You are on page 1of 323

ORTAKBİRAVRUPA'YA DOGRU ...

Türkiye Cumhuriyeti'nin Avrupa


Birliği'ne giriş projesi politik, sosyal
ve kültürel yönleriyle tartışılmayı
bekliyor.
Bugüne dek, Avrupa Birliği'nin esas
niteliğinin bir medeniyet projesi
olduğu, tek ve birleşikbir Avrupa'nın,
ortak bir Avrupa kültürünün
amaçlandığı hep göz ardı edilmiştir.
Oysa bu birliğin asli unsurlarından biri
olmak, kendini kültürel olarak da bu
birliğin içinde görmektir.
Avrupa'nın önde gelen beş büyük
yayınevi, ortak bir Avrupa'nın kuruluş
sürecindeki temel soru ve sorunları ele
almak amacıyla "AVRUPA 'YI
KURMAK" adını verdikleri bir yayın
projesi geliştirdiler ve bugüne kadar
bu çerçevede 25 kitap yayımladılar.
Literatür Yayıncılık da, Avrupa kültür
mirasının ülkemizde daha iyi
anlaşılması, tartışılması ve kavranması
amacıyla bu diziyi Türkçe'de
yayımlamaya başlamıştır. Çağı
yakalamayı ve yaşamayı isteyen
herkese ulaşması dileğiyle ...
Avrupa'nzn Doğuşu
Avrupa'yı Kurmak
Dizi Editörü: faques Le Goff

Avrupa'yı Kurmak dizisi, ortak bir Avrupa kültürü yaratmak misyonuyla bir araya gelmiş, Av­
rupalı beş yayınevinin geliştirdikleri bir projedir; Beck-Almanya, Blackwell-İngiltere, Critica­
İspanya, Laterza-İtalya ve Le Seuil-Fransa. Dizinin amacı; geniş bir uluslararası çerçevede, Av­
rupa halklarının ve onların kültürlerinin tarihi hakkında, temel konularda açıklayıcı, okunabi­
lir ve tarnşma yaratacak yayın yapmaktır. Dizinin yazarları ekonomi, siyaset, toplum, din ve
kültür alanlarında uzman isimlerdir.

Avrupa'yı Kurmak dizisindeki diğer kitaplar:

Avrupa Tarihinde Kentler Avrupa Tarihinde Demokrasi


Leonardo Benevolo Luciano Confora

Avrupa'da Devrimler 1492-1992 Avrupa Tarihinde Göçler


Charles Tilly Klaus Bade

Avrupa'da Ulus ve Devlet Avrup Tarihinde Hukuk


Hagen Schulze Peter Landau

Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Anlayışı Avrupa Tarihinde Sınırlar


Umberto Eco Krzysztof Pomain

Avrupa Tarihinde Kadınlar Avrupa Üniversitesinin Doğuşu


Gisela Bock facques LeGoff

Avrupa ve İslam Avrupa ve Deniz


Franco Cardini Michel Mallat du fourdin

Avrupa'da Aile Avrupa' da Beslenme Kültürü


fackGoody Massimo Montanari

Avrupa'da Aydınlanma Avrupa' da Nüfus Hareketleri


Ulrich Im Hof Massimo Livi Bacci

Avrupa' da Rönesans ve Merkez Çeperler Avrupa'nın Sanayileşmesi


Peter Burke fürgen Kocka

Avrupa'nın Yeniden Yorumlanması


İlk Avrupa Devrimleri, 900-1200
Çarpıtılmış Geçmişe Ayna
R. l. Moore
fosep Fontuna

Avrupa Bireyciliğinin Kökeni Modern Avrupa'da Din ve Toplum


AronGuryeviç Rene Remond

Avrupa Köylülüğünün Tarihi Modern Bilimin Doğuşu


Werner Rösener Paolo Rossi
'
Avrupa nın Doğuşu

Jacques Le Goff

Çeviren:
M. Timuçin Binder
Literatür Yayınları Avrupa'yı Kurmak Dizisi: il
Avrupa'nın Doğuşu
Jacques Le Goff

Özgün adı
The Birth of Europe
olan bu kitap
Jacques Le Goff'un Genel Editörlüğünü yaptığı;
C. H. Beck'sche Verlagsbuchhandlung, Münih/Almanya
Blackwell Publishers, Oxford/İngiltere
Editorial Critica, Barselona/İspanya
Guis.Laterza & Figli, Roma/İtalya
Editions du Seuil, Paris/Fransa
tarafından yayınlanan uluslararası
THE MAKING OF EUROPE / AVRUPA'YI KURMAK
adlı dizinin bir parçasıdır.

Çeviren
M. Timuçin Binder

Genel Yayın Yönetmeni


Kenan Kocatürk

Yayına Hazırlayan
Hülya Balcı

Baskı Öncesi Hazırlık


Emel Atik

Birinci Basım, Kasım 2008


İkinci Basım, Ekim 2017

Baskı ve Cilt:
Pasifik Ofset
Cihangir Mah. Güvercin Cad. Baha İşmerkezi
A Blok No: 3/1 Kat: 2 Avcılar - İstanbul
Sertifika No:12027
Tel: (0212) 412 17 77

ISBN: 978-975-04-0473-3

© 2005 Jacques Le Goff

Eulama Literary Agency S.r.I .. Roma


aracılığıyla Türkçe yayın hakları
© 2008 Literatür: Yayıncılık

Bu kitabın yayın hakları Literatür: Yayıncılık, Dağıtım, Pazarlama San. ve


Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Kitabın tamamı veya bir bölümü hiçbir biçimde çoğaltılamaz,
dağıtılamaz, yeniden elde edilmek üzere saklanamaz.

Sertifika No: 10843

LİTERATÜR®
Yayıncılık, Dağıtım, Pazarlama
. Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
istiklal Caddesi, ipek Sokak, No: 10 Kat: 2
Beyoğlu34433 lstanbul
T0(212) 292 4120
F 0(212) 245 5987
E literatur@literatur.com.tr
www literatur.com.tr
İçindekiler

Dizi Editörünün Önsözü ix

Teşekkür xı

Giriş 1

Başlangıçlar: Ortaçağ' dan Önce 7

1 Avrupa Düşüncesi'nin Oluşumu (4. Yüzyıldan 8. Yüzyıla) 17

2 Yarım Kalmış Avrupa: Karolenj Dünyası 35


(8. Yüzyıldan 1 O. Yüzyıla)

3 Avrupa Düşü ve 1 000 Yılının Potansiyel Avrupa'sı 47

4 Feodal Avrupa ( 1 1 . Yüzyıldan 1 2 . Yüzyıla) 59

5 Kentlerin ve Üniversitelerin " Güzel" Avrupa'sı 1 17


(1 3 . Yüzyıl)

6 Ortaçağ'ın Sonbaharı mı, Yeni Bir Çağın Baharı mı? 1 79

Sonuç 225
Kronoloji 233
Seçilmiş Tematik Kaynakça 245
Dizin 293
Bronislaw Geremek'e
Dizi Editörünün Önsözü

vrupa kuruluyor. Bu büyük bir umut. Bu umudun gerçekleşme­


A si tarihi hesaba katmasına bağlı: Tarihten yoksun bir Avrupa
öksüz ve geleceksiz olurdu. Dün bugünü belirler çünkü, bugün yapı­
lanlar ise yarın hissedilir. Ancak geçmişin belleği bugünü felce uğrat -
mamalı, aksine bu anlayış temelinde yeni dostlar geliştirmemize yar -
dımcı olmalı, ilerlememize rehberlik etmeli. Atlas Okyanusu, Asya
ve Afrika'nın çevrelediği Avrupamız, coğrafyanın belirlediği, tarihin
biçimlendirdiği şekliyle ve ta Yunanlılardan kalma adıyla anılarak,
çok uzun zamanlardan beri varlığını sürdürüyor. Eskiçağdan, hatta
tarih öncesinden bu yana Avrupa'yı tam da sahip olduğu bu bütün­
lük ve çeşitlilik nedeniyle bu denli zengin bir kültürle donatan, olağa­
nüstü bir yaratıcılık geliştirmesine olanak sağlayan bu miras, gelece­
ğinin de dayanak noktası olmalıdır.
Farklı dillerden ve uluslardan beş yayınevinin girişimiyle doğan
"Avrupa'yı Kurmak" dizisi, devralınan güçlükleri de gözlerden gizle­
meden, Avrupa'nın inşasına ve belleklerden silinmez üstünlüklerine
ışık tutmayı amaçlıyor. Avrupa, birlik sağlamaya çalışırken anlaşmaz­
lıklar, çatışmalar, bölünmeler, iç çelişkiler yaşadı. Bu dizi bunların üs -
tünü örtmeyecek: Avrupa girişimine katılmak, gelecek perspektifi
içinde geçmişi bütünüyle bilmeyi gerektiriyor. Diziye böyle etkin bir
başlık konması da bu yüzden, Kanımızca Avrupa'nın bireşimsel bir
tarihini yazmak için henüz vakit erken. Sunduğumuz denemeler,
Avrupalı olsun olmasın, tanınmış olsun olmasın, günümüzün en iyi
tarihçilerinin kaleminden çıkmıştır. Söz konusu yazarlar ekonomi,
siyaset, toplum, din ve kültür alanlarında Avrupa tarihinin belli başlı
temalarını işleyecek, bunu yaparken de Herodotos'a kadar uzanan
vakanüvislik geleneğinden olduğu kadar Avrupa' da gelişip 20. yüz­
yılda, özellikle şu son birkaç on yılda tarih bilimini kökten değiştiren
yeni anlayışlardan da destek alacaklar. Anlaşılırlık kaygısıyla kaleme

i.x
alınan bu denemeler, bu nedenle geniş bir okur kitlesinin erişebilece­
ği niteliktedir.
Amacımız, Avrupa'yı kuranların ve kuracak olanların kafasındaki
"Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?" sorusuna ve dünya­
da bu soruyla ilgilenenlere yanıt niteliğinde veriler sunmak.

Jacques Le Goff

x
Teşekkürler

1 lk olarak, bu kitabın ortaya çıkarılmasında büyük beceri, zeka, bağ-


lılık ve esneklikle çalışmış Editions du Seuil ekibine, birlikte çalış -


manın olağanüstü zevk verdiği Nicole Gregoire, ayrıca Gregoire Mon -
teil ve Catherine Rambaud'ya teşekkür etmeliyim.
Özel teşekkürlerim kitabımı basılmadan önce büyük bir dikkatle
okuyan dostlara gidiyor. Bilgi dolu yorum ve tavsiyeleri çok yararlı
olan Richard Figuier'ye ve hem meslektaşım hem sevgili dostum Je­
an-Claude Schmitt'e; ve hiçbir zaman eksilmeyen dostça desteği için
Jacques Berlioz'a; ayrıca yer ve kartografı meselelerindeki yardımları
için Patrick Gauthier-Dalche'ye ve Alman Ortaçağ'ı alanındaki değerli
yardımları için Pierre Mounet'ye de çok minnettarım.

xi
ATLANTİK
OKYANUSU

""''"" Lime'ler

� Anglosaksonlar � Hunların hak. alt.


r.zl Burgonlar � Suevler
O Franklar • Vandallar
500 km ,
D Ostrogotlar im Vizigotlar

Harita 1: S. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar süren ve Ortaçağ'da çeşitli kavimlerin birbirleriyle karışma­
sını sağlayan barbar akınlan.

Kaynak: Georges Duby, Grand Atlas historique (Paris: Larousse, 1995), s. 30.
.,

.'

·., �-�

·1-:

. �'

... ATLANTIK
1 OKYANUS.U.

Not: Bir tarafta Amerika yerlileri ile İnka ve Aztek imparatorlukları, diğer tarafta, Uzakdoğu'daki Çinli Ming Hanedanı
arasında kalan küçük Avrupa, Afrika ve Amerika'yı keşfetti. Zheng-He'nin Ortadoğu ve Afrika'ya yaptığı diplomatik seya­
hatlerin davamı ise gelmedi. Osmanlı İmparatorluğu ve Moskova Prensliği doğuda Avrupa için birer engel oluşturdular.
Harita 2: Ortaçağ ile Yakınçağ arasında Avrupa'nın dünyadaki yeri (1400'den l SOO'e. Zheng-He, Kolomb, Gutenberg,
Rönesans).
Kaynak: Jacques Bertin, Atlas historique universel (Cenevre: Minerva, 1997), s. 116.
Giriş

er tarihsel çalışma, çok uzak geçmişle ilgili olanlar bile, bugünle


H bağlantı kurar. Bu kitap doğrudan günümüz Avrupa'sının mev­
cut durumuyla ilgilidir. Bu çalışmayı, birkaç Avrupa devletinin ortak
para birimine geçtiği tarihle, Avrupa Birliği'nin Orta ve Doğu Avru­
pa' da çeşitli devletleri içine alarak genişlediği tarih arasında, yani
2002- 3 'te kaleme aldım. Ayrıca bu kitap, ortak bir kültürel alan yarat­
mak için farklı dillerden beş yayımcının bir araya geldiği Avrupa 'yı
Kurmak dizisinde yayımlanmıştır. Dizinin adı, yayımcıları gibi yazar­
larının da, tarihsel hakikate saygı duyacaklarını ve tarihçilerin kurul -
makta olan Avrupa topluluğunun içinde bulunduğu koşulları aydın­
latmaktan başka kaygılarının olmadığını kuşkuya yer bırakmayacak
bir biçimde göstermektedir.
Bu çalışma, konuya ilişkin bütün sorulara yanıt vermek gibi bir id­
dia taşımadığı gibi, kesintisiz bir Ortaçağ Avrupa'sı tarihi de değildir;
ayrıca, bu tarihin temel özelliklerinin ne ayrıntılı ne de geniş bir öze­
tini sunmak niyetindedir.
Bu kitap bunun yerine, Avrupa'nın ilk kez belirdiği, hem gerçeklik
hem de temsil anlamında biçim aldığı dönemin Ortaçağ olduğu tezini
açıklamak istemektedir. Ortaçağ, Avrupa'nın doğum, çocukluk ve
gençliğine ilişkin belirleyici bir zaman dilimiydi ancak yine de bu dö­
nemde yaşayan insanlar birleşik bir Avrupa kurmayı ne düşlemiş ne
de istemişti. Sadece Papa il. Pius ( 1 458'le 1 464 arasında papalık yap -
mış olan Aeneas Silvius Piccolomini) açık bir Avrupa fikrine sahipti.
1 4 5 8 'de Europa adında bir metin kaleme almış, 1 46 1 'de Asia adında
bir başka metinle bunun devamını getirmiş ve dolayısıyla, Avrupa ile
Asya'nın benzer ve farklı yönleriyle karşılaştırılmasının, o zaman bi -
le, mevcut olan önemini göstermişti. Birinci Dünya Savaşı arifesinde
ve sonrasında, Ortaçağ, Avrupa'nın doğduğu zaman olarak geniş bir
kitle tarafından kabul edilmişti. Bu yıllar, Avrupa üzerine heyecanlı
düşüncelerin üretildiği, birçok ekonomik, kültürel ve siyasi projenin
bir Avrupa çerçevesi bağlamında ayrıntılandırıldığı yıllardı. Bu dö -
nemde Avrupa "fikri" üzerine en heyecan verici çalışmalar 1 6. yüzyıl

1
uzmanı iki tarihçi tarafından üretilmişti: Britanya' da Denis Hay (Eu -
rope: The Emergence ofan Idea, 1 9 57 [Avrupa: Bir Fikrin Ortaya Çıkı­
şı]) ile İtalya' da Federico Chabod'un 1 943 -44 ve 1 947-48 dönemle­
rinde üniversitede verdiği derslere dayanan bir çalışması (Storia
dell'idea dell'Europa, 1 96 1 [Avrupa Fikrinin Tarihi]). Bununla bera -
her, Avrupa'nın Ortaçağ'da doğduğu fikri İkinci Dünya Savaşı arife­
sinde, Annales dergisini kurarak tarih yazımına yeni bir soluk getiren
iki büyük Fransız tarihçisi tarafından zaten ortaya atılmıştı. "Avrupa,
Roma İmparatorluğu parçalandığında ortaya çıktı" diyen Marc
Bloch'tu. Lucien Febvre bu sözleri "veya daha ziyade, bir kez impara­
torluk dağıldığında, Avrupa bir ihtimal olarak belirdi" diye tamamlı­
yordu. 1 944-45'te College de France'ta verdiği konferanslar dizisinin
ilk kısmında (L'Europe. Genese d'une civilisation [Avrupa: Bir Medeni­
yetin Doğuşu] , s. 44) Luci aı Febvre şöyle söylüyordu: "Ortaçağ bo -
yunca (bunun modern zamana kadar yayıldığı kabul edilmelidir),
şimdi köklerinden kopmuş bulunan Hıristiyan medeniyeti, bir kral­
lıklar kaleydoskopunun belirsiz sınırları boyunca kesintisiz etki dalga­
ları yayıyordu. Bu, Batılılara, onları ayıran sınırlan aşan ve ağır işleyen
bir süreç içinde dünyevileştikçe özel olarak Avrupalılığın farkında
olunmasına dönüşen ortak bir bilinç aşılanmasına yardım etmişti."
Yine de, kökleri Ortaçağ'a uzanan bir Avrupa temasını geliştiren
asıl olarak Bloch'tu. Daha 1 92 8'de, O slo'da toplanan Tarihsel Bilim­
ler Uluslararası Kongresi'nde, aynı yılın aralık ayında Revue de
Synthese historique'te yayımlanan, "Avrupa Toplumlarının Karşılaş­
tırmalı Tarihine Doğru" başlığıyla bir sunum yapan Bloch, "Avrupa
toplumlarının karşılaştırmalı tarihini öğretme planı" dediği bu görüş­
lerine, 1 934'te College de France için yaptığı adaylık başvurusuyla
birlikte sunduğu çalışmalar dizisinde geri dönecekti. Burada aynen
şöyle yazmıştı: "Avrupa dünyası, Avrupalı olduğu ölçüde, Akdeniz
medeniyetinin en azından göreli birliğini neredeyse tek bir darbede
parçalamış ve Romalılaştırılmış halkları, Roma tarafından hiçbir za -
man fethedilmemiş diğerleriyle birlikte ayrım gözetmeksizin aynı po -
taya koymuş bir Ortaçağ icadıdır. Bu, barındırdığı nüfusun bakış açı­
sından Avrupa'nın doğuşuydu. . . Ve böylece tanımlanmış olan Avru ­
pa dünyası, o tarihten itibaren ortak dalgaların önünde sürüklenmiş -
tir." (M. Bloch, Histoire et historiens [Tarih ve Tarihçiler] , der. Etienne
Bloch [Paris: Armand Colin, 1 995], s. 1 2 6).
Bu kaba Avrupa taslakları ve 1 8. yüzyıldan itibaren Avrupa'nın ha -
bercisi olan yapılar, hiçbir şekilde kesintisiz bir süreç oluşturmadıkları

2 AVRU PA' N I N 00GUŞU


gibi, hem coğrafi hem de tarihsel olarak belirlenmesi gereken bir varlık
fikrini de doğrulamazlar. (Europeen [Avrupalı) sıfatı Fransızca'da ilk ola -
rak 1 72 1 yılında, a l'europeenne [Avrupa tarzı) 1 8 1 6' da kullanılmıştır.)
Bugünkü anlamda Avrupa ne yaratılmış ne de etraflıca düşünülmüştü o
tarihte. Geçmiş, geleceği gösterir ama belirlemez; şimdinin yaratılma­
sında süreklilik kadar şansın ve özgür iradenin de rolü vardır.
Bu çalışma, geleceğin Avrupa' sına dair Ortaçağ taslaklarının doğa­
sını ve bu gelişmeyi az çok engelleyici etmenleri açığa çıkarma amacı­
nı taşıyor ancak hiçbir şekilde bazen ileriye bazen de geriye doğru ha­
reket eden kesintisiz bir devinim sürecinin varlığını sorgulamıyor. Bu
çalışma aynca söz konusu Ortaçağ yüzyıllarının (4. yüzyıldan 1 5. yüz -
yıla) gerçekten temel bir rol oynadığını ve Avrupa'nın bugünü ve ge­
leceğinde etkili olan tüm miraslar içinde Ortaçağ'a dair olanın en
önemlisi olduğunu göstermeye çalışacaktır.
Ortaçağ, Avrupa'nın bellibaşlı, gerçek veya varsayılan özelliklerini
ortaya çıkarmış ve çoğu kez de bunları somutlaştırmıştır. Bu özellikler
arasında, potansiyel bir birlikle temeldeki bir çeşitliliğin birleşmesi, in­
san topluluklarının birbirine karışması, doğu-batı ve kuzey-güney kar -
şıtlıklan, doğu sınırının belirsiz doğası ve özellikle de kültürün birleş­
tirici rolü sayılabilir. Bu çalışma, tarihsel gerçekler dediğimiz şeylerden
ve aynca insan zihniyetleri ve tavırlarının ürettiği görüngüleri oluştu­
ran hayal ürünü temsillerden yararlanacaktır. Avrupa, bu tavırların ve
özellikle Ortaçağ'a ait temsillerin biçimlenmesiyle, hem bir gerçeklik
hem de bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Her halükarda Ortaçağ' da
gerçeklikle temsil arasındaki sınırın belirsiz kaldığını baştan itibaren
kabul etmek zorundayız. Uzun bir çizgiyi kesintisiz izleyen Roma İm -
paratorluğu'ndaki limes* gibi kesin, doğrusal sınırlar kaybolmuştur; bu
aynı zamanda mevcut dünyevi yaşamla ve ötesi arasında bir geçişgen­
lik olduğu anlamına da geliyordu: Yukarıdan aşağıya meleklerle insan­
ların yollarının çakıştığı Hz. Yakub'un merdiveni, Ortaçağ insanları
için bildik, sıradan bir imgeydi. Üzerinde gümrük noktalan veya sınır
taşlan bulunan bir hattın işaret ettiği, modem, lineer türden sınırlar şu­
rada burada nadiren görülecek, çok daha sonra, ancak devletlerin oluş­
masıyla ortaya çıkacaktır. Genel ekonomi canlandıkça ve az çok ulusal
sayılabilecek türden ekonomiler belirdikçe gümrük kapılan açılmıştır
ancak bunun olması için 1 3 . yüzyıldan 1 4. yüzyıla geçilmesini bekle -

* Limes: Antikçağ Roma'sının sınır savunma sistemi. (ç.n.)

G İ Rİ Ş 3
mek gerekecektir. Ortaçağ' da gerçek sınırların belirlenmesi ancak el
yordamıyla ve bir dizi çarpışmanın sonucunda olmuştur. Bu, 1 3 . yüz -
yılın sonunda Roussillon bölgesinin Fransız Languedoc'a ilhak edil­
mesi, o sırada Fransa'nın Akdeniz sahilinin başladığı noktadan önceki
son liman olan Collioure'deki Katalan mallarını vergilendirme üzerine
Katalan tüccarları, Aragon kralı ve Mayorka kralı arasında ortaya çıkan
çatışmalar gibi örneklerde görülebilir. Ortaçağ tarihçileri, haklı olarak
bir Uzak bıtı tarihçisi olan Turner'ın geliştirdiği Amerikan sınır anlayı­
şını reddetmiştir, çünkü bu anlayışın Avrupa tarihine uygulanması
mümkün değildir. Bu tarihçiler, devletlerin sonunda belirdiği ana ka­
dar Ortaçağ' da sınır kabul edilen yerlerin birçok çatışmanın meydana
geldiği ama aynı anda çok sayıda ticari anlaşmanın yapılıp insanların
kaynaştığı buluşma noktalan olduğunu vurgulamışlardır. Charlemag­
ne, 9. yüzyılın başında, bu bölgeleri marche'lara* dönüştürmüştür; bu -
nun Ortaçağ Avrupa'sı için taşıdığı önem anlatmakla bitmez. Jean­
François Lemarignier'nin gösterdiği gibi, vasallar lordlanna bağlılıkla­
rını burada ifade ettiğinden marche çok değerli bir feodal kurum olarak
gözükür; ve bu sözde sınırların belirsizliği veya geçirgenliğinin ırksal
açıdan karışık bir Avrupa'nın ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir
unsur olduğunu söylemek makul bir iddiadır. Çoğu kez sınır işlevi gö­
ren büyük nehirlere gelince, bunlar sudan engeller olarak değil, daha zi­
yade, güçlü şahsiyetlerin (örneğin, imparator ve Fransız kralı) bir araya
geldiği tarafsız buluşma yerleri olarak görülmüştür. İlk başta Batı Fran­
sa ve daha sonra bir bütün olarak Fransa krallığının sınırları doğuda
Dört Nehir (Escaut, Meuse, Saone ve Rhone) tarafından belirlenecek­
tir. David Nordman'ın işaret ettiği gibi, 1 4. yüzyılın en "Avrupalı" va­
kanüvisi olan Froissart bizim sınır olarak adlandıracağımız şeyi ifade
etmek için çoğu kez marche terimini kullanmaktadır;frontiere savaşta -
ki "cephe"yi anlatmak için kullanılmaktadır.
Ortaçağ' daki Avrupa arayışımıza girişmeden önce, hem Ortaçağ' da
hem de modern dönemde tarihçilerin karşıtlık ifadesi taşıyan kav -
ramlar kullandıklarını belirtmeliyiz. Daha önce gördüğümüz ve tekrar
göreceğimiz gibi, Avrupa kavramı, Asya'ya ve ekseriyetle Doğu'ya
karşıt bir kavram olarak ortaya atılmıştır. Dolayısıyla, "Batı" bazen te­
melde Avrupa topraklarından oluşan bir bölgeyi tanımlayabilir. Batı
terimi Ortaçağ' da bugün kullanıldığı şekliyle kullanılan bir terim de -

• Marches: Sınır bölgeleri. (ç.n.)

4 AVRUPA'N I N Doc u ş u
ğildi ama bu doğu-batı ayrımı, hayali temsiller alanında, Doğu ve Batı
imparatorluklarına karşılık gelen Bizans İmparatorluğu'yla Latin Hı -
ristiyanlığı olarak ikiye ayrılmış Hıristiyanlık tarafından desteklen­
mişti. İşte Ortaçağ'ın miras bıraktığı ana ayrım buydu. Bu ayrılık, Ro­
ma İmparatorluğu'nun çöküşünden itibaren, Doğu ve Batı Avrupa
arasındaki dilsel, dinsel ve siyasal farklılıklar temelinde büyütüldükçe
büyütülmüştür. Günümüz Avrupa'sının kökenindeki Latin Hıristi­
yan Avrupa'nın " Batılı" doğası, bazı Hıristiyan entelektüellerinin 1 2.
ve 1 3. yüzyıllarda geliştirdiği bir teoriyle biraz daha kalın çizgilerle be­
lirtilmiştir. Bu teori, güç ve medeniyetin doğudan batıya kaydığı fikri­
ne dayanıyordu. Bu, iktidarın Bizans İmparatorluğu'ndan Germen
İmparatorluğu'na, bilginin de Atina ile Roma' dan Paris'e geçtiği olgu­
suna işaret eden translatio imperii ve translatio studii'ydi. Medeniye -
tin batıya doğru ilerleyişi doğal olarak Avrupalılar arasında daha son­
raki yüzyıllardaki Batı Avrupa kültürünün üstünlüğü fikrini güçlendi­
recekti.
Çoğu kez inanılanın aksine, Avrupa kavramı Hıristiyanlığın ilk
yüzyıllarına ait değildir. Charlemagne'ın zamanında insanların bir Hı­
ristiyan imparatorluğundan bahsettiği doğrudur. Fakat Hıristiyanlık
terimi ancak 1 1 . yüzyılda, güçlü Cluny tarikatının uygulamaya koy­
duğu ve Gregoryen reform olarak bilinen saldırgan Hıristiyanlık ve
Haçlılar ideolojisiyle birlikte, Avrupa'nın çekirdeğini oluşturacak olan
toprak parçasını belirtmeye başlar. Bu "Hıristiyanlık" terimi de açık ve
net olmaktan uzaktır. Hıristiyanlığın, Avrupa'nın oluşumundaki ve
Avrupalıların kendi kimlikleriyle ilgili geliştirdikleri düşüncelerdeki
büyük önemini reddetmek mümkün değildir. Aydınlama ve seküler ­
leşme ruhu Avrupa' da egemen olduğunda bile, bu Hıristiyan temel,
ister açıktan kabul edilsin isterse ima edilsin, yaşamsal bir öneme sa­
hip olmayı sürdürür. Fakat Hıristiyanlık, kendisinden önce başlamış
ve onun gücü azalmaya başladıktan sonra bile devam eden bir tarihin
sadece uzun ama çok önemli bir evresidir. Son olarak da, bu kitap bo -
yunca kullandığımız isimlerin kesinlik taşımadıklarını belirtmeliyiz.
Şöyle ki, Haçlılar zamanında, tıpkı Hıristiyanların Sara Lenlerden (sa -
dece tek bir Arap kabilesinin adı olan bu terim, ilk olarak Bizanslılar ve
sonra Batılılar tarafından genelde Müslümanlar için kullanılmaya baş­
lanmıştır) veya Mağribilerden (Müslümanlar için kullanılan, İspan -
yolca'daki "morisco" sözcüğünden türemiştir) bahsetmesi gibi, Müs -
lümanlar da Hıristiyanların tümü için Frenkler terimini uygun gör -
müştür.

G İ Rİ Ş 5
Bu kitap Avrupa'nın tarihiyle ilgili olacağından ilk önce bu terimin
tarihinin aydınlatılması gerekmektedir. Çünkü bunun önemli oldu­
ğuna inanan bir modern tarihçi olarak ben, tıpkı Ortaçağ aydınlarının
yaptığı gibi, Tanrı'nın Tekvin'de gösterdiğine uygun bir şekilde, var
olmanın ad vermeye bağlı olduğuna inanıyorum. Fakat yine belirtmek
gerekir ki, görünürde en güvenilir adların bile tarih tarafından bir şe­
kilde kenara atılmış, kaderlerinin değişmiş olması kuşkusuz onları ta­
şıyan insanların ve varlıkların da benzer bir belirsizlik unsuru taşıdık­
ları anlamına gelmektedir.

6 AVRUPA'NIN D o c u ş u
Başlangıçlar:
Ortaçağ'dan Önce

vrupa tarihini inceleyecek tarihçilerin ve okurlarının uzun dö -


A neme yayılan bir bakış açısı benimsemeleri gerekir. Onlar ken­
dilerini sadece, geleneksel olarak Ortaçağ kabul edilmiş dönem olan 4.
ile 1 5. yüzyıllar arasındaki on yüzyıllık süreyle sınırlandıramazlar. Bu
dönemdeki Avrupa bahislerinin sözünü ederken, daha önceki mede -
niyetlerin bıraktığı ve Ortaçağ'ın bir Avrupa bilincine dönüştürdüğü
mirası akılda tutmak önemlidir. Avrupa'nın kurulmasındaki Ortaçağ
etkisi kısmen, Ortaçağ'ın daha önceki mirasları pasif bir şekilde be­
nimsemekten hoşnut bir dönem olmaması gerçeğinden gelmektedir.
Aksine, Ortaçağ'ın benimsemiş olduğu geçmiş anlayışı, ayrımcı bir
yaklaşımla olsa da, onu, bu geçmişin büyük kısmını bilinçli ve kasti bir
şekilde kurmakta olduğu geleceği beslemek amacıyla ele geçirmeye it­
miştir. Yakın geçmişte araştırmacılar tarihöncesi alanında önemli iler­
lemeler gerçekleştirmiştir. Fakat Ortaçağ'ın tarihöncesi mirasından
aktardığı her şeyi tüm ayrıntılarıyla açığa çıkarmak, hem benim ehli­
yetimin hem de bu çalışma kapsamının ötesinde bir çabayı gerektire­
cektir. Yine de, Avrupa tarihöncesinin büyük olaylarının bir kısmının
Ortaçağ üzerinde elbette önemli etkileri olduğunu belirtmeliyim. Or­
taçağ dönemi, özellikle rönesans fikri nedeniyle ama ayrıca çeşitli şe -
killerde, Antikçağ'a ait birçok unsuru barındırıyordu. Örneğin, her ne
kadar temel özellikleri Mezopotamya'nın tarihöncesi döneminden
ödünç alınmış olsa da, Antikçağ dünyasının tarımının yaptığı çarpıcı
etkiyi düşünelim; küçük ve büyükbaş hayvancılığın özellikle Akdeniz
bölgesinde yayılmasını; ve barbarların Ortaçağ Avrupa'sına getirdiği
metalürji tekniklerinin gelişmesine yol açan metallerin varlığını dü -
şünelim. İlk başta bu teknikler silah üretiminde, özellikle birçok işgal­
ciye zafer getiren çift taraflı kılıç yapımında kullanılmış, ama daha
sonra Ortaçağ medeniyetinin silah üretiminde olduğu kadar başka
aletlerin de üretiminde başarılara ulaşmasını sağlamıştır.

7
Coğrafya

Antikçağ dünyasından kalan miraslardan ilkinin coğrafya olduğunu


akılda tutmalıyız. Ortaçağ insanları belli coğrafi faktörlerden kaçınıl­
maz bir şekilde etkilenmiş ve bunların çoğunu Avrupa'nın yararına
çevirmiştir. Avrupa, Avrasya anakarasının bir ucunu oluşturur. Top­
raklarının bileşim ve oluşum bakımından geniş bir çeşitlilik gösteren
doğası, bu zenginliği Avrupa'nın en karakteristik özelliklerinden biri
haline getirmiştir. Diğer yandan belli coğrafi faktörler de birleşmeye
katkıda bulunmuştur. Bunlardan biri, Ortaçağ' da gelişmiş ve hatta bu­
gün bile Avrupa Ortak Pazarı'nın güçlü (tartışmalı olsa da) noktaların­
dan biri olmayı sürdüren, tahıl ekimini teşvik eden geniş düzlüklerdir.
Diğeri de ormanlarla kaplı geniş bölgedir ki, bir kez içine girip kullanı -
ma açıldıktan ve kısmen temizlendikten sonra, ikili özellik sergileyen
bir dünyaya dönüşmüştür. Bu özelliklerden biri, ormanın vahşi doğa­
sıdır; diğeri de bol bol ağaç, av eti, bal ve yaban domuzunun evcilleşti­
rilmesiyle beslenmeye başlanan evcil domuzdur. Bu ikilik günümüz­
de de Avrupa'nın bir özelliğidir. Ortaçağ Avrupa'sının diğer belirgin
birleştirici unsurları, denizin varlığı ve kıyılarının uzunluğudur. Bu
unsurlar, insanların okyanustan korkmasına rağmen, kıç dümeni ve
bir Çin buluşu olan pusula gibi önemli teknolojik gelişmelerin uygu­
lamaya konmasıyla, sonunda bu korkunun alt edilmesini sağlamıştır.
Ayrıca Ortaçağ insanları ılıman iklimin sağladığı avantajları da görüp
anlamış ve bunlardan yararlanmıştır. Özellikle Avrupa edebiyatı ve
duygu dünyasında özel bir yeri olan ilkbahar ve sonbahara övgülerle
dolu şarkılar söylemişlerdir. Ortaçağ, son yüzyılda beliren, çevreyle il -
gili kaygılardan etkilenmemiştir. Fakat keşişlerin yalnız yaşam arayışı
ve 1 1 . yüzyıldan itibaren görülen nüfus artışı zararlı etkilerini göster­
meye başlamıştır. Bu, 4. yüzyıldan itibaren kentlerin, özellikle Kuzey
İtalya' dakilerin yeni başlamış olan orman tahribatına karşı tedbirler
almalarına neden olmuştur.

Antikçağ'ın Mirası

Ortaçağ'ın, Avrupa'nın bu tür miraslarını koruyup aktarmış olması,


onun geçmişin değerlerinin ve başarılarının ileticisi olarak önemini
gösteren en inandırıcı kanıttır. Her şeyden önce Avrupa adını taşıyıp
aktarmıştır. Avrupa bir mit ve bir coğrafi kavram olarak başlamıştır;

8 AVRUPA'N I N Docuşu
çünkü Avrupa bu mite göre Doğu' da doğmuştur. Hem sözcük hem de
mitin daha sonra Avrupa olacak bölgedeki medeniyetin en eski unsu­
ru olan Yunan mitolojisinde belirmiş olmasına rağmen, Avrupa Do­
ğu'dan ödünç alınmıştır. Sözcük, MÖ 8. yüzyılda alınmış ve Fenikeli
denizcilerin batan güneşi ifade etmek için kullandığı bir Semitik te­
rimden türetilmiştir. Avrupa, Fenike (şimdi Lübnan) Kralı Agenor'un
kızı olarak sahneye çıkar ilk kez. Rivayete göre, ona vurulmuş olan
Yunan tanrılarının kralı Zeus tarafından kaçırılmıştır. Zeus boğa kılı­
ğına girerek onu Girit'e götürmüş ve bu ikisinin orada birleşmelerin­
den, medenileştirici ve yasa yapıcı kral, ölümünden sonra da Ha­
des'teki üç yargıçtan biri olan Minos doğmuştur. Dolayısıyla, Yunan­
lılar Avrupalılar adını Asya kıtasının en batı ucunda yaşayanlara ver­
miştir.
Avrupa'nın özdeşleştirildiği Doğu-Batı ayrımı, Yunanlılara göre te­
mel bir medeniyetler çatışmasını yansıtıyordu. M Ö 5. yüzyıl sonuyla
4. yüzyıl başında yaşamış, ünlü Yunan doktoru Hippokrates, Avrupa­
lılarla Asyalılar arasındaki karşıtlığı Yunan kentlerini Perslilerle karşı
karşıya getiren çatışmalar ışığında değerlendirmiştir ki, bu muhteme -
len Batı'yla Doğu arasındaki karşıtlığın ilk ifadesidir. O Pers Savaşla­
n'nda, Yunanlı Davut Maraton' da Asyalı Calut'u alt etmiştir. Hip ınk­
rates' e göre Avrupalılar, cesur ama saldırgan ve kavgacı, Asyalılarsa
akıllı ve kültürlü ama inisiyatiften yoksun olacak kadar barışçıldır. Av­
rupalılar kendilerini uğruna savaşmaya ve hatta ölmeye hazır oldukla­
rı özgürlüğe adamıştır. En gözde siyasi rejimleri demokrasidir. Asyalı­
larsa refah ve huzur karşılığında kul olmayı kabul etmeye razıdır.
Bu Doğulu imgesi yüzlerce yıl varlığını sürdürdü. 1 8. yüzyılda Ay­
dınlanma'nın Avrupalı filozofları (philosophes) , Asya'ya en uygun yö­
netim şeklinin aydınlanmış despotizm olduğunu ileri süren teoriyi
geliştirmiştir; daha sonra, benzer bir çizgi benimseyen 1 9. yüzyıl
Marksizmi, otoriter yönetimlere dayanak oluşturduğu kabul edilen
Asya Tipi Üretim Tarzı teorisini geliştirmiştir. Köylülerin yanında sa -
vaşçıları da bünyesinde barındıran Ortaçağ toplumu, Hip ınkrates'in
bakış açısını yanlış çıkarmadığı gibi chansons de geste'leriyle* Hıristi -
yan kahraman-savaşçı imajını tüm Avrupa'ya yaydı.
Bu yüzden, Antik Yunan'ın Avrupa'ya bıraktığı miras iki unsurdan
oluşur: Doğu'ya, yani Asya'ya karşı olması ve demokratik model. Or -

• Chansons de geste: Kahramanlık destanı. Eski Fransız epik şiirleri. (ç.n.)

BAŞLANGIÇ LAR: Ü RTAÇAG ' DAN ÖNCE 9


taçağ, ancak daha da gelişmiş biçimleriyle Fransız Devrimi dönemin­
de Avrupa'da yeniden kendini göstermiş olan ikinci unsurla ilgilen­
memiştir. Buna karşın, Doğu' dan farklılık duygusu Ortaçağ Batı'sında
günden güne güçlenmiştir. Daha kesin bir şekilde söyleyecek olursak,
Ortaçağ' da iki Doğu imgesi öne çıkmıştır. Avrupa'ya daha yakın birin­
ci imge, Yunan Bizans dünyasına ait olup Roma İmparatorluğu'nun
ardında bıraktığı Yunan/Latin karşıtlığının sonucudur. Ortaçağ dün­
yası, Hıristiyanlığın Roma Katolik ve Yunan Ortodoks türleri arasın­
daki farkı vurgulayarak karşıtlığı keskinleştirmiş, böylece her türlü
Hıristiyan dayanışması anlayışını yok etmiştir. Bu düşmanlık, en aşırı
ifadesini 1 204'te, Kutsal Topraklar'a doğru yol alan Latin Haçlı savaş­
çılannın yön değiştirip Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle bulmuş­
tur.
Bununla beraber, Ortaçağ'ın Batılıları için Yunan olanın ötesinde
daha uzak bir Doğu kol gezmektedir. İmajı yüzlerce yıl boyunca belir­
siz kalmıştır bu toprakların. Bir yandan burası felaketlerin ve tehlike­
lerin kaynağıdır çünkü salgınlar ve heretiklik doğudan gelmektedir;
ve Asya'nın en doğu ucu, Yecüc ve Mecüc'ün zaman sona erdiğinde
(kıyamet) Deccal'in serbest bırakacağı yıkıcı sürülerle kaynamaktadır.
Fakat Doğu aynı zamanda, uzak bir düşler alemi ve tüm mucizelerin
kaynağı olarak da görülmektedir. Burası 1 2. yüzyıl Hıristiyanlığı için
tahrik edici bir siyasi model haline gelmiş olan, zengin rahip-kral ]o -
hannes'in yaşadığı topraklardır. Neticede, Antikçağ'ın Yunan coğraf -
yacıları, Ortaçağ halklarına, bir kısmı bugün hala çözülmemiş çeşitli
sorunlar taşıyan, azımsanmayacak miktarda coğrafya bilgisi bırakmış­
tır. Kuzey, batı ve güneye doğru bakıldığında, deniz Avrupa için doğal
bir sınır oluşturmuştur; çünkü Ortaçağ Batılılarının denizcilik beceri­
leri ve tekneleri çok yetersizdir. Fakat doğu sının nerededir? Ortaçağ
sınırlarının yüzlerce yıl süren belirsizliği üzerine daha önce belirtti -
ğim görüşler ışığında bile, Ortaçağ Avrupa' sının doğu sının çok ciddi
bir sorun oluşturmaktadır. Ortaçağ aydınları genelde Antikçağ Yunan
coğrafyacılarının fikirlerini kabul etmiştir. Onlara göre Avrupa'yla
Asya arasındaki sınır, Azak Denizi' ne akan Tanais veya Don Nehri' dir.
Bu şekilde tanımlanan Avrupa toprakları günümüz Beyaz Rusya'sıyla
Ukrayna'yı kapsamakta ama neredeyse Rusya'nın tamamını dışarıda
bırakmaktadır. Ortaçağ Avrupa'sı kesinlikle Atlantik'ten Urallar'a
uzanmamaktadır! Ardından Ortaçağ döneminde, Bizans İmparator -
luğu'nun ötesinde, daha gerçek ve her zamankinden daha tehditkar
başka bir Doğu belirir: 1 5. yüzyılda Bizans'ı ortadan kaldırıp yerine

10 AVRUPA' N I N Docuşu
yüzlerce yıl Avrupa'nın en korkunç kabusu haline gelecek Türklerin
geçmesiyle, Müslüman Doğu.
Ortaçağ halkları tarafından taşınan ve bazı durumlarda tekrar can -
landınlan Antikçağ'ın geride bıraktıkları arasında dört temel miras
ayırt edilebilir:

( 1 ) Yunan mirası: Yunanlılar Ortaçağ'a şunları bırakmıştır: Daha son­


ra göreceğimiz gibi, Hıristiyan dünyasında şehit ya da aziz haline dö­
nüşmüş olan kahraman figürü; benzer şekilde, Hıristiyanlık tarafın -
dan, 1 2. yüzyılda birçok insanın Hıristiyan Sokratesçiliğinden konuş­
masına neden olacak kadar dönüştürülmüş bir hümanizm anlayışı; bir
kısmı yok edilmiş, ardından kilise olarak tekrar inşa edilmiş, bir kısmı
içinse yeni kullanım alanları bulunmuş gösterişli dini yapılar, tapı­
naklar; Romalılar aracılığıyla aktarılmış, hem aristokrasinin içeceğine
hem de Hıristiyan komünyonun kutsal sıvısına dönüşecek olan şarap.
Bunlara, Ortaçağ kentinin uzak atası polis'i; ancak Ortaçağ dönemin­
den uzun bir süre sonra somut ifadesini bulacak olan demokrasi söz­
cüğünü; ve tabii Avrupa adını eklemeliyiz.

(2) Roma mirası: Bu daha zengin bir mirastır; çünkü Ortaçağ Avru­
pa'sı doğrudan Roma İmparatorluğu'ndan doğmuştur. Roma'nın en
temel mirası, medeniyetin aracı olan dilidir. Ortaçağ Avrupa'sı Latin­
ce konuşmuş ve yazmıştır ve bu dil 1O. yüzyılda yerel diller karşısında
gerileyince, Romen dilleri olarak adlandırılan diller (Fransızca, İtal -
yanca, İspanyolca ve Portekizce) bu dilsel mirası sürdürmüştür. Her
ne kadar daha alt düzeyde olsa da, Avrupa'nın diğer bölgeleri de, özel­
likle üniversiteler alanında, Kilise' de, teolojide, bilimsel ve felsefi ter­
minolojide Latin kültüründen yararlanmıştır. Romalılar Ortaçağ'ın
erkeklerine, özellikle aynı Avrupa geleneğine ait savaşçılara askeri be -
cerilerini de bırakmıştır. Bu alanda, nispeten geç bir tarihte, askerlik
sanatı üzerine bir metin kaleme almış olan Vegetius (MS 400 civarı)
büyük ölçüde belirleyici olmuştur. Çünkü bu çalışma Ortaçağ'a ait as -
keri teori ve pratiklerin çoğuna esin kaynağı olmuştur. Daha da önem -
li olan, Romalıların bu insanlara bıraktığı, M S 1000 yılından itibaren
keşfedilmiş ve geliştirilmeye başlanmış olan mimarlık mirasıdır. Bu
mirasa, taş işçiliği, kemer yapımı ve Romalı mimarlık kuramcısı Vit -
ruvius tarafından yazılmış son derece kullanışlı başvuru kitabı da da­
hildir. Bununla beraber, Ortaçağ halklarının ancak kısmen bilgisine
ulaştığı bazı önemli Roma teknikleri de vardır. Marc Bloch, Roma yol -

BAŞLAN G I Ç LAR: Ü RTAÇAG'DAN ÖNCE 11


larının Ortaçağ yollarından ne kadar farklı olduğunu saptamıştır. Üs -
tün teknik beceriye dayanan Roma yolları genelde askeri amaçlar için
yapılmıştır; düz ve taşla döşenmişlerdir. Diğer yandan, Ortaçağ er­
kekleri ve kadınları bol kıvrımlı toprak yollarda yürümüş, bir kilise­
den diğerine, bir geçici pazaryerinden öbürüne, arabalarını iterek veya
katırlarla atları kullanarak ulaşmıştır. Her şeye rağmen, Roma yolları -
nın bugüne kalmayı başaran kısımları, simgesel önemi olan anıtsal ni­
telikte işaretlerdir. Değişik biçimlerde olsa da, kent ve kır karşıtlığı ve
bu ikisinin birbirini tamamlaması da Roma Antikçağ'ından miras kal­
mıştır. Urbs-rus* karşıtlığı, kentsellik ve kırsallık arasındaki kültürel
ayrımla birlikte, yeni biçimlerde var olmayı sürdürmüştür. Bir kez kır -
sallaştırıldıktan sonra, Ortaçağ Avrupa'sı kentselleşme yönünde iler­
lemeye başlamıştır. Aristokrasi, İtalya hariç, genellikle taşrada kurul­
muş sağlam kalelerde yaşamıştır. Savaşçılar kadar köylülerin de narin
kentlilere karşı tavırları, kıskançlıkla karışık düşmanlıktır. Bu arada
kentliler de, özellikle Hıristiyanlık kentlerde başladığı ve taşra daha
uzun bir süre pagan kaldığından, kaba olarak tanımladığı köylüleri
küçük görmüştür. "Pagan" ve "köylü" (peasant) terimlerinin ikisi de
Latince paganus'tan türemiştir.
İleride göreceğimiz gibi, Ortaçağ bir hukuk sistemi yaratmak için
yoğun enerji harcanan bir dönemdir; bu alanda, Roma Hukuku mira­
sının ve bu mirasın canlandırılmasının hiç kuşkusuz çok önemli bir
rolü olmuştur. 1 2. yüzyılda kurulan ve ilk üniversite olan Bologna, te­
melde hukuk çalışmaları üzerinde yoğunlaşmış ve ününden dolayı
Avrupa' da hukukun merkezi olarak tanınmıştır.
Ortaçağ Hıristiyanlığı birtakım kritik kültürel tercihlerde bulun­
muştur. Bunların en önemlileri bilimsel sınıflandırma ve özel eğitim
yöntemleridir. Sınıflandırmanın üstünlük kurması ve Ortaçağ eğiti­
minde beşeri ilimler uygulamasının yerleşmesi, büyük oranda M S 5.
yüzyılda, bir Hıristiyan Latin retorikçisi olan Martianus Capella saye­
sinde olmuştur. Aziz Augustinus ikili bir sınıflandırma önermişti: tri -
vium ya da belagat sanatları (gramer, retorik ve diyalektik) ve quadri -
vium ya da sayısal sanatlar (aritmetik, geometri, müzik ve astronomi) ;
ve 1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda güzel sanatlar olarak adlandırılan alanda, üni -
versite hazırlık eğitiminin temelini oluşturanlar bunlar olmuştur.

* Urbs-rus: urbanity-rusticity. (ç.n.)

12 AVRUPA' N I N Doc uşu


Bu kitabın amacı, Avrupalı olmanın anlamını, bunun, maddi yapı -
lar kadar temelini oluşturan sözcük, fikir ve hayali temsilleri değerlen­
dirmektir. Bu çerçevede kalarak şunu kısaca belirteyim ki, genelde bir
imparatora veya yüce iktidarı her kim simgeliyorsa ona uygun görülen
unvan hala Romalıların kendi imparatorları için benimsemiş olduğu
Caesar'dır. Yerel dillerde bile bu miras, ilk önce Alman halkları arasın­
da Kayser'i, ardından Slavlar, Ruslar, Sırplar ve Bulgarlar arasında da
Çar ı ortaya çıkarmıştır. Benzer şekilde, Yunanlılarla Romalılar, kötü
'

kralları anlatmak için kullanılan tiran terimini de miras bırakmıştır.


Simgesel siyasi gelenek sürmektedir.

(3) Ortaçağ' da daha dikkatlice ve hatta fark edilmeden yayılmış bir


başka mirastan daha bahsetmek gerekmektedir. Bu, çok erken tarih­
lerden itibaren geniş bir alana yayılmışlığına Georges Dumezil'in hak­
lı olarak dikkat çektiği üç işlevli Hint-Avrupa ideolojisidir. 9. ile 1 1 .
yüzyıllar arasında bu kavramı devralmış birtakım Hıristiyan yazarlar,
tüm toplumları, özellikle kendilerinin içinde yaşadığı toplumları, tat­
minkar bir şekilde faaliyette bulunmaları için zorunlu olan üç işlevde
uzmanlaşmış kişilerin oluşturduğu birlikler biçiminde tanımlamıştır.
Aynı zamanda tarihçiler arasında da çok başarılı olmuş olan bu fikrin
en açık ifadesi, Laonlu Papaz Adalberon'un Kral Sofu Robert için
1 027'de yazdığı bir şiirde bulunur. Adalberon'a göre, iyi örgütlenmiş
bir toplum, papazları (oratores, dua edenler), savaşçıları (bellatores, sa -
vaşanlar) ve işçileri (laboratores, çalışanlar) bünyesinde barındırır.
Toplumları tanımlamak ve anlamak için birçok Ortaçağ aydını tarafın­
dan benimsenmiş bu sınıflama, her şeyden önce laboratores'in tanım -
!anmasında çeşitli sorunlarla karşılaşmıştır. Bu terimin birbiriyle çe­
lişkili çeşitli yorumları yapılmıştır. Bazısına göre, laboratores diğer iki
kategoriyle aynı düzeyde konumlandırılmamıştır ve diğer ikisine bo -
yun eğer: Esasen bunlar köylü kitleleridir. Benim de arasında oldu -
ğum diğerlerine göre ise, şema bir bütün olarak birbirine eşit olan üç
elit grup tanımlamaktadır. Laboratores, köylülerle zanaatkarlardan
oluşan katmanda, yenilikçi ve üretken üst unsuru oluşturur. Ben bun­
ları "üreticiler" olarak adlandırmaktan yanayım. Bu üreticiler terimi,
bir şekilde MS 1 000 civarı Ortaçağ dönemi anlayış ve ideolojisinde ça -
lışma kavramına zemin hazırlamıştır.

(4) Son olarak, temel öneme sahip dördüncü miras da Kitabı Mukad­
des'tir. Kutsal Kitap, Ortaçağ halklarına, Hıristiyanların her geçen gün

BAŞLANGIÇ LAR: Ü RTAÇAG' DAN ÖNCE 13


biraz daha uzaklaştıkları Yahudiler tarafından değil, MS ilk yüzyıllar­
da yaşamış Hıristiyanlar tarafından iletilmiştir. Yahudi karşıtı duygu­
ların artmasına rağmen, Eski Ahit mirası Ortaçağ'ın sonuna kadar sa­
dece dinde değil, Ortaçağ kültürünün tamamında en güçlü ve zengin
unsurlardan biri olarak kalmıştır. Ortaçağ ve Kitabı Mukaddes üzerine
çok sayıda kitap yazıldığından, burada sadece Eski Ahit' in ilk olarak ve
en başta tektanncılığın ilanı olduğunu belirtmekle yetineceğim. Tan­
rı'nın Hıristiyanlık aracılığıyla Avrupa tarihi ve düşüncesinin parçası
olduğunu söylemek doğru bir ifade olacaktır. Ortaçağ' da Kitabı Mu­
kaddes, Tanrı'nın insanlara aktardığı bilginin tamamını kapsayan bir
ansiklopedi olarak kullanılmış ve kabul edilmiştir. Aynca kral ve pey­
gamberleri anlattıktan sonra, Şaul ile Davud'un şahsında kraliyetin ilk
ortaya çıktığı günden itibaren tarihinin anlamını çözmeye de girişen
temel bir tarih başvuru kitabı olarak da görülmüştür. Pepin hanedanı
ve Karolenjler tarafından kutsal birliğin tekrar benimsenmesi, tarihin
Tanrı'nın arzuladığı normal gidişatının kaldığı yerden devam ettiğini
göstermiştir. Avrupa bilincinin temel unsuru haline gelen tarihsel
belleğin ikili bir kaynağı olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız: bir
yanda tarihin babası Yunanlı Herodotos ve diğer yanda da Kitabı Mu -
kaddes.

Avrupa'nın Ortaçağ'daki Başlangıcının Şeması

Şimdi Ortaçağ'ın birbirini takip eden dönemlerde ürettiklerini çeşitli


katmanlar halinde göstereceğim. Çünkü bunlar teker teker Avru­
pa'nın temel dayanaklarını oluşturmaktadır.
Birinci katman, 4. ile 8. yüzyıllar arasında, barbar akınları ile bu
barbarların Antikçağ'ın Roma İmparatorluğu'na yerleştiği dönem sıra -
sında yerleşir. Avrupa'nın tasarlandığı dönemdir bu.
Ardından, 8. ve 1 O. yüzyıllar arasında, tam oluşmamış bir Avru -
pa'yla, her şeye rağmen geriye bir miras bırakmış Karolenj katmanı gelir.
M S 1 000 civarında olası bir Avrupa düşü belirir.
Bunu, 1 1 . ile 1 3 . yüzyıllar arasında, feodal Avrupa takip eder.
1 3 . yüzyılda kentler, üniversiteler ve skolastikçilik, katedraller ve
Gotik tarzla tanımlanan, genişleyen bir Avrupa'nın kurulduğu görü -
lür.
Son olarak da, 1 4. ile 1 5. yüzyılların mahkemeleri Avrupa öncesi
yapılan sarsar ama bunları yok edemez.

14 AVRUPA' N I N Docuşu
Bana göre, bu kitabın yapısı tarihin gidişatına uymaktadır. Birbiri­
ni izleyen kronolojik evre ve katmanlardan oluşturulmuştur. Bu, tarih
kesitleri arasından birtakım hızlı taramaların yapılmasını kapsamak­
tadır ki, bunların okuru sıkmayacağını ümit ediyorum. Çünkü okur,
bu sayede, Avrupa denilen bu alana ait yeni yüzlerin ve yeni belirsiz­
liklerin kalbine ulaşacaktır.

BAŞLANGIÇ LAR: Ü RTAÇAG'DAN ÖNCE 15


1
Avrupa Düşüncesi'nin
Oluşumu
(4. Yüzyıldan 8. Yüzyıla)

ntikçağ'dan Ortaçağ'a geçiş, tarih alanıyla ilgili bir tartışma ko­


A nusudur ama aynı zamanda Avrupa'nın tarihsel gelişimini anla­
maya çalışan biri için tartışılmaz bir gerçekliktir; elbette, bu geçişi
dünyayı sarsan bir afet gibi gören, 1 8. ile 20. yüzyıl arasındaki dönem­
de ifade edilmiş basit fikirleri reddediyorsak. Hatta ünlü bir tarihçi şu
hükmü bile vermişti: " Roma İmparatorluğu doğal bir şekilde yok ol­
madı, bir suikasta kurban gitti." Demek isteniyor ki, Ortaçağ bu sui­
kasttan doğmuştur. Günümüzde tarihçiler Antikçağ'dan Ortaçağ'a
geçişin, bazı olağanüstü olaylar ve şiddet içerse de, uzun ve olumlu bir
evrim sonucu gerçekleştiğine inanmaktadır. Bugünlerde, bu bakış açı­
sı değişikliğini vurgulamak amacıyla 4. ile 8. yüzyıllar arasındaki dö -
nemden bahsederken "geç Antikçağ" ifadesini kullanma eğiliminde­
yiz. Bu bana; tarihin genel evrimine daha uygun gibi gözüküyor; böy ­
le bir tarih anlayışında, devrimler azdır, uzun aralıklarla olur ve bazı
durumlarda da hayalidir. Her ne kadar Ortaçağ'ın doğu ş..ı hızlı olma -
mışsa da, Avrasya kütlesinin batı bölgelerini temellerine kadar titret­
meyi başarmıştır. Amerikalı tarihçi Patrick Geary, Merovenj dönemi -
nin kelimenin tam anlamıyla henüz Ortaçağ'a değil, aslında Avru -
pa'nın belirmeye başladığı uzun geçiş dönemi olan geç Antikçağ'a ait
olduğunu inandırıcı bir şekilde göstermiştir. Bu geçiş dönemi Roma
İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması dönemine de denk düşer. Bilin­
diği gibi bu süreç, İmparator Constantinus'un Hıristiyan dinini tanı -
dığı 3 1 3 'teki Milano Fermanı'yla, Hıristiyanlığın 3 95'te ölen I . The -

17
odosius tarafından resmi devlet dini olarak kabul edilmesi arasındaki
dönemde gerçekleşmiştir. Theodosius'un vasiyeti üzerine, Roma İm­
paratorluğu'nun ikiye ayrılması ve oğulları arasında paylaştırılması,
onun Hıristiyanlığı devlet dini yapan kararıyla Avrupa'nın bunu takip
eden tarihi arasındaki bağı açık bir şekilde ortaya koymuştur: Honori­
us Batı'yı, Arcadius Doğu'yu almıştır. Bizim ilgilendiğimiz Avrupa
batı imparatorluğundan tekamül etmiştir.

Hıristiyanlaşma, Aziz Augustinus

Bu Avrupa'nın ortaya çıkışı 4. ile 5. yüzyılların iki temel olgusuna da -


yanır; şimdi bunları gözden geçireceğiz . Bunlardan ilki, Hıristiyan öğ­
retisi için Kilise Babaları'nın Ortaçağ'a miras bıraktığı, Kitabı Mukad -
des ve Yeni Ahit'e dayanan bir özün oluşturulmasıydı. Burada Hıristi­
yanlığın kurulmasında rol almış insanların kişiliklerini ve başarılarını
açıklamaya çalışmayacağım. Sadece Avrupa kültürünün gelişiminde
özellikle güçlü etkisi olmuş iki tanesinden bahsedeceğim: Aziz Jero­
me ve Aziz Augustinus. Aziz Jerome (tahminen, 347-420), Batı'yla
Doğu'nun buluştuğu bölgede uzun süre keşiş olarak yaşadı. Dolayı­
sıyla yaşamı sadece Avrupa'nın geleceğiyle bağlantılı değildir. Bunun­
la beraber, Kitabı Mukaddes'i orijinal dili İbranice'den Latince'ye çe -
virdiğinden ve yaptığı bu çeviri, hatalı kabul edilen ve Septuagint
(Yetmişler) olarak bilinen daha önceki Yunan çevirisinin yerini aldı­
ğından, Aziz Jerome tarihi bir önem kazanmıştır. Bu Latince Kitabı
Mukaddes elden geçirilmiş çeşitli biçimleriyle Ortaçağ boyunca kulla­
nılmıştır. En önemli elden geçirme 1 3 . yüzyılın başlarında Paris Üni­
versitesi'nde gerçekleştirilmiş olandı. Gözden geçirilen, Charlemag­
ne'ın Anglos danışmanı Alcuin'in 9. yüzyılda düzenlediği, Vulgata
olarak bilinen Kitabı Mukaddes versiyonuydu.
Büyük önemi olan diğer Kilise Babası, Aziz Augustinus'tur
(3 54-4 3 0). Hıristiyanlığın yerleştirilmesi ve geliştirilmesinde Aziz
Paulus'tan sonra en önemli rolü oynayan kişidir. Ortaçağ'ın bu büyük
profesörünün sadece iki çalışmasından bahsedeceğim; çünkü bu ikisi
Avrupa tarihi açısından temel önemde çalışmalardır. İlki, nasıl din de -
ğiştirdiğini anlattığı İtiraflar' dır (The Confessions). Bu sadece Orta -
çağ'ın en çok okunmuş yapıtı olmakla kalmaz, uzun vadede, günü ­
müze kadar birbiri ardınca gelmiş, iç gözlem ve tefekküre dayanan
otobiyografiler dizisinde de bir ilk kabul edilmelidir.

18 AVRUPA' N I N Docuşu
Augustinus'un diğer büyük çalışmasına gelince, İtiraflar ne kadar
öznelse, bu da o kadar nesneldi. Tann Devleti ( City of God) 4 1 O' da
Roma, Alaric ve Gotları tarafından yağmalandıktan sonra yazılmıştır.
Bu olay hem eski Roma gruplarını hem de Hıristiyanları aynı şekilde
etkilemiş, dünyanın sonunun çok yakın olduğu inancını körüklemiş -
ti. Augustinus bu tür binyıl korkularını reddetmiştir. Dünyanın sonu­
nun sadece Tanrı'nın bildiği muhtemelen uzak bir gelecekte gerçekle­
şeceğini ileri süren Augustinus, Tann Devleti'yle insanların kenti ara -
sındaki ilişkiler için bir program hazırlamaya koyulacak ve bu çalışma
yüzyıllarca Avrupa düşüncesinin en büyük metinlerinden biri olarak
kalacaktır.
Augustinusçuluk şu indirgemeci terimlerle açıklanmıştır: "Aziz
Augustinus tarafından yaşamının son döneminde geliştirilmiş haliy­
le, kurtuluşa imkan tanıyan bir özgür iradeyle birleşmiş takdiri ilahi
öğretisi." Fakat Augustinus'un yaşamı boyunca geliştirdiği düşünce­
leri ilahi takdir temasıyla sınırlandırılamayacak kadar zengindir. Daha
adil ama yine de fazla basit bir açıklama yapmak istersek, diyebiliriz
ki, onun düşünceleri özgür iradeyle tanrı inayeti arasında denge arayı­
şından ibarettir. İstisnasız tüm Ortaçağ teologları bir şekilde Augusti­
nus'tan etkilenmiştir. Ayrıca, Augustinus'un Ortaçağ hükümdarları
üzerinde büyük bir etkisi olduğunu, onlara "devletin doğal hukukunu
doğaüstü adalet ve kilise hukukunun parçası haline getirmelerini" sa­
lık verdiğini ileri süren siyasi Augustinusçuluk meselesi de vardır. Fa -
kat bu teokratik yorum, Kardinal de Lubac tarafından şiddetle eleşti­
rilmiştir. Ortaçağ Avrupa'sında siyasi Augustinusçuluk diye bir şeyin
gerçekten var olduğunu kabul etsek bile, bunu, ahlak ve dinle ilgili de -
ğerlerin, Tanrı'yla Caesar'ın birbirinden ayrılması gerektiği fikrine sa­
dık bir yönetime benimsetilmesi arzusu olarak açıklamak daha uy­
gundur. Dolayısıyla Augustinusçuluk, Avrupa siyasi ideolojisinin an -
tik döneme ilişkin bir katmanı olarak düşünülmelidir; Ortaçağ'ın son
döneminin tamamen karşıt konumdaki katmanı Makyavelizm, onu
tamamen gömmeyi hiçbir zaman başaramamıştır. Augustinus'un Or -
taçağ'a bıraktığı miraslardan bir diğeri de manastır hayatını düzenle -
yen bir tüzüktür ki, bu Benedikten Tüzüğü karşısında ayakta kalmayı
başarmış tek düzenlemedir.
Geride İtiraflar' dan 2 58, Tann D evleti nden 3 7 6 ve Augustinus'un
'

Tüzüğü'nden 3 1 7 el yazması kalmış ama birçoğu da kaybolmuştur.

AVRUPA D ü ş ü NcEsi ' N i N O LU Ş U M U 19


Ortaçağ'ın Kültürel Temelleri

Kilise Babaları'nın Ortaçağ'a ve Avrupa'ya bıraktığı, birbiriyle karış -


mış Antikçağ ve Hıristiyan kültürüne ait mirasın etkisi, 5. ile 8. yüz -
yıllar arasında, antik Roma kültürüyle kendilerini barbar idaresi altın­
da bulmuş halkların gereksinimlerinin tetiklediği gelişmelerin kay­
naşması bağlamında hissedilmeye devam etmiştir. Bu dönemle ilgili
olarak birtakım büyük şahsiyetler dikkat çekmektedir ve Karl Rand bu
isimleri Ortaçağ'ın kurucuları olarak tanımlamıştır. Bunları Avru­
pa'nın kültürel babaları olarak adlandırmak da uygun olacaktır.
Bunlardan ilki Boethius'tur (484-520). Köklü ve aristokrat bir Ro­
ma ailesinden gelmiş, Ostrogotların barbar kralı Theoredich'in hiz­
metine girmiştir. Fakat ardından Bizans imparatorunun tarafını tutan
bir komploya karışmış ve daha sonra cezaevinde ölmüştür. Ortaçağ
1 2. yüzyıla kadar Aristoteles hakkında tüm bildiklerini ona borçluy­
du. Bu bilgiyi, Boethius'un "kolaylıkla özümsenen dozda, skolastikçi -
liğin en eski temelini" barındıran Logica vetus'una (Eski Mantık) borç­
luyuz. Tipik bir örnek, sunduğu kişi tanımıdır: naturae rationabilis in­
dividua substantia, "ussal doğanın bireyselleştirilmiş özü." Abelard,
Boethius'tan şöyle bahsetmiştir: "Hem bizim inancımızı hem de ken­
disininkini kalıcı bir tarzda oluşturmuştur." Boethius'un cezaevin­
deyken yazdığı eseri The Consolation ofPhilosophy (Felsefenin Tesel­
lisi) Ortaçağ'da geniş bir okur kitlesi bulmuştur. Ortaçağ hümanizmi -
nin yaratıcılarından biri olan Boethius, Antikçağ idealine uygun bir
şekilde, müziğin üstün bir kültürel araç olarak kabul edilmesinde de
belirleyici olmuştur.
Cassiodorus (tahminen, 490-580) da Ortaçağ Avrupa'sı için en az
Boethius kadar önemliydi. Güney İtalya'nın önemli bir ailesinden
gelmiş Cassiodorus'un ilk başta, Ostrogot egemenliğindeki İtalya' da
Roma-Bizans dünyasıyla barbar toplum arasında arabuluculuk yap­
masını gerektiren birinci dereceden bir siyasi rolü olmuştu. İustinia -
nos'un kısa süren İtalya fethi (539) parlak kariyerine son ver eti.. Ardın -
dan Calabria' daki Vivarium Manastırı'na çekilmiş ve burada, birtakım
Yunanca çalışmaların çevirilerini ve Latince olanların da kopyalarını
sağlayarak kendisini yeni halkların entelektüel eğitimine ada d. Kitap -
lardan ve kütüphanelerden oluşan bir Avrupa fikrini teşvik eden ilk
kişi oydu. Entelektüel çalışmanın kutsallaştırıcı değerinin altını çizen
ve keşişler için yeni bir uğraş alanı olarak ileri süren de oydu: Yani in -
sanın kendisini mükemmelleştirme ve diğerlerini etkileme aracı ola -

20 AVRUPA' N ı N Docuşu
rak öğrenme. Ana çalışmasının ikinci kısmı, keşişlerin kullanımı için
düşünülmüş, Institutiones divinarum et saecularium litterarum tam
bir dünyevi bilimler ansiklopedisidir.
Ansiklopedi, Ortaçağ boyunca ruhban sınıfından olan ya da olma­
yan alimlerin en gözde edebi tarzı olmuştur, çünkü bu edebi tür eski
kültürün arıtılmasına ve daha ileriye gitmesine imkan sağlamıştır. Yu­
nanlılardan devralınan ansiklopedi, Avrupa için Ortaçağ' dan kalma
kilit önemde bir mirastır; çok iyi bilindiği gibi, 1 8. yüzyıldan günü­
müze kadar öğretimin ve kültürün temel aracı olmuştur.
Üçüncü kültürel kurucu, Ortaçağ'ın en büyük ansiklopedicisi İs­
panyol Sevillalı Isidorus'tur (570-6 3 6 do.). Katolik İspanyol-Romalı
önemli bir aileden gelen Isidorus, 600 civarında, Vizigotların Ariusçu
heretikliğinden vazgeçtiği ve ortodoks Katolikliğe geçtiği dönemde
başpiskopos olmuştu. Çağdaşları onu "modern zamanın en bilge ada­
mı" olarak adlandırmıştı. Onun Etymologiarum sive originum libri
XX (Kökenler ya da Etimolojiler Üzerine 20 Kitap) adların şeylerin
doğasının anahtarı olduğu ve Kutsal Yazılar'ı doğru anlamak için dün -
yevi kültürün gerektiği görüşlerine dayanmaktadır. Bu, Isidorus'un
insan bilgisinin tamamını özetleme girişiminin dayanak noktasıdır;
ve dünyevi bilgi alanında Ortaçağ insanlarıyla onların Avrupalı ardıl­
ları için bir tür ikinci Kitabı Mukaddes olmuştur.
Son olarak, dördüncü kültürel kurucu Bede (673-736) adında bir
Anglosakson'du. İngiltere'yi, onu Hıristiyan yapmış keşişlerin bıraktı­
ğı yerden devralmış, İtalya' dan Antikçağ kültürünün mirasını getirmiş -
ti. Bede'nin çalışması da ansiklopedikti ve Orta çağ' da o kadar yaygın bir
şekilde okunmuş ve kullanılmıştı ki, "Muhterem" unvanı verilerek Ki­
lise Babalan'nın sonuncusu kabul edilmiştir. Onun İngiliz halkının ki­
lise tarihi çalışması ulusal tarih alanında ilk girişimdir ve 9. yüzyılın so­
nunda Kral Alfred bunu yerel dile çevirmiştir. Bede'nin kilise ayinleri -
nin takvimini saptama ve bunları hesaplama konusunda kilisenin duy -
duğu gereksimden esinlenmiş olan bilimsel çalışması yaşadığı dönem
için olağanüstüdür. Onun De temporibus'u zamanı hesaplamaya dair
bilimsel bir metot oluşturmaya çalışır. De temporum ratione'si sadece
gelgitlerin arkasındaki mekanizmanın Ay'ın evreleriyle bağlantılı olu -
şunu değil, "doğal bilimlerin temel unsurları"nın açıklanmasını da kap­
samıştır. Her şeyden önemlisi, Bede her ne kadar erken Ortaçağ'ın eği -
timli Anglosaksonlannın büyük çoğunluğu gibi klasik kültürden bes­
lenmişse de, muhtemelen sırtını bu kültüre dönmeye ve Ortaçağ'ı Av -
rupa'nın ilerleyeceği bağımsız yola doğru götürmeye hazırlanmıştı.

AVRUPA 0 Ü Ş Ü NCES İ 0 N İ N ÜLU Ş U M U 21


Büyük Gregorius

Kurucu alimlerden oluşan bu grubun içinde Papa Büyük Gregorius'u


da saymalıyız. Ortaçağ'ın birtakım önemli figürleri son zamanlarda
Avrupa'nın babaları olarak (örneğin, Aziz Benedictus ve Charlemag­
ne) kabul edilmiştir ve biz zamanı gelince onların bu unvanı gerçekten
hak edip etmediklerine bakacağız. Fakat, birçoğundan daha çok hak
etmesine rağmen, her nedense Büyük Gregorius nadiren bu unvana
layık görülmüştür.
540 civarında doğmuş ve 604'te ölmüş olan Büyük Gregorius asil
bir Roma ailesine mensuptu. 573'te prefekt olarak görev yaptığı yıl,
kentin yiyecek kaynaklarını örgütlemede gösterdiği başarıyla değerini
kanıtlamıştı. Ailesinden intikal eden Sicilya'daki mülklerinde altı ma­
nastır kuran Gregorius, ardından Roma' da Caelius'taki yedinci manas­
tırda inzivaya çekilmişti. Papa i l . Pelagius onu diyakoz olarak atayacak
ve Konstantinopolis'e mukim büyükelçi olarak gönderecekti. 590'da,
gönülsüzce Papa olan Gregorius, aynı yıl Tiber Nehri ciddi sorunlar
doğuracak şekilde taştığında ve Kara Ölüm salgını Roma'yı pençesine
aldığında ("doğal afetlerden ibaret bir Avrupa da vardır") bu felaketlere
karşı hem maddi hem de manevi direnişi örgütlemişti. Dünyanın so­
nunun çok yakın olduğundan korkarak, elden geldiğince fazla sayıda
Hıristiyanın Kıyamet Günü'ne hazır olmasını güvence altına almaya
çalışmıştı. Bu hedef doğrultusunda, Hıristiyanlığın birçok uzak nokta­
sında eyleme geçti ve dindarlık üzerine birkaç tane genel çalışma kale­
me aldı. Roma'yı ve Kilise'nin varlıklarını Lombardlara karşı koruyan
Gregorius, keşiş Augustinus'u bir grup misyonerle İngiltere'nin tekrar
din değiştirmesini sağlamaya göndermiş ve Hıristiyanlar için biri Kita­
bı Mukaddes temelli, diğeri de modern iki büyük model oluşturmuş­
tu. Birinci model Eyub modeliydi; Eski Ahit'in Eyub Kitabı'ndaki,
Tann'ya boyun eğmeye ve birçok zorluk karşısında inancın gereklerini
yerine getirmeye dair bir modeldir bu ve kendisi de ahlaki bir yorum
olan Moralia in fob adlı çalışmasını bu amaçla yazmıştır. İkincisi, yani
modern model, Dial�gues adlı çalışmasının ikinci kitabının tamamını
yalnızca ona ayırarak, tarihsel ününü garantilediği Aziz Benedictus'tu.
Bundan başka, din adamları için Liber regulae pastoralis adını verdiği
bir papazlık elkitabı da yazmış ve kendinden sonra Gregorius dinsel
ezgisi olarak bilinecek ilahiyi de yeniden düzenlemişti.
Tüm bu dini ve kültürel etkinliğin yanında, yüzeyin altında, kilise -
lerde ve okullarda (sadece bir azınlık bunlara erişebiliyor olsa da), ge -

22 AVRUPA'N I N Docuşu
niş malikane topraklarında, barbarlarla (genelde Keltler ve Almanlar)
Latin Avrupalılar arasında bir birleşme ve karışma gerçekleşmekteydi.
Bu karışmanın aracı Hıristiyanlıktı. Antikçağ'ın izinden giden belirle­
yici bir diğer kültürel katman da Hıristiyanlaştırma sonucu oluşmuş­
tu.
Barbarlarla Romalılar arasındaki kültürel etkileşim çok önce başla­
mıştı. Askeri açıdan MS 3. yüzyıla kadar etkili olsa da, limes hiçbir şey
geçirmeyen bir kültürel sınır olamamıştı. Takas ve armağan verme, in­
sani temaslar ve alışveriş, barbar istilaları olarak bilinen tüm çatışma
ve şiddete rağmen, büyük kültürel karışmalara giden yolu döşemişti.
Bu etnik ve kültürel karışmanın, Antikçağ Roma İmparatorluğu halk­
larıyla istilacı barbar kavimleri arasındaki kaynaşmayla sınırlı olmadı­
ğını görmek oldukça önemlidir. Çünkü barbar halkları arasında da, da­
ha önce dağılmış kabile ve halklar, yeni gruplar oluşturuyordu. Antik
limes'in her iki tarafında, halklar yaygın ve köklü bir şekilde yeniden
konumlanıyorlardı. Bu sadece yeni ve karışık halkların tarih sahnesine
çıkışını getirmemiş, aynı zamanda, barbarların kendileri arasında et­
nik açıdan yeni gruplaşmaların gerçekleşmesini ve üstelik bu dönem­
de Latincede nations olarak bilinen büyük grupların belirmesini içeren
hareketlere yol açmıştı. Avrupa'nın doğuşu sırasında gerçekleşen bu
büyük karışmada baştan itibaren belirgin bir özellik, birlikle çeşitlilik,
Hıristiyanlıkla uluslar arasında bir diyalektikti; bu, bugün bile Avru­
pa'nın temel özelliklerinden biridir.
Barbarlarla Romalılar arasında limes'in her iki tarafında gerçekleşen
bu karışma, 2. ve 3 . yüzyılların Roma İmparatorluğu'nda başladı. Bar -
bar denen yeni halkların dalgalar halinde gelişiyle bu süreç devam et­
ti.

İstilalar ve Kültürel Kültürlenme

Yeni gelenlerin oluşturduğu ilk büyük dalga 3 . yüzyılın sonunda ger -


çekleşti ama Almanların 406-07'de, Alaric'in Roma'yı ele geçirdiği
dönemde, İtalya, Galya ve İspanya'nın büyük kısmını istilası, onların
Roma İmparatorluğu içinde yerleşmesini sağlayan başlıca süreçti. Pe -
ter Brown'ın gözlemlediği gibi, 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun
askeri sınırları Avrupa'nın tamamında silinmişti. Bu yüzyılın Avru­
pa' da neden olduğu büyük karışıklıkları anlamak için, daha sonra
Avusturya olacak Norica'da Tuna'nın orta kısımlarının oluşturduğu

AVRUPA 0 Ü ŞÜ N CEsi'N i N O LU Ş U M U 23
sınırda, bu olaylara tanıklık etmiş bir kutsal şahsiyetin yaşamını kay­
deden olağanüstü bir belgeyi okumak gereklidir. Bu kutsal şahsiyet,
Peter Brown'ın açık sınırların azizi olarak adlandırdığı Aziz Severi­
nus'tu. Ayrıca Brown, Romalılarla barbarların birbirlerine şiddetle
çarpıp karışmalarının sonucu olarak, bu bölgede yeni kültürel ve top­
lumsal varlıkların biçimlendiğini de belirtir.
Alman akını, Vizigotlarla Ostrogotlardan ibaret Doğu Almanların
gelişiyle ve 5. yüzyılın başında Ren'i geçen Suevler, Vandallar ve Alan -
lardan oluşan büyük dalgayı takip ederek 5. ve 6. yüzyıllar boyunca
devam etmiştir. Zamanla Burgonlar, Franklar ve Alamanlar Batı ve
Güney Galya'ya doğru ilerlemiş, bu arada Jütler, Angıllar ve Saksonlar
da Kuzey Denizi'ni geçerek Büyük Britanya'nın Britonlarını Gal­
ya'nın batı ucuna çekilmeye zorlamıştır. İmparatorluğun eski toprak­
larına yönelik son Alman istilası, 6. yüzyılın ikinci yarısında İtalya'ya
ilerleyen Lombardlarınki olmuştur. Ren Nehri'nin doğusunda bu isti­
lacıların boşalttığı bölgeye de Saksonlar, Frizyalılar ve Thüringenliler
ve Bavyeralılar yerleşmiştir. 7. yüzyılsa Slavların büyük ilerleyişinin
başlamasına tanık olmuştur. 9. yüzyıla kadar ilerleyen Slavlar daha çok
doğuya, Baltık Denizi'yle Elbe Nehri bölgesine ama ayrıca daha batıya,
Bohemya Dağları'nın çevresine ve sonunda da güneybatıya ilerleyerek
Balkanların kuzeyine yerleşmiştir.
Bu istilaların yeni halklar arasında büyük bölünmelere yol açmış ol­
ması mümkündür. Bu halkların çoğu Latin Hıristiyanların heretiklik
olarak gördüğü Ariusçuluğu * kabul etmişti. Bu yüzden, Ari usçuluğun
zayıflamasının ve Ariusçu barbarların ortodoks Katolikliğe geçmesi­
nin, ileride doğacak Avrupa'yı daha fazla çatışmanın içine düşmekten
kurtardığını gözden kaçırmamalıyız. Avrupa'nın bu doğuş dönemi yi­
ne de birçok dramatik olaya tanıklık etmiştir. Dosdoğru Galya'nın içi­
ne ilerlemeyi başaran, herkesin çok korktuğu Hunlar ve liderleri, Ma­
carlar hariç tüm Avrupalıların gözünde korkunç yaratık imajına sahip
olan Attila, Romalı Aetius tarafından Troyes'e yakın Catalauni Ova -
sı'nda yenilgiye uğratılmış ve ardından geri çekilmeye zorlanmıştır.
Özellikle önemli bir diğer olay, 497'yle 507 arasında liderleri Clovis'in
aracılığıyla Frankların din değiştirmesidir. Clovis ve ardılları, krallığı
kralın oğulları arasında paylaştıran Frank veraset geleneğine rağmen,

* Ariusçuluk: İlk olarak 4. yüzyıl başında İskenderiyeli rahip Arius tarafından ortaya atılan here -
tik Hıristiyan öğretisi. Bu görüş İsa'nın ilahi olmayıp, yaratılmış bir varlık olduğunu ileri sürü­
yordu. (ç.n.)

24 AVRUPA'N ı N Docuşu
geniş bir bölgeyi kontrol etmeyi başarmıştır. Bu topraklar, Vizigotların
İspanya'ya doğru püskürtülmesinden ve Burgonya Krallığı'nın birliğe
katılmasından sonra, Galya'nın tamamını kapsamıştır. Kendisine Bo­
ethius'u danışman alan Ostrogot Theoderich de (496-526) Kuzeydo -
ğu İtalya'nın Ravenna bölgesinde, kısa ama parlak bir krallık kurmayı
başarmıştır. Vizigotlarsa, Galya' dan kovulduktan sonra, merkezi Tole­
do olan aynı ölçüde saygın bir krallık kurmuştur. Kimi zaman Avru­
pa'nın Vizigot İspanya' sının mirasçısı olduğu iddia edilmiştir ama ger -
çekte bu veraset temelde Sevillalı Isidorus'un çalışmalarıyla oluşmuş -
tur. Ayrıca, Vizigotların daha uğursuz başka bir mirastan da sorumlu
olduğu söylenmiştir: Krallarıyla konseylerinin Yahudilere karşı aldık­
ları tedbirler muhtemelen Avrupa antisemitizminin kaynağı olmuştur.
Bu yeni ilişki ağlarını, Avrupalı olarak tanımlamanın bir abartma ol­
madığını göstermek için tek bir örnek yeterlidir. 658' de, günümüz
Brüksel'inin yakınlarında bulunan Nivelles'li Başrahibe Gertrude, Aziz
Patrik Günü'nde ölmüştür. (Çoktan Kuzey'in başlıca azizlerinden biri
olan Patrik, İrlandalıların gelecekteki koruyucu azizidir.) Gertrude'un
Yaşamı, başrahibenin "Avrupa' da yaşayan herkes tarafından iyi tanın­
dığını" belirtmektedir. Dolayısıyla, en azından din adamları düzeyin­
de, yeni Hıristiyan olmuş toplumlar Avrupa olarak tanımlanabilecek
bir dünyaya ait oldukları hissine sahiptiler. Aynı metin, bugün bile Av­
rupa Birliği hin temel sorunlarını derinden etkileyen önemli bir geliş­
meye de tanıklık etmektedir. Roma İmparatorluğu'nun batı kısmının
siyasi ve kültürel çekim merkezi, Akdeniz' den Alpler'in kuzeyine kay -
mış bulunmaktadır. Örnek şahsiyet Büyük Gregorius, liderlik için
Canterbury'e bakmaktadır. Barbarların yeni Hıristiyan olmuş güçlü li­
deri Clovis, Kuzey Galya' daki Paris'i başkenti yapmıştır. Anglosakson
ve hatta bunun da ötesinde İrlanda manastırları misyoner yetiştirme
konusunda istisnai merkezlerdir. Bu merkezlerden çıkan misyonerler
vaaz vermek için kıtaya gitmiş, aralarından Aziz Columbanus
(543-6 1 5) Doğu Galya' da Luxeuil ve Kuzey İtalya'da da Bobbio ma -
nastırlarını, diğer yandan müridi Aziz Gall de şimdi İsviçre olan yerde
kendi adını taşıyan manastırı kurmuştur.
Avrupa'nın en batısındaki çekim merkezinin kuzeye doğru kayma -
sı ayrıca, Avrupa tarihinde çok büyük etkisi olan iki olayla da derinden
bağlantılıdır. Birincisi Roma piskoposunun yaşadığı itibar kaybı ve
Roma açısından Gotlardan Lombardlara kadar barbarların oluşturdu -
ğu tehdittir. Bizans artık Roma piskoposunun üstünlüğünü tanıma­
maktadır. Roma artık ne coğrafi ne de siyasi açıdan Avrupa'nın merke-

AVRUPA DÜŞÜ NCESi'N i N ÜLU Ş U M U 25


zi değildir. İkinci olay Müslüman istilasıdır. Muhammed'in 63 2'de
ölümünden sonra Araplar ve İslam'a dönmüş diğerleri, yani Müslü­
manlar, Arap yarımadasını, Yakındoğu ve Ortadoğu'yu, Mısır'dan
Fas'a Kuzey Afrika'yı yıldırım hızıyla fethetmiş, buradan, yağmalama
veya fethetme arzusuyla, Akdeniz'in karşı kıyısına çıkmıştır. 7 1 1 'le
7 1 9 arasında, Kuzey Afrika'nın İslam'ı kabul etmiş Berberileri, İber
Yarımadası'nın büyük kısmını ele geçirmiştir. 9. yüzyılın başında, Ro­
ma adaları Korsika, Sardunya, Sicilya ve Girit işgal edilmiştir. Coğraf­
yanın bu şekilde yeniden düzenlenmesi, Kuzey Avrupa ile güneyin
Akdeniz Avrupa'sı arasında bir karşıtlığa neden olmanın yanında, ye­
ni Hıristiyan Avrupa'nın dış çemberinin önemini açığa çıkarmıştır.
Kelt çeperi artık Anglosakson çeperiyle birleşmiştir ve daha sonra
Norman, İskandinav ve Slav çeperleriyle de birleşecektir. Akdeniz ar­
tık Hıristiyanların yeniden fetih çabasının ve Müslümanlarla diğer
ilişkilerinin ana cephesine dönüşmüştür.
Sonunda, Hıristiyanlığa üzücü bir darbe anlamına gelen bir geliş­
me, her şeye rağmen Avrupa için muhtemelen yararlı olmuştur. Ter­
tullian ve özellikle Aziz Augustinus sayesinde Roma İmparatorlu­
ğu'nda Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olan Kuzey Af -
rika ilk olarak Vandallar tarafından yağmalanmıştı. Augustinus'un
kendisi 430'da o sırada Vandalların kuşatması altındaki Hippo'da öl­
müştü. Fakat Kuzey Afrika' da Hıristiyan medeniyetini yok eden ve
ortadan kaldıran 7. yüzyıldaki Müslüman istilası oldu. Artık Avru­
pa'nın, Hıristiyan teolojisinin geliştirilmesinde temel bir rol oynamış
ve heretiklere, özellikle de Donatusçuluğa* karşı mücadelede öncü
konumda olmuş bir Afrika'yla rekabet etmesi için neden kalmamıştı.

Piskopos ve Keşişlerin Yönetimleri

Antik Roma dünyasının sınırları üzerine kurulmuş uluslarda ve yeni


etnik gruplarda, belli gelişmeler olmuştu ancak Ortaçağ başlarında
Batı'yı tekbiçimli kılan her şeyden önce Hıristiyanlığın yayılmasıdır.
Bir kere, bu bölgenin tamamı, gücü özellikle kent yönetiminde sürek -
li artan piskoposlar tarafından yönetiliyordu. 7. yüzyıldan itibaren,

• Donatusçuluk: 4. yüzyıl başlarında Kuzey Afrika'da Donatus'un önderliğinde gelişen akım.

Devletin kilise işlerine karışmasına karşı çıkan Donatusçular, Circumsellion adı verilen köylü sa­
vaşçılardan esinlenen ve ahiret umutlarıyla iç içe geçmiş bir toplumsal devrim amaçlıyordu. (ç.n.)

26 AVRUPA' N I N Doc u ş u
piskoposlar arasında başpiskoposlar olarak adlandırılan daha üst dü -
zeyde bir grup belirmişti. Piskoposların yönetimindeki Hıristiyan Ba­
tı, temelde Antikçağ Roma' sının idari birimlerine dayanan ve pisko -
posluk bölgeleri olarak bilinen bölgelere bölünmüştü. Piskoposlar ile
papazların yanında, Doğu kökenli yeni dini figürler de belirmişti: ke -
şişler. Batı' daki keşişlerin büyük kısmı, "yalnız yaşayan" anlamına ge­
len isimlerine rağmen inzivaya çekilmemiş, aksine birlikte, gruplar
halinde yaşamayı seçmişti. Bunlar, genellikle kentlerin dışında, vadi
veya orman gibi gözlerden az çok uzak yerlerde kurulan manastırlar­
da yaşayan tarikat üyeleriydi. Keşişler, 4. ve 5. yüzyıllar arasında, pa­
gan köylülerin Hıristiyanlaştırılmasında çok önemli bir rol oynamış­
lardı. Keşişlerin çoğu gezgindi. Bunların arasında dikkati çeken, daha
önce bahsettiğimiz İrlandalı keşişlerdi; havarilik misyonlarını Doğu
Galya'dan Kuzey İtalya'ya, geniş bir coğrafyada yerine getiriyorlardı.
Fakat faaliyette bulundukları bölge, aslında Hıristiyan Batı'nın tama­
mını kapsıyordu.
Bu yeni Hıristiyan alemde dini gruplar halinde yaşayan kadınlar da
vardı. Manastırlarda (veya daha ziyade rahibe manastırlarında) olduğu
gibi, gruplar halinde bir araya gelmeden önce bile bakire olmalarıyla
ayırt ediliyorlardı. Böylece, genelde Hıristiyanlığın bir özelliği olan,
yeni cinsel saflık idealini cisimlendirmiş oluyorlardı. Her ne kadar saf
olma ve bakirelik genelde keşişler ve bu bakire rahibeler tarafından gö­
zetiliyorsa da, piskoposlar ile papazların evlenmeme yemini henüz
söz konusu değildi.

Yeni Kahramanlar: Azizler

Bu yeni dini kurumların başında yeni kahramanlar belirmişti: azizler.


Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında azizlerin kahramanlığı, yaşamlarını
Hıristiyanların Tanrısı uğruna feda etmelerinden ibaretti. Onlar şehit -
lerdi. Fakat Hıristiyanlık gittikçe genişleyen bir kitle tarafından kabul
edildikçe, şehitlerin sayısı azalmış ve en fevkalade Hıristiyanlar da gi -
derek daha çok tövbekarlar arasından çıkar olmuştu. Kilise azizlere
özel bir yazgı güvencesi veriyordu. Onları ödül olarak cennet bekli -
yordu; dünyadayken de hürmet görüyorlardı ve hatta kurtuluş vaa -
dinde bulunan tapınma nesneleriydiler. Hıristiyanlığın ortodoks dü -
şüncesine göre, sadece Tanrı mucizeler gerçekleştirebilirdi; ama popü­
ler inanç azizlere de böyle bir özellik atfetmişti. Bu tür mucizeler özel

AVRUPA DÜŞÜ NCEsi ' N i N O LU Ş U M U 27


yerlerde, özellikle de azizlerin gömülü olduğu yerlerde gerçekleşiyor­
du. Hıristiyanlar azizlerin vücutlarına, ya da Peter Brown'ın ifadesiy­
le, "bu olağanüstü ölü bedenlere" temas ederek iyileşiyor veya kurtu­
luyordu. Piskoposlar gibi birçok aziz de, toplumun Romalı-barbar ka­
rışımından oluşmuş üst katmanından geliyordu. Yeni Hıristiyan top­
lumun liderleri aristokratik ailelerdendi. Eğitimli aristokratlar, yöneti­
min yeni Hıristiyan seçkinlerin eline geçmesini sağladılar.

Zamanı Ölçmenin Yeni Yöntemi

Manastır yaşamı Avrupa törelerini derinden etkilemiştir. Hıristiyan


toplumuna, zaman kullanımını düzenlemesini öğretmiştir. Keşişler
hem gündüz hem gece düzenli aralıklarla ve özel zamanlarda (manas -
tır ya da din öğretisi esasına dayanan sekiz saatte) toplanarak dua et­
miştir. Hıristiyanlar keşişlerden perhiz yapmayı da öğrenmiştir. Ke­
şişlerin ve dindar halkın tuttuğu oruçlar, sadece dini pişmanlık ayin­
leri değil, aynı zamanda, kan akıtma uygulamasına benzer şekilde,
sağlıklı olma bilinciyle yapılan örnek bir davranıştı. O zamanlar salgın
hastalıklar kontrol altına alınamıyordu; ama gula'ya, oburluğa, karşı
mücadele en azından yemeyle ilgili aşırılıklarla savaşmanın bir yoluy­
du. Sonunda keşişler, manastırlarının dışındaki yaşamı bile etkileyen
yeni bir var olma ritmi sunmuştu. Bu, duayla otium'un, yani işle boş
zamanın birleştirilmesini ve nöbetleşe yapılmasını gerektiriyordu.
Hıristiyanlığın etkisi özellikle zamanın ölçülmesi konusunda be -
lirgindi. Her ne kadar Hıristiyan Ortaçağ, Romalıların Jülyen takvimi -
ni kullanmaya devam etmişse de, önemli yenilikler de getirilmişti:
Her şeyden önce haftalık ritim. Tekvin' deki ilahi yaratımın izinden gi­
dilerek, Yaradılış'ın yedi günlük zaman dilimi belirlenmiştir: çalışmak
için altı ve dinlenmek için de bir gün. Bir süre sonra pazarı dinlenme
günü olarak ayırmak tüm Hıristiyanlar için zorunlu olmuştu. Öyle ki
Chademagne, köylülerin iyi havaya bağlı işlerinin, özellikle hasadın
yarıda kalmaması için Kilise'yi daha esnek davranmaya razı etmek zo­
runda kalmıştı. İnsan etkinliklerinin bu şekilde haftalık bir düzene
göre örgütlenmesi, Avrupa dünyasında, son zamanlara kadar muhte -
melen iş ile dinlenme arasında belli bir sıra ilişkisi oluşturmanın en iyi
yolu olmuştur.
Hıristiyanlık, takvimde de çok önemli değişiklikler getirmiştir.
Her şeyden önce, 53 2'de keşiş Dionysios'un Mesih'in doğumunu ta -

28 AVRUPA' N I N Ü O G U Ş U
rihin yeni başlangıcı yapmasıyla Hıristiyanlık için yeni bir başlangıç
noktası kabul edilecektir. Aslında Dionysios bir hata yapmıştır; Me­
sih'in Hıristiyan çağının başlangıcını gösteren doğum günü muhte -
melen M Ö 4'tür. Diğer yandan, Kilise, uzun bir süre boyunca Hıristi -
yanlık aleminde yılın başlangıcını belirten tek bir gün saptamamıştır.
Yılın başlangıcını göstermek için yaygın bir şekilde kullanılan günler
2 5 Aralık (Tanrı'nın Hz. İsa'da vücut bulması) , 2 5 Mart (Meryem'e
Tanrı'nın oğlu olarak Hz . İsa'nın doğumunun müjdelenmesi) ve sü­
rekli tarihi değişen Paskalya olmuştur. Her yıl Paskalya gününü belir­
lemek için Ay'ın hareketi izlenerek yapılan karmaşık hesapların Hıris -
tiyanlık alemi için taşıdığı önem bu yüzdendir. Hıristiyan takvimi,
Paskalya'daki Ay'a dayanan kısım hariç, Güneş'in hareketine dayanır.
Ortodoks doğu bölgesi hariç, geleceğin Avrupa' sının tümü için Hıris­
tiyan takvimi, yıllık festivallere dönüşmüş iki büyük günün öne çıka­
rılmasını esas almıştır: 4. yüzyılda 2 5 Aralık olarak belirlenen Hz.
İsa'nın doğum günü, yani Noel; ve Hz. İsa'nın yeniden dirildiği ve ta­
rihi sürekli değişen Paskalya. Hz. İsa veya Bakire Meryem' e adanmış
büyük festivallerin dışında, yılın azizlerin ölüm yıldönümlerine kar­
şılık gelen farklı günleri de aziz adlarıyla bilinir olmuştur. Zamanın öl­
çülmesinin yeniden örgütlenmesi, aynı zamanda günlük yaşamı da et­
kilemiştir. 7. yüzyıl Batı'da, etkisi yaygın bir şekilde hissedilmiş bir
yeniliğe, yani kilise çanlarının belirmesine ve çan kulelerinin inşa
edilmesine tanık olmuştur. Keşişlerin elinde yeterince kesin olmayan
zaman akışının belirlenmesinin yerini artık her saat başında çalan,
hem kentlerde hem de kırsal kesimde duyulabilen çanlar almıştır. Za­
manı ölçmenin bu işitilebilir şekli hayati önemde bir yenilik olmuş­
tur.

Mekanın Yeniden Düzenlenmesi

Hıristiyanlığın mekanı yeniden düzenlemesi, zamanın ölçülmesini


yeniden düzenlemesinden daha az önemli değildir; ve her iki durum -
da da değişiklikler Batı Avrupa'nın tamamını etkilemiştir. Her ne ka -
dar çeşitli diyakozların temsil ettiği toprakların kesin bir şekilde ta -
nımlanması zaman aldıysa da, söz konusu düzenleme yeni birimlerin
oluşturulmasını beraberinde getirmiştir. Bu arada belli noktaları ve
belli bölgeleri birbirine bağlayan ağlar da kurulmuştur. Kutsal emanet -
ler kültü, özellikle ünlü olanları barındıran yerlerin değerinin artma-

AVRUPA D ü ş ü N cEs i'N i N OLUŞ U M U 29


sına yol açmıştır. Bu tür yerlerden biri, Aziz Martin'in emanetlerini
barındıran Tours'du; daha itibarlı olan bir diğeri de Aziz Petrus ve
Aziz Paulus'un emanetlerinin mekanı Roma'ydı. Kutsal emanetler
kültü, Avrupa'nın en batısındaki halkların arasındaki bağların güçlen­
mesini sağlayan hac yolculuklarını teşvik edecektir; daha da önemlisi,
kısa bir süre sonra, bu hac ziyaretlerinin izlediği yollar, belli mesafeler
ve ağlar şeklinde düzenlenecektir. Ayrıca çeşitli manastır grupları ara­
sında da ilişkiler kurulmuştur. Örneğin 7. yüzyılda, Orleans'taki Sa­
int-Aignan'ın başrahibi Fleury-sur-Loire'daki manastırı kurmuş ve
burası, Aziz Benedictus'un Lombardların istilasından sonra Güney
İtalya' daki Mount Cassino' da bırakılmış emanetlerini ele geçirdikten
sonra çok önemli bir hac merkezi haline gelmiştir. Buna benzer ağların
rolü, Ortaçağ'ın son yüzyıllarında daha önemli hale gelecektir.

İki Düşman Kutup , Bizans ve İslam: Tasvirlerin Seçimi

Avrupa'nın ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, 7. ve 1 4. yüzyıllar arasında


temel bir rol oynamış iki olumsuz olaya dönmemiz gerekmektedir.
Bunlar, dini veya ulusal bir kimliğin çatışma ve karşıtlık bağlamında
yapılandırılmasına yol açmış veya en azından bu süreci pekiştirmiştir.
Bir " öteki" düşüncesi, özellikle de bir rakip veya düşman fikri, kimlik
yaratır.
Batı Hıristiyanlığı açısından, düşman "öteki" iki unsurdan oluşu­
yordu. Her şeyden önce Bizans vardı. Çeşitli etkenler, Latin ve Bizans
Hıristiyanlarını ayıran mesafeyi artırmıştı. Bizans, ibadet dilinin fark­
lılığı (Latince yerine Yunanca) ve çeşitli teolojik ayrılıklara ek olarak,
Roma piskoposunu reddetmekle kalmayıp, tüm Hıristiyanlığa (hem
Latin hem Yunan) hükmettiği iddiasında da bulunmuştu. Latin Kili­
sesi tarafından alınan son derece önemli bir karar, sorunları daha da
içinden çıkılmaz bir hale getirmişti. Bizans dünyası, 7 3 0'la 787 ara -
sındaki ikonaklazm (tasvirlerin reddi) nöbetiyle başlayan, tasvirler
üzerine koparılan patırtıyla sarsılmıştı. Charlemagne, İkinci İznik
Konsili'nin ardından oluşturduğu Libri ca ro lin i'sinde batı, yani Latin
Hıristiyanlığının tavrını kesin bir şekilde koymuştu. Bu, hem tasvirle­
rin tahribini ve reddini, yani ikonaklazmı, hem de tasvirlere tapmayı
mahkum eden ılımlı bir tavırdı. Her ikisi de tasvirlere tapmayı yasak -
layan Yahudilikle Müslümanlığın ve ayrıca ikonaklazm nöbetleri geçi -
ren Bizans'ın aksine, Hıristiyanlık Tanrı'ya, Bakire'ye ve azizlere say -

30 AVRUPA'N ı N Docuşu
gı göstermenin bir biçimi olarak tasvirleri onaylıyor ve yüceltiyordu;
diğer yandan bu tasvirler insan biçiminde olduğundan onları hiçbir
kültün nesnesi de yapmıyordu. Kutsal Ruh hariç, Tanrı'nın sureti in­
san yüzü şeklinde resmedilmişti. Bu, Avrupa hümanizmine giden
yolda önemli bir evre teşkil etmişti; ayrıca bu yol Avrupa sanatı için
çok verimli de olmuştur.
7. yüzyıldan itibaren, İslam'la süren çatışmanın mahiyeti çok daha
şiddetli olacaktı. Doğu Avrupa, Bizans dünyasının bir parçası olarak
kalırken, İslam ve Latin Hıristiyanlığı da cephe görevi gören ve çoğu
kez askeri çatışmaların yer aldığı sınırın her iki tarafında kendi bölge -
lerini oluşturmuştu. İslam, Kuzey Afrika'yı istila ettikten sonra Arap­
laştırılmış Berberiler suretinde Hıristiyan Avrupa'ya saldırmış ve
7 1 1 'le 7 1 9 arasında süratle İber Yarımadası'nı fethetmişti. Hıristiyan­
lar sadece yarımadanın kuzey kenarı boyunca, özellikle batıya doğru,
Asturias bölgesinde tutunabilmişti. Müslümanlar buradan, basit yağ­
ma veya fetih için İspanya'nın kuzeyinden, Pireneler'in öbür tarafına
doğru yöneliyordu ama ilerleyişleri 732'de Poitiers'de durdurulmuş­
tu. Bu, Pireneler'in ötesine geçen son Müslüman istilası olacaktı. 9.
yüzyılda Akdeniz adaları, İtalya ve Provence'ta başka Müslüman fe­
tihleri gerçekleştirilmişse de, bunların önemli etkileri olmamıştı.
Avrupa tarihçiliği, Poitiers Savaşı üzerine birbirinden farklı, çeşitli
yorumlar üretmiştir. Bir uçta, Müslüman istilası çoktan hızını yitirmiş
olduğu için, bu savaşı önemsiz, basit bir çatışma olarak gören tarihçi­
ler bulunmaktadır. Diğerleriyse, aksine, Poitiers Savaşı'nın çok önem -
li olduğunu, Hıristiyanlığın İslam karşısındaki hem gerçek hem mitsel
zaferini temsil ettiğini ileri sürmektedir. Son derece saldırgan Müslü­
man karşıtı bir azınlık için Poitiers bir simgeye dönüşmüştür. Hakikat
bu ikisinin arasında bir yerdedir. Diğer yandan, bazı Hıristiyan vaka­
nüvisler Poitiers Savaşı'nı Avrupa'nın bir olayı olarak ifade etmiştir.
Continuatio hispana adında bir anonim çalışma (Sevillalı Isidorus'un
vakayinamesinin devamı) , Poitiers Savaşı'nı, Batı' da Sara :ienler olarak
bilinen halkı geri çekilmeye zorlayan Avrupalılar için bir zafer olarak
ifade etmektedir.
Avrupa'nın yeni uzak batısını türdeşleştirmede rol oynayan üç baş -
ka değişiklik veya yenilik daha vardır.

AVRU PA D ü Ş Ü NCESi' N İ N O LU Ş U M U 31
Avrupa'nın Kırsallaşması

Bunlardan ekonomik nitelikteki ilki, Romalılar zamanında son derece


kentleşmiş dünyanın -daha önce bahsettiğimiz- kırsallaşmasıdır. Bu
dönemde atölyeler, depolar ve sulama sistemleriyle birlikte yollar ha­
rap hale gelmiş ve tarım gerilemişti. Söz konusu olan, temel yapı mal­
zemesi olarak taş kullanımının azaldığı, ahşabın geri geldiği teknolo­
jik bir gerilemedir. Kentlerde yaşayanların kırsal bölgelere geri dön­
mesi, nüfus azalmasının yarattığı boşluğu dolduramamıştır. Urbs ola­
rak adlandırılan kentin yerini alan villa ya da geniş mülk anlamındaki
malikane, çevresinde insanların yaşadığı ve tarım yaptığı birimler olan
küçük manor'larla birlikte, temel ekonomik ve toplumsal birim ol­
muştur. Bu manor'ların kullanımındaki arazinin boyutları değişmek -
le birlikte, çoğu zaman bir aileden fazlasının geçinemeyeceği kadar
küçük olmuştur.
Para ekonomisi gerilemiş ve yerini takas almıştır. Uzak mesafeli ti­
caret, tuz gibi çok zorunlu metaların dışında, neredeyse tamamen or­
tadan kalkmıştır. Son zamanlarda tarihçiler, bu dönemde kentlerin
gerilediği önermesine pek itibar etmemeye başlamıştır. Fakat bir şekil­
de gelişmeye devam eden kentler aslında sadece Tours, Reims, Lyon,
Toulouse, Sevilla, Mainz, Milano ve Ravenna gibi piskoposların ve ara
sıra beliren barbar kabile şeflerinin ikamet ettiği merkezler olmuştur.

Krallık ve Barbar Yasaları

Barbar yönetimindeki dünyanın tekbiçimli gelişmesine, biri siyasi ve


diğeri hukuki olmak üzere, iki unsur da katkıda bulunmuştur.
Bunlardan ilki, Roma dünyasında hiç sevilmeyen kralların, yeni si -
yasi biçimlenmelerin başında belirmiş olmasıdır. Bunlar, kabile şefle -
rinden farksız, sınırlı yetkiler kullanabilen krallardır. Roma İmpara -
torluğu'nun süslerini benimsemiş olsalar bile, Anglosakson, Burgon -
ya, Got, Vizigot, Lombard ve Clovis'ten itibaren Frank krallarının kul -
!andıkları güç oldukça sınırlıdır. (Bu açıdan bakıldığında, Theoderich
gibi bir liderin Ravenna' daki itibarı olağandışıdır.) Krallık kurumu -
nun, Avrupa' da her şeye rağmen iyi bir geleceği olacaktır.
İkinci olarak, bu krallar tarafından yürürlüğe konmuş yasalar dik -
kat çekici şekilde barbar özellikler taşıyordu. Bu yasalar, gümrük ver­
gisi tarifeleri, cezalar ve saldırılar ya da suçlara tatbik edilen parasal ve-

32 AVRU PA'N I N Docuşu


ya bedensel tazminatlardan oluşuyordu; alınacak tazminatlar suçlula -
rın etnik statüsü ve toplumsal düzeyine göre değişmekteydi.
Bu yasaların varlığı bizi yanıltmasın. Bunlar, Roma geleneğinin Ba -
tı' daki son gerçek varisi Ostrogot Büyük Theoderich'in fermanı da da­
hil olmak üzere, son derece ilkel yapıdaydı. Frankların Clovis döne -
minde Latince yazılmış Salic Yasası bilhassa basitti. Burgonların Kralı
Gondebaud, Gombette yasasını 6. yüzyılın başında yürürlüğe koy­
muştur. Vizigotların töreleri ilk kez Euric (466--485) tarafından yasa­
laştırılmış, bunu Leovigild (568-586) izlemiş ve daha sonra Reces­
winth (649-672) tarafından hem Vizigotların hem de Romalıların
kullanımı için gözden geçirilmiş, Alaric'in Romalıların Theodosius
Yasası'nı (43 8) tıpkı Burgonların Lex Romana Burgundiorum'unda
olduğu gibi basitleştiren Breviary'sinin (506) yerini almıştı. Rotha­
ris'in Lombardlar için hazırladığı ferman (643) daha sonra birtakım
ardılları tarafından genişletilmişti. 8. yüzyılın başında Franklar bir Lex
Alamanorum yapacak ve ardından da 8. yüzyılın ortasında bir Lex Ba -
iavariorum gelecekti. 5 79'dan itibaren Braga Başpiskoposu olan Aziz
Martin, çeşitli konsey ve kilise meclislerinin geçirdiği yasalara daya­
nan De correctione rusticorum adında bir başvuru kitabı yazmıştı. Bu­
rada, günümüzde Kuzey Portekiz olarak bilinen yerde yaşayan köylü­
lerin saldırgan davranışlarının düzeltilmesi için bir program sunul­
muştu.
Her ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, Roma yasalarının yıkıntıları
üzerinde biçimlenen bu barbar yasaları, erken Ortaçağ Avrupa'sının
yasalar temelinde sürmesini sağlamıştır.

AVRUPA D ü ş ü N cEsi' N i N O LU Ş U M U 33
2
Yarım Kalmış Avrupa:
Karolenj Dünyası
(8. Yüzyıldan
1 O . Yüzyıla)

ir sonraki dönemde, sık sık Avrupa'nın kurulmasında ilk büyük


B girişim olarak adlandırılan bir olaya tanık oluyoruz. Bu, kısa sür­
müş imparatorluğunun Avrupa'ya ilişkin ilk gerçek tasarı olduğu iddia
edilen Charlemagne'la ilgilidir.
Bu bakış açısının doğru olduğunu kabul etsek bile, bu girişimin yol­
dan çıkmış ilk Avrupa örneği olduğunu da belirtmemiz gerekmekte -
<lir. Charlemagne'ın vizyonu "ulusalcı"ydı. Kurduğu imparatorluk her
şeyden önce Frank'tı ve gerçekten yurtsever bir ruh halinden esinlen­
mişti. Öyle ki, Charlemagne mevcut takvimin aylarına Frank adları
vermeyi bile düşünmüştü. Tarihçilerin nadiren ilgilenmesine rağ­
men, bu noktaya dikkat çekmek gerekmektedir, çünkü Charlemagne
tek bir halk veya imparatorluğun hükmettiği bir Avrupa kurma giri -
şimleri dizisinde ilktir. V. Karl, Napol am ve Hitler'in Avrupaları as -
lında birer anti-Avrupa'dır ve Charlemagne'ın girişimi, her türlü ger ­
çek Avrupa idealine ters bir proje izlenimi bırakmaktadır.

Karolenjlerin Yükselişi

Frankların yükselişi iki evrede gerçekleşmiştir. 5. yüzyılın sonu ile 6.


yüzyılda Clovis ve oğulları, Clovis'in krallığını aralarında bölüşmüş ve

35
arada bir geçici birleşmelere gitmişlerdir. İkinci evre 8. yüzyılda gel­
miştir. Merovenjlerin iktidarı, zamanında "yararsız krallar", günü -
müzde ise "hiçbir işe yaramayan krallar" olarak bilinen krallarının ik­
tidarlarını yitirip yürütmeyi saray amirine bıraktığı, 7. yüzyıl boyunca
zayıflamıştır. Bu, imparatorun iktidarını şoguna terk ettiği modern Ja­
ponya'daki durumdan farksızdır. 8. yüzyılda saray amirleri Liege böl­
gesinden gelen Pepin ailesinden seçilecek ve işlevleri babadan oğla in­
tikal eden bir yapıya dönüşecektir.
7 1 4'te babası Herstallı Pepin'in yerine geçen Charles Martel, gerçek
kral olarak kabul edilmiş ve kazandığı zaferler sayesinde itibarı daha da
artmıştı; bunlardan biri de Müslümanlara karşı 732'de Poitiers'de ka­
zanılan zaferdi. Öldüğünde, oğlu Kısa Pepin tüm iktidarı ele geçirecek,
Merovenjlerin sonuncusunu tahttan indirecek ve 7 5 1 'de Soissons' da,
krallık tacının, ruhban sınıfının ve halkın önde gelenlerinden oluşan
bir meclis tarafından kendisine giydirilmesini sağlayacaktır.
Bunun en önemli ve kalıcı sonucu, Pepin'in kendisinin, oğulları
Carloman ve Charles ile birlikte, 7 54'te Saint-Denis'de kutsanması
olmuştu. Kitabı Mukaddes temelinde krallık ritüeline bu dönüşle bir­
likte, kralın şahsı bir Hıristiyan lider olarak kutsanmış oluyordu. Bu,
Avrupa' da çeşitli yerlerde günümüze kadar gelmiş monarşinin itibarı­
nı güçlendirmişti. Kutsama ilk kez Vizigot Avrupa'sında uygulanmış
ama sonra hükmü kalmamış ve Reconquista'nın İspanyol Hıristiyan
monarşisi de bu uygulamayı geri getirmemişti. Sadece, 8. yüzyılda
kutsamayı bir kurum olarak yerleştirmiş olan ve Anglosakson ayinle -
rini miras alan İngiliz kralları, kutsanmış bir monarşiyle gelmişti ve
bu, Ortaçağ boyunca, Fransız ve İngiliz kralları arasında simgesel bir
rekabete neden olacaktı. Fransız kralı, Clovis'in vaftiz ritüelinin kralın
kutsanmasına dönüşmüş olduğuna dayanarak, üstünlük talep ediyor­
du. Bu nedenle Fransız kralı, daha sonra, tacı Kutsal Ruh tarafından
giydirilmiş tek hükümdar olarak, christianissimus* unvanını alıyor ve
imparator olmanın itibarı azaldıkça, kendisini Hıristiyanlığın en önde
gelen kralı ilan ediyordu. Avrupa tarihi, Avrupa'nın siyasi alanı içinde
hiyerarşik bir düzen kurma eğilimi gösteren bu tür kıskançlıklar, reka -
betler ve iddialardan geçilmeyecekti.
Kısa Pepin krallığını ve iktidarını, bunları kendi aralarında Frank
törelerine göre paylaşan oğullarına bırakmıştı. Fakat 7 7 1 'de Carloman

* Christianissimus: En iyi Hıristiyan. (ç.n.)

36 AVRUPA' N I N Docuşu
ölmüş ve daha genç kardeşi Charles Frankların yegane kralı olmuştu.
Charles geleceğin Charlemagne'ıydı ve yeni Karolenj hanedanını tah­
ta sağlam bir şekilde yerleştiren de odur.

Charlemagne İlk Avrupalı mıydı?

Charlemagne her şeyden önce, Frankların ve barbarların geleneğine


uygun olarak, büyük bir savaşçıydı. Yaptığı savaşlar aynı zamanda Hı­
ristiyanlık adına düzenlenen seferlerdi ancak bunların genel özellikle­
ri kaba kuvvet, şiddet ve zulüm içeriyor olmalarıydı. Charlemagne'ın
fetihleri doğuya, güneydoğuya ve güneye doğru uzanmıştı. Doğuda,
Güneydoğu Almanya'da Avarları yenmiş ve 788'de Bavyera'yı ilhak
etmişti. 772'yle 803 arasında Kuzey Almanya'da pagan Saksonlara
karşı bir dizi çetin mücadeleye girişmek zorunda kalmıştı.
Pepin'in Almanlara karşı büyük müttefiki Mainz başpiskoposu
olan Bonifatius, Anglosakson Wynfrith olmuştu. Bonifatius, arala­
rında Salzburg, Ratisbonne ve Passau'nun da olduğu çeşitli piskopos­
luklar kurmuştu. En önemlisi, müridi Sturmi, onun teşvikiyle 744'te
Hesse'deki Fulda Manastırı'nı kurmuştu. 7 5 5 'te, pagan Frizyalılar
arasında misyonerlik faaliyeti yürütürken katledilen Bonifatius daha
sonra buraya gömülmüştü.
Charlemagne en önemli zaferini güneydoğuda kazanmıştı. Savaş -
tığı kişi Lombardların Hıristiyanlığı seçmiş olan kralıydı; ama kral, pa -
panın, Roma'dakiler de dahil, İtalya'daki mülklerini taciz etmekten
vazgeçmeyince, papanın kendisi Lombardlara karşı bir şey yapması
için Charlemagne'ı davet etmişti. Papanın davetini kabul eden Charle­
magne, zırhlı süvarileri sayesinde, Lombard Kralı Didier'e karşı parlak
bir zafer kazanmış ve ardından, Didier'in Pavia' daki sarayında kendi -
sine Lombardların geleneksel demir tacını giydirtmişti. Her şeye rağ -
men, Lombardlar Orta İtalya' da Spoleto ve Benevento' da iki bağımsız
dukalığı ellerinde tutmayı başarmıştı.
Charlemagne, Müslümanlarla karşılaştığı Galya'nın güney cephe -
sinde daha az başarılı olmuştu. İspanya' daki durum hakkında yeterin­
ce bilgilendirilmeyen Charlemagne, Zaragoza'nın dışında yenilgiye
uğramış ve Pireneler'in kuzeyine çekilmişti. Burada girilen bir çatış -
mada Basklar, yeğeni Roland komutasındaki artçı birliklerini katlet -
mişti. Bu küçük olay daha sonra Chanson de Roland' da destanlaştırıla -
rak Sarazenlerin karşısında yaşanan trajik bir yenilgi haline dönüştü -

YAR I M KALM I Ş AVRU PA: KARO LENJ Ü Ü NYASI 37


rülmüştür. Charlemagne büyük zorluklarla daha sonra Katalonya ola­
cak İspanyol sınır bölgelerinden biriyle, Languedoc'taki Septimani -
a'nın kontrolünü ele geçirecekti. Batıda Pireneler'in kuzeyinde Gas­
konya'yı da tekrar fethetmeyi başaracak ama burayı bir krallık olarak
oğlu Ludwig'e hediye edecekti.

