You are on page 1of 6

İMAJİZM1

Ezra Pound

Geçmişe Bir Bakış

Şiirdeki yeni moda hakkında öyle çok yazılıp çizildi ki, umarım burada benim retrospektif fikir
beyanımı ve bazı önemli noktalara tekrar değinmemi mazur görürsünüz.

1912 baharında veya yazın başında, “H.D.”, Richard Aldington ve bendeniz üç ilke konusunda
hemfikir olduğumuza karar verdik.

1. İster öznel olsun ister nesnel, “şeyler”in doğrudan ele alınması.


2. Sunuşa katkısı olmayacak hiçbir sözcük kullanmama.
3. Ritim konusunda: Metronom sırasına göre değil, müziksel deyişlerin sırasına göre bir
kompozisyon.

Zevklerimiz ve temayüllerimize dair birçok noktada görüş ayrılığına düştüğümüz oldu, ancak bu
üç tutum konusunda hemfikir olmamızın, bir grup ismi altında birleşmemiz için yeterli olduğunu,
en azından Mr. Flint’in, Harold Monro’nun dergisinin Ağustos 1911 sayısında Fransız “ekolleri”
diye adlandırdıkları kadar buna hakkımız olduğunu düşündük.

O zamandan beri, farklı farklı meziyetleri olan, ikinci kıstasa katıldığına dair hiçbir belirti
göstermeyen çok sayıda şair bu ekole “katıldı” veya bu ekolü “takip etti”. Gerçekten de vers
libre [serbest nazım] kendinden önce gelen yumuşak karınlı türevleri gibi lafı uzatan ve laf
kalabalığı yapan bir form haline geldi. Beraberinde bazı kusurlar getirdi. Güncel dilin ve
deyişlerin kullanımı bizden öncekilerinki kadar kötüydü, onların kürek kürek sözcük yığma
mazereti hiç olmazsa bir vezin tutturmak veya uyakların gürültüsünü kotarmaktı. Onlara göre,
vers libre takipçilerinin kullandığı deyişlerin müzikselliği okurun takdirine bırakılmalıydı. Bazen

1
Ezra Pound’un Pavannes and Divagations (1918) kitabında “A Retrospect” başlığı altında yayımlanan bu deneme
ilk kez Poetry dergisinin Mart 1913 sayısında “Imagisme – A Few Don’ts by an Imagiste” başlığıyla yayımlandı.
Metnin başlığı “İmgecilik” yerine, Fransızca efekti vermek üzere özellikle “İmajizm” olarak çevrildi. Pound
İngilizce “Imagism” değil, bilhassa Fransızca “Imagisme” yazımını tercih ederek Fransız sembolist şiirine gönderme
yapmıştır. 1912’de Pound, H.D. ve Richard Aldington’ın kurduğu grup kendilerini “imagiste” [imajist] olarak
adlandırmış, daha sonra sözcük İngilizceleşip “imagist” [imgeci] olarak kullanılagelmiştir. Fransızca ve İngilizce
yazılışı aynı olan “image” sözcüğü için “imge” karşılığı kullanıldı. (ç.n.)
“vers libre”de, Swinburne taklitçisi şiirlerde olduğu kadar bayat ve basmakalıp olan belirgin bir
ölçü olduğunu düşünüyorum, bazen de bu yazarlar hiçbir müziksel yapı izlemiyormuş gibi
geliyor. Fakat, genel olarak, böyle bir toprağın işlenmesi gerek. Belki de bu yeni yöntemle ortaya
çıkan birkaç iyi şiir vardır, eğer öyleyse, bu yöntem kendini aklamış demektir.

Eleştiri, bir sınır çekip kural koyma veya birtakım şeyleri yasak etme değildir. Sabit kalkış
noktaları sağlar. Uyuyan okuru uyandırır. Eleştirinin ancak çok azı iyi olabilir, ki bu da
çoğunlukla başıboş deyişlerde bulunur; yahut genç bir sanatçıya yardım eden yaşlı bir sanatçının
durumunda, büyük ölçüde parmak sallayarak verdiği ihtarlarda değil tecrübeden gelen ihtiyatta.

