You are on page 1of 25

Varolmayan Ayşe'nin Muhteşem Maceraları

şarkı 1

Yaşam bir kere Ayşe

Keşke bin kere Ayşe

Bin bir kere

Sus Ayşe, sus Ayşe.

Sessiz Ayşe, sus Ayşe

Sessizlik on bin kere

Öğren Ayşe milyon kere

Milyon kere klişe.

Öğütler, tekerlemeler

Ninniler ve masallar

Nasihatlar, sloganlar

Milyar kere, milyar kere.

Sus Ayşe, sus Ayşe

Sessizlik sonsuz kere

Sus Ayşe sus Ayşe

Sessizlik sonsuz kere.

Mesela Ayşe

Yaşamak bir kere

Bir kere Ayşe olmak


Bir kere ancak.

Mesela Ayşe

Varolmak mesele.

Mesela Ayşe

yalanlar, tekerleme.

Sorular

İsyanlar

Hayırlar olmazlar

Ben olmalar hiç kere.

Hiç Ayşe, Yok Ayşe,

Klişeler sonsuz kere.

Şarkı söylemek gerek

Yüksek sesle.

Sus Ayşe, sus Ayşe

Sessizlik sonsuz kere

Sus Ayşe sus Ayşe

Sessizlik sonsuz kere.


Şarkı 2

Kızlar gülmez yüksek sesle,

Edep adap bilmen gerek.

Uyumlu ol, yumuşak başlı

Kimse sevmez isyankarı.

Kızsın sen kızılcıksın

Aklın buna alışsın.

Soru soranı kimse sevmez

Cevaplar hep hazır işte.

Nedenler, niçinler için

Hazır dünyalar kadar söz.

Kızsın sen kızılcıksın

Ruhun buna alışsın.

Durgun bir ırmak gibi ol,

Coşma, taşma, akma

Edepli ol, baş önde

Yansan ateşlerde sakın belli etme.

Kızsın sen kızılcıksın

Kalbin buna alışsın.


Her zaman güzel ol, zarif, bakımlı

Elde tutmak istiyorsan kocanı.

Sabretmek en büyük erdemdir.

Kadın ademin kaburga kemiğidir.

Kadınsın sen zaafçıksın

Aklın bunu anlasın.

Yorulma, kızma, küsme kimseye

Güler yüz yılanı deliğinden çıkarır.

Sabret, affet, ört üstünü, temizle

Kutsaldır annelik böyle biline.

Kadınsın sen zaafçıksın

Ruhun bunu anlasın.

Hatırla sözlerimi şaşırırsan yolunu

Sorma kimseciklere doğru nedir diye.

İyi mi bileceksin çoğunluktan

Bir hayat gizlidir atasözlerinde.

Kadınsın sen zaafçıksın

Kalbin bunu anlasın.


Doğdum. Nefessiz kaldım. Popoma bir şaplak attılar. Ağladım. İçimden bir şarkı patlatmak geldi, ama
baktım etrafıma, herkesin suratı beş karış. Annemle babam sevinmediler ben kız doğdum diye. Ablam
varmış, bir kız bir oğlan olsun istiyorlarmış. İki kız ortalamayı bozarmış, oğlan doğaymışım iyi
olacakmış. Çöpe mi atsınlarmış? Evlatlık mı versinlermiş? “Hayatta kalmak zorundasınnnn, çabuk bir
çare bul” içimdeki ses bas bas bağırıyor. Hemen birkaç şirinlik yaptım. O zaman gülümsediler azıcık,
annem aldı kucağına, elimle koymuş gibi kavradım süt dolu memeyi. Yoksa öleceğim açlıktan. Baktım
annemin yüzüne çipil çipil. Yumuşadı kerata. Babamın da parmağına yapışınca, tamam oldu.
Kabullendiler beni, alıştılar zamanla. Ben de onlara alıştım zamanla. Ortalama bir dünyada, ortalama
bir ülkede, ortalama bir ailenin ortanca çocuğu olarak alışıverdik birbirimize. Ortalama olacağımı daha
eve adım attığımız an anladım. Ortalama zeka, ortalama zevk, ortalama gelir düzeyi, ortalama dünya
görüşü, ortalama bir apartman, ortalama bir mahalle. Her şey vasati kırk çöp kadardı. Hayatım da öyle
olacaktı. Anladım. Ortalama bir sevgi gördüm, her ailede nasılsa, ortalama dayaklar yedim, ara sıra.
Saymadım. Ortalama masallar dinledim, her kız çocuğunun oynadığı ortalama oyuncaklarla oynadım.
Ablam da ortalama bir ablaydı, beni hem döver, hem severdi. Sonra bir oğlan doğurdu annem, o süper
oldu. Ortalamaların dışına çıkıldı bir anda. O süper zeki, süper yetenekli, süper başarılı, süper sevimli,
süper pipiliydi. Süper über bir varlık geldi ortalama hayatımıza ben iki yaşındayken. Zaman geçti,
ortalama bir zavallı oldu erkek kardeşim. Annemle babam onu hep süperman sandı. Hiçbirimiz belli
etmedik yüreğine inmesin diye gariplerin, kardeşim bile itiraf edemedi süperman, spiderrman, zoro ve
yüzbaşı Kenan olmadığını. Olamayacağını. O kendini süperman sandığı yaşta, bense kırmızı başlıklı
kız masalları dinliyordum, geceleri kabuslar görüyordum.

