Professional Documents
Culture Documents
Avrupa'yı Kurmak dizisi, ortak bir Avrupa kültürü yaratmak misyonuyla bir araya gelmiş, Av
rupalı beş yayınevinin geliştirdikleri bir projedir; Beck-Almanya, Blackwell-İngiltere, Critica
İspanya, Laterza-İtalya ve Le Seuil-Fransa. Dizinin amacı; geniş bir uluslararası çerçevede, Av
rupa halklarının ve onların kültürlerinin tarihi hakkında, temel konularda açıklayıcı, okunabi
lir ve tarnşma yaratacak yayın yapmaktır. Dizinin yazarları ekonomi, siyaset, toplum, din ve
kültür alanlarında uzman isimlerdir.
Jacques Le Goff
Çeviren:
M. Timuçin Binder
Literatür Yayınları Avrupa'yı Kurmak Dizisi: il
Avrupa'nın Doğuşu
Jacques Le Goff
Özgün adı
The Birth of Europe
olan bu kitap
Jacques Le Goff'un Genel Editörlüğünü yaptığı;
C. H. Beck'sche Verlagsbuchhandlung, Münih/Almanya
Blackwell Publishers, Oxford/İngiltere
Editorial Critica, Barselona/İspanya
Guis.Laterza & Figli, Roma/İtalya
Editions du Seuil, Paris/Fransa
tarafından yayınlanan uluslararası
THE MAKING OF EUROPE / AVRUPA'YI KURMAK
adlı dizinin bir parçasıdır.
Çeviren
M. Timuçin Binder
Yayına Hazırlayan
Hülya Balcı
Baskı ve Cilt:
Pasifik Ofset
Cihangir Mah. Güvercin Cad. Baha İşmerkezi
A Blok No: 3/1 Kat: 2 Avcılar - İstanbul
Sertifika No:12027
Tel: (0212) 412 17 77
ISBN: 978-975-04-0473-3
LİTERATÜR®
Yayıncılık, Dağıtım, Pazarlama
. Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
istiklal Caddesi, ipek Sokak, No: 10 Kat: 2
Beyoğlu34433 lstanbul
T0(212) 292 4120
F 0(212) 245 5987
E literatur@literatur.com.tr
www literatur.com.tr
İçindekiler
Teşekkür xı
Giriş 1
Sonuç 225
Kronoloji 233
Seçilmiş Tematik Kaynakça 245
Dizin 293
Bronislaw Geremek'e
Dizi Editörünün Önsözü
i.x
alınan bu denemeler, bu nedenle geniş bir okur kitlesinin erişebilece
ği niteliktedir.
Amacımız, Avrupa'yı kuranların ve kuracak olanların kafasındaki
"Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?" sorusuna ve dünya
da bu soruyla ilgilenenlere yanıt niteliğinde veriler sunmak.
Jacques Le Goff
x
Teşekkürler
xi
ATLANTİK
OKYANUSU
""''"" Lime'ler
Harita 1: S. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar süren ve Ortaçağ'da çeşitli kavimlerin birbirleriyle karışma
sını sağlayan barbar akınlan.
Kaynak: Georges Duby, Grand Atlas historique (Paris: Larousse, 1995), s. 30.
.,
.'
·., �-�
·1-:
. �'
... ATLANTIK
1 OKYANUS.U.
Not: Bir tarafta Amerika yerlileri ile İnka ve Aztek imparatorlukları, diğer tarafta, Uzakdoğu'daki Çinli Ming Hanedanı
arasında kalan küçük Avrupa, Afrika ve Amerika'yı keşfetti. Zheng-He'nin Ortadoğu ve Afrika'ya yaptığı diplomatik seya
hatlerin davamı ise gelmedi. Osmanlı İmparatorluğu ve Moskova Prensliği doğuda Avrupa için birer engel oluşturdular.
Harita 2: Ortaçağ ile Yakınçağ arasında Avrupa'nın dünyadaki yeri (1400'den l SOO'e. Zheng-He, Kolomb, Gutenberg,
Rönesans).
Kaynak: Jacques Bertin, Atlas historique universel (Cenevre: Minerva, 1997), s. 116.
Giriş
1
uzmanı iki tarihçi tarafından üretilmişti: Britanya' da Denis Hay (Eu -
rope: The Emergence ofan Idea, 1 9 57 [Avrupa: Bir Fikrin Ortaya Çıkı
şı]) ile İtalya' da Federico Chabod'un 1 943 -44 ve 1 947-48 dönemle
rinde üniversitede verdiği derslere dayanan bir çalışması (Storia
dell'idea dell'Europa, 1 96 1 [Avrupa Fikrinin Tarihi]). Bununla bera -
her, Avrupa'nın Ortaçağ'da doğduğu fikri İkinci Dünya Savaşı arife
sinde, Annales dergisini kurarak tarih yazımına yeni bir soluk getiren
iki büyük Fransız tarihçisi tarafından zaten ortaya atılmıştı. "Avrupa,
Roma İmparatorluğu parçalandığında ortaya çıktı" diyen Marc
Bloch'tu. Lucien Febvre bu sözleri "veya daha ziyade, bir kez impara
torluk dağıldığında, Avrupa bir ihtimal olarak belirdi" diye tamamlı
yordu. 1 944-45'te College de France'ta verdiği konferanslar dizisinin
ilk kısmında (L'Europe. Genese d'une civilisation [Avrupa: Bir Medeni
yetin Doğuşu] , s. 44) Luci aı Febvre şöyle söylüyordu: "Ortaçağ bo -
yunca (bunun modern zamana kadar yayıldığı kabul edilmelidir),
şimdi köklerinden kopmuş bulunan Hıristiyan medeniyeti, bir kral
lıklar kaleydoskopunun belirsiz sınırları boyunca kesintisiz etki dalga
ları yayıyordu. Bu, Batılılara, onları ayıran sınırlan aşan ve ağır işleyen
bir süreç içinde dünyevileştikçe özel olarak Avrupalılığın farkında
olunmasına dönüşen ortak bir bilinç aşılanmasına yardım etmişti."
Yine de, kökleri Ortaçağ'a uzanan bir Avrupa temasını geliştiren
asıl olarak Bloch'tu. Daha 1 92 8'de, O slo'da toplanan Tarihsel Bilim
ler Uluslararası Kongresi'nde, aynı yılın aralık ayında Revue de
Synthese historique'te yayımlanan, "Avrupa Toplumlarının Karşılaş
tırmalı Tarihine Doğru" başlığıyla bir sunum yapan Bloch, "Avrupa
toplumlarının karşılaştırmalı tarihini öğretme planı" dediği bu görüş
lerine, 1 934'te College de France için yaptığı adaylık başvurusuyla
birlikte sunduğu çalışmalar dizisinde geri dönecekti. Burada aynen
şöyle yazmıştı: "Avrupa dünyası, Avrupalı olduğu ölçüde, Akdeniz
medeniyetinin en azından göreli birliğini neredeyse tek bir darbede
parçalamış ve Romalılaştırılmış halkları, Roma tarafından hiçbir za -
man fethedilmemiş diğerleriyle birlikte ayrım gözetmeksizin aynı po -
taya koymuş bir Ortaçağ icadıdır. Bu, barındırdığı nüfusun bakış açı
sından Avrupa'nın doğuşuydu. . . Ve böylece tanımlanmış olan Avru
pa dünyası, o tarihten itibaren ortak dalgaların önünde sürüklenmiş -
tir." (M. Bloch, Histoire et historiens [Tarih ve Tarihçiler] , der. Etienne
Bloch [Paris: Armand Colin, 1 995], s. 1 2 6).
Bu kaba Avrupa taslakları ve 1 8. yüzyıldan itibaren Avrupa'nın ha -
bercisi olan yapılar, hiçbir şekilde kesintisiz bir süreç oluşturmadıkları
G İ Rİ Ş 3
mek gerekecektir. Ortaçağ' da gerçek sınırların belirlenmesi ancak el
yordamıyla ve bir dizi çarpışmanın sonucunda olmuştur. Bu, 1 3 . yüz -
yılın sonunda Roussillon bölgesinin Fransız Languedoc'a ilhak edil
mesi, o sırada Fransa'nın Akdeniz sahilinin başladığı noktadan önceki
son liman olan Collioure'deki Katalan mallarını vergilendirme üzerine
Katalan tüccarları, Aragon kralı ve Mayorka kralı arasında ortaya çıkan
çatışmalar gibi örneklerde görülebilir. Ortaçağ tarihçileri, haklı olarak
bir Uzak bıtı tarihçisi olan Turner'ın geliştirdiği Amerikan sınır anlayı
şını reddetmiştir, çünkü bu anlayışın Avrupa tarihine uygulanması
mümkün değildir. Bu tarihçiler, devletlerin sonunda belirdiği ana ka
dar Ortaçağ' da sınır kabul edilen yerlerin birçok çatışmanın meydana
geldiği ama aynı anda çok sayıda ticari anlaşmanın yapılıp insanların
kaynaştığı buluşma noktalan olduğunu vurgulamışlardır. Charlemag
ne, 9. yüzyılın başında, bu bölgeleri marche'lara* dönüştürmüştür; bu -
nun Ortaçağ Avrupa'sı için taşıdığı önem anlatmakla bitmez. Jean
François Lemarignier'nin gösterdiği gibi, vasallar lordlanna bağlılıkla
rını burada ifade ettiğinden marche çok değerli bir feodal kurum olarak
gözükür; ve bu sözde sınırların belirsizliği veya geçirgenliğinin ırksal
açıdan karışık bir Avrupa'nın ortaya çıkmasına zemin hazırlayan bir
unsur olduğunu söylemek makul bir iddiadır. Çoğu kez sınır işlevi gö
ren büyük nehirlere gelince, bunlar sudan engeller olarak değil, daha zi
yade, güçlü şahsiyetlerin (örneğin, imparator ve Fransız kralı) bir araya
geldiği tarafsız buluşma yerleri olarak görülmüştür. İlk başta Batı Fran
sa ve daha sonra bir bütün olarak Fransa krallığının sınırları doğuda
Dört Nehir (Escaut, Meuse, Saone ve Rhone) tarafından belirlenecek
tir. David Nordman'ın işaret ettiği gibi, 1 4. yüzyılın en "Avrupalı" va
kanüvisi olan Froissart bizim sınır olarak adlandıracağımız şeyi ifade
etmek için çoğu kez marche terimini kullanmaktadır;frontiere savaşta -
ki "cephe"yi anlatmak için kullanılmaktadır.
Ortaçağ' daki Avrupa arayışımıza girişmeden önce, hem Ortaçağ' da
hem de modern dönemde tarihçilerin karşıtlık ifadesi taşıyan kav -
ramlar kullandıklarını belirtmeliyiz. Daha önce gördüğümüz ve tekrar
göreceğimiz gibi, Avrupa kavramı, Asya'ya ve ekseriyetle Doğu'ya
karşıt bir kavram olarak ortaya atılmıştır. Dolayısıyla, "Batı" bazen te
melde Avrupa topraklarından oluşan bir bölgeyi tanımlayabilir. Batı
terimi Ortaçağ' da bugün kullanıldığı şekliyle kullanılan bir terim de -
4 AVRUPA'N I N Doc u ş u
ğildi ama bu doğu-batı ayrımı, hayali temsiller alanında, Doğu ve Batı
imparatorluklarına karşılık gelen Bizans İmparatorluğu'yla Latin Hı -
ristiyanlığı olarak ikiye ayrılmış Hıristiyanlık tarafından desteklen
mişti. İşte Ortaçağ'ın miras bıraktığı ana ayrım buydu. Bu ayrılık, Ro
ma İmparatorluğu'nun çöküşünden itibaren, Doğu ve Batı Avrupa
arasındaki dilsel, dinsel ve siyasal farklılıklar temelinde büyütüldükçe
büyütülmüştür. Günümüz Avrupa'sının kökenindeki Latin Hıristi
yan Avrupa'nın " Batılı" doğası, bazı Hıristiyan entelektüellerinin 1 2.
ve 1 3. yüzyıllarda geliştirdiği bir teoriyle biraz daha kalın çizgilerle be
lirtilmiştir. Bu teori, güç ve medeniyetin doğudan batıya kaydığı fikri
ne dayanıyordu. Bu, iktidarın Bizans İmparatorluğu'ndan Germen
İmparatorluğu'na, bilginin de Atina ile Roma' dan Paris'e geçtiği olgu
suna işaret eden translatio imperii ve translatio studii'ydi. Medeniye -
tin batıya doğru ilerleyişi doğal olarak Avrupalılar arasında daha son
raki yüzyıllardaki Batı Avrupa kültürünün üstünlüğü fikrini güçlendi
recekti.
Çoğu kez inanılanın aksine, Avrupa kavramı Hıristiyanlığın ilk
yüzyıllarına ait değildir. Charlemagne'ın zamanında insanların bir Hı
ristiyan imparatorluğundan bahsettiği doğrudur. Fakat Hıristiyanlık
terimi ancak 1 1 . yüzyılda, güçlü Cluny tarikatının uygulamaya koy
duğu ve Gregoryen reform olarak bilinen saldırgan Hıristiyanlık ve
Haçlılar ideolojisiyle birlikte, Avrupa'nın çekirdeğini oluşturacak olan
toprak parçasını belirtmeye başlar. Bu "Hıristiyanlık" terimi de açık ve
net olmaktan uzaktır. Hıristiyanlığın, Avrupa'nın oluşumundaki ve
Avrupalıların kendi kimlikleriyle ilgili geliştirdikleri düşüncelerdeki
büyük önemini reddetmek mümkün değildir. Aydınlama ve seküler
leşme ruhu Avrupa' da egemen olduğunda bile, bu Hıristiyan temel,
ister açıktan kabul edilsin isterse ima edilsin, yaşamsal bir öneme sa
hip olmayı sürdürür. Fakat Hıristiyanlık, kendisinden önce başlamış
ve onun gücü azalmaya başladıktan sonra bile devam eden bir tarihin
sadece uzun ama çok önemli bir evresidir. Son olarak da, bu kitap bo -
yunca kullandığımız isimlerin kesinlik taşımadıklarını belirtmeliyiz.
Şöyle ki, Haçlılar zamanında, tıpkı Hıristiyanların Sara Lenlerden (sa -
dece tek bir Arap kabilesinin adı olan bu terim, ilk olarak Bizanslılar ve
sonra Batılılar tarafından genelde Müslümanlar için kullanılmaya baş
lanmıştır) veya Mağribilerden (Müslümanlar için kullanılan, İspan -
yolca'daki "morisco" sözcüğünden türemiştir) bahsetmesi gibi, Müs -
lümanlar da Hıristiyanların tümü için Frenkler terimini uygun gör -
müştür.
G İ Rİ Ş 5
Bu kitap Avrupa'nın tarihiyle ilgili olacağından ilk önce bu terimin
tarihinin aydınlatılması gerekmektedir. Çünkü bunun önemli oldu
ğuna inanan bir modern tarihçi olarak ben, tıpkı Ortaçağ aydınlarının
yaptığı gibi, Tanrı'nın Tekvin'de gösterdiğine uygun bir şekilde, var
olmanın ad vermeye bağlı olduğuna inanıyorum. Fakat yine belirtmek
gerekir ki, görünürde en güvenilir adların bile tarih tarafından bir şe
kilde kenara atılmış, kaderlerinin değişmiş olması kuşkusuz onları ta
şıyan insanların ve varlıkların da benzer bir belirsizlik unsuru taşıdık
ları anlamına gelmektedir.
6 AVRUPA'NIN D o c u ş u
Başlangıçlar:
Ortaçağ'dan Önce
7
Coğrafya
Antikçağ'ın Mirası
8 AVRUPA'N I N Docuşu
çünkü Avrupa bu mite göre Doğu' da doğmuştur. Hem sözcük hem de
mitin daha sonra Avrupa olacak bölgedeki medeniyetin en eski unsu
ru olan Yunan mitolojisinde belirmiş olmasına rağmen, Avrupa Do
ğu'dan ödünç alınmıştır. Sözcük, MÖ 8. yüzyılda alınmış ve Fenikeli
denizcilerin batan güneşi ifade etmek için kullandığı bir Semitik te
rimden türetilmiştir. Avrupa, Fenike (şimdi Lübnan) Kralı Agenor'un
kızı olarak sahneye çıkar ilk kez. Rivayete göre, ona vurulmuş olan
Yunan tanrılarının kralı Zeus tarafından kaçırılmıştır. Zeus boğa kılı
ğına girerek onu Girit'e götürmüş ve bu ikisinin orada birleşmelerin
den, medenileştirici ve yasa yapıcı kral, ölümünden sonra da Ha
des'teki üç yargıçtan biri olan Minos doğmuştur. Dolayısıyla, Yunan
lılar Avrupalılar adını Asya kıtasının en batı ucunda yaşayanlara ver
miştir.
Avrupa'nın özdeşleştirildiği Doğu-Batı ayrımı, Yunanlılara göre te
mel bir medeniyetler çatışmasını yansıtıyordu. M Ö 5. yüzyıl sonuyla
4. yüzyıl başında yaşamış, ünlü Yunan doktoru Hippokrates, Avrupa
lılarla Asyalılar arasındaki karşıtlığı Yunan kentlerini Perslilerle karşı
karşıya getiren çatışmalar ışığında değerlendirmiştir ki, bu muhteme -
len Batı'yla Doğu arasındaki karşıtlığın ilk ifadesidir. O Pers Savaşla
n'nda, Yunanlı Davut Maraton' da Asyalı Calut'u alt etmiştir. Hip ınk
rates' e göre Avrupalılar, cesur ama saldırgan ve kavgacı, Asyalılarsa
akıllı ve kültürlü ama inisiyatiften yoksun olacak kadar barışçıldır. Av
rupalılar kendilerini uğruna savaşmaya ve hatta ölmeye hazır oldukla
rı özgürlüğe adamıştır. En gözde siyasi rejimleri demokrasidir. Asyalı
larsa refah ve huzur karşılığında kul olmayı kabul etmeye razıdır.
Bu Doğulu imgesi yüzlerce yıl varlığını sürdürdü. 1 8. yüzyılda Ay
dınlanma'nın Avrupalı filozofları (philosophes) , Asya'ya en uygun yö
netim şeklinin aydınlanmış despotizm olduğunu ileri süren teoriyi
geliştirmiştir; daha sonra, benzer bir çizgi benimseyen 1 9. yüzyıl
Marksizmi, otoriter yönetimlere dayanak oluşturduğu kabul edilen
Asya Tipi Üretim Tarzı teorisini geliştirmiştir. Köylülerin yanında sa -
vaşçıları da bünyesinde barındıran Ortaçağ toplumu, Hip ınkrates'in
bakış açısını yanlış çıkarmadığı gibi chansons de geste'leriyle* Hıristi -
yan kahraman-savaşçı imajını tüm Avrupa'ya yaydı.
Bu yüzden, Antik Yunan'ın Avrupa'ya bıraktığı miras iki unsurdan
oluşur: Doğu'ya, yani Asya'ya karşı olması ve demokratik model. Or -
10 AVRUPA' N I N Docuşu
yüzlerce yıl Avrupa'nın en korkunç kabusu haline gelecek Türklerin
geçmesiyle, Müslüman Doğu.
Ortaçağ halkları tarafından taşınan ve bazı durumlarda tekrar can -
landınlan Antikçağ'ın geride bıraktıkları arasında dört temel miras
ayırt edilebilir:
(2) Roma mirası: Bu daha zengin bir mirastır; çünkü Ortaçağ Avru
pa'sı doğrudan Roma İmparatorluğu'ndan doğmuştur. Roma'nın en
temel mirası, medeniyetin aracı olan dilidir. Ortaçağ Avrupa'sı Latin
ce konuşmuş ve yazmıştır ve bu dil 1O. yüzyılda yerel diller karşısında
gerileyince, Romen dilleri olarak adlandırılan diller (Fransızca, İtal -
yanca, İspanyolca ve Portekizce) bu dilsel mirası sürdürmüştür. Her
ne kadar daha alt düzeyde olsa da, Avrupa'nın diğer bölgeleri de, özel
likle üniversiteler alanında, Kilise' de, teolojide, bilimsel ve felsefi ter
minolojide Latin kültüründen yararlanmıştır. Romalılar Ortaçağ'ın
erkeklerine, özellikle aynı Avrupa geleneğine ait savaşçılara askeri be -
cerilerini de bırakmıştır. Bu alanda, nispeten geç bir tarihte, askerlik
sanatı üzerine bir metin kaleme almış olan Vegetius (MS 400 civarı)
büyük ölçüde belirleyici olmuştur. Çünkü bu çalışma Ortaçağ'a ait as -
keri teori ve pratiklerin çoğuna esin kaynağı olmuştur. Daha da önem -
li olan, Romalıların bu insanlara bıraktığı, M S 1000 yılından itibaren
keşfedilmiş ve geliştirilmeye başlanmış olan mimarlık mirasıdır. Bu
mirasa, taş işçiliği, kemer yapımı ve Romalı mimarlık kuramcısı Vit -
ruvius tarafından yazılmış son derece kullanışlı başvuru kitabı da da
hildir. Bununla beraber, Ortaçağ halklarının ancak kısmen bilgisine
ulaştığı bazı önemli Roma teknikleri de vardır. Marc Bloch, Roma yol -
(4) Son olarak, temel öneme sahip dördüncü miras da Kitabı Mukad
des'tir. Kutsal Kitap, Ortaçağ halklarına, Hıristiyanların her geçen gün
14 AVRUPA' N I N Docuşu
Bana göre, bu kitabın yapısı tarihin gidişatına uymaktadır. Birbiri
ni izleyen kronolojik evre ve katmanlardan oluşturulmuştur. Bu, tarih
kesitleri arasından birtakım hızlı taramaların yapılmasını kapsamak
tadır ki, bunların okuru sıkmayacağını ümit ediyorum. Çünkü okur,
bu sayede, Avrupa denilen bu alana ait yeni yüzlerin ve yeni belirsiz
liklerin kalbine ulaşacaktır.
17
odosius tarafından resmi devlet dini olarak kabul edilmesi arasındaki
dönemde gerçekleşmiştir. Theodosius'un vasiyeti üzerine, Roma İm
paratorluğu'nun ikiye ayrılması ve oğulları arasında paylaştırılması,
onun Hıristiyanlığı devlet dini yapan kararıyla Avrupa'nın bunu takip
eden tarihi arasındaki bağı açık bir şekilde ortaya koymuştur: Honori
us Batı'yı, Arcadius Doğu'yu almıştır. Bizim ilgilendiğimiz Avrupa
batı imparatorluğundan tekamül etmiştir.
18 AVRUPA' N I N Docuşu
Augustinus'un diğer büyük çalışmasına gelince, İtiraflar ne kadar
öznelse, bu da o kadar nesneldi. Tann Devleti ( City of God) 4 1 O' da
Roma, Alaric ve Gotları tarafından yağmalandıktan sonra yazılmıştır.
Bu olay hem eski Roma gruplarını hem de Hıristiyanları aynı şekilde
etkilemiş, dünyanın sonunun çok yakın olduğu inancını körüklemiş -
ti. Augustinus bu tür binyıl korkularını reddetmiştir. Dünyanın sonu
nun sadece Tanrı'nın bildiği muhtemelen uzak bir gelecekte gerçekle
şeceğini ileri süren Augustinus, Tann Devleti'yle insanların kenti ara -
sındaki ilişkiler için bir program hazırlamaya koyulacak ve bu çalışma
yüzyıllarca Avrupa düşüncesinin en büyük metinlerinden biri olarak
kalacaktır.
Augustinusçuluk şu indirgemeci terimlerle açıklanmıştır: "Aziz
Augustinus tarafından yaşamının son döneminde geliştirilmiş haliy
le, kurtuluşa imkan tanıyan bir özgür iradeyle birleşmiş takdiri ilahi
öğretisi." Fakat Augustinus'un yaşamı boyunca geliştirdiği düşünce
leri ilahi takdir temasıyla sınırlandırılamayacak kadar zengindir. Daha
adil ama yine de fazla basit bir açıklama yapmak istersek, diyebiliriz
ki, onun düşünceleri özgür iradeyle tanrı inayeti arasında denge arayı
şından ibarettir. İstisnasız tüm Ortaçağ teologları bir şekilde Augusti
nus'tan etkilenmiştir. Ayrıca, Augustinus'un Ortaçağ hükümdarları
üzerinde büyük bir etkisi olduğunu, onlara "devletin doğal hukukunu
doğaüstü adalet ve kilise hukukunun parçası haline getirmelerini" sa
lık verdiğini ileri süren siyasi Augustinusçuluk meselesi de vardır. Fa -
kat bu teokratik yorum, Kardinal de Lubac tarafından şiddetle eleşti
rilmiştir. Ortaçağ Avrupa'sında siyasi Augustinusçuluk diye bir şeyin
gerçekten var olduğunu kabul etsek bile, bunu, ahlak ve dinle ilgili de -
ğerlerin, Tanrı'yla Caesar'ın birbirinden ayrılması gerektiği fikrine sa
dık bir yönetime benimsetilmesi arzusu olarak açıklamak daha uy
gundur. Dolayısıyla Augustinusçuluk, Avrupa siyasi ideolojisinin an -
tik döneme ilişkin bir katmanı olarak düşünülmelidir; Ortaçağ'ın son
döneminin tamamen karşıt konumdaki katmanı Makyavelizm, onu
tamamen gömmeyi hiçbir zaman başaramamıştır. Augustinus'un Or -
taçağ'a bıraktığı miraslardan bir diğeri de manastır hayatını düzenle -
yen bir tüzüktür ki, bu Benedikten Tüzüğü karşısında ayakta kalmayı
başarmış tek düzenlemedir.
Geride İtiraflar' dan 2 58, Tann D evleti nden 3 7 6 ve Augustinus'un
'
20 AVRUPA' N ı N Docuşu
rak öğrenme. Ana çalışmasının ikinci kısmı, keşişlerin kullanımı için
düşünülmüş, Institutiones divinarum et saecularium litterarum tam
bir dünyevi bilimler ansiklopedisidir.
Ansiklopedi, Ortaçağ boyunca ruhban sınıfından olan ya da olma
yan alimlerin en gözde edebi tarzı olmuştur, çünkü bu edebi tür eski
kültürün arıtılmasına ve daha ileriye gitmesine imkan sağlamıştır. Yu
nanlılardan devralınan ansiklopedi, Avrupa için Ortaçağ' dan kalma
kilit önemde bir mirastır; çok iyi bilindiği gibi, 1 8. yüzyıldan günü
müze kadar öğretimin ve kültürün temel aracı olmuştur.
Üçüncü kültürel kurucu, Ortaçağ'ın en büyük ansiklopedicisi İs
panyol Sevillalı Isidorus'tur (570-6 3 6 do.). Katolik İspanyol-Romalı
önemli bir aileden gelen Isidorus, 600 civarında, Vizigotların Ariusçu
heretikliğinden vazgeçtiği ve ortodoks Katolikliğe geçtiği dönemde
başpiskopos olmuştu. Çağdaşları onu "modern zamanın en bilge ada
mı" olarak adlandırmıştı. Onun Etymologiarum sive originum libri
XX (Kökenler ya da Etimolojiler Üzerine 20 Kitap) adların şeylerin
doğasının anahtarı olduğu ve Kutsal Yazılar'ı doğru anlamak için dün -
yevi kültürün gerektiği görüşlerine dayanmaktadır. Bu, Isidorus'un
insan bilgisinin tamamını özetleme girişiminin dayanak noktasıdır;
ve dünyevi bilgi alanında Ortaçağ insanlarıyla onların Avrupalı ardıl
ları için bir tür ikinci Kitabı Mukaddes olmuştur.
Son olarak, dördüncü kültürel kurucu Bede (673-736) adında bir
Anglosakson'du. İngiltere'yi, onu Hıristiyan yapmış keşişlerin bıraktı
ğı yerden devralmış, İtalya' dan Antikçağ kültürünün mirasını getirmiş -
ti. Bede'nin çalışması da ansiklopedikti ve Orta çağ' da o kadar yaygın bir
şekilde okunmuş ve kullanılmıştı ki, "Muhterem" unvanı verilerek Ki
lise Babalan'nın sonuncusu kabul edilmiştir. Onun İngiliz halkının ki
lise tarihi çalışması ulusal tarih alanında ilk girişimdir ve 9. yüzyılın so
nunda Kral Alfred bunu yerel dile çevirmiştir. Bede'nin kilise ayinleri -
nin takvimini saptama ve bunları hesaplama konusunda kilisenin duy -
duğu gereksimden esinlenmiş olan bilimsel çalışması yaşadığı dönem
için olağanüstüdür. Onun De temporibus'u zamanı hesaplamaya dair
bilimsel bir metot oluşturmaya çalışır. De temporum ratione'si sadece
gelgitlerin arkasındaki mekanizmanın Ay'ın evreleriyle bağlantılı olu -
şunu değil, "doğal bilimlerin temel unsurları"nın açıklanmasını da kap
samıştır. Her şeyden önemlisi, Bede her ne kadar erken Ortaçağ'ın eği -
timli Anglosaksonlannın büyük çoğunluğu gibi klasik kültürden bes
lenmişse de, muhtemelen sırtını bu kültüre dönmeye ve Ortaçağ'ı Av -
rupa'nın ilerleyeceği bağımsız yola doğru götürmeye hazırlanmıştı.
22 AVRUPA'N I N Docuşu
niş malikane topraklarında, barbarlarla (genelde Keltler ve Almanlar)
Latin Avrupalılar arasında bir birleşme ve karışma gerçekleşmekteydi.
Bu karışmanın aracı Hıristiyanlıktı. Antikçağ'ın izinden giden belirle
yici bir diğer kültürel katman da Hıristiyanlaştırma sonucu oluşmuş
tu.
Barbarlarla Romalılar arasındaki kültürel etkileşim çok önce başla
mıştı. Askeri açıdan MS 3. yüzyıla kadar etkili olsa da, limes hiçbir şey
geçirmeyen bir kültürel sınır olamamıştı. Takas ve armağan verme, in
sani temaslar ve alışveriş, barbar istilaları olarak bilinen tüm çatışma
ve şiddete rağmen, büyük kültürel karışmalara giden yolu döşemişti.
Bu etnik ve kültürel karışmanın, Antikçağ Roma İmparatorluğu halk
larıyla istilacı barbar kavimleri arasındaki kaynaşmayla sınırlı olmadı
ğını görmek oldukça önemlidir. Çünkü barbar halkları arasında da, da
ha önce dağılmış kabile ve halklar, yeni gruplar oluşturuyordu. Antik
limes'in her iki tarafında, halklar yaygın ve köklü bir şekilde yeniden
konumlanıyorlardı. Bu sadece yeni ve karışık halkların tarih sahnesine
çıkışını getirmemiş, aynı zamanda, barbarların kendileri arasında et
nik açıdan yeni gruplaşmaların gerçekleşmesini ve üstelik bu dönem
de Latincede nations olarak bilinen büyük grupların belirmesini içeren
hareketlere yol açmıştı. Avrupa'nın doğuşu sırasında gerçekleşen bu
büyük karışmada baştan itibaren belirgin bir özellik, birlikle çeşitlilik,
Hıristiyanlıkla uluslar arasında bir diyalektikti; bu, bugün bile Avru
pa'nın temel özelliklerinden biridir.
Barbarlarla Romalılar arasında limes'in her iki tarafında gerçekleşen
bu karışma, 2. ve 3 . yüzyılların Roma İmparatorluğu'nda başladı. Bar -
bar denen yeni halkların dalgalar halinde gelişiyle bu süreç devam et
ti.
AVRUPA 0 Ü ŞÜ N CEsi'N i N O LU Ş U M U 23
sınırda, bu olaylara tanıklık etmiş bir kutsal şahsiyetin yaşamını kay
deden olağanüstü bir belgeyi okumak gereklidir. Bu kutsal şahsiyet,
Peter Brown'ın açık sınırların azizi olarak adlandırdığı Aziz Severi
nus'tu. Ayrıca Brown, Romalılarla barbarların birbirlerine şiddetle
çarpıp karışmalarının sonucu olarak, bu bölgede yeni kültürel ve top
lumsal varlıkların biçimlendiğini de belirtir.
Alman akını, Vizigotlarla Ostrogotlardan ibaret Doğu Almanların
gelişiyle ve 5. yüzyılın başında Ren'i geçen Suevler, Vandallar ve Alan -
lardan oluşan büyük dalgayı takip ederek 5. ve 6. yüzyıllar boyunca
devam etmiştir. Zamanla Burgonlar, Franklar ve Alamanlar Batı ve
Güney Galya'ya doğru ilerlemiş, bu arada Jütler, Angıllar ve Saksonlar
da Kuzey Denizi'ni geçerek Büyük Britanya'nın Britonlarını Gal
ya'nın batı ucuna çekilmeye zorlamıştır. İmparatorluğun eski toprak
larına yönelik son Alman istilası, 6. yüzyılın ikinci yarısında İtalya'ya
ilerleyen Lombardlarınki olmuştur. Ren Nehri'nin doğusunda bu isti
lacıların boşalttığı bölgeye de Saksonlar, Frizyalılar ve Thüringenliler
ve Bavyeralılar yerleşmiştir. 7. yüzyılsa Slavların büyük ilerleyişinin
başlamasına tanık olmuştur. 9. yüzyıla kadar ilerleyen Slavlar daha çok
doğuya, Baltık Denizi'yle Elbe Nehri bölgesine ama ayrıca daha batıya,
Bohemya Dağları'nın çevresine ve sonunda da güneybatıya ilerleyerek
Balkanların kuzeyine yerleşmiştir.
Bu istilaların yeni halklar arasında büyük bölünmelere yol açmış ol
ması mümkündür. Bu halkların çoğu Latin Hıristiyanların heretiklik
olarak gördüğü Ariusçuluğu * kabul etmişti. Bu yüzden, Ari usçuluğun
zayıflamasının ve Ariusçu barbarların ortodoks Katolikliğe geçmesi
nin, ileride doğacak Avrupa'yı daha fazla çatışmanın içine düşmekten
kurtardığını gözden kaçırmamalıyız. Avrupa'nın bu doğuş dönemi yi
ne de birçok dramatik olaya tanıklık etmiştir. Dosdoğru Galya'nın içi
ne ilerlemeyi başaran, herkesin çok korktuğu Hunlar ve liderleri, Ma
carlar hariç tüm Avrupalıların gözünde korkunç yaratık imajına sahip
olan Attila, Romalı Aetius tarafından Troyes'e yakın Catalauni Ova -
sı'nda yenilgiye uğratılmış ve ardından geri çekilmeye zorlanmıştır.
Özellikle önemli bir diğer olay, 497'yle 507 arasında liderleri Clovis'in
aracılığıyla Frankların din değiştirmesidir. Clovis ve ardılları, krallığı
kralın oğulları arasında paylaştıran Frank veraset geleneğine rağmen,
* Ariusçuluk: İlk olarak 4. yüzyıl başında İskenderiyeli rahip Arius tarafından ortaya atılan here -
tik Hıristiyan öğretisi. Bu görüş İsa'nın ilahi olmayıp, yaratılmış bir varlık olduğunu ileri sürü
yordu. (ç.n.)
24 AVRUPA'N ı N Docuşu
geniş bir bölgeyi kontrol etmeyi başarmıştır. Bu topraklar, Vizigotların
İspanya'ya doğru püskürtülmesinden ve Burgonya Krallığı'nın birliğe
katılmasından sonra, Galya'nın tamamını kapsamıştır. Kendisine Bo
ethius'u danışman alan Ostrogot Theoderich de (496-526) Kuzeydo -
ğu İtalya'nın Ravenna bölgesinde, kısa ama parlak bir krallık kurmayı
başarmıştır. Vizigotlarsa, Galya' dan kovulduktan sonra, merkezi Tole
do olan aynı ölçüde saygın bir krallık kurmuştur. Kimi zaman Avru
pa'nın Vizigot İspanya' sının mirasçısı olduğu iddia edilmiştir ama ger -
çekte bu veraset temelde Sevillalı Isidorus'un çalışmalarıyla oluşmuş -
tur. Ayrıca, Vizigotların daha uğursuz başka bir mirastan da sorumlu
olduğu söylenmiştir: Krallarıyla konseylerinin Yahudilere karşı aldık
ları tedbirler muhtemelen Avrupa antisemitizminin kaynağı olmuştur.
Bu yeni ilişki ağlarını, Avrupalı olarak tanımlamanın bir abartma ol
madığını göstermek için tek bir örnek yeterlidir. 658' de, günümüz
Brüksel'inin yakınlarında bulunan Nivelles'li Başrahibe Gertrude, Aziz
Patrik Günü'nde ölmüştür. (Çoktan Kuzey'in başlıca azizlerinden biri
olan Patrik, İrlandalıların gelecekteki koruyucu azizidir.) Gertrude'un
Yaşamı, başrahibenin "Avrupa' da yaşayan herkes tarafından iyi tanın
dığını" belirtmektedir. Dolayısıyla, en azından din adamları düzeyin
de, yeni Hıristiyan olmuş toplumlar Avrupa olarak tanımlanabilecek
bir dünyaya ait oldukları hissine sahiptiler. Aynı metin, bugün bile Av
rupa Birliği hin temel sorunlarını derinden etkileyen önemli bir geliş
meye de tanıklık etmektedir. Roma İmparatorluğu'nun batı kısmının
siyasi ve kültürel çekim merkezi, Akdeniz' den Alpler'in kuzeyine kay -
mış bulunmaktadır. Örnek şahsiyet Büyük Gregorius, liderlik için
Canterbury'e bakmaktadır. Barbarların yeni Hıristiyan olmuş güçlü li
deri Clovis, Kuzey Galya' daki Paris'i başkenti yapmıştır. Anglosakson
ve hatta bunun da ötesinde İrlanda manastırları misyoner yetiştirme
konusunda istisnai merkezlerdir. Bu merkezlerden çıkan misyonerler
vaaz vermek için kıtaya gitmiş, aralarından Aziz Columbanus
(543-6 1 5) Doğu Galya' da Luxeuil ve Kuzey İtalya'da da Bobbio ma -
nastırlarını, diğer yandan müridi Aziz Gall de şimdi İsviçre olan yerde
kendi adını taşıyan manastırı kurmuştur.
Avrupa'nın en batısındaki çekim merkezinin kuzeye doğru kayma -
sı ayrıca, Avrupa tarihinde çok büyük etkisi olan iki olayla da derinden
bağlantılıdır. Birincisi Roma piskoposunun yaşadığı itibar kaybı ve
Roma açısından Gotlardan Lombardlara kadar barbarların oluşturdu -
ğu tehdittir. Bizans artık Roma piskoposunun üstünlüğünü tanıma
maktadır. Roma artık ne coğrafi ne de siyasi açıdan Avrupa'nın merke-
Devletin kilise işlerine karışmasına karşı çıkan Donatusçular, Circumsellion adı verilen köylü sa
vaşçılardan esinlenen ve ahiret umutlarıyla iç içe geçmiş bir toplumsal devrim amaçlıyordu. (ç.n.)
