak, doğumdan önce kaybolmazsa, doğumdan sonra mutlaka
dökülür. Şu andan itibaren bebeğiniz kavrayabilir, suratını ekşitebilir, kaşlarını çatabilir, hatta baş
parmağını emebilir. Araştırmacılar bu gelişmelerin beyindeki iletişimin olumlu geliştiğinin kanıtı
olarak kabul eder.
Eğer hala üçlü testi, (bir çeşit kan testidir) yaptırmadıysanız, bu haftada yaptırmak isteyebilirsiniz.
Bu test size bebeğiniz ile ilgili daha fazla bilgi, down sendromu olup olmadığı veya diğer doğum
kusurları, noksanlıkları olup olmadığını ortaya çıkarır. Ayrıca eğer, 35 yaş üzerinde bir anne adayı
iseniz, ya da daha önceki doğumlarınızda yukarıda bahsedilen sorunlardan birini yaşamış iseniz,
doktorunuz sizden amniyosentez yaptırmanızı bekleyecektir.
İnsan o ense kalınlığı ölçümü sırasında delirecek gibi oluyor. Herhangi bir defektin bulunması
olasılığı o çok kısa ama saatler boyuymuş gibi süren zamanda, bir hastanenin o karanlık odasında
ruhunun dalgalanmalarına, kalbinin hızla çarpmasına engel olamıyor. Sonra doktor binlerce kez
başka başka anne adaylarına ve eşlerine söylediği sözcükleri yineliyor evet, ölçüm iyi. O sıra benim
burnuma bir okyanus kokusu geliyor. Huzur Down sendromu gibi kromozom anomalilileri olan veya
kalp gibi bazı organlarında fonksiyonel bozukluğu olan fetuslarda ense bölgesinde cilt altında sıvı
birikimi (ödem) olur... Genel olarak üç milimetrenin altı normal kabul edilir. Ense kalınlığı arttıkça
özellikle down sendromu açısından risk artışı mevcuttur.
11 Aralık 2002
Pityriasis Rosea Blues diye site yapan bir müzisyen var. Hastalığı geçirdiği sırada başından
geçenleri, nasıl hissettiğini yazmış. 24 yaşında hastalığı geçirdiğinden, onu en çok katıldığı partilerin
ardından kız arkadaşları karşısında nasıl tişörtünü çıkaracağı düşündürmüş.
Bu hastalık 10 ila 35 yaş arasında yaşanıyor, 35 yaşından sonra geçirmek küçük bir olasılık. Virütik
bir olaydan kaynaklanmadığı ama neyin sebep olduğunun bilinmediği söyleniyor. Her ne kadar
ilerlemiş halindeki görüntü büyük yaralara benzer bir hal alsa da iz kalmıyor gerçi çok koyu
tenlilerde az daha olsa, belli belirsiz görünme ihtimali varmış, önce karında ve sırtta başlıyor, sonra
boyuna ve kollara sıçrıyor, aynen bana da şu anda olduğu gibi. Boynumdaki izlerle sivrisinekler
tarafından ısırılmış aciz bebeklere benziyorum.
Bugün Özgüre anlatıyordum hastalığı, telefonda gülmekten kırıldık. Özgür, Hayatımda duyduğum en
saçma hastalık bu. Tedavisi olmayan, niye olduğu belli olmayan bir hastalığa ben hastalık demem
diyor.
Beni bu kadar sıkan bu hastalık değil de, bunu hamilelikle birlikte geçiriyor olmam. Zaten sabırsız
bir insanım (yedi ayda fırlamam yüzünden mi acaba?), hamileliğimin haftalarını bir bir, tek tek
sayıyorum, birde başıma gül hastalığı haftalarını sayma işi eklendi.
Ayda Atanın bütün yemekleri dilinin altına sakladığının ve sonra da hepsini kustuğunu söylüyor.
Emir de parmaklarını bütün prizlere sokuyormuş. Ne çabuk büyüyorlar.
Benim solaklığımı ultrasona bağlamak teknik imkansızlıklar yüzünden olası olmasa da, son
araştırmalar ultrasonun solak yaptığını iddia ediyor. İngiliz bilim adamlarının yaptığı bir araştırmada,
hamileliğinde ultrasona giren annelerin çocuklarının beyninin etkilendiğine dair bulgular elde
edilmiş ve çocukların çoğunun solak olduğu saptanmış. Ayrıca söz konusu çocukların epilepsiden
öğrenme zorluğuna kadar bir çok risk altında oldukları da söyleniyor. Bu arada solaklar için ilginç
bir bilgi annesi ve babası sağlak olanların normal şartlarda solak olma olasılıkları yalnızca yüzde 9.
Yapılan araştırmalara göre solak insanların sayısı ultrasonun kullanılmaya başlandığı 1975 yılından
sonra artış göstermiş. Ultrason bebeklerinde solaklık oranı kontrol grubuna göre yüzde 32 fazlaymış.
Elbette bu araştırma başka araştırmalarla desteklenmediğinden ultrasonun hala güvenli olarak
kullanılması gerektiğinden söz ediliyor.
İki gün sonra 16. haftaya gireceğiz ve de çok yakında bebeğimizin cinsiyetini öğreneceğiz. Geçen
gün izlediğim bir filmdeki kadın bebeğinin cinsiyetini doğum anına kadar kesinlikle
öğrenmeyeceğinden söz ediyordu, ona göre dokuz aylık büyük bir fedakarlıktan sonra alınacak bir
ödüldü cinsiyeti doğum anında öğrenmek. Benimse bu ödüle hemen, şimdi ihtiyacım var.
Nedense herkes oğlan diyor, bense artık onlara ayak uydurdum, herhalde oğlan olacak diyorum.
Neyse öğrenmek için iki haftadan az zamanımız kaldı.
Ömür gibi Ayda da elimde bebeğin için o kadar güzel şeyler var ki şaşarsın diyor. Büyük bir
heyecanla alınan bütün o cicili bicili giysiler, oyuncaklar birden bire geçmişte kalıveriyorlar. İkisi de
seferber olmuşlar, Ata ve Edanın eşyalarını bana ulaştırıyorlar.
Benim de şimdiki hayalim bu kadar mis kokulu bebek eşyasını güzel bir bebek dolabına
yerleştirmek. Bu arada, elbette daha önce hiç ilgilenmediğimizden güzel bir bebek dolabı nerede
bulunur bilemiyoruz. Klasik, pembe, mavi plastik boyalı bir şey değil. Ne aradığımızı bilmiyoruz
ama bu tip bir dolabı aramadığımız kesin. Açıkçası benim istediğim bol çekmeceli, sevimli bir şey
yalnızca. İnternete girin, bebek odası veya bebek dolabı diye aramaya kalkın, bulacağınız şey bir hiç
Hepsi birbirine benzeyen tek tük, ruhsuz şeyler.
13 Aralık 2001
16. hafta
Siz, ne zaman olduğunu fark etmemiş olabilirsiniz. Ancak, bebeğiniz hıçkırmaya başladı. Bunun
nedeni, bebeğinizin nefes almaya başlamasıdır. Hıçkırırken ses çıkmaz, nedeni, trakenin (nefes
borusu) hava yerine su ile dolu olmasıdır. Siz, 2 ile 3.5 kilo almanıza rağmen, bebeğiniz 16. haftada
sadece 110-150 gr. arasında olmaktadır. Boyu da yaklaşık olarak 11 ile 12cm. arasındadır. Artık
bacaklar, kollardan daha hızlı büyümeye başlar. Tırnaklarının gelişimi tamamlanmış ve bütün
uzuvlarını oynatabilecek kadar gelişmiştir. Bu haftadan itibaren ultrason yardımı ile bebeğinizin
cinsiyetini öğrenebilirsiniz. Çünkü bebeğinizin genitali, (cinsel organı) artık dışarıdan bakıldığında
farkedilecek kadar gelişmiştir. Artık kız mı erkek mi diye ayrılabilir. Hiçbir şey bebeğinizin ilk
hareketini hissettiğiniz an kadar etkili olamaz. Kendinizi gerçekten anne adayı olarak görmeniz, bu
hareketin olacağı 16 ile 20. haftalar arasında olmaktadır. Eğer daha önce anne olduysanız, bunu daha
önce hissedebilirsiniz. Bu hissettikleriniz, bebeğinizin içeride yaptığı taklalardır.
Önemli notBebeğinizin ilk hareketini not alın ve bunun ne zaman olduğunu doktorunuzu ilk
ziyaretinizde ona söyleyin.
Bu da 16. hafta Kan volümünüzün artmasına bağlı olarak bazı yeni şikayetleriniz olabilir. Ara ara
burun kanaması da bunlardan biridir. Kalbiniz daha çok çalışacak, nabız sayınız % 15-20 artacaktır.
Rahmi tutan bağların gerilmesine bağı karın bölgesinde ağrı hissedilmesi normaldir. Bebeğinizle
ilgili ayrıntılı ultrasonografik anomali taraması da bu haftalarda başlar. Bebeğinizin kemik ve kasları
iyice güçlendi, hareketleri daha kuvvetli, artık bebeğinizin bacakları kollarından daha uzun. Yaklaşık
200 gram ağırlığa ulaştı.
14 Aralık 2001
Bana hamilelikle ilgili bir sorununuzdan söz edin, ben de yanıt vereyim. Allame oldum artık. Dün de
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler (Epsilon Yayınevi, Arlene Eisenberg, Heidi E. Murkoff,
Sandee E. Heathaway) isimli kitaba göz atıyordum baktım neredeyse her şeyi biliyorum artık, ben de
bir kaç önemli bulduğum noktayı not aldım, buraya alıntılamak için. Alkolü bedenden atmak için
gereken süre bebekte annenin iki katı olduğundan, anne hafif çakırkeyifken bebek sarhoştur.
Farkında olmasanız da gebe bir kadın olarak bedeniniz, dinlenme anında bile, bir dağa tırmanan
normal bir bedenden daha fazla çalışmaktadır.
Bu bana çok ilginç geldi Bazı kadınlar kil, toprak, ya da çamura aşerebilirler. Bu tabloya pika denir.
Çoğunlukla demir eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkar. Hekiminize hemen haber vermelisiniz.
Bu aralar beni en çok sıkan şey burun tıkanıklığı. Aydanın Ata doğduğunda onu kitap gibi çocuk
olarak betimlemesi gibi benim hamileliğim de kitap gibi ilerlemekte. Tam bu sıralarda (16. hafta
gibi) burun tıkanıklığı ve kanaması yaşamak normal karşılanıyor çünkü. Burun kanaması ve
tıkanıklığı gebelik sırasında artan östrojen ve progesteron hormonlarının burnun iç dokusuna kan
akımını artırarak, yumuşama ve şişmeye yol açmasına bağlı olabilir. Aynı olay doğuma hazırlık için
rahminizde de gerçekleşir. Gebelik ilerledikçe burun tıkanıklığı artar.
Doktorum bana çocukların kullandığı burun damlasından önerdi ancak pek faydalı olmuyor bu
damlalar. Bir de her zaman kullandığım burun damlasını ara sıra kullanabileceğimi söyledi
ki, bu sevindirici oldu benim için. İnsanı uyutmayan en önemli etkenlerden biri tamamen tıkanmış
bir burun...
Ben bebeğin ilk hareketlerini uzun zaman önce hissettiğimi biliyorum çünkü pır pır eden bir şey
vardı, bazen de gurultuya benzeyen. Hamile kadınlar bebeğin ilk hareketlerini şöyle tanımlıyorlarmış
kitaba göre En çok tekrarlanan tanımlar, karında bir kanat çırpma hareketi, karnımda bir kelebek gibi
şeklindedir. Daha erken bebek hareketleri de çarpma veya dirsek atma, seğirme, guruldama, birisini
karna vurması, kabarcık patlaması, kıvranma çok güzel bir parkta tepe taklak yürümeye başlama gibi
tanımlanır. İlk bebek hareketi genellikle yanlış bir şekilde açlık ve gaz ağrısı zannedilir.
Benim hamileliğimin kitap gibi oluşuna bir örnek de bu ilk yanlış sanmalar... Öyle uzun bir süre
açlık sandım ki bebeğin hareketlerini, yemek yememe karşın hala karnımın aç olmasına hayret
ediyordum.
Tabi bunlar hala gerçek tekmelemeler değil. İnsana birer varsayımmışlar duygusu veriyorlar, şöyle
güm diye bir vuruş olunca inanacağım sanki. O günler de çok yakında...
Dün Galip kendine kot alacağından söz ediyordu, ben de neden? dedim, E hepsini sen giyiyorsun,
bana hiç kalmadı da ondan dedi. Bir düşündüm ki, onun bütün kotlarını almış, kendi dolabıma
kaldırmış vaziyetteyim. Kitapta şunu okuyunca güldüm Gebe bir kadının en iyi arkadaşı kocasının
dolabıdır. Önceden sormak koşuluyla onun büyük gömleklerini, pantolonlarını alabilirsiniz.
Ben sormuyorum ama pantolon ve gömlekle sınırlı kaldığım da söylenmez. Galipin atletlerini,
çoraplarını, kazaklarını da giyiyorum... Sanırım giymediğim bir tek külotları kaldı...
Son olarak önemli bir bilgi Gelişimleri normal olan bebekler 6-7. aydan itibaren işitmeye başlarlar.
Bebeğiniz eşinizle veya başkasıyla konuştuğunuz zaman sizi duyar ve gittikçe sizin sesinize alışır.
Bir çok yeni doğan bebeğin anne babanın sesini tanımasının nedeni budur.
İşte bu yüzden bebeğimizle konuşuyoruz biz de.
19 Aralık 2001
Koca bir bayram tatili son erdi. Yeni bir alışkanlık edindim akşam üstleri uyuyorum. Uykularımın
birinde Galip beni uyandırmaya kocaman bir sürprizle geldi. Kucağında Emir vardı Emirin ne
kadarda büyüdüğünü işte o an bir kez daha fark ettim. O kadar çok büyümüştü ki, anne ve babası
olmadan bize gelebiliyordu. Onu yatağın üstüne bıraktı Galip usulca o da sessizce durup etrafı
gözlemeye başladı. Ben giyiniyordum, Galip de ona göz kulak oluyordu. Bir an için odadan dışarı
çıktığındaysa Emirin dudakları büzüldü, ağlama pozisyonunu alıyordu ki, Galipin odadan içeri
girişini görmesiyle birlikte vazgeçti. Hande ile Halukun dediğine göre Emirin en fazla yakınlık
gösterdiği kişi Galip. Büyük olasılıkla bebekler onları çok sevenleri diğerlerinden ayırt edebiliyorlar.
Bu arada hem iş yerimde, hem de evdeki bilgisayarda yazdıklarımı saklamanın faydası evdeki
bilgisayarı South Park oyunu indireyim derken çökerttim. Bayram tatilinin en büyük yoksunluğu
bilgisayar oldu böylece. Biz de kendimizi televizyona vurduk. Bir de güzelim karda yürüyüş yaptık
ve elbette bir de kardan adam.
Kullandığım krem değil ama banyo yaparken köpüklerini vücuduma sürdüğüm sabun gül hastalığımı
iyileştirdi. Artık tek tük noktalar var vücudumda, nasıl mutluyum. Öngörülen zamandan daha kısa
sürmesi de cabası.
Haluk üstünde Supermanin amblemi olan salopetini, Hande de önü kesilip yumuşak bir parça kumaş
konmuş kotunu hamileliğim süresince kullanmam için verdiler. Salopet çok rahat
elbette ama bu kot bir tasarım harikası. Bel kısmına bir lastik geçirilmiş, lastikte belli aralıklarla
düğmenin geçebileceği delikler var. İki taraftan da ayarlanabilen bu lastik sayesinde, hamileliğin
durumuna göre kot genişliyor. İnsan böylelikle kenedine uygun bir kotu giymeyi hamileliği boyunca
sürdürebiliyor. Elbette yalnızca hamilelerin değil, şişman insanların da yararlanabileceği harika bir
sistem bu. Kim bilir, belki de hep böyle pantolonlar vardı da ben bilmiyordum. Bir de geçenlerde bir
hamilelik elbisesi aldık Galiple, beli arkadan büzülüp genişletilebilen bir şey, eve gelip giyince
kendimi bir tuhaf hissettim. İnsan hamile olduğunu bilse bile ayna karşısındaki görünüşüne o kadar
da kolay ısınamıyor.
Kilom 65.3, bu demektir ki son bir ayda bir kilo almışım. Tam da istediğim gibi ilerliyor şimdilik,
ben değil, yalnızca bebek kilo alıyor.
Bebeğin kamımdaki hareketi çok belirgin olmasa da hissediliyor, Galip de uzun süre elini karnımda
tutuyor akşamları, çoğunlukla o da farkına varıyor hareketlerin.
Bebeğin cinsiyetini öğrenmeye beş gün kaldı, nasıl da heyecanlıyız bu konuda. O kadar çok merak
ediyoruz ki cinsiyetini, o kadar olur.
Bebek on altıncı haftanın sonunda 17 santimetre boyuna ulaşıyor milimetrelerle ifade edilen bir
canlının bu kadar büyümesi hayatın gerçek bir mucizesi.
Nurdan dün gece kendini hamile olarak görmüş ancak karnı benim karnım, hamilelik de benim
hamileliğimmiş, karnımda gül hastalığının sivilceleri varmış. Öyle korkmuş ki uyanır uyanmaz gidip
aynada kendine bakmış, hamile olmadığına çok sevinmiş.
20 Aralık 2001
17. haftada bebek 12.5cm uzunluğunda (başın tepesinden kalçaya kadar) 162gr. ağırlığındadır,
şimdi yaklaşık bir avokado büyüklüğündedir. Dolaşım sistemi ve üriner tractus oluşmuştur ve
fonksiyon görmektedir. Bebeğin akciğerleri amniotik sıvıyı inhale eder (nefes alır) ve ekshale eder
(nefes verir).
Bebek bir miktar şişmanlamaya başlamıştır. (Muhtemelen en azından 270gr) belki de 4-5 kg kadar
almışsınızdır. Henüz çalışma arkadaşlarınıza haber vermemişseniz, muhtemelen bunu yapmanın
zamanıdır.
21 Aralık 2001
Dün Özlemle konuşuyorduk herkes ona mutlaka kızın olacak deyince o da kendini bir kız çocuğa
öylesine şartlamış ki doktor iki hafta önce ultrason görüntülerine bakıp da bir oğlunuz olacak
dediğinde, emin misiniz, lütfen bir daha bakar mısınız? demiş. Ben de bunu anlamıyorum, insanlar
ne zamandan beri konu hamilelik olduğunda içgüdülerine bu kadar çok güveniyorlar? Herhalde
doğru tahmin olasılıkları yüzde 50 olduğundan. Biz geçen yıl aynı konu üzerine Handenin
hamileliğinde bir bahse girip kaybetmiştik Galiple, Emir bir erkek çocuk çünkü. Böylelikle iddiamız
sonucu mükellef bir sofra hazırlamakla yükümlüydük bebek doğunca, kuş sütü eksik olmayacak diye
anlaşmıştık, Emir doğalı neredeyse bir yıl olmak üzere, hala sözünü edilen sofrayı hazırlamış değiliz,
ne ayıp bize.
Geçtiğimiz gün Haluka, Bari sen de şimdi bizimki için tahminde bulun dedim, o da bana Valla
iddiayı kazanınca sonunda bir şey olmuyor dedi gülerek. Ben de Belki durumu iki yemeğe
çıkartırsın, tahminin ne? diye sordum, herkes gibi o da erkek dedi. Şimdilik Galip ve ben, bir de
abim dışında kız diyen hiç kimse yok...
Özlemi bir kaç hafta geriden izlediğim için bana üçlü tarama testinden de söz etti, büyük olasılıkla
bu gidişimde benden de kan örneği alınacak ve bu test yapılacak. üçlü tarama testi ile ilgili hayli
detaylı bir bilgi var doktora gitmeden önce bilgi sahibi olmakta fayda var.
Bu test en doğru sonucu 16 ila 18. haftalar arasında veriyormuş, yapılış amacı özellikle down
sendromu diye adlandırılan hastalığa sahip olan bebeklerin anne karnında saptanmasına yönelik.
Kanda AFG, hCG ve UE3 hormonları ölçülüyor. Bu test down sendromlu bebeklerin yüzde 60-
70inin saptanmasına yardımcı oluyor.
