Professional Documents
Culture Documents
şarkı 1
Öğütler, tekerlemeler
Ninniler ve masallar
Nasihatlar, sloganlar
Mesela Ayşe
Mesela Ayşe
Varolmak mesele.
Mesela Ayşe
yalanlar, tekerleme.
Sorular
İsyanlar
Hayırlar olmazlar
Yüksek sesle.
Anne- öyle işte. Bir hem varmış, hem yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, küçük bir kız
varmış. Bu kız bir gün ormanda yaşayan büyük annesini ziyaret etmek için yola çıkmış. Yürümüş,
yürümüş, yürümüş.
Anne- o zamanlar araba yokmuş da ondan. Neyse, yürüye yürüye yorulmuş. Bir kulübe görmüş.
Bakmış pencereden, içeride kimse yok, şöööyle biraz uzanayım da dinleneyim diye düşünmüş, kırmızı
başlığını çıkarıp yataklardan birine uzanmış. Uzanır uzanmaz da uykuya dalmış. Uyandığında 7 tane
cüce ona bakıyormuş.
Anne- Elinin körü demek. Sus da dinle. Ne diyordum? Hah, bunu ormanda yalnız gören yaşlı cadı
kırmızı bir elma vermiş ama elma...
Anne- çarparsam şimdi ağzına görürsün annenannen cadı mı değil mi! Terbiyesiz.
Anne- öyle demedim. Ne dedim? Hah! İğne eline batar batmaz, oracıkta, hoop diye uyuyakalmış
kırmızı başlıklı kız.
Ayşe- anne ya, kırmızı başlıklı kızın eline iğne batmıyordu, hani kurtlar yiyordu onu.
Anne- ay doğru. Bak gördün mü, beni de şaşırttın, bakayım, hım, eh, yüzyıl uyuyan güzel masalını
anlatmış mıydım ben sana?
Ayşe- hayır. Anlatsana.
Anne- eline iğne batmış prensesin. Batmasın diye babası ona bir kuleye kapatmış ama yaşlı bir kadın...
Anne- yok. Büyükannesiydi galiba. İşte neyse, uyumuş prenses. Yüzyıl uyumuş.
Anne- yüz tane, bin tane pastadan yapılma evi bulunca, hemen yemeye başlamışlar. Günlerdir hiçbir
şey yemedikleri için...
Anne- kibritçi kız vardı ya, işte o canım. Çok acıkmış, çok üşümüş, bir kibrit yaksam, azıcık ısınsam
demiş, tam o sırada peri gelmiş.
Anne- ama periler sihir yaparlar. Ellerinde sihirli değnekleri vardır, bir dokunmuuş, hoop fareler araba
olmuş.
Anne- karıştırmadım. Dur, dinle, ne diyordum, hah, ama demiş, sakın onikiyi geçirme, yoksa kabak
olursun.
Ayşe- kim?
Anne- ne kedisi kızım. O bremen mızıkacıları masalında var. Onu anlatayım istersen.
Anne- kedi, hım, yok kedi değil, at. At. Beyaz atınından inmiş...
Sonra üst kat komşumuz Ertan abi beni kucağına oturtup ayıp şeyler yaptığında, anladım,
ormandaydım. Ormanda küçük kızları kurtlar kapar. Ve bu sadece ve sadece kırmızı başlıklı kızın
suçudur. Ormanda olmak tehlikelidir. Küçük kızların yeri evidir. Söylemedim o yüzden kimseciklere.
Zaten Ertan abi söylersem kimseciklere, beni kömürlüğe kilitlerdi, kömürlük karanlıktı, oysa evimiz
aydınlık.
Aydınlık evimizden çıkmaz oldum. Ertan abinin yaptıklarından korkuyordum. Evde oyunlar oynadım
şapşal ablam ve insanüstü kardeşimle.
Küçük Ayşe
küçük Ayşe
Bebeğime bakıyorum
Ev hayatı kısa sürdü. Okul denilen yere gitmem gerekti. Neden bilmem. Ablam gidiyordu da bir halt
mı oluyordu? Orada bir sürü arkadaşım olacaktı. Öyle diyordu annem. Bir sürü şeyler öğrenecektim.
Öğrendiklerimle vatana millete hayırlı bir evlat olacaktım. Evlenip yuva kuracaktım. Bir işe girip
çalışacak, 25 yıl sonra emekli olup balkondan dışarı bakacaktım. Eee, ben şimdi de balkondan dışarı
bakabiliyordum. Ama bir kere anneyle baba öyle emretmişti. Okula gitmem gerekti. Kaçış yoktu.