Anne- bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman...

Ayşe- nasıl yani? Bir nasıl hem varmış, hem yokmuş?

Anne- öyle işte. Bir hem varmış, hem yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, küçük bir kız
varmış. Bu kız bir gün ormanda yaşayan büyük annesini ziyaret etmek için yola çıkmış. Yürümüş,
yürümüş, yürümüş.

Ayşe- neden bir arabaya binmemiş?

Anne- o zamanlar araba yokmuş da ondan. Neyse, yürüye yürüye yorulmuş. Bir kulübe görmüş.
Bakmış pencereden, içeride kimse yok, şöööyle biraz uzanayım da dinleneyim diye düşünmüş, kırmızı
başlığını çıkarıp yataklardan birine uzanmış. Uzanır uzanmaz da uykuya dalmış. Uyandığında 7 tane
cüce ona bakıyormuş.

Ayşe- Cüce ne demek?


Anne- büyüyemeyen insan demek.

Ayşe- benim gibi mi?


Anne- hayır, büyüse de küçük kalan insan. Hani sirklerde olur ya.

Ayşe- sirk ne demek?


Anne- hani aslanlar olur, ateşten çemberlerin içinden atlarlar ya.

Ayşe- çember ne demek?

Anne- Elinin körü demek. Sus da dinle. Ne diyordum? Hah, bunu ormanda yalnız gören yaşlı cadı
kırmızı bir elma vermiş ama elma...

Ayşe- cadı ne demek?


Anne- kötü kadın demek.

Ayşe- neden yaşlıymış peki?

Anne- cadılar yaşlı olur da ondan.

Ayşe- anneannem de cadı mı?

Anne- çarparsam şimdi ağzına görürsün annenannen cadı mı değil mi! Terbiyesiz.

Ayşe- ama sen yaşlı kadınlar cadı olur dedin ya.

Anne- öyle demedim. Ne dedim? Hah! İğne eline batar batmaz, oracıkta, hoop diye uyuyakalmış
kırmızı başlıklı kız.

Ayşe- anne ya, kırmızı başlıklı kızın eline iğne batmıyordu, hani kurtlar yiyordu onu.

Anne- ay doğru. Bak gördün mü, beni de şaşırttın, bakayım, hım, eh, yüzyıl uyuyan güzel masalını
anlatmış mıydım ben sana?
Ayşe- hayır. Anlatsana.

Anne- eline iğne batmış prensesin. Batmasın diye babası ona bir kuleye kapatmış ama yaşlı bir kadın...

Ayşe- cadı mı?

Anne- yok. Büyükannesiydi galiba. İşte neyse, uyumuş prenses. Yüzyıl uyumuş.

Ayşe- yüzyıl ne kadar?


Anne- çook.

Ayşe- ne kadar çok?


Anne- hani senin doğum gününü kutluyoruz, pasta kesiyoruz ya, ondan yüz tane olduğunu düşün.

Ayşe-yüz pasta mı?

Anne- yüz tane, bin tane pastadan yapılma evi bulunca, hemen yemeye başlamışlar. Günlerdir hiçbir
şey yemedikleri için...

Ayşe-kim yememiş bir şey?

Anne- kibritçi kız vardı ya, işte o canım. Çok acıkmış, çok üşümüş, bir kibrit yaksam, azıcık ısınsam
demiş, tam o sırada peri gelmiş.

Ayşe- peri ne?

Anne- iyi kız.

Ayşe- ben de peri miyim?


Anne- hayır.

Ayşe- kötü müyüm ben?

Anne- hayır. İyi bir kızsın.

Ayşe- e, o zaman periyim.

Anne- ama periler sihir yaparlar. Ellerinde sihirli değnekleri vardır, bir dokunmuuş, hoop fareler araba
olmuş.

Ayşe- anne, sen bu masalları biraz karıştırdın galiba.

Anne- karıştırmadım. Dur, dinle, ne diyordum, hah, ama demiş, sakın onikiyi geçirme, yoksa kabak
olursun.

Ayşe- kim?

Anne- sen beni dinlemiyor musun? Külkedisi.

Ayşe- kedi mi?

Anne- ne kedisi kızım. O bremen mızıkacıları masalında var. Onu anlatayım istersen.

Ayşe- yok yoook, sen şu masalı bitir.

Anne- kedi, hım, yok kedi değil, at. At. Beyaz atınından inmiş...

Ayşe- ya anne ya, benim iyice kafam karıştı.