26 AVRUPA' N I N Doc u ş u
piskoposlar arasında başpiskoposlar olarak adlandırılan daha üst dü -
zeyde bir grup belirmişti. Piskoposların yönetimindeki Hıristiyan Ba
tı, temelde Antikçağ Roma' sının idari birimlerine dayanan ve pisko -
posluk bölgeleri olarak bilinen bölgelere bölünmüştü. Piskoposlar ile
papazların yanında, Doğu kökenli yeni dini figürler de belirmişti: ke -
şişler. Batı' daki keşişlerin büyük kısmı, "yalnız yaşayan" anlamına ge
len isimlerine rağmen inzivaya çekilmemiş, aksine birlikte, gruplar
halinde yaşamayı seçmişti. Bunlar, genellikle kentlerin dışında, vadi
veya orman gibi gözlerden az çok uzak yerlerde kurulan manastırlar
da yaşayan tarikat üyeleriydi. Keşişler, 4. ve 5. yüzyıllar arasında, pa
gan köylülerin Hıristiyanlaştırılmasında çok önemli bir rol oynamış
lardı. Keşişlerin çoğu gezgindi. Bunların arasında dikkati çeken, daha
önce bahsettiğimiz İrlandalı keşişlerdi; havarilik misyonlarını Doğu
Galya'dan Kuzey İtalya'ya, geniş bir coğrafyada yerine getiriyorlardı.
Fakat faaliyette bulundukları bölge, aslında Hıristiyan Batı'nın tama
mını kapsıyordu.
Bu yeni Hıristiyan alemde dini gruplar halinde yaşayan kadınlar da
vardı. Manastırlarda (veya daha ziyade rahibe manastırlarında) olduğu
gibi, gruplar halinde bir araya gelmeden önce bile bakire olmalarıyla
ayırt ediliyorlardı. Böylece, genelde Hıristiyanlığın bir özelliği olan,
yeni cinsel saflık idealini cisimlendirmiş oluyorlardı. Her ne kadar saf
olma ve bakirelik genelde keşişler ve bu bakire rahibeler tarafından gö
zetiliyorsa da, piskoposlar ile papazların evlenmeme yemini henüz
söz konusu değildi.
28 AVRUPA' N I N Ü O G U Ş U
rihin yeni başlangıcı yapmasıyla Hıristiyanlık için yeni bir başlangıç
noktası kabul edilecektir. Aslında Dionysios bir hata yapmıştır; Me
sih'in Hıristiyan çağının başlangıcını gösteren doğum günü muhte -
melen M Ö 4'tür. Diğer yandan, Kilise, uzun bir süre boyunca Hıristi -
yanlık aleminde yılın başlangıcını belirten tek bir gün saptamamıştır.
Yılın başlangıcını göstermek için yaygın bir şekilde kullanılan günler
2 5 Aralık (Tanrı'nın Hz. İsa'da vücut bulması) , 2 5 Mart (Meryem'e
Tanrı'nın oğlu olarak Hz . İsa'nın doğumunun müjdelenmesi) ve sü
rekli tarihi değişen Paskalya olmuştur. Her yıl Paskalya gününü belir
lemek için Ay'ın hareketi izlenerek yapılan karmaşık hesapların Hıris -
tiyanlık alemi için taşıdığı önem bu yüzdendir. Hıristiyan takvimi,
Paskalya'daki Ay'a dayanan kısım hariç, Güneş'in hareketine dayanır.
Ortodoks doğu bölgesi hariç, geleceğin Avrupa' sının tümü için Hıris
tiyan takvimi, yıllık festivallere dönüşmüş iki büyük günün öne çıka
rılmasını esas almıştır: 4. yüzyılda 2 5 Aralık olarak belirlenen Hz.
İsa'nın doğum günü, yani Noel; ve Hz. İsa'nın yeniden dirildiği ve ta
rihi sürekli değişen Paskalya. Hz. İsa veya Bakire Meryem' e adanmış
büyük festivallerin dışında, yılın azizlerin ölüm yıldönümlerine kar
şılık gelen farklı günleri de aziz adlarıyla bilinir olmuştur. Zamanın öl
çülmesinin yeniden örgütlenmesi, aynı zamanda günlük yaşamı da et
kilemiştir. 7. yüzyıl Batı'da, etkisi yaygın bir şekilde hissedilmiş bir
yeniliğe, yani kilise çanlarının belirmesine ve çan kulelerinin inşa
edilmesine tanık olmuştur. Keşişlerin elinde yeterince kesin olmayan
zaman akışının belirlenmesinin yerini artık her saat başında çalan,
hem kentlerde hem de kırsal kesimde duyulabilen çanlar almıştır. Za
manı ölçmenin bu işitilebilir şekli hayati önemde bir yenilik olmuş
tur.
30 AVRUPA'N ı N Docuşu
gı göstermenin bir biçimi olarak tasvirleri onaylıyor ve yüceltiyordu;
diğer yandan bu tasvirler insan biçiminde olduğundan onları hiçbir
kültün nesnesi de yapmıyordu. Kutsal Ruh hariç, Tanrı'nın sureti in
san yüzü şeklinde resmedilmişti. Bu, Avrupa hümanizmine giden
yolda önemli bir evre teşkil etmişti; ayrıca bu yol Avrupa sanatı için
çok verimli de olmuştur.
7. yüzyıldan itibaren, İslam'la süren çatışmanın mahiyeti çok daha
şiddetli olacaktı. Doğu Avrupa, Bizans dünyasının bir parçası olarak
kalırken, İslam ve Latin Hıristiyanlığı da cephe görevi gören ve çoğu
kez askeri çatışmaların yer aldığı sınırın her iki tarafında kendi bölge -
lerini oluşturmuştu. İslam, Kuzey Afrika'yı istila ettikten sonra Arap
laştırılmış Berberiler suretinde Hıristiyan Avrupa'ya saldırmış ve
7 1 1 'le 7 1 9 arasında süratle İber Yarımadası'nı fethetmişti. Hıristiyan
lar sadece yarımadanın kuzey kenarı boyunca, özellikle batıya doğru,
Asturias bölgesinde tutunabilmişti. Müslümanlar buradan, basit yağ
ma veya fetih için İspanya'nın kuzeyinden, Pireneler'in öbür tarafına
doğru yöneliyordu ama ilerleyişleri 732'de Poitiers'de durdurulmuş
tu. Bu, Pireneler'in ötesine geçen son Müslüman istilası olacaktı. 9.
yüzyılda Akdeniz adaları, İtalya ve Provence'ta başka Müslüman fe
tihleri gerçekleştirilmişse de, bunların önemli etkileri olmamıştı.
Avrupa tarihçiliği, Poitiers Savaşı üzerine birbirinden farklı, çeşitli
yorumlar üretmiştir. Bir uçta, Müslüman istilası çoktan hızını yitirmiş
olduğu için, bu savaşı önemsiz, basit bir çatışma olarak gören tarihçi
ler bulunmaktadır. Diğerleriyse, aksine, Poitiers Savaşı'nın çok önem -
li olduğunu, Hıristiyanlığın İslam karşısındaki hem gerçek hem mitsel
zaferini temsil ettiğini ileri sürmektedir. Son derece saldırgan Müslü
man karşıtı bir azınlık için Poitiers bir simgeye dönüşmüştür. Hakikat
bu ikisinin arasında bir yerdedir. Diğer yandan, bazı Hıristiyan vaka
nüvisler Poitiers Savaşı'nı Avrupa'nın bir olayı olarak ifade etmiştir.
Continuatio hispana adında bir anonim çalışma (Sevillalı Isidorus'un
vakayinamesinin devamı) , Poitiers Savaşı'nı, Batı' da Sara :ienler olarak
bilinen halkı geri çekilmeye zorlayan Avrupalılar için bir zafer olarak
ifade etmektedir.
Avrupa'nın yeni uzak batısını türdeşleştirmede rol oynayan üç baş -
ka değişiklik veya yenilik daha vardır.
AVRU PA D ü Ş Ü NCESi' N İ N O LU Ş U M U 31
Avrupa'nın Kırsallaşması
AVRUPA D ü ş ü N cEsi' N i N O LU Ş U M U 33
2
Yarım Kalmış Avrupa:
Karolenj Dünyası
(8. Yüzyıldan
1 O . Yüzyıla)
Karolenjlerin Yükselişi
35
arada bir geçici birleşmelere gitmişlerdir. İkinci evre 8. yüzyılda gel
miştir. Merovenjlerin iktidarı, zamanında "yararsız krallar", günü -
müzde ise "hiçbir işe yaramayan krallar" olarak bilinen krallarının ik
tidarlarını yitirip yürütmeyi saray amirine bıraktığı, 7. yüzyıl boyunca
zayıflamıştır. Bu, imparatorun iktidarını şoguna terk ettiği modern Ja
ponya'daki durumdan farksızdır. 8. yüzyılda saray amirleri Liege böl
gesinden gelen Pepin ailesinden seçilecek ve işlevleri babadan oğla in
tikal eden bir yapıya dönüşecektir.
7 1 4'te babası Herstallı Pepin'in yerine geçen Charles Martel, gerçek
kral olarak kabul edilmiş ve kazandığı zaferler sayesinde itibarı daha da
artmıştı; bunlardan biri de Müslümanlara karşı 732'de Poitiers'de ka
zanılan zaferdi. Öldüğünde, oğlu Kısa Pepin tüm iktidarı ele geçirecek,
Merovenjlerin sonuncusunu tahttan indirecek ve 7 5 1 'de Soissons' da,
krallık tacının, ruhban sınıfının ve halkın önde gelenlerinden oluşan
bir meclis tarafından kendisine giydirilmesini sağlayacaktır.
Bunun en önemli ve kalıcı sonucu, Pepin'in kendisinin, oğulları
Carloman ve Charles ile birlikte, 7 54'te Saint-Denis'de kutsanması
olmuştu. Kitabı Mukaddes temelinde krallık ritüeline bu dönüşle bir
likte, kralın şahsı bir Hıristiyan lider olarak kutsanmış oluyordu. Bu,
Avrupa' da çeşitli yerlerde günümüze kadar gelmiş monarşinin itibarı
nı güçlendirmişti. Kutsama ilk kez Vizigot Avrupa'sında uygulanmış
ama sonra hükmü kalmamış ve Reconquista'nın İspanyol Hıristiyan
monarşisi de bu uygulamayı geri getirmemişti. Sadece, 8. yüzyılda
kutsamayı bir kurum olarak yerleştirmiş olan ve Anglosakson ayinle -
rini miras alan İngiliz kralları, kutsanmış bir monarşiyle gelmişti ve
bu, Ortaçağ boyunca, Fransız ve İngiliz kralları arasında simgesel bir
rekabete neden olacaktı. Fransız kralı, Clovis'in vaftiz ritüelinin kralın
kutsanmasına dönüşmüş olduğuna dayanarak, üstünlük talep ediyor
du. Bu nedenle Fransız kralı, daha sonra, tacı Kutsal Ruh tarafından
giydirilmiş tek hükümdar olarak, christianissimus* unvanını alıyor ve
imparator olmanın itibarı azaldıkça, kendisini Hıristiyanlığın en önde
gelen kralı ilan ediyordu. Avrupa tarihi, Avrupa'nın siyasi alanı içinde
hiyerarşik bir düzen kurma eğilimi gösteren bu tür kıskançlıklar, reka -
betler ve iddialardan geçilmeyecekti.
Kısa Pepin krallığını ve iktidarını, bunları kendi aralarında Frank
törelerine göre paylaşan oğullarına bırakmıştı. Fakat 7 7 1 'de Carloman
36 AVRUPA' N I N Docuşu
ölmüş ve daha genç kardeşi Charles Frankların yegane kralı olmuştu.
Charles geleceğin Charlemagne'ıydı ve yeni Karolenj hanedanını tah
ta sağlam bir şekilde yerleştiren de odur.
38 AVRUPA'N I N Docuşu
seçtirerek Bohemya'nın kalbine ilerlediği 7. yüzyıldan itibaren, nere
deyse hiçbir gelişme göstermemiştir.
Hem Charlemagne'a imparatorluk tacını giydirme fikrinin sahibi
Papalık hem de bu tacı aşağı yukarı pasif bir şekilde kabul etmiş olan
Charlemagne için, bu taç giyme merasimi temelde geçmişe dönüşü
temsil etmiştir. Bu, Avrupa'nın gelecekteki yazgısına bakan bir proje
den ziyade, Roma İmparatorluğu'nu yeniden diriltilmeye yönelik bir
girişimidir. Charlemagne, Frankların eski topraklarındaki Aix-la-Cha
pelle' de yeni başkentini kurduğunda, burayı kuşkusuz esasen "Yeni
Roma"ya, yani Konstantinopolis' e bir meydan okuma olarak, "gelece
ğin Roma'sı" yapmayı düşlemiştir. Fakat burada dikkat edilmesi gere
ken asıl ayrıntı, Charlemagne'ın, Karolenj İmparatorluğu'nun merke -
zi değil, sadece güçsüz bir papanın başkenti olan Roma'yı göz önüne
almasıdır. Aix-la-Chapelle, Charlemagne'dan sonra gerileme sürecine
girmiştir. Her ne kadar bir mit olarak Ortaçağ boyunca varlığını sür
dürdüyse de, Batı'nın başkenti olma işlevini yaratıldıktan kısa bir süre
sonra yitirmiştir. Geride sadece, Charlemagne'ın rüyasına tanıklık
eden birkaç tane saygın abide kalmıştır. Bugün Aix-la-Chapelle'de
gerçekleştirilen Avrupa dayanışması gösterileri, geçmişi kutlayan
nostaljik törenlerden başka bir şey değildir. Uzun vadeli ve özellikle
de Avrupalılık açısından düşünüldüğünde, Karolenj İmparatorluğu
başarısız olmuştur.
Savaşçıların Avrupa'sı
40 AVRUPA' N I N Docuşu
Frank modeline uygun bir şekilde, Charlemagne imparatorluğunun
tüm uyrukları, doğrudan hükümdara bağlıydı ve savaşçıydılar. Hepsi
askerlik hizmetinde bulunmakla yükümlüydü. Her özgür erkek, atla
rın otlak bulmasının sorun olmadığı baharla sonbahar arasındaki dö
nemde, hükümdarın her yıl çıktığı askeri seferlerde ya doğrudan ya da
senyörünün sağladığı askeri birlik aracılığıyla yer alması gereken po
tansiyel bir savaşçıydı.
Charlemagne'ın 46 yıllık hükümdarlığında, sadece 790 ve 807 yıl
ları askeri sefer görmemiştir. Ordunun en güçlü kısmı, ağır süvariden
oluşmaktaydı. Göreve çağrıldığında her özgür erkeğin ya kendisinin
ya da bağlı bulunduğu senyörün kaynaklarıyla kendi atını, kalkanını
ve silahını sağlaması bekleniyordu. Silah, yaya olarak savaşılıyorsa ha -
fif bir mızrak veya tek tarafı keskin bir kısa kılıç ya da eğer at üzerinde
savaşılıyorsa, genellikle uzun, iki tarafı keskin bir kılıçtı. Eğer sefer,
Charlemagne'ın hükümdarlığında sıklıkla olduğu gibi, zaferle sonuç
landıysa, aşağı yukarı zengin bir ganimetin toplanmasıyla tamamla
nırdı. İskender'den Muhammed'e kadar, tüm büyük imparatorluklar
da olduğu gibi, Karolenj İmparatorluğu da kısmen fetihler ile ganimet
sayesinde ayakta kalmıştır.
Hükümdarın emrindeki asker sayısı, muhtemelen 50.000 olup bu -
nun da 2.000'le 3 .000 kadarı süvarilerden oluşmuştur. Fakat nadiren
bunların hepsi birden silah altına alınmıştır. Ortaçağ toplum ve kültü -
rü, özellikle birlikte anıldığı savaş alanında, yüksek sayılar görmemiş -
tir. Askeri liderler, servetleri esasen geniş mülklerinden elde edilen
gelire bağlı insanlardır. Geleceğin Avrupalılarının servet ve gücünün
diğer dayanağı toprağın kendisidir. Ortaçağ'ın, o güne kadar merkezi
yönetimlere ödenen vergilerin büyük lordlara, geleceğin senyörlerine
ödenmeye başlanması sonucu doğduğu iddia edilmiştir. Halkın yakla
şık yüzde 90'ı, bu güçlü kişilerin sahip olduğu topraklarda yaşamış ve
çalışmıştır.
. . . ve de Köylülerin Dünyası
,
Karolenj Uygarlığı: Avrupa nın Biçimlenmesinde
Kültürel Bir Katman
42 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
hürünü ve vasıtasını oluşturduğu ilkesine sıkı bir şekilde bağlıydı. En
başta gelen görevlerinden biri, bilgiyi teşvik etmek ve korumaktı. Bu
görevi yerine getirirken, bir hükümdarın, bu alanda en iyi eğitime sa
hip olan ruhban sınıfına ve en önemlisi de, imparatorluğun yönetil
mesinde kendisine yardımcı olacak halktan güçlü ailelerin oğullarına
dayanması gerektiğinin fazlasıyla farkındaydı. Böyle bir programı ha
yata geçirmek için sadece Franklara hitap etmek yeterli değildi. İmpa -
ratorluğun kültürel potansiyelinin tamamından yararlanması gereki
yordu. Hatta imparatorluğunun parçası olmayan ülkelerden temsilci -
ler (örneğin İrlandalılar, Anglosaksonlar ve İspanyollar) bile getirtmiş
ti. Charlemagne'ı, her yolu deneyerek okul öğrencilerini sınıfları dol
durmaya çağıran Jules Ferry'nin (Eğitim Bakanı Jules Ferry daha son
ra, 1 879'dan 1 88 5'e kadar Fransa başbakanı olacaktır. Laik eğitimi sa
vunmuştur) seleflerinden biri olarak tasvir etmek bir abartıdır. Charle -
magne'ın yarattığı veya geliştirdiği okullar, her şeyden önce aristokrat
ların oğulları içindi. Charlemagne 7 8 1 'den itibaren çevresinde eğitimli
insanları ve alimleri toplamıştı. Jean Favier bunları "saray entelektüel
leri" olarak tanımlamıştır. Bunların arasında, örneğin, gerçek adı War
nefried olan Lombardlı Diyakoz Paul, İtalyan Aquileia'lı Paulinus,
797'de Orleans piskoposu ve Fleury-sur-Loire'ın (veya Saint-Benoit
sur-Loire) başkeşişi olmuş İspanyol Theodulf ve en önemlisi, 739'da
doğup 804'te ölen Anglosakson Alcuin vardı. Alcuin, Charlemagne'ın
başdanışmanıydı ama her zaman, hatta Tours'daki Saint-Martin'in
başkeşişi tayin edilmesinin ardından, burayı bazen Karolenj rönesansı
olarak tanımlanan sürecin en canlı merkezlerinden birine dönüştür
dükten sonra bile, basit bir piskoposluk bölgesi olarak kalacaktı.
Bu ilim dünyası temelde erkeklerden oluşuyor olsa da, içinde az sa
yıda kadın da vardı. Örneğin aynı zamanda Charlemagne'ın kız karde -
şi ve Chelles'in başrahibesi Gisele'in de danışmanı olan Alcuin, bu ki -
şiyi, üyesi olduğu rahibeler manastırında kendisini adadığı el yazma -
!arının kopyalanması faaliyetinin yanında bir de entelektüel bir yaşam
sürdürmesi konusunda teşvik edecekti. Bu arada, 9. yüzyılın başında,
saraydan uzakta, Akitanyalı büyük bir aristokrat olan Dhuoda da, ken -
disi için eğitici bir rehber yazdığı Septimania dükü olacak oğlu Ber -
nard'a o güne kadar edindiği bilgisini aktarıyordu.
Charlemagne 'ın çevresinde gelişmiş Karolenj rönesansı, ona bazen
atfedilen muzafferane ve parlak imajın düşündürdüğünden daha sı -
nırlı boyutlardaydı. Bu kültürel hareket, Charlemagne'ın sarayında sa -
dece ciddi bir oluşum değildi; bunu neşeli bir yanı da vardı. Charles ve
44 AvRuPA' N ı N Docuşu
kını İncilleri ve mezmur kitaplarını sayabiliriz. Kitabı Mukaddes te
melli şiirin, günümüz Avrupa'sında, hala görülen çekiciliğinin köke
ninde Ortaçağ' da mezmur metinlerinden alınan büyük keyif yatar.
Bundan başka, özellikle Karolenjlerin tesiriyle olmasa da, aynı dö
nemde belirmiş, ardından Ortaçağ boyunca gelişmiş ve devam etmiş
ve hatta bugün hala var olan bir tarzın, ilk kez bu sırada ortaya çıktığı
nı da belirtmeliyiz. 6. yüzyıldan sonra, sık sık Yeni Ahit'in temel me
tinlerinin dışında tutulmuş olan Aziz Yuhanna'nın Kıyamet'e ilişkin
vahiyleri, din adamları ve de müminler tarafından önemsenmemiş ol
masına rağmen, 8. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmış bir çalışma,
onun bu talihsizliğini şaşırtıcı bir şekilde değiştirtirecektir. Bu, keşiş
Beatus tarafından 780 civarında Santander yakınındaki Liebana Ma -
nastırı'nda yazılmış Commentary' dir. * 9. ve 1O. yüzyıllarda, bu re -
simli yorumun kopyalarından geçilmemektedir. Buradaki birçok tas
vir, Batılı minyatür sanatçılarının endişe ve terörü ifade etmedeki de
hasına tanıklık etmektedir. Böylece Beatus Avrupa'ya ilk büyük korku
romanını kazandırmış oluyordu.
9. yüzyıl ayrıca Batı'da dini mimarinin geleceği açısından da çok
önemlidir. Getirdiği yeniliklerden ikisi, Avrupa mimarisi açısından
vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunlardan biri, haçı Antikçağ Roma ba
zilikasının lineer tasarımıyla bütünleştiren çapraz sahındır. İlk çapraz
salımlar, 800 civarında, Köln Katedrali Agaunumlu Aziz Mauricius'ta
ve Besançon Katedrali'nde belirmiştir. Aynı dönemde, Saint-Riqui
er'in başkeşişi büyük bir başarı yakalayacak başka bir yenilik getirmiş
tir: İki taraftaki kuleleriyle Romanesk ve Gotik yapıların kapı girişle
rini çok çarpıcı kılan batı cephesi. Bu tipi yansıtan birtakım çok değerli
yapılar inşa edilmiştir. Bunların arasında, Saint-Denis ve Fulda ma
nastırlarıyla Aix-la-Chapelle imparatorluk sarayını ve kilisesini saya -
biliriz. Böylece hem usta işçi bulmaya çalışanlar hem de atölye temsil -
cileri çok geniş bir alana yayılacaktır. Aralarındaki işbirliğinden ötürü,
daha sonra birer sanatçı olarak kabul görecek usta zanaatkarlar, gelece -
ğin Avrupa'sına, daha sonraki abidelerin bir bölgeden diğerine aynı
tarzda yeniden üretildiği, estetik değeri yüksek ürünler sunmuştur.
46 AVRUPA'N I N Doluşu
3
Avrupa Düşü ve
1 0 0 0 Yılının
Potansiyel Avrupa 'sı
47
canlandırılmış ve sürdürülmüştür. Burada, Kuzey Denizi'nden Akde
niz' e olmak üzere, kuzeyden güneye potansiyel bir Avrupa'nın belke
miğini, Almanya ve İtalya oluşturmaktadır. İtalya ve Kuzey Avrupa
arasında hiçbir zaman gerçek bir engel teşkil etmemiş olan Alpler, ar -
tık her zamankinden fazla bir şekilde, Ortaçağ "Avrupa" Hıristiyanlı
ğının kuzey ve güney kısımlarını birleştiren (imparatorların Roma'ya
inmesi bir tür siyasi ayin özelliği kazanmıştır) önemli bir geçide dö
nüşmüştür. Alpler'deki geçitler geçilir hale geldikçe hacıları ağırlamak
için konukevleri inşa edilmiştir ve hem ticaret hem de insan ilişkileri
arttıkça, Ortaçağ "Avrupa" Hıristiyanlığının kalbindeki Alpler'in öne
mi de gittikçe artan bir şekilde teyit edilmiştir. Uri, Schwyz ve Unter
walden kantonları Alp geçitlerini, özellikle 1 3 . yüzyılın ikinci yarısın
da Saint-Gothard geçidi inşa edildikten sonra, korumuş ve güvenilir
kılmıştır. Bu üç kanton 1 29 1 'de birleşerek İsviçre Konfederasyonu'nu
oluşturmuştur. Avrupa demokrasisi, uzak bir gelecekte bu mütevazı
ve beklenmedik tohumdan gelişecektir.
48 AvRuPA' N ı N Docuşu
düşü bariz bir şekilde daha doğuya uzanan bir Avrupa' dır. Tarih bu rü
yayı hemen hemen gerçekleştirecektir. Slav dünyasının birleşik Hıris
tiyanlığa dahil olması, Avrupa'nın geleceğine delalet etmiş olup, hala
bugün bile Avrupa'nın birleşmesinin en önemli olaylarından birini
temsil etmektedir: Bu problemin de kökleri Ortaçağ' dadır.
Bugün çok fazla tartışılan bir soru, 1 000 yılının, Ortaçağ Hıristi -
yanlığının gelişmesinde önemli bir çıkışın başlangıcı olup olmadığı -
dır. Hıristiyanlık'ta 9 SO'yle 1 050 yılları arasında elbette ekonomik fa
aliyetlerde ani bir artış görülmektedir. Bu ekonomik büyüme, 1 000
yılının dini ve siyasi düşlerinin arka planını oluşturmuştur. Neredey
se Hıristiyanlığın tamamını etkilemiştir. Bu konuyla ilgili olarak özel
likle Cluny keşişi Raoul Glaber'in tanıklığı etkileyicidir:
Bu ani faaliyet artışı, inşaatla ilgili tüm zanaat ve işlere büyük bir can
lanma getirmiştir: Hammadde teminini, bunların naklini, alet yapı
mını, işçi toplanmasını ve projelerin finansını teşvik etmiştir. Söz ko
nusu dönem, inşaat alanlarının sayısının arttığı bir zamandır ki bu,
Avrupa'ya Romanesk ve Gotik tarzda gösterişli sayısız yapı kazandı
racak olan Hıristiyanlığın dinamizmini göstermektedir. "Eğer inşaat -
çılık canlanmışsa her şey yolundadır" deyimi kesinlikle 1 000 yılı Av -
rupa'sı için kullanılabilir. Bu büyük maddi faaliyet artışına eşlik eden,
aynı anda dini ve psikolojik bir yapı sunan yoğun, kolektif coşku ol -
muştur. Georges Duby, göklerde beliren işaretlerden başlamak üzere,
binyıl olağanüstülüklerini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. Binyıl çok
geniş bir pişmanlık ve arınma hareketinin, emanetlerle mucizelerin
çevresinde gelişen kültlerin ve ümitler, korkular ve düşlerden oluşan
büyük bir karışımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Avrupa'nın
50 AVRUPA'N I N Docuşu
yük Britanya'nın fethine başlamıştır. Bir süre başarılı olmuşlardır.
1 0 1 8'le 1 03 5 arasında Büyük Canute hem Büyük Britanya hem de
Danimarka kralı olmuştur. Danimarka'da sistematik bir şekilde ma
nastırları ve Hıristiyanlığı teşvik etmiştir. Norveç' teyse, 1 O 1 5 'le 1 O3 O
arasında hüküm süren Aziz O lav, 995'le 1 000 arasında kral olan O lav
Tryggvason tarafından getirilmiş Hıristiyanlığı özendirmiştir. Aziz
Olav'ın Kilise tarafından tanınması, papanın halklarını Hıristiyan
yapmış kralları azizlikle ödüllendirmesi pratiğiyle uyumludur. Bu,
din değiştirmiş veya değiştiren kralların, halkları adına Hıristiyanlığa
kabul edildiği birçok vakadan sadece biridir. İsveç'te de 1 1 . yüzyılın
başında Hıristiyanlığı kabul eden ilk kral Olof Skötkonung olur. İs
kandinavların Hıristiyanlığı kabul etmeleriyle ilgili bu öyküyü ta
mamlamak için, Rollo komutasında Galya Normandiyası'na yerleşen
Normanların, Karolenj egemenliğine girdiğini, kendilerine teklif edil
diğinde Hıristiyan olduklarını ve gelecekteki dukalığı kabul ettikleri
de belirtilmelidir. Piç William (Fatih William) papanın tasdikiyle
1 066' da Büyük Britanya'yı ele geçirmiş ve Hastings Savaşı'ndaki za -
ferinden sonra Anglosakson krallığını sona erdirmiştir. Böylece artık
Kuzey'in Batılılarının hepsi Hıristiyanlığı, yani geleceğin Avrupa'sını
kabul etmiştir.
Orta Avrupa' da Macarların Hıristiyanlığa geçişiyse değişiktir. Ma
carlar, ne Romen ne Alman ne de Slav ailesine ait bir dil kullanıyordu;
bu açıdan farklıydılar. Bu özelliklerini günümüze kadar sürdürmüş ol
maları, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar, kültürel ve siyasi bir varlı
ğın oluşumunda dilsel farklılıkların aşılmaz olmadığını göstermekte
dir. (İsviçre'nin diğer örneği oluşturduğu bu konuya geri döneceğiz.)
Asya kökenli Macarlar, uzun bir göçten sonra, 9. yüzyılın sonunda
Karpatlar' da Dük Arpad liderliğinde yarı göçebe bir devlet oluştur
muştur. Buradan Orta Avrupa'ya ölüm saçan akınlar düzenlemiş ve
ancak 9 5 5'te İmparator 1. Otta tarafından Lechfeld'de acı bir yenilgiye
uğratıldıklarında bundan vazgeçmişlerdi. Bundan sonra Macarlar, bir
kısmı doğuda, bir kısmı da batıda başlatılan Hıristiyanlaştırılma sefer
lerine maruz kalmışlardır. Sonunda Katolik misyonerler (Almanlar,
İtalyanlar ve Slavlar) kazanacaktır. Aziz Istvan'ın yetiştirilme şekli,
Hıristiyan Avrupa'nın yapısının karışık doğasına tanıklık etmektedir.
Prag Başpiskoposu Vojtech (daha sonra Aziz Adalbert), İmparator 1 1 .
Heinrich'in kız kardeşi ve bir Bavyeralı olan karısı Gisela ve d e Vene -
dik manastırı San Giorgio Maggiore' de eğitilmiş olan Csanad'ın Macar
Piskoposu Gellert tarafından etkilenmiştir. Gellert henüz yeni olan
52 AVRUPA' N I N Docuşu
rulmuş ve İmparator I I I . Otta 1 000 yılında buraya hac ziyaretinde bu
lunmuştur. Sonunda, 1 02 5 yılında, Yiğit Boleslaw kendisini Polonya
kralı ilan ederek taç giymiştir. 1 1 . yüzyıl esnasında ülkenin dini ve si -
yasi merkezi güneye kaymış ve Krakov başkent olmuştur. Bu, Hıristi
yanlaşmanın hem Kilise düzeyinde hem de siyasi düzeyde izlediği ge
nel modeldir. Genellikle başpiskoposlukların kurulması belli kralların
yükselmesiyle bağlantılandırılmıştır. Orta Avrupa'nın Ortaçağ' da ve
ayrıca uzun vadede kendisine özgü bir karakteri olup olmadığı soru
suna daha sonra geri geleceğiz. Nasıl olursa olsun, Hıristiyanlığın bu
şekilde yapılanmasında, ortaya çıkmakta olan Avrupa, genelde, Hıris
tiyanlığa geçiş kadar monarşiye dayanan devlet kurumunu da tercih
etmiştir. Avrupa bu noktada bir krallar topluluğu tarafından temsil
edilmektedir.
Neredeyse tüm Batı ve Orta Avrupa' da Hıristiyanlığın yerleşmesi
ne (1 1 . yüzyılın sonunda sadece Prusyalılar ve Litvanyalılar hala pa
gandır) yer adlarında yapılan kapsamlı değişiklikler eşlik etmiştir. İn
sanların vaftiz edilmesi kadar yerlerin vaftiz edilmesine de önem ve
rilmiştir. Çoğu hac ziyaretleriyle ilişkili Hıristiyan yer adlarından iba
ret ağların, Hıristiyanlık üzerinde bıraktığı izleri görmek mümkün
dür. Martin, 1 1 . yüzyılın sonunda, Polonya' dan İspanya'ya kadar Hı
ristiyanlıkta en sık rastlanan yer adıdır.
* Reconquista: Tekrar fethetme, geri alma. İber Yarımadası'nın Hıristiyanlar tarafından yeniden
fethedilerek, Müslümanlardan kurtarılması. (ç.n.)
Avrupa'nın Birleştirilmesi
56 AVRUPA' N I N Docuşu
sürmesini dilediğim sen, imparatorluğunu büyüt." (Bu pelerinin res
mi ve bununla ilgili yorumlar Michel Pastoureau ile Jean-Claude
Schmitt'in Europe. Memoires et Emblemes, Paris: Editions de l'Eparg
ne, 1 990 çalışmasında s. 74-75'te bulunabilir.)
Tarımsal Süreç
Bir kez daha temel bilgilerle başlayalım. Feodal Avrupa kırsal, esasen
toprağa bağlı bir Avrupa'ydı. Bugün, her ne kadar köylülerin sayısı ve
Avrupa üzerindeki etkisi büyük ölçüde azalmış olsa da, kırsal ekono -
mi yine de temel bir faktör olma özelliğini korumakta ve Avrupa Top
luluğu'nun önündeki en zorlu sorunlardan birini oluşturmaktadır.
Ortak Tarımsal Politika'nın baş etmek zorunda olduğu dünya, Orta -
çağ'dan, tahıl ekiminin her zamankinden daha önemli bir konuma
ulaştığı dönemden mirastır. Avrupa, ekmeğe dayalı bir dünya olacak -
tır. Ayrıca, iki içeceğin baskın olduğu bir dünyadır. Bunlardan biri, ko-
59
numu Roma döneminden itibaren Hıristiyan komünyonunda taşıdığı
önemden ötürü güçlenmiş olan şaraptır. Şaraba olan talepten dolayı,
bağcılık iklimsel sınırının ötesine, Kuzey Fransa ve Güney İngiltere'ye
kadar yayılmıştır. Diğer içecek biranın atası ale'dir. Şarabın Avrupa
sı'yla ale'nin Avrupa'sı arasındaki fark o kadar barizdir ki, 1 3 . yüzyıl
Fransiskenleri, tarikatlarının manastırlarını şarap manastırları ve ale
manastırları olarak ayırmıştır. Batıda, üçüncü bir içkinin, elma şarabı -
nın içildiği bir Avrupa ortaya çıkmıştır. Kırsal yaşam bu tür bölgesel
farklılık ve çeşitliliklere rağmen, MS 1 000' den itibaren çarpıcı şekilde
tektiptir. Bu dünya ve bu tektiplik birtakım önemli tekniklerin geliş -
mesinden ötürüdür. Bunlar insan emeğinin ve her şeyden önce de o
temel faaliyette, toprağın işlenmesinde, üretim kapasitenin artmakta
olduğunu gösterir. Arkaik saban, özellikle Kuzey Avrupa'nın düzlük
lerinde, asimetrik saban demiriyle saban kulağının eklenmesi ve en
önemlisi, saban demirinin ahşap yerine demirden yapılmaya başla
masıyla aşılmıştır. Yeni tip sabanı kullanarak yapılan tarım, saban çe
kiş gücünde gelişmelere neden olmuştur. Güneyde eşek ve katır, ku
zeyin bazı bölgelerinde de öküz kullanımına devam edilmiştir ama
kuzeyin düzlüklerinde öküzün yerini at almaya başlamış ve 1 2. yüz
yılda Flandre' da köylü tarımının tamamına hakim olmuştur. Koşum
hayvanının kapasitesini çarpıcı bir şekilde artıran omuz koşum takı
mının ortaya çıkışı, bir devrim olarak kabul görmüş ve buna abartılı
bir önem atfedilmiş olabilir. Fakat bu uygulamanın başlaması ve yayıl
ması, tarımla ilgili yöntemleri geliştirme konusundaki kesin kararlılı
ğı göstermektedir.
Kuzeyde de, mahsul miktarında ve çeşitliliğinde kaydedilecek iler -
lemede önemli bir rol oynayacak olan bir buluşun işaretleri görülmek -
tedir. Bu, geleneksel olarak iki yılda bir arazinin yarısının toprağın
dinlenmesi için nadasa bırakılmasından ibaret olan dönüşümlü ekim
sisteminde yapılan değişikliktir. Mevcut arazinin bir üçüncü parçası -
nın ayrılması baklagillerin üçlü bir dönüşüme dahil edilmesini sağla -
mıştır. Bu da, yılda iki tür mahsul almanın mümkün hale gelmesinden
ötürü, mahsul miktarında topyekun artışı getirmiştir.
Bazı tarihçilerin altını çizdiği gibi, MS 1 000 yılından sonra görülen
kısa süreli ani artışın Marc Bompaire'in "un coup de pouce du del"
(cennetten uzanan yardım eli) olarak adlandırdığı faktörden yararlan -
dığını fark etmek, bugünün çevre sorunlarına ve iklimsel değişiklikle -
re gittikçe daha duyarlı hale gelen dünyası açısından oldukça ilginçtir.
Avrupa' da 900 ile 1 300 tarihleri arasında, ortalama sıcaklıkta bir ve -
60 AVRUPA' N I N Docuşu
ya iki derecelik artış ve nem oranında tahıl ekimine uygun bir düşüşle
birlikte elverişli iklim koşulları egemen olmuştur.
MS 1 000 civarı ve onu takip eden onlarca yıldan ibaret dönem, Hıris
tiyanlığın oluşturduğu mekanın, sosyal ve siyasi bakımdan yeniden
yapılandırılması açısından bir dönüm noktasıdır; ve bu yeniden yapı -
landırma Avrupa'nın bölgesel örgütlenmesini derinden etkilemiştir.
Tarihçiler, bu yeniden örgütlenmede feodal kalenin çok önemli bir rol
oynadığından yola çıkarak, görülen değişikliği bazen Pierre Tou
bert'in Ortaçağ Latium'u üzerine yaptığı büyük çalışmasından ödünç
aldıkları İtalyanca bir sözcüğü kullanarak ifade ederler: incastellamen -
to. Tüm Ortaçağ Avrupa'sına uygulanabilecek bir sözcük arayışında
olan Robert Fossier, Fransızcaya ait encellulement, yani "hücreleş
me"yi önermiştir. Neydi bu yeniden örgütlemenin dayandığı temel
hücreler? Birinin kale olduğu apaçıktı ama bunlardan üç tane daha
vardı: feodal arazi, köy ve ruhani bölge. Feodal arazi, kalenin hükmet
tiği bölgeyi tanımlıyor ve lordun tüm topraklarını ve köylülerini kap -
sıyordu. Yani toprak, insan ve bir yandan toprağın işlenmesinden, di
ğer yandan da köylülerin yaptığı ödemelerden gelen gelirden ibaretti.