Testin sonucunda kanda yüksek risk saptanırsa amniyosenteze başvuruluyor. Yani bebeğin
bulunduğu sıvıdan veya göbek kordonundan kan örneği alınıyor ve kromozom analizi yapılıyor.
Yüksek risk saptanan yaklaşık yüz anne adayından yalnız birinin down sendromlu bebek dünyaya
getirdiğini de eklemeli.
Down sendromu kromozom sayısı sorunu olarak adlandırılabiliyor. Sağlıklı insanda 46 kromozom
varken, down sendromlu bir insanda 47 kromozom var. Genetik olarak geçmiyor. Annenin yaşı etkili
oluyor. Canlı doğumlardaki sıklığı 1 / 850. Bu sıklık 20li yaşlarda 1 /1500 iken 45 yaşında 1 /28e
kadar çıkıyor.
Hafta hafta gebeliği anlatan internet siteleri var ancak tanımlar diğerlerinden biraz farklı. 17. hafta ile
ilgili değişimler şunlar Rahminizi göbeğinizin 1-2 parmak altında hissedebilirsiniz. Bebeğiniz hızla
büyümekte ve buna bağlı olarak belirginleşmektedir. Gebelik öncesine göre 3-5 kilo almış
olmalısınız. (Evet, ben tam 5 kilo almış vaziyetteyim). Bazı gebeler bu dönemde bebek hareketlerin
hissedebilirlerse de çoğunluk için biraz daha beklemek gerekecek. Bu periyotta bebek cilt altında yağ
depolamaya başlar, kalbi günde yaklaşık 30 litre kan depolamaktadır. Emme ve yutma refleksi bu
haftada başlar.
27 Aralık 2001
18. hafta, şimdiye kadar hep gebeymişsiniz gibi, hissetmenize rağmen, bu haftada yaklaşık yolun
yarısındasınız. Şimdi bebeğiniz 13.75cm uzunluğunda ve 196gr ağırlığındadır. İskeleti daha çok
lastiksi kıkırdak olup, daha sonra sertleşecektir.
Şimdiye kadar amniosentez testi yaptırmamışsanız ve yaptırmaya ihtiyacınız varsa, en uygun
zamandır. Testin hoş bir tarafı (muhtemelen tek hoş tarafı) ultrason kullanıldığından bebeğinize ilk
bakışı sağlayabilmesidir.
2 Ocak 2002
Yeni yıla girdik. Aklımızda tüm gece bebeğimizin gelecek yıl bu zamanlarda yanımızda olacağı,
emekleyeceği, artık üç kişi olacağımız.. Gece Haluklardaydık. Emir Handenin ona yılbaşı armağanı
olarak aldığı patiklerinin ponponlarını ağzına sokuyor, yılbaşı ağacının süslerini koparmak için
büyük bir çaba harcıyordu. Ebru, Oral ve Ezgi diğer konuklardı. Ezgi her zamaki gibi sakin sofrada
bizimle oturdu, sonra boyama kitabıyla oynadı. Hamile kaldığımdan beri hiç içki içmemiştim,
kendime iki kadeh şarap içme opsiyonu tanımıştım. Onu bile zor içtim sanırım insan hamileyken
beyninde bir mekanizma bebeğe zarar verecek şeylerden anneyi uzak tutmak için çalışıyor.
Elvine 31 Aralık günü Galiple saç fırçası, tarağı, bere ve çorap aldık. Yanımızda değildi, hediyelerini
şimdilik görmesi olanaksızdı ama yine de bu onun ilk yeni yılı ne de olsa. Haluk ve Hande de patik,
çorap almışlar.
Bebeğimizin cinsiyetini öğrendiğimiz gün 24 Aralıktı. Günler sayıldı, çizildi, beklendi. İş yerindeki
son tahminler bir oğlan bebekti, biz ise hala kız bebekte ısrarlıydık. 17.30daki randevumuza kamera
ve VHS kasetle gittik. Doktorumuz önce, Siz bir yazarm işsin iz, ben
yeni öğrendim dedi, sonra her zamanki gibi şikayetlerimi sordu. Ben de ona laf arasında bir
hamilelik günlüğü yazdığımdan söz ettim ve işte şikayetlerim gece çok tuvalete kalkıyorum,
uyandığımda tabanlarım ağrıyor, sonra geçiyor...
Başka? Başka yok.. Zaten bunları da bu soruyu soracağınızı bildiğimiz için bulduk...
-Tuvalete kaç kere gidiyorsun gece boyunca?
- 7-8 defa
-Aslında bu bir sorunun habercisi olabilir, yanma, tuvaletini zor yapma, yapmış olduğun halde hala
tuvaletin varmış gibi hissetme...
-Hayır. Her şey normal, ben sadece akşam boyunca litrelerce su içtiğim için tuvalete gidiyorum.
-Geri döndüğünde uyuyabiliyorsan, sorun yok o zaman.
Mide yanması? Hayır. İlacın yan etkisi olan mide bulantısı? Yok.. Burun tıkanıklığı var, o kadar.
Bir jinekologun en çok tercih edeceği türden bir hastaymışım.
Oturup ona teşekkür ediyorum. Oysa bir süre sonra onun açlıktan başı dönüyor, gözleri kararıyor,
neyse ki o da kendine bir yer bulabiliyor sonraları. Rakamlar öyle yavaş ilerliyor ki, elimde tuttuğum
muayene kağıdını çantama kaldırıyorum, 283, 283...
Yanımda oturan orta yaşlı kadın elindeki kağıdı gösteriyor, Benim sırama daha çok var mı, rakamları
okumayı bilmiyorum da.... Bakıyorum, 232, daha 80 kişi var diyorum, ben size sıranız gelince haber
veririm. Mavi gözleri dijital rakamlara tedirgin bakmaktan kurtulup ışıldamaya başlıyor.
Sıra geldiğinde odanın birine giriyorum, yüksek bir koltuk ve bir de laboratuar malzemeleri var
odada. Sabahtan beri bütün çalışanlara söylediğim şeyi söylüyorum iyi çalışmalar... Kime söylesem
şöyle bir kafasını kaldırıyor, İngiltere okul yıllarımdan gelen sevdiğim bir alışkanlığım her şeye,
herkese teşekkür etmek ve iyi çalışmalar dilemek. İngilterede belediye otobüsünden inerken şoföre
teşekkür etmeyen bir tek yolcuya rastlanmaz. Kan almak otuz saniye sürüyor, pamuğu koluma
nedense yeterince bastırmıyorum, odadan çıktığımda kolumdan kanlar süzülüyor.
İşe gitmeye hazır değilim, açım, yorgunum, sıkıldım, mutsuzum... İki hamburgeri iki dakikada
mideme indirip yola çıkıyorum...
Test sonuçlarını ben almadım ama doktorum onları görmek ve yeni randevu gününü belirlemek
istediğini söylemişti son kontrolde. Benimse şehrin dışındaki hastaneye bir kez daha gitmeyi canım
istemiyor. Sonuçlar parlak bebeğimizin down sendromu riski yok. Galipi arıyorum Acaba diyorum,
doktoru arasam ve otuz kilometre yol kat edeceğime size sonuçları fakslasam olmaz mı desem...
Bence bir dene diyor Galip. Doktor arayınca hayrola Ece diyor, hiç alışık değil aramama, tam 30
kilometre yol kat edeceğime... diyorum, sözümü bitirmeden hemen faksla diyor... Delice sevinmiş
bir şekilde fakslıyorum sonuçları, o beni arıyor, her şey harika, 30 Ocakta görüşürüz... Hemen
takvime bakıyorum bebek o zaman 23 haftalık olacak. Bugünlerde 280 gram ve 22 santimetre, hala
inanılmaz geliyor. Sanırım insan karnında bir bebek olduğuna, tekmelerde ve nihayetinde
doğurduğunda tam anlamıyla inanıyor.
Bebek mobilyalarına göz attık geçen gün şöyle bir, hayalim ne bilmiyorum ama gördüklerim beni
ikna edemedi. Canlı kırmızılar, yeşiller, lacivertler vardı, bense pastel tonları arıyordum
galiba. Düşünüp taşınıp çalışma odamızı bebek odası, misafir odamızı da çalışma ve misafir odası
haline dönüştürmeye karar verdik.
Hamilelik rahat, sorunsuz geçiyor. Çevremden duyduğum hayli zorlu geçen hamilelikler de var
sabaha kadar mide bulantısından uyuyamayanlar, tüm kustuklarını çıkarıp hastanede yatmak zorunda
kalanlar, hamilelikleri boyunca yatmak zorunda olanlar... Benim durumumsa gayet iyi, bazen hamile
olduğumu unuttuğum anlar bile oluyor.
Bir keresinde biri bana hamileliğin dokuz ay boyunca süren bir hastalıktan başka bir şey olmadığını
söylemişti. Bence tam yerinde ve zamanında sona eren bir şey hamilelik, daha kısa olsa pek
zahmetsiz olurdu, daha uzun olsaydı da hayli can sıkıcı.
Beni en çok etkileyen, dolabımdan herhangi bir şeyi çekip giyememek. Hayatım boyunca giydiğim
her şeyin içine girebildikten sonra şimdiki halime alışmak beni çok zorluyor. Sabahları bir kaç
alternatifime isteksizce göz atıyorum iki salopet, biri Galipin, biri Halukun (Superman amblemli).
Bir gri kaşe pantolon ve bir siyah etek (annemin diktiği), işte hepsi bu. Kış olması nedeniyle de aynı
sıkıcı kazaklar. Hep hamileliğim sona erince giyebileceğim şeyleri düşünüp duruyorum, bu fikir beni
mutlu ediyor, işte o zamanlarda ayların bir an önce geçip bebeğimi kucağıma alacağım anı
beklemeye başlıyorum.
Dün akşam üç portakalın ardından, şokella kavanozuna batırdığım bir muzu, hemen ardından
karamelli bir dondurmayı, sonra da bisküvi ve cevizli bir poğaçayı mideyi indirince Galiple güldük
uzun süredir böylesi bir karışık beslenme durumu içine girmemiştim.
3 Ocak 2002
19. hafta 18-22 haftalar arasında fetal büyüme ve gelişmeyi değerlendirmek, bazı defektleri
araştırmak, plasenta ve göbek kordonunu kontrol etmek ve gestasyonel yaşın doğru olup olmadığını
saptamak için sıklıkla bir gebelik ortası ultrasonu yapılır.
Bu inceleme sırasında, bebeğinizin tekmelediğini, gevşediğini,uzandığını, yuvarlandığını veya hatta
baş parmağını emdiğini görebilirsiniz (eşinizin saklamak isteyeceği görüntüler olabilir). Bebeğinizin
genitalleri ortaya çıkaran bir pozisyondaysa, bilmekte istiyorsanız.bebeğinizin cinsiyeti saptanabilir.
Dişiyse bebeğin vajinası, uterusu ve fallopian tüplerinin tümü oluşmuştur.
5 Ocak 2002
Nihayet çocuk doğunca annelerin saçlarına taktığı kırmızı kurdelenin ne anlama geldiğini öğrendim
Loğusa döneminde anne ve çocuk için en büyük tehlikenin albastı olduğuna inanılır ve bunu
önlemek için annenin üstünde kırmızı bir şey bulundurulur, loğusa şerbeti içirilirve başına kırmızı
kurdele takılırmış...
6 Ocak 2002
Aşermek sözcüğünden oldum olası nefret ederim belki de bu yüzden yalnızca bazı şeyleri bazı
zamanlarda canımın istediğinden söz ediyorum. Bir aralar her gün kebap yemek isterken, sonra
hamburger canavarına dönüştüm. Sonra tavuk istedim, o da bitince pastırma, sonra da köfte.
Böylelikle hamileyken et ve et ürünleri isteyen biri olduğumun farkına vardım. Elbette canım ara sıra
bambaşka şeyler de istemiyor değil genellikle kim hangi yemekten söz ediyorsa o cazip geliyor o an
ve Galip de o anlarda bana istediğim şeyi hemen gidip almayı öneriyor, soğuk demeden, kış
demeden, gece demeden. Ama kıyamam ki şimdiye dek gitmesini hiç istemedim. Ama eğer şimdiye
dek gideyim mi? diye bana hiç sormamış olsaydı, işte o zaman gidip ne istiyorsam mutlaka almasını
isteyen bir hamile kadın olabilirdim ben de . Nihayetinde ben de bir kadınım ve kadınlar böyle işte..
Tanıdığım biri karısının güllaç istediğini ve hiç de mevsimi olmadığını söylüyor. O da gidip bir
pastaneye özel olarak yaptırmış. Bir başkası bu mevsimde bulunmayan meyve ne ise onu istiyor Bazı
kadınlar bence hamile olduklarında her zamankinden daha fazla ilgiyi hak ettiklerini
düşündüklerinden ve her dediklerinin hayatlarında bir kez da olsa yapılacağına inandıklarından
hamileliklerini sonuna kadar kullanıyorlar. Onu yap, bunu yap, yastık getir, masaj yap Kaç tane
erkek karısının hamileliği dışında her dediğini gerçekleştiriyor?
7 Ocak 2002
Meteoroloji, Sibirya soğuklarından söz edince gülümsemiştim. Gerçekmiş Biz eskiden
meteorolojinin dediklerine itibar etmezdik oysa meteoroloji bir iki yıldır hiç yanılmıyor ama bizim
zedelenmiş inancımız bir türlü tamir olmadığından emin olmakta güçlük çekiyoruz. Soğuk, kar, kış,
Sibirya soğuğu derken kendimizi kalın giysiler içinde, zincir takıp çıkarırken, kombinin ısısını
yükseltirken, kartopu oynarken bulduk. Soğuk hava insanı çoğunlukla eve mahkum ediyor evet, ama
aynı zamanda evde yapılacak işler listesini hayata geçirmeyi akla getiriyor. Düzenlenmesi gereken
kitaplıklar, çalışma odaları, atılması gereken kağıtlar, Elvin için her hamilelik haftasında hazırlamayı
planladığım o haftaki ruh halimi gösteren kartpostallar, koskoca binlik bir puzzle, şöyle bir göz
atsam dediğim yıllar öncesinden kalma mektuplar ve günlükler, dizilmesi, sıralanması gereken
fotoğraflar var. Biliyorum, başkalarının evde yapılması gereken işler listesi ile benimki pek birbirini
tutmuyor. Tabii ara sıra ben de kendimi çorap çekmecesini düzenlerken, mutfak raflarını silerken
buluyorum hoşuma da gitmiyor değil ev işleri kimi zaman. Ama tümcede altı çizilmesi gereken
sözcükler kimi ve zaman.
Elvin için kartpostal hazırlamaya başladığımda 13. haftadaydım, renkli keçeli kalemlerimle bir karın,
içine de bebeği resmetmiş, o hafta yaptığımız iki günlük Antalya yolculuğundan, denizden, güneşten
söz etmiştim. 14. haftada başka bir resim çizdim ve sonra kartpostal maceram bitti Böyleyim işte,
anneme çekmişim, bir sürü ruh besleme taktiğim var, hangisini yapacağımı şaşırıyor, genellikle
hepsini yarıda bırakıyorum. Belki Elvin günün birinde üstünde 13 ve 14. hafta yazan kartlara
gülümseyerek bakacak ve bu yarım kalmış projeyi kendi çocuğuna mutlaka uygulayacağına dair
kendisine söz verecektir, ama kim bilebilir, belki o da anneannesi ve annesi gibi bir kaç haftadan
öteye gidemeyecek ya da kötümser bir tahminle o kartlar hiç mi hiç ilgisini çekmeyecek.
8 Ocak 2002
Tam bebek mobilyalarına bakmaya başlamıştık ki, kar bizi teslim aldı. Bir yerde tam da istediğim
gibi mobilyalarla karşılaştım hem eskitilmiş bir ahşaptan yapılmıştı, hem de oldukça
fonksiyoneldiler
Bebeğin altını değiştirmek için yatağın uç kısmına ek bir bölüm yapıyorlar, böylelikle iki büklüm
olmadan rahatça bebekle ilgilenebiliyor ebeveynler. Bu işe yarar bölümün alt tarafı çekmecelerden
oluşuyor ve bebek büyüdüğünde bu ek çıkartılarak büyük bir karyolaya dönüştürebiliyor.
Mobilyaların rengi insana bir masaldaymış duygusu verecek kadar uçuk pembelerden ve mavilerden
yapılmıştı, çekmece tokmaklarında ayıcıklar, yorganlarda, yastıklarda aynı ayıcığın başka resimleri.
İnsanın gözü kapalı alabileceği bir takım, şu yaşımda ben dahi böylesi bir odanın içinde yıllarca
yatabilirim Ancak, sorun fiyatı. Öyle yüksek rakamlardan bahsediyordu ki satıcı, başka yerlere de
bakmamızın şart olduğunu anladım.
Tabi o mobilyaları gördükten sonra daha önce görülmüş bütün o yataklar, dolaplar anlamlarını
yitirdiler, o başka
Haluk, Hande ve Emir dün akşam bizdeydi. Emir yılbaşı gecesinden bu yana büyümüş, inanamadım.
Bir haftada bu kadar değişiklik Artık merdivenleri emekleyerek kendi başına inebiliyor, yürümüyor
ama ayakta durabiliyor, şirin olsana bize dendiğinde, yüzünü komik bir şekle sokuyor ve saklambaç
oynar gibi Emir nerede? diye şaşırmış bir şekilde seslendiğimizde gidip perdenin arkasına
saklanıyor.
Hayranlıkla izledik Emiri, bizim çocuğumuzun da biran önce doğup büyümesini, perdenin arkasına
saklandığı, merdivenlerden kendi başına indiği günleri görmeyi diledim içimden.
10 Ocak 2002
20. hafta, doğum süresinin yarısındasınız(nihayet...) Şimdi uterusunuzun tepesi göbeğinize
ulaşmıştır ve haftada yaklaşık 1cm büyüyecektir.
Hiç şüphe yok ki, içinizde büyüyen bebeğinizin tekme attığını hissediyorsunuz. Bebeğiniz 15cm
uzunluğunda ve 252gr. Ağırlığındadır.
Anadolu Ajansının haberine göre trende oluşan yüksek manyetik alan, elektrik süpürgesi ve mikser
gibi elektrikli ev aletleri tarafından da yaratılıyor ve düşüklere yol açabiliyormuş. Bu tür yüksek
manyetik alan anne adaylarının düşük yapma risklerini üç kat artırıyormuş. Motorlar güçlendikçe
hamilelik riski de artabilirmiş örneğin elektrik süpürgesi ve matkap gibi aletlerde oran 12 katına
kadar çıkıyormuş.
14 Ocak 2002
Babam heyecanlı bir şekilde aradı, Hazır ol, yarın işten erken çık, annen, sen ve ben sana hamile
giysileri almaya gidiyoruz...
Sanırım kendi aralarında bin tek annemin diktiği pantolonla idare ettiğimi konuşmuşlar ve benim için
üzülmüşler. Ben onlarla buluşmadan önce hamile butiklerini gezip bana en uygun giysileri
bulmuşlardı bile, bir görsen, süper diye anlatıyorlardı buluştuğumuzda. Gittiğimiz butikte babam beş
giysi almam gerektiğini, böylelikle haftanın beş günü rahat edebileceğimi söylüyor, annem babamı
destekliyor. Ben de hamile giysileri satan dükkanların vitrinlerinde gördüğüm iç karartıcı giysilerin
içeride de bana sunulacağından çekinip bir kez olsun böyle bir mağazaya adım atmış değildim, o ana
kadar. Neyse ki gayet mantıklı giysiler vardı içeride, yanları cırt cırtlı siyah, buruşmayan pantolonlar,
beli büzülebilen kotlar, şık kadifeden salopetler. Bizimkiler bana zorla uzun bir elbise de giydirdiler,
ayağımdaki beyaz çoraplarla ve bej rengi ayakkabılarımla öyle komik oldum ki, kendimi hamile
değil de hasta olmuş gibi hissettim o elbisenin içinde. Annem de babam da hamileliğimi, karnımı
olduğu gibi gösteren bu elbiseyi pek sevimli buldular ve almamda ısrar ettiler. Elbisenin eteklerini
elimle tutup dizimin üstüne kadar kaldırdım ve ancak mini bir hal alırsa giyebileceğimi söyledim.