Anne- dur kızım. Geldik sonuna. Atından inmiş prens. Yakışıklı prens. Yüz yıl onu beklemiş tabi.
Gelip de öpmesini. Neyse işte, oh, sonunda öpmüş prensesi. O da uyanmış.

Ayşe- beyaz atlı prens de peri miymiş?


Anne- yoo, niye?
Ayşe- ne bileyim, sihirli değnek gibi, öpmüş, kız hemen uyanmış. Yüz yıldır uyuyan kız, bir
öpücükle...

Anne- eh, onun da varmış bir sihirli değneği demek ki!


Ayşe- neresinde saklıyormuş?
Anne- masal da burada bitmiş. Hadi bakayım, doğru yatağa. Uslu bir kız olursan rüyanda Şirinleri
görürsün.

Sonra üst kat komşumuz Ertan abi beni kucağına oturtup ayıp şeyler yaptığında, anladım,
ormandaydım. Ormanda küçük kızları kurtlar kapar. Ve bu sadece ve sadece kırmızı başlıklı kızın
suçudur. Ormanda olmak tehlikelidir. Küçük kızların yeri evidir. Söylemedim o yüzden kimseciklere.
Zaten Ertan abi söylersem kimseciklere, beni kömürlüğe kilitlerdi, kömürlük karanlıktı, oysa evimiz
aydınlık.

Aydınlık evimizden çıkmaz oldum. Ertan abinin yaptıklarından korkuyordum. Evde oyunlar oynadım
şapşal ablam ve insanüstü kardeşimle.

Küçük Ayşe

küçük Ayşe

Napıyorsun bize söyle?

Bebeğime bakıyorum

Ona mama veriyorum.

Ev hayatı kısa sürdü. Okul denilen yere gitmem gerekti. Neden bilmem. Ablam gidiyordu da bir halt
mı oluyordu? Orada bir sürü arkadaşım olacaktı. Öyle diyordu annem. Bir sürü şeyler öğrenecektim.
Öğrendiklerimle vatana millete hayırlı bir evlat olacaktım. Evlenip yuva kuracaktım. Bir işe girip
çalışacak, 25 yıl sonra emekli olup balkondan dışarı bakacaktım. Eee, ben şimdi de balkondan dışarı
bakabiliyordum. Ama bir kere anneyle baba öyle emretmişti. Okula gitmem gerekti. Kaçış yoktu.
Gideyim de göreyim dedim, ne matah bir şeymiş şu okul. Altı yaşında bir çocuğun ağır sorumlulukları
vardı şu hayatta. Hayat çok zor bir şeydi. Altı yaşında olmak çok zor.

Türküm, doğruyum,

çalışkanım,

ilkem küçüklerimi korumak

büyüklerimi saymak

yurdumu milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm yükselmek ileri gitmektir.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun.

Ne zaman şarkı söyleyeceğiz diye sordum öğretmenime.

Şimdi sırası değil dedi. Ona da sıra gelecek elbet. Ama şimdi sırası değil. Oysa ben şarkı söylemek
istiyordum. Uslu ol diye tembih etmişti annem, öğretmenlerin sever seni uslu olursan. Ben de uslu
olayım da sevsin beni öğretmenlerim diye tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.

Dersimiz hayat bilgisi

ben öğreteniniz, Hayati Bilgi

hayat kısadır tadını çıkaramayanlar için

uzundur acı çekenlere.

Güzel bir hayat için yiyip içip eğlenmek gerek.

Şimdi değil, şimdi değil.

Sonra, ileride, büyüyünce.

Büyüyüp adam olunca.


Kadın olunca?

Kadın olunca

kadın olunca

kabullenmek gerek.

Hayatı elbet.

Kadın olunca

bilmek gerek

bilmek ve anlamak

hayat senin değil,

senin olan

düzenlemek, silmek,

temizlemek, gizlemek,

hatta gömmek,

en derine

en derinden daha içeri

unutma bahçelerine

hayatın.

Unutma bahçelerinde

unutmak gerek

yalnız bir kerelik olduğunu hayatın

onu da kendin için değil

her kimse zindan edecek

onun için unutmak.

Onun için yok saymak


onun için çabalamak

onun için görünmez olmak

sağır olmak, dilsiz,

aptal, cahil, unutkan olmak...

Unutma bahçelerinde hayatın

umudu, hayali,

bulmayı ve anlamayı,

anlamlar yaratıp

anlamlar çoğaltmayı

en çok en çok

hayatı derine gömmek

işte bunlar için kazma kürek gerek

kafasına vura vura coşkunun,

genç kızlık heyecanın, kadınlık mutluluğunun

özgür olmanın, insan,

anlayan, seven,

öldürmek gerek.

En çok istekleri,

en çok geleceği,

en çok ama en çok

kendin olmayı öldürmek hedef.