Gideyim de göreyim dedim, ne matah bir şeymiş şu okul. Altı yaşında bir çocuğun ağır sorumlulukları
vardı şu hayatta. Hayat çok zor bir şeydi. Altı yaşında olmak çok zor.
Türküm, doğruyum,
çalışkanım,
büyüklerimi saymak
Şimdi sırası değil dedi. Ona da sıra gelecek elbet. Ama şimdi sırası değil. Oysa ben şarkı söylemek
istiyordum. Uslu ol diye tembih etmişti annem, öğretmenlerin sever seni uslu olursan. Ben de uslu
olayım da sevsin beni öğretmenlerim diye tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.
Kadın olunca
kadın olunca
kabullenmek gerek.
Hayatı elbet.
Kadın olunca
bilmek gerek
bilmek ve anlamak
senin olan
düzenlemek, silmek,
temizlemek, gizlemek,
hatta gömmek,
en derine
unutma bahçelerine
hayatın.
Unutma bahçelerinde
unutmak gerek
umudu, hayali,
bulmayı ve anlamayı,
anlamlar yaratıp
anlamlar çoğaltmayı
en çok en çok
anlayan, seven,
öldürmek gerek.
En çok istekleri,
en çok geleceği,
hayatın dışında
dışında
kalır
her şeyin.
Gömülü olan
unutulur.
Bilgi budur.
Ne zaman şarkı söyleyeceğiz öğretmenim dedim. Bekledim o kadar. Şimdi sırası değil dedi öğretmen.
Ama onun da sırası gelir belki. Belki mi? Hani elbette sıra gelecekti? Çok soru sorma demişti babam
bana. Çok soru soranı kimse sevmez. Meraklı gözükme. Öğretmenlerin ne derse dinle. Peki dedim
içimden. Ben de çok meraklı olmayayım da, sevsinler beni. Tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.
Dersimiz
ciddiyet gerektirir.
Billur denir.
Yenir.
Oğlanlar kanatır.
Kızlar yarımşar.
Müfredat gereği
kızlar da girer
yerinde sayar.
Gördünüz mü oğlanlarım
memedir bunlar.
Gereksizdir.
tastamam birleştirseniz,
Şimdi dağılabilirsiniz
ergen bedenlerinize.
oğlanlar ileriye.
Şarkı söyleyebilir miyim öğretmenim dedim bir gün. Eh tutamadım artık kendimi. Ne şarkısı, iyice
şaşırdın sen kendini galiba dedi öğretmenim. Şarkı markı yok. Ama dedim, hani, elbette söyleyecektik
şarkı, belki söyleyecektik? İsyankar olma demişti babaannem. İsyankar olanı kul da sevmez Allah da.
Sevsinler beni diye, tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.
Dersimiz matematik,
eder iki.
Kızsa eksi.
kalır yedi.
Ne etti, adet.
hah, on dört.
evde kalır,
artık sayıdır.
Gençlikmiş, güzellikmiş,
umutmuş, hayalmiş,
kırk iki.
ne kaldı geriye?
Ne kaldı ki geriye?
Üç tane yedi.
tablo tamamlanır.
Belki bu arada,
çıkar dostlukları,
Ne kalır geriye?
Hah, aferin.
ne eder?
Şarkı söylebilir miyiz öğretmenim diye soracaktım. Tam soracaktım. Sonra hatırladım. Israr etmek
ayıptı. Öyle öğrenmiştim bir yerlerden. Beynime öyle kazınmıştı. Israrcıları kimse sevmezdi sonra.
Sevsinler beni diye, pırt dedim, aman tıp dedim sustum. Hımbıl hımbıl oturdum.
Tarih nedir?
-Geçmiş...
ne o, ne o…
Bu bir şakadır.
kayıtlı kitaplarda?
Tarihte ve gelecekte,
yok olana.
İyi bakın.
Ve şimdi, unutun.
İlkokul, lise filan işte böyle bir şarkı bile söyleyemeden geçti. Dersimi almıştım. Ben bir kızdım.
Üniversite sınavlarına hazırlandım. İlk yıl başka bir şehirde, iyi bir üniversite kazandım. Kız çocuğu
olduğum için başka bir şehirde yaşamama izin verilmedi. Annem ve babam tarafından, aile büyükleri
tarafından, masallar, ninniler, oyunlar tarafından. Hepsi ağız birliğiyle olmaz dediler. Gitmedim. Çok
da umrumdaydı sanki. Ben şarkıcı olmak istiyordum. Ama öğrenmiştim, biliyordum, benim
isteklerimin hiçbir önemi yok. Şarkıcı olmak demek, ne demek? Oysa öyle güzel şarkılar
söylüyordum, kendim bile hayran kalıyordum. Birkaç kez yüksek sesle bile söyledim. Sonra kızdılar
bana. Çok cilveli bir şeymişim, başıma iş açacakmışım. Yakacakmışım hayatımı. İçimden içimden
söyledim şarkılarımı. Kimse duymayınca, kimse kızmıyordu. Ben giderek kendi sessizliğime hayran
kalıyordum. Bu kadar mı güzel olurdu bir kızın sessizliği? Bu kadar mı güzel susulurdu?