Sonra bebek mobilyası satan mağazaları dolaştık ve nihayetinde aradığımız mobilyayı da bulduk.
Beyaz üzerine pembe ve mavi çizgileri olan sade bir takım. İleride tek kişilik bir yatağa
dönüştürebileceğimiz, konsollu, raylı bir yatak, bir gardırop, bir etajer ve bir de uzun bir dolap.
Diğer mobilyalara oranla oldukça da makûl bir fiyatı vardı. Heyecanlandık, hemen o mobilyaları
almak, yerleştirmek, bebeğimizin giysilerini, eşyalarını bir bir elden geçirip beklemek duygusuyla
doldum, taştım.
Eve gelip nefes nefese Galipe gördüklerimizi anlattım. Bu nefes nefese durumu bir iki haftalık bir
olay, artık konuşurken durup derin bir nefes alma gereksinimi duyuyorum. Büyük olasılıkla
hamileliğin sonlarına doğru bu istek daha da artacak.
16 Ocak 2002
Artık, ancak pıt pıt ediyor diye tarif edebileceğim bir şeyler hissediyorum karnımda ama dün gece
elim karnımın üstünde uykuya dalmaya çalışırken bir şey beni uykunun tatlı sersemliğinden
uzaklaştırıp işte bu galiba tekmeydi dedirtti. Yine de şöyle ciddi bir şekilde ah yine tekmeledi
diyebileceğim bir durum söz konusu değil.
Çocuğumuzun ultrason görüntüleri, hele o yan dönüp yüzünü gösterdiği an gözümün önünden
gitmiyor. Şimdi aklımda ona ait bir yüzün görüntüsü var, bir de sanki bacakları benimkiler gibi
bayağı uzunmuş gibi geldi, kim bilebilir?
Galipin dün gece Antalyaya gidişi bu kez her zamankinden daha zor oldu üç günlüğüne gidiyor ama
sanki aylar boyu kalacakmış kadar rahatsızdı. Ben geceleri karıcığımla birlikte uyumak istiyorum
kardeşim diyor. Mutsuz mutsuz bindi taksiye, ben de annemlere gittim. Annem Emine teyzeyle
birlikte bu günlerde bebeğin odasını hazırlamayı planlıyorlar. Şimdiki çalışma odası kısa bir süre
sonra bebek odasına dönüşecek.
17 Ocak 2002
Hamilelik tam da tıp literatürüne uygun bir şekilde geçmeye devam ediyor. Bu haftalarda diş eti
kanamalarının yoğun olabileceği söyleniyor her fırça darbesinde kırmızı bir su lavabodan dökülüyor.
Bebek tekmelemelerinin bu hafta hissetmeye başlanabileceğini ama 28. haftaya kadar herhangi bir
zamanda olabileceği söyleniyor, benimki tam sözü edilen haftada başlıyor. 20 Ocak 2002
Gidip Elvinimizin mobilyalarını ısmarladık çarşamba günü evde olacak. Aldığımız ayı figürlü
bordürleri yapıştırmakla uğraştık bütün gün hem zor hem de keyifli bir iş. O odada bir kaç ay sonra
bizim bebeğimizin uyuyacağını, o figürlere baka baka uykuya dalacağını düşündük.
Pazar yazısı Masal
Algıda seçicilik. Bilinçli bir tercih. Hayatınızın başka bir evresinde hiç ilginizi çekmemiş, şöyle göz
ucuyla bile bakmadığınız şeyler bir gün bir anafor gibi sizi içine alabilir ve siz de uzun bir süre başka
bir boyutta yaşamaya gönüllü olabilirsiniz.
Şimdi ben üst başlığı bebek olan çok ayrıntılı, çok alt başlıklı başka bir dünyanın kapılarını araladım.
O pastel renkli dünyanın içinde heyecanla gezmekteyim.
Bebeklere ait, onları betimleyen ya da malzeme edinmiş tüm nesneler saf ve steril bir şekilde diğer
nesnelerden daha üstün ve ütopik görünen varlıklarının keyfini çıkartıyor gibi duruyorlar. Bütün o
nesnelerin renkleri, toz, uçucu, mutlu halleri aynı zamanda bebekliğin ve aynı zamanda saflığın çok
kısa süren bir deneyim olduğunu ve sonra birden mavi bulutlardan yere inilip canlı renklerin kimi
zaman keskin, kimi zaman küskün dünyasına başlanması gerektiğini de hatırlatıyor.
Bütün minik eşyaların yeni doğmuş ya da henüz dünyaya gelmemiş bir çok sahibi var. Anne ve
babalar bebeklerinin cinsiyeti belli olur olmaz kendi grili, siyahlı yetişkin dünyalarını sevinçle bir
kenara bırakıp, artık kendilerine çok uzak olan pembe mavi bir hayata zevkle koşuyorlar. O hayat ki
yetişkin hayatlar için tam bir piyango.
Bu yüzden bebek odaları diğer hiçbir odaya değil de yalnızca bir masala benziyor anne ve babalar
kendi kaçış planlarını farkında olmadan gerçekleştiriyorlar. Bebek odaları birer sorunsuz hayat
simgesi, içindeki eşyalar birer yardımcı öge. Tavanında yıldızların parladığı, sallanan bir koltukta
sessizce oturup bebeğin göğse yaslanıp uyutulduğu, etraftaki her şeyin
zarar vermeyen, yumuşak hatlı, köşesiz olduğu bir dünya, sıcacık bir battaniye, oyuncak ayılar,
resimler, uyku getiren müzikler...
Minik bir insanın eşyaları elbette çocukken dinlediğimiz masalları çağrıştırıyor, sanki Hansel ve
Gretel mütemadiyen ormanda keyifle yürümekteler, Pamuk Prenses az sonra mutlaka yakışıklı
prensle karşılaşacak, her şey mutlu bir son için her şey ince ince planlanmış. Üstelik bebeğin anne
karnında daha vaktinin olduğu durumlarda daha da gerçek dışı bir fotoğraf: doğacak, minik elleri,
gözleri, ağzı, ayaklarıyla o odaya yerleşecek. Bütün o özenle katlanıp, bin bir umut ve hayalle,
özenle katlanıp çekmecelere yerleştirilmiş mis kokulu giysilere kendi mis kokusunu katacak, kuzu
figürlü patikler, kalpli çoraplar, bulutlu, kedili, ayıcıklı bluzlar, mama önlükleri...
Karyolasında mışıl mışıl uyuyacak, uyanıp annesini babasını arayacak, ağlayacak, gülecek, her şeyi
en başından öğrenecek ve büyüyecek.
Sonra bir gün uçucu, geçici dünyadan büyüklerin dünyasına o da adım atacak.
Ama bir gün kuzuların, meleklerin, saflığın dünyasına o da geri dönecek. Bir gün öyle büyüyecek ki,
o da anne olacak.
21 Ocak 2002
Elvinin minik tekmeleri günümü güzelleştirir oldu. Elim karnımda bekliyorum. Genellikle benim
dinlendiğim, koltuğa uzandığım anlarda hareket ediyor, ben de onunla konuşmaya başlıyorum,
kızım, anneye tekme mi atıyorsun sen? diyorum örneğin ya da hareket etmesini bekliyorsam Hadi
ama oyna birazcık evladım diyorum. Cuma gecesi Galipin eli kamımdaydı, tam o sırada dışarıdan da
hissedilebilen bir hareket oldu, böylelikle Galip bebeğimizi ilk kez hissetti, elbette içimizde coşup
duran bir sevinç...
Bence diyor Galip, erkeklerin hayatta en büyük handikabı hamile kalamayısları. Öyle güzel bir
duygu yaşıyorsun ki şimdi sen, ben buna yalnızca seyirci olabiliyorum. Sen her dakika onu yanında
taşıyorsun, tekmelerini hissedebiliyorsun, bense yalnızca anlattıklarından ne olduğunu bilebiliyorum,
bir de tesadüfen tekmelere rastlayabiliyorum...
Hamile kalamayışlarını bir handikap olarak niteleyecek çok Türk erkeği olduğunu sanmıyorum.
Geçenlerde biri Galipe çocuğumuzun cinsiyetini sormuş, Galip kız deyince yüzü şöyle bir buruşmuş,
ne yazık demiş, onunla ne tavla oynayabilirsin, ne de futbol...
Cumartesi kuafördeydim, bir çocuk halasına ismiyle seslenince kuaförde çalışanlardan biri
şaşkınlığını dile getirdi, nasıl olurda ismini söyler diye. Bir diğer çalışanda Ne olacak, benim
oğlumun babasına nasıl hitap ettiğini duysanız bir de dedi. Merak edip sordum, çocuk babasına
Coşkun abi diyormuş, hayatımda bundan daha komik bir babaya hitap görmedim, çok güldüm,
eğlendim.
Hamile olduğum günden bu yana ne içkili ne de gümbür gümbür müziğin çaldığı bir yere gitmiştik.
Zincirleri kırdık, önce meyhane, sonra bar. Sıkılmadım, yorulmadım ve biraz da Vay be, dışarıda ne
çok insan varmış meğer duygusunu yaşadım. Yakın arkadaşlarımızdan biri bizi erkek arkadaşıyla
tanıştırdı, evleneceklerinin müjdesini verdiler, gittiğimiz bar nişanlandığımız gece gittiğimiz yerdi,
kocamın omzuna yaslanıp romantik romantik durdum gece boyu. Sanırım daha sık sokağa
çıkmalıyız.
23 Ocak 2002 Rüyaya benzeyen mobilyalar Elvinin odasına yerleşti. Bordürler mobilyalarla uyum
içinde, duvarın rengi mobilyalarla bir bütünlük içinde, tasarlansa böylesi güzel bir toz pembe dünya
yaratılamazdı. Mobilyaları beklerken hayli kalabalıktık annem, abim, Galip, Nurdan ve ben.
Bir kaç saati aldı yerleştirmek. Sonra büyük bir heyecanla sildik, tozunu aldık dolapların, ardından
da Elvinimizin pembe ağırlıklı giysilerini bir bir yerleştirdik dolaplara. Pembe askılara sweat-
shirtlerini astık, tulumlarını katlayıp bir kenara, patik ve ayakkabılarını başka bir yere yerleştirdik.
Bütün bunları yaparken insan öyle dingin bir hale bürünüyor ki, inanılmaz bir duygu bebeğin
giysilerini dolaplara yerleştirmek.
Sonra oturup odayı, içini seyrettik sessizce. Bebeğimize kavuşmayı nasıl da istiyoruz.
24 Ocak 2002
22. hafta, şmdi bebeğiniz yaklaşık 34ogm ağırlığındadırve 18.75cm uzunluğundadır. Kaşlar ve göz
kapakları tamamen gelişmiştir. Tırnaklar, parmak uçlarını örter.
Bebeğiniz uterustan bir konuşmanın seslerini hissedebilir. Bebeğinizle konuşuyor, okuyor veya şarkı
söylüyorsanız, sizi hissedebileceğinizi ümit etmek mantıklıdır.
Bazı çalışmalarda saptanan bulgulara göre, doğduktan sonra bu yeni doğanı beslerken daha önce
uterus içindeyken sıklıkla duyduğu bir kitaptan okursanız (alışık olmadığı bir kitaba nazaran) daha
kuvvetle emecektir.
Ne kadar heyecan verici...
Ayda elinde pembe çiçeklerle ve Elvin için aldığı giysilerle geldi. Aldığı şeylerden biri de uçuk
pembe bir sandalet. Ben hayatımda bu kadar güzel, zarif bir şey görmedim. Dayanamadım, ertesi
gün işe getirdim sandaletleri. Elvin doğacak, biraz büyüyecek ve bir gün gerçekten ayakları o
sandaletlerin içine girecek, inanamıyorum.
26 Ocak 2002
Bugün de bebeğimize giysiler aldık şeker pembesi bir tulum, krem rengi bir kadife elbise, mantar
desenli bir fanila ile külotu ve bir de pembeli mavili bir pijama. Daha şimdiden çok şanslı bir
çocuğumuz var çok para tutar diye hepsini aynı renk ve model yapmaktan vazgeçtiğimiz tekir bekir
askılarla idare ederken, onun şeker pembesi tam 30 tane aynı model askısı var Anne babalık neymiş
anladık artık. Kendin için almaya kıyama, ona gözün kapalı al Fark ettim ki yıllardır nefret ettiğim
bir renk olan kırmızıya karşı duygularım hiç ama hiç değişmemiş. Bebeğin dolabını açtığımda
yalnızca bir tek kırmızı şeye rastladım, daha fazlasını da görmek istemiyorum. Bu aralar yollarda
rastladığım kız çocukların giysilerini inceliyorum istisnasız hepsinde bir kırmızı palto 28 Ocak 2002
Her gün Elvinin odasına mutlaka göz atıyoruz. Şimdi satın almak istediklerimiz bir yatak, bir
sallanan sandalye, bir oyun parkı, bir lamba, bir oyuncak sepeti.
Bir kaç internet sitesinde var ben cicibebe.netinkinden yararlandım. Son regl tarihinizin ilk gününüzü
girdiğinizde otomatik hesaplayıcılar sizin için önemli olan tarihleri bir bir döküyorlar.
Örneğin Elvinin organ gelişimi 30 Eylülde başlamış. 18 kasımdan itibaren düşük riski azalmış.
Prematüre bir bebek için yaşama şansı şubatın üçünden sonra doğarsa var. Hamileliğimin son üç
ayının başlangıç tarihi 3 Mart (uf daha ne çok zaman var) ve bebeğin beklenen doğum tarihi 2
Haziran 2002(Ben 30 Mayıs sanıyordum).
Haftalara göre bebeklerin ağırlığı birer meyveye benzetilerek veriliyor, örneğin 21. hafta sonunda
bebeğimizin muhtemel ağırlığı büyük bir muz kadarmış Yani 300 gram.
30 Ocak 2002
Ayların sona ermesi içimin nasıl da sevinçle kaplanmasına yol açıyor Dışarıda mis gibi, güneşli bir
hava var, camlar açık. Sanki kış bitmiş, baharın ilk günleri başlamış. Yakında
sandaletlerimizi giyecek, açık havada zıp zıp zıplayacakmışız gibi... Oysa önümüzde koca bir şubat.
Olsun, hepsi geçecek...
Bugün kontrol var. Bakalım doktorumuz ne diyecek, bebeğimiz ultrasonda bize ne numaralar
yapacak?
Galipe bir sürpriz yapmak istiyorum 14 Şubat için İstanbuldaki otellerin paket programlarını
araştırıyorum, Özgür de bize gelin, ben size evde bir paket hazırlarım diyor... Benim istediğim şu
yaşadığımız hayhuydan biraz olsun uzaklaşmak, hamileliği unutmak, tıpkı iki sevgilinin yaptığı gibi
sadece aşkı düşünmek... Umarım uygun bir şey bulurum.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin Kilisin kırsal kesiminde Halk arasında Aile
Planlaması konulu araştırmasının ortaya çıkardığı gerçekler:
Gebe kalma yöntemleri
Tezek, mercimek ve soğan kabuğu birlikte yakılarak tütsüsünde durulur,
Balık başı, baş yaprağı, koyun kuyruğu ve kara sakız karıştırılarak rahim ağzına konulur, zeytin kökü
ve zencefil kaynatılarak suyu içilir,
Yumurta ve soğan birlikte pişirilerek yakmayacak bir şekilde rahme tutulur,
Yedi renkli iplik okutularak bele ağlanır, gebe kalmak isteyenin göbeği yazdırılır,
Muska gebe kalmak isteyen kadının eteğine iğnelenir...
Gebelikten korunma yöntemleri
Kadın yakılan bir yılanın tütsüsünde tutulur,
Nalbantların yonttuğu katır tırnakları kurutulup dövülür ve aç karnına bi çay kaşığı yenir, Rahim
ağzına kirli koyun yünü, koruk ekşisi ile kaynatılmış pamuk parçası konulur. düşük yapma
yöntemleri
Kibrit başları birbirine bağlanarak rahim ağzına konur,
Gebenin karnı sıkıştırılır, rahmin üzerine basılır,
Rahme serçe tüyü yerleştirilir,
Bir miktar kına suda eritilerek gebe kadına on gün içirilir.
Okurken içimde bir acı, bütün bunları tek tek kağıda geçirirken ise derin bir üzüntü. Bütün bu çağ
dışı yöntemleri tek tek düşündüm şimdi burada bizim ultrasonlu, doktorlu hayatlarımız ne kadar
kolay hamileyken. Aynı ülkenin kadınlarıyız, bambaşka hayatlar içindeyiz, anlamak da
anlamlandırmak da zor.
Bu arada İngilterede yeni bir teknik geliştirilmiş, kanser tedavisi yüzünden kısırlaşma olasılığı olan
erkekler baba olabileceklermiş. Kemoterapi öncesinde hastanın testislerinden alınan hücreler sıvı
haldeki nitrojende dondurularak saklanmış ve sperm üretici hücre oranını çoğaltılarak iki yıl sonra
hastaya nakledilmiş. Manchester Christie Hastanesindeki hasta yeniden sperm üretmeye başlamış.
Ancak henüz hastanın müdahale sonucu mu yoksa kendiliğinden mi yeniden sperm üretmeye
başladığı bilinmediğinden, aynı sonucun bir kaç hastada daha alınması gerekiyormuş. Yine de umut
verici bir gelişme.
Amerikada Michigan State Üniversitesinde yapılan bir araştırma hayli ilginç Çevresel faktörler
doğacak çocuğun cinsiyeti üzerinde hayli etkiliymiş. Çevre kirliliğinden etkilenen erkeklerin
çocukların daha çok erkek olduğu kaydedilmiş. Kanlarında yüksek oranda PCB (poliklorlu
bifeniller) bulunan erkeklerin çocuklarının yüzde 57si erkekmiş. PCB, vücutta iç salgı bezlerinin
çalışmasını engelleyerek kansere de yol açabiliyormuş.
Aslında günün en ilginç haberi Tel Aviv Genetik Enstitüsünden. Ceninin beslenmesini sağlayan
MSHCG hormonu, ceninin dişi olması durumunda 5 kat daha fazla salgılanıyormuş
ve bu da gebeliğin henüz 16. gününde bebeğin cinsiyeti öğrenilebilecek anlamına geliyor Tam
sabırsız anne babalara göre bir haber.. Daha hamile kaldığınız olgusuna bile alışmadan bir de
bebeğinizin cinsiyetini öğreniyorsunuz... Ben annemi düşünüyorum doğum anında bebeklerinin
cinsiyetini öğrenen annemi ve diğer anneleri. Otuz yılda teknolojinin ilerlemediğini kimse
söyleyemez.
31 Ocak 2002
23. hafta, bebek şimdi yaklaşık 454gr ağırlığında, 20cm uzunluğundadır ve zayıf bir versiyonu
olmasına rağmen, biryenidoğan gibi orantılaşmıştır.
Bu andan itibaren başlayarak, daha düzgün bir şekilde kilo almaya başlayacaksınız, ortalama haftada
250 gr alacaksınız. Bazı yiyeceklere karşı şiddetli bir arzu duyabilirsiniz ve vajinal akıntının arttığını
fark edeceksiniz. 28 Şubat 2002
Koca bir ay hiçbir şey yazamadım. İçimden gelmedi. Bebeğimi hissediyorum ya, sanırım bir tek
bununla meşguldüm bu ay.
24. hafta, şimdi bebeğinizin ağırlığı 454 gr.ın biraz üzerindedir. Duyma tamamen gelişmiştir ve
bebeğiniz sesinizin bozuk bir versiyonunu, kalbinizin atışını ve mide gurultularını hissedebilir.
Uterus içinde tekrarlanarak duyulmuş güçlü sesler, bir köpek havlaması veya elektrik süpürgesi sesi
gibi, muhtemelen onları daha sonra ev içinde duyduğunda çocuğunuzu rahatsız etmeyecektir.
Akciğerlerdeki kan damarları nefes alma hazırlığı için gelişmektedir. Bebek yutmasına rağmen
normalde doğumdan sonrasına kadar dışkı çıkarmayacaktır. Kendinizi beceriksiz, küskün veya su
toplanmış gibi hissedebilirsiniz, diş etleriniz dişinizi fırçaladığınızda kan olabilir. Bir zamanlar
içerde olan göbeğiniz dışarı doğru çıkabilir.
