Merhum Ramazan Kereytov’un, Cemil Sütbaş’ın “Atasözü Terbiyenin Temeli” adıyla
Anadolu Türkçesine çevirdiği Ata Sözi Terbiya Negizi adlı kitabında, merhum yaarın eşi Keldihan Kereytova’nın makalesi.
Gelin olabilmek de hüner.
Keldihan Kereytova’nın, Nogay Davısı gazetesinde, etnopedagojiye adadığı ve bu şekilde adlandırılan makalesi çıkmış. Onu değiştirmeden bu kitaba koydum. “Hafızamda, gazetemizin sayfalarında Nogayın etnopedagojisiyle, ailede gelinle kaynana arasındaki ilişkilerle, halkımızın âdet yollarının temelinde yetişen gençliğin büyükleri saymasıyla, birbirlerine karşı nazik, dost olma düşüncesi oluşturmayla bağlantılı makaleler basılıyordu. Lüzumlu olan bu temayı artık tamamlamak gerek diye düşünüyorum. Çünkü toplum arasında bulunduğunda ailedeki ilişkiler, gençlerin eğitiminde âdet yolu tutma hakkında çok çeşitli düşünceler duyulabiliyor. Ailede gelin ile kaynana arasındaki ilişkilerin, birlikte çocuğu terbiyeleme, onu gelecek yaşama hazırlama, çevreye bakışını şekillendirme ile bağlantılı olduğunu iyi biliyoruz. Nogayda “Uyada ne körse, uşkanda da sonı eter. (Yuvada ne görürse uçunca da onu yapar.)” gibi derin düşünceli sözler, işte aynı bu aile terbiyesiyle bağlantılı. Çocuk, evinde iyiyi, dengeliliği, yeteneği görerek büyürse yaşamda da o gerçeklikleri izliyor. Kötü, dengesiz ailede büyüyen çocuğun bahtı açık olur, demek zor. Yukarda belirttiğim düşünceleri kendi ailemizin yaşam biçimi modeliyle pekiştirmek istiyorum. Ben kendimi şanslıyım diye sayıyorum. Çünkü öz yaşamımı sevdiğim insanla birleştirip, Kereytler’in büyük, huzurlu, ağız birliği olan, insanları seven ailesine gelin oldum. Geçen yıl bu hatıra günü, 40 yılı doldurdu. 40 yıl boyunca beni kızları gibi seven, o zaman kendileri sadece 43 yaşını dolduran, Husin ile Taujan Kereytler’e sadık iyi bir gelin olmaya çalıştım. Yedi yaşında ailede büyükleri sayıp, dili döndürmeden, birbirlerine kötü söz söylemeden büyüdüklerine hayranlık duyuyordum. Biz, Mamaş ile Emine Cemakulovlar’ın büyük ailesinde altı kız, iki oğlan idik. Dostlukla, birbirimize şefkatli ve bağlı olarak büyüdük. Ben Kereytler’e gelin olmadan önce anam, onu utandırmayacağımı bildiği halde beni yanına oturtup nasihat etmek istedi: Keldihan, kızım! Sen büyük bir aileye gidiyorsun. Ailede nasıl davranman gerektiği hakkında düşün. Senin, kayınlarına kötü söz söylemeni onaylayacak değilim. Onlar, kocanın kardeşleri. Öyle olunca, Nogay âdetiyle eve gelen gelinin, büyüğü de küçüğü de sayması gerek, dedi anam. Çalışarak alacağın ücreti kaynanaya ver. Hiçbir zaman düşünmeden konuşma. Düşünmeden konuşulan söz unutulmaz, dedi. Ben Kereytler’e geldiğim yıl en küçük kaynım Fazil dört yaşındaydı. Anamın söylediklerini dinleyip ailedeki tüm gençlere aynı şekilde kendi ablaları gibi olmaya çalıştım. Kaynanamla kaynatamın ailesinde Ramazan ile ikimiz altı yıl yaşadık. O ailede iki yavrumuz, Enver ile Cemile doğdular. Oğlumuza kaynatam, - Canibekovlar gibi tahsilli olsunlar- diye Enver adını verdi. Kızımıza Cemile adını kaynatamın anası koydu. İlk günlerde ben Nogay âdeti