İmajizm üstüne ilk sözler yayımlandığı sıralar pratikteki işleyiş biçimine dair bazı ilkeler
belirlemiştim. “İmajist” sözcüğünün ilk kullanımı, T.E. Hulme’ın beş şiirine değindiğim, 1912
sonbaharında yayımlanan Ripostes adlı kitabımın sonundaki notta geçer. Poetry dergisinin Mart
1913 sayısında yayımlanan bu ilkeleri burada bir kez daha ortaya koyayım.

Yapılmaması Gereken Birkaç Şey

“İmge” bir an dahilinde düşünsel ve duygusal bir kompleks sunan şeydir. “Kompleks” terimini
gayet teknik bir anlamda, Hart gibi yeni ruhbilimcilerin kullandığı teknik anlamda kullanıyorum,
fakat kullanımda tam olarak hemfikir olmayabiliriz.

İşte böyle bir “kompleks”in anlık sunumu o ani özgürleşme hissini, zaman ve mekân
sınırlamalarından bir çırpıda özgürleştiğimiz o hissi verir; en büyük sanat eserlerinin huzurunda
deneyimlediğimiz o ani büyüme hissini.

Ciltler dolusu eserler üretmektense, bir ömür zarfında tek bir İmge sunmak yeğdir.

Gelgelelim kimileri bütün bunların tartışmaya açık olduğunu düşünebilir. Acil ihtiyaç, şiir
yazanlar için BİR YAPILMAMASI GEREKENLER LİSTESİ çıkarmaktır. Tabii bunların
hepsini bir “yapılmaması gerekenler” mozaiği olarak ortaya koyamam.

İlkin, şu üç önermeyi bir düşünün: disiplinli doğrudan ele alış, sözcük ekonomisi, müziksel deyiş
sekansı. Bunları dogma olarak değil (hiçbir şeyi dogma olarak görmeyin), uzun bir tefekkürün
sonuçları olarak düşünün (zira bunlar başka birinin tefekkürü olsa da, kâle alınmaya değer).
Bizzat kendisi dikkate değer bir eser yazmamış insanların eleştirilerine kulak asmayın. Grek
şairlerinin ve oyun yazarlarının yazdıkları ile Greko-Romen gramercilerin onların ölçülerini
açıklamak için uydurdukları teorileri bir düşünün.

Dil

Fuzuli sözcük kullanmayın, bir şeyi açığa çıkarmayan hiçbir gereksiz sıfat kullanmayın.

“Loş huzur toprakları” gibi ifadeler kullanmayın. İmgeyi yavanlaştırır. Somuta soyutlama
karıştırır. Yazarın doğal nesnenin daima yeterli sembole karşılık geldiğini bilmemesinden ileri
gelir bu.

Soyutlamadan sakınarak çalışın. İyi nesirde zaten yapılmış olan şeyi vasat nazımda tekrar
söylemeye kalkmayın. Sanmayın ki kompozisyonunuzu dizelere ayırarak o tarifsiz çetinlikteki
iyi nesir sanatının zorluklarından sıyrılmaya çalıştığınızda, akıllı biri buna kanacak.

Uzmanların bugün bıktıkları şeyden okur kitlesi yarın sıkılacaktır.

Şiir sanatının müzik sanatından daha kolay olduğunu düşünmeyin, yahut en az ortalama bir
piyano öğretmeninin müzik sanatına harcadığı kadar çaba göstermeden karşınızdaki uzmanları
hoşnut edebileceğinizi düşünmeyin.

Olabildiğince çok sayıda büyük sanatçıdan etkilenin, ama bu borcu ya doğrudan teslim etme ya
da gizleme dürüstlüğünü gösterin.