Franklar ile Papalık Arasında İttifak: İmparator Charlemagne

Bu durumla ilgili en önemli unsur Franklarla Papalık arasındaki itti­


faktı. Papalar, Frank hükümdarlarıyla ilişkilerinde onları düşmanla -
rından, özellikle Lombardlardan koruyacak güçlü bir dünyevi kola ka­
vuşmuştu. Bu ortaklıkta Frank hükümdarlarının ödülü, Pepin'in ve
oğullarının kutsanmasıydı.
İttifakın ikinci evresinde, Papalığın bir "Avrupa" girişimi düşün­
düğü görülmektedir: Hıristiyanlığın en batı bölgesini Frankların çev -
resinde oluşan bir imparatorluk şeklinde tekrar kurmak istemiştir.
M S 800'ün Noel gününde, Papa I I I . Leo, Charlemagne'ın Roma'yı zi -
yareti sırasında, Frank hükümdarına imparatorluk tacını giydirmiş­
tir.
Bu, batının Latin Hıristiyanlığının, Ortodoks Bizans İmparatorlu -
ğu'ndan kazandığı, henüz olgunlaşmamış bağımsızlığını güçlendir -
mek için yapılmış bir hamledir. Fakat bence, Charlemagne'ı Avru­
pa'nın babası olarak göstermek, tüm öteki özellikler açısından tarihi
çarpıtmaktır. Yaşamı boyunca birtakım metinlerin kendisine "Avru­
pa'nın başı" olarak seslendikleri doğrudur ama bu daha çok ona hayali
bir düzeyde saygı göstermek için yapılmıştır ve aslında somut tarihsel
durumu yansıtmamaktadır. Toprak açısından bakıldığında, Charle­
magne'ın Avrupa'sı çok sınırlıdır. Ne Anglosaksonlarla İrlandalıların
elindeki hala bağımsız durumdaki Britanya adalarını, ne büyük kısmı
Müslümanların kontrolündeki İber Yarımadası'nı, ne benzer şekilde
Sara �nlerin elinde bulunan Güney İtalya ve Sicilya'yı, ne de hala pa -
gan olan ve yağma veya kendi yararlarına ticaret anlaşmaları dayatmak
için saldırılar düzenleyen Narman Vikinglerin bulunduğu İskandi -
navya'yı kapsamaktadır. Dahası, Karolenj İmparatorluğu neredeyse
hiçbir şekilde Ren'in doğusundaki topraklarda etkili değildir. Alman -
ya'nın büyük kısmı kontrolünün dışındadır. Her şeyden önemlisi, ha­
la pagan olan Slavlar hakimiyeti altında olmaktan uzaktır. Prag, köle
pazarını kontrol eden Frank tüccar Samo'nun kendisini Slavlara kral

38 AVRUPA'N I N Docuşu
seçtirerek Bohemya'nın kalbine ilerlediği 7. yüzyıldan itibaren, nere­
deyse hiçbir gelişme göstermemiştir.
Hem Charlemagne'a imparatorluk tacını giydirme fikrinin sahibi
Papalık hem de bu tacı aşağı yukarı pasif bir şekilde kabul etmiş olan
Charlemagne için, bu taç giyme merasimi temelde geçmişe dönüşü
temsil etmiştir. Bu, Avrupa'nın gelecekteki yazgısına bakan bir proje­
den ziyade, Roma İmparatorluğu'nu yeniden diriltilmeye yönelik bir
girişimidir. Charlemagne, Frankların eski topraklarındaki Aix-la-Cha­
pelle' de yeni başkentini kurduğunda, burayı kuşkusuz esasen "Yeni
Roma"ya, yani Konstantinopolis' e bir meydan okuma olarak, "gelece­
ğin Roma'sı" yapmayı düşlemiştir. Fakat burada dikkat edilmesi gere­
ken asıl ayrıntı, Charlemagne'ın, Karolenj İmparatorluğu'nun merke -
zi değil, sadece güçsüz bir papanın başkenti olan Roma'yı göz önüne
almasıdır. Aix-la-Chapelle, Charlemagne'dan sonra gerileme sürecine
girmiştir. Her ne kadar bir mit olarak Ortaçağ boyunca varlığını sür­
dürdüyse de, Batı'nın başkenti olma işlevini yaratıldıktan kısa bir süre
sonra yitirmiştir. Geride sadece, Charlemagne'ın rüyasına tanıklık
eden birkaç tane saygın abide kalmıştır. Bugün Aix-la-Chapelle'de
gerçekleştirilen Avrupa dayanışması gösterileri, geçmişi kutlayan
nostaljik törenlerden başka bir şey değildir. Uzun vadeli ve özellikle
de Avrupalılık açısından düşünüldüğünde, Karolenj İmparatorluğu
başarısız olmuştur.

Charlemagne'ın Avrupa Mirası

Her şeye rağmen, modern Karolenj miti, geleceğin Avrupa'sını ilgi -


lendiren üç temel unsur taşımaktadır. Bunlardan ilki, Charlemagne'ın
kabataslak şekliyle, hukuki birleşmeyle ilgili projesidir. Charlemagne,
yürütmenin bellibaşlı alanlarını düzenleyen, tüm imparatorlukta ge -
çerli kurallar koymuştur. Bu kurallar her yeri ve herkesi etkilemiştir:
Geniş taşra mülkleri ya da malikanelerini, öğretimi, yasamayı, krallı -
ğın çeşitli birimlerini ve imparatorun kendi elçileri olan missi domini -

ci'leri. Bu kurallar capitularies olarak biliniyordu. Benzer şekilde, gü -


müş sikkeye, denier'ye dayanan bir para sistemi yerleştiren Charle -
magne, imparatorluğun tek bir para birimi altında birleştirilmesi için
uğraşmıştır. Fakat, özellikle İslam dünyasıyla olan, uzun mesafeli tica -
ret, son derece sınırlı olmuştur. Charlemagne'ın önemli bir başka re -
formu da aynı şekilde yarım kalmıştır. Bu, hukuk ve yasamanın esa -

YAR I M KALM I Ş AVRUPA: KAROLENJ O Ü NYAS I 39


sıyla ilgili olandır. Daha önce belirttiğimiz gibi, barbar yasaları hem ki -
şisel haklar temeli üzerine kurulmuştu hem de belirgin bir şekilde et­
nikti. Franklar, Burgonlar, Lombardlar ve Gotların hepsinin kendi ya­
saları vardı. Charlemagne bu yasa çeşitliliğinin yerine, imparatorluk
topraklarında ikamet eden her erkek ve kadın için geçerli olacak tek bir
ülke yasası getirmek istemiştir. Hiçbir zaman tamamlanmamışsa da,
bu plan Charlemagne'ın en devrimci çabalarından biri olarak görül­
melidir; bu çaba, en azından çok kısa bir süre için Avrupa hukuk birli -
ği ihtimalini gerçekleştirmiştir.
Charlemagne ve ardıllarının çabaları sayesinde, manastırların bir­
leştirilmesi daha başarılı olmuştur ve keşişlerin sayısını, itibarını ve et­
kinliğini dikkate aldığımızda, bu birleşme erken Ortaçağ Avrupa' sının
örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Erken Ortaçağ'ın başlan -
gıcında birtakım farklı manastır kurallarının yerleştiği görülmüştür.
Her zaman olduğu gibi, düzen ve birlik konusuyla ilgilenen Charle­
magne, Aniane bölgesinde Montpellier yakınında bir manastır kur­
muş ve özellikle Nursialı Aziz Benedictus'un 6. yüzyıl tüzüğünü ye­
niden canlandırmış ve gözden geçirmiş bir Katalan keşişin bu alanda­
ki birleştirme çabalarını desteklemiştir. İmparatorluğun Frank krallı­
ğındaki manastırların tümünün, Aziz Benedictus'un gözden geçiril­
miş tüzüğünü benimsenmesi, 8 1 3 'te ve aynı anda oluşturulmuş beş
konseyin gündemlerini belirlemiştir. Charlemagne'ın oğlu ve ardılı
Sofu Ludwig, 8 1 6' da Aix-la-Chapele konseyinde de bu Benedikten
tüzüğünün zorunlu olmasını emretmiştir. Aziz Benedictus tüzüğü,
keşişin zamanını birbirinden farklı çeşitli işlevleri yerine getirebilece­
ği şekilde düzenlemesini buyurmuştur. Komünyon duaları ve tefek ­
kür, fiziksel çalışma ve ayrıca entelektüel çalışma için zaman ayrılma­
sını gerektirmiştir; ve Aniane'lı Aziz Benoit bu işlevlere paganlara va­
az vermeyi ve onların din değiştirmelerinin sağlanmasını da eklemiş -
tir. Böylece manastır dünyası, 9. ile 1 2 . yüzyıllar arasında Hıristiyan -
lık aleminde, toplumsal ve kültürel alanlarda -Ludo Milis'e göre bir
parça abartılmış olsa da- temel bir rol oynamıştır.

Savaşçıların Avrupa'sı

9. yüzyıl, piskoposlar ve seküler din adamlarının yönetimi hüküm sü­


rer ve keşişler kendi faaliyetlerinin peşinden koştururken, savaşçıla -
nn Avrupa 'sz ile köylülerin Avrupa 'sznzn birleşmesine tanık olmuştur.

40 AVRUPA' N I N Docuşu
Frank modeline uygun bir şekilde, Charlemagne imparatorluğunun
tüm uyrukları, doğrudan hükümdara bağlıydı ve savaşçıydılar. Hepsi
askerlik hizmetinde bulunmakla yükümlüydü. Her özgür erkek, atla­
rın otlak bulmasının sorun olmadığı baharla sonbahar arasındaki dö­
nemde, hükümdarın her yıl çıktığı askeri seferlerde ya doğrudan ya da
senyörünün sağladığı askeri birlik aracılığıyla yer alması gereken po­
tansiyel bir savaşçıydı.
Charlemagne'ın 46 yıllık hükümdarlığında, sadece 790 ve 807 yıl­
ları askeri sefer görmemiştir. Ordunun en güçlü kısmı, ağır süvariden
oluşmaktaydı. Göreve çağrıldığında her özgür erkeğin ya kendisinin
ya da bağlı bulunduğu senyörün kaynaklarıyla kendi atını, kalkanını
ve silahını sağlaması bekleniyordu. Silah, yaya olarak savaşılıyorsa ha -
fif bir mızrak veya tek tarafı keskin bir kısa kılıç ya da eğer at üzerinde
savaşılıyorsa, genellikle uzun, iki tarafı keskin bir kılıçtı. Eğer sefer,
Charlemagne'ın hükümdarlığında sıklıkla olduğu gibi, zaferle sonuç­
landıysa, aşağı yukarı zengin bir ganimetin toplanmasıyla tamamla­
nırdı. İskender'den Muhammed'e kadar, tüm büyük imparatorluklar ­
da olduğu gibi, Karolenj İmparatorluğu da kısmen fetihler ile ganimet
sayesinde ayakta kalmıştır.
Hükümdarın emrindeki asker sayısı, muhtemelen 50.000 olup bu -
nun da 2.000'le 3 .000 kadarı süvarilerden oluşmuştur. Fakat nadiren
bunların hepsi birden silah altına alınmıştır. Ortaçağ toplum ve kültü -
rü, özellikle birlikte anıldığı savaş alanında, yüksek sayılar görmemiş -
tir. Askeri liderler, servetleri esasen geniş mülklerinden elde edilen
gelire bağlı insanlardır. Geleceğin Avrupalılarının servet ve gücünün
diğer dayanağı toprağın kendisidir. Ortaçağ'ın, o güne kadar merkezi
yönetimlere ödenen vergilerin büyük lordlara, geleceğin senyörlerine
ödenmeye başlanması sonucu doğduğu iddia edilmiştir. Halkın yakla­
şık yüzde 90'ı, bu güçlü kişilerin sahip olduğu topraklarda yaşamış ve
çalışmıştır.

. . . ve de Köylülerin Dünyası

Asker kökenli toprak sahiplerinden ibaret bir azınlığın tahakkümü,


Avrupa'yı savaşçıların dünyası yapmıştı. Fakat bu, aynı zamanda, ço -
ğunluğun köylülerden oluştuğu bir dünyaydı da. Köylülerin toplum -
sal statüleri değişiyordu. Hıristiyanlık, köylülerin koşullarını değiştir -
mek için hiçbir şey yapmadığından hala köleydiler. Fakat lord, mülk -

YA R I M KALM I Ş AVRU PA: KAROLENJ D Ü NYASI 41


leri ve köylüler arasında yeni bağlantılar oluşturulmuş, giderek artan
sayıda insan ve arazi, yerel lordların doğrudan hükmü altına girmişti.
Ne takas edebildikleri ne de satabildikleri arazilerin üzerinde yaşayan
ve kölelerin yerini almış serfler belirmişti. Batı, 6. ve 7. yüzyıllar kadar
erken bir tarihte gelişen tarım arazisi açma dalgasına rağmen, orman -
lardan oluşan bir coğrafya olmayı sürdürmüştü. Büyük malikaneler
genelde iki kısma ayrılmıştı. Bir kısım, köylülerin zorunlu emeğini
kullanarak lordun doğrudan işlettiği court ya da preserve denen toprak
parçasıydı. Malikanenin geri kalan kısmıysa, ailelerini beslemenin ya­
nında, parçası oldukları malikanenin kendisi tarafından temin edil­
meyen ihtiyaçlarını satın almalarını sağlayacak az miktarda ürün faz­
lası da üretmeye çalışan köylüler tarafından işleniyordu. Köylülerin
genelde düşünülenden daha fazlası kişisel mülk olarak da yorumlana­
bilecek allodium sahibiydi.
Charlemagne döneminde, Ortaçağ için büyük önem taşıyacak ve
Avrupa'nın en önemli niteliklerinden birine ön ayak olacak bir geliş -
menin başlangıcı görülmeye başlamıştır. Köylüler, lordlarını kendile­
rini serbest bırakmaya zorlamış ve bu sayede, angaryadan muaf özgür
bir kategori oluşturmuştu. Bu durumda lordlar ya mülklerinin bü­
yüklüğünde bir azalmayı kabul etmek ya da esareti köylülere tekrar
dayatmak zorunda kalmıştı. İkinci seçenek daha çok Doğu Avrupa' da
benimsenmiş ve Avrupa'nın doğusuyla batısı arasındaki farklılığın ve
uzaklaşmanın bir başka nedenini oluşturmuştu. Bugüne kadar Avru­
pa'nın bir özelliği olarak kalmış olan kırsal yaşamın ve toplumun öne­
mi, bunun üzerinde yoğunlaşarak De villis (800) olarak adlandırılmış
yasaları ortaya çıkaran Charlemagne tarafından kabul edilmişti. Bun -
lar, tarımsal yaşamla ilgili ve kraliyet mülklerinin dışında bile geçerli
bir dizi kuraldı ve ileride Avrupa'yı oluşturacak olan erken Ortaçağ'ın
kırsal dokusunu belirlemişti. Bunların etkisi, bugün hala görülebilir.

,
Karolenj Uygarlığı: Avrupa nın Biçimlenmesinde
Kültürel Bir Katman

Karolenj Avrupa' sının en başarılı olduğu yanlarından biri, uygarlaştırı -


cı olmasıydı. Charlemagne'ın kendisini kültürlü bir insan olarak ta -
nımlayamayız: Alfabeyi zar zor seçebiliyordu; yazamıyordu ve Latin­
cesi asgari düzeydeydi. Ama yönetmeye sıra geldiğinde, bilgi ve öğre -
timin, bir hükümdarın sahip olduğu zorunlu iktidarın sırasıyla teza -

42 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
hürünü ve vasıtasını oluşturduğu ilkesine sıkı bir şekilde bağlıydı. En
başta gelen görevlerinden biri, bilgiyi teşvik etmek ve korumaktı. Bu
görevi yerine getirirken, bir hükümdarın, bu alanda en iyi eğitime sa­
hip olan ruhban sınıfına ve en önemlisi de, imparatorluğun yönetil­
mesinde kendisine yardımcı olacak halktan güçlü ailelerin oğullarına
dayanması gerektiğinin fazlasıyla farkındaydı. Böyle bir programı ha­
yata geçirmek için sadece Franklara hitap etmek yeterli değildi. İmpa -
ratorluğun kültürel potansiyelinin tamamından yararlanması gereki­
yordu. Hatta imparatorluğunun parçası olmayan ülkelerden temsilci -
ler (örneğin İrlandalılar, Anglosaksonlar ve İspanyollar) bile getirtmiş­
ti. Charlemagne'ı, her yolu deneyerek okul öğrencilerini sınıfları dol­
durmaya çağıran Jules Ferry'nin (Eğitim Bakanı Jules Ferry daha son­
ra, 1 879'dan 1 88 5'e kadar Fransa başbakanı olacaktır. Laik eğitimi sa­
vunmuştur) seleflerinden biri olarak tasvir etmek bir abartıdır. Charle -
magne'ın yarattığı veya geliştirdiği okullar, her şeyden önce aristokrat­
ların oğulları içindi. Charlemagne 7 8 1 'den itibaren çevresinde eğitimli
insanları ve alimleri toplamıştı. Jean Favier bunları "saray entelektüel­
leri" olarak tanımlamıştır. Bunların arasında, örneğin, gerçek adı War­
nefried olan Lombardlı Diyakoz Paul, İtalyan Aquileia'lı Paulinus,
797'de Orleans piskoposu ve Fleury-sur-Loire'ın (veya Saint-Benoit­
sur-Loire) başkeşişi olmuş İspanyol Theodulf ve en önemlisi, 739'da
doğup 804'te ölen Anglosakson Alcuin vardı. Alcuin, Charlemagne'ın
başdanışmanıydı ama her zaman, hatta Tours'daki Saint-Martin'in
başkeşişi tayin edilmesinin ardından, burayı bazen Karolenj rönesansı
olarak tanımlanan sürecin en canlı merkezlerinden birine dönüştür­
dükten sonra bile, basit bir piskoposluk bölgesi olarak kalacaktı.
Bu ilim dünyası temelde erkeklerden oluşuyor olsa da, içinde az sa­
yıda kadın da vardı. Örneğin aynı zamanda Charlemagne'ın kız karde -
şi ve Chelles'in başrahibesi Gisele'in de danışmanı olan Alcuin, bu ki -
şiyi, üyesi olduğu rahibeler manastırında kendisini adadığı el yazma -
!arının kopyalanması faaliyetinin yanında bir de entelektüel bir yaşam
sürdürmesi konusunda teşvik edecekti. Bu arada, 9. yüzyılın başında,
saraydan uzakta, Akitanyalı büyük bir aristokrat olan Dhuoda da, ken -
disi için eğitici bir rehber yazdığı Septimania dükü olacak oğlu Ber -
nard'a o güne kadar edindiği bilgisini aktarıyordu.
Charlemagne 'ın çevresinde gelişmiş Karolenj rönesansı, ona bazen
atfedilen muzafferane ve parlak imajın düşündürdüğünden daha sı -
nırlı boyutlardaydı. Bu kültürel hareket, Charlemagne'ın sarayında sa -
dece ciddi bir oluşum değildi; bunu neşeli bir yanı da vardı. Charles ve

YARI M KAL M I Ş AVRUPA: KAROLENJ Ü Ü NYASI 43


maiyetinin başlıca üyeleri, katılımcıların Antikçağ'ı anımsatan takma
adlar aldığı edebi bir eğlenceden ibaret bir Saray Akademisi oluştur­
muştu. Bu takma adların arasında Latince ve Yunanca olanlar bulun­
duğu gibi Kitabı Mukaddes'ten gelenler de vardı: Alcuin, Albinus ve -
ya Flaccus'tu (yani Horatius) ; Engilbert, Homeros'tu; Theodulf, Pin­
daros'tu; genç şair Maudoin, Naso'ydu (Ovidius) ; İtalyan Pepin, Juli­
us'tu (Caesar) . Fakat diğerleri Aaron veya Samuel' di; Adalard, Augus­
tinus ve en önemlisi Charlemagne, "barışın kralı" Davut'tu. Bu akade­
minin programı Alcuin'in amaçlarıyla uyum içindeydi: Yani Charle­
magne'ın sarayını "Antikçağ' dakinden daha da güzel bir Atina yapma -
ya çalışıyordu; çünkü Hz. İsa'nın öğretisi ona asalet kazandırmıştı."
Alimlerden oluşan ikinci bir dalga "bu rönesansı" Charlemag -
ne' dan sonra, Sofu Ludwig ve Dazlak Karl'ın hükümdarlıklarında sür­
dürmüş ve hatta geliştirmişti. Bu rönesans, sadece sarayda değil, yeni
açılan manastırlarda da teşvik edilmişti. Örneğin Einhard, Alman­
ya'da 822'den itibaren büyük Raban Maur'un başkeşiş olduğu Fulda
Manastırı'nda çalışmıştı.
Abartıya kaçmadan, Karolenjlerin entelektüel faaliyetinin Avru­
pa'nın kendisine özgü kültürünün bir katmanını ürettiğini söylemek
doğru bir saptama olacaktır. De litteris colendis olarak adlandırılmış
yasalarında, Charlemagne'ın kendisi, devletin yönetilmesi ve itibarı
için öğrenimin ne kadar önemli olduğunun altını çizmektedir.
Charlemagne ve danışmanları tarafından yürürlüğe konulmuş re­
formların bir kısmı önemliydi. Bunlardan biri yazı reformuydu. Yeni
Karolenj miniscule açık, istikrarlı, zarifti; hem okuması hem de yaz­
ması kolaydı. Bunun ilk Avrupa yazısı olduğu iddia edilmiştir. Alcuin,
manastır, kraliyet ve piskoposluk scriptoria'sında yer alan yoğun el
yazması kopyalama faaliyeti esnasında, anlaşırlık ve noktalama işaret­
lerinin doğru kullanılması konularına dair yeni bir anlayış getirmişti.
Charlemagne da Kutsal Kitaplar'a ait metinlerin düzeltilmesi çabasını
desteklemişti. Ortaçağ Batı'sında, geniş bir alana yayılmış Kitabı Mu -
kaddes temelli kutsal metinlerin yorumuna esin kaynağı olmuş dü -
zeltme uğraşısı önemli bir meşguliyet olmuştu ve bu, orijinal kutsal
metne gösterilen yerinde saygıyla, -bilgi ve öğrenmenin sonucu sağ -
lanan ilerlemenin sonucundaki- düzeltmelerin meşruiyetinin tanın­
masını birleştirmişti.
Karolenj rönesansının bazı ürünlerini, her şeyden önemlisi yaldızlı
harflerle süslenmiş resimli el yazmalarının zenginliğini, bugün hala
etkileyici buluyoruz. Olağanüstü Karolenj şaheserleri arasında birta -

44 AvRuPA' N ı N Docuşu
kını İncilleri ve mezmur kitaplarını sayabiliriz. Kitabı Mukaddes te­
melli şiirin, günümüz Avrupa'sında, hala görülen çekiciliğinin köke­
ninde Ortaçağ' da mezmur metinlerinden alınan büyük keyif yatar.
Bundan başka, özellikle Karolenjlerin tesiriyle olmasa da, aynı dö­
nemde belirmiş, ardından Ortaçağ boyunca gelişmiş ve devam etmiş
ve hatta bugün hala var olan bir tarzın, ilk kez bu sırada ortaya çıktığı­
nı da belirtmeliyiz. 6. yüzyıldan sonra, sık sık Yeni Ahit'in temel me­
tinlerinin dışında tutulmuş olan Aziz Yuhanna'nın Kıyamet'e ilişkin
vahiyleri, din adamları ve de müminler tarafından önemsenmemiş ol­
masına rağmen, 8. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmış bir çalışma,
onun bu talihsizliğini şaşırtıcı bir şekilde değiştirtirecektir. Bu, keşiş
Beatus tarafından 780 civarında Santander yakınındaki Liebana Ma -
nastırı'nda yazılmış Commentary' dir. * 9. ve 1O. yüzyıllarda, bu re -
simli yorumun kopyalarından geçilmemektedir. Buradaki birçok tas­
vir, Batılı minyatür sanatçılarının endişe ve terörü ifade etmedeki de­
hasına tanıklık etmektedir. Böylece Beatus Avrupa'ya ilk büyük korku
romanını kazandırmış oluyordu.
9. yüzyıl ayrıca Batı'da dini mimarinin geleceği açısından da çok
önemlidir. Getirdiği yeniliklerden ikisi, Avrupa mimarisi açısından
vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunlardan biri, haçı Antikçağ Roma ba­
zilikasının lineer tasarımıyla bütünleştiren çapraz sahındır. İlk çapraz
salımlar, 800 civarında, Köln Katedrali Agaunumlu Aziz Mauricius'ta
ve Besançon Katedrali'nde belirmiştir. Aynı dönemde, Saint-Riqui­
er'in başkeşişi büyük bir başarı yakalayacak başka bir yenilik getirmiş­
tir: İki taraftaki kuleleriyle Romanesk ve Gotik yapıların kapı girişle­
rini çok çarpıcı kılan batı cephesi. Bu tipi yansıtan birtakım çok değerli
yapılar inşa edilmiştir. Bunların arasında, Saint-Denis ve Fulda ma­
nastırlarıyla Aix-la-Chapelle imparatorluk sarayını ve kilisesini saya -
biliriz. Böylece hem usta işçi bulmaya çalışanlar hem de atölye temsil -
cileri çok geniş bir alana yayılacaktır. Aralarındaki işbirliğinden ötürü,
daha sonra birer sanatçı olarak kabul görecek usta zanaatkarlar, gelece -
ğin Avrupa'sına, daha sonraki abidelerin bir bölgeden diğerine aynı
tarzda yeniden üretildiği, estetik değeri yüksek ürünler sunmuştur.

* Commemary: Kutsal Metinler'in ya da başka bir kitabın bölümleri ya da tamamı hakkında,


açıklamalar ya da yorum içeren çalışma. (ç.n.)

YAR I M KALM I Ş AVRUPA: KARO LENJ Ü Ü NYASI 45


Fransa , Almanya , İtalya: Avrupa'nın Kalbi Nerede Atıyordu?

Bir dizi Ortaçağ metni, bu birleşik imparatorluktan Avrupa olarak


bahsetmiştir. Carmen de Carolo Magno Charlemagne'ı "Avrupa'nın
saygıdeğer başı" ve "Avrupa'nın babası" olarak adlandırmıştır. Charle­
magne, 7 8 1 kadar erken bir tarihte Akitanya krallığını, 8 1 4'te öldü -
ğünde tüm imparatorluğunu bırakacağı oğlu Ludwig'in ellerine teslim
etmiştir. Sofu Ludwig ise, oğullarından gelen baskıya dayanamadığın -
dan ya da çok geniş bir alana yayılmış bir yönetimin çıkardığı sorun­
larla uğraşmak zorunda kaldığından, imparatorluğu oğullar arasında
paylaştırma pratiğine geri dönmüştür. Bu bölünme, ölümünden son­
ra Lothar ve Alman Ludwig arasında yapılan bir anlaşmayla onaylan -
mıştır. İlk önce 842 'de Strasburg' da gerçekleştirilmiş, ardından iki ye­
rel dilde (Frankça ve Almanca) yazılmış ilk resmi metinde kayda geçi­
rilmiş ant içmeler ve daha sonra imparatorluğun bölünmesini onayla -
yan Verdun (843) ve Minden (844) antlaşmalarıyla somut bir biçim
almıştır. Böylece Avrupa'nın en batı ucu, bu dramatik olayların ardın­
dan batı ve doğu Francia olarak tanımlanan iki bölge şeklinde örgüt­
lenmiş ve bu bölgeler, sırasıyla, geleceğin Fransızlarını ve Almanlarını
oluşturacak iki halk tarafından iskan edilmiştir. Bu ikisinin arasında,
kuzeyden güneye uzanan ve iki başkenti (Aix-la-Chapelle ve Roma)
kapsayan üçüncü bir bölge vardır. Bu bölgenin bir kısmı Lothringen
olarak adlandırılırken kalan kısmı da İtalya'yı oluşturmaktadır. Kısa
bir süre sonra Lothringen'in korunması zor, yapay bir varlık olduğu
ortaya çıkacaktır. Fakat bu durumun toprakla ilgili ve siyasi gerçekliği,
kendisini üç baskın bölgenin ortaya çıkması şeklinde gösterecektir. Bu
bölgeler bir 9. yüzyıl belgesinde prestantiores Europae species, Avru­
pa'nın üç başat bölgesi olarak adlandırılmıştır: İtalya, Galya ve Alman­
ya. Bu birimlerin ne saptanabilir kesin sınırları ne de açık bir şekilde
tanımlanmış kurumsal yapıları söz konusudur ancak yine de bunlar
uzak gelecekteki, modern çağdaş Avrupa'nın üç ulusunu oluşturmuş­
lardır: Fransa, Almanya ve İtalya. Bu somut gelişme, Avrupa'nın ya­
vaş, tarihsel gelişimi konusunda üzerinde düşünülecek önemli mik -
tarda malzeme sunmaktadır. Belli güçler, çok erken bir tarihten itiba -
ren diğerlerinden daha üstün bir konuma yerleşmiştir. Avrupa'nın gü -
nümüzdeki yapısı, Fransa-Almanya ekseninin iddialarıyla yüzleşme -
lidir. Bu şüphesiz Avrupa'nın istikrarı için gerekli bir faktördür ama
aynı zamanda Avrupa topluluğu içinde eşitsizlikler ve kıskançlıklar
yaratmaktadır.

46 AVRUPA'N I N Doluşu
3
Avrupa Düşü ve
1 0 0 0 Yılının
Potansiyel Avrupa 'sı

Otto İmparatorluğu'nun Avrupa'sı

1 O. yüzyılın ortasında, I . Heinrich'le Azize Mathilde'nin oğlu ve Al­


manya Kralı I. Otto, Charlemagne'ın emperyal birlik düşünü yeniden
canlandırmaya girişti. Otto, 93 6'da Aix-la-Chapelle'de taç giymiş, ar­
dından Almanya'da çeşitli bölgeleri ilhak etmiş ve Macarlara karşı
955'te kazandığı ünlü Lechfeld zaferi de dahil olmak üzere, istilacılar
karşısında çeşitli zaferler kazanmıştır. Kendisine 962 'de Roma' da, Pa­
pa X I I . Johannes tarafından imparatorluk tacı giydirilmiştir. Eşit ko­
numa gelmek ve Bizans İmparatorluğu'yla ilişkileri geliştirmek için
oğlunu Bizans Prensesi Theophano'yla evlendirmiştir. Slavlarla ilişki -
leri geliştirmek için, 968' de Magdeburg' da bir başpiskoposluk kur­
muş ve 973 'te öldüğünde buraya gömülmüştür. Her ne kadar Ot­
to'nun eseri, Ortaçağ boyunca gerçek gücünü yitirmişse de, Charle -
magne'ın imparatorluğunun aksine, Avrupa standartlarına göre nis­
peten uzun süre varlığını korumuş olan bir kurum ve otorite için ge -
rekli temeli sağlamıştır. Otto'nun bu imparatorluğu Kutsal Roma­
Germen İmparatorluğu olarak adlandırılmıştır. Bu isim, imparatorlu -
ğun ilkin ilahi doğasını ve ardından da başkenti Roma'yla birlikte, Ro -
ma İmparatorluğu'nun devamı olduğu fikrini ifade etmiştir. Üçüncü
olarak da, bu kurumda Almanların üstün bir konumda olduğunu vur -
gulamıştır. Sofu Ludwig'in taşıdığı vizyon böylece bir bakıma tekrar

47
canlandırılmış ve sürdürülmüştür. Burada, Kuzey Denizi'nden Akde­
niz' e olmak üzere, kuzeyden güneye potansiyel bir Avrupa'nın belke­
miğini, Almanya ve İtalya oluşturmaktadır. İtalya ve Kuzey Avrupa
arasında hiçbir zaman gerçek bir engel teşkil etmemiş olan Alpler, ar -
tık her zamankinden fazla bir şekilde, Ortaçağ "Avrupa" Hıristiyanlı­
ğının kuzey ve güney kısımlarını birleştiren (imparatorların Roma'ya
inmesi bir tür siyasi ayin özelliği kazanmıştır) önemli bir geçide dö­
nüşmüştür. Alpler'deki geçitler geçilir hale geldikçe hacıları ağırlamak
için konukevleri inşa edilmiştir ve hem ticaret hem de insan ilişkileri
arttıkça, Ortaçağ "Avrupa" Hıristiyanlığının kalbindeki Alpler'in öne­
mi de gittikçe artan bir şekilde teyit edilmiştir. Uri, Schwyz ve Unter­
walden kantonları Alp geçitlerini, özellikle 1 3 . yüzyılın ikinci yarısın­
da Saint-Gothard geçidi inşa edildikten sonra, korumuş ve güvenilir
kılmıştır. Bu üç kanton 1 29 1 'de birleşerek İsviçre Konfederasyonu'nu
oluşturmuştur. Avrupa demokrasisi, uzak bir gelecekte bu mütevazı
ve beklenmedik tohumdan gelişecektir.

1 000 Yılının "Yeni Avrupa"sı

1.Otto'nun oğlu i l . Otta, imparatorluğu oluşturan parçaları güçlen­


dirmiş ve onun, babasının 983 'teki ölümünün hemen arkasından Ro­
ma' da taç giymiş oğlu 1 1 1 . Otta, tüm Hıristiyanlık için parlak bir gele­
cek getiren kişi olarak kabul görmüştü. 1 002 'de 2 1 yaşında ölecek
olan, bu 1 3 yaşındaki imparatorun yetenekleri ve zekası ona, dünya
harikalarından biri anlamına gelen mirabilia mundi tanımını kazan -
dırmıştı. Roma' da, o sırada orada yaşayan Praglı Aziz Adalbert ve pis­
koposluğundan azledilmiş Reims Başpiskoposu Aurillac'lı G er­
bert'ten çok iyi bir bir eğitim almıştı. Gerbert yaşadığı dönem için ola -
ğanüstü bir alimdi. Araplarla ilişkiye geçtiği Katalonya' da aritmetik,
geometri, müzik ve astronomi çalışmıştı. İmparatorun desteğiyle,
999' da i l . Silvester adıyla papa olacak ve imparator olan öğrencisiyle
birlikte Avrupa Hıristiyanlığını geliştirmek için hırslı bir plan üzerin -
de çalışacaktı. Yeni Avrupa'nın Slav ve Macar topluluklarının, 1 1 1 . Ot -
to'yla i l . Silvester'in geliştirdiği bu programda nasıl asli bir konum ka -
zandığını Alexander Gieysztor açık bir şekilde göstermiştir. Dönemin
minyatürleri imparatoru, Roma, "Galya", "Germanya" ve nihayet
Slavların ülkesi " Slavya" birliklerinin başında tüm görkemiyle geçer -
ken resmetmiştir. M S 1 000' de papayla imparatorun paylaştığı Avrupa

48 AvRuPA' N ı N Docuşu
düşü bariz bir şekilde daha doğuya uzanan bir Avrupa' dır. Tarih bu rü­
yayı hemen hemen gerçekleştirecektir. Slav dünyasının birleşik Hıris­
tiyanlığa dahil olması, Avrupa'nın geleceğine delalet etmiş olup, hala
bugün bile Avrupa'nın birleşmesinin en önemli olaylarından birini
temsil etmektedir: Bu problemin de kökleri Ortaçağ' dadır.
Bugün çok fazla tartışılan bir soru, 1 000 yılının, Ortaçağ Hıristi -
yanlığının gelişmesinde önemli bir çıkışın başlangıcı olup olmadığı -
dır. Hıristiyanlık'ta 9 SO'yle 1 050 yılları arasında elbette ekonomik fa­
aliyetlerde ani bir artış görülmektedir. Bu ekonomik büyüme, 1 000
yılının dini ve siyasi düşlerinin arka planını oluşturmuştur. Neredey­
se Hıristiyanlığın tamamını etkilemiştir. Bu konuyla ilgili olarak özel­
likle Cluny keşişi Raoul Glaber'in tanıklığı etkileyicidir:

Yeni binyılın üçüncü yılı yaklaştıkça, neredeyse her yerde ama en


önemlisi İtalya ve Galya' da, kiliseler tekrar inşa ediliyordu. Her ne ka­
dar çok sağlam yapıdaki birçoğunun yeniden inşa edilmesi gerekmiyor
olsa da, olumlu bir rekabetin getirdiği etki sonucu, tüm Hıristiyan top­
lulukları, komşularından daha görkemli bir kiliseye sahip olma zorun­
luluğunu hissetmeye başlamıştı. Sanki dünya kendisini içinde bulun­
duğu antik köhnelikten kurtarmaya ve her yerde kiliselerden ibaret
beyaz bir örtüyle kaplanmaya çalışıyor sanırdınız. Piskoposluklardaki
neredeyse tüm kiliseler ve her türlü azize adanmış manastırlar ve hat­
ta küçük köy şapelleri bile, inananlar tarafından daha güzel olmaları
için yeniden inşa edilmişti.

Bu ani faaliyet artışı, inşaatla ilgili tüm zanaat ve işlere büyük bir can­
lanma getirmiştir: Hammadde teminini, bunların naklini, alet yapı­
mını, işçi toplanmasını ve projelerin finansını teşvik etmiştir. Söz ko­
nusu dönem, inşaat alanlarının sayısının arttığı bir zamandır ki bu,
Avrupa'ya Romanesk ve Gotik tarzda gösterişli sayısız yapı kazandı­
racak olan Hıristiyanlığın dinamizmini göstermektedir. "Eğer inşaat -
çılık canlanmışsa her şey yolundadır" deyimi kesinlikle 1 000 yılı Av -
rupa'sı için kullanılabilir. Bu büyük maddi faaliyet artışına eşlik eden,
aynı anda dini ve psikolojik bir yapı sunan yoğun, kolektif coşku ol -
muştur. Georges Duby, göklerde beliren işaretlerden başlamak üzere,
binyıl olağanüstülüklerini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Binyıl çok
geniş bir pişmanlık ve arınma hareketinin, emanetlerle mucizelerin
çevresinde gelişen kültlerin ve ümitler, korkular ve düşlerden oluşan
büyük bir karışımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Avrupa'nın

AVRU PA D ü ş ü VE 1 0 0 0 YI L I N I N POTANS İYEL AVRUPA'sı 49


kalbi attığında, batıdan doğuya ve kuzeyden güneye neredeyse her
yerde güçlü bir şekilde atmıştır. Avrupa duyarlılığı iç sınırları tanıma­
mıştır.

"Yeniler": İskandinavlar, Macarlar ve Slavlar

Bu noktada, I I I . Otto'yla ilgili olarak değindiğim, son istila ve Hıristi -


yanlaştırma dalgasına dönmemiz gerekiyor. Slavlar çoktan Hıristiyan­
lığı kabul etmiş ve böylece ırksal açıdan karışık bir Avrupa'nın yaratıl­
ması sürecine katkıda bulunmuştur. Adriyatik'le Tuna ve Roma'yla
Bizans arasındaki bölgeye 7. ve 8. yüzyıllar arasında sızan Hırvatlar
Aix-la-Chapelle (8 1 2) Anlaşması'yla Frankların otoritesi altına girdi­
ler. Latinlerle Bizanslılar arasında kimliklerini korumayı başaran Hır­
vatların eğilimleri daha çok Latinlerden yanaydı ve 925'te Papa X. Jo­
hannes, Hırvat Tomislav'a krallık tacı giydirdi. 925 ve 928'de topla­
nan Split konsillerindeyse, papa Slavları Roma'nın yetkisi altına soktu
ve Split'te bir metropolit başpiskoposluğu oluşturdu.
"Yeniler" üç gruba ayrılmaktaydı. Bu grupların yavaş olan Hıristi­
yanlaşma süreci, 1 000 yılı civarındaki atmosfer sayesinde hızlanmış­
tır. İlk grup bizim Vikingler veya Normanlar olarak bildiğimiz İskan­
dinavlardır. 8. yüzyılın sonundan 1 O. yüzyılın ortasına kadar, Batı'nın
Hıristiyanları bu grupları kana susamış istilacılar ve yağmacılar (her ne
kadar yağmalar belli miktarda barışçıl ticareti de beraberinde getirmiş
olsa da) olarak görmüştür. 1 O. yüzyılda Danlar Norveç'i de kapsayan
ve Grönland'a kadar Kuzey Denizi'ne egemen geniş bir imparatorluk
kurmuştu. İzlanda'da kurulan ilk toplum, Dan ailelerinden oluşan
ufak bir grup etrafında şekillenecek ve Althing adı verilen, yeni kurul­
muş kendi halk meclisi tarafından yönetilen plütokratik oligarşi* ola -
caktı. İzlandalılar 1 O. yüzyılın sonunda Hıristiyanlığı kabul etmiş ve
1 000 yılında bir anayasa ortaya çıkarmıştır. Danlardan büyük ölçüde
bağımsız bir şekilde var olmuşlardır ve Ortaçağ boyunca batı dünyası­
nın en parlak edebi tarzlarından biri olan Sagaları üretmişlerdir. Böy­
lece, Avrupa coğrafyasının en kuzeybatı ucunda denizden geçinen bir
toplum ve Ortaçağ Hıristiyanlığını olağanüstü bir tarzda zenginleşti -
ren bir uygarlık gelişmiştir. Bu arada Danlar 1 O. yüzyılın sonunda Bü-

• Plütokratik oligarşi: Zenginlerin egemenliği. (ç.n.)

50 AVRUPA'N I N Docuşu
yük Britanya'nın fethine başlamıştır. Bir süre başarılı olmuşlardır.
1 0 1 8'le 1 03 5 arasında Büyük Canute hem Büyük Britanya hem de
Danimarka kralı olmuştur. Danimarka'da sistematik bir şekilde ma­
nastırları ve Hıristiyanlığı teşvik etmiştir. Norveç' teyse, 1 O 1 5 'le 1 O3 O
arasında hüküm süren Aziz O lav, 995'le 1 000 arasında kral olan O lav
Tryggvason tarafından getirilmiş Hıristiyanlığı özendirmiştir. Aziz
Olav'ın Kilise tarafından tanınması, papanın halklarını Hıristiyan
yapmış kralları azizlikle ödüllendirmesi pratiğiyle uyumludur. Bu,
din değiştirmiş veya değiştiren kralların, halkları adına Hıristiyanlığa
kabul edildiği birçok vakadan sadece biridir. İsveç'te de 1 1 . yüzyılın
başında Hıristiyanlığı kabul eden ilk kral Olof Skötkonung olur. İs­
kandinavların Hıristiyanlığı kabul etmeleriyle ilgili bu öyküyü ta­
mamlamak için, Rollo komutasında Galya Normandiyası'na yerleşen
Normanların, Karolenj egemenliğine girdiğini, kendilerine teklif edil­
diğinde Hıristiyan olduklarını ve gelecekteki dukalığı kabul ettikleri
de belirtilmelidir. Piç William (Fatih William) papanın tasdikiyle
1 066' da Büyük Britanya'yı ele geçirmiş ve Hastings Savaşı'ndaki za -
ferinden sonra Anglosakson krallığını sona erdirmiştir. Böylece artık
Kuzey'in Batılılarının hepsi Hıristiyanlığı, yani geleceğin Avrupa'sını
kabul etmiştir.
Orta Avrupa' da Macarların Hıristiyanlığa geçişiyse değişiktir. Ma­
carlar, ne Romen ne Alman ne de Slav ailesine ait bir dil kullanıyordu;
bu açıdan farklıydılar. Bu özelliklerini günümüze kadar sürdürmüş ol­
maları, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, kültürel ve siyasi bir varlı­
ğın oluşumunda dilsel farklılıkların aşılmaz olmadığını göstermekte­
dir. (İsviçre'nin diğer örneği oluşturduğu bu konuya geri döneceğiz.)
Asya kökenli Macarlar, uzun bir göçten sonra, 9. yüzyılın sonunda
Karpatlar' da Dük Arpad liderliğinde yarı göçebe bir devlet oluştur­
muştur. Buradan Orta Avrupa'ya ölüm saçan akınlar düzenlemiş ve
ancak 9 5 5'te İmparator 1. Otta tarafından Lechfeld'de acı bir yenilgiye
uğratıldıklarında bundan vazgeçmişlerdi. Bundan sonra Macarlar, bir
kısmı doğuda, bir kısmı da batıda başlatılan Hıristiyanlaştırılma sefer­
lerine maruz kalmışlardır. Sonunda Katolik misyonerler (Almanlar,
İtalyanlar ve Slavlar) kazanacaktır. Aziz Istvan'ın yetiştirilme şekli,
Hıristiyan Avrupa'nın yapısının karışık doğasına tanıklık etmektedir.
Prag Başpiskoposu Vojtech (daha sonra Aziz Adalbert), İmparator 1 1 .
Heinrich'in kız kardeşi ve bir Bavyeralı olan karısı Gisela ve d e Vene -
dik manastırı San Giorgio Maggiore' de eğitilmiş olan Csanad'ın Macar
Piskoposu Gellert tarafından etkilenmiştir. Gellert henüz yeni olan

AVRUPA D ü ş ü VE 1 0 0 0 Y I LI N I N POTANSİYEL AVRUPA's ı 51


Macar Kilisesi'ni örgütlemiş ve 1 046' da gerçekleşmiş bir pagan isya -
nında şehit edilmiştir. 99S'te vaftiz edilmiş Istvan da, kendi payına,
Aziz Martin'in doğduğu sanılan Pannonhalma'da bir Benedikten ma­
nastırı kurmuştur. Macaristan'ın ilk on piskoposluğunu oluşturmuş,
her köyün bir kilise kurması zorunluluğunu getiren kararları yürürlü­
ğe koymuş ve ardından yerine geçen ve benzer şekilde Kilise tarafın­
dan aziz ilan edilmiş oğlu Imre için Libellus de instructione morum
olarak adlandırılmış bir hükümdarlık rehberi yazmıştır. Son olarak da,
bu istisnai aziz krallar soyunun bir üyesi olan torunu Laszl6 ( 1 077-9 5
arasında hüküm sürmüştür) Kilise tarafından aziz ilan edilmiştir.
Binyıl civarında gerçekleşen bu büyük Hıristiyanlaştırma dalgası
batı Slavlarını da etkilemiştir. Hırvatların Adriyatik'in kuzeydoğu
bölgesine nasıl yerleştiğini daha önce gördük. Hem olumlu hem de
olumsuz nedenler yüzünden, aşırı derecede önemli olan bir başka va­
kanın da belirtilmesi gerekmektedir. Bu, Slavları Rum Ortodoks Hı­
ristiyanlığa geçirme girişimiyle ilgilidir. Buna Kyrillos ve Methodius
adında iki kardeş önderlik etmiştir. Erken bir dönemde Slav topluluk­
larıyla yakından ilgilenen bu iki Bizanslı keşiş, sadece Slavları Hıristi -
yan yapmak için uğraşmamış, aynı zamanda onların kültürel kimlik -
lerini de güçlendirmeye çalışmıştır. Bu amaçla Slav dili için kiril alfa­
besini kullanarak özel bir yazı türü yaratmışlardır. Dini yayma çalış­
malarının merkez üssü Moravya olmuştur. Etkileri dilsel ve ayinsel
alanlarda önemli ve uzun vadeli olmuşsa da, Çekleri ve Moravya'nın
diğer halklarını Rum Ortodoks yapmada başarısızlığa uğramışlardır;
Bohemya ve Moravya, Roma Latin Hıristiyanlığının parçası olmuştur.
Her şeye rağmen, bu olayın Slavlar ve Orta Avrupa'nın diğer halkları
üzerindeki etkisi, Papa I I . Johannes Paulus'un Kyrillos ile Methodi -
us'u Nursialı Aziz Benedictus'la birlikte, Avrupa'nın hamileri ilan et -
mesini sağlayacak kadar önemli olmuştur.
Orta Avrupa'nın Hıristiyanlaştırılması dönemi, Macaristan'ın or -
taya çıkışı sürecinden farklı bir şekilde gelişerek, siyasi açıdan çalkan -
tılı olmuştur. Prens Svatopluk (870-94'te hüküm sürmüştür) Büyük
Moravya' da, Bohemya'nın 89 S gibi erken bir tarihte ayrıldığı, bir dev­
let kurmuştur. 1 000 yılı civarında, her ikisi de bu tarihte artık Hıristi­
yan olmuş Bohemya ve Polonya, Moravya üzerinde hak talep etmek -
tedir. 966'da Piast hanedanından Prens Mieszko vaftiz olmuştur. Hı -
ristiyan Polonya'nın komşu Alman imparatorluğuyla ilişkileri yarı
düşmanca yarı dostçadır. 999'da Gniezno'da, Aziz Adalbert'in meza­
rının olduğu yerde, tamamen Lehçe konuşulan bir başpiskoposluk ku-

52 AVRUPA' N I N Docuşu
rulmuş ve İmparator I I I . Otta 1 000 yılında buraya hac ziyaretinde bu­
lunmuştur. Sonunda, 1 02 5 yılında, Yiğit Boleslaw kendisini Polonya
kralı ilan ederek taç giymiştir. 1 1 . yüzyıl esnasında ülkenin dini ve si -
yasi merkezi güneye kaymış ve Krakov başkent olmuştur. Bu, Hıristi­
yanlaşmanın hem Kilise düzeyinde hem de siyasi düzeyde izlediği ge­
nel modeldir. Genellikle başpiskoposlukların kurulması belli kralların
yükselmesiyle bağlantılandırılmıştır. Orta Avrupa'nın Ortaçağ' da ve
ayrıca uzun vadede kendisine özgü bir karakteri olup olmadığı soru­
suna daha sonra geri geleceğiz. Nasıl olursa olsun, Hıristiyanlığın bu
şekilde yapılanmasında, ortaya çıkmakta olan Avrupa, genelde, Hıris­
tiyanlığa geçiş kadar monarşiye dayanan devlet kurumunu da tercih
etmiştir. Avrupa bu noktada bir krallar topluluğu tarafından temsil
edilmektedir.
Neredeyse tüm Batı ve Orta Avrupa' da Hıristiyanlığın yerleşmesi­
ne (1 1 . yüzyılın sonunda sadece Prusyalılar ve Litvanyalılar hala pa­
gandır) yer adlarında yapılan kapsamlı değişiklikler eşlik etmiştir. İn­
sanların vaftiz edilmesi kadar yerlerin vaftiz edilmesine de önem ve­
rilmiştir. Çoğu hac ziyaretleriyle ilişkili Hıristiyan yer adlarından iba­
ret ağların, Hıristiyanlık üzerinde bıraktığı izleri görmek mümkün­
dür. Martin, 1 1 . yüzyılın sonunda, Polonya' dan İspanya'ya kadar Hı­
ristiyanlıkta en sık rastlanan yer adıdır.

Bir Avrupa "Barış" Hareketi

MS 1 000 yılının dünyası, kavgacı ve şiddet doludur. Paganlarla savaş,


bunların tümü Hıristiyanlaştırıldığından geçmişe ait bir uğraşa dönü­
şürken, Hıristiyanlar arasında yerel düzeydeki de olmak üzere, her dü -
zeyde çatışmalar çıkmaya başlamıştır. Bu noktada, 1 000 yılı civarında,
Hıristiyan aleminde çok güçlü bir barış hareketi ortaya çıkmıştır. Barış,
Hıristiyanlığın teşvik ettiği başlıca ideallerden biridir ve ayinsel olarak
barış öpücüğüyle temsil edilir. Hz. İsa barış için uğraşanları övmüş ve
barışı, Hıristiyanlığın en önemli değerlerinden biri yapmıştır. 1 O. yüz -
yılın sonunda Güney Fransa' da, daha sonra 1 1 . yüzyılda tüm Batı Av­
rupa'ya yayılan bir barış hareketinin belirmesi, tarihsel olarak feodaliz -
min ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. Feodal lordların iktidarının yerleş­
mesi (bu konuya daha sonra geleceğiz) çeşitli şekillerde sağlanmıştır
ama Karolenjlerin son temsilcilerinin merkezi iktidarını ortadan kal -
dıran ve meydanı feodal lordların zorbalığına bırakan esasen şiddettir.

AVRUPA D ü ş ü VE 1000 Y I LI N I N POTA N SİYEL AVRUPA'sı 53


Hıristiyanlık için barış, kutsal bir eskatalogya* kavramı, Cennet'in
sunduğu barışın önceden haber verilmesi, önceden oluşturulmasıydı.
Dolayısıyla MS 1 000 civarındaki barış hareketi, dini coşkunun temel
unsur olduğu gösterilerle ifade edilmiştir. Bu harekette başı çekenler
Kilise ve köylü kitleleridir. Bazı tarihçiler, bu hareketi Kilise'nin sö­
mürdüğü ve ele geçirdiği bir halk isyanı olarak görmüştür. Kilise, in­
sanların bu toplanmalarını desteklemeyi seçmiştir ve bunları ruhban
sınıfından olmayan kişilerin de katıldığı konseyler olarak görmüştür;
ve bunlar Hıristiyanlığın, emanetler ve mucizeler kültleri gibi, yeni di­
ni özelliklerini yayma konusunda yardımcı olmuştur. Fakat bu hareket
başlangıçta zayıfların korunmasıyla ilgili kurallar oluşturma dalgasına
da yol açmıştır: köylüler, tacirler, hacılar, kadınlar ve (Kilise durumun­
dan en iyi şekilde faydalandığından) din adamları. Kısacası, bu hareket
savaşçıların Avrupa'sının karşısına "silahsızlar"ın Avrupa'sını çıkar­
mıştır. Bu noktada, feodal lordlarla siyasi liderler bu barış hareketini ele
geçirmek için harekete geçmiştir. Bunların barışı desteklemek için uy­
gulamaya koyduğu tedbirler, şiddetin tamamen yasaklanmasından zi -
yade esas olarak yönlendirilmesi ve düzenlenmesiyle ilgili olmuştur.
Tanrısal ateşkes olarak adlandırılan ve belli anlarda silahların bırakıl­
masını içeren bir uygulama başlatılmıştır. Barışa veya daha mütevazı
bir yaklaşım benimsenecekse, bu ateşkese gösterilen saygı, sadece ha­
tırı sayılır derecede askeri bir güçle (böylece bir polis gücüne dönüş­
müşlerdir) değil, aynı zamanda yönetimden kaynaklanan bir meşrui­
yet ve uzlaştırma rolüyle donatılmış gruplar aracılığıyla biraz daha gü­
vence altına alınmıştır. Diğer yandan Frankların kralı Sofu Robert ve
İmparator i l . Heinrich de 1 024'te Meuse Nehri üzerinde toplanmış bir
mecliste evrensel barışı ilan etmiştir. Barış, bu evrede güçlüler tarafın­
dan dayatılmaktadır. Tanrı'nın barışı, kralın barışına veya Normandiya
gibi bazı bölgelerde de dükün barışına dönüşmüştür. Barış, kralların
kendi iktidar alanlarını sağlam bir şekilde oluşturmalarını sağlayan en
önemli araç olmuştur. MS 1 000 yılında barışın çevresini kuşatmış es -
katologya ve kutsallık halesinden eser kalmamıştır, fakat dini bir ideal
olmaya devam etmiştir. Barış, bugün bile Avrupa'nın ilk önce ulus ve
ardından da Avrupa düzeyinde gözettiği başlıca ortak hedeflerinden
biridir. 1 3 . yüzyılda Fransa Kralı IX. Louis'yi (Aziz Louis) başarılı bir

• Eskatalogya: Özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlıkta kıyamet, ölülerin dirilmesi ve benzer


inançlarla ilgili ahiret öğretileri. (ç.n.)

54 AvRu PA'N ı N Docuşu


hakem veya o dönemdeki şekliyle uzlaştırıcı yapan neden, azizlere la­
yık itibarının onu, ilk başta kutsal görülmüş bu işe herkesten daha uy­
gun kılması olmuştur.

İspanya'da Yeni Bir Avrupa Tapınağı:


Santiago de Compostela

İber Yarımadası'nı Müslümanlardan geri almak için ilk girişimler de


MS 1 000 civarında belirmiştir. Bu hareket daha sonra Reconquista*
olarak tanınacaktır. 9. yüzyılın başında önemli bir olay gerçekleşmiş­
tir. Galicia bölgesinde bir Antikçağ Vizigot mezarlığının bulunduğu
yerde, Compostela'da ("Yıldız Tarlası", campus stellae), olağanüstü
ışık ve görüntülere de ev sahipliği yapan bir şey bulunur. Bulunan, be­
deni şehit olduktan sonra deniz yoluyla nakledilen, havarilerden Aziz
Yakub'un mezarıdır; görünüşe göre bedenini taşıyan tekne burada
batmıştır. 820-30 arasında bulunduktan sonra, üzerinde gittikçe da­
ha görkemli bir dizi tapınağın kurulduğu bu mezar, zamanla bir hac
merkezine dönüşmüştür; 1 2. yüzyılda Hıristiyanlığın üçüncü en bü­
yük hac merkezi olmuştur (diğer ikisi Kudüs ve Roma' dır). Aziz Ya­
kub, Müslümanlara karşı mücadele sırasında, Hıristiyanların en bü­
yük desteği olarak görülecektir. Savaşlarda Hıristiyanların yanında be­
lirdiğine inanılacak ve bu yüzden de kendisine "Mağribilerin katili"
anlamına gelen Matamoros adı verilecektir. Santiago (Sant'Iago), Hı -
ristiyanlığın her köşesinden hacıları, Avrupa'nın en büyük hac yolcu­
luklarından birine dönüşecek bir sürece çekmiştir (her ne kadar son
zamanlarda iddia edildiği gibi, Santiago'nun parlak döneminin Orta -
çağ' dan ziyade modern dönem olduğu doğruysa da). Santiago de
Compostela'nın ünü, Avrupa'nın kurulma sürecinde, çevre bölgelerin
taşıdığı önemi göstermektedir.
Bu arada, Kuzey İspanya' daki konumunu sürdürmüş ama sürekli
Müslümanlar, özellikle de el-Mansur (985'te Barselona, 997'de de
Santiago de Compostela'nın talan edilmesinden sorumludur) tarafın -
dan akınlara maruz kalan Hıristiyanlar, kendilerini örgütlemekte ve
sadece Müslümanlara direnmekle kalmayıp, aynı zamanda onlara sal -

* Reconquista: Tekrar fethetme, geri alma. İber Yarımadası'nın Hıristiyanlar tarafından yeniden
fethedilerek, Müslümanlardan kurtarılması. (ç.n.)

AVRUPA D ü ş ü VE 1000 Y I LI N I N POTANSİYEL AVRUPA' s ı 55


dırmaktadırlar. Hıristiyanların siyasi ve askeri açıdan örgütlenmesi
konusunda, 1 O. yüzyılda Pamplona Krallığı'nda kesin bir gelişme kay -
dedilmiştir. El-Mansur'un ölmesi ve torununun 1 009'da suikasta
kurban gitmesinin ardından, artık Hıristiyanlar, Müslüman İspan -
ya' da beliren krizden yararlanmaya hazırdır.

Avrupa'nın Birleştirilmesi

Bu arada Doğu'da, her ne kadar Otto'dan itibaren Kutsal Roma-Ger­


men imparatorları hala bir kopmayı önlemeye çalışıyor olsalar da, Bi -
zans'la ilişkilerin zamanla kötüleşmesi, Latin Roma Hıristiyanlığını
Bizans İmparatorluğu'ndan, o sırada farkında olunmasa da kesin bir
şekilde ayırmıştı. 1 . Otto'nun kendisi Roma'da bir imparator olarak
kutsanmıştı. Daha önce bahsedildiği gibi, 1 . Otto, oğlu I I . Otto'yu, ya­
tıştırma amaçlı bir jest olarak 972 'de Bizans Prensesi Theophano'yla
evlendirmişti. Prenses, I I I . Otto'nun henüz reşit olmadığı 983 'ten
9 9 1 'e kadar naiplik işlevini üstlenecekti. I I I . Otto'nun sarayındaki Bi­
zans etkisi her halükarda güçlüydü. Dolayısıyla MS 1 000 yılında, Hı -
ristiyan Avrupa henüz ne Bizans'tan ne de Ortodoks Slav dünyasın­
dan kopmuştu. Frankların kralı ve Hugues Capet'in torunu 1 . Henri de
( 1 03 1 -60 arasında hüküm sürmüştür) 1 05 1 yılında bir Ortodoks
prensesle, Kievli Rus Anna'yla evlenmişti.
Çağdaş metinler "Avrupa" terimini, 9. ve 1 O. yüzyılların Karolenj
ve Karolenj sonrası dönemi boyunca bugün kimi zaman kabul edilen­
den daha sık kullanmıştır; ve bazı iddiaların aksine, bu "tamamen coğ­
rafi bir ad" değildir. Üstelik "tamamen coğrafi bir ad" deyiminin ken­
disi bir anlam ifade etmemektedir. Bu tür adlar hiçbir zaman masum
değildir. Avrupa teriminin kullanımı, Hıristiyanlıktan eski bir toplu -
luk anlayışına işaret etmektedir ve 1 1 . yüzyıldan itibaren, her ne kadar
bu ortak kimlik anlayışı devam etmiş ve hatta "Avrupalılar" arasında
güçlenmişse de, bunu ifade etmek için daha çok yeni bir sözcük, Hıris -
tiyanlık sözcüğü kullanılmıştır. III. Otto'nun ardılı İmparator II. He­
inrich'in (1 002-24) Bamberg'de korunmuş tören pelerini, impara -
torluk düşünün evrensel boyutlarını göstermektedir. Burçlardan olu -
şan süsler Hz. İsa, Meryem, melekler ve azizlerden oluşan resimlerle
karışmış durumdadır. Bu pelerinin kol, yaka ve etek kenarları boyun -
ca görülen Latince yazı hükümdarı selamlamaktadır: "Ey sen, Avru -
pa'nın onuru, kutsanmış Caesar Heinrich, ezelden ebediyete hüküm

56 AVRUPA' N I N Docuşu
sürmesini dilediğim sen, imparatorluğunu büyüt." (Bu pelerinin res­
mi ve bununla ilgili yorumlar Michel Pastoureau ile Jean-Claude
Schmitt'in Europe. Memoires et Emblemes, Paris: Editions de l'Eparg­
ne, 1 990 çalışmasında s. 74-75'te bulunabilir.)

AVRUPA D ü ş ü VE ı o o o Y I LI N I N POTA N S İYEL AVRUPA'sı 57


4
Feodal Avrupa
(1 1 . Yüzyıldan
1 2 . Yüzyıla)

ıristiyanlığın sağlam bir şekilde yerleştiği dönemde, ileride Av­


H rupa olarak bilinecek şeye doğru büyük bir hareketin başladığı
görülür. Fakat bu ileriye doğru hareket, ilk evrelerinde engellenmiş
olabilir. Çünkü bunun değişmez bir şekilde, geleceğin Avrupa'sının
oluşturulmasına yol açması gerektiği önceden belli olan bir sonuç de­
ğildir. Ben özellikle bu yılların Avrupa'ya bıraktığı genel özellikler
üzerinde yoğunlaşacağım. Bu dönemin, Avrupa'nın feodal katmanını
oluşturduğu herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde söylene­
bilir.

Tarımsal Süreç

Bir kez daha temel bilgilerle başlayalım. Feodal Avrupa kırsal, esasen
toprağa bağlı bir Avrupa'ydı. Bugün, her ne kadar köylülerin sayısı ve
Avrupa üzerindeki etkisi büyük ölçüde azalmış olsa da, kırsal ekono -
mi yine de temel bir faktör olma özelliğini korumakta ve Avrupa Top­
luluğu'nun önündeki en zorlu sorunlardan birini oluşturmaktadır.
Ortak Tarımsal Politika'nın baş etmek zorunda olduğu dünya, Orta -
çağ'dan, tahıl ekiminin her zamankinden daha önemli bir konuma
ulaştığı dönemden mirastır. Avrupa, ekmeğe dayalı bir dünya olacak -
tır. Ayrıca, iki içeceğin baskın olduğu bir dünyadır. Bunlardan biri, ko-

59
numu Roma döneminden itibaren Hıristiyan komünyonunda taşıdığı
önemden ötürü güçlenmiş olan şaraptır. Şaraba olan talepten dolayı,
bağcılık iklimsel sınırının ötesine, Kuzey Fransa ve Güney İngiltere'ye
kadar yayılmıştır. Diğer içecek biranın atası ale'dir. Şarabın Avrupa­
sı'yla ale'nin Avrupa'sı arasındaki fark o kadar barizdir ki, 1 3 . yüzyıl
Fransiskenleri, tarikatlarının manastırlarını şarap manastırları ve ale
manastırları olarak ayırmıştır. Batıda, üçüncü bir içkinin, elma şarabı -
nın içildiği bir Avrupa ortaya çıkmıştır. Kırsal yaşam bu tür bölgesel
farklılık ve çeşitliliklere rağmen, MS 1 000' den itibaren çarpıcı şekilde
tektiptir. Bu dünya ve bu tektiplik birtakım önemli tekniklerin geliş -
mesinden ötürüdür. Bunlar insan emeğinin ve her şeyden önce de o
temel faaliyette, toprağın işlenmesinde, üretim kapasitenin artmakta
olduğunu gösterir. Arkaik saban, özellikle Kuzey Avrupa'nın düzlük­
lerinde, asimetrik saban demiriyle saban kulağının eklenmesi ve en
önemlisi, saban demirinin ahşap yerine demirden yapılmaya başla­
masıyla aşılmıştır. Yeni tip sabanı kullanarak yapılan tarım, saban çe­
kiş gücünde gelişmelere neden olmuştur. Güneyde eşek ve katır, ku­
zeyin bazı bölgelerinde de öküz kullanımına devam edilmiştir ama
kuzeyin düzlüklerinde öküzün yerini at almaya başlamış ve 1 2. yüz­
yılda Flandre' da köylü tarımının tamamına hakim olmuştur. Koşum
hayvanının kapasitesini çarpıcı bir şekilde artıran omuz koşum takı­
mının ortaya çıkışı, bir devrim olarak kabul görmüş ve buna abartılı
bir önem atfedilmiş olabilir. Fakat bu uygulamanın başlaması ve yayıl­
ması, tarımla ilgili yöntemleri geliştirme konusundaki kesin kararlılı­
ğı göstermektedir.
Kuzeyde de, mahsul miktarında ve çeşitliliğinde kaydedilecek iler -
lemede önemli bir rol oynayacak olan bir buluşun işaretleri görülmek -
tedir. Bu, geleneksel olarak iki yılda bir arazinin yarısının toprağın
dinlenmesi için nadasa bırakılmasından ibaret olan dönüşümlü ekim
sisteminde yapılan değişikliktir. Mevcut arazinin bir üçüncü parçası -
nın ayrılması baklagillerin üçlü bir dönüşüme dahil edilmesini sağla -
mıştır. Bu da, yılda iki tür mahsul almanın mümkün hale gelmesinden
ötürü, mahsul miktarında topyekun artışı getirmiştir.
Bazı tarihçilerin altını çizdiği gibi, MS 1 000 yılından sonra görülen
kısa süreli ani artışın Marc Bompaire'in "un coup de pouce du del"
(cennetten uzanan yardım eli) olarak adlandırdığı faktörden yararlan -
dığını fark etmek, bugünün çevre sorunlarına ve iklimsel değişiklikle -
re gittikçe daha duyarlı hale gelen dünyası açısından oldukça ilginçtir.
Avrupa' da 900 ile 1 300 tarihleri arasında, ortalama sıcaklıkta bir ve -

60 AVRUPA' N I N Docuşu
ya iki derecelik artış ve nem oranında tahıl ekimine uygun bir düşüşle
birlikte elverişli iklim koşulları egemen olmuştur.

Toplumun Hücresel Yapısı ("Hücreleşme'')

MS 1 000 civarı ve onu takip eden onlarca yıldan ibaret dönem, Hıris­
tiyanlığın oluşturduğu mekanın, sosyal ve siyasi bakımdan yeniden
yapılandırılması açısından bir dönüm noktasıdır; ve bu yeniden yapı -
landırma Avrupa'nın bölgesel örgütlenmesini derinden etkilemiştir.
Tarihçiler, bu yeniden örgütlenmede feodal kalenin çok önemli bir rol
oynadığından yola çıkarak, görülen değişikliği bazen Pierre Tou­
bert'in Ortaçağ Latium'u üzerine yaptığı büyük çalışmasından ödünç
aldıkları İtalyanca bir sözcüğü kullanarak ifade ederler: incastellamen -
to. Tüm Ortaçağ Avrupa'sına uygulanabilecek bir sözcük arayışında
olan Robert Fossier, Fransızcaya ait encellulement, yani "hücreleş­
me"yi önermiştir. Neydi bu yeniden örgütlemenin dayandığı temel
hücreler? Birinin kale olduğu apaçıktı ama bunlardan üç tane daha
vardı: feodal arazi, köy ve ruhani bölge. Feodal arazi, kalenin hükmet­
tiği bölgeyi tanımlıyor ve lordun tüm topraklarını ve köylülerini kap -
sıyordu. Yani toprak, insan ve bir yandan toprağın işlenmesinden, di­
ğer yandan da köylülerin yaptığı ödemelerden gelen gelirden ibaretti.
Ayrıca feodal lord, yönetimin başı olarak ban adı verilen birtakım hak -
lara da sahipti. Bu örgütlenme şekli neredeyse tüm Hıristiyan alemin­
de görüldüğünden, bazı tarihçiler "feodal sistem" yerine "senyörlük
sistemi" ifadesini önermiştir. Çünkü feodalizm, lordun, kendisine bir
vasal olarak üstündeki senyörü tarafından verilmiş dirliğin efendisi
olduğu daha sınırlı bir örgütlenme şekline işaret eder. "Feodalizm",
tam anlamıyla hukuki bir terimdir.

Köy ve Mezarlık

Senyörün arazilerinin büyük kısmı köylüler ve uyrukların iskan ettiği


ve köyler olarak bilinen yerleşim birimlerini içermekteydi. Antik -
çağ'ın ve erken Ortaçağ'ın dağınık kırsal yerleşimlerinin yerini alan
köy, genelde 1 1 . yüzyıl Hıristiyan aleminin başlıca özelliği haline gel -
mişti. Çoğu bugün harabeden ibaret kalelerin, günümüz Avrupa' sının
kırsal manzarasındaki konumu bir anı ve bir simgedir. Oysa Ortaçağ

FEODAL AVRUPA 61
köyü, bir yaşam alanı biçimi olarak Batı Avrupa'nın her yerinde hala
mevcuttur. Köy, iki temel unsurun çevresinde toplanmış evler ve tar­
lalardan oluşur: kilise ve mezarlık. Robert Fossier, haklı olarak mezar­
lığın ana unsur olduğuna ve bazı durumlarda kiliseden önce geldiğine
inanmaktadır. Burada, Ortaçağ toplumunun Avrupa'ya miras bıraktı­
ğı unsurlardan kökleri en derine ulaşanlardan birinin delili karşımıza
çıkmaktadır: sağlarla ölüler arasındaki ilişkiler. Batı' da Antikçağ'ı Or­
taçağ' dan ayıran en önemli değişikliklerden biri, yaşayanların, ölüler
için ilk önce kasabalarında ve ardından köylerinde yer yapmaya başla­
masıdır. Antikçağ dünyasının cesetlere tavrı, korku ve hatta tiksinme­
den ibaret olmuştur. Ölülere adanmış kültler, sadece ailenin özel iç
dünyasında veya insanların yaşadığı yerlerin olabildiğince uzağında,
örneğin kırsal bölgelere giden yollar boyunca var olmuştur. Hıristi­
yanlıkla birlikte bu görüntü tamamen değişmiştir. Ataların bedenleri­
nin bulunduğu kabirler kentsel mekanla bütünleştirilmiştir. Orta­
çağ'daysa, yaşayanlarla ölüler arasındaki ilişkiler daha da yakınlaşır.
Bunu sağlayan, 1 2. yüzyılda Öteki Dünya'daki üçüncü yerin, yani
Araf'ın keşfedilmesidir. Daha da önemlisi, 1 1 . yüzyılda Papalığın,
Cluny manastır tarikatının etkisinde kalarak, ölülerin anılması için bir
gün tayin etmiş olmasıdır. Bu gün, Tüm Azizler Günü'nün ardından
gelen 2 Kasım' dır. Böylece mükemmel ölüler olan azizler, diğer sıra­
dan ölülerle bir araya getirilir. Atalar "kült"ü, feodal toplumun üst dü -
zeylerinde soyların dayandırıldığı ve bu sayede güçlendirildiği bir te­
mel toplumsal bağa dönüşür. Örneğin 1 1 . yüzyılın sonlarında, ataları -
nın soyunu geriye doğru takip ederek, varlığından haberdar olduğu en
eski akrabalarına kadar götüren Anjou Kontu Foulque le Rechin şunu
ilan edecektir: " Bundan öncesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Çün -
kü atalarımın nerede gömüldüklerini bilmiyorum."
Kraliyet hanedanları süratle kraliyet mezarlıkları yaratmıştır: Al -
manya'da Bamberg, İngiltere'de Westminster, ilk dönem Plantage­
netler için Anjou' da Fontevrault, Le6n-Kastilya kralları için San Isido­
ro -de-Le6n, Flandre kontları için Saint-Bavon-de-Gand ve Fransa
kralları için Saint-Denis.

Papazın Yönetimindeki Ruhani Bölge

Kilise, mezarlıkla birlikte köyün merkezi olduğu gibi, genelde sadece


köyden değil, kasabadan da geniş, bir başka temel hücrenin de merke -

62 AVRUPA'N I N Docuşu
ziydi: Ruhani Bölge. Ruhani Bölge, bir kurum olarak 1 3. yüzyıla kadar
kesin bir şekilde belirlenmemiş olsa da, 1 1 . ile 1 3. yüzyıllar arasında
çözüme kavuşturulmuş sorunların büyük kısmı, 1 1 . yüzyılın köy ko­
şulları bağlamında zaten çözülmüştü. Ana sorun bunların alanlarının
belirlenmesi konusuydu. Çeşitli kent merkezlerinde ve kırsal alanlar­
da, ruhani bölgelerin oluşturulması hassas bir meseleydi. Kilise, köy -
lerde doğal olarak ruhani bölgenin başı olarak hizmet ediyordu; yani
inananları yerli bir papazın otoritesi altında bir araya topluyordu. Bu
ruhani bölge idaresi bir dizi haklar oluşturmuştu; inananların kilise
ayinlerine, cemaate dahil olma hakkı, rahibin belli aidatları alma hak­
kı. Yerel cemaat üyelerinin kilisenin parçası olma hakkına karşılık, ru -
hani bölge idaresi de bunları sunan tekel konumundaydı. Dolayısıyla,
bir köylü günlük yaşamında yerel kilisesiyle, bu kilisenin rahibiyle ve
de onunla aynı konumu paylaşan diğer yerel cemaat üyeleriyle öleceği
güne kadar yakın ilişki içinde oluyordu.

Toplumun Kaymak Tabakası: Soylular

M S 1 000' den sonra, senyörler ve lordlardan oluşan grup içinde bir üst
tabaka ortaya çıkmıştır: soylular. Soyluluk güç ve zenginlikle bağlan­
tılıydı ama temelde bir kan bağı meselesiydi. İtibarı yüksek bir sınıf
oluşturmuş soylular, her şeyden önce sahip oldukları konumu, genel­
de ihsan dağıtmayı gerektiren toplumsal ve dini jestlerden ibaret bir
kalıp vasıtasıyla ifade etme arzusu içindeydiler. Soyluluğu ifade etme­
nin en olağan yolu, bireylere ve özellikle dini gruplara, keşişlere ve
azizlere bol bol ihsanda bulunmaktı.
Soylular nereden çıkmıştı? Bir bakış açısına göre, soylular Antikçağ
Roma'sından geride kalanlardı; diğer bakış açısına göreyse, seçkin bir
grup için ayrılmış özgür insan statüsünden kaynaklanan bir Ortaçağ
buluşuydu.
Arkasındaki açıklama ne olursa olsun, Batı' da Ortaçağ'ın gelişimi -
ne baktığımızda, Leopold Genicot'un "zenginliğinden, ittifaklarından
veya mevcut hükümdara karşı ya da onunla birlikte oynadığı kamusal
rolden kaynaklanan gücüyle birlikte, uzak geçmişinden gurur duyan"
bir grup olarak tanımladığı egemen bir toplumsal sınıfın ortaya çıktı -
ğını görürüz. Bu sınıf, belli siyasi ve toplumsal ayrıcalıklara olduğu ka -
dar, büyük bir toplumsal saygınlığa da sahipti. Yukarıda belirtildiği gi -
bi, saygınlığı temelde kana dayanıyordu. Krallarla prenslerin soylu

FEODAL AVRUPA 63
olarak doğmamış kişileri soylu ilan etmesi, geç ve sınırlı bir gelişme
olarak kalmış, yeni soylulara hiç bir zaman doğuştan soyluların sahip
olduğu itibarı getirmemişti.
Bugün Avrupa'da Ortaçağ'da ortaya çıkmış soyluluğun silik izle­
rinden başka bir şey kalmamıştır. Fakat neyin soylu olduğu ve soylu­
luğun ne anlama geldiğinin bilgisinin Batı değerleri arasında önemli
bir yeri vardır. Bunun nedeni, soylu kan düşüncesiyle birlikte soylu
davranış ve karakter, yani erdem kavramının henüz Ortaçağ' dayken
gelişmiş olmasıdır. Hatta ahlakçılar, edinilmiş soylulukla, unvanını
hak etmeyen bir soylunun doğuştan gelen soyluluğu arasında bir fark­
lılık kabul edecektir. " Soyluluk" Avrupa'nın, bir erkeğin veya kadının
değerinin nasıl takdir edilmesi gerektiği konusu üzerine olan tartış­
malarında kullanılan kilit sözcüklerden biridir.

Şövalyelik ve Saray Kibarlığı

MS 1 000 civarında, toplumsal hiyerarşide hemen soyluların altında


bulunan ve daha açık bir şekilde tanımlanmış bir toplumsal tip, kala -
balık bir şekilde belirmiştir. Miles, Roma İmparatorluğu'nda ve Roma­
lılaşmış barbarlar arasında, bir erkeğin işlevini, savaşı anlatan sözcük­
tü (miles bir askerdi). Fakat bu terim 1 000 civarında evrilmiş ve savaş­
çılardan oluşan ve genellikle belli bir kaleye ve lorduna bağlı seçkin bir
grubu tanımlar olmuştu. At üstünde savaşmada uzmanlaşmış bu sa­
vaşçılar, lordlarının hizmetinde gerçek savaşlarda yer almanın yanın­
da, kısmen talim ve kısmen de eğlence amaçlı turnuvalara da katıl -
maktaydı. Kilise bu turnuvalara karşı düşmanca bir tavır gösteriyor,
bu kişilerin Hint-Avrupa üçlüsünün ikinci işlevine (bellatores) adan -
mış saldırganlığını (özellikle bu saldırganlık bazen Kilise'nin kendisi­
ne yöneldiğinden) aşağılıyordu. Kan dökmekten menedilmiş ruhban
sınıfının aksine, bu şövalyelerin kan dökme konusunda hiçbir tered -
dütleri yoktu. Öyle ki, bir süre önce bahsettiğimiz, MS 1 000 civarın -
da bir barış hareketine dönüşmüş olan isyanın arkasındaki ana sebep -
lerden birinin, şövalyelerin bu aşırılıkları olması mümkündür. Fakat
Kilise önünde sonunda şövalyeleri "medenileştirme"yi başarmıştır.
Şövalyelerin sergilediği şiddeti ilk başta kiliseler, kadınlar ve silahsız
kişilerin korunması ve ardından da, daha sonra göreceğimiz gibi, Hı -
ristiyanlık aleminin dışındaki kafirlere karşı savaşma gibi daha dini
amaçlar bularak farklı kanallara yöneltmeye çalışmış ve sonunda Kili -

64 AVRUPA'N I N Docuşu
se, en geç 1 2. yüzyılda, şövalyelere karşı olan mücadelesinde nispi bir
zafer kazanmıştır. Ergenlik sonunda şövalyeliğe geçiş, geleceğin şöval­
yesi için kabul edilme ve bu erişkin evreye geçişi temsil eden bir tö­
renle sağlanıyordu. Bu tören sırasında genç savaşçıya Germen halkları
arasında adet olduğu üzere, silahları veriliyordu. Kilise, tamamen
dünyevi bir ayin olan mahmuzların verilmesini [şövalyeliğin tanın­
ması ç.n.] önlemek için hiçbir çabada bulunmazken, şövalyelerle bağ­
daştırılan tüm silah ve zırh takımının tasdik edilmesi (flamasının bu­
lunduğu mızrağı, süslenmiş kalkanı ve kılıcı) uygulamasını başlatı­
yordu. Ayrıca ayinden önce gelen yıkanmayla da Hıristiyanlığın saflık
simgesi temsil edilmiş oluyordu. Şövalyelikle ilgili nesnelerin bu tö­
rensel takdimine, 1 2. yüzyılın sonunda bir de silahlı nöbet tutmayı
gerektiren bir dini tefekkür evresi ekleniyordu. Şövalyelik olgusunun
Avrupa' daki geleceği açısından en önemli gelişme, şövalyelik mitinin
daha Ortaçağ' da ayrıntılı bir şekilde yaratılması olacaktır. Özel bir ede­
bi tarz tarafından yaratılmadıysa da onunla birlikte yayılmıştır. Burası
Ortaçağ'ın bıraktığı mirasta edebiyatın taşıdığı öneme dikkat çekme
konusunda muhtemelen uygun bir yerdir. Şövalyelik miti chansons de
geste'lerde biçim almaya başlamış, bir şövalyenin tipik iki özelliğini
oluşturan yiğitliği ve dindarlığı, 1 1 . yüzyıl kadar erken bir tarihte
Chanson de Roland'ın iki kahramanı Roland ve Oliver'nin kişilikle -
rinde cisimlendirilmiştir. Bu çalışmada şövalyeler, temsil ettikleri fa­
aliyetin niteliğinden ötürü kralın en önemli hizmetkarları olarak övül­
müştür; bu nitelik, vasal sadakatinin hizmetindeki savaşçı yiğitliğidir.
Chansons de geste'in şövalyelerinin ardından eş derecede başarıya ula­
şacak diğerleri gelecektir. Bunlar iki ana kaynaktan gelen macera öykü­
lerinin kahramanlarıdır: Aeneas, Hektor ve İskender gibi kişiliklerin
bulunduğu, biçimi değiştirilmiş Antikçağ tarihi ile aralarında en ünlü­
sü Kral Arthur olan Kelt kahramanlarının, tarihi olmaktan çok hayali
olan maceralarıyla ilgili "Britanya öyküleri." Geleceğin Avrupa imge -
sinin temeline dair olan bu imge, 1 3 . yüzyılda ilk önce "maceraperest
şövalye" olarak bilinen mitsel kahramanı yaratmış, ardından, farklı
geçmişlerden kahramanları bir araya getirerek şövalyeliğin itibarını ar -
tıran bir başka tema ortaya çıkarmıştır. Bunlar "dokuz şampiyonlar"
olarak tanınmıştır. Şövalyeliğin bu azizlere yakışır tarihi, Hektor, İs­
kender ve Yeuda Makabi gibi Antikçağ kahramanlarıyla birlikte Art -
hur, Charlemagne ve Godefroi de Bouillon gibi Hıristiyan kahraman -
lara da yer vermiştir. Kahramanlık ile zayıfların (kadınlar, yoksullar
vb) savunulması hizmetinin bir araya gelmesinden oluşan şövalyeli -

FEODAL AVRUPA 65
gın hayali dünyasının Ortaçağ boyunca sağ kalmasını pekiştiren
önemli bir unsur da, her ne kadar büyük ölçüde Kilise'nin yarattığı bir
modele göre biçimlendirildiyse de, "şövalye gibi" yakıştırmasının,
kendisini tamamen Hıristiyan olan değerlerden sürekli biraz daha
uzaklaştıran bir Avrupa' da dünyevi değerleri korumuş olmasıdır. Di -
ğer taraftan Kilise de Ortaçağ boyunca kendisini barbarlığın ifadesi
olarak gördüğü şövalyelik değerlerinden uzak tutmakta ısrarcı olmuş­
tur. Jean Flori'nin gözlemlediği gibi, "ihsanın hayırseverlik olmaması
gibi, hediye de sadaka değildir."
Şövalyelik yakın bir şekilde başka bir feodal davranışla, saray ada­
bıyla bağlantılıdır ki, her ikisi de modern Avrupa'ya aktarılmıştır. Eti­
molojisinin ima ettiği gibi, saray adabı saraylarda krallarla prensler
arasında hüküm süren görgü kurallarının oluşturduğu tavırlar olarak
tanımlanmıştır. Burada ilginç olan nokta, bu saray kişiliklerinin er­
kekler kadar kadınlar da olabileceğiydi. Çünkü şövalyelik erkek dün­
yasına ait olsa da, saray adabı da kadının baskın olduğu bir dünyayı an­
latıyordu. Bu kadınların, belki de, Champagne Kontesi Marie ( 1 1 45-
1 1 98) ve (eğer efsanenin doğruluğunu kabul edeceksek) 1 2. yüzyılın
sonunda İngiltere kraliçesi olmuş Akitanyalı Eleonore gibi, belli bir
tarzı hakim kılmaları veya yazar ve sanatçıları toplamaları ya da muh­
temelen sadece çevrelerindeki erkeklerin ilgi ve himayesini çekmeleri
bekleniyordu. Bu değerler ve davranış tarzları, Ortaçağ' da 1 2. ve 1 3 .
yüzyıllarda ortaya çıkmış ve sosyolog Norbert Elias tarafından önemi
vurgulanmış olan görgü kurallarıyla inandırıcı bir şekilde ilişkilendiri­
lebilir. Elias'ın Görgü Kurallarının Tarihi ( Uber den Prozess der
Zivilisation'un [Uygarlaşma Süreci Üzerine] birinci cildi) adlı çalışma­
sında açıkladığı ve ayrıntılı bir şekilde sunduğu davranış tarzları, bü­
yük ölçüde, Ortaçağ'ın sonuna kadar çatal kullanmayı benimsememiş
bir toplumda, hijyen ve nezaket kuralları getiren sofra adabından iba­
rettir: Örneğin diğerleriyle birlikte aynı tabaktan yememek, tükürme -
mek, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak gibi. . . Görgü kurallarını
manastırlar ile rahibe manastırlarında öğrenmek de mümkündü. Jean­
Claude Schmitt'in başarılı bir şekilde gösterdiği gibi, katedral rahibi
büyük eğitimci Saint-Victor'lu Hugh ( 1 090-1 1 4 1 ) Paris'in dışındaki
ünlü manastırda, yeni başlayan gençleri, bir masada nasıl davranılaca -
ğı, yeneceği ve konuşulacağı konularında eğitmek için bir De instruc -
tione novitiorum yazmıştır. Kraliyet sarayı, medeni davranış kalıpları­
nın ortaya çıkarılmasının başarılı uygulayıcılarından kabul edilebilir
ama Antikçağ'ı izleyen Ortaçağ'ın, kentlilerin görgülü tavırlarıyla

66 AVRUPA' N I N D o c u ş u
köylülerin kaba alışkanlıkları arasında her zaman bir farklılık görmüş
olduğunu unutmamalıyız. Kentlilik ve nezaket (kent için Latincede
urbs ve Yunancada polis kullanılır) rus'un, yani köylülüğün mekanı
olan taşranın karşıtıdır. Ayrıca Romalıların yemeklerini geleneksel
olarak bir sedirin üzerinde uzanarak yediğini ve yemek masasının Or­
taçağ' da ortaya çıktığını da unutmamalıyız. Her iki gelenek de Asya ve
Afrika'nın büyük kısmında görülen uygulamalardan farklıdır.

Evlenmenin Evrimi

Duyarlılıkların ve geleneklerin feodal dönemin başında gerçekleşen


evriminde, aşkla ilgili yeni tavırlar özellikle önemli bir yer tutar. Bu
tavırlar, daha ayrıntılı olarak, evlenme kavramında ortaya çıkan nihai
evrimin oluşturduğu arka plana göre şekillenmiştir. Evlilik, Gregor­
yen reformun (bu konuya birazdan tekrar geri geleceğiz) önemli bir
unsuru olmuş ve Kilise buna atfettiği yeni özellikler sayesinde, bu ku -
rumun günümüze kadar büyük ölçüde sabit kalmasına hizmet etmiş­
tir. Böylece evlilik kesin bir şekilde tekeşli hale gelmiştir (oysa aristok­
rasi o ana kadar fiilen çokeşliydi) ; aynı zamanda evlilik bağı çözülmez
de olmuştur. Erkeğin karısından boşanması artık çok zorlaşmıştır. Pa­
palık bu konuyla ilgili karar verme tekelini elinde tutma çabası içinde
olmuştur. Kilise'nin kabul ettiği neredeyse tek gerekçe, dikkatli bir şe­
kilde dördüncü dereceye kadar tanımlanmış ve sıkı bir şekilde kontrol
altında tutulan kan akrabalığıdır. Aynı zamanda, kuşkusuz bu sıkı ev­
lilik kurallarına bir tepki olarak, artan zina da son derece sert şekilde
cezalandırılmaya başlamıştır. Şüphesiz burada en önemli nokta, o ana
kadar medeni bir sözleşme olan evliliğin bu andan itibaren, gittikçe ar­
tarak, Kilise'nin kontrol ettiği bir dini meseleye dönüşmüş olmasıdır.
Bu kadarla yetinmeyen Kilise, her ne kadar evlilik kararını aileler ile
erkeklerin vermesi hala önemini koruyorduysa da, evliliklerin karşı -
lıklı rızaya dayanması gerektiğini buyurarak "önceden ayarlanmış"
evliliklerin sayısını azaltmayı ve böylece kadının konumunu iyileştir -
meyi de başarmıştır. 1 2. yüzyıla gelindiğinde, evlilik sadece rahiplerin
gerçekleştirebileceği törenler sınıfına alınmıştır. Kilise'nin evlilikleri
kontrol etme ve kan akrabası çiftlerin evlenmelerini önleme yöntemi,
esasen Dördüncü Lateran Konsili'nin ( 1 2 1 5) bu ayinin gerçekleşeceği
kilisede ilan edilen yasakların yayınlamasını zorunlu kılmasını sağla -
makla olmuştur. Buna rağmen, evliliğin kutlanmasının kilise binasına

FEODAL AVRUPA 67
girmesi için belli bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Evlilik törenleri 1 6.
yüzyıla kadar kilisenin içinden çok dışında gerçekleşmiştir.

Zarif Aşk

Kadın-erkek arasındaki ilişkilerin evriminde en çok dikkat çeken, ge­


nellikle "zarif aşk" veya daha sınırlayıcı bir şekildefi.ne amor olarak ta­
nımlanan yeni ilişki biçimlerinin belirmesiydi. Bu yeni aşk ilişkisi bi­
çimleri, feodal ayinler model alınarak geliştirilmişti. İlerde göreceği­
miz gibi, feodalizmde temel ayin vasalın lorduna sadakat yemini et­
mesiydi. Zarif aşka gelince, lord konumunda olan kadın veya hanıme­
fendi, sadakat yemini eden de erkekti. Zarif aşkın ortaya çıkması ve an­
lamı birçok tartışmanın konusu olmuştur. Bu temanın ilk olarak te­
melde Oksitan şair-müzisyenleri tarafından geliştirilmiş olduğu ke­
sinlik kazanmışken, Arap aşk şiirlerinden etkilenmiş olabileceği de
dikkate alınmaktadır. Fakat bu etkilerin abartılmaması gerektiğini dü -
şünüyorum. Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta,fine amor'un
ve daha az ölçüde zarif aşkın sadece evlilik çerçevesi dışında başlayarak
gelişebileceğidir. Bu konuyla ilgili tipik bir örnek Tristan ile Isolde ara­
sındaki aşktır. Bu yüzden zarif aşk Kilise'nin evlilik konusundaki tav­
rına karşıt konumdadır. Aslında, doğası gereği adeta heretik olarak de -
ğerlendirilebilecek yapıdadır. Fakat asıl soru, bunun platonik bir aşk
olup olmadığı veya cinsel ilişki kapsayıp kapsamadığıdır. Bu tür soru­
lar yöneltmeyi sürdürecek olursak, zarif aşk gerçek mi, hayali miydi;
Ortaçağ toplumunun yaşadığı gerçek yaşamın içinde mi gelişmişti,
yoksa edebiyatın sınırlarının dışında var olmamış mıydı? Zarif aşkın
bir yere kadar hem aşk pratiklerini hem de gerçek yaşamda aşk duygu­
sunun ifadesini etkilediğini inkar etmek mümkün değildir. Fakat ben -
ce, temelde gerçek yaşam üzerindeki etkisi çok sınırlı kalmış bir ideal
ve her şeyden önemlisi de, kitleler arasında yayılması son derece ihti -
mal dışı olan bir aristokratik ilişki tarzı olmuştur.
Zarif aşk konusunun neden olduğu temel bir soru, kadınların sta -
tüsünü gerçekten yükseltip yükseltmediğidir. Bu mesele hakkındaki
eğilimim, ] ean-Claude Huchet ve Georges Duby'ye katılma yönünde -
dir. Georges Duby, "bu oyunda kontrolü elinde tutanlar aslında er -
keklerdi" beyanında bulunurken, Huchet fi.ne amor' un "kadını belli
bir mesafede tutmak için sözcükleri kullanma sanatı" olduğunu ileri
sürmektedir. Dolayısıyla, zarif aşkın soylu kadınlara getirdiği saygının

68 AVRUPA' N I N Doc u ş u
aldatıcı olduğu görülmektedir. Bununla beraber, daha sonra Hz. Mer -
yem'in ve ona adanmış kültün konumunu gözden geçireceğiz.
Zarif aşk, son derece etkili olmuş bir başvuru kitabının konusu ol­
muştur. Bu, Andre le Chapelain tarafından l l 84'te yazılmış Aşk Üze­
rine İnceleme (Tractatus de amore) adlı çalışmadır. Zarif aşk ve özel­
likle de fi.ne amore'un insanların törelerini medenileştirme çabaları­
nın (daha önce sofra adabıyla ilgili olarak bahsedilmiştir) bir ürünü ol­
duğu düşünülebilir ki, hatta Danielle Regnier-Bohlerfine amor'u bir
"arzu kontrolünü erotizme dönüştürme sistemi" olarak açıklamıştır.
Zarif aşkın ilk büyük şairi Akitanyalı IX. Guillaume'un (1 071-1 1 26)
çalışmalarında görülebileceği gibi, aşkın medenileştirilmesi çabaları­
nın, zarif aşkta çirkinlik ve hatta açık saçıklık için bir alan bulunması­
nı engellememiş olması ilginçtir. Buna rağmen, zarif aşk Denis de Ro­
ugemont'un ünlü çalışmasında "modern aşk" olarak adlandırılmıştır.
Bol miktarda edebi yapıt ve dahiyane müzik eseri yoluyla yayılmış
Tristan ile Isolde miti, bu zarif aşk prototipini çok uzun bir süre Avru­
pa' da canlı tutacaktır.

Abelard ve Helolse: Modern Entelektüeller ve Aşıklar

Bu aşıklar arasında, zarif aşkın daha farklı bir biçimini sunan ünlü bir
çift bulunmaktadır ama onlarınki elbette gerçek bir öyküdür. Bu aşık­
ların adları Abelard ve Heloi:se' dır ve öyküleri herkes tarafından bilin­
mektedir. Orta yaşlı bir öğretmen ve düşünür olan Abelard, öğrencisi
genç Heloi:se'la ateşli bir aşk ilişkisine girer. Bir süre sonra bu aşktan
bir oğlan çocuk dünyaya gelir. Öykü daha dramatik ve romantik bir
şekle bürünecektir. Kızın intikama susamış ailesi, Abelard'ı hadım et -
tirmeyi ve ardından da aşıkları -Abelard Bretanya'nın ilk önce Saint­
Denis ve daha sonra Saint-Gildas de Rhuys manastırlarında, Heloi:se
da Champagne'da Kutsal Ruh'a adanmış bir manastır olan Le Paraclet
manastırında olacak şekilde- hapsettirmeyi başarır. Eski aşıkların ara -
sındaki ilişki, birbirlerine gönderdikleri eşsiz ve dokunaklı mektupla -
rın gösterdiği gibi, ölümlerine kadar devam eder. Abelard'la
Heloi:se'ın öyküsü birtakım soruları yanıtlamaktadır ama bunlardan
yola çıkarak bir genelleme yapıp yapamayacağımız sorusu başka bir
meseledir. Bu modern aşk örneğinin fiziksel bir doğası olduğu kuşku
götürmeyecek derecede açıktır. Bu tür aşkın evlilik dışında gelişme
eğiliminde olduğu da aynı derecede açıktır. Abelard Heloi:se'la olan

FEODAL AVRUPA 69
gizli ilişkisini resmileştirmek istemiştir ama o, şaşırtıcı derecede mo­
dern bir şekilde, bir "entelektüel"in hem çalışmasının hem de bir evli­
liği sürdürmesinin çok zor olacağını ileri sürmüştür. Bu noktada zarif
aşk sorunu, 1 2. yüzyılla ilgili bir başka soruyu, modern entelektüelle­
rin nasıl görüldüğü sorusunu akla getirmektedir; Ortaçağ'ın duygusal
ve varoluşsal yaratısı olan zarif aşkın, modern Avrupa üzerinde büyük
etkide bulunan özelliklerinden birisi olduğu kesindir.

Dudaktan Öpüşme

Feodalizmin hukuki ifadesi olan zarif aşk ve vasallık, Avrupa' da yüz­


lerce yıl ayakta kalacak davranış kalıplarının arkasındaki yeni anlayışı
yaratan sevgi ve j est gösterilerine yol açmıştır. Bir lord, bir vasalın eli­
ni kavradığında ve vasal da karşılığında biat ve sadakat yemini ettiğin­
de ve benzer şekilde bir zarif aşık, hanımefendisini tanıyarak bağlılık
yemini ettiğinde, her iki durum da uzun bir süre, sadece hukuki çerçe -
veler içinde ve özel ayinlerde değil, tüm toplumda izlenecek davranış
kalıpları içeriyordu. Yeni kişisel ilişki tiplerinin gücünü artık bağlılık
kavramı ifade edecekti. Bu durum, Antikçağ'ın kişisel bağlantıların­
dan son derece farklıydı. Antikçağ insanları arasındaki başlıca ilişki çe­
şidi, kişiyi bir hamiye, güçlü bir kişiliğe bağlayan türdendi. Bu tür iliş­
kide haminin koruması altına girmiş ve koşullar gerektirdiğinde ona
hizmet eden alt konumdaki kişiler "mahmi" olarak adlandırılıyordu.
Büyük ölçüde, sadece suç ve mafya çevreleri arasında tekrar canlandı­
rılacak hami-mahmi (himaye eden-himaye edilen) ilişkisinin yerini
bağlılık sistemi alacak ve modern Avrupa'da hiyerarşiyle bireyciliğin
birlikte var olmasını mümkün kılan da bu olacaktı. Bu bağlılık ve sev­
gi dünyasından, bu tür duyguları ifade etmek için Ortaçağ'ın bulduğu
bir ayine değinmeden ayrılmamalıyız: dudaktan öpme. Yakın dönem -
de, modern Doğu Avrupa'nın komünist liderleri arasında görüldüğü
gibi, ilk başta sadece erkekler birbirlerini bu şekilde öpüyordu. Her za -
man dudaktan öpme şeklinde gerçekleşen barış öpücüğü, biat öpücü -
ğü, sonunda, Avrupa' da parlak bir geleceği olacak olan sevgi öpücüğü -
ne dönüşecekti.

70 AVRUPA' N I N Docuşu
Askeri Tarikatlar: Militarizm

Haçlılarla bağlantılı bir yeniliğin, manastırlar dünyasında ortaya çık­


ması da 1 1 . ile 1 2. yüzyılların feodal Avrupa'sında gerçekleşmişti: as -
keri tarikatlar. Bunların en önemlileri, Tapınak Şövalyeleri, Kudüs'ün
Hospitalier (St. Jean) tarikatı, Alman Töton Şövalyeleri, İngiliz tarika -
tı Saint Thomas of Acre ve hem İspanya' da hem de Portekiz' de olmak
üzere İber Yarımadası'ndaki birtakım başka tarikatlardı. Bu tarikatla­
rın amacı, kafirlere ve paganlara karşı verilen savaşta, temelde kılıcı,
duayı ve zorla din değiştirmeyi kullanmaktı. Eylemleri, din adamları­
nın kan dökmesini yasaklayan kuralın ürkütücü şekilde ihlali anlamı­
na geliyordu. Her şeye rağmen, genellikle yeniliklere kapalı bir insan
olan Cistercium keşişi Aziz Bernard, şövalyeleri Haçlılara katılmış no -
va militia olarak övecekti. Fakat bu özel askeri tarikatları, askeri gele -
neklerin Hıristiyanlaştırılması anlamında genel bir çerçevenin içine
yerleştirmemeliyiz. Din hiç de askeri bir olgu değildi ama genelde as­
keri bir karaktere bürünüyordu. Uzun bir geleceği olacak başka bir
kavram da militanlıktı.

Gregoryen Reform: Ruhban Sınıfın


Ruhban Olmayan Halktan Ayrılması

1 1 . yüzyılda hem Kilise'yi hem de Hıristiyanlığı temellerinden değiş­


tirmiş bu büyük hareketten daha önce bahsedildi. Bu hareket, kendi­
sine esin kaynağı olmuş papanın, 1 07 3 'le 1 087 tarihleri arasında pa -
palık yapmış VII . Gregorius'us adını almıştır. Papalık, Gregoryen Re -
form'un amacını başlangıçta, Kilise'yi ruhban sınıftan olmayanların
egemenliğinden ve müdahalelerinden, özellikle de Papalığı Alman
imparatorun hak iddialarından kurtarmak olarak düşünmüştü. Fakat
bu çabanın mevcut durum açısından genelde ortaya çıkardığı, ruhba­
nın sıradan halktan, Tanrı'nın Caesar' dan ve papanın imparatordan
ayrılması olmuştu. Bu, Caesaro-papism'in * bir biçiminin geçerli oldu -
ğu (imparatorun kendisi bir tür papaydı) Bizans'ın Rum Ortodoks Hı -
ristiyanlığının benimsediği çözümün tam karşıtıydı. Ayrıca, dini ve

* Caesaro -papism: Seküler iktidar gücünün Hıristiyan Kilisesi'nin ruhani gücüyle birleşmesi ve
ruhani güce hükmetmesi. (ç.n.)

FEODAL AVRU PA 71
siyasi alanların birbirinden farklı olduğunun hiçbir şekilde kabul edil­
mediği (çünkü her şeyi kontrol eden ve her şeye karar veren Allah'tı)
İslami yönetim biçiminden de son derece farklıydı. Latin Hıristiyanlı -
ğıysa, aksine, özellikle Gregoryen Reform'dan itibaren, ruhban sını­
fından olmayanlar için belli sınırlar içinde tanımlanmış bağımsızlık ve
ortaya çıkan duruma özgü sorumluluklar tasarlamıştı. Ancak bir bü­
tün olarak yeniden örgütlenmenin kendisi, her şeye rağmen dini çer­
çevenin sınırları içinde tutulmuştu; yani ruhban sınıfından olmayan
halk Kilise'nin bir parçası olarak kalmıştı. Bununla beraber, Gregor -
yen Reform'un yerleştirmiş olduğu ayrım, gelecekte (Protestan Refor -
mu sırasında ve 1 9. yüzyıl sonu Avrupa'sında) sıradan halkın üzerin -
de ve ötesinde laik/seküler bir iktidarın ortaya çıkmasını kolaylaştıra­
caktı.
Gregoryen Reform'un başlıca yöneticilerinden biri şu cümleleri
yazan Humbert de Silva Candida'ydı: " Ruhbanla ruhban sınıfından
olmayan, tapınakların içinde işgal ettikleri yerler ve yerine getirdikleri
görevler açısından birbirlerinden ayrılmalarına benzer şekilde, dış
dünyada da işlerine göre ayrılmalıdırlar. Ruhban sınıftan olmayan sı­
radan halk kendisini sadece kendi işine, dünyevi meselelere ve ruhban
da kendisini kendi işine, yani Kilise'nin meselelerine adasın. Her iki
gruba da kesin kurallar getirilmiştir." Bu iki grup arasındaki ayrımı
ifade eden bu genel ilkenin yerleştirilmesine ek olarak, Gregoryen Re­
form toplumsal bir çerçeve sağlamanın yeni yollarını da belirlemiştir.
Herve Martin bu çerçeve içinde bir dizi temel kurumu birbiriyle ilişki­
lendirmektedir: yerel ruhani bölge, çocukların vaftizi, aile birimi, Hı -
ristiyan evliliği, Hıristiyan ayinlerinin kabulünün dayattığı disiplin,
davranışların cehennem tehdidiyle denetlenmesi ve ölülere dua. Hat­
ta Jean-Claude Schmitt, bu dönemde, Gregoryen tezlerini açıklamak
için ruhların bile geri geldiğine inanıldığını saptamıştır. Tüm bu açık -
lamalar bize, Avrupa Hıristiyanlığı üzerinde etkisi en uzun vadeli ol­
muş süreçlerden biri olan bu hareketin gücü ve derinliği hakkında bir
fikir verecektir.

Erdemler ile Kötülüklerin Savaşı: Başıboş Kalmış Şeytan

1 1 . ile 1 2. yüzyıllar aynı zamanda son derece köklü değişikliklerin, di -


ni inanç ve pratikleri etkilediği bir dönemdir. Avrupa üzerinde bu de -
ğişiklikler de kalıcı izler bırakmıştır. Savaşçı bir ruhun yayılmasından

72 AvRu PA' N ı N Docuşu


daha önce bahsettik; belli ki, bunun başlıca nedeni şövalyeler sınıfının
ortaya çıkmasıdır. Bu savaşçı ruhun yayılması, manevi dünyayı ve ina­
nanların dünyasını, sembolik olarak ama derinden etkilemiştir. İnsan­
lığın kurtuluşu, her zamankinden çok, bitmeyen bir çatışmanın, yani
erdemlerle kötülükler arasındaki savaşın sonucuna bağlı hale gelmiş­
tir. Çoğunlukla, erdemler tepeden tırnağa silahlı şövalyeler, kötülük­
ler de düzensiz pagan savaşçılar tarafından temsil edilmiştir. Günah
dünyası, öncekinden çok daha fazla, "tüm insan ırkının düşmanı"
olan şeytanın gerçekleştirdiği şiddetli saldırıların dünyasıdır. Şeytan,
popülarite kazandığı ve etkisi gittikçe artan çeşitli korkulara yol açtığı
bu dönemde son derece etkindir. Ortaçağ'ın başında Kilise tarafından
yasaklanmış tiyatro gösterileri henüz geri dönmeyi başaramamıştır;
dans da kesinlikle şeytani bir etkinlik olarak kabul edilmektedir. Fakat
bu sırada şeytanın ve iblislerin saldırılarına ve baştan çıkarmalarına
maruz kalan Hıristiyanların ruhlarında çılgınca dramatik sahneler ya -
şanmaktadır. Dansı idare eden şeytandır. Hatta yavaş bir şekilde in­
sanların bedenlerine girerek onları ele geçirebilmektedir. Cin çarpma­
sı, 1 9. yüzyıl sonlarında, yeni şeytan kovucular olan Charcot gibi dok­
torların veya Freud gibi psikanalist olmuş psikologların bilimsel, yani
dünyevi terimler kullanarak açıkladığı hastalıklarının atasıdır. Jerôme
Baschet'in gözlemlediği gibi, "şeytanın dünyası, çeşitli biçimlerde gö -
rülen halüsinasyonlara imkan tanımaktadır." Şeytan, çeşitli görüntü­
ler, halüsinasyonlar ve hayvan biçiminde başkalaşmalar (tüm bunlar,
insanları sürekli günaha iten ve cehennemlik yapmaya çabalayan ha­
yallerdir) vasıtasıyla insanları korkutmakta, onlara işkence etmekte -
dir. Şeytana ve cehenneme karşı verilen savaşın örgütlenmesi işinin
başına elbette Kilise geçecektir. Kötü ruhları kovma, dualar ve günah­
lardan arınma, tüm bunlar şeytana karşı verilen savaşın, savunmaya
yönelik cephaneliğini oluşturmuştur. Fakat gücün değişmez bir şekil -
de emperyal biçimler aldığı bu dünyada, şeytan, Dante'nin "l'impera -
dar del regno doloroso" (kederli yurdun imparatoru) olarak adlandır­
dığı şeye dönüşme yolundadır.

Popüler Kültür

Bu şeytan saplantılı Avrupa aynı zamanda popüler kültürün tekrar be­


lirmeye başladığı bir Hıristiyanlık alemiydi de. Hıristiyanlık hiçbir za­
man yeni Hıristiyanların büyük kısmına, özellikle de köylülere kap -

FEODAL AVRU PA 73
samlı bir müdahalede bulunmamıştı. Kilise, Antik Roma' dan veya
barbar geçmişten gelen tüm inanç ve davranış kalıplarına karşı çıkmış,
bunları kötülemiş ve hepsini pagancılıkla suçlamıştı. 1 1 . yüzyıldan
itibaren Kilise'nin mücadelesi heretiklere saldırmaya dönüşmüş, de­
mografik ve ekonomik büyüme, ruhban sınıftan olmayanların iktida­
rını güçlendirmiş ve senyör kaleleri, lordlarla köylülerin dünyevi kim­
liklerini Kilise'nin gözleri önünde beyan ettiği kültürel merkezlere
dönüşmüştü. Tüm bu unsurlar, popüler kültürün ortaya çıkması veya
tekrar belirmesinde bir araya gelmişti. Bu konuyla ilgili bilgimizin bü -
yük kısmı, bunu kınayan kilise metinlerinden gelmektedir. İlk büyük
"batıl itikatlar" listesi 1 OOO'le 1 02 5 arasında Worms piskoposu olan
Burchard'ın Kararname'sidir. Burada köylülerin cinsel sapkınlıkları,
yağmur yağdırma ayinleri ve erken ölen çocuklara dair gelenekleri an­
latılmaktadır. Bunlara dair bir örnek, eski pagan gelenekleriyle yeni
Hıristiyan pratiklerinin bazen nasıl çakıştığını da gösteriyor: "Bir ço­
cuk vaftiz olmadan öldüğünde, bazı kadınlar bu küçüğün bedenini
alır, gizli bir yere götürür ve kazığa geçirir; eğer bu yapılmazsa çocu­
ğun tekrar canlanacağını ve birçok kişinin canını yakacağını söylerler."
Jean-Claude Schmitt de ruhlardan duyulan korkunun nasıl hem pa -
gan hem Hıristiyan ruhlarla ilgili inanış ve ayinlere yol açtığını belirt­
miştir. Kilise, iyi ruhları kötü ruhlardan ayırmak için 1 2. yüzyıldan
itibaren Araf'ı gündeme getirecektir. Popüler kültür, Kilise'nin daha
inandırıcı kültürel pratikler sunamadığı bölgelerde, kaybolup gitmek -
ten kurtulmayı kısmen başarmıştır: Örneğin danslar ve maskeli gös­
teri alayları devam etmiştir. Kilise çoğu kez (her zaman olmasa da) bu
tür pratikleri kilise binalarının dışında tutmayı başarmış ama bu et­
kinlikler kilise çevrelerinde devam etmiştir. Bievre bölgesinde bir ej ­
derha öldürmüş 5. yüzyıl Paris Piskoposu Parisli Aziz Marcel efsanesi
(eski pagan teması olan canavar öldüren kahramanın Hıristiyanlaştı -
rılmış versiyonu) 1 2. yüzyılda hala Paris'in Notre-Dame Kilisesi çev -
resinde gerçekleşen bir tören alayında canlandırılmaktadır. Yüzeysel
şekilde Hıristiyanlaştırılmış popüler öyküler, sözlü geleneğin hala
baskın olduğu bir toplumda, akademik kültürün içine de sızmıştır. 1 9.
ve 20. yüzyıllarda daha çok Finlandiya' da çalışan seçkin folklorcular,
Avrupa'yla ilgili, varlığı onlara göre Ortaçağ'a kadar giden folklorik te -
malar toplamıştır. 1 3 . yüzyıla gelindiğinde, Jean-Claude Schmitt,
hem Orta Fransa hem de Kuzey İtalya' da rastlanan ve çocukları koru -
duğu söylenen bir aziz köpeğe, Aziz Guinefort'a dair şaşırtıcı bir itikat
anlatmaktadır. İnananlardan gelen baskı o kadar fazlaydı ki, Kilise kar -

74 AVRUPA' N I N Docuşu
naval yürüyüşlerine hoşgörü göstermek zorunda kalmıştı. Elimizde,
1 3. yüzyılda Roma' da gerçekleşmiş bir karnavalın güzel bir tarifi bu­
lunmaktadır. Bu popüler kültür 1 5. ile 1 6. yüzyıllarda zenginleşecek
ve hatta daha eğlenceli bir hal alacaktır; Yaşlı Brueghel'in resimlerinde
olağanüstü bir şekilde kaydedilmiş olan, Paskalya'ya kırk gün kala baş­
layan karnaval ve Büyük Perhiz olarak ifadesini bulacaktır bu. Modern
folklorcular, bu popüler kültürün kesinlikle Avrupalı olduğunu ama
birtakım temel özelliklerinin Hıristiyanlık öncesi kültürlerden geldi­
ğini göstermiştir. Dolayısıyla, popüler kültür Avrupa tarihinin teme­
lini oluşturan birlik ve çeşitlilik arasındaki diyalektikte önemli bir rol
oynamıştır. Birçok bölgesel kültür (Kelt, Germen, Slav, Alp, Akdeniz
vb) varlıklarını Ortaçağ' da benimsedikleri biçimleriyle sürdürmüştür.

Para ve Beratlar

Robert Bartlett, Ortaçağ "Avrupalılaşması" olarak adlandırdığı şeyin


sadece aziz kültleri ve adları (onun deyişiyle "antroponiminin* kültü­
rel tektipleştirilmesi") aracılığıyla değil, aynı zamanda para basma ve
beratlar vasıtasıyla da ortaya çıktığını inandırıcı bir şekilde göstermiş­
tir. Kanımca, tek parça halinde birleşmiş bir Ortaçağ ekonomisinin or­
taya çıkması yolundaki ana engellerden biri, Ortaçağ Hıristiyanlığı­
nın, Charlemagne'ın başarısızlığa uğramasının ardından, Avrupa'da
tek veya bellibaşlı birkaç para biriminden ibaret bir sistem dayatmada
yetersiz kalmış olmasıdır. Fakat para birimlerinde görülen çeşitlilik,
Hıristiyan alemin parçası olmadan önce hiç para kullanmamış birçok
insanın, paradan faydalanmaya başlamasının taşıdığı önemi görme -
mizi engellememelidir. Madeni para basımı, 900'lerden sonra Ren'in
doğusunda başlamıştır. Bu sürece 1 O. yüzyılın ortasında Bohemya
dükleri ve 980'lerden itibaren de Polonya prensleri katılmışlardır. Pa -
ranın Macaristan'a girmesiyse, burada Hıristiyan hiyerarşinin ilk kez
yerleştiği dönemde ( 1 000-0 1 ) olmuştur. Bartlett'e göre, " 1 000 yılı,
Tuna'nın ortalarından Baltık ve Kuzey Denizi' ne kadar her yerde yeni
para birimlerinin ortaya çıkışına tanıklık etmiştir." Hıristiyanlık ale­
minde iletişimin ve gücün yayılmasının bir diğer aracı da, beratların
çıkarılması ve dolaşıma girmesidir.

• Antroponimi: Lat. İnsan isimlerinin incelenmesi; onomastics'in bir dalı. (ç.n.)

FEODAL AVRUPA 75
Hıristiyan aleminin birleşmesi sürecinde yazı çok önemli bir rol oy­
namıştır. Kitapların Avrupa'sı konusuna daha sonra döneceğiz. Şimdi­
lik, Robert Bartlett'in bıraktığı yerden devam ederek, sadece beratların
Hıristiyanlık aleminde taşıdığı role dikkat çekmek istiyorum. Bu me­
tinler, toprak, binalar, bireyler ve kazanç üzerinde ortaya çıkan hakların
temelini oluşturan yasal bir otorite sağlıyordu. Yasanın, refahın ve ikti­
darın hizmetinde temel bir araç olan beratlar, Hıristiyanlık aleminde
üretilmiş ve elden ele dolaştırılmıştır. Bu beratları hazırlayan ve kulla­
nanların büyük kısmı elbette ruhban sınıfın üyeleri olmuştur ama
kentlerin ortaya çıkması ve noterlerin (ilk başta Hıristiyan dünyanın
güneyinde) belirmesi, ruhban sınıfından olmayan vasıflı bireylerin ro­
lünü artırmıştır. Berat kullanımı, Hıristiyanlık aleminde önemli bir rol
oynayacak kurumların ortaya çıkmasını sağlamışlar. Bunlar kançılar­
yalardır (chancellery). Beratların önemi, Fransız Kralı Philippe Au­
gust'ün Freteval'da (imtiyazların saklandığı kent) İngilizlerle savaşır­
ken yaşadığı panikten anlaşılabilir. Savaş sırasında, İngiliz Kralı Aslan
Yürekli Richard Fransız monarşisine ait beratların bulunduğu sandığı
ele geçirmiştir. Bu yüzden bu tür arşivler için daha kalıcı bir yer bulun­
masına karar verilmiş ve Aziz Louis arşivlerin kutsal bir yerde, ilk baş­
ta Saint-Nicholas şapelinde ve ardından da Palais Royal'in Sainte-Cha­
pelle'inde saklanmasını emretmiştir. Bartlett, beratların kısa süre için­
de Hıristiyanlık sınırları içinde yayıldığı ve buralarda bollaştığı gerçeği­
ne de dikkat çekmektedir. Yazı ve para arasında bir koşutluk bulunur.
Beratların geniş bir alana yayılması, bunların pratik kullanımı ve kayıt
tutmak için rasyonel bir şekilde bir araya getirilmesi olan sicil defterle­
rini de kapsamıştır. Bunların ve paranın yayılması, bu tür nesnelerin
kullanımının dini amaçlarla sınırlı tutulduğu bir dönemden, genel pra -
tik amaçlar için kullanıldıkları bir döneme geçişi getirecektir. Avru­
pa'ya dönüşecek bölgede, bu zenginlik ve iktidar araçlarına dünyevi bir
yapı kazandıran, paradoksal gözükse de, Hıristiyanlığın kendisi olmuş -
tur. 1 1 94'te iktidarın ve gelişmenin başka araçları, Charlemagne'ın
zihninde ancak hayal meyal canlandırdığı başka araçlar belirmiştir:
kent okulları ve yeni öğrenim merkezleri olarak üniversiteler.