Var olmak için en çok

bir başkası için,

en çok sevdiğin için en çok


yok olmayı bilmek

kadın olmak demek.

unutma bahçelerine gömülen her genç kız hayatı

hayat bilgisinin dışında kalır

hayatın dışında

dışında

kalır

her şeyin.

Gömülü olan

unutulur.

Hayatın konusu görünür olandır.

Bilgi budur.

Ne zaman şarkı söyleyeceğiz öğretmenim dedim. Bekledim o kadar. Şimdi sırası değil dedi öğretmen.
Ama onun da sırası gelir belki. Belki mi? Hani elbette sıra gelecekti? Çok soru sorma demişti babam
bana. Çok soru soranı kimse sevmez. Meraklı gözükme. Öğretmenlerin ne derse dinle. Peki dedim
içimden. Ben de çok meraklı olmayayım da, sevsinler beni. Tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.

Dersimiz

beden eğitimi çocuklar.

Ben öğretmeniniz Erk Mert Alpoğlu.

İnsan bedeni ikiye ayrılır.

Kızlar bacaklarından ikiye,

bir daha da birleşmez.

Doğarken daha başka bir kadından.


Oğlanlarınki ayrılmaz. Bütün kalır.

Taşakları vardır onların bir sağda...

gülmeyin, gerçekler komiktir,

ciddiyet gerektirir.

Koçların da taşakları vardır.

Billur denir.

Yenir.

İnsan oğlununkine tapılır.

Kızlar kanar. Orta yerinden.

Oğlanlar kanatır.

Şimdi sağdan sayın bakalım.

Oğlanlar ikişer ikişer.

Kızlar yarımşar.

Yarım bir yaşamı sayamazsınız

tam ve tastamammış gibi.

Yarım bir yaşama

Asla çare olmaz kültür fizik hareketleri.

Müfredat gereği

kızlar da girer

beden eğitimi dersine.

Oysa gereksizdir çırpınmak.

Hiçbir yere ilerleyeceğiniz yok emin adımlarla.

Ne kadar koşsanız da,

her kız bu çağda


her kız her çağda

yerinde sayar.

Şimdi kollar havaya.

Gördünüz mü oğlanlarım

memedir bunlar.

Süt verir, sarhoşluk verir.

Acı verir tecavüze uğradığında.

Gereksizdir.

Gereksiz olan utanmaya değerdir.

Utanır tüm kızlar

kambur kalırlar daha ilk günden.

Ömür boyu eğri dururlar.

Bütün parçaları bir araya getirseniz,

tastamam birleştirseniz,

bir işe yaramaz.

Eksik kalır, yırtık kalır, kanar.

Şimdi dağılabilirsiniz

ergen bedenlerinize.

Kızlar içeri doğru,

oğlanlar ileriye.

Şarkı söyleyebilir miyim öğretmenim dedim bir gün. Eh tutamadım artık kendimi. Ne şarkısı, iyice
şaşırdın sen kendini galiba dedi öğretmenim. Şarkı markı yok. Ama dedim, hani, elbette söyleyecektik
şarkı, belki söyleyecektik? İsyankar olma demişti babaannem. İsyankar olanı kul da sevmez Allah da.
Sevsinler beni diye, tıp dedim sustum. Uslu uslu oturdum.
Dersimiz matematik,

Ben öğretmeniniz Ahmet Atik.

Dört işlemle başlıyoruz dersimize.

Toplama, çıkarma, çarpma, bölme.

Bir adam ve bir kadını toplarsanız,

eder iki.

İkisi bir araya gelirse,

işte buna çarpma denir.

Birinden dişisi olur yine iki.

İkiden bir çıkar, kalır yine bir.

O çıkan bir oğlansa, artıdır,

Kızsa eksi.

Kızı örnek alalım.

Şimdi elimizde bir kız var,

diyelim ki, yetmiş yıl yaşayacak.

Böl onu ona,

kalır yedi.

Yedi yaşında başlar okula.

Ve tabi bir kızın bir oğlandan farkını anlamaya.

Yediye yedi ekle,

oldu mu sana on dört,

on dört yaşında kimi evlenir

uzaaak çok uzaaak diyarlarda,

kimi olur ergen.


Başlar kanamaya. Çarp onu onikiyle

onu da otuz beşle

eder dörtyüz yirmi.

Ne etti, adet.

Oysa 400 yumurtası vardır her kadının,

eh iki çocuk doğursa,

dokuz aydan on sekiz ay eder,

geriye de iki ay artık sayı kalır.

Hesap aşağı yukarı doğrudur.

Eveeet, nerede kalmıştık,

hah, on dört.

Ekle ona yedi.

Eder yirmi bir.

Aşık olur yirmi bir yaşında.

Hayaller, ihtiras, gözyaşı.

Böl onu korkuyla,

bir de gelecek kaygısıyla

etti mi sana yirmi sekiz.

Yirmi sekiz yaşında da evlenmezse

evde kalır,

artık sayıdır.

Belki bir işe girer çalışır.