Ayrıca feodal lord, yönetimin başı olarak ban adı verilen birtakım hak -
lara da sahipti. Bu örgütlenme şekli neredeyse tüm Hıristiyan alemin
de görüldüğünden, bazı tarihçiler "feodal sistem" yerine "senyörlük
sistemi" ifadesini önermiştir. Çünkü feodalizm, lordun, kendisine bir
vasal olarak üstündeki senyörü tarafından verilmiş dirliğin efendisi
olduğu daha sınırlı bir örgütlenme şekline işaret eder. "Feodalizm",
tam anlamıyla hukuki bir terimdir.
Köy ve Mezarlık
FEODAL AVRUPA 61
köyü, bir yaşam alanı biçimi olarak Batı Avrupa'nın her yerinde hala
mevcuttur. Köy, iki temel unsurun çevresinde toplanmış evler ve tar
lalardan oluşur: kilise ve mezarlık. Robert Fossier, haklı olarak mezar
lığın ana unsur olduğuna ve bazı durumlarda kiliseden önce geldiğine
inanmaktadır. Burada, Ortaçağ toplumunun Avrupa'ya miras bıraktı
ğı unsurlardan kökleri en derine ulaşanlardan birinin delili karşımıza
çıkmaktadır: sağlarla ölüler arasındaki ilişkiler. Batı' da Antikçağ'ı Or
taçağ' dan ayıran en önemli değişikliklerden biri, yaşayanların, ölüler
için ilk önce kasabalarında ve ardından köylerinde yer yapmaya başla
masıdır. Antikçağ dünyasının cesetlere tavrı, korku ve hatta tiksinme
den ibaret olmuştur. Ölülere adanmış kültler, sadece ailenin özel iç
dünyasında veya insanların yaşadığı yerlerin olabildiğince uzağında,
örneğin kırsal bölgelere giden yollar boyunca var olmuştur. Hıristi
yanlıkla birlikte bu görüntü tamamen değişmiştir. Ataların bedenleri
nin bulunduğu kabirler kentsel mekanla bütünleştirilmiştir. Orta
çağ'daysa, yaşayanlarla ölüler arasındaki ilişkiler daha da yakınlaşır.
Bunu sağlayan, 1 2. yüzyılda Öteki Dünya'daki üçüncü yerin, yani
Araf'ın keşfedilmesidir. Daha da önemlisi, 1 1 . yüzyılda Papalığın,
Cluny manastır tarikatının etkisinde kalarak, ölülerin anılması için bir
gün tayin etmiş olmasıdır. Bu gün, Tüm Azizler Günü'nün ardından
gelen 2 Kasım' dır. Böylece mükemmel ölüler olan azizler, diğer sıra
dan ölülerle bir araya getirilir. Atalar "kült"ü, feodal toplumun üst dü -
zeylerinde soyların dayandırıldığı ve bu sayede güçlendirildiği bir te
mel toplumsal bağa dönüşür. Örneğin 1 1 . yüzyılın sonlarında, ataları -
nın soyunu geriye doğru takip ederek, varlığından haberdar olduğu en
eski akrabalarına kadar götüren Anjou Kontu Foulque le Rechin şunu
ilan edecektir: " Bundan öncesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Çün -
kü atalarımın nerede gömüldüklerini bilmiyorum."
Kraliyet hanedanları süratle kraliyet mezarlıkları yaratmıştır: Al -
manya'da Bamberg, İngiltere'de Westminster, ilk dönem Plantage
netler için Anjou' da Fontevrault, Le6n-Kastilya kralları için San Isido
ro -de-Le6n, Flandre kontları için Saint-Bavon-de-Gand ve Fransa
kralları için Saint-Denis.
62 AVRUPA'N I N Docuşu
ziydi: Ruhani Bölge. Ruhani Bölge, bir kurum olarak 1 3. yüzyıla kadar
kesin bir şekilde belirlenmemiş olsa da, 1 1 . ile 1 3. yüzyıllar arasında
çözüme kavuşturulmuş sorunların büyük kısmı, 1 1 . yüzyılın köy ko
şulları bağlamında zaten çözülmüştü. Ana sorun bunların alanlarının
belirlenmesi konusuydu. Çeşitli kent merkezlerinde ve kırsal alanlar
da, ruhani bölgelerin oluşturulması hassas bir meseleydi. Kilise, köy -
lerde doğal olarak ruhani bölgenin başı olarak hizmet ediyordu; yani
inananları yerli bir papazın otoritesi altında bir araya topluyordu. Bu
ruhani bölge idaresi bir dizi haklar oluşturmuştu; inananların kilise
ayinlerine, cemaate dahil olma hakkı, rahibin belli aidatları alma hak
kı. Yerel cemaat üyelerinin kilisenin parçası olma hakkına karşılık, ru -
hani bölge idaresi de bunları sunan tekel konumundaydı. Dolayısıyla,
bir köylü günlük yaşamında yerel kilisesiyle, bu kilisenin rahibiyle ve
de onunla aynı konumu paylaşan diğer yerel cemaat üyeleriyle öleceği
güne kadar yakın ilişki içinde oluyordu.
M S 1 000' den sonra, senyörler ve lordlardan oluşan grup içinde bir üst
tabaka ortaya çıkmıştır: soylular. Soyluluk güç ve zenginlikle bağlan
tılıydı ama temelde bir kan bağı meselesiydi. İtibarı yüksek bir sınıf
oluşturmuş soylular, her şeyden önce sahip oldukları konumu, genel
de ihsan dağıtmayı gerektiren toplumsal ve dini jestlerden ibaret bir
kalıp vasıtasıyla ifade etme arzusu içindeydiler. Soyluluğu ifade etme
nin en olağan yolu, bireylere ve özellikle dini gruplara, keşişlere ve
azizlere bol bol ihsanda bulunmaktı.
Soylular nereden çıkmıştı? Bir bakış açısına göre, soylular Antikçağ
Roma'sından geride kalanlardı; diğer bakış açısına göreyse, seçkin bir
grup için ayrılmış özgür insan statüsünden kaynaklanan bir Ortaçağ
buluşuydu.
Arkasındaki açıklama ne olursa olsun, Batı' da Ortaçağ'ın gelişimi -
ne baktığımızda, Leopold Genicot'un "zenginliğinden, ittifaklarından
veya mevcut hükümdara karşı ya da onunla birlikte oynadığı kamusal
rolden kaynaklanan gücüyle birlikte, uzak geçmişinden gurur duyan"
bir grup olarak tanımladığı egemen bir toplumsal sınıfın ortaya çıktı -
ğını görürüz. Bu sınıf, belli siyasi ve toplumsal ayrıcalıklara olduğu ka -
dar, büyük bir toplumsal saygınlığa da sahipti. Yukarıda belirtildiği gi -
bi, saygınlığı temelde kana dayanıyordu. Krallarla prenslerin soylu
FEODAL AVRUPA 63
olarak doğmamış kişileri soylu ilan etmesi, geç ve sınırlı bir gelişme
olarak kalmış, yeni soylulara hiç bir zaman doğuştan soyluların sahip
olduğu itibarı getirmemişti.
Bugün Avrupa'da Ortaçağ'da ortaya çıkmış soyluluğun silik izle
rinden başka bir şey kalmamıştır. Fakat neyin soylu olduğu ve soylu
luğun ne anlama geldiğinin bilgisinin Batı değerleri arasında önemli
bir yeri vardır. Bunun nedeni, soylu kan düşüncesiyle birlikte soylu
davranış ve karakter, yani erdem kavramının henüz Ortaçağ' dayken
gelişmiş olmasıdır. Hatta ahlakçılar, edinilmiş soylulukla, unvanını
hak etmeyen bir soylunun doğuştan gelen soyluluğu arasında bir fark
lılık kabul edecektir. " Soyluluk" Avrupa'nın, bir erkeğin veya kadının
değerinin nasıl takdir edilmesi gerektiği konusu üzerine olan tartış
malarında kullanılan kilit sözcüklerden biridir.
64 AVRUPA'N I N Docuşu
se, en geç 1 2. yüzyılda, şövalyelere karşı olan mücadelesinde nispi bir
zafer kazanmıştır. Ergenlik sonunda şövalyeliğe geçiş, geleceğin şöval
yesi için kabul edilme ve bu erişkin evreye geçişi temsil eden bir tö
renle sağlanıyordu. Bu tören sırasında genç savaşçıya Germen halkları
arasında adet olduğu üzere, silahları veriliyordu. Kilise, tamamen
dünyevi bir ayin olan mahmuzların verilmesini [şövalyeliğin tanın
ması ç.n.] önlemek için hiçbir çabada bulunmazken, şövalyelerle bağ
daştırılan tüm silah ve zırh takımının tasdik edilmesi (flamasının bu
lunduğu mızrağı, süslenmiş kalkanı ve kılıcı) uygulamasını başlatı
yordu. Ayrıca ayinden önce gelen yıkanmayla da Hıristiyanlığın saflık
simgesi temsil edilmiş oluyordu. Şövalyelikle ilgili nesnelerin bu tö
rensel takdimine, 1 2. yüzyılın sonunda bir de silahlı nöbet tutmayı
gerektiren bir dini tefekkür evresi ekleniyordu. Şövalyelik olgusunun
Avrupa' daki geleceği açısından en önemli gelişme, şövalyelik mitinin
daha Ortaçağ' da ayrıntılı bir şekilde yaratılması olacaktır. Özel bir ede
bi tarz tarafından yaratılmadıysa da onunla birlikte yayılmıştır. Burası
Ortaçağ'ın bıraktığı mirasta edebiyatın taşıdığı öneme dikkat çekme
konusunda muhtemelen uygun bir yerdir. Şövalyelik miti chansons de
geste'lerde biçim almaya başlamış, bir şövalyenin tipik iki özelliğini
oluşturan yiğitliği ve dindarlığı, 1 1 . yüzyıl kadar erken bir tarihte
Chanson de Roland'ın iki kahramanı Roland ve Oliver'nin kişilikle -
rinde cisimlendirilmiştir. Bu çalışmada şövalyeler, temsil ettikleri fa
aliyetin niteliğinden ötürü kralın en önemli hizmetkarları olarak övül
müştür; bu nitelik, vasal sadakatinin hizmetindeki savaşçı yiğitliğidir.
Chansons de geste'in şövalyelerinin ardından eş derecede başarıya ula
şacak diğerleri gelecektir. Bunlar iki ana kaynaktan gelen macera öykü
lerinin kahramanlarıdır: Aeneas, Hektor ve İskender gibi kişiliklerin
bulunduğu, biçimi değiştirilmiş Antikçağ tarihi ile aralarında en ünlü
sü Kral Arthur olan Kelt kahramanlarının, tarihi olmaktan çok hayali
olan maceralarıyla ilgili "Britanya öyküleri." Geleceğin Avrupa imge -
sinin temeline dair olan bu imge, 1 3 . yüzyılda ilk önce "maceraperest
şövalye" olarak bilinen mitsel kahramanı yaratmış, ardından, farklı
geçmişlerden kahramanları bir araya getirerek şövalyeliğin itibarını ar -
tıran bir başka tema ortaya çıkarmıştır. Bunlar "dokuz şampiyonlar"
olarak tanınmıştır. Şövalyeliğin bu azizlere yakışır tarihi, Hektor, İs
kender ve Yeuda Makabi gibi Antikçağ kahramanlarıyla birlikte Art -
hur, Charlemagne ve Godefroi de Bouillon gibi Hıristiyan kahraman -
lara da yer vermiştir. Kahramanlık ile zayıfların (kadınlar, yoksullar
vb) savunulması hizmetinin bir araya gelmesinden oluşan şövalyeli -
FEODAL AVRUPA 65
gın hayali dünyasının Ortaçağ boyunca sağ kalmasını pekiştiren
önemli bir unsur da, her ne kadar büyük ölçüde Kilise'nin yarattığı bir
modele göre biçimlendirildiyse de, "şövalye gibi" yakıştırmasının,
kendisini tamamen Hıristiyan olan değerlerden sürekli biraz daha
uzaklaştıran bir Avrupa' da dünyevi değerleri korumuş olmasıdır. Di -
ğer taraftan Kilise de Ortaçağ boyunca kendisini barbarlığın ifadesi
olarak gördüğü şövalyelik değerlerinden uzak tutmakta ısrarcı olmuş
tur. Jean Flori'nin gözlemlediği gibi, "ihsanın hayırseverlik olmaması
gibi, hediye de sadaka değildir."
Şövalyelik yakın bir şekilde başka bir feodal davranışla, saray ada
bıyla bağlantılıdır ki, her ikisi de modern Avrupa'ya aktarılmıştır. Eti
molojisinin ima ettiği gibi, saray adabı saraylarda krallarla prensler
arasında hüküm süren görgü kurallarının oluşturduğu tavırlar olarak
tanımlanmıştır. Burada ilginç olan nokta, bu saray kişiliklerinin er
kekler kadar kadınlar da olabileceğiydi. Çünkü şövalyelik erkek dün
yasına ait olsa da, saray adabı da kadının baskın olduğu bir dünyayı an
latıyordu. Bu kadınların, belki de, Champagne Kontesi Marie ( 1 1 45-
1 1 98) ve (eğer efsanenin doğruluğunu kabul edeceksek) 1 2. yüzyılın
sonunda İngiltere kraliçesi olmuş Akitanyalı Eleonore gibi, belli bir
tarzı hakim kılmaları veya yazar ve sanatçıları toplamaları ya da muh
temelen sadece çevrelerindeki erkeklerin ilgi ve himayesini çekmeleri
bekleniyordu. Bu değerler ve davranış tarzları, Ortaçağ' da 1 2. ve 1 3 .
yüzyıllarda ortaya çıkmış ve sosyolog Norbert Elias tarafından önemi
vurgulanmış olan görgü kurallarıyla inandırıcı bir şekilde ilişkilendiri
lebilir. Elias'ın Görgü Kurallarının Tarihi ( Uber den Prozess der
Zivilisation'un [Uygarlaşma Süreci Üzerine] birinci cildi) adlı çalışma
sında açıkladığı ve ayrıntılı bir şekilde sunduğu davranış tarzları, bü
yük ölçüde, Ortaçağ'ın sonuna kadar çatal kullanmayı benimsememiş
bir toplumda, hijyen ve nezaket kuralları getiren sofra adabından iba
rettir: Örneğin diğerleriyle birlikte aynı tabaktan yememek, tükürme -
mek, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak gibi. . . Görgü kurallarını
manastırlar ile rahibe manastırlarında öğrenmek de mümkündü. Jean
Claude Schmitt'in başarılı bir şekilde gösterdiği gibi, katedral rahibi
büyük eğitimci Saint-Victor'lu Hugh ( 1 090-1 1 4 1 ) Paris'in dışındaki
ünlü manastırda, yeni başlayan gençleri, bir masada nasıl davranılaca -
ğı, yeneceği ve konuşulacağı konularında eğitmek için bir De instruc -
tione novitiorum yazmıştır. Kraliyet sarayı, medeni davranış kalıpları
nın ortaya çıkarılmasının başarılı uygulayıcılarından kabul edilebilir
ama Antikçağ'ı izleyen Ortaçağ'ın, kentlilerin görgülü tavırlarıyla
66 AVRUPA' N I N D o c u ş u
köylülerin kaba alışkanlıkları arasında her zaman bir farklılık görmüş
olduğunu unutmamalıyız. Kentlilik ve nezaket (kent için Latincede
urbs ve Yunancada polis kullanılır) rus'un, yani köylülüğün mekanı
olan taşranın karşıtıdır. Ayrıca Romalıların yemeklerini geleneksel
olarak bir sedirin üzerinde uzanarak yediğini ve yemek masasının Or
taçağ' da ortaya çıktığını da unutmamalıyız. Her iki gelenek de Asya ve
Afrika'nın büyük kısmında görülen uygulamalardan farklıdır.
Evlenmenin Evrimi
FEODAL AVRUPA 67
girmesi için belli bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Evlilik törenleri 1 6.
yüzyıla kadar kilisenin içinden çok dışında gerçekleşmiştir.
Zarif Aşk
68 AVRUPA' N I N Doc u ş u
aldatıcı olduğu görülmektedir. Bununla beraber, daha sonra Hz. Mer -
yem'in ve ona adanmış kültün konumunu gözden geçireceğiz.
Zarif aşk, son derece etkili olmuş bir başvuru kitabının konusu ol
muştur. Bu, Andre le Chapelain tarafından l l 84'te yazılmış Aşk Üze
rine İnceleme (Tractatus de amore) adlı çalışmadır. Zarif aşk ve özel
likle de fi.ne amore'un insanların törelerini medenileştirme çabaları
nın (daha önce sofra adabıyla ilgili olarak bahsedilmiştir) bir ürünü ol
duğu düşünülebilir ki, hatta Danielle Regnier-Bohlerfine amor'u bir
"arzu kontrolünü erotizme dönüştürme sistemi" olarak açıklamıştır.
Zarif aşkın ilk büyük şairi Akitanyalı IX. Guillaume'un (1 071-1 1 26)
çalışmalarında görülebileceği gibi, aşkın medenileştirilmesi çabaları
nın, zarif aşkta çirkinlik ve hatta açık saçıklık için bir alan bulunması
nı engellememiş olması ilginçtir. Buna rağmen, zarif aşk Denis de Ro
ugemont'un ünlü çalışmasında "modern aşk" olarak adlandırılmıştır.
Bol miktarda edebi yapıt ve dahiyane müzik eseri yoluyla yayılmış
Tristan ile Isolde miti, bu zarif aşk prototipini çok uzun bir süre Avru
pa' da canlı tutacaktır.
Bu aşıklar arasında, zarif aşkın daha farklı bir biçimini sunan ünlü bir
çift bulunmaktadır ama onlarınki elbette gerçek bir öyküdür. Bu aşık
ların adları Abelard ve Heloi:se' dır ve öyküleri herkes tarafından bilin
mektedir. Orta yaşlı bir öğretmen ve düşünür olan Abelard, öğrencisi
genç Heloi:se'la ateşli bir aşk ilişkisine girer. Bir süre sonra bu aşktan
bir oğlan çocuk dünyaya gelir. Öykü daha dramatik ve romantik bir
şekle bürünecektir. Kızın intikama susamış ailesi, Abelard'ı hadım et -
tirmeyi ve ardından da aşıkları -Abelard Bretanya'nın ilk önce Saint
Denis ve daha sonra Saint-Gildas de Rhuys manastırlarında, Heloi:se
da Champagne'da Kutsal Ruh'a adanmış bir manastır olan Le Paraclet
manastırında olacak şekilde- hapsettirmeyi başarır. Eski aşıkların ara -
sındaki ilişki, birbirlerine gönderdikleri eşsiz ve dokunaklı mektupla -
rın gösterdiği gibi, ölümlerine kadar devam eder. Abelard'la
Heloi:se'ın öyküsü birtakım soruları yanıtlamaktadır ama bunlardan
yola çıkarak bir genelleme yapıp yapamayacağımız sorusu başka bir
meseledir. Bu modern aşk örneğinin fiziksel bir doğası olduğu kuşku
götürmeyecek derecede açıktır. Bu tür aşkın evlilik dışında gelişme
eğiliminde olduğu da aynı derecede açıktır. Abelard Heloi:se'la olan
FEODAL AVRUPA 69
gizli ilişkisini resmileştirmek istemiştir ama o, şaşırtıcı derecede mo
dern bir şekilde, bir "entelektüel"in hem çalışmasının hem de bir evli
liği sürdürmesinin çok zor olacağını ileri sürmüştür. Bu noktada zarif
aşk sorunu, 1 2. yüzyılla ilgili bir başka soruyu, modern entelektüelle
rin nasıl görüldüğü sorusunu akla getirmektedir; Ortaçağ'ın duygusal
ve varoluşsal yaratısı olan zarif aşkın, modern Avrupa üzerinde büyük
etkide bulunan özelliklerinden birisi olduğu kesindir.
Dudaktan Öpüşme
70 AVRUPA' N I N Docuşu
Askeri Tarikatlar: Militarizm
* Caesaro -papism: Seküler iktidar gücünün Hıristiyan Kilisesi'nin ruhani gücüyle birleşmesi ve
ruhani güce hükmetmesi. (ç.n.)
FEODAL AVRU PA 71
siyasi alanların birbirinden farklı olduğunun hiçbir şekilde kabul edil
mediği (çünkü her şeyi kontrol eden ve her şeye karar veren Allah'tı)
İslami yönetim biçiminden de son derece farklıydı. Latin Hıristiyanlı -
ğıysa, aksine, özellikle Gregoryen Reform'dan itibaren, ruhban sını
fından olmayanlar için belli sınırlar içinde tanımlanmış bağımsızlık ve
ortaya çıkan duruma özgü sorumluluklar tasarlamıştı. Ancak bir bü
tün olarak yeniden örgütlenmenin kendisi, her şeye rağmen dini çer
çevenin sınırları içinde tutulmuştu; yani ruhban sınıfından olmayan
halk Kilise'nin bir parçası olarak kalmıştı. Bununla beraber, Gregor -
yen Reform'un yerleştirmiş olduğu ayrım, gelecekte (Protestan Refor -
mu sırasında ve 1 9. yüzyıl sonu Avrupa'sında) sıradan halkın üzerin -
de ve ötesinde laik/seküler bir iktidarın ortaya çıkmasını kolaylaştıra
caktı.
Gregoryen Reform'un başlıca yöneticilerinden biri şu cümleleri
yazan Humbert de Silva Candida'ydı: " Ruhbanla ruhban sınıfından
olmayan, tapınakların içinde işgal ettikleri yerler ve yerine getirdikleri
görevler açısından birbirlerinden ayrılmalarına benzer şekilde, dış
dünyada da işlerine göre ayrılmalıdırlar. Ruhban sınıftan olmayan sı
radan halk kendisini sadece kendi işine, dünyevi meselelere ve ruhban
da kendisini kendi işine, yani Kilise'nin meselelerine adasın. Her iki
gruba da kesin kurallar getirilmiştir." Bu iki grup arasındaki ayrımı
ifade eden bu genel ilkenin yerleştirilmesine ek olarak, Gregoryen Re
form toplumsal bir çerçeve sağlamanın yeni yollarını da belirlemiştir.
Herve Martin bu çerçeve içinde bir dizi temel kurumu birbiriyle ilişki
lendirmektedir: yerel ruhani bölge, çocukların vaftizi, aile birimi, Hı -
ristiyan evliliği, Hıristiyan ayinlerinin kabulünün dayattığı disiplin,
davranışların cehennem tehdidiyle denetlenmesi ve ölülere dua. Hat
ta Jean-Claude Schmitt, bu dönemde, Gregoryen tezlerini açıklamak
için ruhların bile geri geldiğine inanıldığını saptamıştır. Tüm bu açık -
lamalar bize, Avrupa Hıristiyanlığı üzerinde etkisi en uzun vadeli ol
muş süreçlerden biri olan bu hareketin gücü ve derinliği hakkında bir
fikir verecektir.
Popüler Kültür
FEODAL AVRU PA 73
samlı bir müdahalede bulunmamıştı. Kilise, Antik Roma' dan veya
barbar geçmişten gelen tüm inanç ve davranış kalıplarına karşı çıkmış,
bunları kötülemiş ve hepsini pagancılıkla suçlamıştı. 1 1 . yüzyıldan
itibaren Kilise'nin mücadelesi heretiklere saldırmaya dönüşmüş, de
mografik ve ekonomik büyüme, ruhban sınıftan olmayanların iktida
rını güçlendirmiş ve senyör kaleleri, lordlarla köylülerin dünyevi kim
liklerini Kilise'nin gözleri önünde beyan ettiği kültürel merkezlere
dönüşmüştü. Tüm bu unsurlar, popüler kültürün ortaya çıkması veya
tekrar belirmesinde bir araya gelmişti. Bu konuyla ilgili bilgimizin bü -
yük kısmı, bunu kınayan kilise metinlerinden gelmektedir. İlk büyük
"batıl itikatlar" listesi 1 OOO'le 1 02 5 arasında Worms piskoposu olan
Burchard'ın Kararname'sidir. Burada köylülerin cinsel sapkınlıkları,
yağmur yağdırma ayinleri ve erken ölen çocuklara dair gelenekleri an
latılmaktadır. Bunlara dair bir örnek, eski pagan gelenekleriyle yeni
Hıristiyan pratiklerinin bazen nasıl çakıştığını da gösteriyor: "Bir ço
cuk vaftiz olmadan öldüğünde, bazı kadınlar bu küçüğün bedenini
alır, gizli bir yere götürür ve kazığa geçirir; eğer bu yapılmazsa çocu
ğun tekrar canlanacağını ve birçok kişinin canını yakacağını söylerler."
Jean-Claude Schmitt de ruhlardan duyulan korkunun nasıl hem pa -
gan hem Hıristiyan ruhlarla ilgili inanış ve ayinlere yol açtığını belirt
miştir. Kilise, iyi ruhları kötü ruhlardan ayırmak için 1 2. yüzyıldan
itibaren Araf'ı gündeme getirecektir. Popüler kültür, Kilise'nin daha
inandırıcı kültürel pratikler sunamadığı bölgelerde, kaybolup gitmek -
ten kurtulmayı kısmen başarmıştır: Örneğin danslar ve maskeli gös
teri alayları devam etmiştir. Kilise çoğu kez (her zaman olmasa da) bu
tür pratikleri kilise binalarının dışında tutmayı başarmış ama bu et
kinlikler kilise çevrelerinde devam etmiştir. Bievre bölgesinde bir ej
derha öldürmüş 5. yüzyıl Paris Piskoposu Parisli Aziz Marcel efsanesi
(eski pagan teması olan canavar öldüren kahramanın Hıristiyanlaştı -
rılmış versiyonu) 1 2. yüzyılda hala Paris'in Notre-Dame Kilisesi çev -
resinde gerçekleşen bir tören alayında canlandırılmaktadır. Yüzeysel
şekilde Hıristiyanlaştırılmış popüler öyküler, sözlü geleneğin hala
baskın olduğu bir toplumda, akademik kültürün içine de sızmıştır. 1 9.
ve 20. yüzyıllarda daha çok Finlandiya' da çalışan seçkin folklorcular,
Avrupa'yla ilgili, varlığı onlara göre Ortaçağ'a kadar giden folklorik te -
malar toplamıştır. 1 3 . yüzyıla gelindiğinde, Jean-Claude Schmitt,
hem Orta Fransa hem de Kuzey İtalya' da rastlanan ve çocukları koru -
duğu söylenen bir aziz köpeğe, Aziz Guinefort'a dair şaşırtıcı bir itikat
anlatmaktadır. İnananlardan gelen baskı o kadar fazlaydı ki, Kilise kar -
74 AVRUPA' N I N Docuşu
naval yürüyüşlerine hoşgörü göstermek zorunda kalmıştı. Elimizde,
1 3. yüzyılda Roma' da gerçekleşmiş bir karnavalın güzel bir tarifi bu
lunmaktadır. Bu popüler kültür 1 5. ile 1 6. yüzyıllarda zenginleşecek
ve hatta daha eğlenceli bir hal alacaktır; Yaşlı Brueghel'in resimlerinde
olağanüstü bir şekilde kaydedilmiş olan, Paskalya'ya kırk gün kala baş
layan karnaval ve Büyük Perhiz olarak ifadesini bulacaktır bu. Modern
folklorcular, bu popüler kültürün kesinlikle Avrupalı olduğunu ama
birtakım temel özelliklerinin Hıristiyanlık öncesi kültürlerden geldi
ğini göstermiştir. Dolayısıyla, popüler kültür Avrupa tarihinin teme
lini oluşturan birlik ve çeşitlilik arasındaki diyalektikte önemli bir rol
oynamıştır. Birçok bölgesel kültür (Kelt, Germen, Slav, Alp, Akdeniz
vb) varlıklarını Ortaçağ' da benimsedikleri biçimleriyle sürdürmüştür.
Para ve Beratlar
FEODAL AVRUPA 75
Hıristiyan aleminin birleşmesi sürecinde yazı çok önemli bir rol oy
namıştır. Kitapların Avrupa'sı konusuna daha sonra döneceğiz. Şimdi
lik, Robert Bartlett'in bıraktığı yerden devam ederek, sadece beratların
Hıristiyanlık aleminde taşıdığı role dikkat çekmek istiyorum. Bu me
tinler, toprak, binalar, bireyler ve kazanç üzerinde ortaya çıkan hakların
temelini oluşturan yasal bir otorite sağlıyordu. Yasanın, refahın ve ikti
darın hizmetinde temel bir araç olan beratlar, Hıristiyanlık aleminde
üretilmiş ve elden ele dolaştırılmıştır. Bu beratları hazırlayan ve kulla
nanların büyük kısmı elbette ruhban sınıfın üyeleri olmuştur ama
kentlerin ortaya çıkması ve noterlerin (ilk başta Hıristiyan dünyanın
güneyinde) belirmesi, ruhban sınıfından olmayan vasıflı bireylerin ro
lünü artırmıştır. Berat kullanımı, Hıristiyanlık aleminde önemli bir rol
oynayacak kurumların ortaya çıkmasını sağlamışlar. Bunlar kançılar
yalardır (chancellery). Beratların önemi, Fransız Kralı Philippe Au
gust'ün Freteval'da (imtiyazların saklandığı kent) İngilizlerle savaşır
ken yaşadığı panikten anlaşılabilir. Savaş sırasında, İngiliz Kralı Aslan
Yürekli Richard Fransız monarşisine ait beratların bulunduğu sandığı
ele geçirmiştir. Bu yüzden bu tür arşivler için daha kalıcı bir yer bulun
masına karar verilmiş ve Aziz Louis arşivlerin kutsal bir yerde, ilk baş
ta Saint-Nicholas şapelinde ve ardından da Palais Royal'in Sainte-Cha
pelle'inde saklanmasını emretmiştir. Bartlett, beratların kısa süre için
de Hıristiyanlık sınırları içinde yayıldığı ve buralarda bollaştığı gerçeği
ne de dikkat çekmektedir. Yazı ve para arasında bir koşutluk bulunur.
Beratların geniş bir alana yayılması, bunların pratik kullanımı ve kayıt
tutmak için rasyonel bir şekilde bir araya getirilmesi olan sicil defterle
rini de kapsamıştır. Bunların ve paranın yayılması, bu tür nesnelerin
kullanımının dini amaçlarla sınırlı tutulduğu bir dönemden, genel pra -
tik amaçlar için kullanıldıkları bir döneme geçişi getirecektir. Avru
pa'ya dönüşecek bölgede, bu zenginlik ve iktidar araçlarına dünyevi bir
yapı kazandıran, paradoksal gözükse de, Hıristiyanlığın kendisi olmuş -
tur. 1 1 94'te iktidarın ve gelişmenin başka araçları, Charlemagne'ın
zihninde ancak hayal meyal canlandırdığı başka araçlar belirmiştir:
kent okulları ve yeni öğrenim merkezleri olarak üniversiteler.
Hac Ziyaretleri
FEODAL AVRUPA 77
yeraltında ve kent dışındaki mezarlıklarda bulunan din şehitleriyle di
ğer Hıristiyanların kabirlerini ve ayrıca muhteşem freskleriyle birbi
rinden güzel kiliselerini de sunabilirdi. Kent duvarlarının dışında Va -
tikan' da Aziz Petrus'un ve Ostia'ya giden yolda da Aziz Paulus'unki
vardı; Aziz Laurentius ve Azize Agnes kiliseleri de Roma'nın diğer
anayollannın üzerindeydi. Kent duvarlarının içindeyse Saint Saviour
of Lateran ve Santa Maria Maggiore on the Esquiline kiliseleri mevcut
tu. Definleri kent içine taşıma hareketini (Hıristiyanlığın bir ana özel
liğiydi) hızlandırmış olan papalar, azizlerin bedenlerinin oldukları
yerlerden çıkartılıp Roma içine gömülmeleri için 9. yüzyılın ortasına
kadar çeşitli düzenlemeler gerçekleştirecekti. Papalar, Roma'ya hacca
gitmeyi aktif bir şekilde destekleyecek ve özellikle hacılar için yeni bi
nalar inşa edecekti. Roma'ya Ortaçağ'ın başlarında gelenlerin büyük
kısmı İrlandalı veya Anglosakson' du. (Burada kronolojik bir sıçrama
yaparak Roma'ya olan hac ziyaretlerinin Ortaçağ'daki doruk noktası
nın, Papalığın desteği sayesinde Papa VII I . Bonifatius'nin Jübile* kut
lamalarını başlattığı 1 3 00 yılı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu vesi -
leyle günahlarının affedileceği sözünün cazibesine kapılmış hacıların
oluşturduğu büyük kalabalık, Ortaçağ'ın hac coşkusunun doruk nok
tasına ulaştığı andır ama muhtemelen 1 6. yüzyılda Reform sırasında
Kilise'nin maruz kalacağı saldırıların da duygusal anlamda öncüsü
dür.)
Ortaçağ dindarlığının odaklandığı üçüncü önemli kutsal yer de Hı
ristiyan aleminin sınırlarında, İspanyol Galicia' sındaki Santiago de
Compostela'dadır. Filistin' den deniz yoluyla getirilirken Galicia kıyı -
sında gerçekleşen bir deniz kazası sonucu kaybolan azizin bedeni 9.
yüzyılda aynı yerde bulunmuştur. Gerçek anlamda hac ziyaretleri 1 O.
yüzyıla kadar başlamaz. Başlamasını teşvik eden, Hıristiyanlığın en
büyük dini tarikatı Cluny olacak ve istisnai bir çalışmanın ürünü olan
Aziz Yakub Haczlan Rehberi 1 1 3 0'la 1 1 40 arasında yazılacaktır.
Hıristiyan aleminin tamamı hac yollarıyla örülüdür. Bu saydıkları -
mızın dışında başka kutsal yerlerin de ünlü olduğunu unutmamalıyız.
Bunlardan biri, 397'de ölmüş Aziz Martin'in mezarının bulunduğu
Tours olmuştur. Hıristiyanlık aleminde son derece popüler olmuş bu
yer, Charlemagne'dan Philippe August'la Aslan Yürekli Richard'a ka -
78 AvRUPA' N ı N Docuşu
dar birçok ünlü kişiliği kendisine çekmiştir. Aziz Louis burayı üç kez
ziyaret etmiştir. Diğer büyük hac merkezleri, geride bir şey bırakma
mış olan bedensiz başmelek Aziz Mikai'in (yüksek yerlerin başmeleği
Aziz Mikai Cennet'e yükselişi temsil etmektedir) görüldüğü söylenen
yerlerdir. 5. yüzyıla gelindiğinde, Aziz Mikai kültü, Güney İtalya'nın
Monte Gargano'sunda tam anlamıyla yerleşmiştir. Normandiya'da
popüler hac ziyaretlerinden biri, denizden korkan bir toplum için en
etkileyici yerlerden olan Mont Saint-Michel'e yapılan yolculuktur. Bu
hac Saint Michael-in-peril-of-the-sea (deniz tehlikesi altında Aziz Mi
kai) olarak tanınacaktır. 1 5. yüzyılda Yüz Yıl Savaşları boyunca Mont
Saint-Michel'de İngilizlere direnen Fransız garnizonu, Aziz Mikai'i
bir tür Fransız ulusal azizine dönüştürecektir. Bundan başka, Mont Sa
int-Michel çocuk fikrinin ve Bebek İsa kültünün Ortaçağ toplumunda
çok popüler olduğu 1 4. yüzyıldan itibaren çocuk haclarıyla da ünlen
miştir. 1 1 . yüzyıldan itibarense, olağanüstü popülaritesi olan bir iba
det nesnesine dönüşmüş Hz. Meryem kültü ortaya çıkacaktır. Fran
sa' da Boulogne ve Liesse'te, İspanya' da Montserrat'ta, Belçika' da
Hal'de, İngiltere'de Walsingham'da Almanya'da Aix-la-Chapelle'de
ve Avusturya' da Mariazell' de Hz. Meryem'e adanmış kutsal yerler be
lirmiştir. 1 2. yüzyılda Cahors piskoposluk bölgesinde bulunan Roca
madour'a düzenlenen haccın büyük başarısı, Bakire'ye adanmış hac
ziyaretlerinin insanlar arasındaki popülaritesini göstermek açısından
iyi bir örnektir. Şapel etkileyici bir yerde, 1 20 metre aşağıdaki dar va
diye bakan kayalık bir yarın tepesinde kurulmuştur ki, 1 3 . yüzyılın
hacıları, buradan yukarıya giden 1 97 basamağı dizlerinin üzerinde
dua okuyarak çıkmıştır. Bu hac yeri, başarısını kısmen Rocamadour'u
iki kez ziyaret etmiş (1 1 59 ve 1 1 70) İngiliz Kralı I I . Henry Plantage
net' e ve kısmen de Bakire tarafından gerçekleştirilmiş mucizelerin
l l 72 'de çıkarılmış olan kaydına borçludur. Burası ayrıca bir dizi Fran
sız kralını kendisine çekmiş bir kraliyet hac yeridir: 1 244'te annesi
Blanche de Castille ve erkek kardeşleri Poitiers'li Alphonse, Artois'lı
Robert ve Anjou'lu Charles'la birlikte IX. Louis (Aziz Louis), l 303'te
Yakışıklı Philippe, l 3 2 3 'te Güzel Charles ve Kraliçe Lüksemburglu
Marie, 1 3 3 6'da VI. Philippe ve 1 443 ile 1 464'te de XI. Louis. Kastil
ya krallarının dindarlığına mazhar olmuş, özellikle de Blanche de
Castille'in babası VI II. Alfonso ile karısı Kral I I . Henry Plantagenet'in
kızı İngiliz Eleanor'u da kendisine çekmiştir. l 1 8 l 'de bu ikisi Roca
madour'lu Kutsal Meryem'e Burgos yakınında iki köy sunmuştur. 1 2.
yüzyıla gelindiğinde, hacılar Avrupa'nın her yerinden ve Baltık dev -
FEODAL AVRUPA 79
letleri kadar uzak noktalardan sürüler halinde Rocamadour'a gelmek
tedir.
Ortaçağ Kralı
FEODAL AVRUPA 81
dini olan ilk işlevini, bu işlevin önemli bir kısmı olan adalet ilkesini
hayata geçirmekle yerine getirmiş oluyordu. Kral olarak, ikinci sırada
ki askeri işlevi de kendisinde barındırıyordu. Çünkü bir soylu ve bir
savaşçıydı (günümüz Fransa Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı ordu
larının başkomutanıdır, her ne kadar bu unvan askeri bir anlamdan
çok siyasi bir anlama karşılık geliyorsa da) . Son olarak, tanımlaması bir
bakıma daha zor olsa da, kral aynı zamanda üçüncü bir işlevi de yerine
getiriyordu. Ortaçağ'ın getirdiği formüle göre, iş ya da çalışma olarak
tanımlanan bu üçüncü işlev toplumun refah ve güzelliğiyle ilgiliydi.
Kral ekonomiden, yani krallığının refahından sorumluydu ve kişisel
olarak bol miktarda sadaka dağıtılmasını gerektiren merhamet ve şef
kat gösterme yükümlülüğü altındaydı. Nihayet, her ne kadar bu so -
nuncu özellik muhtemelen diğerleri kadar belirgin değildiyse de,
üçüncü işlev, tahminen, kralın özel bir görevi olarak kiliselerin inşa
edilmesini özendirmeyi getiriyordu.