Hac Ziyaretleri

Hac ziyaretlerinin olağanüstü gelişimi sonucunda hareket halinde bir


Hıristiyanlık ortaya çıkar. Geleneksel tarihçilik, Ortaçağ'ı, köylülerin

76 AVRUPA' N ı N Doc uşu


topraklarına bağlı olduğu ve insanların doğup büyüdükleri ufak dünya­
larını hiç terk etmediği statik bir dönem olarak betimler. Yegane istisna­
lar, az sayıdaki gezgin keşişler ve Haçlı Seferleri'ne katılmak için yola
düşen maceracılardır. Fakat son zamanlarda tarihçiler, bu imgeyi bariz
bir şekilde terk etmiş, onu daha doğru olan başka bir imgeyle, hareketli,
sık sık yolda olan bir Ortaçağ halkıyla, in via'yla, insanı bir yolcu olarak
izah eden Hıristiyan tarifinin cisimlenmiş hali olan hac yolcusuyla, ha -
mo viator'la değiştirmiştir. Hac ziyaretleri sık sık yeni ticaret etkinlikle­
rine yol açmış, zamanla her iki işlevi de aynı kişiler üstlenmiştir; ya da
bir şekilde hacılarla tüccarlar birlikte yolculuk etmeye başlamıştır.
Michel Sot'un doğru bir şekilde gözlemlediği gibi, hac her şeyden
önce fiziksel çabayı, "başka bir yere yolculuğu" gerektiren bir dene­
yimdi. Fakat bu çabanın hedefleri diniydi; bu kurtuluşu, günahların
bağışlanmasını veya mucizevi bir iyileşmeyi hedefleyen bir arayıştı.
Ortaçağ haccı, aynı zamanda kefaret ödeme anlamı taşıyordu. Hac zi -
yaretleri, 1 000 yılından sonra, özellikle 1 2. ve 1 3 . yüzyıllarda, Hıris­
tiyan alemi kefaret ödeme dalgasıyla sarsıldığında, ikinci kez bir artış
yaşayacaktı. Hac memleketten ayrılma, gönüllü sürgüne gitmeydi ve
bu kendini dünya zevklerinden soyutlama özelliği, bu kişilerin ilk
başta kuşkuyla bakılan ama daha sonra takdir edilen, tüccarlar ve sü­
rekli bir okuldan veya üniversiteden diğerine hareket halindeki öğren­
cilerden ibaret ilk temsilcilerine ilahi bir nitelik sunmuştu. Hacca gi -
dişi gerekçelendirmek için elbette seyahat tek başına yeterli değildi;
kutsal bir amacın da olması gerekiyordu. Hacıların Tanrı'yla veya say­
gı duydukları azizle ilahi bir temasta (mezarı veya öldüğü yerle fizik­
sel temasla birlikte) bulunmak için gidebileceği yerlerden ibaret bir hi­
yerarşi oluştuğu gibi, Hıristiyanlık aleminde geniş bir alana yayılmış
bir hac yolculuğu ağı da gelişmişti. Galyalı hacılar 3 3 3 kadar erken bir
tarihte Bordeaux'dan Kudüs'e bir Seyahat Programı adlı bir rehber
oluşturmuş ve İspanyol rahibe Egeria da 3 84'te Kutsal Yerler'e yaptı -
ğı yolculuğuyla ilgili bir günlük tutmuştu. Kudüs ilk önemli hac yeriy -
di. Kim insana dönüşen Mesih'in ve onun Kutsal Mezar'ının taşıdığı
önemi inkar edebilirdi? Fakat Kudüs'e yolculuk herkesin imkanları
dahilinde değildi. Çok uzaktı, yol çok uzun sürüyordu; yolculuk bede -
li çok yüksekti ve Filistin sürekli üzerinde hak iddia edenlerin (ilk ön -
ce Romalılar, sonra Bizanslılarla Persler ve en son da Müslümanlar)
neden olduğu çatışmalarla sarsılıyor, yıkıma uğruyordu.
Bu yüzden önemli ikinci bir hac yeri vardı; Kilise'yi kuran iki azi -
zin, Petros ile Paulus'un bedenleri Roma' da yatıyordu. Roma hacılara,

FEODAL AVRUPA 77
yeraltında ve kent dışındaki mezarlıklarda bulunan din şehitleriyle di­
ğer Hıristiyanların kabirlerini ve ayrıca muhteşem freskleriyle birbi­
rinden güzel kiliselerini de sunabilirdi. Kent duvarlarının dışında Va -
tikan' da Aziz Petrus'un ve Ostia'ya giden yolda da Aziz Paulus'unki
vardı; Aziz Laurentius ve Azize Agnes kiliseleri de Roma'nın diğer
anayollannın üzerindeydi. Kent duvarlarının içindeyse Saint Saviour
of Lateran ve Santa Maria Maggiore on the Esquiline kiliseleri mevcut­
tu. Definleri kent içine taşıma hareketini (Hıristiyanlığın bir ana özel­
liğiydi) hızlandırmış olan papalar, azizlerin bedenlerinin oldukları
yerlerden çıkartılıp Roma içine gömülmeleri için 9. yüzyılın ortasına
kadar çeşitli düzenlemeler gerçekleştirecekti. Papalar, Roma'ya hacca
gitmeyi aktif bir şekilde destekleyecek ve özellikle hacılar için yeni bi­
nalar inşa edecekti. Roma'ya Ortaçağ'ın başlarında gelenlerin büyük
kısmı İrlandalı veya Anglosakson' du. (Burada kronolojik bir sıçrama
yaparak Roma'ya olan hac ziyaretlerinin Ortaçağ'daki doruk noktası­
nın, Papalığın desteği sayesinde Papa VII I . Bonifatius'nin Jübile* kut­
lamalarını başlattığı 1 3 00 yılı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu vesi -
leyle günahlarının affedileceği sözünün cazibesine kapılmış hacıların
oluşturduğu büyük kalabalık, Ortaçağ'ın hac coşkusunun doruk nok­
tasına ulaştığı andır ama muhtemelen 1 6. yüzyılda Reform sırasında
Kilise'nin maruz kalacağı saldırıların da duygusal anlamda öncüsü­
dür.)
Ortaçağ dindarlığının odaklandığı üçüncü önemli kutsal yer de Hı­
ristiyan aleminin sınırlarında, İspanyol Galicia' sındaki Santiago de
Compostela'dadır. Filistin' den deniz yoluyla getirilirken Galicia kıyı -
sında gerçekleşen bir deniz kazası sonucu kaybolan azizin bedeni 9.
yüzyılda aynı yerde bulunmuştur. Gerçek anlamda hac ziyaretleri 1 O.
yüzyıla kadar başlamaz. Başlamasını teşvik eden, Hıristiyanlığın en
büyük dini tarikatı Cluny olacak ve istisnai bir çalışmanın ürünü olan
Aziz Yakub Haczlan Rehberi 1 1 3 0'la 1 1 40 arasında yazılacaktır.
Hıristiyan aleminin tamamı hac yollarıyla örülüdür. Bu saydıkları -
mızın dışında başka kutsal yerlerin de ünlü olduğunu unutmamalıyız.
Bunlardan biri, 397'de ölmüş Aziz Martin'in mezarının bulunduğu
Tours olmuştur. Hıristiyanlık aleminde son derece popüler olmuş bu
yer, Charlemagne'dan Philippe August'la Aslan Yürekli Richard'a ka -

* Jübile: Hıristiyanlıkta (ve Musevilikte) cezaların bağışlandığı, günahlann affedildiği, normalde


yirmi beş yıllık dönemler. (ç.n.)

78 AvRUPA' N ı N Docuşu
dar birçok ünlü kişiliği kendisine çekmiştir. Aziz Louis burayı üç kez
ziyaret etmiştir. Diğer büyük hac merkezleri, geride bir şey bırakma­
mış olan bedensiz başmelek Aziz Mikai'in (yüksek yerlerin başmeleği
Aziz Mikai Cennet'e yükselişi temsil etmektedir) görüldüğü söylenen
yerlerdir. 5. yüzyıla gelindiğinde, Aziz Mikai kültü, Güney İtalya'nın
Monte Gargano'sunda tam anlamıyla yerleşmiştir. Normandiya'da
popüler hac ziyaretlerinden biri, denizden korkan bir toplum için en
etkileyici yerlerden olan Mont Saint-Michel'e yapılan yolculuktur. Bu
hac Saint Michael-in-peril-of-the-sea (deniz tehlikesi altında Aziz Mi­
kai) olarak tanınacaktır. 1 5. yüzyılda Yüz Yıl Savaşları boyunca Mont
Saint-Michel'de İngilizlere direnen Fransız garnizonu, Aziz Mikai'i
bir tür Fransız ulusal azizine dönüştürecektir. Bundan başka, Mont Sa­
int-Michel çocuk fikrinin ve Bebek İsa kültünün Ortaçağ toplumunda
çok popüler olduğu 1 4. yüzyıldan itibaren çocuk haclarıyla da ünlen­
miştir. 1 1 . yüzyıldan itibarense, olağanüstü popülaritesi olan bir iba­
det nesnesine dönüşmüş Hz. Meryem kültü ortaya çıkacaktır. Fran­
sa' da Boulogne ve Liesse'te, İspanya' da Montserrat'ta, Belçika' da
Hal'de, İngiltere'de Walsingham'da Almanya'da Aix-la-Chapelle'de
ve Avusturya' da Mariazell' de Hz. Meryem'e adanmış kutsal yerler be­
lirmiştir. 1 2. yüzyılda Cahors piskoposluk bölgesinde bulunan Roca­
madour'a düzenlenen haccın büyük başarısı, Bakire'ye adanmış hac
ziyaretlerinin insanlar arasındaki popülaritesini göstermek açısından
iyi bir örnektir. Şapel etkileyici bir yerde, 1 20 metre aşağıdaki dar va­
diye bakan kayalık bir yarın tepesinde kurulmuştur ki, 1 3 . yüzyılın
hacıları, buradan yukarıya giden 1 97 basamağı dizlerinin üzerinde
dua okuyarak çıkmıştır. Bu hac yeri, başarısını kısmen Rocamadour'u
iki kez ziyaret etmiş (1 1 59 ve 1 1 70) İngiliz Kralı I I . Henry Plantage­
net' e ve kısmen de Bakire tarafından gerçekleştirilmiş mucizelerin
l l 72 'de çıkarılmış olan kaydına borçludur. Burası ayrıca bir dizi Fran­
sız kralını kendisine çekmiş bir kraliyet hac yeridir: 1 244'te annesi
Blanche de Castille ve erkek kardeşleri Poitiers'li Alphonse, Artois'lı
Robert ve Anjou'lu Charles'la birlikte IX. Louis (Aziz Louis), l 303'te
Yakışıklı Philippe, l 3 2 3 'te Güzel Charles ve Kraliçe Lüksemburglu
Marie, 1 3 3 6'da VI. Philippe ve 1 443 ile 1 464'te de XI. Louis. Kastil ­
ya krallarının dindarlığına mazhar olmuş, özellikle de Blanche de
Castille'in babası VI II. Alfonso ile karısı Kral I I . Henry Plantagenet'in
kızı İngiliz Eleanor'u da kendisine çekmiştir. l 1 8 l 'de bu ikisi Roca­
madour'lu Kutsal Meryem'e Burgos yakınında iki köy sunmuştur. 1 2.
yüzyıla gelindiğinde, hacılar Avrupa'nın her yerinden ve Baltık dev -

FEODAL AVRUPA 79
letleri kadar uzak noktalardan sürüler halinde Rocamadour'a gelmek­
tedir.

Feodal Parçalanma ve Monarşik Merkezileşme

1 1 . ve 1 2. yüzyılların Hıristiyanlık alemi, siyasi alanda, bariz bir şekil­


de çelişkili bir görüntü sunmuştur; kalıntıları neredeyse günümüz
Avrupa'sına kadar ulaşmayı başarmış bu durum, çağımızın ademi
merkeziyetçi politikalarıyla şimdi belli ölçüde tekrar su yüzüne çıkı­
yor. Bir yandan, kısmen merkezi iktidarın zayıflamasıyla tanımlanan
feodal bir toplum yerleşiyordu. Merkezi iktidar, Karolenj döneminde
etkiliydi ama artık kraliyete ait hakları gasp eden senyör ve lordlardan
ötürü otorite parçalanmıştı. Bu haklarından biri madeni para (sikke)
basma hakkıydı (her ne kadar bu özellikle söz konusu dönemde hala
önemli bir mesele sayılmıyorsa da), ama daha önemli olanları adaleti
uygulama ve vergi koymaydı. Diğer yandan, kısa sürmüş Karolenj de -
neyiminden sonra, Hıristiyan alemin halkları yeniden, feodal parça­
lanmadan geriye kalmış gücü bir merkezde toplamaya çabalayan lider­
lerin çevresinde gruplaşmaya çalışıyordu. Tarihçiler geleneksel olarak
merkezi devlet ile feodal sistem arasındaki uyumsuzluğu gösterme
eğiliminde olmuştur. Fark edilmesi daha güç gerçek, bu ikisini uzlaş­
tıran siyasi sistemlerin uygulamaya sokulduğudur: Bunlara feodal
monarşiler diyebiliriz. Geleceğin Avrupa'sına çeşitli miraslar bırak­
mış bu monarşilerin varlığı, bazı temel unsurların önceden varsayıl­
masını gerektirmiştir. Feodal dönem Hıristiyanlık aleminde iki gü­
cün, monarşilerin başı olan krallardan daha üstün olduğu kabul edil­
mişti: Bunlardan biri papa, diğeri de imparatordu. Bu noktada, bu se­
fer de Papalık iktidarıyla bağlantılı bir başka çelişki görülmektedir. Bu
dönemde Papalık iktidarı yükselişteydi. Öyle ki, bu dönem Papa III.
Innocentius'la birlikte ( 1 1 98-1 2 1 6 arasında papa) sona erdiğinde,
Papalık en güçlü Hıristiyan monarşisi olmuştu. Papanın hükmettiği
çok geniş bir ağ bulunuyordu; Vatikan'ın Hıristiyanlık alemindeki
kendisine bağlı temsilcilikleri gittikçe güç kazanıyordu. Daha da
önemlisi, Hıristiyanlık aleminin tamamına dayattığı vergi benzeri
harçlar, Vatikan'a diğer tüm monarşiler karşısında daha güçlü bir mali
yapı sağlamıştı. Diğer yandan, Vatikan ve Kilise, Gregoryen Re -
form' un -VII . Gregorius'un dünyevi devletleri Kilise'nin kontrolü al -
tına almak için yaptığı tüm girişimlere rağmen- getirdiği sonuca say -

80 AVRU PA'N I N Docuşu


gılıydı. Her ne kadar Kilise bazı durumlarda, örneğin ensest ilişkisine
dayandığı düşünülen evliliklerde, iradesini dayatmışsa da, ilahi ikti­
darla dünyevi iktidarın birbirinden ayrılığı ilkesi ayakta kalmayı başa­
racaktı. Ayrıca, Vatikan ve Kilise süratle monarşilerle işbirliği politika­
sı geliştirecek ve bu rejimlere önemli bir destek sağlayacaktı.

İmparatorun İtibarı ve Zayıflığı

Muhtemelen, bu feodal monarşilerin gelişimi ve gücü, benzer şekilde,


bir başka üstün ama dünyevi kişiliğin, yani imparatorun varlığı tara­
fından sınırlanmıştı. Fakat Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun
imparatoru, iktidarını bu genç ve canlı monarşilere dayatacak kadar
güçlü değildi. Bu yeni krallar, ona çeşitli kuramsal şekillerde biat edi­
yorlardı. Fakat imparatorluktan ve imparatordan bağımsız olmak, bu
dönemin önemi çok büyük bir siyasi gelişmesiydi. Sonunda, durum
birtakım önemli açıklamalar sayesinde netleşmişti. Bunlardan biri
Fransa' da 1 3 . yüzyılda Phi lppe August tarafından yapılmış şu açıkla­
maydı: "Fransa kralı kendi krallığında bir üst tanımamaktadır." Bir
yüzyıl sonra Yakışıklı Philippe bu beyanı teyit edecekti: "Bir kral ken­
di krallığında imparatordur." Fransa krallarının, temsil ettikleri mo­
narşinin imparatorluktan bağımsız olduğu konusunda en keskin şe -
kilde ısrarcı oldukları düşünülebilir ama aynı durum 1 2. yüzyıldan iti­
baren tüm Hıristiyanlık aleminde de görülecektir.

Ortaçağ Kralı

Ortaçağ kralının özelliklerinin ne olduğunu tam olarak anlayabilmek,


sadece bu dönemi anlamak için değil, bu özelliklerin birçoğu cumhu -
riyetçi ve demokratik hükümdarlara aktarıldıkları ve işlevler veya en
azından imgeler olarak devam ettikleri için de önemlidir. Feodal bir
kral, Tanrı'nın insan sureti, Rex imago Dei'ydi. Bu özellik elbette 1 9.
ile 2 1 . yüzyıllar arasında kaybolacaktır ama kralın ilahi konumundan
kaynaklanan, affetme ve hukuki dokunulmazlık hakkı gibi belli ayrı­
calıklar Avrupa'nın modern yönetimleri tarafından korunacaktır. Or -
taçağ kralları üç işlevliydi; yani bir toplumun faaliyetlerinin toplamı­
nı, halkı üç kategoriye ayırarak tanımlayan üç Hint-Avrupa işlevini
kendilerinde topluyorlardı. Her ne kadar bir rahip değildiyse de, kral,

FEODAL AVRUPA 81
dini olan ilk işlevini, bu işlevin önemli bir kısmı olan adalet ilkesini
hayata geçirmekle yerine getirmiş oluyordu. Kral olarak, ikinci sırada­
ki askeri işlevi de kendisinde barındırıyordu. Çünkü bir soylu ve bir
savaşçıydı (günümüz Fransa Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı ordu­
larının başkomutanıdır, her ne kadar bu unvan askeri bir anlamdan
çok siyasi bir anlama karşılık geliyorsa da) . Son olarak, tanımlaması bir
bakıma daha zor olsa da, kral aynı zamanda üçüncü bir işlevi de yerine
getiriyordu. Ortaçağ'ın getirdiği formüle göre, iş ya da çalışma olarak
tanımlanan bu üçüncü işlev toplumun refah ve güzelliğiyle ilgiliydi.
Kral ekonomiden, yani krallığının refahından sorumluydu ve kişisel
olarak bol miktarda sadaka dağıtılmasını gerektiren merhamet ve şef­
kat gösterme yükümlülüğü altındaydı. Nihayet, her ne kadar bu so -
nuncu özellik muhtemelen diğerleri kadar belirgin değildiyse de,
üçüncü işlev, tahminen, kralın özel bir görevi olarak kiliselerin inşa
edilmesini özendirmeyi getiriyordu.
Ortaçağ kralı etki ve yetkisini öğrenim ve kültür alanında da kul­
lanmalıydı. Geleceğin Chartres Piskoposu Salisbury'li John, önemli
çalışması The Policraticus'ta (1 1 59) monarşiyi tanımlarken Malmes­
bury'li William'ın 1 l 25'te ifade etmiş olduğu şu fikri tekrarlamıştı:
Rex illiteratus quasi asinus coronatus (cahil bir kral, taç giymiş bir
eşekten biraz daha iyidir) .
Feodal kralın konumu, bu dönemdeki diğer önemli gelişmelerden
de etkilenmişti. Ona, Roma Hukuku ile Roma tarihinden, iktidarı­
nın doğasını tanımlayan auctoritas ile bunu uygulamanın araçlarını
açıklayan potestas'ın oluşturduğu güçler miras kalmıştı. Hıristiyanlık
bunlara, Kilise'yle ve diğer seçkin görevlerle ilgili tüm işlevleri ta­
nımlayan dignitas'ı ekleyecekti. Feodal dönem, muhtemelen bir tep -
ki olarak, Roma Hukuku'nun yeniden canlandırılmasına tanıklık et­
miş ve Roma kavramı majestas'ı da, yeni kralların lehine tekrar dirilt -
mişti. Majestas, kralların kontrol ettiği güçlerden ikisinin tanımlan­
masını mümkün kılmıştı. Bu ikisinden biri olan afbahş etmekten bi -
raz önce bahsettik. Daha önemli olan diğeri, crimen majestatis, yani
vatana ihanet suçlamasından muaf tutulma hakkıydı. Bununla bera­
ber Ortaçağ kralı mutlak bir hükümdar değildi. Bazı tarihçiler onun
meşruti bir kral olarak görülüp görülmeyeceğini düşünmüşlerdir. Fa -
kat ortada anayasa olarak kabul edilebilecek bir metin olmadığından,
bu da mümkün değildir. Bu türe en uygun metin, herhalde soylularla
Kilise hiyerarşisinin, İngiltere Kralı John Lackland'a 1 2 1 S'te dayattı -
ğı Magna Carta'dır. Bu elbette Avrupa'yı meşruti rejimlere götüren

82 AVRUPA' N I N Docuşu
yolda çok önemli bir adımdır ama aynı zamanda tek örnektir. Mesele­
nin aslı, Ortaçağ kralının sözleşmeye dayanan bir hükümdar olduğu­
dur. O, kutsanma ve taç giyme sırasında ettiği yeminle kendisini Tan­
rı'ya, Kilise'ye ve halkına adamıştır. Bu sözleşmelerden ilk ikisi tarih­
sel evrim sırasında geçerliliklerini yitirmiştir ama üçüncü sözleşme,
iktidarın halka veya en azından onu temsil edecek kuruma göre oluş­
turulmasında atılan diğer önemli adım olacaktır. En son olarak da,
kral her şeyden önce hem teoride hem de pratikte ikili bir işlevden,
adalet ve barıştan sorumludur. Bu terimlerden ikincisi düzen olarak
da çevrilebilir ama burada bahsedilen düzen sadece dünyadaki huzur
değil, aynı zamanda kurtuluşa doğru ilerlemektir de. Sonunda feodal
monarşi, Hıristiyanlık alemini, bugün hukuk devleti olarak adlandır­
dığımız oluşuma doğru harekete geçirmiştir. Uzun vadede daha az
önemli olan gerçek, feodal monarşinin aristokratik olduğu ve kralın,
tüm benzer soylular arasında birinci olduğundan ötürü kana dayanan
soyluluğu meşrulaştırdığıdır. Bugün bu unsura verilen rol, öyküsel
bir not olmanın ötesine geçmemektedir; ama aynı unsur kraliyet ha­
nedanlarının var olmasını teşvik ettiğinden ötürü, Ortaçağ' da sürek­
lilik ve dengeyi sağlamıştır. Ayrıca, Fransa gibi bir krallıkta kadınların
tahtın dışında tutulması (ancak 1 4. yüzyılda farkına varılan bu uygu ­
lama, Antikçağ sevgisine uygun bir şekilde, Lex Salica olarak adlandı -
rılmıştır) monarşinin sağlamlığına katkıda bulunmuştur. Çünkü ta­
mamen biyolojik bir rastlantı sonucunda, 1 O. ile 1 4. yüzyıllar arasın­
da, kraliyet ailelerinde oğullar hiçbir kesintiye uğramadan arka arka­
ya gelmiştir.
Bu son özellik sayesinde, feodal monarşiyi uzun vadeli bir Avrupa
görünümü içinde değerlendirmek mümkündür. 1 2. yüzyıl, büyük hu­
kuk yüzyılı'dır. Hep farkında olduğumuz Roma Hukuku'nun yeniden
canlandırılmasından daha da önemli olan, Kilise kanununun keşiş Bo­
lognalı Gratianus'un 1 1 30 ile 1 140 arasında hazırladığı Decretum'la
(Karar Derlemesi) kesin bir şekilde ayrıntılara dökülmesidir. Bu yasa,
sadece yargının ruhunun ve dayandığı aygıtın Hıristiyanlaşmasını ve
toplumsal bir çerçeve sağlamada Kilise'nin oynadığı rolü yansıtma­
maktadır; aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu evrime ve bu­
nun ortaya çıkardığı sorunlara (örneğin, evlilik ve ekonomi meselele -
riyle ilgili sorunlara) bir yanıt olarak uygulamaya konmuş belli hukuki
yenilikleri de meşrulaştırmıştır.

FEODAL AVRUPA 83
Feodal Monarşiler

Bu monarşilerin hepsi aynı gelişmişlik ve istikrar düzeyine ulaşma­


mıştır. Bu yüzden geleceğin Avrupa uluslarının temelleri her yerde ay­
nı sağlamlıkta olmamıştır. Orta ve Doğu Avrupa'nın Slav ve Macar ve
kuzey dünyasının İskandinav Hıristiyan alemlerindeki monarşiler, sı­
nırlarının kapsadığı topraklar açısından sağlam temellerden yoksun­
du. Almanya'yla İtalya birbirinden farklı çeşitli güçlere bölünmüştü
ki, bunların en önemlileri kentlerde yerleşmiş olanlardı. (Bu konuya
daha sonra döneceğiz.) Geride İngiltere, Fransa ve İber Yarımada­
sı'ndaki Kastilya kalmaktadır. Bunlara, sadece 1 9. yüzyıla kadar ayak­
ta kalmış ama anısı Avrupa'nın uzun döneme yayılan imajının parçası
olan bir monarşiyi daha ekleyebiliriz. Alışılmadık bir yapısı olan bu
monarşi, tam olarak Ortaçağ'da kurulmuş Güney İtalya ve Sicilya
krallığıdır.

İngiltere'de

1 1 . ile 1 2. yüzyıllar arasında İngiltere krallığının talihinde bazı değiş­


meler gözlenmiştir ama bunlar onu zayıflatmamış, aksine kurumlarını
güçlendirmiştir. Anglosakson dönemi, temelde Kral Alfred'in 9. yüz­
yıldaki entelektüel ve edebi etkinlikleri ve 1 1 . yüzyılda Dindar Ed­
ward'ın (hükümdarlığı 1 042-66) olağanüstü kişiliği sayesinde, bazı
kurumsal temeller oluşturmuştur. 1 066 'da N ormandiya Dükü Willi­
am'ın İngiltere'yi istilası, İngiliz monarşisinin önemli düzeyde güçlen­
mesini başlatacaktır. İngiltere'nin Narman krallarının oluşturduğu yö­
netim, The Domesday Book (veya daha doğru bir biçimde, The Domes­
day Survey) denen ve İngiliz tahtının ayrıntılı ve net bir mülk dökü -
münü veren olağanüstü bir metinden destek bulmuştur. Bu metnin tek
başına adı bile, 1 1 . yüzyılın sonunda İngiltere'yi anlatan bu çalışmanın
istisnai karakterini vurgulamaya yetmektedir. Monarşinin hesap ver­
me yükümlülüğü üzerinde yoğunlaşan bu metin, yönünü Kıyamet
Günü'ne ve Kurtuluş'a doğru ayarlamıştır. Bu metin, topraklarla gelir­
lerin rasyonel bir şekilde istilacı Narman aristokrasisine dağıtılmasını
mümkün kılmış ve böylece İngiltere'yi Avrupa'nın en önde gelen mo -
narşisine dönüştürmeye yardım edecek ekonomik gelişimi sağlamıştır.
Normandiya Dukalığı 1 0. ve 1 1 . yüzyıllar sırasında çağı için olağanüs -
tü sayılabilecek bir idari sistem geliştirmişti. Bu sistem, dukalığı devra -

84 AvRUPA' N ı N Doc u ş u
lan Narman krallan tarafından, kralın yeni ele geçirilmiş topraklarında
merkezi bir kontrol uygulama kararlığını yaşama geçirmek için İngilte­
re'ye aktarılmıştır. Şerif biçimindeki kraliyet temsilcileri, İngiliz yerel
birimlerinde belirirken, kralın çevresinde de uzmanlardan (özellikle
dikkat çeken, kralın hesaplarının tutulduğu Exchequer'in çevresinde
toplanmış mali memurların faaliyetleridir) meydana gelen bir bürokra­
si oluşturulmuştur.
İngiliz monarşisinin gelişimi 1 2. yüzyılın ortasında ikinci bir atı­
lım yapmıştır. 1 . Henry'nin 1 1 3 S'te ölümünü izleyen sorunlu döne­
min ardından, kızı Matilda Anjou Kontu Geoffrey Plantagenet'le ev­
lenmiştir. Bu ikisinin oğlu olan İngiltere kralı i l . Henry (1 1 54-89' da
hükümdar) Fransa'da Anjou, Poitou, Normandiya ve Guyenne'den
oluşan geniş bir bölgeyi de kontrol altına almıştır. I I . Henry'nin İngil­
tere'si Hıristiyan aleminin ilk "modern" krallığı olmuştur. Bazen
"Angevin İmparatorluğu" ve "Plantagenet İmparatorluğu" gibi tabir­
ler kullanılsa da, bu bir imparatorluk değildir. Bu olağanüstü kral, sa -
dece karısı Akitanyalı Eleonore'la değil, oğulları Aslan Yürekli Ric­
hard ve John Lackland'la da çatışmaya girmiştir. (John, kraliyet mülk­
leri ağabeyleri -babasından önce ölen- Genç Henry ve Richard arasın­
da paylaşıldıktan sonra doğmuştur. Mülkü kralın oğulları arasında pay
etmeyi getiren feodal gelenek İngiltere' de hala sürmektedir. Oysa
Fransa' da Capet ler getirdikleri irat sistemiyle bu sorunu çözmüştür;
bu sisteme göre, prens öldüğünde mülkü krallığa geri döner.) Kraliyet
yönetiminin uyguladığı baskıcı sistem sayesinde, i l . Henry sağlığında
bile, son derece iyi örgütlenmiş ve dize getirdiği tüm soyluların çevre -
sinde toplandığı sarayı cehennemle ilişkilendirilen bir hükümdar ola -
rak tanınmıştır. Bu, tüm itibar, entrika ve çatışmalarıyla birlikte, mo -
narşiler ve saraylardan oluşan bir Avrupa'nın başlangıcıdır. Avrupa' da
monarşinin imajı yüzyıllar boyunca bu olacaktır.

Fransa'da

İngiltere kadar kararlı bir yapıya ulaşan ve bunu onun kadar erken bir
dönemde gerçekleştiren bir diğer monarşi de Fransa olmuştur. İstikra -
rı her şeyden önce krallarının hanedanlık bakımından sürekliliğinden
kaynaklanmıştır: Capet hanedanının Fransa'daki egemenliği 987'de
başlamıştır. Kadınların tahtın dışında tutulması bu durumu güçlen­
dirmiş ve biyolojik bir rastlantı sonucu, 1 3 28' den itibaren erkek veli -

FEODAL AVRUPA 85
ahtlar kesintisiz bir şekilde birbirini izlemiştir. Bu, ilk çocuğu öncelikli
kılan, ilk çocuğun hükümdar olmasına dayanan bir sistemin hüküm
sürdüğü Avrupa' dır. Fransız kralları, önceleri daha çok krallığın sınır -
lan içindeki küçük lordların itaatsizliklerini bastırmakla uğraşmıştır.
Ardından din adamlarıyla küçük soylular arasından seçilmiş ve büyük
aristokrasiyi iktidarın dışında tutan danışmanların desteğini kalıcı ve
güvenilir kılmışlardır. En son olarak da, Paris'te bir kraliyet sarayı ku­
rarak ve bu yerleşim birimini başkentleri yaparak iktidar merkezine
kararlı bir yapı kazandırmışlardır. Bu, başkentlerin Avrupa'sıdır. Ca­
pet monarşisi ayrıca sarayın yakınında kurulmuş güçlü bir Benedikten
manastırının sağladığı destekle de güçlenmiştir. Saint-Denis Manastı­
rı, kendisini Capet'lerin davasına adamış önemli bir tarihçilik merke­
zi olmuştur. 1 3 . ve 1 4. yüzyıllarda bir dizi önemli ulusal tarih çalışma­
sı hazırlamıştır. Bu, tarih ve tarihçiliğin Avrupa'sıdır.
Capet monarşisi elindeki kozları en iyi şekilde kullanmıştır. Bunlar­
dan ilki, hanedanın başlangıcında kralın Reims' de kutsanması olmuş­
tur. Bu tören, Reims' de Clovis'in şahsında, bir güvercin biçimine gir­
miş Kutsal Ruh'un cennetten getirdiği mucizevi sıvıyla vaftiz edilmiş
Frank monarşisinin olağanüstü karakterini anımsatmıştır. Bu mucize­
vi sıvı sonradan takdis için kullanılan yağa dönüşmüştür. Capet'ler ay­
rıca Hz. Meryem' in artan itibarını da kullanmıştır. Fransız kralları sim­
geselfleur-de-lys* ve kralın pelerininin mavi rengini, kültü şaşırtıcı bir
tarzda 1 1 . ile 1 2. yüzyıllar arasında harekete geçmiş Hz. Meryem' den
almıştır. Fleur-de-lys Sofu Robert'in hükümdarlığında (996- 1 03 1 )
kraliyet kalkanlarında görülmeye başlanmıştır. İngiliz kralları Canter­
bury Başpiskoposu Thomas Becket (1 1 70) cinayetiyle Kilise'yi kendi­
lerinden soğuturken, Fransa'daysa kilise ile kral, taht ile altar arasında­
ki ittifak, siyasi istikrarın kalıcı temelini oluşturacaktır.

Kastilya 'da

Hıristiyan alemi güçlerine katılan üçüncü monarşi İber Yarımada -


sı'ndan çıkacaktır. Reconquista sırasında Hıristiyanlar Müslümanları
her seferinde biraz daha güneye sıkıştırırken ortaya çıkmış krallıklar

* Fleur-de-lys: Fr. Zambak çiçeği; haç, aslan ve kartalı temsilen, üç yapraklı zambak biçimindeki
kraliyet amblemi. (ç.n.)

86 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
mozaiği, daha sade bir yapıya ulaşmış ve bundan her şeyden önce Kas­
tilya kazançlı çıkmıştır. İlk olarak Navarra'yla birleşen Kastilya Kontu
Fernando, ardından Le6n kralını 1 O 1 7' de yenilgiye uğratarak Le6n
topraklarını ele geçirmiştir. 1 03 7' de Le6n Kastilya'nın parçası olunca,
Fernando da Kastilya ve Le6n kralı unvanını almıştır (ancak bu birleş­
me 1 2 30'a kadar yürürlüğe girmeyecektir). Kastilya kralları savaşçı
aristokrasiyle mücadele etmek zorunda kalmış ve bundan yarımada -
daki belirsiz durumu yansıtan bir kişilik çıkmıştır. Bazen Hıristiyan
krallar bazen de Müslümanlar için savaşan bu kişinin adı Rodrigo Di -
az de Vivar' dır. Kastilya'nın gelecekteki kralı I I . Sancho'yla birlikte ye -
tiştirilmiştir ve El Cid ( 1 043- 1 099) olarak savaşçı ve şövalye mitolo­
jisinin efsanevi kahramanına dönüşecektir. Bu konuya daha sonra geri
geleceğiz.
Her şeye rağmen, aristokrasiden uzağa bakan ve kentli oligarşiyi
kendi taraflarına çeken Kastilya kralları, meclisler (Cortes) yaratarak
ve kent sakinleriyle soylu olmayanların oluşturduğu topluluklara ye­
rel haklar ifueros) sunarak zamanla iktidarlarını oluşturmuştur. Kas­
tilya kralları, Kastilyalı Alfonso'nun 1 085'te Müslümanlardan aldığı
Toledo'yu gözden çıkararak Burgos'u (buradaki piskoposluk 1 1 04'ten
beri papaya doğrudan bağımlı değildir) başkent olarak dayatmaya çalı­
şacak ama burası ancak 1 3 . yüzyılda " Kastilya'nın başı ve kralın ika­
metgahı" (cabeza de Castilla y de los reyes) resmi unvanını alacaktır.

Norm anlar

Varlıklarıyla geleceğin monarşik Avrupa'sının alacağı biçimi öncele­


yen bu üç büyük monarşiye, beklenmedik bir dördüncü eklenmiştir:
Bu monarşiyi, dönemin önemli unsurlarından birini temsil eden Nor -
man (İskandinavlara Ortaçağ'da verilmiş isim) diyasporası kurmuş­
tur. İskandinavya' da aslında bir bakıma istikrarsız bir yapı sunan az sa­
yıda monarşi kurulmuş (Norveç'te hükümdarlara yönelik bir el kitabı
1 3 . yüzyılda hazırlanmıştır) ve bir grup Viking de Fransız Normandi -
ya' sına yerleşmiştir. Buradan, 1 1 . yüzyılın ilk yarısında ve Büyük Ca -
nute'un (ölümü 1 03 5) komutasında İngiltere'nin -kısmi ve kısa sür­
müş- istilasına girişmişlerdir. Fakat bu şaşırtıcı diyaspora bundan baş­
ka Güney İtalya' da da 1 1 . yüzyılın sonunda bir krallık yaratmış,
1 04 1 'le 1 07 1 arasında Bizans'tan Calabria ve Apulia'yı almışlardır.
Ardından 1 07 1 'de, Robert Guiscard Bari'yi ele geçirmiş ve bir grup

FEODAL AVRUPA 87
denizci buraya 1 087' de Aziz Nikolaos'un bedenini getirmiştir. Azizin
bedeni muhteşem bir bazilikaya yerleştirilmiş ve buradan, bebeklerin
ve okul çocuklarının hamisi Aziz Nikolaos kültü tüm Avrupa'ya ya­
yılmıştır. Krallık, 1 1 3 7 'de Napoli'yi ve ayrıca da Normanların
1 072' de Palermo'yu, 1 086' da da Syracusa'yı ele geçirdikleri Sicilya'yı
kapsamaktadır.
Ardından Papalık'la çok sert bir çatışmanın yer aldığı dönem gel­
miştir. Bu çatışma 1. Ruggiero'a ( 1 03 1-1 1 0 1 ) Antikçağ'ın kötü kralla­
rına verilen tiran etiketinin uygun görülmesini getirmiştir. Fakat daha
sonra Sicilya'nın Narman krallarıyla Papalık arasında uzlaşma sağlan­
mış ve Hıristiyan krallıklarının en parlaklarından biri ortaya çıkmıştır.
Güney İtalya ve Sicilya, Bizans'ın ve Müslümanların elinden alınmış
ve sonunda Avrupa Hıristiyan alemine iade edilmiştir. İktidar merke­
zi Palermo'ya taşındıktan sonra, i l . Ruggiero (1 095-1 1 54) 1 1 30'da
kral ilan edilmiştir.
Sicilya'nın son Narman Kralı i l . Guglielmo ( 1 1 54-1 1 89) arkasın ­
da çocuk bırakmadan ölmüş ve taç, teyzesi Constanza'ya geçmiştir.
Constanza'nın kocası, Friedrich Barbarossa'nın 1 1 9 1 'de imparator
olan oğlu VI . Heinrich' dir. 1 1 97' de zamanından önce öldüğünde, Na­
poli ve Sicilya krallığını oğluna, geleceğin i l . Friedrich'ine bırakmıştır.
Narman atalarının çabalarını sürdüren ve hatta onları geride bırakan
Friedrich, krallığını en iyi şekilde örgütlenmiş feodal monarşilerden
birine dönüştürmüştür. Palermo, Hıristiyan Avrupa' da muhteşem Bi -
zans ve Müslüman kentleriyle rekabet edebilen tek kent olmuştur.
Kültürel ve sanatsal açılardan baktığımızda, Hıristiyanlar, Yahudiler
ve Müslümanlarla sürekli işbirliği içinde çok sayıda eserin çevirisi ya -
pılmış ve Palermo, Hıristiyan Avrupa'nın sadece örnek başkenti değil,
aynı zamanda olağanüstü başkenti olmuştur. Güney İtalya ve Sicilya
krallığı 1 3 . yılın sonunda kısa süreliğine Fransızlar [Aziz Louis'nin er -
kek kardeşi Anjou'lu Charles ( 1 2 27-1 285) 1 2 68'de kral olmuştur]
tarafından fethedilmiş, sonra 1 2 82'de, Fransızların yaptığı ve tarihe
" Sicilya Vesperum Ayaklanması" olarak geçen katliamın ardından,
Aragon tarafından daha kalıcı olacak şekilde bir kez daha fethedilmiş­
tir. Eğer bu fetihler gerçekleşmeseydi, Akdeniz Hıristiyan aleminin bu
olağandışı parçası, rahatlıkla ya bağımsızlığını sürdürebilir ya da Bi -
zans veya İslam dünyasının bir parçasına dönüşebilirdi. Bu örnek, Av­
rupa tarihi ve coğrafyasının kaçınılmaz bir akıbete doğru sürüklen -
mediğini göstermektedir.

88 AVRU PA' N I N D o c u ş u
1 2. Yüzyıl Avrupa Rönesansı

1 1 . ile 1 2. yüzyıllar arasındaki dönemde, Hıristiyan Avrupa'da temel


bir dönüşüm gerçekleşmiştir. Bu 1 2. yüzyıl rönesansı, Amerikalı ta -
rihçi Charles Haskins'in 1 92 7' de yayınlanmış çalışmasından beri ge­
nel hatlarıyla kabul edilmiş bir olgudur. Her ne kadar, daha önce gör­
düğümüz gibi, Ortaçağ insanları buluşlarını genelde antik kültürün
yeniden doğuşu olarak tanımlayarak gizleme eğilimindeyse de, bu dö­
nemde Hıristiyan aleminde gerçekleşmiş değişiklikler aslında bundan
çok daha fazlasına karşılık geliyordu. Genel olarak Avrupa tarihine ba­
kıldığında, bu dönemde yeni bir kültürün ve yeni tavırların doğmuş
ya da belirgin bir şekilde gelişmiş olduğunun altını çizmek gerekir. De -
ğinilmesi gereken ilk özellikler Hıristiyanlığın kadınsılaştırılması ve
daha sonra açıklayacağım "kederlenme "sidir.* Bunlara Bakire Meryem
kültünün olağanüstü yükselişi ve Hz. İsa kültüne verilen yeni bir öne­
min yaygınlaşması eşlik etmiştir; Hz. İsa artık ölümü yenen Hz. İsa
değil, acı çeken Hz. İsa, Çile ve Çarmıh'la anılan Hz. İsa' dır.
Yeni ve olumlu bir Hıristiyan hümanizminin nasıl ortaya çıktığını
ve Batı Avrupa hümanizminin uzun gelişme sürecinde yeni bir tabaka
oluşturduğunu göstermeye çalışacağım. Bu hümanizm insanı öne çı -
karmıştır. Tanrı'nın sureti olan insan artık sadece ilk günahın ezikliği
altındaki bir günahkar değildir. 1 1 . ve hatta daha çok 1 2. yüzyıllar, sa -
dece Hıristiyan inancını değil, aynı zamanda Batı Avrupa düşüncesi­
nin çerçevesini oluşturacak iki diğer temel kavramı da tekrar tanımla­
mış, dönüştürmüş ve her zamankinden daha canlı ve hareketli kılmış­
tır: doğa ve akıl.
Son olarak da bu dönemde, "ilk Avrupa devrimi" olarak adlandır­
dığı sürecin doğrulanmasını gören Robert 1 . Moore'un son zamanlar -
da ortaya attığı fikirleri gözden geçireceğim. Bu devrim, toplumun
ekonomisindeki ve bilimdeki ileri atılımla olumlu, zulüm ve dışlama -
nın söz konusu olduğu bir Avrupa' da ortaya çıkan yeniden düzen
oluşturma çabalarıyla da olumsuz bir şekilde ifade edilmişti.

* Yazar, burada "dolorization" kelimesini kullanıyor. (ç.n.)

FEODAL AVRUPA 89
Bakire Meryem Kültünün Yükselişi

Avrupa, 1 1 . ile 1 2. yüzyıllar arasında "Tanrı'nın Anası" Bakire Mer­


yem kültünün olağanüstü gelişiminden derin bir şekilde etkilenmiş­
tir. Bu kült, Rum Ortodoks Hıristiyanlığında çok erken bir tarihte ge -
lişmiştir. Hıristiyan Batı' daysa zamanla ortaya çıkmıştır. Meryem, Ba­
tı Hıristiyanlığında Ortaçağ'ın erken dönemlerinde, özellikle Karo­
lenj döneminde bile mevcuttur. Buna rağmen 1 1 . yüzyıla kadar Batı
Hıristiyanlığının inanç ve pratiklerinde merkezi bir önemi olmamış­
tır. Bakire kültü 1 1 . yüzyılın ortasıyla 1 2. yüzyılın ortası arasında Ki­
lise reformunun özünü oluşturuyordu. Bu kült Hz. İsa'ya, özellikle de
Evkaristiya'ya* olan gittikçe artan ateşli bağlılıkla ilişkilendirilmiştir.
Bakire, elbette Tanrı'nın Hz. İsa' da vücut bulması açısından zorunlu­
dur ve zamanla insanlarla Mesih arasındaki ilişkilerde çok daha önem­
li bir rol oynamaya başlamıştır. İnsanlar ile oğlu arasında neredeyse
tek aracı olarak hareket etmeye başlamıştır. Azizlerin büyük kısmı bel­
li hastalıkların iyileştirilmesi veya özel bir toplumsal işlev üzerinde
uzmanlaşmışken, Bakire her türlü mucizeye kadirdir. Erkek veya ka­
dın, insanları rahatsız eden tüm sorunlarla etkili bir şekilde uğraşabil -
mektedir. Üstelik insanların kurtuluşunun sağlanmasında o derece
kilit bir figürdür ki, aklın alamayacağı en sefil koşullarda bile koruma
sağladığı kabul edilmiştir. Suçları ve günahları affedilmez olan suçlu­
larla günahkarları bile korumuştur. Suçlar ne derece ağır olursa olsun,
Bakire onların affedilmesi için yalvarmış ve Hz. İsa annesinin aşırıya
kaçabilen şefaatine ses çıkarmamıştır.
Bu nedenle, bence Bakire epeyce müstesna bir konum elde etmiş
gözükmektedir: Neredeyse Teslis'in dördüncü unsuruna dönüşmüş ­
tür. Ona üç temel Hıristiyan festivali adanmıştır: Nur (Hypapante),
Müjde ve Meryem'in Göğe Çıkışı. 2 Şubat'ta kutlanan Nur Yortusu,
doğanın yeniden canlanmasına ve ayıların kış uykusu döneminin so -
na ermesine adanmış eski bir pagan festivalinin yerini almıştır. Aynı
zamanda kadınların kiliseye gelip dua etmesini de getirmiş ve doğum
yaptıktan sonra kırk gün yatmayı gerektiren Yahudi ayinlerinin gele -
neğini sürdürmüştür. Bu festival ayrıca, çocuk Hz. İsa'nın Tapınak'ta
gösterilmesiyle de bağlantılandırılmıştır. Fakat işlevleri bu kadarla sı -

• Aşai Rabbani olarak da bilinen, Hz. İsa'nın Son Akşam Yemeği'nde şükran duası ettikten son­
ra, ekmek ve şarabı kendi bedeni ve kanı olarak havarilere sunuşunu anmak amacıyla düzenlenen
ayin. (ç.n.)

90 AvRuPA'N ı N Docuşu
nırlı değildir. Bu bir arınma festivalidir ve bu yüzden de hem Kilise'ye
hem de genelde tüm Hıristiyanlara, özellikle 1 4. yüzyılda rahatsızlık
veren bir sorun teşkil etmiştir. Meryem bir insan, bir kadın olarak ha­
milelik ve doğum yüzünden kirletilmiş, ilk günahla lekelenmiş olabi­
lir miydi? Meryem'in lekesiz doğumuna olan inanç 1 9. yüzyıla kadar
egemen olmamıştır; ama sanırım bu, Ortaçağ erkeğiyle kadınının
Meryem'i kutsal oğluna eşit bir konuma yükseltme eğilimini yansıt­
maktadır.
Müjde (25 Mart) Meryem'e ve onun vasıtasıyla da genel anlamda
insanlığa, Tanrı'nın oğlunun ivedi vücut bulduğunun haberini getir -
miştir. Bakire'yle Cebrail arasındaki bu ilahi diyalog aynı zamanda bir
prototip ortaya çıkarmıştır. Bu, Erwin Panofsky'nin 1 92 7'de ve Dani­
el Arasse'nin de daha ayrıntılı bir şekilde 1 999' da gösterdiği gibi, in­
sanlık tarihi ve resim sanatı için en muhteşem anlardan biridir. Müjde,
Avrupa resim sanatında, ilk defa 1 344'te Sienalı Ambrogio Lorenzetti
tarafından tasvir edilmiş olan asli bir temayı başlatmıştır.
Bakire Meryem onuruna düzenlenen üçüncü büyük festival Mer­
yem'in Göğe Çıkışı' dır ( 1 5 Ağustos). Bu, Mesih'in göğe yükselmesi­
nin tekrarından ibarettir. Meryem burada da, dünyevi ölümü gerçek­
leştiği andan itibaren sadece Cennet'e değil, Tanrı'nın tahtında otur­
duğu ve kendisine de oğlu tarafından taç giydirilen semanın zirvesine
çıkartılmıştır.
1 2. yüzyıldan itibaren Meryem'e adanmış yazında büyük bir artış
görülür. Bir 1 2. yüzyıl duası olan Ave Maria, "Babamız" duasına ben -
zer bir statüye ulaşır. Bu duanın 1 2 1 5'ten itibaren yıllık günah çıkar­
ma ayinlerini gerçekleştiren günahkarlara tayin edilmiş kefaretlere
neredeyse sürekli dahil edilmesiyle, Meryem kültü Hıristiyanların
dualarında asli bir yer edinmiş oluyordu. Ona adanmış birçok çalışma­
nın arasında özellikle iki tanesi olağanüstüdür: Bunlardan biri Co -
incy'li Gautier ( 1 1 7 7 - 1 2 3 6) tarafından bir araya getirilmiş mucizeler -
den oluşan bir koleksiyon (dizeler halinde düzenlenmiş 5 8 mucize,
çeşitli dini şarkılar ve birtakım ayinler); diğeriyse Kastilya Kralı Bilge
X. Alfonso'nun, İber Yarımadası'nın şiir dili Galicia dilinde yazılmış
Las Cantigas de Santa Maria adlı dini şiirle birlikte Meryem'e sundu­
ğu olağanüstü resimli minyatürlerden oluşan bir koleksiyondur.
Bakire Meryem kültünün, bu dönemin göz kamaştırıcı ve olağanüs -
tü ikonografisinden ne kadar çok faydalandığını farkına varmak önem­
lidir. Minyatür ve yontular, Ortaçağ erkeğiyle kadınının gözlerine ve
kalplerine Bakire Meryern'in tasvirlerinden ibaret bir hazine ulaştır-

FEODAL AVRUPA 91
mıştır. Bakire'nin temsiline dair temel temalar Ortaçağ boyunca ev­
rimden geçmiştir. Romanesk Bakire, dizleri üstüne oturmuş kutsal ço­
cuğuyla birlikte her şeyden önce bir anadır. Daha sonra, kadınsı güzel­
liğin bir simgesine dönüşmüştür. Ayrıca Hıristiyanlığın ölü oğlu Hz.
İsa'yı dizleri hizasında kollarında tutan Meryem, pieta'sında ve mün­
ferit figürleri veya çoğu zaman grupları geniş cüppesinin kıvrımları
arasında koruyan merhametli Bakire' de kilit unsur olmuştur. Re -
form'un Bakire Meryem kültüne müdahalesine rağmen, Meryem yüz­
yıllar boyunca Avrupa' da insan ırkının anası ve savunucusu olmuştur.
Meryem'e adanmış -ve kendisini Hz. İsa'ya adamış çalışmalarla ilişki­
lendiren- sanat çalışmalarından ibaret bir evre ortaya çıkmış, ama bura­
da Bakire figürü gittikçe baskın hale gelmiştir. Bakire Meryem kültü, te­
melde kadınların özel ibadetleri için düşünülmüş birçok Books ofHo­
urs* yazılmasına neden olmuştur. Bakire, tarihin en muhteşem olayın -
da, Tanrı'nın Hz. İsa' da vücut bulmasında en çok saygı gösterilen
oyuncu olmuştur. Kültü, tüm önemli tarihsel görüngülerde olduğu gi­
bi, her yerde kök salmıştır. Bunlar sadece azizlerin emanet veya kalın­
tılarının bulunduğu, yukarıda bahsedilmiş hac yerlerinden ibaret de­
ğildir; ayrıca bundan sonra Hıristiyan aleminin katedrallerinin büyük
kısmına isim olarak verilen Notre Dame' da {Hanımımız) olduğu gibi,
yeni adanmış ibadet yerlerini de kapsamıştır. Çoğu örnekte, bu yerlerin
adandığı kişiler sonradan değiştirilmiştir. Örneğin, orijinal olarak Aziz
Stephanus'a adanmış Paris katedrali, Notre-Dame de Paris olmuştur.
Bakire Meryem kültü tarihçinin karşısına bir soru daha çıkartmak­
tadır. Popülaritesinin kadınların yeryüzündeki konumuna yararı ol­
muş mudur? Kadının Ortaçağ Batı' sında yükselmesinin arkasındaki
esin kaynağı ve dayanak olmuş mudur? Bu soruyu yanıtlamak kolay
değildir ve tarihçiler bu konuda farklı görüşler ileri sürmektedir. Fakat
bence, günahkar Hz. Havva'ya karşıt bir konuma yerleştirilmiş Bakire
gerçekten de itibarı iade edilmiş ve merhamet dağıtan kadın imgesi du -
rumuna gelmiştir. Bakire Meryem kültünün, aşağı yukarı evliliğin dini
bir törene dönüştüğü ve çocuklarla birbirine bağlı ailelere daha fazla
değer verilmeye başladığı {Hz. İsa'nın doğumunu anlatan resimlerde
görüldüğü gibi) bir dönemde ortaya çıktığını göz önüne aldığımızda,
Meryem'i kadınının dünyadaki yazgısının büyük destekçisi olarak gör -

* Book of Hours: Ortaçağ'dan kalmış olan en yaygın el yazması çeşidi. Bunlann her biri birbirin -
den farklı olmakla beraber, genelde birtakım metinleri, duaları, mezmurları ve bunlara uygun il -
lüstrasyonları içerirdi. (ç.n.)

92 AvRuPA' N ı N Docuşu
mekten başka bir seçenek yoktur. Tıpkı zarif aşkta olduğu gibi, onun
kültü sayesinde kadının statüsü gelişmiştir. " Hanımımız" en yüksek
düzeyde şövalyenin, genel anlamda erkeklerin de "hanım''ı, Ortaçağ
toplumunun ilahi ve insani dünyasında parıldayan bir kadın figürüdür.

Mesih'e Dini Bağlılığın Doğasının Değişmesi

Bakire Meryem kültü dindarlığın kadınsılaştırılmasını getirmiş ve bu


da benim "kederlenme" olarak adlandırdığım şeyle birleşmiştir. Tan­
rı imgesinin tarihsel evriminde Hz. İsa yıllarca Antikçağ kahramanla­
rı geleneğine uygun şekilde temsil edilmiş, ölümün fatihi, muzaffer
Mesih olarak gösterilmiştir. Ancak zamanla bunun yerini acı çeken
Mesih almıştır. Bu evrimin nasıl bir yol izlediğini ortaya çıkarmak ve
nedenlerini anlamak kolay değildir. Fakat Mesih figürünün, askeri
zafer artık seçilmiş olanın işareti olarak görülmediğinden, askeri gü -
cünün kaybolması, Mesih imgesini, onu zaferle ilişkilendiren niteli­
ğinden ayırmıştır. Bu arada, bana göre, Teslis'in üç kişisiyle Bakire'yi
birbirinden ayıran eğilimin devam etmesinin bir sonucu olarak, ma­
jeste imgesini özümseyen Baba Tanrı da dünyevi kralların güçlerinin
evrimiyle ilişkilendirilmiştir. Aynı zamanda Kilise de, 1 3 . yüzyılın
erken döneminin dilenmeyi seçmiş tarikatlarından etkilenerek, şef­
kat ve merhamet faaliyetleri sonucunda, aciz, hasta ve her şeyden
önemlisi yoksul durumdakilere kardeş gözüyle bakmaya başlamıştır.
Kilise içinde kendisini hissettirmeye başlamış ve ruhban sınıfından
olmayan halkın bir kısmına da iletilmiş bu dini yeniden uyanışın slo­
ganı, "çıplak olarak, çıplak Mesih'i takip et"tir. Burada bir kez daha
görüldüğü gibi, ikonografi hem bu gelişime tanıklık etmektedir hem
de aynı gelişimde etkin şekilde rol almaktadır. Haç, Hıristiyanlığın ilk
günlerinden beri Hıristiyanların amblemi olmuştur ama 1 1 . yüzyıl -
dan itibaren çarmıha gerilmiş Hz . İsa'yı temsil eden Hz. İsa'lı haç ya­
yılmaya başlamıştır.
Artık en çok ibadet edilen, saygı gösterilen Mesih, Çilekeş Mesih,
acı çeken Mesih' tir. İkonografi bu Mesih'in yeni görüntülerini yayma­
ya başlamıştır. Bunlar, sembolizmle gerçekçiliğin karışımı içinde Çi -
le'nin araçlarının temsillerini içeren görüntülerdir. Sadece çarmıha
gerilme imgeleri değil, çarmıhtan indirilme ve defnedilme de ölüm
üzerine düşüncelere zemin hazırlamış, bu da 1 4. yüzyıl insanının
ölüm temasını işleyen sanata karşı aşırı ilgisini körüklemiştir. Cesetle -

FEODAL AVRUPA 93
rin ve kısa bir süre sonra da kafatasların dünyası Avrupa, tüm Hıristi -
yanlık alemini sarmıştır.

Tann'nın Sureti olarak İnsan: Hıristiyan Hümanizmi

Bu arada, yani 1 2. yüzyıl ve sonrasında, Hıristiyanlık her zamankin­


den daha enerjik bir şekilde, insanın Tanrı'yla ilişkisine dair yeni bir
imge üretme üzerinde durmuştur. Ortaçağ'ın ilk dönemlerinde insan
Tanrı tarafından yok edildiğini hissetmiştir. İnsanı ifade eden en iyi
simge, Büyük Gregorius'un 6. ve 7. yüzyıllarda betimlediği gibi, Eski
Ahit'teki kibri kırılmış ve yere kapanmış Hz. Eyup'tur. İşte bu sırada
Canterbury'li Aziz Anselmus ( 1 033-1 1 09) tarafından yazılmış mu­
azzam teolojik çalışma bir dönüm noktası oluşturacaktır: Bu Cur deus
homo'dur (Tanrı insanı neden yarattı?) . Kitabı Mukaddes'in yeni yo­
rumlan, insanları Tekvin metni üzerinde düşünmeye sevk etmiştir.
Tann'nın insanı, ona benzemesi için, kendi suretinde yarattığını ilan
eden Tekvin' deki açıklama teologları, din hukukçularını ve vaizleri
şaşkınlığa uğratmıştır. Tann'nın bu insani sureti ilk günahın sebep ol­
duğu kirlenmeden sağ salim çıkmıştır. Artık kurtuluş hedefinden ön­
ce, yeryüzündeki insanların Tanrı'ya olan bu benzerliği cisimleştirme
çabaları gelmektedir. Bu benzerlik, Hıristiyanlığın başlangıcından iti­
baren Kilise Babalan'yla Aziz Augustinus'un kendisi tarafından bile
az çok karıştırılan iki unsura hitap eden Hıristiyan hümanizminin te­
meli olmuştur. Bu iki unsur Doğa ve Akıl' dır. Ortaçağ'ın ilk dönemle­
rinde simgesel bir doğa kavramı baskın olmuştur. Aziz Augustinus,
doğaüstünün içindeki doğalı özümseme eğiliminde olmuştur; 1 2.
yüzyılda Gratianus gibi hukukçular hala Doğa'yı Tanrı'nın bir parçası
yapmaktadır ("Doğa, başka bir ifadeyle Tanrı") . Doğa ve doğaüstü ara­
sındaki ayrım ve doğanın kendine özgü fiziksel ve kozmolojik bir
dünya olarak tanımlanması 1 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Arap ve Ya -
hudi düşüncesinden, özellikle de onların Batı'yı Antik Yunan'ın unu -
tulmuş çalışmalarıyla ve her şeyden önce de Aristoteles'in Ay-altı böl -
ge* kavramına dair açıklamalarıyla tanıştırmasından önemli derecede
etkilenmiştir. Bu doğa fikri, insan düşünce ve davranışının tamamını

* Sublunary region: Eski Yunan astronomisinin bir kavramı; Dünya'yla Ay arasındaki, dört kla -
sik element olan, toprak, su, hava ve ateşten ibaret uzam. (ç.n.)

94 AVRUPA'N I N ÜOGUŞU
kaplayacaktır. Örneğin "doğaya karşı bir günah" (bu konuya geri gele­
ceğiz) olduğu ileri sürüldüğünden, eşcinsellik çok daha sert bir şekil­
de mahkum edilecektir.
1 2. yüzyılda, doğayla birlikte, daha da fazla insana özgü olan Akıl
da yüceltilmiştir. Akıl kavramı da hem Kilise Babaları hem de Aziz
Augustinus için aynı şekilde belirsiz, kafa karıştırıcı ve çokanlamlı ol­
muştur. 1 2. yüzyılın şafağında, aklın daha iyi bir tanımını talep eden
bu kez Aziz Anselmus'tur. Hıristiyanlara teklif ettiği ''fides quaerens
in tellec tu m 'dur (aklı arayan inanç). 1 2. yüzyılın ilk dönemlerinde Bü­
yük teolog Saint-Victor'lu Hugh aklı, yüce gerçekliğe yönelmiş üstün
akıl ve maddi, dünyevi aleme yönelmiş adi akıl olarak ayırmıştır. Pe­
der M . D. Chenu, 1 2. yüzyıl teolojisiyle ilgili evrimin, metin analiz
yöntemlerinin (gramer, mantık ve diyalektik) genel evrimini izlediği­
ni göstermiştir. Hıristiyanlık bu dönemde skolastik felsefeye yönel -
miştir.
1 2. yüzyıl hümanizmi ayrıca içgözlemin gelişmesi üzerine de ku­
rulmuştur. "Hıristiyan, kendini bil" temasının ayrıntılı bir şekilde iş­
lenmesine bazen Hıristiyan Sokratesçiliği adı verilmiştir. Araştırma -
cılar, bu Sokratesçiliğin yeni bir günah kavramına, niyete dayalı bir ah­
laka dayandığını ve bunun da 1 2 1 S'te Dördüncü Lateran Konsil'inde
kurumsallaşan içgözlem tarzına yol açtığına işaret etmiştir. Bazen bir -
birine karşıt çeşitli biçimler alan bu hümanizm, Abelard' dan Aziz Ber­
nard'a, Conches'lu Guillaume'dan Salisbury'li John'a kadar, 1 3 . yüz -
yılın neredeyse tüm dehalarının düşüncelerinde yer alan bir unsur ol­
muştur.
Bu hümanizm, Robert I . Moore'un "ilk Avrupa devrimi" olarak ta -
nımladığı, 1 O. ve 1 3 . yüzyıllar arasında ortaya çıkmış gözüken, büyük
altüst oluşun kalbinde şekillenmiştir. Moore Avrupa'nın birinci değil,
ikinci binyılda doğduğunu iddia etmektedir. Bence, 1 1 . ile 1 3 . yüzyıl -
lar arasındaki Avrupa'nın önemini, Ortaçağ'ın ilk dönemlerinin aley -
hine olacak şekilde abartmaktadır. Bense, her iki dönemin de, Avru -
pa'nın ayrıntılı şekilde gelişiminde eş derecede önemli ve hatta belir -
leyici iki katman ortaya çıkardığını göstermeyi ümit ediyorum. Moo -
re'a göre,

bu Avrupalıları, idari kurumlarının iktidar ve etkisini yaymak ve böy­


lece sonunda kapitalizmin, sanayinin ve imparatorlukların gelişimini
sağlayacak gerekli koşulların yaratılması için topraklarını ve işçilerini
her zamankinden daha yoğun ve aralıksız bir şekilde sömürmeye zor-

FEODAL AVRU PA 95
layan, açgözlülük, merak ve yaratıcılığın birleşmesinin ortak sonucuy­
du. Bu, iyi veya kötü, sadece Avrupa tarihinin değil, bir bütün olarak
modern tarihin temel olayıydı.

Bence Moore, Avrupa'nın kurulmasında büyük bir dönüm noktasına


işaret eden önemli bir fikre parmak basmaktadır. 1 3. yüzyıla ayrılmış
gelecek bölümde, bu dönüm noktasını analiz edeceğim. Çünkü Avru­
pa'nın, temelde kentlere dayanan ama aynı zamanda 1 2. yüzyılın hare­
ketli atılımında başlamış düşüşe tanıklık eden bu inşasının ulaştığı bo­
yutları, gerçekten de ancak 1 3. yüzyıla vardığımızda takdir edebiliriz.

Zulüm İçeren Bir Avrupa'nın Doğuşu

Şimdi bu neşe ve coşkunun korkunç ve olumsuz sonuçlarını ele ala­


lım. Robert I . Moore burada da "zulüm toplumu" olarak adlandırdığı
şeyin doğuşunu net bir şekilde tespit etmiştir. Ne olmuştu da, yıllar
boyu kırılgan bir konumda kalıp, güvensizlik duygusuyla acı çeken
Batı Hıristiyanları, hem maddi olarak hem de entelektüel ve dini açı­
dan kendilerini emin ellerde hissetmişti? Freising'li Otto'nun aksine,
bu insanların hepsinin Hıristiyan aleminin neredeyse mükemmel bir
duruma geldiğine inanmamış olmaları mümkündür ama öte yandan,
kendilerinden emin olmasalar, bu kadar ateşli ve hatta saldırgan ol­
mazlardı. En önemlisi, bu insanlar Hıristiyan aleminin sağlamlığını ve
başarısını tehdit edecek tomurcuk halindeki her türlü kirlenmeyi orta­
dan kaldırmayı arzulamaktadırlar. Hem Kilise hem de dünyevi otori­
teler tarafından başlatılmış bir dizi ortak operasyonun arkasındaki sa -
ik budur. Amaç, günah ve fesat tohumları ekenleri köşeye sıkıştırmak
ve son çare olarak da Hıristiyan aleminin tümden dışına sürmektir. Bu
mezalimin başlıca mağdurları ilk başta heretikler, ama aynı zamanda
Yahudiler, eşcinseller ve cüzamlılardır.

Heretikler

Heretik akımlar neredeyse başlangıçtan itibaren Hıristiyanlığın parça -


sı olmuştur. Bu yeni din, resmi öğretisini, esasen kilise konseyleri va -
sıtasıyla yavaş yavaş belirlemiştir. Bu ortodoks yaklaşımın gelişmesi
karşısında, bir dizi farklı "seçenekler" ortaya çıkmış ve bunlar önünde

96 AVRUPA ' N I N 00GUŞU


sonunda Kilise tarafından mahkum edilmiştir. Bu heretik akımlardan
bazıları, Hıristiyanlık dogması ile ilgilidir. Özellikle Mesih'in kutsal
doğasını ya da insani doğasını tanımadıklarından, Teslis'in üç kişisini
aynı düzeyde kutsal görmeyen yaklaşımlar için doğru bir tespittir bu.
Diğer heretik akımların Kilise töreleriyle sorunu vardır ve bunlar be -
lirgin bir şekilde toplumsal nitelik taşırlar. Bu konuyla ilgili bir örnek,
Aziz Augustinus'un şiddetle karşı çıktığı Kuzey Afrika kökenli Dona­
tusçuluktur. Karolenj döneminde Teslisçi birkaç heretik akım mev­
cuttur ama M S l OOO'den sonra büyük bir heretik akım dalgası ortaya
çıkmıştır; bunlar arasında geleneksel olarak bir ayrıma gidilmiş, popü­
ler nitelikteki heretik akımlarla bilgiye daha çok dayananlar ayrı tutul­
muştur. Yükselen bu heretik dalga, genelde inançlı halkın daha saf tö­
reler arayışına veya 1 1 . ile 1 2. yüzyılların Gregoryen Reform' una gi -
den yolu açacak genel değişim arzusuna verilmiştir. Karolenj dönemi­
nin yıllarca sürmüş siyasi ve toplumsal istikrarından sonra ikili bir ha­
reket niteliği taşıyan istikrarsızlık ve karışıklık dönemi gelmiştir. Bir
yandan Kilise kendisini din adamı olmayan güçlü kişilerin baskısın­
dan kurtarmaya çalışmaktadır; diğer yandan da ruhban sınıfından ol­
mayanlar ruhbanla olan ilişkilerinde daha serbest bir konuma ulaşma­
ya çabalamaktadır. Ortaçağ toplumu ve medeniyeti, Kilise'nin hem
ilahi hem de dünyevi olan iktidarına dayanmıştır. Kilise'nin kabul
edemediği, 1 1 . yüzyılın başında Orleans, Arras, Milano ve Lombardi -
ya'daki olaylarda görüldüğü gibi, iktidarını sorgulayan heretik akım­
lardır. Protesto hareketlerinin ya reformda kararlı ya da heretik akım
anlamında güçlü olduğu bölgeler Lothringen (modern Lorraine), gü ­
nümüz Fransa' sının güneybatı ve güneydoğusu, Kuzey İtalya ve Tos -
cana' dır. Artık protesto eden bir Avrupa belirmiştir. Kilise'nin ilerle -
mesi zordur; kah ruhban sınıfı içinde gerekli reformlara doğru kah he­
retik akımların bastırılmasına doğru salınmaktadır. Din adamlarının
davranışlarının yeniden biçimlendirilmesi, mukaddes şarap ve ekme -
ğin ve dini mevki satışını, papazların evlenmeme yeminine uyulma -
masını (papazların büyük kısmı ya evliydi ya da metresleri vardı)
mahkum etmeyi kapsamaktadır. Bu arada, halk arasında gittikçe artan
sayıda insan, yanlış davranışlar içinde olan papazlardan veya hatta
herhangi bir papazdan ekmek ve şarap takdimi kabul etmeyi reddet -
meye başlamıştır.
Bazı heretikler de Hz. İsa'lı haça ve hatta Haç'ın kendisine bile iba -
det etmeyi reddetmektedir. Cluny keşişlerinin etkisi altında bulunan
Kilise, dualara, ölüye saygı göstermeye yönelik hizmetlere ve bu ayin -

FEO DAL AVRUPA 97


leri yöneten din adamlarını ödüllendirmeye her geçen gün daha fazla
önem vermeye başlamış ama ruhban sınıfının dışında kalan birçok in -
san da bu yeni davranış kalıbını reddetmiştir. Bu tür protestolar me­
zarlıkları da etkilemeye başlamıştır: Bu yerler sadece Kilise tarafından
takdis edildi diye halkın birçoğu buraları kutsal görmeyi reddetmiştir.
Benzer şekilde, halk Kilise'nin Kutsal Metinleri yorumlama ve özel -
likle de bunların ayinlerde nasıl kullanılacağı konusundaki tekelini de
sorgulamaya başlamıştır. Son olarak da Kilise içinde hem bireyler dü­
zeyinde hem de toplu olarak gittikçe artan zenginleşme, nefret dolu
eleştirilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kilise bir süre sonra
kendisini kuşatılmış bir kale gibi görmeye başlamıştır. İlk hamlesi, da -
ha iyi karşılık vermek için bu heretik akımları adlandırmak ve birbirin­
den ayırmak olmuştur. Fakat bulduğu adlar çoğu kez geç Antikçağ'a ait
olmuştur. Eski metinlerde bulunan bu adlar, hiçbir şekilde Kilise'yi
şimdi tehdit eden gerçek heretik akımlara karşılık gelmemektedir. Ge­
nelde tüm bu akımları, İyi ile Kötü arasında radikal bir farklılık oldu­
ğuna inanan Manicilikle bağlantılı heretiklikler olarak görmüş ve
bunlara inananları da integrist'ler* olarak adlandırmıştır.
Bu heretik akımlara karşı mücadelede başı, Hıristiyan alemini kon­
trol eden büyük kurum Cluny tarikatı (aynı zamanda Haçlı Seferle­
ri'ni de örgütlemiştir) çekmiştir. Cluny'nin 1 1 22 ve 1 1 56 yılları ara­
sındaki ünlü başkeşişi Saygıdeğer Peter, Hıristiyanlığa yönelik ana
tehditler olarak adlandırdığı unsurlara saldıran üç çalışma kaleme al­
mıştır. Bunlar bir yere kadar ortodoks Hıristiyanlığın ana metinleri
olarak kabul edilmiştir. Bunlardan bir tanesinde, kilise törenleri ile
ölüler için dua etmeyi reddeden ve Haç korkusunu vaaz eden, Alp­
ler' deki bir köy cemaatinin pederi heretik Pierre de Bruys'a saldırır;
diğeri Hıristiyan aleminde Hz. Muhammed'e (bu metinde Hz. Mu ­
hammed büyücü olarak gösterilmiştir) ve tüm müritlerine saldıran ilk
çalışmadır; üçüncüsünde ise tanrı katilleri olarak mahkum ettiği Ya -
hudilere saldırmıştır. Saldırı l 1 40'tan sonra genel bir hal almış ve he -
retiklik, doğa üzerine üretilmiş yeni kavramlara uygun bir şekilde bir
hastalık olarak kabul edilmiştir: cüzam veya veba. Ayrıca Kilise bula -
şıcı hastalık fikrini de yayacak ve böylece heretik akımlar korkunç bir
tehlike olarak görülecektir.

• İntegrist: Orijinalinde, teolojik farklılıkları dogma farklılıklarına yükseltenlere denirdi ama ar­
tık geleneğe körü körüne bağlı yobazlık, hatta aşırı İslami akımlar için kullanılmaktadır. (ç.n.)

98 AVRU PA'N I N Docuşu


Güney Fransa' da, Yunanca da "saf" anlamına gelen ve Almanca'ya
Ketzerei olarak geçen heretiklik manası taşıyan "Katharos" terimi
özellikle kilit bir sözcüğe dönüşmüştür. Katharosçular, 1 1 63 'te hem
Köln'de hem de Flandre'da görülmüştür. 1 1 67'de konsey biçiminde
bir heretik meclis, görünüşe göre Saint-Felix-de-Caraman'da Toulou­
se kontuna ait bir arazide toplanmıştır. Katharos heretikliği az çok
soyluların bir kısmını ve hatta Languedoc ve Oksitan üst aristokrasisi­
ni kendi tarafına çekmiştir. Bu temelde Kilise'nin kan akrabalığına da­
yanan evlilikleri yasaklamasından ötürüdür; bu değişiklik kırsal mi­
rasların parçalanmasını getirmiştir. Katharosçuluk sözcüğün tam an­
lamıyla gerçekten bir Manicilik biçimidir; maddi ve bedeni olanı red­
detmiş ve yerine Hıristiyan Kilisesi'ninkinden çok farklı davranış ve
ayinler koymuştur. Katharosçuluğun bir özelliği, bir elit "saf" katego­
risi aynını yapmasıdır. " Mükemmel olanlar" olarak bilinen bu kişile -
re, yaşamlarının sonuna doğru consolamentum* denilen bir tür vaftiz
töreni düzenlenmektedir. Kanımca Katharosçuluk aslında bir Hıristi­
yan heretikliği değil, tamamen farklı bir dindir. Önemi, hem onu yok
etmek isteyen Kilise tarafından hem de 20. yüzyılda bunu çok özel bir
miras olarak gören bölgeci militanlar tarafından abartılmıştır. Katha­
rosçuluğun eğer zafere ulaşsaydı (ki her durumda bu çok düşük bir ih -
timaldir) "Integrist" bir Avrupa yaracağına inanmak, hiçbir şekilde bu
olgunun kışkırttığı Kilise zulmünün acımasızlığını mazur göstermez.
1 2. yüzyılın ikinci yarısında heretik akımlarla ilgili her an patlamak
üzere olan büyük kargaşanın ortasında, Lyon'da, Pierre Valdo (Valdes)
adında, ruhban sınıfından biri olmasa da yoksulluk, alçakgönüllülük
ve Kitabı Mukaddes'in ruhuna uygun yaşam üzerine vaazlar veren bir
tüccar belirmiştir. Valdoculuk ilk başta bir heretiklik değil, daha ziya­
de ruhban olmayan kesimin, Kilise'nin otoritesini sorgulamaksızın,
kendi rolünü artırmaya çalıştığı bir reform hareketi olarak gözükmüş -
tür. 1 1 84'te imparatorun da desteğini almış Papa I I I . Lucius, Vero -
na' da Ad abolendam * * olarak adlandırılmış ve tüm heretiklere şiddetli
baskı uygulanmasını getiren kararı devreye sokmuştur. Aslında (Mo -
nique Zerner'in ifade ettiği gibi) "heretikliğin dışarıya renk vermeme -
si" yüzünden, bunalmış bir Kilise'nin içine düştüğü kafa karışıklığı-

• Consolamentum: Katharosçulann vaftiz töreni. Bu törende su kullanılmaz, vaftiz edilenin ha -

şına ellerin ve Yuhanna İncili'nin konulmasından ibarettir. (ç.n.)


• • Ad abolendam: İlk Engizisyon emri; "temizlemek, kökünü kazımak, halletmek için" anla­

mında Latince deyiş. (ç.n.)

FEODAL AVRU PA 99
nın bir sonucu olarak, tüm heretik akımlar ("Katharosçular, sahte bir
isim altında kendilerini Lyon'un alçakgönüllüleri ve yoksulları olarak
adlandırmış Paterinler, Passagianlar, Josephinler ve Arnaldistler) aynı
kefeye konacaktır.
Heretiklik karşıtı baskının büyük örgütleyicisi, Papa I I I . Innocenti­
us (1 1 98-1 2 1 6 arasında papa) olmuştur. Heretikli ği 1 1 99 kadar er­
ken bir tarihte hainlikle bir tutmuş ve dolayısıyla bir heretiğin sahip
olduğu her şeye el koymak, tüm kamu faaliyetlerinin dışında tutul­
ması ve mirastan mahrum bırakılması mümkün olmuştur. I I I . Inno­
centius Haçlı Seferleri fikrini ve gerçekliğini yeniden canlandırmış ve
heretiklere yönlendirmiştir. Heretiklere karşı, 1 208' de halk içinden
haçlıların ileri çıkarak savaşmasını istediği bir savaş başlatmıştır. Savaş
Beziers'nin yağmalanması ve Biterrois'ların kasaba kiliselerinde katli­
amıyla başlamıştır. Bu savaş, Kuzey Fransa' dan toprağa ihtiyacı olan
çok sayıda küçük lordu içine çekmiştir. Bu sözde Albi heretiklerine
karşı düzenlenen Haçlı Seferi l 229'a, Toulouse kontu, Güney Fran -
sa'nın tüm lordları ve kasabalarıyla birlikte silahlarını bırakana kadar
sürmüştür.
Bu arada, Dördüncü Lateran Konsili (1 2 1 5) Hıristiyan prenslere
heretiklik karşıtı bir yemin dayatmıştır. Aynı zamanda Yahudileri de
kıyafetlerine dikilen ve genelde kırmızı bir tekerlek şeklinde olan gö­
rünür bir işaret taşımaya mahkum etmiştir. Bu, geleceğin sarı yıldızı -
nın Avrupa'daki doğuşu olmuştur. Her ne kadar 1 269'da Aziz Louis
yaşamının son günlerinde, görünüşe göre arzusunun dışında bu kararı
uygulamak zorunda kalmışsa da, sektiler yönetimlerin büyük kısmı
bu karara uymamayı seçmiştir. 1 232' deyse Papa IX. Gregorius, Pisko­
posluk Engizisyonu yanında, Hıristiyan aleminin her yerinde Kilise
ve papa adına heretikleri yargılamış olan Papalık Engizisyonu'nu kur­
muştur.
Engizisyon, "suç isnat edici" değil, daha ziyade "sorgulayıcı" olarak
bilinen yeni bir yargı yöntemi benimsemişti. Bu yöntem suçlunun iş -
lediği suçla ilgili bir itirafname vermesi için sorgulanmasından ibaret -
ti. Böylece itiraflara dayanan bir Avrupa ortaya çıkmıştı ve bir süre
sonra bu itiraflar işkence yoluyla alınmaya başlamıştı. İşkence Orta­
çağ'ın ilk dönemlerinde çok az kullanılmıştı çünkü Antikçağ' da genel -
likle kölelerle sınırlı kalmıştı. Şimdi Engizisyon bunu yeniden canlan -
dırmış ve uygulama alanını ruhban kitlesinin dışına genişletmişti. Bu,
Robert 1. Moore tarafından açığa çıkarılmış, zulüm Avrupa'sının en iğ -
renç yanlarından biriydi.

1 00 AVRUPA' N I N Docuşu
Her ne kadar tam sayısını vermek mümkün değilse de, Engizisyon,
heretik ilan ettiği oldukça fazla sayıda insanı kazıkta yakılmaya mah­
kum etmiştir. Engizisyon mahkemeleri tarafından mahkum edilmiş
heretiklerin cezalarının uygulanması, Kilise'nin seküler kolu olarak
hareket eden dünyevi otoriteler tarafından gerçekleştirilmiştir. Top­
lumsal açıdan bakıldığında, Katharosçuluk ilk başta kentlerdeki soylu­
lar ve dokumacılar gibi belli zanaatkarlar arasında yayılmıştır. 1 3 . yüz -
yılın ikinci yarısına ulaşıldığında, Katharosçular uygulanan baskının
şiddetinden ötürü birbirinden kopuk yaşayan dağ topluluklarından
(Emmanuel Le Ray Ladurie'nin kendileriyle ilgili örnek bir çalışma
yapmış olduğu Ariege bölgesinin Montaillou köyü sakinleri gibi) iba­
ret kalmıştır.

Yahudilere Zulüm

Kilise ve Hıristiyan prensler tarafından zulme uğramış ikinci topluluk


Yahudilerdi. Yıllarca Hıristiyanlar için ciddi bir sorun olmamışlardı.
1 O. yüzyıldan önce Batı' da fazla Yahudi topluluğu yoktu ve olanlar da
Hıristiyan alemiyle Doğu arasında yer alan ufak çaptaki ticareti, Do­
ğu'dan gelen diğer insanlarla (Lübnanlılar, Suriyeliler vb) birlikte yü­
rüten tacirlerdi. Buna rağmen Kilise, hem teorik hem de pratik düzey­
de Hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar
oluşturmuştu. Vizigotların İspanya'sı bir istisna oluşturuyordu. Çün­
kü buranın papazlarla birlikte hareket eden kralları, şiddetli şekilde
Yahudi karşıtı olan yasalar yürürlüğe koymuştu; Leon Poliakov bunla­
rı antisemitizmin kökeni olarak görmektedir. Fakat İber Yarımada -
sı'nın büyük kısmını Müslümanların ele geçirmesi, hem Yahudilerin
hem de Hıristiyanların, fatihleri tarafından hoşgörülü bir muameleye
tabi tutulduğu yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Her ne kadar Yahudiler Lyon Başpiskoposu Agobard'ın şiddetli sal -
dırılarına maruz kalmışlarsa da, Charlemagne ve ardılları Yahudilere
zulüm etmemiştir. Aziz Augustinus'tan sonra, Hıristiyanlar Yahudi -
lerle olan ilişkilerinde Mezmurlar LI X'dan bir emre uymuştur: "Onla -
rı katletmeyin ki, halkım görsün, unutmasın: Zorla dağıtın onları ve
boyun eğdirin." Buna uygun olarak, Yahudilere bir bakıma ikiyüzlü
bir tür hoşgörü, hatta koruyuculuk gösterilmiştir ama bunu, Hıristi­
yanlık öncesi geçmişin ölmeyen anısına ve Yahudileri kovmak ve ba -
ğımlı konuma indirgemek için bir bahaneye dönüştürerek gerekçelen -

FEODAL AVRUPA 101


dirmişlerdir. Feodalizm, Hıristiyanlık alemindeki yerini aldığında,
Yahudiler de serflere dönüşmüştür. Bu kulluk ilişkisi, onları bir anda
lordlarının ve özellikle de Hıristiyan prenslerinin kontrolü ve koru -
ması altına sokmuştur. Buradaki ikinci unsur genellikle bir yanda hoş­
görü ve koruma ve diğer yanda da zulüm arasında gidip gelmiştir. Pa­
palar, imparatorlar ve Aziz Louis gibi kralların hepsi bu şekilde dav­
ranmış, Yahudilerden nefret etmişler ama buna rağmen kendilerini
Aziz Louis'nin ifadesiyle onların "hariçten piskoposları" olarak gör­
müşlerdir.
Bu açıdan bakınca, Ortaçağ'da hem Yahudi hem de Hıristiyan yazı­
nında Charlemagne'ın özel, efsanevi bir yeri olmuştur. MS 1 000 civa­
rında Alman ülkelerinde muhtemelen 4.000 Yahudi vardır. Yüzyılın
sonunda, Birinci Haçlı Seferi'nin öncesinde bu sayı 20.000'e yaklaş -
mıştır. Yahudiler bazen Hıristiyan hükümdarlarının saraylarına çağrıl­
mış ve Hıristiyanların rakip olamadığı özel ekonomik yeteneklerin­
den ve sundukları hizmetlerden ötürü, kendilerine çeşitli ayrıcalıklar
tanınmıştır. MS 1 000' den sonra, Hıristiyanlık aleminin gittikçe yük­
selen ekonomik düzeyi, Hıristiyanlar arasında yaşayan Yahudilerin
sayısında görülen artışın nedenlerinden biridir ama bu artış kısa bir
süre sonra Yahudi zulmünün başlamasına da neden olmuştur. Buna
rağmen, 1 1 . yüzyıla baktığımızda, Hıristiyanlarla Yahudilerin iyi kötü
barış içinde yaşadıklarını görürüz. Her ne kadar bir adı olmamışsa da,
Hıristiyanlar Yahudileri kendi meşru dinlerine inanan insanlar olarak
görmüştür. Oysa, örneğin Müslümanlar, pagan statüsünde görülmüş­
tür. Bazı alim konumundaki din adamları Kitabı Mukaddes'le ilgili yo­
rum alışverişinde bulunmak için Yahudi din adamlarıyla karşılıklı iliş­
kiler geliştirmiştir; ve Yahudilere sadece sinagog değil, kendi okulları­
nı açmaları için de izin verilmiştir. Birinci Haçlı Seferi bu durumda
ciddi bir değişime neden olacaktır.
Kudüs 1 O. yüzyılda Hıristiyanların her geçen gün daha çok önem
verdiği bir fikrisabite dönüşmüştür. Hıristiyan Papası i l . Urbanus'un,
1 095'te Clermont'ta, Kudüs'ün 1 099'da alınmasıyla sonuçlanacak
Haçlı Seferi lehine verdiği vaazın arkasındaki en önemli saik de bu ol -
muştur. Kudüs'ün düşmesinin ardından Müslümanlar Hıristiyanlar
tarafından katledilmiştir. Kudüs coşkusu ve Hz. İsa'nın Yahudilerin
kurbanı olarak çarmıhta çektiği acıyı çağrıştırması, Yahudilere yönelik
bir nefret ve düşmanlık dalgasının ortaya çıkmasına da neden olmuş -
tur. 1 1 . yüzyılın sonlarında yaşayan Hıristiyanların tarihsel zamanla
ilgili çok zayıf bir kavrayışları olduğu hesaba katıldığında, söz konusu

1 02 AVRUPA'N I N Docuşu
düşmanlığın boyutlarının çok daha büyük olduğu anlaşılır. Hz. İsa'nın
Çilesi'nin, içinde bulundukları dönemde gerçekleşmiş bir olay oldu­
ğunu düşündüklerinden, ona işkence edenleri cezalandırmak istemiş­
lerdir. Zengin ve güçlü haçlılar, yolculuklarını Marsilya ve Cenova'dan
kiraladıkları gemilerle gerçekleştirmiştir. Yoksul haçlıların büyük kıs­
mı deniz yolu için gerekli paradan yoksundur. Bu kişilere sık sık Mün­
zevi Pierre (L'Ermite Pierre) gibi fanatikler önderlik etmiş ve Yakındo­
ğu'ya Orta Avrupa' dan geçerek ulaşmışlardır. Bu yolculuk sırasında
karşılaştıkları çeşitli Yahudi topluluklarının çoğunu katletmişlerdir.
Bu Avrupa'nın ilk büyük katliam dalgası olmuştur.
1 2. ve 1 3 . yüzyıllardaki Yahudi zulmünün arkasında başka itici
güçler vardır. İki mit icat edilmiştir. Bunlardan biri, kanlarını ayinle­
rinde kullanmak için, Yahudilerin genç Hıristiyan erkekleri öldürdük­
lerine dair olan ve doğruluğuna inanılmış söylentidir. Bu söylenti ne -
redeyse her zaman kıyımlara neden olmuştur. Bu türden ilk suçlama­
nın, 1 1 44 yılında Norwich'te yapıldığı görülmektedir ve İngiltere' de
1 2. yüzyılın ikinci yarısıyla 1 3 . yüzyılın ilk yarısında bu tür birçok
suçlama ve katliam vardır. 1 2 5 5'te Lincoln'da bir başka vaka daha gö­
rülmüş ve genç bir oğlanın ölümünün ardından çıkan, onun Yahudi -
ler tarafından işkence edilerek öldürüldüğüne dair söylenti, 1 9 Yahu -
di'nin Londra'ya götürülerek asılmasına neden olmuştur. Ancak kra­
lın erkek kardeşi Cornwall'lı Richard'ın müdahalesi, 90 tanesinin da­
ha aynı yazgıyı paylaşmasını engellemiştir.
Her ne kadar Aziz Louis'nin hükümdarlığında (1 226-70) Fransız
topraklarında bir Yahudi kıyımına rastlanmasa da, benzer suçlama,
idam ve katliamlar Avrupa kıtasına da yayılmıştır. Yahudilerin, Hıris­
tiyanların saflık arzusundan kaynaklanan zulmüne maruz kaldığı bu
dönemde, bir başka söylenti daha yayılmıştır. Bu sefer Aşai Rabbani
ayininde kutsanan ekmeğin Yahudiler tarafından kirletildiği söylenti -
si çıkmıştır. Bu suçlamayı harekete geçiren bariz bir şekilde Aşai Rab­
bani töreninin inançlı kitlenin gözünde artmış önemidir ki, bu geliş -
me sonunda 1 264'te Corpus Christi (Hz. İsa'nın Bedeni) festivalinin
ortaya çıkışına varacaktır.
Yahudilere yönelik zulüm çoğu kez kitlesel sürgünleri de kapsa -
mıştır. Birçok Yahudi, 1 290'da İngiltere'den ve 1 306'da da Fran ­
sa'dan atılmıştır. Bunların bir kısmı geri dönmüştür ama 1 3 94'teki
Fransa Krallığı'ndan atılma geri dönüşe imkan tanımaz. 1 4. yüzyılda -
ki büyük felaketler sırasında, Yahudilere yönelik şiddetli zulümler
gerçekleşmiştir. 1 3 2 1 'de Yahudiler, cüzamlılarla birlikte, kuyuları ze -

FEODAL AVRUPA 1 03
hirlemekle suçlanmışlar ve ardından kıyımlar gelmiştir. Daha da kötü­
sü, özellikle 1 348 ile 1 3 50 arasında Almanya' da Kara Ölüm olarak bi­
linen veba salgını tüm şiddetiyle ortalığı kırıp geçirirken, Yahudiler bu
olayın sorumlusu ilan edilmiştir. Bu tür salgın fikri tüm Hıristiyan
Avrupa' da yayılmaktaydı.
1 2. ve 1 3. yüzyıllarda Yahudilerin tecrit edilmesinin artması, onla­
rı zulümlere daha açık bir hale getirmiştir. Mülk edinmeleri ve toprak­
la uğraşmaları yasaklanmış, birçok meslekten atılmışlardır. En büyük
kovulma 1 492'de İber Yarımadası'nda, İspanya'daki son Müslüman
krallık Granada Krallığı'nın ortadan kaldırılması sırasında gerçekleş­
miştir. Bu toprakların Katolik hükümdarları kanın saflaştırılması (lim­
pieza del sangre) arayışında, diğer tüm Hıristiyan hükümdarlardan da­
ha ileriye gitmiştir. Yahudiler, Papalık Devletleri ve Almanya' daki im­
paratorluk mülkleri gibi henüz kovulmadıkları yerlerdeyse, daha son­
ra, onları aynı anda hem koruyan hem de tecrit eden gettolara kapatı­
lacaktır.
Birçok Yahudi, içinde bulundukları tüm yasaklara rağmen, küçük
çapta da olsa, gündelik masraflarını karşılama amacıyla, tefecilik faali­
yetine devam etmiştir. Bunun sonucu olarak da onları faizciler olarak
damgalayan Kilise'nin zulmüne uğramış ve dahası, Yahudilerden al­
dıkları mali yardım olmadan yapamayan Hıristiyanların nefretini
Üzerlerine çekmişlerdir. Tıpla ilgili üstün yeteneklere sahip diğer Ya -
hudiler de zengin ve güçlü kişilere doktorluk yapmaya başlamış ve pa -
palada Hıristiyan kralların (Aziz Louis de dahil) büyük kısmının Ya -
hudi doktorları olmuştur.
Zulmün ortaya çıktığı ve yayıldığı bu Avrupa'da, şüphesiz en sü­
rekli ve iğrenç zulüm Yahudilere uygulanandır. Sadece ırk fikrini de­
ğil, Ortaçağ'a ait olmayan bazı sözde bilimsel iddiaları da çağrıştıran
ırkçılık sözcüğünü kullanma konusunda tereddüt ediyorum. Hıristi­
yanların Yahudilere yönelik düşmanlığı esasen dine dayanmış olsa da
(diğer yandan Ortaçağ' da din her şeydi; öyle ki dini olanı belirleyen
asli bir anlayış mevcut değildi ve 1 8. yüzyıla kadar da mevcut olmaya -
caktı), Yahudi karşıtlığı Hıristiyanların tavırlarını açıklamada yetersiz
kalmaktadır. İşin gerçeği, Ortaçağ Hıristiyan toplumunun, Avrupa an -
tisemitizminin ilk temellerini atmış olmasıdır.

1 04 AVRUPA' N I N Doc uşu


Sodomi

Zulme uğrayan ve dışlanan insanların oluşturduğu üçüncü kategori


eşcinsellerdir. Hıristiyanlık Eski Ahit'in eşcinselliği şiddetli bir şekil­
de kınayan tabularını devralmıştır; Sodom sakinlerinin ahlaksızlıkları
cinsel sapkınlık olarak kabul edilmiştir. Buna rağmen sodomi bir yere
kadar, özellikle manastırlarda hoşgörüyle karşılanmıştır. Fakat 1 2.
yüzyılın reform dalgası sodomiye karşı tavırları da etkilemiştir. Çün­
kü özellikle doğa kavramının evrimiyle, doğaya karşı işlenmiş günah­
lar olarak görülmeye başladıklarından, cinsel günahlar, olduklarından
çok daha kötü eylemler sayılmıştır. Artık eşcinsellik tek başına kınan­
makla kalmaz, aynı zamanda sessizlik alemine sürgün edilir; artık ağ­
za alınamayacak bir günah olmuştur. Sodomi daha çok namuslarını le­
kelemek ve onların en şiddetli cezalara çarptırılmalarını ve hatta öldü -
rülmelerini isteyen düşmanları tarafından erkeklere (kadınlardan ne­
redeyse hiç bahsedilmemiştir) sıçratılan bir günah olmuştur. Müslü­
manlar eşcinsellikle suçlanmıştır. Asker keşişler olan Tapınak Şöval -
yeleri de aynı suçlamayla karşılaşmış ve yok edilmişlerdir. Hatta lider­
leri Jacques Molay, 1 4. yüzyılın başında kazıkta yakılmıştır. Diğer yan­
dan, yüksek mevkiler işgal eden muktedirler arasında sodomiye az
çok hoşgörüyle yaklaşılmıştır. İngiltere'nin iki veya eğer Aslan Yürek­
li Richard hakkındaki (hiçbir zaman kanıtlanmamıştır) söylenti doğ ­
ruysa, üç kralı eşcinseldir. William Rufus'un ( 1 087-1 1 00 arasında
hükümdar) durumunda kuşkuya yer yok gibidir. Tahttan indirilen ve
daha sonra sevgilisiyle beraber suikasta uğrayan I I . Edward'ın (hü­
kümdarlığı 1 3 07-27) durumundaysa kesinlikle kuşkuya yer yoktur.
Sodomi vakaları, tıpkı diğer heretik davranışlarda olduğu gibi, 1 3 .
yüzyılın ortasından itibaren Engizisyon' a teslim edilmiştir ve nispe -
ten yüksek sayıda eşcinsel yakılmıştır. Hoşgörü parıltıları orada bura­
da, özellikle 1 5. yüzyılda ve daha çok İtalya'da, özellikle de Floran­
sa' da belirmiştir.

Cüzamın Belirsizliği

1 2. yüzyıldan itibaren zulme uğramış ve konumu zayıflatılmış olan bi -


reyler kategorisinin bu dördüncüsü şaşkınlığa neden olabilir. Bunlar
cüzamlılardır. Ortaçağ Hıristiyanlarının cüzamlılara yaklaşımı temel -
de ikirciklidir. Mesih' in cüzamlıyı öpmesi kesinlikle çok etkili olmuş -

FEODAL AVRUPA 1 05
tur. Büyük azizler cüzamlılara yemek vererek ve bazen de onları öpe -
rek Mesih' in izinden gittikleri için methedilmiştir. Bunların en ünlüsü
Assisili Aziz Francesco ve bir diğeri de Aziz Louis' dir. Cüzam Batı' da
4. yüzyılda yayılmış gözükmektedir. Böylece cüzamlılar bir yandan
acınılan ve merhamet gösterilen, diğer yandan da hem fiziksel hem de
manevi düzeyde korku yaratan nesnelere dönüşmüştür. Bedenin ruhu
yansıttığına inanılan bu toplumda, cüzam bir günah alameti olarak gö­
rülmüştür. Cüzamlı, saray edebiyatında çoğu kez itici bir karakter ola­
rak tasvir edilmiştir; cüzamlılar arasındaki Isolde anlatısında görüldü­
ğü gibi. Cüzamlılar, yasak dönemlerde cinsel ilişkide bulunan ebe -
veynlerden olan günah çocukları olarak damgalanmıştır. Michel Fo­
ucault'nun gösterdiği gibi, cüzamlılara gösterilen genel tepki onları
tecrit etmek şeklinde olmuştur. 1 2. yüzyıldan itibaren çeşitli cüzamlı
evleri inşa edilmiştir. Teoride bir tür hastane olarak görülen bu yapılar
aslında, kentlerin dışında oluşturulmuş ve Mecdelli Meryem' den (cü­
zamlıların koruyucuna dönüşen azize) esinlenerek La Madeleine adı­
nın verildiği mahallelerde oluşturulmuş hapishanelerdir. Nadiren dı -
şan çıkmalarına izin verilmiş olan cüzamlılar, boyunlarına asılı küçük
bir zil sayesinde Hıristiyanları kendilerinden uzak tutmuşlardır. Kor­
kunç bir sembolizmle yüklenmiş olan cüzam Ortaçağ Avrupa' sının ti­
pik hastalığı olmuştur. Cüzam korkusu doruk noktasına, cüzamlıların
kuyuları zehirlemekle suçlandığı 1 4. yüzyılın ilk döneminde ulaşmış­
tır. Dolayısıyla cüzam Batı'nın simgesel hastalıklarının en başta geleni
olarak kabul edilmiştir. Bir süre sonra veba, cüzamın önüne geçecektir.

Şeytan'ın Salıverilmesi

Sonunda, birbirinden farklı tüm baş belası varlıklar, iyi ve inançlı Hı­
ristiyanların saflığını ve kurtuluşunu tehdit eden bir karşı toplum
oluşturmuştur. Bunlar ya fiilen liderleri Şeytan'ın kontrolü altındadır
ya da onun uyruklarıdır. Şeytan, Avrupa'ya Hıristiyanlıkla aynı za­
manda girmiştir ve kökleri ya Grek-Roma pagancılığına ya da mevcut
türlü çeşitli popüler inançlardan birine giden birbirinden farklı birçok
iblisi hükümdarlığı altında toplamıştır. Şeytan ancak 1 1 . yüzyıldan
itibaren tüm kötülük kuvvetlerinin başkomutanı kabul edilmiştir. Bu
andan itibaren geleceğin lanetlilerinin dansını yönetir olmuştur. Her
insan ona yenik düşecek değildir ama herkes onun tehdidi altındadır,
herkesin onun tarafından yoldan çıkartılma ihtimali vardır. Birleşmiş

1 06 AVRUPA' N I N Docuşu
Hıristiyanlık alemi, heretik akımların aracılık ettiği "bütün insan ırkı­
nın bu düşmanı"na karşı tek bir cephe oluşturmuştur. Engizisyon, bu
savaşta, Kilise'nin elindeki araç olacaktır. Fakat Şeytan'ın varlığı ve ey­
lemleri uzun ömürlü olacaktır. Şeytan'ın Avrupa'sı belirmiştir.

Feodal Avrupa'nın Çevresi

Feodal kurumlar, 1 2. yüzyılın son dönemine gelindiğinde bütün Hı -


ristiyanlık alemini farklı derecelerde ele geçirmiş bulunmaktadır. Av­
rupa'nın kenar bölgelerinde iyi kötü bu bölgelerin orijinal karakterini
koruyan ama bir bütün olarak Hıristiyan dünyasında önemli bir rol
oynamayı sürdüren bazı feodal oluşumların varlığı, ilginç bir durum
teşkil etmiştir. Bu konuyla ilgili bir örnek, Ortaçağ'ın ilk döneminde
Hıristiyanlığın ve medeniyetin büyük merkezi olan İrlanda' dır. İrlan­
dalılar kendilerine özgü Hıristiyanlık biçimini korumayı, Kelt kültü­
rünü zengin ve canlı tutmayı ve hatta küçük gördükleri bu sözde bar­
bar Hıristiyanları boşuna fethetmeye ve yağmalamaya çalışmış olan
Gallilerle İngilizleri etkilemeyi bile başarmışlardır.
Bretanya'nın durumuysa ilk bakışta benzer gözükmesine rağmen
farklıdır. 4. yüzyıldan beri Büyük Britanya'nın Britonlarının işgali al­
tındadır. Siyasi açıdan bakıldığında, Ortaçağ'da Karolenj döneminde
bir krallık ve Capet döneminde de bir dukalık biçiminde büyük oran­
da siyasi özgürlük kazanmıştır. Bretanya düklerinin politikaları, Fran­
sızlar ile İngilizler arasında karmaşık bir denge sağlama eyleminden
ibaret olmuştur. Fransa asili unvanını da edinmiş Bretanya dükünün,
1 5. yüzyılda gerçek bağımsızlığını kazanma yolunda ilerlemekte oldu­
ğu görülmektedir. Bu arada, coğrafi koşularından en iyi şekilde yarar -
lanan Bretanya, donanmasını geliştirmiş ve sakinleri arasında sürekli
büyümekte olan bir denizci ve tüccar nüfusu oluşmuştur.
Kelt topraklarından Akdeniz topraklarına döndüğümüzde, 1 2.
yüzyılın sonu sadece İber Yarımadası için değil, Sicilya ve Kuzey İtal­
ya için de bir dönüm noktasıdır. İspanya' da Reconquista hızlanmıştır.
Kastilya ve Le6n'un VI . Alfonso'sunun 1 08 S'te Toledo'yu ele geçir­
mesi çok önemli bir dönüm noktası olmuştur: Hıristiyanlar, Müslü­
manlar ve Yahudiler arasında bir buluşma noktası olan, Yunan, İbrani
ve Arap dillerinde çeşitli çevirilerin gerçekleştirildiği bu kentin yaygın
nüfuzu, onu Hıristiyan Avrupa' da entelektüel etkinliğin temel direk­
lerinden biri yapmıştır. Sicilya ve Güney İtalya'daysa, Narman hü-

FEODAL AVRUPA 1 07
kümdarların yerini Alman krallar ( 1 1 94'te VI. Heinrich ve ardından
da 1 1 98' de i l . Friedrich) almış ve bu, bölgenin Hıristiyanlık alemi
içindeki konumunu sağlamlaştırmış ve Palermo'yu olağanüstü bir
çokkültürlü başkent haline getirmiştir.
Orta ve Kuzey Avrupa' daysa, bir Hıristiyan krallık olarak güçlen­
miş Macaristan artık Hırvatistan'la birleşmiştir. Kral I I I . Bela (hüküm -
darlığı 1 1 72-96) Bizans'la iyi ilişkiler devam ettirirken, doğu sınırını
da göçebelere karşı sağlamlaştırmış ve Fransa Kralı VII . Louis'nin bir
kızını kendisine ikinci eş yaparak Latin Hıristiyanlığıyla bağlarını da
güçlendirmiştir. Benzer şekilde, Bohemya ve Polonya da birbirlerinin
karşılıklı konumlarını, bir Hıristiyan prensliği ve bir Hıristiyan krallı­
ğı olarak tekrar teyit etmişlerdir. İmparatorun desteğini sağlamış Pir -
zemislid dükleri, manastırlar kurarak ve Moravya imtiyazlarını üstle­
nerek iktidarlarını pekiştirmişlerdir. Polonya'da "Çarpık Ağız" I I I . Bo­
leslaw (hükümdarlığı 1 1 02-3 8), her biri özel bir alanda uzmanlaşmış
köylerden ibaret bir dizi oluşturarak Piast monarşisinin ekonomik
canlılığını yakalamıştır. Bu, onun iktidarını güçlendirmesini sağlamış,
böylece Pomeranya'nın fethi ve Wloclawek, Lubusz ve Wolin'de yeni
piskoposlukların oluşturulmasına girişmiştir. Ayrıca Benedikten ve
Premonstratensian * dini tarikatlarını da desteklemiştir. Fakat vasiye -
tinde Polonya'yı farklı bölgelere ayırmış ve bunları oğullarına dağıt­
mıştır. Polonya' da monarşinin zayıflaması bu tarihten sonra başlamış­
tır. Bazı tarihçiler, Sovyetler Birliği'nin 1 989' da yıkılmasından sonra
Ortaçağ'da oluşmuş Orta Avrupa'nın tekrar belirdiğini düşünmekte­
dir. Bunlardan biri, yeni Orta Avrupa Üniversitesi'nde Ortaçağ Araş­
tırmaları Bölümü' nün örgütlenmesine yardımcı olmuş Macar Ortaçağ
tarihçisi Gabor Klaniczay'dır. Burası, Ortaçağ'ın Latin, Yunan, Slav ve
doğu Hıristiyanlıkları ve bu bölgelerde Avrupa medeniyetinin zaman -
la yayılmasıyla ilgili karşılaştırmalı çalışmalardan oluşan dersler baş -
!atmıştır. Bu çalışmaların ortaya çıkardığı şey, tıpkı Ortaçağ' daki gibi
batıdan doğuya uzanan geniş ve sınırsız bir bölge için açık, çeşitlendi -
rilmiş ve yaratıcı bir laboratuar oluşturan bir Orta Avrupa' dır: Klanic­
zay'ın kendi sözleriyle, hakiki bir Avrupa "Ütopyası" dır bu.
Benzer şekilde kuzeyde İskandinavya da Hıristiyanlık alemindeki
konumunu sağlamlaştırmıştır. İzlanda, 1 1 . yüzyılın sonunda Ortaçağ

• Premonstratensian: 1120' de Xanten'li Aziz Norbert tarafından Premonte, Fransa'da kurulmuş


olan Katolik tarikat. (ç.n.)

1 08 AVRUPA'N I N Docuşu
Hıristiyan edebiyatının güzelliklerinden biri olacak o son derece oriji­
nal epikleri, ilk sagaları ortaya çıkarmaya başlamıştır.
İskandinavya'nın siyasi ve idari istikrarı Ortaçağ'da hiçbir şekilde
kesinleşmiş değildir. Danimarka, Norveç ve İsveç açıkça ayırt edilebi­
len devletler değildirler ve öyle ki, 1 1 . yüzyılın başlarında Danlar diğer
iki İskandinav krallığını ve de İzlanda'yı kontrol altına almaya çalışır­
ken aynı zamanda kısa bir süre için de İngiltere'nin efendileri olmuş­
lardır.
Dini metropolis ilk başta, otoritesini 1 1 03 ile 1 1 04 arasında tüm
İskandinavya bölgesinde oluşturmuş ve o sırada Danların elinde olan
Lund Başpiskoposluğu' dur. Ardından 1 1 52 'de N orveç'te, en görkem­
li zamanı Valdemar dönemi olan (1 1 5 7-1 24 1 ) Nivados'ta (Trondhe­
im) bir başpiskoposluk kurulmuştur. İsveç'te Uppsala, 1 1 63 -64'te
metropolitlik düzeyine yükseltilmiş ve Cistercium keşişlerinin çaba -
lan sayesinde bir dizi manastır kurulmuştur. Fakat siyasi istikrarsızlık
daha da artmıştır. 1 1 56 ile 1 2 1 O arasında beş kral suikasta kurban git­
miştir. Sonunda, askerlik sanatına yeni bir şekil verilirken (ağır süvari­
nin ve müstahkem kalelerin ortaya çıkışı), hakiki bir soylu sınıfı ege­
men sınıf olmuştur. Hıristiyanlık dinini kabul etme, Latin yazı ve bil­
gisini sunan üstün bir kültüre erişim hakkı getirmiştir; bu kültür dışa­
rıda (Almanya'da Hildesheim' da, İngiltere' de Oxford' da ve özellikle
de Paris'te) eğitim görerek elde edilebilmektedir. İskandinav ülkeleri,
her şeye rağmen, Avrupa'nın diğer yerleriyle karşılaştırıldığında bir
bakıma arkaik ve önemsiz kalmıştır.

Haçlı Seferleri ve Avrupa

Haçlı Seferleri, Hıristiyan Avrupa'yı 1 1 . ile 1 3 . yüzyıllar arasında ka -


rıştırmış olağanüstü bir olaydır. Tarih kitapları bu seferlere oldukça ge -
niş bir yer ayırır. " Haçlı Seferi" teriminin kendisi Ortaçağ'a özgü de -
ğildir. Her ne kadar "haç çıkarmak" 1 2. yüzyıldan beri mevcut olsa da,
sözcük 1 5. yüzyılın sonunda icat edilmiştir. "Haçlı Seferleri" sözcüğü,
Kutsal Mezar'ı, Hz. İsa'nın Kudüs'teki kabrini ve de Hıristiyanlığın ilk
kez ortaya çıktığı kabul edilen bölgelerin, Müslümanlardan zorla alın -
ması için Hıristiyanların Filistin' de gerçekleştirdiği askeri operasyon -
lara verilen addır. Ortaçağ Hıristiyanları Haçlı Seferleri'ni, İber Yarı -
madası'ndaki Reconquista'ya benzer bir yeniden fetih olarak düşün­
müştür. Kudüs, Roma'nın kontrolünden Bizans'a (burayı işgal eden

FEODAL AVRU PA 1 09
yegane Hıristiyanlar) ve onlardan da Müslümanlara geçmişti. Hıristi -
yanlık aleminin kutsal kabul ettiği yerlerde, hiçbir zaman birleştiril­
miş tek bir Hıristiyan siyasi kurumu tesis edilmemişti. Buralar Yahu­
diliğin de kutsal kabul ettiği yerlerdi (her ne kadar Roma'nın buraları
fethi ve bunun ardından Yahudilerin bu topraklardan sürülmesi Ku­
düs'ün Yahudi nüfusunu ufak bir azınlığa dönüştürmüşse de). Ayrıca
Müslümanlar da bu yerleri kutsal kabul ediyordu. Çünkü Muhammed
Cennet'e Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'dan yükselmişti. Kudüs, yuka­
rıda belirtildiği gibi, çok erken bir tarihte Batı Hıristiyanları için eşi ol­
mayan bir hac yerine dönüşmüştü. Türklerin bu bölgeyi 1O. yüzyıldan
itibaren istilası, Batı Hıristiyanlarındaki tavır değişikliğini meşrulaştı­
ran bir bahane olacaktı. Fakat asıl mesele bu değildi. Haçlı Seferleri'nin
arkasındaki dini ve ideolojik neden, iki uzun evrimin birbiriyle birleş­
mesiyle ilgilidir.
Bunlardan ilki ve muhtemelen daha önemli olanı, Hıristiyanlığın
savaşmaya başlamasıdır. Yeni Ahit'in Hıristiyanlığı, tıpkı Hz. İsa'nın
kendisi gibi, barış yanlısıydı ve savaşa son derece karşıydı. Roma im­
paratorlarının Hıristiyanlara zulüm etmelerinin temel nedenlerin­
den biri, onların asker olmayı reddetmesiydi. Bunun arkasında yatan
neden, sadece imparatora bağlılık yemini etme konusundaki istek­
sizlik değil, kan dökme fikrinin kendisine karşı duyulan düşmanlık­
tı. İmparatorluk 4. yüzyılın sonunda, Hıristiyan olduğunda, Hıristi­
yanların tavırları da değişmeye başlamıştı. Artık imparatorluğun
tüm uyrukları (yakında hepsi Hıristiyan olacaktı) Hıristiyan impara­
torluklarını savunmak için göreve çağrılmaktaydı. Her şeye rağmen,
Hıristiyanların savaş fikrine düşmanlıkları uzun bir süre devam et­
mişti. Üstelik savaş benzeri pratiklere gösterilen tavırlar değiştiğin­
de bile, silah taşıma ve bunun sonucu olan kan dökme, papazlara ve
genelde din adamlarına menedilmişti. Bazı istisnalar mevcuttu. Kili­
se'nin kabul ettiği ve hatta övdüğü tek durum, askeri tarikatlarınkiy­
di. Bunlar, 1 2. yüzyıldan itibaren, Hıristiyanlığın kutsal yerlerini ve
bazı durumlarda da Batı'nın kendisini (örneğin, İber Yarımadası ve
Töton şövalyelerinin durumunda, Prusya ve Litvanya) korumak için
keşiş-şövalye grupları oluşturmaya başlamıştı. Fakat en önemli ge -
lişme, temelleri Aziz Augustinus tarafından atılmış olan adil savaş
kuramının oluşturulmasıydı. Adil savaş, olağan bir bireyin değil, bir
Hıristiyan imparator (daha sonra Ortaçağ'ın prens ve kralları) gibi
yüce bir otoriteye sahip bir liderin karar verdiği ve başlattığı bir sa -
vaştı. Teoride böyle bir savaşın hiçbir zaman saldırgan olmaması ge-

1 10 AVRU PA' N I N 00GUŞU


rekiyordu. Hıristiyanlık, önleyici savaş fikrini her zaman reddetmiş­
ti; savaş saldırı veya adaletsizliğin karşılığı olmalıydı. Fetih veya yağ­
ma için olmamalı ve her zaman silah taşımayanların (kadınlar, ço­
cuklar, rahipler, tacirler, vb) yaşamlarına saygı göstermeliydi. Öte
yandan Hıristiyanlar savaşın, özellikle paganlara ve bunlara benzer
kabul edilen Müslümanlara karşı yapıldığında adil olduğunu düşü­
nüyordu.
Fakat adil savaş kutsal savaşa dönüşmeden önce, başka bir önemli
değişikliğin gerçekleşmesi zorunluydu. Bu değişimi büyük ölçüde,
Charlemagne'ın liderliğinde, Papalığı Lombardlara karşı korumuş
Franklar veya 1 1 . yüzyılda Sicilyalı Normanlar karşısında Papalığın
yardımına koşmuş diğerleri gibi, Papalığın savaşçılardan yardım tale­
binde bulunması sağlamıştır. Genelde Papalık, kendisine yönelik her
türlü emperyal saldırıdan üzüntü duyan Hıristiyan halkların gösterdi­
ği her türlü askeri direnişi, kutsal bir savaşa dönüştürme eğilimindey­
di. Fakat Paul Alphandery ile Alphonse Dupront'un gösterdikleri gi -
bi, 1 1 . yüzyılda Hıristiyanlık aleminde tutkuları gittikçe harekete ge­
çiren, Kudüsün tasviriydi. Amaçların ve heveslerin birleştirilmesi, 1 1 .
yüzyılın sonunda bir Haçlı Seferi'nin örgütlenmesine yol açmıştı. Hı­
ristiyanlık alemi, tam bu sırada olağanüstü bir demografik ve ekono­
mik büyüme yaşamıştı. Demografik büyüme genç erkek nüfusunda
artışa neden olmuştu; bunların büyük kısmı şövalye geçmişinden ge -
len ya toprağa ya da kadına sahip olmayan gençlerdi. Georges Duby
bunlarla ilgili etkileyici bir çalışma yapmıştır. Soyluların artan zengin­
liği, aynı zamanda, bu kişilerin kendilerini daha iyi silahlandırmasını
ve askeri seferler düzenlemesini sağlamıştı.
Savaşın Hıristiyanlaştırılması, barbarların Hıristiyan yapılmaların­
dan sonra bile sürmüştür. Çünkü kılıç bir kez kutsandıktan sonra, sa -
vaş Kilise'nin onayıyla devam edebilirlerdi. Çelişkili gözükse de, Haçlı
Seferleri büyük çapta 1 000 yılını öne çıkaran barış hareketinden kay -
naklanmıştır. Öncelikle Kilise'ye göre, adil savaş, adalet ve barış sağla -
manın yoluydu. İkinci olarak da, adil savaş şiddeti önlemenin en iyi
yoluydu. Burada, Müslümanlara karşı Hıristiyan askeri gücünü yö -
netmekten gelecek çeşitli avantajlar keşfetmiş olan Papalık kritik bir
rol oynamıştır. Bu politika, şüphesiz kısmen Kudüs ve Mesih'le ilgili
mevcut algılamaların harekete geçirdiği gittikçe artan coşkunun sonu -
cuydu. Fakat bu aynı zamanda, genç şövalyelerin savaşçı öfkelerini
yönlendirmenin ve onları kafirlere karşı yöneltmenin bir yoluydu da.
Son olarak da bu, Papalığın kendisini sağlam bir şekilde Hıristiyanlık

FEODAL AVRUPA 111


aleminin en tepesine yerleştirmesinin bir yoluydu; çünkü dini ve si­
yasi yanları birbiriyle iç içe geçen böyle bir savaşta liderlik, ancak papa­
nın olmayı arzuladığı en yüksek dini lidere ait olabilirdi. Haçlı Seferi
düzenleyen papanın, i l . Urbanus'un, Cluny keşişi olması basit bir
rastlantı değildi. Haçlı Seferi, büyük Cluny topluluğunun tasarladığı
Hıristiyanlık tüıiin e çok iyi uyuyordu.
Böylece Papalık, kutsal savaş fikrinin ortaya çıkmasını destekle­
mişti. Bu savaşın simgesi, haçlıların göğsünde teşhir edilen bezden
haçtı. Böylece Hıristiyan Avrupa, kutsal savaşı, yani cihad'ı, Kuran'ın
indiği ilk andan itibaren, Müslüman müminler için temel bir zorunlu -
luk olarak yerleştirmiş olan İslam'ı izlemiş oluyordu.
Haçlı Seferleri'nin tarihine girmeyeceğim. ilk Haçlı Seferi'nin so -
nunda 1 099 yılında Kudüs'ün alındığını ve bunun, Müslümanların
Hıristiyanlar tarafından korkunç bir şekilde katledilmesini ve arala­
rında Latin Kudüs krallığının da bulunduğu çeşitli Hıristiyan devletle­
rin, Filistin'de kurulmasını getirdiğini söylemekle yetineceğim.
Müslümanların 1 1 44'te Urfa'yı almasının ardından, İmparator I I I .
Kondrad ve Fransız Kralı V I I . Louis Aziz Bernard'ın vaazlarıyla teşvik
edilen ikinci bir Haçlı Seferi'ne girişmiş ama bu başarısızlıkla sonuç­
lanmıştır. 1 1 87' de büyük bir Müslüman ordusuna komuta eden Kürt
Sultan Selahaddin, Hattin' de Kudüs kralının kuvvetlerini yok etmiş
ve sadece bu kenti değil, Sur hariç tüm krallığı ele geçirmiştir. Bunun
ardından İmparator Friedrich Barbarossa, İngiltere Kralı Aslan Yürekli
Richard ve Fransız Kralı Phillippe August önderliğinde üçüncü bir
Haçlı Seferi gelmiştir. Friedrich kara yolunu tercih etmiş ve Anada -
lu'da bir nehri geçerken bir kaza sonucunda boğulmuştur. Aslan Yü -
rekli Richard ve Phillippe August deniz yolunu tercih etmişlerdir. Fa­
kat bu Haçlı Seferi de başarısız olmuş ve Hıristiyanlar Kudüs'ü sonsu­
za dek kaybetmiştir.
1 3. yüzyıla gelindiğinde, Haçlı Seferi ruhu epeyce kaybolmuştur.
İmparator i l . Friedrich 1 228-29'da Müslümanlarla Avrupalıların bü­
yük kısmının utanç verici kabul ettiği bir antlaşma imzalayarak 6.
Haçlı Seferi'ni sona erdirmiştir. Fetih yerine dinden döndürmeyi
amaçlayan haçlılık tutkusunun anakronik şekilde tekrar yükselişi,
Kral IX. Louis'nin (Aziz Louis) liderliğinde Mısır ve Filistin'e sonu fe -
lakede biten iki Haçlı Seferi'nin (1 248-5 3) düzenlenmesine yol aç -
mıştır; kral 1 2 70 yılında Kartaca önlerinde ölmüştür. Kutsal Top -
rak'taki son Hıristiyan kaleleri de Müslümanların eline geçecektir:
1 289' da Trablus, 1 29 1 'de de Akka ve Sur.