25. hafta, bebeğiniz 680grın üzerinde bir ağırlıktadır ve yaklaşık 202mm uzunluğundadır. Halen
vücut yağı az olmasına ve cildi ince ve fragil (kırılgan) olmasına rağmen, şimdi iyi orantılanmıştır.
Beyin hızla büyümektedir ve bebek uterusunuzdaki boşluğu doldurmaya başlamıştır. Akciğerler
içindeki hava keseciklerinin kolayca inflasyonunu (şişmesini) sağlayan bir madde olan surfaktan
gelişmeye başlamıştır. Bu 24. gebelik haftasından sonra doğan bebeklerin %50den fazla bir yaşam
şansına sahip olmasının bir nedenidir. Ancak, bu sırada doğum yapma olasılığınız olursa çoğu sağlık
personeli bebeğin oluşmaya devam etmesini sağlamak amacıyla preterm doğum olayını durdurmak
için her türlü çabayı gösterecektir.
25.Gebelik haftasındaki diğer tipik bir gelişim, karın ve göğüslerinizde gerginlik işaretleri olan
gümüş rengi, solgun çizgilerin fark edilebilmesidir. Kremler fayda etmeyecektir fakat destekleyici
bir korse giyilmesi bunları önlemeye yardımcı olabilir. Zamanla hafifleyeceklerdir. Ayrıca gözleriniz
ışığa hassas olabilir ve batma hissi ve kuruma olabilir. Bu kuru-göz olarak bilinen tamamen normal
bir gebelik semptomudur. Rahatsızlığınızı gidermek için yapay gözyaşı damlaları kullanın. 26. hafta,
bebek şimdi yaklaşık 68gr ağırlığında ve 22 cm uzunluğundadır. Bebek nefes alma hareketleri yapar
ama akciğerlerde henüz hava yoktur.
Muhtemelen gestasyonel diabetiniz olup olmadığını saptamak için bir glikoz tolerans testi
yaptıracaksınız.
27. hafta bebek şimdi 900 grın çok az üzerinde ağırlıktadır ve bacaklar uzatıldığında yaklaşık 27 cm
uzunluğundadır. Henüz akciğerlerinde hava olmamasına rağmen, nefes alma hareketleri yapabilir.
Halen retinaların oluşumu bitmediğinden, bu devrede doğan bebeklerde prematurite retnopatisi adı
verilen bir göz problemi oluşabilir.
4. Bölüm Üçüncü Trimester 4 Mart - 22 Mayıs 2002 4 Mart 2002
Hamilelik günlüğüne şu odada, şu bilgisayarın tuşlarına basarak başlayalı beri bir yıl olmuş. O sırada
henüz hamile değildim ama kalmak istiyordum. Şimdiyse geri sayımdayız, Elvin üç aydan kısa bir
süre sonra yanımızda olacak.
Hala sürmekte olan 27. haftadaki şikayetlerim sırtımdaki ağrı, nefes alma problemi. Artık eğilip
çorap ve ayakkabı giymek zor, tartıya çıkıyorum ama rakamı kendi kendime göremiyorum, 70
kiloyum, 2 kilo fazlam var, çarşamba günü doktorumuzla randevumuz var, havaların ısınmasıyla
birlikte beliren kıyafet değişikliğine adapte olmaya çalışıyorum, uygun giysileri arıyorum, bir de son
zamanlarda pantolona benzer bir eşofmanım var babamın hediye ettiği, onunla çok rahat ettiğimden
her Allahın günü onu giyiyorum
Gebe bir kadının karnındaki bebeğin hareketlerini ilk kez hissetmesinin bir adı varmış Quickening.
İlk bebeğine hamile olanlar hareketleri ilk kez 18 ila 24. haftalar arasında hissediyorlar, günlüğümü
şöyle bir karıştırdım, benim en belirgin hissedişim 20. haftaya rastlıyor. Quickening için anne
adayının ağırlığı, bebeğin ve plasentanın pozisyonu önem taşıyor, bu yüzden bazı anneler
diğerlerinden daha geç veya daha erken hissedebiliyorlar, yani gereksiz yere telaşlanmamamız
öğütleniyor.
28. haftadan itibaren bebeğin hareketleri bebeğin iyilik hali hakkında anneye ipuçları verebiliyor.
Hareketlerin azalması bebeğin sıkıntıda olduğunu düşündürüyor ve ileri tetkik gerektiriyor. Pek çok
uzman hareketlerin sayılması yöntemini kullanıyor.
Fetal hareketleri saymaya başlamak için en uygun zaman bebeğin en aktif olduğu zamanlar.
Kaydetmeye başlarken hareket ve saati bir kağıda not ediliyor. 10 harekete ulaştığında bu da
yazılıyor. Bu test hemen her gün aynı saatlerde tekrarlanıyor. Bebek eğer o gün sakinse 5-10 dakika
yürüyüş, şekerli yiyecekler ve ardından sol yana yatış öneriliyor. Bebeğin dört saatte en az on kez
hareket etmesi gerekiyor. Bu sayı ondan az ise doktor aranmalı deniyor.
Doktor Mumcu Çok hareket eden bir bebeğin ileride hiperaktif olması gibi bir durum söz konusu
değildir diyor. Bebek hareketleri ile cinsiyet arasında bir bağ da yok.
Bebek hareketlerini hissetmek için karnımıza bir walkman dayayabileceğimizden söz ediliyor...
Pamukkalede yüksek volümle şarkı söyleyen adam bir walkman etkisi yaptı herhalde bebeğimize.
Bir de, sinemaya gittiğimize özellikle fragmanlar sırasında hayli hareket hissedebiliyorum ben.
Hamilelikte bilgisayar kullanımı üstünde durulan konulardan biri. Nedense çoğumuzda bilgi
eksikliğinden kaynaklanan bir korku. 1991 yılında Amerika Ulusal Meslek Güvenliği ve Sağlık
Enstitüsü tarafından yapılan bir çalışma tüm gün boyunca VDT (monitör) ile çalışan kadınların,
VDT ile temas etmeyen kadınlara göre düşük risklerinin daha yüksek olmadığını ortaya koyuyor. Bu
konudaki diğer çalışmalar da aynı sonucu veriyor, monitörle çalışmanın belirgin bir riski yok. Ancak
bilgisayar kullanıcılarının çoğunda elbette ense, bilek, el ve omuz ağrıları görülüyor ve bu durum
stres yarattığından ve stresin gebelik üstünde olumsuz bir etkisi de olduğu bilindiğinden mümkün
olduğunca az bilgisayar kullanımı öneriliyor hamilelere.
Ekrandan 50 santimetre uzak durulması salık veriliyor, çünkü 50 santimetreden sonra radyasyonun
etkisi kayboluyormuş. Belden destekleyici yastıklar, ara sıra kalkıp dolaşmak ve gerinmek diğer
öğütler. Bütün bunlar yapıldığı zaman hamile kadınların hiçbir endişe duymadan bilgisayar
kullanabilecekleri söyleniyor.
Benim doktorum günde iki saatten fazla bilgisayarla çalışmamamı öğütledi, kullanmadığım
zamanlarda da bilgisayarımı kapalı tutmamı istedi.
5 Mart 2002
Hamile kadınların çalıştırılma şartları, sanırım hamileliğinin sonlarına yaklaşan ve çalışan her
kadının bilmek isteyeceği bir konu. Gebe ve Emzikli Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla, Emzirme
Odaları ve Bakım Yurtlarına Dair tüzüğün 3. maddesi kadın işçilerin doğumdan önce 6 hafta,
doğumdan sonra da 6 hafta olmak üzere toplam 12 hafta boyunca çalıştırılmalarının yasak olduğunu
belirtiyor. Ancak bu süre çalışma koşullarına ve sağlık durumuna göre artırılabiliyor. Doğumdan
sonraki altı haftanın ardından da isteyen anne 6 aylık ücretsiz izin kullanabiliyor ve iznin bitiminden
sonra işine dönebiliyor.
Emzirme iznine gelince yeni doğum yapmış kadınların 1475 sayılı İş Kanununun 64. maddesi
uyarınca bebekleri 1 yaşına gelene dek günde 2 defa 45er dakikadan toplam 1.5 saat bebeklerini
emzirme hakları var. Ancak bu hak evi ile işyeri arasında hayli mesafe olan kadınlar için olanaksız
olduğundan bazı işyerleri kendi inisiyatiflerini kullanarak çalışanına haklar tanıyabiliyorlar. Örneğin
bazı işverenler gün içindeki 1.5 saatlik emzirme hakkını kullanamayan kadınlara hafta içinde bir iş
gününü tatil olarak kullanma hakkı veriyor.
Bu durumda benim herhalde nisanın ortalarında izne ayrılmam gerekiyor. Havalar yürüyüş yapmak,
kendini dinlemek ve dinlenmek için nasıl da güzel, izinler üç ay önceden verilmeliydi
6 Mart 2002
28. hafta bebek 30-37 cm uzunluğunda yaklaşık 1135-1362gr ağırlığındadır. Uterusunuzdaki mevcut
boşluğu doldurmaya başlamıştır. Gözleri açılıp, kapanır, düzgün aralıklarla uyur.uyanır, parmaklarını
ve özellikle baş parmağını emebilir. Halen immature olmasına rağmen, akciğerleri prematüre doğum
olduğunda bir ventilator yardımıyla ve diğer olanaklarla birlikte hayatı devam ettirme
yeteneğindedir.
Uterusunuz şimdi kaburga kafesinizin yakınındadır. Şu andan başlayarak ve gebeliğin son 3 ayı
sırasında, bacak krampları, hemoroidler, varikoz venler ve karın kaşıntısından rahatsız olabilirsiniz
Gebeliğin başında Rh negatif olduğunuz bulunmuşsa, muhtemelen bu hafta veya bundan sonraki
hafta Rh antikorları için test edileceksiniz.
7 Mart 2002
Dün doktorumuzla randevumuz vardı annem de bizimleydi. Gürkan Bey 4 kilo fazlam olduğunu
söyledi, bundan sonraki kontrole yani 33. haftaya kadar yalnızca 1.5 kilo almamı istiyor.
Hamileliğimin başından beri aldığım kilo 12 ve bu aslında ideal bir hamilelik kilosundan söz
edilemese de hamileliğin en sonunda ulaşmam gereken kilo. Gürkan Bey aşırı kilolar hamileliğinin
sonuna doğru seni rahatsız eder, tansiyon, baş dönmesi gibi problemler yaşayabilirsin diyor. Yine
şikayetlerimi sordu ben de yine az da olsa nefes darlığı olduğundan söz ettim bir de ayak bileklerimi
gösterip Ne kadar şişmişler değil mi? dedim, Hayır dedi doktor, Şişmemiş, şişmanlamışsın. Tanrım,
biri bir gün bana 72 kilo olacağımı söyleseydi asla inanmazdım...
Ultrason görüntülerinde bebeğimizin gelişimi 27 hafta 5 günlük bir bebek için tamamıyla normal
çıktı. Elvinimizi tekme atarken, gözlerini oynatırken izledik, yeni doğmuş bir bebeğe benziyordu,
çok güzel görünüyordu. Annemin gözleri doldu Benim bebeğimin içinde bir bebek var yani diyor,
tıpkı bir Matruşka gibi...
Doktorumuz kramp, burun kanaması gibi şikayetler var mı diye sordu hayır, bunlar bende yok.
Hamileliğim hala duyduğum bir çok hamilelik hikayesinden daha iyi geçiyor. Gürkan Bey
bebeğimizin olası doğum tarihi için 2 haziran dedi, bununla birlikte 25 Mayıs ile 1 0 Haziran
arasında herhangi bir tarih olabilirmiş.
Akşam annemlerde balık yedik, babam da bir dahaki sefere gelmek ve ultrason görüntülerini izlemek
istiyor.
Bu sabah da Galip beni iş yerime bıraktı, birlikte bebeğimizin ultrason görüntülerini tekrar izledik,
Galip ekrana öyle büyülenmiş bir şekilde ve sevgiyle bakıyordu ki, tam o anda onu videoya
kaydetmek ve fotoğrafını çekmek isterdim...
8 Mart 2002
Bu haftada yapılması gereken rutin bir test glikoz testi. Sabah kahvaltı yapılacak, aradan iki saat
geçince 50 gram glikoz içilecek ve test yaptırılacak. Bu testi hafta sonuna saklıyorum... Hamilelik
sırasında bebeği çevreleyen plasenta bazı hormonlar üreterek bebeğin gelişmesine yardımcı oluyor.
Ancak bu hormonlar insülinin vücuttaki normal işlevini görmesine engel oluyor. Dolayısıyla hamile
kadının vücudu insülini kullanamıyor, kan şekeri yükseliyor ve hamilelik döneminde kadına üç katı
insülin gerekiyor.
Amerikan Diyabet Cemiyeti de hamile kadınların 24-28. haftalarda diyabet kontrolünden geçirilmesi
gerektiğini söylüyor. Hamilelik diyabeti tedavi edilmez ya da kontrol altına alınmazsa bebekte
sorunlara yol açabiliyor. Gürkan Beyin dediğine göre ise hamilelikte hiçbir sinyal vermiyor bu
hastalık, bu yüzden de ancak bir test aracılığıyla kontrol edilebiliyor.
Bu tür diyabette pankreas insülin üretmek için fazla mesai yapıyor ama üretilen insülin kan şekerini
düşürmüyor ve insülin plasentayı aşıp bebeğe ulaşamıyor. Bebeğin kan şekeri düzeyi artıyor, fazla
kan şekeri ve insülin de bebekte fazladan yağ oluşumuna yol açıyor. Sonuçta bebek şişman oluyor ve
bazılarında solunum zorlukları yaşanıyor, omuzları hasar görmüş olabiliyor ve bu bebekler ileriki
yaşamlarında 2. tür diyabet hastası olma riski taşıyorlar. Tedavi için ise hamile kadına özel beslenme
rejimleri, fiziksel etkinlikler, her gün kan şekerinin kontrolü ve insülin iğneleri.
Hamilelikte diyabet her yıl yaklaşık 135 bin kadında görülüyor ve bu tip diyabet hamilelik sonunda
sona eriyor.
9 Mart 2002
Şu andan başlayarak bacak krampları, hemoroidler, varikoz venler ve karın kaşıntısı oluşabilir...
11 Mart 2002
Bugün aklıma geldi en sevdiğim ay tümüyle benim Mayıs. Özgürüm. Bebeğimizin doğmasını
beklediğim ay en sevdiğim ay, şimdiden hayalini kuruyorum, kitaplarla, kalemlerle, defterlerle,
güneşle dolu bir ay. Rahat, huzurlu, geç kalkıp geç kahvaltı yapılan koca bir mayıs beni bekliyor
Hafta sonu eczaneden 50 gramlık glikozu aldım, Gürkan Bey gibi eczacı da Aman dikkat, çok mide
bulandırır, biraz limon sıkın içerken dedi. Cumartesi sabahı ben de bir törene hazırlanır gibi
hazırlandım glikozu içmeye. Kusmaya hazırlıklıydım yani, ama o da ne, glikoz içmek şekeri biraz
fazla kaçmış bir limonata içmekten farklı değil. Dedim ki içimden, şu hamile kadınlar her şeyi o
kadar çok abartıyorlar ki, doktorlar ve eczacılar da elbette onlara inanıyorlar. Glikozu içtikten bir
saat sonra laboratuardaydım, hem kan şekeri, hem de idrar tahlilleri için. Laborant herhalde
şaşırmıştır, glikozunu kendi içmiş, idrarını da bir kavanozda getirmiş bir kişiydim
Son zamanlarda oluyor, hamile kadına şefkat gösterenlerle sık sık karşılaşıyorum, hemen bana
oturmam için bir yer gösteriyorlar... Ben de bekleyeceğime Aydayı ve Atayı ziyarete gittim. Ata da
Emir gibi bir yaşını bitirdi artık, gözlük takmaktan hoşlanıyor, müzik sesi duyunca hemen hareket
etmeye başlıyor. Aydayla yaz günlerinden konuştuk, Elvin doğmuş olacak, Ata biraz daha büyümüş.
Aynı yazlıkta olmanın faydaları herhalde yaz boyu Aydayla çocuklarımızdan konuşacağız.
Test sonuçlarını aldım bana normal gibi görünüyor... Bugün de doktoruma faksladım şimdi onun
yorumlarını bekliyorum. Cuma akşamı da Hande ile Emir bizdeydi Emirin en son numaraları
arasında göz kırp deyince gözlerini kapatıp açmak var. Pazar gecesi de biz onlardaydık, Emir belli ki
çok mutlu bir çocuk, sürekli neşeli, onu öyle görmek de çok keyifli...
13 Mart 2002
29. hafta bu aylar gerilimlidir. En son trimester tipik olarak bu hafta başlar ve 40 haftaya kadar ve
bazen daha da sonrasına kadar devam eder. Çoğu kadın bu trimester sırasında ortalama 5kg alır.
Muhtemelen iki duygu arasında bocalamaktasınız. Her zaman gebe kalacağım ve yardım edin, henüz
hazır değilim Şimdi çocuğunuzun sağlık takibi için pediatristlerle görüşmeye başlamanın ve
emzirmeyi isteyip istemediğinize karar vermenin zamanıdır.Yaklaşık bu zamanda , bebeğinizin
gözlerini açabilir ve başını uterus içinde sürekli, parlak bir ışık kaynağını bulmak için döndürebilir.
Yağ tabakaları oluşmaya devam eder ve tırnakları tomurcuklanır. Henüz yapmamışsanız
doktorunuzu muhtemelen 8. aya kadar 2 haftada bir vizit etmeye başlayacak, daha sonrada haftada
bir vizit edeceksiniz.
14 Mart 2002
Gece Galiple yatakta yüz yüze geldiğimizde, onu uyandırıp Lütfen öteki tarafa döner misin? diyorum
kimi zaman. Dün gece de aynı şeyi söylediğimde dönemem dedi Galip, bir rüyanın içinden. O sırada
araba kullanıyormuş Neden dönemezsin? dedim, Buradan dönmem imkansız dedi, Niye peki?
dedim, 44 litre benzin alması gerekiyormuş...
Peki dedim misafir odamızdaki yatağa yollandım...
20 Mart 2002
30. hafta bebek şimdi yaklaşık 1350gr ağırlığında ve 50cm uzunluğundadır. Erkek bebekte testisler
böbreklerin yakınındaki yerleşim yerlerinden, kasık boyunca rotuma doğru olan yollarına
inmektedirler. Dişide, labiumlar halen küçük olduğundan ve henüz clitonisi kapatmalarından (bu
doğumdan önceki bir kaç haftada olacaktır.) klitoris relatif olarak belirgindir. Bebeğin başı
uzamaktadır ve bu sırada beyin gelişimi çok hızlıdır. Bebeğin gittikçe aşağıya indiğini fark etmeye
başlayabilirsiniz. Bu hafifleme veya angajman olarak adlandırılır ve karnın alt kısımlarında basınç
artması hissinden, bebeğin dışarıya fırlayacağı hissine kadar her türlü hissi duyabilirsiniz.
Şimdi nefes alma ve yemek yeme daha kolay olabilmesine rağmen yürümek rahatsız edici olabilir ve
sürekli idrar yapmaya ihtiyacınız olduğunu hissedebilirsiniz.
Artık bebek oynadığında karnım şekilden şekle giriyor. Alçaltılar, yükseltiler... Tuhaf bir görüntü.
Peki diyorum, şimdi böyleyse bir ay, iki ay sonrası nasıl olacak? Bir defasında elimin altındaki
yükseltinin kafası olabileceğe kanaat getirdim, pek kolay anlaşılmasa da Elvinin büyüdüğünü
gözlerimle görmek nefis bir duygu. Galip de akşamları uzun süre bu değişiklikleri izliyor. Birde bir
bebeğin saçlarına dokunur gibi saçlarımı kurutuyor, kulaklarımı eliyle kapatıyor, tararken aynen bir
bebeğe davranılması gerektiği gibi davranıyor. Hep söylüyorum, böyle yapınca da duygularım
pekişiyor, o bir melek ve yakında harika bir baba olacak...
Bir web sitesini 29. haftada yapılacaklar listesinde bebeğinizin kolej parasını biriktirme planlarını
araştırın (çok erken diye düşünüyorsanız aldanıyorsunuz) diye bir madde var.