gereği, genç eşimin anasına konuşmuyordum. Hayli bir zaman kaynatama görünmeden yaşadım. Bu âdet üzerine bir zaman sonra beni kaynatama gösterdiler. Sabah mutfağa girip - ana, sabahın hayırlı olsun- diye kucakladığımda, kaynanamın gözleri yaşardı, beni kucaklayıp öptü. Kendisine sadık, açık olduğum için olmalı, kaynanam bana karşı çok iyiydi. Bir gün bile bana sert söz söylemedi. Ben de onun sözünden çıkmadım. Evdeki işlerin hiçbirini yarım yamalak görmemişim. Çocuklarıma da bakıp, büyük aileyi de yürütüp, Erkin-Halk okulunda iki vardiyada çocukları okutup eve gelince, -kaynanama ağır geliyor- diye, akşam sığırları kendim sağıyordum. Zaman kalırsa ona kazandan da el çektiriyordum. Ana-babası kayınlarıma dürüstlüğü, çalışkanlığı, öz modellerini öğretirlerdi. Hatırımda; kışta akşamları gençler evde büyük leğeni koyup, içine sıcak su döküp, çevresine oturup ayaklarını yıkarlardı. Sonra ayaklarından çıkardıkları çorapları, çizmeleri yıkayıp ocağın yanına dizerlerdi. Nasıl da biri birine bırakmadan yıkarlardı onlar, benim çizmelerimi! Okulda okuyan gençlerimizin ev ödevlerini kontrol eder, 1 anlamadıklarını anlatırdım. Bizim yaşamımıza benim kendi akrabalarım karışmazlardı. Gelin olduğum yerdeki kişilerin hiçbiri hakkında, babamın evinde kötü bir söz söylemedim. Ramazan 1971 yılında Moskova’ya yüksek lisans eğitimi almaya gittiğinde ben onun ailesiyle kaldım. Enver bir yaşındaydı. Altı yıl, Erkin-Halk okulunda çocukları dış ülkelerin dilinde okuttum. Mesleğimi sevdiğim için olacak, ders konularını öğrencilere de sevdirmeye çalışıyordum. O köy okulunda çalıştığım yıllar benim için hatıralı yıllardı. 1972 yılında ülkemizde, dış ülkelerin dillerinin öğretmenleri arasında yapılan yarışmayı kazandım. “Başarılı Halk Aydını” ünvanına değer bulundum ve geçen yıl cumhuriyetimizde İngilizce öğretmenleri arasında, “kazanan” ünvanını aldım. Ramazan Moskova’da okurken ben yaz tatiline girdim. O zaman Ramazan, “gelin bir on günlüğüne Moskova’ya gelip gitse” diye, kaynatama mektup yazdı. Ben gitmek istemedim. Çünkü Enver küçüktü ve evde ev işleri yoğundu. Buna rağmen kaynatam beni Moskova’ya göndermeden rahat edemedi. Kaynanam ile kaynatam çoktan bu dünyadan geçmiş olsalar da onların aydınlık görünüşlerini gönlümün baş köşesinde saklıyorum. Ben kadın-ana olduğumda bu insanların bana yaptıklarını gururla hatırlıyorum. Kendim kaynana olunca; ailedeki dostlukta, birbirlerine karşı merhametli olmada, ortak bir dil bulmada, gelini öz çocuğu gibi görebilmede, kaynanadan ne kadar yetenek, düşüncelilik ve insanlık beklendiğini o zaman anladım. Kayınlarım beni yabancı görmeden, sayıp, sevip bildiklerinde de bu iki insanın aile derslerinin etkili olduğunu çok iyi anlıyordum. Gençler büyüyüp, çevredeki Saratov’da, Miçurins’de, Karaçaevsk’te okuyup eve dönerlerken hiçbir zaman bana hediye almadan gelmediler. O hediyeleri halen de gözümün karası gibi güzelce saklıyorum. Ben de kayınlarımı kendi oğullarımdan ayrı görmedim. Kaynım Lukman’ın evlenme çağı gelince 1975 yılında baska şıgarmayı 1 gerek gördüler. Bizim baska