112 AVRU PA' N I N Docuşu


Haçlı Seferi'ne çıkma fikri 1 5. yüzyıla kadar değişen derecelerde
birçok Hıristiyan prensi ve sıradan bireyi kendisine çekmiştir. Kons­
tantinopolis'in (İstanbul) 1 45 3 'te fethinden sonra Osmanlı İmpara­
torluğu'nun belirmesi, Avrupa Hıristiyanlarının Kudüs'le ilişkilerinin
esaslarını değiştirmiştir. Fakat Alphonse Dupront, Kudüs mitinin bir -
takım dönüşümlerle günümüze kadar nasıl devam ettiğini, haçlılık
tutkusunun Amerikalılarla Müslüman köktendinciler arasında ger­
çekleşen çok farklı bağlamlardaki çatışmalarda maalesef tekrar yükse -
lişte olduğunu göstermiştir.
Haçlı Seferleri'nin geride bıraktığı tarihsel ize dair ileri sürülen yar­
gılar, uzun vadede çeşitlilik göstermiştir. Batılı tarihçiler, Haçlı Sefer­
leri'ni daha düne kadar her şeyden önce Avrupa Birliği'nin yarattığı
hareketlenmenin bir ifadesi ve Ortaçağ Batı' sının canlılığının bir işa­
reti olarak düşünmüştür. Fakat bu bakış her geçen gün biraz daha za­
yıflamaktadır. Jean Flori "Haçlı Seferleri'nin çelişkileri" olarak adlan -
dırdığı şeyi açık bir şekilde tanımlamıştır:

1 "Bu seferler Hıristiyanlar tarafından başlangıçta barışsever olduğu­


nu iddia eden bir din adına ve başka bir dine karşı, başından itiba­
ren Cihad'ı öğretisinin parçası haline getirmiş ama fethettiği top­
raklarda önemli derecede hoşgörülü davranmış bir başka dinin
(Müslüman) müminlerine karşı yürütülmüştür."
2 "Haçlı Seferleri, Hıristiyanların gerçekleştirdiği ve İspanya' da başla -
<lığı andan itibaren Kutsal Savaş özellikleri kazanmaya başlayan ye­
niden fetihlerin, çok uzağa yayılmış hareketinin sonucudur. Yeni­
den fetihlerin hedefi bir kez Kudüs ve Kutsal Mezar olduktan son­
ra, bunların da boyutları büyütülmüştür. Batı'da tamamen başarılı
olan yeniden fetih, Ortadoğu'da Konstantinopolis'in 1 45 3 'te alın­
masını ve Osmanlı gücünün tehdit alanının tüm Doğu Avrupa'ya
yayılmasını getiren bir Müslüman karşı saldırısına yol açmıştır."
3 "İlk başta Haçlı Seferleri'nin amacı, Hıristiyanlığın beşiğini temsil
eden Doğu' daki Hıristiyanların yardımına gitmek ve Hıristiyan ki -
liselerini birleştirmeyi göz önünde tutarak, Bizans İmparatorlu -
ğu'nun Müslümanlar tarafından istila edilmiş topraklarının yeni -
den fethine yardımcı olmaktı. Fakat Haçlı Seferleri aksine ayrılığı
vurgulamış ve tasdik etmiştir."
4 "Haçlı Seferleri, i l . Urbanus'un vaaz ettiği şekliyle, Filistin'i özgür -
leştirme savaşı ve Kutsal Mezar'ı ziyareti hedefleyen hac yolculuğu
olarak sunulmuştur. Fakat bu mücadele, Kilise ya da daha ziyade

FEODAL AVRUPA 113


Papalık için verilen birçok başka savaşı, sadece dış düşmanlara de­
ğil iç düşmanlara (heretikler, ayrılıkçılar ve siyasi rakipler) karşı da
verilen savaşları kazanmak için saptırılmıştır."

Kanımca Haçlı Seferleri Hıristiyan Avrupa ile hem İslam hem de


Bizans arasındaki ilişkileri kötüleştirmekten daha fazlasını yapmıştır.
Günümüzde, Kutsal Savaş söz konusu olduğunda hiç de Hıristiyanla­
rın gerisinde kalmayan Müslümanlar, Hıristiyanlarla olan eski tarihsel
hesapları gömülü oldukları yerden, Haçlı Seferleri'nin temsil ettiği te­
cavüzün anıları olarak çıkartmaktadır. Bence, son zamanlardaki bu ça -
tışmadan farklı olarak, Haçlı Seferleri bir Avrupalı Hıristiyan yanılsa­
masının sonunu getirmiştir; yani Kudüs'ün Hıristiyanlık aleminin
başkenti olduğu fikrinin. En azından bu açıdan bakınca, Haçlı Seferle -
ri'nin başarısızlığa uğraması Avrupa Birliği'nin yararına olmuştur.
Böylece Avrupa'nın yıllar boyunca Hıristiyanlıkla özdeşleştirilmesini
getirecek fikir net bir şekilde belirlenmiştir. Fakat Bizans açısından ba­
kıldığında, Haçlı Seferleri yadsınmaz bir şekilde Batı ile Doğu Avrupa,
Latin ile Yunan Avrupa arasındaki ayrım, özellikle 1 204'ten sonra, Fi­
listin'e doğru gitmekte olan 4. Haçlı Seferi Konstantinopolis'i fethet­
mek ve yağmalamak ve orada geçici bir Latin İmparatorluğu kurmak
için yolundan ayrıldığında büyümüştür. Bence Haçlı Seferleri'nin top­
lam etkisi Avrupa'nın, yani Batı'nın kendisi için de aynı derecede
olumsuz olmuştur. Haçlı Seferleri, değil Hıristiyan devletlerin birleş­
mesini teşvik etmek, aksine onlar arasındaki rekabeti kızıştırmıştır.
İngiltere ile Fransa ilişkileri bunu yeterince açık bir şekilde göstermek­
tedir. Ayrıca İtalyan ve Katalan tacirleri gibi Avrupa'nın hayati güçle­
rinin Haçlı Seferleri'ndeki rollerinin ehemmiyetsiz olduğu, Doğu'yla
kendi ekonomik çıkarları doğrultusundaki iş ilişkilerini bu seferlerin
yanında ve ötesinde sürdürdükleri açıktır. Bu arada Haçlı Seferleri,
Avrupa'nın hem insan gücünü hem de kaynaklarını tüketmiştir. Yıllar
önce Batı'nın Haçlı Seferleri'nden elde ettiği tek kazancın kanımca ka -
yısı olduğunu belirtmiştim. Bunun doğru olduğuna hala inanıyorum.

Haçlı Seferleri Avrupa Sömürgeciliğinin


Erken Bir Tezahürü Müydü?

Bu kitabın benimsediği uzun vadeli bakış açısına göre önemli bir diğer
soruyu daha ele almak gerekiyor. Haçlı Seferleri aracılığıyla Latin dev -

1 14 AVRU PA' N I N Docuşu


!etlerinin, özellikle de Ortadoğu'daki Kudüs Latin krallığının yaratıl­
ması, 1 6. yüzyıldan itibaren şüphe götürmez bir şekilde Avrupa sö­
mürgeciliği olarak adlandırılabilen sürecin ilk tezahürünü mü oluş­
turmuştur? Aralarında İsrailli Joshua Prawer'ın da bulunduğu birta­
kım seçkin tarihçiler böyle düşünmüştür. Ben bu fikre katılmıyorum.
Filistin' in Latin devletleri, çok dar bir anlamın dışında, ekonomik sö­
mürü ve yerleşime dayalı koloniler olmamıştır. Akdeniz' in Hıristiyan
kentlerinin ekonomik güçleri, Haçlı Seferleri'nden değil, daha ziyade
Bizans ve Müslüman zenginliklerinin çoğu kez nispeten barışçıl bir
şekilde devralınmasından kaynaklanmıştır. Ortadoğu'ya Hıristiyan
göçü çok sınırlı kalmıştır. Bundan başka, modern sömürgecilik döne­
minde, sömürgelerle ana ülke arasındaki bağlar çoğu kez gevşek veya
parçalanmış bir şekilde mevcutken, bu tür bağlar Kutsal Toprak'taki
devletlerle Avrupa'nın Hıristiyan devletleri arasında hiçbir zaman var
olmamıştır. Haçlı Seferleri'nin geçici yapısı tamamen bir Ortaçağ ol­
gusudur.

FEODAL AVRUPA 115


5

Kentlerin ve
Üniversitelerin
''Güzel'' Avrupa 'sz
(1 3 . Yüzyıl)

1 3. Yüzyıl Avrupa'sının Başarıları

1 3 . yüzyıl, Ortaçağ Batı' sının doruk noktası olarak düşünülür. Doruk


noktaları ve çöküşler edebiyatına pek fazla prim vermeksizin, denebi­
lir ki, Hıristiyanlığın daha önceki yüzyıllarda şekillenmiş karakteri ve
yeni gücü 1 3 . yüzyılda pekiştirilmiştir. Ayrıca, getirdiği tüm başarıları
ve sorunlarıyla birlikte, uzun vadede Avrupa olarak tanımlanabilecek
bir model tesis edilmiştir. Bu yeni oluşumun başarıları dört ana alanda
görülmüştür. Birincisi, kent sayısındaki artıştır. Erken Ortaçağ' da kır -
sal bir Avrupa'nın nasıl ortaya çıktığını saptamıştık. 1 3 . yüzyılın en
dikkat çekici gelişmesi, kentli Avrupa'nın kurulmasıdır. Avrupa, ge -
nelde kentlerde somutluk kazanacaktır. İnsanların birbirine karışması,
yeni kurumların tesis edilmesi ve yeni ekonomik ve entelektüel mer -
kezlerin belirmesi kentlerde gerçekleşmiştir. İkinci başarı, para kulla -
nımının ve paranın yayılmasının genelde ekonomi ve toplumda ya­
rattığı tüm sorunlara rağmen, ticaretin yeniden canlanması ve tücca­
rın güçlenmesidir. Üçüncü başarı, öğrenim alanında gerçekleşmiştir.
Bugün bizim ilk ve orta düzey olarak adlandıracağımız öğrenime kar -
şılık gelen kent okullarının açılması, gittikçe artan sayıda Hıristiyan'ı

1 17
etkilemiştir. Öğrenim etkinliğinin boyutları, bölgelere ve kentlere gö­
re değişmiştir ama birçok kentte çocukların yüzde 60'ını veya daha
fazlasını kapsamıştır. Bazılarında, örneğin Reims'de, kızlar bile etki­
lenmiştir. Mevcut çalışma bağlamında daha da önemli olan, yük­
seköğrenim olarak adlandırılacak merkezlerin, yani üniversitelerin
kurulması ve bunların başarılı olmasıdır. Bunlar birçok öğrenciyi çek­
tikleri gibi, çoğu tanınmış ve hatta ünlü olan öğretmenlerin bu ku­
rumlarda ders vermeleri de sağlanmıştır. Yeni bir öğrenim, yani sko­
lastik felsefe, 1 2. yüzyılın entelektüel araştırmalarının sonucu olarak
bu kurumlarda ortaya çıkmıştır. Son olarak da, diğer üçünü destekle­
miş ve harekete geçirmiş dördüncü başarı, yaklaşık 30 yıl gibi bir süre
içinde, kentlerde yaşayan ve genellikle buralarda etkin olan yeni dini
figürlerin yaratılması ve bunun olağanüstü bir şekilde yayılması ol­
muştur: Bunlar dilenciliği benimsemiş tarikatların üyeleridir. Bu kişi­
ler yeni bir toplumu biçimlendirmiş ve bu toplumun kabul ettiği Hı­
ristiyanlığı her yönüyle yeniden biçimlendirmiştir.

1 . KENTSEL BAŞARI: KENT SAKİNLERİNİN AVRUPA' SI

Ortaçağ kentleri, antik kentlerin üzerine kurulanları bile, daha önce


gördüğümüz gibi, görünüşleri ve hatta işlevleri itibarıyla çok büyük
bir değişikliğe uğramıştır. Ortaçağ kentinin askeri işlevi varsa bile, ta­
liydi; savaş genelde senyörlerin/ derebeylerin kaleleriyle ilişkiliydi.
Antikçağ' da ise kentler ekonomik açıdan çok önemsizdi çünkü Roma
ve birtakım doğu kentlerinin dışında, barındırdıkları insan sayısı çok
azdı. Antikçağ kentleri, pazar ve panayırların kentlere taşınmasıyla ti­
caret merkezlerine dönüşen Ortaçağ kentleriyle karşılaştırıldığında,
hiç de büyük tüketim merkezleri değildi. Ortaçağ kenti, bir dizi mer­
kez çevresinde örgütlenmişti ama bunların arasında pazar genellikle
en göze çarpanı ve en önemlisiydi. Bir başka değişiklik de, Antik­
çağ' daki büyük malikane atölyelerinin yerini kentlerde zanaatkarların
dükkanlarının almış olmasıydı. Bu, Ortaçağ kentine üreticilikle ilgili
önemli bir rol vermişti. Bugünün kentlerinde, dericiler, dokumacılar
gibi mesleklere ilişkin sokak adlarının görülmesi, Ortaçağ'a özgü kent
etkinliğini akla getirmektedir. Ortaçağ kentleri, aynı zamanda, kent
insanlarının tarihi geçmişlerinin ve iktidar mücadelelerinin fazlasıyla
parçası olan kentsel tavırlarını da muhafaza, hatta takviye ediyordu.
Aşağı yukarı, medeni/barbar karşıtlığına eşdeğer kent/taşra karşıtlığı

118 AVRUPA'N I N Docuşu


Roma dünyasında zaten güçlüydü. Ortaçağ'da ise, Hıristiyanlık ale­
minde "villeins" denilen köylü kitlelerinin uzun bir süre ilk önce köle
ve daha sonra serf statüsüne indirilerek özgürlükten yoksun bırakıl­
masıyla bu ayrım daha da güçlenecekti. Özgür olma, kentli statüsüyle
çakışan bir özellikti. Bir Ortaçağ Alman atasözü bunu şöyle ilan edi­
yordu: "Kentin havası kişiyi özgür kılar" (Stadluft machtfrei).
Bu arada Hıristiyanlık, Aristoteles ve Cicero aracılığıyla gelen kent
kavramını devralmış ve güçlendirmişti. Onlara göre, kenti tanımlayan
ve oluşturan şey duvarları değil, halkı, sakinleriydi. Bu bakış açısı,
Aziz Augustinus ve daha sonra Sevillalı Isidorus gibi etkili zihinlerin
cesaretlendirmeleri sayesinde, Ortaçağ' da büyük oranda kabul gör­
müştür. Bu, bir Dominiken olan Büyük Albertus'un 1 3 . yüzyılın orta­
sında Augsberg'de verdiği bir dizi vaaza da yansımıştır. Hem Latince
hem de Almanca sunulmuş bu vaazlar bir tür kent teolojisi önermiş,
kentteki ilahi yaşamın bir tasvirini sunmuştur; bu tasvirde, karanlık
ve dar sokaklar Cehennem' e ve açık alanlar da Cennet' e dahil ediliyor­
du. 1 3 . yüzyıl kent zihniyeti, açıkça kentsel bir ideal içeriyordu.
Ortaçağ yollarının Antikçağ yollarının sahip olduğu sağlamlığı yi­
tirdiği ve sadece "gelip geçilecek yerler"e dönüştüğü doğrudur ama
1 2. yüzyıldan itibaren, kentlerde temizliğe dair bir ilgi gelişmiş, gittik­
çe artan bir şekilde kaldırım taşları döşenmeye, çöp ve atık suyun im­
hası örgütlenmeye başlamıştır; bu arada kentler, amacı sadece yüce ve
güçlü olanın iktidarına dair tasvirleri dayatmak değil, ayrıca bir güzel -
lik unsuru sunmak olan anıtlarla süslenmeye başlamıştır. Ortaçağ' da
kent, güzellik fikrinin geliştirildiği ana yerlerden biriydi. Bu, estetik
duyarlılıkla birlikte kaybolmaya yüz tutan Antikçağ güzelliğinden
farklı, modern güzellikti. Umberto Eco, anıtlarda somutlaşan ve kent
skolastiğinin kuramlaştırdığı Ortaçağ güzelliğinin ortaya çıkışına dik­
kat çekmiştir.
İtalyan kökenli Amerikalı Roberto Lopez'in, Ortaçağ Avrupa ken -
tini, daha önceki kentlerden çok daha fazla bir şekilde, "bir ruh hali"
olarak açıklaması yerindedir. Muhtemelen bu noktada, hem maddi
gerçeklikleri hem de zihinsel temsilleri yansıtan bir kent unsurundan
da söz etmek gerekir; yani kent surlarından. Antikçağ, Ortaçağ kentle -
rine, Roma' da olduğu gibi, çoğu 3 . yüzyılda barbar istilacılara karşı in -
şa edilmiş surlar bırakmıştı. Artık bunların büyük kısmı yıkılmıştı.
Ortaçağ halkları bunları sadece kendilerini korumak için değil, bir
kentin benzersiz simgesi olduğu için onarmış veya çoğu kez yerine
yenilerini inşa etmişti. Gerçek bir kentin surlarla çevrili olması gereki -

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G üZEL" AVRUPA'sı 1 19


yordu. Kentler bir kez yasal bir statü kazanıp mühür kullanmaya baş­
ladıklarında, bunlar çoğu kez kent surlarının bir tasvirini taşıyacaktı.
Kent surlarına atfedilen önem, kent kapılarına özel bir ilginin tahsis
edilmesini getirmişti. İnsanlar, hayvanlar ve mallar buralardan geç­
mek zorundaydı. Bu, Ortaçağ Hıristiyan'ı için çok önemli olan içeriy­
le dışarı arasındaki diyalektiğin oluşturulmasını sağlamış ve tüm Av­
rupa' da derin bir iz bırakmıştır. Bölgesel, toplumsal ve ilahi açılardan
içsel olan dışsal olandan daha değerli görülmüştür. "İçselleştirmek"
bir Avrupa geleneği, bir Avrupa değeri olmuştur.

Piskoposluk Kentleri

Ortaçağ Avrupa'sında yerleşen ilk kent tipi piskoposluk kentiydi. Ni­


tekim piskoposun varlığı kentlerin ayırt edici özelliği olmuştu. Çünkü
belli bir büyüklüğe ulaşmış her insan topluluğunun, lider olarak bir
piskoposu olması gerekiyordu ve bu kişi, yeni dinin esasen kent kili­
selerinde gerçekleştirilen ayinlerinden sorumlu olacaktı. Kentli Hıris -
tiyan cemaatlerin tesisi, devrimci ve çarpıcı ifadesini, bilhassa ölüle -
rin kentli yapılmalarında buluyordu. Ölü beden, artık Antikçağ insan­
larının durumunda görüldüğü türden bir korku nesnesi olmadığın­
dan, Hıristiyanlık, mezarlıkları kentlerin içine geri getirecek ve ayrıca
yenilerini de oluşturacaktı. Ölülerin kentleri, yaşayanların kentlerinin
içinde konumlandırılacaktı.

"Büyük" kentler

1 3. yüzyılın ortası sadece küçük ve orta büyüklükte birçok yeni ken -


tin kurulmasına değil, aynı zamanda az sayıda büyük kentin yayılma­
sına da tanık olmuştu. Ortaçağ' daki Latin Avrupa kentlerini, modern
metropolislerin veya Bizans ya da Müslüman Doğu'nun büyük kent­
lerinin, sunduğu modelden yola çıkarak tasavvur etmemeliyiz. Batı' da
önemli bir kentin nüfusu on bin ile yirmi bin arasındaydı. 50.000'lik
nüfuslarıyla Palermo ve Barselona istisnaydılar. Londra, Gent, Ceno -
va ve Müslüman topraklarındaki Cordoba'nın nüfusları yaklaşık
60.000, Bologna muhtemelen 60.000 ile 70.000 arasında ve Milano
7 5.000 idi. Sadece Floransa ve Venedik'in nüfusları 1 00.000 veya da -
ha fazlaydı. Bunların arasında en büyük kent, tartışmasız Paris'ti;

1 20 AvRuPA' N ı N Docuşu
1 3 00'lerdeki nüfusunun muhtemelen 200.000 olduğu iddia edil­
mektedir.

Kent Edebiyatı

Kentlerin sahip olduğu başarı ve itibar, edebi çalışmalardan oluşan bir


akımı harekete geçirmiş ve bu da, el yazmaları dolaşımında mümkün
olanın sınırları içinde, büyük bir başarı getirmişti. Bu çalışmalar, esas
itibariyle kent vakayinameleriydi veya belli kentleri övmek için yazıl­
mışlardı. Dağların ve deniz kıyılarının hayranlık uyandırmadığı ve
hatta manzara kavramının var olmadığı bir zamanda coğrafyanın Or­
taçağ Avrupalılarının beğenisine sunduğu şey kentlerdi. Bir kente du­
yulan hayranlık onun nüfusunun büyüklüğünü, anıtlarının güzelliği­
ni, ekonomik etkinliklerinin düzeyini, zanaatlarının ve mesleklerinin
çeşitliliğini, kültürünün yayılmışlığını, kiliselerinin sayı ve güzelliği­
ni, topraklarının verimliliğini (çünkü kent çevresindeki kırsal alana
hakim merkezdi) ve son olarak da geçmişine dair anıları dikkate ala­
caktır. Bu geçmiş, birçok durumda destansı olacaktı ve Ortaçağ'ın bu
durumda tekrar canlandırmaktan memnun olduğu, Antikçağ kuruluş
mitlerinden ve kurucu kahramanların öykülerinden meydana gele­
cekti. Tarih anlayışı ve Avrupa tarihçiliği kısmen kentler aracılığıyla
gelişmeye başlamıştı. Kentler, manastırlarla birlikte, çekingen bir ta -
rihçiliğin temel konularıydı. Kentleri öven bu çalışmaların arasında en
olağanüstü olan ve en iyi örneği teşkil eden, muhtemelen Milanolu
öğretmen Bonvesin della Riva'nın, 1 288' de, Latince yazdığı " Milano
Kentinin Harikaları" olarak bilinen denemesidir.

Başkentler

Kentler hiyerarşisi, sadece büyüklüklere göre değil, aynı zamanda siya­


setlere göre de oluşturulmuştu. Bu dönemde politik öneme sahip iki
tip kent ortaya çıkmıştır. Birinci tip, en üst derecedeki siyasi otoritenin
bulunduğu yer olan başkentlerdi. Ortaçağ kentlerinin çok azı başkent
statüsüne ulaşmıştı. Bunun yanı sıra, başkent kavramı modern zaman­
dakinden farklıydı. Örneğin Londra'nın durumuna bakalım. G. A.
Williams'ın mükemmel kitabı Medieval London'ın (1 963) [Ortaçağ
Londra'sı] alt başlığı From commune to capital'dir [Komünden başken -

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G ü ZEL" AVRUPA' s ı 121


te] . Fakat Ortaçağ insanı başkentin bulunduğu yeri, City ofWestmins­
ter olarak görüyordu. Roma'nın durumu daha farklı ve şaşırtıcıydı. Her
ne kadar Romalılar papayı sık sık kentten atmışsa da, Roma'nın Papalı­
ğın normal mevkii olduğu doğruydu; Papalığın Roma' daki koltuğu Va­
tikan ve 9. yüzyılda iV. Leo tarafından inşa edilmiş surlu kentteydi. Bu­
na rağmen, Roma'nın caput mundi, yani başkent olarak bilinmesinin
tek sebebi, imparatorluk şansölyeliğinin, imparatorun taç giydiği Ro­
ma'nın, imparatorluğun ve hatta Hıristiyanlığın başkenti olduğunu
düşünmesiydi. Başkent olarak en büyük başarıyı gösteren Paris'ti. Fa­
kat o bu başarısını Capet hanedanının, 987'den itibaren gösterdiği sa­
bırlı çabalara ve her şeyden çok da Fransa krallarının gömüldüğü yer
olan Saint-Denis Kraliyet Manastın'nın propagandasına borçluydu.
Aynca Fransız ulusal duyarlığının ana kaynağı olan Saint-Denis vaka­
yinameleri, başkent unvanını Saint-Denis kadar Paris'e de atfetmişti.
Gerçekten de başkent, Paris ile Saint-Denis'in birleştirilmesiyle oluş­
turulmuştu. Günümüz Avrupa başkentlerinin çok azı Ortaçağ'da baş­
kentti; Hıristiyanlığın, Roma dahil, gerçek bir başkenti mevcut değildi.

Kent-Devletleri

Diğer bir gelişmiş kent tipi de bir devlete dönüşmüş olandı. Bu tür
kentlerin büyük kısmı İtalya' daydı. Yves Renouard, 1 0. ve 1 4. yüzyıl­
lar arasında İtalyan kentlerinin geçirdiği evrimde üç evre belirlemiştir.
Birinci evre, iktidarı yerel kont veya piskoposun elinden alan aristok­
rat komünün kuruluşuydu. Ardından, iktidardaki aristokrasinin çe­
şitli hizipleri arasında ortaya çıkan çatışmalarla karşı karşıya kalan
kent, (en ünlü muhalefet Floransa' da Guelfo ile Ghibellino arasında­
kiydi), bir podesta olarak sınırlı yetkiler vereceği bir yabancıya başvu -
racaktı. Sonunda yönetim seçkin, " hali vakti yerinde" tüccar ve zana -
atkar gruplarının oluşturduğu odalar ve korporasyonlar tarafından ele
geçirilecek ve bunlar da o andan itibaren gittikçe artan bir şekilde halk -
la ihtilafa düşecekti. İktidar her yerde, özellikle Cenova, Milano, Flo­
ransa, Venedik ve hatta Roma' da büyük ailelerin oluşturduğu sülale­
ler arasında hiç bitmeyen bir mücadele biçimini almıştı. Bu büyük ai -
lelerin ve kontrollerindeki konseylerin politikaları, özellikle kentlerin
çevresinde bulunan ve şimdi onların kontrolüne geçmiş toprakların
dönüşümüne yol açmıştı. Bu, kentleri devletlere dönüştüren evrim­
deki ilk adımdı. Bunun en iyi örnekleri, Venedik, Milano ve Floran -

1 22 AVRUPA'N I N Doc u ş u
sa'ydı. Fakat kentsel İtalya, Ortaçağ kentlerinin Avrupa'sında uç bir
örnek ve bir istisnaydı. Örneğin, soylular İtalya' da asıl olarak kentler­
de ikamet ederken, Avrupa'nın geri kalan kısmında soylular, en zen -
ginleri kentlerde ikinci ikametgahlarla sahip olmuş olsalar bile, esas
olarak taşralarındaki kalelerde yaşamışlardır.

Kentler vefeodalizm

Ortaçağ'ın kent olgusu çoğu kez feodalizm olgusunun karşısına kon­


muş ve Ortaçağ kentinin, yabancı, yani düşman bir güç olarak feoda­
lizm üzerinde yıkıcı etkide bulunduğu düşünülmüştür. Fakat diğer
araştırmacıların yanında Rodney Hilton da, Ortaçağ kentlerinin, İn­
giltere ve Fransa örneklerinde, feodal yapılarla sadece genelde bir uz­
laşma halinde olmakla kalmadıklarını, aynı zamanda onların parçası
olduklarını göstermiştir. Her ne kadar Fransız Devrimi, feodalizmi
Fransa' da genelde yıkıma uğratmışsa da, Ortaçağ'ın Avrupa'ya, aslın -
da kent ile taşra arasında var olan Ortaçağ ilişkisi üzerine kurulmuş bir
ekonomi ve toplum bıraktığını kabul etmeliyiz. Bu ilişkide baskın
olan kültürel karşıtlık değil, daha ziyade kentlerin taşradan yararlan­
masına dayalı tamamlayıcılık olmuştu. Kentler, köylü göçü sayesinde
büyümüştür. Ortaçağ kentlerinin sakinleri, genelde yakın tarihlerde
buralara yerleşmiş köylülerdir. Kentlerin ekonomik ve zanaatçılıkla il­
gili faaliyetleri, tarımsal fazla sayesinde mümkün olmuştur. Kent yö­
netimleri senyörlükten feodal yapılarla bütünleşen yeni biçimlere
doğru bir gelişim göstermişti.

Avrupa Kentinin Karakter Özelliği

Ortaçağ kentini tanımlayan ve hala modern Avrupa'nın bir özelliği


olan şey, öncelikle bir yandan feodal yapılarla uyum sağlayan, diğer
yandan da olağanüstü farklılıklar sunan ve kendine özgü bir gelişim
gösteren bir tip toplum ve yönetimin tesis edilmesidir. Bu gelişme,
1 1 . yüzyılda başlamış ve sonunda, sivil işlevler üstlenmiş piskoposla­
rın ve bulundukları mevkilere bir biçimde imparator tarafından yer -
leştirilmiş kontların tahakkümünün sona erdirilmesine veya en azın­
dan önemli miktarda sınırlandırılmasına yol açmıştır. Gerçekten de
birçok durumda piskoposların kendileri resmen bu kontların işlevle-

KENTLER İ N VE Ü N İVERSİTELERİ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 23


rini yerine getirmiştir. Bu duruma karşı gerçekleşen isyanlar, birçok
kentte barışçıl bir biçimde yürütülmüş ama 1 1 1 6 'da isyancı kent hal­
kının piskopos-kontu öldürdüğü Laon'da olduğu gibi, az sayıdaki ör­
nekte şiddet görülmüştür. Genelde gerçekleşen, lordların kent halkına
çeşitli haklar ve ayrıcalıklar tanıması olmuştur. Birçok durumda, kent
halkının istediği ama her zaman elde edemediği, komünal olarak ta­
nımlanan bir özyönetim biçimiydi. Geleneksel tarih yazımı, komün
hareketi mitini abartmıştır ama gerçekte kent halkı, İtalya hariç, çok
nadiren bu tür bir yarı bağımsızlık elde edebilmiştir. Diğer yandan,
1 1 S S'te tanınan Lorris "töreler"i * Fransız kraliyet mülkünün sınırları
içinde bulunan birçok kente örnek olmuştur. Toulouse kontu,
1 1 47'de Toulouse halkına "özgürlükler" bahşetmiş ve 1 1 98'de Ni­
mes halkının konsüller seçmesine razı olmuştur. Arles başpiskoposu
1 1 4 2 ve 1 1 5 5 'te kentte bir konsüllük ve yerel yönetim anayasası ka­
bul etmiştir. İngiltere'de I. Henry Newcastle-upon-Tyne'e 1 1 00 ve
1 1 3 5'te özel berat bahşetmiştir. 1 1 SS'te i l . Henry, Londra'ya kraliyet
ayrıcalıkları ve 1 1 7 1 'le 1 1 72 'de de Dublin' e berat fermanı vermiştir.
İtalya' da Friedrich Barbarossa da, Lombard Ligi kentleri tarafından ye -
nilgiye uğratıldıktan sonra 1 1 83 'te imzalanan Konstanz Barış Anlaş -
masında, bu kentlerin özgürlüklerini tanımak zorunda kalmıştır.
1 2 3 2 'de Aragon kralı, Barselona sakinlerine tüm ticari mallar için ver­
gi muafiyeti bahşetmiştir.
Kent sakinlerinin bu özyönetim hakları, Avrupa kentlerini uzun
vadede en azından iki şekilde derinden etkilemiştir. Bunlardan ilki,
kentlerin çoğunun, çok az hukuk eğitimi almakla birlikte (bu daha
sonra üniversitelerde mümkün olacaktır) halkın günlük sorunlarına
aşina olan ve kent okullarında hem kuramsal hem de tatbiki öğrenim
görmüş jurist'lere, yani zamanın hukukçularına başvurmasıdır. Kuş­
kusuz bu, hile ve bürokrasinin hüküm sürdüğü bir Avrupa ortaya çı­
karacaktır; ama bu aynı zamanda da, genelde, 1 2. ve 1 3 . yüzyılın bü -
yük hukuk hareketlerinin sonuçlarının kabul edilmesini teşvik etmiş­
tir. Böylelikle, çeşitli şekillerde Hıristiyanlık alemine hukuk sokulmuş
oluyordu: Roma Hukuku'nu tekrar canlandırarak, kilise hukukunu
daha geliştirerek (tefecilik ve evlilik gibi önemli alanlar din adamları -
na bırakılmıştır) ve sözlü feodal kuralları kağıda dökerek.

• Ortaçağ' da, geleneksel topluluklar içinde gelişen ve süreç içinde yasa koyucular/toplayıcılar ta -

rafından derlenerek hukuki bir nitelik kazandırılan kurallar, normlar dizisi. Burada Kral V l l .
Louis'nin çıkardığı berata gönderme yapılıyor. (ç.n.)

1 24 AVRUPA 'N I N 00GUŞU


Kent sakinlerinin özyönetim hakları, vergiler konusunda da etkili
sonuçlar doğurmuştur. Ortaçağ kadın ve erkeklerinin çeşitli ödeme­
lerde bulunmaları gerekiyordu. Köylülerin sırtında, belirli bir vergi bi­
çimi olan feodal vergiler mevcuttu. 1 3 . yüzyıldan başlayarak, modern
devlet olma yolunda ilerleyen monarşiler, daha başka vergiler de koya­
caktı; ve günümüzde devletlerin normal vergileri olarak adlandırma­
mız gereken kraliyet vergileri, kentlilerin bugün bile şiddeti hissedi -
len tepkisiyle karşılaşmıştı. Son olarak da, vergilerin esas ağırlığını
kentlerin kendilerinin koyduğu ödemeler teşkil ediyordu ve geçiş üc­
retleri bunların arasında önemli bir yer tutuyordu. Vergilere dayanan
bir Avrupa temelde kentlerde biçimlenmiştir. Kent vergileri, bizim ka­
mu hizmetleri olarak adlandıracağımız projeleri finanse etmek için ta­
sarlanmış olup, 1 3 . yüzyılın kamu yararının gözetilmesini savunan
skolastik öğretilerden esinlenmişti. Ne yazık ki vergilerin geçerli ol -
duğu bu dünya kısa süre sonra eşitsizliğin ve adaletsizliğin hakim ol­
duğu bir dünyaya dönüşmüştür.
Her komünal yeminde olması gerektiği üzere, eşitler arasında edil­
miş bir yeminle birbirine bağlanmış kent sakinleri arasında eşitliğin
hüküm sürdüğü zamanlar, eğer böyle bir zaman olduysa, kısa sürmüş­
tür. Büyük veya küçük düzeyde eşitsizlikler, süratle bu az veya çok
özerk olan kent toplumunun üzerinde izini bırakmıştı ve kısa sürede
kentli seçkin gruplar olan "eşraf" ortaya çıkmıştı. Bu seçkin grupların
üyeleri, servetleriyle her geçen gün biraz daha diğerlerinden ayırt edi -
lir hale geldiler. Bu servet, menkul ve gayrimenkulden ve hazır para­
dan oluşuyordu ya da Kilise'nin durumunda olduğu gibi, değerli me­
tallerden yapılmış nesnelere yatırılıyordu. Kentsel hiyerarşi, ailelerin
soyunun ne kadar eskiye dayandığını ve ününü de hesaba katacaktı.
Bu, senyörün şeceresi meselesi değil, burjuva soy kütüğü meselesi ve
nispeten fakir kent sakinleri açısından ise bir isim yapmış, nam salmış
bir atadan gelme meselesiydi. Bu tür insanlar, söz konusu seçkin grup -
lara üye olarak kabul edilme şansına sahipti. Son olarak da, belli mes -
lekler, bunları icra edenlere getirebilecekleri gelirden bağımsız olarak,
saygı ve itibar sağlıyordu. Kişinin mesleğinin itibarı bu işten kazandı -
ğı paradan ayrı bir şekilde, kent toplumundaki yerinin temelini oluş -
turabilirdi. Bu tür toplumsal statü, özellikle, kentin ve onun burjuva
sakinlerinin hizmetine sunulabilecek kanunlar ve devlet dairelerine
dair bilgiden kaynaklanabilirdi. Mesleklerin bir zanaat ya da ticaretle
ilgili yeteneklere, hukuki yeterliğe dayandığı bu dünyada, eski çağın
değerlendirme sistemi önemli değişikliklere uğramıştı. Kilise hin caiz

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİN "G üZEL" AVRUPA'sı 1 25


görmediği ve dolayısıyla mahkum ettiği meslek sayısı azalmıştı. Böy­
lece Antikçağ' dan beri sesine kulak verilmeyen hancının dileği yerine
getirilmiş oluyordu. Sonunda sadece tefecilik ve fahişelik mutlak an­
lamda kınanmıştı; ve göreceğimiz gibi, bir süre sonra tefecilik, tüketi­
ci kredileri örneğinde olduğu gibi, sınırlı sayıdaki tali önemde ve te -
melde Yahudilerin alanına giren bir faaliyet konumuna indirgenmişti.
Fahişelik bile, teşvik edilmese de, hoşgörüyle karşılanır olmuştu.
Kilise, fahişeliği ilk günahın kaçınılmaz sonucu ve insan bedeninin
zafiyeti olarak kabul etmişti. Ayrıca Georges Duby'nin "erkek Orta­
çağ" olarak adlandırdığı bu dönem, erkeklerin yararına ve kadınların
zararına işleyen bir pratikten diğer bazı toplumlara göre daha az sarsı­
lan bir toplum ortaya çıkarmıştır. 1 3 . yüzyılda katı ve dindar Aziz
Louis, fahişeliği kendi krallığında ve özellikle de başkenti Paris'te ya­
saklamak istemişti. Paris piskoposu da dahil olmak üzere kralın ma­
iyeti ona, bunun sadece boş bir girişim olmayacağını, toplumsal düze -
ne de aykırı olacağını göstermeye çalışmıştı. Fahişelik, din adamı ol­
sun, evlenmemiş, kadınsız erkek olsun, birçok bekar erkeğin bulundu­
ğu bir dünyada aşırılıkları kontrol etmenin yoluydu. Buna rağmen Ki­
lise, yaşlı veya pişman fahişelerin dünyasını daha insancıl hale getir­
meye ve dönüştürmeye çalışmıştı. 1 2. yüzyıldan itibaren, bir fahişey­
le evlenmek erdemli bir davranış olarak görülmüştür. Kilise, fahişeleri
kabul eden manastırları olan Mecdelli Meryem kadın tarikatını kur­
muştu. Fahişelere karşı tavırlar, Kuzey ve Güney Avrupa arasında
farklılık göstermiştir. Her ne kadar bazı kentlerde "kızlar" özel bir kı -
yafet giymeye zorlanmış ve saygın burjuva kadınların taktığı kemer ve
mücevherlerin aynısını takmalarına izin verilmemişse de, kuzeydeki
kentlerin kızlara ve pezevenklerine çok daha hoşgörülü davrandığı
görülmüştü. Güney Hıristiyanlık aleminde, hoşgörü çok daha fazlay­
dı; yerel yönetimlerin kendileri genelev çalıştırıyor, bunlardan kira,
kazançlarından pay alarak ve para cezalarını toplayarak fayda sağlıyor -
du. Zanaatkar sınıfının yükselmesiyle birlikte, gittikçe artan sayıda
yoksul kadın "işçi" fahişeliği benimsemişti. Bazı mesleklere, özellikle
hamamlarda çalışmaya, her ne kadar resmen gayri meşru olmasalar
da, kuşkuyla bakılmıştır. Hamamlar, Ortaçağ halkının artan temizlik
alışkanlığına hizmet ediyor ama aynı zamanda kadın da çalıştırıyordu
ve bu kadınlar, günümüzde bazı ülkelerde rastlanan masözler gibi fa­
hişelik de yapıyordu. Kent toplumlarının ortaya çıkmasıyla bağlantılı
olan bu hoşgörü hareketi, dini yasaları koyan otoriteleri fahişeliği ba -
zı durumlarda meşru kılmaya teşvik etmiştir. Ancak fahişelik, yoksul -

1 26 AVRUPA' N J N Doc u ş u
luktan kurtulmanın son çaresi ve hayatta kalmanın bir yolu olarak ge­
çerli olabilirdi, zevk amaçlı olamazdı. Ve kızlar, örneğin aşırı makyaj
yapmak gibi, göz boyamaya çalışmamalıydı. Fahişelik her meslekte
alışılmış olduğu üzere, gittikçe artan bir şekilde kurallara tabi oluyor­
du. Bu, bugün hala çeşitli sorulara muhatap olan fahişeliğin Avru­
pa' daki başlangıcı olmuştur.

Kent Meslekleri ve Zanaatları Hiyerarşisi

Kent toplumu içindeki eşitsizlik, özellikle kentlerdeki iktidarın za­


manla kaynağı haline gelen meslekler ve zanaatlarda fark ediliyordu.
Zanaatlarda örgütlenmenin en güçlü olduğu İtalya' da, "temel zanaat­
lar"ı "küçük zanaatlar" dan ayıran büyük bir aralık oluşmuştu (Latince
ars sözcüğü beceri veya zanaata karşılık geliyordu). * En gelişkin ay­
rımcı sisteme sahip olmakla övünen Floransa' da, farklılıklar sadece bir
yanda on bir adet temel zanaat ve diğer yanda da çok daha fazla sayıda­
ki küçük zanaatlar arasında değildi. Bu on bir temel zanaat arasında bi­
le, en yüksek mevki sadece uluslararası ölçekte faaliyette bulunan işa­
damlarının bulunduğu beş zanaata ayrılmıştı. Bu beşli, Calimala
(yünlü kumaş ihracat-ithalatçısı ve tüccarı), Par Santa Maria (ipek ti­
careti) zanaatları ve doktorlar, bakkallar ve küçük eşya tüccarlarıydı.
Bu son üçü "baharatlar" (bu döneme ait bir el ilanı 288 farklı baharat
sıralamaktadır) olarak bilinen tüm ürünlerin ticaretinden ibaret tek bir
"zanaat" biçiminde birleştirilmiştir. Kentli seçkin gruplar, bazen, tar­
tışmaya yol açan bir şekilde olsa da, "soylular" olarak adlandırılan bir
grup oluşturmuştur. Bu "eşrafın" en zengin ve en güçlülerinin Orta­
çağ kentlerine hükmettikleri ve tüccar oldukları kuşku götürmez . Fa­
kat Ortaçağ kentlerinin zenginliklerinin başlangıçta ticarete değil, sa -
nayiye dayandığı unutulmamalıdır. Bu olgu en bariz biçimde, Ortaçağ
kentselliğinin Kuzey ve Orta İtalya' dakine benzer şekilde geliştiği Av­
rupa'nın bir diğer bölgesinde, Flandre'da ortaya çıkmıştır. Ticaretin
mi sanayinin mi ilk önce geldiği (veya " onlar tüccar mı yoksa dokuma­
cı mıydı?") sorusu üzerine kafa yoran Belçikalı tarihçi Charles Verlin -
den, doğru bir şekilde " Sanayi, Flaman kentlerini ortaya çıkaran ve ge -

" " " "


• İngilizce metinde kullanılan terimler major arts ve minor arts olduğundan bu açıklama ek -
lenmiş. (ç.n.)

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELER İ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 27


liştiren demografik dönüşümü başlatan nedendir" sonucuna ulaşmış­
tır. Sanayiden doğan, ticaret olmuştur; tersi değil.
Sanayi tekstil anlamına gelmiştir. Tekstil ürünlerine dayalı Avrupa,
tacirlerin Avrupa'sını getirmiştir. Fakat bu tacirler üzerine düşünme­
ye geçmeden önce, Ortaçağ kentini incelemeye devam etmemiz daha
doğru olacak. Çünkü Avrupa'nın arkasındaki itici güç ve ilişkilerin te­
mel aktörü, Ortaçağ kenti olmuştur.

Avrupa Kenti: Kudüs mü , Babil mi?

Simgesel biçimler alan imgesel temsiller, Ortaçağ boyunca çok önemli


bir rol oynamıştır ve bu yüzden 1 2. yüzyıldaki kent yanlısı ve kent kar­
şıtı olanlar arasındaki savaş, Kitabı Mukaddes'teki imgeler çerçevesin­
de yürütülmüştür. Bu savaş iki önemli beyanla özetlenebilir. Öğret­
menlerle öğrencilerin dünyası (bu konuya birazdan geri döneceğiz),
gittikçe artan sayıda insanı Paris'e çekmeye başlayınca, yalnızlık içinde
yaşanan ve yaşatılan manastır kültürünün savunucusu Aziz Bernard,
Montagne Sainte-Genevieve'in öğretmen ve öğrencilerini şöyle uyar­
mıştır: "Babil'in bağrından kaçın, kaçın ve ruhlarınızı kurtarın, kaçın,
hepiniz, sığınılacak kentlere, yani manastırlara kaçın." Bundan yirmi­
otuz yıl sonra, keşiş Philippe de Harvengt genç bir müridine bunun
tam tersini yazıyordu: "Bilime duyduğun aşk yüzünden burada, bir­
çok kişinin arzuladığı Kudüs'ü bulduğun Paris'tesin." Her ne kadar
kent sisteminin kusurları Ortaçağ'ın sonunda baş gösterecek olsa da,
1 3 . yüzyılda Kudüs, Babil karşısında zaferini ilan etmişti.

Kentler ve Demokrasi?

Kent sisteminin kusurlarından en barizi, toplumsal eşitsizlikti. " Hali


vakti yerinde" tacirler ve temel zanaatların üyeleri "mütevazı halka"
karşı konumdaydı. " Hali vakti yerinde" olanlar, kenti yöneten ve Gü -
ney Avrupa' da konsüllerden, Kuzey Avrupa' daysa yüksek yargıçlar­
dan oluşan konseyleri kurdular. Fakat Ortaçağ kenti zanaatları, pazar -
lan ve yakında bankerlere dönüşecek sarraflarıyla, * Avrupa' da ekono-

• Para değiştirici anlamında kullanılmıştır. (ç.n.)

1 28 AVRUPA' N I N Docuşu
mik canlılığı besleyen bir ekonomik teşvik merkezi olmaktan ibaret
değildi. Çoğu yoksul olan alt sınıfların sürekli büyüyen varlığına rağ­
men, toplumsal açıdan bakıldığında, burada kaba bir demokrasi mo­
deli görülebilirdi. Roberto Lopez, bir yanda Avrupa Ortaçağ kenti ile
diğer yanda Antikçağ kentinin mirasçısı Bizans kentini, kent dışında­
ki müminlerin oluşturduğu topluluk olarak ümmet' in bağrında birleş­
meyi bir türlü başaramamış Müslüman kentiyle ve merkezden, karak­
terden ve özerklikten yoksun Çin kentiyle karşılaştırmış ve şu sonuca
varmıştır: "Avrupa' da kent deneyimi, bir bütün olarak ele alındığında,
diğer yerlerdekinden daha yoğun, daha fazla çeşitlilik sunan, daha
devrimci ve (hadi söyleyeyim) daha demokratikti." Kent, Avrupa'nın
her yerinde tarihsel ilerlemenin bir işaretiydi. Kentler, derebeylere öz­
gü müstahkem merkezlerle (Fransa' da bourg'lar) veya ticari etkinliğin
ilkel biçimiyle (bunun modeli Polonya ile Slav ülkelerinin grod'udur)
bağlantılı kentsel kümelerden ortaya çıkmış ve gelişmiş, ardından Hı­
ristiyan Avrupa aleminin tamamına yayılmış, onu tanımlamış ve ona
yaşam vermiştir. Bu, Kelt, Germen, İskandinav, Macar ve Slav toprak­
ları için doğrudur. Yavaş yavaş Avrupa'nın parçası haline gelen bu top­
rakların etkisi, esasen kentleri tarafından yapılmış etkiye bağlı olmuş­
tur. Doğu ve Kuzey Avrupa' da kentleşme daha az gelişmiş ve büyük
kentler daha az sayıda olsa da, bu genel büyüme ve güç olgusu her yer­
de geçerli olmuştur. Sadece İzlanda ve Frizya, kentlerin bu gelişiminin
dışında kalmıştır.

Ortaçağ Avrupa'sının Kentlerini ve


Kent Halkını Tanımlama

Ortaçağ kentini ve kent sakinini tanımlamada iki Fransız tarihçisin­


den yararlanmak istiyorum. Jacques Rossiaud'ya göre:

Geniş ve seyrek nüfuslu alanlarla çevrili ufak bir yerde yoğunlaşmış


Ortaçağ kenti, temelde canlı, hareket halinde bir toplumdu. Zanaat -
karlığın da diğer mesleklerin de parasal ekonomi tarafından harekete
geçirildiği bir üretim ve ticaret merkeziydi. Sıkı ve yaratıcı çalışmanın,
iş yapmaktan ve para kazanmaktan zevk almanın, lükse eğilimin ve
güzellik duygusunun tercih edildiği belli değerlerden oluşan bir siste -
min merkeziydi kent. Kapılar aracılığıyla girilen, surlarla kuşatılmış ve
bu duvarların arkasında caddelerden ve bir kuleler ormanıyla çevrili

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G ü Z E L" AVRUPA'sı 1 29


meydanlardan geçerek içinde hareket ettiğiniz bir mekanın örgütlen -
me sistemiydi. Fakat aynı zamanda, yakınlığın toplumsal ve siyasal ör­
gütlenmesiydi kent. Bu örgütlenmede en zenginler bir hiyerarşi değil,
dayanışma ruhuyla birleşmiş bir kitleyi yöneten ve yan yana duran bir
eşitler grubunu oluşturuyordu. Kilise çanlarının düzenli seslerinin bir
çerçeveye oturttuğu ve sınırlarını çizdiği geleneksel zamanın karşısın­
da, bu dünyevi modern toplum, cemiyet zamanı üzerinde kendi irade­
sini dayatmıştı ve burada düzensiz aralıklarla çalan dünyevi çanlar, is­
yana, kenti savunmaya veya birinin yardımına gitmeye dair çağrılardı.

(Şunu eklemem gerekiyor: Kentsellik üzerinde yoğunlaşmak yerine,


Ortaçağ kent estetiği ve kentin bir sanat eseri olarak oluşturulması
üzerine konuşmak beni daha mutlu kılacaktır.)
Ortaçağ kentinin bu tasviri, kuşkusuz onun eşitlikçi bir topluma
dair vizyonu bakımından bir yere kadar idealleştirilmiştir. Daha önce
görüldüğü gibi, egemen bir seçkinler grubu, özellikle vergi alanında,
kalabalık yoksul kitleler için ezici bir yük anlamına gelen adaletsizliği
başlatmıştır; bu aynı zamanda kentsel yoksulluğun hakim olduğu bir
Avrupa olmuştur. Fakat burjuva modelinin, ideal olarak eşitlikçi oldu -
ğunu veya en azından kırsal ve feodal toplumda örneğini gördüğümüz
dikey toplum yerine yatay bir toplumu hedeflediğini söylemek makul
olacaktır. Ortaçağ dünyasında, tek başına Yuvarlak Masa miti bile bir
masanın çevresinde tek bir lideri, Kral Arthur'u tanımanın dışında
herhangi bir hiyerarşiye maruz kalmadan buluşmuş eşitler fikrinin
esin kaynağı olmuştur. Ancak bu aristokratik bir eşitlik hayalidir. Bur -
juva eşitliği, gerçekte her zaman ihlal edilen bir ilke olmuş olmasına
rağmen, muhtemelen var olan eşitlikçi tek modeli dengeleyebilecek
bir tür eşitliğin kuramsal temelini sağlamıştır: Her keşişin ait olduğu
manastır kolunda, "evet"te beyaz ve "hayır" da siyah fasulye kullana -
rak ifade ettiği ve eşit oya sahip olduğu manastır topluluğu.
Kent sakininin tasviri için de, bir kez daha Jacques Rossiaud' dan ve
ayrıca da Maurice Lombard' dan yararlanmak istiyorum. Eğer " Ortaçağ
insanı" diye bir şey var olduysa, bunun başlıca tiplerinden biri kent sa­
kiniydi. Rossiaud bu konu üzerine şöyle düşünmektedir:

Dilenciyle burjuvanın, rahiple fahişenin, her biri kent sakini olan bu


kişilerin ortak olarak paylaştıkları nedir? Floransa'da yaşayan kişiyle
Montbrison'da yaşayan neyi paylaşmaktadır? İlk yerleşkelerin son za­
manlardaki sakinleriyle, bu yerleşkelerin 1 5 . yüzyıl kökenli sakinleri

1 30 AvRu PA'N ı N Docuşu


arasında paylaşılan nedir? Bu insanların yaşam koşulları ve tavırları
farklı olmuş olabilir ama dilencinin burjuvayla karşılaşması gibi, rahip
de eninde sonunda fahişeyle karşılaşacaktır. Birbirlerini görmezlikten
gelmeleri mümkün değildir. Çünkü hepsi, köyde bilinmeyen toplum­
sallaşma biçimleri, belli bir yaşam şekli, günlük denye (küçük madeni
para) kullanımı ve bazı durumlardaysa, dış dünyayla önlenmesi müm­
kün olmayan teması dayatan aynı küçük, yoğun nüfuslu dünyaya ait­
tir.

Maurice Lombard da bu kentli Ortaçağ tacirini şöyle görmektedir:

Farklı merkezleri bir araya getiren bir ağ içinde olan bir insan; kentine
uzanan yollar aracılığıyla gelen insanların ve diğer şeylerin etkilerini
kabul etmeye hazır, dış dünyaya açık bir kişi; bu açıklığın ve yeni un­
surların oluşturduğu sürekli akış sayesinde psikolojik açıdan gelişen ve
bir bakıma, yeni meydan okumalarla yüzleşerek varlığının daha çok
farkında olan biri.

Kent sakini okul, kamusal alan, han, vaaz ve tiyatronun (ilk olarak
manastır ve kiliselerde yeniden canlandırılmış, ardından 1 3 . yüzyıl­
dan itibaren, kent alanlarında gelişmeye başlamıştır: Adam de La Hal­
le'in Le/eu de lafeuillee'si [Yeşillikler arasında oyun] 1 2 88'de Arras'da
sahneye konmuştur) etkileşimiyle oluşan topluluk kültüründen ya­
rarlanmıştır.
Kent yaşamı, çiftlere ve bireylere daha fazla özgürlük tanınmasına
da yardımcı olmuştur. Aile yapısı, kentlerde esasen menkul değerler
ve paradan ibaret olan çeyizler sayesinde evrilmiştir. Kentin, kendi bi -
çimlendirdiği kişiler tarafından oluşturulan bir kişiliği vardı. Modern
Avrupa kentleri, birçok Ortaçağ kentinin temel özelliklerini sürdür -
mektedir.

2. TİCARİ BAŞARI : TÜCCARLARI N AVRUPASI

1 3 . yüzyıl sadece kentler çağı değil, aynı zamanda ticaretin, kentlerin


gelişmesiyle yakından bağlantılı olarak, yeniden canlanmasının ve ya -
yılmasının gerçekleştiği dönemdi.

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİ N "G ü ZEL" AVRU PA' s ı 1 31


İtalyan ve Hansa Birliği Tacirleri

Büyük kapsamlı ticaretin 1 2. ve 1 3 . yüzyıllarda yeniden canlanması


ve gelişmesi, belli bir abartı payı taşıyor olsa da, "ticari devrim" şeklin­
de tanımlanmıştır. Bu dönemde Hıristiyanlık alemi nispeten barış
içinde olmuş, Avrupa'nın dışında cereyan eden yüzeysel bir epikten
başka bir şey olmayan Haçlı Seferleri'nin arka planında barışçıl bir ti­
caret yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde üç büyük ticari merkez be­
lirmiştir. Uluslararası ticaretin iki kutbu Akdeniz ve Kuzey'di. Dola­
yısıyla, Avrupa'nın iki çekim merkezine doğru (güneyde Müslüman­
lar, kuzeyde Slav-İskandinavlar) olan sınırlarında güçlü ticari kentler­
den ibaret iki kuşak ortaya çıkmıştır: biri İtalya ve daha küçük düzey­
de olmak üzere Provence ve İspanya' da, diğeri Kuzey Almanya. Bu
yüzden, İtalyanlar ve Hansa Birliği'ndekiler olmak üzere iki grup tüc­
carın baskın duruma geçtiği görülmüştür. Fakat bu iki bölgenin ara­
sında bir irtibat bölgesi de gelişmiştir. Bu alanın en göze çarpan ve ay­
nı zamanda diğer iki ticari bölge arasındaki alışverişleri kolaylaştıran
özelliği, buranın çok erken bir tarihten itibaren endüstriyel üretkenli­
ğin bir merkezi haline gelmiş olmasıdır. Bu bölge Kuzeybatı Avru -
pa'ydı: Güneydoğu İngiltere, Normandiya, Flandre, Champagne,
Meuse bölgesi ve Aşağı Ren bölgesini kapsıyordu. Burası tekstil üreti­
min genel merkeziydi ve Avrupa' da Kuzey ve Orta İtalya'nın dışında
makul bir şekilde "sanayi" den bahsedilebilecek tek bölgeydi.

Gezgin Avrupa tüccarı

Ortaçağ taciri her şeyden önce hareket halinde bir tacirdi. Bozuk yol­
lardan, malı için gerekli taşıma araçlarının kusurlarından, seyahat gü -
venliğinin yetersizliğinden ve muhtemelen her şeyden önemlisi, sayı -
sız lord, kent ve cemaat tarafından köprülerini, nehir geçiş yerlerini
kullanma ve hatta bölgelerinden sadece geçme hakkı için dayatılan
vergiler, gümrükler ve yol ücretlerinden ötürü başı dertte bir tacirdi.
1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda ticaretle ilgili tek önemli gelişme, nehirlerin
üzerinde birçok köprünün kurulmuş olmasıdır. Özellikle önemli bir
başarı, 1 2 3 7'de, Saint Gothard Geçidi üzerinden, İtalya'yla Almanya
arasındaki en kısa yolu açan ilk asma köprünün inşa edilmesidir. Fakat
tüccarların büyük kısmının tercih ettiği ticari hatlar, nehir ve deniz
yolu üzerinden olanlardı. En önemli iki nehir hattı Po ve kollarıyla

1 32 AVRUPA' N I N Docuşu
Moselle ve Meuse'e ulaşımı sağlayan Rhône'du. Son olarak da, 1 2.
yüzyıldan itibaren, etki alanı yapay kanallarla (vaarten) ve barajlar ve
kanal havuzlarıyla (overdraghes) genişletilmiş Flaman nehirlerinin
oluşturduğu ağ, bir 1 3 . yüzyıl ticaret devrimi ortaya çıkarmıştır ki, bu
devrim İngiltere' de kanalların inşasının harekete geçirdiği 1 8. yüzyıl
Sanayi Devrimi'yle karşılaştırılabilir. Fakat Ortaçağ'ın temel ulaşım
türü deniz taşımacılığıydı; her ne kadar, denizi Kitabı Mukaddes'ten
çıkma canavarların ve kazaların (Aziz Paulus baş etmek zorunda kaldı­
ğı deniz kazalarıyla ünlüydü) dünyası, tehlike ve büyük sıkıntıların
simgesi (Kilise gemisi sık sık dalgaların arasında bir o yana bir bu yana
giden bir tekne olarak düşünülmüş ve temsil edilmişti) olarak gören
Ortaçağ insanlarında okyanus büyük korku kaynağı olsa da, bu durum
değişmiyordu. Bu korkulara rağmen, Ortaçağ'da denizlerden yararla­
nan bir Avrupa kendisini göstermiştir. Bu alandaki ilerleme yavaş ama
kararlıydı. Gemilerin kapasitesi artmıştı: İtalyan ve özellikle Venedik
donanmalarında bin tonluk kapasitelere ulaşılmıştı. 1 3 . yüzyılda kay­
dedilmiş ilerleme, temelde kıç dümeninin, latin yelkenin, pusulanın
ve haritacılığın yayılmasından kaynaklanmıştı. Deniz ticaretinin te­
mel avantajı, yavaş olmasına rağmen, kara taşımacılığından çok daha
ucuz olmasıydı.

Champagne'zn panayırlan

1 2. yüzyılın sonunda ve 1 3 . yüzyılda, ticaret devriminin Avrupalı ka­


rakterinin gelişimine tanıklık eden büyük ticari olay, Champagne pa­
nayırlarının kurulmasıydı. Bu panayırlar, birbiri ardı sıra Lagrıy, Bar­
sur-Aube, Provins ve Troyes'da yıl boyunca kuruluyordu: Lagrıy'de
ocak-şubat, Bar' da mart-nisan, Provins' de Mayıs Panayırı adı altında
mayıs ve haziran, Troyes' da Aziz Yuhanna Panayırı adı altında tem -
muz-ağustos, ardından tekrar Provins'de Saint-Ayoul Panayırı adıyla
eylülden kasıma kadar ve sonunda tekrar Troyes' da Saint-Remy Pana -
yırı adıyla kasım-aralık aylarında. Böylece Champagne, Batı dünyası -
nın malları için neredeyse daimi bir pazaryeri işlevi görüyordu. Pana -
yırların gerçekleştiği kentlerin yaşayanları ile tüccarı önemli ayrıcalık -
lardan yararlanıyordu ve panayırların başarısı Champagne kontlarının
ve onların liberal politikalarının gittikçe artan gücüyle yakından ilişki -
liydi. Güvenli geçişler, vergilerden ve topluluk ödemelerinden muafı -
yet ve panayırdaki işlemlerin yasallığını ve dürüstlüğünü denetleye -

KENTLER İ N VE Ü N İVERSİTELERİ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 33


cek, ticari ve mali sürekliliğini garanti edecek bir polis gücünün tesisi
gibi uygulamalar teşvik ediliyordu. İlk başta, bu kamusal işlevleri ye­
rine getiren özel yetkililer olan Pazar Muhafızları'nın büyük kısmı
tüccardı ama 1 284'ten itibaren bu işlevler kraliyet memurları tarafın­
dan yerine getirilir olmuştu. Bazen bu panayırların "ilkel bir takas
odası rolünü" oynadıkları söylenmiştir. Çünkü insanların borçlarını
temizlemeleri için bu panayırlarda buluşmaları alışkanlık haline gel -
mişti. Bu örnek, ekonominin gelişmek için kamu otoritelerinin yar­
dım ve gözetimine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. 1 2. ve 1 3 . yüz -
yıllarda ticari etkinlik, sözleşmeler ve iş ortaklıkları çevresinde örgüt -
lenmiştir ama bu ortaklıklar genellikle sınırlı sayıda sözleşme ve sınır­
lı bir süre için geçerli olmuştur. Gerçek anlamda ticari şirketler, ancak
1 3 . yüzyılın sonunda belirmeye başlamıştı.

Parasal Problemler

Bu tür bir uluslararası ticaret, birçok feodal para biriminin sağladığın­


dan daha güçlü ve daha genel bir parasal ortam gerektiriyordu. Bu ro­
lü, 1 2. yüzyıla kadar Bizans sikkesi oynamıştı ama bir kez Avrupa tica­
reti canlılık kazandıktan sonra o da yetersiz kalmıştı. Bu noktada Av­
rupa, Charlemagrıe'ın terk ettiği altın para basma işine geri dönmüştü.
1 266'dan itibaren Fransa altın ecu basmaya başlamıştı ama burada ön­
derliği ele geçiren İtalyan ticari kentleriydi. 1 284'te Venedik altın du­
kalarını basmaya başlamıştı. Yine de, florinlerle dukaların prestijine ve
yaygın kullanımlarına rağmen, para birimi çokluğu Ortaçağ ekonomi­
sinin gelişimini engelleyen unsurlardan biri olarak kalacaktı. Feodal
sistemi tanımlayan özelliklerden biri parçalanmışlığıydı. Bu durum
para tedavülünü etkiliyordu; uluslararası kullanım için tek bir para bi -
riminin veya en azından daha az ve daha baş edilebilir sayıda para bi -
riminin olmaması, Ortaçağ ticaretinin başarısını sınırlıyordu.

Tüccarların Avrupa'sı

Gezgin tüccarın yerini gittikçe artan bir şekilde işini, hepsi birlikte
simsar olarak bilinen, muhasebeci, komisyoncu, temsilci ve çalışan -
lardan ibaret bir ekip aracılığıyla idare eden yerleşik tüccar alıyordu. Bu
personel, yurtdışına yerleşecek ve merkezde bulunan patronlarının

1 34 AVRUPA' N I N 0 0 G U Ş U
gönderdiği emirleri yerine getirecekti. Böylece tüccar sınıfının barın­
dırdığı çeşitlilik gittikçe artmıştı. Brugge kenti üzerine bir çalışmada,
Raymond de Roover şu unsurlara raslamıştır: Bunlardan ilki çoğu kez
Lombardlar (yani İtalyanlar) veya Cahors'lular (İtalya ve Cahors kenti
uluslararası kredi düzenlemesiyle bilinen ilk merkezlerdi) olarak ad­
landırılmış ve kefalet karşılığında borç ve tüketici kredileri veren ve
Yahudi tefecilerle karşılaştırıldığında daha üstün görülen tefecilerdi;
ikinci grupsa, çok sayıda farklı para biriminin var olduğu Ortaçağ' da
en sık ihtiyaç duyulan parasal faaliyeti sunan sarraflardı; son olarak da
tüccar-bankerler olan kambiyocular vardı. Bunlar, kambiyo komis -
yoncusu olarak başlamış ama daha sonra mevduat ve kredi karşılığı
yatırımları kabul etmek üzere faaliyet alanlarına göre çeşitli dallara ay -
rılmıştı. Böylece Avrupa bankacılığı doğmuştu.
Daha önce gördüğümüz gibi, tüccarın dünyası temelde kentsel bir
dünyaydı. Fakat her ne kadar tüccar, özellikle İtalya' da "halk" olarak
adlandırılan tabakaya dahil edilmişse de, zenginlik ve güç açısından
iki düzeye ayrılabilirdi. Bu tür toplumsal ayrımlar son derece belirgin­
di ama hukuki ayrımlardan daha fazla önemseniyordu. Her ne kadar,
burjuvanın statüsü belli ayrıcalıkları da beraberinde getiriyor olsa da
ve bu statü herkese açık olmasa da, bir kentin ekonomik, toplumsal ve
siyasi meseleleri söz konusu olduğunda, servet farklılıkları, ekonomik
ve siyasi roller bu statüden daha büyük önem kazanıyordu. Yves Re­
nouard'ın gözlemlediği gibi, "İşadamlarının siyasi tahakkümünün
yerleştirmiş olduğu şey aslında bir sınıf rejimiydi." Tüccarın tahakkü­
mü kendini çeşitli şekillerde göstermişti. Tüccarlar, zanaatkarlar ve sa­
nayi işçileri arasında ücretli çalışmanın yaygın olmasından fayda sağ­
lamışlardı ve bu ücretleri de kendileri tayin ettikleri için, emek piyasa­
sını da kontrol altında tutuyorlardı. Konut piyasasına da egemendi
tüccarlar çünkü sadece iş vermiyorlardı, aynı zamanda gayrimenkule
sahiplerdi. Ayrıca, tüccarlar iktidarlarını ve bu iktidarlarıyla birlikte,
bizim vergilendirmede eşitsizlik olarak adlandırabileceğimiz bir me -
kanizma aracılığıyla, toplumsal eşitsizliği de koruyup pekiştirmişti.
Örneğin, temel vergi olan "geçiş vergisini" kendi kontrol ettikleri
konseyler tayin ediyordu. Dönemin hukuk adamı Beaumanoir, Beau -
vais' deki gümrük mevzuatı üzerine, 1 3. yüzyılın ikinci yarısına ait
ünlü bir metinde, kentli Avrupa'nın eşitsizliğinin kökleriyle ilgili net
bir açıklama sunmaktadır: "Komünal kentlerde geçiş vergileriyle ilgili
birçok şikayet mevcuttur; çünkü kentin yönetimini üstlenmiş zengin­
ler, olması gerekenden (hem onlar hem de aileleri) daha az vergi ver -

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELE R İ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 35


mekte ve diğer zenginlerin de aynı avantaj dan yararlanmasına izin
vermektedirler. Öyle ki, tüm vergi yükü yoksulların sırtına yüklen­
mektedir." Vergi kaçırmanın boyutları o dereceye ulaşmıştı ki, Ar­
ras' da ünlü banker ailesi Crespin'lerin karlarının 20.000 livrelik kıs­
mını beyan etmeyi "unutma"sında olduğu gibi, arada sırada skandal­
lar patlak vermiştir. Avrupa' daki vergi kaçırma alışkanlığı çok iyi bir
başlangıç yapmıştır.

Paranın Gerekçelendirilmesi

İlk başlarda, 1 2. yüzyılda da olduğu gibi, her tacir az veya çok bir tefe­
ciydi ve tefecilik de Kilise tarafından yasaklanmıştı. Fakat ne zaman ki
tefecilik neredeyse tamamen Yahudilerle sınırlanmış ve tüccarın gücü
artmıştır, Kilise de yavaş yavaş tüccar tarafından gerçekleştirilen kar­
lar için haklılık gerekçesi oluşturmaya başlamış ve muğlak bir şekilde,
meşru karlar ile gayri meşru karlar şeklinde bir ayırım getirmiştir. İleri
sürülen bazı haklılık gerekçeleri, ticaret tekniklerinin kendileriyle iliş­
kilendirilmişti. Kilise, yürüttükleri işler sırasında zarara uğratıldıkla­
rında, tüccarın tazminat talep etmesine izin vermişti. Tüccarın çalış­
ma tarzı, Avrupa tutum ve ahlakına şans, risk ve belirsizlik mefhum -
}arının dahil olmasını sağlamıştı. Bundan da önemlisi, daha sonra gö­
receğimiz gibi, tüccarın karlarına haklılık kazandırılması, karın bir tür
işin karşılığı olduğu gerçeğinin kabul edilmesine dayandırılmıştı. Da­
hası, kamu yararı ve genel yarar fikirlerinin skolastik düşünce ve vaaz­
lar aracılığıyla yayılması, tüccar için de geçerli olmaya başlamıştı. Böy -
lece din adamı ve düşünür Strasburglu Burchard, 1 3 . yüzyılda şöyle
bir beyanda bulunmuştu: "Tacirler istisnasız herkesin iyiliği için çalış­
maktadır ve onların pazardan pazara mal taşıma işleri, genel yarar
kapsamına girer."
Daha 1 3 . yüzyılın başında İngiliz Cobham'lı Thomas itiraflar elki -
tabında şu gözlemde bulunmuştur: " Eğer tacirler bir yerde çok olanı
eksikliği hissedilen başka bir yere taşımasalar, birçok yerde büyük zor -
luklar olacaktır. Dolayısıyla yaptıkları işin bedelinin ödenmesi gerek­
tiği konusunda tamamen haklıdırlar. Büyük ölçekli uluslararası tica­
ret, artık Tanrı'nın emrettiği bir gereklilik, Takdiri İlahi'nin tasarımı­
nın bir parçasıdır."
Tüccarın itibarı ve gittikçe artan gücü, Avrupa' da hakim olan tavır -
larda büyük değişiklere sebep olmuştur. Michel Mollat'nın gözlemle -

1 36 AVRUPA' N ı N Docuşu
diği gibi, para, tüccar sayesinde "toplumun temeli"ne dönüşmüştür.
Fakat tüccar, sistematik bir şekilde feodal değerlere karşı çıkmamıştır.
Asiller gibi yaşayarak kendini asil gibi göstermek istemiş ve bazen de
bunu başarmıştır. Ortaçağ iktidarının temel dayanağına, yani toprağa
sahip olma amacıyla gayrimenkul almış ve hem bu gayrimenkulü hem
de üzerindeki köylüleri sömürerek kazanç sağlamaya çalışmıştır.
İleride hakkında daha fazla konuşacağımız yeni dini pratikler, tüc­
carın etkinliklerine başka haklı gerekçeler sağlamıştır. Tüccar birçok
hayırseverlik faaliyetine (Kilise bu şekilde adlandırıyordu), özelliklere
yoksullara bağışta bulunmaya katılmıştır. Siena' daki Santa Maria della
Scala gibi ilk kent hastanelerinin kurulmasının arkasında, büyük çap­
ta onlar olmuştur. Diğer yandan, Kilise bu dönemde, Araf' ta bulunan
ruhlar için dua etmeyi başlatmıştır ve bu, günah çıkartmayla kurtulu -
namayan günahlardan arınılan bir yer olarak, cennetten önceki bekle­
me odasına dair inancı desteklemiştir. Bu yenilikler tüccara, Kilise'nin
1 3 . yüzyıla kadar tüm tefecilerden esirgediği kurtuluş ümidini sun­
muştur. Alman Cistercium tarikatından Heisterbach'lı Caesarius'a ait
bir metin, Araf'a nakledilmiş ve oradan, dul bıraktığı eşinin duaları sa­
yesinde cennete geçmiş Liege'li bir tefecinin öyküsünü anlatmaktadır.
1 3 . yüzyıldan itibaren tüccarın büyük kısmı tarafından sunulan ha­
milik etkinliği bilhassa ilginçtir. Kendilerini kabul ettirdikleri kentle­
re olan bağlılıklarını, kiliselerin yapımını finanse ederek ve özellikle
de bunları süslemeleri için sanatçılar tutup, paralarını ödeyerek gös­
termişlerdir. ( 1 3 00 civarında ilk "modern" sanatçı Giotto, kendisini
tutmuş Floransalı büyük burjuva tarafından yaptığı işin karşılığını cö­
mertçe almıştır.) Tacirler, Ortaçağ'da güzellik anlayışı gelişmiş ve gü ­
zellik karşısında etkilenen ilk kişiler olarak da öne çıkmaktadır: Para
ve güzellik arasında beklenmedik bir ittifaktır bu.
Son olarak da, ticari tekniklerin gelişimi ve özellikle tüccar banker -
lerin işinde kayıt tutmanın gittikçe artan önemi, bazen entelektüel
tüccar kültürü olarak adlandırılan şeyin gelişimini teşvik etmiştir.
Tüccarın bu tür bir kültüre ihtiyacı, Gent'te 1 1 79 kadar erken bir ta -
rihte görüldüğü gibi, kent ortaokullarının açılmasına neden olmuştur.
Bu, yazı, aritmetik, coğrafya ve yaşayan dillerin teşvik edilmesi ve ya­
yılması aracılığıyla kültürün laikleşmesini harekete geçirmiştir. 1 3 .
yüzyılın sonunda bir Cenovalı bir tacire şu tavsiyede bulunuyordu:
"Yaptığın her şeyi kaydetmeyi asla unutma. Hemen, aklından çıkma -
dan yaz." Bir sonraki yüzyılda bir Floransalı şu gözlemde bulunuyor -
du: "Kişi yazma konusunda hiçbir zaman tembellik etmemeli." Arit -

KENTLERİN VE Ü N İVERS İTELERİN "G ü Z E L" AVRU PA's ı 1 37


metik alanında, özellikle örnek teşkil eden bir çalışma 1 202 yılında,
Leonardo Fibonacci tarafından abaküs (Liber abaci) üzerine yapılmış
bir incelemedir. Babası Kuzey Afrika' da Tunus'ta, Venedik Cumhuri­
yeti'nin bir gümrük memuru olarak çalışan Fibonacci, Pizalıydı. Leo­
nardo Fibonacci, Arapların Hintlilerden aldığı matematiği burada, iş
amacıyla dolaştığı Tunus, Mısır, Suriye ve Sicilya'dan oluşan Hıristi­
yan-Müslüman dünyasında öğrenmiş, Arap rakamlarının, sıfırın (ba -
samak değeri sistemlerini açısından aşırı derecede önemli bir yenilik),
kesirli işlemlerin ve oran hesaplarının kullanımını başlatmıştır.
1 3 . yüzyılın sonunda tüccar, o zamana kadar birbiriyle uyuşmayan
biri maddi ve diğeri de manevi olmak üzere, iki temel alanda ilerleme
sağlamıştı. O ana kadar para kazanıyordu ama boynuna asılı para kese­
si tarafından cehenneme çekilen bir tacirin tasvir edildiği bir Roma
heykelinde görüldüğü gibi, bunu yaparken lanetleniyordu. Artık para -
sını muhafaza edebildiği gibi, az ya da çok Araf' ta bir süre geçirdikten
sonra cennet katına da çıkabilirdi tüccar. Hem para kesesine hem de
ebedi yaşama sahip olabilirdi.

İtalyanlar ve Hansa Birliği

1 3. yüzyılın ticaret dünyası, iki grup tarafından kontrol ediliyordu:


Güneyde Akdeniz bölgesinde İtalyanlar ve kuzeyde Britanya adalarıy­
la Flandre arasındaki kanaldan Baltık Denizi'ne kadar olan bölgede de
Almanlar. İtalyanlar, Bizans dünyasıyla İslam dünyasının çevresinde­
ki varlıkları ve Flandre'da gittikçe artan etkinliklerinden ötürü tesir ­
liydiler. Fakat en etkileyici yayılma, Hansa Birliği'nin tacirlerininkiy­
di. Bunlar ilk başta Frizyalı, ardından Flaman olan erken Ortaçağ tacir­
lerinin ardıllarıydı. Sadece daha büyük bir dinamizme değil, aynı za -
manda daha fazla mala da sahiptiler. 1 2. yüzyılda Ren deltasının üze­
rindeki Tiel'in yerini ana merkez olarak Utrecht almıştı. Burası sadece
Flamanlar ve Frizyalılar tarafından değil, aynı zamanda Renliler, Sak -
sonlar, Danlar ve Norveçliler tarafından da ziyaret ediliyordu. Brugge,
Hollanda'nın en önde gelen ticari merkezine dönüşmüştü. Bu tacirler,
Fransız şaraplarının en büyük rakibi Ren şaraplarını, Konstantinopo­
lis kadar uzak yerlerden gelen metal nesneleri, değerli taşlan, lüks
tekstilleri ve Mainz silahlarını ithal ve ihraç ediyordu. En olağanüstü
başarı, mallarını hem batı yönünde Britanya'ya hem de Danimarka'ya
ihraç eden Köln tüccarınınkiydi. Londra'da ikamet etme hakkını en

1 38 AVRUPA' N I N Docuşu
geç 1 1 3 0'da elde ederek Londra Köprüsü'nden yukarıda, Thames kı­
yısında bir ev tuttukları İngiltere' de, özellikle başarılıydılar. Guildhall
olarak bilinen bu yeri, iş merkezlerine dönüştürmüşlerdi. 1 1 57'de de
Kral I I . Henry, Köln tüccarını özel koruması altına alacaktı. Kuzeydo­
ğudaysa Baltık ticareti Gotland'ın denizci köylülerinin elindeydi ve
bu sayede Rusya'daki Novgorod başarıyla tanışmıştı. Ayrıca Rus tüc­
carlar, Almanlardan çok Prusyalılar ve Estonyalılarla karşılaştıkları
Baltık havzası ve Danimarka gibi başka yerlerde de faaliyet yürütüyor­
lardı. Kentler geliştikçe ticari manzaranın tamamı da değişmişti. Han -
sa Birliği kentsel gelişimle yakından bağlantılıydı.
Philippe Dolinger, tacirlerin omuzladığı ve 1 3 . yüzyılda Hansa Bir­
liği kentlerinin statüsünü teyit eden süreci açıklamış ve şu şekilde
özetlemiştir:

Birtakım uygun konumlanmış yerleşim yerlerinin nüfusları, taşralı


zanaatkarların göçü ve tacirlerin kalıcı bir şekilde yerleşmesiyle art­
mıştır; bu tür müstahkem mevkilerde hem bir tüccar mahallesi (Kuzey
Almanya'da Wiek olarak adlandırılmıştır) hem de, dini veya dünyevi
işler için, eski bir idari merkez ortaya çıkacaktır; özellikle kente özgü
ticaret ve gayrimenkul alanlarıyla ilgili meselelerle ilgilenen, tektip bir
yasal sistem gelişecektir; birçok durumda bir tür yemini gerektiren bir
burjuva topluluğu oluşacaktır; bu toplulukta asıl hakimiyet, bazı du­
rumlarda loncalar oluşturacak tüccarda olacaktır; en zengin aileler kent
liderliğini ele geçirecektir; kent gittikçe yerel lorddan bağımsız olacak­
tır; ve son olarak da, burjuvalar tarafından yönetilen idari kurumlar
gelişecektir.

1 2. yüzyılın sonuna doğru, Konsey (Rat) o andan itibaren oluşturul­


duğu biçimiyle kentin egemen meclisi haline gelmişti. Bu süreçte, ya­
salarının büyük kısmı esasen 1 3 . yüzyıl ve sonrasında oluşan, kente
özgü bir adli sistemin yaratılması özellikle önemli bir rol oynamıştır.
Bu adli modeller içinde en etkili olan, Vestfalya kentlerinde temyizler
ve yargı içtihatları için "yüksek mahkeme" rolünü üstlenmiş Dort­
mund yasası, Saksonya'da Goslar yasası ve özellikle de Polonya ve
Slav ülkeleri de dahil olmak üzere tüm doğu Avrupa' da "Alman yasa­
sı" olarak tanınmış Magdeburg yasasıydı.
Çok önemli bir olay, Lübeck kentinin, Saksonya Dükü Aslan He -
inrich'in vasalı Holstein Kontu Schauenburg'lu I I . Adolph tarafından
1 1 59' da kurulması olmuştur. I I . Adolph, kentin inşasını ve yöneti -

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G ü ZEL" AVRUPA'sı 1 39


mini Fritz Rörig'in "bir girişimciler konsorsiyumu" olarak adlandır­
dığı bir oluşuma bırakmıştı. Lübeck, Hansa Birliği olarak bilinen kent
ve ticaret imparatorluğunun merkezi haline gelecekti. 1 3 . yüzyılın
ortasına kadar Lübeck'in Alman tacirleri, aralarından birçoğunun
yerleşmiş olduğu Gotland'ın tacirleriyle zenginlik yarışındaydı. Got­
land'ın lider kenti Visby'nin şanı parlak ama geçici olmuştu. 1 3 . yüz -
yılın ortasında en azından Lübeck kadar büyük bir alanı çevreleyen,
yaklaşık 3 .500 metre uzunluğunda taştan bir surla çevrilmişti. Arala -
rından en büyüğü, Alman topluluğunun bölge kilisesi görevini gö­
ren, 1 1 90 ile 1 22 5 tarihleri arasında inşası sürmüş Saint-Mary-of­
the G ermans olan on sekiz kilisenin kalıntıları, Visby'nin kısa bir sü -
re için başkenti olduğu ticari Kuzey Avrupa'nın önemine bugün bile
tanıklık etmektedir. Fakat Lübeck bu açıdan Visby'yi kısa sürede ya­
kalamış ve geçmişti. Lübeck, İtalyanların kullandığı kadırgalarla reka­
bet edebilecek çok sayıda ticari geminin yapımını örgütlemişti. Ge­
mileri tonaj kapasitesi daha büyük olan Göke'lerdi. Lübeck, Rostock,
Stralsund, Oder üzerindeki Stettin (bir dizi Alman mahallesiyle bü­
yütülmüş Slav kenti) , Vistül üzerindeki Danzig (Gdansk) ve 1 3 . yüz­
yıldaki kent amblemi, bilinen en eski kıç dümeni tasvirini taşıyan
Prusya'daki Elbing (şimdi Polonya'daki Elblag) gibi yeni kentlere
bağlı güçlü bir denizcilik ve ticaret ağına komuta ediyordu. Ticari fa­
aliyetlerini, o sırada Prusya' da etkin olan yeni bir Alman askeri gru­
bunun, Töton Şövalyeleri'nin dinlerinin değiştirilmesi ve ele geçiril­
mesi çabalarıyla birlikte götürüyordu.
Lübeck halkı ve daha genel anlamda kuzeyin Alman tacirleri, İs -
veç'te Kalmar'ın ve hatta 1 2 50' de, Stockholm'ün ve Norveç'te de Ber­
gen'in kurulmasını desteklemişti. Lübeck halkının ve Hansa Birli­
ği'nin ticari yayılması batıya doğru da gerçekleşiyordu. Onlar ve do­
ğudan başka tacirler İngiltere'nin limanlarını sık bir şekilde ziyaret et -
meye başlamıştı: Yarmouth, King's Lynn, Hull, Bostan ve sonunda da
Londra. İngiltere Kralı I I I . Henry, 1 2 66'da Hamburg ve 1 267'de de
Lübeck tüccarına birlik veya Hanse* (Köln halkı Hanse'si model alın -
mıştı) oluşturma hakkını vermişti. Bu terim de böylelikle ilk kez kul -
lanılır olmuştu.

* Hanse: Ortaçağ tüccar loncası. (ç.n.)

1 40 AVRUPA' N I N Docuşu
1 2 52 ve 1 2 5 3'te Alman tüccarlar Flandre kontesinden de bir dizi
ayrıcalık elde etmişti. Hansa Birliği'nin ticari başarısı hiçbir kesintiye
uğramadan, birliğin ilk diet'inin ve kentlerinden ibaret federasyonu­
nun (Hanse'nin) kesin olarak oluştuğu 1 3 56'ya kadar devam edecekti.
Hansa Birliği'ne bağlı kentler geliştikçe, Philippe Dollinger'nin de -
yişiyle "Batı'nın dünya pazarı olmaya doğru ilerleyen" Brugge'nin
zenginliği de artmıştı. Brugge kapılarını tüm ulusların tacirlerine aç­
mıştı: tekstil endüstrisi için yün getiren İngiliz, İskoç ve İrlandalılar,
sığırlarını satan Hollandalılarla Frizyalılar ve de La Rochelle ile Bayon­
ne arasındaki Anglo-Fransız Atlantik sahilinden şarap getiren tacirler.
İspanyollarla Portekizliler de Brugge'ye yün ve güney bölgelerine ait
meyveleri taşıyorlardı.
Champagne panayırlarını iyi kötü terk etmiş İtalyanlar da artık
Brugge'ye yerleşmişti ve böylece burası Kuzey Avrupa'nın en önde
gelen finans merkezi olmuştu. 1 3 . yüzyıldan itibaren konvoy halinde
seyahat eden Ceneviz ve Venedik kadırgaları da baharatlardan ibaret
yüklerini düzenli bir şekilde Zwin'e (Brugge'yi denizle birleştiren su
yolu) getirmekteydi. Deniz ticareti sayesinde, İtalya' dan Flandre'a ve
Baltık'a kadar yayılan Avrupalı bir dünya ekonomisi belirmişti.

3 . OKUL VE ÜNİVERSİTELERİN BAŞARISI

Kentlerin ve ticaretin yayıldığı 1 3 . yüzyıl Avrupa'sı aynı zamanda Av­


rupa' da okulların ve üniversitelerin yüzyılıydı ve bunlar da kent mer­
kezliydi. Daha önce gördüğümüz gibi, kentlerdeki okul sayısı 1 2. yüz -
yıldan itibaren artmaktaydı. Bu "ilk" ve "orta" okullar Avrupa' da öğ­
renimin temelini oluşturmuştu ama en olağanüstü eser, bugün hala
fazlasıyla canlı olan bir geleneği başlatmış olan ve üniversiteler olarak
bilinen "yüksekokullar" dı. 1 2. yüzyılın sonunda, bir yüksekokuldan
studium generale, yani genel okul olarak bahsediliyordu; bu hem daha
üstün bir statüye hem de sunduğu öğrenimin ansiklopedik türden ol -
duğuna işaret ediyordu. Bu okullar, kentlerdeki zanaatları ve meslek -
leri örgütleyen büyük hareketin içinde gelişmişti ve bu yüzden de
kendilerini herhangi bir zanaatta olduğu gibi loncalar şeklinde düzen -
}emişlerdi. Bunlar, lonca anlamına gelen ve ilk kez 1 22 1 'de Paris'te,
Parisli öğretmenler ve öğrenciler topluluğunu tanımlamak için kulla -
nılan "üniversite" (universitas magistrorum et scolarium) terimini be -
nimsediler.

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELE Rİ N "G ü Z E L" AVRUPA'sı 141


Hemen burada, tarih içinde kaybolmuş ve unutulmuş bir ayrıma
işaret edelim. Ortaçağ'ın üniversite korporasyonlan iki model benim­
semiştir. Paris modelinde, öğretmenler ve öğrenciler tek bir topluluk
oluşturmuştu. Bologna modelindeyse universitas yasal anlamda sade -
ce öğrenciler tarafından oluşturulmuştu. Bugüne sadece Paris modeli
ulaşmıştır. 1 3 . yüzyılda üniversite öğretmeninin ortaya çıkması, taci­
rin ortaya çıkmasıyla paralel bir şekilde gerçekleşmiştir. Tacir ilk başta
sadece Tann'ya ait olan zamanı satmakla suçlanmıştı (faizin karı o
uyurken bile geliyordu) ama 1 3 . yüzyılda çalışkanlığından ve fayda -
sından ötürü varlığı kabul edilmişti. Bu yüzden aynı şekilde sadece
Tanrı'ya ait olan bir şeyi, yani bilgiyi satmakla suçlanmış ama daha
sonra öğrencilere ders vermeye başladığında yaptığı işten (öğrencile­
rin aldıkları derslerin karşılığını haklı olarak ödemeleri gerekiyordu)
ötürü varlığı kabul edilmiş üniversite öğretmeniyle bir tür çift oluştu­
ruyordu. Böylece Avrupa' da ticari çalışmayla entelektüel çalışma yan
yana gelişmişti.
Üniversite öğretmeni, düşünmeyi gerektiren öğretme işini bugün
araştırma olarak adlandırdığımız yazma etkinliğiyle birleştirmişti.
Birçok üniversite öğretmeninin ünleri ve toplumsal ve siyasi tartış­
malara katkıları (örneğin, rahipler ve keşişlerin dilenmesi, kraliyet
yetkileri ve Papalığa ait vergilendirme konularındaki görüşleri) , onla -
ra üçüncü bir rol, 1 9. yüzyıldan itibaren entelektüellere ait olduğu ka­
bul edilmiş bir rol vermişti. Bu yüzden bu üniversite öğretmenlerini
"Ortaçağ'ın entelektüelleri" olarak adlandırıyorum.
Üniversiteler, hocaların seçtiği ve bir şansölyenin denetlediği, ge­
nellikle yerel piskopos tarafından atanan rektörler tarafından yöneti­
liyordu. Fakat üniversiteler zamanla neredeyse tam bir özerklik elde
ettikçe piskoposun önemi de ortadan kalkmıştır. Genelde üniversite­
ler, hem kentler hem de monarşi gibi dünyevi otoriteler tarafından
Üzerlerinde kontrol kurma girişimlerini ve müdahaleleri boşa çıkar -
mayı başarmıştır. Diğer yandan, üniversitelerin Kilise kurumları ol­
duklarını düşünecek olursak, Papalık müdahalelerini kabul etmek zo -
runda kalmışlardı. Fakat bu müdahaleler, genelde hem uzak hem de
önemsizdi. Belli durumlarda, yerel piskopos, üniversitelerin işlerine
zorla müdahale etmesini sağlayan kağıt üzerindeki yetkisini kullana -
cak ve bir tür sansür oluşturacaktır. Bununla ilgili en çarpıcı örnek, Pa -
ris Piskoposu Etienne Tempier'nin ilk olarak 1 2 70'te ve ardından tek -
rar 1 27 7'de aralarında Aquino'lu Tommaso'nun da bulunduğu bazı
Paris öğretmenlerinin derslerinden çıkan bazı önermeleri kınaması -

142 AVRUPA' N ı N Doc uşu


dır. Kınanmalar her şeyden önce Parisli öğretmenlerin, Aristoteles'in
Arap yorumcusu İbn Rüşd'den yaptıkları veya yapmış oldukları dü­
şünülen alıntılarla ilgili olmuştur. İbn Rüşd, dogmatik hakikatle (Hı­
ristiyanlar için Kitabı Mukaddes' in sunduğu hakikat ve Kilise öğretisi)
birlikte akıl yoluyla ulaşılan hakikati de meşru sayan çifte hakikat ku­
ramı olarak bilinen düşünceyi öğretiyordu ve bu, Kilise'nin hakikati­
ne ters olsa bile, öğretilebilirdi.
Aristoteles, 1 3 . yüzyıl üniversiteleri, özellikle de Paris Üniversitesi
için, bir bakıma, en önemli insandı. Mantıkla ilgili çalışmalarının La­
tince çevirileri uzun süredir var olmasına rağmen metafizik, ahlak ve
siyaset üzerine olan çalışmalarının Latince çevirileri 1 3 . yüzyıla kadar
mevcut değildi. Öğrencilerde büyük merak ve arzu uyandıran bu ça­
lışmalar, ilk başta üniversite eğitiminde yasaklanmıştı ama artık
okunmalarına izin veriliyordu. Hatta, moda olmuş ve 1 260 ile 1 270
arasında neredeyse tüm üniversitelere yayılmış bir Ortaçağ Latin
Aristotelesçiliğinden bahsetmek uygun olacaktır. Bir Dominiken, ay -
nı zamanda da gözde bir şahsiyet olan Aquino'lu Tommaso, Aristote­
lesçiliği üniversitelere sokan büyük öğretmenlerden biriydi. Fakat
yaklaşık 1 270'ten sonra Aristotelesçiliğe olan ilgi, bir yandan Etienne
Tempier gibi gelenekçilerin kınamaları, diğer yandan da Aristotelesçi -
liğe karşı daha mistik ama daha az akılcı fikirler geliştirmiş daha "mo­
dern" öğretmenlerin saldırıları sonucu, sönmeye yüz tutacaktı. Aris­
toteles karşıtlarının bazıları, John Duns Scotus ( 1 2 66-1 3 08) ve Ock­
ham'lı William ( 1 34 7' de ölmüştür) gibi, Fransiskendi. Bir başkası da
Dominiken hoca Eckhart (yaklaşık 1 2 60-1 328) idi. Aristoteles'in en­
telektü aizmi, artık daha deneysel ve özgür tartışmaya daha açık olma­
ya başlamış bilginin karşısında bir engel olarak kabul ediliyordu.
Üniversiteler, bilgi dallarına göre ayrılmış fakülteler şeklinde ör­
gütlenmişti. Dört fakülte vardı ve tüm üniversiteler, teoride bunların
dördünü de barındırıyordu. Fakat pratikte, ille de bu geçerli değildi.
Çoğu zaman, diğerleri mevcut olsa da bir fakülte baskın oluyordu. Do -
layısıyla Bologna temelde bir hukuk üniversitesi, Paris teoloji üniver -
sitesi, Montpellier de tıp üniversitesiydi. Fakülteler arasında konuları­
nın tanınmışlığına ve müfredattaki yerlerine göre bir hiyerarşi vardı.
Bu nedenle, biraz önce belirtilmiş ilk üç fakülte, trivium (gramer, re -
torik ve özellikle de diyalektik) ve quadrivium (aritmetik, geometri,
astronomi ve müzik) sanatlarının öğretildiği temel eğitim fakültesin -
den daha itibarlıydı. Bu beşeri ilimler fakültesi, sık sık günümüzde bi -
limsel diyebileceğimiz disiplinlerin gölgesinde kalıyordu. Bundan

KENTLERİN VE Ü N İVERS İTELERİ N "G üZEL" AVRUPA's ı 143


başka, toplumsal açıdan bakıldığında, bu beşeri ilimler fakültesi en
genç, en ham ve en az zengin öğrencilerden oluşuyor, bunların arasın -
da sadece ufak bir grup çalışmalarını daha yüksek bir fakültede sürdü -
rüyordu. Beşeri ilimler fakültesinin üzerinde öğrencilerin ilgisini çe­
kebilecek iki uzmanlık alanı vardı: Ya hukukun medeni ve dini olmak
üzere iki türünün öğretildiği hukuk fakültesi ya da eğitimin pratik ve
deneysel olmaktan çok kitabi ve kuramsal olduğu tıp fakültesi. Hiye­
rarşinin tepe noktasında, hepsinin üstünde bir taç misali duran teoloji
fakültesi vardı.
İlk üniversite Bologna'dakiydi. Her ne kadar statüsünü Papalıktan
1 2 5 2 yılına kadar almamışsa da, İmparator Friedrich Barbarossa,
1 1 54 kadar erken bir tarihte Bologna Üniversitesi'nin hoca ve öğren­
cilerine ayrıcalıklar bahşetmişti. Benzer şekilde, Paris'in hocalarıyla
öğrencileri, Papa I I I . Celestinus'tan 1 1 74'te ve Fransız Kralı Philippe
August'tan da 1 2 00'de ayrıcalıklar almıştı. Fakat statüsünü, Papalık
elçisi Courson'lu Robert' den ancak 1 2 1 5'te ve IX. Gregorius tarafın­
dan yayınlanmış çok önemli bir Papalık belgesinden (Parens scientia­
rum) 1 23 1 'de almıştı. Bu belge, bir kurum olarak üniversiteyi ve te­
olojiyi, M . D. Chenu'nun belirttiği gibi, üniversitede bir "bilim" ol­
muş teolojiyi öven ünlü bir pasaj içeriyordu. Napoli Üniversitesi İm -
parator I I . Friedrich tarafından 1 2 24'te kurulmuştu. 1 288'de Lizbon
Üniversitesi ve Papalık meclisinin, Agostino Paravicini Bagliani'nin
göstermiş olduğu gibi, özellikle optik ile bilimlerin tercih edildiği ger­
çek bir üniversite rolü edinmiş Studium'u kurulacaktı. Salamanca
Üniversitesi'nin kuruluşuyla ilgili evrelerin tarihi anlamlıdır. Le6n
Kralı I X. Alfonso tarafından 1 2 1 8-1 9 tarihlerinde bir kraliyet kuru­
mu olarak kurulmuş ve Kastilya Kralı Bilge X. Alfonso'nun carta
magna'sı sayesinde 1 2 54'te bir yükseköğrenim kurumu olmuştu. Pa -
pa I I I . Alexander de 1 2 55'te bu kuruma licentia ubique docendi* un­
vanını vermişti. Bu üniversitenin tarihçisi Antonio Garda y Garda,
Salamanca'ya X. Alfonso tarafından 1 2 54'te bahşedilmiş özel ayrıca -
lıkları şöyle açıklamıştır:

Carta magna bir medeni hukuk kürsüsü, üç kilise hukuku kürsüsü, iki
mantık kürsüsü, iki gramer kürsüsü, iki fizik (tıp) kürsüsü, hoca ve öğ­
rencilere gerekli kitapları sağlamak için bir kütüphaneci pozisyonu, bir

* Licentia ubique docendi: Papalık kontrolündeki herhangi bir üniversitede öğretme yekisi. (ç.n.)

1 44 AVRUPA' N ı N Dol uşu


orgcu pozisyonu ve bir de eczacı pozisyonu yaratmıştı. Kürsülerin sa­
yısı zaman geçtikçe artmıştı. Profesörlerin maaşları temelde Salaman­
ca Piskoposluğu'nun aşar vergilerinin üçte biriyle karşılanıyordu. Ay­
rıca profesörler ve öğrenciler çeşitli kilise bağışlarından da yararlanı­
yordu.

Toulouse Üniversitesi'nin durumu müstesnaydı. Papalık, Katha -


rosçuluğa karşı verilen mücadele esnasında, Albi Haçlı Seferi'ni
1 2 29'da sona erdiren Paris Antlaşması sonucunda, bu üniversitenin
kurulmasını dayatmıştı. Öğrenci bulmak için çok geniş bir kampanya
düzenlenmiş ve Paris Üniversitesi'nin İngilizce alanındaki büyük pro­
fesörü Garland'lı John tarafından kaleme alınmış bir tavsiye mektubu,
tüm Hıristiyanlık aleminde dağıtılmıştı. Bu mektup, Toulouse'un ik­
limini ve kentin, kadınları da dahil olmak üzere, tüm çekici faaliyetle -
rini övmüştü. Kuzeylilerin tahakküm aracı olarak görülen bu üniver -
site, Güney Fransa halkı tarafından sevilmemişti. Teoloji öğrenimi ol -
mayan bu üniversite ancak 1 3 . yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve
özellikle de hukuk alanında gelişmeye başlamıştı.
Yeni üniversitelerin 1 3 . yüzyılda Avrupa'ya verdiği uzun ömürlü
buluşlardan biri, grev pratiğidir. En uzun ve en ünlü grev, 1 2 29'dan
1 2 3 1 'e kadar sürmüş ve hem piskoposun hem de Kastilya Kraliçesi
Blanche'ın düşmanca karşı duruşunu alt etmiş olan Parisli hocalarla
öğretmenlerin grevi olmuştur (bunun IX. Louis'nin annesine ilk karşı
çıktığı an olduğu söylenmiştir; çünkü o üniversiteyi desteklemiş ve
papadan Parens scientiarum olarak bilinen Papalık genelgesini kopar­
mayı başarmıştır) . Diğer bir yenilik de, üniversite ders takvimine bir
aylık bir yaz tatilinin dahil edilmesi olmuştur. Bu tatiller, adeta dini
ayinler gibi yavaş yavaş tüm Avrupa'ya yayılmıştır.
Kilise'nin faaliyetleri sayesinde 1 3 . yüzyıl Hıristiyanlık alemi en -
ternasyonalizme hayli alışkındı. Fakat üniversiteler, hem hocalarını
hem de öğrencilerini gezgin alimlere dönüştürmüş olma konusunda
takdire şayandılar. Bu gezgin alimler, bilgiyi yabancı ülkelerde arama
ve sahip oldukları üne veya gözde olma durumuna göre belli üniversi­
teleri ve belli hocaları izleme konusunda istekliydiler. 1 3 . yüzyılın Pa -
risli hocalarının en ünlüleri Alman-Dominiken Büyük Albertus, İtal -
yan-Dominiken Aquino'lu Tommaso ve İtalyan-Fransisken Bona -
venture'ydi.
Üniversitelerin Ortaçağ ve sonrasındaki başarılarını güvence altına
alan şey, tüm Hıristiyanlık aleminde geçerli olan üniversite diploma -

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELER İ N "G ü Z E L" AVRUPA'sı 145


lan verme haklarıydı. Bu geleceğin Avrupa'sının yeni dayanakların­
dan birini oluşturmuştur. Öğrenciler yeterli yeteneğe ve parasal kay­
naklara sahip oldukları takdirde, çeşitli diplomalar edinebiliyorlardı
ve bunların arasında en değerlisi 1 1 yıllık öğrenimin zorunlu olduğu
teolojiydi. İlk aşama, genç bir soylunun, yani bir şövalye adayının, şö­
valye olmadan önce geçmesi gereken sürece benzer, bir tür üyeliğe ka­
bul töreni olan bakaloryaydı. Ardından, her yerde ders verme izni ve­
ren, Fransızca'da licence'a (lisans) dönüşmüş kilit diploma licentia
ubique docendi geliyordu. Bu unvanı ve onunla gelen ayrıcalığı verme
hakkını, üniversitelere sadece papa bahş edebiliyordu. Üçüncü ve en
üst diploma, onu elde edenleri hoca yapan doktorluktu. Böylece pro­
fesörlerin var olduğu bir Avrupa doğmuştu. Bir üniversitenin uzman -
lık diploması, hem soylular hem de soylu olmayanlar tarafından alına­
bilirdi. Köylü çocuğu olan üniversite hocaları mevcuttu. Döneminde,
1 3. yüzyılda, Sorbonne'un kurucusu olarak (arkadaşı Fransız Kralı
Aziz Louis'nin lütfu ve bonkörlüğü sayesinde) meşhur olan Robert de
Sorbon'un, yoldaşı Joinville senyörünün sürekli anımsattığı çok mü­
tevazı bir geçmişi vardı. Fakat üniversite öğrenimi masraflıydı ve bu
esasen öğrencilerin oda ve yemek fiyatlarının sürekli arttığı kentlerde
yıllarca yaşamak zorunda olmalarından kaynaklanıyordu. Dolayısıyla,
bir üniversitede bir veya iki yıldan fazla okumayı karşılayacak parasal
olanaklara sahip olan öğrenciler azınlıktaydı.
Yetenekli ve çalışkan öğrencilerin, toplumsal kökenlerinden dolayı
ortaya çıkan engelleri alt etmeleri için birtakım hayırseverler, bizim bu­
gün burs olarak adlandıracağımız, öğrencilerin para ödemeden yatıp
yemek yiyebileceği yerler oluşturmuş veya bunları finanse etmişti.
Bunlar üniversite kolejleriydi ve aralarından en ünlüleri Paris'teydi.
Sorbonne'dan sonra en ünlüleri, her ikisi de 1 4. yüzyılın başında açıl ­
mış olan College d'Harcourt ve College de Navarre' dı. Bir kolej, öğren -
cilerini çoğu kez belli bir coğrafi bölgeden veya belli uzmanlık alanın­
dan seçiyordu. Bu yüzden 1 3 . yüzyılda Sorbonne, kapılarını özellikle
teoloji okuyan yoksul öğrencilere açıyordu; Oxford' daki Merton Kole -
ji'yse çoğunlukla matematik öğrencileri içindi. Böylece 1 3. yüzyıldan
itibaren, üniversiteler ve özellikle de kolejler, kısa süre sonra hem Kili­
se hem de seküler iktidar için başlıca mevkileri dolduracak bir idareci­
ler sınıfı yetiştirmeye başlamıştı. Bu kişilerin büyük kısmı avukat ola -
rak eğitildiklerinden, örneğin Fransa' da 1 3. yüzyılın sonunda Yakışıklı
iV. Philippe'in hükümdarlığında bir legalist'ler yönetimi oluşturuyor -
lardı. Hıristiyan mandarinlerin Avrupa'sı oluşum içindeydi.

1 46 AVRUPA' N I N Docuşu
Kitapların Uygarlığı

1 3 . yüzyıl, 1 2. yüzyıl rönesansını uzatmış ve kitapların kesin bir şekil -


de yükselişini sağlamıştır. Kitaplar, 4. ve 7. yüzyıllar arasında Antik­
çağ'ın volumen'inin yerini codex aldığında, erken gelen bir başarı ya -
kalamıştı. Başvurmanın zor olduğu bir tomar olarak volumen'in yeri -
ni alan codex, dua ve ilahi metinlerinin dışında gayet mütevazı boyut­
ları olan ve dolayısıyla hem taşınması hem de başvurulması kolay el
yazmalarının sayfalandırılmasıyla, bir devrime neden olmuştu. Codex
kitabının yayılması iki faktör tarafından engellenmişti. Birincisi top­
lumsal-entelektüel türdendi. Kitap okuyabilen yegane kişiler manas­
tırlarda yetişmiş keşişlerdi. Çünkü bu dönemin yegane kitaplıkları,
manastır scriptoria'sında yer alanlardı. İkinci faktörse, codex el yaz -
ması kitabın parşömen üzerine yazılması ve bir kitabı oluşturmak için
gereken dana derisi ya da daha ziyade kuzu derisi adedinin yüksek ol­
masıydı. Bu yüzden kitaplar çok pahalıydı. Kitaplara olan talep, kent
okullarının ve özellikle de üniversitelerin sayısı çoğaldıkça artmıştı.
İvan İlyiç şöyle bir tespitte bulunmuştur: " 1 1 40 civarında kitapla­
rın uygarlığında, son monastik* sayfa ilk skolastik sayfayı açmak için
çevrilmişti." Okuma sanatının büyük öncüsü, Paris yakınındaki ban­
liyö manastırı Saint-Victor' da ikamet eden teolog ve alim Saint-Vic­
tor'lu Hugh idi. Yeni materyallerle tekniklerin kitaplara kesin olarak
yeni bir görüntü ve bunun yanında yeni kullanımlar sağlaması 1 3.
yüzyılda gerçekleşmişti. Noktalama işaretleri geliştirilmiş, el yazma -
larında başlık ve alt başlık uygulaması başlamış, kitaplar bölümlere ay­
rılmış ve kitabın içeriğini sunan alfabetik endeksler belirmişti. Daha
da devrimci bir değişim, belli dinleyici grupları için olanlar hariç, sesli
okumanın terk edilmesi, yerini sessiz, kendi başına okumanın alma -
sıydı. Okuyan bireylerin Avrupa'sı doğmuştu. Okulların ve üniversi­
telerin yayılmasından ayrı olarak, yazı kullanımında uzmanlaşan hu -
kuk gibi yeni mesleklerin ortaya çıkması ve okuryazarlığın soylular,
tacirler ve zanaatkarlar arasında yayılması, tüm bunlar, kitap kullanı­
mını artırmıştı. Daniel Baloup'un belirttiği gibi, " Kitap bir anda dün -
yevi çalışmalar, iş, eğlence ve kişisel dindarlık için gerekli alete dönüş -
müştü." Kitapların biçimleri geliştikçe içerikleri de gelişmiş, daha çe-

• Monastik: Manastırla ilgili olan; burada manastırda üretilen anlamında. Orijinal cümlenin ya -
pısını korumak için monastik (monastic) kelimesi olduğu gibi bırakılmıştır. (ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİN "G ÜZEL" AVRUPA'sı 147


şitlenmişlerdi. Kitaplar artık okurların zevk ve ilgilerine daha çok hi­
tap ediyordu; özellikle yerel dillerde yazıldıklarında. Üniversite ki­
taplarının sayfa kenarları, okurların yorumlarını alabilecek kadar geniş
tutulmuştu. Kitaplarla ilgili iş sayısı, özellikle üniversite bağlamında
artmıştı. Kitapçılar ortaya çıkmıştı. Parşömen yapıcılar, kopyacılar
(müstensihler) ve ciltçiler için bir talep ortaya çıkmıştı. Parşömenin
kitap satışlarını engelleyici fiyatı, ancak kağıdın ortaya çıkışıyla zaman
içinde makul seviyelere çekilebilmişti. Yaygın kullanımı 1 5. yüzyıla
kadar gerçekleşmeyen kağıt, bu dönemde parşömenden 1 3 kez daha
ucuzdu.
1 3 . yüzyılda kitapları etkileyen başka bir teknik,pecia tekniği uygu­
lamaya konmuş ve geliştirilmişti. El yazmalarının çoğaltılması, mat -
baanın icadından önce hiç kuşkusuz ciddi bir sorundu. Çoğu kez tek
bir kopya elde edilene kadar, el yazmaları aylarca bir yerde kalıyor, el
değiştirmiyordu. Metinlerin çoğaltılmasında, 1 2. yüzyılda Bologna' da
ve özellikle de 1 3 . yüzyılda Paris'te farklı bir model (exemplar) kulla -
nan yeni bir sistem icat edilmişti. Louis-J acques Bataillon pecia tekni -
ğini şu şekilde anlatmıştır: " Kopyacı, her biri pecia adı verilen iki çift
sayfadan oluşan numaralandırılmış defterlere yazılmış bir metin kira­
lıyordu. Katip bu parçaları teker teker ödünç alıyor ve gerisini diğer ka -
tiplerin kullanımı için serbest bırakıyordu. Bu şekilde, birçok kopyacı
aynı anda tek bir metin üzerinde çalışabiliyor ve bir çalışmanın daha
fazla sayıda kopyasının çok daha hızlı bir şekilde ortaya çıkması sağla­
nıyordu." Böylece matbaanın ortaya çıkmasından iki yüzyıl önce, Av­
rupa' da başarılı bir kopyacı grubu belirmişti. Fakat Bologna, Padova,
Paris, Montpellier, Napoli ve Avignon'da çok kullanılan bu teknik ne
İngiltere' de ne de Germen ve Slav ülkelerinde benimsenmişti ve Pa­
ris'te de bu teknikten l 3 5 0'de vazgeçilecekti. 1 5. yüzyılın ikinci yarı­
sına kadar Avrupa' da kitap tam anlamıyla yaygınlaşmayacaktı.
Bununla birlikte, birçok yeni okur kategorisinin belirmiş olmasın -
dan ötürü, 1 2. ve 1 3 . yüzyıllar kitaplar için yeni bir dönem olmuştur.
Öğretmen ve öğrencilerle birlikte, okurlar dünyasına, sayıları sürekli
artan halktan insanlar da girmiştir. Bu yeni okurların büyük kısmı,
herhangi bir özelliği olmayan basit insanlar olduğundan, bu evre ki -
tapların evrimi aracılığıyla Hıristiyanlığın laikleştirilmesi olarak görü -
lebilir. Dini meseleler ve dualar, birçok el yazmasının konusu olmayı
elbette sürdürmüştür ama 1 3 . yüzyılda, özellikle kadınlar için tasar -
lanmış bir tip ibadet kitabının basılmasına da başlanmıştır. Böylece ki -
taplar, okullarla birlikte, kadınların konumlarının yükseltilmesinde

1 48 AVRUPA' N I N D o c u ş u
Üzerlerine düşen rolü oynamaya başlamıştır. Bu kategoriye "book of
hours" adı verilen okuma kitapları giriyordu. Bu kitaplarda, Bakire'ye
edilen duaların da eklendiği (bu, neden çok sayıda kadın okur olduğu­
nu açıklamaktadır) bir ilahiler kitabı (psalter), bir takvim (burçlar ve
her aya ait mevsimlik işler), pişmanlık duaları, azizlere yöneltilmiş ya­
karışlar ve yardım rica eden dualar ve ölüye ve Araf inancına dair dini
kaygılardan esinlenen ölüye edilen dualar bulunurdu. Bu okuma ki -
tapları nihayetinde zengin ve güçlüler için yapılmış çalışmalardı. Çün -
kü içlerindeki muhteşem tasvirler, minyatür resimlerle süslenmiş
"zarif kitaplar"ın modasının artık sona ermekte olduğu bir dönemde,
bunları özellikle pahalı kılmıştı. Üniversite kitapları ve pratik amaçlar
için yazılan kitaplar, yavaş yavaş zarif sanat ürünleri olarak yazılmış
kitapların yerini alıyordu.