İkinci yıl dandik bir üniversitenin dandik bir bölümünü kazandım. Fark etmezdi benim için. Ama
evimizle aynı şehirdeydi, yani şahaneydi. Öyle karar verdi ailem, aile büyüklerim, masallar, ninniler
ve oyunlar. Ve tabi ders kitapları. İlkokul öğretmenleri, lise hocaları. Ben de o bölüme yaptırdım
kaydımı. Bir kız çocuğuna yaraşır bir meslek sahibi olabilmek, evlenip bir yuva kurabilmek, vatanıma
milletime hayırlı bir evlat olup 25 sene çalışıp, 10 sene balkondan bakabilmek için.
Annem sıkı sıkı tembihledi. Üniversitede bulmalıymışım kendime uygun birini. Gözümü dört
açmalıymışım. Sonra evde kalırmışım. Kendime uygun biri ne demek dedim. Yani ailemize, vatana
millete, annemin babamın dünya görüşüne, sülalemizin örf ve adetlerine, romanlara, dizilere, romantik
komedilere uygun biri dedi annem. Yakışıklı, uzun boylu, istikbali parlak, höt dedi mi sus pus ettirip
korkuyla sindirmesini bilen, ne çok milliyetçi, ne çok ulusalcı, ne çok dinci, ne çok ilerici. Ortalama
bir dangalak. Hırslı olsun ki, ileride mesleğinde yükselsin, seni rahat yaşatsın, altında araban olsun,
cebinde paran, yazlık evin, kışlık evin, falanın ve filanın. İki çocuk doğurursan, çalışmana gerek
kalmasın, öyle paralar kazansın. İktidara yakın dursun, gerekirse politikaya atılsın, gerekmezse geri
dursun. Koluna girip sokağa çıktın mı, korkacak hiçbir şeyin olmasın. Üzmesin, vurmasın, ağlatmasın,
içkisi, sigarası, kumarı olmasın. Azıcık çapkın olsun, çokça karısına düşkün. Evine, çocuklarına bağlı
olsun, bağırıp çağırmasın, bir bakışıyla sıçtırsın. Bunu annem demedi. Ben dedim. Dedim ki, kavun
mu bu daha yirmi yaşındaki veledin ileride bir aslan parçası olacağını anlamak için poposunu mu
koklayayım? Sakın dedi annem. Elletmek, koklatmak yok. Göster ama verme. Öptür ama .... me. Ayıp
anne dedim, ne biçim konuşuyorsun, çarpıveririm ağzına. Öyle kızım dedi, bunlar gerçekler,
evlenilecek kız var, eğlenilecek kız. Evlenilecek kızsan elletmeyeceksin, azıcık öptür tabi, aklı kalsın,
gerisini merak etsin, gerisini merak ettiği için evlensin. Yoksa veriverirsen gonca gülünü, koparıp
atarlar. Kalırsın açıkta, baban sonra kıtır kıtır doğrar ikimizi. Tamam anne dedim. Tamam. Yüzgöz
olmayalım. Ama nasıl anlayacağım istikbali parlak olduğunu ben yirmi yaşındaki tıfılın, onu
bilemedim. Sen bul bir tane, tut kolundan getir bana, ben anlarım dedi annem. Olur dedim. Üniversite
biter ayak, buldum bir şey, aşağı yukarı insan, götürdüm anneme, önce mırın kırın etti, sen istiyor
musun dedi, ne bileyim dedim. Ben ne istediğimi bildim mi ki hiç? Uğraştırma işte beni. Kafam
karışık zaten. Tamam dedi. Bu olsun o zaman. Okul bitti. Evlendik buyla şıpındadak.