Benim bugün itibarıyla nefes almam çok zor, oturmam da zor. Gece de rahat uyuyamadım. Yani
aslında bugün zor bir hamilelik günü sayılabilir... (Daha ileriki sayfalarda da 37. haftanın sonuna
kadar, yani bebek tümüyle aşağı inene kadar nefes alma güçlüğü çekeceğimizden söz ediliyor.)
Şimdi şu günlüğü yazarken nefes almanın nasıl güzel bir duygu olduğunu anımsıyorum, öyle bir
nefes alma yoksunluğu içindeyim ki, sanki okyanusun dibine yollanmışım ama tüpümde yeterli hava
kalmamış gibi...
25 Mart 2002
Tarihler feci bir şekilde önemseniyor ve hepsi akılda tutuluyor doktorumuz 25 Mayıs ile 10 Haziran
arasında doğum gerçekleşebilir demişti yani bu günden sonra iki ayım kaldı iyimserliği içindeyim...
Yatağımız yastık bahçesi Dün başka bir yastığı karnımın altına dayadım, biri de bacaklarımın
arasındaki daimi yerini koruyordu zaten, böylelikle misler gibi uyudum Hala son aylarında koltukta
uyuduklarını söyleyenleri düşünüyorum, dün de Ömür söz ediyordu, bir berjerde, ayaklarını sehpaya
uzatarak uyuyormuş, hem de çok rahat bir şekilde. Dediğine göre berjer yataktan daha fonksiyonel
oluyormuş son aylarda... Bilemiyorum bir iki kez havaalanlarında rahatsız koltuklarda uyumak
zorunda kaldım onun dışında böyle bir koltuk uykusu tecrübem yok
Rüyalar sıklaştı. Dün gece hamileliğimin son günlerindeydim ama bebek bir türlü doğmuyordu...
Kendimi çatlamak üzere gibi hissediyordum, çok sıkılmıştım, hava sıcaktı ama hayır, bebek
doğmadı.
Bir de dün Galip ile benim kuvözde çekilmiş, prematüre hallerimin fotoğraflarına baktık. Elvinin şu
anda kamımdaki durumuyla eş değer bir bebek kuvözdeki. Bize basbayağı bir bebek gibi göründü
benim prematüre halim. Yani karnımda şimdi böyle, ciddi ciddi bir bebek var duygusu çok değişikti.
27 Mart 2002
31. hafta bebeğiniz uterus içinde görebilir, ışığı karanlıktan ayırabilir. Ayrıca gözlerini kırpabilir ve
kapatabilir.Yaklaşık 37. Haftada, bebek aşağı inene kadar ( fakat ikinci veya takip eden gebeliklerde
doğuma kadar) nefes alamıyor gibi veya yeterince hava alamıyorsunuz gibi hissedebilirsiniz. Bu son
derece fazla büyüdüğünden sindirim organlarına ve drafragmaya, nefes almaya yardımcı olan yassı
büyük kas, bası yapan uterusunuza
bağlıdır.Şimdi bir hastaneye kaydolmak ve doğum planınızı (doğum sırasında ideal olarak nelerin
olmasını istediğinizi) yapma zamanıdır.
Aynı işyerinde dört beş hamile kadınız hepsi farklı haftalarını yaşayan. İnsan hep kendinden daha
ileri olan hamileliklere özeniyor, bir de herkesin birbirine soruları genelde aynı, şimdiye kadar kaç
kilo aldın, nefes darlığı çekiyor musun, horluyor musun sende, geceleri nasıl uyuyorsun?...
Hep yazıyorum, en bilgilendirici sitelerden biri. Bugün Gebeliğin Son Dönemleri isimli bir yazı
okudum. İşte oradan notlar:
Uykusuzluğun üstesinden gelebilmek için gündüzleri hafif egzersizler, uykudan önce kafein
almamak ve ılık bir bardak süt öneriliyor.
Sırt ağrısı için masaj ve ılık duş, kramplar için jimnastik ve kalsiyum, potasyumlu vitaminler
öneriliyor.
Nefes darlığı için oturur ya da yarı oturur pozisyonda uyumak ya da iki üç yastık kullanmak
gerekiyor. (Peki ya gündüzleri ne yapacağız?)
Mide yanması için sık sık, azar azar yemek yemek, yemekten sonra yürüyüşe çıkmak gerekiyor. (Ya
da benim gibi doktorun önerdiği ilaç kullanılacak)
Kasılmalar için önerilen yine ılık banyo. Sık idrara çıkma son dönemde bebeğin iyice aşağıya doğru
inmesi yüzünden meydana geliyor ve doğumun yaklaştığının habercisi.
Baskı hissi içi dinlenmek, yüzmek öneriliyor. Yaz anneleri bu durumda diğerlerinden daha şanslılar.
Tekmeler son dönemde acı verir hale gelebiliyor. Bebeğe kalan alan daralıyor ve hareketler direkt
hissediliyor. Hattı bazı anne adaylarının karnında morluklar tespit edilebiliyormuş Tekmeler için
yapacak bir şey yok, yapma evladım demekten başka...
Denge merkezi değiştiğinden sık sık düşmeler söz konusu olabildiğinden son aylarda çok dikkatli
olmak gerekiyor. Merdivenlerden inerken tırabzana tutunmak, evde kimse yokken duşa girmemek,
duşta iyice tutunmak önemli, bebeğin içinde bulunduğu amniyon kesesi ve sıvısı onu darbelerden
koruyacak güçte olsa da yine de düşme sırasında karın üstüne düşmemeye çalışılmalı...
28 Mart 2002
Pazar günü için yazdığım yazı Hamile Kadın Modası
Marc Jacobs Bahar 2002 Koleksiyonunda hamile kadın giysilerine de yer vermiş. Kotun üzerine
giyilmiş bir tişört gibi duran modeli akıllıca. Şimdilerde hamile olan Uma Thurman, Cindy
Crawford, Lisa kudrow bu giysileri giyiyor. Marc Jacobs ünlülere, alışkın oldukları vücut formlarına
uygun giysiler üretiyor ve bu aralar ünlüler arasında çok popüler..
Merak edip internette Marc Jacobsun giysilerine bakınca, kendimi biranda bir derya içinde buldum,
Hamile Kadın Modası. Benim gibi hamile olmaktan memnun ama ne giyeceğini bilmeyen dünyanın
dört bir köşesinden binlerce kadın varmış meğer. Örneğin bir kadın şöyle diyor Hamile kadın
giysileri ucuz ve çirkin. İnsana zorla bu iğrenç şeyleri alın ve mutlu olun deniyor....
Açıkçası benim de hamile kadın giysileriyle ilgili düşüncem bundan pek farklı değil, vitrinlerde aynı
ruhsuz giysiler var hep, şu jile denen şeyler ve her kadını, neşeyle hoplayıp zıplayan masal
kahramanlarına benzetmeye çalışan, arkadan fiyonk atılan bluz ve elbiseler... Pantolonlar hep aynı
kötü kumaştan, genellikle koyu renk ve iç karartıcı. Gömleklerin hepsi aynı model. Kanımca tüm
hamile kadınları birbirine benzetmeye çalışan bu sistemin artık sonu gelmeli... Çünkü kendi
pantolonlarınıza monte edebileceğiniz, düğmelerin tümünü açıkta bırakan bir lastikli sistem türedi,
böylelikle başka bir insan olmaktan kurtulmak az da olsa mümkün.
Hamile kadın giysileri ilk olarak 1911 yılında Lane Bryant tarafından satılmaya başlamış. Bryant,
New York Herald Gazetesine verdiği ilanda rahat ve modern hamile giysilerinin satışına
başladıklarını söylüyormuş. En güzeli, ilandaki slogan, Bu giysilerle normal görüneceksiniz.
Daha sonra altmışlı yıllarda bir mağaza Jacqueline Kennedynin hamileyken giydiği giysileri
kopyalayarak First Ladylerin Hamile Modası diyerek satmaya başlıyor. Hermes de Kelly Bag adını
verdiği büyükçe bir kutuya benzeyen çantayı sırf kadınlar hamile iken normal görünebilsin diye icat
ediyor Monako Prensesi Grace Kelly, Carolinee hamile olduğu sırada, istenmeyen hamile
fotoğraflarından kaçmak için bu çantayı karnının üstünde tutuyor Eh, buradan da Grace Kellynin bile
hamileyken doğru kıyafetleri bulamadığı sonucunu çıkarabiliriz...
Bir kadınsa, giyilen şeyin hiç de önemli olmadığını çünkü herkesin hamile kadınlara aynı sempatiyle
baktığını söylüyor. Peki o zaman neden tüm hamile kadınların -çalışan kadınlar hariç- sanki dünya
yüzeyinden bir anlık yok oluşu yaşadıkları ve bebek doğar doğmaz geri döndükleri duygusuna
kapılıyoruz? Neden Madonna hamileyken dar kotunu göbeğinin altına indirip, streç bluzunu da iyice
çıkararak giyiyor da sıradan kadınlar ellerinden geldiğince bol giysilere tutunuyor?
Bu satılan hamilelik giysileri benim asla bir daha onları gözüm görmesin dediğim türden şeyler.
Normal bir insanın asla göz ucuyla bile bakmayacağı kadar modadan ve yaşanılan dünyadan, çağdan
uzak şeyler. Sanki birileri bu giysileri üretmiş ve Olay budur. Değişemez demiş. Bir tek salopetleri
sevimli bulduğumu söylemeliyim, o da biraz sevimli denecek türden. Değişen vücutlarımıza adapte
olmak zaten zor bir şeyken bir de itici giysilere bürünmek zorunda kalmak işi daha da güçleştiriyor.
Sahip olduğunuzu sandığınız stiliniz yok oluyor
Başka bir hamile kadının dediği gibi hamile kadın giysileri hayal gücünden yoksun olarak
tasarlanıyor.
Böyle olunca da ya kendi stilinizi kendiniz yaratıp birilerine bu giysileri diktireceksiniz ya da o çok
ünlü ve zengin kadınların çok ünlü modacılarından giysi satın alacaksınız. Eh, birinci seçenek enerjik
ve çok istekli bir yapıya sahip olmanızı gerektiriyor, ikinci seçenekte de bol paranız olması şart.
Ya da c şıkkı sizden şişman olan tanıdıklarınızın gardırobunda eğlenceli bir yolculuğa çıkın
Yazmadan olmaz benim hamileliğim belirli yiyecekleri belirli sürelerle isteyerek ve sonra onların
adını bir daha anmayarak geçti. Geçtiğim haftaki takıntım, henüz yeteri kadar şekerlenmeyen
çileklerdi. Galipden her gün eve çilek getirmesini istedim ve tüm hafta boyunca çileği her çeşit
forma soktum Önce küçük dilimlere ayırarak, sonra pudra şekeriyle, bir başka gün dondurmayla,
derken krem şantiyle ve bir gün de telaşla elime geçirdiğim büyük bir şarap bardağına önce çilekleri,
sonra dondurma ve kremşantiyi dizerek, en üste de bolca çikolata sos dökerek
Bu nefis kupu yaklaşık iki dakika içinde tükettikten sonra bu şeyin önce, hayatta yediğim en iyi şey
olduğuna kadar verdim, sonra da büyük bir pişmanlık duydum Çünkü elimde olsa her gün bunu
yiyebilirdim ama doktorum beş hafta içinde yalnızca 1.5 kilo almama izin
vermişti... Sonra yıllar boyu zayıftan da öte zayıf olduğum zamanlarda neden böyle şeylere istek
duymadığımı sordum kendime o zamanlarda istediğim kadar kremşantili, çikolata soslu çilek
tüketebilirdim... Ne şans
Çilek sevdam yerini bir sonraki haftada meyveli yoğurda bıraktı daha sağlıklı, daha sağlam bir
seçim...Şimdi de üç,beş tane yüzüne bile bakılmayan yoğurt buzdolabında beni bekliyor. Halbuki
geçen hafta çok değerliydiler.
Hamilelik bu şekilde geçip gidiyor, bir iki günde bir korkarak tartıya çıkıyorum, doktora gitmemize
yaklaşık on gün var ve ben bir kilo aldım. Nasıl seviniyorum. Onca çilekli tatlıdan sonara korktuğum
başıma gelmedi yani. Diğer dönemlerden daha az yiyorum, eskiden olduğu gibi gece kalkıp çikolata
yemiyorum, fazla kilo almayışım herhalde bundan.
Elvin içimde dönüyor geceleri, hafifçe uyanıyorum, kanıksadım minik kollarının, bacaklarının
hareketlerini. Öyle ki insan düşünmeden edemiyor, bu duygunun bebeğin doğumuyla birlikte
biteceğini bilmek biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
3 Nisan 2002
32. hafta bebeğinizin hareketlerinde bir değişiklik fark edebilirsiniz. Daha az sıklıkta ve daha az
kuvvetli gözükebilirler. Şimdi, bebek o kadar büyümüştür ki uterusunuzun içini tamamen kaplar hale
gelmiştir. Bebek daha az hareket etmektedir, çünkü hareket etmesi için yeterince yer yoktur.
Derinin altına bir yağ tabakası yerleştirilmiştir. Doktorunuz ilk glikoz testinde şüphelendiyse, 32-34.
haftalar arsında tarama tekrarlanabilir. Nefes alma ve gevşeme egzersizlerini yapmayı ihmal etmeyin
ve periyodik olarak çocuk doğumuyla ilgili sınıf notlarını gözden geçirin. Bugünlerde karnıma ışık
tuttuğumda, Elvinin ışığı izlemesi gerekiyor yazanlar böyle. Ama hayır, Elvin bu ışık izleme
oyununu pek sevmişe benzemiyor, şimdiye kadar hiçbir denememden sonuç alamadım.
Hamilelikte vücutta meydana gelen en güzel şey nedir diye sorsalar, benim yanıtım saçlarımın hiç
dökülmemesi olurdu. Hamilelik öncesinde her gün evde yerlerden tutam tutam saçlar toplarken şimdi
bir tek saç teline bile rastlamıyorum. Hamilelik hormonu denen şey bir ilaç haline getirilse ve saçları
çok dökülenler bunu kullanabilse... Kim bilir belki de buna benzer bir şeyler vardır ama hiçbir ilacın
hamileliğin kendisi kadar kuvvetli olacağını sanmıyorum. İnternette tekrar hamile kadın günlükleri
aramaya başladım. Bir tanesi Alışık olduğumuz pembe ve mavi tonlardan uzak tasarımıyla hayli ilgi
çekici geldi bana. Değişik bir yeşil tonu hakim siteye. Anne bebeğinin cinsiyetini bilmiyor ve
doğuma kadar da öğrenmeyecek çünkü Askeriyede ultrason yapılmıyormuş Başka siteler de var,
anneler doğuma şu kadar gün kaldı diye ziyaretçilerine haber veriyorlar, bazıları bebeğin cinsiyetini,
doğum anındaki boyunu ve kilosunu tahmin etmemizi, birkaç tanesi beğendikleri isimler arasında
bizim tercih yapmamızı istiyorlar. Günü gününe yazanlar ruh hallerinden, o gün aşerdikleri
yiyeceklere kadar her şeyi yazıyorlar. Her gün ama her gün internet mucizesine bir kez daha
hayranlık duyuyorum. Dünyanın başka bir ucundaki başka bir hamile kadın ne hissediyor, bilebilmek
harika bir duygu nefis bir site, keşke daha önce rastlasaydım... Dünyanın dört bir yanından
toplanmış, her haftaya ait bir ultrasonografi fotoğrafı var. 30. haftadan itibaren baktıklarım beni öyle
şaşırttı ki, sanki ultrason görüntüsü değil de birebir bebek fotoğraflarıydı. Hayranlıkla baktım...
Ayrıca nefis bilgiler var hamilelikle ilgili.
Annem ve babam her gece bebeği rüyalarında gördüklerini söylüyorlar, babam onu gezmeye
çıkarıyormuş. Annem bu yazın planlarını yaptı, ben sabahları erken kalkıp kahvaltımı
yaptıktan sonra hayatta en sevdiğim şeylerden birini yapmaya, yani yüzmeye gidecekmişim (Hem
böylelikle formumu yeniden koruyacağım). Annem de 12.00-13.00 gibi bebeği havuz kenarına
getirecekmiş ve sonra da arkadaşlarıyla buluşacakmış. Küçük yazlık evimizin yatak odalarını
yeniden düzenliyor annem, bu yaz kalabalık bir şekilde, hem de Elvinimizle birlikte güzel, mutlu
günler bizi bekliyor.
İznime yaklaşık on beş gün kaldı. Bu ayın onunda doktora gittiğimizde prosedürü öğreneceğim.
Bildiğim kadarıyla SSK doktorunun bir kontrolden geçirip doğuma 6 hafta kaldığını ve izine
çıkılabileceğini bir raporla belirtmesi gerekiyor.
Bazı internet siteleri 30. haftadan 34. haftaya kadar iki haftada bir doktor kontrolü yapılması
gerektiğini, 34. haftadan sonra da kontrollerin haftada bire indirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ciddi
ciddi merak ettiğim bir konu bu bizim kontrolümüz 33. haftada. Bu kontrolde doktorumuz bize neler
söyleyecek, bizi bir daha ne zaman çağıracak, nasıl bir doğum var aklında, benim durumum hangi tür
doğuma uygun, bebek tam zamanında yani haziranın başında mı doğacak, yoksa mayısta mı, kaç kilo
doğacak, kime benzeyecek, babası gibi esmer mi, benim gibi beyaz tenli mi olacak, doğumda her şey
yolunda gidecek mi, sonra ağrım sancım olacak mı, babası gibi gamzeleri var mı bebeğin, benim gibi
yeşil gözlü ve çilli olma olasılığı ne, elleri, ayakları nasıl, çok ağlayan bir bebek mi, sakin mi
olacak... Uf, daha ne sorular varaklımda...
Ben bunları yazarken Elvin içimde kıpırdıyor. Eskisi gibi yalnızca uzandığımda değil, her zaman
hareketli. İçimde dönüp duruyor ve ben bunu çok seviyorum
Pazar günü Emire anneannesi bakıyordu. Galip de onu görmeyi çok istiyordu, ben de Git iste
anneannesinden, bize gelip oynasın biraz dedim. Emir birinci yaşını yeni bitirdi ama doğduğundan
beri bize aşina olduğundan 1.5 saat boyunca sıkılmadan, ağlamadan kaldı bizim evde. Saçlarını
kestirmişler, altın sarısı gibi parlıyordu, öyle güzel bir çocuk ki Elvinin odasında oynayan ilk çocuk
oldu Emir, karyolaya, minik yatağa, araba koltuğuna teker teker kendi başına çıkıp indi.
Oyuncakların içinde yuvarlandı, müzik eşliğinde dönen pandaları izledi, benim bacaklarıma sarıldı,
ayaklarımın üstüne minik ayaklarını koydu ve kucağıma çıkmak istedi. O o kadar kucağımda olmayı
isterken onu kucağıma alamayacak durumda olmak üzdü beni. Pazarımızın neşesi oldu Emir, bütün
gün kendimizi çok yorgun hissettiğimiz, dışarı çıkmaya halimizin olmadığı bir gündü çünkü.
Saatlerin ileri alınmasıyla birlikte bir adaptasyon sorunu yaşadık galiba.
Bir önceki gün de ben yalnız başıma sokakları arşınlamaktaydım, bir fotoğraf, birde resim sergisi
gezdim, daha sonra Edebiyat Günleri kapsamında yapılan bir oturuma katıldım. İnci Aral, bana
benim kadar güzel bir kız çocuğu diledi. Daha sonra dolmuş sırasındayken, şoför bana istersem bir
sonraki aracın ön koltuğuna oturabileceğimi söyledi.
Hamilelikle ilgili sevdiğim şeylerden biri de bu tanıdık tanımadık herkes şefkat gösteriyor. Bize
gelmek isteyen arkadaşlarımız şart koşuyorlar, Ece hiçbir şeyle uğraşmayacak, yerinden bile
kalkmayacak. Ben de tamam diyorum. Pazartesi akşamı da Çağlar gelecek, onun da Elvin diye
tanıdığı biri varmış, üniversiteden arkadaşıymış ve çok güzel bir kızmış.