Ansiklopediler

1 2. ve özellikle 1 3 . yüzyılda bir başka kitap tipi de çok başarılı olmuş


ve öğrenim faaliyetini biraz daha kutsalın dışındaki bilgiye ve dünye­
vi kültüre doğru yöneltmiştir. Bu, ansiklopediydi. Bunların çoğalma­
sı, yeni okur kategorilerinin ihtiyaçlarına ve 1 2. yüzyıl rönesansının
başat özelliklerinden biri olan genel bilginin yayılması olgusuna karşı­
lık düşüyordu. Bu ansiklopediler doğa ve toplumla ilgili her şey hak­
kında bilgi sunuyordu.
Ansiklopediler, gittikçe artan bir şekilde, teoloji hakkında olduğu
kadar dünyevi felsefe öğrenimi alanında da bilgi içermeye başlamıştı.
Doğaüstü ve metafiziksel meselelerle birlikte, doğa ve genelde maddi
dünya hakkında toplu, özet bilgi sunuyorlardı.
Saint-Victor'lu Hugh ansiklopedilerin yayınlanmasını başlatan ki -
şi olarak görülebilir. Hugh, özellikle Didaskalikon'unda kutsalla kutsal
olmayanın karışımından oluşan bir bilgi karışımı kaydetmiş, daha alt
düzeyde gördüğü sanatlarla felsefeyi, daha üst düzeyde gördüğü tefsir
ilminden ayırmış, kutsal tarihle kutsal olmayanın tarihini bir araya
getirmişti. Bu farklılıklar, geç 1 2. ve 1 3 . yüzyıl ansiklopedilerine akta -
rılmıştır. Hatta Conches'lu Guillaume'un (1 090 do.* 1 1 54 do.) De
-

philosophia mundi' sinin belirdiği tarih kadar erken bir dönemde felse -

• do.: Dolaylarında. (ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİN "G ü Z E L" AVRUPA'sı 1 49


fe ve "fizik" arasında açık bir ayrım görülmeye başlanmış, fizik tıptan
daha geniş bir alanı içeren bir doğa bilimi olarak tanımlanmaya başla -
mıştır.
Alexander Neckam'ın De naturis rerum'u (Şeylerin Doğası Üzeri -
ne) tartışmasız bir şekilde bir Aristoteles ansiklopedisi biçimini almış­
tı. 1 3 . yüzyılın en popüler ansiklopedilerinden bir başkası da Sevillalı
Isidorus ile Aristoteles'i birleştiren ( 1 2 3 0 ile 1 240 arası) İngiliz Bart -
holomew'unkiydi. De proprietatibus rerum (Şeylerin Düzeni Üzeri -
ne) İtalyanca, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Flamanca ve Provans
diline çevrilmişti. 1 3 72 'deyse Fransız Kralı V. Charles, bu çalışmanın
kendi şapel papazı tarafından Fransızca'ya çevrilmesini sağlamıştı.
Cantimpre'li Thomas da Liber de natura rerum adlı çalışmasında (bu
da 1 230 ile 1 240 arasında), teolojiye giriş olarak kullanılması için, dö -
neminde var olan doğa tarihi bilgisinin bir sentezini ortaya çıkarmıştı.
Fakat yaptığı çalışma, fazla dünyevi olmakla eleştirilince, yaşamının
son yıllarını, özellikle Bonum universale de apibus (Arıların Evrensel
Faydası Üzerine) adlı çalışmasında (bu çalışma De natura rerum'un
IX. Kitabı'nı arı kovanıyla insan toplumunun uzun bir karşılaştırılma­
sına dönüştürmüştü) ilahi meselelere adamıştı. Ansiklopedicilerin
çoğu, haklarında bir süre sonra daha fazla bilgi vereceğimiz dilenci ta­
rikatlarının üyesiydi. En ünlü ansiklopedicilerin üçüncüsü (Bartholo -
mew ve Thomas'dan sonra) Vincent de Beauvais idi. Tarikatı, 1 264'te
ölen bu Dominiken'den, üniversite öğretiminden geçmemiş kardeş­
lerinin eğitimi için gerekli tüm bilgiyi bir "kitapların kitabı" halinde
toplamasını talep etmişti. Çoğu zaman Royaumont'un Benedikten
manastırında çalışmış olan Vincent de Beauvais, kendisi için çeşitli
metinler toplayan bir yardımcılar ekibi (çok modern bir çalışma tarzı)
kullanmıştı. Bu hedef doğrultusunda Speculum naturale, Speculum
doctrinale ve Speculum historiale adlı üç kısımdan oluşan bir Specu -
Zum majus (Büyük Ayna) ortaya çıkartmıştı. O kadar ünlüydü ki, ölü­
münden sonra bile yazarı belirsiz bir çalışma olan Speculum mora -

le'nin onun olduğu iddia edilmişti.


Entelektüel kalite açısından daha üst düzeyde birtakım çalışmalar
da, genel ansiklopedik bakış açısı sunan ayrı incelemeler şeklinde üre -
tilmiştir. Bunların yazarları arasında Alman Dominiken Büyük Alber­
tus ( 1 200-1 280 do.), İngiliz Fransisken Roger Bacon ( 1 2 1 4-1 292
do.) ve Katalanlı Raimon Lull ( 1 2 3 2-1 3 1 6) sayılabilir. Ruhban sınıfı -
nın dışından gelen bir yazar olan Lull, teolojik, felsefi, pedagojik, hu -
kuki, siyasi ve "fiziksel" çalışmalar gerçekleştirmiş, şiirler ve romanlar

1 50 AvRuPA'N ı N Docuşu
yazmıştı. Mayorka' da antik ve modern dillerin öğretilmesini başlatan
Lull, Akdeniz bölgesinde ve Hıristiyanlık aleminde birçok yere seya­
hat etmiş, Yahudilerle Müslümanların Hıristiyanlaştırılmaları süreci­
ne yorulmak bilmez bir şekilde katılmıştı. Bu büyük ansiklopediciler
gibi Lull da, inanç ile aklın ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu
konusunda ısrar etmiş, bu bakış açısını desteklemek için olağanüstü ve
alışılmadık yeteneklerini kullanmıştı.

Skolastik düşünce

1 3 . yüzyılın entelektüel etkinlik açısından, özellikle üniversitelerdeki


en önemli mirası, skolastik olarak sınıflandırılan yöntem ve çalışma­
ların bir araya getirilmesi, yani 1 3 . yüzyıldan itibaren okullar ve özel­
likle de 1 3 . yüzyıl üniversiteleriyle ilişkilendirilen entelektüel ürün­
lerdir. Skolastik düşünce trivium bilgi dallarından biri olan diyalekti -
ğin gelişmesi sonunda ortaya çıkmıştır. Diyalektik "diyalog biçiminde
sorular ve yanıtlar aracılığıyla tartışma sanatı"ydı. Skolastiğin babası,
diyalektiği ideolojik düşüncenin temel yöntemi olarak benimsemiş
Canterbury'li Anselmus ( 1 03 3-1 1 09 do.) idi. Diyalektiğin amacı,
"inancı anlamak," fides quaerens intellectum'du. Bu Ortaçağ'dan beri
ünlü olan bir deyimdir. Diyalektik, aklın kullanılmasını ima ediyordu
ve Anselmus öğretisini, özgür iradeyle Tanrı'nın inayetinin uyumlu
olduklarını ileri sürerek daha ayrıntılı bir hale getirmişti. Anselmus
ayrıca skolastik düşünceye bir temel de sağlamıştı: Tanrı'nın var oldu­
ğunu gösteren akla dayanan kanıtlar. 1 2. yüzyılın yeni bir düşünme ve
öğretme yöntemiyle ilgili denemeleri, üniversitelerin skolastik olarak
adlandırılan yöntemine yol açmıştı. Bu, ilk önce problemin oluşturul­
ması ve ardından da bir quaestio'nun yöneltilmesiyle ilgiliydi. Daha
sonra bu quaestio hoca ile öğrencileri arasında tartışılıyordu (buna dis -

putatio deniyordu). Nihayet tartışmanın sonunda öğretmen çözümü


(determinatio) sunuyordu. 1 3 . yüzyılın üniversiteleri, öğretmenlerin
entelektüel parlaklıklarını sergileyebildikleri, yılda iki defaya mahsus
alıştırma seansları içeriyordu. Alıştırmalar, öğrencilerin hocalara yö -
nelttikleri, istedikleri herhangi bir problemle ilgili quod libeta sorular -
dan ibaretti. Öğretmenlerin ünü çoğu kez, o anda düşünebilmelerine
ve soruları yanıtlayabilmelerine bağlıydı.
Üniversitede verilen derslerin yayınlara dönüşmesi bekleniyordu.
Bu yüzden üniversiteler, kitapların yayılmasında ve teşvik edilmesinde

KENTLER İ N VE Ü N İVERSİTELE R İ N "G ü Z E L" AVRUPA'sı 1 51


bu kadar önemli bir rol oynamaktaydı. 1 2. yüzyılda akademik yayıncı­
lığın ana türü Florilegium'du. Bu tür, Kitabı Mukaddes'e, Kilise Babala­
rı'na ve Antikçağ alimlerine ait alıntıların basit bir şekilde bir araya geti­
rilmesi değildi. Çünkü burada beliren her bir alıntıya çağdaş bir üniver­
site hocasının yaptığı bir yorum eşlik ediyordu. Böylecejlorilegium za­
manla bir skolastik özete dönüşmüştü. Bu dönüşümün ortaya çıkması
için zorunlu olan ara evre, "hüküm şerhlerinin" bir araya gelmesinden
ibaret bir başka kitap türünün belirmesine neden olmuştu. Bu "hüküm -
ler" skolastik tartışma için arzulanan temel metinlerin ayrıntılandırıl­
masından oluşacaktı. Bu tür hükümleri ayrıntılı bir şekilde sunan başlı­
ca kişi, ölüm yılı 1 1 60 olan Faris Piskoposu İtalyan Petrus Lombar­
dus'tu. Onun (muhtemelen 1 1 55- 57'de yazılmış) Hükümler'i, 1 3 .
yüzyılın üniversitelerinin teoloji fakültelerinin temel kitaplarındandı.
1 3 . yüzyılın skolastik çalışmaları iki ana biçim almıştır. Bunlardan
biri yorum' du (şerh) . Yorum, disputatio'yla birlikte, 1 3 . yüzyıl bilgisi -
nin gelişmesinde temel dürtüyü oluşturmuştur. Yorum, hocaların ge­
leneğe dayanarak ama aynı zamanda onu daha ileri düzeye taşıyarak,
çağdaş uğraşlardan türettikleri yeni bilgiyi oluşturmanın bir aracıydı.
Yorumlar, gelenekten kopmayı başaramamış olsa da entelektüel ilerle­
menin yaşandığı bir Avrupa'ya, öncülük etmişti. Alain de Libera'nın
belirttiği gibi, "Yorumun tarihi, felsefi düşüncenin, geleneğin kaidele­
rinden ilerici bir istikamete doğru serbest kalmasının tarihidir." 1 3.
yüzyıl skolastiğinin diğer önemli ürünü summa'ydı. Bu sözcük kendi
başına, 1 3 . yüzyıl entelektüellerinin, henüz teolojiden ayrılmamış bir
felsefeye, iyi belgelenmiş ve iyi tartışılmış bir sentez sağlama arzusu­
nu ifade etmektedir. Bu noktada belki, M. D. Chenu'nun özellikle altı­
nı çizdiği, teolojinin bir "bilim" olarak sunulduğu gerçeğini anımsa­
mak yerinde olacaktır.
1 3 . yüzyıl, en iyileri kendilerinden bahsedilmeyi kesinlikle hak
eden, birçok ünlü ve örnek teşkil eden skolastikçi yetiştirmiştir. Üni -
versitelerden çıkan ilk büyük summa, 1 2 30'larda İngiliz Fransisken
Hales'li Alexander tarafından yazılmıştı. 1 248' de Faris Üniversite -
si'nden teoloji uzmanı unvanını alan ilk Alman olan Dominiken Bü -
yük Albertus da, çalışmalarını üniversitede öğretilmeyen sanat ve bi -
limlere yayarak bilginin sınırlarını genişletmiş, Arap filozofları Farabi,
İbn Sina ve İbn Rüşd'den fazlasıyla yararlanmıştı. Büyük Albertus'un
çalışmaları sadece ansiklopedik değildi; o felsefeyle teolojiyi uzlaştır -
ma konusunda da büyük uğraş veriyordu. Bundan başka, kendi kenti
olan Köln'de Aquino'lu Tommaso'nun hocasıydı.

1 52 AVRUPA' N I N Docuşu
Aquino'lu Tommaso, çalışmaları Avrupa düşüncesi üzerinde bu­
güne kadar en büyük etkiyi yapmış skolastikçidir. Paris'te çeşitli dö­
nemlerde ilk önce öğrenci ve ardından profesör olarak bulunmuş, ay­
nı zamanda Orvieto, Roma ve Napoli'de eğitim görmüş ve soylu sını­
fın alt katmanlarından gelen bu İtalyan, öğrencilerin ilgisini çeken ve
onlara tutku aşılayan, revaçta bir öğretmendi. Fakat cüretkar bir düşü­
nür olarak, aynı zamanda birçok meslektaşının ve ayrıca birtakım nü­
fuzlu yüksek rütbeli din adamının düşmanlığını da üzerine çekmişti.
O, entelektüel ve dini çevreleri aydınlatmaktan ama bunu yaparken
aynı çevrelerde sorunlar yaratmaktan çekinmeyen, çekici ve tartışmalı
türden bir Avrupa entelektüeliydi. Onun geniş külliyatından iki sum­
mae'ye değineyim: Summa contra gentiles* ( 1 25 9-62) ve 1 2 74'te 50
yaşında öldüğünde yarım bıraktığı ana çalışması Summa theologiae. * *
Her ne kadar teolojinin üstünlüğü konusunda direttiyse de, Tomma -
so aynı zamanda (Etienne Gilson'un belirttiği gibi) "aklın gücüne dair
şaşırtıcı bir güven" de ortaya koymuştu. Söz konusu Summa, aklın in­
sana Tanrı ve dünya hakkında bilmesi için sunduğu her şeyi ifade eden
ve bazen "alçak teoloji" olarak adlandırılan şeyle, ilahi hakikatin, zih­
ni atlayarak, vahiy yoluyla insana inmiş hali olan "yüksek teoloji"yi
uzlaştırmaktadır. Ruedi Imbach'ın gözlemlediği gibi, Tommaso'ya
göre insan, akılla, Tanrı'yla ve hemcinsleriyle olmak üzere, üç ilişki ta­
rafından belirlenmiştir.
Aquino'lu Tommaso'nun bakış açısına göre, kişi topyekun bir in­
sandı; sadece Tanrı'nın rasyonel bir hayvan olarak tanımlanan yaratı­
larından biri değil, aynı zamanda bireyselliğini ifade etmek için Tanrı
armağanı dili kullanan "toplumsal ve siyasi bir hayvandı." Genelde
skolastikçiler dille çok ilgilenmiş ve bu yüzden de Avrupa'nın dilbili­
mi tarihinde yerlerini almışlardır.
Bir usta skolastikçiden, Avrupalı entelektüellerin oluşturduğu Or -
taçağ' dan günümüze kadar gelen uzun listede yer almayı hak eden bir
başka ünlü ve tartışmalı kişilikten daha bahsetmeliyim: Fransisken
Roger Bacan (1 2 1 4 do. - 1 282 do.). Bacan arkadaşı ve hamisi Papa iV.
Clementus'un (papalığı 1 2 65- 68) isteği sonucunda Opus majus,
Opus minus ve Opus tertium şeklinde üç parçadan ibaret bir summa
yayınlamıştı. Oxford Üniversitesi'nde çalışmış olan Bacan, hem filo -

* İnançsızlara karşı yapıt. (ç.n.)


• • İlahiyat Toplu Yapın. (ç.n.)

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G üZEL" AVRUPA'sı 1 53


zof hem de teologdu. Bu arada, hem kahince hem saldırgan bir kişilik
sergilediğinden dolayı, aralarında şiddetle saldırdığı Dominiken Bü­
yük Albertus'un da bulunduğu sayısız düşman edinmişti. Bacon, as­
lında astroloji olan, bir tür astronomiye özel bir önem atfetmiş ve ke­
hanetle ilgili türlü türlü teknikler ve icatlar hayal etmesiyle, bir bakıma
1 3. yüzyıl Leonardo da Vinci'si olmuştur.
Sonuç olarak, skolastik felsefenin Avrupa'da entelektüel etkinliğe
yaptığı üç temel katkıdan bahsedeyim. 1 2. yüzyılda, skolastik düşün­
cenin erken temsilcilerinden olan Abelard, Aristoteles'ten öğrenilmiş
temel bir dersin önemini belirtmiştir: "Bilgeliğe giden ilk adım, bit -
mek bilmeyen sorgulamadır. Aristoteles, her şeyden kuşku duymanın
hiç de yararsız olmadığını söylemiştir. Çünkü arayışa yöneltilen ve
arayan hakikati bulur." Bir Filozof, bir Yahudi ve bir Hıristiyan arasın­
da Diyalog adlı çalışmasında Abelard şunu gözlemlemiştir: "Konusu
ne olursa olsun, tartışmanın akılcı bir şekilde sunumunun, birçok oto -
riteden yapılan alıntıdan daha fazla ağırlığı vardır." Dolayısıyla, sko­
lastikçilerin devraldığı Abelard'ın kuşkusu, Yunanların geliştirdiği
eleştirel düşüncenin yeni biçimleri arasında sağlam bir yere sahip ol­
muştur. Bu kuşku, günümüze kadar gelerek, Gramsci'nin 20. yüzyılın
eleştirel entelektüelinde vücut bulduğunu düşündüğü Avrupa eleşti­
rel düşüncesini tanımlamıştır.
İkincisi, Alain de Libera'nın haklı bir şekilde dikkat çektiği gibi,
skolastik düşünce, kendisiyle birlikte büyük bir "entelektüel özgür­
lük" getirmiştir. Böylece Avrupa'nın entelektüel geleneğine, bilginin
özgürleştirici olduğu fikrini katmıştır.
Son olarak da, Ortaçağ skolastik felsefesi, bilgi ve düşünceyi olabil -
diğince açık bir şekilde ifade etme ve fikirleri düzene sokma arzusuy­
la, geleneksel olarak Avrupa düşüncesindeki modern devrimin başak­
törü olarak adı sıkça zikredilen Descartes'a atfedilen düzen ve açıklık
hevesini, yaratmamışsa da güçlendirmiştir. Descartes'ın öncülleri
vardı ve bu öncüller skolastikçi hocalardı. Descartes'ın kendisi Orta -
çağ skolastik düşüncesinin parlak çocuğuydu.

Avrupa'nın Dilleri: Latince ve Yerel Diller

Latince öğretim dili olarak varlığını sürdürmüş ve itibarı, Hıristiyan


dua ve ilahilerinin Latince ifade edilmesi nedeniyle artmıştı. Fakat La -
tince M S 1 . ve 4. yüzyıllarda, Roma İmparatorluğu'nun son dönemin -

1 54 AVRU PA' N ı N Docuşu


de, uzmanların bir "aşağı Latince" den (Halk Latincesi) bahsetmelerine
sebep olacak bir evrimden geçmişti. Bundan başka, okulların sayısı
azalmış ve halk kitleleri zamanla Latince olmayan diller konuşmaya
başlamıştı. Tarihçiler insanların ne zaman Latince konuşmayı bırak­
tıkları ve "yerel" denen dilleri konuşmaya başladıkları sorusu üzerin­
de uzun uzun düşünmüşlerdir. Elbette Hıristiyanlaştırılmış ve ancak
o andan itibaren Hıristiyan krallıkların uyruklarına dönüşmüş halk -
lar, başka diller ve genelde Germen dilleri konuşuyordu. Çünkü sade­
ce din adamları ve elit gruplar Latince öğrenmişti. Genel kanı 9. yüz -
yıla gelindiğinde bu grupların dışındaki kitlelerin konuştuğu dillerin
artık Latince olmadığı yönündedir; halka mahsus lehçelerin ortaya çı­
kışının tarihi, çoğu kez önemli bir metinle, İmparator Sofu Ludwig'in
iki oğlunun ant içme belgesi olan Strasbourg Oaths'la (Strasbourg Ye­
mini) ilişkilendirilir. Bu oğullardan biri, Fransızca olma yolunda iler­
leyen bir dilde ant içerken, diğeri de aynı şekilde, Almanca olma yo­
lunda ilerleyen bir dilde ant içmişti. Hıristiyan Avrupa'nın siyasi ör­
gütlenmesi, bir bütün olarak Hıristiyan topluluğunu oluşturan yapıla -
rın altında ulusal yapıların belirmesinden etkilenmişti. Kilise bu yeni
dillerin meşruiyetini tanımıştı. Kilise Babaları üç ana dil kabul etmiş­
ti: İbranice, Yunanca ve Latince. Fakat Augustinus hiçbir dilin diğerle­
rine üstün olmadığını özellikle belirtmişti ve bu, Kutsal Ruh'un hiçbir
ayrım yapmadan ve hiçbir hiyerarşiyi dikkate almadan havarilerine
lehçeler armağan ettiği Whitsun'un* da mesajıydı. Latince'nin gerile­
mesi erken Ortaçağ'ın dini ve siyasi liderlerini, dillerle ilgili önemli
kararlar vermeye zorlamıştı. 794'te Frankfurt Kilise Meclisi toplantı­
sı, Augustinus'u örnek alarak şunu ilan etmişti: "Hiç kimse Tanrı'ya
sadece üç dilde ibadet edileceğine inanmasın. Tanrı'ya tüm dillerde
ibadet edilir ve insanların duaları, eğer adilseler yanıtlanır." Fakat en
önemli karar 8 1 3 'teki Tours Konsili tarafından verilmişti. Bu konsil
vaizleri, vaazlarını yerel dillerde vermeye davet etmişti: " Her vaiz va -
azını net bir şekilde Roman ve Germen dillerine tercüme etmelidir ki,
herkes söyleneni daha kolay anlayabilsin." Bu metin "ulusal dillerin
doğum belgesi" olarak kabul edilmiştir. Bu yerel diller, 1 3 . yüzyılda
biraz daha gelişmiş ve bu gelişme Ortaçağ'ın sonuna kadar sürmüştür.
En önemlisi de bu diller zamanla sadece konuşulmakla kalmamış, ya -

* Whitsun: "White Sunday" yani "Beyaz Pazar" anlamına gelir; Hıristiyanlığın Pentekostes
yortusunun İngilizce'deki adıdır. (ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELER İ N "G üZEL" AVRUPA's ı 1 55


zılmışlardır da; ve bir kez yazılı dillere dönüştükten sonra yerel diller­
de edebiyatlar ortaya çıkmıştır. Birçok durumda chansons de geste, sa -
ray romanları ve fabliaux* gibi başyapıtlar yaratılmıştır. Bu dile özgü
ve edebi Babil Kulesi Avrupa topluluğu halinde nasıl bütünleşecektir?
Skolastikçilerin konuştuğu Latince bile ne klasik Latince ne de genel­
de konuşulan Latince'ydi. Skolastik Latince yapay bir dildi. Fakat bu
dilin kullanılmasına yüzlerce yıl boyunca, tüm üniversite kaynaklı
amaçlarda (hem teolojik hem felsefi hem de diğer fikirleri ifade etme­
de) devam edilmiş olduğundan, Avrupa düşüncesinin temel dayanak­
larından biriydi; ama seçkinci bir Avrupa düşüncesinin.
"Yerel" olarak adlandırılan dillerin evrimi yavaştı (bunlara "verna -
cular" diller deniyordu ve verna sözcüğü Antikçağ' da köle anlamına
geliyordu; dolayısıyla bunlar toplumsal ve entelektüel açıdan aşağı dü­
zeyde kabul edilen bireylerin konuştuğu dillerdi) . Bu dillerin hukuki
çalışmalarda kullanılması ve halka ait dillerde edebiyatın gelişmesi,
çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada da 1 2. ve 1 3 . yüzyıl­
lar bir kez daha başlıca öneme sahiptir. Bu dillerin teşvik edilmesi 1 2.
ve 1 6. yüzyıllar arasındaki dönemde (ve bu süreçte 1 3 . yüzyıl özellik -
le önemlidir), devletlerin gelişmesiyle bağlantılıdır.
1 000 yılından sonra, yerel diller, kökenlerine göre az sayıda dil
grubuna ayrılmaya başlamıştı. İlk başta Latince'den türemiş ve nispe­
ten ona yakın kalmış dilleri ayıralım. Bunlar öncelikle Fransızca, İber
dilleri ve İtalyanca'yı kapsayan Roman dilleriydi.
Fransızca, Latince'yle Frankların Germen dilinin bir karışımı olarak
ortaya çıkmıştı. Galya' da konuşulan diyalektlerin birleşmesi, Güney
Fransa' da langue d'oc ile hem siyasi hem de kültürel liderler olan Fransa
krallarının sarayında konuşulmuş ve Kuzey Fransa' da hüküm sürmüş
langue d'oi·l olarak adlandırılan iki dilin ortaya çıkmasına neden olmuş­
tu. Ardından, langue d'oi'l, kuzeylilerin güneydeki zaferleri, fetihleri ve
müdahalelerinden sonra langue d'oc üzerinde de üstünlük kuracaktı.
İngiltere'nin durumu istisnaydı. Çünkü burada 1 5. yüzyıla kadar
üç dil konuşulmuştu. 1 066'daki Narman fethinin ardından, Anglo -
saksonların konuştuğu eski İngilizce'nin yanında Anglo-Norman di -
yalekti biçiminde Fransızca da yerleşmişti. Tabii Latince de üçüncü
dildi. İngilizce ilerleyerek alt toplumsal katmandan yukarıya doğru
yayılmış ve sonunda ön-ulusal bir karakter kazanmıştı (1 272-1 3 07

* Fabliaux: 1 3 . yüzyılda Kuzeydoğu Fransa' da belirmiş genelde müstehcen gülünç öyküler. (ç.n.)

1 56 AVRU PA' N I N ÜOGUŞU


yılları arasında hüküm süren I . Edward bu dili konuşan ilk İngiliz kra­
lıydı.) Fakat Fransızca 1 5. yüzyıla kadar, iktidarın, aristokratların ve
modanın dili olarak kalacaktı. Büyük soylu aileleri iyi Fransızca ko­
nuşmayı öğrenmeleri için çocuklarını N ormandiya'ya göndermeye
devam edecekti.
Almanya'nın birleşmesiyse daha da sorunluydu. Alman fikrinin
kendisi geç bir tarihte ortaya çıkmış ve deutsch sözcüğü çekingen bir
şekilde ancak 9. yüzyılda belirmişti. Almanya, dil açısından Aşağı Al­
manca, Orta Almanca, Yüksek Almanca, Frizce ve ayrıca da bunlar ta -
rafından kuşatılmış küçük Schwaben-Slavik kısımlara ayrılmıştı.
İber Yarımadası'nın siyasi ve etnik durumu da, garip bir vaziyet or -
taya çıkarmıştı. Burada konuşulan temel diyalektler veya diller, çoğu
kez var olan siyasi durumla ilişkiliydi. Mustarib dili, Hıristiyan diya­
lektlerle Arapça'nın karışımıydı (1 1 . yüzyılda ortaya çıkan "Mustarib"
kelimesi Araplaşmış anlamına gelir). Mustarib dilinin ortadan kalk -
masının ardından, 1 3 . yüzyılda Kastilya lehçesi, Le6n ve Galicia dille­
ri (gerçi ikinci dil her yerde şiir dili olarak varlığını sürdürmüştür) gi­
bi yarımadada konuşulan diyalektlerin büyük kısmını ortadan kaldır­
mıştı. Sadece Katalanca ve Portekizce var olmaya devam edecekti. İs­
panya'nın birleşmesi Kastilya lehçesini daha da güçlendirecekti.
Avrupa'nın her yerinde toplumun üst katmanı genelde çift dilliydi
ve az çok Latince biliyordu. Fakat toplumsal ve siyasi seçkinler, her ge­
çen gün biraz daha yerel dilleri bilmeyi ve konuşmayı gerekli bulmaya
başlamıştı.
1 3 . yüzyılda, kraliyet yönetiminin ve Paris Üniversitesi'nin ikili
etkisi sonucunda ve üniversitede Latince kullanma zorunluluğuna
rağmen, Francien * dili d'oil (kuzey) diyalektlerini birleştirmişti. As­
lında her ne kadar üniversite Latince'si, ne Antikçağ'ın klasik Latin­
ce'si ne de ortalıkta konuşulan halk Latincesi değilse de (yeni ve yapay
bir dildi), yine de Avrupa'nın entelektüel açıdan birleştirilmesinde
önemli bir rol oynamıştı. Çünkü, Christiane Mohrmann'ın ifadesini
ödünç alacak olursak, Latince "soyut düşüncenin teknik diliydi."
Philippe Wolff'un tespit ettiği gibi, Bologna' da 1 246 yasal düzen -
lemelerine göre, noter adaylarının Latince yazdıkları belgeleri, müşte -
rilerinin menfaati için, halk dilinde sesli bir şekilde okuyabiliyor ol -
malan gerekiyordu.

* Francien: Fransızca resmi dil olarak belirlenmeden önce Paris bölgesinde (Pays de France) ko­
nuşulan kuzey dillerinden biridir. (ç.n.)

KENTLER İ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G üZEL" AVRUPA'sı 1 57


Dil durumunun en belirsiz olduğu yer İtalya'ydı; öyle ki, birçok
dilbilimci 1 3 . yüzyıl İtalyanca'sı hakkında konuşmaktan çekinir. 1 3 .
yüzyılın ortasında bir Fransisken olan Parmalı Salimbene, Toscana ve
Lombardiya dillerinin Fransızca'ya eş müstakil diller olduğunu düşü­
nüyordu. Bu yüzyılın sonunda Dante, dilbilim bilgisine egemendi. O,
1 303 'te (Latince!) yazdığı De vulgari eloquentia adlı çalışmasında,
İtalya'da 14 diyalekt grubu belirlemiş ve bunların hepsini, hatta Ro­
ma, Milano, Sardinya, Sicilya, Bologna ve Toscana lehçeleri gibi gerçek
olanları da, aşağı düzeyde görmüştü. Bunların yerine volgare illustre
olarak adlandırdığı bir halk dili önermişti. Ona göre bu dil, tüm diya -
lektleri aşıyor ama aynı zamanda bunların her birinden çeşitli unsurlar
da alıyordu. Dante, gerçekten de, 1 9. yüzyıla kadar siyasi anlamda bir ­
leşmeyecek ve kültürel anlamda birleşmesi hala çok uzakta olan bir ül­
kede İtalyanca'nın babası olmuştur.
Ortaçağ' da halk da mevcut diller çokluğunun, Latince'nin artık bir­
leştirici bir rolü olamadığı bir Avrupa' da, özellikle ekonomik alanda,
iletişimin önünde bir engel oluşturduğunu kesinlikle anlamıştı. Bu
yüzden, esas olarak daha sonra uluslara dönüşecek devletler oluştura­
rak, çokdilliliğin basitleştirilmesi yönünde çaba göstermeye başlamış­
lardı. Dil sorunu, günümüz Avrupa'sının yapılandırılmasının önün­
deki en büyük zorluklardan biridir. Fakat Ortaçağ örneği, sınırlı bir
çokdilliliğin Avrupa topluluğunda gayet başarılı bir şekilde var olabi­
leceğini ve bu tür bir dilsel çokluğun, köklü bir kültürel ve siyasi gele -
neğe dayanmayan tek bir dile (İngilizce veya herhangi bir Avrupa dili­
nin, Avrupa'nın dili olmasına) tercih edilebileceğini göstermiştir.
Eğer Avrupa'nın geleceği, 1 3 . yüzyılda biraz daha netleşmişse, bu
büyük ölçüde çeşitli edebiyatların gelişmesi sayesinde gerçekleşmiştir.
Avrupa, edebi tarz ve çalışmalardan ibaret, rengarenk bir çiçek deme­
tini temsil etmektedir. Büyük edebi eserler, ulusal dillerin başarısını
teyit etmiş ve desteklemiştir.

Büyük Edebiyatlar ve Başyapıtlar

Fransızca etkisini, 1 1 . yüzyılın sonlarından itibaren chansons de ges -

te'ten ve özellikle de Chanson de Roland' dan ibaret bir tarzla birlikte


göstermeye başlamıştı. Fransız dili, ayrıca en büyük yazarı Chretien
de Troyes'un olduğu saray romantizmi sayesinde de çok etkiliydi.
Özellikle birçok chansons de geste Almanca'ya çevrilmiş veya bu dilde

1 58 AVRU PA'N ı N Docuşu


taklit edilmişti. Kısmen efsanevi olan Kelt kahramanı Arthur'un etra­
fında oluşturulmuş Arthur yazını, Avrupa' da bugün bile devam eden,
olağanüstü bir başarı elde edecek bir tarzın yaratılmasına esin kaynağı
olmuştu. Bu, biri tarihi ve diğeriyse de romantik tarzda olan iki ana
dala ayrılmış romandı. Birincisi kahraman bireylere, ikincisiyse çiftle­
re dairdi. Bunlar çoğunlukla ufukta ölümün olduğu öykülerdi. Eros ve
Thanatos'un Avrupa'sı belirmişti.
Kastilya lehçesi etkisini 1 1 . yüzyılın ortasında Cantar del mio
Cid'le göstermişti. El Cid, 1 094'te Müslüman Arapların kontrolün Va -
lencia' da, ilk Hıristiyan devletini kurmuş asil bir Hıristiyan macera­
perestiydi. Kah Hıristiyan kah Müslüman hükümdarlara hizmet eden
gerçek bir "sınır maceraperesti" olan bu kişilik Arapça "toplumun ileri
geleni" anlamına gelen seyyid sözcüğünden türetilmiş El Cid olarak
tanınmıştı.

Düzyazının Yayılması

1 3 . yüzyılda edebiyat alanında, Avrupa yazın dünyasını günümüze


kadar etkileyecek bir şey olmuştur. Chanson de geste dizeler biçiminde
yazılmıştı. İskandinavya'nın ilk edebi abidesi Edda da dizeler biçimin­
de yazılmıştı. 9. ve 1 2. yüzyıllarda İskandinavya' da yazılmış 30 veya
o civardaki mitolojik ve kahramanlık şiirlerinden ibaret bir koleksiyon
olan Edda, 1 3 . yüzyılın son otuz yılının tarihini taşıyan bir İzlanda el
yazmasıyla muhafaza edilmişti.
1 3. yüzyıl, şiirin yerine bundan sonra edebiyatın temel biçimi olacak
düzyazıyı getirmiştir. Amaç, ritim becerilerinin yerine daha gerçekçi bir
yazı biçiminin geçirilmesiydi. Dolayısıyla, Edda'nın büyük İzlandalı
Snorri Sturluson ( 1 1 79-1 24 1 ) tarafından yeniden uyarlanması gibi, sa -
ray şiiri de 1 3 . yüzyılda düzyazı şeklinde yeniden biçimlendirilmişti.
Tarihsel edebiyat da 1 3 . yüzyılda belirmişti. Fakat bu dönemde ta -
rih, ne öğretilen bir konuydu ( 1 9. yüzyıla kadar okulların ve üniversi -
telerin müfredatına girmeyecekti) ne de edebiyatta kabul edilmiş ta -
rihsel bir tarz (bu 1 4. ve 1 5. yüzyılların vakayinamelerinin eğlenceli
öyküleri belirmeden önceydi) vardı. Buna rağmen, geçmişin çekiciliği
ve otoritesi ve onun güçlü ideolojik değeri, tarihin olmasa bile, anıla -
rın edebiyatta önemli bir yer tutmasını sağlamıştı.
Bugün tarihsel olarak sınıflandırılacak edebi tarzlar, Ortaçağ Avru -
pa'sında farklı tipteki çeşitli çalışmalardan ibaretti. Bu türlerden biri 4.

KENTLERİ N VE Ü N İVERS İTELERİ N "G üZEL" AVRUPA' s ı 1 59


yüzyılda Caesarealı Eusebios'un başlatmış olduğu evrensel vakayina­
meydi. Bu tür, Amerika kıtası hakkında hiçbir şey bilmeyen ve Afri­
ka'yla Asya hakkında da çok az bilgisi olan bir Avrupa' da bilginin ev­
renselleşmesini yansıtıyordu. Çok popüler olmuş bir başka tarz da bi­
yografiydi. Bu, azizlerin yaşamları veya aziz biyografisi biçimini al -
mıştı. Bu tür aziz biyografisi, 1 3 . yüzyılda Cenova'nın Dominiken
başpiskoposu Jacobus de Voragine'nin yazdığı Legenda Aurea' da istis -
nai derecede yüksek bir standarda ulaşmıştı.
İngiltere'de Malmesbury'li William'ınkiler ( 1 095- 1 1 43) ve özel­
likle de Monmouth'lu Geoffrey'nin (ölümü 1 1 5 5) Historia regum
Britanniae'si (Britanya Krallarının Tarihi) gibi birtakım çalışmalar,
Britanya'nın Kelt, Anglosakson ve Narman kralları arasında süreklilik
oluşturan bir tarihsel anlatım sunuyordu. Özellikle Brutus (Monmo -
uth'lu Geoffrey'ye göre Büyük Britanya'nın ilk kralı) adlı bir karakte­
rin önemli bir yer tuttuğu bir dizi çalışma, Kral Arthur'un popülerli­
ğini artırmış ve İngiliz monarşisinin Troya kökeni fikrini alevlendir­
mişti. 1 3 . yüzyılda Bruts olarak adlandırılmış bir dizi vakayiname aşırı
derecede popüler olmuştu.
Buna paralel, bir şekilde, Frankların Troya kökenine dair bir mit de
Ortaçağ'ın başlarından itibaren Fransa' da geliştirilmişti. Bu mit, özel­
likle Capet hanedanını destekleme düşüncesi içindeki Saint-Denis
kraliyet manastırının keşişleri tarafından teşvik edilmişti. 1 2 74'te Sa­
int-Denis'in kıdemli keşişi, Kral I I I . Philippe'e, babası Aziz Louis tara­
fından ısmarlanmış bir sentez sunmuştu. Bu Fransa'nın büyük vaka­
yinamelerinin kaynağı haline gelmiştir. Roman aux rois (buradaki ro -
man sözcüğü, bir edebi tarza değil, bu eserin yazıldığı dile gönderme
yapmaktadır) olarak bilinecektir. Bu destansı tarihler, Avrupa'nın,
Antikçağ'ın Yunanlıları dışında, bir başka kökenle bağlantı kurma ar­
zusuna tanıklık etmektedir. Vergilius, zaten Aeneis'te Romalıları, Tro -
ya Savaşı'ndan sağ kurtularak Avrupa'ya kaçıp yerleşen Troyalı kahra -
manların torunları olarak göstermişti. Ortaçağ'ın İtalyanları bu gele­
neği memnuniyetle karşılamıştı. Ortaçağ, Batı ve Güney Avrupa'ya
ulaşmadan önce Orta Avrupa' daki antik Roma kenti Aquincum' da
(Budapeşte) birkaç yüzyıl geçiren kaçak Troyalılara dair bir öykü yara -
tarak, bu Troya kökeni mitini biraz daha zenginleştirmişti. Macar mo -
narşisi, mitin bu kısmını Ortaçağ' da kendi yararına kullanmakta ge -
cikmeyecekti.

1 60 AVRUPA' N ı N D o c u ş u
4. DİLENCİ DİN KARDEŞLERİNİN BAŞARISI

1 3 . yüzyılın kentleri, tacirleri, üniversiteleri ve yerel edebiyatları, ey­


lemleriyle Avrupa toplumunda iz bırakacak yeni bir din adamı tipin­
den de etkilenmiştir. Bu türün din adamları, bellibaşlıları Din Kardeş -
leri Vaizleri Tarikatı (Black Friars olarak da bilinen Dominikenler) ve
Küçük Din Kardeşleri Tarikatı (Fransiskenler) olan dilenci tarikatları­
na aitti. Bu tarikatlar tecrit edilmiş manastırların toplu yalnızlığında
yaşayan keşişlerden değildi. Tam aksine, bu tarikatların üyeleri alelade
kent sakinlerinin arasında, toplumun içinde yaşıyorlardı. Vaazları ve
toplu tapınma etkinlikleri aracılığıyla etkiledikleri, dünyevi toplumla
daha çok ilgilenen yeni bir Hıristiyanlığı yaydıkları ve Avrupa Hıristi -
yanlığının yayılmasına hem din adamlarını hem de sıradan halkı kat -
ma konusunda büyük bir ilgi gösterdikleri birim, bu yeni kent toplu -
muydu. Dilenci din kardeşlerinin etkisi büyük ve önemliydi.
Kilise bu dönemde birtakım ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı. Gre­
goryen reform henüz tamamlanmamıştı; heretik akımlar süratle yayı­
lıyordu. Kilise'yse, paranın elden ele dolaştığı, zenginliğin bir değer
haline geldiği ve kırsal toplumla bağlantılı manastır kültürünün artık
birçok Hıristiyanın taleplerini karşılayamadığı bir topluma uyum sağ -
layamamıştı. Bu sorunlara yanıt, yeni bir tip tarikat oluşturmuş birta­
kım (kimisi din adamı kimi de ruhban sınıfından olmayan) kişilerden
gelmişti. Bu kişiler, manastır yaşamından gelme olmadıkları gibi, var­
lıkları da Papalık tarafından güçlükle kabul edilmişti. Bunlara dilenci
tarikatlar (Mendicant Orders) deniyordu. Çünkü en çarpıcı özellikleri
alçakgönüllülük ve yoksulluktu. Assisili Francesco tarafından kurul­
muş bu tarikat, asıllarına gayet uygun bir şekilde, Küçük Din Kardeş­
leri Tarikatı olarak tanınmıştı. Bu tarikatlar o kadar başarılı olmuştu ki,
1 3 . yüzyılın başında süratle çoğalmışlar ama 1 2 74'teki ikinci Lyon
Konsili tarafından sayıları sonunda dörde indirilmişti: Dominiken
Vaizleri, Fransisken Küçük Kardeşleri, Aziz Augustinus Münzevileri
ve Karmelitler. Papalık bunlara 1 4. yüzyılda Meryem'in Hizmetkarla -
rı'nı ekleyecekti. Bu tarikat, kendilerini Bakire Meryem' e ithaf edilmiş
bir konukevinde çalışmaya adamış ve bulundukları toplumda yoksul­
ca yaşamayı seçerek kentten çekilmiş bir grup Floransalı tövbekar tüc­
car tarafından kurulmuştu. Başarıları İtalya'yla, özellikle Kuzey İtal­
ya'yla sınırlı kalmıştı. Birçoğu daha sonra kentlerle -örneğin San Mar -
cello Kilisesi'yle birlikte takdim edildikleri Roma'yla- tekrar bütün -
leşmişti. Diğerleri için eğitim ilk önce gelmiş ve bu yüzden Faris Üni -

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİ N "G üZEL" AVRUPA ' s ı 161


versitesi'ne kaydolmuşlardı. Fakat tarihçiler bu grubu dilenci tarikat­
ları arasına katmama eğilimindedir.
Dominikenlerle Fransiskenle riı büyük itibarları ağırlıklı olarak ku­
rucularının kişiliklerinden kaynaklanmıştı. 1 1 70'te Kastilya' da Cale­
ruga' da doğan Domingo 1 1 96'da Osma'da rahip olmuştu. Misyonu sı­
rasında Languedoc bölgesinde seyahat eden Domingo, gördüğü bazı
heretikler karşısında dehşete düşmüştü. Bunun üzerine onlarla, onla­
rın şartlan altında savaşmaya karar vererek yoksulluğu seçmiş ve ken­
disini vaizliğe adamıştı. Carcassone'la Toulouse arasında bulunan Pro­
uille ile Fanjeaux'da üsler kurmuş ve çevresinde din adamlarından olu­
şan bir kardeşler birliği oluşturmuştu. Bu grup o kadar başarılı olacaktı
ki, sonunda 1 2 1 S'te Papa I I I. Innocentius tarafından tanınacaktı. Aynı
yıl Dördüncü Lateran Konsili, yeni tarikatların kurulmasını da yasak -
layacaktı. Fakat Domingo'nun grubu kilise kurallarının tanıdığı çevre­
lerde geleneksel olduğu üzere Aziz Augustinus tüzüğünü izlediğinden,
1 2 1 7' de Papalık genelgesi tarafından "Din Kardeşleri Vaizleri Tarikatı"
olarak adlandırılmış bir tarikat kurma yetkisi kazanacaktı. Domingo,
kardeşlerini tercihen epeyce büyük olan birtakım kent merkezlerine,
özelikle Paris ve Bologna'ya göndermişti. Çünkü bu kentler vaazların
ciddi olarak ilim irfana dayanmasını istiyorlardı. (Orta boy veya küçük
kentlere ilgi gösteren Fransiskenlerden farklı olarak Dominikenler ge -
nellikle büyük kentlere yerleşmişti.) Domingo yaşamının sonuna doğ­
ru özellikle Kuzey İtalya' da vaaz vermiş ve sonunda 1 22 1 'de Bologna
Manastırı'nda ölmüştür. 1 234'te ise aziz ilan edilmiştir.
Assisili Francesco epey farklıydı. Küçük Assisi kasabasında bir
tekstil tacirinin oğluydu ve ilk başta şövalye yaşamının cazibesine ka -
pılmıştı. 1 206 civarında şaşırtıcı bir şekilde bu yaşamı reddetmeye ve
ondan yapması beklenilenin aksine babasının izinden gitmemeye ka­
rar vermişti. Tüm pahalı ve gösterişli kıyafetlerini kasaba meydanında
bırakmış, parayı ve ticareti reddetmiş ve memleketlisi yurttaşlarını,
Mesih'in hizmetine adanmış bir yoksulluk yaşamında ona katılmaya
çağırmıştı. Ona eşlik eden az sayıda insanla birlikte, üsleri Assisi yakı -
nında San Damiano ve "Portiuncula" adlarındaki iki mütevazı kilise
olan gezici bir grup oluşturmuştu. Francesco'nun din adamlarından
ve halktan kişilerden oluşan kardeşler birliği, Papa I I I . Innocentius'la
gerçekleştirilen zorlu görüşmelerden sonra yeni bir tarikat olarak ta -
nınmaya hak kazanmıştır; bu tarikatın tüzüğünü Francesco kendisi
hazırlamıştır. Bunu, Papa i l . Honorius'un buyruğu üzerine tekrar yaz­
mak zorunda kalmış ve bir kez yoksulluk ve topluluk yaşamıyla ilgili

1 62 AVRU PA'N ı N Docuşu


en kışkırtıcı pasajları çıkarttıktan sonra, papa nihayet 1 22 3 'te tüzüğü
onaylamıştır. Fransisken Tarikatı'nın, Dominiken Tarikatı'nın aksine,
aşırı derecede sorunlu olan ilk günlerini hızlı bir şekilde gözden geçir­
meden önce, bu iki tarikatta nelerin yeni olduğuna bakalım.
En çarpıcı yenilik, kuşkusuz kentlerde konumlanmış olmalarıydı;
hem Dominikenle rh hem de Fransiskenlerin vaazlarıyla eylemleri
esas olarak kentlere yönelikti. Fakat faaliyetlerini geçtikleri yolların
üzerindeki yerleşimlerde de sürdürmüş ve bu amaçla, dağlarda mün -
zevi mekanlarında inzivaya çekilmeler örgütlemişlerdi. Bundan baş­
ka, yaşam tarzları keşişlerinkinden kökten farklıydı. Ne toprak ne pa­
ra, ne de mal mülk sahibi olmuşlardı. Sadakalarla geçiniyorlardı. Bazı
sadakalar, kurucularının buyruklarını ihlal ederek kiliseler inşa etme­
lerini mümkün kılan armağanlar şeklindeydi; her ne kadar dekoras­
yonda ölçülü davranma söz konusuyduysa da, kiliseleri her geçen gün
büyüyordu. Dilenci tarikatları, gerçekten de Mesih'i ve Yeni Ahit'i sa­
dece kendi dini inançlarının değil, ruhban kitlenin dışındaki halkın
inançlarının da merkezine yerleştirmişti. Assisili Francesco kendisini
Hz. İsa'yla özdeşleştirmek için aşırı çaba göstermişti. Orta İtalya' da
Alverna Tepesi'nin doruğunda yalnızken bir seraphim* ona gözük­
müş ve bedeninde Mesih' in çarmıhtayken aldığı yaralara benzer bir iz
bırakmıştı. Dilenci tarikatları, yoğun vaaz faaliyetleriyle insanlara,
özellikle kentte yaşayanlara, yeni dini pratikler öğretmiştir. Dünyevi­
leştiğinde, siyasi konuşmalara ve seçim platformlarına, yani militan
konuşmaya dönüşecek olan nutukların ve vaazların verildiği bir Av­
rupa oluşturmuşlardı.
Tanrı'nın ilahi eserine, yani yaratılışın tamamına hayran kalan
Francesco, şükranlarını Cantico delle creature olarak da bilinen ünlü
Cantico difrate sole'de (Güneş Kardeşin İlahisi) ifade etmiştir; bazı
araştırmacılar Avrupa' da doğa anlayışının kaynağında bunu görmüş -
tür. Başlangıçta Kilise bünyesinde, dini yayma ve öğretme görevlerini
yerine getirmiş dilenci tarikatları bir süre sonra Papalık tarafından ye -
ni misyonlara yönlendirilmişti. Birçok heretik akımla karşı karşıya
kalmış olan Kilise, dilenci tarikatlarını bunların üzerine sürmüş ve
yaptıkları işin doğasına ters düşmeleri riskini göze alarak, tarikatlara
dini vaaz etmenin ötesine geçip Engizisyon yetkisi vermişti. Papalık

• Seraphim: Eski Ahit'te bahsi geçen ve daha sonra Hıristiyan meleklerine dönüştürülen sema­
vi varlıklardan biri. {ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİ N "G ü ZEL" AVRUPA'sı 1 63


bu doğrultuda, Engizisyon mahkemelerinin yönetimini piskoposla -
rın elinden alıp dilenci tarikatlarına vermişti; böylelikle, bu tarikatla­
rın 1 3. yüzyıl Avrupa'sındaki itibarları son derece çelişkili bir hale ge­
liyordu. Bir yandan takdir ediliyor, saygı görüyorlar ve kitleleri peşle­
rinden sürüklüyorlardı. 1 2 3 3 'te, "Alleluia Hareketi" olarak bilinen,
Kuzey İtalya kasabalarını kasıp kavuran çatışmaları yatıştırma hareka­
tı, kısa sürede olağanüstü bir başarı yakalamıştı. Diğer yandan, bazı
yerlerde saldırıya uğruyor, düşman muamelesi görüyor, hatta nefret­
leri Üzerlerinde topluyorlardı. Buna iyi bir örnek, Dominiken Engizis -
yoncu (Aziz) Pietro Martire'nin durumudur. Kuzey İtalya' da acımasız
ve zalim bir Engizisyoncu olan Pietro, 1 2 52'de Como'dan Milano'ya
giderken, yolda kurulan bir pusuda öldürülmüştü. Onunla ilgi tasvir­
ler, kendi kafatasım bıçakla yaran bir aziz gösterir. Onun durumu, Ki­
lise ve dilenci tarikatlarının, Engizisyon söz konusu olduğunda, ina -
nanların çoğunluğuyla aralarının açıldığını göstermektedir.
Her iki tarikat da, özellikle Paris Üniversitesi'nde, kendilerini ruh­
ban olmayan kitleden gelen yakıcı bir eleştirinin ortasında bulmuştu.
En önemlilerinin, Saint-Amour lu Guillaume ile Rutebeuf ve Jean de
Meung gibi şairlerin olduğu sektiler hocalar, dilenci tarikatlara önce­
likle dilenme ve yoksulluk ilkeleri konularında şiddetle saldırmıştı.
İnsanların, din adamları da dahil olmak üzere, onları tembellik içinde
yaşamaya iten sadakalar sayesinde değil, kendi emeklerinin ürünleri
sayesinde yaşamaları gerekmiyor muydu? Aşağıda göreceğimiz gibi,
bu tür duygular çalışmanın ve çalışma fikrinin teşvik edildiği bir Av­
rupa belirmiş olduğundan dolayı harekete geçmişti. Dilenci kardeşler
hakiki dilenciler miydi? Sadakanın, kendi seçimlerinden ötürü değil,
yoksulluklarından ötürü dilenmek zorunda kalan hakiki dilencilere
verilmesi gerekmiyor muydu? Dilencilerin, sektiler din adamlarına
(yani manastırların dışındaki din adamlarına) ait, dini ayinlerin yaptı -
rılması ve kiliselerin yönetilmesi gibi işlevleri ele geçirmiş olmaları
(dikkatler dinden kazanılabilecek paraya çekilmişti) birçok inançlı Hı -
ristiyanı çok şaşırtmış ve özellikle birçok sektiler din adamını dilenci
tarikatlara karşı kışkırtmıştı. Çatışmayı, yatıştırmak yerine kızıştıran
bir başka etmen de, Papalığın 1 3 . yüzyılın ortasından itibaren pisko -
posları, dilenci din kardeşlerinin arasından seçmeye başlamış olması
ve bu yüzden de nizami ruhbanla (yani tüzükleri olan tarikatlara ait
olanlar) sektiler ruhban arasındaki farkın karışmış olmasıydı.
Dominikenler öğrenime olan ilgilerini hemen beyan etmişler ve
her ne kadar Assisili Francesco eninde sonunda kitap satın almayı ge -

1 64 AVRU PA' N I N 00GUŞU


rektirecek bir faaliyete kuşkuyla yaklaşmış olsa da, Fransiskenler de
onları izlemişti. Fakat dilenci kardeşlere üniversitelerde, özellikle Pa­
ris'te, başlangıçtan itibaren kuşkuyla bakılmıştı. Çünkü 1 229-3 1 yıl -
ları arasındaki büyük grevde, kendilerine üniversite kürsüleri kurdur­
mak için sektiler üniversite hocalarının tavırlarından elden geldiğince
yararlanmışlar, dolayısıyla üniversite dünyası tarafından grev kırıcılar
olarak görülmüşlerdi. Dilencilerle sektiler üniversite hocaları arasın­
daki çatışma, Paris Üniversitesi'nin atmosferini 1 3 . yüzyıl boyunca
defalarca zehirlemişti. Papalık müdahalede bulunduğunda, genellikle
dilenci kardeşlerin tarafını tutmuş ve bu müdahaleler kavgayı yatıştı­
racağına kızıştırmıştı. Bu dönemde, gönüllü yoksulluğun meşruiyeti
ile değerinin savunulmasına, Bonaventure ve Aquino'lu Tommaso
önderlik etmişti. Dilenci din adamlarının belirmesiyle birlikte, 1 3 .
yüzyıl Avrupa' da, ne yazık ki bugün bile hiçbir şekilde sona erdirile­
memiş olan yoksulluğun uzun tarihinde önemli bir dönüm noktasını
teşkil etmiştir.
Diğer dahili muhalefet biçimleri de 1 3 . yüzyılda Fransisken dünya­
sını rahatsız etmiştir. Katı bir çileci tavır, Aziz Francesco daha hayattay­
ken bile, toplumsal yaşamın gerekleriyle çatışmaktaydı. Francesco ge­
nelde daha katı olan tarafın yanında yer almış gözükmekle beraber, her
zaman Kilise'ye ve Vatikan'a itaatsizlikten sakınmaya çalışmıştır.
Onun ölümünden sonra tarikatı sarsmış çatışmaların birçoğu, onun
imajıyla ve anısıyla ilişkili olarak belirmişti. İlk çatışma Francesco ardılı
Kardeş Elias'ın (her ne kadar bu kişi şahsen Francesco tarafından tayin
edilmişse de), Assisi Bazilikası'nı inşa etmesiyle ortaya çıkmıştı. Bazi­
likanın boyutları ve görkemi Francesco'nun ruhaniliğiyle çelişkili gi­
biydi. Daha sonra anlaşmazlık, Francesco'ya atfedilmiş biyografik me­
tinlerle bağlantılı olarak devam etmişti. Bu, 1 9. yüzyılın büyük modern
Francesco biyograflarından Protestan Paul Sabatier'nin "Fransisken so -
ru ru" olarak adlandırdığı şeyin başlangıcıydı. Sabatier'nin tespit ettiği
gibi, bu sorun, sorunu çıktığı anda ve yerde, yani 1 3. yüzyılda çözmesi
gereken bir olaydan çıkmıştı. 1 2 60'ta tarikatın genel konseyi, Baş ıahip
Bonaventure'nin daha önce yazılmış olanların tümünün yerini alacak
bir resmi Aziz Francesco 'nun Yaşamı yazmasına ve ayrıca (inanılmaz
bir şekilde) bu önceden yazılmış tüm biyografi çalışmalarının yok edil -
mesi gerektiğine karar vermişti. Eğer Paris'teki Piskopos Tempier'nin
suçlamalarına da kulak verecek olursak, 1 3. yüzyıl, ne yazık ki, sadece
Engizisyon'un var olduğu bir Avrupa değil, aynı zamanda sansürün
doğduğu bir Avrupa'ya da tanıklık etmiştir.

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G ü Z E L" AVRUPA's ı 1 65


Hayırsever Avrupa

Dilenci Kardeşler, vaazları aracılığıyla, söz söyleyen Avrupa'yı biçim­


lendirmişti. Bununla birlikte, hayırseverliğin de yaygınlaştığı bir Av­
rupa'ya yaşam vermiş ve böylece Avrupa'daki sosyal güvenliğin atala­
rı olmuşlardı. 1 3 . yüzyılda yerleştirdikleri sistem "merhamet işleri"
olarak biliniyordu. Bunlar bir Yeni Ahit metnine, Matta 2 5 'e, dayanı­
yordu. Bu metin, Kıyamet Günü'nde Tann'nın oğlunun insanları iki
gruba ayıracağını ve sağına yerleştirdiklerine, dünyevi yaşamlarında
yaptıkları iyilikler karşılığında bir ödül olarak Tanrı'nın krallığına gi -
receklerini söylediğini ifade ediyordu. İyi işler, yaşlıları ziyaret, susa­
mışlara su getirmek, açları doyurmak, esir düşenleri (bunlar 1 3 . yüz­
yılda çoğunlukla Akdeniz'in Müslüman korsanlarına esir düşenlerdi)
fidyesini ödeyerek kurtarmak, çıplakları giydirmek, yabancılara evi­
nin kapısını açmak ve ölülerin anısına dini hizmetler gerçekleştirmek­
ten oluşuyordu. Dilenci Kardeşler, bu tür hayır işlerini gerçekleştir­
mede ve dini vaaz etmekte herkesten daha etkindi. Ayrıca kentlerde
her geçen gün daha sık görülen hastanelerde de etkindiler. Avrupa
hastaneleri doğmuştu.

Üçüncü Tarikatlar: Ruhban ile Ruhban Olmayan Arasında

Dilenci tarikatlarının dikkate alınması gereken son özelliği, dini top­


luluğun dışındaki kent sakinlerine duydukları ilgiydi. Dilenci tarikat­
lar, yaşamın çeşitli alanlarından gelen ruhban olmayan grupları temsil
eden üçüncü tarikatları oluşturmuştu. Maddi koşullar açısından çoğu
hali vakti yerinde olan bu kişiler, bir yandan aileleriyle yaşayıp mes -
!eklerini icra ederken, diğer yandan da kardeşlerinkine yakın bir ya -
şanı sürmeye çalışıyorlardı. Dilenci tarikatları kurucularının arzuları­
na göre üç türden oluşuyordu: erkekler için olanlar, kadınlar için olan -
lar (Fransisken Chiara Kızkardeşleri ve kadın Dominikenler) ve niha -
yet üçüncü tarikat. Bu tür tarikatlar, nüfuzunu kent toplumu üzerin -
de kullanıyordu; böylelikle de, kent üç tarikat türü tarafından da des -
teklenmiş oluyordu. Fakat bu üç tür tarikata her zaman erkek kardeş -
ler, yani Papalık hakim olmuştu. Bu ilk tarikat türünün ruhbanlaşması
uzun sürmemiş ve Rahip Desbonnets'in Fransiskenler örneğinde
gösterdiği gibi, dilenci tarikatları bu sürecin sonunda süratle "sezgi -
sellikten kurumsallığa" geçmişti. Ruhban dışında kalan kesimin Kili -

1 66 AVRUPA' N I N Docuşu
se'nin üyesi olarak gerçekleştirdiği ilerlemeye rağmen, 1 3 . yüzyıl ruh -
ban olmayanlara ait bir Avrupa oluşturma konusunda başarısız ol­
muştur.

AVRUPA'DA "GÜZEL" 1 3 . YÜZYILIN DİGER YANLARI

Gotik Avrupa

1 3 . yüzyıl sanat, özellikle de mimari açısından muhteşem bir dönem


olmuştur. Genelde sanat ve özel olarak da mimari, Avrupa birliğinin
önemli göstergelerinden ve Hıristiyanlığı bir arada tutan unsurlardan
birini teşkil etmiştir. Çeşitli edebiyatlar, her ne kadar ortak özellikleri
olmuşsa da, birbirlerinden dillerinin farklılığından ötürü ayrılıyor­
lardı; ama sanatın dili neredeyse evrenseldi. Adından anlaşılacağı gi -
bi, belli bir yere kadar Antikçağ Roma sanatına geri dönüşü temsil
eden Romanesk üslup çoktan tüm Avrupa'ya yayılmış, halklara ve
yörelere özgü nitelikler geliştirmişti. Bazen Fransız sanatı olarak da
bilinen Gotik sanat da Kuzey Fransa' dan ve özellikle de 1 3 . yüzyılda
"dar anlamda Fransa" ve daha sonra İle-de-France olarak bilinecek
bölgenin merkezinden yayılarak tüm Hıristiyan Avrupa'yı bir sel mi­
sali basmıştı. Romanesk üsluptan çok farklı olan bu yeni sanat, hem
daha büyük kiliselere talep yaratan büyük bir nüfus artışına hem de
zevkte derin bir değişikliğe yanıt olmuştu. Gotik üslup, büyük bo -
yutlarından ayrı olarak, dikeyliğe, ışığa ve hatta renge olan ilgisiyle
ayırt edilmiştir. Büyük kentler (kentler çünkü Gotik, Romanesk sa­
nattan çok daha kentsel bir olguydu) , aralarında en ünlülerinin ka -
tedral olduğu Gotik büyük yapıları oluştururken, çarpıcılık ve güzel­
lik konularında yarışmıştır. Georges Duby, bu dönemi " katedrallerin
zamanı" olarak adlandırmıştır. Bu devasa büyük yapıların ve aşırılı -
ğın hakim olduğu bir Avrupa yaratmıştır. Gotik mimarların düsturu,
"daha yüksek, her zaman daha yüksek" olmuş gibidir. 1 3 . yüzyıl,
1 1 40 ile 1 1 90 arasında oluşturulmuş ve göze çarpan örnekleri Sens,
N oyon ve Laon' da görülen ilk nesil katedrallerin ardından, 1 3 . yüz -
yıl, ilki Paris'teki Notre-Dame olan katedrallerin büyük dönemi ol­
muştur. Çılgın uzunluk ve yükseklik arayışı kendisini her şeyden ön -
ce, 1 2 20 ve 1 2 70 tarihleri arasında, yani neredeyse Aziz Louis'nin
hükümdarlığının tamamı sırasında inşa edilmiş Amiens Katedra­
li'nde ifade etmiştir. Aziz Louis burada, 1 2 56' da çoktan tamamlan -

KENTLE R İ N VE Ü N İVERSİTELERİN "G üZEL" AVRUPA'sı 1 67


mış koro yerinde, İngiltere kralı ile İngiltere baronlarını uzlaştıran
ünlü Amiens Bildirgesi'ni okumuştur. Amiens Katedrali, 1 45 metre
uzunluğunda ve 42,50 metre yüksekliğinde yapılmıştır. Bu rekoru,
1 2 7 2 'de 4 7 metreye ulaşmış ama daha sonra 1 2 84' te tamamen yıkıl­
mış, Beauvais Katedrali kırmıştır.
Gotik kiliselerin uzun pencereleri, ışığa atfedilmiş ilahilikten esin­
lenmiştir. Bu tür mimarinin arkasındaki kuram, Saint-Denis'in keşişi
Suger'in, 1 2. yüzyıl kadar erken bir tarihte, bulunduğu manastırın ki­
lisesinin yeni teolojik ve estetik ilkelere göre yeniden inşasını başlat­
masıyla gelişmiştir. Genellikle saydam veya ışık geçirmeyen camdan
olan Romanesk binaların pencerelerinin aksine, Gotik pencere camla­
rı, çivitotu gibi boya üreten bitkilerin yetiştirilmesinde kaydedilmiş
gelişmeler ve camın boyanması yöntemlerinde sağlanmış teknik iler­
lemeler sayesinde, renk cümbüşüne dönüşmüştür. Boyalı cam pence­
relerdeki renklerin, boyalı heykellerin bir sürü rengiyle birleşen etki­
leri, Alain Erlande-Brandenburg tarafından Quand les cathedrales eta­
ient peintes (Katedraller Boyandığı Zaman) adlı çalışmasında göklere
çıkarılmıştır. Gerçekten de Gotik mimariye genelde katedrallerin süs­
lenmesinde kullanılan heykeller eşlik etmiştir. Katedrallerde heykelli
verandaların gelişimi heykeller, özellikle de Kıyamet Günü'nü tasvir
eden heykeller için, olağanüstü bir ortam sağlamıştır. Bu eserler onları
görenlerin içini, binanın dikey düzeyinin ve pencerelerinin parlaklığı­
nın ortaya çıkardığına benzer şekilde, saygıyla karışık bir korku ve
ümit ile dolduracaktır.
Pencerelerde kullanılmış mavileriyle ünlü Chartres Katedrali, Av­
rupa' da renkli camın tatbikine çok iyi bir örnek oluşturmaktadır. Bü -
yük Fransız katedralleri diğer ülkelerde sık sık taklit edilmiştir. Taklit­
lerin çoğunda söz konusu olan model üç koridorlu tiptir ama bazısı
Bourges'un oluşturduğu beş koridorlu örneği izlemiştir. En iyi kopya­
lar İspanya'da oluşturulmuştur. Burgos Katedrali olağanüstü olup
Leon ve Toledo katedralleri de etkileyicidirler. İngiltere' de, 1 4. ve 1 5.
yüzyıllarda dalgalı kıvrıntılarla süslü Gotik olarak adlandırılacak olan
tarzın en erken ifadelerinden olan özel bir Gotik tipi, Normandi -
ya' dan yayılmıştır. İtalya' da Gotik sanat, bir yandan Romanesk sana -
tın direnmesi, diğer yandan da Rönesans sanatının en erken örnekleri
tarafından bir bakıma "sıkıştırılarak dışarı atılmıştır." Fakat Gotik üs -
lup, dilenci tarikatlar sayesinde Assisi' de olduğu gibi sınırlı bir yayıl -
ma yaşamıştır. Germen ve özellikle Hansa Birliği'ne bağlı bölgelerde,
özel bir Gotik kilise tipi, tacirlerin etkisi altında gelişmiştir. Tek bir sa -

1 68 AvRUPA' N ı N Docuşu
hın etrafında inşa edilmiş bu kiliseler, koridor-kiliseleri* olarak bilin­
miştir. 1 4 Mart 2002'de College de France'ta verilmiş bir açılış töreni
konferansında, Roland Recht, Gotik geleneğin, etkisi bugün bile tes­
pit edilebilen uzun ömrüne dikkat çekmiştir:

20. yüzyılın seçkin binalarına dikkatli bir şekilde bakacak olursak, bir­
çok durumda 1 140 ile 1 3 50 arasında Kuzeybatı Avrupa' da geliştiril­
miş bir dizi tekniği sürdürdüklerini, zenginleştirdiklerini ve günümü­
ze uyarladıklarını görebiliriz. Birçok modern mimar, mimari kültürle­
rinin büyük kısmını bu gelişmelere borçludur: Poelzig, Bruno Taut,
Mies van der Rahe, Gropius, Niemeyer, Gaudi ama ayrıca Nerv, Gau­
din, Gehry vb şahsiyetler. Kendisini klasik idealden özgürleştiren mo­
dern hareketin mimarisi, bu idealin bloke ettiği her şeyden esinlenme­
yi başarmıştır: duvarın yerleştirme ve estetik açılarından yeniden ta­
nımlanması, müstakil yapıların oluşturulması, standartlaştırılmış
öğelerin önceden imalatı ve her şeyden önce de işlevin biçim aracılı­
ğıyla açık bir şekilde okunabilirliği.

Gotiğin tüm farklı biçimlerini kavramak için konu dışına çıkmak bizi
alanımızdan çok uzaklaştıracaktır. Fakat 1 3. yüzyılın Gotik Avrupa' sının
sadece mimarinin değil, aynı zamanda katedral verandalanndan, Pi -
za'nın yontusal kürsülerine ve melek, bakire ve prenses heykellerine de -
ğin, yontunun geliştiği bir Avrupa olduğunu da unutmamalıyız. Aynca
fresklerden minyatürlere Avrupa' da resim de ilerlemiştir. Gotik 1 3 . yüz­
yıl, Avrupa'ya dair imgelerimizi olağanüstü zenginleştirmiştir.

Kibar Avrupa

Ortaçağ sırasında nazım şeklinde yazılmış 3 . yüzyıl Disticha Cato­


nis'in el yazması kopyaları çıkartılmış ve 1 3 . yüzyıl Avrupa' sının
görgü kurallarının bütünleşmesine tanıklık etmiştir. Modern tarihçi -
ler ve sosyologlar bunları medeniyetin özellikleri olarak görür ama
1 3 . yüzyıl Hıristiyanları daha ziyade kibarlık olarak adlandırmıştır.
Daha sonra, kentsel mekanla ilişkilendirilen "kentlilik" ve "kibarlık"

* Koridor-kilisesi: Sahınlığı ile yan sahınlıkların (koridorlann) eşit yükseklikte olduğu kilise ti­
pi. (ç.n.)

KENTLERİ N VE Ü N İVERSİTELER İ N "GüZEL" AVRUPA' s ı 1 69


sözcükleri davranış duyarlılıklarının ve tarzlarının mükemmelleşti­
rilmesini tanımlamak için de kullanılmıştır. Bu gelişimle ilgili ilk
kapsamlı çalışma, 1 93 9'da Alman sosyolo ğ.ı Norbert Elias tarafın­
dan gerçekleştirilmiştir. Elias'ın yenilikçi çalışması, Über den Prozess
der Zivilisation (Uygarlık Süreci, çev. Ender Ateşman, İletişim
Yayınevi, 2000) adını taşıyordu. Ortaçağ insanıysa bu gelişime "ki­
barlık" demiştir. Sözcüğün etimolojisine bakacak olursak, bu hareke­
tin, Ortaçağ'da ve özellikle de 1 3 . yüzyılda iki toplumsal kökeni ol­
duğunu görürüz. 1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda soylu ve burjuva ahlak kural­
ları'nın birleşmesi, kibarlık üzerine bir kısmı Latince, bir kısmı da ye­
rel dillerde yazılmış birtakım elkitaplarına esin kaynağı olmuştu.
Bunların arasında İngiltere' de Liber Urbani ve Facetus, Almanca'da
Thomasin de Zerklaere'ye ait Der wiilche Gast (Walche Ortaçağ Al­
manca'sında "yabancı" anlamına gelen bir terimdi) ve Tannhauser'e
ait bir Şiir ve de Milanolu eğitimci Bonvesin della Riva'ya ait Treatise
on Courtliness (Kibarlık Üzerine İnceleme) vardı. Bu çalışmalarda,
görgü kuralları üzerine sunulan tavsiyeler temelde sofra adabı, doğal
işlevler, cinsel ilişkiler ve saldırgan davranışla mücadeleyle ilgiliydi.
Örneğin Bonvesin şöyle demektedir:

Kişi hiçbir zaman çorba kasesinden ağzıyla içmemeli, daha uygun ol­
duğu için kaşık kullanmalıdır. Çorba kasesine yakışıksız bir şekilde, bir
domuz gibi ağzının suyu akarak eğilmiş kişi her kimse, gidip diğer hay­
vanların arasına katılmakla yerinde bir harekette bulunmuş olacaktır.

Erken bir tarihte Bizans'tan Venedik'e getirildiğinde tutmamış olan


çatal kullanımı ancak 1 4. ve 1 5. yüzyıllarda yavaş yavaş yayılmaya
başlamıştır.
Tüm bu yazının doruk noktası, 1 6. yüzyılda büyük bir başarı yaka -
lamış olan Erasmus tarafından Latince yazılmış ve birçok dile çevril­
miş De civitate morum puerilium (Çocukların Toplumsal Davranışla -
rının Terbiyesi Üzerine) adlı çalışmadır. 1 3 . yüzyılda görgü kuralları -
nın Avrupa'sı doğmuştu.

Çalışmanın İkircikli Teşviki

1 3 . yüzyıl, insan etkinliğinin Ortaçağ geleneklerinin hala algılanabilir


olduğu temel bir alanı olan çalışmayla ilgili tavır ve davranışlarda

1 70 AVRUPA' N I N Docuşu
önemli bir değişikliğe tanıklık etmiştir. Ortaçağ' da çalışmanın statüsü
belirsizdi ve manastır dünyasında da özellikle sorunluydu. Manastır
kuralları, ilk başta Aziz B enedictus'unkiler olmak üzere, keşişlere iki
tür çalışma şart koşmuştu: Entelektüel iş, yani el yazmalarının çoğal­
tılması ve ekonomik açıdan üretime yönelik iş, yani geçim amaçlı ta­
rım. Keşişler için zorunlu çalışma, pişmanlık eylemiydi. Tekvin,* Tan -
rı'nın Adem ile Havva'nın gerçekleştirdiği ilk günahı, onları çalışmaya
mahkum ederek cezalandırdığını ilan etmişti. Dolayısıyla çalışma bi­
çimindeki keşişlere özgü pişmanlık aynı zamanda bir tür kefaretti.
Böylece, çalışmanın değeri fikri belirmişti. Erken Ortaçağ toplumun­
da keşişlerin büyük itibarı olduğunu dikkate alacak olursak, onların
çalışıyor olmaları çalışma eylemine paradoksal bir şekilde olumlu bir
değer yüklemiştir. Bu değer 1 1 . ve 1 3. yüzyıllar arasında artmıştır. Bu­
na ek olarak, kırsal çalışma koşullarında gerçekleştirilmiş teknolojik
ilerlemeler, kentlerde zanaatkarlığın gelişimi ve çok çalışmanın mey -
vesi olarak zenginlik ve yüksek toplumsal statü peşinde koşma, çalış­
manın imajı üzerinde olumlu etkilerde bulunmuştur. Daha önce gör­
düğümüz gibi, tacirler ve üniversite hocaları varlıklarını çalışarak ge­
rekçelendirmişti. Dilenci tarikatlarının din kardeşleri, çalışmayı red -
dettikleri için eleştirilmişti ama buna karşılık kendilerini, gerçekleş­
tirdikleri dini yayma ve öğretme görevinin başlı başına bir çalışma bi -
çimi olduğunu iddia ederek savunmuşlardı. Bazı toplumsal sınıflar ça­
lışmak zorunda olmadıkları saptamasından yola çıkarak üstünlük id­
diasında bulunmuştu: Bunlar arasında savaşçılar, şövalyeler, soylular
ve tefekkür hayatını benimsemişler ile ruhban vardı. Fakat bunlar da,
çalışmanın hem toplumsal hem de ilahi açılardan teşvik edilmesi kar -
şısında geri adım atmak zorunda kalmıştı. Savaşçılık bu durumda za­
yıfları korumaya yönelik yararlı bir çalışma olarak sunulmuştu. Din
adamlarının dini öğretme, yayma görevleri ve makamlarının gerektir -
diği çalışkanlık, dilenci tarikatlarının formüle ettikleri savunmadan
önce bile tanınmış ve övülmüştü. Çalışmaya atfedilmiş yüksek değe -
rin en fazla tehdidi altında olan, kibarların ve şövalyelerin dünyasıydı.
Bu dönemde ortaya çıkmış bir özdeyiş "emek kahramanlıktan üstün -
dür" idi. Buna rağmen çalışmanın imajı hala ciddi bir şekilde olum -
suzdu. Bununla ilgili kesin bir sözcük yoktu; dolayısıyla kavram da
mevcut değildi. Bir yandan emek her şeyden önce çabayı ima ediyordu

• Tekvin: Eski Ahit'in ilk kitabı. (ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİ N "G üZEL" AVRUPA' s ı 171


(bu sözcük "emekçi"yi ve İngilizce "emek"i* üretmiştir). Diğer yan­
dan opera çalışmanın ürününü, reuvre'ü tanımlıyordu (her ne kadar
işçi anlamında ouvrier terimini getirmişse de). Bu yüzden daha da aşa­
ğılanan bedensel çalışma ile çalışmanın diğer saygı gösterilen biçimle­
ri arasında bir farklılık ve hatta bir karşıtlık sürmüş ve pekiştirilmişti.
Şair Rutebeuf gururla "ben bir beden işçisi değilim" diyerek övün­
müştü. Bu, bazen onurlu bazen de onursuz görülmüş çalışmaya karşı
belirsiz tavırlara sahip bir Avrupa'nın doğuşuydu. Toplumun, özellik­
le Kilise'nin ve yüksektekiler ile güçlülerin, temelde işçilerin işveren­
leri tarafından köleleştirilmelerinin sürdürülmesi için çalışmayı yü­
celtiyor görünmeleri, kaçınılmaz bir şekilde bu belirsizliğe katkıda bu­
lunmuştur. Bu tartışma bugün de sürmektedir. Toplumumuzda çalış­
manın geçirdiği temel dönüşümler, bizim "gelişmiş" olarak adlandır­
dığımız toplumların önemli dönüm noktalarından birini teşkil et­
mektedir.

Avrupa, Moğollar ve Doğu

1 3 . yüzyıl, Avrupa'nın biçimlendirilmesini derinden etkilemiş bir ge­


lişmenin, sağlam bir yer edinmesine tanıklık etmiştir. Bir Avrupa
kimliği, genelde olduğu gibi, düşmanlara veya "ötekilere" karşı oluş -
muştur. Antikçağ'da "ötekiler" Perslerdi, ardından bir bütün olarak
barbarlar ve paganlar ve en sonunda da Müslümanlardı. " Öteki" 1 3.
yüzyılda Moğollarla özdeşleştirildiğinde, "öteki"nin son değişimi de
gerçekleşmişti. 1 24 1 'in, batıda Silezya'ya kadar ilerlemiş ama daha
sonra doğuya doğru çekilmiş Moğol istilası, Hıristiyanlar arasında şid­
detli bir şoka ve panik yaratan bir korkuya neden olmuştu. Fransa Kra­
lı Aziz Louis şehit olarak ölmeyi ümit etmişti; ve Doğu' daki Haçlı Se­
feri boyunca, kral, korkunç bir düşman olabilecek ama İslam'a karşı
verilen savaşta bir müttefike de dönüşebilecek bu garip Moğollarla,
bazen olumlu bazen de olumsuz bir şekilde uğraşıp durmuştu. Moğol
korkusu, zaten açıktan açığa telaffuz edilen ve Haçlı Seferleri'nin terk
edilmesine yol açan tavrın değişmesine neden olacaktı. Haçlı Seferleri
karşısında gösterilen coşku, Hıristiyanların kendi topraklarına, malla -
rına ve meselelerine ilgilerinin artmasıyla, sönmeye yüz tutmuştu.

• İngilizce metinde laborer ve labour sözcükleri kullanılmıştır. (ç.n.)

1 72 AVRUPA' N I N Docuşu
Moğol tehdidi, Kutsal Topraklar'a azalan bu ilgiyi yeniden canlandır­
dı.
Daha sonra ulusal devletler tarafından sabitlenecek çizgiler yerine
hala belli bölgelerden oluşan sınırların yavaş bir şekilde yapılandırılma­
sının aksine, doğuda Hıristiyan Avrupa'ya dair yeni kesin bir etmen be­
lirmişti. Bu yeni Avrupa düşüncesini yerleştiren ilk Hıristiyan ülkeler,
Macaristan ve ardından Polonya'ydı. Bu ikisi kendilerini, pagan barbar­
lara, yani temelde Moğollara ama yanı zamanda Macaristan' da Kuman­
lara ve Polonya' da da Prusyalılarla Litvanyalılara karşı Hıristiyanlık ale­
minin istihkamları olarak sunmuşlardı. Bu yeni durumun ve yeni bakış
açılarının en açık ifadesi Macaristan Kralı IV. Bela tarafından 1 24 7 ile
1 2 54 tarihleri arasında papaya yazılmış bir mektupta görülmektedir.
Kral burada Tatarların (Moğolları tanımlamak için kullanılan gelenek­
sel terim) sınırsız sayıdaki kuvvetlerini tüm Avrupa 'ya karşı (contra to­
tam Europam) kısa bir süre içinde harekete geçirmek için kararlı bir şe­
kilde hazırladıklarını duyurmaktadır. Ardından "Eğer, Tanrı korusun,
Konstantinopolis imparatorluğu ve deniz ötesi Hıristiyan bölgeleri
kaybedilecek olursa, bu bile Avrupa 'nzn sakinleri için Tatarların krallı -
ğımızı işgal etmesi kadar büyük bir kayıp olmayacaktır" diye eklemek­
tedir. Bu durumu, 1 274'te İkinci Lyon Konsili'nde Moravya'nın Olo­
mouc piskoposu çok daha açık bir şekilde ilan etmiştir; piskoposa göre
Haçlı Seferleri, Hıristiyanların, IV. Bela gibi onun da Tuna olarak kabul
ettiği, paganlara ve kafirlere karşı oluşturulmuş asıl sınıra odaklanma -
larını engelliyordu. Avrupa'nın sınırlarını değil Urallara, Karpatlara bi­
le uzatamayan bu siyasi-coğrafi Avrupa kavramı, Avrupa'yla Hıristi­
yanlık alemini özdeşleştiren bir anlayıştan ziyade, tamamen yeni bir
bölgesel Avrupa kavramını yansıtıyordu.
Bu "yeni bir Avrupa"ydı ve Hıristiyanlık aleminde kabaca 1 1 . yüz­
yılla 1 3 . yüzyılın ortası arasında gerçekleşmiş büyük ilerlemenin ürü­
nüydü. Ben yaklaşık olarak 1 2. yüzyılın ortasıyla 1 3 . yüzyılın ortası
arasında (tarihteki büyük hareketleri kesin bir şekilde saptamak nadi -
ren mümkündür), Avrupa Hıristiyan toplumunun temel değerlerinin
toplamında derin bir dönüşümün tespit edilmesinin mümkün oldu­
ğuna inanmaktayım. Bana göre bu dönüm noktası, Hıristiyanlık ale -
minin gerçekleştirdiği büyük ilerlemeyi gören insanların eseri olduğu
kadar, bu ilerlemenin getirdiği belli sonuçların da ürünüdür. Daha ön­
ce gördüğümüz gibi bu ilerleme, toplumsal yaşama katkıda bulunan
tüm alanlarda, değişen yoğunluk derecelerinde ve farklı yerlerde, fark -
lı zamanlarda ve farklı toplumsal çevrelerde kaydedilmişti: teknolojik,

KENTLERİ N VE Ü N İVERS İTELERİ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 73


ekonomik, toplumsal, entelektüel, sanatsal, dinsel ve siyasal. Yeni de­
ğerler, tüm bu alanlarla ilgili olup, bu alanlar ilk önce birinin, ardından
bir diğerinin özellikle harekete geçirici rol oynadığı karmaşık bir tarz­
da birbirleriyle etkileşimde bulunmuştur. Uyarıcı etki, kah kentlerin
büyümesinden, kah tarımsal devrimden, kah demografik genişleme­
den, kah dilenci tarikatlarının skolastik yöntemlerinin belirmesin -
den, kah yeni devletlerin doğmasından, kah evrim geçiren köylülük­
ten, kah burjuva gibi yeni kentsel kategorilerin ortaya çıkmasından
gelmiştir. Bu unsurların birbirleriyle sürekli etkileşimi, sonunda bu
dönüşümü ortaya çıkarmıştır.

Semavi Değerlerin Yeryüzüne İnmesi

Ben insanların Ortaçağ'ın ileriye doğru gerçekleştirdiği büyük dalgayı


ve değerlerin dönüşümünü gördüğü bu dönemi, semavi değerlerin
yeryüzüne indiği zaman olarak tanımlıyorum. Bence Latin Hıristi -
yanlık alemi, bu ilerlemenin erken Ortaçağ değerlerinin karşısına çı -
kardığı bu meydan okumaya karşı olası tüm yanıtların arasından, Hı­
ristiyanlık inancının izin verdiği ölçüde dünyevi aleme dönmeyi -var­
lığını uzun bir süre devam ettirecek olan dünyayı hor görme (con­
temptus mundi) doktrinini tamamen reddetmeden- seçmiştir. Bu ana
kadar, ileriye doğru büyük dalganın getirdiği yenilikler, pagan veya
Hıristiyan, antik geleneğe saygı kılıfı altına gizlenmek zorunda kal­
mıştı. Bu noktada Bernard de Chartres'ın ünlü açıklaması akla gel­
mektedir: "Biz devlerin omuzlarında ayakta duran cüceleriz." 1 3.
yüzyılın değerlerinde bir değişimin gerçekleştiğini gösteren ilk işaret,
yeni olan her şeyin reddedilmesine dair geleneksel zihniyetin terk
edilmesi olmuştur. Örneğin 1 3 . yüzyılın ilk yarısında yazılmış Aziz
Domingo'nun Yaşamı, Domingo'yu yeni bir insan ve onun Din Kar­
deşleri Vaizleri Tarikatını da yeni bir tarikat olarak yüceltmiştir. Elbet­
te erken Ortaçağ'ın insanları bu dünyadaki yaşam ve dünyevi güç için
de çalışmış ve mücadele etmişti ama adına yaşadıkları ve savaştıkları
değerler doğaüstü değerler olmuştur: Tanrı, Tanrı Devleti, Cennet,
Ebediyet, dünyayı hor görme, din değiştirme, Hz. Eyup'un kişiliğinin
oluşturduğu örnek, Tanrı'nın iradesi önünde secde etmek. Bu insanla­
rın ideolojik ve varoluşla ilgili kültürel ufukları semaydı.
1 3 . yüzyılda ve sonrasında, Hıristiyanlar hala kurtuluşları için de -
rin kaygı duyan insanlardı. Fakat artık kurtuluş, cennete olduğu kadar

1 74 AvRuPA' N ı N Docuşu
dünyaya yatının yapmakla da mümkündü. Kurtuluşa götürecek meş­
ru dünyevi değerler belirmişti. Şimdi çalışmaya eklenmiş olan bu de­
ğerler, artık olumsuzluk ve pişmanlıkla ilgili olmayan, Tanrı'nın yara­
tıcı çalışmasıyla işbirliği yapma anlamında, olumluluk içeren türdendi:
Semavi değerler yeryüzüne inmişti. Yenilik ve hem teknik hem de en­
telektüel ilerleme artık günahkarlıkla bağlantılı değildi; üstelik cenne­
tin zevk ve güzelliği en azından burada yeryüzünde yaşanmaya başla­
yabilirdi. İnsanın Tanrı'nın suretinde yaratıldığını fark eden insanlar,
artık insanın kurtuluş için burada, yeryüzünde sadece olumsuz koşul­
lar değil, olumlu koşullar da yaratabileceğine inanıyorlardı. Üzerinde
durulan, Hz. İsa'nın Limbo'ya* inerek Adem ile Havva'yı nasıl kurtar­
dığıydı. Tarih artık dünyanın sonuna doğru giden bir gerileme değil,
daha ziyade zamanın normal seyrini izlediği noktaya doğru bir yükse­
liş şeklinde tasarlanıyordu. Ufak bir gruba binyılcı arzularla esin kay­
nağı olmuş Gioacchino' cuların * * gelecekle ilgili fikirleri, insanların
büyük kısmının olumlu bir tarih anlayışı edinmesini sağlamıştı. Yeni
değerlerin ortasında yeni authentica belirmişti: üniversite hocaları, ya -
ni magistralia'nın sahip olduğu yeni otorite türleri. İlerleme fikri, eko -
nomik alanda 1 7. yüzyıl sonlarına kadar gelişmeyecek olmasına rağ­
men, büyüme fikri belirmişti. Makine kullanan imalathanelerin hem
daha yoğun bir şekilde hem de farklı alanlarda kullanımı (demir ima­
lathaneleri, su değirmenleri, bira imalathaneleri, kumaş boyama atöl­
yeleri vb vardı), dikey dokuma tezgahının yerini yatay olanının alması
ve sürekli hareketi değişken hareketlere dönüştüren kam şaftın icadı,
tüm bunlar dikkatleri yeni bir değere yöneltmişti: verimlilik. Yeryüzü­
ne, cennetten gelen kutsal yiyecekler misali bolluk yağmaktaydı. Ta­
rım alanında, toprak, iklim ve tarım sistemleri izin verdiği ölçüde, za -
manla iki yılda bir ürün rotasyonundan üç yılda bire geçiş, ekili alanlan
altıda bir oranında artırmış ve mevsimlik ürünleri (bahar buğdayı, güz
buğdayı ve diğer "çabuk yetişen ara ürünler") çeşitlendirmeyi müm -
kün kılmıştı. Böylece büyüme ve hasat değerleri ortaya çıkmıştı. Ta­
rımsal bilgi, geç Antikçağ' da olduğu gibi, bir kez daha hakkında yazıl -
maya değer bir konu olmuş ve tarım hakkında bir dizi elkitabı belir­
mişti. Bunlardan biri Henley'li Walter'ın Housebondrie adlı çalışması,

* Limbo: Ölmüş ama henüz cennete gitmemiş iyi insanların ruhlarının belirsiz statüsü ve bunun
ifade ettiği sınırda olma durumu. (ç.n.)
** 11 3 5 -1202 yıllan arasında yaşamış, üç dönem teorisini geliştirmiş teolog ve mistik Gioacc -
hino da Fiore'nin düşüncelerini paylaşanlar. (ç.n.)

KENTLERİN VE Ü N İVERSİTELERİ N "G üZEL" AVRUPA'sı 1 75


bir diğeri de Fransa Kralı V. Charles'ın 1 4. yüzyılın ortasında Fransız­
ca'ya çevirttiği Crescenza'lı Pietro'nun Ruralium commodorum
opus'uydu. Bu dönüşümler elbette abartılmamalıdır ama bunlar in­
sanların yüzlerini dünyaya döndürdüklerini gösteren işaretlerdi. Di -
lenci tarikatlarının ekonomi alanındaki neden sonuç ilişkileri üzerine
akıl yürütmede mükemmelleşmiş olmaları, kar fikrini ve faiz almayı
kınayan utanç verici kar (turpe lucrum ) kavramından geri adım atma­
yı her geçen gün biraz daha kolaylaştırıyordu. Bunlar, tacirlerin faali­
yetlerini giderek daha çok gerekçelendirmekteydi. Bu gerekçelendir­
menin arkasındaki fikir, tacirlerin, cennetin ilk başta dünyanın az sayı­
daki bölgesiyle sınırlı tuttuğu malları, gittikçe artan sayıda insana ulaş -
tırmasıydı. Aklın ve hesabın (her iki sözcüğün de Latince'si ratio'dur)
daha fazla kullanımı, yeni değerlerin yayılmasını kolaylaştırmıştı. Kır­
sal tarımın ve gelir tahsilatının rasyonelleştirilmesi, İngiltere'nin yeni
kralı Normandiyalı Fatih William'ın zamanın çok ilerisinde olağanüs -
tü düzeyde bir girişimine yol açmış ve böylece 1 08 S'te tüm kraliyet
mülkünün ve bu mülkten gelen tüm gelirlerin tam bir dökümü elde
edilmişti. Bu döküm Domesday Book (Kıyamet Günü Defteri) olarak
adlandırılmıştı; bu isim kalıcı olacaktı. Yukarıda ileri sürülen, önemin
semadan yeryüzüne doğru kayması olgusunu bundan daha iyi göste -
ren bir örnek olamazdı. Bu girişimi izleyen Flandre kontu da 1 1 87' de
ona ait gelirlerin ayrıntılı hesabının çıkartılması için gerekli düzenle­
meleri yaptırıyordu; bu da Flandre'ın "Gros Brief"i olarak bilinecekti.
Benzer şekilde Fransa Kralı Philippe August da (1 1 85 - 1 223 arasında
hükümdar) kraliyet alanında düzenli kayıtların tutulmasını sağlamış­
tır; bunlardan 1 202-03'e dair bir parça korunmuştur. Mütevazı bir şe -
kilde olsa da, Avrupa'nın bütçeleri doğmuştur. Bu arada Alexander
Murray aynı dönemde, yani 1 200 civarında, Batı Avrupa'nın gerçek
bir "matematik çılgınlığına" kapılmış olduğunu göstermiştir. Her şe­
yin, Araf' ta harcanan yılların bile hesabı tutulmalıydı. Jacques Chiffo -
leau bunu yalın bir şekilde "diğer tarafın muhasebesi" olarak adlandır -
maktadır.
Gerçek şu ki, 1 3 . yüzyılda, ruhban sınıfından olsun olmasın, bütün
kadın ve erkekler Tanrı'nın arazisine el uzatmaya başlamıştır. Günlük
yaşam zamanı üzerinde daha çok kontrol sağlama arzusu, 1 3 . yüzyıl
Avrupa'sının her yerinde mekanik saatlerin belirmesini getirmiştir.
Profesörler üniversite kürsülerinden sadece Tanrı'nın tedarik ettiği
bilginin bir kısmı üzerine dersler vermeye başlamıştır. Tanrı'nın bilgi -
sinin kendisi de insan bilgilenmesinin bir parçası olmuştur: 1 2. yüz -

1 76 AVRUPA' N I N Docuşu
yılda Abelard teoloji kelimesini icat etmiştir ve bu, M . D. Chenu'nun
gösterdiği gibi, 1 3 . yüzyılda üniversite öğreniminin bir parçası haline
gelmiştir. Son olarak da 1 2. yüzyıl sonlarında Araf'ın icadı, Kilise ile
genelde Hıristiyanların, Tanrı'nın ölüler üzerindeki gücünün bir kıs­
mını kendilerine mal etmelerini mümkün kılmıştır; bunu, ruhları
Araf'tan insanların Tanrı'ya sundukları, başkaları için yardım dileyen
dualar aracılığıyla kurtaran bir sistem tesis ederek yapmışlardı. Bilgi
edinme araçlarının gelişimi sayesinde insanların entelektüel ve zihin­
sel donanımı evrim geçirmiş ve bu onların ellerine daha fazla kontrol
gücü geçirmesini sağlamıştı. Daha fazla sayıda kitap, artık sanatsal ya -
pıt veya dini külliyat yerine yararlı elkitabı biçiminde belirmeye başla­
mıştı. Yazı, tacirlerin ve hukukçuların dünyasını istila etmiş ve okul­
larda öğrenilir olmuştu. İnsan bedeni sadece baskı altında tutulan de­
ğil, özen gösterilen bir nesne de olmuştu. 1 3 . yüzyılın sonunda Papa
VII I . Bonifatius, örneğin Aziz Louis'nin bedeninin 1 270 gibi geç bir
tarihte maruz kaldığı, ölü bedenlerin organlarına ayrılmasını yasakla­
mıştı. Daha önceleri seks düşkünlüğüyle yakından bağlantılı büyük
bir günah addedilen oburluk, artık yemek pişirme ve besin kalitesi ko­
nularındaki ilerlemeyle gerekçelendirilmiştir. Polonyalı tarihçi Maria
Dembinska'ya göre, Ortaçağ'a ait bilinen ilk yemek kitabı 1 200'de,
muhtemelen Fransız bir aşçı çalıştıran Danimarkalı Başpiskopos Ab­
salon için yazılmıştı. 1 3 . yüzyılın sonunda gastronominin doğduğu
bir Avrupa belirmişti.
Ortaçağ başlarında gülmek, manastır yaşamının dış etkilere tepki­
siz kalma anlayışıyla uyum içinde, şiddetle kınanmış ama 1 3 . yüzyıl
başlarında Assisili Francesco'nun ruhaniliğinde ve onun Fransisken
yandaşları arasında olumlu bir özellik haline gelmişti. Kıyamet Gü -
nü' nü beklemek üzere, bedenlerin bu dünyadan ayrılışını elden geldi­
ğince geciktirme eğilimi belirmişti. Agostino Pravicini Bagliani hem
Fransisken Roger Bacon'un hem de 1 3 . yüzyılın Papalık divanının, in -
sanın dünyadaki yaşamını uzatmaya yönelik tutkulu ilgilerini açığa
çıkarmıştır. Yeryüzüne ilişkin bilgi, bilimsel doğruluk konusuna çok
az ilgi gösteren erken Ortaçağ'ın esasen ideolojik haritalarından epey -
ce daha doğru haritalar üretmiş olan haritacılık araştırmasının konusu
olmuştu. 1 2. yüzyılın ortasında Friedrich Barbarossa'nın amcası Pis -
kopos Freising'li Otta dünyanın Hıristiyanlaştırılmasının tamamlan­
dığı ve tarihin sonunu müjdeleyen Tanrı Devleti'nin gerçekleştirildi­
ği sonucuna ulaşmıştı Avrupa. İngiltere ile Fransa'nın monarşik gay -
retleri, İspanya' daki Reconquista ve Roma'nın büyük konsillerinin

KENTLE R İ N VE Ü N İVERSİTELE R İ N "G ü Z E L" AVRUPA's ı 1 77


baskısı altında, henüz Gioacchino' cu fikirlerin etkisini unutmamış ol -
makla birlikte, kendi tarih anlayışını tekrar keşfediyordu.
1 2. ve 1 3 . yüzyıllar, her ikisi de temelde burada, yeryüzünde başa­
rıyı hedefleyen iki tür insan idealinin ortaya çıkmasına tanıklık etmiş­
tir; her ne kadar bu başarının aynı zamanda kurtuluşa hazırladığı dü­
şünülmüşse de. İlk ideal, kibar davranışlardan esinlenmiş ve hem soy­
lu hem de şövalye sınıfları arasında yayılmış olan kibarlık'tı. Bu, daha
önce gördüğümüz gibi, 1 3 . yüzyılda nezaket ve hatta modern anlam­
da medeni davranışla anlamdaş olmuştur.
Bilgelik ve ölçülülük ideali olan diğer ideal, cesaretle alçakgönüllü­
lüğünün, ustalıkla aklın birleşimi olan dürüstlüktü. Bu da temelde
dünyevi bir idealdi. Bu iki ideal 1 2 . ve 1 3 . yüzyılların en başarılı kitap­
larından biri Chanson de Roland' daki iki temel kişilikte vücut bulmuş -
tu. Roland kahramandı ama Oliver bilgeydi. Fransa Kralı Aziz Lou -
is'ye gelince, o aziz olduğu kadar dürüstlüğüyle bilinen bir insandı.
Artık kurtuluşa, cennette olduğu gibi dünyada da ulaşılabilirdi.
Son olarak, her ne kadar bir soya, kardeşliğe veya loncaya üye ol­
mak gibi kolektif ideallere sırtlarını dönmemişlerse de, 1 3 . yüzyılın
insanları -en azından bunların arasında bir azınlık- bireyin gelişimini
de teşvik etmeye çalışmıştır. Dünyevi yolunun sonuna ulaşmış ötede­
ki birey, Araf'taki birey, Kıyamet Günü' nün diğer taraftaki topluluğu
önünde beklemektedir. Michael Zink, "ben"in edebiyatta büyük bir
sıçrayış yaratmasını ve edebi öznelliğin 1 3 . yüzyıl Avrupa'sında zafe­
re ulaşmasını incelemiştir.

1 78 AVRU PA'N I N Docuşu


6

Ortaçağ'ın Sonbaharı mı,


Yeni Bir Çağın Baharı mı ?

ukarıdaki başlığı Philippe Wolff'un ( 1 986) heyecan verici kita­


Y bından aldım ve o da Hollandalı tarihçi Johan Huizinga'nın ün­
lü bir çalışmasından, The Autumn of the Middle Ages'den (Ortaçağ'ın
Sonbaharı) almıştır. 1 4. yüzyıldan başlayan ve 1 5. yüzyıla kadar süren
dönem geleneksel olarak Ortaçağ'ın sonu olarak kabul edilir. Ayrıca
bu dönem istikrarlı ve başarılı 1 3. yüzyıl Avrupa' sının ardından gelen
kriz dönemi olarak da gösterilir. Son zamanlarda Guy Bois bu bakış
açısını gözden geçirmemiz gerektiğini önermiş ve kendisine göre fe­
odalizmin geçici bir krizinden başka bir şey olmayan bu dönemin da­
ha olumlu bir analizini ortaya koymuştur. Onun bu teziyle ilgili ileri
sürdüğü kanıtlar büyük ölçüde Normandiya'yla sınırlıdır ve bu, öner -
mesinin gücünü kısıtlamaktadır. 1 4. ve 1 5. yüzyılların felaket ve sı­
kıntıları, bu sefer büyük Rönesans'a dönüşecek yeni bir rönesanstan
önce gelmiştir ve ben, kendi adıma, birçok Ortaçağ tarihçisi gibi, bun -
ların hem genel yapılarda bir krizi hem de Avrupa toplumunun büyü -
mesini ve ayrıca felaketler getiren yeni talihsizliklerin belirmesini
yansıttıklarına inanıyorum. 1 4. yüzyıl insanı, çoğu kez, yeryüzüne se -
madan düşüyormuş gibi görünen apokaliptik imgelerin esareti altın -
daydı ve yüzleşmek zorunda kaldıkları felaketlerin birçoğu, onların
bakış açısından, mahşerin üç atlısı biçiminde beliriyor gibiydi: kıtlık,
savaş ve hastalık. Bu olguların hiçbiri Ortaçağ'ın daha erken evrelerin -
de bilinmiyor değildi ama yoğunlukları ve bazı yeni özellikleri, onla -
rın daha önce yaşanmamış gibi düşünülmelerine neden oluyordu.

1 79
Kıtlık ve Savaş

Özellikle kıtlık korkunçtu. Emmanuel Le Roy Ladurie ve Pierre Ale­


xandre gibi Avrupa iklimi üzerine çalışan tarihçiler iklimin, özellikle
Kuzey Avrupa' da, kötüleştiğini tespit etmiştir. Uzun, aşırı soğuk dö -
nemler ve art arda gelen sel gibi yağmur dalgaları, kıtlığın daha önce
görülmemiş düzeyde geri gelmesine neden olmuştur. Bu, 1 3 1 S'ten
1 3 22'ye kadar sürmüştür.
Savaş Ortaçağ boyunca neredeyse hiç eksik olmamıştı. Fakat Kili -
se'nin ve Aziz Louis gibi hükümdarların başlattığı barışın teşvik edil­
mesi eylemi, daha uygun refah koşulları arayışı ve yeni gelişen monar­
şilerin feodal savaşı kınaması gibi etmenlerle bir araya gelip, kavgacı
tutumu sınırlamışlardı. 1 4. yüzyılda savaş neredeyse her yerde patlak
verdiğinde, bu dönemin insanlarının dikkatini savaşın yeni biçimler
edindiği çekmiş olmalıydı. İlk başta, feodal çatışmaların etkisizleştiril­
mesini tercih etmiş olan kurulma aşamasındaki ulusal devletler, yavaş
yavaş savaşlara "ulusal" biçimler vermeye başlamıştı. Buna iyi bir ör­
nek, 1 2. ve 1 3 . yüzyılların eski Anglo -Fransız düşmanlığını daha mo­
dern biçimlerde yeniden canlandırmış olan bitmek bilmez Yüz Yıl Sa -
vaşları'dır. Ayrıca yavaş ama olağanüstü teknolojik ilerleme de savaşın
doğasını dönüştürmüştü. Bunun en belirgin göstergesi top ve barutun
ortaya çıkışıydı ama kuşatma teknikleri de gelişmiş ve bu tür değişik­
liklerin bir araya gelmesi, tahkim edilmiş feodal kalelerin zamanla ko -
numlarını yitirmelerine ve yeni iki tür soylu malikanesinin ortaya çık­
masına yol açmıştı: Bunlardan biri temelde bir ikametgah ve gösterişli
bir sefa yeri olan aristokratik şato ve diğeri de genelde kralın veya
prensin mülkü olan ve top saldırısına dayanacak şekilde yapılmış
müstahkem bir yer olarak kaleydi. Bundan başka, savaşlar artık şidde­
tini kaybetmiş ve profesyonellerin işi olmuştu. Ekonomik ve toplum­
sal kriz, bir lider bulduklarında silahlı gruplar oluşturacak eşkıyaların
sayısını bir hayli kabartmıştı; bunların neden olduğu yağma ve yıkım,
düzenli ordularınkinden çok daha korkunçtu. İtalya' da birçoğu itibarlı
savaş şefi veya condottieri, hizmetlerini kentlere veya devletlere kira -
lamakta ve bazı durumlarda kendileri de siyasi lider olmaktaydı. So -
nunda monarşiler, özellikle de Fransız monarşisi düzenli ücret (nakit)
alan daimi askerlerden oluşan ordular kurdular; ve bu arada paralı as -
kerler de hizmetlerini geçmişte olduğundan daha fazla, daimi ve ör -
gütlü bir şekilde kentlere ve prenslere kiraladılar. Bu konuda özellikle
İsviçreliler nam salmıştı.

1 80 AVRUPA'N I N Docuşu
William Chester Jordan, 1 4. yüzyılın başlarındaki büyük kıtlık hak­
kında ortaya parlak bir analiz çıkarmıştır. Bu felaketin nasıl onu yaşa­
mış insanlar tarafından "benzeri görülmemiş" olarak tanımlandığını
ve ortaya çıkmasının (onlara göre) nasıl hem doğal hem de ilahi neden­
lerin bir araya gelişiyle açıklandığını anlatmaktadır. İklim, yağmurlar,
savaş ve Tanrı'nın gazabı çağın insanlarının tespit ettiği nedenlerdir. Bu
etkenler tahıl hasadını düşürmüş ve hayvanları etkileyen salgın hasta­
lıkları azdırmıştı. Fiyatlar yükselmiş, bu durum yoksulların sayısını ka­
bartmış ve sefaleti artırmıştır; zaten sınırlı sayıdaki ücretliler sektörü­
nün genişlemesi, birbiri ardına gelen fiyat artışlarını telafi etmekte ye­
tersiz kalmıştır. Monarşilerin ve kentlerin örgütsel yeteneklerinin ye­
tersizliği ve ikmal ve depolama araçlarının eksikliği gibi nedenler, bü­
yük kıtlığın sonuçlarını ağırlaştırmış veya en azından sorunların çözül­
mesi için etkili tedbirlerin alınmasını olanaksız kılmıştır. Kırsal kesim -
den ve gıda üretiminden kaynaklanan sorunlarla birlik içinde yüzleşe­
cek bir Avrupa'nın kurulması için henüz vakit erkendi.
Philippe Contamine, Avrupa' da 1 4. yüzyıl başlarıyla 1 5. yüzyıl
sonları arasında ortaya çıkmış yeni askeri durumun mükemmel bir an­
latımını sunmuştur. Tarım ve ekonomi üzerine araştırma yazılarının
belirmeye başladığı bir dönemde, askerlik sanatındaki ilerleme ve de­
ğişiklikler, savaş sanatı, askeri disiplin ve ordu örgütlenmesiyle ilgili
öğretici incelemelerin yazılmasına ve yayılmasına yol açmıştır. Bizans
İmparatoru II. Andronikos'un ikinci oğlu Theodore Palailogos tarafın -
dan 1 3 2 7'de yazılmış inceleme, ilk önce Latince'ye ve ardından 14.
yüzyılın sonunda Burgonya Dükü Cesur Philippe için Fransızca'ya
çevrilmiştir. Benedikten Honan� Bovet, İtalyan hukukçu Giovanni di
Legnano'nun De bello'suna (Savaş Etkinliği Üzerine) dayanan L'Arbre
des batailles'ı (Savaş Ağacı) yazmış ve bunu Fransa'nın genç kralı VI.
Charles'a adamıştır. 1 4 1 0'da o sırada VI . Charles'ın maiyetinde yaşa ­
yan İtalyan Christine de Pisan, Le Livre desfaits d'armes et de chevale -
rie'yi (Silahların ve Şövalyeliğin Gerçekleri Üzerine Bir Kitap) yazmış -
tır. 1 449'da İtalyan Mariano di Jacopo Taccola savaş makinelerine
adanmış De machinis'i yazmıştır. Askeri yönetmeliklerin toplanması
tüm Avrupa' da artmış ve yayılmıştır: örneğin, 1 3 69'da Floransa yö -
netmelikleri, 1 3 7 4'te Fransa'nın V. Charles'ının büyük yönetmelikle -
ri, 1 3 85'te İngiltere'nin il. Richard'ının hüküm ve yönetmelikleri,
1 4 1 9'da İngiltere'nin V. Henry'sine ait olanlar ve özellikle 1 473 'te
Cesur Charles'ın askeri yönetmelikleri ve İsviçre kantonları tarafından
konuşlandırılmış askeri güçlerle ilgili sefer düzenlemelerinin tamamı.

Ü RTAÇAG' I N SONBAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 181


Yazılı belgeleri, çok sayıdaki arkeolojik bulgu tamamlamaktadır.
Philippe Contamine, Portekiz' de Aljubarrota' da muhtemelen 1 3 8S'te
Gent'li İngiliz okçular tarafından Kastilya süvarilerinin saldırılarını
durdurma amacıyla kullanılan kazıkları saplamak için kazılmış ve bir
çizgi halinde veya dama tahtası tarzında düzenlenmiş deliklerin keşfe­
dildiğini belirtmektedir. Gotland Adası'nda 1 3 6 1 'deki Visby Sava­
şı'ndan sonra ölülerin atıldığı çukurların kazılarda açığa çıkarılması,
savunma amaçlı silahların tamamı üzerinde bilimsel bir çalışmanın
gerçekleştirilmesini mümkün kılmıştır. Kent bölgeleri, kaleler, tahkim
edilmiş kiliseler ve Ortaçağ'ın sonunda inşa veya restore edilmiş müs­
tahkem evler üzerine çalışmalar da yapılmıştır: Vincennes, Fougeres,
Salses, Karlsteyn, Tarascon kaleleri ve Avignon, York, Rothenburg,
Nördlingen Avrupa müzelerinin büyük kısmı 1 4. ve 1 5. yüzyılların
askeri Avrupa'sı hakkında bilgilenmemize yardımcı olmaktadır: Lon -
dra'da Londra Kulesi'nin cephanelik bölümü ve Wallace Koleksiyonu,
Brüksel'de Porte de Hal Müzesi, Paris'te Musee de l'Armee, Roma'da
Castello Sant'Angelo, Floransa'da Stibbert Müzesi, Torino'da Armeria
Reale, Madrid'de Real Armeria, Tirol'de Ambras Kalesi'nde tutulan
koleksiyon ve benzerleri.
Bundan başka, Philippe Contamine, Ortaçağ'ın son iki yüzyılında,
tüm Avrupa' da hem düzenli hem de düzensiz savaşçı güçlerin işbaşın­
da olduklarına işaret etmiştir: Fransa ve İspanya' da büyük askeri bö­
lükler, İtalya' da maceracıların oluşturduğu bölükler, Fransa' da ve
Germen dünyasının batı kısmında Ecorcheurs. * Savaşlar arasında,
Yüz Yıl Savaşlan'nı, Bretanya' da veraset savaşlarını, Burgonya devle­
tinin oluşturulması ve bölünmesiyle ilgili savaşları, İspanya Savaşla­
rı'nı, Kilise'nin Papalık devletini tekrar fethetmek için gerçekleştirdiği
askeri seferleri, Cenova ve Venedik, Hansa Birliği Almanya'sı, Dani -
marka ve İngiltere arasındaki deniz savaşlarını, Çek Husçulara karşı
yapılmış savaşları, Töton Tarikatı'yla komşuları arasındaki çatışmala­
rı, İngiltere' de Güller Savaşları'nı, İspanya' da Granada Krallığı'nın yı -
kılmasını ve Türklerin Balkanlar aa ilerlemesini sayabiliriz.
Ayrıca, ikonografi ve arkeoloji, Avrupa' da bu dönemin kesinlikle
atların (avlanmak için kullanılan atlar yerine savaş atları) çağı olduğu -
nu göstermiştir. Piyade de dönüşümlere uğramıştır. 1 4. yüzyılın orta -

• Ecorcheurs: Fransa' da özellikle Yüz Yıl Savaşları döneminde görülmüş, haydutluk eylemlerin­

de de bulunmuş ve köylülerin sonunda ayaklanmasına bile neden olmuş paralı askerler. (ç.n.)

1 82 AvRU PA' N ı N D o c u ş u
sıyla 1 5. yüzyılın ortası arasında, hem sayı hem de kalite açısından pi­
yadeler gerilemiştir. Fakat sonra, 1 5 . yüzyılın ortasında, esasen Al­
man paralı askerleri Lansquenet'ler ile İsviçre paralı askerlerinin belir -
mesiyle önem ve itibarını geri kazanmıştır. Daha çarpıcı olan, topçu
sınıfının belirmiş olmasıdır. Barut ve top Çin' den İtalya'ya Müslü -
manlar aracılığıyla ulaşmış ve 1 3 29 ile 1 345 arasında da tüm Avru­
pa'ya yayılmıştır. John Mirfield'in 1 390' da kullandığı sözcüklerle,
"genelde top olarak adlandırılan bu yıkıcı veya şeytani alet" askerlik
sanatında devrime ancak yavaş yavaş neden olmuştur. Bunu temelde
iki şekilde gerçekleştirmiştir: Topların savaş alanındaki rolü ve kale ile
kent surlarını yıkmaktaki etkinliğiyle. Sürekli daha büyük toplar üret­
me yarışını harekete geçiren, daha etkin olma isteği kadar itibar ve
dehşete düşürme gücüne duyulan arzuydu. 1 4. yüzyılın sonunda bir
bombardıman Avrupa'sı ortaya çıktı. 1 5. yüzyılın ikinci yansı boyun­
ca kentler ve devletler, kaynaklarının her geçen gün biraz daha büyük
bir kısmını, topçuluk bütçelerine akıtmıştır. Bu yüzyılın sonuna varıl­
dığında askeri madencilik sanayii, özellikle Milano ve Kuzey İtal­
ya'nın geri kalan kısmında hızla büyümektedir. Bu arada İtalyan sa­
vaşlarının göstereceği gibi, Fransızlar top ve gülle üretiminde hem
miktar hem de kalite olarak birincidir.
Avrupa'nın militarizasyonu askeri hizmetin örgütlenmesinde ya­
pılan köklü değişikliklerle tamamlanmıştı. 14. yüzyılda İngiltere'de
feodal hizmet kalkmış, yerini ulusal ve gönüllü milis kuruluşu almış­
tı. Fransa krallığında askeri hizmet taahhüdü sözleşmeleri genelde 1 4.
yüzyılın ortasından itibaren uygulamaya konmuştu. 1 5. yüzyılda,
krallıktaki her topluluk ve idari bölgenin, monarşi istediği zaman ba­
ğımsız okçular ve mancınıkçılar sağlaması gerekiyordu. Kentin ege -
men sınıflarının askeri işleve sırt çevirdikleri İtalya, temelde condotta
sisteminde kullanılan paralı askerlere dayanıyordu. Fakat soylular ne­
redeyse Avrupa'nın her yerinde süvari birimlerinin büyük kısmını
oluşturuyordu çünkü hala savaşçı geleneklerinden şeref duyuyorlardı.
1 5. yüzyılda neredeyse Avrupa güçlerinin tamamını, daimi ordular
oluşturmuştu. Feodal savaş etkinliği sürekli olmamış ve savaşçıların
geçici ve sınırlı bir süre için (genellikle baharda) talep edilmesine ba -
ğımlı kalmıştı. Ancak feodal Avrupa'da, iki savaş arasında yaşanan
boşluklar çok fazlaydı. Modern Avrupa'nın askeri yapılanması za­
manla tekbiçim olmuş, İtalyanlar bile gerektiğinde doğrudan daimi
orduları göreve çağırabilme ihtiyacı duymuştu. 1 42 1 kadar erken bir
tarihte Venedik Senatosu şu beyanda bulunmuştu: "Yiğit insanların

Ü RTAÇAG' I N SON BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 1 83


savaş zamanında olduğu gibi, barış zamanında da hazır olması bizim
her zaman politikamız olmuştur."
Bununla birlikte, Avrupa' daki bu genelleştirilmiş savaşçı şiddeti,
toplumun, Kilise'nin ve Ortaçağ'ın siyasi otoritelerinin kökleri derin -
lere giden barış arzusu idealini unutturmamıştı. "Savaş Ağacı"nın ya­
zarı Benedikten Honan� Bovet "Kutsal Hıristiyanlık aleminin tama­
mının, savaşlardan ve nefretten, yağma ve sürtüşmeden o kadar par -
çalanmış olduğunu görüyorum ki, insan gerçekten barış içinde yaşa -
yan herhangi küçük bir ülke, herhangi bir dukalık veya kontluk bul­
makta zorluk çekiyor." 1 5. yüzyılda Bohemya Kralı Podebradlı Jiri
tüm Hzristiyanlık aleminde yapılacak barış üzerine Latince bir incele­
me yazmıştı. O bu çalışmayı

Hıristiyanlık aleminin tamamına her açıdan saldırmış, köyleri harabe­


ye çevirmiş, kentleri yağmalamış, eyaletleri parçalara ayırmış, krallık­
ların ve prensliklerin sayısız felaketler altında ezilmesine neden ol­
muş, maalesef büyük üzüntüyle kaydettiğimiz bu tür savaş, yağma,
karışıklık, yangın felaketi ve cinayetlerin, tüm bunların sona ermesi ve
tamamen ortadan kalkması gerektiğini ve böylece kıvanç duyacağımız
bir birlik oluşturarak, uygun bir karşılıklı yardım ve kardeşlik duru­
muna geri dönebilmeyi

ümit ederek yapmıştı. Bu 1 5. yüzyıl kralı, altı yüzyıl sonra hala zah­
metli bir şekilde oluşturulmaya çalışılan Avrupa Birliği için muhteme­
len en iyi planı ve gerekçesini daha o zaman ortaya koymuştu: Barış
içinde bir Avrupa.