Sonrası fenaymış meğer hayatın. Ben sanıyorum ki, cezam bitti, bundan sonra azıcık tadacağım
hayatın balını. Ama nerede? Gerdek gecesi diye bir şey var. O ne acı, o ne ızdırap! Daha o gece
tiksindim Kenan İmirzalioğlu bozmasından. Hayır can acısı bir yere kadar, o ne pozlar, o ne hava
atmalar. O ne kendine tapmalar. Çarşafa bakıp bakıp pis pis sırıtmalar. Ergenlikten yeni çıkmışız zaten,
sinirlerim hala bozuk, şeytan diyor patlat ağzına bir tane. Tam uyacakken şeytana, aklına gelip de
sarılınca ayı, sakinleştim biraz. Eee, ilk çocuğumuzun adı ne olacakmışşşş? Ne çocuğu, ne çocuğu,
ben çocuğum daha. Ne çocuğu. Yirmibeş yaşında baba olacak zaar. Yok dedim, çocuk mocuk yok.
Azıcık gezelim, tozalım, nefes alalım. Babam sıktı gırtlağımı, evden okula, okuldan eve, dünya yüzü
görmedim ben daha. Eh, dedi, madem öyle istiyorsun, bekleriz bir iki sene.
Sağolsun, daha altıncı ayın başında, şişti karnım. İşe de başlamıştım. Anlamasınlar diye ne yapacağımı
şaşırdım. Ama çabuk büyüyor insan yavrusu, dördüncü ayda anlaşıldı durum. Son verildi özel sektörde
işime. Yaşasın vahşi kapitalizm. Döndüm yine eve.
Matematik bilen herkes hesaplayabilir, ama yine de söyleyim, beş ay sonra doğdu insan yavrusu Ayşe.
Evet, Ayşe. Hayır, benim adım Ayşe. Ama hiçbir şey anlamadım Ayşelikten diye, kızıma da Ayşe
dedim. Olmaz öyle şey dedi kocam ve melek annemle müşfik babam. Çığlık çığlığa ağlayınca hastane
odasında, kabul ettiler Ayşe'nin kızı Ayşe'yi. Küçük Ayşe böylece girdi hayatıma. Ve tabi televizyon
programları.
Meğer bambaşka bir dünya varmış da haberim yokmuş. Ayşeyle tıkılıp kalınca bir evin içinde, fena
sardım televizyona. Mesela Kıvanç Tatlutuğ diye bir insan var. Evet, var. Kenan İmirzalioğlu diye de
bir insan var, yani ben uydurmamışım bu adı. O da insan, akşam eve gelen de. Karıştı kafam. Sonra
taaa dünyanın öteki ucunda bir takım adamlar. Neyse ki evlilik programlarındaki adamlar da var.
onlara baktıkça anladım kocacığımın kıymetini.
Arada bir uğruyor annem. Kızım diyor, erkek milleti nankör olur, bir çocuk doğurdum diye şimdi,
sanma ki ömür boyu bağlı kalacak sana, azıcık giyin süslen, kur yap, naz yap, işve yap, cilve yap.
Nasıl yapılır onlar? Nereden bileceğim, ömrüm boyunca zillinin teki olacağım diye ödünüz koptu,
hanım hanımcık olayım diye etlerimi kopardınız, şimdi mi aklına geldi kur, naz, işve, cilve yap
demeler? Yani bilsem yapayım. Ama... Televizyondan da mı görmüyorsun diyince annem, uyandım.
Öyle ya, romantik komediler hep adamla kadının kavuştuğu yerde bitiyor. Gerisi bilinmiyor. Gerisini
anlatan kadınlara, tabi ki reklamlar. Ne öğrendiysem kadınlığa dair, reklamlardan öğrendim. Nasıl
mutlu olunur bulaşık yıkarken, nasıl göbek atarak çamaşır asılır, nasıl güzel kokar o çamaşır suyu, pür
makyaj nasıl börek açılır.
Zaman çabuk geçiyor. Ayşe'nin okul çağı geldi çattı. Tıpkı annem gibi ben de tuttum kolundan Ayşe'yi
fıydırıp attım bir okul köşesine. Oh, dedim artık özgürüm. Hemen dedi kocam, hemen yapalım
ikinciyi. Oğlan olsun bu sefer. Olur canım dedim, kıymalı börek mi yapıyoruz, içine ne malzeme
koyduğunu biliyor muyuz ki oğlan olacak, hem doğurmayacağım ben, yeter. Ne demek yeter dedi
kocam. Oğlan istiyorum. Peki dedim çaresiz. Sanki hayır desem bir şey değişecek! Kıymayı hazırla,
yufkası benden. Yaptık bir oğlancık. Ona da baktım birkaç yıl. Sonra kayınvalidem çöreklenince eve,
oğlan çocuğu yetiştirmeyi bilememmişim diye, çektim kapıyı çıktım. Al dedim, sen bak küçük adama ,
çalışacağım ben artık, tak dedi canıma.
Ama ne hayat.