şıgarıldığımızda kaynanamın morali oldukça bozuldu. “Ne oldu, ana?” diye sorduğumda kömekeyi bosap 2 ağladı: “İnşallah Sen de Enver’i baska şıgardığında ana yüreğinin halinden anlarsın” dedi, Ramazan’ın anası. İşte birgün o sözleri hatırladığım gün de geldi. Gençler, evimizde oluşan âdet yolunu tutarak, Ramazan’ın büyüklüğünü kabul ederek, hangi sorunları çözeceklerse bize geliyorlar. Ailede daha başka iyi âdetleri de gördüm. Altı gelin idik. Kaynanam ile kaynatam hiçbirimizi diğerlerinden farklı görmediler. Kaynanama, “Altı kenşegiñniñ kaysısın bek süyesiñ? (Altı gelininden hangisini daha çok seviyorsun?) diye şakayla sorsak; “Maga kötereñiz de ârüvsiñiz, kötereñizdi de süyemen (Bana hepiniz de iyisiniz, hepinizi de seviyorum.)” derdi. Gelinleri olarak, kaynanamın bize söylediği güzel sözlerin, bağlılığın hakkını verebildik. Kaynanam hastalandığında eltilerim, biri diğerinin eline bırakmadan ona güzelce baktılar. 1998 yılında kaynatam vefat edince kaynanam bu aydınlık dünyada yaşamak istemedi. Günden gün gaz lambası gibi eridi. Kaynatam ölünce ben, kaynanama; “Kullıktan tayıp, men seni üyimizge âketip karayım. (Çalışmayı bırakıp, ben seni evimize götürüp bakayım.)” dedim. “Allah razı bolsın saga, kenşek. (Allah senden razı olsun, gelin.)” dedi o zaman, kaynanam ağlamaklı bir şekilde. Kaynatam öldükten iki ay yirmi gün sonra kaynanam da vefat etti. Ramazan’ın kardeşleri de biz eltiler de ailede gördüklerimizden vazgeçmiyoruz. Büyüklerin değerli nasihatlarını tutuyoruz. Kaynatam ölünce gelinler, kırk gün duasını yerine ulaştırdıkları için kaynanam bizden razı olarak: “İygilikti de kaygıdı da atkarıp bileyeksiñiz. (İyiliği de üzüntüyü de atlatmayı bileceksiniz.)” diyerek gelinlerine, onlardan razı olduğunu bildirdi. Eltiler, kaynanamın öğrettiği gibi büyüklere yol verip saygılarını gösteriyorlar. Küçük eltiler, rastladıkları yerde büyüklerin ellerini öpüyorlar. Ailenin ağır, onulmaz yarası oldu, kayınlarım Yusup ile Lukman’ın vefatları. Bir gün bile onları aklımızdan çıkarmıyoruz. Allah’a şükür, Lukman’ın çocukları evli barklı oldular. Onları kendi yavrularımdan 1 Baska şıgarma (şıgaruv): Ana-babanın, ailesiyle birlikte yanlarında oturan oğullarını başka bir eve çıkarmaları. 2 Kömekeydiñ bosavı (kömekeyi bosamak): Üzüntüden boğazı tıkanmak, boğazı düğümlenmek. 2 ayrı görmüyorum. Bizim Enver ile Cemile’miz de kendileri birer aile oldular. Artık en küçüğümüz Aznaur’un eve gelin getirmesini hasretle bekliyoruz. Nogayın “Bes kamışı, bereket. (Nerde birlik varsa orda bereket var.)” denmesinin gerçek olduğunu ben Husin ile Taujan Kereytler’in ailesine gelin olduğumda anladım. Yaşamı severek öğreten bu insan evlatlarının gelinleri de yaşadıkları sürece gönüllerinin dibinde parlak hatıralar doğdurup yaşayacaklar. Köy yerinde doğup büyümüş, büyük akademiler bitirmemiş olsalar da kaynanam ile kaynatamın kendi ailelerinde kurdukları beraberlik, hepimiz için yaşam üniversitesi oldu. Yattıkları yer cennet olsun.
Keldihan Kereytova Çerkessk’in 17 nolu Lisesi’nin İngilizce Öğretmeni Nogay Davısı, 29 Temmuz 2010