Kara Ölüm

1 4. yüzyılın ortasında Ortaçağ Avrupa' sının en büyük felaketlerinden


biri yaşanmıştır: Kara Ölüm. Bu ad, bu hastalığın biri solunum yolla -
rında, diğeriyse kasık bölgesinde görülen iki biçiminden ikincisine
çok daha sık rastlanmasından ötürü verilmiştir. Bu biçim, kasıkta lenf
bezi iltihabı olarak bilinen hıyarcık denen şişkinliklerin belirmesiyle
diğerinden ayrılıyordu. Şişkinlikler hastalığın ve salgının adını aldığı
kararmış kirli kanla dolu oluyordu. Hıyarcıklı veba daha önce 6. yüz­
yılda İustinianos'un zamanında hem Doğu'yu hem de Batı'yı kırıp ge -
çirmiş ama sonra Batı' da tamamen yok olmuştu. Fakat Orta Asya' da

1 84 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
ve muhtemelen Doğu Afrika Boynuzu'nda, belli bölgelerde varlığını
sürdürmüştü. 1 347-48'de tekrar canlanmış ve kasıp kavurmak üzere
Avrupa'ya geri dönmüştü. Hastalığın hem başlangıç noktası hem de
tarihi bellidir. Kırım' daki Ceneviz kolonisi Kefe, salgın kurbanlarının
cesetlerini kent surlarının üstünden içeri atarak silah olarak kullanan
Asyalılar tarafından kuşatılmıştı. Veba mikrobu Batı'ya Kefe'den ge -
len yelkenli gemilerde yaşayan farelerin üzerindeki pirelerle taşınmış
ve 1 348'de neredeyse tüm Avrupa'ya yayılmıştı. Kara Ölüm, Marsil­
ya'da (yine Doğu' dan taşınan) son salgının patlak verdiği 1 720'ye ka­
dar Batı' da ortadan kalkmamış bir felaketti.
Çok hızlı bir şekilde saldırıya geçtiğinden salgın afet etkisindeydi.
Veba mikrobunun bulaştığı insanlar, çok kısa bir kuluçka döneminden
sonra, çoğu kez 24 veya 3 6 saat içinde ölümle sonuçlanan bir ateşle
yere seriliyorlardı. Paniğin ikinci nedeni Batılıların bu hastalığın bula­
şıcı olduğunu anlamış olmalarıydı. İnsanlar daha önce (yanlış bir şekil­
de) cüzamın bulaşıcı olduğu sonucuna varmıştı; ama veba geldiğinde,
bulaşıcılığını reddetmek mümkün olmamıştı. Son olarak söylenmesi
gereken de, vebaya dehşet verici fizyolojik ve toplumsal bir görüngü­
nün eşlik etmesiydi. Hastalığın bulaşmış olduğu kişiler dramatik si­
nirsel belirtilerden kaynaklanan acılar çekiyordu; üyesi oldukları aile­
lerin, toplulukların ve kamu görevlilerinin bu kişilere hiçbir şekilde
yardım edememeleri, çekilen acıya şeytani bir hal veriyordu. Salgının
sonuçları, özellikle birbirine yakın yaşayan insan grupları arasında ya­
yılmasından ötürü şaşırtıcıydı. Bunun sonucunda, Ortaçağ toplumu -
nun temelini oluşturan grup yapısı zayıflamış veya birçok durumda
salgın tarafından tamamen yok edilmişti. Aileler, sülaleler, manastır­
lar ve cemaatler artık ölüleri için, gerektiği gibi normal ve özel cenaze
merasimi yapamıyordu. Birçok veba kurbanı kutsal yağla yıkanma­
dan, takdis edilmeden ve dua okunmadan toplu çukurlara gömül -
müştü. Bu salgındaki ölü sayısının tam olarak kaydedildiği belgelere
sahip değiliz. Ölüm oranları bölgeden bölgeye değişmiştir. Her halü­
karda nüfusun üçte birinden az olmadığı kesindir ama daha büyük bir
ihtimalle, Hıristiyanlık aleminde nüfusun yarısı ile üçte ikisi arasında
bir oran bu salgında yok olmuştur. Nüfus İngiltere' de %70 azalmıştır;
1 400'e varıldığında 7 milyondan 2 milyona düşmüştür. Ayrıca, veba­
nın korkunç etkileri, salgının az çok düzenli ve az çok şiddetli şekilde
tekrar tekrar ortaya çıkmasından ötürü de artmıştır. 1 3 60-62'de, kur -
hanlarının özellikle çocuklar olduğu bir salgın olmuştur. 1 3 66-69,
1 3 74-7 5, 1 400, 1 407, 1 4 1 4-1 7, 1 424, 1 427, 1 43 2-3 5, 1 438-39,

Ü RTAÇAG ' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ BİR ÇAG I N BAHARI M I? 1 85


1 445, 1 464 yıllan dışında da, salgınlar vardır. Dehşet duygusunun et­
kisi, vebanın difteri, kızamık, kabakulak, kızıl, tifo, çiçek, grip ve boğ­
maca gibi başka hastalıklarla birleşmesiyle artmış ve insanların cehen­
nemin üçlü belasını, yani ölüm, savaş ve kıtlığı ilişkilendirme eğilimi
de aynı şekilde yükselmiştir.
1 4. yüzyılın doktorları bu salgının doğal nedenlerini keşfetme ko­
nusunda yetersiz kalmışlardı ama bu tür nedenlerin var olduğundan
ve bunun savaşmaları gereken bir bulaşıcı hastalık olduğundan emin­
diler. Bundan emin olmaları, daha sık olarak sunulan ve güçlü bir şe­
kilde inanılan ilahi öfke açıklamasını bir yere kadar dengelemiştir.
Uygun tıbbi bilginin yokluğuna rağmen, en azından bazı kesin ve
etkili tedbirler alınmıştır. Örneğin, ölmekte olanların ve ölülerin ya­
taklarının çevresinde cenaze töreni amacıyla toplanılması ve veba
kurbanlarının kıyafetlerinin kullanılması yasaklanmıştır. Genelde
bulaşıcı hastalığa karşı şiddetle mücadele verilmiştir. Muhtemelen en
etkili tedbir, bu büyük felaketten kaçmak ve kalabalık kentlerden
uzakta, nüfusun seyrek olduğu kırsal bölgeye sığınmaktı. Özellikle
meşhur bir çalışma bu durumu hatırlatmaktadır: Boccaccio'nun Deca -
meron'u bir grup zengin Floransalının bir taşra evine sığınmak üzere
kaçışını anlatır. Elbette veba sorununa bu türden bir yanıt ancak elit
grupların imkanları dahilindeydi. Veba, yoksulların yaşadığı toplum­
sal çatışmaları ve talihsizlikleri ağırlaştırmış ve hakkında ileride daha
fazla bilgi vereceğimiz toplumsal şiddet dalgasında kesinlikle bir et-
·

ken olmuştur.
Kamu otoriteleri de, özellikle kentlerde ve her şeyden önce de İtal­
yan kentlerinde, temelde temizliği teşvik eden birtakım tedbirler
başlatmış ve hijyen alanında dikkate değer bir ilerleme sağlanmıştır.
Ayrıca zenginlerin şatafatlı lüks teşhirini engelleyen tedbirler uygu­
lamaya sokmuşlardır. Çünkü bu tür lüks, ilahi öfkeye ve cezalandır­
maya yol açan kışkırtma olarak düşünülmüştür. Veba aynı zamanda,
yeni Hıristiyan dindarlığı biçimlerinin ortaya çıkmasına, bilhassa
özel vasıflarıyla tanınan azizlerin öne çıkarılmasına neden olmuştur.
Avrupa'nın her yerinde bu azizler büyük isimlere dönüşmüştür: Ör -
neğin 1 4. yüzyılın felaketleri olarak yorumlanmış oklarla delik deşik
olmuş Aziz Sebastian ve hem Batı hem de Güney Avrupa' da Aziz
Rocco.

1 86 AVRUPA' N I N Docuşu
Ölüm, Cesetler ve Ölüm Dansı

Veba, yeni tür bir duyarlılık ve dindarlığı da harekete geçirmişti. Geç­


mişte ölüm karşısında insanların en çok korktuğu şey, esasen cehen -
nem riskiydi. Şimdi bu korku, vebada ifadesini bulan, görünür kor­
kutucu unsurları, cehennemin eziyetleri kadar tüyler ürpertici gözü­
ken ölümün kendisi tarafından özümsenmişti. Her ne kadar, Jean
Delumeau'nun gösterdiği gibi, cehennem korkularını cennetin sun -
duğu hazlarla dengeleme gibi bir eğilim ortaya çıkmış olsa da, cehen­
nem, dönemin ikonografisinde görüleceği üzere, 1 4. yüzyıldan çok
daha sonra da korkulan bir şey olmaya devam etmiştir. Yine de, ölü­
me yönelik bu yeni duyarlılıktan asıl yararlananın ceset olduğu söy­
lenebilir.
1 4. yüzyılın ortasında cesetlerle yüzleşme, önemli derecede başarı
yakalamış ikonografık bir tema oluşturmuştur. Bu tür tasvirler, üç ölü
karşısında duran üç sağ insan gösterir. Bu genç, yakışıklı, mutlu ve ta­
sasız üç sağ insan, kendilerini genelde bir mezarlıkta tabutların içinde
yatan üç cesetle yüz yüze gelmiş bir durumda bulur. Tüm Hıristiyan
Avrupa' da zaten çok popüler olan bir tema şimdi istisnai bir önem ka­
zanmıştır: Memento mori teması, "bir gün öleceğini unutma" artık
dindarlığın ve tüm bir yaşam ve düşünme tarzının temeli olmuştur.
Ölme sanatı üzerine birçok resimli inceleme belirmiştir: artes morien­
di. Bunlar Alberto Tenenti'nin yaptığı muhteşem bir çalışmanın ko -
nusu olmuştur. Memento mori teması üzerine düşünme 1 6. yüzyılda
Montaigrıe'in "felsefe yapmak nasıl ölüneceğini öğrenmektir" beyanı -
na yol açmıştır. Merkezinde ölümün bulunduğu özel bir duygu ve fel­
sefe yansıtmış olan bu ikonografık tema, Avrupa'nın tamamını etkile­
miştir. Bunun en gösterişli tezahürlerinden biri, büyük şahsiyetlerin
kabrinde bulunan bir ceset tasviriydi. Bu figür, Fransızca' da le transi
(tam karşılığı "katı") olarak adlandırılmıştır. En meşhur örnek, 1 400
civarında heykele dökülmüş Kardinal Legrange'ınkiydi. Bu tür yetmiş
beş adet 1 5. yüzyıl figürü bilinmektedir.
1 4. yüzyıl İtalya'sında tercih edilmiş bir başka ikonografık tema
ölümün zaferiydi. Dramatik bir örneği 1 3 50'de, Kara Ölüm'ün iki yıl
sonra vurduğu Pi zı'nın Campo Santo'sunda görülecektir. Başka iki te -
ma daha da büyük bir başarı sağlamıştı. İlki olan beyhudelik teması, bir
kurukafa tasvirinden ibaretti. Rönesans boyunca ve hatta Barok döne -
mine kadar popüler olmayı sürdürmüştü. Diğeri, 1 5. yüzyıl sanat ve
duyarlılığının tipik bir örneği olan ölüm dansıydı.

Ü RTAÇAG ' I N SON BAHAR! M I, YENİ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 1 87


Ölüm dansı, kapsadığı geniş toplumsal aralığı temsil eden figürler
ve bunların betimlenmelerinde kullanılan tarz açısından olağanüstüy­
dü. Eğer ceset temelde ölümün bireysel tasviriyse, ölüm dansı, kendi­
sini oluşturan bütün toplumsal ve siyasal kategorileriyle birlikte tüm
toplumun temsiliydi. Önderliğini papanın ve imparatorun yaptığı
dans, kral, asilzade ve burjuvadan, kadınlar da dahil olmak üzere en alt
katmanlardaki köylüye kadar tüm insan ırkını kendisiyle birlikte sü­
rüklemiştir. Bu temanın diğer olağanüstü yanı, dans etmenin kendisi
olmuştur. Kilise anlamsız, hatta pagan ve uygunsuz kabul ettiği dansı
kesinlikle yasaklamıştı. Sarayın dansları karşısında, 1 6. yüzyıla kadar
zafere ulaşamamış, ödünler vermesi gerekmişti; fakat "carols" gibi
köylü danslarına tabii ki karşı durmuştu. Ölüm dansı, dünyevi kültür­
le ruhban bakış açısını bir araya getirmişti. Mesajı, dansın zararlı bir
eğlence olduğu, toplumun kendisini mahvetmek için dans ettiği ve
bunu, Şeytan'ı dans ustası olarak kullanmadan da, yapabileceğiydi.
Ölüme saplanıp kalmış Avrupa, çılgınlık içinde bir Avrupa'ydı. Avru­
pa tarihi artık bünyesine tekrar tekrar ortaya çıkan çılgınlık silsilesini
katmıştı.
1 5. yüzyıl Hıristiyan Avrupa'sının duvarları ölüm dansı tasvirle­
riyle kaplanmıştı. Bu kategorideki ilk sanat şaheseri, 1 42 5'te Paris'te
Les Saints Innocents Kilisesi'nin mezarlık duvarında belirmişti.
1440'a gelindiğinde buna Londra'da Saint Paul'ün mezarlık duvarın­
daki Holy Innocents freski eşlik ediyordu. Büyük ressam Konrad
Witz bunlardan bir tane Dominikenlerin Basel' deki mezarlığında res -
metmişti; bir diğeri Ulm' da resmedilmişti; Lübeck'in Marienkirc­
he' sinde bulunan büyük bir tablo ölüm dansını temsil ediyordu ve
1 470'te buna benzer bir resim La Chaise-Dieu'de yapılmıştı. Burada
şaşırtıcı olan, ölüm danslarının aynı zamanda küçük kasabaların ve
hatta köylerin küçük kiliselerinde bile bulunabilmeleriydi: Örneğin
planı haç biçimindeki Kernescleden Kilisesi'nin iki kanadında (Bre -
tanya, 1 5. yüzyılın ikinci yarısı), Saint Nicholas'ta (Tallinn, 1 5. yüzyıl
sonu), Beram'da (Istria, 1 474), Norre Alslev'de (Danimarka, 1 480'ler
civarı), Silvis, Santa Maria' da (Pisogna, Ferrara yakınları, 1 490), Hras -
tovlje (Slovenya, 1 490) , Kermaria'da (Bretanya, 1 490) ve Meslay-le­
Gerenet'de (Eure-et-Loir, 1 5. yüzyıl sonu -1 6. yüzyıl başı).

1 88 AVRUPA' N I N Docuşu
Şiddet ve Avrupa

Vebanın, kıtlığın ve savaşın yol açtığı büyük şiddet patlamalannın ya­


nında, 14. ve 1 5. yüzyılların Avrupa'sında diğer olay ve gelişmeler de
çatışmalara ve şiddete neden olmuştur. Bunlar da Ortaçağ'ın sonunu ni­
teleyen krizler ve mücadeleler imgesinin güçlenmesine yardımcı olmuş
ve aynca Avrupa'nın kuruluşuna bir tehdit oluşturmuş gözükmektedir.
Bu şiddet olgusunu açıklamak için çeşitli varsayımlar yapılmıştır.
Çek tarihçi Frantisek Graus, 1 3 20'de kuyuları zehirledikleri söylenen
Yahudilere yöneltilmiş suçlamalara eşlik eden kıyımlar ve özellikle Or­
ta Avrupa' da, 1 348 vebasına damgasını vurmuş kitlesel kıyımlar üze -
rinde çalışmıştır. İki açıklama ileri sürmüştür. Biri (bunu başkaları da
önermişti) günah keçileri olarak görülen Yahudilere yönelik genel bir
düşmanlığa dayanmaktadır; Graus'un ikinci ve daha önemli önerisi,
bu kıyımları, kendi deyimiyle, "bir kriz zamanı olarak 1 4. yüzyıl" ana -
lizinin bütünlüğü içinde ele alıp değerlendirmektir. Graus, hep köylü­
lerle efendileri ve zanaatkarlarla tacirler arasındaki çatışmalar biçimin­
de kendini gösteren krizlerin tehdidi altında olan Avrupa ekonomisine
yönelik yapısal tehlikelerin altını çizmektedir. Bunların, Avrupa'nın
hala savunmasız olduğu içsel tehlikeleri uzun vadede aydınlatabilece­
ğini ileri sürmektedir. Bundan başka, siyasi otoritelerin nispi zayıflığı
(hanedan çatışmalarının zayıflattığı, halk isyanlarının tehdit ettiği ve
gerekli mali kaynaklardan yoksun monarşiler) , bugün hala Avrupa'yı
zaafa düşürdüğünü söyleyebileceğimiz siyasi yetersizliklere işaret et­
mektedir. Claude Gauvard, "De grace especial. " Crime, Etat et Societe
en France a lafin du Moyen Age (" Özel Merhamet" : Ortaçağ'ın Sonun -
da Fransa' da Suç, Devlet ve Toplum) adlı, ustaca yazılmış kitabında 1 4.
ve 1 5. yüzyıl Fransa'sındaki şiddet için başka bir açıklama önermiştir:
Feodal şiddet tiplerinden çok farklı tipte yeni bir cezalandırılabilir dav­
ranışın, yani suçun belirmiş olması. Bu beraberinde, hükümdarlık po -
lis gücünün genişlemesini getirmiştir. Gauvard, bu tür suçun önlene -
bilmesi için belgelemede büyük bir artışın gerektiği bir zamanda, böyle
bir suçun, modern devletin kurulmasına karşı bir tepki olarak açıklana­
bileceğine inanmaktadır. Şiddet olaylarının izini sürmemizi sağlayan
arşivlerin varlığı, şiddetin artış eğilimde olduğu izlenimini verebilir
ama belki de artan sadece baskı ve belgelemeydi. Belki buna benzer bir
yaklaşım, günümüz Avrupa'sındaki şiddet olayları için de geçerlidir.
Fakat, Claude Gauvard'ın fevkalade analizinin gösterdiği gibi, Orta­
çağ'a özgü olan şey, Ortaçağ topluluklarının toplumsal unsurları tara-

Ü RTAÇAG ' I N S O N BAHAR! M I, YENİ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 1 89


fından genelde kabul edilen temel değerin şan ve şeref oluşudur. Bu­
nunla beraber, Avrupa için bugün de etkisini sürdüren tüm bu uzun
dönem olgularının muhtemelen en önemli özelliği, siyasi otoriteler -
den, yani dünün monarşileri ve bugünün devletlerinden, sadece ceza -
landırma değil aynı zamanda affetme de beklenmesidir. Bu af Fransa' da
1 4. ve 1 5. yüzyıllarda bazı mahkumların aldığı "af kağıtları" biçimini
almıştır. Merhametin bu şekilde ifadesi, kendisine ilahi gücün bazı un­
surlarının transfer edilmiş olduğu siyasi otoritenin en üstün biçimiydi.
Hem baskı hem de merhametle tanımlanan bir Avrupa doğuyordu.
Yukarıdaki açıklamalar, özellikle kıyımların, günah keçisinin ceza­
landırılması olarak tasviri, son zamanlarda Amerikalı Ortaçağ tarihçisi
David Nirenberg tarafından İspanya' da ve özellikle de Aragon Krallı­
ğı'nda, 1 4. yüzyılın ilk yarısında şiddet konusunu işleyen bir çalışmada
sorgulanmıştır. Nirenberg, zulmü ve özellikle de azınlıkların, öncelik­
le Yahudiler ve Müslümanların ama kadınların da maruz kaldığı şiddeti
incelemektedir. Onun bakış açısına göre, "şiddet, çoğunluklarla azın­
lıkların birlikte yaşamalarının bellibaşlı ve sistemik yönüdür." Niren­
berg, İber Yarımadası'nda bir çoğunluk grubuyla azınlıkların birlikte
var olması üzerinde yoğunlaşmaktadır ama öyle görünüyor ki bu, Av­
rupa'nın geri kalanında da Ortaçağ'ın sonunda bir arada yaşamayı teh­
dit eden şiddetin kaynağıydı. Her ne kadar durum bu olsa da, 1 5. yüz -
yılın sonlarında bir arada yaşama üzerine iki noktanın belirtilmesi ge­
rekmektedir. Birincisi, o dönemin Avrupa'sında hoşgörü veya hoşgö­
rüsüzlükten bahsetmek anlamsızdır; çünkü bu kavramın buradaki kul­
lanımı bir anakronizmdir. Şimdi ilerleme kaydeden ama henüz tam an­
lamıyla serpilip geliştiğini söyleyemeyeceğimiz hoşgörünün hüküm
sürdüğü bir Avrupa o tarihte daha belirmemişti. İkinci noktaysa, hem
Batı hem de Güney Avrupa' da Yahudilerin yaşadıkları yerlerden sürül­
müş olmasıydı: İngiltere'den 1 3. yüzyılın sonunda, Fransa'dan 1 4.
yüzyılın sonunda ve İber Yanmadası'ndan 1 492'de. Ve daha da kötü
olanı, son durumda ileri sürülenin, dini bir argüman, yani Yahudi kar­
şıtlığı değil, ırkçı bir argüman, limpieza del sangre (kanın saflığı) olma -
sıydı. Orta ve Doğu Avrupa' da iki farklı çözüm benimsenmişti. Biri
hoşgörüydü (her ne kadar adı bu değildiyse de); örneğin 1 6. yüzyılda
Polonya, Yahudiler ile büyücülere karşı "infaz ateşlerinin olmadığı bir
devlet" olarak hareket etmişti. İtalya' da ve Almanya'nın büyük kısmın­
da benimsenmiş diğer çözümse, aynı zamanda koruma da sunan bir
yere, gettoya kapatmaydı. Bununla birlikte, Ortaçağ'ın sonunun Avru -
pa'sı Yahudilerini kovmuş bir Avrupa'ydı.

1 90 AVRUPA' N I N Docuşu
Büyücülere Zulüm Edilmesi

1 4. yüzyılda ve özellikle 1 5. yüzyılda gelişmiş başka bir şiddet biçimi,


büyücülüğün baskı altına alınmasıydı. Kilise, büyü inanç ve pratikleri -
ne ve bunlara düşkünlük gösterenlere, yani ruh çağırıcılara ve büyücü­
lere her zaman karşı olmuştu. Fakat heretiklerle savaş söz konusu oldu­
ğundan, büyücülükle mücadele ikinci sıraya düşmüştü. Daha önce gör­
düğümüz gibi, 1 3 . yüzyılın başında kurulmuş olan Engizisyon esasen
heretikliği hedeflemişti. Fakat büyücülük de onun diğer hedeflerinden
biri olmuş ve sonunda, Valdocu ve Katharos heretikleri yok olmaya baş­
ladıklarında, büyücülük, Engizisyon baskısının başlıca hedefi haline
gelmiştir. Bu nokta Engizisyonculara rehberlik etmek için hazırlanmış
1 4. yüzyıl elkitaplarında açık bir şekilde görülmektedir: örneğin, Lan -
guedoc'un Dominiken Engizisyoncusu Bernard Gui'nin hazırlamış ol­
duğu ile özellikle 1 3 76'da ortaya çıkmış ve geniş çapta dağıtılmış Kata­
lanlı Dominiken Nicholas Emerich'in Directory of Inquisitors'u. Nar­
man Cohn'un gösterdiği gibi, büyücüler 1 5. yüzyılda Engizisyon'un
başlıca avı olarak heretiklerin yerini almıştı. Her ne kadar sonradan sah -
te olduğu anlaşılan bir metne dayanmışsa da, Michelet büyücülüğün
1 4. yüzyılda esasen kadınlara ait bir alana dönüştüğünü sezgisel bir şe­
kilde tespit etmiştir. Bu tarihlerde büyücüler Avrupa'da merkezi bir yer
edinmiş ve bunu 1 7. yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir. Birçoğu kazıkta
yakılmıştır. Büyücü avını örgütleyen kitap, Ren Vadisi ve Alsace'ın iki
Dominiken Engizisyoncusu Johann Sprenger ve Heinrich (Institoris)
Kraemer'e ait, 1 486'da basılmış, Malleus Maleficarum'dur, yani Cadı
Çekici. Bu iki yazar, büyücülere karşı mücadeleyi, çağlarının dramatik
ve panik dolu bağlamında biçimlendirmiştir. Onların bakış açısına göre,
büyücülük her türlü rahatsızlıktan, özellikle de cinsel rahatsızlıklardan
kaynaklanıyordu ve büyücüler dizginlenmesi imkansız şeytanın elinde
birer kurbandı. "Cadı Çekici" elbette Jean Delumeau'nun "korku dolu
Hıristiyanlık" olarak adlandırdığı şeyin hem ürünü hem de aracıydı. Bu
yeni hoşgörüsüzlük bağlamında, büyücülerin ruhlarla konuşma prati­
ğinin, sabatın* parçası olduklarına dair korku dolu inanç, birçok iko -
nografik tasvire esin kaynağı olma yatkınlığından ötürü, son derece
dramatik bir unsurla tanışmamızı beraberinde getirmişti. Büyücü avla -
rının ve büyücü sabatlarının yaşandığı bir Avrupa belirmişti.

* Sabat: Büyücülerin ve cadıların bir araya geldikleri toplantılar. (ç.n.)

Ü RTAÇAG ' I N SONBAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 191


Köylü Hareketleri

Ortaçağ'ın sonunda şiddet olayları açısından çarpıcı olan, köylüleri,


kent işçilerini ve zanaatkarları kapsayan emekçi isyanlarıydı. Robert
Fossier "sınıf çatışmalarının yeniden şiddetlenmesi"nden bahsetmiş -
tir ve Britanyalı tarihçi Rodney Hilton'ın yaptığı türden Marksist yo­
rumlar açıklayıcı gözükebilir. Ekonomik gelişme, gittikçe artan sayıda
köylünün yoksullaşması ama aynı zamanda başkalarının da zenginleş­
mesiyle sonuçlanmıştı. Fransızca' da geleneksel olarak jacqueries
(Fransa' da bir köylüden geleneksel olarak "jacques" şeklinde bahsedil­
miştir) olarak adlandırılmış köylü isyanları, her şeye rağmen temelde
yoksul değil, tam tersine hali vakti yerinde olan, ayrıcalıklarının teh­
dit edildiğini düşünen imtiyazlı köylüler tarafından gerçekleştirilmiş­
ti. Bu isyanlar, Beauvais ve Valois bölgelerinin zengin alüvyonlu top­
raklarında ve Londra çevresiyle Sussex'teki bölgelerde kendini göste­
riyordu ama ana merkezler, Katalonya ve Flandre'dakilerle Ren ve El -
be nehirleri kıyısının işlek bölgelerinde rastlanan türden büyük kent -
lerdi. Fransa' daki başlıca ]acquerie örneği, Mayıs 1 3 58' de Beauvais
bölgesinde patlak vermiş, süratle Soissons, Valois ve Brie bölgelerine
yayılmış isyandı. İsyan, yerel şatolarda yağma ve kundaklama biçimi­
ni almış ama kentlerde ne buna benzer bir kargaşaya ne de etkili lider -
lere veya açık seçik ifade edilmiş öğretilere yol açmıştı. Feodal lordla­
rın başlattığı bastırma harekatı aşırı derecede zalimdi.
1 3 78' de Languedoc'taki genel yoksullaşma ve burada çetelerin be­
lirmesi de Tuchin'lerin (ormanlarda barınan haydutlar ve yağmacılar
için kullanılmış eski bir sözcük) isyanı olarak bilinen yöresel bir baş -
kaldırıya neden olmuştu. Bu hareket de bastırılmıştı. İtalya' da bu tür
köylü isyanlarının nadir olduğunu belirtmeliyiz. Burada kentlerin taş­
ra üzerindeki tahakkümünün ağırlığı, direnişi olanaksız hale getirmiş -
ti. Dolayısıyla, eğer bir genelleme yapacaksak, 1 4. ve 1 5. yüzyıl Avru -
pa'sında "köylü sorunu" olmadığını söyleyebiliriz. Yegane büyük ve
örgütlü köylü hareketi, 1 6. yüzyılın başında Almanya' da ortaya çık -
mıştı. Bu harekete "Köylü Savaşları" dendi.

Kent İsyanları

Diğer yandan, kente ilişkin bir sorun kesinlikle vardı. 1 260'tan sonra
olağanüstü boyutlardaki kentsel büyüme zayıflamış ve onun yerini kriz

1 92 AVRUPA ' N I N 00G UŞU


almıştı. İşsizlik, inip çıkan ücretler ve artan sayıda yoksul ve marjinal
insan, neredeyse sürekli isyan ve ayaklanma durumuna yol açmıştı.
Kentin aşağı tabakalarının neden olduğu şiddet, Yahudileri hedef alma­
dığı zamanlar, mali açgözlülüğü ve baskıcı eylemleri her geçen gün bi­
raz daha dayanılmaz olmuş kraliyet gücünün temsilcilerine yöneliyor­
du. Zanaatkar gruplarının lonca ustalarının aşırı tahakkümü altında ol­
ması, sıradan zanaatkarlar ve yoksullar arasında isyanlar başlatmıştı.
Bunlar kendi aralarında örgütlenmeye çalışıyordu. 1 285'te Fransız hu­
kukçu Beaumanoir şöyle yazmıştı: "Belli insanlar ücretleri artırılmadı­
ğı takdirde çalışmamaya karar verdiklerinde ya da çalışmayı kestikle­
rinde, bu kişiler ortak çıkara karşı bir birlik oluşturur." Daha 1 2 55'te
Figeac'ta zanaatkarlar bir sendika olarak tercüme edilebilecek bir colle -
gatio oluşturmuştu. Bu kent asileri taleplerini ve planlarını telaffuz et -
mişti. Talepleri daha kısa iş saatleriydi. 1 3 3 7' de Gent yün yıkama işçi­
leri "iş ve özgürlük" çığlıklarıyla ayaklandılar. Taşranın aksine, isyancı­
lar kentlerde liderler bulmuştu. Robert Fossier bunların bir kısmını
saymıştır: Barselona'da Berenguer Oller, Caen'de Jean Cabos, Brug -
ge'de Peter Deconinck, Floransa'da Michele di Lando, Paris'te Siman
Caboche, Amiens'te Honan§ Cotquin, Beziers'te Bernard Porquier. Bu
liderlerden sadece bir tanesinin istisnai bir kişiliği olduğu görülmekte­
dir: Bulunduğu kenti 1 3 53'ten 1 3 56'ya kadar dört yıl kontrol etmiş,
sınıfsız toplum düşlerine sahip Liege'li Hemi de Dinant. Liege'in dı -
şında üç kent, 1 4. ve 1 5. yüzyıllarda gerçekten devrimci nitelikte kent
isyanlarına sahne olmuştu. Bu kentler Paris, Londra ve Floransa'ydı.
Paris'te Fransa Kralı İyi Jean'ın Poitiers'de yenilmesine ve Evreux
Kontu ve Navarra Kralı Kötü Charles'ın entrikalarına tepki olarak, ta­
cirlerin başı seçkin burjuva Etienne Marcel'in kişiliğinde kendilerine
bir lider bulmuş Paris halkının büyük kısmı bir ayaklanma düzenle­
mişti. Bu lider devrimci değildi ama her geçen gün biraz daha mutlak -
laşan monarşinin yetkilerinin kısılmasına taraftardı. Etienne Marcel
birtakım başarılar ve başarısızlıklardan, özellikle de köylülerin deste -
ğini kazanma girişiminden sonra 3 1 Temmuz 1 3 58' de öldürülmüş ve
Paris isyanı da böylece bastırılmıştı.
Kısa süreli ancak şiddetli bir isyan hareketi de, monarşi 1 3 82' de, V.
Charles'ın ölüm döşeğinde tedbirsizlik sonucu kaldırdığı vergileri ye -
niden uygulamaya koyunca oldu. Asiler Hôtel de Ville'in önünde bir
İngiliz saldırısı sırasında kullanılmak üzere yığılmış gürzleri (maillet)
ele geçirmiş ve otoritelere saldırmak için kullanmıştı. Dolayısıyla bu
eylem Maillotin'ler isyanı olarak adlandırılmıştı.

Ü RTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B i R ÇAG I N BAHARI M I? 1 93


Bir başka alevlenme de her ikisi de, deli kral VI. Charles'ın çevresin­
deki otoritelerden iktidarı almayı arzulayan Armagnac ve Burgon halk -
lannın birbiriyle çatışması bağlamında gerçekleşmişti. Burgonlar, par -
lamentoyu Mayıs 1 4 1 3 'te bir reform yasasını oylamaya ikna etmiş Ca­
boche adında bir kasabın liderliğindeki bir grup asiyi desteklemektey­
di. Fakat Armagnac grubunun iktidara gelmesi bu yasa teklifinin bir ke­
nara atılmasını getirdi. Bu sonuçsuz reformlar ve kent isyanları örüntü­
sü, Fransa'da ve de başka yerlerde Fransa Devrimi' ne kadar sürecekti.
Londra' da işçiler onları baskı altında tutmak için tasarlanmış bir
yasa hükmünün yürürlüğe sokulmasına ve yeni bir verginin, "kelle
vergisi"nin konulmasına karşı ayaklanınca büyük bir isyan patlak ver -
mişti. Bu isyancı hareketleri müstesna kılan, kent zanaatkarları ile iş­
çilerin isyanının bir köylü ayaklanmasıyla birleşmesiydi. Bu isyanın
liderleri vardı. Biri, söz konusu yasanın ve köylüler üzerindeki feodal
angaryaların kaldırılmasını talep eden Wat Tyler idi. Diğeri, "Adem
kazar, Havva yün eğirirken, beyefendi mi vardı?" deyişini ilk kullan -
mış, yoksul bir papaz olan John Bull'du. Kısa bir süre için Londra'yı
kontrol eden isyancılar sonunda kaybedecek ve bir kez daha şiddetli
baskı geri gelecektir.
Floransa' da olaylar daha farlı bir rota izlemişti. Kentte baskın olan,
önemli tekstil endüstrisi ile tekstil üreticilerinin ve tacirlerinin zengin
loncalarının liderlerinin sahip olduğu büyük güçtü. Zengin ailelere
karşı isyanın başını çekenler tekstil işçileriydi. Ciompi 1 3 78' den
l 3 82'ye, üç yıl boyunca kentin kontrolünü ele geçirmişti. Hareket
Floransa'nın dışına, örneğin Siena'ya da yayılmıştı. Fakat zengin aile­
lerin daha sonra geri gelişi iktidarlarını uzun bir süre için tekrar sağla­
mıştı. 1 5. yüzyıl Medicilerin çağıydı.
Çoğunlukla kentlerin "tehlikeli semtler" inde yaşayan işsiz ve mar­
jinaller tarafından başlatılan başka hareketler de neredeyse her yerde
patlak vermişti. Daha 1 280 ile 1 3 1 O arasındaki dönemde, Douai,
Ypres, Brugge, Tournai, Saint-Omer, Amiens ve Liege'de; ayrıca Lan -
guedoc'ta Beziers ve Toulouse'da; Champagne'da Reims'de; Nor -
mandiya'da Caen'da; Paris'te ve Kuzey İtalya'da ( 1 289'da Lombardi ­
ya'da Bologna'da ve Tos cana' da Viterbo ile Floransa' da) isyanlar pat ­
lak vermişti. İkinci karışıklık dalgası, makinele rh parçalanması şek -
linde "modern" işçi şiddetinin kendisini gösterdiği 1 3 60 ile 1 4 1 O ara -
sındaydı. Bundan en çok etkilenenler Kuzeybatı Avrupa ve imparator­
luk kentleriydi: Ren vadisi {Strasbourg, Köln ve Frankfurt) ve Orta
Almanya (Basel, Nürnberg, Ratisbonne) .

1 94 AvRU PA'N ı N Docuşu


Bu karışıklığın daha kısa ve daha az şiddetli olan son dönemi, 1 440
ile 1 460 arasındaydı ve Almanya (Viyana, Köln ve Nürnberg), Flandre
(Gent) ve her zamanki gibi 1455'te Paris'i kapsamıştı. Pierre Monnet,
1 300 ile 1 3 50 arasında, 250 kezden az olmamak kaydıyla, yüzden
fazla Alman kentini sarsmış bu çatışmaların özel karakterini analiz et­
miştir. Bunlar ne İtalyan tipi tiranlıkların güçlenip yerleşmesiyle ne de
zanaatların demokratikleşmesiyle sonuçlanmıştır. Barışın geri gelişi,
iktidarlarını korumayı başarmış seçkin gruplar tarafından örgütlen­
miştir.

Kuzey Avrupa 'da Çatışmalar

İskandinavya Avrupa'sında, Hansa Birliği tüccarıyla İskandinav zana­


atkar ve köylü kitleleri arasındaki çarpışmalar ve kuzey krallıkları ara­
sındaki rekabet yüzünden, toplumsal çatışmalar daha karışık bir hal
almıştı. 1 3 97' de Kalmar' da Danimarka, Norveç ve İsveç' ten ibaret üç
krallık, hanedan esasına dayanan kalıcı bir birlik ilan etmişti. Fakat
1 434'te İsveç soyluları ve köylüleri isyan halindeydi. Bu bölgeye dair
bir kentsel şiddet örneği, Bergen halkının, Hansa Birliği tarafından
kışkırtılmış 1 45 5'teki isyanıdır. Bu isyan, kraliyet iktidarına, pisko­
posa ve sonunda öldürülmüş olan 60 başka şahsiyete yöneltilmişti.
Hem kendi içinde bölünmüş hem de Hansa Birliği'nin Alman ve Hol -
landa tacirlerine derin bir düşmanlık duyan İskandinavya dünyası,
Avrupa'nın özellikle istikrarsız bir bölgesiydi. Başka bir yerde,
1 478'de, büyük Moskova prensi, Novgorod'u ele geçirmiş ve Hansa
Birliği'nin tacirleri 1 494'ten itibaren burada faaliyette bulunamaz ol­
muştu. Yeni belirmiş Rus gücünün ortaya çıkması, daha önce Rus­
ya'yla Avrupa'yı birleştirmiş ilişkilerin sorgulanmasını beraberinde
getirmiştir.

Kilise Birliğinin Parçalanması: Büyük Bölünme

Hıristiyanların 1 4. yüzyılda içinde bulunduğu karışıklığa katkıda bu -


lunmuş bir başka olay da Papalık'la ilgiliydi. Her şeyi başlatan, Roma
halkını 1 3 00 Jübilesi'nden sonra harap eden bitmek bilmez çatışma­
lardı. Bu sorunlara bulaşmamak için, 1 305'te seçilmiş ve Lyon' da taç
giymiş Bordeaux Başpiskoposu Fransız Papa V. Clemens, Roma'ya

Ü RTAÇAG ' I N SON BAHAR! M I, YENİ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 1 95


gitmemişti. 1 3 1 2'de Rhône Nehri üzerindeki Vienne'de toplanacak
bir konsil çağrısında bulunmuş ve olayların Roma'ya gitmesine imkan
verecek kadar yatışmasını ümit ederek 1 3 09' da Avignon'a yerleşmiş­
ti. Fakat V. Clemens'in selefleri hiçbir zaman Avignon' dan Roma'ya
gitmemiştir. Büyük oranda ağır vergilerin finanse ettiği kurumlar sa­
yesinde, orada görkemli bir Papalık sarayı inşa etmiş ve Hıristiyanlık
alemi için etkili bir yönetim oluşturmuşlardı. Bu yönetim Papalık
Meclisi, hazinesi ve bürokrasisiyle övünebiliyordu. Çeşitli Papalık ka­
bul salonları ile bir cezaevi Avignon Papalığını 1 4. yüzyıl Avrupa'sının
en başarılı monarşi yönetimine dönüştürmek için bir araya gelmişti.
Avignon'un kabaca Hıristiyanlık aleminin merkezinde olan coğrafi
konumu, bu Papalık başarılarını fazlasıyla desteklemişti. Yine de bu
dönemin Avrupalıların büyük kısmının zihinlerindeki en önemli ko­
nu, Roma kentinin temsil ettiği şeylere bağlılıklarıydı. Avrupa bugün
bile, belli yerlerin itibarları, anıları ve bunların ne sembolize ettiği ko­
nusunda duyarlı olmayı sürdürmektedir. 1 4. yüzyıl boyunca, sadece
Kilise içinde değil, ruhban sınıfından olmayan kitle arasında da ifade
bulmaya başlamış olan kamuoyu, çok büyük bir çoğunlukla, Papalığın
Roma'ya dönmesi konusunda yaygara koparmıştı. 1 3 67'de bu talebe
kulak veren V. Urbanus Roma'ya gitmek için Avignon'u terk etmiş
ama Roma'nın içinde bulunduğu durum, 1 3 70'te tekrar Avignon'a
dönmesine neden olmuştu. Nihayet selefi XI. Gregorius 1 3 78' de Pa­
palığı kesin olarak Roma'ya geri getirmeyi başaracaktı.
Roma'nın iç çatışmaları, kentin büyük aristokratik aileleri arasın­
daki rekabetten ve kışkırtıcıların oyununa gelmeye hazır bir halkın
varlığından ötürü Papalık Avignon' dayken artmıştı. Bu dönemde Ro -
ma' da yer almış sıradışı bir olay, Antikçağ edebiyatı alanında yetişmiş
hayli eğitimli ve alçakgönüllü bir insan olan Cola di Rienzo'yla ilgiliy­
di. Bu kişi olağanüstü bir hatipti. Antik metinlerden yaptığı alıntılar ile
herkesin hoşuna giden uçuk kaçık kehanetlerden oluşan konuşmala -
rıyla, kitlelerin desteğini kazanmış ve onların desteğini arkasına alarak
başkent Roma' da belediyenin idaresini ele geçirmişti. Fakat büyük
Roma ailelerinin düşmanlığı, Kardinal Albornoz'un komutası altında
kente asker gönderen papanınkiyle birleşince, Cola di Rienzo sürgüne
gitmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Roma' ya geri gelme girişiminde
bulunmuşsa da, iktidarı tekrar ele geçirmeyi başaramamış ve 1 3 54'te
öldürülmüştü. Bu olay sadece Roma'yı değil, tüm Hıristiyanlık alemi -
ni derinden sarsmış, Antikçağ Latin düşüncesinin yeniden doğuşunu
teşvik etmişti. XI. Gregorius'un Roma'ya dönüşü, değil Kilise içinde

1 96 AVRUPA' N ı N D o c u ş u
barışı yeniden tesis etmek, aksine daha ciddi bir kriz başlatmıştı. Erken
ölümü, sonu isyana varan bir kardinaller toplantısına yol açmıştı. Bu
sıkıntılı durumda seçilmiş Papa VI . Urbanus, şiddetli bir düşmanlık
yaratmıştı. Kardinaller toplantısındaki bir çoğunluk, onun seçilmesi -
ne karşı çıkmış ve yerine VII . Clemens'i seçmişti. Fakat VI . Urbanus
çekilmeyi reddetmişti. Böylece Papalık makamında aynı anda iki papa
olmuştu: Roma'da İtalyan VI . Urbanus ve Avignon'da Cenovalı VII .
Clemens. Her ikisi de bölünmüş durumdaki Hıristiyanlık aleminin
farklı parçalarını harekete geçirmişti. Avignon'a bağlı olanlar Fransa,
Kastilya, Aragon ve İskoçya'ydı. Roma'ya bağlı olanlar da İtalya, İngil­
tere, Germen İmparatorluğu ve Doğu ve Kuzey Avrupa'nın çevre kral -
lıklarıydı. Her iki papa da ayrı kardinaller tarafından desteklenmiş ve
papalar öldüklerinde bunlar kendi ayrı kardinal toplantılarını düzen -
lemişti. VI. Urbanus'un ardından IX. Bonifatius (1 3 89-1 404 arasın­
da papa), VII . Innocentius ( 1 404-06 arasında papa) ve XII. Gregorius
(1 406-09) gelmişti. Clemens'in ardındansa 1 3 94'te XIII. Benedictus
gelmişti. Tüm ulusal kiliselerin, kendi hükümdarları ve siyasi liderleri
tarafından alınmış kararlara itaat etmiş olmaları ( 1 6. yüzyılda Reform
bağlamında da olacağı gibi) dikkat çekiciydi. Bu durum birçok Hıristi­
yan'ı (ruhban ve ruhban olmayanları aynı şekilde) derinden sarsmış
ve şaşırtmıştı. 1 3 95'ten itibaren Fransa, her iki papanın aynı anda
mevkilerinden feragat ederek emekliye ayrılacakları bir çözüm için
bastırmaya başlamıştı. XIII. Benedictus böyle bir şeyi yapmayı red­
detmişti. Buna rağmen 1 409' da her iki taraftan gelen kardinallerden
oluşmuş bir konsil, her iki papayı da azletmiş ve yerlerine V. Alexan­
der'ı atamıştı. Kısa bir süre sonra Alexander'ın yerine XXIII. Johannes
geçmiş olmasına rağmen, mevcut gelenek onu hiçbir zaman gerçek bir
papa olarak tanımamış olduğundan, bu kişinin adı resmi papalar liste­
sinde yer almayacaktı. Bu sırada, hem X I I I . Benedictus hem de X I I .
Gregorius mevkilerini bırakmadıklarından, artık iki yerine ü ç papa
ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine, XXIll. Johannes, Roma'dan atılmış
ve 1 4 1 S'te de Konstanz Konsili tarafından azledilmişti. Bu noktada
X I I . Gregorius çekilmiş ve artık tecrit edilmiş olan XIII. Benedictus
de bir kez daha azledilmiş ve en sonunda konsil, 1 1 Kasım 1 4 1 7' de V.
Martinus'u, uzlaşmanın birleştirici papasını seçmişti. Bir başka kısa ve
daha az ciddi bölünme dönemi 1 43 9 ile 1 449 arasında yaşanmış ama
Floransa Konsili ve Papa iV. Eugenius bunu kesin bir çözüme kavuş­
turmuş ve hatta aşırıya giderek, Roma Latin Kilisesi'yle Rum Orta -
doks Kilisesi'ni uzlaştırma girişiminde bile bulunmuştu. Fakat bu ta-

Ü RTAÇAG' I N SONBAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 1 97


sarı, 1 45 3 'te Konstantinopolis Türklerin eline geçtiğinde yok olacak­
tı.
Büyük bölünme, Hıristiyan Avrupa üzerinde büyük bir gerilim ya­
ratmıştı. Birlik uzun bir süre için bozulmuştu. Olumlu açıdan bakıla­
cak olursa, bölünme Hıristiyanların Roma Kilisesi'ne olan bağlılıkla­
rının gücünü açığa çıkarmış olabilirdi ama diğer yandan Kilise'nin bir­
leştirici rolü derin bir şekilde sarsıntıya uğramıştı. Ulusal Kiliseler,
Roma'yla aralarına mesafe koymuş ve monarşiler artık Papalık'la ikili
anlaşmalar sistemine geçme hazırlıklarına koyulmuştu. Avrupa' da Pa­
palık ile devletler arası çatışmaların devri başlıyordu.

Yeni Heretikler: Wycliffe'çiler ve Husçular

1 4. ve 1 5. yüzyıllarda bir önceki dönemin büyük heretik akımları eri­


yip gitmişlerdi. Katharosçular zamanla kaybolmuş ve Valdocular da
ancak tecrit edilmiş bir yaşamı seçerek varlıklarını sürdürebilmiş, ço­
ğunlukla Alp vadilerinde ve Kuzey İtalya'nın az sayıdaki ücra köşele­
rine çekilmişlerdi. Fakat artık genelde "modern" kabul edilen ve doğ­
rudan 1 6. yüzyıl Protestan Reform hareketini haber veren yeni here -
tik akımlar belirmişti. Bunların başlıca ikisi, 1 4. yüzyıl İngiltere'sinin
John Wycliffe'iyle Lollardları ve 1 5. yüzyılın başlarında Bohemya' da
ortaya çıkan Jan Hus'la Husçulardı. John Wycliffe ( 1 3 3 5- 1 3 84 do.)
Oxford'da teoloji hocasıydı. Wycliffe, Hıristiyanlığın dini törenleri -
nin geçerliliğinin, onları idare edenlerin makamlarına değil, günahsız -
lıklarına bağlı olduğunu ve dolayısıyla uygun olmayan rahiplerin yap­
tırdığı dini ayinlerin geçersizliğini savunan eski düşünceyi yeniden
canlandırmıştı. Ayrıca ona göre, Hıristiyan dininin geçerli yegane un -
sudan, Kitabı Mukaddes' in kapsadıklarıydı. Bu yüzden, kökeni Kutsal
Kitaplarda olmayan ve bunlara karşılık gelmeyen tüm Kilise kararları -
nı reddetmişti. Bu sebeple, tasvir kullanımını, kutsal yerleri ziyaret et -
meyi ve ölülerin günahlarının bağışlanmasını reddetmişti. Yaşamının
sonuna doğru Aşai Rabbani ayini hakkındaki radikal fikirlerini yay -
maya başlamış, ekmekle şarabın Mesih'in bedenine ve kanına dönüş -
mesi fikrine ve de "özel" dinler olarak gördüğü dini tarikatlara saldır -
mıştı.
Wycliffe'in Aşai Rabbani ayini hakkındaki fikirleri, Oxford' da
1 3 80'de ve Londra'da da 1 3 82'de mahkum edilmişti. Rivayete göre,
o 1 3 8 1 'deki işçi ayaklanmasının, doğrudan doğruya destekçisi değil -

1 98 AVRUPA' N I N Doc uşu


se şayet, esin kaynağıydı. Uzun vadede, Wycliffe'in en büyük etkisi
muhtemelen Kitabı Mukaddes'i İngilizce'ye çevirmiş olmasından
kaynaklanmıştır. Düşünceleri, özellikle Oxford' da ölümünden sonra
da yayılmaya devam etmiştir. Bu düşünceler, 1 5. yüzyılın başında
önemli ölçüde anlaşmazlık konusu olmuş ama varlıklarını, aralarında
bir kısmının parçası oldukları 1 6. yüzyıldaki Reform hareketine kadar
oraya buraya dağılmış şekilde sürdürmüştür.
1 4. yüzyılın sonuna gelindiğinde Wycliffe'in fikirleri, "dilenciler"
sözcüğünün eş anlamlısı beghard'lar sözcüğüyle adlandırılan bazı mü­
ritlere, Lollardlara, esin kaynağı olmuştu. Bu terim, aşağılayıcı bir şe­
kilde, Wycliffe müritlerinin oluşturduğu ve çeşitli başka "yoksul ra­
hiplerin" katıldığı Oxford vaizleri olarak tanımlanan bir grup için ol­
duğu gibi, marjinal dinlere katılmış diğerleri için de kullanılmıştı.
Bunlar, kendilerine birtakım hamiler buldukları önemli siyasi ve top­
lumsal çevrelerde önemli miktarda nüfuz edinmiş ve hem Wycliffe'in
İngilizce Kitabı Mukaddes çevirisini yaymaya hem de bir dizi radikal
proje için esin kaynağı olmaya devam etmişlerdi. Bu projelerden biri
din adamlarının mülkünü umumun kullanımına açma planıydı; buna
paralel olarak, 1 4 1 O' da parlamento tüm piskoposluk ve manastır
mülklerine el koymayı görüşüyordu. Lollardlar şiddetli zulme maruz
kalmıştır: 1 5. yüzyılın başında kazıkta yakılmaya mahkum ediliyor­
lardı. Fakat etkileri, çeşitli fikirlerinin Protestan Reformu tarafından
ele alındığı 1 6. yüzyıla kadar uzanacaktı.
Diğer büyük ve ilk başta yarı-heretik, ardından kesinlikle heretik
hareket Bohemya' da Jan Hus (1 3 70- 1 4 1 5) tarafından başlatılmıştı. O
sıralarda kurulmuş Prag Üniversitesi'nde bir öğrenci olan Jan Hus,
Çeklerle Almanları hem profesyonel anlamda hem de etnik olarak
karşı karşıya getirmiş ve giderek daha şiddetli bir yapı kazanan çatış­
malara katılmıştı. 1 409- 1 O arasında üniversitenin rektörü olan
Hus'un öğretisi Wycliffe'ten etkilenmişti. Almanlar nominalist bir
teoloji tercih ederken, Hus fikirlerin aşkın gerçeklikler olduğundan
yola çıkarak, ilahi akılda evrensellerin varlığını olumlayan bir radikal
realizm ileri sürmüştür. Fikirlerinin etkisi hiçbir şekilde üniversite
çevreleriyle sınırlı kalmamıştır; çünkü 1 402 'den itibaren Prag' daki
Bethlehem Şapeli'nde Çekçe vaaz vermiştir. Kilise' de ahlak reformu
ve Tanrı'nın sözüne tam itaati talep etmiş ve bu yüzden Kilise hiyerar -
şisini karşısına almıştı. Çek meslektaşları tarafından desteklenen Hus,
tüm Alman hocaları ve öğrencileri üniversiteyi terk etmeye zorlayan
Kutna Hora kararını (1 409) geçirmesi için Bohemya kralını ikna et -

Ü RTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 1 99


miştir. Bu kişiler de gidip Leipzig Üniversitesi'ni kurmuştur. 1 41 0'da
Wycliffe'in çalışmaları halkın önünde yakılmış ve Jan Hus aforoz
edilmiştir. Prag'ı terk ederek gönüllü sürgüne giden Hus, sürgünde
kendisini vaizliğe ve polemiklerini yürüttüğü risaleler yazmaya ada­
mıştır. Örneğin De ecclesia adlı çalışmasında Kilise'yi yazgısı önceden
belirlenmişlerin meclisi olarak tanımlamış ve papanın üstünlüğünü
reddetmiştir. 1 4 1 4'te haklılığını Konstanz Konsili önünde kanıtlama­
sı için yapılan daveti kabul etmiştir. Fakat oraya vardığında, hemen
hapse atılmış ve bir halk meclisinde kendisine yöneltilmiş tüm suçla­
maları reddetmiş olmasına rağmen, 5 Temmuz 1 4 1 5'te mahkum
edilmiş ve kazıkta yakılmıştır. Külleri Ren Nehri'ne serpilmiştir.
Çeklerin büyük kısmı bu mahkumiyeti kabul etmemiş ve onun fi -
kirlerine bağlılığını sürdürmüştür. Bu olay Hıristiyanlık alemini sü­
rekli etkilemiş ilk mezhep ayrılığıdır. Prag, artık Husçuların eline geç­
miş ve aynı zamanda Bohemya kralı da olan imparatora karşı ayaklan -
mıştı. İsyan, en radikal Husçu grup olan Taborluların fikirlerini be­
nimsediğinde çok daha vahim bir aşamaya ulaşmıştı. Dini açıdan ba­
kıldığında, Çekler Roma Kilisesi'nden ayrılmış ve komünyonu ruh­
ban sınıfından olmayanları kapsayacak şekilde genişletmişti. Ulusal
açıdan bakınca, bu hareket yabancı (özellikle Alman) bir dil ve değer­
ler yerine Çek dilinin ve değerlerinin yeğlendiğini doğrulamıştı. Top -
lumsal açıdan bakınca, bu hareket köylüleri çok önemli bir konuma
yükseltmiş ve feodal yapıları ortadan kaldırmıştı. 1 42 1 ile 1 43 1 ara­
sında Kilise ve Alman Elektörler, Husçular üzerine dört dini sefer dü -
zenlemiş ama piyadeler gibi arabalarını siper alıp savaşan köylülerden
oluşan Hus güçleri inançlarından güç alarak düşman süvarilerini alt
etmiş ve 1 428-29'da yıkım ve terörü Lusatya, Saksonya ve Frankon­
ya'ya taşımıştı. Husçu hareket ilk büyük Avrupa devrimci hareketidir
ve Avrupa'yı şaşkına çevirmiştir. İmparator Sigismund ılımlı Husçu -
larla uzlaşmaya varmak zorunda kalmış ve bu kişiler yıllarca zafer ar­
dından zafer kazanacak Podebradlı Jiri'yi liderleri olarak seçmiştir; ve
o Bohemya kralı olarak 1458 ile 1 47 1 arasında Bohemya'daki Alman
kalelerini ele geçirmiştir.

Devotio moderna

Böylece din, 1 4. ve 1 5. yüzyıl başları Avrupa'sını sarsmış birçok soru -


nun nedeni olmuştur; bu sorunlar da az çok şiddetli birçok çatışmaya

200 AVRU PA'N J N D o c u ş u


yol açmıştır. Fakat bu şiddet görüntüsünü, muhtemelen Avrupa du­
yarlılığını çok daha derinden etkilemiş olan, Hıristiyanlık dini çerçe­
vesindeki barışçıl gelişmelerden bahsederek dengelememiz gerekiyor.
Bu, devotio moderna (yeni ibadet) olarak bilinen harekettir. Hallan -
da' da Deventer'li bir tekstil tacirinin oğlunun deneyimlerinden kay­
naklanmıştır. Adı Geert Groote olan bu kişi rahip olmuş ama 1 3 74'te
içinde bulunduğu yaşam tarzını terk etmiş ve Monnikhuizen Manas­
tır'ına çekilmiştir. Groote kendisini bu tarihten itibaren, rahiplerin,
din adamlarının ve ruhban sınıfından olmayan kardeşlerin hepsinin
Ortak Yaşam Kardeşleri olarak birlikte yaşadıkları dini toplulukları
örgütlemeye adamıştır. Ayrıca bu topluluklarda kadınlar için de bir
bölüm açılmıştır. Groote ve müritleri, kilise rütbe ve makamlarını sa­
tın almaya, birden fazla makam ve dolayısıyla kazanca sahip olmaya,
rahiplerin metreslerle yaşamasına ve yoksulluk yeminlerine riayet
edilmemesine saldırarak reform vaaz etmiştir. Devotio moderna hare­
ketinin etkisi, 1 3 . ve özellikle de 1 4. yüzyılda gelişen mistik hareket
kadar derin olmamıştır ama hareket somut sorunlarla uğraşmış ve Me -
sih'in insanlığını model olarak almış olan basit ve pratik bir dindarlık
türü telkin etmiştir. Bu hareket, 1 47 1 'de ölmüş Thomas a Kempis' e
atfedilmiş The Imitation offesus Christ'ı (İsa Mesih'i Taklit Etmek) or -
taya çıkarmış ve söz konusu kitap yüzyıllar boyunca Avrupa' da her iki
cinsiyetten birçok dindarın okuduğu dini bir metin olarak kalmıştır.
Devotio moderna, Protestan Reformu'nun daha radikal kanatları için
marjinal bir öğretiden başka bir şey olmamış olabilir ama Ignacio de
Loyola'ya Cizvit inancının dayandığı fikirlerin bir kısmını sağlamıştır.

Ulusal Duygunun Doğuşu

Bazı tarihçiler 1 4. ve 1 5. yüzyıllarda Avrupa' da patlamış çatışmaları


bir psikolojik olgunun körüklediğine inanmaktadır: Bu, ulusal duygu -
dur. Diğerleriyse, bu dönemde böyle bir şeyin var olduğu iddiasına
kuşkuyla bakıyor. Bernard Guenee, sorunun hatalı formüle edildiğini
düşünmektedir. Bu soruyu daha iyi bir şekilde yöneltmenin yolu şu -
dur: "Geç Ortaçağ'da herhangi bir devletin topraklarında yaşayan Av -
rupalı 'ulus'tan ne anlamıştır? Bu devletin sakinleri kendilerini bir
ulus olarak görmüş müdür? Onlara esin kaynağı olmuş ulusal duygu -
nun unsurları neydi ve bu ne kadar yoğundu? Bu devlet, böyle bir ulu -
sal duygudan nasıl bir güç ve ne düzeyde bir uyum çıkartmıştır?" Gu -

ÜRTAÇAG' J N SONBAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 201


enee'nin yanıtı, "ulus" sözcüğünün modern anlamını ancak 1 8. yüz­
yılda edinmiş olduğudur. Ortaçağ sonlarında "ulus"un eşanlamlısı
olarak kullanılan sözcükler "ırk", "ülke" ve "krallık"tır. Ortaçağ sonla -
rında ulus sözcüğü, modern anlamda, derin ilişkisi olmayan gerçeklik­
ler için kullanılmıştır sadece: Bu yüzden, Almanya' da sadece impara­
torluk fikriyle bağlantılı olmuştur ve bu, Almanya veya Almanlık fik­
riyle karıştırılmamalıdır. Fransa' da ulusal duygunun doğuşu Yüz Yıl
Savaşı'yla yakın ilişki içinde olmuştur. Bununla beraber, Bernard Gu­
enee bu duygunun uzak kökeninin 1 3 . yüzyıla götürülebileceğini ilan
etmektedir. Bizim bugün "ulusal duygu" olarak adlandırdığımız şeye
en yakından benzeyen olgu, ilk kez muhtemelen İngiltere' de ve özel­
likle de İngiliz tarihçiliğinde tespit edilebilir. Son zamanlarda yapılmış
iyi bir çalışmada, Olivier de Laborderie, ünlü soy kütüklerinin nasıl 1 3 .
yüzyılın sonunda ve 1 4. yüzyılın başında, ancak 1 2. yüzyıla kadar ge­
riye giden İngiliz ulusal duygusu perspektifinden anlaşılabileceğini
göstermiştir. Bu konuda Monmouth'lu Geoffrey'in Historia regnum
Britanniae'sinin ( 1 1 3 6 do.) başarısının belirleyici olduğunu ileri sür­
mektedir. Bu yapıt, Brutus'u (Breton krallarının efsanevi atası Kral
Brutus) ve yarı tarihi Kral Arthur'u popüler kılmıştır. Bununla birlik ­
te, Yüz Yıl Savaşı, hakiki ulusal duygunun kökeni olmasa bile, bunun
İngilizler arasındaki gelişimini körükleyecek, büyük önem taşıyan bir
değişikliğe neden olmuştur. Artık düşmanın dili olarak görülen Fran -
sızca'nın İngiltere'nin resmi dili olmasına son verilmiş ve bunun yeri­
ni halkın dili olan İngilizce almıştır. Dilsel tutarlılık ulusal duygunun
olmazsa olmaz bir unsuru değildir ama bunun İngiltere' deki gelişimi­
ni kesinlikle güçlendirmiştir. Genellikle ulusal duygunun gelişiminin
doruk noktasını temsil ettiği düşünülen Shakespeare, II. Richard'ın
oyuna adını vermiş kahramanının yaptığı ünlü konuşma aracılığıyla
İngiliz ulusalcılığını görkemli bir şekilde ifade etmiş ilk kişidir.
Benzer şekilde, Saint-Dennis Manastırı'nda yazılmış ve 1 2 7 4'ten
itibaren Les Grandes Chroniques de France olarak bilinen çalışmalarda,
Fransa'nın adının geçtiği yerleri belirtmek uygun olacaktır. Her iki du -
rumda da "ulusal duygu" ile monarşi arasında kesinlikle bir bağlantı
olduğu görülmektedir. Ülke ve monarşi arasındaki bu bağlantı Jeanne
d'Arc olayında da besbellidir. Fakat bu durumda "popüler" bir tavır
söz konusu olmuş olabilir. Öyle olsa da, ulusal duygunun evrimi sade -
ce seçkin bir azınlığı kapsamış gözükmektedir ve daha sonra edinece -
ği zengin çağrışımlara sahip olmanın çok uzağındadır. "Vatanseverlik
ruhu"ndan bahsetmek muhtemelen çok daha anlamlı olacaktır. Çün -

202 AVRUPA' N I N 0 0 G U Ş U
kü Ernest Kantorowicz Pro patria mori (insanın ülkesi için ölmesi) öz­
deyişinin Ortaçağ'ın sonunda ne kadar yayılmış olduğunu göstermiş­
tir. Her halükarda, ulusal duygunun 1 4. ve 1 5. yüzyıl Avrupa'sındaki
gelişiminin değerlendirilmesi hassas bir meseledir ve bir ulusun olu­
şumunun sadece duygular ve psikoloji meselesi olmadığı ortadadır.
Böylece, şimdi "ulus" teriminin, onun modern anlamının gelişi­
minde rol oynamış kullanımlarını dikkate alalım. 1 5. yüzyılda "ulus"
anlamındaki "nation" terimi iki özel topluluk türüne uygulanmıştı:
üniversiteler ve konsiller. Üniversiteler, kurumsal anlamda düzgün
bir faaliyetin sağlanması için farklı kökenlerden gelen çok sayıdaki öğ­
rencilerini uluslar şeklinde gruplara ayırmıştı. Bu şekilde kısımlara
ayırma, ilk kez 1 1 80' de, üniversite öğrencilerinin Alpler'in kuzeyin­
den ve güneyinden gelmiş olmalarına göre iki grup şeklinde örgütlen­
diği Bologna'da ortaya çıkmıştı. Alpler'in güney tarafından gelen öğ­
renciler üç alt-ulusa (Lombardiyalılar, Toscanalılar ve Sicilyalılar) ay­
rılmıştı. Kuzey tarafından gelen öğrencilerse, kabaca Hıristiyanlık ale­
minin diğer krallıklarıyla siyasi birimlerine karşılık gelen 1 3 grup
oluşturmuştu. Buna benzer bir sistem Paris'te 1 22 2'de belirmiş olsa
da, bu uygulama dört ulusa ayrılmış edebiyat fakültesiyle sınırlı kal -
mıştı: Normandiya, Picardy, Fransa ve Anglo-Almanya. Bu örnek, bir
Ortaçağ "üniversite-ulusu"nun üyelerinin benimsemiş oldukları or­
tak bir milliyetle kesinlikle özdeşleştiremeyeceğini göstermektedir.
Örneğin burada "Fransız ulusu" diğer Akdeniz ülkelerinden hoca ve
öğrencileri de kapsıyordu; bize hakiki bir melez olarak gözüken "Ang­
lo-Alman ulusu" aslında 1 5. yüzyılda çok önemliydi ve Ortaçağ
normlarına göre gayet başarılı bir şekilde faaliyet göstermişti. Buna
karşılık Prag'da, daha önce gördüğümüz gibi, Çek ve Alman ulusları
tamamen etnik bir ölçüte göre ayrılmışlardı ve bu şiddetli bir çatışma­
ya yol açmış, bunun sonucunda Alman ulusu üniversiteden atılmıştı.
1 5. yüzyıl başlarındaki büyük konsiller de, her şeyden önce de
Konstanz Konsili, bu tür ulusal ayrımları kullanmış ve yaymıştı. Bu
konsilde yer almış her "ulus" coğrafi, tarihi veya dilsel açılardan birbi -
riyle az çok ilişkili çeşitli ülkeleri temsil etmişti. O gün anlaşıldığı şek -
liyle "ulus" fikri, sadece Avrupa mekan ve toplumunu düzenleyen bir
örgütleme şekli olmuştur. Benzer şekilde, Avrupa dışına doğru Avru­
pa yayılması bağlamında baktığımızda, dış ülkelerde ticari faaliyet yü -
rüten, pazar ve panayırlarda çalışan Avrupalı tacirler geldikleri kentin
veya bölgenin sakinlerinden oluşan "uluslar" şeklinde örgütlenecek,
onları temsil edecek ve onlara yardım edecektir.

ÜRTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 203


Siyasi Kehanet

Siyasi kehanet, ulusal duyguyla yakından ilişkili bir olgudur ve kendi -


sini 1 4. ve 1 5. yüzyıllarda güçlü bir şekilde açığa vurmuştur. Orta­
çağ'ın din adamları, Eski Ahit'i okumanın ve bu faaliyetten gelen te­
fekkürlerin sonucunda, peygamberlere ve onların kehanetlerinin si -
yasi yanlarına büyük önem atfetmeye alışmışlardı. Colette Beaune bu
tür tavrın yayılmasında " 1 4. yüzyılın belirleyici olduğunu" düşün­
mektedir. Avrupa uluslarının büyük kısmı ve büyük İtalyan kentleri
kendi kehanetlerini oluşturmuştu. Fransa' da kehanet, babasının adı
da Charles olan Charles adında bir kralın 1 3 yaşında iktidarı ele geçire­
ceğini, ilk başta birtakım isyanlar karşısında ve ardından İngilizlere
karşı muzaffer olacağını ve Kutsal Topraklar'ı ele geçirip Kudüs'te öl­
meden önce hem Roma' da hem de Kudüs'te imparator olarak taç giye­
ceğini ileri sürmüştü. İspanya' da Aragonlu Fernando, onun Mağribi­
lere karşı nihai zaferini ve yeni bir dünyanın kuruluşunu öngören bir
kehanetin kahramanı olmuştu. Colette Beaune şöyle yazmaktadır:
" 1 5. yüzyılın sonunda kehanetçilik her yerde görülmekteydi. İtalyan
savaşlarını ateşlemiş ve Kristof Kolomb'u keşif amaçlı deniz yolculu­
ğu için harekete geçirmiş olan kehanet, ilerleme fikrini tasarlamakta
zorlanan bir Ortaçağ dünyasında, önceden oluşturulmuş bir gelecek
tasarlamanın az sayıdaki araçlarından biriydi." Bu kehanetçi Avrupa,
muzaffer ve muktedir bir Avrupa, modern bir Avrupa öngörmüştü.
Ben, Ortaçağ rönesansı olarak adlandırılan şeyi, Perhiz yerine karna­
valla, gözyaşı yerine kahkahayla ilişkilendiren Mihail Bahtin gibi ta­
rihçilere katılmıyorum. Fakat yine de, semavi değerlerin yeryüzüne
indiği Ortaçağ, son zamanların muhteşem kolektif çalışması Le Moyen
Age en lu m iere'de (der. Jacques Dalarun, Paris: Fayard, 2002) gösteril­
diği gibi, insanlara bu dünyevi yaşamda bile mutluluk vermeyi başar -
mıştır.

Matbaa

Bu arada, 1 5. yüzyıl Avrupa'sı görkemli bir gelecek düşlerken, aynı za -


manda daha mutlu bir medeniyetin de, ilk olarak gerçekten burada,
yeryüzünde, kapısını aralıyordu. Matbaanın icadı, okumanın büyük
ölçüde yayılmasına ve yazma faaliyetiyle kitaplar açısından da bir za­
fere yol açacaktı. Matbaacılığın Batı dünyasındaki ilk aracı, muhteme -

2 04 AVRUPA' N I N Docuşu
len kabartma gravürlerin kazındığı tahta bloklar olmuştu. Bunlar,
1 400 gibi erken bir tarihte kağıt üzerinde xylograph {tahta resim kalı­
bı) denen metinleri yeniden üretmek için kullanılıyordu. Fakat bu
tahta resim kalıpçılığı yaygın bir şekilde kullanılmıyordu; 1 5. yüzyılın
başında, düzinelerce kopyacının bir ustanın diktesi altında çalışarak
özel çalışma odalarında gerçekleştirdiği el yazmalarını elle kopyala­
masından, daha az sayıda metin ortaya çıkarıyordu. Kağıdın kullanıl­
maya başlaması ilk ilerleme olmuş ama nihai buluş, 1 450 civarında ti­
po baskının sistematik kullanımıyla gelmişti. Bu yöntemi, Alman Gu -
tenberg ya bulmuş ya da sadece mükemmelleştirerek yaymıştır ama
kesin olan bir şey varsa o da Mainz' de Avrupa'nın ilk matbaasını faali­
yete sokan kişinin o olduğudur. l 454'te burada bulunan bir basımevi
tamamen boş bakır kalıpların yardımıyla geliştirilmiş tipo baskı aracı­
lığıyla kitaplar üretiyordu. 1 45 7'de Mainz basımevi kırmızı, mavi ve
de siyah renklerin kullanıldığı renkli bir ilahiler kitabı ortaya çıkar­
mıştı. Matbaacılık, 1 5. yüzyılın sonunda neredeyse tüm Avrupa'ya ya­
yılmıştı. 1 466'da Faris Üniversitesi'nde bir matbaacılık kürsüsü yara­
tılmış ve 1 470'te Paris'te ilk basımevi kurulmuştu. Kısa bir süre son­
ra, iki kent matbaacılığın önde gelen merkezleri olmuştu: Zaten Avru­
pa'nın başlıca ekonomik merkezi olan Anvers ve sanatçı Aldo Manu -
zio'nun {1 450-1 5 1 5 civarı) en önde gelen matbaacı olduğu Venedik.
1 500' den önce basılmış ve günümüze kadar korunmuş olan kitaplara
incunabula dendiğini çoğu kişi bilir. Matbaacılık devriminin tam anla­
mıyla etkisini göstermesi biraz zaman almıştı. Lüks ciltlerin dışındaki
basılı kitaplar bile aşırı derecede pahalıydı ve okuma 1 5. yüzyıl sonla­
rında az bir düşüş bile yaşamıştı. Ayrıca, kitapların içeriklerinin değiş­
meye başlaması çok daha sonra, 1 6. yüzyılda gerçekleşmiştir. Matbaa
kullanımı uzun bir süre boyunca Kitabı Mukaddeslerin ve Ortaçağ di­
ni eserlerinin basılmasıyla sınırlı kalmıştır ve ortaya çıkan ürünler,
Ortaçağ türü minyatürlerle resimlendirilmiştir. Fakat basılı kitaplar,
sonunda sadece öğrenmeyi değil, okuma pratiğinin kendisini de ta -
mamen değiştirecektir. Yeni okurların ortaya çıktığı bir Avrupa yola
çıkmıştır.

Dünya Ekonomisi

1 5. yüzyıl ayrıca Avrupa ekonomisi için büyük bir genişleme döne­


miydi. Bu alanın en önde gelen tarihçisi bunu anlamak ve açıklamak

Ü RTAÇAG ' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 205


için "dünya ekonomisi" terimini kullanmış olan Fernand Braudel'dir.
Dünya ekonomisi, belli bir kentin veya bölgenin gözetimi altında, dü­
zenli ekonomik işlemlerin gerçekleştiği bir mekanın oluşturulması
anlamına geliyordu. Braudel'e göre, 1 4. yüzyılda Kuzey Avrupa, Flan­
dre, büyük İtalyan limanları (Cenova, Venedik) ve Asya dünyası ara­
sında düzenli ilişkiler oluşturulmuştu. Braudel, 1 5. yüzyıldaki mer -
kezi Anvers olan bir Avrupa dünya ekonomisini yaratanın bu olduğu­
nu ileri sürmektedir. Antikçağ'ın Roma İmparatorluğu vasıtasıyla
"küreselleşmesi" Akdeniz dünyasıyla sınırlıydı. Dolayısıyla, bu ilk
büyük modern küreselleşmeydi. Tüm küreselleşmeler gibi, bu da tüm
sürece dahil olan kentleri, bölgeleri, toplumsal grupları ve aileleri zen -
ginleştirmişti. Fakat aynı anda, bu ticari değiş tokuşların kurbanları­
nın yoksullaşmasına da neden olmuştu. Böylece birçok kent, sakinle­
rinin büyük bir kesiminin giderek yoksullaşmasına ve marjinalleştiril -
mesine tanık olmuştu. Fernand Braudel bu tür küreselleşmenin sade­
ce ekonomik sektörü değil, siyasi ve kültürel sektörleri de etkilediğini
vurgulamaktadır. Siyasi bir bakış açısından yaklaşıldığında, bu dünya
ekonomisi Avrupa güç dengesi olarak adlandırılacak oluşumu getir­
mişti. Bu küreselleşmiş ekonomik işlemlerin söz konusu olduğu bir
Avrupa'nın doğuşuydu ama bu, aynı zamanda toplumsal ve siyasi
eşitsizliklerin de ağırlaştığı bir Avrupa'ydı.

Genişleyen ve Açılan Avrup a

Avrupa'nın büyüme ve açılma ile kendini gösteren evrimi, 1 4. ve 1 5.


yüzyıllarda göz kamaştırıcı tarzda gelişerek geleneksel olarak Röne­
sans adı verilen çiçeği vermiştir. Daha önceki Le Moyen Age en images
(Resimlerle Ortaçağ) adlı çalışmamda, bu gelişimin dönemin ikonog -
rafısinde ne şekilde ifade bulduğunu göstermeye çalışmıştım. Bunları
kısaca tekrarlayayım. Philippe Aries'in göstermiş olduğu gibi, geçmiş -
te çocuk ihmal edilmiştir. Çocuk anne babanın daimi sevgisinin nes -
nesi olduğu günlük yaşamda ihmal edilmiyordu belki ama kesinlikle
olumlu bir değer olarak da kabul edilmiyordu. Fakat 1 3 . yüzyılda, Hz.
İsa'nın çocukluğuyla ilgili sayısı günden güne artan ve onu kültleşti -
ren metinlerle keşfedilerek sevilen Çocuk İsa sayesinde, çocuklar bir -
den öne çıkmıştı. Artık çocuklar güzel ve büyüleyici yaratıklar olarak
görülmeye başlamıştır. Artık oyun oynayan mutlu ve afacan çocuklar,
tombul küçük bebekler (putti) biçiminde meleklerin dünyasını dol -

206 AVRU PA' N I N Docuşu


durmaya başlamıştır. Çocuğun bu şekilde yükselmesiyle birlikte, ka­
dınlar da merkezi bir yer edinmiştir. Bakire Meryem kültü yayıldıkça,
Meryem' in pieta* tasvirleri, Merhametli Bakire her yerde görülmeye
başlayacaktır; ve aynı zamanda, daha önce tehlikeli bir kadın olarak
geri plana itilmiş Havva da, şimdi dünyevi kadının bedensel baştan çı­
karılmasının timsali olarak öne çıkmıştır. Yüzünün güzelliği Baki -
re'ninkiyle bile yarışmaktadır.
1 4. yüzyıl başları, yazgısı olağanüstü bir başarı olan başka bir yeni­
liğin, portrenin, belirmesine tanıklık etmiştir. Portre, birey ile realizm
olarak adlandırılan temsile ilişkin yeni bir kodun onaylanmasının
ürünüydü. Konuları, hem yaşayanları hem de ölüleri kapsıyordu. Ce­
setlerin yüzleri geleneksel olmaktan çıkıp "gerçek" olmuştu. İlk por­
treler, güçlülerin (papalar, krallar, lordlar ve zengin burjuvaların) yüz­
lerini sunmuş, ardından demokratikleşmişti. 1 5. yüzyılda yağlıboya
resmin başlaması ve ressam sehpası kullanımının gelişmesi, portre -
nin yararına olmuştu ama portre aynı zamanda fresklerde en önemli
unsurdu. Portrelerin yaygınlaştığı bir Avrupa doğmuştu ve bu 1 9.
yüzyılda yerini kısmen fotoğraf alıncaya kadar sürecekti.
Bu serpilip gelişen Avrupa' da gastronomi yeni bir lüks başlatmış ve
birçok yeni şölen düzenlenmiştir. Burgonya Dükü İyi Philippe'in
1454'te Lille' de düzenlediği sülün şöleni neredeyse efsanevi bir ün ka­
zanmıştı. Kumar, artık aristokrat çevrelerin ötesine yayılmış ve yaşamın
her alanını işgal etmişti. 1 5. yüzyıl başlarında, tarot kartlarına zar da ek­
lenmişti. Kart oynayan Avrupa ortaya çıkmış ve bu, özellikle İngilte­
re' de, bahis oyunlarında patlamayı körüklemişti. Bu Avrupa, her yerde
şövalyelik düşlerine ve Hollandalı tarihçi ]ohan Huizinga'nın ünlü kita­
bı The Autumn of the Middle Ages de (1 9 1 9) "güçlü bir yaşam zevki",
'

"daha iyi bir yaşama yönelik arzular", "kahramanlık ve aşk hayalleri",


"basit ve huzurlu yaşam hayalleri" olarak adlandırdığı şeylere geri döne -
rek vebayı savuşturmaya çabalıyordu. Bu, kendisini sadece ölüm dans -
larının değil, neşeli dansların da kucağına atmış Avrupa'ydı. Bunlar, 1 4.
yüzyıl ars nova'sı tarafından yeniden canlandırılmış, müzik aletlerinin
ve güzel seslerin sunduğu tüm imkanları sonuna kadar kullanan, ritmik
sesleri büyük bir incelikle kullanarak yaratılan müzik eşliğinde her yer -
de gerçekleşiyordu. Bu kendinden emin bir Avrupa'nın dans ederek,
şarkı söyleyerek ve müzik yaparak ileri çıktığı bir zamandı.

* Pieta: Bakire Meryem'in Hz. İsa'nın ölü bedeni yanında yas tutarken tasviri. (ç.n.)

Ü RTAÇAG' I N SONBAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M i? 207


Floransa: Muhtemelen Avrupa'nın En Güzel Çiçeği

Sözünü ettiğimiz gelişme kendisini en parlak şekilde Floransa' da gös -


terecekti. Burada Rönesans olarak bilinecek şey çoktan çiçek vermek -
teydi. 1 5. yüzyıl Floransa'sı aydınlanmış tiranlık şeklinde gelişmiş
İtalyan kent devletinin en şanlı örneğiydi. Floransa, buradaki büyük
tacir-bankacı ailelerinin ve bunların en önde gelenleri olan Medicile­
rin eseriydi. Bu, Avrupa' da siyasi açıdan sürecek türden bir gelişme
değildi; çünkü gelecekte İngiltere, Fransa ve Kastilya gibi devletler hü -
küm sürecekti. Bununla beraber, bu dönemin kentsel ve despot rejim­
leri yeni Rönesans sanatının gelişimini teşvik etmişti; çünkü bu kent­
leri ve kent devletlerini yöneten bu büyük aileler, özellikle İtalya' da
büyük sanat hamileriydi.
Sadece bir hami değil aynı zamanda seçkin bir şair de olan Muhte­
şem Lorenzo'yu mercek altına almadan önce, onun 1 434 ile 1 464 ara­
sında Floransa'yı idare etmiş büyükbabası Cosimo'nun oynadığı te­
mel role işaret etmeliyiz. Cosimo, antik heykeller, taşlar, paralar ve
madalyonlar toplamış ve aralarında, tüm Avrupa ve Doğu'dan satın
alınmasını veya kopyalanmasını emrettiği 400 kitaplık kendi kütüp­
hanesinin de bulunduğu bir dizi kütüphane açmıştır. Kendi özel dok­
torunun oğlu Marsilio Ficino'yu keşfeden ve destekleyen de Cosimo
olmuştur. Marsilio'nun eğitiminin parasını karşılamış ve onu Careg -
gi'deki villasına kabul etmiştir. Burası, Marsilio'nun kurduğu Yeni
Platoncu akademinin merkezi olacaktır. Cosimo, hümanistleri Latin -
ce'den yerel dillere dönmeye ikna ettiği söylenen retorik ustası arka­
daşı Cristoforo Landino'nun da hamisidir. Benzer şekilde, San Mar -
co' daki reformdan geçmiş Dominikenle ıinin manastırıyla Brunel -
leschi'nin eseri olan San Lorenzo Kilisesi'nin restorasyonları da onun
sayesinde yapılmıştır. Kendi sarayı, gözde mimarı Michelozzo tarafın -
dan tasarlanmıştır. Floransa çevresinde birçok villa ve ayrıca Fiesole
Manastır Kilisesi, Milano' da saraylar, Paris'te İtalyan Koleji ve Ku -
düs'te de bir hastane inşa ettirmiştir. Sonunda onun yanına gömüle -
cek olan dahi heykeltıraş Donatello'ya ve ayrıca daha çok Fra Angelico
olarak bilinen Peder Giovanni da Fiesole'ye iş ısmarlamıştır; San Mar­
co'nun fresklerinin boyanmasını Peder Giovanni'ye bırakmıştır. Ayrı­
ca zamanının bir dizi başka büyük ressam ve sanatçısının da hamisi ol -
muştur.
Floransa yeni Rönesans sanatının en büyük birçok ürününe ev sa­
hipliği yapmıştır: Örneğin 1 5. yüzyıl başlarının en büyük sanatçıla-

208 AVRUPA' N I N D o c u ş u
rından bazıları tarafından yontulmuş Vaftizhane'nin kapıları; yeni
perspektif tekniklerini parlak bir şekilde kullanmış olan Masaccio'nun
Sama Maria del Carmine' de yaptığı devrimci freskler ve aralarında en
olağanüstü olan, Brunelleschi'nin katedral için yaptığı küçük kubbe.
Burası, Floransa 1 5. yüzyıl sanatının tarihi üzerine konuşmanın yeri
olmadığından, kendimi sadece en olağanüstü birkaç sanatçıyı ve eser­
lerini belirtmekle sınırladım. Bu arada, biraz önce gördüğümüz gibi,
Medicilerin teşvik ettiği ve Türklerin Konstantinopolis'i fethinden
sonra kaçan Yunan alimlerinin Avrupa'ya varmasıyla körüklenmiş
Yeni Platoncu hareketten de bahsetmeliyim. Yeni Platonculuk Floran­
sa' da, özellikle de Marsilio Ficino'nun çevresinde gelişmiştir ve bu dö­
nemde Ortaçağ ile Rönesans'ı birleştirmiş büyük yeniliklerden biri­
dir. Aslında Ortaçağ'ın özel bir entelektüel pratiği sürmüştür: Yeni fi­
kirlerin Antikçağ kisvesi altında sunulması, Karolenj döneminden 1 8.
yüzyıla kadar bir dizi küçük rönesans aracılığıyla aktarılmış bir büyük
Avrupa geleneği olmuştur. Öyle ki bu, Andre Chenier'nin " Sur des
pensers nouveaux / Faisons des vers antiques" (Yeni düşünce üzerine
antik dize yazalım) sözüne esin kaynağı olmuştur.
Çılgın, sancılı ama tutkulu 1 5. yüzyıl, fikirlerin ve yaratıcı çalışma­
ların kaynadığı bir kazandı. Burada, tarih yazımının hak ettikleri öne­
mi vermediği iki şahsiyete dikkat çekmek istiyorum.

İki Açık Görüşlü Zeka: Nikolaus Von Cusa. . .

Bunlardan ilki bir filozof olan Nikolaus von Cusa'dır ( 1 40 1 - 1 464).


Moselle Nehri'nin kıyısında Cusa adında küçük bir köyde doğmuştu.
Heidelberg' de beşeri ilimler, Padua' da kilise hukuku ve Köln' de de te­
oloji okumuştu. 1 43 2'de başlamış Basel Konsili'nde yer almış ve ilk
iV. Eugenius ama özellikle de 1458 ile 1 464 arasında il. Pius olarak
papalık yapmış arkadaşı Enea Silvio Piccolomini dahil olmak üzere, çe -
şitli papaların yanında yüksek görevlerde bulunup etkin olmuştu. Fa -
kat bu kardinalin siyasi ve idari etkinlikleri, onun fikirlerinin ve yazdı -
ğı eserlerin gerisinde gölgede kalmıştır. Her şeyden önce Nikolaus,
-kendi düşüncesini oluşturmak için yararlandığı- hem Antikçağ hem
de Ortaçağ'ın teolojik ve mistik yazınının büyük bir alimidir. Jean Mic -
hel Counet'nin gözlemlediği gibi, "gerçek teolojinin ancak insan bir
kez Aristotelesçiliğin ve onun, sonlu dünya için uygun olsa da Tanrı'yı
araştırırken tamamen yetersiz kalan, çelişmezlik ilkesine dayanan

ÜRTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I? 209


mantığının ötesine geçtiğinde başladığını" düşünmüştür. Nikolaus bir
"aydın cahilliği" (incelemesinin başlığı Docta ignorantia'ydı) öner­
miştir. İnsanın Tanrı'yı tam olarak anlamadaki yetersizliğini vurgula­
mış ama aynı zamanda öğrenme ihtiyacının altını çizmiştir. Ona göre,
aydın cahilliği sadece Tanrı'ya entelektüel yaklaşımı olanaklı kılmamış
aynı zamanda yeni bir dünya anlayışına yol açmıştır. Aristoteles'le Pto­
lemaios'un kainatın merkezinde duran hareketsiz yerküre fikrini red -
detmiştir. Kopernik'in öncüsü olmaksızın, "merkezi her yerde, çevresi
hiçbir yerde olan [Pascal' ın devralacağı tanım] sonsuz bir evren, öznel­
liğin kozmolojik temeli olan bir evren" fikrini ortaya atmıştır. Ayrıca
dairenin karelenmesine ilişkin çalışmaların, bu problemin çözümüne
katkıda bulunacağı fikriyle matematikle de yakından ilgilenmiştir. Ni­
kolaus, geliştirmeye çalıştığı matematik sayesinde, rasyonel matema­
tiği aşkın, entelektüel bir türle tamamlayabileceğine inanmıştır. Üst -
lendiği çalışma bir yere kadar Leibniz ile N ewton'ın sonsuz küçük he -
sap yönteminin ilk habercisi gibidir. Arkadaşı i l . Pius gibi Türk istilası
konusunda epey endişeli olan Nikolaus, "inancın içinde barış"ın sağ­
lanması yönünde çalışmak istemiştir. Ona göre, yapılması gereken her
farklı inancın iç sınırlarının ötesine geçmek ve tüm inançların aynı var -
sayıma dayandığını görmekti. Nikolaus, İslam, Musevilik, Zerdüştlük
ve hatta paganizmle felsefe arasındaki doktrine! ayrılıkların aslında sa­
dece ibadet biçimleri düzeyindeki ayrılıklardan ibaret olduğunu dü­
şünmüştür. Tüm bu dinlerin bağlı olduğu ortak inanç, derine inildi­
ğinde Hıristiyanlıktır. Nikolaus von Cusa, Hıristiyanlığın önceliğini
korumuş veya hatta güçlendirmiş olsa da, onun dinlerin sunduğu çok­
luğu anlama çabası başkalarıyla kıyaslanamayacak kadar güçlü ve yeni­
likçiydi. O sadece ekümenik hareketin habercisi olmamış, aynı zaman­
da Ortaçağ' da bilinmeyen bir hoşgörünün temellerini atmıştır.

. . . Pawel Wlodkowic (Paulus Vladimiri)

Üzerinde yoğunlaşmak istediğim diğer kişi, 1 4. yüzyılın büyük ente -


lektüellerinden değildir. O, tarihçiliğin sık sık atladığı ama bence Av -
rupa siyasi düşüncesinin evriminde olağanüstü önem taşıyan bir kita­
bın yazarıdır. Söz konusu kitap, Konstanz Konsili'ne, Krak6w Üni ­
versitesi'nin rektörü Pawel Wlodkowic tarafından sunulan bir risale­
dir. Bu risale, Grünwald Savaşı'nda (Tannenberg, 1 4 1 O) bozguna uğ­
rayan Töton keşiş/şövalyeleriyle Polonya arasındaki çatışma bağla-

210 AVRUPA' N I N Docuşu


mında değerlendirilmelidir. Töton Şövalyeleri'nin Prusya'yla Litvan­
ya'nın paganlarına yönelik davranışlarını gözden geçirmiş olan Wlod­
kowic, paganlara karşı genel bir tavrın benimsenmesini önermiştir.
Görüşlerini Padova'daki çalışmalarının meyveleri üzerinde temellen­
dirmiş olan Wlodkowic, paganlar arasında doğal yasaların geçerli ol­
duğunun ve onlara karşı savaşların ahlakdışılığının altını çizmiş ve ar­
dından onların hem medeni hem de siyasi hak taleplerinin haklılık ge­
rekçelerini sıralamıştır. Şüphesiz bu ona Töton Şövalyeleri karşısında
Polonya krallarının tavrını övme fırsatı vermiştir ama daha önemli
olan, Wlodkowic'in uluslararası hukukta "modern" bakış açısının te­
mellerini atmasına yol açmış olmasıdır. Ona göre, Avrupa, paganlar
ile ayrılıkçıları içine katmaya çalışmalıydı. Onun tavsiye ettiği Avrupa,
artık Hıristiyanlık alemiyle tamamen çakışmıyordu.

İmp aratorluk Sonuna mı Yaklaşıyor?

Kutsal Roma İmparatorluğu'nun, bölgesel ve siyasal manzaranın ger -


çekliklerinden veya bunları gören 1 4. ve 1 5. yüzyıl Avrupalılarının
zihninden silinmek üzere olduğu düşünülmemelidir. Tarihçiler elbet­
te imparatorluğun çöküşünü ve hatta küçülmesini veya en azından
parçalanmasını fark etmişlerdir ancak unutulmamalıdır ki, Kutsal Ro -
ma İmparatorluğu, özellikle İngiliz ve Fransız ulusal monarşileri ile
Alman ve İtalyan kentlerinin güçlenmiş olmasına rağmen, hala sim­
gesel olmanın ötesinde, somut olarak Avrupa birliğini temsil ediyor­
du. İmparator i V. Karl (hükümdarlığı 1 347-1 3 7 8) 2 5 Aralık
1 3 56' daki Altın Ferman aracılığıyla, imparatoru seçen asillerden ve
ruhbandan (elektörler) oluşan meclisin yapı ve işlevini yeniden biçim­
lendirmiştir. Bunlardan artık yedi tane vardır: Mainz, Köln ve Trier
başpiskoposları, Bohemya kralı, Brandenburg markgrafı, * Saxe-Wit -
tenberg dükü ve Ren saray kontu. İmparatora bir imparatorluk meclisi
yardımcı olmaktadır. 1 4. yüzyıl başlarından itibaren bu sadece, "dev ­
letler" olarak adlandırılan unsurlardan, yani imparatorluğun dünyevi
yönetimi ve Kilise'yle ilişkili prens ve kentlerden oluşmuştur. iV.
Karl, imparatorluğun tüm toprakları üzerinde imparatorluk barışı

• Markgraf: Alman soyluluk unvanı. (ç.n.)

Ü RTAÇAG'I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 21 1


(Reichslandfriede) dayatmaya çalışmıştır ama sonunda ortaya çıktığı
gibi, şartlarına uyulan yegane barış antlaşmaları bölgesel olanlar
(Landfrieden) olmuştur. Ayrıca her prens, kendi bölgesinin Kilise'yle
ilgili meselelerini kontrol etmiştir. Öyle ki, 1 5. yüzyılın ortasından
itibaren tek bir "İmparatorluk Kilisesi" yoktur. Almanya'nın Avrupa
doğasını muhtemelen en çok etkilemiş olan şey, imparatorluğun par -
çalanması olmuştur. 1 5. yüzyılda Almanya, 3 5 0 bölgeye (Landschaf­
ten) bölünmüştür ve bu parçaların liderleri, din adamları, fermanlar,
adalet, ordu ve vergilendirme konuları söz konusu olduğunda, bağım­
sız güce sahiptirler ve bu egemen güçler, bir bütün olarak Almanya'nın
yaşamında kesinlikle çok farklı derecelerde etkili olmuştur.
1 5. yüzyıl sırasında Almanya' da elektörlerin yanında yer alan üç
yeni iktidar odağı çıkmıştır. Bunlar Brandenburg, Saksonya ve Avus­
turya'dır. Brandenburg'un markileri * Hohenzollernler kentlere, özel -
likle B erlin'e diz çöktürmüş ( 1 442), Töton Şövalyeleri'ne hakim ol ­
muş, adalet ve maliye alanlarını yeniden örgütlemiş, iktidarlarını Lu -
satya'ya kadar genişletmiş, komşularının oluşturduğu koalisyonu alt
etmiş ve 1 473'te veliahtlık hakkını düzenleyerek ilk çocuğun tahta
geçmesi yasasına göre biçimlendirmiştir. Küçük Saksonya-Witten­
berg elektör dukalığı, İmparator Sigismund burayı 1 5. yüzyılın başın­
da güçlü Wettin hanedanının kontrolüne vermiş olmasına rağmen, bu
yüzyılın sonunda hala önemsiz bir yerdir.
Bu üç gücün arasında en başarılı olan Avusturya'ydı. İmparator III.
Friedrich'in (hükümdarlığı 1 43 8-93) oğlu Maximilian, Avusturya
sorunları üzerinde yoğunlaştığından 2 7 yıl boyunca Almanya' da gö­
rülmemişti. Fakat Avusturyalı Maximilian birçok yükseliş ve düşüşün
ardından, Avusturya gücünü yaratma işine girişmişti. Burgonya Dükü
Cesur Charles'ın varisiyle evlenerek Hollanda'ya sahip olmuştu.
1 486'da kendisini Romalıların kralı seçtirmişti. 1 490'da Macar Kralı
Matthias Corvinus'un ölümünden sonra, Viyana'yı tekrar ele geçirmiş
ve Tirol'un idaresini miras almıştı. 1 49 1 'de Pressburg (Bratislava)
Antlaşması onun Bohemya ve Macaristan üzerindeki haklarını tanı -
mış ve 1 493 'te babasının ölümüyle, Trieste'den Amsterdam'a uzanan
geniş bir alanın hükümranı olmuştu. Modern dönemin arifesinde,
Avusturya imparatorluk hanedanı kendisini Avrupa'nın büyük güçle -
ri arasında ilk sıraya yerleştirmişti. Yakın geleceği, hem bölgesel hem

• Marki: Kontun üzerindeki soyluluk unvanı. (ç.n.)

212 AVRUPA' N I N Docuşu


de siyasal açılardan, bu büyük güçler arasında denge oluşturma giri -
şimleri belirleyecekti.

Avrup a Haritasının Basitleştirilmesi

İmparatorluğun yukarıda açıklanan parçalanması bir yana, Avru­


pa'nın siyasi haritası 1 5. yüzyılda yeniden çizilmiş ve parçalanma yö­
nündeki Alman eğiliminin aksine, bir bakıma basitleşmişti.
İşaret edilmesi gereken ilk nokta, her ne kadar 1 5. yüzyılın insanla­
rı farkına varmamışsa da, iki temel monarşinin, İngiltere ve Fran­
sa'nın arasında Fransız topraklarının büyük kısmını 1 2. yüzyıldan iti­
baren ihtilaf konusu yapmış uzun çatışmanın, Yüz Yıl Savaşı'nın,
Fransa'yı avantajlı kılan bir şekilde sona ermiş olmasıydı.
1 43 5'ten itibaren VII . Charles krallığını geri kazanıyordu. 1 43 6' da
Paris'i almış, 1 449'da Normandiya'yı tekrar fethetmiş ve 145 1 'de Ba­
yonne'u geri kazanmıştı. Fransız başarısı, top ateşinin çok önemli rol
oynadığı Formigny (1 5 Nisan 1450) ve Castillon ( 1 492) zaferleriyle
teyit edilmiş oluyordu. İngiltere Kralı i l . Henry'nin Boulogne'a dü -
zenlediği saldırının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, İngilte -
re'nin Avrupa kıtasındaki tüm topraklarını (Calais hariç) terk etmesi­
ni teyit eden Etaples Antlaşması, Yüz Yıl Savaşı'nın sonunu ilan edi­
yordu.
Bu arada Fransız monarşisi artık doğu kanadında topraklarının bir
kısmını kapsayacak bir Burgonya Krallığı'nın kurulmasından ötürü
kendisini tehdit altında hissetmiyordu. Fransa, Cesur Charles'ın ölü -
münden sonra ( 1 4 77), aynı zamanda Burgonya Krallığı'nın varisi olan
Charles'ın kızı Marie, Habsburglu Maximilian'la evlendiğinde, geçici
bir sorun yaşamıştı. Fakat Fransa, Hollanda'yı Maximilian'a terk et -
meye karşılık Ar ıas Antlaşması aracılığıyla ( 1 482) Picardy'yi, Boulog ­
ne bölgesini, Burgonya Dukalığı'nı, Artois'yi ve Franche-Comte'yi al -
mıştı. Fransız monarşisi bundan başka Anjou hanedanının soyunun
tükenmesinden de yararlanmıştı. Anjou'nun doğrudan varisi kalma -
mış, Kral Rene, Anjou'yu Fransa kralına ve Maine ile Provence'ı da bir
başka yeğenine bırakmıştı. An �vin'lerin sonuncusu 1481 'de öldü -
ğünde, bu iki bölge tekrar Fransa'yla birleşmişti. Bir kez Fransa'nın
Navarra ve Aragon'la olan güney sınırı tanındıktan sonra sadece Bre -
tanya Dukalığı Fransız monarşisinin dışında kalmıştı. Buranın tek va­
risi olan Anne'in Fransa Kralı VIII. Charles'la 1 49 1 'de evlenmesi ve

ÜRTAÇAG' r N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHAR! M I? 213


ardından onun varisi X I I . Louis'yle tekrar evlenmesi, ( 1 499) Bretan­
ya'nın Fransa krallığıyla bütünleşmesini sağlamıştı.
İber Yarımadası'ndaki olaylar daha fazla sadeleşmeye yol açmıştı.
Çeşitli iniş çıkışlardan sonra, Alcaçovas Antlaşması, Portekiz'in ba­
ğımsızlığını korumuş, bunun karşılığında Portekiz de Kastilya'ya dair
tüm hak iddialarından vazgeçmişti. 1464'te Katalonya tekrar Ara -
gon'a dahil edilmiş ve Aragon Kralı Fernando da Kastilya Kraliçesi
Isabel'le Valladolid' de evlenmişti. Bu ikisi "Katolik hükümdarlar" ola­
rak bilinecek ve evlilikleri İspanya'nın birleştirilmesi vaadini sürdüre -
cekti.
Son olarak ve her şeyden önemlisi, Katolik hükümdarlar yeni bir
haçlı seferi atmosferi içinde İspanya'daki son Müslüman krallığı Gra­
nada Krallığı'na saldıracak, 1487'de Malaga'yı, 1 489'da Baza ile Al­
meria'yı ve son olarak 2 Ocak 1 492'de de uzun bir kuşatmadan sonra
Granada'nın kendisini fethedecekti. Bu noktada aynı yıl içinde,
1 492'de yer almış iki diğer olayı da belirtmem gerekiyor: Yahudilerin
Kastilya' dan atılması ve Kristof Kolomb'un İspanya hükümdarlarının
desteğiyle daha sonra Amerika olarak adlandırılacak kıtayı keşfetmesi.
Müslümanların, kökeni 8. yüzyıla giden Avrupa'daki uzun varlığı -
nı artık sona eriyordu. Fakat güneybatıdaki Müslüman egemenliği so­
na ererken güneydoğuda başka bir Müslüman tehdidi belirmekteydi:
Türkler.

Türk Tehdidi

1 4. yüzyıldan itibaren, Osmanlı Türklerinin Avrupa Balkanları'nı


tehdidi her geçen gün biraz daha ciddi bir durum almaktaydı. Osman -
lılar 1 3 5 3 ile 1 3 56 arasında Gelibolu ile Güney Trakya'yı, 1 3 87'de
Selanik'i fethetmiş ve 1 389' da da Sırpları Kosova' da kanlı bir bozgu -
na uğratmıştı; bu savaşın anısı, Sırpların kolektif belleğinde günümü­
ze kadar muhafaza edilmiştir. İmparator Sigismund'un kışkırtması
üzerine Türklere karşı bir Haçlı Seferi harekete geçirilmişti. Bu savaşa
"Avrupa şövalyeliğinin çiçeği"nin ta kendisi adı verilen unsur da katıl -
mış ama bunların hepsi l 396'da bugün Bulgaristan' da yer alan Niğbo -
lu' da katledilmişti. Bu son Haçlı Seferi'ydi. i l . Pi us tarafından
1 459' da Mantova' da toplanmış olan Avrupa'nın Hıristiyan prensleri
kongresi tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Türklerin 1 4 5 3 'te
Konstantinopolis'i fethi Batı' da büyük bir şok dalgası yaratmış ama

214 AVRUPA'N I N Docuşu


Hıristiyan Avrupalıların cephesinde güçlü bir direniş yaratmamıştı.
Türkler 1 463 ile 1 466 arasında Bosna'yı ele geçirmiş, 1 47 8 ve
1 479'da Friuli ile Styria'yı yağmalamış ve 1 480'de de Otranto'yu fet­
hetmişti. 1 47 5 'teyse Ceneviz, Kırım'da Kefe'nin düşmesiyle koloni
imparatorluğunu kaybetmişti. Daha önce belirttiğim gibi, i l . Pius baş­
lığında "Avrupa" sözcüğü bulunan ve hatta bu sözcüğün hakim oldu­
ğu tek Ortaçağ araştırmasını yazan kişiydi. Konstantinopolis'in düş­
mesinin hemen ardından, 2 1 Temmuz 1 45 3 'te, i l . Pius, Nikolaus von
Cusa'ya bir mektup yazmıştı. Burada Türklerin Adriyatik'in İtalyan,
yani Avrupa kıyısına yönelik tehdidinin altını çizmiş ve Venedik'in bu
yüzden gücünü yitireceğini ve bunun Hıristiyanlık alemi için bir fela­
ket olacağım ifade etmişti. Sonunda şöyle bir sonuca ulaşmıştı: "Türk
kılıcı şimdi başımızın üzerinde asılı durmaktadır ama biz bu arada iç
savaşlarla meşgulüz, kendi kardeşlerimizi taciz ederken Haç'ın düş­
manlarının kuvvetlerini, bize saldırabilecekleri şekilde rahat bırak­
maktayız." i l . Pius, Siena'nın Venedik Elçisi Leonardo Benvoglien -
ti'ye aynı yılın 2 5 Eylül'ünde yazdığı bir mektupta çok daha keskin te­
rimlerle Türklerin tehdidi altında bulunan Hıristiyanlık alemindeki
bölünmelere dair çok daha feci bir tablo sunmuş ve bu istisnai ve ör -
nek teşkil eden bağlamda anlamlı bir şekilde "Avrupa" sözcüğünü kul­
lanmıştı: "İşte bu Avrupa'nın çehresidir ve Hıristiyan dininin içinde
bulunduğu durumdur."

Podebradlı Jiri'nin Avrupa Planı

Neredeyse aynı zamanda, ılımlı bir Husçu olan Bohemya Kralı


Podebradlı Jiri, Türkleri geri püskürtecek olmasa da, kontrol altında
tutacak bir plan önermişti. Bir meclis yaratmayı ileri sürmüştü ki, her
ne kadar bu özellikle bir Avrupa meclisi olarak adlandırılmamış ve bu -
nun yerine temelde ortak Katolik inancı üzerinde odaklanılmışsa da,
söz konusu olan aslında birleşik bir Avrupa'yı temsil edecek bir mecli­
se dair ilk plandı. 1 464'teki Latin versiyonunda Universitas olarak ad -
landırılmış bu metin, Jean-Pierre Faye'in 1 992'de yayımlanmış L'Eu -
rope une {Bir Avrupa) adlı çalışmasında derlediği Konstantin Gelinek
tarafından yapılmış bir çeviride, Avrupa için bir Tractatus olarak ad -
landırılmıştır. Bu incelemede, Bohemya kralı açık bir şekilde, tüm Av­
rupa devletleri arasındaki savaşların kesilmesinin, bu tür bir birliğin
hem amacı hem de aracı olması gerektiğini ilan etmiştir. Beş yüz yıl

Ü RTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YENİ B İ R ÇAG I N BAHAR! M i ? 215


önce yazılmış bu inceleme, barış içinde bir Avrupa çağrısında bulun -
muş ve barışı birleşik bir Avrupa'nın getireceği başlıca fayda olarak ta­
nımlamıştır. Bu inceleme, meclisin üyeleri arasında çatışmalar çıkma­
sı durumunda bir birleşik Avrupa hakemlik gücünün müdahalesini
öngörmüştür. Meclis için resmi bir merkez de talep etmiş olan bu in­
celeme, orijinal meclisin yeni Hıristiyan üyeler kabul edebilmesi ge­
rektiğini de ileri sürmüştür. Meclisi finanse etmek için özel vergiler ve
mali koşul da önermiş, beş yıllık meclislerin ilk Basel' de, daha sonra
bir Fransız kentinde, daha sonra da bir İtalyan kentinde olacak şekilde
art arda farklı Avrupa kentlerinde toplanması gerektiğini de tavsiye et­
miştir. Ayrıca ortak bir amblemin, mührün, hazinenin, arşivlerin, ge­
nel konseyin, savcılık ve diğer memuriyetlerin olmasını öngörmüş­
tür. Her "ulus" (ilk anda Fransa, Almanya, İtalya ve sonunda İspanya
ve benzeri) için bir oy önermiştir. Kararlar çoğunluk oyuyla alınacak
ve açık bir çoğunluk ortaya çıkmadığında da "en yüksek unvanlara ve
liyakatlere sahip lordları temsil eden delegelerin oyları geçerli olacak­
tır"; pakta imza atanların geri kalanları iki taraf arasında seçim yapa­
caktır. Bu şaşırtıcı bir metindi. Fakat maalesef projeyi etkin hale geçir­
mek için harekete geçilmemişti. Birleşik Avrupa fikri 1 5. yüzyılın or -
tasında, zamanının çok ilerisindeydi ama (eğer yumuşak bir şekilde
ifade edecek olursak) bu müstesna prensin bu kadar modern bir fikir
üretmesi olağanüstüydü.

Avrupa'nın Hem Feneri Hem de Avı: İtalya

1 5. yüzyıl Avrupa'sındaki tüm bölgeler arasında, birçok çağdaşının


dikkatini üzerinde toplayan yer, öncelikle İtalya'ydı. Bu yüzden burası
sayısız tarihçinin ilgisini çekmiştir. Bir ulus oluşturamamış olmasına
rağmen, Machiavelli de dahil olmak üzere, birçok entelektüel hüma -
nistin içinde yurtseverlik duygularının kabarmasına neden olmuştu.
Aslında İtalya birçok farklı birime ayrılmıştı. 1 5. yüzyıldaki konumu
bir paradokstu; çünkü parçalanmış bir yerdi. Bununla beraber, Floran -
sa'nın gelişiminin gösterdiği gibi, sadece hümanizmin değil, aynı za -
manda büyük Rönesans'ın da göz kamaştıran eviydi. İtalya, büyük bir
kısmı bugün bizim turistik ilgiler olarak adlandıracağımız faaliyetle -
rin de eksik olmadığı, dini amaçlar güden birçok Avrupalıyı kendisine
çekmişti. Din, onlara bu ikisini birden tatmin etmelerinin aracını sağ ­
lamıştı. Kutsal Topraklar'a yolculukları sırasında buradan geçen Avru -

216 AVRUPA' N I N Docuşu


palı hacıların büyük kısmı, İtalya'nın birçok muhteşem kilisesini ziya­
ret etmek ve bunların içinde bulunan sayısız kutsal emaneti görmek
için, yolculuğa çıkma zamanından bir ay önce Venedik'e ulaşacaktı.
İtalya'nın parçalanması, 1 5. yüzyılda bir bakıma basitleştirilmişti.
Floransa az çok Toscana'nın tamamını, özellikle bir kez Piza ile Livor­
no'ya sahip olduktan sonra birleştirmiş ve böylece bir deniz gücü ko­
numuna yükselmişti. Yarımadanın kuzeydoğusunda Venedik de terra
firma' daki egemenliğini genişleterek, 1 4 2 8' de Bergama ile Bresci­
a'nın kontrolünü ele geçirmişti. Filippo Maria Visconti, Milano çevre -
sindeki bölgeyi yeniden birleştirmiş ve 1 42 1 'de Cenova'yı ele geçir­
mişti. 1 43 8'de Napoli'yi ele geçiren Anjou Kralı Rene burayı 1 443'te
"İki Sicilya'nın" (Napoli, Sardinya ve Sicilya) birliğini yeniden sağla­
mış Aragonlu Alfonso'ya nihai olarak vermek zorunda kalmış ve bu­
rası bundan sonra yıllarca Aragon egemenliğinde kalmıştı. Devletler
ve onların liderleri olan Milanolu Viscontilerin varisi Francesco Sfor­
za ve Floransa' daki Cosimo de'Medici gibi lordlar, sonu gelmeyen ça -
tışmalar içindeydi ve bu kişiler bu çatışmalar sırasında sık sık Fran­
sa'nın yardımına başvurmaktaydı. Sonunda Venedik, 9 Nisan
1 454'te, Lodi Barışı tarafından 25 yıllığına papanın hamiliği altında
oluşturulmuş "çok Kutsal Lig"e katılacaktı. Bu, çeşitli İtalyan güçleri
arasında, Napoleon döneminin geçici karışıklıkları dışında, aşağı yu -
karı 1 860'a kadar sürecek bir denge oluşturacaktı.
Bu parlak ama bölünmüş İtalya, elbette Avrupa'nın geriye kalan
büyük kısmı üzerinde güçlü bir çekim gücü yaratmıştı ama bu hayran­
lıkla olduğu kadar kıskançlıkla da birleşmiş bir çekimdi. Çağdaşlarına
deniz feneri gibi yol gösterici olan İtalya, Girolamo Arnaldi'nin mü­
kemmel makalesi L'Italia e suoi invasori 'de (İtalya ve İstilacıları) gös­
terdiği gibi, her zamankinden daha çok diğerlerine av olan bir İtalya'ya
dönüşecekti. Saldırganlar ilk başta Aragon, sonra imparatorluk ve
özellikle de Fransa'ydı. 1 489' da Papa VII I . Innocentius, VIII. Char -
les'a yardım için başvurmuş ve ona Napoli Krallığı' na müdahale etme -
si için yalvarmıştı; aynı şekilde Milano'nun yeni efendisi Ludovico "il
Mora" da Milano merkezli toprakları için yardım arıyordu. 29 Ağus­
tos l 494'te Fransa Kralı VIII. Charles görünüşte bir Haçlı Seferi he ka -
tılmak üzere Lyon'u terk etmişti. Fakat buna hiçbir zaman kalkışma -
mış, onun yerine, Napoli'deki Anjou hanedanından miras kaldığını
ileri sürdüğü haklarını yeniden kazanmak için bu kente gitmişti. Bu
İtalyan Savaşları'nın başlangıç tarihi olmuştur.

Ü RTAÇAG' I N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 217


Avrupalı Philippe de Commynes

Bu arada, bu Avrupa, Hıristiyan birlik ideolojisiyle birbirinden somut


bir şekilde ayrılmış milliyetleri birleştiren bir yapı olarak, entelektüel­
ler, tarihçiler ve devlet adamları tarafından gittikçe daha fazla bir var­
lık şeklinde algılanıyordu. Bu dönemin büyük Avrupalı tarihçisi Phi­
lippe de Commynes, döneminin Hıristiyan dünyasının durumunu
gözden geçirdikten sonra çalışmasını şunu ilan ederek sonuçlandır -
mıştı: " [Dünyanın] diğer iki kısmı hakkında fazla bilgili olmadığım­
dan sadece Avrupa hakkında konuştum." Bildiği kadarıyla diğer iki kı -
tanın da, Avrupa'nın talihsiz temel özelliklerinden, "savaşlar ve bö­
lünmeler"den mustarip olduğunu belirtmekten de geri durmamıştı.
Bundan başka Afrika'nın başka bir talihsizlikten ötürü de sorun yaşa­
dığını eklemişti: Çünkü Portekizliler siyah ticaretini ara vermeden
sürdürmekteyken, Afrikalılar da kendi insanlarını Hıristiyanlara satı -
yordu. Afrika'yı keşfetmiş Avrupa için yeni bir evre belirmişti: Avru­
pa Amerika'yı keşfetmek üzereydi ve Yeni Dünya'ya Afrika kıtasın­
dan kaçırdığı köleler tedarik etmek gibi kötü bir şöhret edinmeye baş -
lamıştı.

Dış Dünyayla Karşılaşan Avrupa

Tarih içinde geriye baktığımızda, 1 5. yüzyıl sonları Avrupa'sında ya -


şanan en çarpıcı gelişmenin, onun Avrupa topraklarının ötesine doğ­
ru hızla yayılması olduğunu görebiliriz. Michael Mallat, Ortaçağ ka ­
şiflerine dair çok iyi bir kitap yazmıştır. Fakat aslında bu dönemde ne
"kaşif" terimi ne de kaşifin rolü var olmuştur. Katoliklerin Avrupa dı­
şına yaptıkları akınlar, çoğunlukla 1 3 . yüzyılda Fransisken Jean de
Plan Carpin gibileri tarafından üstlenilmiş misyoner seferleri olmuş -
tur. Carpin, İskandinavya, Bohemya, Polonya ve Macaristan gibi yeni
din değiştirmiş ülkelere misyonerler göndermiştir. Fakat aynı zaman -
da, Papa iV. Innocentius'tan Rus prenslerine ve Moğol Hanları Batu
ve Güyük'e mektuplar taşımış, onları (başarısız olmuşsa da) kendi
dinleriyle Katolik Kilisesi arasında bir anlaşma yapmaya davet etmiş -
tir. (Jean de Plan Carpin 1 247'de Lyon'a döndüğünde Aziz Louis'ye
seyahatini ve bu seyahatten ne öğrendiğini anlatmıştır. Bir Haçlı Sefe -
ri he çıkmak üzere olan kral, Moğollarla muhtemelen bir anlaşmaya
ulaşmayı ve böylece Müslümanlara arkadan saldırmayı düşünüyor -

218 AVRU PA' N I N Docuşu


du.) Bu misyonerlik seferlerinden ayrı olarak, birtakım tüccarlar da
kendi girişimlerini başlatmıştır. Bunların arasında yanlarında yeğen­
leri Marco'yla birlikte iş yapmak için Seylan'a gitmiş ve sonra Moğol­
ların hizmetine girmiş, muhtemelen Çin'e kadar gitmiş Venedikli Po­
lo kardeşler de vardı.
Filistin'deki geçici Latin devletlerinden ayn, gerçekten yayılmacı
Ortaçağ Avrupa girişimleri, büyük İtalyan limanları ve özellikle de
Cenovalı ve Venedikli tacirler tarafından üstlenilmiştir. Bunlar Bizans
ve sömürgeleri ile Yakındoğu'nun diğer yerlerinde, gerçek anlamda ti­
cari ve bazen de toprak temelli olan bir imparatorluk oluşturmuştur.
Avrupalılar için Doğu Akdeniz'in temel çekiciliği, birçok diğer ürü­
nün yanında, baharat satın alma ihtimali olmuştur. Floransalı Pegolot -
ti tarafından l 340'ta yazılmış La Practica della mercatura (Ticaret Fa -
aliyeti) adlı bir risaleye göre, bilinen baharatlar 286 adettir. Fakat bun­
ların bir kısmına birden fazla isim verildiğini düşünecek olursak, ger­
çek toplam 1 9 3 'tür. Bu baharatlar, her şeyden önce Ortaçağ ilaçların -
da ama ayrıca boyama ve parfümcülük işlemlerinde ve yemek yapma­
da da kullanılmıştır. Ortaçağ'ın erkekleriyle kadınlarının baharatlı ye­
meklere çok düşkün oldukları görülmektedir. Ortaçağ baharatları na -
renciye ve şekerkamışını da kapsamıştır. Bu ürünlerin dörtte birinden
fazlası, Hindistan, Çin ve Uzakdoğu'nun diğer yerlerinden gelmek­
teydi. Hintlilerden Araplar ve Araplardan da bu amaçla Yakındoğu'ya
seyahat eden Hıristiyan Avrupalılar tarafından satın alınan bu ürünler
aşın pahalı olmuştur. Baharatların satıldığı ve ihraç edildiği ana liman­
lar Akka, Beyrut ve özellikle de İskenderiye olmuştur; çünkü bunlar
antik İpek Yolu'nun ulaştığı kentlerdi.
Ortaçağ sonlarında Avrupa'nın baharat tacirleri öncelikle Venedik­
lilerdi. Bu ticarete yılda 400.000 duka yatırıyor ve yüklerini alıp gel -
meleri için üç ile beş kadırga tahsis ediyorlardı. Aşırı pahalı olmalarına
rağmen baharatların çok az yer işgal ettiğini dikkate alacak olursak, bu
çok büyük bir sevkıyattı. Venediklilerden sonra bu işe en fazla girmiş
olanlar, her biri yılda bir veya iki kadırga tahsis eden Cenevizliler, Ka -
talanlar ve Ancona'lılardı.
1 5. yüzyılın sonunda işadamları ve zengin tüketiciler yeni baharat
ve şeker kaynakları bulmak ve ayrıca da büyüyen parasal ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni altın ve kıymetli modern kaynakları bulmayı ar -
zuluyorlardı.