Ortaçağ kralı etki ve yetkisini öğrenim ve kültür alanında da kul
lanmalıydı. Geleceğin Chartres Piskoposu Salisbury'li John, önemli
çalışması The Policraticus'ta (1 1 59) monarşiyi tanımlarken Malmes
bury'li William'ın 1 l 25'te ifade etmiş olduğu şu fikri tekrarlamıştı:
Rex illiteratus quasi asinus coronatus (cahil bir kral, taç giymiş bir
eşekten biraz daha iyidir) .
Feodal kralın konumu, bu dönemdeki diğer önemli gelişmelerden
de etkilenmişti. Ona, Roma Hukuku ile Roma tarihinden, iktidarı
nın doğasını tanımlayan auctoritas ile bunu uygulamanın araçlarını
açıklayan potestas'ın oluşturduğu güçler miras kalmıştı. Hıristiyanlık
bunlara, Kilise'yle ve diğer seçkin görevlerle ilgili tüm işlevleri ta
nımlayan dignitas'ı ekleyecekti. Feodal dönem, muhtemelen bir tep -
ki olarak, Roma Hukuku'nun yeniden canlandırılmasına tanıklık et
miş ve Roma kavramı majestas'ı da, yeni kralların lehine tekrar dirilt -
mişti. Majestas, kralların kontrol ettiği güçlerden ikisinin tanımlan
masını mümkün kılmıştı. Bu ikisinden biri olan afbahş etmekten bi -
raz önce bahsettik. Daha önemli olan diğeri, crimen majestatis, yani
vatana ihanet suçlamasından muaf tutulma hakkıydı. Bununla bera
ber Ortaçağ kralı mutlak bir hükümdar değildi. Bazı tarihçiler onun
meşruti bir kral olarak görülüp görülmeyeceğini düşünmüşlerdir. Fa -
kat ortada anayasa olarak kabul edilebilecek bir metin olmadığından,
bu da mümkün değildir. Bu türe en uygun metin, herhalde soylularla
Kilise hiyerarşisinin, İngiltere Kralı John Lackland'a 1 2 1 S'te dayattı -
ğı Magna Carta'dır. Bu elbette Avrupa'yı meşruti rejimlere götüren
82 AVRUPA' N I N Docuşu
yolda çok önemli bir adımdır ama aynı zamanda tek örnektir. Mesele
nin aslı, Ortaçağ kralının sözleşmeye dayanan bir hükümdar olduğu
dur. O, kutsanma ve taç giyme sırasında ettiği yeminle kendisini Tan
rı'ya, Kilise'ye ve halkına adamıştır. Bu sözleşmelerden ilk ikisi tarih
sel evrim sırasında geçerliliklerini yitirmiştir ama üçüncü sözleşme,
iktidarın halka veya en azından onu temsil edecek kuruma göre oluş
turulmasında atılan diğer önemli adım olacaktır. En son olarak da,
kral her şeyden önce hem teoride hem de pratikte ikili bir işlevden,
adalet ve barıştan sorumludur. Bu terimlerden ikincisi düzen olarak
da çevrilebilir ama burada bahsedilen düzen sadece dünyadaki huzur
değil, aynı zamanda kurtuluşa doğru ilerlemektir de. Sonunda feodal
monarşi, Hıristiyanlık alemini, bugün hukuk devleti olarak adlandır
dığımız oluşuma doğru harekete geçirmiştir. Uzun vadede daha az
önemli olan gerçek, feodal monarşinin aristokratik olduğu ve kralın,
tüm benzer soylular arasında birinci olduğundan ötürü kana dayanan
soyluluğu meşrulaştırdığıdır. Bugün bu unsura verilen rol, öyküsel
bir not olmanın ötesine geçmemektedir; ama aynı unsur kraliyet ha
nedanlarının var olmasını teşvik ettiğinden ötürü, Ortaçağ' da sürek
lilik ve dengeyi sağlamıştır. Ayrıca, Fransa gibi bir krallıkta kadınların
tahtın dışında tutulması (ancak 1 4. yüzyılda farkına varılan bu uygu
lama, Antikçağ sevgisine uygun bir şekilde, Lex Salica olarak adlandı -
rılmıştır) monarşinin sağlamlığına katkıda bulunmuştur. Çünkü ta
mamen biyolojik bir rastlantı sonucunda, 1 O. ile 1 4. yüzyıllar arasın
da, kraliyet ailelerinde oğullar hiçbir kesintiye uğramadan arka arka
ya gelmiştir.
Bu son özellik sayesinde, feodal monarşiyi uzun vadeli bir Avrupa
görünümü içinde değerlendirmek mümkündür. 1 2. yüzyıl, büyük hu
kuk yüzyılı'dır. Hep farkında olduğumuz Roma Hukuku'nun yeniden
canlandırılmasından daha da önemli olan, Kilise kanununun keşiş Bo
lognalı Gratianus'un 1 1 30 ile 1 140 arasında hazırladığı Decretum'la
(Karar Derlemesi) kesin bir şekilde ayrıntılara dökülmesidir. Bu yasa,
sadece yargının ruhunun ve dayandığı aygıtın Hıristiyanlaşmasını ve
toplumsal bir çerçeve sağlamada Kilise'nin oynadığı rolü yansıtma
maktadır; aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu evrime ve bu
nun ortaya çıkardığı sorunlara (örneğin, evlilik ve ekonomi meselele -
riyle ilgili sorunlara) bir yanıt olarak uygulamaya konmuş belli hukuki
yenilikleri de meşrulaştırmıştır.
FEODAL AVRUPA 83
Feodal Monarşiler
İngiltere'de
84 AvRUPA' N ı N Doc u ş u
lan Narman krallan tarafından, kralın yeni ele geçirilmiş topraklarında
merkezi bir kontrol uygulama kararlığını yaşama geçirmek için İngilte
re'ye aktarılmıştır. Şerif biçimindeki kraliyet temsilcileri, İngiliz yerel
birimlerinde belirirken, kralın çevresinde de uzmanlardan (özellikle
dikkat çeken, kralın hesaplarının tutulduğu Exchequer'in çevresinde
toplanmış mali memurların faaliyetleridir) meydana gelen bir bürokra
si oluşturulmuştur.
İngiliz monarşisinin gelişimi 1 2. yüzyılın ortasında ikinci bir atı
lım yapmıştır. 1 . Henry'nin 1 1 3 S'te ölümünü izleyen sorunlu döne
min ardından, kızı Matilda Anjou Kontu Geoffrey Plantagenet'le ev
lenmiştir. Bu ikisinin oğlu olan İngiltere kralı i l . Henry (1 1 54-89' da
hükümdar) Fransa'da Anjou, Poitou, Normandiya ve Guyenne'den
oluşan geniş bir bölgeyi de kontrol altına almıştır. I I . Henry'nin İngil
tere'si Hıristiyan aleminin ilk "modern" krallığı olmuştur. Bazen
"Angevin İmparatorluğu" ve "Plantagenet İmparatorluğu" gibi tabir
ler kullanılsa da, bu bir imparatorluk değildir. Bu olağanüstü kral, sa -
dece karısı Akitanyalı Eleonore'la değil, oğulları Aslan Yürekli Ric
hard ve John Lackland'la da çatışmaya girmiştir. (John, kraliyet mülk
leri ağabeyleri -babasından önce ölen- Genç Henry ve Richard arasın
da paylaşıldıktan sonra doğmuştur. Mülkü kralın oğulları arasında pay
etmeyi getiren feodal gelenek İngiltere' de hala sürmektedir. Oysa
Fransa' da Capet ler getirdikleri irat sistemiyle bu sorunu çözmüştür;
bu sisteme göre, prens öldüğünde mülkü krallığa geri döner.) Kraliyet
yönetiminin uyguladığı baskıcı sistem sayesinde, i l . Henry sağlığında
bile, son derece iyi örgütlenmiş ve dize getirdiği tüm soyluların çevre -
sinde toplandığı sarayı cehennemle ilişkilendirilen bir hükümdar ola -
rak tanınmıştır. Bu, tüm itibar, entrika ve çatışmalarıyla birlikte, mo -
narşiler ve saraylardan oluşan bir Avrupa'nın başlangıcıdır. Avrupa' da
monarşinin imajı yüzyıllar boyunca bu olacaktır.
Fransa'da
İngiltere kadar kararlı bir yapıya ulaşan ve bunu onun kadar erken bir
dönemde gerçekleştiren bir diğer monarşi de Fransa olmuştur. İstikra -
rı her şeyden önce krallarının hanedanlık bakımından sürekliliğinden
kaynaklanmıştır: Capet hanedanının Fransa'daki egemenliği 987'de
başlamıştır. Kadınların tahtın dışında tutulması bu durumu güçlen
dirmiş ve biyolojik bir rastlantı sonucu, 1 3 28' den itibaren erkek veli -
FEODAL AVRUPA 85
ahtlar kesintisiz bir şekilde birbirini izlemiştir. Bu, ilk çocuğu öncelikli
kılan, ilk çocuğun hükümdar olmasına dayanan bir sistemin hüküm
sürdüğü Avrupa' dır. Fransız kralları, önceleri daha çok krallığın sınır -
lan içindeki küçük lordların itaatsizliklerini bastırmakla uğraşmıştır.
Ardından din adamlarıyla küçük soylular arasından seçilmiş ve büyük
aristokrasiyi iktidarın dışında tutan danışmanların desteğini kalıcı ve
güvenilir kılmışlardır. En son olarak da, Paris'te bir kraliyet sarayı ku
rarak ve bu yerleşim birimini başkentleri yaparak iktidar merkezine
kararlı bir yapı kazandırmışlardır. Bu, başkentlerin Avrupa'sıdır. Ca
pet monarşisi ayrıca sarayın yakınında kurulmuş güçlü bir Benedikten
manastırının sağladığı destekle de güçlenmiştir. Saint-Denis Manastı
rı, kendisini Capet'lerin davasına adamış önemli bir tarihçilik merke
zi olmuştur. 1 3 . ve 1 4. yüzyıllarda bir dizi önemli ulusal tarih çalışma
sı hazırlamıştır. Bu, tarih ve tarihçiliğin Avrupa'sıdır.
Capet monarşisi elindeki kozları en iyi şekilde kullanmıştır. Bunlar
dan ilki, hanedanın başlangıcında kralın Reims' de kutsanması olmuş
tur. Bu tören, Reims' de Clovis'in şahsında, bir güvercin biçimine gir
miş Kutsal Ruh'un cennetten getirdiği mucizevi sıvıyla vaftiz edilmiş
Frank monarşisinin olağanüstü karakterini anımsatmıştır. Bu mucize
vi sıvı sonradan takdis için kullanılan yağa dönüşmüştür. Capet'ler ay
rıca Hz. Meryem' in artan itibarını da kullanmıştır. Fransız kralları sim
geselfleur-de-lys* ve kralın pelerininin mavi rengini, kültü şaşırtıcı bir
tarzda 1 1 . ile 1 2. yüzyıllar arasında harekete geçmiş Hz. Meryem' den
almıştır. Fleur-de-lys Sofu Robert'in hükümdarlığında (996- 1 03 1 )
kraliyet kalkanlarında görülmeye başlanmıştır. İngiliz kralları Canter
bury Başpiskoposu Thomas Becket (1 1 70) cinayetiyle Kilise'yi kendi
lerinden soğuturken, Fransa'daysa kilise ile kral, taht ile altar arasında
ki ittifak, siyasi istikrarın kalıcı temelini oluşturacaktır.
Kastilya 'da
* Fleur-de-lys: Fr. Zambak çiçeği; haç, aslan ve kartalı temsilen, üç yapraklı zambak biçimindeki
kraliyet amblemi. (ç.n.)
86 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
mozaiği, daha sade bir yapıya ulaşmış ve bundan her şeyden önce Kas
tilya kazançlı çıkmıştır. İlk olarak Navarra'yla birleşen Kastilya Kontu
Fernando, ardından Le6n kralını 1 O 1 7' de yenilgiye uğratarak Le6n
topraklarını ele geçirmiştir. 1 03 7' de Le6n Kastilya'nın parçası olunca,
Fernando da Kastilya ve Le6n kralı unvanını almıştır (ancak bu birleş
me 1 2 30'a kadar yürürlüğe girmeyecektir). Kastilya kralları savaşçı
aristokrasiyle mücadele etmek zorunda kalmış ve bundan yarımada -
daki belirsiz durumu yansıtan bir kişilik çıkmıştır. Bazen Hıristiyan
krallar bazen de Müslümanlar için savaşan bu kişinin adı Rodrigo Di -
az de Vivar' dır. Kastilya'nın gelecekteki kralı I I . Sancho'yla birlikte ye -
tiştirilmiştir ve El Cid ( 1 043- 1 099) olarak savaşçı ve şövalye mitolo
jisinin efsanevi kahramanına dönüşecektir. Bu konuya daha sonra geri
geleceğiz.
Her şeye rağmen, aristokrasiden uzağa bakan ve kentli oligarşiyi
kendi taraflarına çeken Kastilya kralları, meclisler (Cortes) yaratarak
ve kent sakinleriyle soylu olmayanların oluşturduğu topluluklara ye
rel haklar ifueros) sunarak zamanla iktidarlarını oluşturmuştur. Kas
tilya kralları, Kastilyalı Alfonso'nun 1 085'te Müslümanlardan aldığı
Toledo'yu gözden çıkararak Burgos'u (buradaki piskoposluk 1 1 04'ten
beri papaya doğrudan bağımlı değildir) başkent olarak dayatmaya çalı
şacak ama burası ancak 1 3 . yüzyılda " Kastilya'nın başı ve kralın ika
metgahı" (cabeza de Castilla y de los reyes) resmi unvanını alacaktır.
Norm anlar
FEODAL AVRUPA 87
denizci buraya 1 087' de Aziz Nikolaos'un bedenini getirmiştir. Azizin
bedeni muhteşem bir bazilikaya yerleştirilmiş ve buradan, bebeklerin
ve okul çocuklarının hamisi Aziz Nikolaos kültü tüm Avrupa'ya ya
yılmıştır. Krallık, 1 1 3 7 'de Napoli'yi ve ayrıca da Normanların
1 072' de Palermo'yu, 1 086' da da Syracusa'yı ele geçirdikleri Sicilya'yı
kapsamaktadır.
Ardından Papalık'la çok sert bir çatışmanın yer aldığı dönem gel
miştir. Bu çatışma 1. Ruggiero'a ( 1 03 1-1 1 0 1 ) Antikçağ'ın kötü kralla
rına verilen tiran etiketinin uygun görülmesini getirmiştir. Fakat daha
sonra Sicilya'nın Narman krallarıyla Papalık arasında uzlaşma sağlan
mış ve Hıristiyan krallıklarının en parlaklarından biri ortaya çıkmıştır.
Güney İtalya ve Sicilya, Bizans'ın ve Müslümanların elinden alınmış
ve sonunda Avrupa Hıristiyan alemine iade edilmiştir. İktidar merke
zi Palermo'ya taşındıktan sonra, i l . Ruggiero (1 095-1 1 54) 1 1 30'da
kral ilan edilmiştir.
Sicilya'nın son Narman Kralı i l . Guglielmo ( 1 1 54-1 1 89) arkasın
da çocuk bırakmadan ölmüş ve taç, teyzesi Constanza'ya geçmiştir.
Constanza'nın kocası, Friedrich Barbarossa'nın 1 1 9 1 'de imparator
olan oğlu VI . Heinrich' dir. 1 1 97' de zamanından önce öldüğünde, Na
poli ve Sicilya krallığını oğluna, geleceğin i l . Friedrich'ine bırakmıştır.
Narman atalarının çabalarını sürdüren ve hatta onları geride bırakan
Friedrich, krallığını en iyi şekilde örgütlenmiş feodal monarşilerden
birine dönüştürmüştür. Palermo, Hıristiyan Avrupa' da muhteşem Bi -
zans ve Müslüman kentleriyle rekabet edebilen tek kent olmuştur.
Kültürel ve sanatsal açılardan baktığımızda, Hıristiyanlar, Yahudiler
ve Müslümanlarla sürekli işbirliği içinde çok sayıda eserin çevirisi ya -
pılmış ve Palermo, Hıristiyan Avrupa'nın sadece örnek başkenti değil,
aynı zamanda olağanüstü başkenti olmuştur. Güney İtalya ve Sicilya
krallığı 1 3 . yılın sonunda kısa süreliğine Fransızlar [Aziz Louis'nin er -
kek kardeşi Anjou'lu Charles ( 1 2 27-1 285) 1 2 68'de kral olmuştur]
tarafından fethedilmiş, sonra 1 2 82'de, Fransızların yaptığı ve tarihe
" Sicilya Vesperum Ayaklanması" olarak geçen katliamın ardından,
Aragon tarafından daha kalıcı olacak şekilde bir kez daha fethedilmiş
tir. Eğer bu fetihler gerçekleşmeseydi, Akdeniz Hıristiyan aleminin bu
olağandışı parçası, rahatlıkla ya bağımsızlığını sürdürebilir ya da Bi -
zans veya İslam dünyasının bir parçasına dönüşebilirdi. Bu örnek, Av
rupa tarihi ve coğrafyasının kaçınılmaz bir akıbete doğru sürüklen -
mediğini göstermektedir.
88 AVRU PA' N I N D o c u ş u
1 2. Yüzyıl Avrupa Rönesansı
FEODAL AVRUPA 89
Bakire Meryem Kültünün Yükselişi
• Aşai Rabbani olarak da bilinen, Hz. İsa'nın Son Akşam Yemeği'nde şükran duası ettikten son
ra, ekmek ve şarabı kendi bedeni ve kanı olarak havarilere sunuşunu anmak amacıyla düzenlenen
ayin. (ç.n.)
90 AvRuPA'N ı N Docuşu
nırlı değildir. Bu bir arınma festivalidir ve bu yüzden de hem Kilise'ye
hem de genelde tüm Hıristiyanlara, özellikle 1 4. yüzyılda rahatsızlık
veren bir sorun teşkil etmiştir. Meryem bir insan, bir kadın olarak ha
milelik ve doğum yüzünden kirletilmiş, ilk günahla lekelenmiş olabi
lir miydi? Meryem'in lekesiz doğumuna olan inanç 1 9. yüzyıla kadar
egemen olmamıştır; ama sanırım bu, Ortaçağ erkeğiyle kadınının
Meryem'i kutsal oğluna eşit bir konuma yükseltme eğilimini yansıt
maktadır.
Müjde (25 Mart) Meryem'e ve onun vasıtasıyla da genel anlamda
insanlığa, Tanrı'nın oğlunun ivedi vücut bulduğunun haberini getir -
miştir. Bakire'yle Cebrail arasındaki bu ilahi diyalog aynı zamanda bir
prototip ortaya çıkarmıştır. Bu, Erwin Panofsky'nin 1 92 7'de ve Dani
el Arasse'nin de daha ayrıntılı bir şekilde 1 999' da gösterdiği gibi, in
sanlık tarihi ve resim sanatı için en muhteşem anlardan biridir. Müjde,
Avrupa resim sanatında, ilk defa 1 344'te Sienalı Ambrogio Lorenzetti
tarafından tasvir edilmiş olan asli bir temayı başlatmıştır.
Bakire Meryem onuruna düzenlenen üçüncü büyük festival Mer
yem'in Göğe Çıkışı' dır ( 1 5 Ağustos). Bu, Mesih'in göğe yükselmesi
nin tekrarından ibarettir. Meryem burada da, dünyevi ölümü gerçek
leştiği andan itibaren sadece Cennet'e değil, Tanrı'nın tahtında otur
duğu ve kendisine de oğlu tarafından taç giydirilen semanın zirvesine
çıkartılmıştır.
1 2. yüzyıldan itibaren Meryem'e adanmış yazında büyük bir artış
görülür. Bir 1 2. yüzyıl duası olan Ave Maria, "Babamız" duasına ben -
zer bir statüye ulaşır. Bu duanın 1 2 1 5'ten itibaren yıllık günah çıkar
ma ayinlerini gerçekleştiren günahkarlara tayin edilmiş kefaretlere
neredeyse sürekli dahil edilmesiyle, Meryem kültü Hıristiyanların
dualarında asli bir yer edinmiş oluyordu. Ona adanmış birçok çalışma
nın arasında özellikle iki tanesi olağanüstüdür: Bunlardan biri Co -
incy'li Gautier ( 1 1 7 7 - 1 2 3 6) tarafından bir araya getirilmiş mucizeler -
den oluşan bir koleksiyon (dizeler halinde düzenlenmiş 5 8 mucize,
çeşitli dini şarkılar ve birtakım ayinler); diğeriyse Kastilya Kralı Bilge
X. Alfonso'nun, İber Yarımadası'nın şiir dili Galicia dilinde yazılmış
Las Cantigas de Santa Maria adlı dini şiirle birlikte Meryem'e sundu
ğu olağanüstü resimli minyatürlerden oluşan bir koleksiyondur.
Bakire Meryem kültünün, bu dönemin göz kamaştırıcı ve olağanüs -
tü ikonografisinden ne kadar çok faydalandığını farkına varmak önem
lidir. Minyatür ve yontular, Ortaçağ erkeğiyle kadınının gözlerine ve
kalplerine Bakire Meryern'in tasvirlerinden ibaret bir hazine ulaştır-
FEODAL AVRUPA 91
mıştır. Bakire'nin temsiline dair temel temalar Ortaçağ boyunca ev
rimden geçmiştir. Romanesk Bakire, dizleri üstüne oturmuş kutsal ço
cuğuyla birlikte her şeyden önce bir anadır. Daha sonra, kadınsı güzel
liğin bir simgesine dönüşmüştür. Ayrıca Hıristiyanlığın ölü oğlu Hz.
İsa'yı dizleri hizasında kollarında tutan Meryem, pieta'sında ve mün
ferit figürleri veya çoğu zaman grupları geniş cüppesinin kıvrımları
arasında koruyan merhametli Bakire' de kilit unsur olmuştur. Re -
form'un Bakire Meryem kültüne müdahalesine rağmen, Meryem yüz
yıllar boyunca Avrupa' da insan ırkının anası ve savunucusu olmuştur.
Meryem'e adanmış -ve kendisini Hz. İsa'ya adamış çalışmalarla ilişki
lendiren- sanat çalışmalarından ibaret bir evre ortaya çıkmış, ama bura
da Bakire figürü gittikçe baskın hale gelmiştir. Bakire Meryem kültü, te
melde kadınların özel ibadetleri için düşünülmüş birçok Books ofHo
urs* yazılmasına neden olmuştur. Bakire, tarihin en muhteşem olayın -
da, Tanrı'nın Hz. İsa' da vücut bulmasında en çok saygı gösterilen
oyuncu olmuştur. Kültü, tüm önemli tarihsel görüngülerde olduğu gi
bi, her yerde kök salmıştır. Bunlar sadece azizlerin emanet veya kalın
tılarının bulunduğu, yukarıda bahsedilmiş hac yerlerinden ibaret de
ğildir; ayrıca bundan sonra Hıristiyan aleminin katedrallerinin büyük
kısmına isim olarak verilen Notre Dame' da {Hanımımız) olduğu gibi,
yeni adanmış ibadet yerlerini de kapsamıştır. Çoğu örnekte, bu yerlerin
adandığı kişiler sonradan değiştirilmiştir. Örneğin, orijinal olarak Aziz
Stephanus'a adanmış Paris katedrali, Notre-Dame de Paris olmuştur.
Bakire Meryem kültü tarihçinin karşısına bir soru daha çıkartmak
tadır. Popülaritesinin kadınların yeryüzündeki konumuna yararı ol
muş mudur? Kadının Ortaçağ Batı' sında yükselmesinin arkasındaki
esin kaynağı ve dayanak olmuş mudur? Bu soruyu yanıtlamak kolay
değildir ve tarihçiler bu konuda farklı görüşler ileri sürmektedir. Fakat
bence, günahkar Hz. Havva'ya karşıt bir konuma yerleştirilmiş Bakire
gerçekten de itibarı iade edilmiş ve merhamet dağıtan kadın imgesi du -
rumuna gelmiştir. Bakire Meryem kültünün, aşağı yukarı evliliğin dini
bir törene dönüştüğü ve çocuklarla birbirine bağlı ailelere daha fazla
değer verilmeye başladığı {Hz. İsa'nın doğumunu anlatan resimlerde
görüldüğü gibi) bir dönemde ortaya çıktığını göz önüne aldığımızda,
Meryem'i kadınının dünyadaki yazgısının büyük destekçisi olarak gör -
* Book of Hours: Ortaçağ'dan kalmış olan en yaygın el yazması çeşidi. Bunlann her biri birbirin -
den farklı olmakla beraber, genelde birtakım metinleri, duaları, mezmurları ve bunlara uygun il -
lüstrasyonları içerirdi. (ç.n.)
92 AvRuPA' N ı N Docuşu
mekten başka bir seçenek yoktur. Tıpkı zarif aşkta olduğu gibi, onun
kültü sayesinde kadının statüsü gelişmiştir. " Hanımımız" en yüksek
düzeyde şövalyenin, genel anlamda erkeklerin de "hanım''ı, Ortaçağ
toplumunun ilahi ve insani dünyasında parıldayan bir kadın figürüdür.
FEODAL AVRUPA 93
rin ve kısa bir süre sonra da kafatasların dünyası Avrupa, tüm Hıristi -
yanlık alemini sarmıştır.
* Sublunary region: Eski Yunan astronomisinin bir kavramı; Dünya'yla Ay arasındaki, dört kla -
sik element olan, toprak, su, hava ve ateşten ibaret uzam. (ç.n.)
94 AVRUPA'N I N ÜOGUŞU
kaplayacaktır. Örneğin "doğaya karşı bir günah" (bu konuya geri gele
ceğiz) olduğu ileri sürüldüğünden, eşcinsellik çok daha sert bir şekil
de mahkum edilecektir.
1 2. yüzyılda, doğayla birlikte, daha da fazla insana özgü olan Akıl
da yüceltilmiştir. Akıl kavramı da hem Kilise Babaları hem de Aziz
Augustinus için aynı şekilde belirsiz, kafa karıştırıcı ve çokanlamlı ol
muştur. 1 2. yüzyılın şafağında, aklın daha iyi bir tanımını talep eden
bu kez Aziz Anselmus'tur. Hıristiyanlara teklif ettiği ''fides quaerens
in tellec tu m 'dur (aklı arayan inanç). 1 2. yüzyılın ilk dönemlerinde Bü
yük teolog Saint-Victor'lu Hugh aklı, yüce gerçekliğe yönelmiş üstün
akıl ve maddi, dünyevi aleme yönelmiş adi akıl olarak ayırmıştır. Pe
der M . D. Chenu, 1 2. yüzyıl teolojisiyle ilgili evrimin, metin analiz
yöntemlerinin (gramer, mantık ve diyalektik) genel evrimini izlediği
ni göstermiştir. Hıristiyanlık bu dönemde skolastik felsefeye yönel -
miştir.
1 2. yüzyıl hümanizmi ayrıca içgözlemin gelişmesi üzerine de ku
rulmuştur. "Hıristiyan, kendini bil" temasının ayrıntılı bir şekilde iş
lenmesine bazen Hıristiyan Sokratesçiliği adı verilmiştir. Araştırma -
cılar, bu Sokratesçiliğin yeni bir günah kavramına, niyete dayalı bir ah
laka dayandığını ve bunun da 1 2 1 S'te Dördüncü Lateran Konsil'inde
kurumsallaşan içgözlem tarzına yol açtığına işaret etmiştir. Bazen bir -
birine karşıt çeşitli biçimler alan bu hümanizm, Abelard' dan Aziz Ber
nard'a, Conches'lu Guillaume'dan Salisbury'li John'a kadar, 1 3 . yüz -
yılın neredeyse tüm dehalarının düşüncelerinde yer alan bir unsur ol
muştur.
Bu hümanizm, Robert I . Moore'un "ilk Avrupa devrimi" olarak ta -
nımladığı, 1 O. ve 1 3 . yüzyıllar arasında ortaya çıkmış gözüken, büyük
altüst oluşun kalbinde şekillenmiştir. Moore Avrupa'nın birinci değil,
ikinci binyılda doğduğunu iddia etmektedir. Bence, 1 1 . ile 1 3 . yüzyıl -
lar arasındaki Avrupa'nın önemini, Ortaçağ'ın ilk dönemlerinin aley -
hine olacak şekilde abartmaktadır. Bense, her iki dönemin de, Avru -
pa'nın ayrıntılı şekilde gelişiminde eş derecede önemli ve hatta belir -
leyici iki katman ortaya çıkardığını göstermeyi ümit ediyorum. Moo -
re'a göre,
FEODAL AVRU PA 95
layan, açgözlülük, merak ve yaratıcılığın birleşmesinin ortak sonucuy
du. Bu, iyi veya kötü, sadece Avrupa tarihinin değil, bir bütün olarak
modern tarihin temel olayıydı.
Heretikler
• İntegrist: Orijinalinde, teolojik farklılıkları dogma farklılıklarına yükseltenlere denirdi ama ar
tık geleneğe körü körüne bağlı yobazlık, hatta aşırı İslami akımlar için kullanılmaktadır. (ç.n.)
FEODAL AVRU PA 99
nın bir sonucu olarak, tüm heretik akımlar ("Katharosçular, sahte bir
isim altında kendilerini Lyon'un alçakgönüllüleri ve yoksulları olarak
adlandırmış Paterinler, Passagianlar, Josephinler ve Arnaldistler) aynı
kefeye konacaktır.
Heretiklik karşıtı baskının büyük örgütleyicisi, Papa I I I . Innocenti
us (1 1 98-1 2 1 6 arasında papa) olmuştur. Heretikli ği 1 1 99 kadar er
ken bir tarihte hainlikle bir tutmuş ve dolayısıyla bir heretiğin sahip
olduğu her şeye el koymak, tüm kamu faaliyetlerinin dışında tutul
ması ve mirastan mahrum bırakılması mümkün olmuştur. I I I . Inno
centius Haçlı Seferleri fikrini ve gerçekliğini yeniden canlandırmış ve
heretiklere yönlendirmiştir. Heretiklere karşı, 1 208' de halk içinden
haçlıların ileri çıkarak savaşmasını istediği bir savaş başlatmıştır. Savaş
Beziers'nin yağmalanması ve Biterrois'ların kasaba kiliselerinde katli
amıyla başlamıştır. Bu savaş, Kuzey Fransa' dan toprağa ihtiyacı olan
çok sayıda küçük lordu içine çekmiştir. Bu sözde Albi heretiklerine
karşı düzenlenen Haçlı Seferi l 229'a, Toulouse kontu, Güney Fran -
sa'nın tüm lordları ve kasabalarıyla birlikte silahlarını bırakana kadar
sürmüştür.
Bu arada, Dördüncü Lateran Konsili (1 2 1 5) Hıristiyan prenslere
heretiklik karşıtı bir yemin dayatmıştır. Aynı zamanda Yahudileri de
kıyafetlerine dikilen ve genelde kırmızı bir tekerlek şeklinde olan gö
rünür bir işaret taşımaya mahkum etmiştir. Bu, geleceğin sarı yıldızı -
nın Avrupa'daki doğuşu olmuştur. Her ne kadar 1 269'da Aziz Louis
yaşamının son günlerinde, görünüşe göre arzusunun dışında bu kararı
uygulamak zorunda kalmışsa da, sektiler yönetimlerin büyük kısmı
bu karara uymamayı seçmiştir. 1 232' deyse Papa IX. Gregorius, Pisko
posluk Engizisyonu yanında, Hıristiyan aleminin her yerinde Kilise
ve papa adına heretikleri yargılamış olan Papalık Engizisyonu'nu kur
muştur.
Engizisyon, "suç isnat edici" değil, daha ziyade "sorgulayıcı" olarak
bilinen yeni bir yargı yöntemi benimsemişti. Bu yöntem suçlunun iş -
lediği suçla ilgili bir itirafname vermesi için sorgulanmasından ibaret -
ti. Böylece itiraflara dayanan bir Avrupa ortaya çıkmıştı ve bir süre
sonra bu itiraflar işkence yoluyla alınmaya başlamıştı. İşkence Orta
çağ'ın ilk dönemlerinde çok az kullanılmıştı çünkü Antikçağ' da genel -
likle kölelerle sınırlı kalmıştı. Şimdi Engizisyon bunu yeniden canlan -
dırmış ve uygulama alanını ruhban kitlesinin dışına genişletmişti. Bu,
Robert 1. Moore tarafından açığa çıkarılmış, zulüm Avrupa'sının en iğ -
renç yanlarından biriydi.
1 00 AVRUPA' N I N Docuşu
Her ne kadar tam sayısını vermek mümkün değilse de, Engizisyon,
heretik ilan ettiği oldukça fazla sayıda insanı kazıkta yakılmaya mah
kum etmiştir. Engizisyon mahkemeleri tarafından mahkum edilmiş
heretiklerin cezalarının uygulanması, Kilise'nin seküler kolu olarak
hareket eden dünyevi otoriteler tarafından gerçekleştirilmiştir. Top
lumsal açıdan bakıldığında, Katharosçuluk ilk başta kentlerdeki soylu
lar ve dokumacılar gibi belli zanaatkarlar arasında yayılmıştır. 1 3 . yüz -
yılın ikinci yarısına ulaşıldığında, Katharosçular uygulanan baskının
şiddetinden ötürü birbirinden kopuk yaşayan dağ topluluklarından
(Emmanuel Le Ray Ladurie'nin kendileriyle ilgili örnek bir çalışma
yapmış olduğu Ariege bölgesinin Montaillou köyü sakinleri gibi) iba
ret kalmıştır.
Yahudilere Zulüm
1 02 AVRUPA'N I N Docuşu
düşmanlığın boyutlarının çok daha büyük olduğu anlaşılır. Hz. İsa'nın
Çilesi'nin, içinde bulundukları dönemde gerçekleşmiş bir olay oldu
ğunu düşündüklerinden, ona işkence edenleri cezalandırmak istemiş
lerdir. Zengin ve güçlü haçlılar, yolculuklarını Marsilya ve Cenova'dan
kiraladıkları gemilerle gerçekleştirmiştir. Yoksul haçlıların büyük kıs
mı deniz yolu için gerekli paradan yoksundur. Bu kişilere sık sık Mün
zevi Pierre (L'Ermite Pierre) gibi fanatikler önderlik etmiş ve Yakındo
ğu'ya Orta Avrupa' dan geçerek ulaşmışlardır. Bu yolculuk sırasında
karşılaştıkları çeşitli Yahudi topluluklarının çoğunu katletmişlerdir.
Bu Avrupa'nın ilk büyük katliam dalgası olmuştur.
1 2. ve 1 3 . yüzyıllardaki Yahudi zulmünün arkasında başka itici
güçler vardır. İki mit icat edilmiştir. Bunlardan biri, kanlarını ayinle
rinde kullanmak için, Yahudilerin genç Hıristiyan erkekleri öldürdük
lerine dair olan ve doğruluğuna inanılmış söylentidir. Bu söylenti ne -
redeyse her zaman kıyımlara neden olmuştur. Bu türden ilk suçlama
nın, 1 1 44 yılında Norwich'te yapıldığı görülmektedir ve İngiltere' de
1 2. yüzyılın ikinci yarısıyla 1 3 . yüzyılın ilk yarısında bu tür birçok
suçlama ve katliam vardır. 1 2 5 5'te Lincoln'da bir başka vaka daha gö
rülmüş ve genç bir oğlanın ölümünün ardından çıkan, onun Yahudi -
ler tarafından işkence edilerek öldürüldüğüne dair söylenti, 1 9 Yahu -
di'nin Londra'ya götürülerek asılmasına neden olmuştur. Ancak kra
lın erkek kardeşi Cornwall'lı Richard'ın müdahalesi, 90 tanesinin da
ha aynı yazgıyı paylaşmasını engellemiştir.
Her ne kadar Aziz Louis'nin hükümdarlığında (1 226-70) Fransız
topraklarında bir Yahudi kıyımına rastlanmasa da, benzer suçlama,
idam ve katliamlar Avrupa kıtasına da yayılmıştır. Yahudilerin, Hıris
tiyanların saflık arzusundan kaynaklanan zulmüne maruz kaldığı bu
dönemde, bir başka söylenti daha yayılmıştır. Bu sefer Aşai Rabbani
ayininde kutsanan ekmeğin Yahudiler tarafından kirletildiği söylenti -
si çıkmıştır. Bu suçlamayı harekete geçiren bariz bir şekilde Aşai Rab
bani töreninin inançlı kitlenin gözünde artmış önemidir ki, bu geliş -
me sonunda 1 264'te Corpus Christi (Hz. İsa'nın Bedeni) festivalinin
ortaya çıkışına varacaktır.
Yahudilere yönelik zulüm çoğu kez kitlesel sürgünleri de kapsa -
mıştır. Birçok Yahudi, 1 290'da İngiltere'den ve 1 306'da da Fran
sa'dan atılmıştır. Bunların bir kısmı geri dönmüştür ama 1 3 94'teki
Fransa Krallığı'ndan atılma geri dönüşe imkan tanımaz. 1 4. yüzyılda -
ki büyük felaketler sırasında, Yahudilere yönelik şiddetli zulümler
gerçekleşmiştir. 1 3 2 1 'de Yahudiler, cüzamlılarla birlikte, kuyuları ze -
FEODAL AVRUPA 1 03
hirlemekle suçlanmışlar ve ardından kıyımlar gelmiştir. Daha da kötü
sü, özellikle 1 348 ile 1 3 50 arasında Almanya' da Kara Ölüm olarak bi
linen veba salgını tüm şiddetiyle ortalığı kırıp geçirirken, Yahudiler bu
olayın sorumlusu ilan edilmiştir. Bu tür salgın fikri tüm Hıristiyan
Avrupa' da yayılmaktaydı.
1 2. ve 1 3. yüzyıllarda Yahudilerin tecrit edilmesinin artması, onla
rı zulümlere daha açık bir hale getirmiştir. Mülk edinmeleri ve toprak
la uğraşmaları yasaklanmış, birçok meslekten atılmışlardır. En büyük
kovulma 1 492'de İber Yarımadası'nda, İspanya'daki son Müslüman
krallık Granada Krallığı'nın ortadan kaldırılması sırasında gerçekleş
miştir. Bu toprakların Katolik hükümdarları kanın saflaştırılması (lim
pieza del sangre) arayışında, diğer tüm Hıristiyan hükümdarlardan da
ha ileriye gitmiştir. Yahudiler, Papalık Devletleri ve Almanya' daki im
paratorluk mülkleri gibi henüz kovulmadıkları yerlerdeyse, daha son
ra, onları aynı anda hem koruyan hem de tecrit eden gettolara kapatı
lacaktır.
Birçok Yahudi, içinde bulundukları tüm yasaklara rağmen, küçük
çapta da olsa, gündelik masraflarını karşılama amacıyla, tefecilik faali
yetine devam etmiştir. Bunun sonucu olarak da onları faizciler olarak
damgalayan Kilise'nin zulmüne uğramış ve dahası, Yahudilerden al
dıkları mali yardım olmadan yapamayan Hıristiyanların nefretini
Üzerlerine çekmişlerdir. Tıpla ilgili üstün yeteneklere sahip diğer Ya -
hudiler de zengin ve güçlü kişilere doktorluk yapmaya başlamış ve pa -
palada Hıristiyan kralların (Aziz Louis de dahil) büyük kısmının Ya -
hudi doktorları olmuştur.