“Etkilenme”yi, hayran olduğunuz bir iki şairin dekoratif söz dağarcığını silip süpürmeyle aynı
kefeye koymayın. Örneğin Türk bir savaş muhabiri geçenlerde tepeleri anlatmak için “güvercin
grisi” ya da “soluk inci” gibi bir şey eveleyip gevelerken elleri kanlı yakalandı.

Ya iyi süs kullanın ya da hiç kullanmayın.

Ritim ve Uyak

Şair adayımız zihnini olabilecek en iyi kadanslarla doldurmalı, tercihen de yabancı dilde (ritim
için söylüyorum bunu, sözcük dağarcığını elbette kendi dilinde geliştirmeli); böylelikle
sözcüklerin anlamı muhtemelen dikkatini daha az dağıtacak ve harekete daha çok odaklanacak,
örneğin mümkünse Sakson tılsım dualarında, Hebrid Halk Türkülerinde, Dante’nin dizelerinde
ve Shakespeare’in lirik şiirlerinde sözcükleri kadanstan ayıracaktır. Hiç olmazsa Goethe’nin lirik
şiirlerini soğukkanlılıkla kesip biçebilsin, en temel ses değerlerine, kısa ve uzun ya da vurgulu ve
vurgusuz hecelerine, ünlülerine ve ünsüzlerine ayırabilsin.

Bir şiirin illa müziğe yaslanması gerekmez, lâkin müziğe yaslanıyorsa da, o müzik öyle olmalı ki
uzman kişiye lezzet vermeli.

Acemiler ünlü yinelemesini, ünsüz yinelemesini, uyağı ve bunların doğrudan ve dolaylı ya da


yalın ve çoksesli biçimlerini öğrenmeli, tıpkı bir müzisyenin armoniyi, kontrpuanı ve zanaatının
en ince ayrıntılarını bilmesi gerektiği gibi. Sanatçı bunlara nadiren ihtiyaç duysa da, bu
meselelere ya da bu türden şeylere harcanan zaman kadar önemlisi yoktur.

Bir şey sırf nesirde gitmeyecek kadar yavan olduğu için nazımda “gider” diye düşünmeyin.

“Seyrüsefacı” olmayın, bırakın bunu küçük tatlı felsefi denemeler yazanlar yapsın. Betimleyici
olmayın; unutmayın ki bir ressam bir manzarayı sizden daha iyi betimleyebilir, hatta bu konuda
muhakkak sizden daha çok şey bilir.

Shakespeare “Dawn in russet mantle clad” [Şafak bordo pelerine bürünmüş] dediğinde ressamın
sunmadığı bir şey sunar. Bu dizede betimleme denebilecek hiçbir şey yoktur; yalnızca sunuş
vardır.

Yeni bir sabunun reklamını yapan reklam yazarının yolundan ziyade bilimcinin yolunu düşünün.

Bilimci bir şey keşfedene dek büyük bir bilimci olarak takdir görmeyi beklemez. Daha önce
keşfedilmiş şeyleri öğrenerek başlar. Oradan yola çıkar. Karizmatik bir kişilik olmaya kafa
yormaz. Üniversite birinci sınıfta yaptığı ödevin arkadaşlarınca takdir edilmesini beklemez.
Çaylak şairler maalesef muayyen ve bilindik bir dersliğin sınırlarında kalmıyor. “Dükkanlar”
bunların yazdıklarıyla dolu. “Halkın şiire kayıtsız olması”na şaşmamalı.

Malzemenizi müstakil iamb’lere bölmeyin. Her dizeyi satır sonunda bitirip her satır başına yeni
bir nefesle başlamayın.
Bir sonraki dizenin başlangıcı ritim dalgasının yükselişini yakalasın, tabii kesin olarak uzunca bir
durağa ihtiyacınız yoksa.

Kısacası, müzisyen gibi çalışın, sanatınızın müzikle birebir paralelleri merhalesinde iyi bir
müzisyen gibi hareket edin. Müzikteki kanunlar şiirde de geçerlidir, bunlar dışındaki kanunlar
sizi bağlamaz.