Ü RTAÇAG' I N SON BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHARI M I ? 219


Atlantik ile Afrika'nın Çekiciliği

Dolayısıyla Avrupalılar Akdeniz ufkundan vazgeçmişlerdi ve bu daha


ziyade burası Türk fetihleri yüzünden karıştığı içindi. 1 5. yüzyılın so -
nunda Avrupa gittikçe artan bir şekilde gözünü Atlantik'e dikmişti.
Atlantik' e olan bu ilginin yönü, ilk başta Batı Afrika'ydı. Hıristiyan
Avrupalılar arasında Afrika imgesi Antikçağ' dan beri olumsuz olmuş
ve bu Ortaçağ'da daha da kötüleşmişti. Çoğu kez " Etiyopyalılar" ola­
rak adlandırılan Afrikalılar derilerinin renginden ötürü çirkinlik tim­
sali varlıklar olarak düşünülmüştü. Bundan başka, Afrika'nın yılanlar
ve canavarımsı yaratıklarla dolu olduğu düşünülüyordu. Diğer yan­
dan, canavarların aynı şekilde çok olduğu Doğu' da en azından harika­
lar da vardı. 1 245'te Metz'li Gossuin Image du monde'unda (Dünya­
nın Tasviri) " Ethyope"u, yani Afrika'yı "ziftten daha kara" insanların
yaşadığı, sıcaklığın "sanki dünya ateşler içindeymiş gibi" fazla olduğu
ve kuzey sınırının ötesinde "haşaratlar ve vahşi hayvanlarla" dolu çöl­
lerden başka hiçbir şeyin olmadığı bir ülke olarak tarif etmişti. Afri­
ka'yla verimli ilişkiler (ki bu çok az sayıdaki uzman tacirle yürütülü­
yordu) Sudan altını için temelde Sicilmase' de gerçekleşen takas ticare­
tinden ibaretti.
1 4. yüzyılda Avrupalıların gözündeki Afrika imgesi önemli bir de­
ğişime uğramış, Afrika artık hırsın ve açgözlülüğün bir nesnesine dö­
nüşmüştü. Daha önceki Afrika'yı sömürme çabaları başarısızlığa uğra­
mıştı. 1 2 9 1 'de Cenovalı tacir kardeşler Ugolino ve Vanino Vivaldi,
Cebelitarık'ı geçerek güneye yönelmişler ama bir daha onları gören ol -
mamıştı. Benzer şekilde 1 346' da Jaime Ferrer de bir sefer düzenlemiş
ama bu da başarısızlığa uğramıştı.
1 5. yüzyılın başında Kanarya Adaları, Narman Jean de Bethenco­
urt (1 402-06) tarafından keşfedilmiş ve ardından zamanla Kastilyalı -
lar tarafından kolonileştirilmişti. Bu tür faaliyetler, Portekizlilerin il -
gilenmeye başlamasıyla hızlanmıştı. Portekizliler 20 Ağustos l 4 1 5'te
Cebelitarık Boğazı'na hakim konumda ve Sahra' dan gelen altının itha -
linde önemli bir durak olan Ceuta'yı (Septe) almış ve böylece Portekiz
yayılması başlamıştı. Fakat bu, bir yanda her şeyden önce Fas'a yerleş -
mek ve burayı sömürmek isteyen Portekizlerle, diğer yanda da müm -
kün olduğu kadar güneye giderek Afrika'nın batı sahilini ve uzaktaki
adalarını keşfetme konusunda kararlı olanlar arasında (daha sonra ge -
lecek olan büyük Avrupa kolonileştirme seferlerinin habercisi) bir di -
zi çatışmaya yol açmıştı. Tüm bu Portekiz faaliyetleri, Portekiz' deki

220 AVRUPA'N I N Doc u ş u


ikametgahından, özellikle Algarve' deki Sagres' den, yayılma ve keşif
hareketini planlayan ve yöneten bir lider tarafından örgütlenmişti.
Operasyonların bu yöneticisi l . Joao'nun oğlu Portekizli Denizci Hen­
rique'ydi ( 1 3 94-1 460). Portekizliler 1 4 1 8 ile 1 43 3 arasında Madeira
ve Asorlar'a yerleşmişti. Gil Eanes, 1 43 5'te Bojador Burnu'nu dolan­
mıştı. Dinis Dias, 1 444'te Verde Burnu'na ulaşmış ve Nufio Tristao
tarafından keşfedilmiş Senegal Körfezi'nden yukarı doğru gitmişti.
1 4 6 1 'de Diago Afonso, Verde Burnu takımadalarını keşfetmiş,
1 47 1 'de Joao de Santarem ve Pero Escobar ekvatora ulaşmıştı.
1 487'de Bartolomeo Dias Fırtınalar Burnu'nu dolanmış ve bu geziyi
1 497-98'de Hindistan'a giderken tekrarlayan Vasco de Gama aynı
burnu Ümit Burnu olarak yeniden adlandırmıştı. Bu arada Kastilya
1 470 ile 1 483 arasında Kanarya Adaları'nın fethini tamamlamıştı.
Portekiz Kralı V. Alfonso daha önceki siyasi programa sadık kalarak il­
gisini 1 47 1 'de ele geçirdiği Tanca'nın bulunduğu Fas ve başarısız Kas­
tilya macerasıyla sınırlamıştı.
İspanyollar ve özellikle de Portekizlerin Afrika kıyıları boyunca ya­
yılması, Avrupalıların bakışlarını Akdeniz' den Atlantik'e yöneltmiş
olan, daha geniş 1 5. yüzyıl hareketi bağlamı içine yerleştirilmelidir.
Ekonomik açgözlülük, misyoner coşku ve macera ruhundan ibaret bir
karışımın ürünü olan ekonomik faaliyet ve projeler, Portekiz ile Batı
Endülüs'ü Avrupa sahnesinin merkezine yerleştirmişti. Lizbon ve Se­
villa sadece Atlantik'e değil, aynı zamanda Avrupa'ya da yönelmiş
güçlü iş merkezlerine dönüşmüştü.

Gemilerin ve Denizciliğin İlerlemesi ile Eskiliği

Avrupa'nın Atlantik kıyısına ve ötesindekine olan ilgiyi gemi yapımı


ve denizcilikte gerçekleştirilen gelişmeler teşvik etmişti. Belirleyici
ilerleme, 1 3. yüzyılda gerçekleşmişti. Yan kıç-omuzluk dümeninin
yerini gemilere daha fazla manevra yeteneği ve denge sağlayan kıç-bo -
doslama dümeni almış ve kare seren yelkenleri kullanımı başlamıştı.
Bu yelkenlerin yüzey alanı, hafif kıç yelkenleri ve camadan noktaları
aracılığıyla artırılabiliyor veya azaltılabiliyordu. Fakat 1 4. yüzyılda
başlamış bu gelişmelerin sistematik şekilde kullanımı ancak 1 5. yüz -
yılda genelleşmişti. Avrupa artık deniz taşımacılığını geliştirmeyi he -
defleyen araştırma faaliyetlerine girişmişti. Jean-Claude Hocquet'nin
gösterdiği gibi, her 30 veya 40 yıl kullanımdaki gemi tiplerinin ve do -

Ü RTAÇAG' I N SON BAHAR! M I, YENİ B İ R ÇAG I N BAHAR! M i ? 221


nanmaların bileşimlerine dair değişikliklerden kaynaklanan perfor­
mans artışlarına sahne olmuştur. Kritik gelişme, gemi direğinde kare
yelkenlerle üçgen latin yelkenlerin birlikte kullanılmasıydı ki, böylece
kışı sakin limanlarda bekleyerek geçirmek yerine rüzgara karşı tiramo­
la atmak mümkün olmuştu. Avrupa' da yan mitsel üne sahip karavel,
bu ilerlemeyi gösteren en üstün tekneydi. Karavelin tek direk yerine üç
direği vardı. Bordalan üst üste bindirme yerine, yan kenarları birbirle­
rinin üstüne binmeden yan yana yerleştirilen kaplama tahtalarıyla sa­
rılmıştı. Kapasitesi 40 ile 60 deniz tonuydu ve temel özelliği hızlı ol­
masıydı. Kristof Kolomb'un daha sonra Amerika olacak yere gitmek
için kullandığı üç tekneden ikisi, Nina ile Pinta, karaveldi. İspanya ve
Portekiz'in Akdeniz' den Atlantik' e geçmeyi başaracak en yetenekli
devletler olarak belirmeleri, Papalık tarafından tasdik edilmiş ve
1 493 'teki Papalık fermanı Inter aetera, Papa VI . Alexander Borgia'nın
o ana kadar Avrupa'nın Hıristiyan prensleri tarafından üzerinde hak
talep edilmemiş ve Asar Adaları'nın batısı veya doğusunda kalan top­
rakların sırasıyla Portekiz ve İspanya'ya verileceğini bildiren kararını
ilan etmişti. Bunu takip eden yıl, İspanya ve Portekiz arasında yapılmış
Tordesillas Antlaşması, VI. Alexander tarafından çizilmiş sınır çizgisi­
ni Atlantik Okyanusu'nda biraz daha batıya doğru kaydırmıştı. Bu,
dünyanın Avrupa tarafından paylaşılmasının başlangıcıydı ve aynı za -
manda Ortaçağ'ın sonu ve modern çağın başlangıcı olarak da kabul
edilebilir. Fakat Avrupalıların bu dünyayı sahiplenmelerinin arkasın­
daki zihniyet ve tavırların, derin bir şekilde Ortaçağ önyargı ve cehaleti
içinde gömülü olduğunu unutmamalıyız. İnsanların Atlantik'in ve Af­
rika'nın ötesinde hayal ettikleri yerler, yeni topraklar değil, Ortaçağ
hayal gücünün ürünü olan son derece eski topraklardı. Ümit Bur­
nu'nun ötesinde, harikalar dünyasına hükmeden hayal mahsulü bir
kişilik olan Keşiş Yohannes'in toprakları vardı. İnsanların Atlantik'in
ötesinde aradıkları yer, eski Doğu ve Çin'di. Özellikle Avrupa haritacı -
lığının kaydettiği bazı ilerlemelere rağmen, son derece hatalı ve hala
çok fazla mit ve masallarla karışmış olduğu bir zamanda, bu keşif yol -
culukların hedeflerinin çok yakında olduklarına inanılıyordu. Kristof
Kolomb, Pierre d'Ailly'nin fazlasıyla hatalı Imago Mu ndi'sine yaptığı
eklerde şöyle yazmıştı: "İspanya'nın ucu ve Hindistan'ın başlangıcı
birbirlerinden çok uzak değil, aksine yakınlar ve uygun rüzgarlarla bu
ikisi arasındaki mesafenin birkaç gün içinde geçilebileceği ortadadır."
Kristof Kolomb, rahatlıkla onu keşif yolculuklarına çıkmaya teşvik
edecek güçlü bir dürtü oluşturabilen Ortaçağ kökenli hayal ürünü

222 AVRU PA'N I N Docuşu


temsiller ve hatalarla dolu zihniyete çok iyi bir örnektir. O, Kanarya
Adaları'yla Çin arasındaki mesafenin 5.000 deniz milinden fazla ol­
madığına inanmıştı; oysa bu mesafe 1 1 .766 mildir. Avrupa'nın At­
lantik maceracılığı ve keşif dünyası olabildiğince Ortaçağ kökenliydi.

Ü RTAÇAG ' t N S O N BAHAR! M I, YEN İ B İ R ÇAG I N BAHAR! M I ? 223


Sonuç

2 1 . yüzyıldan geriye baktığımızda (ama 1 6. yüzyılın sonuna kadar


"yüzyıl" diye bir kavramın icat edilmediğini unutmaksızın), 1 5 .
yüzyılın Avrupa'sı sanki yeni gerginlikler yüzünden parçalarına ay­
rılmış gibidir: Bir yanda Avrupa'yı bekleyen içsel bölünmelerin (İtal­
yan Savaşları, Almanya' da Köylü Savaşları ve Luther'le Calvin'in Re­
formları) gerisindeki anlaşmazlık, diğer yanda Afrika'ya, Hint Okya­
nusu'na ve birkaç yıl içinde Amerika olarak adlandırılacak bir Yeni
Dünya'ya dair ümit vaat eden perspektifleri kucaklama hayali. Tarih
içindeki bu uğrak noktası, yeni keşifler ve geçmişten kopmalardan
Avrupa'nın insan yaşamına dair uzun bir dönemden bir diğerine geç -
mek üzere olduğunu inandırıcı bir şekilde söyleyebileceğimiz kadar
etkilenmiş miydi acaba? Ortaçağ'ın sona erdiği neticesine varmalı
mıyız?
Tarih içinde bugünden geriye bakış, 1 5. yüzyılın gerçekten de şim­
di modern zamanlar olarak bilinen bir başka uzun dönemin başlangı -
cı olduğunu düşündürebilir. Fakat başlığımızın ima ettiği gibi, Avrupa
Ortaçağ' da mı doğmuştur sorusu üzerine olan düşüncelerimizi topar­
lamadan önce, kendimize bu gerçekten Ortaçağ'ın sonu muydu soru­
sunu sormalıyız; çünkü ancak bu gerçekten doğruysa, Ortaçağ ile Av -
rupa'nın olgunlaşması arasındaki ilişkileri değerlendirecak konumda
oluruz. Ben uzun bir Ortaçağ dönemi kavramının tarihsel gerçekliğe
çok yaklaştığını zaten geçmişte ileri sürmüştüm. Polonyalı büyük ta­
rihçi Witold Kula'nın isabetli bir şekilde belirttiği gibi, her dönemin
"eşzamansızlıkların (asenkronizm) birlikte varoluşu"yla damgalandı -
ğı şüphesizdir. Ben "kriz" terimini mümkün olduğunca az kullanı­
rım; çünkü bu, toplum içinde yer alan değişiklikleri analiz etmeyi
amaçlayan girişimlerin yokluğunu sık sık maskeler. Fakat ben dönü -
şümlerin ve dönüm noktalarının belirlenebileceğine de inanmakta -
yım. Bunlar 1 5. yüzyılın sonunda belirgin midir? Bu bizi, 1 9. yüzyılın
sonunda İsviçreli tarihçi Burckhardt tarafından icat edilmiş ve o gün -
den beri başarılı olmuş (bence talihsiz) "Rönesans" terimine getirir.
İlkin Ortaçağ'ın diğer dönemlerinin de (özellikle Karolenj dönemi ve

225
1 2. yüzyıl) "rönesanslar" şeklinde adlandırılabileceğini ve üstelik ad -
landırıldığını hatırlamalıyız.
Ardından neyin bu Rönesans'ın büyük harfle yazılmasını gerektir­
diğine bakalım. Bu haklı görülebilir şekilde, özellikle sanat ve düşün­
ce alanlarında tespit edilmiştir. Fakat sanat en azından İtalya' da 1 3.
yüzyıldan beri bir yeniden doğuş yaşamamış mıdır ve Rönesans'ı ni­
telendiren hümanizm 1 4. yüzyılda başlamamış mıdır?
Bundan başka, Avrupa toplumu ve medeniyetinin tüm önemli
alanlarında temel olgular, 1 5. yüzyılın sonundaki ayrım çizgisini aşa­
rak serpilip gelişmemiş midir? Avrupa'da Kara Ölüm 1 347 ile 1 348
arasında belirmiş ve 1 720'ye kadar tahribatını sürdürmüştür. Marc
Bloch, Ortaçağ'da kraliyetin gücüne özgü, "mucize yaratan kralların"
kraliyet dokunuşu ayini üzerinde çalışmıştır. Bu 1 1 . yüzyılda belirmiş,
1 3 . yüzyılda Fransa ve İngiltere' de benimsenmiş ve 1 82 5'e kadar da,
her ne kadar bu tarihte artık insanların çoğu tarafından çağdışı görül­
müşse de, İngiltere' de uygulamada kalmıştır.
Fakat bazı başka önemli örnekleri de dikkate alalım. Ortaçağ'daki
büyük kentsel gelişimi ve bunun Avrupa üzerindeki önemli etkisini not
ettik. Bernard Chevalier, Fransa'nın kraliyete bağlı başlıca kentleri üze­
rinde çalışmıştır. Bunlar "iyi kentler" (bonnes villes) olarak adlandırıl­
mıştır. Chevalier, terimin kendisinin ve bunun tanımladığı kentsel ağın
1 3 . yüzyılda belirmiş ve 1 7. yüzyılın başlarında neredeyse tüm anlamı­
nı yitirmiş olduğunu göstermektedir. Avrupa'yı ayn tarihsel dönemle­
re bölme alanındaki en ünlü girişim, Marx tarafından önerilmiş olandır.
Onun bakış açısına göre, feodalizmle özdeşleştirilen Ortaçağ, köleciliğe
dayanan üretim biçimiyle tanımlanan Roma İmparatorluğu'nun so­
nundan Sanayi Devrimi'ne kadar sürmüştür. Ortaçağ aynı zamanda,
Georges Dumezil'in belirttiği, üç işlevli Hint-Avrupa şemasının belir­
diği dönemdir. İngiltere' de 9. yüzyılda tespit edilebilen ve 1 1 . yüzyılda
baskın hale gelen bu şema "oratores, bellatores, laboratores" (dua eden ­
ler, dövüşenler ve çalışanlar), yani rahipler, savaşçılar ve köylüler for -
mülüyle zafere ulaşmıştır. Bu aynın, Fransız Devrimi'nin Üç Zümre' si -
ne kadar var olmuştur. Fakat Sanayi Devrimi'nden sonra tamamen
farklı bir üçlü işlevsellik, yani ekonomistler ve sosyologlar tarafından
birincil, ikincil ve üçüncül olarak tanımlanan faaliyetler, bunun yerini
almıştır. Eğitim alanındaysa, üniversiteler 1 2. yüzyılda belirmiş ve
Fransız Devrimi'ne kadar genel hatlarıyla değişmeden kalmışlardır. Bu
arada eğitimin ilk ve orta evrelerindeki okuryazarlık, okula gitmenin
yaygınlaştığı 1 9. yüzyıla kadar yavaş yavaş yayılmaya devam etmiştir.

226 AVRUPA' N I N Docuşu


Bu uzun Ortaçağ dönemi, aynı zamanda Avrupa'nın popüler halk
kültürünün belirdiği zamandır ve bu 1 9. yüzyılın folklorik açıdan ye­
niden doğuşuna kadar sürmüştür. Melek ve Münzevi temasını kulla­
nan öyküler bir 1 2. yüzyıl masalından Voltaire'in Zadig'ine kadar ve
daha sonra 1 9. yüzyıl Bretanyası'nın öykücülerine aktarılmıştır. Daha
önce gördüğümüz gibi, Ortaçağ Hıristiyanlık ve Kilise'nin baskın ol­
duğu bir dönemdir. Tabii ki, ilk büyük dönüm noktası 1 6. yüzyılda,
Hıristiyanlığın Katoliklik ve Protestanlık olarak ayrılmasıyla gerçekle­
şecektir; bundan başka, çeşitli Avrupa ülkelerinde dinin yeri ve rolü
elbette değişmeden kalmamıştır. Buna rağmen, dinle olan bağlantısı
açısından bakıldığında, Avrupa, kökleri Ortaçağ' da çoktan fark edile­
bilen bir gelişim çizgisini, yani Kilise ile devletin birbirinden hemen
hemen açık bir şekilde ayrılmasını, Hıristiyanların Caesar'a ona ait
olan her şeyi vermesiyle birlikte genel hatlarıyla sürdürecektir. Bu, İs­
lam veya Bizans Hıristiyanlığının aksine, teokrasinin reddedilmesini
ve çocukların, kadınların ve ruhban sınıfından olmayanların yüksel -
mesinin teşvik edilmesini ve inançla akıl arasında bir dengeyi gerek­
tirmiştir. Fakat tüm bunlar, Fransız Devrimi'ne kadar az çok Katolik
Kilisesi'nin güç ve nüfuzu tarafından maskelenecektir; ve aslında Pro­
testan Kilisesi'nin güç ve nüfuzu da aynı etkiye yol açacaktır. Bu açı­
dan bakıldığında, Rönesans'ın bir kopuşa neden olmadığı açıktır. Bu
yüzden ben 1 5. yüzyılın sonuna, Ortaçağ tarihinde sadece önemli bir
geçici duraklama olarak bakmayı öneriyorum. Bu elbette bizi, bu kita­
bın başlığının işaret ettiği gibi, Avrupa'nın gerçekten Ortaçağ' da do -
ğup doğmadığı sorusunu ortaya atmaktan alıkoymamalı.
Şu ana kadar Avrupa Ortaçağ'ının kuruluşunu ve olgunlaşmasını
tespit etmiş bulunmaktayız. Dolayısıyla bu noktada, 1 5. yüzyılda du -
rup durumu gözden geçirmenin ve yukarıda işaret edilmiş soruları ya­
nıtlayıp yanıtlayamayacağımıza bakmanın makul olacağını düşünü -
yorum.
Bana göre, Avrupa ile tarih arasındaki ilişkilerin iki temel yanı var -
dır. Bunlardan birincisi topraktır. Tarih her zaman belli bir mekanda
gerçekleşir ve medeniyet her zaman bir toprakta gelişir ve yayılır. Esa -
sen 1 5. yüzyıl, Ortaçağ'ın yarattığı bir Avrupa uzamına, Ortaçağ baş­
larındaki "büyük istilalar"la başlamış uzama son rötuşları vurmuştur.
1 5. yüzyılda artık paganlar yoktu; Türk fetihleri başlamasaydı, Müslü -
manlar da olmayacaktı. Türklerin fetih hareketinin birbiriyle çelişkili
çifte etkisi vardı. Bir yandan Avrupa'yı tehdit ediyordu; ama diğer
yandan, her ne kadar Avrupa'nın gösterdiği direniş Papa i l . Pius'un

SONUÇ 227
ümit ettiği kadar güçlü olmamışsa da, kolektif kimliğin, içsel ayrılma­
lar kadar genelde "öteki"ne karşıtlık üzerine de kurulduğunu dikkate
alacak olursak, Türk tehdidi sonunda Avrupa'nın birleşmesine katkı -
da bulunacaktı. Üniversiteler de, Latince'nin yerel diller yararına terk
edilmesiyle, hümanizmin İsveç'ten Sicilya'ya her yerde Avrupa kül­
türüne nüfuz etmesi gibi, artık Akdeniz'den Baltık'a kadar aynı tür
bilgiyi yayıyorlardı. Anvers dünya ekonomisinin merkeziydi ve Fer­
nand Braudel'in gösterdiği gibi, bu dünya ekonomisi sonunda tüm
dünyayla kaynaşmadan önce uzun bir süre esasen Avrupalı kalacaktı.
1 5. yüzyılın sonunda daha berrak hale gelebilecek olmakla birlikte,
bir mesele belirsizliğini koruyordu. Avrupa'nın doğu sınırı neredey­
di? İlk önce her ne kadar Konstantinopolis'in 1453'te düşüşü, Avru­
palılar ve özellikle seçkin grupları tarafından kuvvetli bir şekilde his­
sedildiyse de, geleneksel tarihin göstermeye çalıştığı gibi, basitçe tüm
Bizans dünyasının katastrofik sonu olmamıştı. Bu, aksine, uzun vade­
de Avrupa birliği önündeki bir engeli de kaldırmış oluyordu. Çünkü
Rum Ortodoks dini, her ne kadar bugün Doğu Avrupa' da hala sürüyor
olsa da, artık Bizans İmparatorluğu'nda bir zamanlar olduğu gibi, siya­
si ve dini iktidardan ibaret bir çifte merkezle bağlantılı değildir.
145 3 'te geleceğin birleşik Avrupa' sı önündeki potansiyel bir engel, ne
kadar paradoksal görünse de, ortadan kaldırılmıştı.
Diğer tarafta, Slav devletler, Avrupa'nın doğu sınırı sorununu de­
ğiştirecek bölgesel politikalar geliştiriyordu. Din değiştirmesinden
ötürü tam anlamıyla Avrupalı bir ülke olan ve Polonya-Litvanyalı Ja -
giello hanedanı sayesinde Lit vanya'yla birleşmiş bulunan Polonya, 1 4.
yüzyılın sonunda kuzeye (Prusya) , doğuya ve güneydoğuya (Volinya
ve Podolya) doğru bölgesel yayılma politikası benimsemişti.
Bu arada Moğol boyunduruğundan kurtulmuş Rusya, Moskova
bölgesinde merkezi bir devlete doğru tekamül ediyordu. Novgorod'u
( 1 478) ve Tver'i (1 485) ele geçirerek Rus topraklarının birleştirilme -
sine devam eden I I I . İvan (hükümdarlığı 1 462-1 505), büyük ölçüde
1 497 Yasası sayesinde, sağlam bir idari ve adli sisteme dayanan güçlü
ve merkezi bir devlet oluşturmuştu.
Böylece ortaya çıkan soru şudur: Tarihsel açıdan bakıldığında, 1 5.
yüzyılın sonuna gelindiğinde, Ortaçağ'ın geçmiş başarılarına yönelik
tehditler, önermekte olduğum uzun Ortaçağ'ın Avrupa için barındır­
dığı vaatleri bastırmakta mıdır ya da bunun tersi mi geçerlidir? Elbet -
te tarihin kaprislerini ve kestirilmesi imkansız ihtimallerinin etkisini
de hesaba katmalıyız ama 1 5. yüzyılın sonunda, Avrupa'nın şansının

228 AvRuPA' N ı N Docuşu


ne olduğunu hesaplamanın mümkün olduğuna inanıyorum. Tehdit­
lerin, ne ulusların ortaya çıkmasından ne de bölünme yönünde bozul­
ma tehlikesi içeren dini muhalefetten kaynaklandığını sanıyorum. Bu
iki etmene rağmen, bu kitabın şu ana kadar, Avrupa'nın, birlik ve
"ulus olma" fikirleriyle ateşlenerek ve bunların gerçeklik kazandığı
anlardan cesaretlenerek (her ne kadar egemenlik kavramının ve bu­
nun uygulamalarının gelişmesi 1 3 . yüzyıldan itibaren Avrupa'nın ge­
leceği için bir sorun oluşturduysa da) Ortaçağ'da biçimlenmeye başla­
dığını göstermiş olduğunu ümit ediyorum. Bundan başka, Katolik Ki­
lisesi'nin tekelinin sona ermesi ortak Hıristiyan kültürünün veya me­
deniyetinin ve değerlerinin sonu anlamına gelmemiştir: Bu açıdan ba­
kınca, ruhban sınıfının dışında olanlar ikili rol oynamıştır. Bir yandan,
Hıristiyan değerlerinin varisi ve yayıcısı olmuşken, diğer yandan da
1 5. yüzyılın sonunda ortaya çıkacak şiddetli mücadeleler boyunca on­
ların düşmanı olmak zorunda kalmışlardı. Geleceğin Avrupa' sına her­
hangi bir tehdidin kaynağı, daha ziyade Avrupa'nın çeşitli ulusları ara­
sındaki çatışmalar ve Avrupalıların savaşçı doğalarıdır; Hippokrates
bunu Antikçağ' da tespit etmiş ve dile getirmişti. Avrupa'nın geleceği
aynı zamanda, şüphesiz, 1 5. yüzyılda başlatılmış yayılma ve koloni­
leştirmenin izlediği yol ve Avrupa'nın dünyanın başka yerlerindeki
kolonileriyle ilişkileri tarafından da tehdit ediliyordu.
İlerlemeye gelince, Ortaçağ bu anlamda en derin düzeyde, para -
doksal denebilecek derecede, bir gerilim ortaya koymuştur. Baskın
ideoloji (veya belki de genelde Ortaçağ zihniyetleri demek gerekiyor)
ilerici ve yeni olan her şeyi bir hata, bir günah olarak mahkum etme
eğilimindeydi. Fakat Ortaçağ aynı zamanda hem maddi hem de ma­
nevi dünyalar açısından yaratıcılık, yenilikler ve olağanüstü ilerleme
dönemi olmuştur. Ben Avrupa kavramının gelişimine ve gerçekleşti­
rilmesine en büyük katkıyı sağlayan şeyin, Avrupa'nın Ortaçağ' da be -
lirgin olmuş ve 1 5. yüzyılda daha fazla güçlendirilmiş olan ilerleme
yeteneği olduğunu kabul etmemiz gerektiğine inanıyorum. "İlerle -
me" terimi şaşırtıcı gelebilir. İlerleme hissinin ve bunun bir ideal ola­
rak teşvik edilmesinin 1 7. yüzyıl sonları, özellikle de 1 8. yüzyıla ait
bir olgu, açılması için Aydınlanma çağının iklimine ihtiyaç duymuş
bir çiçek olduğu genelde kabul edilmiştir. Lakin ben ilerlemenin Orta -
çağ'da filiz vermeye başladığına inanıyorum. Ortaçağ Avrupa'sının
geliştirdiği ve ortaya koymaya başladığı süreç, İslam dünyasında ve
özellikle Çin' de gerçekleşecek olanın tam tersi olmuştur. 1 5. yüzyılda
Çin dünyadaki en güçlü, en zengin ve en ileri ülkedir. Fakat sonra içi -

SONUÇ 229
ne kapanmış ve ışıksız kalarak solmuş, Doğu'nun egemenliği de dahil
olmak üzere dünya egemenliğini Avrupa'ya bırakmıştır. Güçlü Os­
manlı İmparatorluğu'nun ortaya çıkmasına ve İslam'ın Afrika ile As­
ya'da yayılmasına rağmen, Müslüman dünyası, Türklerin dışında Or­
taçağ dönemindeki dinamizmini yitirmiştir. Hıristiyan Avrupa'ysa,
aksine, onun 1 5. yüzyıldan itibaren görülen eşsiz yayılmasını sağla -
yan fikir ve pratikler edinmiştir. Bu yayılma, iç çekişmelerine ve ada­
letsizliklere ve hatta dışarıda işlediği suçlara rağmen, Avrupa bilinci­
nin ve birleşmesinin yaratılmasında önemli bir olumlu etmendi. Peter
Biller'in The Measure of Multitude: Population in Medieval Thought
(Oxford University Press, 2000) adlı çalışması, 1 4. yüzyıl Avrupa'sı -
nın nüfusunu ölçtüğünü ve bu ölçümün insan ilişkilerinin idare edil­
mesinde oynayacağı rolü keşfettiğini göstermiştir. 1 4. yüzyıl, tarımsal
kriz ve vebadan ötürü tam anlamıyla demografik gerileme dönemi ol­
masına rağmen, Ortaçağ sonunun Avrupa'sı yaşayanlarının sayısını
ve onların birlikte yaşama ve çoğalma biçimini bir güç etmeni olarak
görmeye başlamıştır. Progres, reaction, decadence dans l'Occident
medieval (Emmanuelle Baumgartner ve Laurence Harf-Lancher tara -
fından derlenmiş denemeler, Paris/Cenevre: Droz/Champion, 2003)
adlı, son zamanlarda yayımlanmış kolektif bir çalışma, Ortaçağ Ba­
tı'sında "ilerleme, tepki ve çöküş" fikirlerini ve bunların etkilerini in -
celemiştir. Bu çalışma, " [Ortaçağ'ın] zihinsel yapıları, ilerleme fikriyle
neredeyse hiç uyumlu değildi" geleneksel fikrine katılmakla birlikte,
Hıristiyanlığın tarihe bir yön atfettiğini de belirtmektedir (ben de
Gioacchino da Fiore'nin "ilerici" yanını vurgulamışımdır). Hıristi­
yanlık ayrıca eski ebedi dönüş mitini ve döngüsel tarih kavramını da
yıkmıştır. Peder M. O. Chenu La Theologie au Xlle siecle adlı klasik ça -
lışmasında, Ortaçağ düşüncesinin, tarihi 1 2. yüzyılda nasıl tekrar baş­
lattığını göstermiştir. Kurtuluş fikri bir ilerleme, tabii ki ahlaksal bir
doğası olan ama aynı zamanda her yönden yararlı bir ilerleme olarak
düşünülmüştür. Dünyayı hor görme, bunun tüm kuramcılarına ve
öykünücülerine rağmen, maddi ilerlemenin reddi olarak anlaşılma -
malıdır. Ortaçağ dinamizmi, ilerlemeyi (her ne kadar bu ad verilmiyor
olsa da) üreten karşıtların ve gerilimlerin karşılıklı etkileşiminden çık -
mıştır. Bu kolektif çalışma, Ortaçağ dinamizmini körükleyen ilerle -
me-tepki, ilerleme-çöküş, geçmiş-şimdi ve antik-modern türünden
birtakım ikiliklerin altını çizmektedir. Daha önce gördüğümüz gibi,
1 3 . yüzyılın dilenci tarikatları kışkırtıcı bir tarzda kendi yeniliklerini
ilan etmiş, manastır yaşam ve anlayışının etkisinde olan rakipleriyse,

230 AVRUPA' N I N Docuşu


bu tür yeniliği günahkar ve kötü görmüştür. Ortaçağ medeniyeti ve ta­
vırları, teknolojiyi hor görmemiş ve ekonomik alan ortaya çıkar çık­
maz da, kendilerini üretkenliği ve büyümeyi teşvik etmeye uyarla -
mışlardır. Köylüler henüz Ortaçağ dönemindeyken, "ad meliorandum
sözleşmelerini" yerine getirmek zorundaydı; yani topraktan yarar
sağlayan kimse, iyi mahsul almak için ne gerekiyorsa yapmak zorun -
daydı.
Daha önce gördüğümüz gibi, 14. yüzyılda tarımsal ilerlemeye olan
ilgi, tarım üzerine incelemelerin tekrar belirmesini teşvik etmiştir.
Çarklı sistemlerden biteviye hareketleri değişken hareketlere dönüş­
türen şaftlı sistemlere uzanan gelişmelere baktığımızda, Ortaçağ,
olumsuz adına rağmen, aslında genelde bir icatlar dönemiydi. Marc
Bloch'un yazdığı bazı olağanüstü sayfalar, bu Ortaçağ icatçılığına ta -
nıklık eder. Ortaçağ' da her şey dinle ilişkilendirilmişti; hatta din o ka­
dar her zaman her yerdeydi ki, onu ayırt etmek için bir sözcük bile
yoktu. Medeniyetin tamamı, maddi çeşitlilikten başlayarak, büyük
ekonomist Karl Polanyi'nin belirttiği gibi, dinin "içine gömülü" bir
konumdaydı. Fakat yukarıda önerdiğim gibi, bir kez değerler semadan
yeryüzüne inince, bu dini anahtarın ilerleme önünde yarattığı engelin
yerini, gittikçe artan bir şekilde ilerlemeyi amaçlayan bir sıçrama talı -
tası almıştır. İlahi takdir ve şans arasındaki karşılıklı etkileşim, her ge -
çen gün biraz daha azalan bir şekilde, dairevi zamana bağlı bir tekerlek
aracılığıyla hareket ettirilir olmuş ve her geçen gün artan bir şekilde
Avrupalıların bireysel ve kolektif yaratıcı çabalarını hızlandırmıştır.
Avrupalıların bu yaratıcılığı hiçbir alanda, zaman alanında olduğun -
dan daha fazla ilerleme kaydetmemiştir. Bir kere, her ne kadar geçmiş,
onunla ilgili rasyonel çalışmanın yokluğu dikkate alındığında (bu an­
cak 1 8. yüzyılda söz konusu olacaktır) , herhangi bir gerçek tarihsel bi -
limin nesnesi olmamışsa da, o, bir kültürün boyutlarını oluşturan bir
anılar deposunun ayrıntılandırılması için kullanılmıştır. Ortaçağ, da -
ha uzağa ve daha iyi bir şekilde ileriye sıçramak için, geçmişi bir sıçra -
ma tahtası olarak kullanmıştır. Zamanın ölçülmesinde ustalaşma aynı
zamanda ilerleme aracını sağlamıştır. Her ne kadar Ortaçağ Avrupa'sı
Caesar'ın Jülyen takvimini kullanmayı sürdürmüşse de, Eski Ahit ve
Yahudiliğin harekete geçirdiği bir icat, hala bugün bile yaşamlarımızı
düzenleyen bir ritmi uygulamaya sokmuştur: Bu çalışma zamanıyla
dinlenme zamanı arasındaki ilişkiyi oluşturan haftalık ritimdir. Bu
ilişki sadece pazarlardan oluşan dini zamana belli bir süre ayırmaz,
muhtemelen insan enerjisinin mümkün olan en iyi şekilde kullanıl -

SONUÇ 23 1
masını da sağlar. Bundan başka, Ortaçağ Hıristiyan takvimi Avrupa'yı
Noel ve Paskalya gibi iki büyük festivalle de tanıştırmıştır: Noel, ölü -
me ilişkin pagan Halloween festivalinin (Cadılar Bayramı) aksine bir
doğum ve yaşam festivalidir ve yeniden dirilme festivali olan Paskal­
ya da yeniden canlanma festivalidir; ki [Kutsal] Ruh festivali Whit­
sun' a (bu, "şövalye ilan etme" türünden feodal şenlik geleneklerinin
yerini almıştır) değinmiyoruz bile.
1 5. yüzyılda büyük İtalyan mimarı ve hümanisti Leon Battista Al­
berti kahramanlarından birine şu sözcükleri söyletmiştir:

Gianozzo: Bir insanın kendisine ait olduğunu iddia edebileceği


üç şey vardır: serveti, bedeni. . .
Leonardo: Üçüncüsü nedir?
Gianozzo: Çok değerli bir şey. Bu eller ve gözler bile o denli bana
ait değiller.
Leonardo: Harikalar harikası desenize! Neymiş bu?
Gianozzo: Zaman, benim sevgili Leonardom, zaman, sevgili ço­
cuklarım.

Zamanın bu metinde yüceltilen değeri kuşkusuz ekonomiktir


(çünkü vakit nakittir) ama aynı zamanda kültürel ve varoluşsal değeri
de vardır. 1 5. yüzyıl sonlarının Avrupa'sı, gelecekte Avrupa'yı oluştu­
racak bireylerin ve grupların kendilerine tahsis ettikleri değerli zama­
nın sürüp gittiği bir Avrupa'ydı.

232 AvRUPA'N ı N Docuşu


Kronoloji

276 Roma İmparatorluğu'na ilk büyük Germen istila dalgası.


3 1 3 Milano Fermanı'yla Hıristiyanlara inanç serbestliği verilmesi.
3 2 5 İznik Konsili'nde Constantinus'un Ariusçuluğa karşı Ortodoks Hıristi­
yanlığı savunması.
3 3 0 Constantinus'un imparatorluğun başkentini Konstantinopolis'e taşı­
ması.
3 79-95 I. Theodosius'un Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesi ve
ölüm döşeğindeyken Roma İmparatorluğu'nu Batı ve Doğu İmparator­
lukları olarak ayırması.
407-29 Yeni bir Germen istila dalgası.
41 O Alaric'in Vizigotlarının Roma'yı alması ve yağmalaması.
41 5 Vizigotların İspanya'ya yerleşmesi.
4 3 2-6 1 Aziz Patrick'in İrlanda'yı Hıristiyanlaştırması.
440 civan Germen halkları Angıllar, Jutlar ve Saksonların Büyük Britan­
ya'ya yerleşmesi; Britonların Avrupa anakarasına çekilmesi.
45 1 Roma generali Aetius'un, Attila'nın Hunlarını Catalauni Ovası'nda
durdurması.
476 Herulian Odoacer'in, İmparator Romulus Augustulus'u tahttan indir­
mesi ve Batı İmparatorluğu'nun amblemini Konstantinopolis'e geri gön­
dermesi.
4 8 8 - 5 26 Ravenna'da Ostrogot Theodorich dönemi.
496 ile 5 1 1 arasında Frank lideri Clovis'in vaftizi.
527-65 Bizans İmparatoru İustianos'un, Batı'nın kısmen ve geçici olarak
yeniden fethine girişmesi (Güney İtalya ve Endülüs). Doğu' da ortaya çı -
kan "İustinianos Vebası"nın Alpler'in güneyine ve Loire'a kadar Avru -
pa'yı harap etmesi.
529 civan Nursialı Aziz Benedictus'un Monte Cassino Manastırı'nı kurma -
sı ve Benedikten Tarikatı'nı oluşturacak keşişler için bir tüzük oluşturma -
sı.
5 5 5 civan Endülüs'ü tekrar fetheden Vizigotlann Toledo'yu başkent yap­
ması.
5 70-6 36 civan Ortaçağ Hıristiyan ansiklopediciliğinin babası Sevillalı isi -
dorus.

233
590-604 Büyük Gregorius'un papalığı.
590-6 1 5 civan İrlandalı keşiş Columbanus'un Galya'da (Luxeuil), Güney
Almanya'da (Konstanz) ve Kuzey İtalya'da (Bobbio) manastırlar kurma
girişimi.
568-72 Lombardların Kuzey İtalya'yı ve Orta İtalya'nın bir kısmını fethi ve
başkenti Pavia olan bir krallık kurması.
7 1 1 - 1 9 Müslüman Berberilerin Ebro Nehri'ne kadar İspanya'yı fethi.
726 Bizans İmparatorluğu'nda ikonakırıcı (iconoclastic) çatışmanın başla­
ması.
7 3 2 Frank sarayının amiri Charles Martel'in Müslümanları Poitiers yakının­
da durdurması.
7 5 7 Saray amiri Kısa Pepin'in onun İtalya' da desteklediği Papa II. Stefanus
tarafından Frankların kralı olarak takdis edilmesi ve İtalya'da "Aziz Pet­
rus'un vekaleti" olarak bilinen bir Papalık Devleti'nin oluşturulması.
759 Müslümanların Galya'daki son müstahkemleri Narbonne'u kaybetme-
si.
7 7 1 Charlemagne Frankların tek kralı.
774 Charlemagne Lombardların kralı.
778 Charlemagne'ın yeğeni Roland komutasındaki Frank artçı muhafız ala­
yının Roncesvalles' da Baskların baskınına uğraması.
787 İkinci İznik Konsili. Charlemagne'ın Hıristiyan sanatında tasvirlerin
kullanımını serbest bırakması.
788 Charlemagne'ın Bavyera'yı ilhakı.
793-81 O Büyük Britanya ve Galya'ya yönelik ilk N orman saldırılan.
796 Charlemagne'ın Avarları fethi.
796-803 Charlemagne'ın emri üzerine Aix-la-Chapelle Sarayı ve Şape -
li'nin inşası.
800 Charlemagne'ın Roma' da imparator olarak taç giymesi.
8 2 7 Sarazenlerin Sicilya'yı fethinin başlaması.
8 3 0 civan Aziz Yakub'un bedeninin Galiçya'da bulunduğunun iddia edil­
mesi.
842 Frank yerel dilinde ve Alman yerel dillerinde edilen Strasbourg Yemi -
ni.
843 Verdun Antlaşması'nın Almanya ve Fransa'nın doğuşunu belirlemesi.
9. yy'ın ikinci yansı Vasallar için miles teriminin (asker, şövalye) kullanıl-
ması.
8 8 1 "Fief" (feudum) sözcüğünün ilk kez belirmesi.
885-86 Paris'in Normanlar tarafından kuşatılması.
895 Macarların Tuna ovasına yerleşmesi.

2 34 AVRUPA'N I N Doc u ş u
9 1 O Cluny Manastın'nın kurulması.
9 1 1 Saint-Clair-sur-Epte: Saf Charles'ın Sen Nehri ağzının Rollo'nun ön­
derliğindeki Normanlara bırakılması.
9 2 9 Cordoba (Kurtuba) Halifeliği'nin kurulması.
948 İskandinavlann din değiştirmesi için, dini metropolis Hamburg Başpis­
koposluğu'nu kurulması.
9 50 civan Büyük toprak temizleme operasyonlarının başlaması. Loire N eh-
ri'nin kuzeyinde pulluk kullanımının başlaması.
9 5 5 1. Otto'nun Lechfeld'de Macarlara karşı zaferi.
960 Cordoba Camii'nin inşası.
962 Büyük Otto'nun taç giyme töreninin Kutsal Roma Germen İmparator -
luğu'nu kurması.
967 Polonyalı Dük Mieszko'nun vaftizi.
9 7 2 Prag Piskoposluğu'nun kurulması.
98 7 Galya' da Capet hanedanının (Hugues Capet) başa geçmesi.
989 Prens Kievli Vladimir'in Bizans'ın Ortodoks rahipleri tarafından vafti­
zi.
1 000 il. Silvester (Aurillac'lı Gerbert, 999 ile 1 003 arasında papa) ile III.
Otto'nun (983 ile 1 002 arasında imparator) oluşturduğu ikilinin Latin
Hıristiyanlık alemini kontrol etmesi.
" Kiliselerin beyaz manto"sunun (Cluny keşişi Raoul Glaber'in ifade etti -
ği şekliyle) başlaması. Polonya'nın dini metropolisi Gniezno Başpisko­
posluğu'nun yaratılması.
1 00 1 Aziz Istvan'ın Macar kralı olarak taç giymesi.
1 00 5-06 Batı Avrupa' da yaygın kıtlık.
1 0 1 5-28 Aziz il. Olav Haraldsson'un Norveç'i zor kullanarak Hıristiyan
yapmaya çalışması.
1 O 1 9-3 5 Danimarka ve İngiltere'nin kralı Büyük Canute.
1 020 Yahudi filozof İbn Cebirol (Avicebron) Malaga' da 1 020 civarı, 1 058
civan.
Valencia'da, Fransa' da en eski Romanesk yontu Saint-Genes-des-Fontai­
nes (Katalonya) eşiği.
1 020 civan Arezzo'lu Gui'nin müzikte yeni bir nota sistemi icat etmesi.
1 02 3 Kilise baskısı sonunda Sofu Robert'in Manici heretikleri Orleans'ta
kazıkta yakması.
1 02 8 Danimarka Kralı Canute'nin Norveç'i fethi ve İngiltere'yi fethini ta -
marnlaması.
1 02 8 ile 1 07 2 arası Saint-Sever' de Mahşer Minyatürlerinin yaratılması.
1 02 9 Güney İtalya' da (Averso) ilk Narman prensliği.

KRO N O LOJİ 235


1 030 civarı İtalya'da (Cremona) komünal hareketin başlaması.
1 0 3 1 Cordoba'da Emevi Halifeliği'nin sonu.
1 03 2 - 3 3 Batı Avrupa' da kıtlık.
1 03 5 civan Albi' de bir taş köprünün inşası.
1 03 7 İmparator il. Konrad'ın Kuzey İtalya' da mirasla intikal eden fıefleri
oluşturması.
1 054 Latin Katolik ve Rum Ortodoks Kiliseleri arasında kesin bölünme.
1 060-9 1 Normanların Sicilya'yı fethi.
1 066 Fatih William'ın önderliğindeki Normanların İngiltere'yi fethi.
1 069 Le Mans'ta " komünal" bir gösteri.
1 07 1 Aziz Nikolaus'un kalıntılarının Doğu' dan Bari'ye getirilmesi.
1 072 Venedik'te colleganza sözleşmesinin uygulamaya konması.
1 073-85 Vll. Gregorius'un papalığı. Gregoryen reformu.
1 07 7 İmparator iV. Heinrich'in Canossa' da Vll. Gregorius önünde aşağılan-
ması.
1 080 civarı Saint-Omer loncası.
1 08 1 Piza' da burjuva "konsüller."
1 085 Kastilyalı VI. Alfonso'nun Toledo'yu ele geçirmesi.
1 086 Normandiya' da (Saint-Wandrille) ilk kez bir dink makinesinden bah -
sedilmesi.
1 1 . yüzyılın sonları Kuzey Fransa' da sığırların yerine çekiş atlarının geç-
mesi.
1 088'den sonra lrnerius'un Bologna'da Roma Hukuku öğretmesi.
1 09 3 Durham Katedrali'nin inşasına başlanması: ilk Gotik kemeri.
1 09 5 il. Urbanus'un Clermont'da bir Haçlı Seferi lehine vaazı.
1 098 Bir antisemitizm dalgası: Filistin yolunda Haçlıların gerçekleştirdiği
kıyımlar.
Molesme'li Robert'in Cistercium Tarikatı'nı kurması.
1 099 Cenova tacirlerinin bir compagna kurması.
1 1 00 civan Flandre bataklıklarının kurutulmaya başlaması: denizden ka -
zanılan araziler.
1 1 08 Paris yakınında önskolastikçiliğin merkezi Saint-Victor Manastırı'nın
kurulması.
1 1 1 2 Laon'da komünal devrim. Piskopos-kontun öldürülmesi.
1 1 20-50 Batı' da ilk profesyonel heykeller.
1 1 26-98 Marakeş'te ölmüş, Aristoteles yorumunun yazan Kurtubalı Arap
filozof ibn Rüşd (Averroes).
1 1 2 7 Flaman kentlerinin imtiyaz sözleşmeleri edinmeleri.
1 1 32-44 Suger'in Saint-Denis'i yeniden inşası ve Gotik tarzı başlatması.

236 AvRUPA' N ı N Docuşu


1 1 3 5- 1 204 Arapça yazmış ve Kahire' de ölmüş Kurtubalı Yahudi teolog ve
filozof Maimonides.
1 1 40 Portekiz Krallığı'nın kurulması.
1 140 civarı Kilise hukuku külliyatının temeli Decretum Gratiani (Gratian
karan).
1 1 4 1 Cluny keşişi Saygıdeğer Peter'ın Kuran'ı Latince'ye çevirtmesi.
1 1 4 3 Lübeck'in kurulması.
1 1 54 Friedrich Barbarossa'nın Bologna hocalarıyla öğrencilerine ayrıcalık-
lar bahşetmesi.
1 1 54- 1 2 24 Plantagenetlerin Anglo-Fransız "imparatorluğu."
1 1 6 5 Charlemagne'ın kutsanması.
1 1 70 Sevilla'da Giralda minaresinin inşası.
1 1 75'den sonra Cenova'da sözleşme siparişlerinin başlaması.
1 1 80 Chartres Piskoposu ve okulunun hamisi Salisbury'li John'ın ölümü.
1 1 8 3 Konstanz Barışı. Friedrich Barbarossa'nın Lombard kentlerinin özgür-
lüğünü tanıması.
1 200 Riga'nın kuruluşu.
1 202 Binyıl kuramcısı Gioacchimo da Fiore'nin ölümü.
1 204 Dördüncü Haçlı Seferi'nde Konstantinopolis'in ele geçirilmesi ve
yağmalanması. Konstantinopolis merkezli Latin İmparatorluğu'nun ku­
ruluşu ( 1 2 04-60).
1 207 Aziz Domingo'nun Albi Katharosçularına misyonu.
1 209 İlk Fransisken topluluğu.
1 209-29 Albi Haçlı Seferi.
1 2 1 2 İspanya Hıristiyanlarının Las Navas de Tolosa' da Mağribileri yenilgi -
ye uğratması.
1 2 1 4 Oxford Üniversitesi'nin ilk ayrıcalıklarının bahşedilmesi.
1 2 1 5 Paris Üniversitesi'nin Robert de Courson' dan tüzüğünü alması.
Dördüncü Lateran Konsili'nin evlilik ve günah çıkarma konularında kural
koyması ve hem Yahudilere hem de heretiklere karşı tedbirler alması.
İngiltere' de Magna Carta.
1 2 1 5- 1 8 Morbeke'li William'ın Aristoteles'i Latince'ye çevirmesi.
1 2 1 6 Din Kardeşleri Vaizlerinin (Dominikenler) kurulması.
1 2 2 3 Papalığın elden geçirilmiş Fransisken Tüzüğü'nü kabulü.
1 2 29- 3 1 Paris Üniversitesi grevi.
1 2 3 1 IX. Gregorius'un Engizisyon'u örgütlemesi.
1 2 3 2'den sonra Granada Müslümanlarının Elhamra'yı inşası.
1 2 3 8 Valencia'nın Aragonlular tarafından ele geçirilmesi.
1 24 1 Moğolların Silezya, Polonya ve Macaristan'a akınları.

KRO N O LOJ İ 237


1 242 Kıç bodoslama dümeninin ilk kez resmedilmesi.
1 248 Sevilla'nın Kastilyalılar tarafından ele geçirilmesi.
1 2 5 2 Cenova ve Floransa' da altın sikkelerin (florinler) basılması.
1 2 5 2-59 Aquino'lu Tommaso'nun Faris Üniversitesi'nde ders vermesi.
1 2 5 3 Papaz Robert de Sorbonne'un Faris Üniversitesi'nde yoksul teoloji
öğrencileri için bir kolej kurması (geleceğin Sorbonne'u).
1 2 54 Papa iV. Urbanus'un Corpus Christi festivalini tesis etmesi.
1 26 1 Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun çökmesi.
1 266 Benevento Savaşı. Anjou'lu Charles'ın Sicilya kralı olması.
1 268 Fabriano'da ilk kağıt imalathanesi.
1 270 İlk kez Akdeniz'in deniz haritasından bahsedilmesi.
1 2 76 Raymond Lulle'un Hıristiyan misyonerlere Arapça öğretilmesi için
bir kolej kurması.
1 280 Kent grevleri ve isyanları dalgası (Brugge, Douai, Tournai, Provins,
Rouen, Caen, Orleans, Beziers).
1 28 1 Köln, Hamburg ve Lübeck tacirlerinin Hansa Birliği'ni kurması.
1 282 Sicilya Vesperum Ayaklanması: Fransızların Sicilya'yı Aragonlulara
bırakmaya zorlanması.
1 283 Töton Şövalyeleri'nin Prusya'nın fethini tamamlaması.
1 284 Venedik'te altın dukaların basılması.
Beauvais Katedrali'nin kemerli çatısının çökmesi (48 metre).
1 290 Yahudilerin İngiltere' den atılması.
1 298 Cenova, İngiltere ve Flandre arasında düzenli deniz bağlantılarının
oluşturulmaya başlaması.
1 300 Gözlüklerden ilk kez kesin olarak bahsedilmesi.
1 4. yüzyılın başlan İtalya'da takas kağıtlarının dolaşıma girmesi.
1 306 Yahudilerin Fransa' dan kovulması.
1 306 civan Crescenza'lı Piero'nun Ortaçağ'ın tarımsal bilgisinin bir özeti-
ni ortaya çıkarması.
1 309 Papalığın Avignon'a yerleşmesi.
1 3 1 O Rouen Katedrali önünde Çile'nin ilk kez tasvir edilmesi.
1 3 1 3 VII. Heinrich'in Pi zı ' da ölümü. İmparatorluk düşünün sonu.
1 3 1 3 civan Dante'nin Divina Com rredia'yı (İlahi Komedya) tamamlaması.
1 3 1 5 Morgarten Savaşı: İsviçre piyadesinin Habsburgları yenmesi.
1 3 1 5- 1 7 Avrupa' da yaygın kıtlık: 1 4. yüzyıl "krizinin" başlaması.
1 3 2 1 Kuyuları zehirlemekle suçlanan Yahudilerle cüzamlıların katledilmesi.
1 3 3 7 İngiltere'yle Fransa arasında Yüz Yıl Savaşları'nın başlaması.
1 34 1 Cola di Rienzo'nun Roma' da yeniden Antikçağ tarzı bir yönetim
oluşturma konusunda başarısızlığa uğraması.

238 AVRUPA' N I N Docuşu


1 347-48 Büyük Kara Ölüm salgınlarının başlaması ( 1 720'ye kadar devam
edecek).
1 348 Kara Ölüm'ün kıyımlara yol açması.
1 3 5 3 Türklerin [Osmanlılar ç.n.] Gelibolu'da, Avrupa için sağlam bir tutun­
ma noktası edinmesi.
1 3 5 5 Nicholas Oresme'nin Treatise on Money'si .

1 3 58 Kraliyet naibine karşı Paris isyanı. Etienne Marcel'in katli. Kuzeydoğu


Fransa' da köylü isyanı.
1 3 68 Litvanya Prensi Jagiello'nun, Büyük Kazimierz'in kızı ve varisi Polon­
yalı Jadwiga'yla evlenmesi.
1 3 78 Büyük Bölünme'nin başlaması.
Floransa' da Ciompi isyanı.
Papa VI. Urbanus'un Roma'ya dönüşü.
1 3 79 Philippe Van Artevelde'nin Gent'te isyanı.
1 38 1 İngiltere' de Wat Tyler'ın köylü isyanı.
1 382 Wycliffe'in heretiklikle suçlanması.
1 389 Türklerin [Osmanlılar ç.n.] Kosova'da Sırpları yenilgiye uğratması.
1 3 94 Yahudilerin Fransa' dan kesin bir şekilde kovulması.
1 3 9 7 Kalmar' da üç İskandinav ülkesinin birleşme konusunda anlaşması.
1409 Çek taraftarı Jan Hus'tan etkilenmiş olan Kunta Horta Kararı ardından
Almanların Prag Üniversitesi'ni terk etmesi.
1 4 1 0 Töton Şövalyeleri'nin Tannenberg'de (Grünwald) Polonyalılar tara­
fından yenilgiye uğratılması.
1 4 1 4- 1 8 Konstanz Konsili.
Jan Hus'un heretiklikle suçlanması ve idam edilmesi.
1420-3 6 Brunelleschi'nin Floransa' da Duomo'nun kubbeciğini inşa etme-
si.
1 4 3 1 Jeanne d'Arc'ın Rouen'da kazıkta yakılarak öldürülmesi.
1 4 3 1 -3 7 Basel Konsili.
1434 Cosimo de'Medici, Floransa'nın efendisi.
1 4 39-43 Floransa ve Roma konsillerinin Büyük Bölünme'yi sona erdirme­
si.
1450 Gutenberg'in Mainz matbaasını tamamlaması.
1 4 5 3 Konstantinopolis'in Türkler [Osmanlılar ç.n.] tarafından ele geçiril­
mesi.
1 4 5 6 Marsilio Ficino'nun Institutiones Platonicae'sı.
1 4 5 8-64 Avrupa fikrinin destekçisi i l . Pius'un (Enea Silvio Piccolomini)
papalığı.
1458-71 Bohemya Kralı Podebradlı Jiri. Onun Avrupa Birliği planı.

KRO N O LOJİ 239


14S8-90 Macaristan Kralı Matyas Corvin.
1462-1 SOS Moskova Grandükü III. İvan'ın hükümdarlığı.
1464 Dini hoşgörüyü destekleyen "modern" ilahiyatçı Nikolaus von Cu -
sa'nın ölümü.
1468 Türklere [Osmanlılar ç.n.] direnişin büyük bir lideri olcın Arnavut İs-
kender Bey'in ölümü.
1469 İspanya' da Katolik hükümdarların (Fernando ile Isabel) evlenmesi.
147S Picquigny Antlaşması. Yüz Yıl Savaşı'nın sona ermesi.
1476 Avusturyalı Maximilian ile Burgonyalı Marie'nin evlenmesi.
1477 Boticelli'nin Primavera'sını resmetmesi.
1483 Dominiken Torquemada'nın İspanya'nın Büyük Engizisyoncusu ola­
rak atanması.
1492 Granada'nın Katolik hükümdarlar tarafından ele geçirilmesi. İber Ya -
rımadası'nda Müslüman varlığının sona ermesi.
1494 Tordesilla Antlaşması: İspanya'yla Portekiz'in Papa Alexander VI.
Borgia'nın himayesi altında dünyayı kendi aralarında ikiye bölmeleri.
149S Fransa Kralı VIII. Charles'ın Napoli Krallığı'nı kısa süreli fethi. İtalyan
Savaşları'nın başlaması.

Avrupa dışındaki olaylar

Amerika

700-800 Orta Amerika' da Maya medeniyetinin doruk noktasına ulaşması.


800-92S Maya medeniyetinin çöküşü.
1 000- 1 2 00 Meksika' da Toltek medeniyetinin doruk noktasına ulaşması.
1 2. yy Peru'da İnka hanedanının yarı efsanevi kökenleri.
1 3 70 Meksika'da Azteklerin Teotihuacan'ı kurması.
1 S. yy Meksika' da Aztek konfederasyonları dizisi.
1 492 Kristof Kolomb'un "Amerika'yı keşfi."

Afrika

6.-8. yy1ar Zimbabve'de Zulu Kralığı'nın doruk noktasına ulaşması.


Arapların Avrupa'yı istilası ve Fatimi Şiilerinin (969- 1 1 7 1 ) başkenti ola­
cak Fustat'ı (Kahire) kurması.
709 Arapların Kuzey Afrika'nın fethini tamamlaması.

240 AVRU PA' N ı N Docuşu


800 civan Çad Gölü bölgesinde Kanem Krallığı'nın kurulması.
1 0 5 7 Hilalyan Araplarının Aglebilerin başkenti Kayrevan'ı yok etmesi.
1 06 2 Müslüman İspanya'yı fethedecek Berberi hanedanı Murabıtların Ma-
rakeş'i kurması. Daha sonra yerlerine Muvahhidler ( 1 2. yüzyıl sonu) ve
Merini ( 1 269) Berberi hanedanları geçecektir.
Cezayir'i birleştiren Müslüman devletinin çöküşü.
1 1 7 1 Kürt Selahaddin' in Mısır' da Sünniliği yeniden tesis etmesi ve Eyyübi
hanedanını (1 1 7 1 - 1 2 50) kurması.
1 3. yüzyılın başı Etiyopya'nın Hıristiyan krallığının kralı Lalibela'nın Müs­
lüman baskısı sonunda başkentini Aksum'dan Roha'ya alması.
1 250 Memluklerin Mısır' da iktidarı ele geçirmesi.
14. yy Çad Gölü'nün batısında Kanem'i içine alan Bomu Krallığı'nın kurul­
ması.
1 3 1 2- 3 7 Gana Krallığı'nı içine katan Kouta Mousa hükümdarlığı altındaki
Müslüman Mali Krallığı'nın doruk noktasına ulaşması.
1402 Narman Jean de Berhencourt'un Kanarya Adaları'nı fethi.
1 4 1 5 Portekizlilerin Ceuta'yı (Septe) fethi.
1 4 1 8 Portekizlilerin Madeira'yı işgali.
1456 Portekizlilerin Gine Körfezi'ne ulaşması.
1477 Kanarya Adaları'nın İspanya egemenliğine geçmesi.
1488 Bartholome o Ifas'ın Ümit Burnu'nu keşfi.

Asya: Uzakdoğu

320-480 Kuzey Hindistan' da Gupta hanedanının hükümdarlığı.


3. yy'dan 9. yy'a Madras merkezli Pallava hanedanının egemenliği.
5 8 1 -6 1 8 Yang Jian'ın Chang'an'da (Xian) yeni bir başkentle birlikte Çin'de
birliği tekrar sağlaması. Kanallar ve büyük kent surlarının inşası.
6 1 8-907 Tang hanedanı. Merkezi yönetimin güçlendirilmesi. Kore' de za -
ferler. Tibet'in bağımsızlığının tanınması. Budizmin yayılması.
7 1 O Nara'nın Japonya'nın imparatorluk başkenti olması.
8. yy.'ın ortasından 824'e Shailendra hükümdarlarının Orta Java'da Boro -
budur Budist strupasını inşa ettirmesi.
7 7 7 Budizm'in Japon sarayının dini olması.
794 Heian'ın (Kyoto) Japon imparatorunun yeni başkenti olması.
858 Japonya'da Fujiwara egemenliğinin başlaması.
907 Hindistan'da Çola hanedanının Pallava hanedanının yerine geçmesi ve gü -
cünün, 1 3. yüzyıla kadar Seylan (Sri Lanka) ve Malezya'ya kadar yayılması.

KRONOLOJ İ 24 1
907-60 Çin' de "beş hanedanlar" anarşisi.
960- 1 2 79 Song hanedanı. Mandarinler. Büyük Kanal'ın inşası.
1 024 Kağıt paranın ilk kez Çin' de basılması.
1 086 Çin matbaalarında hareketli karakterlerden ilk kez bahsedilmesi.
1 1 8 1 - 1 2 1 8 Khmer İmparatorluğu'nun il. Suryavarman'ın Angkor Wat'ı
ardından Angkor Thom'u inşa ettiren Vll. Jayavarman'ın hükümdarlığın­
da doruk noktasına ulaşması.
1 1 8 5-92 Kamakura Şogunluğu'nun kurulması.
1 1 92 Muhammed Ghori'nin Prithvi Rac racputunu yenilgiye uğratması.
Müslümanların Kuzey Hindistan'ın efendileri olması.
1 206- 1 526 Hindistan'da Delhi'de Müslüman sultanlıkları.
1 206-79 Moğol İmparatorluğu'nun oluşumu.
1 2 54-5 5 Venedikli tacirler Niccolo ve Matteo Polo ile oğul ve yeğen Marco
Polo'nun Çin'e ve Güneydoğu Asya'ya seyahatleri.
1 2 79- 1 368 Çin'de Moğol Yuan hanedanı. Pekin'in (Hanbalık) 1 2 64'te
başkent olması.
1 3 1 4-30 Fransisken Pordenoneli Odoric'in Hindistan ve Çin'e seyahati.
1 3 7 1 Çinlilere denizaşırı seyahatin yasaklanması.
1 392 Japonya'da Muromaçi Şogunluğu. Zen kültürünün yayılması. Noh ti -
yatrosunun yaratılması.
1 400- 1 700 Çin' de Ming hanedanı.
1 470-80 Kuzey Çin'de Çin Seddi'nin inşası.

Müslüman Yakındoğu

622 Muhammed'in Mekke'de Medine'ye gidişi: Hicret.


630 Bizans İmparatoru Herakleios'un Persleri [Sasaniler ç.n.] yenilgiye uğ ­
ratarak " Hakiki Haç"ı Kudüs'e geri getirmesi.
6 3 2 Muhammed'in ölümü.
634 Müslümanların Arabistan' dan çıkması.
Kuzey Afrika'dan (tamamlanışı 7 1 2) Taşkent'e (709) Müslüman fetihle­
rinin başlaması.
6 3 6-724 Şam' da Emevi Halifeliği.
638 Kudüs'ün Araplar tarafından ele geçirilmesi.
6 6 1 Muhammed'in damadı Ali'nin katli.
680 Ali'nin oğlu Hüseyin'in Kerbela'da katli. Şiiliğin başlaması.
762 Bağdat'ta Abbasi Halifeliği.
786-809 Harun Reşid'in halifeliği.

242 AVRUPA' N I N DOG UŞU


1 009 Halife Hakem'in Kudüs'te Kutsal Mezar'ı yok edişi.
1 05 5 Selçuk Türkleri'nin [Selçuklular ç.n.] Bağdat'ı ele geçirerek Sünniliği
yeniden tesis etmesi.
1 07 1 Selçuk Türklerinin Malazgirt'te Bizanslıları yenilgiye uğratması.
1 099 Haçlıların Kudüs'ü ele geçirmesi.
1 1 8 7 Kürt Selahaddin'in Haçlıları Hemşin' de yenilgiye uğratarak Kudüs'ü
ele geçirmesi.
1 1 9 1 Üçüncü Haçlı Seferi'nin çökmesi (Hıristiyanların Kıbrıs'a yerleşmesi
dışında).
1 2 50-54 Aziz Louis Kutsal Topraklar' da. Aziz Louis'nin Haçlı Seferleri'nin
(Mısır 1 250, Tunus 1 270) başarısızlığa uğraması.
1 29 1 Memluklerin Filistin' deki son Hıristiyan kalesi Akka'daki Saint John'ı
ele geçirmesi.
1 3 54- 1 40 3 Osmanlı Sultanı I. Bayezid'in Anadolu'nun Türk beyliklerini
fethi ve birleştirmesi.

KRO N O LOJ İ 24 3
Seçilmiş Tematik Kaynakça

Bu Ortaçağ tarihine dair tam bir kaynakça değildir. Daha ziyade, bu kitabın
hazırlanışı sırasında uyarıcı ve yararlı bulduğum çalışmaların (ve az sayıda
makalenin) konulara ayrılarak düzenlendiği bir listedir. Bir kısmı genel görü­
nümü sunmakta, diğerleriyse fikir verici bakış açıları sunmaktadır.
Andre Segal'in burada ortaya çıkan dönemlendirme sorununa tepkisi bu
fikri reddetmek biçimindedir. Bkz. onun nihilist makalesi "Periodisation et
didactique: le 'moyen age' comme obstacle a l'intelligence de l'Occident",
Actes du Colloque d'Histoire au present (Paris, 1 989), Paris: Editions de
l'EHESS, 1 99 1 , s. 1 05 - 14.
Benim bu konu üzerine görüşüm, dönemlendirme olmadan tarih yazıcı­
lığı olamayacağıdır, her ne kadar dönemlendirmenin yapay doğasını ve bu­
nun tarihin ne yönde geliştiğine bağlı olduğunu kabul ediyorsak da. Gelenek­
sel Ortaçağ fikrini eleştirirken, ben uzun Ortaçağ dönemi varsayımımı tercih
etmekteyim (6. Bölüm'ün son sayfalarına bakınız).

Kısaltmalar

Gauvard-deLibera-Zink: Dictionnaire du Moyen Age. Paris: PUF. 2002.


LeGoff-Schmitt: Dictionnaire raisonne del'Occident medieval. Paris: Fayard,
1 999.
Linehan-Nelson: The Medieval World. Londra-New York: Routledge, 200 1 .
Vauchez: Dictionnaire encyclopedique du Moyen Age. 2 cilt, Paris: Cerf,
1 997. İngilizcede Encyclopedia of the Middle Ages, der. Andre Vauchez
Barrie Dobson ve Michael Lapidge'le, çev. Adrian Walford, 2 cilt, Şikago­
Londra: Fitzroy Dearbom, 2000.

CNRS: Centre National de la Recherche Scientifique


EHESS: Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales
SHMES(P): Societe des Historiens Medievistes de l'Enseignement Superieur
(Public)

245
Avrupa (ve Avrupa fikri) Üzerine Çalışmalar,
Özellikle Ortaçağ Dönemi

Bloch, Marc, "Projet d'un enseignement d'histoire comparee des societes eu­
ropeennes," 1 6s., Dernieres nouuelles de Strasbourg ( 1 934), Etienne
Bloch and Marc Bloch (der.), Histoire et historiens içinde, Paris: Armand
Colin, 1 995 (yeniden basım).
Bloch, Marc, " Problemes d'Europe," Annales HES, 7 ( 1 93 5 ) , s. 47 1 -9.
Braudel, Fernand, L'Europe. L'espace, le temps, les hommes. Paris: Arts et
metiers graphiques, 1 987.
Carpentier, Jean and Lebrun, François (der.) , Histoire de l'Europe. Paris: Seu -
il, 1 990.
Chabod, Federico, Storia dell'idea d'Europa. Bari: Laterza, 1 96 1 .
Elias, Norbert, State Formation and Ciuilization, The Ciuilizing Process'in 2.
cildi, 2 cilt. Oxford: Blackwell, 1 978-82.
Febvre, Lucien, L'Europe. Genese d'une ciuilization ( 1 944-45 arasında
College de France'da verilmiş konferanslar), Marc Ferro'nun önsözü. Pa­
ris: Perrin, 1 999.
Le Goff, Jacques, La Vielle Europe et la nôtre. Paris: Seuil, 1 994.
Pagden, Anthony (der.), The idea ofEurope: From Antiquity to the European
Union. Baltimore: Johns Hopkins Üniversitesi, Woodrow Wilson Center
Press, 2002.
Villain-Gandossi, Christiane (der.), L'Europe a la recherche de son identie
(özellikle Robert Fossier, "L'Europe au Moyen Age," s. 3 5 -40). Paris: Edi -
tions du Comite des travaux historiques et scientifıques, 2002.

Avrupa ve Ortaçağ

Barraelough, Geoffrey (der.), Eastern and Western Europe in the Middle Ages.
Londra: Thames and Hudson, 1 970.
Bartfett, Robert, The Making ofEurope: Conquest, Colonisation and Cultural
Change, 950- 1 350. Londra: Alien Lane, 1 99 3 .
Bosl, Karl, Europa im Mittelalter. Viyana-Heidelberg: Cari Uebersenter,
1 970.
Compagnon, Antoine and Seebacher, Jacques, L'Esprit de l'Europe. 3 cilt, Pa -
ris: Flammarion, 1 993.
Duroselle, Jean-Baptiste, L'Idee d'Europe dans l'histoire. Paris: Denoel, 1 965.
Edson, Evelyn, Mapping Time and Space: How Medieual Mapmakers Viewed

246 AVRUPA' N I N Docuşu


their World, British Library Studies in Map History, c. 1 . Londra: British
Library, 1 998.
Gerernek, Bronislaw, The Common Roots of Europe. Cambridge: Polity,
1 99 1 .
Hay, Denys, The Emergence of an Idea: Europa. Edinbugh: Edinburgh Uni -
versity Press, 1 957 ( 1 . baskı), 1 968 (2. baskı).
Hersant, Yves and Durand-Bogaert, Fabienne, Europes. De l'Antiquite au XXe
siecle. Anthologie critique et commentee. Paris: Robert Laffont, 2000.
Le Goff, Jacques, L'Europe racontee auxjeunes. Paris: Seuil, 1 996.
Mackay, Angus ve Ditchburn, David, Atlas ofMedieval Europe. Londra: Ro­
utledge, 1 996.
Menesta, Encico (der.), Le radici medievali della civilta europea (Congress As­
coli Piceno, 2000). Spoleto: Centro italiana di studi sull'alto medioevo,
2002.
Mitterauer, Michael, Warum Europa? Mittelalterliche Grundlagen eines Son­
derwegs. Münih: Beck, 2000.
Past and Present, Özel sayı (Kasım 1 992) (özellikle Kari Leyser, "Concept of
Europe in the Early and High Middle Ages," s. 2 5 -47).
Pastoureau, Michel and Schmitt, Jean-Claude, L'Europe. Memoire et
Emblemes. Paris: Editions de l'Epargne, 1 990.
Storia d'Europa. 3. Il Medioevo, secoli V-XV. Torino: Einaudi, 1 994.

Ortaçağ, Genel

Bartlett, Robert (der.), Le Monde medieval. Paris: Editions du Rocher, 2002.


İngilizce için Robert Bartlett (der.), Medieval Panorama, Londra: Thames
& Hudson, 200 1 .
Borst, Arno, Lebensformen im Mittelalter. Frankfurt-Berlin: Ullstein, 1 97 3 .
Dalarun, Robert (der.), L e Moyen Age e n lumiere. Paris: Fayard, 2002.
Delort, Robert, Le Moyen Age. Histoire illustree de la vie quotidienne. Lozan:
Edita, 1 972. Yeni baskılar La Vie au Moyen Age, Paris: Seuil, 1 9 8 1 şeklin -
de.
Gatto, Ludovico, Viaggio intorno al concetto di Medioevo. Roma: Bulzoni,
1 992.
Gourevitch, Aaron J ., Les Categories de la culture medieval (1 972). Paris: Gal -
limard, 1 983 (Rusçadan çeviri).
Heer, Friedrich, L'Univers du Moyen Age, [ 1 96 1 ] , Paris: Fayard, 1 970 (Al -
manca' dan çeviri).

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 247


Kahl, Hubert D., "Was bedeutet 'Mittelalter'?" Seculum, 40 ( 1 989 ) , s. 1 5-
3 8.
Le Goff, Jacques, La Civilisation de l'Occident medieval. Paris: Arthaud, 1 964.
Le Goff, Jacques, "Pour un long Moyen Age," L'Imaginaire medieval, içinde
Paris: Gallimard, 1 985, s. 7 - 1 3 .
L e Goff, Jacques (der.), L'Homme medieval. İtalya baskısı, Bari: Laterza, 1 987;
Fransızca baskılar, Paris: Seuil, 1 989, 1 994.
Linehan, Peter ve Nelson Janet L. (der.), The Medieval World. Londra-New
York: Routledge, 200 1 .
Lopez, Robert, Naissance de l'Europe. Paris: Armand Colin, 1 962.
Mehu, Didier, Gratia Dei, les chemins du Moyen Age. Quebec: Fides, 2003 .
Pirenne, Hemi, L'Histoire de l'Europe des invasions au XVe siecle. Paris-Brük-
sel, 1 93 6.
Sergi, Giuseppe, L'Idee de Moyen Age. Entre sens commun et pratique histori -
que ( 1 998) . Paris: Flammarion, 2000 (İtalyanca'dan çeviri).
Southern, Richard W., The Making of the Middle Ages. Londra: Hutchinson,
1 95 3 .
Tabacco, Giovanni ve Merlo, Grado Giovanni, L a civilta europea nella storia
mondiale. Medioevo, v/xv secolo. Bologna: il Mulino, 1 98 1 .

Ortaçağ'dan Sonra Ortaçağ

Amalvi, Christian, Le Go (t du Moyen Age. Paris: Plon, 1 996.


Amalvi, Christian, "Moyen Age," Le Goff-Schmitt içinde.
Apprendre le Moyen Age aujourd'hui, Medievales'in özel sayısı, no. 1 3 (Güz
1 987 ) .
Boureau, Alain, "Moyen Age," Gauvard-de Libera-Zink içinde.
Branca, Vittore (der.), Concetto. Storia. Miti e immagini del medioevo. Floran -
sa, Sansoni, 1 973.
Capitani, Ovidio, Medioevo passato prossimo. Appunti storiografici, tra due
guerre e molte crisi. Bologrıa: il Mulino, 1 979.
Eco, Umber t>, "Dieci modi di sogrıare il medioevo," Sugli sprechi e altri sag­
gi, Milano: Bompiani, 1 985, s. 78-89.
Eco Umberto, "Le Nouveau Moyen Age," La Guerre dufaux, Paris: Grasset,
1 985, s. 87-1 1 6.
Europe, özel sayı, Le Moyen Age maintenant (Ekim 1 983 ) .
Fuhrmann, Horst, Überall ist mittelalter. Von der Gegenwart einer vergange -
nen Zeit. Münih: Beck, 1 996.

248 AVRUPA' N ı N Docuşu


Goetz, Hans-Werner (der.), Die Aktualitiit des Mittelalters. Bochum: O.
Winckler, 2000.
Guerreau, Alain, L'Avenir d'un passe incertain. Quelle histoire du Moyen Age
au XXIe siecle? Paris: Seuil, 200 1 .
Heinzle, Joachim, Modernes Mittelalter. Neue Bilder einer populiiren Epoche.
Frankfurt-Leipzig: Insel, 1 994.
Le Goff, Jacques ve Lobrichon, Guy (der.) , Le Moyen Age aujourd'hui. Trois re­
gars contemporains sur le Moyen Age: histoire, theologie, cinema (Cerisy­
la-Salle konferans serisinin raporları, Temmuz 1 99 1 ). Paris: Cahiers du
Leopard d'Or, 1 998.
Lire le Moyen Age, der. Alain Corbellari ve Christopher Lucken, Equinoxe'un
özel sayısı, no. 1 6 (Bahar 1 996).
Moyen Age, mode d'emploi, Medievales'in özel sayısı, no.7 (Güz 1 984).

Ortaçağ ve Sinema

Airlie, Stuart, "Strange Eventful Histories: The Middle Ages in the Cinema,"
Peter Linehan ve Janet L . Nelson (der.) The Medieval World, Londra-New
York: Routledge, 200 1 , s. 1 63-8 1 .
L a Breteque, François de " Le regard du cinema sur le Moyen Age," Jacques Le
Goff ve Guy Lobrichon (der.), Le Moyen Age aujourd'hui. Trois regards
contemporains sur le Moyen Age: theologie, cinema (Cerisy-la-Salle konfe­
rans serisinin raporları, Temmuz 1 99 1 ) içinde, Paris: Cahiers du Leopard
d'Or, 1 998, s.283-326.
Le Moyen Age au cinema, Cahiers de la Cinematheque'nun özel sayısı, no.42-
3 ( 1 985).

Erken Ortaçağ

Banniard, Michel, Genese culturelle de l'Europe, Ve-VIIIe siecle. Paris: Seuil,


1 989.
Brown, Peter, The Rise ofWesten Christendom: Triumph and Diversity, AD
200- 1 000. Oxford: Blackwell, 1 997.
Herrin, Judith, The Formation ofChristendom. Princeton: Princeton Univer­
sity Press, 1 987.
Hillgarth, J. N . (der.), The Conversion ofWestern Europe, 3 50-750. Englewo -
od Cliffs: Prentice Hall, 1 969.

SEÇİ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 249


Leguay, Jean-Pierre, L'Europe des Etats barbares (Ve-VIIIe siecle). Paris: Belin,
2003.
Pohl, Walter, Die Völkerwanderung. Eroberung und Integration, Stuttgart­
Berlin-Köln: Kohlhammer, 2002.
Pohl, Walter ve Diesenberger, Maximilien (der.), Integration und Herrschaft.
Ethnische Identitii.ten und soziale Organisation im Frümittelalter. Viyana:
Verlag der Osterreichischen Akademie der Wissenschaften, 2002.

Charlemagne ve Karolenj Medeniyeti

Barbero, Alessandro, Car/o Mango. Un padre dell'Europa. Roma-Bari: Later­


za, 2000.
Braunfels, Wolfgang (der.), Kari der Grosee. Lebenswerk und Nachleben. 5
cilt, Düsseldorf: 1 965-68.
Ehlers, Joachim, Charlemagne l'Europeen entre la France et l'A.llemagne.
Stuttgart: Thorbecke, 200 1 .
Favier, Jean, Charlemagne. Paris: Fayard, 1 999.
Fichtenau, Heinrich, L'Empire carolingien. Paris: 1 958.
Intellectuels et Artistes dans l'Europe carolingienne, IXe-XIe siecle. Auxerre:
Abbaye Saint-Germain, 1 990.
McKitterick, Rosamund, The Carolingians and the Written Word. Cambridge:
Cambridge University Press, 1 989.
McKitterick, Rosamund (der.), Carolingian Culture: Emulation and Innovati­
on. Cambridge: Cambridge University Press, 1 994.
Morissey, Robert, L'Empereur a la barbefleurie. Charlemagne dans la mytho­
logie et l'histoire, Paris: Gallimard, 1 997.
Nelson, Janet L., " Charlemagne: 'Father of Europe?' " Quaestiones Medii aevi
novae, 7 (2002), s. 3 -20.
Pirenne, Hemi, Mahomet et Charlemagne. Paris-Brüksel, 19 3 7.
Riche, Pierre, Les Carolingiens. Unefamille quifit l"Europe. Paris: Hachette,
1 983.
Werner, Karl-Ferdinand, Kari der Grosse oder Charlemagne? Van der Aktua -
litii.t einer überholten Fragestellung. Münih: Verlag der bayerischen Aka -
demie der Wissenschaften, 1 995.

2 50 AvRU PA'N ı N Docuşu


I OOO Yılı

Bourin, Monique ve Parisse, Michel, L'Europe de I'an Mil. Paris: Livre de Poc­
he, 1 999.
Duby, Georges, L'An Mil. Paris: Gallimard, 1 967.
Duby, Georges and Frugoni, Chiara, Mille e non piit Mille. Viaggio tra le pau­
re difine millennio. Milano: Rizzoli, 1 999.
Gerbert l'Europeen (Aurillac sempozyumunun bildirileri). Aurillac: Editions
Gerbert, 1 997.
Gieysztor, Aleksander, L'Europe nouvelle autour de l'an Mil. La papaute,
L'Empire et les "nouveaux venus." Roma: Unione internazionale degli Is­
tituti di archeologia storia, e storia dell'arte, 1 997.
Guyotjeannin, Olivier and Poulle, Emmanuel (der.), Autour de Gerbert d'Au -
rillac, le pape de l'An Mil. Paris: Ecole des Chartes, 1 996.
Riche, Pierre (der.), L'Europe de l'An Mil. Saint-Leger-Vauban: Zodiaque,
2 00 1 .

1 2 . Yüzyıl Rönesansı

Benson, R. L. and Constable, Giles (der.), Renaissance and Renewal in the


Twelfth Century. Oxford: Clarendon Press, 1 982.
Haskins, C. H., The Renaissance ofthe Twelfth Century. Cambridge: Harvard
University Press, 1 927.
Le Goff, Jacques, "What Does the Twelfth Century Renaissance Mean?" Li­
nehan-Nelson içinde, s. 635-47.
Moore, Robert 1 . , The First European Revolution (c. 970- 1 2 1 5). Oxford:
Blackwell, 2000.
Moos, Peter von, "Das 1 2. Jahrhundert: eine ' Renaissance' oder ein
'Aufüirungszei talter'?" Mittelalterliches ]ahrbuch 2 3 ( 1 988) içinde, s. 1 - 1 O.
Ribemont, Bernard, La Renaissance du Xlle siecle et l'Ency dopedisme. Paris:
Honore Champion, 2002.

1 3. Yüzyıl

Genicot, Leopold, Le XIIIe siecle europeen. Paris: PUF, 1 968.


Le Goff, Jacques, L'Apogee de la chretiente v. 1 1 80 - v. 1 3 30. Paris: Bordas,
1 982.

S E Ç İ LM İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 251


Le Goff, Jacques, "Du ciel sur la terre: la mutation des valeurs du Xlle au XI­
Ile dans l"Occident medieval," Odysseus ( 1 990) (Rusça), içinde yeniden
basım " Quarto", Le Roi, le Saint, Paris: Gallimard,2003.
Mundy, J.-H., Europa in the High Middle Ages (1 973). Londra: Longman,
1 99 1 .

1 4. Yüzyıldan 1 5. Yüzyıla:
Mutasyonlar, Çatışmalar, Şiddet

Abel, Wilhelm, Die Wüstungen des ausgehenden Mittelalters, 2. baskı. Stutt -


gart, 1 955.
Gauvard, Claude, "De grace especial." Crime, Etat et societe en France a lafin
du Moyen Age. 2 cilt, Paris: Publications de la Sorbonne, 1 99 1 .
Graus, Frantisek, Pest, Geiszler, fuenmorde. Das 1 4. fahrhundert als Krisenze -
it, 2. baskı. Göttingen: Vandenhoeck &. Ruprecht, 1 988.
Hilton, Rodney H., Bond Men Made Free: Medieval Peasant Movements and
the English Rising of 1 38 1 . Londra: Methuen, 1 973.
Hilton, Rodney H. and Aston, T. H., The English Rising of 1 38 1 . Cambridge:
Past and Present Publications, 1 984.
Jordan, William Chester, The Great Famine: Northern Europe in the Early Fo­
urteenth Century. Princeton: Princeton University Press, 1 996.
Leff, Gordon, The Dissolution of the Medieval Outlook: An Essay on Intellec -
tual and Spiritual Change in the Fourteenth Century. New York: Harper &.
Row, 1 976.
Malowist, Marian, Croissance et repression en Europe, XIVe-XVIle siecle. Paris:
Armand Colin, 1 972.
Martines, Lauro (der.), Violence and Civil Disorder in Italian Cities, 1 200-
1 500. Berkeley-Los Angeles: University of California Press, 1 972.
Mollat, Michel and Wolff, Philippe, Ongles bleus, facques et Ciompi. Les revoluti -
ons populaires en Europe aux XIVe et XVe siecles. Paris: Calmann-Levy, 1 970.
Stella, Alessandro, La Revolte des Ciompi. Les hommes, les lieux, le travail. Pa -
ris: EHESS, 1 993.
Valde6n Baruque, Julio, Los conflictos sociales en el reino de Castilla en los sig­
los XIVy XV. Madrid: Siglo veintiuno, 1 975.
Villages desertes et Histoire economique, XIe-XVIIIe siecle, Fernand Braudel'in
önsözü. Paris: SEVPEN, 1 965.
Wolff, Philippe, Automne du Moyen Age ou Printemps des temps nouveaux?
L'economie europeenne aux XIVe et XVe siecles. Paris: Aubier, 1 986.

252 AVRUPA'N ı N Docuşu


Modern Devletin Ortaya Çıkışı

Coulet, Noel ve Genet, Jean-Pierre (der.), L'Etat moderne. Territoire, droit,


systeme politique. Paris: Editions du CNRS, 1 990.
Culture et Ideologie dans la genese de l'Etat moderne (Rome Round Table,
1 984), Roma: Ecole française de Rome, 1 985.
Genet, Jean -Pierre (der.), L'Etat moderne. Genese. Bilans etperspectives. Paris:
Editions du CNRS, 1 990.
Guenee, Bernard, L'Occident aux XIVe et XVe siecles. Les Etats. Paris: PUF,
1 97 1 ( 1 . baskı) ve 1 99 1 (4. baskı).
Strayer, Joseph R., On the Medieval Origins ofthe Modern State. Princeton:
Princeton University Press, 1 970.
Wilks, M. J., The Problem ofSovereignty in the Later Middle Ages. Cambridge:
Cambridge University Press, 1 963.

1 5. Yüzyılın Sonu Ortaçağ'ın Sonu muydu?

Brown, Elizabeth A. R., "On 1 500," Linehan-Nelson içinde, s. 69 1 -7 1 0.


Cardini, Franco, Europa 1 492. Ritratto di un continente cinquecento annifa.
Milano: Rizzoli, 1 989.
Vincent, Bernard, 1 49 2, l'annee admirable. Paris: Aubier, 1 99 1 .

***

Adalet

Bartlett, Robert, Trial by Fire and Water: The Medieval fudicial Ordeal. Ox­
ford: Oxford University Press, 1 986.
Chiffoleau, Jacques, Les fustices du pape. Delinquence et criminalite dans la
region d'Avignon aux XIVe et XVe siecles. Paris: Publications de la Sorbon­
ne, 1 984.
Gauvard, Claude, "De grace especial." Crime, Etat et societe en France a lafin
du Moyen Age. 2 cilt, Paris: Publications de la Sorbonne, 1 99 1 .
Gauvard, Claude, "Justice et paix," Le Goff-Schmitt içinde, s . 587-94.
Gauvard, Claude ve Jacob, Robert (der.), Les Rites de lajustice. Gestes et ritu -
els judiciaires au Moyen Age. Paris: Cahiers du Leopard d'Or, 2000.
Gonthier, Nicole, Le Chatiment du erime au Moyen Age, XIIe-XVI siecle. Ren -
nes: Presses universitaires de Rennes, 1 998.

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 253


Guenee, Bernard, Tribuneaux et gens dejustice dans le bailliage de Sen/is a la
fin du Moyen Age (vers 1 3 80-vers 1 550). Paris, 1 963.
Jacob, Robert, Images de la justice. Essai sur l'iconographie judiciaire du Mo­
yen Age a l'ô.ge classique. Paris: Le Leopard d'Or, 1 994.
Jacob, Robert, "Le jugement de Dieu et la formation de la fonction de juger
dans I'histoire europeenne," Archives de philosophie et de droit ( 1 994).
La fustice au Moyen Age (sanction ou impunite?). Senefiance, no. 1 6 (1 986).
La Preuve. Recueils de la Societe fean-Bodin, c. l 7. Brüksel, 1 965.

Aile, Akrabalık, Evlilik

Aurell, Martin, Les Noces du comte. Mariage et pouvoir en Catalogne (785-


1 2 1 3) . Paris: Publications de la Sorbonne, 1 995.
Burguiere, Andre (der.) , Histoire de lafamille. Paris: Armand Colin, 1 986.
Duby, Georges, Le Chevalier, lafemme et le pretre. Le mariage dans la France
feodale. Paris: Hachette, 1 9 6 1 .
Duby, Georges ve Le Goff, Jacques (der.), Famille e t parente dans l'Occident
medieval. Paris: Hachette, 1 96 1 .
Flandrin, Jean-Louis, Familles. Parente, maison et sexualite dans l'ancienne
societe. Paris: Hachette, 1 976; Seuil, 1 9 84.
Gaudemet, Jean, Le Mariage en occident. Paris: Cerf, 1 987.
Goody, Jack, The European Family: An Historico-Anthropological Essay. Ox -
ford: Blackwell, 200 1 .
Guerreau-Jalabert, Anita, "Sur les structures de pareme dans l'Europe
medievale," Annales ESC içinde, 1 9 8 1 , s . 1 028-49.
Guerreau-Jalabert, Anita, "Parente," Le Goff-Schmitt içinde, s. 861 -76.
Herlihy, David, Medieval Households. Cambridge: Harvard University Press,
1 985.
Il matrimonio nella societa altomediovale, Settimane di studi sull'alto medioe -
va, Spoleto, XXIV, 1 977.
Le Jan, Regine, Famille et pouvoir dans le mode franc (VIIe-Xe siecle). Paris:
Publications de la Sorbonne, 1 99 5.
Lett, Didier, Famille et parente dans l'Occident medieval, Ve-XVe siecle. Paris:
Hachette, 2000.

2 54 AVRUPA' N I N Docuşu
Ansiklopedicilik

Bartholomew the Englishman, On the Properties ofThings ( 1 9 cilt, İngiliz­


ce'ye çevrilmesi 1 495 civarı); Fransızca'da Barthelemy l'Anglais, Le Livre
des proprietes des choses, une encyclopedie du XIVe siecle, Bernard Ribe­
mont tarafından modern Fransızca'ya çevrildi ve açıklamalar eklendi. Pa­
ris: Stock, 1 999.
Beonio-Brocchieri Fumagalli, Maria Teresa, Le Enciclopedie dell'Occidente
medioevale. Torino: Loescher, 1 98 1 .
Boüard, Michel de, " Encyclopedies medievales," Revue des questions histori -
ques, 3. , na. 1 6 ( 1 930), s. 2 58-304.
Boüard, Michel de, " Reflexions sur I'enciclopedisme medieval," Annie Becq
(der.), L'Encyclopedisme (Caen konferansının bildirileri, 1 987) içinde. Pa -
ris: Klincksiek, 1 99 1 .
Meier, Christel, "Grundzüge der mittelalterlichen Enzyklopadie. Zu Inhal­
ten, Formen und Funktionen einer problematischen Gattung," Literatur
und Laienbildung im Spi:itmittalter (Wolfenbüttel Sempozyumu, 1 98 1 ),
Stuttgart: Metzler, 1 984, s. 467- 500.
Picone, Michelangelo (der.), L'Enciclopedismo medievale (San Gimigniano
konferansının bildirileri, 1 992). Ravenna: Longa, 1 994.
Ribemont, Bernard, " L'Encyclopedisme medieval et la question de I'organi­
sation du savoir," L'Ecriture du savoir (Bagnoles-de-I'Orme konferansı­
nın bildirileri, 1 990) içinde, Le Menil-Brout: Association Diderot, 1 99 1 ,
s . 9 5 - 1 07.

Arthur

Barber, Richard, King Arthur: Hero and Legend. Woodbridge: Boydell Press,
1 986.
Berthelot, Anne, Arthur et la Table Ronde. Laforce d'une [egende. Paris: Gal -
limard, 1 996.
Boutet, Dominique, Charlemagne et Arthur ou le roi imaginaire. Paris:
Champion, 1 992.
Loomis, R. S. (der.), Arthurian Literature in the Middle Ages. Oxford: Claren -
don Press, 1 9 59.

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 255


Azizler

Boesch-Gajano, Sofıa, La santita. Roma-Bari: Laterza, 1 999.


Brown, Peter, The Cult ofSaints: lts Rise and Function in Latin Christianity.
Londra: SCM Press, 1 9 8 1 .
Brown, Peter, Les Fonctions des saints dans le monde occidental (llle-Xllle
siecle). Roma: :Ecole française de Rome, 1 99 1 .
Geary, Patrick J., Living with the Dead in the Middle Ages. Ithaca-New York:
Cornell University Press, 1 994.
Kleinberg, A. M., Prophets in their Own Country: Living Saints and the Ma -
king ofSainthood in the Later Middle Ages. Chicago-Londra: University of
Chicago Press, 1 992.
Mitterauer, Michael, Ahnen und Heilige. Namengebung in der europii.ischen
Geschichte. Münib: Beck, 1 993.
Schmitt, Jean-Claude, Le Saint Levrier. Guinefort guerisseur d'enfants depuis
le Xllle siecle. Paris: Flammarion, 1 979.
Vauchez, Andre (der.), Histoire des saints et de la saintete chretienne, c. 1 - 1 1 .
Paris: Hachette, 1 986-8.
Vauchez, Andre, "Le Saint," Jacques Le Goff (der.), L'Homme medieval içinde,
Paris: Seuil, 1 989 (İtalyanca baskı, Bari: Laterza, 1 987 ) .
Vauchez, Andre, Saints, prophetes et visionnaires. Le pouvoir surnaturel au
Moyen Age. Paris: Albin Michel, 1 999.

Beden: Tıp, Cinsellik

Agrimi, Jale and Crisciani, Chiara, Medicina del corpo e medicina dell'anima,
Milano: Episteme Editrice, 1 978.
Agrimi, Jale and Crisciani, Chiara, Malato, medico e medicina nel Medioevo.
Torino: Loescher, 1 980.
Brown, Peter, Body and Society: Men, Women and Sexual Renunciation in
Early Christianity. Londra: Faber, 1 989.
Brundage, J. A., Law, Sex and Christian Society in Medieval Europe. Chicago­
Londra: University of Chicago Press, 1 987.
Bullough, Vem L. ve Brundage, James (der.), Handbook ofMedieval Sexua -
lity. New York-Londra: Gar hnd, 2000.
Bynum, Caroline W., The Resurrection of the Body in Western Christianity,
200- 1 3 3 6. New York: Columbia University Press, 1 995.
Casagrande, Carla ve Vecchio, Silvana, Anima e corpo nella cultura medieva -

256 AVRU PA'N I N Docuşu


le. Floransa: Sismel, 1 999.
I discorsi dei corpi, Micrologus I içinde (1 993).
Flandrin, Jean-Louis, Un temps pour embrasser. Aux origines de la morale se­
xuelle occidentale. Vle-Xle siecle. Paris: Seuil, 1 983.
Jacquart, Danielle and Thomasset, Claude, Sexualite et savoir medical au Mo­
yen Age. Paris: PUF, 1 985.
Le Goff, Jacques and Truong, Nicolas, Une histoire du corps au Moyen Age. Pa -
ris: Liana Levi, 2003.
Poly, Jean-Pierre, Le Chemin des amours barbares. Genese medievale de la se­
xualite europeenne. Paris: Perrin, 2003 .
Rossiaud, Jacques, La Prostitution medievale. Paris: Flammarion, 1 988.

Bellek

Carozzi, Claude ve Taviani-Carozzi, Huguette (der.) , Faire memoire. Souvenir


et commemoration au Moyen Age. Aix-en-Provence: Publications de
I'universite de Provence, 1 994.
Carruthers, Mary, The Book of Memory. Cambridge: Cambridge University
Press, 1 940.
Carruthers, Mary, The Craft ofThought: Meditatio: Thinking and the Making
ofImages, 400- 1 200. Cambridge: Cambridge University Press, 1 998.
Clanchy, Michel, From Memory to Written Record: England, 1 066- 1 907, 2.
baskı, Londra: Edward Arnold, 1 996.
Geary, Patrick J., Phantoms of Rememberance: Memory and Oblivion at the
End ofthe First Millenium. Princeton: Princeton University Press, 1 994.
Lauwers, Michel, La Memoire des ancetres, le souci des morts. Morts, rites et
societe au Moyen Age. Paris: Beauchesne, 1 997.
Le Goff, Jacques, Histoire et Memoire. İtalyanca versiyonu 1 98 1 ; Fransızca
versiyonu, Paris: Gallimard, 1 988.
Oexle, Otto Gerhard (der.), Memoria als Kultur. Göttingen: Vandenhoeck &
Ruprecht, 1 995.
Restaino, Rosangela, "Ricordare e dimenticare nella cultura del Medioevo"
(4 6 Nisan, 2002 Trent Sempozyumu Bildirisi: Memoria. Ricordare e
-

dimenticare nella cultura del Medioevo ), Quaderni medioevali, 54 (Aralık


2002), s. 2 2 1 -38.
Yates, Frances A., The Art ofMemory. Harmonsworth: Penguin, 1 978.
Zinn Jr, Grover A., "Hugh of Saint-Vic ur and the Art of Mernory," Viator, 5
(1 974), s. 2 1 1 -34.

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 257


Bilim, Bilimsel Tutum

Beaujouan, Guy, "La science dans l'Occident medieval chretien," Rene Ta -


ton, (der.), La Science antique et medievale des origines a 1 450, Paris: PUF,
1 966 ( 1 . baskı) ; 1 994 (2. baskı).
Beaujouan, Guy, Par raison de nombres. L'art du calcul et ies savoirs scientifi­
ques medievaux. Aldershot-Brookfield: Variorum Reprints, 1 9 9 1 .
Crombie, Alistair C . , Augustine to Galileo: Medieval and Early Modem Scien­
ce. Londra: Heinemann, 1 952 ( 1 . baskı), 1 9 59 (2 cilt, gözden geçirilmiş
ve genişletilmiş baskı), 1 979 (yeniden basım).
Crombie, Alistair C., Robert Crosseteste and the Origins ofExperimental Sci­
ence, 1 1 00-1 700. Oxford: Clarendon Press, 1 953 ( 1 . baskı), 1 9 7 1 (3. bas­
kı).
Crombie, Alistair C., Scientific Change: Historical Studies in the Intellectual,
Social and Technical Conditionsfar Scientific Discovery and Technical In -
ventionfrom Antiquity to the Present (Bilim tarihi üzerine konferans se­
risi, Oxford, 1 96 1 ) . Londra: Heinemann Educational Books; New York:
Basic Books, 1 963.
Crombie, Alistair C., "The Relevance of the Middle Ages to the Scientific
Movement," Science, Optics, and Music in Medieval and Early Modern
Thought, Londra: Hambledon Press, 1 990, s. 4 1 - 7 1 .
Grant, Edward, Physical Science in the Middle Ages. New York-Londra: Wi­
ley, 1 97 1 .
Lindberg O . C (der.), Science in the Middle Ages. Chicago-Londra: University
of Chicago Press, 1 978.
Minois, Georges, L'Eglise et la science. De saint Augustin a Galilee. Paris: Fa­
yard, 1 990.
Murray, Alexander, Reason and Society in the Middle Ages. Oxford: Claren­
don Press, 1 978.
Murray, Alexander, "Raison," Le Goff-Schmitt içinde, s. 934-49.
Stock, Brian, Myth and Science in the Twelfth Century: A Study of Bernard
Silvester. Princeton: Princeton University Press, 1 972.

Binyılcılık, Mahşer

Boureau, Alain ve Piron, Sylvain (der.), Pierre de fean Olivi (1 248- 1 298) .
Pensee scolastique, dissidence spirituelle e t societe. Paris: Vrin, 1 999.
Bynum, Caroline W. ve Freedman, Paul, Last Things: Death and the Apocaly -

258 AVRUPA' N I N Docuşu


pse in the Middle Ages. Philadelphia: University of Pennsylvania Press,
2000.
Capitani, Ovicio ve Miethke, Jürgen (der.), L'Attesa della fine dei tempi nel
Medioevo. Bologna: II Mulino, 1 990.
Carozzi, Claude, Apocalypse et salut dans le christianisme ancien et medieval.
Paris: Aubier, 1 996.
Cohn, Narman, Cosmos, Chaos and the World ta Come: The Ancient Roots of
Apocalyptic Faith. New Haven- Londra: Yale University Press, 200 1 .
Head, Thomas ve Landes, Richard, The Peace ofGod: Social Violence and Re­
ligious Response in France around the Year 1 000. Londra: Cornell Univer­
sity Press, 1 992.
Manselli, Raoul, La "Lectura super Apocalipsim" di Pietro di Giovanni Olivi.
Roma, 1 955.
Mendel, Arthur P., Vision and Violence (on the Millennium). Ann Arbor: Uni­
versity of Michigan Press, 1 992 {1 . baskı), 1 999 (2. baskı).
Reeves, Marjorie,Joachim ofFiore and the Prophetic Future. Londra: Suttan, 1 976.
Les Textes prophetiques et la prophecie en Occident, XIIe-XVIe siecle {Chan -
tilly Round Table, 1 988). Roma: Ecole française de Rome, 1 990.
Töpfer, Bernhard, Das kommende Reich des Friedens. Berlin, 1 964.
Verbeke, Werner, Verhelst, Daniel ve Welkenhuysen, Andries, The Use and
Abuse of Eschatology in the Middle Ages. Leuven: Leuven University
Press, 1 988.

Birey

Benton, J. E., Self and Society in Medieval France: The Memoir ofAbbot Gui­
bert de Nogent. New York: Harper & Row, 1 970.
Boureau, Alain, " Un royal individu," Critique, 52 {1 996), s. 845-57.
Bynum, Caroline W., "Did the Twelfth Century Discover the Individual?"
fesus as Mother: Studies in the Spirituality ofthe High Middle Ages. Berke -
ley: University of California Press, 1 982, s. 82- 1 09.
Coleman, Janet (der.), L'Individu dans la theorie politique et dans la pratique.
Paris: PUF, 1 996, s. 1 -90.
Duby, Georges ve Aries, Philippe (der.), Histoire de la vie privee, c. 2, Paris:
Seuil, 1 985: " L'emergence de I'individu," s. 503 -6 1 9. Türkçesi için bkz.
Özel Hayatın Tarihi, c. 2, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2006.
Gourevitch, Aran J ., La Naissance de l'individu dans I'Europe medievale. Paris:
Seuil, 1997 {Rusça'dan çeviri).

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 259


Le Goff, Jacques, Saint Louis. Paris: Gallimard, 1 996.
Melville, Gert ve Schürer, Markus (der.), Das Eigene und das Ganze. Zum In­
dividuellen im mittelalterlichen Religiösentum. Münster: LIT, 2002.
Morris, Colin, The Discovery ofthe Individual, 1 050-1 200. Londra: SPCK for
the Church Historical Society, 1 972.
Schmitt, Jean-Claude, " La decouverte de I'individu, une fiction historiograp­
hique?" Pierre Mengal ve Françoise Parot (der.), La Fabrique, lafigure et la
feinte. Fictions et statut de la fiction en psychologie içinde, Paris: Vrin,
1 989, s. 2 1 3-36.
Ullmann, Walter, The Individual and Society in the Middle Ages. Baltimore:
Johns Hopkins University Press, 1 966.
Zink, Michel, La Subjectivite litteraire. Autour du siecle de Saint Louis. Paris:
PUF, 1 985.

Büyücülük

Bechtel, Guy, La Sorciere et l'Occident. Paris: Plon, 1 997.


Cardini, Franco, Magia, stregoneria, superstizioni nell'Occidente medievale.
Floransa: La Nuova Italia Editrice, 1 979.
Caro Baroja, Julio, Les Sorcieres et leur monde. Paris: Gallimard, 1 992 (İspan­
yolca'dan çeviri).
Cohn, Norman, Europe's lnner Demons. St Albans: Paladin, 1 976.
Ginsberg, Carlo, Le Sabbat des sorcieres. Paris: Gallimard, 1 992 (İtalyan­
ca' dan çeviri).
Ginsberg, Carlo, Le Marteau des sorcieres (çeviri ve giriş yazısı Arnaud Danet,
1 973), yeni baskı, Grenoble: Jerôme Million, 1 990.
Michelet, Jules, La Sorciere (giriş Robert Mandrou). Paris: Julliard, 1 964.
Muchembled, Robert (der.), Magie et sorcellerie en Europe. Du Moyen Age a
nas jours. Paris: Armand Colin, 1 994.
Nabert, Nathalie (der.), Le Mal et le diable. Leursfigures a lafin du Moyen Age.
Paris: Beauchesne, 1 996.
Schmitt, Jean-Claude, " Sorcellerie," Le Goff-Schmitt içinde, s.1 084-96.

Çalışma

Allard, Guy H. ve Lusingnan, Serge (der.), Les Arts mecaniques au Moyen Age.
Paris-Montreal: Vrin-Bellarmin, 1 982.

260 AVRUPA' N I N Docuşu


Fossier, Robert, Le Travail au Moyen Age, une approche interdisciplinaire. Lo -
uvain-la-Neuve: Publications de l'lnstitut d'etudes medievales, 1 990.
Hamesse, Jacqueline ve Muraille, Colette (der.), Le Travail au Moyen Age. Pa -
ris: PUF, 1 965.
Heers, Jacques, Le Travail au Moyen Age. Paris: Hachette, 2000.
Lavorare nel medioevo (Todi konferans dizisi, 1 980) . Perugia, 1 983.
Le Goff, Jacques, "Travail," Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 1 3 7-49.
Wolff, Philippe ve Mauro, Federico (der.), Histoire du Travail. II: L'Age de l'ar­
tisanat (Ve-XVIIle siecle). Paris, 1 960.

Çocuklar

Alexandre-Bidon, Daniele ve Lett, Didier, Les Enfants au Moyen Age, Ve-XV


siecle. Paris: Hachette, 1 997.
Aries, Philippe, L'Enfant et la viefamiliale sous l'A.ncien Regime. Paris: Seuil,
1 960.
Boswell, John, The Kindness ofStrangers: The Abandonment ofChidren in Wes­
tern Europefrom Late Antiquity to the Renaissance. Londra: Alien Lane, 1 989.
Enfant et societe, Annales de la demographie historique'in özel sayısı ( 1 973 ).
Lett, Didier, L'Enfant des miracles. Enfance et societe au Moyen Age (XIIe-XI­
Ile siecle). Paris: Aubier, 1 997.
Riche, Pierre ve Alexandre-Bidon, Daniele, L'Enfance au Moyen Age. Paris:
Seuil-BNF, 1 994.
Shahar, Shulamith, Childhood in the Middle Ages. Londra: Routledge, 1 990.

Dans

Horowitz, Jeannine, " Les danses clericales dans les eglises au Moyen Age," Le
Moyen Age 95 ( 1 989 ) , s. 2 79-92.
Sahlin, Margit, Etude sur la carole medievale. Uppsala, 1 940.

Değişim Karşıtlığı (İlerleme; Teknikler ve Yeniliğe bkz.)

Baumgartner, Emmanuelle ve Harf-Lancner, Laurence (der.), Progres, reacti -


on, decadence dans l'Occident medieval. Paris-Cenevre: Droz-Champion,
2003 .

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİ K KAYNAKÇA 261


Bultot, Robert, Christianisme et valeurs humaines. La doctrine du mepris du
monde. 4 cilt, Leuven-Paris, 1 9 64.
Le Goff, Jacques, "Antico-Moderno," Enciclopedia, c. 1 içinde, Torino: Einau­
di, 1 977, Histoire et Memoire'ın içinde Fransızca olarak tekrar basım, Pa­
ris: Gallimard, 1 988.
Le Goff, Jacques,''Progresso-Reazione," Enciclopedia, c. 1 1 içinde, Torino:
Einaudi, 1 980.
Smalley, Beryl, " Ecclesiastical Attitudes to Novelty, c. 1 1 00 - c. 1 1 50,'" De­
rek Baker (der.), Church, Society and Politics, Studies in Church History
1 2 içinde. Oxford: Blackwell far the Ecclesiastical History Society, 1 975,
s. 1 1 3 -3 1 .

Dil(ler), Edebiyat

Banniard, Michel, Viva voce. Paris: Institut des erudes augustiniennes, 1 992.
Banniard, Michel, Du Latin aux langues romanes. Paris: Nathan, 1 997.
Borst, Arno, Der Turmbau von Babel. Geschicte der Meinungen über Urs-
prung und Vielfalt der Sprachen und Völker. 2 cilt, Stuttgart, 1 957-63.
Cavallo, Guglielmo, Leonardo, Claudio ve Menesto, Enrico, Lo Spazio lette­
rario del Medioevo. 1. Il Medioevo latino. 5 cilt, Roma: Salerno, 1 992-8.
Chaurand, Jacques (ve 1 3. yüzyıldan 1 5. yüzyıla kadar Serge Lusignan), Nou -
velle Histoire de la languefrançaise. Paris: Seuil, 1 999.
Curtius, E. R., La Litterature europeenne et le Moyen Age latin. Paris, 1 956
(Almanca'dan çeviri).
Gally, Michele ve Marchello-Nizia, Christiane, Litteratures de l'Europe
medievale. Paris: Magnard, 1 985.
Jonin, Pierre, L'Europe en vers au Moyen Age. Paris: Honore Champion,
1 996.
Redon, Odile ve diğerleri, Les langues de l'ltalie medievale, L'Atelier du medi -
eviste 8. Turnhout: Brepols, 2002.
Walter, Henriette, L'Aventure des langues en Occident. Leur origine, leur his -
toire, leur geographie. Paris: Laffont, 1 994 ( 1 . baskı), 1 996 (2. baskı).
Wolff, Philippe, Les Origines linguistiques de l'Europe occidentale, 2. baskı.
Toulouse: Publications de I'universite de Toulouse-Le Mirail, 1 982.
Zumthor, Paul, La Lettre et la voix. De la "litterature" medievale. Paris: Seuil,
1 987.

262 AVRU PA'N I N D o c u ş u


Doğa

Alexandre, Pierre, Le Climat Europe au Moyen Age. Contribution a l'his tıire


des variations climatiques de 1 000 a 1 425 d'apres les sources narratives de
l'Europe occidentale. Paris: EHESS, 1 987.
Alexandre, Pierre, Comprendre et maztriser la nature au Moyen Age. Melan­
ges d'histoire des sciences offerts a Guy Beaujouan. Cenevre: Droz, 1 994.
Fumagalli, Vito, L'uomo e l'ambiente nel Medioevo. Bari: Laterza, 1 992.
Fumagalli, Vito, Paesaggi della paura. Vita e natura nel Medioevo. Bologna: il
Mulino, 1 994.
Gregory, Tullio, "Nature," Le Goff-Schmitt içinde, s. 806-20.
Solere, Jean-Luc, Il teatro della Natura, Micrologus'un özel sayısı, 4 (1 996).
Solere, Jean Luc, " Nature," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s. 967-76.

Dünyanın Keşfi

Chaunu, Pierre, L'Expansion europeenne du XIIIe au XVe siecle. Paris: PUF, 1 969.
Duteil, Jean-Pierre, L'Europe a la decouverte du monde du XIIIe au XVIIe siec­
le. Paris: Armand Colin, 2003.
Heers, Jacques, Marco Polo. Paris: Fayard, 1 983.
Magalhaes-Godihno, Vit6rino, Les Decouvertes: XVe-XVle siecle. Une revolu­
tion des mentalites. Paris: Autrement, 1 990.
Mallat du Jourdain, Michel, Les Explorateurs du XIIIe au XVle siecle. Premiers
regards sur des mondes nouveaux. Paris: J .-C. Lattes, 1 984.
Philips, J. R. S., The Medieval Expansion ofEurope. Oxford: Oxford Univer­
sity Press, 1 9 88.
Roux, Jean-Paul, Les Explorateurs au Moyen Age. Paris: Seuil, 1 96 1 .

Ekonomi

Abel, Wilhelm, Crises agraires en Europe (XIIIe-XXe) (1 966). Paris: Flam -


marion, 1 973 (Almanca' dan çeviri).
Bloch, Marc, Esquisse d'une histoire monetaire de l'Europe. Paris, 1 9 54.
The Cambridge Economic History of Europe, c. l : The Agrarian Life of the
Middle Ages, 2. baskı (1 966); c. 2: Trade and Industry in the Middle Ages
(1 952); c. 3 : Economic Organization and Policies in the Middle Ages
(1 963). Cambridge: Cambridge University Press.

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 263


Cipolla, Carlo M. Storia economica dell'Europa pre-industriale. Bologna: il
Mulino, 1 974.
Cipolla, Carlo M., Before the lndustrial Revolution: European Society and Eco­
nomy, 1 000-1 700. New York: W. W. Norton, 1 976.
Contamine, Philippe ve diğerleri, L'Economie medievale. Paris: Armand Co­
lin, 1 993.
Day, John, The Medieval Market Economy. Oxford: Blackwell, 1 987.
Duby Georges, L'Economie rurale et la vie des campagnes dans l'Occident
medieval (France, Angleterre, Empire, IXe-XVe siecle). 2 cilt, Paris, 1 962.
Fournial, Etienne, Histoire monetaire de l'Occident medieval. Paris: Nathan,
1 970.
Latouche, Robert, Les Origines de I'economie occidentale. Paris: Albin Michel,
1 970.
Lopez, Roberto S., La Revolution commerciale dans L'Europe Medievale. Pa -
ris: Aubier-Montaigne, 1 9 74.
Pounds, N. J. G., An Economic History ofMedieval Europe. New York: Long­
man, 1 9 74.

Ekonomi ve Din

Ibanes, Jean, La Doctrine de l'Eglise et les realites economiques au XIIIe siecle.


Paris, 1 967.
Langholm, Odd, Economics in the Medieval Schools: Wealth, Exchange, Mo­
ney and Usury according to the Paris Theological Tradition, 1 200-1 3 50.
Leiden: Brill, 1 992.
Le Goff, Jacques, La Bourse et la vie. Economie et religion au Moyen Age. Paris:
Hachette, 1 986 (1 . baskı), " Pluriel," 1 997.
Little, Lester K., Religious Poverty and the Profit Economy in Medieval Euro -
pe. Londra: Cornell University Press, 1 978.
Todeschini, Giacomo, Ile prezzo della savezza. Lessici medievali del pensiero
economico, Roma: La Nuova ltalia Scientifıca, 1 994.
Todeschini, Giacomo, I mercanti e il Tempio. La societa cristiana e il circolo
virtuoso della richezzafra Medioevo, der. Eta moderna. Bologna: i l Muli­
no, 2002.

2 64 AVRUPA' N I N DOG UŞU


Feodalizm

Barthelemy, Dominique, L'Ordre seigneurial, XI-XIIe siecle. Paris: Seuil,


1 990.
Barthelemy, Dominique,"Seigneurie," Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 056-66.
Bloch, Marc, La Societefeodale. Paris: Albin Michel, 1 939-40 ( 1 . baskı), 1 968
(2. baskı).
Duby, Georges, Les Trois ordres ou l'imaginaire du feodalisme. Paris: Galli­
mard, 1 978.
Guerreau, Alain, Le Feodalisme, un horizon theorique. Paris: Le Sycomore,
1 980.
Guerreau, Alain, "Feodalite," Le Goff-Schmitt içinde, s. 387-406.
Le Goff, Jacques, "Les trois fonctions indo-europeennes, I'historien et I'Eu­
rope feodale,'' Annales ESC ( Kasım-Aralık 1 979) , s. 1 1 87-2 1 5.
Poly, Jean-Pierre ve Bournazel. Eric, La Mutationfeodale, Xe-XII siecle. Paris:
PUF, 1 980.
Reynolds, Susan, Fiefs and Vassals. New York-Oxford: Oxford University
Press, 1 994.
Toubert, Pierre, Les Structures du Latium medieval. Le Latium meridonial et la
Sabine du lXe a la fin du XIIIe siecle. Roma: Ecole française de Rome,
1 973.
Toubert, Pierre (der.), Structuresfeodales etfeodalisme dans l'Occident medi­
terraneaen (Xe-XIIIe) ( 1 978 konferansı). Roma: Ecole française de Rome,
1 980.

Gençlik

Duby, Georges, "Les 'jeunes' dans la societe aristocratique dans la Fran re du


Nord-Ouest au XIIe siecle," Annales ESC, 1 9 ( 1 9 64) , s. 83 5-46; yeniden
basım Hommes et structures du Moyen Age, Paris-Lahey: Mouton, s. 2 1 3 -
25.
Gauvard, Claude, " Les jeunes a la fin du Moyen Age. Une classe d'age," An -
nales de l'Est, 1 -2 ( 1 982 ) , s. 2224-44.
Levu, Giovanni ve Schmitt, Jean-Claude (der.), Histoire des jeunes en Occi­
dent. l: De l'Antiquite a l'epoque moderne ( 1 994) . Paris: Seuil, 1 996 (İtal­
yanca'dan çeviri).