4 Nisan 2002
25 yaşın altında ortaya çıkan ve 1. tip olarak bilinen ensüline bağımlı şeker hastalığının anne
karnında göbek kordonundan geçtiği tahmin ediliyormuş. Anne karnındaki bebeği enfeksiyonlardan
korumak için göbek kordonundan geçen antikorların arasında bulunan bazı hücreler bebeğin
pankreasındaki hücrelere saldırıyormuş. Bu hücreler bebeğin bağışıklık sistemini devreye geçiriyor
ve pankreastaki ensülin üreten hücreleri öldürdüğünden bebek şeker hastası olarak doğuyor
32. haftada olduğum için dikkatimi çeken bir başka şey şu hamileliğin 32. haftasında depresyon en
üst seviyeye ulaşıyor ve ancak 8 ay sonra en alt seviyeye geriliyormuş. Anlaşılan depresyondaki
anne adaylarının önünde çok zorlu bir dönem var.
32. haftada kasıkta belli belirsiz ağrılar oluşabiliyor bu bebeğin yaptığı baskı yüzünden. Bebek artık
eskisi kadar hareket etmiyor gibi hissetmemizin nedeni ise bebeğin yerinin daralması ve hareket
alanının azalması. Bu haftada bebek yaklaşık 1800 gram, yeni doğmuş bir bebek gibi görünüyor
artık... boyu da 39 cm... Bu aralar bebeğe bir şeyler okunabilir, müzik dinletilebilir...
Hamileler, normal insanlardan yüzde 21 oranında daha sık nefes aldıklarından kan dolaşımı
hızlanıyor ve bu da sıtma mikrobu taşıyan sivrisineklerin daha çok hamile kadınlara saldırmasına yol
açıyormuş. Yaz hamileleri için korkunç bir haber...
epeyce faydalanıyorum. Üye olanlar birbirlerine sorular soruyor, deneyimlerini paylaşıyor. Bugün
anne adaylarının annelere sorduğu sorulardan biri de hazırlıklarla ilgiliydi. Annelerden bizlere çok
yararlı bilgiler, öneriler ulaştı. Örneğin Sebamedin bütün ürünlerini önerdiler, özellikle de pişik
önleyici kremi bir harikaymış. Bebek banyosu için file şartmış ve bebeğin göbeği düşene kadar önce
yüzü aşağıya bakacak şekilde yıkanıyormuş, sonra da bu fileyle birlikte... Bir banyo termometresi
çok işe yararmış. Aventin göğüs pompası en iyisiymiş, Nukun damaklı ve silikonlu biberonları bir
harikaymış ve bir mama karıştırıcı almak çok işe yarıyormuş. Kanguru çok az kullanılan bir şeymiş,
bebek hemen büyüyor ve bunun içine sığmaz oluyormuş ama ana kucağı çok kullanışlıymış. Hastane
içinse bir port-bebe yeterli oluyormuş.
Her şeyi ama her şeyi büyük bir açlıkla okuyor ve notlar alıyorum. Bazı arkadaşlarımın dediğine
göre hamilelik hakkında danışmanlık yapabilecek kadar bilgi edinmişim... Olabilir. Zaten artık
büyük bir iştahla hamilelik sonrası bilgiler biriktirmeye başladım. Şimdilik benim için bebek bakmak
bir muamma. Nasıl bir anne olacağım bilmiyorum bile. Hiç deneyimim olmaması, yakınımda hiçbir
çocuğun büyümemesi beni birazcık da olsa endişelendirmiyor değil. Son haftalar yaklaştıkça
hamileliğimi bırakıp, doğum sonrasına yöneldim. Sanırım içgüdüsel bir şey bu. Yani artık kendimle
ilgili değilim, her şeyin yolunda gittiğini biliyorum, kendim için yapacağım fazla bir şey kalmadı.
Artık tüm dileğim dünyaya sağlıklı bir bebek getirmek ve ona iyi bakabilmek.
Bir de nedense her şey yetişmeyecekmiş korkusu... Sanki bebek çarşafları dikilmeli bir an önce, bir
an önce hastane çantası yapılmalı, yoksa geç kalırız . Oysa daha çok zaman var.
5 Nisan 2002
Ne derler? Hamilelikte en iyi sporlar yürüyüş ve yüzmedir...
Buyurun bakalım, İngiliz Kraliyet Yüksekokulunda görevli bilim adamları yüzme havuzlarının anne
adaylarında düşük veya sakat doğuma yol açabileceğini açıklamışlar Londrada 8 havuzdan alınan
örnekler ceninin gelişimini olumsuz etkileyebilecek yüksek oranda kimyasallara rastlamışlar.
Havuzlarda dezenfektan da fazlaymış ve bu yüzden anne adaylarına yüzmemeleri değil ama havuzda
kalış sürelerini iyi ayarlamaları öneriliyormuş.
İyi ayar nasıl olmalıdır, suda ne kadar kalmak gerekir, bunun belirgin bir yanıtı yok.
8 Nisan 2002
Şişmanlıktan bacak bacak üstüne atamıyor ve çok şişman çıktığım gerekçesiyle bazı fotoğraflarımı
yırtıyorum, hayatımda daha büyük bir gelişme olabilir mi?
Beni hep 40lı kilolarımda bilen arkadaşlarıma tarattığım bir hamile fotoğrafımı yolladım şimdi
herkesten gelen elektronik postaları yüzümde bir gülümsemeyle okuyorum, hepsi de hamileliğin
bana çok yakıştığını söylüyorlar Ama ben artık göbek deliğimi geri istiyorum İnsanın gün gelip de
hayat boyu içe göçmüş bir şekilde duran göbek deliğini koca bir yükselti halinde görmesi çok ilginç
ve tuhaf. Diyorum ya cidden göbek deliğimi geri istiyorum ben... Burun tıkanıklığı sürüyor
koltuklarda belime bir yastık yerleştirmeden rahat oturamıyorum, uzun süre ayakta duramıyorum.
Hareketlerim gittikçe ağırlaşıyor, birkaç basamakta bir dinlenmek gerekiyor merdiven çıkarken...
İlgisi var mı bilmiyorum ama çillerim bu yıl erken davrandılar, bütün yüzümü kapladılar, üstelik
eskisine oranla daha koyu renkteler. Neyse ki çillerini seven insan kategorisindeyim. Çaycı
ablalardan biri de geçtiğimiz günlerde, Bebek doğar doğmaz elini yüzünde şöyle bir gezdir
unutmazsan dedi. Niye? diye sordum, böylelikle çilleri olmazmış Neden çili olmasın ki? dedim, ben
nasıl şaşırdıysam, o da bu soru karşısında şaşırdı.
Bir de geçen gün salopetimin düğmesi koptuğunda temizlikçi bir abla düğmeyi üstümde dikerken,
bir ipliği ağzımda tutmamı tembihledi, Niye? dedim elbette, bir hamilenin üstünde bir şey dikerken
ağzında iplik olmazsa kordon bebeğin boynuna dolanırmış Aa, en önemli gelişmelerden berini
yazmayı unuttum, iki gün önce Elvin hıçkırıyordu ve biz de Galiple ellerimiz karnımda bu muhteşem
olayı hissetmenin tadını çıkardık. Bir anne hamileliğinde uzun bir süre bebeğin hıçkırdığını yazmıştı
bir yerde, inanamamıştım, hissettiği şeyin hıçkırık olduğunu nasıl bilebilir diye soruyordum
kendime. Ama işte biz de hissettik, nefis bir duyguydu.
Sonra Elvin birden hareket etti, karnımın bir tarafı kocaman oldu, sanırım kafasıydı gördüğüm ama
böylesi büyük bir değişiklik ve yükseltiyle ilk kez karşılaştım, şaşırdım ama sevindim. Kızımız
kocaman oldu artık ne de olsa.
Hep yaz günlerinin hayali. Ben gerçekten anne mi oluyorum?
İki gün sonra doktora gideceğiz ona Elvinin kilosunu soracağım, çünkü tüm hamile kadınlar
bebeğinin kilosundan söz ediyor. Benim bildiğim kadarıyla ultrasonda haftalara göre yapılan
ölçümler haftayla doğru orantılı gidiyorsa, bebeğin o haftada olması gereken kilodan söz ediliyor,
bebeğin birebir kilosundan değil, ama yine de soracağım bakalım, belki ben yanlış biliyorumdur.
Doktor beş haftada 1.5 kilo almamı söylemişti, dün Handelerde dijital tartıda kilom 74ü gösterdi,
yani doktorun söylediğinden yarım kilo fazla. Sevindim.
Haluk hafif olduğunu söylediği kocaman bir helva almış, Aman dedim, Şu şeyi şimdi değil,
çarşamba günü ver bize, doktordan sonra yiyeyim.
Hemen Galiple konuyu komik bir hale getirmeyi başardılar, helvayı çantama koyacak ve doktordan
çıkar çıkmaz yiyecekmişim, hatta tartıdan indikten sonra bir ekmek arasına koyup bile
yiyebilirmişim...
Handeyle Emirin doğduğu gün çekilmiş fotoğraflara baktık tekrar şimdi o fotoğraflara bakışım
eskisinden ne kadar farklı. Artık yeni doğmuş bir çocuk neye benziyor diye bakıyorum. Hande
insanın içgüdüsel olarak anneliğe hazır olduğunu, yeni doğanın nefis bir şekilde kucağında
tutabildiğini söylüyor. Sonraysa bu duyguyu unutmuş, geçtiğimiz günlerde üç aylık bir bebeği
kucağına alırken çok zorlanmış, Nasıl tutacağımı bir türlü bilemedim diyor.
Annemle emzirme geceliği denilen, önden düğmeli gecelik arayışına girdik ama sonuç olumsuz. Her
yerde ince askılı saten gecelikler ve de pazenden tuhaf, hasta giysileri. En sonunda İpek Kramerde
nefis bir gecelik ve sabahlığa rastladık, insanın kendini içinde kraliçeler gibi hissedeceği türden tiril
tiril şeyler. Ne yazık ki çok pahalıydı Annem olaya el koydu ve diktirmeye karar verdi.
Bebeğimize bu hafta sonu pişik önleyici krem ve bir body daha aldık. Bu body sözcüğü beni deli
ediyor ama ne yazık ki Türkçede bu giysiyi karşılayacak hiçbir sözcük yok.
Almamız gereken şeyler arasında alt açma ünitesi, en minik çoraplar, ince tülbentten mendiller,
eldivenler, minik bebek kaşığı var.
Hastaneye götürülmesi gerekenleri de bir anne yazmış çok faydalı olduğu söylenen ısırgan otu çayı,
bol bol su, emzirme sutyeni, emzirme geceliği, çorap, ped, havlu, peçete, terlik, ince hırka, ıslak
mendil, toka, nemlendirici krem ve dudak kremi... Bebek için gerekenleriyse henüz öğrenemedim.
Sağanak yağışlardan sonra ilk defa bugün güneş yüzünü gösterdi. Ancak hava düzeldiğinde zamanın
geçtiğini anlayabilirim, kış havaları bana yalnızca hamileliği çağrıştırırken, güneş bebeğin
doğumunun yaklaştığını müjdeliyor.
Annemle bu aralar aynı kilolarda olduğumuzdan annemin giysilerini rahatlıkla giyiyorum, özellikle
gömlekler ve hırkalar çok işime yarıyor. Vitrinlerde yeni sezonun giysileri göz ucuyla bile
bakmamaya çalışıyorum. Bir şeyi beğensem bile hangi bedeni alabilirim ki? Şimdilerde 44 beden
falanımdır herhalde, normalde ise 38, ayakkabılar şimdi normal gelse, ileride bol olacaklar,
pantolonların 38ini alsam, bir kenara kaldırmak acı verecek. İnsanın bedene ölçülerinden hoşnut
olmaması ne feci bir şeymiş meğer.
Galip beni çok güzel bulduğunu söylüyor, zaten hep güzelmişim, şimdiyse bir başka güzelmişim,
orantılı bir şekilde kilo almışım, başka hamile kadınlar gibi kocaman bir kalçam falan olmamış,
bütün kilo sivri görünen kamımdaymış, bacaklarım öyle kilolu falan değilmiş, uzun boylu bir insan
olmanın avantajıymış bu. Yine de kırmızı yanaklı fotoğraflarımdan uğradığım değişikliği görmek
mümkün. Dağın eteklerinde koşturup duran, doğal ürünlerle hayli iyi beslenmiş bulunan Heidi gibi
görünüyorum.
10 Nisan 2002
33. hafta bebek şimdi 2040gr. ağırlığındadır ve yaklaşık 47cm uzunluğundadır. Nefes alma pratiği
yaparak amniotik sıvıyı inhale ederek akciğerlerini çalıştırmaktadır.
Çoğu erkekte testisler scrotuma inmiştir. Ancak bazen, bir veya iki testis doğumdan sonrasına kadar
pozisyonuna inmez bu inmemiş testisler sıklıkla ilk doğum gününden sonra kendilerini düzeltirler.
Şimdi haftada 500gr almaktasınız ve bunun kabaca yarısı doğumda bebeğe gider. Ayrıca bebek
bundan sonraki yedi hafta boyunca doğum ağırlığının yarısından fazlasını alarak, rahmin dışındaki
yaşam için şişmanlar. Bu yağ depolanmalarından dolayı cilt kalınlaşır ve pembeleşir.
Doktorumuz söylemişti, gebeliklerin ancak yüzde 5i söylenen günde sona eriyormuş. Bununla
birlikte çoğu gebelik söylenen tarihten bir hafta önce son buluyormuş. Bir gebeliğin normal yoldan
sonlanabilmesi 3 ana faktöre bağlı rahme, bebeğe ve annenin kemik çatısına bağlı faktörler. Doğum
olabilmesi için düzenli kasılmalar olmalı ve rahim açılmalı, böylelikle bebek dışa itilebiliyor. Bebek
uygun pozisyonda olmalı, önünde bir engel olmamalı. Bebeğin geçeceği yol ile bebek arasında bir
uyumsuzluk olmamalı.
İşte bütün bunları okuyup, günlüğüme yazdığıma göre sanırım doğumun yaklaştığını hissediyor
bedenim. Her ne kadar 54 gün var gibi görünse de, o zaman da göz açıp kapayıncaya kadar geçecek
gibi görünüyor.
Ve böylelikle elveda hamilelik giysileri, olmayan göbek deliği, kilolar ve merhaba Elvin
Doktorumuza gitmemize henüz dört saat var, aradan 5 koca hafta daha geçtiği için heyecanlıyım,
hem bebeğin sağlılığını merak ediyorum, hem de doktorumuzun söyleyeceklerini.
Bu arada hava ısındı ve 19 derece oldu. Benim için 30 dereceden farkı yok ama. Herkes kazak ve
montlarla, bense tişört ve gömleklerle. Yakında açık ayakkabılarımı bile giymeye başlayabilirim.
Acaba kan basıncının fazla olmasından mı kaynaklanıyor bu? Şimdilik bu kadar sıcaklığa itirazım
yok, daha sonra ne olur bilmiyorum. dört beş tane doğum hikayesi okudum, herkes normal
doğumdan nasıl da korktuğundan, doktorlarının ise hep normal doğumu önerdiklerinden söz ediyor.
Buna karşın tüm anneler sezaryeni istemişler. Birçok kadından çevresindeki insanların telkin
edeceklerine onları korkuttuklarını, normal doğumu çok zor ve sancılı diye tarif ettiklerini
söylediklerini duyuyorum. Elbette sancılıdır ama bence kimsenin hamile kadınları korkutmaya hakkı
yok. Üstelik korkmak haklı bir tepki olabilir ama doktorlara güvenmek, onlara sorular sormak,
okumak, bilinçli bir anne adayı olmak gerekmiyor mu? Herkes epidural anesteziden memnun
görünüyor, ne de olsa doğumu hem yaşıyor hem de hiç ağrı hissetmiyor anneler, üstelik bütün
anneler bebeklerini hemen kucaklarına almaktan ve onları bir an önce emzirmekten nasıl da keyif
aldıklarını anlatıyorlar. Ya internet olmasaydı, bunu yazıp yazıp duruyorum. Saatlerce başında
kalıyor, öğreniyor, bilgileniyorum. Elimde öyle çok doküman birikti ki benden sonra hamile olacak
yakın arkadaşlarım çok şanslılar
Şu koca yedi ayı üç spor ve bir makosen ayakkabıyla geçirdim. Zaten önerilen düz ayakkabılar, ama
ayakkabı dolabındaki o güzelim ayakkabılara da ara sıra özlemle bakmıyor değilim, hani en güzel
zamanların bunlar, keyfini çıkar, bebek doğunca hayat tümüyle değişecek deyip duruyorlar ya,
değişsin kardeşim diyorum içimden, ben zaten hayatımda o değişikliği istediğim için hamile kalmış
değil miyim, beklemediğim bir olay değil ki bu, bebeği istemişim işte, elbette onun varlığıyla
oluşacak her türlü değişikliğe de hazırım, ancak bebek doğunca kendi kimliğime yeniden kavuşmayı,
vücudumu geri almayı bu denli istemeyi de tuhaf bulmuyorum. Giysilerimi, ayakkabılarımı, rahat
rahat nefes almayı istiyorum, bu kiloları ait oldukları yere geri postalamak istiyorum, bebeğimi
koklamak, minik ayaklarına, ellerine hayranlıkla saatlerce bakmak istiyorum.
12 Nisan 2002
Hamilelik ve sonrasında alınan aşırı kilolar menopoz sonrası meme kanseri riskini artırıyormuş. 20
kilo fazla almak meme kanseri riskini yüzde 40 artırırken, 25 kilo alan kadınlar için risk üç kat fazla.
Ölçü şu her kilo yüzde 3.9 oranında meme kanseri riski artışı demek.
13 Nisan 2002
Doktor Melih Oktay epidural anesteziyi anlatmış
Anestezinin genel aneztesi ve lokal anestezi diye ikiye ayrıldığını belirten Dr. Melih Oktay, epidural
anezteziyi şöyle anlamış: Bunlar, lokal anestezinin altında alt gruplar olarak sinir
blokları dediğimiz bölümde yer alıyor. Ne yapıyoruz, biz bir sinir kümesinde blok oluşturuyoruz.
Ağrının oluşmasını, daha doğrusu oluşan ağrının üst taraflara iletilmesini engelliyoruz. Burada niye
büyük blok diyoruz epidural anestezi için? Çünkü hastanın belinden yaptığımız bir iğnemiz oraya
yaptırdığımız bir blok sonucunda yaklaşık göğüs kafesi hizasından daha alt bölümde hastalarda
herhangi bir ağrı duymadan doğum olabilir bu, herhangi bir operasyon olabilir, bunlar
gerçekleştiriliyor.Benim merak ettiğim konu ıkınmak. Doktor diyor ki
Aneljezi dediğimiz, anesteziden bir daha önceki kısımda, sadece ağrıyı engelliyorsunuz. Bir sonraki
aşamada dokunma duyusunu engelliyorsunuz, daha sonraki aşamada da motorblok yapıyorsunuz
ama burada sadece ağrının iletilmesi engellenirse hareketi engellemiyorsunuz, onun için rahatlıkla
ıkınmaları, doğumu sağlayabiliyorsunuz. İçim şimdi daha rahat...
Epidural anestezinin genel anesteziden en büyük farkının, ameliyat sonrası dönemde ağrı
çekilmemesiymiş, yaklaşık 1 -2 gün gibi bir süre içerisinde hastalara sıfır ağrı garanti ediliyor.
Epidural anestezi sonrasında annelerde baş ağrısı şikayetleri oluşuyor ve genelde işlemden 24 saat
sonra başlıyor ve 3-4 gün devam ediyormuş ama 2 haftaya kadar da uzayabilirmiş.
Melih Oktay hangi durumlarda epidural anestezi yapılmadığını da anlatıyor Eğer hasta istemiyorsa
hiçbir şekilde epidural anestezi uygulamıyoruz. Ama bunun haricinde sistemik bir hastalığı söz
konusudur, enfeksiyon hastalığı söz konusuysa veyahut da enjeksiyonu yaptığımız bölgede lokal bir
enfeksiyon var ise epidural anestezi uygulamıyoruz. Bunun haricinde omurgadaki deformiteleri
önermiyoruz. Onlarda epidural anestezi uygulamıyoruz. En önemli olan zaten bir tanesi de eğer
hastada kanama ve pıhtılaşma bozuklukları söz konusuysa veyahut da antikorbinan tedavi alıyorsa
uygulamıyoruz.