Evlenirse yine olur iki.

İkiye bir ekle, üç.


Yaklaşık bir yıl sonra.

Biz ahengi bozmayalım.

Yirmi sekiz artı yedi,

geldi mi otuz beş yaşına!

Gençlikmiş, güzellikmiş,

umutmuş, hayalmiş,

biter tam da bu noktada.

Otuz beş yaşında,

eteğinde iki velet,

o da iyi ihtimal hesabı,

başlar artık geri geri saymaya.

Otuz beşe ekle yedi,

kırk iki.

Ama isterseniz bundan sonra çıkaralım yetmişten

ne kaldı geriye?

Dört tane yedi.

Kırk iki yaşında başlar vazgeçmeye

hayal etmekten bile.

Sonrası zaten fena, kırk dokuz gelir.

Well come to menapoz.

Kadınlık bitmiş demektir.

Ne kaldı ki geriye?

Üç tane yedi.

Birini koca yedi,


birini çocuklar,

birini hayat telaşı,

geldi elli altı yaşına.

Torunu da verdik mi kucağına,

tablo tamamlanır.

Belki bu arada,

ölüp gitmiştir koca.

Kalır yine bir,

Çocuklar da büyüdüğüne göre.

Torundu, gelindi, oyalanır.

Yaş olur altmış üç.

Yavaş yavaş tükenir

ne elde, ne ayakta kalmamıştır güç.

Çıkar yaşama sevincini,

çıkar güzel günleri,

çıkar mutlu anıları,

çıkar dostlukları,

Ne kalır geriye?

Hah, aferin.

Elde var sıfır.

Ekle onu şimdi bir kadının hayatına

ne eder?

Bildiniz. Yine sıfır.

Çarpma, bölme, toplama, çıkarma


işte böyle yapılır.

Şarkı söylebilir miyiz öğretmenim diye soracaktım. Tam soracaktım. Sonra hatırladım. Israr etmek
ayıptı. Öyle öğrenmiştim bir yerlerden. Beynime öyle kazınmıştı. Israrcıları kimse sevmezdi sonra.
Sevsinler beni diye, pırt dedim, aman tıp dedim sustum. Hımbıl hımbıl oturdum.

Dersimiz tarih çocuklar. Ben hocanız, Alparslan Osmanoğlu.

Tarih nedir?

-Geçmiş...

otur, kızım, sıfır.

oğullarım, tarih gelecektir.

Zamanın bugüne düşen gölgesi,

Kanın, şerefin, onurun çarpık hikayesidir.

Açar bir sır gibi kendini.

İçinde bin bir ölüm gizlidir.

Sen söyle bana oğulcuğum,

En büyük Osmanlı Padişahı kimdir?

Kanuni Sultan Süleyman mı,

Fatih Sultan Mehmet mi?

ne o, ne o…

En büyüğü Osman’dır. Hepsinden önce yaşamıştır.

Dolayısıyla büyüktür en büyüğünden.

36 padişahın, 36’sı da onun oğlu, torunu, torununun torunu, onun soyudur.

Bu bir şakadır.

Tarih, padişahların bileceği iştir oğlanlarım, kralların, sultanların.

Kanun yapanın, kural koyanın, kan dökenin, yıkıp da yok edenin,


Ülkeler alıp, milletler katledenin.

Ama en çok kimindir tarih, cevabı var mı siz ergenlerin?

Hayır, güçlünün değil. Hayır, savaşçının değil,

Ezenin, korkusuzun, liderin, önderin, bilenin değil.

En çok ama en çok,

Erkindir yani erkeğindir. Geçmiş, şimdi, gelecek.

Entrikacı birkaç saray orospusundan başka,

Bana bir tek kadın adı söyleyecek var mı,

kayıtlı kitaplarda?

Otur, kız çocuğu, eksi 5.

Hiçbir kadının dahli yoktur zamanda.

Yok olup gitmeye mahkumdur değersiz olan

Edilgenlik unutulmanın diğer adı.

Yazıya geçmedi hiçbir doğuranın hayatı.

Belgelenmeyen hayat, var sayılamaz.

Tarihte ve gelecekte,

toza karışır, hatırlanmaz.

Kimin umurunda doğdun, doğurdun ve öldün?

Can vermek kimin umurunda,

Can almaktır bütün maharet.

O yüzden oğullarım, demek ki neymiş?

Kayda değer olmak için

kayda geçmek gerek.

İyi bakın yanınızdaki kız çocuğuna


Tarihe kalmayacak olana.

Reddedilen, yok sayılan,

yok olana.

Tarih almayacak onu koynuna.

İyi bakın.

Ve şimdi, unutun.