Zulmün ortaya çıktığı ve yayıldığı bu Avrupa'da, şüphesiz en sü
rekli ve iğrenç zulüm Yahudilere uygulanandır. Sadece ırk fikrini de
ğil, Ortaçağ'a ait olmayan bazı sözde bilimsel iddiaları da çağrıştıran
ırkçılık sözcüğünü kullanma konusunda tereddüt ediyorum. Hıristi
yanların Yahudilere yönelik düşmanlığı esasen dine dayanmış olsa da
(diğer yandan Ortaçağ' da din her şeydi; öyle ki dini olanı belirleyen
asli bir anlayış mevcut değildi ve 1 8. yüzyıla kadar da mevcut olmaya -
caktı), Yahudi karşıtlığı Hıristiyanların tavırlarını açıklamada yetersiz
kalmaktadır. İşin gerçeği, Ortaçağ Hıristiyan toplumunun, Avrupa an -
tisemitizminin ilk temellerini atmış olmasıdır.
Cüzamın Belirsizliği
FEODAL AVRUPA 1 05
tur. Büyük azizler cüzamlılara yemek vererek ve bazen de onları öpe -
rek Mesih' in izinden gittikleri için methedilmiştir. Bunların en ünlüsü
Assisili Aziz Francesco ve bir diğeri de Aziz Louis' dir. Cüzam Batı' da
4. yüzyılda yayılmış gözükmektedir. Böylece cüzamlılar bir yandan
acınılan ve merhamet gösterilen, diğer yandan da hem fiziksel hem de
manevi düzeyde korku yaratan nesnelere dönüşmüştür. Bedenin ruhu
yansıttığına inanılan bu toplumda, cüzam bir günah alameti olarak gö
rülmüştür. Cüzamlı, saray edebiyatında çoğu kez itici bir karakter ola
rak tasvir edilmiştir; cüzamlılar arasındaki Isolde anlatısında görüldü
ğü gibi. Cüzamlılar, yasak dönemlerde cinsel ilişkide bulunan ebe -
veynlerden olan günah çocukları olarak damgalanmıştır. Michel Fo
ucault'nun gösterdiği gibi, cüzamlılara gösterilen genel tepki onları
tecrit etmek şeklinde olmuştur. 1 2. yüzyıldan itibaren çeşitli cüzamlı
evleri inşa edilmiştir. Teoride bir tür hastane olarak görülen bu yapılar
aslında, kentlerin dışında oluşturulmuş ve Mecdelli Meryem' den (cü
zamlıların koruyucuna dönüşen azize) esinlenerek La Madeleine adı
nın verildiği mahallelerde oluşturulmuş hapishanelerdir. Nadiren dı -
şan çıkmalarına izin verilmiş olan cüzamlılar, boyunlarına asılı küçük
bir zil sayesinde Hıristiyanları kendilerinden uzak tutmuşlardır. Kor
kunç bir sembolizmle yüklenmiş olan cüzam Ortaçağ Avrupa' sının ti
pik hastalığı olmuştur. Cüzam korkusu doruk noktasına, cüzamlıların
kuyuları zehirlemekle suçlandığı 1 4. yüzyılın ilk döneminde ulaşmış
tır. Dolayısıyla cüzam Batı'nın simgesel hastalıklarının en başta geleni
olarak kabul edilmiştir. Bir süre sonra veba, cüzamın önüne geçecektir.
Şeytan'ın Salıverilmesi
Sonunda, birbirinden farklı tüm baş belası varlıklar, iyi ve inançlı Hı
ristiyanların saflığını ve kurtuluşunu tehdit eden bir karşı toplum
oluşturmuştur. Bunlar ya fiilen liderleri Şeytan'ın kontrolü altındadır
ya da onun uyruklarıdır. Şeytan, Avrupa'ya Hıristiyanlıkla aynı za
manda girmiştir ve kökleri ya Grek-Roma pagancılığına ya da mevcut
türlü çeşitli popüler inançlardan birine giden birbirinden farklı birçok
iblisi hükümdarlığı altında toplamıştır. Şeytan ancak 1 1 . yüzyıldan
itibaren tüm kötülük kuvvetlerinin başkomutanı kabul edilmiştir. Bu
andan itibaren geleceğin lanetlilerinin dansını yönetir olmuştur. Her
insan ona yenik düşecek değildir ama herkes onun tehdidi altındadır,
herkesin onun tarafından yoldan çıkartılma ihtimali vardır. Birleşmiş
1 06 AVRUPA' N I N Docuşu
Hıristiyanlık alemi, heretik akımların aracılık ettiği "bütün insan ırkı
nın bu düşmanı"na karşı tek bir cephe oluşturmuştur. Engizisyon, bu
savaşta, Kilise'nin elindeki araç olacaktır. Fakat Şeytan'ın varlığı ve ey
lemleri uzun ömürlü olacaktır. Şeytan'ın Avrupa'sı belirmiştir.
FEODAL AVRUPA 1 07
kümdarların yerini Alman krallar ( 1 1 94'te VI. Heinrich ve ardından
da 1 1 98' de i l . Friedrich) almış ve bu, bölgenin Hıristiyanlık alemi
içindeki konumunu sağlamlaştırmış ve Palermo'yu olağanüstü bir
çokkültürlü başkent haline getirmiştir.
Orta ve Kuzey Avrupa' daysa, bir Hıristiyan krallık olarak güçlen
miş Macaristan artık Hırvatistan'la birleşmiştir. Kral I I I . Bela (hüküm -
darlığı 1 1 72-96) Bizans'la iyi ilişkiler devam ettirirken, doğu sınırını
da göçebelere karşı sağlamlaştırmış ve Fransa Kralı VII . Louis'nin bir
kızını kendisine ikinci eş yaparak Latin Hıristiyanlığıyla bağlarını da
güçlendirmiştir. Benzer şekilde, Bohemya ve Polonya da birbirlerinin
karşılıklı konumlarını, bir Hıristiyan prensliği ve bir Hıristiyan krallı
ğı olarak tekrar teyit etmişlerdir. İmparatorun desteğini sağlamış Pir -
zemislid dükleri, manastırlar kurarak ve Moravya imtiyazlarını üstle
nerek iktidarlarını pekiştirmişlerdir. Polonya'da "Çarpık Ağız" I I I . Bo
leslaw (hükümdarlığı 1 1 02-3 8), her biri özel bir alanda uzmanlaşmış
köylerden ibaret bir dizi oluşturarak Piast monarşisinin ekonomik
canlılığını yakalamıştır. Bu, onun iktidarını güçlendirmesini sağlamış,
böylece Pomeranya'nın fethi ve Wloclawek, Lubusz ve Wolin'de yeni
piskoposlukların oluşturulmasına girişmiştir. Ayrıca Benedikten ve
Premonstratensian * dini tarikatlarını da desteklemiştir. Fakat vasiye -
tinde Polonya'yı farklı bölgelere ayırmış ve bunları oğullarına dağıt
mıştır. Polonya' da monarşinin zayıflaması bu tarihten sonra başlamış
tır. Bazı tarihçiler, Sovyetler Birliği'nin 1 989' da yıkılmasından sonra
Ortaçağ'da oluşmuş Orta Avrupa'nın tekrar belirdiğini düşünmekte
dir. Bunlardan biri, yeni Orta Avrupa Üniversitesi'nde Ortaçağ Araş
tırmaları Bölümü' nün örgütlenmesine yardımcı olmuş Macar Ortaçağ
tarihçisi Gabor Klaniczay'dır. Burası, Ortaçağ'ın Latin, Yunan, Slav ve
doğu Hıristiyanlıkları ve bu bölgelerde Avrupa medeniyetinin zaman -
la yayılmasıyla ilgili karşılaştırmalı çalışmalardan oluşan dersler baş -
!atmıştır. Bu çalışmaların ortaya çıkardığı şey, tıpkı Ortaçağ' daki gibi
batıdan doğuya uzanan geniş ve sınırsız bir bölge için açık, çeşitlendi -
rilmiş ve yaratıcı bir laboratuar oluşturan bir Orta Avrupa' dır: Klanic
zay'ın kendi sözleriyle, hakiki bir Avrupa "Ütopyası" dır bu.
Benzer şekilde kuzeyde İskandinavya da Hıristiyanlık alemindeki
konumunu sağlamlaştırmıştır. İzlanda, 1 1 . yüzyılın sonunda Ortaçağ
1 08 AVRUPA'N I N Docuşu
Hıristiyan edebiyatının güzelliklerinden biri olacak o son derece oriji
nal epikleri, ilk sagaları ortaya çıkarmaya başlamıştır.
İskandinavya'nın siyasi ve idari istikrarı Ortaçağ'da hiçbir şekilde
kesinleşmiş değildir. Danimarka, Norveç ve İsveç açıkça ayırt edilebi
len devletler değildirler ve öyle ki, 1 1 . yüzyılın başlarında Danlar diğer
iki İskandinav krallığını ve de İzlanda'yı kontrol altına almaya çalışır
ken aynı zamanda kısa bir süre için de İngiltere'nin efendileri olmuş
lardır.
Dini metropolis ilk başta, otoritesini 1 1 03 ile 1 1 04 arasında tüm
İskandinavya bölgesinde oluşturmuş ve o sırada Danların elinde olan
Lund Başpiskoposluğu' dur. Ardından 1 1 52 'de N orveç'te, en görkem
li zamanı Valdemar dönemi olan (1 1 5 7-1 24 1 ) Nivados'ta (Trondhe
im) bir başpiskoposluk kurulmuştur. İsveç'te Uppsala, 1 1 63 -64'te
metropolitlik düzeyine yükseltilmiş ve Cistercium keşişlerinin çaba -
lan sayesinde bir dizi manastır kurulmuştur. Fakat siyasi istikrarsızlık
daha da artmıştır. 1 1 56 ile 1 2 1 O arasında beş kral suikasta kurban git
miştir. Sonunda, askerlik sanatına yeni bir şekil verilirken (ağır süvari
nin ve müstahkem kalelerin ortaya çıkışı), hakiki bir soylu sınıfı ege
men sınıf olmuştur. Hıristiyanlık dinini kabul etme, Latin yazı ve bil
gisini sunan üstün bir kültüre erişim hakkı getirmiştir; bu kültür dışa
rıda (Almanya'da Hildesheim' da, İngiltere' de Oxford' da ve özellikle
de Paris'te) eğitim görerek elde edilebilmektedir. İskandinav ülkeleri,
her şeye rağmen, Avrupa'nın diğer yerleriyle karşılaştırıldığında bir
bakıma arkaik ve önemsiz kalmıştır.
FEODAL AVRU PA 1 09
yegane Hıristiyanlar) ve onlardan da Müslümanlara geçmişti. Hıristi -
yanlık aleminin kutsal kabul ettiği yerlerde, hiçbir zaman birleştiril
miş tek bir Hıristiyan siyasi kurumu tesis edilmemişti. Buralar Yahu
diliğin de kutsal kabul ettiği yerlerdi (her ne kadar Roma'nın buraları
fethi ve bunun ardından Yahudilerin bu topraklardan sürülmesi Ku
düs'ün Yahudi nüfusunu ufak bir azınlığa dönüştürmüşse de). Ayrıca
Müslümanlar da bu yerleri kutsal kabul ediyordu. Çünkü Muhammed
Cennet'e Kudüs'teki Kubbetü's-Sahra'dan yükselmişti. Kudüs, yuka
rıda belirtildiği gibi, çok erken bir tarihte Batı Hıristiyanları için eşi ol
mayan bir hac yerine dönüşmüştü. Türklerin bu bölgeyi 1O. yüzyıldan
itibaren istilası, Batı Hıristiyanlarındaki tavır değişikliğini meşrulaştı
ran bir bahane olacaktı. Fakat asıl mesele bu değildi. Haçlı Seferleri'nin
arkasındaki dini ve ideolojik neden, iki uzun evrimin birbiriyle birleş
mesiyle ilgilidir.
Bunlardan ilki ve muhtemelen daha önemli olanı, Hıristiyanlığın
savaşmaya başlamasıdır. Yeni Ahit'in Hıristiyanlığı, tıpkı Hz. İsa'nın
kendisi gibi, barış yanlısıydı ve savaşa son derece karşıydı. Roma im
paratorlarının Hıristiyanlara zulüm etmelerinin temel nedenlerin
den biri, onların asker olmayı reddetmesiydi. Bunun arkasında yatan
neden, sadece imparatora bağlılık yemini etme konusundaki istek
sizlik değil, kan dökme fikrinin kendisine karşı duyulan düşmanlık
tı. İmparatorluk 4. yüzyılın sonunda, Hıristiyan olduğunda, Hıristi
yanların tavırları da değişmeye başlamıştı. Artık imparatorluğun
tüm uyrukları (yakında hepsi Hıristiyan olacaktı) Hıristiyan impara
torluklarını savunmak için göreve çağrılmaktaydı. Her şeye rağmen,
Hıristiyanların savaş fikrine düşmanlıkları uzun bir süre devam et
mişti. Üstelik savaş benzeri pratiklere gösterilen tavırlar değiştiğin
de bile, silah taşıma ve bunun sonucu olan kan dökme, papazlara ve
genelde din adamlarına menedilmişti. Bazı istisnalar mevcuttu. Kili
se'nin kabul ettiği ve hatta övdüğü tek durum, askeri tarikatlarınkiy
di. Bunlar, 1 2. yüzyıldan itibaren, Hıristiyanlığın kutsal yerlerini ve
bazı durumlarda da Batı'nın kendisini (örneğin, İber Yarımadası ve
Töton şövalyelerinin durumunda, Prusya ve Litvanya) korumak için
keşiş-şövalye grupları oluşturmaya başlamıştı. Fakat en önemli ge -
lişme, temelleri Aziz Augustinus tarafından atılmış olan adil savaş
kuramının oluşturulmasıydı. Adil savaş, olağan bir bireyin değil, bir
Hıristiyan imparator (daha sonra Ortaçağ'ın prens ve kralları) gibi
yüce bir otoriteye sahip bir liderin karar verdiği ve başlattığı bir sa -
vaştı. Teoride böyle bir savaşın hiçbir zaman saldırgan olmaması ge-
Bu kitabın benimsediği uzun vadeli bakış açısına göre önemli bir diğer
soruyu daha ele almak gerekiyor. Haçlı Seferleri aracılığıyla Latin dev -
Kentlerin ve
Üniversitelerin
''Güzel'' Avrupa 'sz
(1 3 . Yüzyıl)
1 17
etkilemiştir. Öğrenim etkinliğinin boyutları, bölgelere ve kentlere gö
re değişmiştir ama birçok kentte çocukların yüzde 60'ını veya daha
fazlasını kapsamıştır. Bazılarında, örneğin Reims'de, kızlar bile etki
lenmiştir. Mevcut çalışma bağlamında daha da önemli olan, yük
seköğrenim olarak adlandırılacak merkezlerin, yani üniversitelerin
kurulması ve bunların başarılı olmasıdır. Bunlar birçok öğrenciyi çek
tikleri gibi, çoğu tanınmış ve hatta ünlü olan öğretmenlerin bu ku
rumlarda ders vermeleri de sağlanmıştır. Yeni bir öğrenim, yani sko
lastik felsefe, 1 2. yüzyılın entelektüel araştırmalarının sonucu olarak
bu kurumlarda ortaya çıkmıştır. Son olarak da, diğer üçünü destekle
miş ve harekete geçirmiş dördüncü başarı, yaklaşık 30 yıl gibi bir süre
içinde, kentlerde yaşayan ve genellikle buralarda etkin olan yeni dini
figürlerin yaratılması ve bunun olağanüstü bir şekilde yayılması ol
muştur: Bunlar dilenciliği benimsemiş tarikatların üyeleridir. Bu kişi
ler yeni bir toplumu biçimlendirmiş ve bu toplumun kabul ettiği Hı
ristiyanlığı her yönüyle yeniden biçimlendirmiştir.
Piskoposluk Kentleri
"Büyük" kentler
1 20 AvRuPA' N ı N Docuşu
1 3 00'lerdeki nüfusunun muhtemelen 200.000 olduğu iddia edil
mektedir.
Kent Edebiyatı
Başkentler
Kent-Devletleri
Diğer bir gelişmiş kent tipi de bir devlete dönüşmüş olandı. Bu tür
kentlerin büyük kısmı İtalya' daydı. Yves Renouard, 1 0. ve 1 4. yüzyıl
lar arasında İtalyan kentlerinin geçirdiği evrimde üç evre belirlemiştir.
Birinci evre, iktidarı yerel kont veya piskoposun elinden alan aristok
rat komünün kuruluşuydu. Ardından, iktidardaki aristokrasinin çe
şitli hizipleri arasında ortaya çıkan çatışmalarla karşı karşıya kalan
kent, (en ünlü muhalefet Floransa' da Guelfo ile Ghibellino arasında
kiydi), bir podesta olarak sınırlı yetkiler vereceği bir yabancıya başvu -
racaktı. Sonunda yönetim seçkin, " hali vakti yerinde" tüccar ve zana -
atkar gruplarının oluşturduğu odalar ve korporasyonlar tarafından ele
geçirilecek ve bunlar da o andan itibaren gittikçe artan bir şekilde halk -
la ihtilafa düşecekti. İktidar her yerde, özellikle Cenova, Milano, Flo
ransa, Venedik ve hatta Roma' da büyük ailelerin oluşturduğu sülale
ler arasında hiç bitmeyen bir mücadele biçimini almıştı. Bu büyük ai -
lelerin ve kontrollerindeki konseylerin politikaları, özellikle kentlerin
çevresinde bulunan ve şimdi onların kontrolüne geçmiş toprakların
dönüşümüne yol açmıştı. Bu, kentleri devletlere dönüştüren evrim
deki ilk adımdı. Bunun en iyi örnekleri, Venedik, Milano ve Floran -
1 22 AVRUPA'N I N Doc u ş u
sa'ydı. Fakat kentsel İtalya, Ortaçağ kentlerinin Avrupa'sında uç bir
örnek ve bir istisnaydı. Örneğin, soylular İtalya' da asıl olarak kentler
de ikamet ederken, Avrupa'nın geri kalan kısmında soylular, en zen -
ginleri kentlerde ikinci ikametgahlarla sahip olmuş olsalar bile, esas
olarak taşralarındaki kalelerde yaşamışlardır.
Kentler vefeodalizm
• Ortaçağ' da, geleneksel topluluklar içinde gelişen ve süreç içinde yasa koyucular/toplayıcılar ta -
rafından derlenerek hukuki bir nitelik kazandırılan kurallar, normlar dizisi. Burada Kral V l l .
Louis'nin çıkardığı berata gönderme yapılıyor. (ç.n.)
1 26 AVRUPA' N J N Doc u ş u
luktan kurtulmanın son çaresi ve hayatta kalmanın bir yolu olarak ge
çerli olabilirdi, zevk amaçlı olamazdı. Ve kızlar, örneğin aşırı makyaj
yapmak gibi, göz boyamaya çalışmamalıydı. Fahişelik her meslekte
alışılmış olduğu üzere, gittikçe artan bir şekilde kurallara tabi oluyor
du. Bu, bugün hala çeşitli sorulara muhatap olan fahişeliğin Avru
pa' daki başlangıcı olmuştur.
Kentler ve Demokrasi?
1 28 AVRUPA' N I N Docuşu
mik canlılığı besleyen bir ekonomik teşvik merkezi olmaktan ibaret
değildi. Çoğu yoksul olan alt sınıfların sürekli büyüyen varlığına rağ
men, toplumsal açıdan bakıldığında, burada kaba bir demokrasi mo
deli görülebilirdi. Roberto Lopez, bir yanda Avrupa Ortaçağ kenti ile
diğer yanda Antikçağ kentinin mirasçısı Bizans kentini, kent dışında
ki müminlerin oluşturduğu topluluk olarak ümmet' in bağrında birleş
meyi bir türlü başaramamış Müslüman kentiyle ve merkezden, karak
terden ve özerklikten yoksun Çin kentiyle karşılaştırmış ve şu sonuca
varmıştır: "Avrupa' da kent deneyimi, bir bütün olarak ele alındığında,
diğer yerlerdekinden daha yoğun, daha fazla çeşitlilik sunan, daha
devrimci ve (hadi söyleyeyim) daha demokratikti." Kent, Avrupa'nın
her yerinde tarihsel ilerlemenin bir işaretiydi. Kentler, derebeylere öz
gü müstahkem merkezlerle (Fransa' da bourg'lar) veya ticari etkinliğin
ilkel biçimiyle (bunun modeli Polonya ile Slav ülkelerinin grod'udur)
bağlantılı kentsel kümelerden ortaya çıkmış ve gelişmiş, ardından Hı
ristiyan Avrupa aleminin tamamına yayılmış, onu tanımlamış ve ona
yaşam vermiştir. Bu, Kelt, Germen, İskandinav, Macar ve Slav toprak
ları için doğrudur. Yavaş yavaş Avrupa'nın parçası haline gelen bu top
rakların etkisi, esasen kentleri tarafından yapılmış etkiye bağlı olmuş
tur. Doğu ve Kuzey Avrupa' da kentleşme daha az gelişmiş ve büyük
kentler daha az sayıda olsa da, bu genel büyüme ve güç olgusu her yer
de geçerli olmuştur. Sadece İzlanda ve Frizya, kentlerin bu gelişiminin
dışında kalmıştır.
Farklı merkezleri bir araya getiren bir ağ içinde olan bir insan; kentine
uzanan yollar aracılığıyla gelen insanların ve diğer şeylerin etkilerini
kabul etmeye hazır, dış dünyaya açık bir kişi; bu açıklığın ve yeni un
surların oluşturduğu sürekli akış sayesinde psikolojik açıdan gelişen ve
bir bakıma, yeni meydan okumalarla yüzleşerek varlığının daha çok
farkında olan biri.
Kent sakini okul, kamusal alan, han, vaaz ve tiyatronun (ilk olarak
manastır ve kiliselerde yeniden canlandırılmış, ardından 1 3 . yüzyıl
dan itibaren, kent alanlarında gelişmeye başlamıştır: Adam de La Hal
le'in Le/eu de lafeuillee'si [Yeşillikler arasında oyun] 1 2 88'de Arras'da
sahneye konmuştur) etkileşimiyle oluşan topluluk kültüründen ya
rarlanmıştır.
Kent yaşamı, çiftlere ve bireylere daha fazla özgürlük tanınmasına
da yardımcı olmuştur. Aile yapısı, kentlerde esasen menkul değerler
ve paradan ibaret olan çeyizler sayesinde evrilmiştir. Kentin, kendi bi -
çimlendirdiği kişiler tarafından oluşturulan bir kişiliği vardı. Modern
Avrupa kentleri, birçok Ortaçağ kentinin temel özelliklerini sürdür -
mektedir.
Ortaçağ taciri her şeyden önce hareket halinde bir tacirdi. Bozuk yol
lardan, malı için gerekli taşıma araçlarının kusurlarından, seyahat gü -
venliğinin yetersizliğinden ve muhtemelen her şeyden önemlisi, sayı -
sız lord, kent ve cemaat tarafından köprülerini, nehir geçiş yerlerini
kullanma ve hatta bölgelerinden sadece geçme hakkı için dayatılan
vergiler, gümrükler ve yol ücretlerinden ötürü başı dertte bir tacirdi.
1 2 . ve 1 3 . yüzyıllarda ticaretle ilgili tek önemli gelişme, nehirlerin
üzerinde birçok köprünün kurulmuş olmasıdır. Özellikle önemli bir
başarı, 1 2 3 7'de, Saint Gothard Geçidi üzerinden, İtalya'yla Almanya
arasındaki en kısa yolu açan ilk asma köprünün inşa edilmesidir. Fakat
tüccarların büyük kısmının tercih ettiği ticari hatlar, nehir ve deniz
yolu üzerinden olanlardı. En önemli iki nehir hattı Po ve kollarıyla
1 32 AVRUPA' N I N Docuşu
Moselle ve Meuse'e ulaşımı sağlayan Rhône'du. Son olarak da, 1 2.
yüzyıldan itibaren, etki alanı yapay kanallarla (vaarten) ve barajlar ve
kanal havuzlarıyla (overdraghes) genişletilmiş Flaman nehirlerinin
oluşturduğu ağ, bir 1 3 . yüzyıl ticaret devrimi ortaya çıkarmıştır ki, bu
devrim İngiltere' de kanalların inşasının harekete geçirdiği 1 8. yüzyıl
Sanayi Devrimi'yle karşılaştırılabilir. Fakat Ortaçağ'ın temel ulaşım
türü deniz taşımacılığıydı; her ne kadar, denizi Kitabı Mukaddes'ten
çıkma canavarların ve kazaların (Aziz Paulus baş etmek zorunda kaldı
ğı deniz kazalarıyla ünlüydü) dünyası, tehlike ve büyük sıkıntıların
simgesi (Kilise gemisi sık sık dalgaların arasında bir o yana bir bu yana
giden bir tekne olarak düşünülmüş ve temsil edilmişti) olarak gören
Ortaçağ insanlarında okyanus büyük korku kaynağı olsa da, bu durum
değişmiyordu. Bu korkulara rağmen, Ortaçağ'da denizlerden yararla
nan bir Avrupa kendisini göstermiştir. Bu alandaki ilerleme yavaş ama
kararlıydı. Gemilerin kapasitesi artmıştı: İtalyan ve özellikle Venedik
donanmalarında bin tonluk kapasitelere ulaşılmıştı. 1 3 . yüzyılda kay
dedilmiş ilerleme, temelde kıç dümeninin, latin yelkenin, pusulanın
ve haritacılığın yayılmasından kaynaklanmıştı. Deniz ticaretinin te
mel avantajı, yavaş olmasına rağmen, kara taşımacılığından çok daha
ucuz olmasıydı.
Champagne'zn panayırlan
Parasal Problemler
Tüccarların Avrupa'sı
Gezgin tüccarın yerini gittikçe artan bir şekilde işini, hepsi birlikte
simsar olarak bilinen, muhasebeci, komisyoncu, temsilci ve çalışan -
lardan ibaret bir ekip aracılığıyla idare eden yerleşik tüccar alıyordu. Bu
personel, yurtdışına yerleşecek ve merkezde bulunan patronlarının
1 34 AVRUPA' N I N 0 0 G U Ş U
gönderdiği emirleri yerine getirecekti. Böylece tüccar sınıfının barın
dırdığı çeşitlilik gittikçe artmıştı. Brugge kenti üzerine bir çalışmada,
Raymond de Roover şu unsurlara raslamıştır: Bunlardan ilki çoğu kez
Lombardlar (yani İtalyanlar) veya Cahors'lular (İtalya ve Cahors kenti
uluslararası kredi düzenlemesiyle bilinen ilk merkezlerdi) olarak ad
landırılmış ve kefalet karşılığında borç ve tüketici kredileri veren ve
Yahudi tefecilerle karşılaştırıldığında daha üstün görülen tefecilerdi;
ikinci grupsa, çok sayıda farklı para biriminin var olduğu Ortaçağ' da
en sık ihtiyaç duyulan parasal faaliyeti sunan sarraflardı; son olarak da
tüccar-bankerler olan kambiyocular vardı. Bunlar, kambiyo komis -
yoncusu olarak başlamış ama daha sonra mevduat ve kredi karşılığı
yatırımları kabul etmek üzere faaliyet alanlarına göre çeşitli dallara ay -
rılmıştı. Böylece Avrupa bankacılığı doğmuştu.
Daha önce gördüğümüz gibi, tüccarın dünyası temelde kentsel bir
dünyaydı. Fakat her ne kadar tüccar, özellikle İtalya' da "halk" olarak
adlandırılan tabakaya dahil edilmişse de, zenginlik ve güç açısından
iki düzeye ayrılabilirdi. Bu tür toplumsal ayrımlar son derece belirgin
di ama hukuki ayrımlardan daha fazla önemseniyordu. Her ne kadar,
burjuvanın statüsü belli ayrıcalıkları da beraberinde getiriyor olsa da
ve bu statü herkese açık olmasa da, bir kentin ekonomik, toplumsal ve
siyasi meseleleri söz konusu olduğunda, servet farklılıkları, ekonomik
ve siyasi roller bu statüden daha büyük önem kazanıyordu. Yves Re
nouard'ın gözlemlediği gibi, "İşadamlarının siyasi tahakkümünün
yerleştirmiş olduğu şey aslında bir sınıf rejimiydi." Tüccarın tahakkü
mü kendini çeşitli şekillerde göstermişti. Tüccarlar, zanaatkarlar ve sa
nayi işçileri arasında ücretli çalışmanın yaygın olmasından fayda sağ
lamışlardı ve bu ücretleri de kendileri tayin ettikleri için, emek piyasa
sını da kontrol altında tutuyorlardı. Konut piyasasına da egemendi
tüccarlar çünkü sadece iş vermiyorlardı, aynı zamanda gayrimenkule
sahiplerdi. Ayrıca, tüccarlar iktidarlarını ve bu iktidarlarıyla birlikte,
bizim vergilendirmede eşitsizlik olarak adlandırabileceğimiz bir me -
kanizma aracılığıyla, toplumsal eşitsizliği de koruyup pekiştirmişti.
Örneğin, temel vergi olan "geçiş vergisini" kendi kontrol ettikleri
konseyler tayin ediyordu. Dönemin hukuk adamı Beaumanoir, Beau -
vais' deki gümrük mevzuatı üzerine, 1 3. yüzyılın ikinci yarısına ait
ünlü bir metinde, kentli Avrupa'nın eşitsizliğinin kökleriyle ilgili net
bir açıklama sunmaktadır: "Komünal kentlerde geçiş vergileriyle ilgili
birçok şikayet mevcuttur; çünkü kentin yönetimini üstlenmiş zengin
ler, olması gerekenden (hem onlar hem de aileleri) daha az vergi ver -
Paranın Gerekçelendirilmesi
İlk başlarda, 1 2. yüzyılda da olduğu gibi, her tacir az veya çok bir tefe
ciydi ve tefecilik de Kilise tarafından yasaklanmıştı. Fakat ne zaman ki
tefecilik neredeyse tamamen Yahudilerle sınırlanmış ve tüccarın gücü
artmıştır, Kilise de yavaş yavaş tüccar tarafından gerçekleştirilen kar
lar için haklılık gerekçesi oluşturmaya başlamış ve muğlak bir şekilde,
meşru karlar ile gayri meşru karlar şeklinde bir ayırım getirmiştir. İleri
sürülen bazı haklılık gerekçeleri, ticaret tekniklerinin kendileriyle iliş
kilendirilmişti. Kilise, yürüttükleri işler sırasında zarara uğratıldıkla
rında, tüccarın tazminat talep etmesine izin vermişti. Tüccarın çalış
ma tarzı, Avrupa tutum ve ahlakına şans, risk ve belirsizlik mefhum -
}arının dahil olmasını sağlamıştı. Bundan da önemlisi, daha sonra gö
receğimiz gibi, tüccarın karlarına haklılık kazandırılması, karın bir tür
işin karşılığı olduğu gerçeğinin kabul edilmesine dayandırılmıştı. Da
hası, kamu yararı ve genel yarar fikirlerinin skolastik düşünce ve vaaz
lar aracılığıyla yayılması, tüccar için de geçerli olmaya başlamıştı. Böy -
lece din adamı ve düşünür Strasburglu Burchard, 1 3 . yüzyılda şöyle
bir beyanda bulunmuştu: "Tacirler istisnasız herkesin iyiliği için çalış
maktadır ve onların pazardan pazara mal taşıma işleri, genel yarar
kapsamına girer."
Daha 1 3 . yüzyılın başında İngiliz Cobham'lı Thomas itiraflar elki -
tabında şu gözlemde bulunmuştur: " Eğer tacirler bir yerde çok olanı
eksikliği hissedilen başka bir yere taşımasalar, birçok yerde büyük zor -
luklar olacaktır. Dolayısıyla yaptıkları işin bedelinin ödenmesi gerek
tiği konusunda tamamen haklıdırlar. Büyük ölçekli uluslararası tica
ret, artık Tanrı'nın emrettiği bir gereklilik, Takdiri İlahi'nin tasarımı
nın bir parçasıdır."
Tüccarın itibarı ve gittikçe artan gücü, Avrupa' da hakim olan tavır -
larda büyük değişiklere sebep olmuştur. Michel Mollat'nın gözlemle -
1 36 AVRUPA' N ı N Docuşu
diği gibi, para, tüccar sayesinde "toplumun temeli"ne dönüşmüştür.
Fakat tüccar, sistematik bir şekilde feodal değerlere karşı çıkmamıştır.
Asiller gibi yaşayarak kendini asil gibi göstermek istemiş ve bazen de
bunu başarmıştır. Ortaçağ iktidarının temel dayanağına, yani toprağa
sahip olma amacıyla gayrimenkul almış ve hem bu gayrimenkulü hem
de üzerindeki köylüleri sömürerek kazanç sağlamaya çalışmıştır.
İleride hakkında daha fazla konuşacağımız yeni dini pratikler, tüc
carın etkinliklerine başka haklı gerekçeler sağlamıştır. Tüccar birçok
hayırseverlik faaliyetine (Kilise bu şekilde adlandırıyordu), özelliklere
yoksullara bağışta bulunmaya katılmıştır. Siena' daki Santa Maria della
Scala gibi ilk kent hastanelerinin kurulmasının arkasında, büyük çap
ta onlar olmuştur. Diğer yandan, Kilise bu dönemde, Araf' ta bulunan
ruhlar için dua etmeyi başlatmıştır ve bu, günah çıkartmayla kurtulu -
namayan günahlardan arınılan bir yer olarak, cennetten önceki bekle
me odasına dair inancı desteklemiştir. Bu yenilikler tüccara, Kilise'nin
1 3 . yüzyıla kadar tüm tefecilerden esirgediği kurtuluş ümidini sun
muştur. Alman Cistercium tarikatından Heisterbach'lı Caesarius'a ait
bir metin, Araf'a nakledilmiş ve oradan, dul bıraktığı eşinin duaları sa
yesinde cennete geçmiş Liege'li bir tefecinin öyküsünü anlatmaktadır.
1 3 . yüzyıldan itibaren tüccarın büyük kısmı tarafından sunulan ha
milik etkinliği bilhassa ilginçtir. Kendilerini kabul ettirdikleri kentle
re olan bağlılıklarını, kiliselerin yapımını finanse ederek ve özellikle
de bunları süslemeleri için sanatçılar tutup, paralarını ödeyerek gös
termişlerdir. ( 1 3 00 civarında ilk "modern" sanatçı Giotto, kendisini
tutmuş Floransalı büyük burjuva tarafından yaptığı işin karşılığını cö
mertçe almıştır.) Tacirler, Ortaçağ'da güzellik anlayışı gelişmiş ve gü
zellik karşısında etkilenen ilk kişiler olarak da öne çıkmaktadır: Para
ve güzellik arasında beklenmedik bir ittifaktır bu.
Son olarak da, ticari tekniklerin gelişimi ve özellikle tüccar banker -
lerin işinde kayıt tutmanın gittikçe artan önemi, bazen entelektüel
tüccar kültürü olarak adlandırılan şeyin gelişimini teşvik etmiştir.
Tüccarın bu tür bir kültüre ihtiyacı, Gent'te 1 1 79 kadar erken bir ta -
rihte görüldüğü gibi, kent ortaokullarının açılmasına neden olmuştur.
Bu, yazı, aritmetik, coğrafya ve yaşayan dillerin teşvik edilmesi ve ya
yılması aracılığıyla kültürün laikleşmesini harekete geçirmiştir. 1 3 .
yüzyılın sonunda bir Cenovalı bir tacire şu tavsiyede bulunuyordu:
"Yaptığın her şeyi kaydetmeyi asla unutma. Hemen, aklından çıkma -
dan yaz." Bir sonraki yüzyılda bir Floransalı şu gözlemde bulunuyor -
du: "Kişi yazma konusunda hiçbir zaman tembellik etmemeli." Arit -
1 38 AVRUPA' N I N Docuşu
geç 1 1 3 0'da elde ederek Londra Köprüsü'nden yukarıda, Thames kı
yısında bir ev tuttukları İngiltere' de, özellikle başarılıydılar. Guildhall
olarak bilinen bu yeri, iş merkezlerine dönüştürmüşlerdi. 1 1 57'de de
Kral I I . Henry, Köln tüccarını özel koruması altına alacaktı. Kuzeydo
ğudaysa Baltık ticareti Gotland'ın denizci köylülerinin elindeydi ve
bu sayede Rusya'daki Novgorod başarıyla tanışmıştı. Ayrıca Rus tüc
carlar, Almanlardan çok Prusyalılar ve Estonyalılarla karşılaştıkları
Baltık havzası ve Danimarka gibi başka yerlerde de faaliyet yürütüyor
lardı. Kentler geliştikçe ticari manzaranın tamamı da değişmişti. Han -
sa Birliği kentsel gelişimle yakından bağlantılıydı.
Philippe Dolinger, tacirlerin omuzladığı ve 1 3 . yüzyılda Hansa Bir
liği kentlerinin statüsünü teyit eden süreci açıklamış ve şu şekilde
özetlemiştir:
1 40 AVRUPA' N I N Docuşu
1 2 52 ve 1 2 5 3'te Alman tüccarlar Flandre kontesinden de bir dizi
ayrıcalık elde etmişti. Hansa Birliği'nin ticari başarısı hiçbir kesintiye
uğramadan, birliğin ilk diet'inin ve kentlerinden ibaret federasyonu
nun (Hanse'nin) kesin olarak oluştuğu 1 3 56'ya kadar devam edecekti.
Hansa Birliği'ne bağlı kentler geliştikçe, Philippe Dollinger'nin de -
yişiyle "Batı'nın dünya pazarı olmaya doğru ilerleyen" Brugge'nin
zenginliği de artmıştı. Brugge kapılarını tüm ulusların tacirlerine aç
mıştı: tekstil endüstrisi için yün getiren İngiliz, İskoç ve İrlandalılar,
sığırlarını satan Hollandalılarla Frizyalılar ve de La Rochelle ile Bayon
ne arasındaki Anglo-Fransız Atlantik sahilinden şarap getiren tacirler.
İspanyollarla Portekizliler de Brugge'ye yün ve güney bölgelerine ait
meyveleri taşıyorlardı.
Champagne panayırlarını iyi kötü terk etmiş İtalyanlar da artık
Brugge'ye yerleşmişti ve böylece burası Kuzey Avrupa'nın en önde
gelen finans merkezi olmuştu. 1 3 . yüzyıldan itibaren konvoy halinde
seyahat eden Ceneviz ve Venedik kadırgaları da baharatlardan ibaret
yüklerini düzenli bir şekilde Zwin'e (Brugge'yi denizle birleştiren su
yolu) getirmekteydi. Deniz ticareti sayesinde, İtalya' dan Flandre'a ve
Baltık'a kadar yayılan Avrupalı bir dünya ekonomisi belirmişti.