14 Nisan 2002
Doktora gittiğimiz gün tam 1.5 kilo aldığımı öğrenmek beni şaşırttı. Bundan sonra kilo almam bile
gerekmiyormuş, bu kilo idealmiş, ben hiçbir şey yemesem de bebek beslenmeyi sürdürürmüş. Son
haftalarda daha çok kilo alınacağı gerçek bir bilgi değilmiş. Bakalım becerebilecek miyim?
Elvinimizin nefis bir ultrason görüntüsü oldu, yüzü artık belli. Bizce çok güzel bir bebek ya da her
anne baba gibi bize de yavrumuz güzel görünüyor. Yok, yok, o çok güzel bir kız Çok önemli bir
şikayetim olmadığını ilettim yine doktoruma, kasılmaların ya da kanamaların olup olmadığını sordu.
Hayır, yok. 3 hafta sonrası, 3 mayıs için randevu verdi, 36. hafta... Ondan sonra da her hafta kontrole
gidecekmişim çünkü 36. haftadan sonra bebek her an doğabilirmiş. Doktorumuz doğumla ilgili
merakımızı da giderdi. Hiçbir problem olmadığı takdirde normal doğumdan yana olduğunu, bunu da
epidural anestezi ile gerçekleştireceğini söyledi. Ikınmanın anestezi altında nasıl gerçekleşebildiğini
sordum o da ıkınmanın doğal bir refleks olduğunu, ıkın dendiğinde şimdiye kadar ıkınamayan hiçbir
kadın görmediğini söyledi. İçim rahatladı. Yine kuş gibi uçarak ayrıldık Gürkan beyin yanından.
15 Nisan 2002
Aygül liseden arkadaşım, kocası da. Benden on gün sonra o da Cansuyu doğuracak, doktorumuz da
aynı. Hafta sonu Ebru ile Aygüldeydik.
Birbirimize sorunlarımızı, hamileliğimiz nasıl geçirdiğimizi anlattık ve sonra doğum yapmış biri
olan Ebrunun öğütlerini dinledik. Hastane çantasında neler olmalı? Örneğin Ebru yanımızda mutlaka
bir biberon ile Nutrilon 1 Mama götürmemiz gerektiğini çünkü ilk anda anne sütü gelmezse
hemşirelerin derhal bu mamadan istediğini söyledi. Koyu renk havlular,
atılabilir iç çamaşırları, göğüs pedleri, emzirme sutyenleri, bebek giysileri... Hastane çantası diye bir
şey olmadığına karar verdim, hastane bavulu var
16 Nisan 2002
Hamileliğin öyle bir safhasına geldim ki artık okuduğum haftalarda Bebek bu tarihte doğarsa yaşama
şansı vardır dan, Bebek doğarsa yüzde 99 yaşara terfi ettim. Bu da beni heyecanlandırıyor,
bebeğimizi göreceğimiz günler yaklaşıyor. Hastane çantasına başladık annemle o pembeli beyazlı bir
nevresim takımı yaptırdı benim için, hastane yatağımda bile keyifle yatmamı istiyor. Bunun yanı sıra
bebek bezleri, diş fırçası, diş macunu, sabun, deodorant gibi şeyleri almak üzere ayrı bir alışverişe de
çıktık. Bir yolculuğa hazırlanır gibi her şeyin yenisini koyduk valizimize. Bir iki ufak tefek şey
dışında her şey mevcut. Bebek hanımefendinin biberon temizleme fırçası bile var valizde. Çantanın
hazır olması fikri beni rahatlattı doğum erken gerçekleşirse her şeyin kullanıma hazır olması fikri
güzel.
Gelecek hafta içinde de emzirme sutyeni, terlik gibi bir iki eksiği alıp çantamıza koyduktan sonra
filmlerde gördüğümüz gibi valizi kapının kenarına koyup beklemeye başlayabiliriz. Okuduğum
hamilelik kitapları yalancı doğum ağrılarından söz ediyor eğer bu ağrılara kanıp da hastaneye erken
giderseniz çok beklersiniz gibilerden sözler var Çünkü doğum yaklaşık 10-12 saat süren bir şeydir
deniyor. Söylenenlere göre doğum sancıları beş dakikada bire inmeden evden çıkmanın anlamı
yokmuş. Ben yine de bu beş dakikaları bekleyebileceğimizi sanmıyorum, evimizle hastanenin arası
yarım saatten fazla sürüyor ve beş dakikalık ağrıların biz yoldayken iyice kısalıp kısalmayacağını
ben nereden bilebilirim?
17 Nisan 2002
34. hafta şimdi bebeğiniz yaklaşık 2270 gr ağırlığındadır ve ortalama 47.6 cm uzunluğundadır.
Şimdiye kadar muhtemelen baş aşağıda pozisyonunu almıştır. Çoğu bebekler bu sırada bunu yapar,
ancak pozisyon değiştirmeye devam edebilir Kafa kemikleri halen oldukça yumuşaktır ve tamamen
birleşmemiştir, böylece bebeğin rölatif olarak dar doğum kanalından çıkışını kolaylaştırırlar.
Ayaklarınızın, ellerinizin, yüzünüzün ve ayak bileklerinizin oldukça şiş hale geldiğini ve bu ödemin
ılık ortamlarda ve günün ilerleyen saatlerinde daha da kötüleştiğini fark edebilirsiniz. Vücudunuzun,
bebeğiniz ve böbrekleriniz için bu sıvıya ihtiyacı vardır. O yüzden su için, eğer akşamdan sonra
belirgin şişlik gözlenirse, doktorunuza haber verin, bu preklampsi bulgusu olabilir.
Doğum çantanızı hazırlamaya başlayın, hastaneye son dakikada acil gidişte bir şey unutmaktansa
hazır olmak daha iyidir.
Yeni Zelandadaki Auckland Üniversitesinin araştırmasına göre ana rahminde yetersiz beslenen
kişiler, yaşamlarında kendilerini genellikle halsiz hissediyor ve sürekli bir şeyler atıştırma
gereksinimi duyuyorlar. Ana rahminde yetersiz beslenen fetüs, yaşamak için yeni koşullara ayak
uyduruyor. Uyum sırasında iştahı düzenleyen leptin hormonu duyarsızlaşıyor ve vücut ensülin
eksikliği çekiyor. Vücut doyduğunu anlayıp sürekli yemek yeme ihtiyacı hissediyor ve ensülin
eksikliği de halsiz yapıyor.
24 Nisan 2002
35. hafta bebeğiniz şimdi 2500 gr üzerinde bir ağırlıktadır ve muhtemelen 50 cme yakın bir
uzunluktadır. Bu devrede doğan bebeklerin % 99u yaşar, çoğunluğunda apgar problem olmaz.
Akciğerler sıklıkla tamamen gelişmiştir ve solunum problemleri, bir zamanlar 35 haftadan önce
doğan bebeklerde veya prematürelerde ölüm nedeni olan problemleri daha kolaylıkla çözümlenir. 35
ve 37. haftalar arasında B grubu streptococ bakterisi için test edileceksiniz.
Pek çok kadın ayrıca bebeğin bacaklar ve pelvisteki sinirlere olan basıncından dolayı pelvik bölgede
bir kaşınma hissi veya uyuşukluk fark etmeye başlayacaktır. Ne yazık ki, bu bebek doğana kadar
kaybolmayacaktır. Çok rahatsız ediciyse, doktorunuza haber verdiğinizden emin olun 23 nisan tatili
olunca, SSKnın poliklinikleri de dört koca gün kapalıydı. Doğum iznimim 22 nisanda başlaması
gerekiyor ve işte bugüne dek SSK hekimleriyle görüşebilmiş değildim. Nihayet bu sabah Galiple
hastanedeydik, rapor için. Her yer hasta insanlarla dolu olunca, hele de dört günlük bir yokluğun
ardından bunca kalabalığı görünce kendimi bir an önce dışarı atmak istedim. Kadın Doğum
Polikliniğinde onlarca hamile kadın, demir bir kapının ardından bir görünüp bir yok olan hemşireyle
konuşabilmek, polikliniğe adım atabilmek için yarışır durumdayken, sıra bize geldiğinde Galip
kapının dışında bırakmak durumunda kaldı, beyaz bir A4 kağıtta kesin bir emir vardı çünkü,
Erkekler Giremez Çiçekli perdelerle bölünmüş odacıklar muayene için ayrılmış, doktorlar bir heyet
gibi uzun bir masanın etrafında toplanmışlar. Zor bir durum. Raporumu alıp da dışarı
çıkabildiğimizde kendimi daha iyi hissetmeye başladım, sekreterliğin bulunduğu pencerede
doğumun 38. gününe kadar izinli olunduğu, o tarihte tekrar gelip raporun kapatılması gerektiği
yazıyordu. Tam da kadın doğum polikliniğine yakışır bir şey karton bir kutu içinde yorgun bir anne
kedi yeni doğurduğu dört yavrusunun üstüne kapanmış yatıyordu, Galipin dediği gibi, galiba aile
planlamasını öğretmek, bir örnek oluşturmak için kedileri oraya koymuşlar, eğer planlama
yapmazsanız bu kadar çok çocuğunuz olur...
Tatil nihayet başlayınca bende günün ilk saatleri baş gösteren bir enerji hali... Onu da yapmalıyım,
şuraya da gitmeliyim, evi şöyle toplasam, vizyondaki tüm filmleri izlesem... Ancak 16.00 gibi pilim
bitiyor, hemen uyuklama durumuna geçiyor ve daha sonra da iflah olmuyorum.
Kilom ne yazık ki 75e yükseldi, oysa son ayda kilo alınmadığını okumuştum bir yerlerden. Elbette
gece uyanıp gofret ve muz yiyenler için söylememiş olmalılar bunu...
Annemle hastane çantası alışverişimizi neredeyse tamamladık, en son emzirme sutyenlerinden aldık.
Çok pratik bir şey, bir çıt çıt marifetiyle sutyenin bir kısmı çıkıyor, bebek emziriliyor ve tekrar
kapatılıyor bu kısım. Aynı zamanda göğüs pedlerini yerleştirmeye göre de tasarlanmışlar.
Birde terlik Görevlinin bize gösterdiği krem rengi, üstünde minik bir fiyonk olan terliği beğendiğimi
gören annem gözlerine inanamadı, bu tip kadınsı şeylerden hep uzak durduğumdan nasıl olup da o
terliği beğendiğimi sordu. Dedim ki Ben de anne oluyorum, artık değişmem lazım... O da Zaten
bebek doğup da normal kilona döndükten sonra giydiklerine müdahale etmeyi düşünüyordum dedi.
Peki dedim, Sen bana müdahale edersin, ben de Elvine...
Rüyamda Elvini gördüm, bu haftalarda bebeklerle ilgili rüyaların çoğalacağı söyleniyor zaten.
Kamımdaydı ama kafasını öyle yukarı kaldırmıştı ki kocaman bir tümsek oluşturuyordu ve yüzü
tamamıyla seçilebiliyordu. Birbirimize gülümsedik. Sanırım onunla kurduğum özel bir bağdı
aramızdaki, her şey gerçek gibiydi. Karnımda yaşayan bir insanla böylesi bir ilişki kurabilmenin
mümkün olduğunu düşünüyorum.
Birkaç günlük avarelik hakkımı doldurup bugün ilk kez günlüğün başına geçtiğimde sanki son
günlerde çok önemli şeyler olmuş da ben bahsetmeyi unutuyorum duygusu... Beni heyecanlandıran
bir dönemindeyim hamileliğimin, doğum iznini almak demek, bebeğin gerçekten doğmak üzere
olduğunu göstermiyor mu? İşte ben buna ciddi bir heyecan derim.
İkide bir Elvinin odasına giriyorum, Canım kızım diye sesleniyorum ona, şimdilerde onun odasında
yüksek sesle masal okumayı planlıyorum.
Dışarıda nefis bir hava, evde yapacaklarım biterse bir yürüyüşe çıkacağım bugün.
1 Mayıs 2002
36. hafta bebeğinizi doğurmak için kendinizi hazır hissediyor musunuz? Şimdi yaklaşık 2750 gr
ağırlığında ve 50 cmden fazla bir uzunluktadır. Doktorunuzun muhtemelen sizi doğumunuza kadar
haftada bir görmeyi isteyecektir. Uterusunuz orijinal hacminin 1000 katı kadar genişlemiştir ve hiç
yeriniz kalmamış gibi hissedebilirsiniz, uterus muhtemelen kaburgalarınızın altındadır.
Muhtemelen 12 ile 15 kg arasında bir ağırlık almışsınızdır ve kilo alışınız zirveye çıkmıştır.
Şimdiden doğum zamanınıza kadar çok az kilo alırsınız veya hiç almazsınız. Rahim o derece
konforlu hale gelmiştir ki çoğu kadın bebeğin artık çok fazla hareket etmediğini fark eder.
6 Mayıs 2002
Evde olunca tembel mi olunuyor ne, yazı yazma disiplinimi yitirdim... Gerçi bir haftadır hastayım...
Kendimi sağlıklı, zinde hissediyorum diye seviniyordum. Geçen pazartesi annemle sokaklarda
zaman geçirip bir de sıcağa aldanıp arabanın klimasını açınca anında hasta oldum. Salı tüm gün evin
içinde ruh gibi dolaşıp uyuyup uyandım, çarşamba ve perşembe annemler temizlik için bendeydi,
hem dinlendim hem yoruldum, cuma öksürük arttı ve üstelik kontrolümüz vardı Hastaneye erken
saatte ulaştık, doktorumuz bizi görür görmez Doğru doğumhaneye dedi gülümseyerek, NST (non
stress test) denilen aygıtla bebeğin hareketleri, kalp atışı, oksijen alımı kontrol edilecekmiş.
Doğumhaneye ilkgidişimizdi, heyecanlandık. Yeni doğmuş bir bebekle, doğuma hazırlananlarla,
bekleyenlerle, baba adaylarıyla karşılaştık. Rahat bir yatağa yattım, cihaz karnıma bağlandı, yaklaşık
20 dakika boyunca bebeğimizin kalp atışlarını, hareketlerini duyduk. Daha sonra testin reaktif
olduğuna dair bir verdiler bize. 15 saniye süren ve dakikada 15 atımlık bir artış bulunan en az 2 adet
hızlanma varsa test reaktif olarak kabul ediliyormuş. Reaktif NST bebeğin 1 hafta daha anne
karnında güvende olacağını gösterirmiş. Eğer istenilen türde artışlar olmaz ise test 40 dakikaya
uzatılıyor ve bu sürenin sonunda hala daha kalp hızlanması saptanmaz ise veya kalp hızında düşüşler
saptanırsa test non-reaktif olarak değerlendiriliyor. Eğer test süresince fetus hiç hareket etmez ise bu
kez yetersiz olarak yorumlanıyor. Bu durumda fetus uykuda olabilir ya da anne adayı aç olabilir
deniyor. Bir süre bekledikten ve/veya anne adayına yemek yedirdikten sonra test tekrarlanıyor.
Reaktif sonucuyla doktorumuzun yanına gittik, ultrasonda da bebeğimiz için her şey yolunda
görünüyordu, 2 kilo 700 gram olmuş Elvin. Bir hafta sonra aynı testi yapmak üzere doktorumuz bizi
tekrar çağırdı. Bu arada yürüyüşler ve dinlenme dışında artık hiçbir şeyle uğraşma, ne de olsa son
haftandasın dedi..
Ve işte evdeyim. Günlerden pazartesi. Bir ara annemle bir iki saatliğine dışarı çıktım, o kadar.
İşyeriyle sürekli telefonda konuşuyorum ama kendimi toparlayıp gidecek gücüm yok. İşte 36.
haftanın getirdikleri, ağır bir beden. Halsizlik, sıkıntı, hafif depresif bir duygu.
8 Mayıs 2002
37. hafta Tebrikler Bu haftanın sonunda gebeliğiniz miada ulaşacaktır bebeğiniz artık her hangi bir
gün doğabilir.
Bebeğiniz şimdi yaklaşık 3 kg. ağırlığındadır ve 52 cm uzunluğundadır. Haftalık check-up ınızda,
doktorunuz dilatasyon ve silinmenin başlayıp başlamadığını ve bebeğinizin hangi durumda
olduğunu, bebeğin doğum kanalına ne kadar uzaklıkta olduğunu belirtir, kontrol etmek isteyebilir.
Bu son dönemler böyle geçecek galiba, bir gün iyi bir gün kötü... Dün kendimi nasıl da iyi
hissediyordum, işyerine bile uğradım. Ve işte bugün yine bütün kemiklerim ağrıyor, Elvin durmadan
hareket ediyor, ateşim yükselip düşüyor, uykum var, gece yine dörde kadar uyuyamadım (Elvin bana
alıştırma yaptırıyor), dışarıda nefis bir hava var, hava sıcaklığı 25 derece ve ben evdeyim Halsiz.
Çocuk bezleri depoluyoruz bu aralar, arkadaşlarımız söylemişti, her market alışverişinde almakta
fayda var diye. Neler neler öğrendik, üç ila altı kiloluk çocukların bez numarası iki, biz boşu boşuna
bir dönem bir numarayı aramıştık... Çeşitli sayıda oluyor bu bezler, ona da akıl sır erdirmek kolay
değil, 24lük, 42lik, 90lık... İnternetteki annelerden öğrendiğime göre ilk başlarda günde sekiz bez
harcanırmış ve bu böyle üç ay kadar sürermiş. Yani ayda 240 bez eder, üç ayda 720 bez. Ben sürekli
bez aldığımızı sansam da şu anki hesabıma göre bebeğin bir aylık bezini falan almışız daha demek
ki. Eskiler nasıl da bez yıkar, kaynatırmış, işleri çok zormuş derken şimdiki anne babaların da
ülkemiz şartlarında işlerinin zor olduğunu kabul etmek lazım, bezlerin fiyatı dehşet
Hastane çantasının dışında bir de bebek çantası yapmaya karar verdik, çünkü bebek doğar doğmaz
hemşire gelip alelacele bir şeyler istiyormuş. Bebek çantasına doğduğu anda giyeceği kıyafetleri, bir
havlu, iki bez koyduk. Benim valizimde ise yok yok:
Önden düğmeli üç gecelik Bir sabahlık
Pembe pöti kareli bir nevresim takımı
Birkaç havlu
Bol bol iç çamaşırı
Emzirme sutyeni
Göğüs pedleri
Tarak
Dudak nemlendirici
Nemlendirici krem
Kolonya
Deodorant
Video için film
Fotoğraf makinesi için film
Birkaç çorap
Bir hırka
Bebeğe pişik kremi
Şampuan
Sabun
Toka
Orkid
Terlik
Bebeğin hastaneden çıkışı için port-bebe Pamuk
Bebeğe bodyleri
Bebeğe çorap
Bebeğe battaniye
Yani koca bir valiz. Ne yapalım...
Doktora gitmeye yine iki gün kaldı. Bir yandan günler geçmiyor demek, bir yandan da nasıl bu kadar
çabuk geçtiğine hayret etmek tuhaf...
8 Mayıs 2002
38. hafta bebeğiniz şimdi 3 kg.ı geçkin bir ağırlıktadır ve yaklaşık 52 cm uzunluğundadır. Bebeği
kaplayan tüylü lanugo tabakasının çoğu kaybolmuştur ve peynir benzeri tabaka, vernix caseosa da
yok olmuştur (bir kısmı doğumda kalabilir). Her ikisi de, diğer sekresyonlarla birlikte bebek
tarafından yutulacak ve bebeğin bağırsaklarında tutulacaktır. Bunlar bebeğin ilk bağırsak
hareketleriyle atılan siyah renkli bir dışkıyı, oluşturacaktır. Biz buna mekonyum diyoruz.
10 Mayıs 2002
Bir Cuma daha, bugün doktora gitme günü. Sabah uyandığım an günün nasıl geçeceği belli oluyor.
Bazen karnımda aşırı bir ağırlık, vücudumu taşıyamayacağımı hissedebiliyorum o gün. Öyleyse evde
koltuklara, tüm yataklara yatmanın vaktidir. Bazen de hamile değilmişim gibi ferah bir duygu, o
zaman da dışarı çıkabilir iki veya üç saat geçirebilirim. Daha fazlası yorucu oluyor çünkü. Dün
örneğin Galipin benim iş yerimin yakınlarında işi varmış, beni de bıraktı radyoya, sonra da küçük bir
iki işi halledip eve geldik, üç saat geçmişti ve ben de ciddi olarak tükenmiştim, kendimi derhal
yatağa attım ve bir saat uyumama karşın iki saat boyunca yataktan kalkmadım, kitap okudum. Nefis
bir dinlence oldu benim için, kalktığımda kendimi gayet iyi hissediyordum.