İlkokul, lise filan işte böyle bir şarkı bile söyleyemeden geçti. Dersimi almıştım. Ben bir kızdım.
Üniversite sınavlarına hazırlandım. İlk yıl başka bir şehirde, iyi bir üniversite kazandım. Kız çocuğu
olduğum için başka bir şehirde yaşamama izin verilmedi. Annem ve babam tarafından, aile büyükleri
tarafından, masallar, ninniler, oyunlar tarafından. Hepsi ağız birliğiyle olmaz dediler. Gitmedim. Çok
da umrumdaydı sanki. Ben şarkıcı olmak istiyordum. Ama öğrenmiştim, biliyordum, benim
isteklerimin hiçbir önemi yok. Şarkıcı olmak demek, ne demek? Oysa öyle güzel şarkılar
söylüyordum, kendim bile hayran kalıyordum. Birkaç kez yüksek sesle bile söyledim. Sonra kızdılar
bana. Çok cilveli bir şeymişim, başıma iş açacakmışım. Yakacakmışım hayatımı. İçimden içimden
söyledim şarkılarımı. Kimse duymayınca, kimse kızmıyordu. Ben giderek kendi sessizliğime hayran
kalıyordum. Bu kadar mı güzel olurdu bir kızın sessizliği? Bu kadar mı güzel susulurdu?

İkinci yıl dandik bir üniversitenin dandik bir bölümünü kazandım. Fark etmezdi benim için. Ama
evimizle aynı şehirdeydi, yani şahaneydi. Öyle karar verdi ailem, aile büyüklerim, masallar, ninniler
ve oyunlar. Ve tabi ders kitapları. İlkokul öğretmenleri, lise hocaları. Ben de o bölüme yaptırdım
kaydımı. Bir kız çocuğuna yaraşır bir meslek sahibi olabilmek, evlenip bir yuva kurabilmek, vatanıma
milletime hayırlı bir evlat olup 25 sene çalışıp, 10 sene balkondan bakabilmek için.

Annem sıkı sıkı tembihledi. Üniversitede bulmalıymışım kendime uygun birini. Gözümü dört
açmalıymışım. Sonra evde kalırmışım. Kendime uygun biri ne demek dedim. Yani ailemize, vatana
millete, annemin babamın dünya görüşüne, sülalemizin örf ve adetlerine, romanlara, dizilere, romantik
komedilere uygun biri dedi annem. Yakışıklı, uzun boylu, istikbali parlak, höt dedi mi sus pus ettirip
korkuyla sindirmesini bilen, ne çok milliyetçi, ne çok ulusalcı, ne çok dinci, ne çok ilerici. Ortalama
bir dangalak. Hırslı olsun ki, ileride mesleğinde yükselsin, seni rahat yaşatsın, altında araban olsun,
cebinde paran, yazlık evin, kışlık evin, falanın ve filanın. İki çocuk doğurursan, çalışmana gerek
kalmasın, öyle paralar kazansın. İktidara yakın dursun, gerekirse politikaya atılsın, gerekmezse geri
dursun. Koluna girip sokağa çıktın mı, korkacak hiçbir şeyin olmasın. Üzmesin, vurmasın, ağlatmasın,
içkisi, sigarası, kumarı olmasın. Azıcık çapkın olsun, çokça karısına düşkün. Evine, çocuklarına bağlı
olsun, bağırıp çağırmasın, bir bakışıyla sıçtırsın. Bunu annem demedi. Ben dedim. Dedim ki, kavun
mu bu daha yirmi yaşındaki veledin ileride bir aslan parçası olacağını anlamak için poposunu mu
koklayayım? Sakın dedi annem. Elletmek, koklatmak yok. Göster ama verme. Öptür ama .... me. Ayıp
anne dedim, ne biçim konuşuyorsun, çarpıveririm ağzına. Öyle kızım dedi, bunlar gerçekler,
evlenilecek kız var, eğlenilecek kız. Evlenilecek kızsan elletmeyeceksin, azıcık öptür tabi, aklı kalsın,
gerisini merak etsin, gerisini merak ettiği için evlensin. Yoksa veriverirsen gonca gülünü, koparıp
atarlar. Kalırsın açıkta, baban sonra kıtır kıtır doğrar ikimizi. Tamam anne dedim. Tamam. Yüzgöz
olmayalım. Ama nasıl anlayacağım istikbali parlak olduğunu ben yirmi yaşındaki tıfılın, onu
bilemedim. Sen bul bir tane, tut kolundan getir bana, ben anlarım dedi annem. Olur dedim. Üniversite
biter ayak, buldum bir şey, aşağı yukarı insan, götürdüm anneme, önce mırın kırın etti, sen istiyor
musun dedi, ne bileyim dedim. Ben ne istediğimi bildim mi ki hiç? Uğraştırma işte beni. Kafam
karışık zaten. Tamam dedi. Bu olsun o zaman. Okul bitti. Evlendik buyla şıpındadak.