Haliyle, ritmik yapı sözcüklerinizin şeklini, doğal sesini ya da anlamını bozmamalı. En başından
itibaren, sözcüklere tesir edebilecek bir ritim-yapı yakalamanız pek de olası değil, öte yandan
dize sonu ve caesura nedeniyle her tür yanlış durağa kurban gitmeniz olası.

“Müzisyen” tonlamaya ve orkestranın ses gücüne yaslanabilir. Sizin böyle bir lüksünüz yok.
Armoni şiirde yanlış tatbik edilen bir terimdir; aslında farklı tondaki seslerin eşzamanlılığı
anlamına gelir. Amma velakin en iyi şiirlerde bile dinleyenin kulağında bir tür artık ses kalır ve
az çok bas organ işlevi görür bu.

Şayet uyak lezzet verme niyetindeyse, uyakta bir tür sürpriz unsuru bulunmalı; tuhaf ya da ilginç
olmasına gerek yok, ama kullanıldığında en iyi şekilde kullanılmalı.

Vide [Bakınız]: Vildrac ve Duhamel’in “Technique Poétique”teki [Şiir Tekniği] uyak üstüne
notları.

Şiirinizin, okurun imgelem gözüne çarpan kısmı yabancı dile çeviriyle hiçbir şey
kaybetmeyecektir; kulağa hitap eden şey, şiiri yazıldığı dilde okuyana ulaşır yalnızca.

Milton’ın retoriğine kıyasla Dante’nin sunumlarının kesinliğini düşünün. Wordsworth’ün


yazdıklarının çoğunu okuyun, ama tarifsiz yavanlığa gelmeyecek kadar.

Meselenin künhüne inmek istiyorsanız, Sappho’ya, Catullus’a, Villon’a gidin, yeri geldiğinde
Heine’ye, kaskatı olmadığında Gautier’ye; ya da dil bilmiyorsanız, avare Chaucer’a başvurun.
İyi nesrin bir zararı dokunmaz, nitekim iyi nesir yazmaya çalışarak disiplin kazanabilirsiniz.

Keza asıl malzemeniz yeniden yazdığınızda “yalpalıyorsa”, çeviri faideli bir alıştırma olabilir.
Çevrilen şiirin anlamının “yalpalamaması” gerekir.
Simetrik bir form kullanıyorsanız, söylemek istediğinizi yerleştirip kalan boşlukları sulu karla
doldurmayın.

Bir duyumu başka bir duyumla tanımlamaya çalışarak duyu algılarını karman çorman etmeyin.
Bu genelde isabetli sözcüğü bulamayacak kadar tembel olmanın sonucudur. Bu maddeye
istisnalar olabilir.

Baştaki üç basit tavsiye, şu anda standart ve klasik kabul edilen kötü şiirlerin onda dokuzunu
çöpe atmaya yeter; hatta bizzat üretme suçu işlemenizi engeller.

Mösyö Duhamel ve Vildrac’ın “Notes sur la Technique Poétique” [Şiir Tekniği Üstüne Notlar]
adlı küçük kitabın sonunda dediği gibi, “. . . Mais d’abord il faut être un poète” [Evvela şair
olmak gerek].

Mart 1913’ten beri, Ford Madox Hueffer şunun altını çiziyor: Wordsworth sıradan ya da yalın
sözcüğe öylesine takılıp kalmıştı ki, le mot juste [cuk oturan sözcük] avına çıkmak hiç aklına
gelmedi.

John Butler Yeats, Worsdworth’ün ve Viktoryenlerin hakkından geldi, nitekim oğluna yazdığı
mektuplarda ifade ettiği eleştirisi de yayımlandı ve artık temin edilebilir.

Sanat hakkında yazmayı sevmiyorum, bu konu üstüne yazdığım ilk deneme, en azından ilk diye
kalmış aklımda, sanata karşı bir reddiyeydi.

İngilizceden çeviren Oğuz Tecimen

You might also like