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 265


Günah(lar)

Bloomfıeld, M. W., The Seven Deadly Sins: An Introduction ta the History ofa
Religious Concept, with Special References ta Medieval English Literature.
East Lansing: Michigan State College Press, 1 9 52.
Casagrande, Carla ve Vecchio Silvana, Les Peches de la langue (l 987). Paris:
Cerf, 1 9 9 1 (İtalyanca'dan çeviri).
Casagrande, Carla ve Vecchio, Silvana, Histoire despeches capitaux au Moyen
Age (2000). Paris: Aubier, 2003 (İtalyanca'dan çeviri).
Delumeau, Jean, Le Peche et la peur. La culpabilisation en Occident (XIIIe­
XVIles.). Paris: Fayard, 1 983.
Levelleux, Corinne, La Parafe interdite. Le blaspheme dans la France medieva­
le (Xlle-XVII s.), du peche au erime. Paris: De Boccard, 200 1 .
Schimmel, Solomon, The Seven Deadly Sins: fewish, Christian and Classical
Reflections on Human Nature. New York: Maxwell Macmillan Internatio­
nal, 1 992.
Tender, T. N , Sin and Confession on the Eve of the Reformation. Princeton:
.

Princeton University Press, 1 977.


Vogel, Cyrille, Le ?echeur et la penitence au Moyen Age. Paris: Cerf, 1 969.

Hac

Barriero Rivas, Jose Luis, La Funci6n politica de los caminos de peregrinaci6n


en la Europa medieval. Estudio del camino de Santiago. Madrid: Editorial
Tecnos, 1 997.
Barriero Rivas, Jose Luis, The Construction of Political Space: Symbolic and
Cosmological Elements (Jerusalem and Santiago in Western History). Ku -
düs-Santiago: Al-Quds University, Araguaney Foundation, 1 999.
Benassar, Bartolome, Saint-facques-de-Compostelle. Puissance du pelerinage.
Turnhout: Brepols, 1 985.
Gicquel, Bernard, La Legende de Compostelle. Le livre de Saint facques. Paris:
Tallandier, 2003.
Oursel, Raymond, les ?elerins du Moyen Age. Les hommes, les chemins, les
sanctuaries, Paris, 1 957.
Vasquez de Parga, Luis, Lacarra, Jose Maria ve Uria Riu, Juan, Las Peregrina -
ciones a Santiago de Compostela. 3 cilt, Madrid, 1 948-50.
Vielliard, Jeanne, Le Guide du pelerin de Saint-facques-de-Compostelle. Ma -
con-Paris: Protat, 1 98 1 (5.baskı)

266 AVRUPA' N ı N D oc u ş u
Haçlı Seferleri

Alphandery, Pierre ve Dupront, Alphonse, La Chretiente et l'idee de croisade.


2 cilt, Paris: Albin Michel, 1 954; 1 cilt olarak yeniden basım 1 995.
Balard, Michel, Les Croisades. Paris, 1 968.
Chroniques arabes des Croisades, Francisco Gabrieli'nin derlediği metinler ve
kendi giriş yazısı (1 963). Paris: Sindbad, 1 977 (İtalyanca' dan çeviri).
Dupront, Alphonse, Du sacre, croisades etpelerinages, images et langages. Pa­
ris: Gallimard, 1 987.
Flori, Jean, Les Croisades. Origines, realisation, institutions, deviations. Paris:
Jean-Paul Gisserot, 200 1 .
Flori, Jean, Guerre sainte, Jihad, Croisade. Violence et religion dans le christi­
anisme et l'islam. Paris: Seuil, 2002.
Hillenbrand, Carole, The Crusades: lslamic Perspectives. Edinburgh: Edin­
burgh University Press, 1 999.
Kedar, Benjamin Z., Crusade and Mission: European Approaches toward the
Muslims. Princeton: Princeton University Press, 1 9 84.
Lobrichon, Guy, 1 099, ferusalem conquise. Paris: Cerf, 1 998.
Riley-Smith, Jonathan, The Crusades. Londra: Athlone Press, 200 1 .
Siberry, Elizabeth, Criticism of Crusading, 1 095- 1 274 . Oxford: Clarendon
Press, 1 985.
Sivan, Emmanuel, L'Islam et la croisade. Paris, 1 968.
Tyerman, Christopher, "What the Crusades Meant to Europe," Linehan­
Nelson içinde, s. 1 3 1 -45.

Hanedan Armacılığı

Pastoureau, Michel, Traite d'heraldique. Paris: Picard, 1 993.

Hayvanlar

Berlioz, Jacques ve Polo de Beaulieu, Marie-Anne, L'Animal exemplaire au


Moyen Age. Bestiares du Moyen Age, çev. G. Bianciotto. Paris: Stock, 1 980.
Delort, Robert, Les animaux ant une histoire. Paris: Seuil, 1 9 84.
De brt, Robert, "Animaux," Le Goff-Schmitt içinde, s. 55-66.
Guerreau, Alain, "Chasse," Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 66-78.
Il Manda animal. Micrologus VIII, 2 cilt (2000).

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 267


Ortalli, Gherardo, Lupi gente culture. Uomo e ambiente nel medioevo. Torino:
Einaudi, 1 997.
Voisenet, Jacques, Bestiaire chretien. L'imagerie animale des auteurs du haut
Moyen Age (Ve-Xle siecle). Toulouse: Presses universitaires du Mirail,
1 994.

Heretikler

Biget, Jean-Louis, "Reflexions sur 'l'heresie' dans le Midi de la France au Mo -


yen Age," Heresies, no. 36-7 (2002), s. 29-74.
Borst, Ama, Les Cathares ( 1 9 53). Paris: Payot, 1 9 74 (Almanca'dan çeviri).
Borst, Ama, Effacement du catharisme. Cahiers de Fanjeaux, 20 (1 985).
Le Goff, Jacques (der.), Heresies et Societes dans L'Europe pre-industrielle, XI -
e-XVIIIe siecle. Paris-Lahey: Mouton, 1 968.
Moore, Robert, The Origins ofEuropean Dissent. Londra: Allen Lane, 1 977
(1. baskı); Oxford: Blackwell, 1 985 (2. baskı).
Moore,Robert I.,"A la naissance de la societe persecutrice: les clercs, les cat­
hares et la formation de l'Europe," La Persecution du catharisme (Centre
d'etudes cathares'ın düzenlediği Ortaçağ tarihine ait 6. oturumun bildiri -
leri). Carcassonne: Centre d'etudes cathares, 1 996, s. 1 1 -37.
Oberste, Jörg, Der Kreuzzug gegen die Albigenser. Ketzerei und Machtpolitik
im Mittelalter. Darmstadt: Primus Verlag, 2003 .
Schmitt, Jean-Claude, Mart d'une heresie. L'Eglise et les clercsface aux Begui­
nes et aux Beghards du Rhin superieure du XIVe au XVe siecle. Paris-Lahey:
Mouton, 1 978.
Vauchez, Andre, " Orthodoxie et heresie dans l'Occident medieval (Xe-XIIIe
siecle)," Susanna Elm, Eric Rebillard ve Antonella Romana (der.), Ortho­
doxie, Christianisme, Histoire içinde, Roma: Ecole française de Rome,
2000, s. 3 2 1 -32.
Zemer, Monique (der.), Inventer l'heresie? (Nice, CEM konferansı, c. 2). Cen -
tre d'etudes medievales, 1 998.
Zemer, Monique, "Heresie," Le Goff-Schmitt içinde, s. 464-82.

Hukuk

Bellomo, Manlio, L'Europea del diritta commune. Roma: il Cigno Galileo Ga -


lilei, 1 988 ( 1 . baskı), 1 996 (7. baskı).

268 AVRUPA' N I N Docuşu


Calasso, Francesco, Medioevo del diritto. I . Le Fanti. Milano, 1 9 54.
Chiffoleau, Jacques, "Droit," Le Goff-Schmitt içinde, s. 290-308.
Gaudemet, Jean, La Formation du droit canonique medieval. Londra: Vario-
rum Reprints, 1 980.
Grossi, Paolo, L'Ordine giuridico medievale. Roma-Bari: Laterza, 1 995.
Legendre, Pierre, La Fenetration du droit romain dans le droit canonique clas­
sique de Gratien a Innocent IV (1 1 40 - 1 254). Paris, 1 964.
Legendre, Pierre, Ecrits juridiques du Moyen Age occidental. Londra: Vario­
rum Reprints, 1 988.
Post, Gaines, Studies in Medieval Legal Thought: Public Law and the State,
1 1 00- 1 3 22. Princeton: Princeton University Press, 1 964.
Radding, Charles M., The Origin ofMedieval]urisprudence. Pavia and Bolog­
na: 850 - 1 1 50. New Haven: Yale University Press, 1 988.
Reynold, Susan, "Medieval Law," Linehan-Nelson içinde, s. 485-502.

İmparatorluk

Ehlers, Joachim, Die Entstehung des deutschen Reiches. Münih: Oldenbourg,


1 994.
Folz, Robert, L'Idee d'Empire en Occident du Ve au XIVe siecle. Paris: Aubier,
1 972.
Parisse, Michel, Allemagne et Empire au Moyen Age. Paris: Hachette, 2002.
Rapp, Francis, Le Saint Empire romain germanique, d'Otton le Grand a Char­
les Quint. Paris: Tallendier, 2000.

İ slam, Araplar ve Ortaçağ Hıristiyanlığı

Agius, O. A. ve Hitchcock, Richard (der.), The Arab Infl.uence in Medieval Eu­


rope. Reading: Ithaca Press, 1 994.
Bresc, Hemi ve Bresc-Bautier, Genevieve (der.) , Palerme, 1 070- 1 492. Paris:
Autrement, 1 993.
Cardini, Franco, Europe et Islam (Fransızca versiyonu). Paris: Seuil, 1 994.
element, François ve Tolan, John (der.), Refl.exions sur l'apport de la culture
arabe a la construction de la culture europeenne. Paris, 2003.
Senac, Philippe, L'Occident medievalface a l'Islam. L'image de l'Autre, 2. bas -

SEÇ İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 269


kı. Paris: Flammarin, 2000.
Southern, Richard, Western Views of Islam in the Middle Ages. Cambridge:
Harvard University Press, 1 962.
Talan, John, Saracens: Islam in the Medieval European Imagination. New
York: Columbia University Press, 2002.
Talan, John ve Josserand, Philippe, Les relations entre le monde arabo-musul­
man et le monde [atin (milieu du Xe-milieu du Xlle siecle). Paris: Breal,
2000.

Kadınlar

Borresen, K. E., Subordination et equivalence. Nature et rôle de lafemme d'ap­


res Augustin et Thomas d'Aquin. Oslo-Paris, 1 968.
Dinzelbacher, Peter ve Bauer, Dieter, Frauenmystik im Mittelalter. Ostfil­
dern: Schwabenverlag, 1 985.
Dinzelbacher, Peter ve Bauer, Dieter (der.), Religiöse Frauenbewegung und
mystische Frömmigkeit. Köln: Böhlau Verlag, 1 988.
Dronke, Peter, Women Writers of the Middle Ages. Cambridge: Cambridge
University Press, 1 984.
Duby, Georges, Dames du Xlle siecle. 3 cilt, Paris: Gallimard, 1 995-6.
Duby, Georges ve Perrot, Michelle, Histoire des femmes. 2: Le Moyen Age,
(der.) Christiane Klapisch-Zuber. Paris: Plan, 1 99 1 .
Duggan, Anne (der.), Queens and Queenship in Medieval Europe. Woodbrid­
ge: Boydell Press, 1 997.
La Femme dans la civilisation des Xe-XIIIe siecles (Poitiers konferans dizisi,
Eylül 1 9 76). Cahiers de civilisation medievale, 20 ( 1 9 77).
Iogna-Prat, Dominique, Palazzo, Eric ve Russo, Daniel, Marie. Le culte de la
Vierge dans la societe occidentale. Paris: Beauchesne, 1 996.
Klapisch-Zuber, Christiane, "Masculin, feminin," Le Goff-Schmitt içinde, s.
6 55-68.
Le ]an, Regine, Femmes, pouvoir et societe dans le haut Moyen Age. Paris: Pi -
card, 200 1 .
Linehan, Peter, The Ladies of Zamora. Manchester: Manchester University
Press, 1 997.
Pancer, Nina, Sans peur et sans vergogne. De l'honneur et desfemmes aux pre -
miers temps merovingiens. Paris: Albin Michel, 200 1 .
Parisse, Michel, Les Nonnes a u Moyen Age. Le Puy: C. Bonneton, 1 983.
Parisse Michel (der.), Veuves et veuvages dans le haut Moyen Age. Paris: Pi -

2 70 AvRU PA'N ı N Docuşu


card, 1 993.
Power, Eileen, Medieval Women. Cambridge: Cambridge University Press,
1 975.
Rouche, Michel ve Heuclin, Jean (der.), La Femme au Moyen Age. Maubeuge:
Publications de la ville de Mauberge, 1 990.
Schmitt, Jean-Claude (der.), Eve et Pandora. La creation de la premierefemme.
Paris: Gallimard, 2002.
Zapperi, Roberto, L'Homme enceint. L'homme, lafemme et le pouvoir. Paris:
PUF, 1 983 (İtalyanca' dan çeviri).

Kaleler

Albrecht, U., Der Adelstz im Mittelalter. Münih-Berlin: Deutscher Kunstver­


lag, 1 995.
Brown, A. R., English Castles, 3 . baskı, Londra: Batsford, 1 976.
Chateaux et peuplements en Europe occidentale du Xe au XVIIIe siecle. Auch:
Centre culturel de I'abbaye de Floran, 1 9 80.
Comba, Rinaldo ve Settia, Alda, Castelli, storia e archeologia. Torino: Turin -
graf, 1 984.
Debord, Andre, Aristocratie et pouvoir. Le rôle du chateau dans la France
medievale. Paris: Picard, 2000.
Fournier, Gabriel, Le Chateau dans la France medievale, Paris: Aubier-Monta -
igne, 1 978.
Gardelles, Jacques, Le Chateaufeodal dans l'histoire medievale. Strasbourg:
Publitotal, 1 988.
Mesqui, Jean, Chateau et enceintes de la France medievale. De la difense a la
residence. 2 cilt, Paris: Picard. 1 99 1 -93.
Pesez, Jean-Michel, "Chateau," Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 79-98.
Poisson, Jean-Michel (der.), Le Chateau medieval,forteresse habitee (Xle-XVle
siecle). Paris: Editi.ons de la Maison des sciences de I'homme, 1 992.

Katedraller

Erlande-Brandenburg, Alain, La Cathedrale. Paris: Fayard, 1 989.


Vingt siecles en cathedrales (Rheims sergisi katalogu). Paris: Monum, 200 1 .

SEÇİLM İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 271


Kentler

Barel, Yves, La Ville medievale, systeme social, systeme urbain. Grenoble:


Presses universitaires de Grenoble, 1 975.
Benevolo, Leonardo, La Ville dans l'histoire europeenne. Paris: Seuil, 1 993.
Bulst, Neithard ve Genet, Jean-Philippe (der.), Ville, Etat, bourgeoisie dans la
genese de l'Etat moderne. Paris: CNRS, 1 988.
Chevalier, Bernard, Les Bonnes Villes de France du XIVe au XVIe siecle. Paris:
Aubier, 1 982.
Dutour, Thierry, La Ville medievale. Paris: Odile Jacob, 2003.
Les Elites urbaines au Moyen Age (27. SHMES kongresi, Roma, Mayıs 1 996).
Paris-Roma: Publications de la Sorbonne, Ecole française de Rome, 1 997.
En ren, Edith, Die europii.ische Stadt des Mittelalters. Göttingen, Vandenho -
eck & Ruprecht, 1 972.
Francastel, Pierre (der.), Les Origines des villes polonaises. Paris-Lahey: Mou­
ton, 1 9 60.
Gonthier, Nicole, Cris de haine et rites d'unite. La violence dans /es villes, XIIe
-XIVe siecles. Turnhout: Brepols, 1 992.
Guidoni, Enrico, La Ville europeenne. Formation et signification du IVe au XIe
siecle. Brüksel: Mardaga, 1 98 1 .
Heers, Jacques, L a Ville a u Moyen Age en Occident. Paysages, pouvoirs et con­
jlits. Paris: Fayard, 1 990.
Hilton, Rodney H., English and French Towns in Feudal Society: A Compa­
ractive Study. Cambridge University Pres, 1 992.
Lavedan, Pierre ve Hugue rey, Jeanne, L'Urbanisme au Moyen Age. Paris: Arts
et Metiers graphiques, 1 9 74.
Le Goff, Jacques, "Ville," Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 1 83 -200.
Le Goff, Jacques ve De Seta, Cesare (der.), La Cittii le le mure. Roma-Bari:La -
rerza, 1 959.
Le Goff, Jacques, Chedeville, Andre ve Rossiaud, Jacques, Histoire de la Fran -
ce urbaine. II: La ville medievale George Duby (der.) içinde, Paris: Seu -
il, 1 980 ( 1 . baskı), 2000 (2. baskı).
Lopez, Roberro S., Intervista sulla cittii medievale (a cura di Mario Berengo).
Bari: La �rza, 1 984.
Maire-Vigueur, Jean-Claude (der.), D 'une ville ii l'autre. Structures materiel ­
les et organisation de l'espace dans les villes europeennes, XIIIe-XVI siecle.
Roma: Ecole française de Rome, 1 989.
Monnet, Pierre and Oexle, Orto Gerhard (der.), Stadt und Recht im Mittelal­
ter, Veröffentlichungen des Max-Plank-Instituts far Geschichte, 1 74. Göt -

272 AVRUPA'N I N Doc uşu


tingen: Vandenhoeck &. Ruprecht, 2003 .
Pirenne, Henri, Les Villes et les institutions urbaines. 2 cilt, Paris, 1 969.
Poirion, Daniel (der.), Milieux uniuersitaires et mentalite urbaine au Moyen
Age. Paris: Presses de l'universite Paris-Sorbonne, 1 987.
Romagnoli, Daniela (der.), La Ville et la cour. Des bonnes et des mauuaises ma­
nieres ( 1 9 9 1 ). Paris: Fayard, 1 995 (İtalyanca' dan çeviri).
Romero, Jose Luis, La reuolici6 burguesa en el mundo feudal. Buenos Aires,
1 969.
Rörig, Fritz, Die europii.ische Stadt und die Kultur des Burgertums im Mittelal­
ter. Göttingen, 1 9 5 5.
Rossi, Pietro, Modelli di citta. Strutture efunzioni politiche. Torino: Einaudi,
1 987.
Roux, Simone, Le Monde des uilles au Moyen Age, XIe-XVe siecle. Paris: Hac -
hette, 1 994.

Kentler-Taşra

Dutour, Thierry, La Ville medieuale. Paris: Odile Jacob, 2003.


Duvosquel, Jean-Marie ve Thoen, Erik (der.), Peasants and Townsmen in Medie -
ual Europe. Studia in honorem Adrian Verhulst. Gent: Snoeck-Ducaju,l 995.
Villes et campagnes au Moyen Age. Melanges Georges Despy. Liege: Perron,
1 99 1 .

Kilise

Arnaldi, Girola rrn , "Church, papacy," Le Goff-Schmitt içinde, s. 322-45.


Congar, Yves, L'Ecclesiologie du Haut Moyen Age. Paris, 1 968.
Guerreau, Alain, Le Feodalisme, un horizon theorique. Paris: Le Sycomore,
1 980, s. 201 - 1 0.
Le Bras, Gabriel, Institutions ecclesiastiques de la chretiente medieuale (Histoi -
re generale de l'Eglise'nin 1 2. kısmı). 2 cilt, Paris: Fliche et Martin.
Lubac, Henri de, Corpus mysticum. L'Eucharistie et l'Eglise au Moyen Age,
et_ude historique. Paris, 1 944.
Schmidt, Hans-Joachim, Kirche, Staat, Nation. Raumgliederung der Kirche
im mittelalterlichen Europe. Weimar: H. Böhlaus Nachf, 1 999.
Southern, Richard W., Western Society and the Church in the Middle Ages.
Harmondsworth: Penguin, 1 970.

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 273


Kitabı Mukaddes

Dahan, Gilbert, L'Exegese chretienne de la Bible en Occident medieval, XIIe­


XIVe siecle, Paris: Cerf, 1 999.
Lobrichon, Guy, La Bible au Moyen Age. Paris: Picard, 2003 .
Riche, Pierre and Lobrichon, Guy (der.), Le Moyen Age et la Bible. Paris: Be­
auchesne, 1 984.
Smalley, Beryl, The Study of the Bible in the Middle Ages, 3. baskı. Oxford:
Blackwell, 1 983.

Köyler

Archeologie du village deserte. 2 cilt, Paris: EHESS, 1 9 70.


Bourin, Monique ve Durand, Robert, Vivre au village au Moyen Age. Les soli­
darites paysannes du Xle au XIIIe siecle. Rennes: Presses universitaires de
Rennes, 2000.
Chapelot, Jean ve Fossier, Robert, Le Village et la maison au Moyen Age. Pa­
ris: Hachette, 1 980.
Homans, G. C., English Villages of the Thirteenth Century. Cambridge: Har­
vard University Press, 1 94 1 .
L e Village a u temps de Charlemagne, Musee des Arts et Tradi tions populaires
sergisi katalogu. Paris: Reunion des Musees nationaux, 1 988.

Kraliyet, Krallar

Bak, Janos (der.), Coronations: Medieval and Early Modern Monarchic Ritu -
als. Berkeley: University of California Press, 1 990.
Bloch, Marc, Les Rois thaumaturges. Etude sur le caractere surnaturel attribue
a la puissance royale, particulierement en France et en Angleterre ( 1 9 24),
yeni baskı, Paris: Gallimard, 1 983.
Bourreau, Alain, Le Simple Corps du roi. L'impossible sacralite des souverains
français, XVe-XVIIIe siecles. Paris: Ed. De Paris, 1 998.
Bourreau, Alain ve Ingerflom, Claudio-Sergio (der.), La Royaute sacree dans
le monde chretien. Paris: EHESS, 1 992.
Folz, Robert, Les Saints rois du Moyen Age en Occident (VIe-XIIIe). Brüksel:
Societe de Bollandistes, 1 989.
Kantorowicz, Ernest, The King's Two Bodies: A Study in Medieval Political

2 74 AVRUPA'N I N Docuşu
Theory. Princeton: Princeton University Press, 1 957.
Klaniczay, Gabor, The Uses ofSupernatural Power. Cambridge: Polity, 1 990.
Le Goff, Jacques, " Le roi dans l'Occident medieval; caracters originaux," An­
ne ]. Duggan, King and Kingship in Medieval Europe (konferans dizisi
1 992) içinde, Londra: King's College, 1 993.
Le Goff, Jacques, "Roi," Le Goff-Schmitt içinde, s. 985-1 004.

Mucizeler, Canavarlar, Olağanüstülükler

Demons et Merveillles au Moyen Age (Nice konferansı, 1 987). Nice: Faculte


des lettres et sciences humaines, 1 990.
Dubost, Francis, "Merveilleux," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s. 905- 1 O.
Friedman, J. B., The Monstrous Races in Medieval Art and Thought. Cambrid­
ge: Harvard University Press, 1 98 1 .
Kappler, Claude, Monstres, demons et merveilles a lafin du Moyen Age. Paris:
Payot, 1 980.
Lecouteux, Claude, Les Monstres dans la pensee medievale europeenne. Paris:
Presses de l'universite Paris-Sorbonne, 1 993.
Miracles, prodiges et merveilles au Moyen Age (SHMESP'in 2 5. kongresi, Or­
leans, 1 994). Paris: Publications de la Sorbonne, 1 995.
Poirion, Daniel, Le Merveilleux dans la litteraturefrançaise de Moyen Age. Pa­
ris: PUF, 1 982.
Sigal, Pierre-Andre, L'Homme et le miracle dans la France medievale (XIe­
XIIe siecle). Paris: Cerf, 1 985.
Vauchez, Andre, "Miracle," Le Goff-Schmitt içinde, s. 725-40.

Müzik

Cullin, Olivier, Breve Histoire de la musique au Moyen Age. Paris: Fayard,


2002.
Gagrıepain, Bernard, Histoire de la musique au Moyen Age. II. XIIIe-XIVe siec­
le. Paris: Seuil, 1 996.
Hoppin, Richard, Medieval Music in the Middle Ages. New York: Norton,
1 978.

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 275


Nüfus

Bairoch, Paul, Batou, Jean ve Chevre, Pierre, La population des villes eu -


ropeennes. Banque de donnees et analyse des resultats, 800 - 1 850. Cenev -
re: Droz, 1 988.
Bardet, Jean-Pierre ve Dupaquier, Jacques (der.), Histoire des populations de
l'Europe. 1: Des originesux premices de la revolution demographique. Paris:
Fayard, 1 997.
Biller, Peter, The Measure ofMultitude: Population in Medieval Thought. Ox -
ford: Oxford University Pres, 2000.

Ölüm ve Ötesi

Alexandre-Bidon, Daniele and Treffort, C. (der.), La Mort au quotidien dans


l'Occident medieval. Lyon: Presses universitaires de Lyon, 1 993.
Aries, Philippe, L'Homme devant la mort. Paris: Seuil, 1 977.
Baschet, Jerôme, Les justices de l'au-dela. Les representations de l'enfer en
Fran ce et en ltalie (XIIe-XVe siecle). Roma: Ecole française de Rome, 1 993.
Bernstein, Alan, The Formation of Heli. Ithaca-Londra: Cornell University
Press, 1 993.
Borst, Arno (der.), Tod im Mittelalter. Konstanz: Konstanz Universitat-Ver­
lag, 1 993.
Carozzi, Claude, Le Voyage de I'ame dans l'au-dela d'apres la litterature /atine
(Ve-XIIIe siecle). Roma: Ecole française de Rome, 1 994.
Chiffoleau, Jacques, La Comptabilite de J'au-dela, les hommes, la mort et la re­
ligion dans la region d'Avignon a la fin du Moyen Age. Roma: E cole fran -
çaise de Rome, 1 980.
Death in the Middle Ages. Leuven: Leuven University Press, 1 993.
Delumeau, Jean, Une Histoire du Paradis. 2 cilt, Paris: Fayard, 1 992.
Dies illa. Death in the Middle Ages (Manchester sempozyumu, 1 983). Liver -
pool: Cairns, 1 9 84.
Erlande-Brandenburg, Alain, Le roi est mort. Etude sur les funerailles, les
sepultures et les tombaux des rois de France jusqu 'a lafin du XIIIe siecle.
Cenevre: Droz, 1 975.
Goody, Jack, Death, Property and the Ancestors. Stanford: Stanford Univer­
sity Press, 1 962.
Lauwers, Michel, La Memoire, les ancetres, le souci des morts. Morts, rites et
societe au Moyen Age (diocese de Liege, Xle-XIIIe siecle). Paris: Beauches-

2 76 AVRU PA'N I N Docuşu


ne, 1 997.
Lauwers, Michel, " Mart," Le Goff-Schmitt içinde, s. 7 7 1 -89.
Le Goff, Jacques, La Naissance du Purgatoire. Paris: Gallimard, 1 98 1 .
Le Goff, Jacques, "Au-dela," Le Goff-Schmitt içinde, s . 89- 1 02.
Mitre Fernandez, Emilio, La Muerte vencida. lmagines y historia en el Occi­
dente medieval (1 200- 1 348). Madrid: Encuentro, 1 988.
Morgan, Alison, Dante and the Medieval Other World. Cambridge: Cambrid­
ge University Press, 1 990.
Ohler, Norbert, Sterben und Tod im Mittelalter. Münih: Artemis Verlag,
1 990.
Schmitt, Jean-Claude, Les Revenants, /es vivants et les morts dans la societe
medievale. Paris: Gallimard, 1 994.
Treffort, Cecile, L'Eglise carolingienne et la mart. Christianisme, ritesfunerai­
res et pratiques commemoratives. Lyon: Presses universitaires de Lyon,
1 996.

Papalık

Arnaldi, Girolamo, "Eglise et Papaute," Le Goff-Schmitt içinde, s. 322-45.


Barraclough, Geoffrey, The Medieval Papacy. Londra: Thames & Hudson,
1 968.
De Rosa, Gabriele ve Cracco, Giorgio, il Papato e /'Europa. Suveria Mannelli,
Rubbetino Editore, 200 1 .
Guillemain, Bernard, Les Papes d'A.vignon, 1 309- 1 376. Paris: Cerf, 1 998.
Miccoli, Giovanni, Chiesa gregoriana. Roma: Herder, 1 999.
Pacaut, Marcel, Histoire de la Papaute. Paris: Fayard, 1 976.
Paravicini Bagliani, Agostino, La Cour des papes au Xllle siecle, Paris: Hachet -
te, 1 995.
Paravicini Bagliani, Agostino, il trono di Pietro. L'universalita del papato da
Alessandro 111 a Bonifazio Vlll. Roma: La Nuova Italia Scientifica, 1 996.

Popüler Kültür

Boglioni, Pierre (der.), La Culture populaire au Moyen Age (Montreal konfe -


rans dizisi. Montreal: L'Aurore, 1 979.
Cardini, Franco, Magia, stregoneria, superstizioni nell'Occidente medievale.
Floransa: La Nuova Italia, 1 979.

SEÇİLMİŞ TEMATİK KAYNAKÇA 277


Cohn, Norman, Europe's Inner Demons. St. Albans: Paladin, 1 976.
Gurjewitsch, Aaron J., Mittelalterliche Volkskultur. Problem der Forschung.
Dresden: UEB Verlag der Kunst, 1 986.
Kaplan, Steven L. (der.) Understanding Popular Culture. New York: de Gruy­
ter Press, 1 984.
Kieckhefer, Richard, Magic in the Middle Ages. Cambridge: Cambridge Uni­
versity Press, 1 989.
Lecouteaux, Claude, Fees, sorcieres et loups-garous au Moyen Age. Histoire du
double. Paris: Imago, 1 992.
Manselli, Raoul, La Religion populaire au Moyen Age. Paris-Montreal: Vrin,
1 975.

Ruhban Sınıfı Dışındakiler

Lobrichon, Guy, La Religion des lai'cs en Occident, Xle-XIVe siecle. Paris: Haclı
ette, 1 994.
Meersseman, G. G ., Ordofraternitatis. Comfraternite e pieta dei laici nel Me­
dioevo. Roma: Herder, 1 977.
Vauchez, Andre, Les Lai'cs au Moyen Age. Pratiques et experiences religieuses.
Paris: Cerf, 1 987.

Rüyalar

Dinzelbacher, Peter, Mittelalteriche Visionsliteratur. Darmstadt: Wiss, 1 985.


Gregory, Tullio (der.), I sogni nel Medioevo. Roma: dell'Ateneo, 1 985.
Le Goff, Jacques, "Reves," Le Goff-Schmitt içinde, s. 950-8.
Paravicini Bagliani, Agostino ve Stabile, Giorgio, Triiume im Mittelalter.
Chronologische Studien. Stuttgart-Zürih: Belser Verlag, 1 989.

Sanat, Estetik

Bara! i Altet, Xavier, L'Art medieval. Paris: PUF, 1 99 1 .


Caillet, Jean-Pierre (der.), L'Art du Moyen Age. Paris: Reunion des Musees n a -
tionaux, Gallimard, 1 995.
Castelnuovo, Enrico, " L'Ar tiste," Jacques Le Goff (der.), L'Homme medieval,
İtalya baskısı, Bari: Laterza, 1 987; Fransızca baskı, Paris: Seuil, 1 989, s.

278 AvRU PA'N ı N Docuşu


2 3 3 -66.
Castelnuovo, Enrico ve Sergi, Giuseppe (der.), Arti e storia ne[ Medioevo, c. l :
Tempi, spazi, istituzioni. Torino: Einaudi, 2002.
De Bruyne, Edgar, Etudes d'esthetique medievale. 3 cilt, Brugge, 1 946.
De Bruyne, Edgar, L'Esthetique du Moyen Age. Louvain, 1 947.
Duby, Georges, L'Art et la societe. Moyen Age-XXe siecle. Paris: Gallimard,
2002.
Eco, Umberto, Le Probleme esthetique chez Thomas d'Aquin (1 970), yeni çe­
viri, Paris: PUF, 1 993.
Eco, Umberto, Art et Beaute dans l'esthethique medievale ( 1 987). Paris: Gras­
set, 1 997 (İtalyanca' dan çeviri).
Ladner, G. B., Ad imaginem Dei: The Image ofMan in Medieval Art. Latrobe:
Archabbey Press, 1 965.
Panofsky, Erwin, Architecture gothique et pensee scolastique (Pierre Bour­
dieu'nun katkısıyla), Paris: Minuit, 1 967.
Recht, Roland, Le Croire et le Voir. L'art des cathedrales, XIIe-XVe siecle. Paris:
Gallimard, 1 999.
Scobeltzine, Andre, L'Artfeodal et son enjeu social. Paris: Gallimard, 1 973.
Van den Steinen, Wolfram, Homo caelestis. Das Wort der Kunst im Mittelal­
ter. 2 cilt, Berne-Münih, 1 965.

Savaş

Cardini, Franco, La Culture de la guerre, Xe-XVIIIe siecle. Paris: Gallimard,


1 982 (İtalyanca'dan çeviri).
Contamine, Philippe, La Guerre au Moyen Age. Paris: PUF, 1 980 ( 1 . baskı),
1 992 ( 3. baskı).
Duby, Georges, Le Dimanche de Bouvines. Paris: Gallimard, 1 97 3 .
Flori, Jean, L a Guerre sainte. L aform atio n de l'idee de croisade dans l'Occident
chretien. Paris: Aubier, 200 1 .
Russell, F. H., The ]ust War in the Middle Ages. Cambridge: Cambridge Uni -
versity Press, 1 97 5.

Sınır Bölgeleri

Abulafıa, David and Berend, Nora (der.), Medieval Frontiers: Concepts and
Practices. Aldershot: Ashgate, 2002.

S E Ç İ LM İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 279


Barnavi, Elie and Goosens, Paul (der.), Les Frontieres de l'Europe. Brüksel: De
Noeck,200L.
Berend, Nara, At the Gate of Christendom: fews, Muslims, and "Pagans" in
Medieval Hungary, c.1 OOO-c. 1 3 00. Cambridge: Cambridge University
Press, 200 1 .
Buresi, Pascal, " Nommer, penser les frontieres en Espagne aux Xle-XIII siec­
les," Carlos de Ayala Martinez, Pascal Buresi and Philippe Josserand (der.),
Identidad y presentaci6n de lafrontera en la Espafi.a medieval (siglos Xl­
XIV) , Madrid: Casa de Velazquez, 200 1 .
Les Frontieres et l'espace national en Europe du Centre-Est. Lublin: Institut de
l'Europe du Centre-Est, 2000.
Guenee, Bernard, "Des limites feodales aux frontieres politiques," Pierre
Nara (der.), Les Lieux de memoire, c.2: La Nation içinde, Paris: Gallimard,
1 986, s. 1 0-33.
Linehan, Peter, "At the Spanish Frontier," Linehan-Nelson içinde, s. 3 7-59.
Marchal, Guy P. (der.), Grenzen und Raumvorstellungen / Frontieres et con­
ceptions de l'espace (Xle-XXe siecle). Lucerne: Chronos, Historisches Se­
minar, Hochschule, tarih yok.
Mitre Fernandez, Emilio, "La cristianidad medieval y las formulaciones fron­
terizas," E. Mitte Fernandez ve diğ., Fronteras y Fronterizos en la Histori­
a, Valiadolid: Universidad de Valladolid, 1 997.
Power, Daniel and Standon, Naomi, Frontiers in Question: Eurasian Border­
lands, 700-1 700. Londra: Macmillan, 1 999.
Ruiz, Te6fılo F. "Fronteras de la comunidad a la naci6n en la Castilla bajome­
dieval," Annuario de estudios medievales, 2 7, no. 1 ( 1 997), s. 23-4 1 .
Senac, Philippe, L a Frontiere e t fes hommes (VIIIe-XIIe siecle). L e peuplement
mu suiman au nord de l'Ebre et !es debuts de la reconquete aragonaise. Paris:
Maisonneuve et Larose, 2000.
Las Sociedades defrontera en la Espafi.a medieval. Zaragoza: Universidad de
Zaragoza, 1 993.
Sullivan, R. E ., "The Medieval Monk as Frontiersman," R. E. Sullivan (der.),
Christians' Missionary Activity in the Early Middle Ages içinde. Londra:
Variorum, 1 994.
Tazbir, Janusz, Poland as the Rampart ofChristian Europe: Myths and Histo­
rical Reality. Varşova: Interpress, 1 983.
Toubert, Pierre, "Frontiere et frontieres. Un objet historique," Castrum 4,
Frontiere et peuplement dans le monde mediterraneen au Moyen Age (Evi -
an konferansı, Eylül 1 988) , Roma-Madrid: Ecole française de Rome-Casa
Velasquez, 1 992, s. 7-9.

280 AVRUPA'N I N Docuşu


Skolastikçilik

Alessio, Franco, " Scolastique,"Le Goff-Schmitt içinde, s. 1 039-55 . .


Baldwin, John W., The Scholastic Culture ofthe Middle Ages, 1 000-1 3 00. Le­
xington: D. C. Heath, 1 9 7 1 .
Le Goff, Jacques, Les lntellectuels a u Moyen Age. Paris: Seuil, 1 957, yeni bas-
kı, 1 985.
Libera, Alain de, Penser au Moyen Age. Paris: Seuil, 1 99 1 .
Solere, Jean-Luc, "Scolastique," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s . 1 299-3 1 0.
Southern, R. W., Scholastic Humanism and the Unification ofEurope. l. Foun -
dations. Oxford: Blackwell, 1 99 5.
Vignaux, Paul, Philosophie au Moyen Age. Paris: Vrin, 2002.

Soyluluk

Adel und Kirche, Festschriftfür Gert Tallenbach, Fribourg-Basel-Viyana: Her­


der, 1 968.
Aurell, Martin, La Noblesse en Occident (Ve-XVe siecle). Paris: Armand Calin,
1 996.
Contamine, Phillipe (der.), La Noblesse au Moyen Age. Paris: PUF, 1 976.
Genicot, Leopold, La Noblesse dans l'Occident medieval. Londra: Variorum
Reprints, 1 982.
Genicot, Leopold, "Noblesse," Le Goff-Schmitt içinde, s. 8 2 1 - 3 3 .
Werner, Ernest F., Naissance de la noblesse. L'essor des elites politiques e n E u -
rope, Paris: Fayard, 1 998 (Almanca' dan çeviri).

Şair-Müzisyenler

Bec, Philippe, Anthologie des troubadours. Paris: Hachette, 1 979.


Bec, Pierre, Burlesque et obscenite chez les troubadours. Le contre-texte au Mo -
yen Age. Paris: Stock, 1 984.
Brunel-Lobrichon, Genevieve ve Duhamel-Amado, Claudie, Au temps des
troubadours, Xlle-XIIIe siecle. Paris: Hachette, 1 947.
Gouiran, Gerard, L'Amour et la guerre. L'oeuvre de Bertran de Born. Aix-en­
Provence: Publica tions de I'universite de Provence, 1 985.
Huchet, Jean-Charles. L'Amour discourtois. La "fin 'amor" chez les premiers
troubadours. Toulouse: Privat, 1 987.

S E Ç İ LM İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 281


N elli, Rene, L'Erotique des troubadours. Toulouse: Privat, 1 963 ( 1 . baskı),
1 9 84 (2. baskı).
Payen, Jean-Charles, Le Prince d'A.quitaine. Essai sur Guillaume IX, son oeuv­
re et son erotique. Paris: Honore Champion, 1 980.
Roubaud, Jacques, La Fleur inverse. L'art des troubadours. Paris: Les Belles
Lettres, 1 994.
Zuchetto, Gerard, Terre des troubadours, XIIe-XIIIe siecles. Paris: Editions de
Paris, 1 996.

Şeytan

Le Diable au Moyen Age. Senejiance (Aix-en-Provence), no. 6 ( 1 979).


Graf, Arturo, Il diavolo, yeni baskı, Roma: Salerno, 1 980.
Muchembled, Robert, Une histoire du diable, XIle-XXe siecle. Paris: Seuil,
2000 ( 1 . baskı), 2002 (2. baskı).
Muchembled, Robert, Diable! Paris: Seuil-Arte, 2002.

Şiddet

Contamine, Philippe ve Guyotjeannin, Olivier (der.), La Guerre et les gens au


Moyen Age. 2 cilt, Paris: Comite des Travaux historiques et scientifıques,
1 996.
Gauvard, Claude, "De grace especial. " Crime, Etat et societe en France a lafin
du Moyen Age. 2. cilt, Paris: Publications de la Sorbonne, 1 99 1 .
Gonthier, Nicole, Cris de haine et Rites d'unite. L a violence dans les villes, XII­
e-XIVe siecle. Turnhout: Brepols, 1 992.
Nirenberg, David, Communities ofViolence: Persecution of Minorities in the
Middle Ages. Princeton: Princeton University Press, 1 996.
Raynaud, Christiane, La Violence au Moyen Age, XIIIe-XVe siecle. Paris: Le
Leopard d'Or, 1 990.

Şövalyeler

Bumke, Joachim, Studien zum Ritterbegriffim 1 2. und 1 3. Jahrhundert. Hei -


delberg, 1 9 64.
Cardini, Franco, "Le guerrier et le chevalier," Jacques Le Goff (der.), L'Homme
medieval, Paris: Seuil, 1 989, s. 87-1 28.

282 AVRU PA' N I N Docuşu


Duby, Georges, Guillaume le Marechal ou le meilleur chevalier du monde. Pa -
ris: Fayard, 1 984.
Fleckenstein, Joseph, Das ritterliche Turnier im Mittelalter. Göttingen: Van -
denhoeck &. Ruprecht, 1 985.
Flori, Jean, Chevalier et chevalerie au Moyen Age. Paris: Hachette, 1 998.
Flori, Jean, L'ldeologie duglaive. Prehistoire de la chevalerie. Cenevre: Droz, 1 98 1 .
Gies, Frances, The Knight in History. New York: Harper &. Row, 1 984.
Keen, Maurice, Chivalry. New Haven: Yale University Press, 1 984.
Köhler, Eric, L'Aventure chevaleresque. Ideal et realite dans le roman courtois.
Paris: Gallimard, 1 974 (Almanca'dan çeviri).
Reuter, Hans Georg, Die Lehre vom Ritterstandzum Ritterbegrijj in Histori­
ographie und Dichtung vom 1 1 . his zum 1 3. jahrhundert. Köln-Viyana:
Böhlau, 1 97 1 .

Şövalyelik, Medeniyet

Bumke, Joachim, Höfische Kultur, Literatur und Gesellschaft im hohen Mitte­


lalter. Münih: Deutscher Taschenbuchverlag, 1 986.
Elias, Norbert, The History of Manners, The Civilizing Process'in 1 . cildi, 2
cilt, Oxford: Blackwell, 1 978-82.
Paravicini, Werner, Die ritterlich-höfische Kultur des Mittelalters. Münih: 01-
denbourg, 1 994.
Romagnoli, Daniela (der.), La Ville et la cour. Des bonnes et des mauvaises ma­
nieres ( 1 99 1 ). Paris: Fayard, 1 995 (İtalyanca' dan çeviri).
Schmitt, Jean-Claude, La Raison des gestes dans l'Occident medieval. Paris:
Gallimard, 1 990.

Tacirler

L'Argent au Moyen Age (SHMES kongresi, Clermont-Ferrand, 1 997 ) . Paris:


Publications de la Sorbonne, 1 998.
Dollinger, Philippe, La Hanse, XIle-XVIIe siecle. Paris, 1 964.
Jorda, Henri, Le Moyen Age des marchands. L'utile et le necessaire. Paris:
L'Harmattan, 2002.
Lebecq, Stephane, Marchands et Navigateurs frisons du haut Moyen Age. 2
cilt, Lille: Presses universitaires de Lille, 1 983.
Le Goff, Jacques, Marchands et banquiers du Moyen Age, yeni baskı, Paris:

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 283


PUF, 2000.
Le Marchand du Moyen Age (SHMES kongresi, Rheims, 1 988). Paris:
SHMES, 1 992.
Monnet, Pierre, "Marchands," Le Goff-Schmitt içinde, s. 624-38.
Renouard, Yves, Les Hommes d'affaires italiens au Moyen Age. Paris, 1 968.
Sapori, Armanda, Le Marchand italien au Moyen Age. Paris, 1 952.
Tangheroni, Marco, Commercio e navigazione nel Medioevo. Roma-Bari: La-
terza, 1 996.

Tanrı

Boespflug, François, Dieu dans l'art. Paris: Cerf, 1 984.


Boyer, Regis, Le Christ des barbares. Le monde nordique (IXe-XIlle siecle). Pa -
ris: Cerf, 1 987.
Le Goff, Jacques ve Pouthier, Jean-Luc, Dieu ait Moyen Age. Paris: Fayard,
2003.
Pellegrin, Marie-Frederique, Dieu (seçilmiş metinler). Paris: Flammarion,
2003.
Rubin, Miri, Corpus Christi: The Eucharist in Late Medieval Culture. Cam­
bridge: Cambridge Universiry Press, 1 99 1 .
Schmin, Jean-Claude, " Dieu," Le Goff-Schmitt içinde, s . 273 -89.

Tarih

Borst, Arno, Geschicte in mittelalterlichen Universitaten. Konstanz, 1 969.


Guenee, Bernard, Le Metier d'historien au Moyen Age. Paris: Publication de La
Sorbonne, 1 977.
Guenee, Bernard, Histoire et culture historique dans l'Occident medieval. Pa -
ris: Aubier, 1 9 9 1 .
Guenee, Bernard, "Histoire," L e Goff-Schmitt içinde, s . 483-96.

Tasvirler

Bascher, Jerôme ve Schmitt, Jean-Claude (der.), ''L'Image. Fonctions et usa -


ges des images dans l'Occident medieval," Cahiers du Leopard d'Or (Pa -
ris), no. 5 ( 1 996) .

284 AVRUPA'N I N Docuşu


Belting, Hans, Image et culte. Une histoire de J'image avant l'epoque de /'art
( 1 990). Paris: Cerf, 1 998 (Almanca' dan çeviri).
Belting, Hans, L'Image et son public au Moyen Age. Paris: G. Montfort, 1 998
(Almanca'dan çeviri).
Boespflug, François (der.), Nicee II, 787- 1 987. Douze siecles d'images religi­
euses. Paris: Cerf, 1 987.
Camille, Michael, Image on the Edge: The Margins of Medieval Art. Londra:
Reaktion Books, 1 992.
Garnier, François, Le Langage de l'image au Moyen Age. C. 1: Signification et
symbolique (1 982); c. 2: Grammaire du geste, Paris: Le Leopard d'Or,
1 989.
Ladner, Gerhart B., Images and Ideas in the Middle Ages. Roma: Edizioni di
storia e letteratura, 1 983.
Le Goff, Jacques, Pour l'image, Medievales'in özel sayısı, no. 22-3 ( 1 992).
Le Goff, Jacques, Un Moyen Age en images. Paris: Hazan, 2000.
Schmitt, Jean-Claude, " Image," Le Goff-Schmitt içinde, s. 497- 5 1 1 .
Schmitt, Jean-Claude, Bonne, Jean-Claude, Barbu, Daniel ve Baschet,
Jerôme, "Images medievales," Annales HSS (1 996).
Wirth, Jean, L'Image medievale. Naissance et developpement (VIe-XVe siecle).
Paris: Klincksieck, 1 989.
Wirth, Jean, L'Image a l'epoque romane. Paris: Cerf, 1 999.

Teknikler ve Yenilik

Amouretti, Marie-Claire ve Comet, Georges, Hommes et techniques de l'An­


tiquite a la Renaissance. Paris: Armand Calin, 1 993.
Antiqui und Moderni. Traditionbewusstsein und Fortschrittsbewusststein im
spiiten Mittelalter. Miscellanea Medievalia, 9. Berlin, 1 974.
Beck, Partice (der.), L'Innovation technique au Moyen Age. Paris: Errance,
1 998.
Bloch, Marc, "Avenement et conquetes du moulin a eau," Annales HES
( 1 9 3 5), s. 538-63.
Bloch, Marc, " Les 'inventions' medievales," Annales HES ( 1 9 3 5), s. 634-43.
Europiiische Technik im Mittelalter, 800 his 1 400. Tradition und Innovation.
Ein Handbuch, (der.) U. Lindgren. Berlin: Gebr. Mann Verlag, 1 997.
Gille, Bertrand, Histoire des techniques. Paris: Gallimard, Encyclopedie de la
Pleiade, 1 978.
Lardin, Phillipe ve Bührer-Thierry, Genevieve (der.), Techniques. Les paris de

S E Ç İ LM İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 285


l'innovation. Medievales, 3 9 (Güz 2000).
Long, Pamela D. (der.), Science and Technology in Medieual Society. Annals of
the New York Academy ofSciences, 441 (1 985).
White, Lynn Jr, Medieval Technology and Social Change. Oxford: Clarendon
Press, 1 962.

Teoloji ve Felsefe

Aertsen, J. A. ve Speer, Andreas (der.), Was ist Philosophie im Mittelalter?


Berlin-New York: de Gruyter, 1 998.
Boulbach, Libere, "Philosophie," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s. 1 08 1 -
94.
Chenu, Marie-Dominique, La Theologie au XIIe siecle. Paris, 1 957.
Chenu, Marie-Dominique, La Theologie comme science au XIIle siecle, 3. bas-
kı, Paris, 1 957.
De Rijk, L. M., La Philosophie au Moyen Age. Leiden: Brill, 1 985.
Ghisalberti, Alessandro, Medioevo teologico. Roma-Bari: Laterza, 1 990.
Gilson, E tienne, L'Esprit de la philosophie medievale, 2. baskı, Paris: Vrin,
1 978.
Jeauneau, Edouard, La Philosophie au Moyen Age, 3. baskı, Paris: PUF, 1 976.
Libera, Alain de, La Philosophie medievale, Paris: PUF, 1 993.
Solere, Jean-Luc ve Kaluza, Zenan (der.), La Servante et la Consolatrice. La
philosophie au Moyen Age et ses rapports avec la theologie. Paris: Vrin,
2002.
Vignaux, Paul, Philosophie au Moyen Age, Paris: Vrin, 2002.

Uluslar

Beaune, Colette, La Naissance de la nation France. Paris: Gallimard, 1 985.


Geary, Patrick J., The Myths ofNations: The Medieval Origins ofEurope. Prin -
ceton: Princeton University Press, 2002.
Gieysztor, Alexander, "Gens Poloniae: aux origines d'une conscience nati -
onale," Melanges E. R. Labande, Poitiers: Centre d'etudes superieurs de ci -
vilisation medievale içinde, 1 9 74, s. 3 5 1 -62
Moeglin, Jean-Marie, "De la 'nation allemande' au Moyen Age," Revuefran -
çaise d'histoire des idees politiques, özel sayı, ldentites et specificites alle -
mandes, no. 14 (200 1 ) s. 227-60.

286 AVRUPA' N I N Docuşu


Zientara, Benedykt, Swit naradow europajskich (Avrupa Uluslarının Şafağı).
Varşova: PIW, 1 985 (Almanca'ya çevrildi).

Üniversiteler, Okullar

Arnaldi, Girolamo (der.), Le origine dell'Universitıi Bologna: i l Mulino,


1 974.
Brizzi, Gian Paolo ve Verger, Jacques (der.), Le Universita d'Europa. 5 cilt, Mi­
lano: Amilcare Pizzi, 1 990-4.
Classen, Perer, Studium und Gesellschaft im Mittelalter. Stuttgart: A. Hierse­
mann, 1 983.

Yahudiler

Barros, Carlos (der.), Xudeus y conversos na historia (Ribadavia konferansı,


1 99 1 ). 2 cilt, Santiago de Compostela: Editorial de la Historia, 1 994.
Blumenkranz, Bernhard, Juifs et chretiens dans le monde occidental, 430-
1 096. Paris-Lahey: Mouton, 1 960.
Blumenkranz, Bernhard, Juden und fudentum in der mittelalterlichen Kunst.
Stuttgart: Kohlhammer, 1 965.
Dahan, Gilbert, Les Intellectuels chretiens et les Juifs au Moyen Age. Paris:
Cerf, 1 990.
La Famillejuive au Moyen Age, Provence-Languedoc, Provence historique'un
özel sayısı, 3 7, 1 50 (1 987).
Gli Ebrei e le scienze, Micrologus'un özel sayısı, 9 (200 1 ) .
Grayzel, Solomon, The Church and the fews in the XIIIth Century. 2 cilt, New
York-Detroit: Hermon Press, 1 989.
Jordan, William Chester, The French Monarchy and thefewsfrom Philip Au -
gustus ta the Last Capetian. Philadelphia: University of Pennsylvania
Press, 1 989.
Katz, Jacob, Exclusiveness and Tolerance: Studies in fewish-Gentile Relations
in Medieval and Modern Times. Oxford: Oxford University Press, 1 9 6 1 .
Kriegel, Maurice, Les Juifs a lafin du Moyen Age dans l'Europe mediterraneen -
ne. Paris: Hachette, 1 979.
Schmitt, Jean-Claude, La Conversion d'Hermann /efuif. Autobiographie, His -
toire et Fiction. Paris: Seuil, 2003.
Toaff, Ariel, Le Marchand de Perouse. Une communaute juive du Moyen Age
(1 988). Paris: Baliand, 1 993 (İtalyanca' dan çeviri).

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 287


Todeschini, Giacomo, La richezza degli Ebrei. Merci e denaro nella riflessione
ebraica e nella definizione cristiana dell'usura allafine del Medioevo. Spo­
leto: Centro italiano di studi sull'alto medioevo, 1 989.
Trachtenberg, Joshua, The Devil and the fews: The Medieval Conception ofthe
Jew and its Relations to Modern Antisemitism. New Haven: Yale Univer­
sity Press, 1 943.

Yazma, Kitaplar

Alexandre-Bidon, Daniele, "La lettre volee: apprendre a lire a l'enfant au Mo­


yen Age," Annales ESC, 44, 1 989, s. 9 5 3 -992.
Avrin, Leila, Scribes, Script and Books. The Book Arts from Antiquity to the
Renaissance, Chicago-Londra: American Library Association and the Bri­
tish Library, 1 99 1 .
Bataillon, Louis J., La Production du livre universitaire au Moyen Age. Exemp­
lar et pecia. Paris: Ed. du CNRS, 1 988.
Batany, Jean, " Ecrit/oral," Le Goff-Schmitt içinde, s. 309-32 1 .
Baumgartner, Emmanuelle ve Marcello-Nizia, Christiane, Theories et prati­
ques de l'ecriture au Moyen Age, Paris-X, Nanterre, Centre de recherches
du departement de français, " Litterales" collection, 1 988.
Bourlet, Caroline ve Dufour, Annie (der.), L'Ecrit dans la societe medievale.
Divers aspects de sa pratique du XIe au XVe siecle. Textes en hommage a
Lucie Fossier. Paris: Ed. du CNRS, 1 9 9 1 .
Cavallo, Guglielmo, Libri e lettori nel Medioevo. Guida storica e critica. Roma­
Bari: Laterza, 1 989.
Cavallo, Guglielmo ve Chartier, Roger (der.), Histoire de l'editionfrançaise. I.
Le livre conquerant. Du Moyen Age au milieu du XVIIe siecle. Paris: Fayard/
Le Cerde de la librairie, 1 989.
Cavallo, Guglielmo ve Chartier, Roger (der.), Histoire de la lecture dans le
monde occidental ( 1 99 5 ) . Paris: Seuil, 1 997 (İtalyanca' dan çeviri).
Civilta communale. Libro, scrittura, documento (Cenova kongresi bildirileri,
1 988) . Atti della Societa ligure di Storia Patria (Cenova), XXIX (CIII),
tıpkıbasım i l ( 1 989 ) .
Clanchy, Michael T., From Memory to Written Record: England, 1 066- 1 307.
Cambridge: Harvard University Press, 1 979 ( 1 . baskı); Oxford: Black­
well, 1 993 ( 2. baskı).
Ganz, P. E, The Role ofthe Book in Medieval Culture. 2 cilt, Turnhout: Brepols,
1 986.

288 AVRU PA' N I N ÜOGUŞU


Glenisson, Jean (der.), Le Livre au Moyen Age. Paris: CNRS, 1 988.
Hamman, Adalbert-Gauthier, L'Epopee du livre. Du scribe a l'imprimerie. Pa -
ris: Perrin, 1 985.
Martin, Henri-Jean ve Vezin, Jean (der.), Mise en page et mise en texte du liv­
re manuscrit. Paris: Ed. du Cerde de la librairie, Promodis, 1 990.
Ornato, Ezio, La Face cachee de livre medieval. Roma: Viella, 1 993.
Parkes, M. B ., Pause and Effect: An Introduction ta the History ofPunctuation
in the West. Aldershot: Scholar Press, 1 992.
Parkes, M. B., Scribes, Scripts and Readers: Studies in the Communication,
Presentation and Discrimination ofMedieval Texts. Londra: Hambledon­
Press, 1 9 9 1 .
Petrucci, Armanda, " Lire au Moyen Age," Melanges de l'Ecole française de
Rome, 96 (1 984), s. 604- 1 6.
Petrucci, Armanda, La scrittura, ideologia e rappresentatzione. Torino: Ei -
naudi, 1 986.
Recht und Schrift im Mittelalter (Vortriige und Forschungen 23). Sigmarin­
gen, 1 977.
Roberts, C. H. ve Skeat, T. C., The Birth ofthe Codex. Londra: Oxford Univer­
sity Press, 1 983.
Saenger, Paul, "The Separation ofWords and the Order of Words: The Gene­
sis of Medieval Reading," Scrittura e civilta, 144 ( 1 940), s. 49-74.
Saenger, Paul, " Silent Reading: Its Impact on Late Medieval Script and Soci­
ety," Viator, 1 3 (1 982), s. 3 67-414.
Sirat, Colette, Du scribe au livre. Les manuscrits hebreux au Moyen Age. Paris:
CNRS, 1 994.
Stock, Brian, The Implications of Literacy: Written Language and Models of
Interpretation in the Eleventh and Twelfth Centuries. Princeton: Princeton
University Press, 1 983.
Vocabulaire du livre et de J'ecriture au Moyen Age, CIVI CiMA, Etudes sur le
vocabulaire intellectuel du Moyen Age, i l . Turnhout: Brepols, 1 989.
Zerdoun Bat-Yehouda, Monique (der.), Le Papier au Moyen Age. Histoire et
techniques. Turnhout: Brepols, 1 986.

Yoksulluk

Brown, Peter, Capitani, Ovidio, Cardini, Franco ve Rosa, Mario, Poverta e ca -


rita della Roma tardo -antica al'700 italiano. Abana Terme: Francisci Ed.,
1 983.

S E Ç İ L M İ Ş TEMAT İ K KAYNAKÇA 289


Capitani, Ovidio (der.), La Concezione della poverta nel medioevo. Bologna:
Padron, 1 983.
Geremek, Bronislaw, La potence ou la pitie. L'Europe et les pauvres du Moyen
Age a nos jours. Paris: Gallimard, 1 987.
Little, Lester K., Religious Poverty and the Profit Economy in Medieval Euro­
pe. Londra: Paul Elek, 1 975.
Mallat, Michel (der.), Etudes sur l'histoire de la pauvrete (Moyen Age Xlle siec­
le). 2 cilt, Paris: Publications de la Sorbonne, 1 974.
Mallat, Michel, Les Pauvres au Moyen Age, etude sociale. Paris: Hachette,
1 978.
La poverta del secolo Xlle, Francesco d'Assisi (toplu makaleler). Assisi: Soci -
eta internazionale di studi francescani, 1 975.

Zaman

Cipolla, Carla M., Clock and Culture, 1 30 0 - 1 700. Londra: Collins, 1 967.
Landes, David, Revolution in Time: Clocks and the Making of the Modern
World, Cambridge: Harvard University Press, 1 983.
Le Goff, Jacques, "Au Moyen Age: temps de l'Eglise et temps du marchand,"
Annales ESC ( 1 960) , yeniden basım, Pour un autre Moyen Age. Temps,
travail et culture en Occident içinde, Paris: Gallimard, 1 977, s. 46-65.
Le Goff, Jacques, "Temps," Le-Goff-Schmitt içinde, s. 1 1 1 3-22.
Mane, Per ıine, Calendriers et techniques agricoles. France Italie, XIIe-XIIIe s.
Paris: Le Sycomore, 1 983.
Pietri, Charles, Dagron, Gilbert ve Le Goff, Jacques (der.), Le Temps chretien
·de lafin de l'Antiquite au Moyen Age, IIIe-XIIIe s. Paris: CNRS, 1 9 84.
Pomian, Krzysztof, L'Ordre du temps. Paris: Gallimard, 1 9 84.
Ribemont, Bernard (der.), Le Temps. Sa mesure et sa perception au Moyen Age
(Orleans konferans dizisi, 1 9 9 1 ) . Caen: Paradigme, 1 992.
Tiempo y memoria en la edad media, Temas medievales'in özel sayısı (Buenos
Aires), 2 ( 1 992 ) .

Zarif Aşk

Bezzola, Reto R., Les Origines et la formation de la litterature Courtoise en


Occident. 5 cilt, Paris: 1 944-63.
Cazenave, Michel, Poirion, Daniel, Strubel, Armand ve Zink, Michel, L'Art

290 AVRUPA' N I N Docuşu


d'aimer au Moyen Age. Paris: Philippe Lebaud, 1 997.
Duby, Georges, Male Moyen Age. De I'amour et autres essais, Paris: Flamma­
rion, 1 988.
Huchet, Jean-Charles, L'amour discourtois. La ''fin'amor" chez les premiers
troubadours. Toulouse: Privat, 1 987.
Köhler, Erich, L'Aventure chevaleresque. Ideal et realite dans le roman courtois
( 1 9 5 6). Paris: Gallimard, 1 97 4 (Almanca' dan çeviri).
Regnier-Bohler, Danielle, "Amour courtois," Le Goff-Schmitt içinde, s. 32-
41.
Rey-Flaud, Henri, La Nevrose courtoise. Paris: Navarin, 1 983.
Rougemont, Denis de, L'Amour et l'Occident, yeni baskı, Paris: Plan, 1 994.

Zulüm, Marjinalleştirme, Dışlama

Albaret, Laurent, L'Inquisition, rempart de lafoi? Paris: Gallimard, 1 998.


Bennassar, Bartolome (der.), L'Inquisition espagnole. Paris: Hachette, 1 979.
L'Etranger au Moyen Age (SHMES konferansı, Göttingen, 1 999), Paris: Pub -
lication de la Sorbonne, 2000.
Gauvard, Claude, "Torture," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s. 1 397.
Geremek, Bronislaw, Les Marginaux parisiens aux XIVe et XVe siecles. Paris:
Flammarion, 1 976.
Iogna-Prat, Dominique, Ordonner et exclure. Cluny et la societe chretiennefa­
ce a la heresie, au judai"sme et a l'Islam. Paris: Aubier, 1 998.
Mitre Fernandez, Emilio, Frontierizos de Clio (Marginados, Oisidentes y
Desplazados en la Edad Media). Granada, Universidad de Granada, 2003 .
Moore, Robert 1 . , Formation ofa Persecuting Society: Power and Deviance in
Western Europe, 950-1 250. Oxford: Blackwell, 1 987.
Schmieder, Felicitas, Europa und die Fremden. Die Mongolen im Urteil des
Abendlandes vom 1 3 . his in das 1 5. fahrhundert. Sigmaringen, 1 994.
Vincent, Bernard (der.), " Les marginaux et les exclus dans l'histoire," Cahiers
fussieu (Paris), na. 5 (1979).
Vodola, Elisabeth, Excommunication in the Middle Ages. Berkeley: University
of California Press, 1 986.
Wiedenfeld, Katia, "Police," Gauvard-de Libera-Zink içinde, s. 639-54.
Zaremska, Hanna, Les Bannis du Moyen Age. Paris: Aubier, 1 996.
Zaremska, Hanna, "Marginaux," Le Goff-Schmitt içinde, s. 639-54.

S E Ç İ L M İ Ş TEMATİK KAYNAKÇA 291


Dizin

Aynı isimli kişiler sırasıyla azizler, papa - Amiens, 1 9 3 , 1 94


lar, imparatorlar, kraliyet üyeleri ve sıra - Amiens Bildirisi, 1 68
dan insanlar biçiminde hiyerarşik dü - Amiens Katedrali, 1 67, 1 68
zende sıralanmıştır. Andre le Chapelain: Tracttus de amore,
69
Andronikos ll, imparator, 1 8 1
Anselmus, Canterbury'li, Aziz, 94, 95,
151
A ansiklopediler, 1 49, 1 50
Antikçağ, 3 , 7, 8, 1 0, 1 2, 1 4, 1 7, 20, 2 1 ,
Abelard, Peter, 69, 95, 1 54, 1 77 2 3 , 27, 44, 45, 55, 6 1 -6 3 , 65, 66,
Adalberon, Laonlu, 1 3 70, 83, 88, 93, 98, 1 00, 1 1 8- 1 2 1 ,
Afonso, Diago, 2 2 1 1 2 6, 1 29, 147, 1 52 , 1 56, 1 5 7 ,
Agobard, Lyon başpiskoposluğu, 1 0 1 1 60, 1 67 , 1 72 , 1 7 5, 1 96, 206,
Aix-la-Chapelle, 3 9 , 45-47, 50, 7 9 , 2 74 209, 220, 229, 238
Aix-la-Chapelle Antlaşması, 50 antisemitizm, 2 5 , 1 0 1 , 1 04, 236
Alaric, 1 9, 2 3 , 33, 2 3 3 Anvers, 205, 206, 228
Albertus, Büyük, 1 1 9, 145, 1 50, 1 52 Aquino'lu Tommaso, 1 42 , 1 43 , 145,
Albi Haçlı Seferi, 1 45, 2 3 7 1 52, 1 53 , 1 65, 2 3 8
Alcuin, 1 8, 43, 44 Araf, 62, 74, 1 3 7, 1 3 8, 1 49, 1 76- 1 78
Alexander I I I, papa, 1 44 Aragon kralı, 4, 1 24, 2 1 4
Alexander Borgia Vl, papa, 222, 240 Araplar, 26, 48, 1 3 8, 1 59, 2 1 9, 240-
Alexander, Hales'li, 1 52 242, 269
Alfonso V, Portekizli, 2 2 1 Arcadius, 1 8
Alfonso Vl , Kastilya ve Leonlu, 1 07, 2 3 6 aristokrasi, 1 1 , 1 2, 67, 84, 86, 87, 99,
Alfonso VIII, Kastilyalı, 79 1 22
Alfonso IX, Leonlu, 1 44 Aristoteles, 20, 94, 1 1 9, 143, 1 50, 1 54,
Alfonso X, Bilge, 9 1 , 1 44 209, 2 1 0, 2 3 6, 2 3 7
Alfonso, Aragonlu, 2 1 7 aritmetik, 1 2, 48, 1 3 7, 1 3 8, 1 43
Alfred, İngiltere kralı, 2 1 , 84 Ariusçuluk, 24
Alleluia hareketi, 1 64 Arpad, dük, 5 1
Almanya, 37, 3 8 , 44, 46-48, 62, 79, 84, Arras, 97, 1 3 1 , 1 3 6
1 04, 1 09 , 1 3 2 , 1 3 9, 1 5 7, 1 82 , Arras Antlaşması ( 1 482), 2 1 3
1 90, 1 92 - 1 94, 202, 2 0 3 , 2 1 2 , artes moriendi, 1 8 7
2 1 6, 2 2 5 , 2 34 Arthur, Kral, 65, 1 30, 1 59, 1 60, 202,
Alp geçitleri, 47 255
Alphonse, Poitiers'li, 79, 1 1 1 , 1 1 3 , 267 askeri tarikatlar, 7 1 , 1 1 O
Amerika, 1 60, 2 14, 2 1 8, 222, 225, 240 Assisi Bazilikası, 1 65

293
Atina, 5, 44 Logica vetus, 20
Atlantik, 1 0, 1 4 1 , 220-223 Bohemya, 24, 39, 5 2 , 75, 1 08 , 1 84,
atlar, 1 2, 41, 1 82, 236 1 98-200, 2 1 1 , 2 1 2, 2 1 5, 2 1 8, 2 3 9
Attila, 24, 1 3 3 Boleslaw, Polonya, Yiğit, 53
Augustinus, Aziz, 1 2, 1 8, 1 9 , 22, 26, 44, Boleslaw III, 1 08
94, 9 5 , 97, 1 0 1 , 1 1 0, 1 1 9, 1 5 5, Bologna Üniversitesi, 144
1 6 1 , 1 62 Bonaventure, 1 45, 1 65
Augustinusçuluk, 1 9 Bonifatius, Aziz, 3 7
Averroes, İbn Rüşd'e bakınız, 2 3 6 Bonifatius VIII, papa, 78, 1 77
Avignon: Büyük Bölünme, 1 48, 1 82 , Bonifatius IX, papa: Büyük Bölünme,
1 96, 1 97, 238, 2 5 3 , 276, 2 7 7 1 97
Avrupa Topluluğu, 1 , 4 6 , 59, 1 56, 1 5 8 Bonvesin della Riva, 1 2 1 , 1 70
azınlıklar, 1 90 Traeti.se on Courtliness, 1 70
Aziz Augustinus münzevileri, 1 6 1 Bourges, 1 68
Bovet, Honorı�: Savaş Ağacı, 1 8 1 , 1 84
Bretanya, 69, 1 07, 1 82 , 1 88, 2 1 3 , 2 1 4,
227
Britanya, 2 , 24, 3 8, 5 1 , 6 5 , 1 07, 1 3 8,
B 1 60, 1 92 , 2 3 3 , 2 34
ayrıca İngiltere'ye bakınız,
Babil, 1 2 8, 1 56 Brueghel, Yaşlı, 75
Bacon, Roger, 1 50, 1 5 3 , 1 77 Brugge, 1 3 5, 1 38, 141, 1 93 , 1 94, 2 3 8,
baharatlar, 1 27, 1 4 1 , 2 1 9 279
Balkanlar, 24, 1 82 , 2 1 4 Brunelleschi, Filippo, 208, 209, 2 3 9
barbar istilaları, 2 3 Brutus kronikleri (vakayinameleri), 1 60,
Barselona, 5 5 , 1 20, 1 24, 1 9 3 202
Bartholomew, 1 50, 2 5 5 Brüksel, 2 5 , 1 82, 248, 2 50, 2 54, 272,
Beatus: Commentary, 4 5 2 74, 280
Beaumanoir, Philippe de, 1 3 5 , 1 93 Burchard, Strasburglu, 74, 1 36
Becket, Thomas, 86 Burchard, Worms piskoposu, 74
Bede, 2 1 Burckhardt, J. L., 2 2 5
De temporibus, 2 1 büyücülük, büyücüler, 1 90, 1 9 1 , 2 60
De temporum rati.one, 2 1
Bela I V, Macar, 1 73
bellatores, 1 3, 64, 2 2 6
Benedictus, Nursialı, Aziz, 22, 3 0, 40,
5 2 , 1 7 1 , 1 97, 2 3 3 C-Ç
B enedictus XIII, papa, 1 97
B enedikten Tüzüğü, 1 9, 40 Calvin, 2 2 5
Benoit, Aniane'lı, Aziz, 40, 43 Cambridge Üniversitesi, 2 50, 2 5 3 , 2 5 7,
Benvoglienti, Leonardo, 2 1 5 2 6 3 , 270-272, 277-280, 284
Berat, 75, 76, 1 24 Cantar del mio Cid, 1 59
Bernard, Aziz, 7 1 , 95, 1 1 2 , 1 28 Canterbury, 25, 86, 94, 1 5 1
Bernard de, Chartres, 1 74 Canute,5 1 , 87, 2 3 5
Bizans İmparatorluğu, 5, 1 0, 3 8, 47, 56, Capet, Hugues, 5 6 , 2 3 5
1 1 3, 228, 2 34 Capet hanedanı, 8 5 , 1 22 , 1 60, 2 3 5
Blanche, de Castille, 79 Carloman: kutsanması, 3 6
Bloch, Marc, 2 , 1 1 , 226, 2 3 1 , 246 Cassiodorus, 2 0
Boccaccio: Decameron, 1 86 cehennem, 7 2 , 7 3 , 8 5 , 1 1 9, 1 38, 1 86,
Boethius, 20, 2 5 1 87
Consolati.on ofPhilosophy, 2 0 Celestinus I I I , papa, 1 44

294 AVRUPA'N I N Docuşu


Cenova, 1 03 , 1 20, 1 22 , 1 3 7, 1 60, 1 82 , D
1 97, 2 0 6 , 2 1 7, 2 1 9 , 220, 2 3 6-
238, 288 d'Ailly, Pierre: Imago mundi, 2 2 2
Chabod, Federico: Storia dell 'idea Danimarka, 5 1 , 1 09, 1 3 8, 1 3 9 , 1 77,
del/'Europa, 2, 246 1 82, 1 88, 1 9 5 , 2 3 5
Champagne: panayırlan, 1 3 3, 141 dans v e dans etme, 7 3 , 74, 1 06, 1 87,
chanso ns de geste, 1 59 1 88, 207
Chanson de Roland, 3 7, 65, 1 58, 1 78 Dante, 73, 1 58, 2 3 8, 277
Charlemagne, 4, 5, 1 8, 22, 28, 30, 3 5 , De vulgari eloquentia, 1 5 8
3 7-44, 46, 47, 65, 75, 7 6 , 7 8 , 1 0 1 , De proprietatibus rerum, 1 50
1 1 1 , 1 34, 2 34, 2 3 7 , 2 50, 2 5 5 , demokrasi, 9, 1 1 , 48, 1 28, 1 29
2 74 Descartes, Rene, 1 54
De litteris colendis, 44 devo tio mo derna hareketi, 200, 2 0 1
De villis, 42 Dias, Bartolomeo, 2 2 1
Charles i V, Güzel, Fransız kralı, 79, Dias, Dinis, 2 2 1
Charles V, Fransız kralı, 1 50, 1 76, 1 8 1 , Diaz de Vivar, Rodrigo (El Cid), 8 7
1 93 dil: araştınlması, 1 1 , 5 1 , 1 56 - 1 58, 200
Charles VI, Fransız kralı, 1 8 1 , 1 94 dilenci tarikatlan, 1 50, 1 6 1 - 1 64, 1 66,
Charles VII, Fransız kralı, 2 1 3 1 7 1 , 1 74, 1 76, 2 3 0
Charles VI I I , Fransız kralı, 2 1 3 , 2 1 7 , diller, 1 , 1 1 , 1 3 , 1 07, 1 3 7, 1 48, 1 5 1 ,
240 1 54-1 58, 1 67, 1 70, 208, 228, 234
Charles, Anjou'lu, 88, 2 3 8 Dionysios, Küçük, 28, 29
Charles, Kötü, Navarra kralı, 1 9 3 diyalektik, 1 2, 2 3 , 75, 95, 143, 1 5 1
Charles Martel, 3 6 , 3 7 , 234 dogma, Hıristiyan, 97, 98, 143
Charles, Cesur, Burgonya dükü, 1 8 1 , doğa, 3 , 5, 8, 20, 2 1 , 47, 5 1 , 68, 69, 82,
2 1 2, 2 1 3 89, 90, 93-95, 97, 98, 1 49, 1 50,
Chartres Katedrali, 1 68 1 63 , 1 80, 2 1 2, 2 30, 245, 263
Cid, 87, 1 59 doğaüstü, 1 9, 94, 149, 1 74
cihad, 1 1 2 , 1 1 3 doktrin, Hıristiyan, 1 74, 2 1 O
Clemens V, papa: Büyük Bölünme, 1 95, Domesday Book (Kıyamet Günü Kitabı),
1 96 84, 1 76
Clemens VII, papa: Büyük Bölünme, Domingo, Aziz, 1 62 , 1 74, 2 3 7
1 97 Dominikenler, 1 6 1 , 1 62 - 1 64, 1 66, 1 88,
Clementus iV, papa, 1 53 208, 2 3 7
Clovis, 24, 2 5 , 3 2 , 3 3 , 3 5 , 36, 86, 2 3 3 Donatello, 208
Cluny tarikatı, 5, 98 Donatusçuluk, 26, 97
codex, 1 47, 289 Dortmund yasası, 13 9
Cola di Rienzo, 1 96, 2 3 8 düzyazı: yayılması, 1 59
collegatio , 1 9 3
Columbanus, Aziz, 9 5 , 2 34
consolamentum, 99
Constantinus, imparator, 1 7, 233 E
Cordoba, 1 20, 2 3 5 , 236
Corpus Christi festivali, 1 03 , 2 3 8, 284 Edda, 1 5 9
Crespin ailesi, bankacı, 1 3 6 edebiyat, 8 , 6 5 , 68, 1 06, 1 09, 1 1 7, 1 2 1 ,
cüzam, 96, 98, 1 03 , 1 05, 1 06, 1 8 5, 2 3 8 1 5 6, 1 58, 1 59 , 1 6 1 , 1 67 , 1 78,
Çin, 8, 1 29, 1 83 , 2 1 9, 222, 2 2 3 , 2 2 9 , 203, 262
241 , 242 Edward 1 , İngiltere kralı, 1 57
çokdillilik, 1 58 Edward i l , İngiltere kralı, 1 05
egemenlik: kavramı, 229
Egeria: hac, 77

D İZİN 295
Einhard, 44 Fernando, Kastilya ve Leon kralı, 87,
el yazmaları, 43, 44, 1 2 1 , 147, 1 48, 1 7 1 , 240
205 festivaller, 29
el-Mansur, 55, 5 6 Fibonacci, Leonardo, 13 8
Eleanor, İngiliz, 79 Liber abaci, 1 38
elektörler, 200, 2 1 1 , 2 1 2 Ficino, Marsilio, 208, 209, 2 3 9
Eleonore, Akitanyalı, 66, 8 5 fine amo r, 6 8 , 69
Elias, Peder, 1 65 fiyat artışları, 1 8 1
Elias, Norbert, 66, 1 70, 246, 283 Flandre, 60, 62, 99, 1 27, 1 3 2, 1 3 8, 1 4 1 ,
elkitaplan, 1 70, 1 9 1 1 76, 1 92 , 1 9 5 , 206, 2 3 6, 2 3 8
Emerich, Nicholas: Directo ry ofInquisi­ Floransa, 1 05, 1 20, 1 22, 1 27, 1 3 0, 1 37,
tors, 1 9 1 1 6 1 , 1 8 1 , 1 82 , 1 86, 1 9 3 , 1 94,
endüstri, 1 3 2, 141 , 1 94 208, 209, 2 1 6, 2 1 7, 2 1 9, 2 3 8 ,
değirmenler/imalathaneler, 1 7 5 239, 248, 256, 2 60, 277
Engilbert, 44 Floransa Konsili, 1 97
Engizisyon, 9 9 - 1 0 1 , 1 0 5 , 1 6 3 - 1 65 , Florilegium, 1 52
1 9 1 , 2 3 7 , 240 Fra Angelico, 208
entelektüeller, 5, 43, 69, 70, 1 42 , 1 52, Francesco, Assisili, 1 06, 1 6 1 - 1 65 , 1 77,
1 5 3, 2 1 0, 2 1 8 2 1 7, 290
Erasmus, Desiderius: De civitate morum Frankfurt kilise meclisi, 1 55
puerilium, 1 70 Franklar, 24, 3 3 , 3 5 , 37-40, 43, 50, 54,
Eski Ahit, 14, 22, 94, 1 05, 1 63 , 1 7 1 , 56, 1 1 1 , 1 56, 1 60, 234
204, 2 3 1 Fransa, 4, 43, 46, 53, 54, 60, 62, 74, 79,
eşcinseller, 96, 1 05 8 1 -86, 97, 99, 1 00, 1 03 , 1 07,
eşcinsellik, 95, 1 0 5 1 08, 1 1 4, 1 2 2, 1 23 , 1 29, 1 34,
Eugenius I V, papa, 1 97, 209 145, 1 46, 1 5 6, 1 60, 1 67, 1 72 ,
Eusebios, Caesarea: kronikler (vakayina­ 1 76 - 1 78, 1 8 1 - 1 83 , 1 89, 90, 1 92-
meler), 1 60 1 94, 1 9 7 , 2 0 2 - 204, 208, 2 1 3 ,
evlilik, 67-69, 8 1 , 83, 99, 1 24, 2 1 4, 2 1 4, 2 1 6, 2 1 7, 2 2 6 , 2 34-236,
2 3 7, 2 54 238-240
Eyub, 22 Fransiskenler, 60, 1 6 1 - 1 63 , 1 65, 1 66
freskler, 78, 1 69, 207-209
Freud, Sigrnund, 73
Friedrich l , Barbarossa, imparator, 88,
1 1 2, 1 24, 1 44, 1 77, 2 3 7
F Friedrich I I , imparator, 8 8 , 1 08, 1 1 2,
1 44
fabliaux, 1 56 Friedrich II, Napoli v e Sicilya, 8 8
Facetus, 1 70 Friedrich III, 2 1 2
fahişelik, 1 26, 1 2 7 Frizya, 24, 3 7 , 1 29, 1 3 8, 1 4 1
fakülte, üniversite, 2, 1 1 , 1 2, 14, 1 8, 76, Froissart, Jean: marche, 4
77, 1 08, 1 1 7, 1 1 8, 1 24, 1 4 1 - 1 5 3 ,
1 56, 1 5 7, 1 59, 1 6 1 , 1 64, 1 65 ,
1 7 1 , 1 7 5 - 1 7 7 , 1 9 9, 2 0 0 , 203 ,
2 0 5 , 2 1 0, 2 2 6 , 2 2 8 , 2 3 7 - 2 3 9 ,
246, 287 G
Farabi, 1 52
Febvre, Lucien, 2, 246 Gali, Aziz, 25, 1 07
feodalizm, 5 3 , 6 1 , 68, 70, 1 02 , 1 2 3 , Gama, Vasco da, 2 2 1
1 79, 226, 265 gastronomi, 1 77, 207
Fernando, Aragon kralı, 204, 214 geçiş ücretleri, 12 5

296 AVRUPA' N I N Docuşu


Gent, 1 20, 1 3 7, 1 82, 1 93 , 1 95, 2 3 9, H
2 68, 273
Geoffrey, Monmouth'lu: Histo ry of the
Kings of Britain (Britanya Kralları­ haclar, 79
nın Tarihi), 1 60, 202, 295 Santiago de Compostela, 55, 78, 266,
G erbert, Aurillac'lı, i l . Silvester'e bakı - 287
nız, 48, 2 3 5, 2 5 1 Haçlı Seferleri, 77, 98, 1 00, 1 09- 1 1 5,
gettolar: Yahudi, 1 04 1 3 2 , 1 72 , 1 73 , 243 , 267
Ghibellino, 1 22 Haçlılar, 5, 7 1 , 1 00, 1 03 , 1 1 2 , 2 3 6, 243
Gioacchino da Fiore, 1 75, 2 3 0, 23 7 haftalık ritim, 28, 2 3 1
Giovanni di Legnano: De bello, 1 8 1 halk kültürü, 227
Glaber, Raoul, 49, 2 3 5 hamamlar: fuhuş, 1 2 6
Gombette yasası, 3 3 hamilik, 1 3 7
Gondebaud, Burgonlann kralı, 3 3 Hansa Birliği, 1 3 2 , 1 38- 1 4 1 , 1 68, 1 82 ,
Gossuin, Metz'li: Image du monde, 2 2 0 1 95, 2 3 8
Gotik Avrupa, 1 67, 1 69 haritacılık, 1 1 7
Gotland, 1 39, 1 40, 1 82 Havva: dünyevi kadın olarak, 92, 1 7 1 ,
G otlar: Roma'nın yağmalanması, 1 9, 1 75, 1 94, 207
25, 40 Hay, Denis: Avrupa: Bir Fikrin Ortaya
Gramsci, Antonio, 1 54 Çıkışı, 2
Gratianus, Bolognalı, 83, 94 Heinrich i l , imparator, 5 1 , 54, 56, 2 3 8
Gregorius dinsel ezgisi, 2 2 Heinrich VI, imparator, 8 8 , 1 08
Gregoryen reform, 5, 6 7 , 7 1 , 72, 80, 97, Heinrich 1, Frankların kralı, 47
1 61 , 235 Heloi:se, 69
Gregorius 1 , Büyük, 22, 25, 94, 2 34 Henrique, Denizci, 2 2 1
Gregorius Vll, papa, 7 1 , 80, 2 3 6 Henry i l , İngiliz, 7 9 , 8 5 , 1 24, 1 3 9, 2 1 3
Gregorius IX, papa, 1 00, 144, 2 3 7 heretik akımlar ve heretikler, 96-1 00,
Gregorius XI, papa, 1 96 1 07, 1 6 1 , 1 98
Gregorius Xll, papa, 1 97 Herodotos, 1 4
grevler: üniversite, 1 45, 1 65, 2 3 7 , 2 3 8 Hıristiyanlaştırma, 2 3 , 50, 5 2 , 2 3 3
Groote, Geert, 2 0 1 Hıristiyanlık, 5, 1 1 , 1 2, 1 4, 2 3 , 2 7-30,
"Gros Brief", 1 76 3 7 , 40, 4 1 , 48, 49, 5 3 , 54, 56, 62,
Grünwald Savaşı, 2 1 O 64, 73, 7 5-78, 80-83, 94, 95, 97,
Guelfo, 1 22 1 0 1 , 1 02 , 1 06 - 1 1 2 , 1 1 4, 1 1 9 ,
Guglielmo i l , Sicilya kralı, 88 1 20, 1 24, 1 26, 1 3 2 , 145, 1 5 1 ,
Gui, Bernard, 1 9 1 1 73 , 1 74, 1 84, 1 8 5 , 1 9 1 , 1 96,
Guillaume I X , Akitanyalı, 69 1 97, 2 00, 2 0 1 , 203, 2 1 0, 2 1 1 ,
De philosophia mundi, 1 49 2 1 5, 227, 2 3 0, 2 3 5
Guillaume, Saint-Amour'lu, 1 64 Hırvatistan, 1 08
Guinefort, Aziz, 74 Hırvatlar, 50, 52
Guiscard, Robert, 87 hijyen, 66, 186
Gutenberg, Johannes, 205, 239 Hindistan, 2 1 9, 2 2 1 , 222, 24 1 , 242
günah, 7 3 , 77, 78, 89-92, 94-96, 1 05, Hippokrates, 9, 2 2 9
1 06, 1 26, 1 3 7, 1 7 1 , 1 7 5 , 1 7 7, Honorius il, papa, 1 62
1 89, 1 90, 1 98, 2 2 9 , 2 3 1 , 2 3 7 , Hugh, Saint-Victor'lu, 66, 95, 1 47, 1 49,
266 2 57
Güyük, 2 1 8 De instructio ne novitiorum, 66
Didaskalikon, 1 49
Huizinga , ]ohan, 1 79, 207
hukuk, 12, 1 9, 32, 39, 40, 6 1 , 70, 8 1 -
83, 94, 1 24, 1 25, 1 3 5, 143- 1 45,

DİZİN 297
147, 1 50, 1 56, 1 77 , 1 8 1 , 1 93 , İspanya, 23, 2 5 , 3 1 , 3 7 , 5 3 , 55, 56, 7 1 ,
209, 2 1 1 , 2 3 6, 268 79, 1 0 1 , 1 04, 1 07, 1 1 3 , 1 32 , 1 57,
Humbert de Silva Candida, 72 1 68, 1 77, 1 82 , 1 90, 2 04, 2 1 4,
Hunlar, 24, 233 2 1 6, 2 2 2 , 2 3 3 , 2 34, 2 3 7 , 240,
Hus, Jan, 1 98-200, 2 3 9 241
D e ecclesia, 200 İsveç, 5 1 , 1 09, 1 40, 1 9 5, 2 2 8
Husçular, 1 82 , 1 98, 200 İsviçre, 25, 5 1 , 1 80
hücreleşme, 6 1 İsviçre Konfederasyonu, 48, 1 8 1 , 1 83 ,
hümanizm, 1 1 , 20, 3 1 , 89, 94, 9 5 , 2 1 6, 2 2 5, 2 3 8
226, 2 2 8 işçi ayaklanmalan, 1 98
işkence, 7 3 , 1 00, 1 03
İtalya, 2, 8, 1 2, 20, 2 1 , 2 3 -25, 27, 30,
3 1 , 3 7 , 38, 46, 48, 49, 5 1 , 6 1 , 74,
79, 84, 87, 88, 97, 1 05, 1 07, 1 22 -
ı-i 1 24, 1 2 7, 1 3 2 , 1 3 5 , 1 4 1 , 1 58,
1 6 1 - 1 64, 1 68 , 1 80, 1 82 , 1 8 3 ,
Ignacio de Loyola, 2 0 1 1 87, 1 90, 1 92 , 1 94, 1 97, 1 98,
Ile-de-France, 1 67 208, 2 1 6, 2 1 7, 2 2 6, 2 3 3 -2 3 6 ,
Innocentius III, papa, 80, 1 00, 1 62 2 3 8, 248, 2 7 8
Innocentius iV, papa, 2 1 8 condottieri, 1 80
Innocentius VII , papa, 1 97 gettolar, 1 64
Innocentius VI II, papa, 2 1 7 İtalyan Savaşlan, 1 83 , 204, 2 1 7, 225,
Integrist'ler, 98, 99 240
Isidorus, Sevillalı, 2 1 , 25, 3 1 , 1 1 9, 1 50, İtiraflar, 1 8, 1 9
233 İvan I I I , Rus, 2 28, 240
Istvan, Aziz, 5 1 , 5 2 , 2 3 5 İzlanda, 50, 1 08, 1 09, 1 29, 1 59
Libellus de instructione morum, 52
İber Yanmadası, 26, 3 1 , 38, 55, 7 1 , 84,
86, 9 1 , 1 0 1 , 1 04, 1 07, 1 09, 1 1 0, J
1 57, 1 90, 2 1 4, 240
İbn Rüşd, 143, 1 52, 2 3 6 jacqueries, 1 92
İbn Sina, 1 52 Jacques Molay, 1 05
icatlar, 1 54, 2 3 1 Jean, İyi, 1 93
İngiltere, 2 1 , 2 2 , 60, 6 2 , 66, 79, 8 2 , 84, Jean de Berhencourt, 2 20, 241
85, 87, 1 03 , 1 05, 1 09 , 1 1 2 , 1 1 4, Jeanne d'Arc, 202, 2 3 9
1 2 3 , 1 24, 1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 9 , 1 40, Jerome, Aziz, 1 8
148, 1 5 6, 1 60, 1 68, 1 70, 1 7 6, Joao d e Santan�m, 2 2 1
1 7 7, 1 8 1 , 1 82 , 1 83 , 1 85 , 1 90, Johannes X, papa, 5 0
1 97, 1 98 , 202, 207, 2 08, 2 1 3 , Johannes X I I , papa, 47
226, 235-239 Johannes XXIII: Büyük Bölünme, 1 97
ikonaklazm, 3 0 Johannes Paulus il, papa, 52
ikonografi , 9 1 , 93, 1 82 , 1 87, 1 9 1 , 206 John Lackland, 82, 85
incastellamento , 61 John, Salisbury'li, 82, 95, 23 7
incunabula, 205 The Policraticus, 82
İrlanda, 2 5, 2 7 , 38, 43 , 78, 1 07, 1 4 1 ,
2 3 3 , 234
İskandinavya, 38, 87, 1 08, 1 09, 1 59, K
1 95, 2 1 8
İslam, 26, 30, 3 1 , 39, 72, 88, 98, 1 1 2 , kabir,62, 7 8
1 1 4, 1 3 8, 1 72 , 2 1 0, 2 2 7 , 2 2 9 , kadın, 1 2, 27, 40, 43, 54, 64-68, 74, 8 3 ,
2 3 0, 269 85, 89-93, 1 05, 1 1 1 , 1 2 5, 1 26,

298 AvRUPA'N ı N Docuşu


1 45 , 1 48, 1 49 , 1 66 , 1 76, 1 88, Konstantinopolis, 1 0, 22, 39, 1 1 3 , 1 1 4,
1 90, 1 9 1 , 2 0 1 , 207, 2 1 9, 2 2 7 , 1 3 8, 1 7 3 , 1 98, 209 , 2 1 4, 2 1 5,
270 228, 2 3 3 , 237-239
kaleler, 1 2, 61, 74, 1 09, 1 1 2 , 1 1 8, 1 2 3 , köleler ve kölelik, 42, 1 00, 2 1 8
1 80, 1 82 , 200, 2 7 1 , 290 Köln, 45, 99, 1 39, 1 40, 1 52 , 1 94, 1 95,
Kanarya Adalan, 2 20, 2 2 1 , 223, 241 209, 2 1 1 , 2 3 8, 250, 270, 283
kapılar, kent, 1 20, 1 29, 1 4 1 , 1 46, 209 köylü hareketleri, 1 92
Kara Ölüm, 22, 1 04, 1 84, 1 85, 1 87, Köylü Savaşları, 1 92 , 2 2 5
226, 2 3 9 kronikler (vakayinameler), 3 1 , 1 2 1 ,
karnaval, 74, 75, 204 1 22 , 1 59, 1 60
Karolenj İmparatorluğu, 38, 39, 4 1 kumar, 207
Karo /en} miniscule, 44 Kunta Hora, 2 3 9
Kastilya, 62, 79, 84, 86, 87, 9 1 , 1 07, Kutsal Roma İmparatorluğu, 2 1 1
1 44, 1 45, 1 57 , 1 59 , 1 62 , 1 82 , Kyrillos, 52
1 97 , 2 0 8 , 2 1 4, 2 2 0, 2 2 1 , 2 3 6,
238
Katalan tacirler, 1 1 4
Katharosçular, 99- 1 0 1 , 1 98, 2 3 7 L
Katolik Kilisesi v e Roma Katolikli -
ği,2 1 8, 227, 229 labo ratores, 1 3, 2 2 6
kefaret, 77, 9 1 , 1 7 1 Laon, 1 3 , 1 24, 1 67, 2 3 6
kehanet, siyasi, 204 Laszl6, 52
kelle vergisi, 1 94 Latince, 1 1 , 1 2, 1 8, 20, 2 3 , 30, 3 3 , 42,
kent devletleri,208 44, 56, 67, 99, 1 1 9 , 1 2 1 , 1 27,
Keşiş Yohannes, 2 2 2 143, 1 54- 1 58 , 1 70, 1 76 , 1 8 1 ,
kıtlık, 1 79 - 1 8 1 , 2 3 5, 2 3 6, 2 3 8 1 84, 208, 228, 2 3 7
kıyımlar, 1 03 , 1 04, 1 89, 1 90, 2 3 5, 2 3 9 Laurentius, Aziz,78
Kilise, Katolik Kilise'ye, Roma kiliseleri- Leipzig Üniversitesi, 200
ne bakınız, 1 1 , 1 2, 1 9, 2 1 , 22, 2 7 - Leo I I I , papa, 38
3 0, 3 3 , 4 5 , 4 9 , 5 1 - 54, 62-68, 7 1 - Leo IV, papa, 1 22
74, 77, 78, 80-83, 86, 90, 9 1 , 9 3 , Lex Baiavario rum, 3 3
9 6- 1 0 1 , 1 07, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 3 , 1 20, Lex Romana Burgundiorum, 3 3
1 2 1 , 1 24- 1 2 6 , 1 3 0, 1 3 1 , 1 3 3 , Lex Salica, 8 3
1 3 6 , 1 3 7, 1 40 , 1 42 - 1 46, 1 5 5 , Liber Urbani, 1 70
1 6 1 - 1 69 , 1 72 , 1 77 , 1 80, 1 82 , Liege, 3 6, 1 37, 1 93 , 1 94, 273, 276
1 84, 1 88, 1 9 1 , 1 9 5 - 20 1 , 209, limes, 3 , 23
2 1 1 , 2 1 2, 2 1 7 , 2 2 7, 229, 2 3 5 , Litvanya, 1 1 0, 2 1 1 , 228, 2 3 9,
2 3 7 , 273 Litvanyalılar, 53, 1 73 , 2 2 8
Kilise Babalan, 1 8, 20, 20, 2 1 , 94, 95, Lizbon Üniversitesi, 1 44
1 52, 1 55 Lollardlar, 1 98, 1 99
Kitabı Mukaddes, 1 3 , 1 4, 1 8, 2 1 , 22, 36, Lombardlar, 22, 24, 25, 30 , 3 2 , 3 3 , 3 7 ,
44, 45, 94, 99, 1 02 , 1 28, 1 3 3 , 38, 40, 43, 97, 1 1 1 , 1 24, 1 30,
1 4 3 , 1 52 , 1 98, 1 99, 205, 274 1 3 1 , 1 3 5 , 1 52 , 1 58 , 1 94, 203,
Kolomb, Kristof, 2 04, 2 14, 222, 240 2 34, 2 3 7
komünal yönetimler, 1 24, 1 2 5, 1 3 5, Londra, 1 03, 1 20, 1 2 1 , 1 24, 1 39 , 1 40,
236 1 82 , 1 88 , 1 92 - 1 94, 1 98 , 245-
Kon chd I I I , imparator, 1 1 2 249, 2 5 2 , 2 56 - 2 6 1 , 2 64, 2 6 7 -
konsiller, 50, 1 77, 203, 2 3 9 2 6 9 , 2 7 1 , 2 7 5 - 2 7 7 , 2 80, 2 8 1 ,
Konstanz Konsili, 1 97, 2 00, 2 0 3 , 2 1 0, 285, 288-290
239 Lorris, 1 24
Lothar, 46

DİZİN 299
Lothringen, 46, 9 7 Martinus, Aziz, 197
Louis, Aziz (Fransa'nın IX. Louis'si), 54, D e correctio ne rustico rum , 3 3
76, 79, 88, 1 00, 1 02 - 1 04, 1 06, Martinus V, papa, 1 9 7
1 1 2 , 1 2 6, 1 45, 1 46 , 1 60, 1 67, Marx, Karl, 2 2 6
1 72 , 1 7 7, 1 78 , 1 80, 2 1 8, 243, matbaalar, 148, 204, 205, 2 3 9 , 242
260 Mayorka kralı, 4
roman aux rois, 1 60 Mecdelli Meryem, 1 06, 1 2 6
Louis IX, Louis, Aziz'e bakınız, 54, 79, Medici, Cosimo, 2 1 7, 2 3 9
1 1 2 , 145 Medici, Büyük Lorenzo, 208
Louis VII, Fransız kralı, 1 08, 1 1 2, 12 4 Mediciler, 1 94, 208, 209
Louis X II, Fransız kralı, 2 1 4 Merovenj dönemi, 1 7
Lubac, Kardinal de, 1 9, 2 7 3 Meryem, Bakire, 29, 89-93, 1 6 1 , 207
Lucius I I I, papa: sapkınlara karşı, 9 9 Mesih, İsa, 201
Ludwig, Sofu, 40, 44, 46, 47, 1 55 Methodius, Aziz, 52
Ludwig, Alman, Doğu Frankların kralı, mezarlıklar, 62, 78, 98, 1 20
38, 46 Michelozzo, 208
Lull, Raimon, 1 50 Mikael, Aziz, 79
Lübeck, 1 39 , 1 40, 1 88, 2 3 7 , 2 3 8 Milano, 32, 9 7 , 1 20- 1 22 , 1 58, 1 64,
Lyon, İkinci Konsili (1 2 74}, 1 64, 1 7 3 1 70, 1 8 3 , 208, 2 1 7 , 248, 2 5 1 ,
2 5 3 , 256, 269, 287
Milano Fermanı, 1 7, 233
miles, 64, 234
M Minden Antlaşması, 46
minyatürler, 48, 9 1 , 1 69 , 205, 2 3 5
Macaristan, 52, 75, 1 08, 1 7 3, 2 1 2, 2 1 8, Mirfield, John, 1 8 3
2 3 7, 240 missi do minici, 3 9
Machiavelli, Niccolo, 2 1 6 misyoner seferleri, 2 1 8
Madrid, 1 82 , 252, 2 66, 277, 280 mitoloji, 9 , 87, 1 59
Magdeburg yasası, 1 39 Moğol istilası, 1 72
magistralia, 1 7 5 Montaillou, 1 0 1
Magna Carta, 8 2 , 2 3 7 Montpellier Üniversitesi, 1 43
Mağribiler, 5, 55, 204, 2 3 7 Moravya, 52, 1 08, 1 73
mahşer, 1 79 , 2 3 5, 2 5 8 Muhammed, Hz., 98
Maillotins isyanı, 1 93 Mustarib dili, 1 57
Makyavelizm, 1 9 Müslümanlar,
Malleus Maleficarum, 1 9 1 aynca İslam'a bakınız, 5, 1 4, 26, 3 1 ,
manasnr tarikatları, 6 2 36-38, 55, 77, 86-88, 1 0 1 , 1 02,
manasnrlar, 2 5, 2 7 , 28, 40, 44, 45, 49, 1 0 5, 1 07 , 1 09 - 1 14, 1 3 2 , 1 5 1 ,
5 1 , 60, 66, 69, 7 1 , 1 05, 1 08, 1 2 1 , 1 72 , 1 83 , 1 90, 2 1 4, 2 1 8, 227,
1 26 , 1 2 8, 1 47 , 1 6 1 , 1 64, 1 85 , 2 34, 237, 242
2 34 müzik, 1 2 , 48, 69, 143, 207, 2 3 5, 275
Manicilik, 98, 99
Manuzio, Aldo, 205
Marcel, Parisli, 74
Marcel, Etienne, 1 93 , 2 3 9
marjinalleştirme, 206, 2 9 1 N
Mariano d i Jacopo Taccola: D e machinis,
181 Napoli Üniversitesi, 144
Marksizm, 9 Neckam, Alexander: De naturis rerum,
Martel, Charles, 3 6, 2 34 1 50
Martianus, Capella, 1 2 Nikolaos, Aziz, 88, 2 3 6

300 AVRUPA'N I N Doc u ş u


Nikolaus von Cusa, 209, 2 1 0, 2 1 5 , 1 5 7, 1 62 , 1 65 , 1 67 , 1 82 , 1 88,
2 3 6, 240 1 9 3 - 1 9 5 , 203, 205, 208, 2 1 3 ,
Docta ignorantia, 2 1 O 2 34, 2 3 6, 2 3 9
Nimes, 1 24 Paris Üniversitesi, 1 8, 145, 1 52 , 1 57,
Noel, 24, 38, 2 3 2 1 6 1 , 1 64, 1 65, 205, 2 3 7, 2 3 8
Normanlar, 5 0 , 5 1 , 87, 88, 1 1 1 , 2 34- Patrick, Aziz, 2 3 3
236 Paulus, Aziz, 1 8, 3 0, 7 8 , 1 3 3
Norveç, 5 0 , 5 1 , 8 7 , 1 09, 1 3 8, 1 40, 1 9 5, pecia, 1 48, 288
235 Pegolotti: Practica della mercatura, 2 1 9
Pelagius I I , papa, 22
pencereler: renkli cam, 1 68
Pepin hanedanı, 1 4
o Pepin, Herstallı, 3 6
Pepin, İtalyan, 44
oburluk, 1 77 Pepin, Kısa, 36, 2 34
Olav, Aziz, 5 1 Pers Savaşları, 9
O lav Tryggvason, Norveçli, 5 1 Persler, 77, 1 72, 242
Olof Skötkonung, İsveçli, 5 1 Pierre, Münzevi, 1 03
onur duygusu, 56, 9 1 , 1 72 Petrus Lombardus: Hükümler, 1 5 2
oratores, 1 3, 226 Petrus, Aziz, 3 0, 78, 234
ordular, daimi, 1 83 Philippe August (!!. Philip), 76, 78, 8 1 ,
ormanlar, 8, 42 144
ormansızlaştırma, 8 Philippe I I I , Fransız, 1 60
Ortak Tanın Politikası, 59 Philippe IV, Yakışıklı, Fransız, 1 46
oruçlar, 28 Philippe Vl , 79
Osmanlı İmparatorluğu, 1 1 3 , 230 Philippe, Cesur, Burgonya dükü, 1 8 1
Otto !, Almanya kralı, 47, 48, 5 1 , 56, Philippe, İyi, Burgonya dükü, 207
235 Philippe de Commynes: Avrupa, 2 1 8
Otta I I , imparator, 48, 5 6 Pierre de Bruys, 98
Otto I I I , imparator, 4 8 , 50, 5 3 , 56, 2 3 5 Pietro, Crescenza'lı: Ruralium co mmo ­
Otta, Freising'li, 96, 1 77 do rum opus, 1 76
Oxford Üniversitesi, 1 53 , 237 Pius I l , papa (Aenas Silvius Piccolomi -
ni), 1 , 209, 2 1 0, 2 1 4, 2 1 5, 227,
239
Asia, 1
Europa, 1
p piyade, 1 82 , 1 83 , 200, 2 3 8
Po, nehir, 1 3 2
paganlar ve pagancılık, 40, 5 3, 7 1 , 1 1 1 , Podebradlı Jiri, Bohemya kralı, 1 84
1 72 , 2 1 1 , 227 Poitiers Savaşı, 3 1
Palermo, 88, 1 08, 1 20 po lis, 1 1 , 67
Papalık, 1 , 38, 39, 67, 7 1 , 80, 88, 1 00, polis gücü, 54, 1 34, 1 89
1 04, 1 1 1 , 1 1 2 , 1 1 4, 142, 1 44, Polo, Marco, 242, 263
1 45 , 1 6 1 - 1 63 , 1 65 , 1 66, 1 7 7 , Polonya, 52, 5 3 , 75, 1 08, 1 29, 1 39, 140,
1 82 , 1 9 5- 1 98, 209, 2 2 2 , 234, 1 7 3 , 1 77 , 1 90, 2 1 0, 2 1 1 , 2 1 8,
277 2 2 5, 228, 2 3 5 , 237, 2 3 9
para basma, madeni, 7 5 , 1 34 Grünwald savaşı, 2 1 O
para birimleri, 7 5 Portekiz, 3 3 , 7 1 , 1 4 1 , 1 82 , 2 14, 2 1 8,
paralı askerler, 1 80, 1 82 , 1 83 2 20, 2 2 1 , 2 2 2 , 237, 240, 241
Paris, 5, 2 5 , 57, 66, 74, 86, 92, 1 09, 1 20, portreler, 207
1 2 2 , 1 26 , 1 2 8 , 1 4 1 - 1 48 , 1 5 3 , Prag, 38, 48, 5 1 , 1 99, 200, 2 03 , 2 3 5

DİZİN 301
Prag Üniversitesi, 1 99, 2 3 9 Rusya, 1 0, 1 3 9, 1 95, 2 2 8
Prusyalılar, 53, 1 39, 1 7 3 Rutebeuf, 1 64, 1 72
putti, 206

R S-Ş
Raban Maur, 44 saatler, 1 76, 1 93
Receswinth, 3 3 sabanlar, 60
Reco nquista, 3 6 , 55, 8 6 , 1 07, 1 09, 1 77 Sabatier, Paul, 1 65
Reims, 3 2 , 48, 86, 1 1 8, 1 94 Saint Gothard Geçidi, 1 3 2
Rene, Anjou'lu, 2 1 3, 2 1 7 Saint-Denis, manastır kilisesi, 36, 45,
Rhone, nehir, 4 62, 69, 86, 1 2 2, 1 60, 1 68, 2 3 6
Richard 1, Aslan Yürekli, 76, 78, 85, Grandes Chro niques de France, Les, 202
1 05, 1 1 2 Saksonya, 1 3 9, 200, 2 1 2
Richard l l , İngiliz, 1 8 1 , 202 Saksonya-Wittenberg D ukalığı, 2 1 2
Richard, Cornwall'lı, 1 03 Salamanca Üniversitesi, 1 44
risk kavramı, 1 3 6, 1 63 , 1 8 7 Samo, Slavlann kralı, 3 8
Robert, Artois'li, 7 9 sanat, 1 1 , 1 2, 3 1 , 45, 66, 68, 88, 9 1 -93,
Robert, Courson'lu, 144, 2 3 7 1 09, 1 3 0, 1 3 7, 1 4 3 , 147, 1 49,
Robert de Sorbon, 1 46, 2 3 8 1 5 1 , 1 52, 1 67, 1 68, 1 74, 1 77,
Robert, sofu, Fransız kralı, 1 3 , 54, 86, 1 8 1 , 1 83 , 1 87, 1 88, 205, 208,
235 209, 225, 2 34, 278
Roland, 3 7 , 6 5 , 1 69, 1 78, 234, 279 Sancho I I , Kastilya kralı, 87
Rollo, 5 1 , 2 3 5 sansür, 1 42, 1 65
Roma, 2 , 1 1 , 1 2, 1 9, 20, 22, 2 3 , 2 5, 26, Santiago de Compostela, 55, 78, 2 66,
30, 3 2 , 3 3 , 45, 52, 56, 60, 77, 78, 287
8 1 , 83, 1 1 8, 1 1 9, 1 22, 1 2 3, 1 3 8, Saray Akademisi, 44
1 5 3 , 1 60, 1 9 5 - 1 97 , 2 3 3 , 2 3 5, Sara .enler, 5, 3 1 , 37, 38, 2 34
2 3 6, 2 3 9 senyörlük sistemi, feodalizme bakınız,
Roma, Antik, 3, 1 2, 2 0 , 2 6 , 2 7 , 4 5 , 6 3 , 61
1 60, 1 67 Selahaddin, 1 1 2, 241 , 243
Roma İmparatorluğu, 2, 3, 5, 1 0, 1 1 , 1 4, serfler, 42, 1 02
1 7, 1 8, 2 3 , 25, 26, 32, 39, 47, 64, Severinus, 24
1 54, 206, 2 1 1 , 226, 2 3 3 Sforza, Francesco, 2 1 7
Hıristiyanlaşnnlması, 2 3 , 27, 50-53, Shakespeare, William, 202
7 1 , 74, 1 1 1 , 1 5 1 , 1 5 5, 1 77, 2 3 3 Richard II, 1 8 1 , 202
askeri sınınn kaybolması, 2 3 sınır bölgeleri (marches) , 4, 38, 279
Roma Katolikliği, Katolik Kilisesi'ne b a - Sicilya, 22, 2 6, 38, 84, 88, 1 07, 1 1 1 ,
kınız, 1 0 1 3 8, 1 58, 203, 2 1 7, 2 2 8, 2 34,
Roma piskoposu, 2 5 , 30 2 3 6, 2 3 8
ro man aux rois, 1 60 "Sicilya Vesperleri", 8 8 , 2 3 8
Romanesk tarz, 45, 49, 92, 1 67, 1 68, Sigismund, imparator, 200, 2 1 2, 2 1 4
235 Silvester l l , papa: Avrupa Hıristiyanlığı -
Romen dilleri, 1 1 nın teşviki, 48, 2 3 5
rönesans, 7, 43, 44, 89, 1 47, 1 49, 1 68, skolastikçilik, 1 4, 2 8 1
1 79, 1 87, 204, 206, 208, 209, Slavlar, 1 3 , 24, 38, 47, 48, 50-52
2 1 6, 225- 227, 2 5 1 Sokratesçilik, 1 1 , 9 5
Ruggiero 1 , Norman kralı, 88 sömürgecilik, 1 1 4, 1 1 5
Ruggiero ll, Norman kralı, 88 Split Konsilleri, 50
Rum Ortodoks Kilisesi, 1 97 Strasbo urg Yemin i 1 55, 234,

302 AVRUPA'N I N Doc u ş u


Sturmi, 3 7 Toscana: heretikler, 97, 1 58, 1 94, 2 0 3 ,
summae, 1 53 217
Sülün Şöleni, 207 Toulouse, 32, 99, 1 00, 1 24, 1 45, 1 62,
süvari birimleri, 1 83 1 94, 262, 2 68, 2 8 1 , 282, 2 9 1
Svatopluk, Macaristan prensi, 5 2 Toulouse Üniversitesi, 1 4 5
şair-müzisyenler, 6 8 Tours, 30, 3 2 , 43, 78, 1 5 5
şövalyeler, 64, 65, 7 1 , 7 3 , 1 1 0, 1 1 1 , Töton Şövalyeleri, 7 1 , 1 40, 2 1 1 , 2 1 2,
171, 210 238, 2 3 9
şövalyelik, 6 5 , 66, 207 Tristan v e lsolde miti, 6 8 , 6 9
Tuchin 1er, 1 92
Türkler, 1 1 , 1 1 0, 1 82 , 1 98, 209, 2 1 4,
2 1 5, 227, 230, 239, 240, 243
T Tyler, Wat, 1 94, 2 3 9

Taborlular, 200
takvim, 2 1 , 2 8, 29, 3 5, 1 45, 1 49, 2 3 1 ,
232 U-Ü
Tapınak Şövalyeleri, 7 1 , 1 05
tarikat, Küçük Din Kardeşleri, 27, 1 61 , Uppsala, 1 09, 2 6 1
1 62 , 1 64, 1 66, 1 74 Urbanus i l , papa, 1 02 , 1 1 2 , 1 1 3 , 2 3 6
tarikat, Din Kardeşi Vaizleri, 1 6 1 , 1 62 , Urbanus V, papa: Büyük Bölünme, 1 96
1 7 1 , 1 74, 2 3 7 Urbanus VI: Büyük Bölünme, 1 97-239
tefeciler, tefecilik, 1 04, 1 24, 1 26, 1 3 5 - urbs-rus karşıtlığı, 1 2
1 37 Utrecht, 1 38
tekstil sanayi, 1 28, 1 3 2, 1 3 8, 1 4 1 , 1 62 , Üçüncü Tarikatlar, 1 66
1 94, 201
tektanncılık, 1 4
Tekvin, 6, 2 8 , 94, 1 7 1
Tempier, Etienne, 1 42 , 143, 1 6 5 v
teoloji, 1 1 , 26, 3 0, 94, 95, 98, 1 1 9, 143-
1 46, 1 49 , 1 50, 1 52 , 1 5 3 , 1 56, vaftiz, 36, 52, 5 3 , 72, 74, 86, 99, 209,
1 68, 1 7 7, 1 98, 1 99, 209, 2 3 8 , 233, 235
286 Valdo, Pierre, 9 9 , 1 9 1 , 1 98
Theoderich, 2 5 , 3 2 , 3 3 Valdocular, 1 98
Theodore Palaeologus, 1 8 1 Vandallar, 24, 26
Theodosius 1 : Hıristiyanlık, 1 7, 2 3 veba, Kara Ölüm'e bakınız, 98, 1 04,
Theophano, prenses, 47, 5 6 1 06, 1 84- 1 87, 1 89, 207, 2 30, 2 3 3
Thomas, Cantimpre'li, 1 50 Venedik, 5 1 , 1 20, 1 22 , 1 3 3 , 1 34, 1 38,
Bonum universale de apibus, 1 50 1 4 1 , 1 70, 1 82 , 1 8 3 , 205, 2 06,
Liber de natura rerum, 1 50 2 1 5, 2 1 7, 2 1 9 , 2 3 6, 2 3 8, 242
ticaret, 3 2, 38, 39, 48, 50, 77, 1 0 1 , 1 1 7, Venedik Senatosu, 1 83
1 1 8, 1 2 5 , 1 2 7 - 1 2 9 , 1 3 1 - 1 34, Venedikliler, 2 1 9
1 3 6, 1 3 8- 1 4 1 , 1 62 , 2 1 8, 2 1 9, 2 2 0 vergiler, 4 1 , 1 2 5, 1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 5, 145,
Tirol: askeri koleksiyonlar, 1 82, 2 1 2 1 9 3 , 1 96, 2 1 6
tiyatrolar, 73, 1 3 1 , 242 Vergilius: Aeneis, 1 60
Toledo, 2 5 , 87, 1 07, 1 68, 2 3 3 , 2 3 6 Vikingler, 38, 50
Tomislav, kral, 5 0 villa, 32
topçuluk, 1 83 villeins, 1 1 9
Torino: askeri koleksiyonlar, 1 82, 247, Vincent, Beauvais: Speculum majus, 1 50
2 5 5 , 2 5 6, 262, 268, 2 7 1 , 2 7 3 , Visby Savaşı, 1 82
2 79, 289 Vivaldi: Ugolno ve Vanino, 220

DİZİN 303
Vizigotlar, 2 1 , 24, 25, 3 3 , 1 0 1 , 2 3 3 Yahudilik, 30, 54
Vojtech, Adalbert, Aziz'e bakınız, 5 1 Yakub, 3 , 55, 78, 2 34
Voltaire: Zadig, 2 2 7 yazıcılar, 245
volumen, 1 47 yazılı diller, 1 56
Vulgata, 1 8 yazılı kayıtlar, 1 82
Yecüc Mecüc, 1 O
yemek, 66, 67, 1 06, 1 46, 1 77, 2 1 9
w yemek kitapları, 1 77
Yeni Ahit, 1 8, 45, 1 1 0, 1 63 , 1 66
Walter, Henley'li : Housebo ndrie, 1 75 yeni Platoncu hareket, 209
Whitsun, 1 5 5, 2 3 2 yollar, 3 , 1 1 , 1 2, 30, 32, 43, 62, 72, 78,
William ! , Fatih (Piç), 5 1 , 1 76, 2 3 6 1 1 9, 1 3 1 , 1 3 2 , 1 4 1 , 1 63 , 1 84
William, Malmesbury'li, 82, 1 60 yontular, 9 1 , 1 69, 209, 2 3 5
William, Ockham'lı, 143 yortular, 9 0 , 1 5 5
Wlodkowic, Pawel, 2 1 0, 2 1 1 Yunanistan, Antik, 9, 94
Wycliffe, John, 1 98-200, 2 3 9 yurtseverlik duygusu, 3 5 , 2 1 6
Yuvarlak Masa, 1 30

x
z
xylographf, 205
zanaatkarlar, 1 3 , 45, 1 0 1 , 1 1 8, 1 2 2 ,
1 3 5, 1 3 9, 147, 1 89, 1 92 , 1 93 ,
y 1 94
zanaatkarlık, 1 3 , 1 22 , 1 26, 1 29, 1 7 1
zina, 67
yağma, 1 9, 26, 3 1 , 38, 50, 1 00, 1 07,
zulüm, 3 7 , 89, 96, 1 00- 1 04, 1 1 0, 1 9 1 ,
1 1 1 , 1 1 4, 1 80, 1 84, 1 92 , 2 1 5 ,
291
2 3 3 , 2 3 7,
Yahudiler, 1 4, 25, 88, 96, 98, 1 00- 1 04,
1 1 0, 1 26 , 1 3 6 , 1 5 1 , 1 89, 1 90,
1 93 , 2 1 4, 2 3 7-239, 287

3 04 AVRUPA' N ı N Docu ş u
© LİTERATÜR KASI M 2 0 0 8
kültürel

Bugüne

birleşik
kültürünün

kültürel

Literatür

You might also like