Sonrası fenaymış meğer hayatın. Ben sanıyorum ki, cezam bitti, bundan sonra azıcık tadacağım
hayatın balını. Ama nerede? Gerdek gecesi diye bir şey var. O ne acı, o ne ızdırap! Daha o gece
tiksindim Kenan İmirzalioğlu bozmasından. Hayır can acısı bir yere kadar, o ne pozlar, o ne hava
atmalar. O ne kendine tapmalar. Çarşafa bakıp bakıp pis pis sırıtmalar. Ergenlikten yeni çıkmışız zaten,
sinirlerim hala bozuk, şeytan diyor patlat ağzına bir tane. Tam uyacakken şeytana, aklına gelip de
sarılınca ayı, sakinleştim biraz. Eee, ilk çocuğumuzun adı ne olacakmışşşş? Ne çocuğu, ne çocuğu,
ben çocuğum daha. Ne çocuğu. Yirmibeş yaşında baba olacak zaar. Yok dedim, çocuk mocuk yok.
Azıcık gezelim, tozalım, nefes alalım. Babam sıktı gırtlağımı, evden okula, okuldan eve, dünya yüzü
görmedim ben daha. Eh, dedi, madem öyle istiyorsun, bekleriz bir iki sene.

Sağolsun, daha altıncı ayın başında, şişti karnım. İşe de başlamıştım. Anlamasınlar diye ne yapacağımı
şaşırdım. Ama çabuk büyüyor insan yavrusu, dördüncü ayda anlaşıldı durum. Son verildi özel sektörde
işime. Yaşasın vahşi kapitalizm. Döndüm yine eve.

Matematik bilen herkes hesaplayabilir, ama yine de söyleyim, beş ay sonra doğdu insan yavrusu Ayşe.
Evet, Ayşe. Hayır, benim adım Ayşe. Ama hiçbir şey anlamadım Ayşelikten diye, kızıma da Ayşe
dedim. Olmaz öyle şey dedi kocam ve melek annemle müşfik babam. Çığlık çığlığa ağlayınca hastane
odasında, kabul ettiler Ayşe'nin kızı Ayşe'yi. Küçük Ayşe böylece girdi hayatıma. Ve tabi televizyon
programları.

Meğer bambaşka bir dünya varmış da haberim yokmuş. Ayşeyle tıkılıp kalınca bir evin içinde, fena
sardım televizyona. Mesela Kıvanç Tatlutuğ diye bir insan var. Evet, var. Kenan İmirzalioğlu diye de
bir insan var, yani ben uydurmamışım bu adı. O da insan, akşam eve gelen de. Karıştı kafam. Sonra
taaa dünyanın öteki ucunda bir takım adamlar. Neyse ki evlilik programlarındaki adamlar da var.
onlara baktıkça anladım kocacığımın kıymetini.

Arada bir uğruyor annem. Kızım diyor, erkek milleti nankör olur, bir çocuk doğurdum diye şimdi,
sanma ki ömür boyu bağlı kalacak sana, azıcık giyin süslen, kur yap, naz yap, işve yap, cilve yap.
Nasıl yapılır onlar? Nereden bileceğim, ömrüm boyunca zillinin teki olacağım diye ödünüz koptu,
hanım hanımcık olayım diye etlerimi kopardınız, şimdi mi aklına geldi kur, naz, işve, cilve yap
demeler? Yani bilsem yapayım. Ama... Televizyondan da mı görmüyorsun diyince annem, uyandım.
Öyle ya, romantik komediler hep adamla kadının kavuştuğu yerde bitiyor. Gerisi bilinmiyor. Gerisini
anlatan kadınlara, tabi ki reklamlar. Ne öğrendiysem kadınlığa dair, reklamlardan öğrendim. Nasıl
mutlu olunur bulaşık yıkarken, nasıl göbek atarak çamaşır asılır, nasıl güzel kokar o çamaşır suyu, pür
makyaj nasıl börek açılır.

Zaman çabuk geçiyor. Ayşe'nin okul çağı geldi çattı. Tıpkı annem gibi ben de tuttum kolundan Ayşe'yi
fıydırıp attım bir okul köşesine. Oh, dedim artık özgürüm. Hemen dedi kocam, hemen yapalım
ikinciyi. Oğlan olsun bu sefer. Olur canım dedim, kıymalı börek mi yapıyoruz, içine ne malzeme
koyduğunu biliyor muyuz ki oğlan olacak, hem doğurmayacağım ben, yeter. Ne demek yeter dedi
kocam. Oğlan istiyorum. Peki dedim çaresiz. Sanki hayır desem bir şey değişecek! Kıymayı hazırla,
yufkası benden. Yaptık bir oğlancık. Ona da baktım birkaç yıl. Sonra kayınvalidem çöreklenince eve,
oğlan çocuğu yetiştirmeyi bilememmişim diye, çektim kapıyı çıktım. Al dedim, sen bak küçük adama ,
çalışacağım ben artık, tak dedi canıma.

Böylece başladım iş hayatına.

Ama ne hayat.

25 yıl geçmek bilmedi.

Uzunmuş 25 yıl. Çok uzun. Göz açıp kapamakla geçti.