Saat alarmları, çocukları doyurmalar, okula yollamalar, güler yüz göstermeler kocaya, saçına fön
çekmeler, kahvaltı hazırlamalar, toplamalar, makyaj yapmalar, etekler, ipek gömlekler, ince çoraplar,
topuklu ayakkabılar, küçük zarif takılar, içinden şarkı mırıldanmalar, unutup sözleri otobüse
yetişmeler, otobüsten inip metroya binmeler, metrodan inip gökdelenlere girmeler, güler yüz
göstermeler iş arkadaşlarına, patrona güpgüler yüzler, bilgisayarlar, programlar, dosyalar, raporlar,
müşteriler, fazla mesailer, tehditler, primler, tacizler, krizler, işten atılıp işe başlamalar, ay sonuna para
yetiştirmeler, küçük bütçelerle küçük hayatlar, 15 günlük yaz tatilleri, ev için para biriktirmeler, araba
için para biriktirmeler, borçlar, krediler, bütçeler, kavgalar, çocukların okul masrafları, mutfak
masrafları, dersane masrafları, küçük bir ev sahibi olmalar, taksitler, aile gezmeleri, akşam yemekleri,
törenler, davetler, düğünler, sünnetler, cenazeler, emekliliğe gün saymalar, mezuniyet törenleri, sevinç
gözyaşları, korku gözyaşları, endişe gözyaşları, üzüntü gözyaşları, küçük estetik operasyonlar, hep
genç, hep taze, hep cilveli, hep hanım hanımcık görünme çabaları, hem anne, hem iş kadını, hem
kocanın zarif eşi, hem evinin kadını, hem annesinin kızı olabilmeler, hem, hep, hiç dengeleri,
yorgunluklar, kırgınlıklar, dargınlıklar, küsleri barıştırmalar, apartman komşularıyla iyi geçinmeler,
küçük birikimler, küçük yazlık evler, perdeler, koltuklar, örtüler, çamaşırlar, ütüler, güzel günler, kötü
günler,
sonra
bir gün
işte
gözümü açtım,
kapadım sonra.
Açtım tekrar.
Emekli olmuşum.
Ve tabi yaşlanmışım. Ne fena şeymiş meğer yaşlanmak. Ağrılar sızılar bir tarafa, nereden çıktı bu
kadar deri? Çekiştire çekiştire doktorlar, döndüm otuzbeş yaşıma. Ama yetmedi kocama otuzbeş
yaşında göstermek. İçi ellibeş olunca insanın, dışı onbeş olsa ne fayda. Kaçtı gitti bir otuzlukla. Artık
dedi, anlaşamıyoruz, dünyalarımız farklı. Yeni mi anladın demek geldi içimden, tam bunu diyecekken,
içimden de hiç gelmezken, sen öyle istiyorsan öyle olsun cümleleri döküldü. Dökülen cümleleri ben
toplarken yerlerden, o da bavullarını topladı. Bir şarkı mırıldandı. Sonra küçük bir öpücük kondurdu
yanağıma, seni artık bir kadın gibi değil, kızkardeşimi sever gibi seviyorum dedi, çekti gitti.
Kalakaldım kızkardeşe dönüşmüş kadınlığımla başbaşa.
Hah dedim. İşte buymuş annemin söylediği. Dinlenme vakti buymuş. Dinleneceğim artık. Balkonda
oturup gelip geçene bakacağım. Sardunyalar, fesleğenler ekeceğim. Ektiğimi biçeceğim.
Çocuklar da büyüdü nasılsa, nasılsa işte, artık balkonda çay içeceğim. Mahallenin veletlerine hadi
bakayım artık evinize diyeceğim.
Tam attım adımımı balkona. Zar telefon. Annem hastalanmış. Yatalak kalacakmış. Aldım tabi getirdim
anneciği. Bir de ona baktım beş sene. Balkona çıkamadan. Olsun dedim, o da bana baktı bütün
ömrünce. Benim için korktu, endişelendi, hayaller kurdu, okuttu, adam etti, aman işte kadın,
çocuklarıma baktı. Şimdi sıra bende.
Mezarlıktan döner dönmez, bir çay demledim kendime, aldım bardağımı çıktım balkona. Baktım,
baktım, baktım. Hayatıma. Bir yudum aldım çayımdan. İçimden bir şarkı mırıldan... İçimdeki şarkıyı
aradım. Taa, küçükken söylediğim o şarkıyı. O şarkıyı aradım. İçimde. Tam vaktiydi işte. Bulamadım.
Oysa bugün bu balkonda, herkes gittikten sonra, bağıra bağıra söyleyecektim şarkımı. Şarkımsa yok
olmuş.
O an anladım.