Carta magna bir medeni hukuk kürsüsü, üç kilise hukuku kürsüsü, iki
mantık kürsüsü, iki gramer kürsüsü, iki fizik (tıp) kürsüsü, hoca ve öğ
rencilere gerekli kitapları sağlamak için bir kütüphaneci pozisyonu, bir
* Licentia ubique docendi: Papalık kontrolündeki herhangi bir üniversitede öğretme yekisi. (ç.n.)
1 46 AVRUPA' N I N Docuşu
Kitapların Uygarlığı
• Monastik: Manastırla ilgili olan; burada manastırda üretilen anlamında. Orijinal cümlenin ya -
pısını korumak için monastik (monastic) kelimesi olduğu gibi bırakılmıştır. (ç.n.)
1 48 AVRUPA' N I N D o c u ş u
Üzerlerine düşen rolü oynamaya başlamıştır. Bu kategoriye "book of
hours" adı verilen okuma kitapları giriyordu. Bu kitaplarda, Bakire'ye
edilen duaların da eklendiği (bu, neden çok sayıda kadın okur olduğu
nu açıklamaktadır) bir ilahiler kitabı (psalter), bir takvim (burçlar ve
her aya ait mevsimlik işler), pişmanlık duaları, azizlere yöneltilmiş ya
karışlar ve yardım rica eden dualar ve ölüye ve Araf inancına dair dini
kaygılardan esinlenen ölüye edilen dualar bulunurdu. Bu okuma ki -
tapları nihayetinde zengin ve güçlüler için yapılmış çalışmalardı. Çün -
kü içlerindeki muhteşem tasvirler, minyatür resimlerle süslenmiş
"zarif kitaplar"ın modasının artık sona ermekte olduğu bir dönemde,
bunları özellikle pahalı kılmıştı. Üniversite kitapları ve pratik amaçlar
için yazılan kitaplar, yavaş yavaş zarif sanat ürünleri olarak yazılmış
kitapların yerini alıyordu.
Ansiklopediler
philosophia mundi' sinin belirdiği tarih kadar erken bir dönemde felse -
1 50 AvRuPA'N ı N Docuşu
yazmıştı. Mayorka' da antik ve modern dillerin öğretilmesini başlatan
Lull, Akdeniz bölgesinde ve Hıristiyanlık aleminde birçok yere seya
hat etmiş, Yahudilerle Müslümanların Hıristiyanlaştırılmaları süreci
ne yorulmak bilmez bir şekilde katılmıştı. Bu büyük ansiklopediciler
gibi Lull da, inanç ile aklın ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu
konusunda ısrar etmiş, bu bakış açısını desteklemek için olağanüstü ve
alışılmadık yeteneklerini kullanmıştı.
Skolastik düşünce
1 52 AVRUPA' N I N Docuşu
Aquino'lu Tommaso, çalışmaları Avrupa düşüncesi üzerinde bu
güne kadar en büyük etkiyi yapmış skolastikçidir. Paris'te çeşitli dö
nemlerde ilk önce öğrenci ve ardından profesör olarak bulunmuş, ay
nı zamanda Orvieto, Roma ve Napoli'de eğitim görmüş ve soylu sını
fın alt katmanlarından gelen bu İtalyan, öğrencilerin ilgisini çeken ve
onlara tutku aşılayan, revaçta bir öğretmendi. Fakat cüretkar bir düşü
nür olarak, aynı zamanda birçok meslektaşının ve ayrıca birtakım nü
fuzlu yüksek rütbeli din adamının düşmanlığını da üzerine çekmişti.
O, entelektüel ve dini çevreleri aydınlatmaktan ama bunu yaparken
aynı çevrelerde sorunlar yaratmaktan çekinmeyen, çekici ve tartışmalı
türden bir Avrupa entelektüeliydi. Onun geniş külliyatından iki sum
mae'ye değineyim: Summa contra gentiles* ( 1 25 9-62) ve 1 2 74'te 50
yaşında öldüğünde yarım bıraktığı ana çalışması Summa theologiae. * *
Her ne kadar teolojinin üstünlüğü konusunda direttiyse de, Tomma -
so aynı zamanda (Etienne Gilson'un belirttiği gibi) "aklın gücüne dair
şaşırtıcı bir güven" de ortaya koymuştu. Söz konusu Summa, aklın in
sana Tanrı ve dünya hakkında bilmesi için sunduğu her şeyi ifade eden
ve bazen "alçak teoloji" olarak adlandırılan şeyle, ilahi hakikatin, zih
ni atlayarak, vahiy yoluyla insana inmiş hali olan "yüksek teoloji"yi
uzlaştırmaktadır. Ruedi Imbach'ın gözlemlediği gibi, Tommaso'ya
göre insan, akılla, Tanrı'yla ve hemcinsleriyle olmak üzere, üç ilişki ta
rafından belirlenmiştir.
Aquino'lu Tommaso'nun bakış açısına göre, kişi topyekun bir in
sandı; sadece Tanrı'nın rasyonel bir hayvan olarak tanımlanan yaratı
larından biri değil, aynı zamanda bireyselliğini ifade etmek için Tanrı
armağanı dili kullanan "toplumsal ve siyasi bir hayvandı." Genelde
skolastikçiler dille çok ilgilenmiş ve bu yüzden de Avrupa'nın dilbili
mi tarihinde yerlerini almışlardır.
Bir usta skolastikçiden, Avrupalı entelektüellerin oluşturduğu Or -
taçağ' dan günümüze kadar gelen uzun listede yer almayı hak eden bir
başka ünlü ve tartışmalı kişilikten daha bahsetmeliyim: Fransisken
Roger Bacan (1 2 1 4 do. - 1 282 do.). Bacan arkadaşı ve hamisi Papa iV.
Clementus'un (papalığı 1 2 65- 68) isteği sonucunda Opus majus,
Opus minus ve Opus tertium şeklinde üç parçadan ibaret bir summa
yayınlamıştı. Oxford Üniversitesi'nde çalışmış olan Bacan, hem filo -
* Whitsun: "White Sunday" yani "Beyaz Pazar" anlamına gelir; Hıristiyanlığın Pentekostes
yortusunun İngilizce'deki adıdır. (ç.n.)
* Fabliaux: 1 3 . yüzyılda Kuzeydoğu Fransa' da belirmiş genelde müstehcen gülünç öyküler. (ç.n.)
* Francien: Fransızca resmi dil olarak belirlenmeden önce Paris bölgesinde (Pays de France) ko
nuşulan kuzey dillerinden biridir. (ç.n.)
Düzyazının Yayılması
1 60 AVRUPA' N ı N D o c u ş u
4. DİLENCİ DİN KARDEŞLERİNİN BAŞARISI
• Seraphim: Eski Ahit'te bahsi geçen ve daha sonra Hıristiyan meleklerine dönüştürülen sema
vi varlıklardan biri. {ç.n.)
1 66 AVRUPA' N I N Docuşu
se'nin üyesi olarak gerçekleştirdiği ilerlemeye rağmen, 1 3 . yüzyıl ruh -
ban olmayanlara ait bir Avrupa oluşturma konusunda başarısız ol
muştur.
Gotik Avrupa
1 68 AvRUPA' N ı N Docuşu
hın etrafında inşa edilmiş bu kiliseler, koridor-kiliseleri* olarak bilin
miştir. 1 4 Mart 2002'de College de France'ta verilmiş bir açılış töreni
konferansında, Roland Recht, Gotik geleneğin, etkisi bugün bile tes
pit edilebilen uzun ömrüne dikkat çekmiştir:
20. yüzyılın seçkin binalarına dikkatli bir şekilde bakacak olursak, bir
çok durumda 1 140 ile 1 3 50 arasında Kuzeybatı Avrupa' da geliştiril
miş bir dizi tekniği sürdürdüklerini, zenginleştirdiklerini ve günümü
ze uyarladıklarını görebiliriz. Birçok modern mimar, mimari kültürle
rinin büyük kısmını bu gelişmelere borçludur: Poelzig, Bruno Taut,
Mies van der Rahe, Gropius, Niemeyer, Gaudi ama ayrıca Nerv, Gau
din, Gehry vb şahsiyetler. Kendisini klasik idealden özgürleştiren mo
dern hareketin mimarisi, bu idealin bloke ettiği her şeyden esinlenme
yi başarmıştır: duvarın yerleştirme ve estetik açılarından yeniden ta
nımlanması, müstakil yapıların oluşturulması, standartlaştırılmış
öğelerin önceden imalatı ve her şeyden önce de işlevin biçim aracılı
ğıyla açık bir şekilde okunabilirliği.
Gotiğin tüm farklı biçimlerini kavramak için konu dışına çıkmak bizi
alanımızdan çok uzaklaştıracaktır. Fakat 1 3. yüzyılın Gotik Avrupa' sının
sadece mimarinin değil, aynı zamanda katedral verandalanndan, Pi -
za'nın yontusal kürsülerine ve melek, bakire ve prenses heykellerine de -
ğin, yontunun geliştiği bir Avrupa olduğunu da unutmamalıyız. Aynca
fresklerden minyatürlere Avrupa' da resim de ilerlemiştir. Gotik 1 3 . yüz
yıl, Avrupa'ya dair imgelerimizi olağanüstü zenginleştirmiştir.
Kibar Avrupa
* Koridor-kilisesi: Sahınlığı ile yan sahınlıkların (koridorlann) eşit yükseklikte olduğu kilise ti
pi. (ç.n.)
Kişi hiçbir zaman çorba kasesinden ağzıyla içmemeli, daha uygun ol
duğu için kaşık kullanmalıdır. Çorba kasesine yakışıksız bir şekilde, bir
domuz gibi ağzının suyu akarak eğilmiş kişi her kimse, gidip diğer hay
vanların arasına katılmakla yerinde bir harekette bulunmuş olacaktır.
1 70 AVRUPA' N I N Docuşu
önemli bir değişikliğe tanıklık etmiştir. Ortaçağ' da çalışmanın statüsü
belirsizdi ve manastır dünyasında da özellikle sorunluydu. Manastır
kuralları, ilk başta Aziz B enedictus'unkiler olmak üzere, keşişlere iki
tür çalışma şart koşmuştu: Entelektüel iş, yani el yazmalarının çoğal
tılması ve ekonomik açıdan üretime yönelik iş, yani geçim amaçlı ta
rım. Keşişler için zorunlu çalışma, pişmanlık eylemiydi. Tekvin,* Tan -
rı'nın Adem ile Havva'nın gerçekleştirdiği ilk günahı, onları çalışmaya
mahkum ederek cezalandırdığını ilan etmişti. Dolayısıyla çalışma bi
çimindeki keşişlere özgü pişmanlık aynı zamanda bir tür kefaretti.
Böylece, çalışmanın değeri fikri belirmişti. Erken Ortaçağ toplumun
da keşişlerin büyük itibarı olduğunu dikkate alacak olursak, onların
çalışıyor olmaları çalışma eylemine paradoksal bir şekilde olumlu bir
değer yüklemiştir. Bu değer 1 1 . ve 1 3. yüzyıllar arasında artmıştır. Bu
na ek olarak, kırsal çalışma koşullarında gerçekleştirilmiş teknolojik
ilerlemeler, kentlerde zanaatkarlığın gelişimi ve çok çalışmanın mey -
vesi olarak zenginlik ve yüksek toplumsal statü peşinde koşma, çalış
manın imajı üzerinde olumlu etkilerde bulunmuştur. Daha önce gör
düğümüz gibi, tacirler ve üniversite hocaları varlıklarını çalışarak ge
rekçelendirmişti. Dilenci tarikatlarının din kardeşleri, çalışmayı red -
dettikleri için eleştirilmişti ama buna karşılık kendilerini, gerçekleş
tirdikleri dini yayma ve öğretme görevinin başlı başına bir çalışma bi -
çimi olduğunu iddia ederek savunmuşlardı. Bazı toplumsal sınıflar ça
lışmak zorunda olmadıkları saptamasından yola çıkarak üstünlük id
diasında bulunmuştu: Bunlar arasında savaşçılar, şövalyeler, soylular
ve tefekkür hayatını benimsemişler ile ruhban vardı. Fakat bunlar da,
çalışmanın hem toplumsal hem de ilahi açılardan teşvik edilmesi kar -
şısında geri adım atmak zorunda kalmıştı. Savaşçılık bu durumda za
yıfları korumaya yönelik yararlı bir çalışma olarak sunulmuştu. Din
adamlarının dini öğretme, yayma görevleri ve makamlarının gerektir -
diği çalışkanlık, dilenci tarikatlarının formüle ettikleri savunmadan
önce bile tanınmış ve övülmüştü. Çalışmaya atfedilmiş yüksek değe -
rin en fazla tehdidi altında olan, kibarların ve şövalyelerin dünyasıydı.
Bu dönemde ortaya çıkmış bir özdeyiş "emek kahramanlıktan üstün -
dür" idi. Buna rağmen çalışmanın imajı hala ciddi bir şekilde olum -
suzdu. Bununla ilgili kesin bir sözcük yoktu; dolayısıyla kavram da
mevcut değildi. Bir yandan emek her şeyden önce çabayı ima ediyordu
1 72 AVRUPA' N I N Docuşu
Moğol tehdidi, Kutsal Topraklar'a azalan bu ilgiyi yeniden canlandır
dı.
Daha sonra ulusal devletler tarafından sabitlenecek çizgiler yerine
hala belli bölgelerden oluşan sınırların yavaş bir şekilde yapılandırılma
sının aksine, doğuda Hıristiyan Avrupa'ya dair yeni kesin bir etmen be
lirmişti. Bu yeni Avrupa düşüncesini yerleştiren ilk Hıristiyan ülkeler,
Macaristan ve ardından Polonya'ydı. Bu ikisi kendilerini, pagan barbar
lara, yani temelde Moğollara ama yanı zamanda Macaristan' da Kuman
lara ve Polonya' da da Prusyalılarla Litvanyalılara karşı Hıristiyanlık ale
minin istihkamları olarak sunmuşlardı. Bu yeni durumun ve yeni bakış
açılarının en açık ifadesi Macaristan Kralı IV. Bela tarafından 1 24 7 ile
1 2 54 tarihleri arasında papaya yazılmış bir mektupta görülmektedir.
Kral burada Tatarların (Moğolları tanımlamak için kullanılan gelenek
sel terim) sınırsız sayıdaki kuvvetlerini tüm Avrupa 'ya karşı (contra to
tam Europam) kısa bir süre içinde harekete geçirmek için kararlı bir şe
kilde hazırladıklarını duyurmaktadır. Ardından "Eğer, Tanrı korusun,
Konstantinopolis imparatorluğu ve deniz ötesi Hıristiyan bölgeleri
kaybedilecek olursa, bu bile Avrupa 'nzn sakinleri için Tatarların krallı -
ğımızı işgal etmesi kadar büyük bir kayıp olmayacaktır" diye eklemek
tedir. Bu durumu, 1 274'te İkinci Lyon Konsili'nde Moravya'nın Olo
mouc piskoposu çok daha açık bir şekilde ilan etmiştir; piskoposa göre
Haçlı Seferleri, Hıristiyanların, IV. Bela gibi onun da Tuna olarak kabul
ettiği, paganlara ve kafirlere karşı oluşturulmuş asıl sınıra odaklanma -
larını engelliyordu. Avrupa'nın sınırlarını değil Urallara, Karpatlara bi
le uzatamayan bu siyasi-coğrafi Avrupa kavramı, Avrupa'yla Hıristi
yanlık alemini özdeşleştiren bir anlayıştan ziyade, tamamen yeni bir
bölgesel Avrupa kavramını yansıtıyordu.
Bu "yeni bir Avrupa"ydı ve Hıristiyanlık aleminde kabaca 1 1 . yüz
yılla 1 3 . yüzyılın ortası arasında gerçekleşmiş büyük ilerlemenin ürü
nüydü. Ben yaklaşık olarak 1 2. yüzyılın ortasıyla 1 3 . yüzyılın ortası
arasında (tarihteki büyük hareketleri kesin bir şekilde saptamak nadi -
ren mümkündür), Avrupa Hıristiyan toplumunun temel değerlerinin
toplamında derin bir dönüşümün tespit edilmesinin mümkün oldu
ğuna inanmaktayım. Bana göre bu dönüm noktası, Hıristiyanlık ale -
minin gerçekleştirdiği büyük ilerlemeyi gören insanların eseri olduğu
kadar, bu ilerlemenin getirdiği belli sonuçların da ürünüdür. Daha ön
ce gördüğümüz gibi bu ilerleme, toplumsal yaşama katkıda bulunan
tüm alanlarda, değişen yoğunluk derecelerinde ve farklı yerlerde, fark -
lı zamanlarda ve farklı toplumsal çevrelerde kaydedilmişti: teknolojik,
1 74 AvRuPA' N ı N Docuşu
dünyaya yatının yapmakla da mümkündü. Kurtuluşa götürecek meş
ru dünyevi değerler belirmişti. Şimdi çalışmaya eklenmiş olan bu de
ğerler, artık olumsuzluk ve pişmanlıkla ilgili olmayan, Tanrı'nın yara
tıcı çalışmasıyla işbirliği yapma anlamında, olumluluk içeren türdendi:
Semavi değerler yeryüzüne inmişti. Yenilik ve hem teknik hem de en
telektüel ilerleme artık günahkarlıkla bağlantılı değildi; üstelik cenne
tin zevk ve güzelliği en azından burada yeryüzünde yaşanmaya başla
yabilirdi. İnsanın Tanrı'nın suretinde yaratıldığını fark eden insanlar,
artık insanın kurtuluş için burada, yeryüzünde sadece olumsuz koşul
lar değil, olumlu koşullar da yaratabileceğine inanıyorlardı. Üzerinde
durulan, Hz. İsa'nın Limbo'ya* inerek Adem ile Havva'yı nasıl kurtar
dığıydı. Tarih artık dünyanın sonuna doğru giden bir gerileme değil,
daha ziyade zamanın normal seyrini izlediği noktaya doğru bir yükse
liş şeklinde tasarlanıyordu. Ufak bir gruba binyılcı arzularla esin kay
nağı olmuş Gioacchino' cuların * * gelecekle ilgili fikirleri, insanların
büyük kısmının olumlu bir tarih anlayışı edinmesini sağlamıştı. Yeni
değerlerin ortasında yeni authentica belirmişti: üniversite hocaları, ya -
ni magistralia'nın sahip olduğu yeni otorite türleri. İlerleme fikri, eko -
nomik alanda 1 7. yüzyıl sonlarına kadar gelişmeyecek olmasına rağ
men, büyüme fikri belirmişti. Makine kullanan imalathanelerin hem
daha yoğun bir şekilde hem de farklı alanlarda kullanımı (demir ima
lathaneleri, su değirmenleri, bira imalathaneleri, kumaş boyama atöl
yeleri vb vardı), dikey dokuma tezgahının yerini yatay olanının alması
ve sürekli hareketi değişken hareketlere dönüştüren kam şaftın icadı,
tüm bunlar dikkatleri yeni bir değere yöneltmişti: verimlilik. Yeryüzü
ne, cennetten gelen kutsal yiyecekler misali bolluk yağmaktaydı. Ta
rım alanında, toprak, iklim ve tarım sistemleri izin verdiği ölçüde, za -
manla iki yılda bir ürün rotasyonundan üç yılda bire geçiş, ekili alanlan
altıda bir oranında artırmış ve mevsimlik ürünleri (bahar buğdayı, güz
buğdayı ve diğer "çabuk yetişen ara ürünler") çeşitlendirmeyi müm -
kün kılmıştı. Böylece büyüme ve hasat değerleri ortaya çıkmıştı. Ta
rımsal bilgi, geç Antikçağ' da olduğu gibi, bir kez daha hakkında yazıl -
maya değer bir konu olmuş ve tarım hakkında bir dizi elkitabı belir
mişti. Bunlardan biri Henley'li Walter'ın Housebondrie adlı çalışması,
* Limbo: Ölmüş ama henüz cennete gitmemiş iyi insanların ruhlarının belirsiz statüsü ve bunun
ifade ettiği sınırda olma durumu. (ç.n.)
** 11 3 5 -1202 yıllan arasında yaşamış, üç dönem teorisini geliştirmiş teolog ve mistik Gioacc -
hino da Fiore'nin düşüncelerini paylaşanlar. (ç.n.)
1 76 AVRUPA' N I N Docuşu
yılda Abelard teoloji kelimesini icat etmiştir ve bu, M . D. Chenu'nun
gösterdiği gibi, 1 3 . yüzyılda üniversite öğreniminin bir parçası haline
gelmiştir. Son olarak da 1 2. yüzyıl sonlarında Araf'ın icadı, Kilise ile
genelde Hıristiyanların, Tanrı'nın ölüler üzerindeki gücünün bir kıs
mını kendilerine mal etmelerini mümkün kılmıştır; bunu, ruhları
Araf'tan insanların Tanrı'ya sundukları, başkaları için yardım dileyen
dualar aracılığıyla kurtaran bir sistem tesis ederek yapmışlardı. Bilgi
edinme araçlarının gelişimi sayesinde insanların entelektüel ve zihin
sel donanımı evrim geçirmiş ve bu onların ellerine daha fazla kontrol
gücü geçirmesini sağlamıştı. Daha fazla sayıda kitap, artık sanatsal ya -
pıt veya dini külliyat yerine yararlı elkitabı biçiminde belirmeye başla
mıştı. Yazı, tacirlerin ve hukukçuların dünyasını istila etmiş ve okul
larda öğrenilir olmuştu. İnsan bedeni sadece baskı altında tutulan de
ğil, özen gösterilen bir nesne de olmuştu. 1 3 . yüzyılın sonunda Papa
VII I . Bonifatius, örneğin Aziz Louis'nin bedeninin 1 270 gibi geç bir
tarihte maruz kaldığı, ölü bedenlerin organlarına ayrılmasını yasakla
mıştı. Daha önceleri seks düşkünlüğüyle yakından bağlantılı büyük
bir günah addedilen oburluk, artık yemek pişirme ve besin kalitesi ko
nularındaki ilerlemeyle gerekçelendirilmiştir. Polonyalı tarihçi Maria
Dembinska'ya göre, Ortaçağ'a ait bilinen ilk yemek kitabı 1 200'de,
muhtemelen Fransız bir aşçı çalıştıran Danimarkalı Başpiskopos Ab
salon için yazılmıştı. 1 3 . yüzyılın sonunda gastronominin doğduğu
bir Avrupa belirmişti.
Ortaçağ başlarında gülmek, manastır yaşamının dış etkilere tepki
siz kalma anlayışıyla uyum içinde, şiddetle kınanmış ama 1 3 . yüzyıl
başlarında Assisili Francesco'nun ruhaniliğinde ve onun Fransisken
yandaşları arasında olumlu bir özellik haline gelmişti. Kıyamet Gü -
nü' nü beklemek üzere, bedenlerin bu dünyadan ayrılışını elden geldi
ğince geciktirme eğilimi belirmişti. Agostino Pravicini Bagliani hem
Fransisken Roger Bacon'un hem de 1 3 . yüzyılın Papalık divanının, in -
sanın dünyadaki yaşamını uzatmaya yönelik tutkulu ilgilerini açığa
çıkarmıştır. Yeryüzüne ilişkin bilgi, bilimsel doğruluk konusuna çok
az ilgi gösteren erken Ortaçağ'ın esasen ideolojik haritalarından epey -
ce daha doğru haritalar üretmiş olan haritacılık araştırmasının konusu
olmuştu. 1 2. yüzyılın ortasında Friedrich Barbarossa'nın amcası Pis -
kopos Freising'li Otta dünyanın Hıristiyanlaştırılmasının tamamlan
dığı ve tarihin sonunu müjdeleyen Tanrı Devleti'nin gerçekleştirildi
ği sonucuna ulaşmıştı Avrupa. İngiltere ile Fransa'nın monarşik gay -
retleri, İspanya' daki Reconquista ve Roma'nın büyük konsillerinin
1 79
Kıtlık ve Savaş
1 80 AVRUPA'N I N Docuşu
William Chester Jordan, 1 4. yüzyılın başlarındaki büyük kıtlık hak
kında ortaya parlak bir analiz çıkarmıştır. Bu felaketin nasıl onu yaşa
mış insanlar tarafından "benzeri görülmemiş" olarak tanımlandığını
ve ortaya çıkmasının (onlara göre) nasıl hem doğal hem de ilahi neden
lerin bir araya gelişiyle açıklandığını anlatmaktadır. İklim, yağmurlar,
savaş ve Tanrı'nın gazabı çağın insanlarının tespit ettiği nedenlerdir. Bu
etkenler tahıl hasadını düşürmüş ve hayvanları etkileyen salgın hasta
lıkları azdırmıştı. Fiyatlar yükselmiş, bu durum yoksulların sayısını ka
bartmış ve sefaleti artırmıştır; zaten sınırlı sayıdaki ücretliler sektörü
nün genişlemesi, birbiri ardına gelen fiyat artışlarını telafi etmekte ye
tersiz kalmıştır. Monarşilerin ve kentlerin örgütsel yeteneklerinin ye
tersizliği ve ikmal ve depolama araçlarının eksikliği gibi nedenler, bü
yük kıtlığın sonuçlarını ağırlaştırmış veya en azından sorunların çözül
mesi için etkili tedbirlerin alınmasını olanaksız kılmıştır. Kırsal kesim -
den ve gıda üretiminden kaynaklanan sorunlarla birlik içinde yüzleşe
cek bir Avrupa'nın kurulması için henüz vakit erkendi.
Philippe Contamine, Avrupa' da 1 4. yüzyıl başlarıyla 1 5. yüzyıl
sonları arasında ortaya çıkmış yeni askeri durumun mükemmel bir an
latımını sunmuştur. Tarım ve ekonomi üzerine araştırma yazılarının
belirmeye başladığı bir dönemde, askerlik sanatındaki ilerleme ve de
ğişiklikler, savaş sanatı, askeri disiplin ve ordu örgütlenmesiyle ilgili
öğretici incelemelerin yazılmasına ve yayılmasına yol açmıştır. Bizans
İmparatoru II. Andronikos'un ikinci oğlu Theodore Palailogos tarafın -
dan 1 3 2 7'de yazılmış inceleme, ilk önce Latince'ye ve ardından 14.
yüzyılın sonunda Burgonya Dükü Cesur Philippe için Fransızca'ya
çevrilmiştir. Benedikten Honan� Bovet, İtalyan hukukçu Giovanni di
Legnano'nun De bello'suna (Savaş Etkinliği Üzerine) dayanan L'Arbre
des batailles'ı (Savaş Ağacı) yazmış ve bunu Fransa'nın genç kralı VI.
Charles'a adamıştır. 1 4 1 0'da o sırada VI . Charles'ın maiyetinde yaşa
yan İtalyan Christine de Pisan, Le Livre desfaits d'armes et de chevale -
rie'yi (Silahların ve Şövalyeliğin Gerçekleri Üzerine Bir Kitap) yazmış -
tır. 1 449'da İtalyan Mariano di Jacopo Taccola savaş makinelerine
adanmış De machinis'i yazmıştır. Askeri yönetmeliklerin toplanması
tüm Avrupa' da artmış ve yayılmıştır: örneğin, 1 3 69'da Floransa yö -
netmelikleri, 1 3 7 4'te Fransa'nın V. Charles'ının büyük yönetmelikle -
ri, 1 3 85'te İngiltere'nin il. Richard'ının hüküm ve yönetmelikleri,
1 4 1 9'da İngiltere'nin V. Henry'sine ait olanlar ve özellikle 1 473 'te
Cesur Charles'ın askeri yönetmelikleri ve İsviçre kantonları tarafından
konuşlandırılmış askeri güçlerle ilgili sefer düzenlemelerinin tamamı.
• Ecorcheurs: Fransa' da özellikle Yüz Yıl Savaşları döneminde görülmüş, haydutluk eylemlerin
de de bulunmuş ve köylülerin sonunda ayaklanmasına bile neden olmuş paralı askerler. (ç.n.)
1 82 AvRU PA' N ı N D o c u ş u
sıyla 1 5. yüzyılın ortası arasında, hem sayı hem de kalite açısından pi
yadeler gerilemiştir. Fakat sonra, 1 5 . yüzyılın ortasında, esasen Al
man paralı askerleri Lansquenet'ler ile İsviçre paralı askerlerinin belir -
mesiyle önem ve itibarını geri kazanmıştır. Daha çarpıcı olan, topçu
sınıfının belirmiş olmasıdır. Barut ve top Çin' den İtalya'ya Müslü -
manlar aracılığıyla ulaşmış ve 1 3 29 ile 1 345 arasında da tüm Avru
pa'ya yayılmıştır. John Mirfield'in 1 390' da kullandığı sözcüklerle,
"genelde top olarak adlandırılan bu yıkıcı veya şeytani alet" askerlik
sanatında devrime ancak yavaş yavaş neden olmuştur. Bunu temelde
iki şekilde gerçekleştirmiştir: Topların savaş alanındaki rolü ve kale ile
kent surlarını yıkmaktaki etkinliğiyle. Sürekli daha büyük toplar üret
me yarışını harekete geçiren, daha etkin olma isteği kadar itibar ve
dehşete düşürme gücüne duyulan arzuydu. 1 4. yüzyılın sonunda bir
bombardıman Avrupa'sı ortaya çıktı. 1 5. yüzyılın ikinci yansı boyun
ca kentler ve devletler, kaynaklarının her geçen gün biraz daha büyük
bir kısmını, topçuluk bütçelerine akıtmıştır. Bu yüzyılın sonuna varıl
dığında askeri madencilik sanayii, özellikle Milano ve Kuzey İtal
ya'nın geri kalan kısmında hızla büyümektedir. Bu arada İtalyan sa
vaşlarının göstereceği gibi, Fransızlar top ve gülle üretiminde hem
miktar hem de kalite olarak birincidir.
Avrupa'nın militarizasyonu askeri hizmetin örgütlenmesinde ya
pılan köklü değişikliklerle tamamlanmıştı. 14. yüzyılda İngiltere'de
feodal hizmet kalkmış, yerini ulusal ve gönüllü milis kuruluşu almış
tı. Fransa krallığında askeri hizmet taahhüdü sözleşmeleri genelde 1 4.
yüzyılın ortasından itibaren uygulamaya konmuştu. 1 5. yüzyılda,
krallıktaki her topluluk ve idari bölgenin, monarşi istediği zaman ba
ğımsız okçular ve mancınıkçılar sağlaması gerekiyordu. Kentin ege -
men sınıflarının askeri işleve sırt çevirdikleri İtalya, temelde condotta
sisteminde kullanılan paralı askerlere dayanıyordu. Fakat soylular ne
redeyse Avrupa'nın her yerinde süvari birimlerinin büyük kısmını
oluşturuyordu çünkü hala savaşçı geleneklerinden şeref duyuyorlardı.
1 5. yüzyılda neredeyse Avrupa güçlerinin tamamını, daimi ordular
oluşturmuştu. Feodal savaş etkinliği sürekli olmamış ve savaşçıların
geçici ve sınırlı bir süre için (genellikle baharda) talep edilmesine ba -
ğımlı kalmıştı. Ancak feodal Avrupa'da, iki savaş arasında yaşanan
boşluklar çok fazlaydı. Modern Avrupa'nın askeri yapılanması za
manla tekbiçim olmuş, İtalyanlar bile gerektiğinde doğrudan daimi
orduları göreve çağırabilme ihtiyacı duymuştu. 1 42 1 kadar erken bir
tarihte Venedik Senatosu şu beyanda bulunmuştu: "Yiğit insanların
ümit ederek yapmıştı. Bu 1 5. yüzyıl kralı, altı yüzyıl sonra hala zah
metli bir şekilde oluşturulmaya çalışılan Avrupa Birliği için muhteme
len en iyi planı ve gerekçesini daha o zaman ortaya koymuştu: Barış
içinde bir Avrupa.
Kara Ölüm
1 84 AVRUPA' N I N ÜOGUŞU
ve muhtemelen Doğu Afrika Boynuzu'nda, belli bölgelerde varlığını
sürdürmüştü. 1 347-48'de tekrar canlanmış ve kasıp kavurmak üzere
Avrupa'ya geri dönmüştü. Hastalığın hem başlangıç noktası hem de
tarihi bellidir. Kırım' daki Ceneviz kolonisi Kefe, salgın kurbanlarının
cesetlerini kent surlarının üstünden içeri atarak silah olarak kullanan
Asyalılar tarafından kuşatılmıştı. Veba mikrobu Batı'ya Kefe'den ge -
len yelkenli gemilerde yaşayan farelerin üzerindeki pirelerle taşınmış
ve 1 348'de neredeyse tüm Avrupa'ya yayılmıştı. Kara Ölüm, Marsil
ya'da (yine Doğu' dan taşınan) son salgının patlak verdiği 1 720'ye ka
dar Batı' da ortadan kalkmamış bir felaketti.
Çok hızlı bir şekilde saldırıya geçtiğinden salgın afet etkisindeydi.
Veba mikrobunun bulaştığı insanlar, çok kısa bir kuluçka döneminden
sonra, çoğu kez 24 veya 3 6 saat içinde ölümle sonuçlanan bir ateşle
yere seriliyorlardı. Paniğin ikinci nedeni Batılıların bu hastalığın bula
şıcı olduğunu anlamış olmalarıydı. İnsanlar daha önce (yanlış bir şekil
de) cüzamın bulaşıcı olduğu sonucuna varmıştı; ama veba geldiğinde,
bulaşıcılığını reddetmek mümkün olmamıştı. Son olarak söylenmesi
gereken de, vebaya dehşet verici fizyolojik ve toplumsal bir görüngü
nün eşlik etmesiydi. Hastalığın bulaşmış olduğu kişiler dramatik si
nirsel belirtilerden kaynaklanan acılar çekiyordu; üyesi oldukları aile
lerin, toplulukların ve kamu görevlilerinin bu kişilere hiçbir şekilde
yardım edememeleri, çekilen acıya şeytani bir hal veriyordu. Salgının
sonuçları, özellikle birbirine yakın yaşayan insan grupları arasında ya
yılmasından ötürü şaşırtıcıydı. Bunun sonucunda, Ortaçağ toplumu -
nun temelini oluşturan grup yapısı zayıflamış veya birçok durumda
salgın tarafından tamamen yok edilmişti. Aileler, sülaleler, manastır
lar ve cemaatler artık ölüleri için, gerektiği gibi normal ve özel cenaze
merasimi yapamıyordu. Birçok veba kurbanı kutsal yağla yıkanma
dan, takdis edilmeden ve dua okunmadan toplu çukurlara gömül -
müştü. Bu salgındaki ölü sayısının tam olarak kaydedildiği belgelere
sahip değiliz. Ölüm oranları bölgeden bölgeye değişmiştir. Her halü
karda nüfusun üçte birinden az olmadığı kesindir ama daha büyük bir
ihtimalle, Hıristiyanlık aleminde nüfusun yarısı ile üçte ikisi arasında
bir oran bu salgında yok olmuştur. Nüfus İngiltere' de %70 azalmıştır;
1 400'e varıldığında 7 milyondan 2 milyona düşmüştür. Ayrıca, veba
nın korkunç etkileri, salgının az çok düzenli ve az çok şiddetli şekilde
tekrar tekrar ortaya çıkmasından ötürü de artmıştır. 1 3 60-62'de, kur -
hanlarının özellikle çocuklar olduğu bir salgın olmuştur. 1 3 66-69,
1 3 74-7 5, 1 400, 1 407, 1 4 1 4-1 7, 1 424, 1 427, 1 43 2-3 5, 1 438-39,
ken olmuştur.
Kamu otoriteleri de, özellikle kentlerde ve her şeyden önce de İtal
yan kentlerinde, temelde temizliği teşvik eden birtakım tedbirler
başlatmış ve hijyen alanında dikkate değer bir ilerleme sağlanmıştır.
Ayrıca zenginlerin şatafatlı lüks teşhirini engelleyen tedbirler uygu
lamaya sokmuşlardır. Çünkü bu tür lüks, ilahi öfkeye ve cezalandır
maya yol açan kışkırtma olarak düşünülmüştür. Veba aynı zamanda,
yeni Hıristiyan dindarlığı biçimlerinin ortaya çıkmasına, bilhassa
özel vasıflarıyla tanınan azizlerin öne çıkarılmasına neden olmuştur.
Avrupa'nın her yerinde bu azizler büyük isimlere dönüşmüştür: Ör -
neğin 1 4. yüzyılın felaketleri olarak yorumlanmış oklarla delik deşik
olmuş Aziz Sebastian ve hem Batı hem de Güney Avrupa' da Aziz
Rocco.
1 86 AVRUPA' N I N Docuşu
Ölüm, Cesetler ve Ölüm Dansı
1 88 AVRUPA' N I N Docuşu
Şiddet ve Avrupa
1 90 AVRUPA' N I N Docuşu
Büyücülere Zulüm Edilmesi
Kent İsyanları
Diğer yandan, kente ilişkin bir sorun kesinlikle vardı. 1 260'tan sonra
olağanüstü boyutlardaki kentsel büyüme zayıflamış ve onun yerini kriz
1 96 AVRUPA' N ı N D o c u ş u
barışı yeniden tesis etmek, aksine daha ciddi bir kriz başlatmıştı. Erken
ölümü, sonu isyana varan bir kardinaller toplantısına yol açmıştı. Bu
sıkıntılı durumda seçilmiş Papa VI . Urbanus, şiddetli bir düşmanlık
yaratmıştı. Kardinaller toplantısındaki bir çoğunluk, onun seçilmesi -
ne karşı çıkmış ve yerine VII . Clemens'i seçmişti. Fakat VI . Urbanus
çekilmeyi reddetmişti. Böylece Papalık makamında aynı anda iki papa
olmuştu: Roma'da İtalyan VI . Urbanus ve Avignon'da Cenovalı VII .
Clemens. Her ikisi de bölünmüş durumdaki Hıristiyanlık aleminin
farklı parçalarını harekete geçirmişti. Avignon'a bağlı olanlar Fransa,
Kastilya, Aragon ve İskoçya'ydı. Roma'ya bağlı olanlar da İtalya, İngil
tere, Germen İmparatorluğu ve Doğu ve Kuzey Avrupa'nın çevre kral -
lıklarıydı. Her iki papa da ayrı kardinaller tarafından desteklenmiş ve
papalar öldüklerinde bunlar kendi ayrı kardinal toplantılarını düzen -
lemişti. VI. Urbanus'un ardından IX. Bonifatius (1 3 89-1 404 arasın
da papa), VII . Innocentius ( 1 404-06 arasında papa) ve XII. Gregorius
(1 406-09) gelmişti. Clemens'in ardındansa 1 3 94'te XIII. Benedictus
gelmişti. Tüm ulusal kiliselerin, kendi hükümdarları ve siyasi liderleri
tarafından alınmış kararlara itaat etmiş olmaları ( 1 6. yüzyılda Reform
bağlamında da olacağı gibi) dikkat çekiciydi. Bu durum birçok Hıristi
yan'ı (ruhban ve ruhban olmayanları aynı şekilde) derinden sarsmış
ve şaşırtmıştı. 1 3 95'ten itibaren Fransa, her iki papanın aynı anda
mevkilerinden feragat ederek emekliye ayrılacakları bir çözüm için
bastırmaya başlamıştı. XIII. Benedictus böyle bir şeyi yapmayı red
detmişti. Buna rağmen 1 409' da her iki taraftan gelen kardinallerden
oluşmuş bir konsil, her iki papayı da azletmiş ve yerlerine V. Alexan
der'ı atamıştı. Kısa bir süre sonra Alexander'ın yerine XXIII. Johannes
geçmiş olmasına rağmen, mevcut gelenek onu hiçbir zaman gerçek bir
papa olarak tanımamış olduğundan, bu kişinin adı resmi papalar liste
sinde yer almayacaktı. Bu sırada, hem X I I I . Benedictus hem de X I I .