Saat alarmları, çocukları doyurmalar, okula yollamalar, güler yüz göstermeler kocaya, saçına fön
çekmeler, kahvaltı hazırlamalar, toplamalar, makyaj yapmalar, etekler, ipek gömlekler, ince çoraplar,
topuklu ayakkabılar, küçük zarif takılar, içinden şarkı mırıldanmalar, unutup sözleri otobüse
yetişmeler, otobüsten inip metroya binmeler, metrodan inip gökdelenlere girmeler, güler yüz
göstermeler iş arkadaşlarına, patrona güpgüler yüzler, bilgisayarlar, programlar, dosyalar, raporlar,
müşteriler, fazla mesailer, tehditler, primler, tacizler, krizler, işten atılıp işe başlamalar, ay sonuna para
yetiştirmeler, küçük bütçelerle küçük hayatlar, 15 günlük yaz tatilleri, ev için para biriktirmeler, araba
için para biriktirmeler, borçlar, krediler, bütçeler, kavgalar, çocukların okul masrafları, mutfak
masrafları, dersane masrafları, küçük bir ev sahibi olmalar, taksitler, aile gezmeleri, akşam yemekleri,
törenler, davetler, düğünler, sünnetler, cenazeler, emekliliğe gün saymalar, mezuniyet törenleri, sevinç
gözyaşları, korku gözyaşları, endişe gözyaşları, üzüntü gözyaşları, küçük estetik operasyonlar, hep
genç, hep taze, hep cilveli, hep hanım hanımcık görünme çabaları, hem anne, hem iş kadını, hem
kocanın zarif eşi, hem evinin kadını, hem annesinin kızı olabilmeler, hem, hep, hiç dengeleri,
yorgunluklar, kırgınlıklar, dargınlıklar, küsleri barıştırmalar, apartman komşularıyla iyi geçinmeler,
küçük birikimler, küçük yazlık evler, perdeler, koltuklar, örtüler, çamaşırlar, ütüler, güzel günler, kötü
günler,

sonra

bir gün

işte

gözümü açtım,

kapadım sonra.

Açtım tekrar.

Emekli olmuşum.

Ve tabi yaşlanmışım. Ne fena şeymiş meğer yaşlanmak. Ağrılar sızılar bir tarafa, nereden çıktı bu
kadar deri? Çekiştire çekiştire doktorlar, döndüm otuzbeş yaşıma. Ama yetmedi kocama otuzbeş
yaşında göstermek. İçi ellibeş olunca insanın, dışı onbeş olsa ne fayda. Kaçtı gitti bir otuzlukla. Artık
dedi, anlaşamıyoruz, dünyalarımız farklı. Yeni mi anladın demek geldi içimden, tam bunu diyecekken,
içimden de hiç gelmezken, sen öyle istiyorsan öyle olsun cümleleri döküldü. Dökülen cümleleri ben
toplarken yerlerden, o da bavullarını topladı. Bir şarkı mırıldandı. Sonra küçük bir öpücük kondurdu
yanağıma, seni artık bir kadın gibi değil, kızkardeşimi sever gibi seviyorum dedi, çekti gitti.
Kalakaldım kızkardeşe dönüşmüş kadınlığımla başbaşa.

Hah dedim. İşte buymuş annemin söylediği. Dinlenme vakti buymuş. Dinleneceğim artık. Balkonda
oturup gelip geçene bakacağım. Sardunyalar, fesleğenler ekeceğim. Ektiğimi biçeceğim.

Çocuklar da büyüdü nasılsa, nasılsa işte, artık balkonda çay içeceğim. Mahallenin veletlerine hadi
bakayım artık evinize diyeceğim.
Tam attım adımımı balkona. Zar telefon. Annem hastalanmış. Yatalak kalacakmış. Aldım tabi getirdim
anneciği. Bir de ona baktım beş sene. Balkona çıkamadan. Olsun dedim, o da bana baktı bütün
ömrünce. Benim için korktu, endişelendi, hayaller kurdu, okuttu, adam etti, aman işte kadın,
çocuklarıma baktı. Şimdi sıra bende.

Savdım sıramı beş yılda.

Mezarlıktan döner dönmez, bir çay demledim kendime, aldım bardağımı çıktım balkona. Baktım,
baktım, baktım. Hayatıma. Bir yudum aldım çayımdan. İçimden bir şarkı mırıldan... İçimdeki şarkıyı
aradım. Taa, küçükken söylediğim o şarkıyı. O şarkıyı aradım. İçimde. Tam vaktiydi işte. Bulamadım.
Oysa bugün bu balkonda, herkes gittikten sonra, bağıra bağıra söyleyecektim şarkımı. Şarkımsa yok
olmuş.

Aslında hiç şarkım olmamış. Söylenmemiş bir şarkı, sessizlikte kaybolmuş.

O an anladım.

Şarkısı olmayan Ayşe hiç varolmamış.

You might also like