Vücudum artık daha da ağır, hareket etmek çok zor. Şöyle rahat rahat eğilip kalkacağım,
merdivenleri ikişer ikişer çıkacağım zamanları nasıl bekliyorum anlatamam.
Babam alem adam, şimdi de Sen bir hafta önceden yat hastaneye, ne olur ne olmaz, orada bekle
diyor, sıkılırım diyorum gülerek, olsun diyor.
Bugün yine NST ile bebeğimizi dinleyeceğiz, ah bir de görebilseydik. Şu üç boyutlu ultrason
cihazlarıyla bebeğimize bakmadığımız için pişman değilim desem yalan olur. Belki ileride yalnızca
bunlar kullanılacaktır ama şimdilerde tüm kentlerde birkaç tane bu cihazdan anca var Elvin özellikle
bilgisayar başındayken ayrı hareket ediyor, dönüyor. Acaba bilgisayarın zararlı ışınlarından mı
rahatsız oluyor merak ediyorum. Bu yüzden da bilgisayar karşısında fazla zaman geçirmemeye
çalışıyorum.
Bu Pazar anneler günü, gazeteye şu yazıyı yazdım:
Anneler Günü
Yazılarımı düzenli olarak okuyan bir arkadaşım çok duygusallaştığımı söylüyor. Ona göre anne
olmaya o kadar adapte olmuşum ki, başka bir şey düşünemez hale gelmişim ve bu da yazılarıma
yansıyormuş.
Haliyle.
Karnınızda sürekli ben buradayım diyen minicik bir varlık var, son günlerinin tadını sürekli
tekmeleyerek çıkarıyor, oradan oraya dönüyor, kafası, elleri dışarıdan belli oluyor. Hayatın başka
dönemlerinde başka günleri saydığımız gibi şimdi de onun hayata ve bize merhaba diyeceği günleri
saymaya başladık. Üstelik artık her an doğabilir evresindeyiz, bundan daha büyük bir heyecan ve
bekleyiş şu an için düşünemiyorum.
Üstelik bugün anneler günü anne olmakla olmamak arasında bir gün benim için. Hissettiğim,
varlığını bildiğim ama henüz görmediğim bir çocuğum var, hayatın bize sunduğu karışık bir durum.
Ama bugün benim için şimdiye kadarki tüm anneler günlerinden hayli farklı yine de. En azından
annelerin dokuz ay boyunca neler yaşadıklarını, ne gibi duygular içinde olduklarını artık biliyorum.
Bu da beni anneme ve anneliğe daha da yaklaştırıyor.
Annem sevinçli doğduktan sonra bebeğine istediğin kadar müdahale edebilirsin, böylelikle ben de
sana müdahale etmeye yeniden başlayabilirim diyor. Çünkü çocuklar kendi benliklerini
kazandıklarına inandıkları andan itibaren büyüklerin sözlerini hiç dinlemiyorlar ve işte gün geliyor,
her şey yine başa dönüyor. Şimdi yine annemin tüm bildiklerine gereksinim duyuyorum, çünkü o
bilgileri alacak ve kendi çocuğuma uygulayacağım.
Bir gün ben de kendi kızımla saatler boyu resimler, hamurdan oyuncaklar yapacağım. Belki ben de
yeşil bir kumaşın içini pirinçle doldurup şirin bir kurbağa yaratacağım, ona kahramanın kendisi
olduğu masallar anlatacağım. Belki ben de kimi zaman onun ödevlerini yapacak, 10 aldıklarımı
saklayacak, yıllar sonra ona bunları göstereceğim. Belki kızımın da dümdüz saçları olacak, annem
gibi onlarca tokayla sabahları saçlarını zapt etmeye çalışacak, okuldan döndüğünde tümüyle dağılmış
olan saçlarına bakıp gülümseyeceğim. Belki ben de bir çocuğa yemek yedirmenin ne kadar zor bir
şey olduğunu düşüneceğim, verdiklerimi yediğinde sevinecek, yemediğinde üzüleceğim.
Umarım ben de annemle benim aramda olan o güçlü bağ kadar özel bir bağ kurarım kendi kızımla
aramda. Umarım bizim de aramızda hiç bitmeyen bir sevgi oluşur, umarım annemle olduğu gibi biz
de bazen aynı anda aynı şeyleri düşünür ve söyleriz birbirimize. Umarım biz de dost olmayı başarırız
kızımla.
Şimdi bu ilk anneler günü.
Gelecek yıl daha da anlamlı olacak.
11 Mayıs 2002
Bebeğimizi yine NST ile dinledik, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Yeniden testin reaktif olduğu söylendi.
Doktorumuz haftaya hem NST, hem ultrason, hem de rahim ağzı kontrolü yapacağını, 38. Haftada
bunların yapılması gerektiğini çünkü artık sona ulaşıldığını söyledi. Kasılmaların olup olmadığını
sordu, hayır dedim, Güzel, demek ki ağrı eşiğin yüksek dedi. Yine de elbette bana birtakım bilgiler
verdi, bunlardan herhangi biri veya ikisiyle karşılaşırsan derhal beni arıyorsun dedi. Rahim ağzından
gelecek bir sümüksü sıvı, belirli bir ritmi olan adet sancısına benzer sancılar, suların gelmesi. Bana
dedim, daha zamanı gelmemiş gibi geliyor, hiç beklemiyorum bu aralar doğmasını. Doktor da dedi
ki, Zaten doğum hep hiç beklemediğin anda olur. Şimdi gelecek haftaki kontrolü bekliyoruz.
13 Mayıs 2002
Annem yazıyı An canım benim diyerek bitirmiş. Nefis bir anneler günü geçirdik dün, dolu dolu.
Sabah erken kalkıp güzel bir kahvaltı hazırladık ve bizimkileri çağırdık, Galip anneme ve bana
pembe karanfiller almış... Kahvaltı ertesi annem ve babamla dışarıdaydık, ardından bir alışveriş,
yazlık evde uzun bir mola (ki deniz ışıl ısıldı, yaz gelmiş bile), sonra bir arkadaşımıza uğradık, eve
geldiğimizde de başka bir arkadaşımızı konuk ettik. Sevim anneyi de Ankaradan arayıp anneler
gününü kutladık, bir de ilk anneler gününü yaşayan bir iki arkadaşımızı tebrik ettik. Yollarda bir sürü
eli çiçekli çocuk gördük.
Bunca şeyi bir güne sığdırınca Galip Bütün hamileler 38. Haftaya yaklaşan bir hamile kadının neler
yapabileceğini diğer hamileler görebilse keşke diyor. Gerçekten de kendimi çok iyi hissettiğim bir
gündü, pek hamile gibi değildim, belki sonlara doğru bir rahatlama oluyordur herkeste. Akşam evde
büyük bir bardakta su, yine büyük bir bardakta ananas suyu ve de yarım litre süt içince gece tuvalet
kalkışları kaçınılmaz oldu ama olsun, artık alıştım. Elvin için kalkacağım günlerin alıştırmasını
yapıyorum, saatte bir uyandığımdan kendimi kontrol ediyorum, çok mu uykum var, şimdi uyanmış
olmak beni çok mu rahatsız ediyor, bebeğimle ilgilenebilecek kadar uyanık mıyım? gibi sorular
soruyorum kendime. Fena sayılmam.
Dün sıkışık bir trafikte ilerlerken birden aklıma geldi, gözümde lenslerim var, iyi hoş. Peki şimdi
hastaneye gidiyor olsaydık ne olacaktı? Artık bazı önlemleri almanın zamanı geldi aslında, örneğin
çantamın içinde lens kutum ve de gözlüklerim olmalıydı hali hazırda. Çünkü gözümde lenslerle
hastaneye gitmek zorunda kalsam yapabileceğim en iyi şey onları çıkarıp atmak olurdu herhalde ama
birine gözlüklerimin yerini tarif edip de onlar bulup bana getirene kadar kör bakışlarımla hastanede
olmak istemem açıkçası. Bu yüzden bu ve buna benzer önlemleri almanın zamanı gelmiş de geçiyor.
15 Mayıs 2002
38. hafta kendinizi iri ve çok rahatsız hissedebilirsiniz. Önemsemeyin, uzunca bir zaman için bu son
rahatsızlığınız...
18 Mayıs 2002
Sonraki günlerim evde geçti, miniğimizi bekleyerek. Ağrım, sancım yoktu, bazen aşırı bir yorgunluk
hali o kadar. İşin ilginç tarafı evde olmaktan hiç sıkılmadım. İple çekilen gün Cuma dündü NST
reaktifti, meleğimizin kalp atışlarını, tekmelerini keyifle dinledik. Doktorumuz 38. Hafta rutini
olarak bizi ultrason odasına aldı, bebeğimiz biraz daha büyümüş ve 3 kilo 324 grama ulaşmış,
doğuma kadar da yaklaşık 400- 500 gram daha alacakmış. Şaşırdık. Şimdiki kiloma bakmadan,
yılların zayıf Ecesi olarak ben anca 2 kilo 300 gramlık bir bebek sahibi olurum sanırdım. Hatta
çevremde bir sürü insandan da yıllar boyu Ay çok zayıfsın, nasıl çocuk doğuracaksın sen? ya da Kim
bilir hamile kalınca nasıl komik görüneceksin, sinek yutmuş gibi olursun artık gibi iğrenç sözler
duymuşluğum vardı. Yazarken tüm o insanlara yine sinirlendim, en iyisi konuyu değiştireyim...
Neyse bebek 4 kilonun üstünde olmadıkça tombik sayılmaz dedi doktorumuz ve benim de boyumun
uzunluğu ve çatımın genişliği bu bebeği doğurmaya haydi haydi yeterliymiş, hiçbir problem yokmuş.
Her şeyin yolunda oluşu, bizi 39. Haftada tekrar doktora getirecek ve gelecek hafta servikste açılma
olup olmadığına bakacak doktorumuz ve sonra da bebeğimizi beklemeye başlayacağız. Diyordu ki
hamileliğimin başında nasıl başladıysa öyle gider ve seninki tamamıyla sorunsuz bir hamilelik
olacak. Nitekim de öyle oldu. Bazı hastalar var diyor doktor, her şey onların başına gelir.
Tansiyonları çıkar, üçlü pozitif testleri pozitif çıkar, kanamaları olur, ağrıları, sancıları vardır...Bir de
senin gibi hastalar vardır, sorunsuz, biz doktorların en sevdiği türden... diyor, gülüyoruz. Galiple
düşündük, kaç kere doktorumuzu aradık hamilelik boyunca diye, bir kez dişim ağrıdığında hangi
ilacı kullanabileceğimi sormak için, bir kez ufacık bir kanamam olduğunda ve bir kez de gül
hastalığına yakalandığımı söylemek için.
Evde ufacık bi Ayyy dediğimde Galip Giyineyim mi? diyor, çok eğleniyoruz. Valizimiz tamam, iki
haftamız var, bekliyoruz.
Bugün Özgürle Mehmet İstanbuldan geliyorlar, Özgürü öyle çok özledim ki tarifi mümkün değil.
22 Mayıs 2002
39. hafta ortalama miadında bir yeni doğan 3200gr ile 3500gr ağırlığındadır. Erkekler kızlara
nazaran hafifçe ağırdır.
Derken geceyarısına doğru belgesel izlerken su geldi. Heyecanla doktorumuzu aradık. Bize
hastaneye gitmemizi söyledi.
Hoş geldin Elvinim, kızım, canım, meleğim.
Söyleşi - Ece Arar Emener
...bir gün başka bir anne adayı, benim de yaptığım gibi kendine uygun bir kitap aradığında...
Ece Arar Emener ile Ecenin Hamilelik Günlüğü üzerine bir söyleşi...
Alt Kitap: Hamilelik çok özel bir deneyim. Neden kaydetmek, neden bir günlük biçiminde
kaydetmek?
Ece Arar Emener: Aslında yanıt sorunuzun içinde gizli. Çok özel bir deneyim olduğundan kaydettim
diyebilirim. Bir de elbette her şeyi kaydetme alışkanlığımdan... Yaklaşık on iki yaşımdan beri günlük
tutuyorum, o yıllarda günlük sayfalarımı Sabah uyandım, okula gittim, eve geldim, yemek yedik,
yattım diye doldururken zamanla günlük tutmamın ne kadar özel ve geriye dönüşleri mümkün kılan
bir yapısı olduğunu zamanla anlayarak, daha detaylı anlatımlara yöneldim. Dolayısıyla hamileliğimi
bu formatta yazmak benim için çok doğal, olması gerektiği gibi bir deneyim oldu.
Alt Kitap: Kaydettiklerinizi paylaşmaya nasıl karar verdiniz? Başka bir deyişle 17 Nisan 2001de
kendinize sorduğunuz ben ne yapıyorum...çok özel şeyler mi anlatıyorum, yalnızca bende saklı
kalması mı gerekiyor yazdıklarımın soruları cevaplandı mı?
Ece Arar Emener: Aslında günlüğü ileride Elvine vereceğim bir hediye olarak tasarlamıştım, bir
kitap olur bundan demiyordum. Ancak zamanla, hamilelikle ilgili doküman toplamaya karar
verdiğimde çok karışık bir tabloyla karşılaştım, hamileliğin de kendine göre bir jargonu var,
yapılması ve yapılmaması gereken şeyler var. Aradığınız her soruya bir tek kaynakta ulaşmak
mümkün olmadığı gibi, en son tıbbi gelişmeleri de ancak internetten izleyebiliyorsunuz. Ben
edindiğim tüm bilgileri büyük bir iştahla okurken aynı zamanda da Söyleşi - Ece Arar Emener
günlüğüme aktarmayı uygun buldum. Yine çocukluktan gelen bir alışkanlıkla yazdığım takdirde
daha iyi öğrenirim taktiğini uyguladım da diyebilirim. Bütün tıbbi bilgileri günlüğüme kaydetmemin
bir nedeni de Elvinin anne olacağı zaman eline aldığı bu günlükteki bilgilerin alacağı durum Eminim
benim büyük bir ciddiyetle, en son tıbbi gelişmeler diye anlattığım bu bilgileri komik bulacak ve
birlikte çok eğleneceğiz... Günlüğüme yazarken kaynak bulamamanın sıkıntılarından da söz ettim.
Birkaç yabancı yazarın günlüğü dışında pek bir örnek yoktu. Üstelik tanıdığım birkaç kadın yazar da
zamanında bu işi yapmadıklarına yani hamileliklerini yazmadıklarına pişman olduklarını
söylemişlerdi. Türkiyede bunu yapan ilk kişi neden ben olmayayım? dedim ve o gözle yazmayı
sürdürdüm. Özel şeyler mi anlatıyorum, bende kalması gerekmez mi?ye gelince bu bütün
günlüklerin ortak sorunu ve benim de işin içinden çıkabilecek bir yanıt vermem olanaksız. Ancak,
yaşadıklarımın her hamile kadının yaşayabileceği türden şeyler olduğunu söyleyebilirim. Zaten
okuyanlara demek yalnız değilim duygusunu vermesini amaçladığım bir günlük bu ve her
hamileliğin dokuz ay süren ve birbirine yakın gelişmeler gösteren bir süreç
olduğu hesaba katıldığında günlüğün o kadar da özel bir şey anlatmadığı fikrine bile kapılıyorum.
Alt Kitap: Hamilelik aslında uzun bir bekleyiş, bir hazırlanma, anneliğe hazırlanma. Hazırlanabilmiş
misiniz ya da anneliğe hazırlanmak mümkün mü?
Ece Arar Emener: Hamileyken en iyi şekilde anneliğe hazırlandığımı sanıyordum, sanırım kitabı
okuyanlar da bunu fark edeceklerdir ancak bebek doğduktan sonra yaşananlar öyle büyük birer
deneyim ki, hamilelik sürecinden çok farklı. Kitabın anneliğe hazırlamaktan çok hamilelik sürecini
daha kolay yaşanılır bir hale getirmeye çalıştığını söylemek mümkün. Anneliğe hazırlanmaksa söz
konusu bile değil, ancak anne olduktan sonra yaşananlar yazıldığı takdirde belki anne olacaklara yeni
bir kaynak yaratılmış olabilir. Zaten şimdi Bebeğimin İlk Yılını yazıyor ve bütün bunlardan da
ayrıntılarıyla söz ediyorum. Şimdi bu ikinci kitaptan söz ederken şunu da eklemezsem olmaz.
Bebeğin ilk yılından sonra iki ve üçü de yazmaya devam edersem, işte o zaman Elvin gerçekten de
benim bebeğim olmaktan çıkacak ve herkesin tanıdığı bir bebek olacak.
Hamilelik kitabında yine de belli bir dokunulmazlığı vardı Elvinin, bu yeni kitaplarla belki de o
dokunulmazlık ortadan kalkacak. İşte o zaman Çok özel şeyler mi paylaşıyorum? sorusunu kendime
tekrar sorabilirim.
Alt Kitap: Tıbbi bilgiler günlüğünüzde önemli bir yer tutuyor. Galiba günümüzde hamile kadınlar,
hamileliğin olmazsa olmazı olan kaygı ile savaşmakta tıbbi bilgilerden güç alıyorlar. Ne dersiniz?
Ece Arar Emener: Aynı fikirdeyim. Tıbbi bilgilere sıkı sıkı tutunduğumu söyleyebilirim. Bu benim
çocukluğumdan gelen bir alışkanlık. Bir şeyin ne olduğunu, neden olduğunu bilmiyorsam hep
kaynak taramışımdır. Dolayısıyla da hamilelikte bu aşırı bir boyuta ulaştı. Her belirtiyi dikkatle
gözlemleyip araştırdım ve günlüğüme aldım. Bazen elbette kendime Bütün bunları bilmesem ne
olurdu sanki... de diyebiliyorum. Yine de yanlış bir yola sapmadığıma, sağlıklı bir bebek dünyaya
getirmenin benim bir görevim olduğuna inanıyorum. Eğer çok okuyup çok yazan bir insansanız daha
farklısını yapmak, hiçbir şey okumamak mümkün olmuyor. Her ne kadar hamileliğimin başında
doktorum bana Artık hamile olduğunu unutacak ve 36. haftaya kadar hamile değilmişsin gibi
yaşayacaksın dediyse de ben ondan gizli gizli her şeyi okudum
Alt Kitap: İnternet ve internetten elde edilen bilgiler günlüğünüzün çok önemli bir parçası.
Kitabınıza internet üzerinden ulaşılabilecek olması sizin için ne anlam ifade ediyor?
Ece Arar Emener: Ben bir internet hayranıyım, sanki bu teknolojik buluş benim için yaratılmış gibi
hissediyorum. İnternet öncesinde o kütüphane benim, bu kütüphane, kitapevi senin dolaşırdım,
şimdiyse internetin başına geçiyor ve aradığım sorulara yanıtlar bulmaya çalışıyorum. Günün birkaç
saatini internette harcıyorum ve kendimi besliyorum. İnternetin size tüm dünyayı sunan, sizi
formalitelerden uzak tutan, zaman kazanmanızı sağlayan, hızlı, çağdaş, özgür yapısını seviyorum.
Dolayısıyla kitabımın da beni beslediğine inandığım ve heyecan verici bulduğum bir ortamda
yayınlanıyor olması beni fazlasıyla mutlu ediyor. Çünkü bir gün başka bir internet kullanıcısı anne
adayı oturup benim de yaptığım gibi kendine uygun bir kitap aradığında hayal kırıklığı yaşamayacak,
benim kitabımı bulacak. Daha ne isterim?
Alt Kitap: Çok teşekkür ederiz. Elvin artık hepimizin Elvini. Ona iyi bakın.

Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin


5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
………SON……
Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde
Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı Ya Da E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve
Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplar Da Herhangi Bir Çıkarım Ya Da Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden EBookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net - www.MobilMp3.Net - www.ChatCep.Com - www.İzleCep.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp Ebook Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek
Adreslerinden Takip Ediniz.
Dualarınızı Eksik Etmeyin
Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net

You might also like