Gregorius mevkilerini bırakmadıklarından, artık iki yerine ü ç papa
ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine, XXIll. Johannes, Roma'dan atılmış
ve 1 4 1 S'te de Konstanz Konsili tarafından azledilmişti. Bu noktada
X I I . Gregorius çekilmiş ve artık tecrit edilmiş olan XIII. Benedictus
de bir kez daha azledilmiş ve en sonunda konsil, 1 1 Kasım 1 4 1 7' de V.
Martinus'u, uzlaşmanın birleştirici papasını seçmişti. Bir başka kısa ve
daha az ciddi bölünme dönemi 1 43 9 ile 1 449 arasında yaşanmış ama
Floransa Konsili ve Papa iV. Eugenius bunu kesin bir çözüme kavuş
turmuş ve hatta aşırıya giderek, Roma Latin Kilisesi'yle Rum Orta -
doks Kilisesi'ni uzlaştırma girişiminde bile bulunmuştu. Fakat bu ta-
Devotio moderna
202 AVRUPA' N I N 0 0 G U Ş U
kü Ernest Kantorowicz Pro patria mori (insanın ülkesi için ölmesi) öz
deyişinin Ortaçağ'ın sonunda ne kadar yayılmış olduğunu göstermiş
tir. Her halükarda, ulusal duygunun 1 4. ve 1 5. yüzyıl Avrupa'sındaki
gelişiminin değerlendirilmesi hassas bir meseledir ve bir ulusun olu
şumunun sadece duygular ve psikoloji meselesi olmadığı ortadadır.
Böylece, şimdi "ulus" teriminin, onun modern anlamının gelişi
minde rol oynamış kullanımlarını dikkate alalım. 1 5. yüzyılda "ulus"
anlamındaki "nation" terimi iki özel topluluk türüne uygulanmıştı:
üniversiteler ve konsiller. Üniversiteler, kurumsal anlamda düzgün
bir faaliyetin sağlanması için farklı kökenlerden gelen çok sayıdaki öğ
rencilerini uluslar şeklinde gruplara ayırmıştı. Bu şekilde kısımlara
ayırma, ilk kez 1 1 80' de, üniversite öğrencilerinin Alpler'in kuzeyin
den ve güneyinden gelmiş olmalarına göre iki grup şeklinde örgütlen
diği Bologna'da ortaya çıkmıştı. Alpler'in güney tarafından gelen öğ
renciler üç alt-ulusa (Lombardiyalılar, Toscanalılar ve Sicilyalılar) ay
rılmıştı. Kuzey tarafından gelen öğrencilerse, kabaca Hıristiyanlık ale
minin diğer krallıklarıyla siyasi birimlerine karşılık gelen 1 3 grup
oluşturmuştu. Buna benzer bir sistem Paris'te 1 22 2'de belirmiş olsa
da, bu uygulama dört ulusa ayrılmış edebiyat fakültesiyle sınırlı kal -
mıştı: Normandiya, Picardy, Fransa ve Anglo-Almanya. Bu örnek, bir
Ortaçağ "üniversite-ulusu"nun üyelerinin benimsemiş oldukları or
tak bir milliyetle kesinlikle özdeşleştiremeyeceğini göstermektedir.
Örneğin burada "Fransız ulusu" diğer Akdeniz ülkelerinden hoca ve
öğrencileri de kapsıyordu; bize hakiki bir melez olarak gözüken "Ang
lo-Alman ulusu" aslında 1 5. yüzyılda çok önemliydi ve Ortaçağ
normlarına göre gayet başarılı bir şekilde faaliyet göstermişti. Buna
karşılık Prag'da, daha önce gördüğümüz gibi, Çek ve Alman ulusları
tamamen etnik bir ölçüte göre ayrılmışlardı ve bu şiddetli bir çatışma
ya yol açmış, bunun sonucunda Alman ulusu üniversiteden atılmıştı.
1 5. yüzyıl başlarındaki büyük konsiller de, her şeyden önce de
Konstanz Konsili, bu tür ulusal ayrımları kullanmış ve yaymıştı. Bu
konsilde yer almış her "ulus" coğrafi, tarihi veya dilsel açılardan birbi -
riyle az çok ilişkili çeşitli ülkeleri temsil etmişti. O gün anlaşıldığı şek -
liyle "ulus" fikri, sadece Avrupa mekan ve toplumunu düzenleyen bir
örgütleme şekli olmuştur. Benzer şekilde, Avrupa dışına doğru Avru
pa yayılması bağlamında baktığımızda, dış ülkelerde ticari faaliyet yü -
rüten, pazar ve panayırlarda çalışan Avrupalı tacirler geldikleri kentin
veya bölgenin sakinlerinden oluşan "uluslar" şeklinde örgütlenecek,
onları temsil edecek ve onlara yardım edecektir.
Matbaa
2 04 AVRUPA' N I N Docuşu
len kabartma gravürlerin kazındığı tahta bloklar olmuştu. Bunlar,
1 400 gibi erken bir tarihte kağıt üzerinde xylograph {tahta resim kalı
bı) denen metinleri yeniden üretmek için kullanılıyordu. Fakat bu
tahta resim kalıpçılığı yaygın bir şekilde kullanılmıyordu; 1 5. yüzyılın
başında, düzinelerce kopyacının bir ustanın diktesi altında çalışarak
özel çalışma odalarında gerçekleştirdiği el yazmalarını elle kopyala
masından, daha az sayıda metin ortaya çıkarıyordu. Kağıdın kullanıl
maya başlaması ilk ilerleme olmuş ama nihai buluş, 1 450 civarında ti
po baskının sistematik kullanımıyla gelmişti. Bu yöntemi, Alman Gu -
tenberg ya bulmuş ya da sadece mükemmelleştirerek yaymıştır ama
kesin olan bir şey varsa o da Mainz' de Avrupa'nın ilk matbaasını faali
yete sokan kişinin o olduğudur. l 454'te burada bulunan bir basımevi
tamamen boş bakır kalıpların yardımıyla geliştirilmiş tipo baskı aracı
lığıyla kitaplar üretiyordu. 1 45 7'de Mainz basımevi kırmızı, mavi ve
de siyah renklerin kullanıldığı renkli bir ilahiler kitabı ortaya çıkar
mıştı. Matbaacılık, 1 5. yüzyılın sonunda neredeyse tüm Avrupa'ya ya
yılmıştı. 1 466'da Faris Üniversitesi'nde bir matbaacılık kürsüsü yara
tılmış ve 1 470'te Paris'te ilk basımevi kurulmuştu. Kısa bir süre son
ra, iki kent matbaacılığın önde gelen merkezleri olmuştu: Zaten Avru
pa'nın başlıca ekonomik merkezi olan Anvers ve sanatçı Aldo Manu -
zio'nun {1 450-1 5 1 5 civarı) en önde gelen matbaacı olduğu Venedik.
1 500' den önce basılmış ve günümüze kadar korunmuş olan kitaplara
incunabula dendiğini çoğu kişi bilir. Matbaacılık devriminin tam anla
mıyla etkisini göstermesi biraz zaman almıştı. Lüks ciltlerin dışındaki
basılı kitaplar bile aşırı derecede pahalıydı ve okuma 1 5. yüzyıl sonla
rında az bir düşüş bile yaşamıştı. Ayrıca, kitapların içeriklerinin değiş
meye başlaması çok daha sonra, 1 6. yüzyılda gerçekleşmiştir. Matbaa
kullanımı uzun bir süre boyunca Kitabı Mukaddeslerin ve Ortaçağ di
ni eserlerinin basılmasıyla sınırlı kalmıştır ve ortaya çıkan ürünler,
Ortaçağ türü minyatürlerle resimlendirilmiştir. Fakat basılı kitaplar,
sonunda sadece öğrenmeyi değil, okuma pratiğinin kendisini de ta -
mamen değiştirecektir. Yeni okurların ortaya çıktığı bir Avrupa yola
çıkmıştır.
Dünya Ekonomisi
* Pieta: Bakire Meryem'in Hz. İsa'nın ölü bedeni yanında yas tutarken tasviri. (ç.n.)
208 AVRUPA' N I N D o c u ş u
rından bazıları tarafından yontulmuş Vaftizhane'nin kapıları; yeni
perspektif tekniklerini parlak bir şekilde kullanmış olan Masaccio'nun
Sama Maria del Carmine' de yaptığı devrimci freskler ve aralarında en
olağanüstü olan, Brunelleschi'nin katedral için yaptığı küçük kubbe.
Burası, Floransa 1 5. yüzyıl sanatının tarihi üzerine konuşmanın yeri
olmadığından, kendimi sadece en olağanüstü birkaç sanatçıyı ve eser
lerini belirtmekle sınırladım. Bu arada, biraz önce gördüğümüz gibi,
Medicilerin teşvik ettiği ve Türklerin Konstantinopolis'i fethinden
sonra kaçan Yunan alimlerinin Avrupa'ya varmasıyla körüklenmiş
Yeni Platoncu hareketten de bahsetmeliyim. Yeni Platonculuk Floran
sa' da, özellikle de Marsilio Ficino'nun çevresinde gelişmiştir ve bu dö
nemde Ortaçağ ile Rönesans'ı birleştirmiş büyük yeniliklerden biri
dir. Aslında Ortaçağ'ın özel bir entelektüel pratiği sürmüştür: Yeni fi
kirlerin Antikçağ kisvesi altında sunulması, Karolenj döneminden 1 8.
yüzyıla kadar bir dizi küçük rönesans aracılığıyla aktarılmış bir büyük
Avrupa geleneği olmuştur. Öyle ki bu, Andre Chenier'nin " Sur des
pensers nouveaux / Faisons des vers antiques" (Yeni düşünce üzerine
antik dize yazalım) sözüne esin kaynağı olmuştur.
Çılgın, sancılı ama tutkulu 1 5. yüzyıl, fikirlerin ve yaratıcı çalışma
ların kaynadığı bir kazandı. Burada, tarih yazımının hak ettikleri öne
mi vermediği iki şahsiyete dikkat çekmek istiyorum.
Türk Tehdidi
225
1 2. yüzyıl) "rönesanslar" şeklinde adlandırılabileceğini ve üstelik ad -
landırıldığını hatırlamalıyız.
Ardından neyin bu Rönesans'ın büyük harfle yazılmasını gerektir
diğine bakalım. Bu haklı görülebilir şekilde, özellikle sanat ve düşün
ce alanlarında tespit edilmiştir. Fakat sanat en azından İtalya' da 1 3.
yüzyıldan beri bir yeniden doğuş yaşamamış mıdır ve Rönesans'ı ni
telendiren hümanizm 1 4. yüzyılda başlamamış mıdır?
Bundan başka, Avrupa toplumu ve medeniyetinin tüm önemli
alanlarında temel olgular, 1 5. yüzyılın sonundaki ayrım çizgisini aşa
rak serpilip gelişmemiş midir? Avrupa'da Kara Ölüm 1 347 ile 1 348
arasında belirmiş ve 1 720'ye kadar tahribatını sürdürmüştür. Marc
Bloch, Ortaçağ'da kraliyetin gücüne özgü, "mucize yaratan kralların"
kraliyet dokunuşu ayini üzerinde çalışmıştır. Bu 1 1 . yüzyılda belirmiş,
1 3 . yüzyılda Fransa ve İngiltere' de benimsenmiş ve 1 82 5'e kadar da,
her ne kadar bu tarihte artık insanların çoğu tarafından çağdışı görül
müşse de, İngiltere' de uygulamada kalmıştır.
Fakat bazı başka önemli örnekleri de dikkate alalım. Ortaçağ'daki
büyük kentsel gelişimi ve bunun Avrupa üzerindeki önemli etkisini not
ettik. Bernard Chevalier, Fransa'nın kraliyete bağlı başlıca kentleri üze
rinde çalışmıştır. Bunlar "iyi kentler" (bonnes villes) olarak adlandırıl
mıştır. Chevalier, terimin kendisinin ve bunun tanımladığı kentsel ağın
1 3 . yüzyılda belirmiş ve 1 7. yüzyılın başlarında neredeyse tüm anlamı
nı yitirmiş olduğunu göstermektedir. Avrupa'yı ayn tarihsel dönemle
re bölme alanındaki en ünlü girişim, Marx tarafından önerilmiş olandır.
Onun bakış açısına göre, feodalizmle özdeşleştirilen Ortaçağ, köleciliğe
dayanan üretim biçimiyle tanımlanan Roma İmparatorluğu'nun so
nundan Sanayi Devrimi'ne kadar sürmüştür. Ortaçağ aynı zamanda,
Georges Dumezil'in belirttiği, üç işlevli Hint-Avrupa şemasının belir
diği dönemdir. İngiltere' de 9. yüzyılda tespit edilebilen ve 1 1 . yüzyılda
baskın hale gelen bu şema "oratores, bellatores, laboratores" (dua eden
ler, dövüşenler ve çalışanlar), yani rahipler, savaşçılar ve köylüler for -
mülüyle zafere ulaşmıştır. Bu aynın, Fransız Devrimi'nin Üç Zümre' si -
ne kadar var olmuştur. Fakat Sanayi Devrimi'nden sonra tamamen
farklı bir üçlü işlevsellik, yani ekonomistler ve sosyologlar tarafından
birincil, ikincil ve üçüncül olarak tanımlanan faaliyetler, bunun yerini
almıştır. Eğitim alanındaysa, üniversiteler 1 2. yüzyılda belirmiş ve
Fransız Devrimi'ne kadar genel hatlarıyla değişmeden kalmışlardır. Bu
arada eğitimin ilk ve orta evrelerindeki okuryazarlık, okula gitmenin
yaygınlaştığı 1 9. yüzyıla kadar yavaş yavaş yayılmaya devam etmiştir.
SONUÇ 227
ümit ettiği kadar güçlü olmamışsa da, kolektif kimliğin, içsel ayrılma
lar kadar genelde "öteki"ne karşıtlık üzerine de kurulduğunu dikkate
alacak olursak, Türk tehdidi sonunda Avrupa'nın birleşmesine katkı -
da bulunacaktı. Üniversiteler de, Latince'nin yerel diller yararına terk
edilmesiyle, hümanizmin İsveç'ten Sicilya'ya her yerde Avrupa kül
türüne nüfuz etmesi gibi, artık Akdeniz'den Baltık'a kadar aynı tür
bilgiyi yayıyorlardı. Anvers dünya ekonomisinin merkeziydi ve Fer
nand Braudel'in gösterdiği gibi, bu dünya ekonomisi sonunda tüm
dünyayla kaynaşmadan önce uzun bir süre esasen Avrupalı kalacaktı.
1 5. yüzyılın sonunda daha berrak hale gelebilecek olmakla birlikte,
bir mesele belirsizliğini koruyordu. Avrupa'nın doğu sınırı neredey
di? İlk önce her ne kadar Konstantinopolis'in 1453'te düşüşü, Avru
palılar ve özellikle seçkin grupları tarafından kuvvetli bir şekilde his
sedildiyse de, geleneksel tarihin göstermeye çalıştığı gibi, basitçe tüm
Bizans dünyasının katastrofik sonu olmamıştı. Bu, aksine, uzun vade
de Avrupa birliği önündeki bir engeli de kaldırmış oluyordu. Çünkü
Rum Ortodoks dini, her ne kadar bugün Doğu Avrupa' da hala sürüyor
olsa da, artık Bizans İmparatorluğu'nda bir zamanlar olduğu gibi, siya
si ve dini iktidardan ibaret bir çifte merkezle bağlantılı değildir.
145 3 'te geleceğin birleşik Avrupa' sı önündeki potansiyel bir engel, ne
kadar paradoksal görünse de, ortadan kaldırılmıştı.
Diğer tarafta, Slav devletler, Avrupa'nın doğu sınırı sorununu de
ğiştirecek bölgesel politikalar geliştiriyordu. Din değiştirmesinden
ötürü tam anlamıyla Avrupalı bir ülke olan ve Polonya-Litvanyalı Ja -
giello hanedanı sayesinde Lit vanya'yla birleşmiş bulunan Polonya, 1 4.
yüzyılın sonunda kuzeye (Prusya) , doğuya ve güneydoğuya (Volinya
ve Podolya) doğru bölgesel yayılma politikası benimsemişti.
Bu arada Moğol boyunduruğundan kurtulmuş Rusya, Moskova
bölgesinde merkezi bir devlete doğru tekamül ediyordu. Novgorod'u
( 1 478) ve Tver'i (1 485) ele geçirerek Rus topraklarının birleştirilme -
sine devam eden I I I . İvan (hükümdarlığı 1 462-1 505), büyük ölçüde
1 497 Yasası sayesinde, sağlam bir idari ve adli sisteme dayanan güçlü
ve merkezi bir devlet oluşturmuştu.
Böylece ortaya çıkan soru şudur: Tarihsel açıdan bakıldığında, 1 5.
yüzyılın sonuna gelindiğinde, Ortaçağ'ın geçmiş başarılarına yönelik
tehditler, önermekte olduğum uzun Ortaçağ'ın Avrupa için barındır
dığı vaatleri bastırmakta mıdır ya da bunun tersi mi geçerlidir? Elbet -
te tarihin kaprislerini ve kestirilmesi imkansız ihtimallerinin etkisini
de hesaba katmalıyız ama 1 5. yüzyılın sonunda, Avrupa'nın şansının
SONUÇ 229
ne kapanmış ve ışıksız kalarak solmuş, Doğu'nun egemenliği de dahil
olmak üzere dünya egemenliğini Avrupa'ya bırakmıştır. Güçlü Os
manlı İmparatorluğu'nun ortaya çıkmasına ve İslam'ın Afrika ile As
ya'da yayılmasına rağmen, Müslüman dünyası, Türklerin dışında Or
taçağ dönemindeki dinamizmini yitirmiştir. Hıristiyan Avrupa'ysa,
aksine, onun 1 5. yüzyıldan itibaren görülen eşsiz yayılmasını sağla -
yan fikir ve pratikler edinmiştir. Bu yayılma, iç çekişmelerine ve ada
letsizliklere ve hatta dışarıda işlediği suçlara rağmen, Avrupa bilinci
nin ve birleşmesinin yaratılmasında önemli bir olumlu etmendi. Peter
Biller'in The Measure of Multitude: Population in Medieval Thought
(Oxford University Press, 2000) adlı çalışması, 1 4. yüzyıl Avrupa'sı -
nın nüfusunu ölçtüğünü ve bu ölçümün insan ilişkilerinin idare edil
mesinde oynayacağı rolü keşfettiğini göstermiştir. 1 4. yüzyıl, tarımsal
kriz ve vebadan ötürü tam anlamıyla demografik gerileme dönemi ol
masına rağmen, Ortaçağ sonunun Avrupa'sı yaşayanlarının sayısını
ve onların birlikte yaşama ve çoğalma biçimini bir güç etmeni olarak
görmeye başlamıştır. Progres, reaction, decadence dans l'Occident
medieval (Emmanuelle Baumgartner ve Laurence Harf-Lancher tara -
fından derlenmiş denemeler, Paris/Cenevre: Droz/Champion, 2003)
adlı, son zamanlarda yayımlanmış kolektif bir çalışma, Ortaçağ Ba
tı'sında "ilerleme, tepki ve çöküş" fikirlerini ve bunların etkilerini in -
celemiştir. Bu çalışma, " [Ortaçağ'ın] zihinsel yapıları, ilerleme fikriyle
neredeyse hiç uyumlu değildi" geleneksel fikrine katılmakla birlikte,
Hıristiyanlığın tarihe bir yön atfettiğini de belirtmektedir (ben de
Gioacchino da Fiore'nin "ilerici" yanını vurgulamışımdır). Hıristi
yanlık ayrıca eski ebedi dönüş mitini ve döngüsel tarih kavramını da
yıkmıştır. Peder M. O. Chenu La Theologie au Xlle siecle adlı klasik ça -
lışmasında, Ortaçağ düşüncesinin, tarihi 1 2. yüzyılda nasıl tekrar baş
lattığını göstermiştir. Kurtuluş fikri bir ilerleme, tabii ki ahlaksal bir
doğası olan ama aynı zamanda her yönden yararlı bir ilerleme olarak
düşünülmüştür. Dünyayı hor görme, bunun tüm kuramcılarına ve
öykünücülerine rağmen, maddi ilerlemenin reddi olarak anlaşılma -
malıdır. Ortaçağ dinamizmi, ilerlemeyi (her ne kadar bu ad verilmiyor
olsa da) üreten karşıtların ve gerilimlerin karşılıklı etkileşiminden çık -
mıştır. Bu kolektif çalışma, Ortaçağ dinamizmini körükleyen ilerle -
me-tepki, ilerleme-çöküş, geçmiş-şimdi ve antik-modern türünden
birtakım ikiliklerin altını çizmektedir. Daha önce gördüğümüz gibi,
1 3 . yüzyılın dilenci tarikatları kışkırtıcı bir tarzda kendi yeniliklerini
ilan etmiş, manastır yaşam ve anlayışının etkisinde olan rakipleriyse,
SONUÇ 23 1
masını da sağlar. Bundan başka, Ortaçağ Hıristiyan takvimi Avrupa'yı
Noel ve Paskalya gibi iki büyük festivalle de tanıştırmıştır: Noel, ölü -
me ilişkin pagan Halloween festivalinin (Cadılar Bayramı) aksine bir
doğum ve yaşam festivalidir ve yeniden dirilme festivali olan Paskal
ya da yeniden canlanma festivalidir; ki [Kutsal] Ruh festivali Whit
sun' a (bu, "şövalye ilan etme" türünden feodal şenlik geleneklerinin
yerini almıştır) değinmiyoruz bile.
1 5. yüzyılda büyük İtalyan mimarı ve hümanisti Leon Battista Al
berti kahramanlarından birine şu sözcükleri söyletmiştir:
233
590-604 Büyük Gregorius'un papalığı.
590-6 1 5 civan İrlandalı keşiş Columbanus'un Galya'da (Luxeuil), Güney
Almanya'da (Konstanz) ve Kuzey İtalya'da (Bobbio) manastırlar kurma
girişimi.
568-72 Lombardların Kuzey İtalya'yı ve Orta İtalya'nın bir kısmını fethi ve
başkenti Pavia olan bir krallık kurması.
7 1 1 - 1 9 Müslüman Berberilerin Ebro Nehri'ne kadar İspanya'yı fethi.
726 Bizans İmparatorluğu'nda ikonakırıcı (iconoclastic) çatışmanın başla
ması.
7 3 2 Frank sarayının amiri Charles Martel'in Müslümanları Poitiers yakının
da durdurması.
7 5 7 Saray amiri Kısa Pepin'in onun İtalya' da desteklediği Papa II. Stefanus
tarafından Frankların kralı olarak takdis edilmesi ve İtalya'da "Aziz Pet
rus'un vekaleti" olarak bilinen bir Papalık Devleti'nin oluşturulması.
759 Müslümanların Galya'daki son müstahkemleri Narbonne'u kaybetme-
si.
7 7 1 Charlemagne Frankların tek kralı.
774 Charlemagne Lombardların kralı.
778 Charlemagne'ın yeğeni Roland komutasındaki Frank artçı muhafız ala
yının Roncesvalles' da Baskların baskınına uğraması.
787 İkinci İznik Konsili. Charlemagne'ın Hıristiyan sanatında tasvirlerin
kullanımını serbest bırakması.
788 Charlemagne'ın Bavyera'yı ilhakı.
793-81 O Büyük Britanya ve Galya'ya yönelik ilk N orman saldırılan.
796 Charlemagne'ın Avarları fethi.
796-803 Charlemagne'ın emri üzerine Aix-la-Chapelle Sarayı ve Şape -
li'nin inşası.
800 Charlemagne'ın Roma' da imparator olarak taç giymesi.
8 2 7 Sarazenlerin Sicilya'yı fethinin başlaması.
8 3 0 civan Aziz Yakub'un bedeninin Galiçya'da bulunduğunun iddia edil
mesi.
842 Frank yerel dilinde ve Alman yerel dillerinde edilen Strasbourg Yemi -
ni.
843 Verdun Antlaşması'nın Almanya ve Fransa'nın doğuşunu belirlemesi.
9. yy'ın ikinci yansı Vasallar için miles teriminin (asker, şövalye) kullanıl-
ması.
8 8 1 "Fief" (feudum) sözcüğünün ilk kez belirmesi.
885-86 Paris'in Normanlar tarafından kuşatılması.
895 Macarların Tuna ovasına yerleşmesi.
2 34 AVRUPA'N I N Doc u ş u
9 1 O Cluny Manastın'nın kurulması.
9 1 1 Saint-Clair-sur-Epte: Saf Charles'ın Sen Nehri ağzının Rollo'nun ön
derliğindeki Normanlara bırakılması.
9 2 9 Cordoba (Kurtuba) Halifeliği'nin kurulması.
948 İskandinavlann din değiştirmesi için, dini metropolis Hamburg Başpis
koposluğu'nu kurulması.
9 50 civan Büyük toprak temizleme operasyonlarının başlaması. Loire N eh-
ri'nin kuzeyinde pulluk kullanımının başlaması.
9 5 5 1. Otto'nun Lechfeld'de Macarlara karşı zaferi.
960 Cordoba Camii'nin inşası.
962 Büyük Otto'nun taç giyme töreninin Kutsal Roma Germen İmparator -
luğu'nu kurması.
967 Polonyalı Dük Mieszko'nun vaftizi.
9 7 2 Prag Piskoposluğu'nun kurulması.
98 7 Galya' da Capet hanedanının (Hugues Capet) başa geçmesi.
989 Prens Kievli Vladimir'in Bizans'ın Ortodoks rahipleri tarafından vafti
zi.
1 000 il. Silvester (Aurillac'lı Gerbert, 999 ile 1 003 arasında papa) ile III.
Otto'nun (983 ile 1 002 arasında imparator) oluşturduğu ikilinin Latin
Hıristiyanlık alemini kontrol etmesi.
" Kiliselerin beyaz manto"sunun (Cluny keşişi Raoul Glaber'in ifade etti -
ği şekliyle) başlaması. Polonya'nın dini metropolisi Gniezno Başpisko
posluğu'nun yaratılması.
1 00 1 Aziz Istvan'ın Macar kralı olarak taç giymesi.
1 00 5-06 Batı Avrupa' da yaygın kıtlık.
1 0 1 5-28 Aziz il. Olav Haraldsson'un Norveç'i zor kullanarak Hıristiyan
yapmaya çalışması.
1 O 1 9-3 5 Danimarka ve İngiltere'nin kralı Büyük Canute.
1 020 Yahudi filozof İbn Cebirol (Avicebron) Malaga' da 1 020 civarı, 1 058
civan.
Valencia'da, Fransa' da en eski Romanesk yontu Saint-Genes-des-Fontai
nes (Katalonya) eşiği.
1 020 civan Arezzo'lu Gui'nin müzikte yeni bir nota sistemi icat etmesi.
1 02 3 Kilise baskısı sonunda Sofu Robert'in Manici heretikleri Orleans'ta
kazıkta yakması.
1 02 8 Danimarka Kralı Canute'nin Norveç'i fethi ve İngiltere'yi fethini ta -
marnlaması.
1 02 8 ile 1 07 2 arası Saint-Sever' de Mahşer Minyatürlerinin yaratılması.
1 02 9 Güney İtalya' da (Averso) ilk Narman prensliği.
Amerika
Afrika
Asya: Uzakdoğu
KRONOLOJ İ 24 1
907-60 Çin' de "beş hanedanlar" anarşisi.
960- 1 2 79 Song hanedanı. Mandarinler. Büyük Kanal'ın inşası.
1 024 Kağıt paranın ilk kez Çin' de basılması.
1 086 Çin matbaalarında hareketli karakterlerden ilk kez bahsedilmesi.
1 1 8 1 - 1 2 1 8 Khmer İmparatorluğu'nun il. Suryavarman'ın Angkor Wat'ı
ardından Angkor Thom'u inşa ettiren Vll. Jayavarman'ın hükümdarlığın
da doruk noktasına ulaşması.
1 1 8 5-92 Kamakura Şogunluğu'nun kurulması.
1 1 92 Muhammed Ghori'nin Prithvi Rac racputunu yenilgiye uğratması.
Müslümanların Kuzey Hindistan'ın efendileri olması.
1 206- 1 526 Hindistan'da Delhi'de Müslüman sultanlıkları.
1 206-79 Moğol İmparatorluğu'nun oluşumu.
1 2 54-5 5 Venedikli tacirler Niccolo ve Matteo Polo ile oğul ve yeğen Marco
Polo'nun Çin'e ve Güneydoğu Asya'ya seyahatleri.
1 2 79- 1 368 Çin'de Moğol Yuan hanedanı. Pekin'in (Hanbalık) 1 2 64'te
başkent olması.
1 3 1 4-30 Fransisken Pordenoneli Odoric'in Hindistan ve Çin'e seyahati.
1 3 7 1 Çinlilere denizaşırı seyahatin yasaklanması.
1 392 Japonya'da Muromaçi Şogunluğu. Zen kültürünün yayılması. Noh ti -
yatrosunun yaratılması.
1 400- 1 700 Çin' de Ming hanedanı.
1 470-80 Kuzey Çin'de Çin Seddi'nin inşası.
Müslüman Yakındoğu
KRO N O LOJ İ 24 3
Seçilmiş Tematik Kaynakça
Bu Ortaçağ tarihine dair tam bir kaynakça değildir. Daha ziyade, bu kitabın
hazırlanışı sırasında uyarıcı ve yararlı bulduğum çalışmaların (ve az sayıda
makalenin) konulara ayrılarak düzenlendiği bir listedir. Bir kısmı genel görü
nümü sunmakta, diğerleriyse fikir verici bakış açıları sunmaktadır.
Andre Segal'in burada ortaya çıkan dönemlendirme sorununa tepkisi bu
fikri reddetmek biçimindedir. Bkz. onun nihilist makalesi "Periodisation et
didactique: le 'moyen age' comme obstacle a l'intelligence de l'Occident",
Actes du Colloque d'Histoire au present (Paris, 1 989), Paris: Editions de
l'EHESS, 1 99 1 , s. 1 05 - 14.
Benim bu konu üzerine görüşüm, dönemlendirme olmadan tarih yazıcı
lığı olamayacağıdır, her ne kadar dönemlendirmenin yapay doğasını ve bu
nun tarihin ne yönde geliştiğine bağlı olduğunu kabul ediyorsak da. Gelenek
sel Ortaçağ fikrini eleştirirken, ben uzun Ortaçağ dönemi varsayımımı tercih
etmekteyim (6. Bölüm'ün son sayfalarına bakınız).
Kısaltmalar
245
Avrupa (ve Avrupa fikri) Üzerine Çalışmalar,
Özellikle Ortaçağ Dönemi
Bloch, Marc, "Projet d'un enseignement d'histoire comparee des societes eu
ropeennes," 1 6s., Dernieres nouuelles de Strasbourg ( 1 934), Etienne
Bloch and Marc Bloch (der.), Histoire et historiens içinde, Paris: Armand
Colin, 1 995 (yeniden basım).
Bloch, Marc, " Problemes d'Europe," Annales HES, 7 ( 1 93 5 ) , s. 47 1 -9.
Braudel, Fernand, L'Europe. L'espace, le temps, les hommes. Paris: Arts et
metiers graphiques, 1 987.
Carpentier, Jean and Lebrun, François (der.) , Histoire de l'Europe. Paris: Seu -
il, 1 990.
Chabod, Federico, Storia dell'idea d'Europa. Bari: Laterza, 1 96 1 .
Elias, Norbert, State Formation and Ciuilization, The Ciuilizing Process'in 2.
cildi, 2 cilt. Oxford: Blackwell, 1 978-82.
Febvre, Lucien, L'Europe. Genese d'une ciuilization ( 1 944-45 arasında
College de France'da verilmiş konferanslar), Marc Ferro'nun önsözü. Pa
ris: Perrin, 1 999.
Le Goff, Jacques, La Vielle Europe et la nôtre. Paris: Seuil, 1 994.
Pagden, Anthony (der.), The idea ofEurope: From Antiquity to the European
Union. Baltimore: Johns Hopkins Üniversitesi, Woodrow Wilson Center
Press, 2002.
Villain-Gandossi, Christiane (der.), L'Europe a la recherche de son identie
(özellikle Robert Fossier, "L'Europe au Moyen Age," s. 3 5 -40). Paris: Edi -
tions du Comite des travaux historiques et scientifıques, 2002.
Avrupa ve Ortaçağ
Barraelough, Geoffrey (der.), Eastern and Western Europe in the Middle Ages.
Londra: Thames and Hudson, 1 970.
Bartfett, Robert, The Making ofEurope: Conquest, Colonisation and Cultural
Change, 950- 1 350. Londra: Alien Lane, 1 99 3 .
Bosl, Karl, Europa im Mittelalter. Viyana-Heidelberg: Cari Uebersenter,
1 970.
Compagnon, Antoine and Seebacher, Jacques, L'Esprit de l'Europe. 3 cilt, Pa -
ris: Flammarion, 1 993.
Duroselle, Jean-Baptiste, L'Idee d'Europe dans l'histoire. Paris: Denoel, 1 965.
Edson, Evelyn, Mapping Time and Space: How Medieual Mapmakers Viewed
Ortaçağ, Genel
Ortaçağ ve Sinema
Airlie, Stuart, "Strange Eventful Histories: The Middle Ages in the Cinema,"
Peter Linehan ve Janet L . Nelson (der.) The Medieval World, Londra-New
York: Routledge, 200 1 , s. 1 63-8 1 .
L a Breteque, François de " Le regard du cinema sur le Moyen Age," Jacques Le
Goff ve Guy Lobrichon (der.), Le Moyen Age aujourd'hui. Trois regards
contemporains sur le Moyen Age: theologie, cinema (Cerisy-la-Salle konfe
rans serisinin raporları, Temmuz 1 99 1 ) içinde, Paris: Cahiers du Leopard
d'Or, 1 998, s.283-326.
Le Moyen Age au cinema, Cahiers de la Cinematheque'nun özel sayısı, no.42-
3 ( 1 985).
Erken Ortaçağ
Bourin, Monique ve Parisse, Michel, L'Europe de I'an Mil. Paris: Livre de Poc
he, 1 999.
Duby, Georges, L'An Mil. Paris: Gallimard, 1 967.
Duby, Georges and Frugoni, Chiara, Mille e non piit Mille. Viaggio tra le pau
re difine millennio. Milano: Rizzoli, 1 999.
Gerbert l'Europeen (Aurillac sempozyumunun bildirileri). Aurillac: Editions
Gerbert, 1 997.
Gieysztor, Aleksander, L'Europe nouvelle autour de l'an Mil. La papaute,
L'Empire et les "nouveaux venus." Roma: Unione internazionale degli Is
tituti di archeologia storia, e storia dell'arte, 1 997.
Guyotjeannin, Olivier and Poulle, Emmanuel (der.), Autour de Gerbert d'Au -
rillac, le pape de l'An Mil. Paris: Ecole des Chartes, 1 996.
Riche, Pierre (der.), L'Europe de l'An Mil. Saint-Leger-Vauban: Zodiaque,
2 00 1 .
1 2 . Yüzyıl Rönesansı
1 3. Yüzyıl
1 4. Yüzyıldan 1 5. Yüzyıla:
Mutasyonlar, Çatışmalar, Şiddet
***
Adalet
Bartlett, Robert, Trial by Fire and Water: The Medieval fudicial Ordeal. Ox
ford: Oxford University Press, 1 986.
Chiffoleau, Jacques, Les fustices du pape. Delinquence et criminalite dans la
region d'Avignon aux XIVe et XVe siecles. Paris: Publications de la Sorbon
ne, 1 984.
Gauvard, Claude, "De grace especial." Crime, Etat et societe en France a lafin
du Moyen Age. 2 cilt, Paris: Publications de la Sorbonne, 1 99 1 .
Gauvard, Claude, "Justice et paix," Le Goff-Schmitt içinde, s . 587-94.
Gauvard, Claude ve Jacob, Robert (der.), Les Rites de lajustice. Gestes et ritu -
els judiciaires au Moyen Age. Paris: Cahiers du Leopard d'Or, 2000.
Gonthier, Nicole, Le Chatiment du erime au Moyen Age, XIIe-XVI siecle. Ren -
nes: Presses universitaires de Rennes, 1 998.
2 54 AVRUPA' N I N Docuşu
Ansiklopedicilik
Arthur
Barber, Richard, King Arthur: Hero and Legend. Woodbridge: Boydell Press,
1 986.
Berthelot, Anne, Arthur et la Table Ronde. Laforce d'une [egende. Paris: Gal -
limard, 1 996.
Boutet, Dominique, Charlemagne et Arthur ou le roi imaginaire. Paris:
Champion, 1 992.
Loomis, R. S. (der.), Arthurian Literature in the Middle Ages. Oxford: Claren -
don Press, 1 9 59.
Agrimi, Jale and Crisciani, Chiara, Medicina del corpo e medicina dell'anima,
Milano: Episteme Editrice, 1 978.
Agrimi, Jale and Crisciani, Chiara, Malato, medico e medicina nel Medioevo.
Torino: Loescher, 1 980.
Brown, Peter, Body and Society: Men, Women and Sexual Renunciation in
Early Christianity. Londra: Faber, 1 989.
Brundage, J. A., Law, Sex and Christian Society in Medieval Europe. Chicago
Londra: University of Chicago Press, 1 987.
Bullough, Vem L. ve Brundage, James (der.), Handbook ofMedieval Sexua -
lity. New York-Londra: Gar hnd, 2000.
Bynum, Caroline W., The Resurrection of the Body in Western Christianity,
200- 1 3 3 6. New York: Columbia University Press, 1 995.
Casagrande, Carla ve Vecchio, Silvana, Anima e corpo nella cultura medieva -
Bellek
Binyılcılık, Mahşer
Boureau, Alain ve Piron, Sylvain (der.), Pierre de fean Olivi (1 248- 1 298) .
Pensee scolastique, dissidence spirituelle e t societe. Paris: Vrin, 1 999.
Bynum, Caroline W. ve Freedman, Paul, Last Things: Death and the Apocaly -
Birey
Benton, J. E., Self and Society in Medieval France: The Memoir ofAbbot Gui
bert de Nogent. New York: Harper & Row, 1 970.
Boureau, Alain, " Un royal individu," Critique, 52 {1 996), s. 845-57.
Bynum, Caroline W., "Did the Twelfth Century Discover the Individual?"
fesus as Mother: Studies in the Spirituality ofthe High Middle Ages. Berke -
ley: University of California Press, 1 982, s. 82- 1 09.
Coleman, Janet (der.), L'Individu dans la theorie politique et dans la pratique.
Paris: PUF, 1 996, s. 1 -90.
Duby, Georges ve Aries, Philippe (der.), Histoire de la vie privee, c. 2, Paris:
Seuil, 1 985: " L'emergence de I'individu," s. 503 -6 1 9. Türkçesi için bkz.
Özel Hayatın Tarihi, c. 2, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2006.
Gourevitch, Aran J ., La Naissance de l'individu dans I'Europe medievale. Paris:
Seuil, 1997 {Rusça'dan çeviri).
Büyücülük
Çalışma
Allard, Guy H. ve Lusingnan, Serge (der.), Les Arts mecaniques au Moyen Age.
Paris-Montreal: Vrin-Bellarmin, 1 982.
Çocuklar
Dans
Horowitz, Jeannine, " Les danses clericales dans les eglises au Moyen Age," Le
Moyen Age 95 ( 1 989 ) , s. 2 79-92.
Sahlin, Margit, Etude sur la carole medievale. Uppsala, 1 940.
Dil(ler), Edebiyat
Banniard, Michel, Viva voce. Paris: Institut des erudes augustiniennes, 1 992.
Banniard, Michel, Du Latin aux langues romanes. Paris: Nathan, 1 997.
Borst, Arno, Der Turmbau von Babel. Geschicte der Meinungen über Urs-
prung und Vielfalt der Sprachen und Völker. 2 cilt, Stuttgart, 1 957-63.
Cavallo, Guglielmo, Leonardo, Claudio ve Menesto, Enrico, Lo Spazio lette
rario del Medioevo. 1. Il Medioevo latino. 5 cilt, Roma: Salerno, 1 992-8.
Chaurand, Jacques (ve 1 3. yüzyıldan 1 5. yüzyıla kadar Serge Lusignan), Nou -
velle Histoire de la languefrançaise. Paris: Seuil, 1 999.
Curtius, E. R., La Litterature europeenne et le Moyen Age latin. Paris, 1 956
(Almanca'dan çeviri).
Gally, Michele ve Marchello-Nizia, Christiane, Litteratures de l'Europe
medievale. Paris: Magnard, 1 985.
Jonin, Pierre, L'Europe en vers au Moyen Age. Paris: Honore Champion,
1 996.
Redon, Odile ve diğerleri, Les langues de l'ltalie medievale, L'Atelier du medi -
eviste 8. Turnhout: Brepols, 2002.
Walter, Henriette, L'Aventure des langues en Occident. Leur origine, leur his -
toire, leur geographie. Paris: Laffont, 1 994 ( 1 . baskı), 1 996 (2. baskı).
Wolff, Philippe, Les Origines linguistiques de l'Europe occidentale, 2. baskı.
Toulouse: Publications de I'universite de Toulouse-Le Mirail, 1 982.
Zumthor, Paul, La Lettre et la voix. De la "litterature" medievale. Paris: Seuil,
1 987.
Dünyanın Keşfi
Chaunu, Pierre, L'Expansion europeenne du XIIIe au XVe siecle. Paris: PUF, 1 969.
Duteil, Jean-Pierre, L'Europe a la decouverte du monde du XIIIe au XVIIe siec
le. Paris: Armand Colin, 2003.
Heers, Jacques, Marco Polo. Paris: Fayard, 1 983.
Magalhaes-Godihno, Vit6rino, Les Decouvertes: XVe-XVle siecle. Une revolu
tion des mentalites. Paris: Autrement, 1 990.
Mallat du Jourdain, Michel, Les Explorateurs du XIIIe au XVle siecle. Premiers
regards sur des mondes nouveaux. Paris: J .-C. Lattes, 1 984.
Philips, J. R. S., The Medieval Expansion ofEurope. Oxford: Oxford Univer
sity Press, 1 9 88.
Roux, Jean-Paul, Les Explorateurs au Moyen Age. Paris: Seuil, 1 96 1 .
Ekonomi
Ekonomi ve Din
Gençlik
Bloomfıeld, M. W., The Seven Deadly Sins: An Introduction ta the History ofa
Religious Concept, with Special References ta Medieval English Literature.
East Lansing: Michigan State College Press, 1 9 52.
Casagrande, Carla ve Vecchio Silvana, Les Peches de la langue (l 987). Paris:
Cerf, 1 9 9 1 (İtalyanca'dan çeviri).
Casagrande, Carla ve Vecchio, Silvana, Histoire despeches capitaux au Moyen
Age (2000). Paris: Aubier, 2003 (İtalyanca'dan çeviri).
Delumeau, Jean, Le Peche et la peur. La culpabilisation en Occident (XIIIe
XVIles.). Paris: Fayard, 1 983.
Levelleux, Corinne, La Parafe interdite. Le blaspheme dans la France medieva
le (Xlle-XVII s.), du peche au erime. Paris: De Boccard, 200 1 .
Schimmel, Solomon, The Seven Deadly Sins: fewish, Christian and Classical
Reflections on Human Nature. New York: Maxwell Macmillan Internatio
nal, 1 992.
Tender, T. N , Sin and Confession on the Eve of the Reformation. Princeton:
.
Hac
266 AVRUPA' N ı N D oc u ş u
Haçlı Seferleri
Hanedan Armacılığı
Hayvanlar
Heretikler
Hukuk
İmparatorluk
Kadınlar
Kaleler
Katedraller
Kentler-Taşra
Kilise
Köyler
Kraliyet, Krallar
Bak, Janos (der.), Coronations: Medieval and Early Modern Monarchic Ritu -
als. Berkeley: University of California Press, 1 990.
Bloch, Marc, Les Rois thaumaturges. Etude sur le caractere surnaturel attribue
a la puissance royale, particulierement en France et en Angleterre ( 1 9 24),
yeni baskı, Paris: Gallimard, 1 983.
Bourreau, Alain, Le Simple Corps du roi. L'impossible sacralite des souverains
français, XVe-XVIIIe siecles. Paris: Ed. De Paris, 1 998.
Bourreau, Alain ve Ingerflom, Claudio-Sergio (der.), La Royaute sacree dans
le monde chretien. Paris: EHESS, 1 992.
Folz, Robert, Les Saints rois du Moyen Age en Occident (VIe-XIIIe). Brüksel:
Societe de Bollandistes, 1 989.
Kantorowicz, Ernest, The King's Two Bodies: A Study in Medieval Political
2 74 AVRUPA'N I N Docuşu
Theory. Princeton: Princeton University Press, 1 957.
Klaniczay, Gabor, The Uses ofSupernatural Power. Cambridge: Polity, 1 990.
Le Goff, Jacques, " Le roi dans l'Occident medieval; caracters originaux," An
ne ]. Duggan, King and Kingship in Medieval Europe (konferans dizisi
1 992) içinde, Londra: King's College, 1 993.
Le Goff, Jacques, "Roi," Le Goff-Schmitt içinde, s. 985-1 004.
Müzik
Ölüm ve Ötesi
Papalık
Popüler Kültür
Lobrichon, Guy, La Religion des lai'cs en Occident, Xle-XIVe siecle. Paris: Haclı
ette, 1 994.
Meersseman, G. G ., Ordofraternitatis. Comfraternite e pieta dei laici nel Me
dioevo. Roma: Herder, 1 977.
Vauchez, Andre, Les Lai'cs au Moyen Age. Pratiques et experiences religieuses.
Paris: Cerf, 1 987.
Rüyalar
Sanat, Estetik
Savaş
Sınır Bölgeleri
Abulafıa, David and Berend, Nora (der.), Medieval Frontiers: Concepts and
Practices. Aldershot: Ashgate, 2002.
Soyluluk
Şair-Müzisyenler
Şeytan
Şiddet
Şövalyeler
Şövalyelik, Medeniyet
Tacirler
Tanrı
Tarih
Tasvirler
Teknikler ve Yenilik
Teoloji ve Felsefe
Uluslar
Üniversiteler, Okullar
Yahudiler
Yazma, Kitaplar
Yoksulluk
Zaman
Cipolla, Carla M., Clock and Culture, 1 30 0 - 1 700. Londra: Collins, 1 967.
Landes, David, Revolution in Time: Clocks and the Making of the Modern
World, Cambridge: Harvard University Press, 1 983.
Le Goff, Jacques, "Au Moyen Age: temps de l'Eglise et temps du marchand,"
Annales ESC ( 1 960) , yeniden basım, Pour un autre Moyen Age. Temps,
travail et culture en Occident içinde, Paris: Gallimard, 1 977, s. 46-65.
Le Goff, Jacques, "Temps," Le-Goff-Schmitt içinde, s. 1 1 1 3-22.
Mane, Per ıine, Calendriers et techniques agricoles. France Italie, XIIe-XIIIe s.
Paris: Le Sycomore, 1 983.
Pietri, Charles, Dagron, Gilbert ve Le Goff, Jacques (der.), Le Temps chretien
·de lafin de l'Antiquite au Moyen Age, IIIe-XIIIe s. Paris: CNRS, 1 9 84.
Pomian, Krzysztof, L'Ordre du temps. Paris: Gallimard, 1 9 84.
Ribemont, Bernard (der.), Le Temps. Sa mesure et sa perception au Moyen Age
(Orleans konferans dizisi, 1 9 9 1 ) . Caen: Paradigme, 1 992.
Tiempo y memoria en la edad media, Temas medievales'in özel sayısı (Buenos
Aires), 2 ( 1 992 ) .
Zarif Aşk
293
Atina, 5, 44 Logica vetus, 20
Atlantik, 1 0, 1 4 1 , 220-223 Bohemya, 24, 39, 5 2 , 75, 1 08 , 1 84,
atlar, 1 2, 41, 1 82, 236 1 98-200, 2 1 1 , 2 1 2, 2 1 5, 2 1 8, 2 3 9
Attila, 24, 1 3 3 Boleslaw, Polonya, Yiğit, 53
Augustinus, Aziz, 1 2, 1 8, 1 9 , 22, 26, 44, Boleslaw III, 1 08
94, 9 5 , 97, 1 0 1 , 1 1 0, 1 1 9, 1 5 5, Bologna Üniversitesi, 144
1 6 1 , 1 62 Bonaventure, 1 45, 1 65
Augustinusçuluk, 1 9 Bonifatius, Aziz, 3 7
Averroes, İbn Rüşd'e bakınız, 2 3 6 Bonifatius VIII, papa, 78, 1 77
Avignon: Büyük Bölünme, 1 48, 1 82 , Bonifatius IX, papa: Büyük Bölünme,
1 96, 1 97, 238, 2 5 3 , 276, 2 7 7 1 97
Avrupa Topluluğu, 1 , 4 6 , 59, 1 56, 1 5 8 Bonvesin della Riva, 1 2 1 , 1 70
azınlıklar, 1 90 Traeti.se on Courtliness, 1 70
Aziz Augustinus münzevileri, 1 6 1 Bourges, 1 68
Bovet, Honorı�: Savaş Ağacı, 1 8 1 , 1 84
Bretanya, 69, 1 07, 1 82 , 1 88, 2 1 3 , 2 1 4,
227
Britanya, 2 , 24, 3 8, 5 1 , 6 5 , 1 07, 1 3 8,
B 1 60, 1 92 , 2 3 3 , 2 34
ayrıca İngiltere'ye bakınız,
Babil, 1 2 8, 1 56 Brueghel, Yaşlı, 75
Bacon, Roger, 1 50, 1 5 3 , 1 77 Brugge, 1 3 5, 1 38, 141, 1 93 , 1 94, 2 3 8,
baharatlar, 1 27, 1 4 1 , 2 1 9 279
Balkanlar, 24, 1 82 , 2 1 4 Brunelleschi, Filippo, 208, 209, 2 3 9
barbar istilaları, 2 3 Brutus kronikleri (vakayinameleri), 1 60,
Barselona, 5 5 , 1 20, 1 24, 1 9 3 202
Bartholomew, 1 50, 2 5 5 Brüksel, 2 5 , 1 82, 248, 2 50, 2 54, 272,
Beatus: Commentary, 4 5 2 74, 280
Beaumanoir, Philippe de, 1 3 5 , 1 93 Burchard, Strasburglu, 74, 1 36
Becket, Thomas, 86 Burchard, Worms piskoposu, 74
Bede, 2 1 Burckhardt, J. L., 2 2 5
De temporibus, 2 1 büyücülük, büyücüler, 1 90, 1 9 1 , 2 60
De temporum rati.one, 2 1
Bela I V, Macar, 1 73
bellatores, 1 3, 64, 2 2 6
Benedictus, Nursialı, Aziz, 22, 3 0, 40,
5 2 , 1 7 1 , 1 97, 2 3 3 C-Ç
B enedictus XIII, papa, 1 97
B enedikten Tüzüğü, 1 9, 40 Calvin, 2 2 5
Benoit, Aniane'lı, Aziz, 40, 43 Cambridge Üniversitesi, 2 50, 2 5 3 , 2 5 7,
Benvoglienti, Leonardo, 2 1 5 2 6 3 , 270-272, 277-280, 284
Berat, 75, 76, 1 24 Cantar del mio Cid, 1 59
Bernard, Aziz, 7 1 , 95, 1 1 2 , 1 28 Canterbury, 25, 86, 94, 1 5 1
Bernard de, Chartres, 1 74 Canute,5 1 , 87, 2 3 5
Bizans İmparatorluğu, 5, 1 0, 3 8, 47, 56, Capet, Hugues, 5 6 , 2 3 5
1 1 3, 228, 2 34 Capet hanedanı, 8 5 , 1 22 , 1 60, 2 3 5
Blanche, de Castille, 79 Carloman: kutsanması, 3 6
Bloch, Marc, 2 , 1 1 , 226, 2 3 1 , 246 Cassiodorus, 2 0
Boccaccio: Decameron, 1 86 cehennem, 7 2 , 7 3 , 8 5 , 1 1 9, 1 38, 1 86,
Boethius, 20, 2 5 1 87
Consolati.on ofPhilosophy, 2 0 Celestinus I I I , papa, 1 44
D İZİN 295
Einhard, 44 Fernando, Kastilya ve Leon kralı, 87,
el yazmaları, 43, 44, 1 2 1 , 147, 1 48, 1 7 1 , 240
205 festivaller, 29
el-Mansur, 55, 5 6 Fibonacci, Leonardo, 13 8
Eleanor, İngiliz, 79 Liber abaci, 1 38
elektörler, 200, 2 1 1 , 2 1 2 Ficino, Marsilio, 208, 209, 2 3 9
Eleonore, Akitanyalı, 66, 8 5 fine amo r, 6 8 , 69
Elias, Peder, 1 65 fiyat artışları, 1 8 1
Elias, Norbert, 66, 1 70, 246, 283 Flandre, 60, 62, 99, 1 27, 1 3 2, 1 3 8, 1 4 1 ,
elkitaplan, 1 70, 1 9 1 1 76, 1 92 , 1 9 5 , 206, 2 3 6, 2 3 8
Emerich, Nicholas: Directo ry ofInquisi Floransa, 1 05, 1 20, 1 22, 1 27, 1 3 0, 1 37,
tors, 1 9 1 1 6 1 , 1 8 1 , 1 82 , 1 86, 1 9 3 , 1 94,
endüstri, 1 3 2, 141 , 1 94 208, 209, 2 1 6, 2 1 7, 2 1 9, 2 3 8 ,
değirmenler/imalathaneler, 1 7 5 239, 248, 256, 2 60, 277
Engilbert, 44 Floransa Konsili, 1 97
Engizisyon, 9 9 - 1 0 1 , 1 0 5 , 1 6 3 - 1 65 , Florilegium, 1 52
1 9 1 , 2 3 7 , 240 Fra Angelico, 208
entelektüeller, 5, 43, 69, 70, 1 42 , 1 52, Francesco, Assisili, 1 06, 1 6 1 - 1 65 , 1 77,
1 5 3, 2 1 0, 2 1 8 2 1 7, 290
Erasmus, Desiderius: De civitate morum Frankfurt kilise meclisi, 1 55
puerilium, 1 70 Franklar, 24, 3 3 , 3 5 , 37-40, 43, 50, 54,
Eski Ahit, 14, 22, 94, 1 05, 1 63 , 1 7 1 , 56, 1 1 1 , 1 56, 1 60, 234
204, 2 3 1 Fransa, 4, 43, 46, 53, 54, 60, 62, 74, 79,
eşcinseller, 96, 1 05 8 1 -86, 97, 99, 1 00, 1 03 , 1 07,
eşcinsellik, 95, 1 0 5 1 08, 1 1 4, 1 2 2, 1 23 , 1 29, 1 34,
Eugenius I V, papa, 1 97, 209 145, 1 46, 1 5 6, 1 60, 1 67, 1 72 ,
Eusebios, Caesarea: kronikler (vakayina 1 76 - 1 78, 1 8 1 - 1 83 , 1 89, 90, 1 92-
meler), 1 60 1 94, 1 9 7 , 2 0 2 - 204, 208, 2 1 3 ,
evlilik, 67-69, 8 1 , 83, 99, 1 24, 2 1 4, 2 1 4, 2 1 6, 2 1 7, 2 2 6 , 2 34-236,
2 3 7, 2 54 238-240
Eyub, 22 Fransiskenler, 60, 1 6 1 - 1 63 , 1 65, 1 66
freskler, 78, 1 69, 207-209
Freud, Sigrnund, 73
Friedrich l , Barbarossa, imparator, 88,
1 1 2, 1 24, 1 44, 1 77, 2 3 7
F Friedrich I I , imparator, 8 8 , 1 08, 1 1 2,
1 44
fabliaux, 1 56 Friedrich II, Napoli v e Sicilya, 8 8
Facetus, 1 70 Friedrich III, 2 1 2
fahişelik, 1 26, 1 2 7 Frizya, 24, 3 7 , 1 29, 1 3 8, 1 4 1
fakülte, üniversite, 2, 1 1 , 1 2, 14, 1 8, 76, Froissart, Jean: marche, 4
77, 1 08, 1 1 7, 1 1 8, 1 24, 1 4 1 - 1 5 3 ,
1 56, 1 5 7, 1 59, 1 6 1 , 1 64, 1 65 ,
1 7 1 , 1 7 5 - 1 7 7 , 1 9 9, 2 0 0 , 203 ,
2 0 5 , 2 1 0, 2 2 6 , 2 2 8 , 2 3 7 - 2 3 9 ,
246, 287 G
Farabi, 1 52
Febvre, Lucien, 2, 246 Gali, Aziz, 25, 1 07
feodalizm, 5 3 , 6 1 , 68, 70, 1 02 , 1 2 3 , Gama, Vasco da, 2 2 1
1 79, 226, 265 gastronomi, 1 77, 207
Fernando, Aragon kralı, 204, 214 geçiş ücretleri, 12 5
DİZİN 297
147, 1 50, 1 56, 1 77 , 1 8 1 , 1 93 , İspanya, 23, 2 5 , 3 1 , 3 7 , 5 3 , 55, 56, 7 1 ,
209, 2 1 1 , 2 3 6, 268 79, 1 0 1 , 1 04, 1 07, 1 1 3 , 1 32 , 1 57,
Humbert de Silva Candida, 72 1 68, 1 77, 1 82 , 1 90, 2 04, 2 1 4,
Hunlar, 24, 233 2 1 6, 2 2 2 , 2 3 3 , 2 34, 2 3 7 , 240,
Hus, Jan, 1 98-200, 2 3 9 241
D e ecclesia, 200 İsveç, 5 1 , 1 09, 1 40, 1 9 5, 2 2 8
Husçular, 1 82 , 1 98, 200 İsviçre, 25, 5 1 , 1 80
hücreleşme, 6 1 İsviçre Konfederasyonu, 48, 1 8 1 , 1 83 ,
hümanizm, 1 1 , 20, 3 1 , 89, 94, 9 5 , 2 1 6, 2 2 5, 2 3 8
226, 2 2 8 işçi ayaklanmalan, 1 98
işkence, 7 3 , 1 00, 1 03
İtalya, 2, 8, 1 2, 20, 2 1 , 2 3 -25, 27, 30,
3 1 , 3 7 , 38, 46, 48, 49, 5 1 , 6 1 , 74,
79, 84, 87, 88, 97, 1 05, 1 07, 1 22 -
ı-i 1 24, 1 2 7, 1 3 2 , 1 3 5 , 1 4 1 , 1 58,
1 6 1 - 1 64, 1 68 , 1 80, 1 82 , 1 8 3 ,
Ignacio de Loyola, 2 0 1 1 87, 1 90, 1 92 , 1 94, 1 97, 1 98,
Ile-de-France, 1 67 208, 2 1 6, 2 1 7, 2 2 6, 2 3 3 -2 3 6 ,
Innocentius III, papa, 80, 1 00, 1 62 2 3 8, 248, 2 7 8
Innocentius iV, papa, 2 1 8 condottieri, 1 80
Innocentius VII , papa, 1 97 gettolar, 1 64
Innocentius VI II, papa, 2 1 7 İtalyan Savaşlan, 1 83 , 204, 2 1 7, 225,
Integrist'ler, 98, 99 240
Isidorus, Sevillalı, 2 1 , 25, 3 1 , 1 1 9, 1 50, İtiraflar, 1 8, 1 9
233 İvan I I I , Rus, 2 28, 240
Istvan, Aziz, 5 1 , 5 2 , 2 3 5 İzlanda, 50, 1 08, 1 09, 1 29, 1 59
Libellus de instructione morum, 52
İber Yanmadası, 26, 3 1 , 38, 55, 7 1 , 84,
86, 9 1 , 1 0 1 , 1 04, 1 07, 1 09, 1 1 0, J
1 57, 1 90, 2 1 4, 240
İbn Rüşd, 143, 1 52, 2 3 6 jacqueries, 1 92
İbn Sina, 1 52 Jacques Molay, 1 05
icatlar, 1 54, 2 3 1 Jean, İyi, 1 93
İngiltere, 2 1 , 2 2 , 60, 6 2 , 66, 79, 8 2 , 84, Jean de Berhencourt, 2 20, 241
85, 87, 1 03 , 1 05, 1 09 , 1 1 2 , 1 1 4, Jeanne d'Arc, 202, 2 3 9
1 2 3 , 1 24, 1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 9 , 1 40, Jerome, Aziz, 1 8
148, 1 5 6, 1 60, 1 68, 1 70, 1 7 6, Joao d e Santan�m, 2 2 1
1 7 7, 1 8 1 , 1 82 , 1 83 , 1 85 , 1 90, Johannes X, papa, 5 0
1 97, 1 98 , 202, 207, 2 08, 2 1 3 , Johannes X I I , papa, 47
226, 235-239 Johannes XXIII: Büyük Bölünme, 1 97
ikonaklazm, 3 0 Johannes Paulus il, papa, 52
ikonografi , 9 1 , 93, 1 82 , 1 87, 1 9 1 , 206 John Lackland, 82, 85
incastellamento , 61 John, Salisbury'li, 82, 95, 23 7
incunabula, 205 The Policraticus, 82
İrlanda, 2 5, 2 7 , 38, 43 , 78, 1 07, 1 4 1 ,
2 3 3 , 234
İskandinavya, 38, 87, 1 08, 1 09, 1 59, K
1 95, 2 1 8
İslam, 26, 30, 3 1 , 39, 72, 88, 98, 1 1 2 , kabir,62, 7 8
1 1 4, 1 3 8, 1 72 , 2 1 0, 2 2 7 , 2 2 9 , kadın, 1 2, 27, 40, 43, 54, 64-68, 74, 8 3 ,
2 3 0, 269 85, 89-93, 1 05, 1 1 1 , 1 2 5, 1 26,
DİZİN 299
Lothringen, 46, 9 7 Martinus, Aziz, 197
Louis, Aziz (Fransa'nın IX. Louis'si), 54, D e correctio ne rustico rum , 3 3
76, 79, 88, 1 00, 1 02 - 1 04, 1 06, Martinus V, papa, 1 9 7
1 1 2 , 1 2 6, 1 45, 1 46 , 1 60, 1 67, Marx, Karl, 2 2 6
1 72 , 1 7 7, 1 78 , 1 80, 2 1 8, 243, matbaalar, 148, 204, 205, 2 3 9 , 242
260 Mayorka kralı, 4
roman aux rois, 1 60 Mecdelli Meryem, 1 06, 1 2 6
Louis IX, Louis, Aziz'e bakınız, 54, 79, Medici, Cosimo, 2 1 7, 2 3 9
1 1 2 , 145 Medici, Büyük Lorenzo, 208
Louis VII, Fransız kralı, 1 08, 1 1 2, 12 4 Mediciler, 1 94, 208, 209
Louis X II, Fransız kralı, 2 1 4 Merovenj dönemi, 1 7
Lubac, Kardinal de, 1 9, 2 7 3 Meryem, Bakire, 29, 89-93, 1 6 1 , 207
Lucius I I I, papa: sapkınlara karşı, 9 9 Mesih, İsa, 201
Ludwig, Sofu, 40, 44, 46, 47, 1 55 Methodius, Aziz, 52
Ludwig, Alman, Doğu Frankların kralı, mezarlıklar, 62, 78, 98, 1 20
38, 46 Michelozzo, 208
Lull, Raimon, 1 50 Mikael, Aziz, 79
Lübeck, 1 39 , 1 40, 1 88, 2 3 7 , 2 3 8 Milano, 32, 9 7 , 1 20- 1 22 , 1 58, 1 64,
Lyon, İkinci Konsili (1 2 74}, 1 64, 1 7 3 1 70, 1 8 3 , 208, 2 1 7 , 248, 2 5 1 ,
2 5 3 , 256, 269, 287
Milano Fermanı, 1 7, 233
miles, 64, 234
M Minden Antlaşması, 46
minyatürler, 48, 9 1 , 1 69 , 205, 2 3 5
Macaristan, 52, 75, 1 08, 1 7 3, 2 1 2, 2 1 8, Mirfield, John, 1 8 3
2 3 7, 240 missi do minici, 3 9
Machiavelli, Niccolo, 2 1 6 misyoner seferleri, 2 1 8
Madrid, 1 82 , 252, 2 66, 277, 280 mitoloji, 9 , 87, 1 59
Magdeburg yasası, 1 39 Moğol istilası, 1 72
magistralia, 1 7 5 Montaillou, 1 0 1
Magna Carta, 8 2 , 2 3 7 Montpellier Üniversitesi, 1 43
Mağribiler, 5, 55, 204, 2 3 7 Moravya, 52, 1 08, 1 73
mahşer, 1 79 , 2 3 5, 2 5 8 Muhammed, Hz., 98
Maillotins isyanı, 1 93 Mustarib dili, 1 57
Makyavelizm, 1 9 Müslümanlar,
Malleus Maleficarum, 1 9 1 aynca İslam'a bakınız, 5, 1 4, 26, 3 1 ,
manasnr tarikatları, 6 2 36-38, 55, 77, 86-88, 1 0 1 , 1 02,
manasnrlar, 2 5, 2 7 , 28, 40, 44, 45, 49, 1 0 5, 1 07 , 1 09 - 1 14, 1 3 2 , 1 5 1 ,
5 1 , 60, 66, 69, 7 1 , 1 05, 1 08, 1 2 1 , 1 72 , 1 83 , 1 90, 2 1 4, 2 1 8, 227,
1 26 , 1 2 8, 1 47 , 1 6 1 , 1 64, 1 85 , 2 34, 237, 242
2 34 müzik, 1 2 , 48, 69, 143, 207, 2 3 5, 275
Manicilik, 98, 99
Manuzio, Aldo, 205
Marcel, Parisli, 74
Marcel, Etienne, 1 93 , 2 3 9
marjinalleştirme, 206, 2 9 1 N
Mariano d i Jacopo Taccola: D e machinis,
181 Napoli Üniversitesi, 144
Marksizm, 9 Neckam, Alexander: De naturis rerum,
Martel, Charles, 3 6, 2 34 1 50
Martianus, Capella, 1 2 Nikolaos, Aziz, 88, 2 3 6
DİZİN 301
Prag Üniversitesi, 1 99, 2 3 9 Rusya, 1 0, 1 3 9, 1 95, 2 2 8
Prusyalılar, 53, 1 39, 1 7 3 Rutebeuf, 1 64, 1 72
putti, 206
R S-Ş
Raban Maur, 44 saatler, 1 76, 1 93
Receswinth, 3 3 sabanlar, 60
Reco nquista, 3 6 , 55, 8 6 , 1 07, 1 09, 1 77 Sabatier, Paul, 1 65
Reims, 3 2 , 48, 86, 1 1 8, 1 94 Saint Gothard Geçidi, 1 3 2
Rene, Anjou'lu, 2 1 3, 2 1 7 Saint-Denis, manastır kilisesi, 36, 45,
Rhone, nehir, 4 62, 69, 86, 1 2 2, 1 60, 1 68, 2 3 6
Richard 1, Aslan Yürekli, 76, 78, 85, Grandes Chro niques de France, Les, 202
1 05, 1 1 2 Saksonya, 1 3 9, 200, 2 1 2
Richard l l , İngiliz, 1 8 1 , 202 Saksonya-Wittenberg D ukalığı, 2 1 2
Richard, Cornwall'lı, 1 03 Salamanca Üniversitesi, 1 44
risk kavramı, 1 3 6, 1 63 , 1 8 7 Samo, Slavlann kralı, 3 8
Robert, Artois'li, 7 9 sanat, 1 1 , 1 2, 3 1 , 45, 66, 68, 88, 9 1 -93,
Robert, Courson'lu, 144, 2 3 7 1 09, 1 3 0, 1 3 7, 1 4 3 , 147, 1 49,
Robert de Sorbon, 1 46, 2 3 8 1 5 1 , 1 52, 1 67, 1 68, 1 74, 1 77,
Robert, sofu, Fransız kralı, 1 3 , 54, 86, 1 8 1 , 1 83 , 1 87, 1 88, 205, 208,
235 209, 225, 2 34, 278
Roland, 3 7 , 6 5 , 1 69, 1 78, 234, 279 Sancho I I , Kastilya kralı, 87
Rollo, 5 1 , 2 3 5 sansür, 1 42, 1 65
Roma, 2 , 1 1 , 1 2, 1 9, 20, 22, 2 3 , 2 5, 26, Santiago de Compostela, 55, 78, 2 66,
30, 3 2 , 3 3 , 45, 52, 56, 60, 77, 78, 287
8 1 , 83, 1 1 8, 1 1 9, 1 22, 1 2 3, 1 3 8, Saray Akademisi, 44
1 5 3 , 1 60, 1 9 5 - 1 97 , 2 3 3 , 2 3 5, Sara .enler, 5, 3 1 , 37, 38, 2 34
2 3 6, 2 3 9 senyörlük sistemi, feodalizme bakınız,
Roma, Antik, 3, 1 2, 2 0 , 2 6 , 2 7 , 4 5 , 6 3 , 61
1 60, 1 67 Selahaddin, 1 1 2, 241 , 243
Roma İmparatorluğu, 2, 3, 5, 1 0, 1 1 , 1 4, serfler, 42, 1 02
1 7, 1 8, 2 3 , 25, 26, 32, 39, 47, 64, Severinus, 24
1 54, 206, 2 1 1 , 226, 2 3 3 Sforza, Francesco, 2 1 7
Hıristiyanlaşnnlması, 2 3 , 27, 50-53, Shakespeare, William, 202
7 1 , 74, 1 1 1 , 1 5 1 , 1 5 5, 1 77, 2 3 3 Richard II, 1 8 1 , 202
askeri sınınn kaybolması, 2 3 sınır bölgeleri (marches) , 4, 38, 279
Roma Katolikliği, Katolik Kilisesi'ne b a - Sicilya, 22, 2 6, 38, 84, 88, 1 07, 1 1 1 ,
kınız, 1 0 1 3 8, 1 58, 203, 2 1 7, 2 2 8, 2 34,
Roma piskoposu, 2 5 , 30 2 3 6, 2 3 8
ro man aux rois, 1 60 "Sicilya Vesperleri", 8 8 , 2 3 8
Romanesk tarz, 45, 49, 92, 1 67, 1 68, Sigismund, imparator, 200, 2 1 2, 2 1 4
235 Silvester l l , papa: Avrupa Hıristiyanlığı -
Romen dilleri, 1 1 nın teşviki, 48, 2 3 5
rönesans, 7, 43, 44, 89, 1 47, 1 49, 1 68, skolastikçilik, 1 4, 2 8 1
1 79, 1 87, 204, 206, 208, 209, Slavlar, 1 3 , 24, 38, 47, 48, 50-52
2 1 6, 225- 227, 2 5 1 Sokratesçilik, 1 1 , 9 5
Ruggiero 1 , Norman kralı, 88 sömürgecilik, 1 1 4, 1 1 5
Ruggiero ll, Norman kralı, 88 Split Konsilleri, 50
Rum Ortodoks Kilisesi, 1 97 Strasbo urg Yemin i 1 55, 234,
Taborlular, 200
takvim, 2 1 , 2 8, 29, 3 5, 1 45, 1 49, 2 3 1 ,
232 U-Ü
Tapınak Şövalyeleri, 7 1 , 1 05
tarikat, Küçük Din Kardeşleri, 27, 1 61 , Uppsala, 1 09, 2 6 1
1 62 , 1 64, 1 66, 1 74 Urbanus i l , papa, 1 02 , 1 1 2 , 1 1 3 , 2 3 6
tarikat, Din Kardeşi Vaizleri, 1 6 1 , 1 62 , Urbanus V, papa: Büyük Bölünme, 1 96
1 7 1 , 1 74, 2 3 7 Urbanus VI: Büyük Bölünme, 1 97-239
tefeciler, tefecilik, 1 04, 1 24, 1 26, 1 3 5 - urbs-rus karşıtlığı, 1 2
1 37 Utrecht, 1 38
tekstil sanayi, 1 28, 1 3 2, 1 3 8, 1 4 1 , 1 62 , Üçüncü Tarikatlar, 1 66
1 94, 201
tektanncılık, 1 4
Tekvin, 6, 2 8 , 94, 1 7 1
Tempier, Etienne, 1 42 , 143, 1 6 5 v
teoloji, 1 1 , 26, 3 0, 94, 95, 98, 1 1 9, 143-
1 46, 1 49 , 1 50, 1 52 , 1 5 3 , 1 56, vaftiz, 36, 52, 5 3 , 72, 74, 86, 99, 209,
1 68, 1 7 7, 1 98, 1 99, 209, 2 3 8 , 233, 235
286 Valdo, Pierre, 9 9 , 1 9 1 , 1 98
Theoderich, 2 5 , 3 2 , 3 3 Valdocular, 1 98
Theodore Palaeologus, 1 8 1 Vandallar, 24, 26
Theodosius 1 : Hıristiyanlık, 1 7, 2 3 veba, Kara Ölüm'e bakınız, 98, 1 04,
Theophano, prenses, 47, 5 6 1 06, 1 84- 1 87, 1 89, 207, 2 30, 2 3 3
Thomas, Cantimpre'li, 1 50 Venedik, 5 1 , 1 20, 1 22 , 1 3 3 , 1 34, 1 38,
Bonum universale de apibus, 1 50 1 4 1 , 1 70, 1 82 , 1 8 3 , 205, 2 06,
Liber de natura rerum, 1 50 2 1 5, 2 1 7, 2 1 9 , 2 3 6, 2 3 8, 242
ticaret, 3 2, 38, 39, 48, 50, 77, 1 0 1 , 1 1 7, Venedik Senatosu, 1 83
1 1 8, 1 2 5 , 1 2 7 - 1 2 9 , 1 3 1 - 1 34, Venedikliler, 2 1 9
1 3 6, 1 3 8- 1 4 1 , 1 62 , 2 1 8, 2 1 9, 2 2 0 vergiler, 4 1 , 1 2 5, 1 3 2 , 1 3 3 , 1 3 5, 145,
Tirol: askeri koleksiyonlar, 1 82, 2 1 2 1 9 3 , 1 96, 2 1 6
tiyatrolar, 73, 1 3 1 , 242 Vergilius: Aeneis, 1 60
Toledo, 2 5 , 87, 1 07, 1 68, 2 3 3 , 2 3 6 Vikingler, 38, 50
Tomislav, kral, 5 0 villa, 32
topçuluk, 1 83 villeins, 1 1 9
Torino: askeri koleksiyonlar, 1 82, 247, Vincent, Beauvais: Speculum majus, 1 50
2 5 5 , 2 5 6, 262, 268, 2 7 1 , 2 7 3 , Visby Savaşı, 1 82
2 79, 289 Vivaldi: Ugolno ve Vanino, 220
DİZİN 303
Vizigotlar, 2 1 , 24, 25, 3 3 , 1 0 1 , 2 3 3 Yahudilik, 30, 54
Vojtech, Adalbert, Aziz'e bakınız, 5 1 Yakub, 3 , 55, 78, 2 34
Voltaire: Zadig, 2 2 7 yazıcılar, 245
volumen, 1 47 yazılı diller, 1 56
Vulgata, 1 8 yazılı kayıtlar, 1 82
Yecüc Mecüc, 1 O
yemek, 66, 67, 1 06, 1 46, 1 77, 2 1 9
w yemek kitapları, 1 77
Yeni Ahit, 1 8, 45, 1 1 0, 1 63 , 1 66
Walter, Henley'li : Housebo ndrie, 1 75 yeni Platoncu hareket, 209
Whitsun, 1 5 5, 2 3 2 yollar, 3 , 1 1 , 1 2, 30, 32, 43, 62, 72, 78,
William ! , Fatih (Piç), 5 1 , 1 76, 2 3 6 1 1 9, 1 3 1 , 1 3 2 , 1 4 1 , 1 63 , 1 84
William, Malmesbury'li, 82, 1 60 yontular, 9 1 , 1 69, 209, 2 3 5
William, Ockham'lı, 143 yortular, 9 0 , 1 5 5
Wlodkowic, Pawel, 2 1 0, 2 1 1 Yunanistan, Antik, 9, 94
Wycliffe, John, 1 98-200, 2 3 9 yurtseverlik duygusu, 3 5 , 2 1 6
Yuvarlak Masa, 1 30
x
z
xylographf, 205
zanaatkarlar, 1 3 , 45, 1 0 1 , 1 1 8, 1 2 2 ,
1 3 5, 1 3 9, 147, 1 89, 1 92 , 1 93 ,
y 1 94
zanaatkarlık, 1 3 , 1 22 , 1 26, 1 29, 1 7 1
zina, 67
yağma, 1 9, 26, 3 1 , 38, 50, 1 00, 1 07,
zulüm, 3 7 , 89, 96, 1 00- 1 04, 1 1 0, 1 9 1 ,
1 1 1 , 1 1 4, 1 80, 1 84, 1 92 , 2 1 5 ,
291
2 3 3 , 2 3 7,
Yahudiler, 1 4, 25, 88, 96, 98, 1 00- 1 04,
1 1 0, 1 26 , 1 3 6 , 1 5 1 , 1 89, 1 90,
1 93 , 2 1 4, 2 3 7-239, 287
3 04 AVRUPA' N ı N Docu ş u
© LİTERATÜR KASI M 2 0 0 8
kültürel
Bugüne
birleşik
kültürünün
kültürel
Literatür